praksis9

Page 1

Bu Say›da

Bu Say›da Düzenlemeden Yeniden Düzenlemeye: 1980’lerde Türkiye’de Kapitalizmin Yeniden Yap›land›r›lmas› ve Devletin De¤iflen Rolü bafll›kl› bu say›m›z›n girifl yaz›s›n›, önceki say›lardan biraz farkl› bir biçimde, say› kapsam›nda Praksis dergisi olarak yapt›¤›m›z bir atölye çal›flmas›n›n tart›flma bafll›klar›n› ve sorular›n› okurlarla paylaflacak flekilde haz›rlad›k. 1980’ler ve 1990’lar boyunca neoliberalizmi ve devletin dönüflümünü ele alan pek çok çal›flma yap›ld›. Ancak çok ciddi dönüflümlerin içinden geçti¤imiz bir dönemde baz› konular› farkl› sorularla yeniden ele alman›n, bu sorulara yenilerini eklemenin gerekli oldu¤unu düflünüyoruz. Tarihsel materyalist yöntemi güncel ve somut geliflmeleri anlaml› k›lmada kullanmak, neoliberal politikalar› sorgulad›¤›m›z bu say›da da temel kayg›m›z oldu. Atölye çal›flmas› boyunca sordu¤umuz sorular bu say›m›za gelen yaz›lar›n kolektif tart›flmalar›nda da yol göstericiydi; yaz› tart›flmalar›m›zda bu sorular› s›nama ve zenginlefltirme flans›m›z oldu. 1980’li y›llar› ele al›rken seçti¤imiz temel odak noktas›, devletin neoliberal dönemde de¤iflen rolü oldu¤u için öncelikli sorumuz, devleti yöntemsel olarak nas›l kavramam›z gerekti¤i oldu. Yöntem tart›flmas›n› somut analizlerle beraber yürütmeye çal›flt›k. Yapt›¤›m›z saptamalardan ilki, egemen söylemin aksine, devletin ekonomiye yönelik müdahalelerinin neoliberal dönemde azalmad›¤›, tersine devletin sürecin en önemli aktörlerinden biri olmaya devam etti¤iydi. Say› kapsam›ndaki bütün yaz›lar›n bulgular› bu saptamay› do¤rular nitelikte. Geçmiflte tar›mda destekleme al›mlar› yapan, çiftçiye kredi sa¤layan devlet, bu dönemde özel sektörün tar›m›n farkl› alanlar›na girmesi için gerekli yasal düzenlemeleri yap›yor; sosyal güvenlik sisteminin ad›m ad›m özellefltirilmesi yine kademeli olarak ç›kar›lan yasalar arac›l›¤›yla gerçeklefliyor; enerji sektörü örne¤inde gördü¤ümüz gibi özellefltirmeler yap›lmadan devlet bu sektör için gerekli bütün altyap› yat›r›mlar›n› tamaml›yor. GATS ve MAI gibi uluslararas› düzenlemeler de yine devlet arac›l›¤›yla ülke içindeki hukuksal yap›ya uyarlan›yor. Bu nedenle bu konularda say› içindeki yaz›lar, devletin “ortadan kalkt›¤›” ya da “rolünün azald›¤›”

5


6

Praksis

düflüncesi yerine devletin “rolünün de¤iflti¤i” önermesinin daha anlaml› oldu¤unun bir kez daha alt›n› çiziyorlar. Say› bafll›¤›m›za da tafl›d›¤›m›z “Yeniden Düzenleme” ifadesinin de gösterdi¤i gibi gerçekte devletin düzenleyici ifllevi ortadan kalkm›yor, devlet pek çok alanda yeni düzenlemeler yap›yor. James Petras’›n dedi¤i gibi devlet yap›sal uyum politikalar›ndan esnek çal›flma biçimlerinin yayg›nlaflt›r›lmas›na pek çok alanda hâlâ merkezi bir öneme sahip. Kamu hizmetleri devletin rolünün de¤iflti¤ini göstermesi, hem de emekçi s›n›flar› çok ciddi bir biçimde etkileyen ve etkileyecek alanlardan biri olmas› aç›s›ndan büyük önem tafl›yor. Sa¤l›k sektörü bu ba¤lamdaki örneklerden sadece biri. Ata Soyer, yaz›s›nda sa¤l›k hizmetlerine ayr›lan pay›n nas›l azalt›ld›¤›n›, bunun yerine devlet harcamalar›n›n nas›l sermayeye kaynak aktar›m mekanizmas› olarak çal›flt›¤›n› gösteriyor. Yine özellefltirmeler arac›l›¤›yla kamu hizmetleri, Tülay Ar›n’›n da belirtti¤i gibi (1994) metalafl›yor. Enerji sektöründeki özellefltirmeleri anlatan Faruk Ataay, do¤al tekel olarak kamu kurumlar›n›n sa¤lad›¤› enerji hizmetinin nas›l piyasaya aç›ld›¤›n›, ancak söylemin aksine serbest rekabet yerine tekellerin piyasaya hâkim oldu¤unu gösteriyor. Kamu hizmetlerinin daha da fazla afl›nd›r›laca¤›n›n iflaretini ise Selime Güzelsar›’n›n yaz›s›nda, hizmet ticaretinin serbestlefltirilmesini sa¤layan uluslararas› bir anlaflma olan GATS’›n Türkiye’deki kamu hizmetlerine olan etkilerine de¤indi¤i yaz›s›nda görmek mümkün. GATS, e¤itim ve sa¤l›k hizmetlerini de kapsayacak flekilde kamu hizmeti alan›n› yabanc› sermayeye açarken Türkiye de verdi¤i ba¤lay›c› sözlerle bu anlaflmaya dahil oluyor. ‹lginç bir biçimde yeni haz›rlanan Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasar›s›’n›n 3. maddesinde kamu yönetiminin temel ilkeleri anlat›l›rken “Kamu kurum ve kurulufllar› piyasada rekabet flartlar› içinde üretilen mal ve hizmetleri haks›z rekabet oluflturacak flekilde üretemez. Bu ilkeye ayk›r›l›k teflkil eden bütün birimler tasfiye edilir ve yenileri kurulamaz.” ifadesi yer al›yor. Tart›flt›¤›m›z bir baflka önemli nokta, neoliberal politikalar›n uygulanmas›nda iç ve d›fl faktörlerin etkisini nas›l ele alaca¤›m›z


Bu Say›da

oldu. Yap›lan güncel analizlerde gözlemlenebilecek, devleti uluslararas› sermayenin ve onun IMF, Dünya Bankas› gibi kurumlar›n›n basit bir nesnesi olarak alg›lama e¤ilimine karfl›, devleti sadece d›fl aktörlerin bask›s›yla de¤il, kendi toplumsal formasyonundaki s›n›f iliflkilerinin etkisiyle de dönüfltü¤ü argüman›, önemli bir ç›k›fl noktas› oldu. Mali sektör, tar›m, sa¤l›k ve enerji sektörleri üzerine olan yaz›lar ülke içindeki baz› sermaye gruplar›n›n nas›l sürecin önemli aktörleri olduklar›n› gösteriyorlar. Örne¤in tar›m alan›nda yerli sermaye gruplar›n›n tek bafllar›na ya da yabanc› ortaklar›yla üretim, da¤›t›m ve pazarlama alanlar›na yat›r›m yapt›klar›n› ve son reformlar›n da bu gruplar›n tekelleflme e¤ilimlerini güçlendirece¤ini aç›kça görebiliyoruz. Ayr›ca hizmet ticaretinin serbestlefltirilmesi ya da finansal liberalleflme uluslararas› sermeyenin yan› s›ra dünya ekonomisiyle bütünleflmenin koflullar›n› sa¤layan ve bu flekilde kendi ayakta kalma stratejilerini de yeniden üretebilen yerli sermaye gruplar›n›n da talebi haline gelebiliyor. Bu ba¤lamda Zafer Y›lmaz’›n, iç-d›fl gerilimini aflman›n yollar›n› arayan yaz›s›nda Poulantzas’dan hareketle yabanc› sermaye yat›r›mlar›n›n d›flsal bir faktör olarak de¤il, ülke içi s›n›f iliflkilerinde ifadesini bulan bir iktidar iliflkisi oldu¤unu Türkiye ba¤lam›nda göstermesi iyi bir örnek oluflturuyor. Y›lmaz, ayr›ca sermaye içi çeliflkilerin sürecin yönüne olan etkisine dikkat çekiyor. Devleti s›n›flar›n üstünde ve toplumdan ayr›ks› bir aktör olarak de¤il de toplumsal iliflkilerin dolay›m›nda tan›mland›¤› zaman neoliberal politikalarla s›n›f iliflkilerinin dönüflümü aras›ndaki iliflkiyi analiz etmek ve bu ba¤lamda devletin rolünü kavramak da mümkün oluyor. Neoliberal politikalar›n s›n›flar aç›s›ndan bir anlam› da, Werner Bonefeld’in terimlerini uyarlarsak, s›n›flar›n parçalanarak “mülk sahibi”, “borsa yat›r›mc›s›”, “özel sa¤l›k sigortas› sahibi” olarak yeniden kurulma süreci olarak tan›mlanabilir.* Devlet s›n›f aidiyetlerinin parçalanmas›nda ak* S›n›f iliflkilerinin parçalanma sürecini ‹ngiltere’deki örneklerle aç›klayan bir çal›flma için bkz. Bonefeld (1993). Bonefeld burada özellefltirmelerin nas›l bireysel hissedarl›¤› özel vergi indirimleriyle teflvik etti¤ini (1979’da 3 milyon olan kiflisel hissedar say›s› 1987’de 9 milyona ç›km›flt›r); 1980 Ev Sahibi Olma Kanunu ile iflçilere oturduklar› evleri özel taksit ve kredi imkânlar›yla satarak onlar›n hem “mülk sahibi” hem de “borçlu” durumuna düflürüldü¤ünü anlat›r.

7


8

Praksis

tif bir rol üstleniyor. Sosyal güvenlik sisteminin özellefltirilmesi önceleri sosyal güvenlik hakk›n› s›n›fsal mücadelesiyle kazanm›fl vatandafllar› borsadaki emeklilik fonlar›n›n inifl ve ç›k›fllar›n› takip eden, mülkiyet duygusuna sahip, bireysel yat›r›mc›ya dönüfltürme stratejisi olarak düflünülebilir. Böylelikle sosyal güvenli¤in özelleflmesi sadece sosyal güvenlik hakk›n›n yok edilerek bu kârl› alan› sermayeye açmakla kalm›yor, ayn› zamanda insanlar› piyasa mekanizmas›na daha fazla tabi k›larak, onlar› k›smen de olsa varolan sisteme entegre etmeye, bir nevi r›zalar›n› sa¤lamaya çal›fl›yor. Yi¤it Karahano¤ullar›’n›n hegemonya projelerini ele ald›¤› yaz›s›nda da hegemonyan›n kurulmas› için bu tarz bir r›zan›n oluflumundan söz ediliyor. Ancak neoliberalizmin hegemonyas› bir kere olup bitmifl bir fley de¤il; zira neoliberal politikalar sürekli olarak, Zafer Y›lmaz’›n da belirtti¤i gibi, kazananlar ve kaybedenler ayr›m›n› keskinlefltirdi¤i ve s›n›f çeliflkilerini derinlefltirdi¤i ölçüde toplumsal gerilimlere de çok yatk›n bir zemin yarat›yorlar: Tar›m politikalar›nda 2000’li y›llarda yaflanan reformlar sadece özel sektörün ve sermayenin tar›m alan›na hâkim olmas›n› sa¤lamakla kalm›yor, küçük üreticili¤i tasfiye ederek sözleflmeli üretim arac›l›¤›yla üreticiyi flirket karfl›s›nda çok daha çaresiz, yaln›z ve pazarl›k gücü az bir duruma getiriyor. Önceden de örgütsüz olan küçük üreticiler, yoksul köylüler ve tar›m iflçileri için bu durum, Kendir’in de belirtti¤i gibi, kuflkusuz daha fazla yaln›zlaflmay› ve kaç›n›lmaz göç sonucunu getirecek. Yine kamu hizmetlerinin özellefltirilmeleri bir yandan iflsizli¤i artt›r›rken di¤er yandan da sadece piyasa fiyat›n› veren kiflilerin bu hizmetlerden yararlanmas›n› sa¤layacak. Yeni Kamu Personel Rejimi Reformu da bu süreci destekleyerek memurlar› sözleflmeli personel haline getirecek. Performansa dayal› ücret, toplam kalite yönetimi gibi uygulamalar; flu anda bile memur, iflçi ve sözleflmeli flirket personelini birarada çal›flt›ran kamu sektöründeki çal›flanlar› kendi içlerinde bölecek, sendikal örgütlenmeyi de olumsuz yönde etkileyecek. Öte yandan emek iliflkileri aç›s›ndan Ataay’›n enerji sektörü örne¤i üzerinden anlatt›¤›, altyap› hizmetlerinin farkl› aflamalara bölünme sürecinin (üretim-da¤›t›m-iletim) ve Yeni ‹fl


Bu Say›da

Yasas› Tasar›s›’n›n çok çeflitli say›da ifl tan›m› yapmas›n›n da benzer bir parçalama etkisini getirdi¤i söylenebilir. Kuflkusuz burjuvazinin stratejileri tek yönlü de¤ildir. Bu say›da do¤rudan incelemesek de emek mücadelelerinin niteli¤i ve yönü sürecin nas›l gidece¤ini belirleyen en önemli faktörlerden biridir. Günümüzde yukar›da örnekleri verilen neoliberal burjuva stratejilerine karfl› bütünlüklü bir mücadelenin gereklili¤i daha fazla kendini hissettiriyor. Bu noktada mücadeleyi devlet ve toplum aras›nda koymamak; devleti de bir mücadele alan› olarak kavramak önem kazan›yor. Demet Dinler’in yaz›s›nda söz etti¤i flekliyle devlet, s›n›flar aras› mücadelenin alan› olarak kavran›rsa özellefltirmelere, bütçeden sermayeye kaynak aktar›lmas›na, Kamu Reformu Yasas› Tasar›s›’na s›n›fsal aç›dan karfl› ç›kmak bir anlam kazan›yor. Ancak bu, devletin, kapitalist iliflkilerin bir fetifllefltirilmifl bir biçimi oldu¤u sürece karfl› ç›k›lmas› gereken bir biçim oldu¤u gerçe¤ini de¤ifltirmiyor. Bu konuda John Holloway’in say›m›zda yer alan yaz›s› s›n›f stratejilerini nas›l düflünmemiz gerekti¤i konusunda önemli ipuçlar› veriyor. Say›da do¤rudan ele almad›¤›m›z ama baz› yaz›larda bir tema olarak karfl›m›za ç›kan bir kavram da yoksulluk. Sosyal haklar yerine yoksullukla bafla ç›kabilme stratejisi farkl› alanlarda aç›k bir tercih olarak kendini gösteriyor. Tar›mda varolan destekleme sistemi yerine do¤rudan gelir deste¤i sistemi uygulamas›na geçilmesi, yoksul çiftçileri hedef kitlesi olarak seçiyor. Bu sistemin sosyal güvenlik alan›ndaki karfl›l›¤› sosyal yard›m projeleri. Bu projeler ad›m ad›m sosyal güvenlik sisteminin yerine geçerek bu sistemin de özellefltirilmesinde ifllevsel bir öneme sahip. Murat Özveri’nin yaz›s›nda da gösterdi¤i gibi iflçi s›n›f› mücadeleleriyle kazan›lm›fl bir hak olarak sosyal güvenlik yerine bir ihsan olarak sosyal yard›m anlay›fl› yerleflmeye bafll›yor. Çok ciddi toplumsal dönüflümlerin yafland›¤› bir dönemde her iki alandaki yeni uygulamalar›n destekleyicisi Dünya Bankas›, bu tarz yard›m programlar›n›n, istikrar program›n›n d›fllad›¤› toplumsal kesimlerin tepkilerini azaltmas›n› bekliyor.

9


10

Praksis

Devletin yeniden yap›land›r›lmas› tart›flmalar›nda bir baflka önemli eksen de siyaset/ekonomi ayr›flmas›. Siyaset ve ekonomi ayr›flmas› kapitalizme özgü, tarihsel olarak kurulmufl bir ayr›m. Ancak bu ayr›flma tarihsel olarak yeniden üretilmek zorunda oldu¤u için bu ayr›m›n ald›¤› biçim farkl› tarihsel dönemlerdeki s›n›f iliflkilerine göre yeniden düzenleniyor (bkz. Holloway ve Picciotto, 1978). 1980’lerde siyaset/ekonomi ayr›flmas›n›n bu anlamda nas›l bir biçim ald›¤› sordu¤umuz önemli sorulardan biri oldu. 1980’ler boyunca neoliberal politikalar›n meflrulaflt›r›lmas› için Keynesçi devletin otoriter bir yap›ya sahip oldu¤u, ekonomiye müdahale ederek piyasan›n iflleyiflini bozdu¤u, ayn› zamanda da birey özgürlüklerini elinden ald›¤› hâkim bir görüfl haline getirilmeye çal›fl›ld›. Siyasetin tekniklefltirilmesinin ve devletin ekonomiye müdahale etmemesinin gereklili¤i bir çözüm önerisi olarak sunuldu. Bu önerinin meflrulaflt›r›lmas› ideolojik ve kültürel pratikleri de içerecek flekilde gerçekleflti. Yücel Demirer ve Özgür Orhangazi’nin yaz›lar› Kemal Dervifl’in Türkiye’ye getirilmesinin siyasetin teknokratlarca yönetilmesi argüman›n›n desteklenmesinde, Turgut Özal’›n söyleminde de oldu¤u gibi, nas›l bir rol oynad›¤›n› anlat›yor. Güncel olarak üst kurullar ve Merkez Bankas›’n›n özerkli¤i tart›flmas› da bu ba¤lamda düflünülebilir. Say› kapsam›ndaki yaz›larda bu kurullar›n iflleyifl flekli ayr›nt›l› bir flekilde anlat›rken Peter Burnham’›n yaz›s› bu ba¤›ms›z düzenleyici otoritelerin ard›ndaki dinamikleri aç›klamaya çal›fl›yor. Üst kurullar›n meflru k›l›nmas› için sunulan temel argüman, ekonomi yönetimini popülizmden ar›nd›rma ad›na bu kurullara yetki devri yap›ld›¤› yönünde. Böylelikle siyaset ve ekonominin içsel olarak iliflkili biçimler oluflunun üstü örtülmüfl oluyor ve sorunlar›n kayna¤›, Demet Dinler’in yaz›s›nda gördü¤ümüz gibi, siyasete ya da güçlü devlete atfediliyor ve bu da uygulanan politikalar›n s›n›f karakterini örtmeyi kolaylaflt›r›yor. Öte yandan, düzenleyici kurullar›n, politikalar›n belirlenme sürecinde özel sektör, bürokrasi ve sivil toplum kurulufllar›n›n kat›l›m›n› öngören yönetiflim paradigmas›na da uygun olaca¤› söy-


Bu Say›da

leniyor. Hem yeni Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasar›s›’nda hem de TÜS‹AD’›n yay›n›nda kamu yönetiminin iflleyifl ilkeleri olarak benimsenen fleffafl›k, kat›l›mc›l›k, hesapverebilirlik ilkeleri de yönetiflim paradigmas›n›n temel ö¤eleri. Oysa, Birgül Ayman Güler’in yaz›s›nda gördü¤ümüz gibi, yönetiflim, özünde sermayenin iktidar›n›n daha fazla sa¤lamlaflmas› anlam›na geliyor. Üst kurullar›n oluflturulmas› ve bürokrasinin yeniden yap›land›r›lmas› gibi geliflmeler, devletin, de¤iflimin hem nesnesi hem de öznesi haline geldi¤ini gösteriyor. Devlet arac›l›¤›yla reformlar uygulan›rken bir yandan da devletin kurumsal yap›s› da, toplumsal iliflkilerin dönüflümü dolay›m›nda de¤ifliyor. Tar›k fiengül’ün yerel devlet üzerine yürüttü¤ü tart›flma, bize merkezi ve yerel devlet aras›ndaki iliflkinin nas›l kavranmas› gerekti¤ine dair önemli ipuçlar› sunarken, yerel olana kendili¤inden demokratik ve kat›l›mc› bir anlam atfetmenin sak›ncalar›n› da gösteriyor. Say›m›z›n bafll›¤›n› 1980’lerle s›n›rland›rm›flt›k; ancak sundu¤umuz yaz›lar olabildi¤ince güncel geliflmeleri de ele almaya çal›flt›. Yaz›lardan ç›kan ortak bir nokta; neoliberal politikalar 1980’ler bafl›ndan itibaren ad›m ad›m gündeme gelmeye bafllasa da en radikal dönüflümlerin 1999’da imzalanan istikrar program›yla yürürlü¤e konmas›d›r. Tütün ve fleker yasalar›, sosyal güvenlik yasas›, üst kurullar›n oluflma sürecinin yasal temelleri 1999 sonras›n›n uygulamalar› olarak ortaya ç›kt›. Bu uygulamalar kuflkusuz önceki dönemle bir süreklilik iliflkisi içinde düflünülmelidir. ‹lginç olan bir nokta da, son 25 y›l›k bir süreçte neoliberal söylemin kendi içinde geçirdi¤i de¤iflimlerdir. Devletin kesinlikle müdahale etmemesi gerekti¤i söyleminden etkin ve düzenleyici devlet söylemine geçilmesi, yönetiflim paradigmas›n›n yüceltilmesi, Dünya Bankas›’n›n World Development Report’un (1997) konusunu devletin rolüne ay›rmas› asl›nda de¤iflen koflullara söylemin de kendisini uyarlad›¤›n› gösteriyor. Bu ba¤lamda Sonay Bayramo¤lu’nun OECD Raporu incelemesinde

11


12

Praksis

devlete nas›l roller biçildi¤ini daha iyi görmek mümkün. OECD raporunda sözedilen piyasa aksakl›klar› (market failures) ve düzenleyici reformlar TÜS‹AD’›n da kamu reformu projesinde de yer buluyor. TÜS‹AD, (2002) “günümüzde büyük-devlet-küçük devlet tart›flmalar›, en az müdahaleyle etkili denetleme ve düzenleme yapan devlet anlay›fl›na do¤ru yönelmifltir” diyerek bu yap›n›n piyasa aksamalar›n› aflmakta da gerekli oldu¤unu savunuyor. Say› kapsam›nda yapt›¤›m›z çal›flmalardan ç›kan son bir sonuç da, DPT’nin Kalk›nma Planlar›’n›n, hükümet programlar›n›n, Dünya Bankas› ve IMF’ye verilen niyet mektuplar›n›n ve bu kurumlar›n kendi belgelerinin, DTÖ anlaflmalar›n›n, Avrupa Birli¤i belgelerinin, TÜS‹AD gibi sermaye gruplar›n›n yay›nlar›n›n bütünsel bir analizinin gereklili¤i oldu. Say›daki yaz›lar›n ço¤unun bu belgelerin bir ya da bir kaç›n› referans noktas› olarak almas› bunun göstergesi. Say› içindeki yaz›lara s›ras›yla bakarsak, ilk yaz›larda devletin güncel tart›flmalarda kavran›fl tarz›na yönelik elefltirileri ve nas›l kavranmas› gerekti¤ine dair öneri ve ipuçlar›n› bulmak mümkün. Demet Dinler’in yaz›s› Türkiye’deki devlet/toplum iliflkisini inceleyen çal›flmalarda “güçlü devlet gelene¤i” tezinin nas›l hakim bir yaklafl›m oldu¤unu belirtiyor. Dinler, bu tezin yöntemsel ve politik sorunlar›n› irdeleyerek sol bir siyasi proje için bu yaklafl›m›n hâkimiyetini k›rma gereklili¤inin alt›n› çiziyor. Zafer Y›lmaz’›n yaz›s› ise, bu elefltiriden hareketle bize devlet-hâkim s›n›flar iliflkisini nas›l kavrayabilece¤imize dair bir alternatif çerçeve için hangi sorular›n sorulmas› gerekti¤ini araflt›r›yor. Y›lmaz, küreselleflme/devlet tart›flmalar›nda devletin ya bir özne ya da bir nesne olarak görüldü¤ünü; oysa devletin bir iliflki olarak düflünülmesi gerekti¤ini, Poulantzas’a referansla anlat›yor. Buradan yola ç›karak, günümüz Türkiye’sinde yerel ve uluslararas› sermaye aras›ndaki özgül eklemlenifl biçimini, analizinin ç›k›fl noktas› olarak belirliyor. Yaz›da sorulan sorular içinden geçti¤imiz döneme dair hâla yap›lmay› bekleyen analizlerin önünü açmay› hedefliyor.


Bu Say›da

Birgül Ayman Güler’in yaz›s›, çok güncel ve popüler bir kavram olan yönetiflim kavram›n›n kökenlerini, hangi koflullarda kimler taraf›ndan önerildi¤ini ve nas›l bir devlet/toplum iliflkisi modeli olarak sunuldu¤unu anlat›rken; demokrasi, kat›l›mc›l›k, fleffafl›k gibi ilkelerin asl›nda eflitsiz iktidar iliflkilerinden ba¤›ms›z olmad›¤›n› anlat›yor. Bu ba¤lamda yönetiflim mekanizmas›n›n hem emek güçlerinin mücadele olanaklar›n› k›s›tlad›¤› hem de sermayenin lehine s›n›f iliflkilerini yeniden düzenledi¤i sonucuna var›yor. Sonraki iki yaz›, sürecin uluslararas› ba¤lam›na yönelik olarak, neoliberal dönemde Dünya Bankas› ve IMF d›fl›nda iki önemli uluslararas› aktör olan DTÖ ve OECD’nin önerdi¤i politikalar› inceliyorlar. Bunlardan ilki Selime Güzelsar›’n›n “küreselleflmenin anayasas›” olarak tan›mlanan GATS anlaflmas›n›n özelliklerini, emek/sermaye iliflkilerine ve mücadelesine olan etkisini inceledi¤i yaz›s›. GATS’›n ülkeler aras›nda karfl›l›kl›l›k ilkesi söyleminin aksine asl›nda nas›l bir ba¤›ml›l›k iliflkisine dayand›¤›n› anlatan Güzelsar›, tam da içinden geçmekte oldu¤umuz bir süreç oldu¤u için zor olan bir çabay›, GATS anlaflmas›na uyum sürecinin kamu hizmetleri aç›s›ndan ne gibi sorunlar yarataca¤›n› öngören ayr›nt›l› bir analiz yapma çabas›n›, Türkiye’ye de referansla gerçeklefltiriyor. Sonay Bayramo¤lu ise, OECD’nin Türkiye raporunda önerilen düzenleyici reform program›n›n bir analizini yaparak bu raporda devlet-piyasa iliflkisinin nas›l düzenlendi¤ini anlat›yor. Böylelikle Türkiye’de çok güncel olan kamu reformu tart›flmalar›na, uluslararas› düzlemdeki önerilerin analiziyle katk›da bulunmufl oluyor. Peter Burnham’›n yaz›s›, bu say›da Türkiye ba¤lam›nda tart›flt›¤›m›z temalar›n ‹ngiltere örne¤inde nas›l karfl›l›k buldu¤unu anlat›yor. Burnham’›n yaz›s›, Türkiye ve ‹ngiltere aras›nda farkl›l›klar bulunsa da, bir yandan devletin küreselleflme sürecinde nas›l kavranmas› gerekti¤ine dair sundu¤u kuramsal çerçeveyle, di¤er yandan da ekonomi politikalar›n›n devlet/piyasa ikili¤inin ötesine geçilerek tart›fl›lmas›n› önermesi ve ekonomi yönetimindeki dönüflümleri bir apolitiklefltirme stratejisi olarak ta-

13


14

Praksis

n›mlamas›yla, Türkiye üzerine düflünmek isteyenlere de önemli ipuçlar› sa¤lar nitelikte. Genel çerçeveye dair olan bu yaz›lar›, somutta neoliberal politikalar›n nas›l gerçekleflti¤ini ele alan yaz›lar takip ediyor. Bunlardan ilki H. Tar›k fiengül’ün Türkiye’de yerel devletin dönüflümünü ele ald›¤› yaz›s›. Yerel yönetim yaz›n›na yap›lm›fl çok de¤erli bir katk› olarak görülmesi gereken yaz›s›nda fiengül, bir yandan yerel devlete yönelik bütünlüklü bir kuramsal ve tarihsel çerçeve sunarken bir yandan da güncel olarak kamu yönetimi ve yerel yönetimler reformu önerilerinin Marksist bir çözümlemesini sunuyor. Bu bölümdeki ikinci yaz›, Faruk Ataay’›n enerji sektöründeki dönüflümleri, devletin yeniden yap›land›r›lmas› ve kamu-özel sektör iliflkisinin de¤iflen biçimi ba¤lam›nda inceledi¤i yaz›s›. Yaz›, bir yandan enerji sektöründeki özellefltirmelerin hukuksal çerçevesindeki de¤iflimi ele al›rken bir yandan da bunun gerisindeki nedenleri tarihsel bir süreç içinde irdeliyor. Bu alanda yap›lan ender nitelikte bütünlüklü ve kapsaml› bir çal›flma olan yaz›da, özellefltirmeyle birlikte enerji sektöründe serbest piyasa modeline geçilece¤ine yönelik argümanlar da çürütülüyor. Elektrik, do¤algaz ve petrol sektörlerini ayr› ayr› ele alan yaz› farkl› alanlardaki özellefltirme deneyimlerinin incelenmesi için de bir çerçeve sa¤lam›fl oluyor. “Devletin Mali Krizleri” bafll›kl› yaz›s›nda siyaset ve ekonomi analizini birarada yapman›n önemine dikkat çeken Yi¤it Karahano¤ullar›, Türkiye’de 1963 sonras› dönemi hegemonya projesi ve devletin mali krizi kavramlar›yla üç ayr› birikim rejimine ay›rarak bir dönemleme yap›yor. Finansal birikim rejimi olarak tan›mlad›¤› 1990’lar üzerine odaklanan yazar, bu dönemde devletin rolünü.ve yaflanan mali krizlerin arkas›ndaki nedenleri inceliyor. Tar›m, sa¤l›k ve sosyal güvenlik alanlar› üzerine olan yaz›lar›n hepsi 1980’lerden beri neoliberal politikalar›n uyguland›¤›n› ve bu alanlarda devlet kaynaklar›n›n üretici ve çal›flanlara de¤il,


Bu Say›da

sermayeye aktar›ld›¤›n›n alt›n› çiziyor. Hülya Kendir, yerel ve uluslararas› sermayenin tar›m alan›na giriflini ve destekleme politikalar›n›n yerini yap›sal uyum politikalar›na b›rak›fl sürecini ele al›yor. Sa¤l›kta özellefltirme sürecini inceleyen Ata Soyer, 1980’den günümüze sektörde egemen olan neoliberal politikalara toplu bir bak›fl yaparken, sürecin ortaya ç›kard›¤› temel sorunlara dikkat çekiyor. Murat Özveri, sosyal güvenlikte bireysel emeklilik gibi uygulamalar›n özellefltirme sürecinin parças› oldu¤unu gösteriyor. Her üç yaz›da da Dünya Bankas› önemli bir aktör olarak öne ç›k›yor: Tar›msal projelerde, sa¤l›k projelerinde ve sosyal yard›m projelerinde. Yücel Demirer ile Özgür Orhangazi’nin ortak yaz›s›, ele ald›¤›m›z neoliberal politikalar›n hegemonyas›n› kurmas› ve sorgulanmamas› için kültürel ve ideolojik pratiklerin önemini Kemal Dervifl’in bir mit olarak yarat›lma süreci üzerinden göstermeye çal›fl›yorlar. Sonuç olarak baflar›s›zl›¤a u¤rasa da, Kemal Dervifl’in mitlefltirilmesinin yerli ve uluslararas› sermayenin ortak ç›kar› için ifllevsel oldu¤unu belirtiyorlar. Say›daki son üç yaz› kuramsal aç›dan bir devlet tart›flmas› yürütüyorlar. Bunlardan ilki Attila Güney’in ülkemizde de tan›nan ama kapsaml› bir elefltirisi pek yap›lmam›fl olan -bu nedenle de önemli bir katk› olarak görülebilecek- Bob Jessop’un devlet kuram›n› de¤erlendirdi¤i yaz›s›. Güney’in temel argüman› Jessop’un siyaset ve ekonomi ikili¤ini ve yap›salc›l›¤›n baz› problemlerini aflamad›¤› yönünde. Çevirilerden oluflan di¤er iki yaz›dan ilki, Simon Clarke’›n editörlü¤ünü yapt›¤› State Debate bafll›kl› kitab›n ayn› yazar taraf›ndan kaleme al›nm›fl girifl yaz›s›. Bu say›da sadece bir bölümüne yer ay›rabildi¤imiz yaz›n›n devam›n› gelecek say›m›zda yay›mlayaca¤›z. Bu bölümde Clarke, 1970’lerde ve 1980’lerde Marksistler aras›nda yap›lm›fl devlet tart›flmalar›n›n bir özetini sunuyor. Kendisi de bu tart›flmalar›n içinde yer alm›fl olan Clarke, kitaplar›n›n çok az› Türkçeye kazand›r›lm›fl bu Marksistlerin görüfllerini hem tan›t›yor hem de onlarla elefltirel bir diyalo¤a ve tart›flmaya giriyor. Söz konusu devlet tart›flmalar›n›n önde

15


16

Praksis

gelen isimlerinden biri ve Aç›k Marksizm ekolünün temsilcilerinden olan John Holloway’in ayn› derlemede yer alan “Devlet ve Gündelik Mücadele” bafll›kl› yaz›s› bir di¤er çevirimiz. Holloway s›n›f örgütlenmesine engel olmak isteyen sermayeye karfl› eme¤in gündelik mücadelesinin öneminin alt›n› çiziyor. Son olarak Porto Alegre’de düzenlenen Üçüncü Dünya Sosyal Forumu’na Türkiye’den kat›lan heyetin kat›l›mc›lar›ndan Cem Somel ile Gökhan At›lgan’›n izlenimlerini kendilerine özgü bir üslûpla anlatt›klar› yaz›lar› var. Bu de¤erlendirme yaz›s›, Türkiye ile koflut olarak tüm dünyada uygulanan neoliberal politikalara hep birlikte karfl› ç›kmak için Brezilya’da toplanan, dünyan›n dört bir yan›ndan gelen insanlar›n sesini dergimize tafl›yor.

Kaynakça: Ar›n, T. (1994) “Altyap› Hizmetlerinde Teknolojik De¤iflme, Özel Sermaye ve Metalaflma Biçimleri”, Toplum ve Ekonomi, 6. Bonefeld, W. (1993) The Recomposition of the British State during the 1980’s, England: Dartmouth. Holloway, J. ve S. Piccotto (1978) State and Capital: A Marxist Debate, Londra: Edward Arnold. Petras, J. (2002) Küreselleflme ve Direnifl, Çev: A. Ekber, C. Aflk›n, Ç. Ar›n, ‹stanbul: Cosmopolitik Kitapl›¤›. Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasar›s› TÜS‹AD (2002) Kamu Reformu Projesi, TÜS‹AD Görüflleri Dizisi, 9, www.tusiad.org.tr.


Praksis 9

| Sayfa: 17 - 54

Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi Demet Dinler

Girifl Türkiye’de yaflanan siyasi, ekonomik ve toplumsal problemleri Osmanl›’dan miras ald›¤›m›z güçlü devlet gelene¤ine atfetmek s›kça baflvurulan bir yol. Buna göre Osmanl›’dan bugüne bask›c› devlet her konuda tepeden reformlar gerçeklefltirmeye çal›flm›fl, toplumu Bat›l›laflt›rmaya u¤raflm›fl, toplumsal alanda mutlak hâkimiyetini kurmufltur. Buna karfl›l›k toplum bu bask›c› devlet gelene¤i karfl›s›nda Avrupa’da oldu¤u flekliyle “toplum” olamam›fl; kendi taleplerini ifade edememifl; kendisi de devlet gelene¤ini sürdüren, yeniden üreten bir topluluktan ibaret kalm›flt›r. Gerçekten de gündelik yaflam pratiklerimiz, konuflmalar›m›z, televizyon haberleri ve gazete sayfalar› bunu do¤rulayacak pek çok örnekle doludur: TÜS‹AD ekonominin iyi ifllememesinden dolay› devleti ya da siyaseti sorumlu tutar1, deprem gibi bir felâketin ard›ndan sivil toplum kurulufllar› âciz düflen devlete alternatif olarak gösterilir. Böylece demokratik hak ve özgürlüklerin önünde bir engel teflkil eden devlete karfl› ç›kmak en önemli muhalefet ekseni haline getirilir. Böylesine bir bak›fl aç›s›n›n hem politik hem de teorik alanda genifl kesimlerce paylafl›lmas› kuflkusuz birdenbire olmufl bir fley de¤ildir. Bu düflünme biçimini Türkiye tarihi çal›flmalar›na damgas›n› vuran ve devlet/toplum ikili¤ini merkeze alan bir yaklafl›m›n hegemonikleflmesi mümkün k›lm›flt›r. Alternatif düflünme biçimlerinin önünü t›kayan bu yaklafl›m asl›nda meflrulaflt›rd›¤› iktidar iliflkilerinin daha fazla güçlenmesini sa¤lad›¤› ölçüde gündelik yaflama s›zm›flt›r. Bu yaz› söz konusu yaklafl›m› ele al›p, beslendi¤i kaynaklar›, kuramsal ön-

1 “Son dönemde tüm ekonomiyi olumsuz etkileyen mali piyasalardaki dalgalanman›n temel nedeni siyasi belirsizliktir” cümlesi TÜS‹AD’›n siyasetin ekonomi üzerindeki olumsuz etkisini s›k s›k vurgulad›¤› ifadelerden sadece birisidir. Bkz. TÜS‹AD (2002).


18

Demet Dinler

2 Bu yazarlar ele ald›¤›m›z yaklafl›m› farkl› alanlarda kullanan sosyal bilimciler. Metin Heper bürokrasi ve devletin yap›s› üzerine yo¤unlafl›rken, Ziya Önifl 1980’lerde Türkiye ekonomisinde devletin rolünü inceliyor. Ayfle Bu¤ra devletifladam› iliflkilerini, Ça¤lar Keyder ise devlet-s›n›f iliflkilerini analizini yaparken tart›flt›¤›m yaklafl›m› kullan›yor. Ancak bu yazarlar›n çal›flmalar› bu konularla da s›n›rl› de¤il. Ben burada sadece yaz›ya konu olan tezlerin en çarp›c› bir biçimde kendini gösterdi¤i kitap ve makaleleri ele ald›m (Bunlar›n isimleri kaynakçada yer al›yor.) Bütün bu yazarlar›n fikirlerinin ayr›nt›l› bir incelenmesi ise kuflkusuz bu yaz›n›n kapsam› d›fl›nda kal›yor.

cüllerini, temel argümanlar›n› ve politik sonuçlar›n› tart›flmay› hedefliyor. Elbette sadece akademide de¤il, toplumsal yaflam›n her alan›nda kendini gösteren bu anlay›fl›n k›r›lmas› yaln›zca teorik düzeyde yap›labilecek bir fley de¤il. Zira Bryan Turner’›n (1984) oryantalizm ba¤lam›nda belirtti¤i gibi, bilgi üzerine yap›lan mücadele iktidar mücadelesinden ba¤›ms›z düflünülemez. Ama hegemonikleflen bir yaklafl›m›n elefltirisi, böylesi bir mücadelenin terimlerinin daha do¤ru konulmas›na yard›mc› olabilir. Ele alaca¤›m›z yaklafl›m›n yöntemsel bir bütünlü¤ü oldu¤unu söylemek güç. Tersine hem beslendi¤i kaynaklar aç›s›ndan hem de ele alaca¤›m yazarlar aç›s›ndan bir çeflitlilikten sözetmek daha do¤ru. Ancak yaz›n›n temel kayg›s› Türkiye analizlerinde tarihsel dönemler farkl›laflsa da benzer problemlerin kendini tekrarlad›¤›n› göstermek oldu¤u için, belli ayr›l›k noktalar›n› soyutlayarak genel bir e¤ilimi ortaya ç›karmaya çal›flmak anlaml› gözüküyor. Di¤er bir deyiflle Metin Heper, fierif Mardin, Ayfle Bu¤ra, Ziya Önifl, Ahmet ‹nsel, Ça¤lar Keyder gibi genifl bir yelpazedeki yazarlar› bu genel e¤ilim çerçevesinde beraber düflünmenin yöntemsel aç›dan olanakl›l›¤› yaz›n›n ç›k›fl noktas›n› oluflturuyor.2 Bu olana¤› kullanman›n pratik bir gere¤i de var: E¤er yukar›da örneklendirdi¤im devlet/toplum ikili¤inin kullan›l›fl biçiminin alternatif düflünme biçimlerinin önünü t›kad›¤›n› düflünülüyorsa, genellefltirilmifl bir e¤ilime karfl› ç›kmak sözkonusu ikili¤in egemenli¤ini k›rmay› kolaylaflt›racakt›r. Yaz›da öncelikle Türkiye tarihini Bat› tipi bir modelden ay›rdetmek ve onun kendine hasl›¤›n›, özgüllü¤ünü göstermek için analitik bir araç olarak kullan›lan “güçlü devlet gelene¤i”nden ne anlafl›ld›¤› özetlenmeye çal›fl›lacak. “Devlet gelene¤i” kavram› tek bir yöntemsel pozisyonun ay›rdedici niteli¤i olmasa da yap›lacak yöntemsel tart›flma aç›s›ndan anahtar bir ifllev görmektedir. Bu anlamda hangi yöntemsel temellerin devlet gelene¤i kavram›na toplumsal de¤iflme aç›s›ndan aç›klay›c› bir rol atfetti¤i temel odak noktam›z olacak. Daha sonra Osmanl› devletine ve Türkiye’ye geçifl sürecine dair gelifltirilen argümanlar Webercilik, Modernleflme Okulu ve Devlet-merkezcilik gibi yaklafl›mlar›n etkileriyle beraber tart›fl›lacak. Yaz›n›n amac› ayr›nt›l› tarihsel analizlerin üzerinde durmak olmad›¤› için, devlet/burjuvazi, devlet/iktisadi alan, devlet/toplum, merkez/çevre gibi bir dizi ikilik temel sorun alanlar› olarak ele al›nacak. En sonunda, günümüzde de söz konusu yaklafl›m›n süreklili¤ini vurgulamak için kritik bir öneme sahip olan 1980’lerde devlet/toplum iliflkisi üzerinde du-


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

rulacak. Tüm bu elefltirilerde alternatif bir bak›fl aç›s›n›n gereklili¤i savunulsa da bütünlüklü bir alternatif sunmak yaz›n›n kapsam› d›fl›nda kal›yor. Bu nedenle elefltiriler daha do¤ru sorular sorabilmek için baz› ipuçlar› yakalamakla kendini s›n›rland›racak. Toplumsal gerçekli¤in bütünlüklü kavranamamas›n›n nas›l so hareket için yanl›fl politik sonuçlara yol açt›¤› ise yaz›n›n sonuç bölümünü oluflturacak.

1. Osmanl› Miras›n› Aç›klayan Bir Kavram Olarak Patrimonyal Devletin Kullan›lmas› Güçlü devlet gelene¤ini anlamada patrimonyal devlet kavram› kilit bir rol oynamaktad›r. Patrimonyal devlet hem Osmanl› devletini tan›mlama arac› olarak, hem de Cumhuriyet dönemindeki devletin Osmanl› devletiyle olan süreklili¤ini gösterme arac› olarak kullan›l›r. Patrimonyal devlet kavram›, Max Weber’in gelifltirdi¤i ideal tiplerden biridir. ‹deal tip Weber aç›s›ndan gerçekli¤i anlamam›z› kolaylaflt›racak bir soyutlamad›r. Gerçekli¤in karakteristik bir yan›n›n vurgulanmas› yoluyla elde edilen analitik araçlar olan ideal-tipler (Weber, 1949:90) birebir gerçekli¤i yans›tmazlar. Ancak ampirik alan›n bilgisine ulaflmak için, seçti¤imiz olgunun infla etti¤imiz ideal-tiplere ne kadar uyup uymad›¤›na bakmak bir zorunluluktur.3 Sosyal bilimlerin temel amac› “kültürel olarak anlaml› ve biricik” olan olgular› bularak onlar›n nas›l olup da meydana geldi¤ini araflt›rmak olmal›d›r.4 Patrimonyalizm de bu ba¤lamda düflünülmesi gereken bir kavramd›r. Weber’e dayanarak Osmanl›’n›n patrimonyal bir devlet oldu¤unu ileri süren Halil ‹nalc›k’a göre Patrimonyalizm, hükümdar›n askeri ve yönetsel örgütlenmeyi kendi kiflisel arac› haline getirmesidir (‹nalc›k, 199?: 49).5 Yönetsel düzeyde patrimonyal devlet hükümdar›n mutlak hâkimiyetine dayan›r; devlet kademeleri ise hükümdar›n kiflisel tercihi do¤rultusunda da¤›t›l›r. Hiçbir kademe ya da ünvan, padiflah›n berat denilen mührü olmaks›z›n verilemez (‹nalc›k, :53). Bu da devlet memurlar›n› hükümdara ba¤›ml› k›lar; çünkü onun hükmü kendi pozisyonlar›n›n devam›n› sa¤layan tek fleydir. Patrimonyal devlet analizine kat›lan bir di¤er yazar olan Ahmet ‹nsel’in de deyifliyle Osmanl› devlet adamlar›n›n Osmanl› hanedan›n› yüzy›llar boyunca safd›fl› b›rakamamalar›, böyle bir giriflimde bulunduklar› takdirde kendileri de safd›fl› kalacaklar›ndan, yani kendi meflruiyet zeminleri de ortadan kalkaca¤› içindir (‹nsel, 1996: 82). Fatih Sultan Mehmet’in iktidar› belli kademelere gelme yol-

19

3 Bir yandan pozitivizme karfl› ç›karak gerçekli¤in insan›n onu alg›lay›fl biçiminden ba¤›ms›z düflünülemeyece¤ine inanan, öte yandan ise gerçekli¤i kiflilerin öznel fikirlerinden ibaret olarak görmeyen Weber, ideal tipler aracl›¤›yla, “içinden geçti¤imiz ampirik gerçekli¤in kültürel biricikli¤inin” analizini yapmay› hedeflemektedir (Weber, 1949: 72). 4 Weber’in temel problemi Bat›’da kapitalizmin ortaya ç›k›fl›n›n biricikli¤inin koflullar›n› ve özelliklerini araflt›rmakt›r. Ancak tam da bu yaklafl›m›, kendisini takip edenlerin Do¤u’yu da Bat›’da olmayanlar üzerinden okumalar›n›n önünü açm›flt›r. 5 Gerçekte Weber patrimonyalizm kavram›n› genel anlam›yla bir krall›k hanedan›n›n do¤rudan uzant›s› olarak örgütlenmifl tüm devletler için kullan›yordu. Do¤u’da bu patrimonyalizm-sultanizm Bat›’da ise patrimonyalizm-feodalizm biçimini al›yordu (bkz. Mardin, 1998: 60). Ancak siyaset bilimciler Osmanl›’y› ay›rdedici bir özellik olarak patrimonyal terimini kullanm›fllard›r.


20

Demet Dinler

6 Bu noktada ‹nalc›k ‹stanbul’un bir iktisadi faaliyet merkezi olarak yükselmesini, sürecin düz bir flekilde gitmedi¤ini göstermek için kullan›r; ancak bu tip ayk›r›l›klar sürecin yönünü de¤ifltirmemifltir. Daha sonra da belirtece¤im gibi bu yaklafl›m kendini de¤illeyen her olguya bir istisna ya da sapma olarak bakmaktad›r.

lar›n›n daha formel kurallarla belirlendi¤i bir yönetsel düzen kursa da, memurlar›n görevlerinde kalmas› otoriteye mutlak bir ba¤l›l›¤› gerektirdi¤i için, Bat›’daki kiflisel iliflki ve ç›karlar› kesinlikle d›fllayan bir bürokrasiye dönüflüm gerçekleflememifltir (‹nalc›k, 199?:56). Hükümdara ba¤l›l›¤›n en önemli meziyet say›ld›¤› bir kurumda mesleki e¤itim alm›fl olma ve uzmanlaflma Bat›dakinin aksine memur olman›n ön koflulu de¤ildir. ‹leride Osmanl›’dan Türkiye’ye geçifl döneminde baflat rolü oynayanlar, kendilerini devletin ç›karlar›yla özdefllefltirerek özerk ve güçlü bir grup haline gelen bürokratlar olacakt›r. De¤iflimi yönlendirecek olanlar›n, yine Bat›daki gibi toplumsal gruplar de¤il, bu bürokratlar grubu oldu¤u söylenecektir. Mülkiyet iliflkileri aç›s›ndan patrimonyalizm, mülkiyetin mutlak olarak hükümdar›n elinde toplanmas›na ve devletin toplumsal ve ekonomik iliflkilerin belirleyicisi olmas›na denk düfler. Bu anlamda Osmanl› son derece büyük bir mülk sahibi, geliriyse toplad›¤› vergiler olarak düflünülür (‹nsel, 1996: 62). Önce t›mar sahipleri, sonra mültezimler toplanan verginin bölüfltürülmesinde devletin küçük birer orta¤›ndan ibarettirler. Argüman› daha ileriye götürüp bu gruplar›n devlet mülkünün parças› oldu¤unu ileri sürenler olsa da (‹nsel, 1996: 64), genel kan› devletin di¤er toplumsal gruplar üzerinde belirleyici oldu¤u yönündedir. Bu tespite ayk›r› düflebilecek durumlarda bile -19.yüzy›lda güçlenen ayanlarla devlet aras›ndaki çat›flmalar gibi- devlet kontrolü eline almay› bilmifltir (Mardin, 1995: 292). Ticaretle u¤raflan kentlerde de devlet üretimin miktar›n› belirlemifl, Bat›’daki gibi üretimin merkantilist yollarla sermaye birikimi gerçeklefltirmesine izin vermemifltir. Devlet yöneticileri tüccarlara kay›ts›z kalm›fl ve Bat›’daki gibi tüccarlara özel olanaklar sunmam›fllard›r (Mardin, 1995: 287; 1969: 261)6. Osmanl› toplumsal yap›s› küçük köylülük, devlet memuru konumundaki t›mar sahipleri ve devlet yöneticileri aras›nda kurulmufl, patrimonyal ç›karlar›n yeniden üretimine yönelik üçlü bir yap› olarak tarif edilir. Toplum ekonomik de¤il, bütünüyle bir “siyasal entite” olarak alg›lan›r. Siyasal elitleri merkeze alan toplum statü gruplar›ndan ve topluluklardan oluflur. Üretken s›n›flar›n (köylüler) yaratt›¤› de¤er ise -aynen kentlerdeki üretim gibi- sürekli tüketen bir patrimonyal devletin ihtiyaçlar›na yöneliktir. Bu gruplar devlete ba¤›ml›d›rlar ve devleti desteklemek durumundad›rlar (‹nalc›k 199?: 55; Sunar, 1974; Mardin, 1969: 269). Toprak sahipleri ise Bat›daki gibi özerklik kazanamam›fl ve gerçek bir aristokrat s›n›f haline gelememifllerdir.


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

Patrimonyalizm analizine s›k›ca ba¤l› olan bir kavram çifti de “merkez-çevre”dir. Burada temel argüman devlet ve toplum aras›nda Bat›daki gibi uzlaflmaya dayal› yasal olarak zorunlu bir sözleflmenin hiçbir zaman gerçekleflmedi¤i yönündedir (Mardin, 1995: 291; Heper, 1985; Sunar, 1974: 10). Bat›da dan›flma, ittifak ve koordinasyon gibi kavramlar üzerinden aç›klanabilecek devlet/toplum iliflkisi, Osmanl›’da merkezin çevre üzerindeki mutlak kontrolü ve denetimi fleklinde düzenlenmifltir (Sunar ve Sayar›, 1986:109). Osmanl›’da ne özerk kentler (‹nsel, 1996: 73) ne de ara yap›lar (estate, yerel meclisler) mevcuttur. Osmanl›’da yerel ve etnik topluluklar›n kendi içlerinde göreli bir özerklikleri oluflu (Sunar, 1974: 5), z›mni bir sözleflmenin (tacit contract) bu topluluklar arac›l›¤›yla gerçekleflmesi (Mardin, 1988), ya da ‹slami kentlerin kendi içlerinde oluflturduklar› belli kurallarla iflliyor oluflu bu durumu de¤ifltirmez; çünkü bunlar›n hiçbiri Bat› tipi bir sözleflmenin parças› de¤ildirler. Bat›’da kral, feodal lordlar ve di¤er yerel güçlerin ço¤ullu¤u içinde flekillenen (Sunar ve Sayar› 1986: 110) bir yönetim yap›s›n›n ve bunun do¤urdu¤u sivil toplum yerine Osmanl›’da toplumun devlete tâbi olma durumu söz konusudur. Tüm toplumsal ve moral kodlar› bu tâbiyet iliflkisi flekillendirir ve Bat›’n›nkinden tamam›yla farkl› bir de¤erler sistemi ortaya ç›kar: Bireysel özgürlükleri tan›mayan, ekonomik ç›karlar›n ve ticaretin kötü say›ld›¤› bir de¤erler sistemi.7 Devlet/toplum iliflkisinin bu flekilde ele al›n›fl› hem olgusal hem de yöntemsel düzeyde bir dizi probleme yol açar. Bundan sonraki k›s›mda bu problemleri ele almaya çal›flaca¤›m. Bu problemlerden birincisi Osmanl› ve Bat›’n›n karfl›laflt›r›lma biçiminde yatmaktad›r. Patrimonyalizm ve Bat› feodalizmi aras›ndaki farkl›l›klar tamamen ampirik alandan ç›kar›lan bilgilere dayand›r›l›r. Örne¤in Bat›’da serf, vassal, feodal lorda ba¤l›l›k gibi kavramlar›n birebir karfl›l›¤› Osmanl›da bulunmad›¤› için Osmanl›’n›n feodal olmad›¤› sonucuna var›lm›flt›r. Oysa feodalizmi kendi topraklar›n› iflleten, geçim kaynaklar›yla do¤rudan iliflkisi olan ve topraktaki üretimlerinden ortaya ç›kan de¤ere belli toplumsal gruplar›n el koydu¤u bir köylüler toplumu olarak tan›mlarsak, endüstri öncesi tüm toplumlar bu tan›ma uymaktad›rlar (Faroqhi, 1999: 18).8 Burada feodalizmi tan›mlayan, art›¤a el konufl biçiminin kendisidir. T›marla fief aras›nda bir fark yoktur; çünkü üretim tarz› ve toplumsal yap› art›¤a el koyan kiflilerin kim oldu¤u üzerinden de¤il (devlet, t›marl› sipahi, kral, vassal), sömürü

21

7 Örne¤in Bat›da bireye verilen önem insan kapasitesine duyulan inançtan kaynaklan›rken, Do¤u’da birey Tanr› taraf›nda yarat›ld›¤› için de¤erlidir (Mardin, 1995: 286). 8 Benzer bir yaklafl›m› Türkiye’de yetkin bir flekilde savunan düflünür Behice Boran’d›r. Boran, Osmanl› toplumunun Asya tipi mi yoksa feodal üretim tarz›na sahip oldu¤u tart›flmas›nda Osmanl›’n›n feodal oldu¤unu savunmufltur. Analizinde “merkezi feodal” gibi tart›flmal› kavramlar olsa da pek çok aç›dan ö¤reticidir: Serfin topraktan yararlanma hakk›n›n oldu¤unu, mülkiyetin haklar hiyerarflisine göre bölündü¤ünü söyleyen Boran bu tan›m›n hem Osmanl›y› hem de Bat› Avrupa’y› tan›mlad›¤›n› söylemekte (Boran, 1962’den aktaran Oyan, 1998: 139) genel bir feodalizm tan›m›n›n ise her ampirik gerçekli¤e ayr› bir aç›klama getirmesine karfl› ç›kmaktad›r: “Gerçeklere dayanmayan, gerçeklerle beslenmeyen kavramlar bofl kal›plar haline gelirler; ama genel kavramlarla sistemlefltirilmemifl gerçekler de bir olgular y›¤›n› olmaktan öteye geçemezler” (Boran, 1970).


22

Demet Dinler

9 Ancak Osmanl›’n›n feodal olmad›¤›n› ispatlamaya çal›flan ATÜT’çüler bu iliflkinin niteli¤inden çok serf ve vassal gibi Bat› Avrupa feodalizminin unsurlar›n›n Osmanl›’da bulunmamas›n› dikkate alm›fl; Bat›’dan farkl› olarak da devletin belirleyici rolünün alt›n› çizmifllerdir (ATÜT’çülerin elefltirisi için bkz. Oyan, 1998).

iliflkisinin niteli¤i üzerinden (art›-de¤eri üretenler ve el koyanlar) tan›mlan›r.9 Bu, elbette Osmanl›’yla Bat› Avrupa ülkelerinin ayn› toplumlar oldu¤u anlam›na gelmez. Kald› ki Bat› Avrupa ülkelerinin de kendi içlerinde pek çok farkl›l›¤› vard›r. Benim vurgulamak istedi¤im, ortak bir kavramsal çerçeve kurma gereklili¤inin herhangi bir toplumun tarihsel koflullar›ndan kaynaklanan çeliflkileri ve özgül siyasal süreçleri anlama çabas›n› d›fllamad›¤›d›r. Nitekim Osmanl›’y› incelerken devletin kendisi art›¤a el koyma mücadelesinin bir alan› olarak düflünülürse, farkl› gruplar›n farkl› tarihsel koflullarda güç kazanmas› ya da gücünün k›r›lmas› aç›kl›k kazan›r. Bu mücadelenin farkl› biçimler almas› Osmanl›’daki devletin yap›s›n› ve tarihsel olarak ald›¤› rolleri de koflulland›r›r. Tam da bu noktayla ba¤lant›l› olarak ele ald›¤›m›z yaklafl›m›n bir baflka problemi kendini ele verir. Osmanl›’y› dura¤an bir toplumsal yap›dan ve her fleyi yönlendiren kadir-i mutlak bir devletten ibaret gördü¤ümüz zaman 600 y›ll›k tarihi de tek bir çizgi halinde düflünmeye bafllar›z. Oysa yukar›da da belirtti¤imiz gibi farkl› tarihsel dönemlerde farkl› toplumsal çeliflkiler ve buna ba¤l› olarak farkl› devlet politikalar› oluflur. Temelde bak›lmas› gereken üretenler ve sömürenler aras›ndaki iliflkiler, sömürenlerin kendi içindeki kaynaklar›n kontrolü üzerinde verdikleri mücadele ve tüm bunlar›n denk düfltü¤ü karmafl›k siyasi ve toplumsal yap›lanmalard›r. Bunun yerine hiçbir ara s›n›f olmaks›z›n temel çeliflkiyi, baflka hiç bir ara s›n›f gözetmeksizin yönetici s›n›f olarak devlet ile reaya aras›nda koymak asl›nda Osmanl› çal›flmalar›nda s›kça yap›lan bir hatad›r (Haldon, 1993: 159). Fakat merkez/çevre ikilemi her tür toplumsal çat›flmay› (köylü ayaklanmalar›, ayanlar›n direnifli vs.) bir sapma olarak göstermeyi tercih eder. Osmanl›’n›n düz bir tarihsel çizgide ele al›nmas› kadar, homojen bir bütün olarak da görülmesi çok sorunludur. Farkl› bölgelerin farkl› toplumsal ve siyasi özellikler arzetmesinin yan› s›ra yerel olan›n merkeze mutlak ba¤›ml›l›¤› varsay›m› da gerçekçi de¤ildir. Tar›k fiengül, Suraiya Faroqhi ve Zubaida’n›n çal›flmalar›ndan hareketle yerelin merkez karfl›s›nda belli bir özerkli¤e sahip oldu¤unu ifade eder. Ancak bu, yerel ve merkez aras›ndaki iliflkiyi özerklik ya da ba¤›ml›l›k terimleri üzerinden tan›mlamak anlam›na gelmemeli. fiengül bu noktada yerel yöneticilerin basitçe merkezin memurlar› olmad›¤›n›, merkezi yöneticilerle zaman zaman mücadeleye ya da pazarl›¤a giriflen güç odaklar› olduklar›n› belirtir (fiengül, 2001: 62). ‹nceledi¤imiz yaklafl›m›n yöntemsel aç›dan kuflkusuz en so-


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

runlu yanlar› Osmanl›’y› Bat›’ya referansla bir “yoklar tarihi” yazarcas›na incelemesi ve Weberci bir ideal-tip olan patrimonyalizm kavram›na aç›klay›c› bir güç atfetmesidir. “Yoklar tarihi”nin en belirgin ö¤esi sivil toplumdan do¤an bir toplumsal sözleflmenin olmay›fl›d›r. Bu noktada asl›nda toplumsal sözleflmenin Bat› siyasal düflüncesinde devlet/toplum iliflkisini aç›klamak ve hatta yeniden kurmak için gelifltirilmifl zihinsel bir kurgu oldu¤u unutulur; kavram sanki maddi bir gerçekli¤e tekabül edermiflçesine kullan›l›r. Bat›’da kapitalizmi önceleyen ve devleti s›n›rland›ran toplumsal güçler sayesinde gerçekleflen bir uzlaflma sonucunda sivil toplumun olufltu¤u düflüncesi ise tamam›yla bir yan›lsamad›r. Sivil toplum/devlet ayr›m› kapitalist iliflkilere özgüdür ve kapitalizmin yaratt›¤› bir ayr›md›r (Wood, 1995: 254). Bu ayr›m, kapitalist iliflkilerin yeniden üretimi için zorunlu bir ayr›md›r; çünkü sömürü iliflkileri ancak bireylerin devletten ba¤›ms›z özgür oldu¤u bir sivil toplumun ve genel ç›kar› yans›tt›¤› varsay›lan bir devletin kabul edilmesi sayesinde gerçekleflebilir (Sayer, 1988). Patrimonyalizm kavram›n›n aç›klay›c› gücü de çok sorunludur. Hat›rlanaca¤› üzere patrimonyalizmi bu yaklafl›m aç›s›ndan ay›rt edici k›lan iktidar›n ve mülkiyetin hükümdar›n elinde olmas› ve her türlü kapitalist birikimi engellemesiydi. Buna karfl›n Bat›daki devlet, izledi¤i merkantilist politikalarla mülkiyeti koruyucu ve burjuvaziyi gelifltirici özellikleriyle tan›mlan›yordu. Ancak Ellen Meiksins Wood’un belirtti¤i gibi analizler asl›nda hiç de Bat›n›n gerçekli¤ini yans›tmayan bir burjuva modeli temel al›narak yap›lmaktad›r. En fazla referans verilen ‹ngiltere ya da Fransa bile kendilerine biçilen modele pek de uymamaktad›r (Wood, 1991: 2-3). Oysa kapitalizm bir kere ‹ngiltere’nin özgül koflullar›nda ortaya ç›kt›ktan sonra asla ayn› flekliyle varolmam›fl; girdi¤i her toplumsal formasyonda oran›n farkl›l›klar›n› homojenlefltirip kendisi de yeni biçimler alm›flt›r. Örne¤in Fransa’da devlet kapitalizmle eklemlenme sürecinin en bafl›nda bir tür “sermaye birikim arac›”na dönüflmüfltür. Devlet memuriyetinin para karfl›l›¤› sat›lmas› süreci hem soylu hem de soylu olmayanlara devlet kap›lar›n› açm›fl; yeni yükselmeye bafllayan (ama hiç de idealize edildi¤i gibi devrimci özellikleri olmayan ya da giriflimci ruh tafl›mayan) burjuvazi de zenginleflme yolunu devletin artan finans ihtiyac›n› karfl›lamak için girdi¤i borçlanman›n getirdi¤i faiz gelirlerinde bulmufltur (Mooers, 1997: 58-61). Colin Mooers, Frans›z burjuvazisinin uzun süre devletin temelini sarsmaya hiç de niyeti olmad›¤›n› söyler. Devrim bu mülk sahibi bürokratik ve as-

23


24

Demet Dinler

keri örgütün gücünü tamam›yle k›ramam›flt›r (Wood, 1991: 38). Öyleyse arsa spekülasyonu, faiz gelirleri, ticari yat›r›mlar devlet alan›n› birebir sermaye birikiminin parças› yapan etkinliklerdir. Bu etkinliklerse özellikle kapitalizmle eklemlenmeye bafllayan Osmanl› için hiç de yabanc› olmasa gerektir. Osmanl› devletinin durumu, sürekli kendi ç›kar›n› maksimize etmeye çal›flan irrasyonel bir ayg›t olmas›yla de¤il, gittikçe d›fla aç›lan ve önceden de ticari faaliyetleri devam eden bir ülkenin sermaye birikim koflullar›yla aç›klanabilir. Osmanl›’da Bat›dakinin aksine giriflimcileri destekleyen merkantilist politikalar›n bulunmamas›, hatta Bat›daki gibi bir burjuvazi olmamas› sav› da yine Bat›’da ideallefltirilmifl böylesi bir s›n›f›n varl›¤›n› varsayar. Oysa ki, Orta s›n›f›n yoklu¤u sorunsal›, onyedinci ve onsekizinci yüzy›llarda ‹ngiltere’deki kapitalizmin geliflme koflullar›n›n ondokuzuncu ve yirminci yüzy›llarda dünyan›n geri kalan bölümünde de aynen ve mükemmel biçimde yeniden üretilebilece¤ini varsaymak biçimindeki tipik içselci hataya düflmektedir. fiüphesiz ki Almanya ve ‹talya ba¤›ms›z ve ilerici bir orta s›n›f›n nimetlerini yaflamad›. Kapitalist geliflmenin bir koflulu olarak giriflimcili¤e iliflkin bütün tart›flma, ya yanl›fl ya da totolojikti (Baran’dan aktaran Turner, 1984: 79).

Devlet/burjuvazi iliflkisini ele al›fl fleklinin hatalar›n› bir sonraki bölümde daha yak›ndan inceleyece¤iz. Burada önemli olan asl›nda patrimonyalizmin kendisinin, daha önce de vurgulad›¤›m›z gibi, devlet kapitalizme geçifl evresinde mülkiyet iliflkilerinin bir parças› oldu¤u sürece ay›rdedici bir kavram olarak kullan›lamayaca¤›d›r. Yöntemsel sorunlar biraz da tarihsel referans eksikli¤iyle ilgilidir. Osmanl› Bat›yla karfl›laflt›r›l›rken tarihsel dönemler ya yeterince berrak bir flekilde ortaya konamamakta; ya da dönemlemeye hiç baflvurulmamaktad›r. Buna göre Osmanl› devleti patrimonyal bir devlet olma özelli¤ini sürdürmüfltür uzun yüzy›llar. Bat› Avrupa’da ise feodalizm vard›r ve bu öyle bir toplumsal yap›d›r ki onun ba¤r›ndan toplumsal sözleflmeler ve bu sözleflmenin kolaylaflt›rd›¤› bir kapitalizm ç›km›flt›r. Geçifl döneminde ortaya ç›kan mutlakiyetçi devlet ise yine kapitalizmin geliflimini merkantilizmle desteklemifltir. Sanki her fley Bat›da kapitalizmin geliflimi için haz›rlanm›flt›r. Osmanl› devleti ise hem Bat›n›n feodal dönemiyle, hem mutlakiyetçi devlet dönemiyle, hem de ileride de¤inece¤imiz gibi kapitalist dönemiyle karfl›laflt›r›lmaktad›r. Her defas›nda farkl› biçimler alsa da patrimonyalizm y›k›lamam›flt›r. Bu tarihsel kayma ve hem Osmanl›n›n hem de Bat› Av-


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

rupa’n›n dönemlefltirilmesinin yaratt›¤› sorunlar devlet gelene¤inin nas›l olup da bir tarafta toplumsal geliflmeyi engelleyici oldu¤unu göstermek ad›na gözard› edilmektedir.10 Oysa yukar›da da sözetti¤imiz gibi her ülkenin kapitalizmle farkl› eklemlenifl biçimlerine bakmak daha anlaml› gözükmektedir. Eklemleniflin kendisi her ülkede benzerlikleri ve farkl›l›klar› beraberinde getirecektir. Üstelik önceki geleneksel yap›lar da yenileriyle birarada olmaya devam edecektir. Bu aç›dan Osmanl›’da patrimonyal diye nitelenen bir davran›fl tipini Frans›z mutlak›yetçi devletinde görmek, ya da Fransa’da burjuvazi/devlet iliflkilerinin bir benzerine Osmanl›’n›n 19. yüzy›l›nda rastlamak anlam kazanabilir. Belli dönemlerde bir toplumsal yap› di¤erine göre daha dura¤an ya da daha h›zl› geliflebilir. Temel soru bu kavramlar›n toplumsal yap›lar aç›s›ndan oradaki dinamikleri aç›klay›c› veya birbirinden ay›r›c› nitelikte olup olmad›¤›d›r.11 Osmanl› toplumunu tarif etmek için kullan›lan merkez/çevre metaforunun ise toplumsal gerilimlerin ve çeliflkilerin anlafl›lmas›n› engelleyici bir ifllevi vard›r. Devletin küçük köylü mülkiyetini yayg›nlaflt›rmaya çal›flmas› merkezin çevre üzerindeki gücünü pekifltirmesi olarak okunur; ama böyle bir ihtiyac›n hangi toplumsal olaylardan kaynakland›¤› sorulmaz. Bunun yerine inceledi¤imiz yaklafl›m devletin herhangi bir girifliminin arkas›nda yatan temel itici gücü, devletin kendi kendinin devam›n› sa¤lama arzusu ve rasyonalitesi olarak görür; toplumdaki herhangi bir tepkinin kayna¤›n› da merkezin bask›s›na ba¤lar. Taraflar böyle konumland›¤›nda da Osmanl›’dan bafllayarak bütün bir Türkiye tarihi bazen merkezin çevreye, bazen de çevrenin merkeze karfl› olan üstünlü¤ü olarak okunacakt›r. Osmanl› devletinin ele al›n›fl›yla ilgili sayd›¤›m bu problemler 1990’lara kadar gelen bir süreçte Türkiye tarihine getirilen aç›klamalarda sürekli kendini gösterecektir. Öyle ki Türkiye’ye dair gelifltirilen yorumlar ve analizler Osmanl›’daki geliflmeleri kendine tarihsel temel bulmak amac›yla okuyor gibidir.

2. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Gerçekleflen Dönüflümün Bat›c› Bürokratlar›n ve Modernlefltirici Elitlerin Tarihi Olarak Yaz›lmas› Gerçekten de e¤er Osmanl›’da hâkimiyet patrimonyal devlet ve onun yönetici s›n›f›na aitse ve bu hâkimiyet toplumu bast›rarak Bat›’daki gibi bir devrimin olmas›na izin veremeyecek nitelikteyse, Osmanl›’n›n y›k›m›yla sonuçlanan toplumsal dönüflümü

25

10 Huri ‹slamo¤lu-‹nan (1987) Do¤u ve Bat› toplumlar›n›n idealtiplefltirilmifl toplumsal yap›lar olarak görülmesinin yaratt›¤› sorunlara de¤inirken, tarih-d›fl› ve özcü bir içeri¤e sahip olan Do¤u Despotizmi kavram›n›n aç›klay›c› gücünü sorgular. 11 Burada afl›r› genellefltirmecilikle özgücülük aras›ndaki gerilime dikkat etmek gerekir. Bu gerilimi aflmak için gerekli olan farkl›l›klara duyarl› olan bütünlefltirici bir çerçevedir (bkz. Cammack, 1985: 14). Farkl›l›klar ise o ülkede tarihsel olarak biçimlenen toplumsal iliflkiler ve maddi pratikler üzerinden konulacakt›r.


26

Demet Dinler

12 Heper Tanzimat dönemi Bat›laflma hareketini bürokratlar öncülü¤ünde, ›l›ml› ve aflk›n (moderate and transcendental) bir devlete geçifl olarak nitelendirirken, geçifl kavram›n›n süreci do¤allaflt›ran ve lineer bir tarihin parças› oldu¤unu ima eden ideolojik yükünü de örneklemektedir. ‹slamo¤lu-‹nan (1987), modernleflme yaklafl›m›n›n ‹slam toplumlar›nda burjuvazi ve siyasal bir örgütlenme olmad›¤› için ancak tepeden bir devrimin gerekti¤ini iddia etmesinin, tepeden gerçekleflecek reformlar› meflrulaflt›rmaya yarad›¤›n› söyler. 13 Organik dönüflüme s›ras›yla s›ras›yla feodal toplumun çözülüflü, ticaretin art›fl›, burjuvazinin do¤uflu ve modern devletin oluflumu süreçleri denk düflmektedir (Sugar, 1964: 147). 14 Trimberger gelecek bölümlerde ele alaca¤›m›z devlet-merkezci yaklafl›m›n temsilcilerindendir.

nas›l anlaml› k›laca¤›z? Bu soruya öncelikle Modernleflme Okulu’nun bak›fl aç›s›ndan yan›t verilmeye çal›fl›lm›flt›r. Modernleflme Okulu Bat›-d›fl› toplumlar›n Bat›l› ülkelerin modelini uygulad›klar› takdirde modern siyasi yap›lara kavuflabileceklerini ileri sürer. Aykut Kansu modernleflme yaklafl›m›n› elefltirirken, bu yaklafl›m için kritik olan›n “toplu olarak modernlefltirici seçkinler olarak tan›mlanan karizmatik bir liderlik ve bürokrasinin geleneksel bir toplumu dönüfltürerek gelifltirmesinde oynad›¤› rol” oldu¤unu belirtir (Kansu, 1995). Türkiye “bu dönüflümü, Atatürk’ün karizmatik önderli¤inde ve emrinde seçkin bürokrasi ile parti ayg›t›n›n denetiminde, bir devrim geçirmeden –yani toplumdaki güç ve mülkiyet iliflkilerinde bir el de¤ifltirme olay› yaflanmadan- gerçeklefltirmifl”tir (Kansu, 1995: 12-13).12 Bu dönüflüm Modernleflme Okulunun temsilcilerinden Peter Sugar’a göre, Bat›daki gibi organik de¤il, sonradan itici bir güçle gerçekleflmifltir (Sugar, 1964: 147-148).13 Bu toplumlarda d›flar›dan gelen bask›lar sonucu kendi ülkelerini de güçlü (Bat›l›) ülkelerin seviyesine getirme yoluna gitmifl; bunun sonucunda da modern bir bürokrasinin öncülü¤ünde, ekonomik yap›dan önce siyasi yap›n›n de¤iflmesi sa¤lanm›flt›r. Ard›ndan devlet güdümünde, orta s›n›f›n do¤mas›na yol açacak bir planl› kalk›nma hayata geçmifltir (Sugar, 1964: 148-149). Modernleflme Okulu’nun temsilcisi olmayan, hatta bu okulu lineer tarih anlay›fllar›ndan ve farkl› ülkelerin de¤iflik geliflme dinamiklerini gözard› etmelerinden dolay› elefltiren baz› yazarlar da tepeden devrim tezini savunarak modernlefltirici seçkinler modeline yak›n bir yaklafl›m üretmifllerdir. Örne¤in Ellen Kay Trimberger14, Genç Osmanl›lar-Jön Türkler-Kemalistler aras›nda bir süreklilik iliflkisi kurarak bütün bu asker-sivil bürokratlar›n Bat› emperyalizmine seçici ve savunmac› bir Bat›l›laflmayla karfl›l›k verdiklerini söylemektedir (Trimberger, 1978: 70-71). Yazara göre 19. yüzy›lda Osmanl›’y› iyice tehdit eden d›fl bask›lara karfl› bir önlem olarak gerçekleflen bürokrasinin modernlefltirilmesi, Bat›l› de¤erlere göre yetiflmifl ve bu de¤erlere sahip ç›kan bir grup bürokrat›n siyasallaflmas›n› sa¤lam›fl; bunlar da ülkenin içinde yaflad›¤› sorunlar›n çözümünü varolan güç iliflkilerine dokunmaks›z›n devleti yeniden yap›land›rmada görmüfllerdir. Bürokratlar›n kendileri yerel eflraf ya da tüccar ailelerden gelseler de kendileri bir hareket olarak toplumsal tabandan yoksundurlar (Trimberger, 1978: 83).


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

Ça¤lar Keyder (1987) de benzer bir yaklafl›mla bürokrasiyi kendi s›n›f konumu de¤iflmeksizin imparatorlu¤u yukar›dan dönüfltürme amac› güden bir grup olarak tan›mlar.15 Keyder’e göre (1987: 63) kapitalizmle eklemlenme süreci bürokrasi aç›s›ndan normatif düzene sadakat ve yeni dünyan›n sa¤lad›¤› ç›karlar aras›nda bir ikileme neden olmufltur. Bu ikilem karfl›s›nda bürokratlar›n ald›¤› tutum, “yeni flartlara uyarken kendi statüsünü korumay› amaçlayan” bir dönüflüm hedeflemek olmufltur (Keyder, 1987: 53).16 Bu yazarlara göre Jön Türkler toprak sahipleri ve yerel eflrafla, toplumsal kökenleri gere¤i daha s›k› ba¤lara sahip olsalar da, bu kesimlerle siyasi düzeyde kurduklar› iliflki salt toplumsal bir tabana duyduklar› ihtiyaçtan kaynaklanmaktad›r (Trimberger, 1978). Bürokratlar imparatorlu¤un kapitalist sistemle bütünleflme tarz›n› de¤ifltirecek politikalar› formüle etmede kendilerine yard›mc› olacak do¤al müttefiklerden yoksundurlar. Jön Türklerin ne toplumsal yap› analizi, ne de emperyalizmin mekanizmalar›n›n incelenmesi konusunda bir fikirleri vard›r. Bu öylesine toplumsal tabandan yoksun bir harekettir ki, Seçkin bürokratlar s›n›f›n›n kavramsal dünyas› ellerinde Yunan ve Osmanl› bayraklar›yla Frans›z iflverenlere karfl› greve giden Rum Ortodoks iflçileri nereye oturtaca¤›n› bilemiyordu. Asl›nda devlet merkezli bir imparatorlu¤un yönetici s›n›f›n›n perspektifi, burjuva özgürlükleri nosyonunu sözle savunsa da bir bütün olarak özümseyememiflti (Keyder, 1987: 53).

Asl›nda bu kritik al›nt› ileriki sayfalarda anlataca¤›m›z burjuvazi/devlet iliflkisinin kuruluflundaki sorunlu yanlar› göstermektedir. Keyder’in varsay›m› ideal bir burjuva özgürlükleri oldu¤u ve 19. yüzy›ldaki seçkin bürokratlar›n bu beklentiyi karfl›layamad›¤› fleklindedir. Zaten ele ald›¤›m›z yaklafl›m›n en önemli sorunlar›ndan biri Osmanl›’da oldu¤u gibi Türkiye tarihinde de ideal olan› veri al›p tarihsel analizi buna referansla yapmas›d›r. Jön Türklerin iflveren-iflçi iliflkisini bir yere oturtamay›fl›n›n ne kadar tarihsel gerçekleri yans›tt›¤› da çok tart›flmal›d›r. ‹ttihatç›lar iktidarda olduklar› dönemde sadece zorunluluktan m› üretici güçlerin geliflimine yönelik iktisat politikalar› uygulam›fllard›r? List’in Almanya için önerdi¤i tarzda bir ekonomiyle daha liberal bir ekonomi aras›nda yap›lan tart›flmalar bu seçkin bürokratlar›n Bat›l› kitaplarda okuyup ezberledikleri sözlerden mi ibarettir? Yoksa kapitalizmin geliflme aflamas›nda olan baflka ülkelerde de görebilece¤imiz tarzda, Türkiye’nin yüzy›l bafl›ndaki s›n›f iliflki-

27

15 Ça¤lar Keyder’in Türkiye tarihi üzerine yapt›¤› analizler oldukça eklektiktir. Dünya Ekonomisi ‹çinde Türkiye (1982)’de Osmanl›’dan Türkiye’ye gelen periferileflme sürecini kesintisiz bir çizgi olarak ele alan Keyder 1930’lardaki dünya buhran› olmasayd› devletçi politikalar›n da hayata geçemeyece¤ini ileri sürer. Bu kitapta Marksist ekonomi politik kuramlar›n› ve Dünya Sistemi yaklafl›m›n› kullan›r. Yaz›n›n kapsam› gere¤i esas üzerinde durulacak olan Devlet ve S›n›flar’da ise bürokrasiyi ayr› bir s›n›f olarak görür; ‹ttihatç›lar› ve Kemalistleri toplumsal tabandan yoksun, tepeden hareketler olarak nitelendirir ve çeliflkileri bürokrasi/burjuvazi ya da devlet/toplum iliflkisi üzerinden kurgular. Bu da devlet merkezli yaklafl›ma daha yak›nd›r. 16 Burada Korkut Boratav’›n Keyder’e yöneltti¤i elefltiriyi hat›rlatmakta yarar var: Boratav’›n aktard›¤› flekliyle Keyder’e göre 18. yüzy›l›n içinde bir noktada birdenbire “bürokrasi içinde reformist, modern bir hizip ç›k›verdi ve nispeten daha laik görüfllere sahip olan..bu bürokrasi...art›k elde eden bir s›n›f olarak devlet memurlar›n›n ayr›cal›klar›n› devam ettirme ihtimalini gerçeklefltirebilecek bir kapitalist bütünleflme modelinden yana manevra” yapm›flt›r (Keyder’den


28

Demet Dinler

aktaran Boratav, 1990: 64). Boratav burada Keyder’in Osmanl› devlet s›n›f›ndan ça¤dafl bürokrasiye geçiflte toplumsal bir s›n›f yap›lanmas›n›n olmay›fl›n› sadece bu varsay›mla do¤rulad›¤›n›, onun d›fl›nda baflka hiç bir aç›klama yapmad›¤›n› belirtir. Gerçekten de kendi ç›kar›na uygun olan› kollayan bir bürokratlar grubuna tarihsel bir dönüflüm aç›s›ndan aç›klay›c› bir güç atfetmek ne kadar olas›d›r? Üstelik Kansu’nun da belirti¤i gibi bu noktada maddi bir hatayla öyle olmad›klar› halde ‹ttihatç›lara bürokratlardan ibaret bir grup muamelesi yap›lmakta (Kansu, 1995: 32); ülkenin farkl› bölgelerindeki yerel örgütlenmeleri de gözard› edilmektedir 17 ‹ttihat ve Terakki döneminde iktisat politikas› üzerine yap›lan zengin tart›flmalar için bkz. Toprak (1982) Gündüz Ökçün’ün ‹ktisat Kongresi s›ras›nda yap›lan tart›flmalar› belgeledi¤i kitab› da Cumhuriyet dönemi için benzer nitelikte bir kaynakt›r bkz. (Ökçün, 1997). Burada özellikle kongre s›ras›nda ç›kan gazetelerde iktisat politikas›n›n nas›l olmas› gerekti¤ine dair öneriler; kongrede sanayici ve tüccar kesimlerinin talepleri oldukça ö¤reticidir. Bu belgeler dönemin “bürokratlar ve modernlefltirici elitler” tarihi d›fl›nda neredeyse her flekilde yaz›labilece¤ini gösteriyor.

leri içerisinde iktidara talip olanlar›n farkl› seçenekleri ya da çat›flan projeleri midir?17 Nedense Keyder iktisadi düzeyde yapt›¤› derinlemesine analizi s›n›fsal iliflkilerde tekrar etmekten kaç›n›r; çünkü kendisinin kavramsal çerçevesi ileride yeniden görece¤imiz gibi Bat›c› bürokratlar› toplumdan ya da burjuvaziden ayr›ks› bir güç olarak konumland›rd›¤› ölçüde, Türkiye’nin gelece¤ine dair yap›lan iktidar mücadelesini ve buna yönelik çarp›flan projeleri nereye koyaca¤›n› bilememektedir. Asl›nda Keyder s›n›f kategorisini sözle kullansa ve analizine katsa da tarihsel materyalist bir s›n›f analizi yapmamaktad›r. Zira s›n›f iliflkilerinin ve güç iliflkilerinin dolay›m›nda tan›mlanmas› gereken bir devlet ve iktidar kavramsallaflt›rmas› yerine, toplumsal güçlerden ayr›ks›, bürokratlar›n yapt›¤› bir tepeden devrim modeli tercih edilmifltir. Öyle ki yazara göre Kemalistlerin iktidar›ndan sonra “kay›p burjuvazi” nin pefline düflülecektir. Ele ald›¤›m›z yaklafl›ma göre Kemalistlerin kitle mobilizasyonuna dayanmayan tepeden devrimini olanakl› k›lan etmenler, bürokratlar›n toplumsal s›n›flardan özerk oluflu, d›fl güçlerin (emperyalist tehdit) varl›¤› ve toplumda devlet elitlerinin varl›¤›n› sorgulayacak güçlü bir toprak sahibi s›n›f›n bulunmay›fl›d›r (Trimberger, 1978; Keyder, 1998: 32). Esas devrim bu yap›sal koflullar›n tam tersinin görüldü¤ü ülkelerde meydana gelmifltir. Halbuki önceki bölümde de göstermeye çal›flt›¤›m gibi Bat› bile kendi içinde farkl›laflm›flken “ideal bir burjuva devrimi” modeli diye bir fleyden sözetmek ne kadar olanakl›d›r?18 Örne¤in aristokratlar›n gücünü k›ran ve Ancien Regime’i y›kan Frans›z Devrimi küçük mülkü yasallaflt›rm›fl ve köylülü¤ün hem ekonomik hem de siyasal gücünü artt›rarak ondokuzuncu yüzy›lda kapitalist geliflmeyi geciktirici bir rol üstlenmifltir (Turner, 1984: 117). Ya da Almanya’n›n tarihsel koflullar› feodal junker s›n›f›n›n denetledi¤i bir devlet ayg›t› arac›l›¤›yla olmufltur.19 Burjuva devrimine ilk örnek olarak gösterilen ‹ngiltere’deyse endüstri kapitalisti geliflmeden önce tar›m kapitalistleri geliflti¤i için toprak sahibi aristokrasiyle kent burjuvazisi aras›nda aç›k bir mücadele yaflanmam›flt›r. Türkiye’nin kapitalizmle eklemlenifl süreci her yerde oldu¤u gibi ciddi bir toplumsal dönüflüm gerektirmifltir. Kendi içsel ve tarihsel koflullar› ve s›n›fsal yap›s› dönüflümün niteli¤ine ve yönüne etki edebilir; ama dönüflümün olmamas›ndan sözetmek mümkün de¤ildir. David Blackbourn ve Geoff Eley (1989) Almanya örne¤inde burjuva devriminin baflar›s›zl›¤› tezi-


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

nin nas›l burjuvalar›n kendi bilinçleriyle ve liberal bir ideolojiyle yapmalar› gereken bir burjuva devrimi modeline dayand›r›ld›¤›n› anlat›rken; Colin Leys (1996: 176) Afrika örne¤inde sosyal bilimcilerin kapitalizmin geliflimini sadece formel ve görünür alandaki ekonominin yeterince geliflmemifl olmas›na bakarak de¤erlendirdiklerini, ancak yavafl ama çok önemli bir kapitalist dönüflümün k›rsal alandaki iliflkileri çözdü¤ünü göremediklerini belirtirken benzer problemlere iflaret ederler. Özetle bütünlüklü bir Do¤u ve Bat› üzerinden yap›lan karfl›laflt›rmalar geçerlili¤ini yitirir; çünkü, Tarihsel kökenleri benzer oldu¤u halde, sivil toplum/devlet iliflkisi bak›m›ndan birbirinden farkl›laflan Bat› toplumlar›n›n varl›¤› kadar, tarihsel kökenleri farkl› olan baz› Bat› ve Do¤u ülkelerinin benzer bir süreçten geçmeleri de bu ayr›m›n devlet/toplum iliflkilerinin aç›klanmas›ndaki yararl›l›¤›n› s›n›rland›r›r (Savran, 1986: 32).

Tepeden devrim tezini bu dönem üzerine yazan pek çok yazar paylaflmaktad›r (Özbudun ve Kazanc›gil, 1981: 5; Sunar ve Sayar›, 1986: 112). Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluflunu modernlefltirici elitlerin tarihi olarak gören bu yazarlara göre bürokratlar kendilerine hedef olarak Bat›l›laflmay› koydularsa da temel güdüleri “devleti kurtarma” ideolojisi olmufltur. Baz› yazarlar bu argüman› Koçu Bey’den Kemalistlere uzanan bir çizgide Bat›c› bürokratlar›n ayn› kayg› üzerinden hareket ettiklerini, aralar›ndaki farkl›l›klar›n sadece “Devleti nas›l kurtarmal›?” sorusuna verdikleri yan›tta yatt›¤›n› öne sürerler. Buna göre Kemalizmi ayr›flt›ran fley, bu soruya en son ve en baflar›l› cevab› vermifl olmas›d›r (Kazanc›gil, 1981: 38). Kemalistler önceki dönemin modernlefltirici bürokratlar›n›n mirasç›s›d›rlar ve devletin hâkimiyetini temel alan, toplumsal ve ekonomik elitlerden ziyade önceli¤i devlet elitlerine veren patrimonyal gelene¤i sürdürmekte kararl›d›rlar (Kazanc›gil, 1981: 38). fierif Mardin’e göre kendi projelerini topluma dayatan modernlefltirici elitler, Osmanl›’daki merkez-çevre gerilimini yeniden üretmifllerdir. Ancak Osmanl›’dan farkl› olarak kutuplaflma bu sefer Bat›laflma yanl›s› bir grup devlet elitinin askeri idari ayg›t› modernleflme çabas›na karfl› baflka ç›kar gruplar›n›n (ulema gibi) bu harekete karfl› kitleyi mobilize etme çabas› aras›nda gerçekleflmifltir (Mardin, 1973). Kitlelerin modernleflme projesinden özne olarak d›fllanmalar› asl›nda rejimin tercihidir; çünkü kendi istikrar› örgütlü bir kat›l›ma de¤il, pasifize bir kitleye ba¤l›d›r (Sunar ve Sayar›, 1986: 114). Yine bu noktada Kemalistlerin

29

18 Devrimlerin nedenleri ve olufl süreçleri üzerine bir inceleme yapmak çok daha kapsaml› bir çal›flman›n konusu olabilir. Benim amac›m sadece güçlü devlet gelene¤i tezine temel olan baz› argümanlar›n nas›l ideal bir burjuva devrimi modelini kendilerine referans noktas› ald›¤›na ve bunun da problemli oldu¤una dikkat çekmek. 19 David Blackbourn ve Geoff Eley Peculiarities of German History (Alman Tarihinin Özgüllükleri) adl› kitaplar›ndaki Almanya analizleriyle, bu yaz›da ele ald›¤›m›z yöntemsel sorunlar›n hiç de Türkiye’ye özgü olmad›¤›n› gösterirler. Yazarlara göre hâkim Alman tarihi yaz›m›nda burjuva devriminin ‹ngiltere’deki gibi gerçekleflmedi¤i, burjuvazinin aristokrasiyle mücadele etmedi¤i, burjuvazinin istedi¤i fleyleri ancak devlet arac›l›¤›yla elde edebildi¤i söylenmektedir (Blackbourn ve Eley, 1989: 7).


30

Demet Dinler

20 Vergilendirmeyi farkl› s›n›flar ve s›n›fiçi çat›flmalar›n gözlendi¤i iktisat politikas› tart›flmalar›n›n bir parças› olarak gören bir yaklafl›m›n ipuçlar› ve bunun olgusal verileri için bkz. (Kuruç, 1993; LXXXIV). Kuruç bir yandan özel sektör ve hükümet aras›ndaki ve özel sektörün kendi içindeki çeliflkileri anlaman›n ; öte yandan da ticari ve spekülatif kazançlardan, gelir da¤›l›m›n etkileyen konulardan do¤an çeliflkilere bakman›n önemini gösterir. Meclis tutanaklar›ndaki tart›flmalardan, hangi gruptan (Sermaye-çal›flanlar, tar›m-sanayi, tar›miçi s›n›flar..vs.) ne kadar vergi al›naca¤›na dair oluflan farkl› görüflleri ve bu görüfllerin temellendirilifl tarz›n› görmek mümkün. 21 Asl›nda bu, elefltirilen her yazar›n sözkonusu politikalar› bilmedi¤i anlam›na gelmiyor (ki Ça¤lar Keyder örne¤inde oldu¤u gibi kapitalizmin geliflimine dair bilgiler edinmek de mümkün bu yazarlardan). Ancak nas›l bak›ld›¤› olgulardan ç›kar›lacak sonuçlar› da etkiledi¤i için örne¤in merkezilefltirme politikalar› çok rahat bir flekilde devletin kendi gücünü pekifltirmesi olarak görülebiliyor. Peki ama hangi devletin? Merkezilefltirme ulus-devletin kurulmas›n›, daha önce özerk yaflayan gruplar›n tabi k›l›nmas›n› sa¤lad›¤›; kapitalist bir birikimin koflullar›n› oluflturdu¤u ölçüde yeni bir devletin ve buna denk düflen

bask›c› politikalar›n›n ard›ndaki temel itki modernlefltirici elitin kendi gücünü pekifltirme çabas› olarak gösterilir. Özetle bütün bu hikayenin anlat›c›lar› kendi içlerinde farkl›l›klar tafl›sa da hepsi de a¤›z birli¤i etmiflçesine tarihin belli bir döneminde d›fl etkenlere ba¤l› olarak bafllayan bir hareketin tamam›yla “devlet içinde devlete karfl› devlet taraf›ndan” fleklinde geliflti¤ine inanmam›z› beklemektedir. Sorun sadece bu yaklafl›m›n tepeden gelme bir dönüflümü savunarak toplumsal dinamikleri gözard› etmesi de¤ildir. Di¤er bir deyiflle burada devlet alan›nda gerçekleflti¤i söylenen bir de¤iflime karfl› tabandan gelen bir de¤iflim savunmaya çal›fl›lm›yor. Bizatihi devleti bu de¤iflim için mücadele edilen alan olarak tan›mlamak gereklili¤i vurgulan›yor. Örne¤in vergilendirme konusunu ele alal›m. Ulus-devletin kurulma sürecindeki vergilendirme politikalar›n› pekala iktidar›n Osmanl›’dan devrald›¤› merkezi güçlendirme arzusuyla aç›klayabiliriz. Ancak bu neden Osmanl›’da özerk b›rak›lan gruplardan (örne¤in Kürtlerden) vergi al›nd›¤›n› aç›klam›yor. Osmanl›’y› bir kenara b›rak›p sadece Cumhuriyet dönemini düflündü¤ümüzdeyse yine vergilendirmeyi devletin kendi gelirlerin artt›rmas› ya da iktidar›n› sa¤lamlaflt›rmas› olarak görebiliriz. Ama bu da örne¤in neden önceden vergi al›nmayan baz› gruplardan art›k vergi al›nd›¤›n›, baz› vergilerin kald›r›l›p yerine yenilerinin getirildi¤ini aç›klam›yor. Bu, vergilendirmenin devlet ve toplum, merkez ve çevre aras›nda bir iliflki olarak ele al›nmas›n›n aç›klay›c› gücünün s›n›rl›¤›n›n göstermektedir.20 Bunun yerine vergilendirmeyi gerçekten kavramak için ulus-devletin kurulmas› ve kapitalizmin geliflmesinin Osmanl›’dan daha farkl› bir olgu oldu¤unu ve yeni tâbiyet iliflkilerinin kurulmas›n›n gereklili¤ini düflünmek gerekir. Bu kurulufl sürecinin kendi bafl›na bir elit grubunun de¤il de farkl› toplumsal gruplar› içine alan siyasi projelerin ürünü oldu¤unu; bu nedenle de çat›flan farkl› s›n›flara yönelik politikalar gelifltirildi¤ini (‹ttihatç›larla Kemalistlerin ya da meclis içinde farkl› gruplar›n farkl› vergilendirme politikalar› önermeleri ya da uygulamalar› gibi) görmek gerekir. Devlet politikalar›n› bu çat›flan s›n›f ve siyasi projelerin hayata geçirildi¤i alanlar olarak görmek bu resmi oluflturmay› sa¤lad›¤› için önemlidir, kendinde bir rasyonalite tafl›d›¤› için de¤il. 21

3. Türkiye’yi Karakterize Eden Bir Nitelik Olarak Güçlü Devlet Gelene¤i Cumhuriyet tarihine dair çal›flmalarda genel olarak “devletmerkezcilik” diye adland›r›labilecek bir yaklafl›m›n izlerini bulu-


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

yoruz. Bu yaklafl›m›n Modernleflme Okulu’na yöneltti¤i elefltirilerden biri bu okulun kulland›¤› yap›salc›-ifllevselcilik yönteminin Bat›-d›fl› ülkeleri ekonomik geri kalm›fll›klar› ve geleneksel de¤erlerinin devam› üzerinden tan›mlamalar›na yöneliktir (Skocpol, 1985: 5-6). Burada özerk bir örgüt yap›s›na sahip bir aktör olarak devlete hiç bir aç›klay›c› güç atfedilmemesi devlet-merkeci yaklafl›m›n saptad›¤› en temel sorunlardan biridir (Skocpol, 1985: 6).22 Bu elefltiriye temel olan ilk referans J.P. Nettl’›n 1969 tarihli “Bir Kavramsal De¤iflken Olarak Devlet” makalesi olmufltur. Nettl’a göre devlet bir dizi ifllevi ve yap›lanmas› olan, toplumdan ba¤›ms›z bir varl›¤a sahip bir kolektivitedir. Devlet ayn› zamanda sosyo-kültürel bir olgudur; çünkü devleti oluflturan bireylerin devlet hakk›nda genelleflmifl bir fikri ve alg›s› vard›r (Nettl’dan aktaran Almond, 1988: 856). Burada devlet karfl›m›za ontolojik bir varl›k olarak, kendisine has bir tak›m niteliksel özelliklere sahip bir kurumlar bütünü olarak ç›kar. Devletin belirleyici rolü önem kazand›¤› için de ülkeleraras› karfl›laflt›rmalar devletlilik (stateness) düzeyinin yüksekli¤i ya da düflüklü¤ü üzerinden yap›l›r (Nettl’dan aktaran Özman ve Coflar, 2001: 85). Örne¤in merkezi yönetim ayg›t› daha güçlü olan toplumlarda devletlilik düzeyinin daha yüksek olmas› beklenir. Devletin kendine özgü bir mant›¤› olmas›, toplumsal ç›karlardan özerk olmas› ve kendi bafl›na bir tak›m amaçlar edinmesi gibi özellikler Weber’in klasik modern devlet tan›m›yla birarada düflünülür (Skocpol, 1985; Evans, 1985). Bu tan›mda devlet teritoryal bir alanda, zor kullanma ve yarg›lama gücüne sahip bir örgütlenmedir (Waterbury, 1989). Weber’in kapitalist bir toplumdaki modern devleti tarif etmek için kulland›¤› bu ifade devletmerkezcilerin kendi projelerini, Weberci ruhu yeniden canland›rmak ya da Weberci ö¤elerle baflkalar›n›n sentezini yapmak fleklinde tan›mlamaya kadar götürmüfltür. Oysa temel amac› ilk bölümde de belirtti¤imiz gibi Bat›da kapitalizmin ve modern devletin kökenlerini ve do¤as›n› anlamak olan Weber’in izledi¤i devlet-merkezci yaklafl›mda oldu¤u gibi pozitivizm de¤ildir. Weber, ampirik gerçekli¤in bilgisine ulaflmak ister; ancak bunu yaparken yöntemsel-bireyci bir ç›k›fl noktas› vard›r. Bireyin gerçekli¤i nas›l anlamland›rd›¤› önemlidir. Bu aç›dan devlet-merkezci yaklafl›ma epistemolojik düzeyde, yani bilgiye nas›l ulafl›laca¤› konusunda “Weberci” demenin anlaml› olmad›¤› söylenebilir. Devlet-merkezcilik için kritik olan devlet-merkezci yaklafl›m›n devleti toplumsal ve iktisadi kökenleri ya da meflruiyet temelleri-

31

yeni güç iliflkilerinin de pekiflmesini sa¤l›yor. Buradan bak›ld›¤›nda da modern devlet öncekilere göre çok daha merkezi. Ama bu merkezilefltirme beraberinde çevreye yay›lma ve nüfuz etme gücünü de beraberinde getirmezse baflar›l› olabilmesi daha zor (bkz. Mann, 1985). Nüfuz edifli sa¤lamaya aday siyasi iktidar/projenin ne kadar ve nas›l baflar›l› olaca¤› ise bu yeni güç iliflkilerinde konumlanan toplumsal gruplar aras› mücadeleler taraf›ndan belirleniyor. Merkez ve çevre gerilimi üzerinden de¤il. 22 Devlet-merkezcili¤in yap›salc›-ifllevselcilik, liberal-ço¤ulculuk ve Marksizme yöneltti¤i elefltirilerin tarihsel ba¤lam› hem Üçüncü Dünya ülkelerinde, hem de Bat›l› ülkelerde gözlemledikleri dönüflümlerdi. Devlet-merkezcili¤e göre bu yöntemlerin ortak noktas› devleti toplumsal ya da ekonomik faktörlere (ç›kar gruplar›, ekonomik birikim süreçleri ya da elitler) indirgedikleri ölçüde devletin özerk ve ba¤›ms›z bir de¤iflken oldu¤unu gözden kaç›rm›fl olmalar›yd›. Üçüncü Dünya ülkelerinde devletlerin çok farkl› plan ve stratejiler benimsemifl olmalar› ve toplumlar›n› da buna do¤ru yönlendirmeleri, Avrupa’da ise Keynesçilik politikalar›yla devletin kilit bir rol oynamas› bunun göstergesiydi (Skocpol, 1985: 6).


32

Demet Dinler

23 Yaklafl›m›n Türkiye tarihini çal›flanlar aç›s›ndan birebir uyguland›¤›n› söylemek pek de mümkün de¤il. Farkl› dönemlerde farkl› referanslarla etkilenildi¤ini söylemek daha do¤ru olacakt›r. Örne¤in Metin Heper, State and Public Bureaucracies (1987) adl› farkl› ülke örneklerini karfl›laflt›rd›¤› kitab›n›n giriflinde Skocpol ve di¤erlerinin katk›lar›n› övmekte; ancak hiçbir flekilde Skocpol’un çok önemsedi¤i s›n›f kategorisine çözümleyici bir araç olarak analizinde yer vermemektedir. Gerçekte Skocpol vd. (1985) devlet-merkezci analizin; devlet, toplum ve uluslararas› ba¤lam›n etkileflime girdi¤i bir noktadan yap›lmas› gerekti¤ini söylemektedir. Ayfle Bu¤ra (1996) ve Ziya Önifl (1998) bu bak›fl aç›s›nda daha yak›n durmaktad›rlar. 24 Yaz›da Türkiye d›fl› literatüre sadece konuyu ilgilendirdi¤i ölçüde de¤inilecek; ayr›nt›l› bir tart›flma yap›lmayacak. Zira devlet-merkezcilik, rasyonel seçim kuram›ndan yeni kurumsalc›l›¤a pek çok yaklafl›mla melez bak›fl aç›lar› da ortaya ç›karm›fl bir gelenek olan kurumsalc› gelene¤in içinde bir yaklafl›md›r. Daha ayr›nt›l› bir analiz için bkz. Remmer (1997). Öte yandan Üçüncü Dünya ülkelerinde devletin rolü üzerine yap›lan çal›flmalarda baz› farkl›l›klara ra¤men genel bir çizgi saptamak da mümkündür (bkz. Barkey, 1991). Yaklafl›m›n kendi ev-

nin öncesinde ve ötesinde toplumu etkileyecek gücü olan örgütsel bir yap› olarak tan›mlamas›d›r (Özman ve Coflar, 2001: 84). Pozitivist bir yöntemi benimseyen devlet-merkezci yaklafl›m, karfl›laflt›rmal› tarihsel analiz yapmak için tek tek ülkeleri inceler ve buradan tümevar›m yoluyla nedensel düzenlilikler bulmaya çal›fl›r. Örne¤in Fransa’da ideolojik ayr›flmalar›n daha keskin oldu¤una dair bir gözlem yap›l›r. Bunun nedenine bak›ld›¤›nda ise siyasi parti oluflumlar›ndan önce güçlü ve merkezi bir idari yap›s›n›n varl›¤›n›n devlet kademelerinin patronaj iliflkileri arac›l›¤›yla oy toplamak için kullan›lmas›n› zorlaflt›rd›¤› görülür (Skocpol, 1985). Bunun yerine ideolojik propaganda arac›l›¤›yla partiler kendi aralar›nda yar›flm›flt›r. E¤er baflka ülkeler de bu durumu do¤ruluyorsa merkezi idari yap›n›n sonradan güçlendi¤i bir ülkede bu sonucun tam tersi beklenebilir. Burada devletin idari ve kurumsal yap›s›, toplumdaki di¤er unsurlar›n (siyasi partiler gibi) hareket edifl çerçevesini çizen ba¤›ms›z bir de¤iflkendir. Zaten devlet bir bütün olarak toplumu flekillendirme yetisine sahiptir. Ancak devletin tek bafl›na bir aktör olarak ele al›nmas›n›n do¤ru ama yetersiz oldu¤unu düflünen devlet-merkezci yaklafl›m temel analiz biriminin devlet, toplumsal yap› ve uluslararas› ba¤lam aras›ndaki etkileflim oldu¤unu ileri sürmektedir.23 Devlet-merkezcilik kendi içinde de¤iflik ve birbiriyle çat›flan tart›flmalar› içeren bir gelenek olsa da Türkiye tarihine dair yap›lan çal›flmalar aç›s›ndan belirleyici olan özellikleri daha s›n›rl›d›r. 24 Bunlar› pozitivizmin hâkim yöntem olarak kullan›lmas›, devletin (ve onu oluflturan kurumlar›n) toplumdan ayr›ks› bir varl›k olarak ele al›narak belli ç›karlara sahip, hedefler koyabilen bir aktör olarak görülmesi ve karfl›laflt›rmal› analizlerde devletin belirli özelliklerinin ay›rdedici bir aç›klayan olarak görülmesi fleklinde gruplayabiliriz. Bu flekilde ele al›nd›¤›nda yaz›da bundan sonra de¤inece¤imiz yazarlar ayn› çizgi içinde de¤erlendirilebilir. Heper, karfl›laflt›rmal› devlet analizini devletlilik dereceleri, siyasal tarih ve gelenekler üzerinden yaparken üç tip devlet biçimi ayr›flt›r›l›r. Bunlar merkezi feodalizmin ortaya ç›kard›¤› ‹ngiltere, merkezi olmayan bir feodalizmin sonucu do¤an Fransa ve patrimonyalizmin devam› olan Türkiye örnekleridir (Heper, 1987). ‹ngiltere’de devlet aflamal› olarak yerel düzeydeki gruplar aras› bir uzlaflman›n sonucu, “ulusal bir sözleflmenin” parças› olarak do¤mufltur. Fransa’daysa merkezi krall›k ve soylular aras›nda bitmek bilmeyen mücadeleler uzlaflmay› önleyici bir etmen


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

olmufl ve devletin güçlenmesini sa¤lam›flt›r. Patrimonyalizmin özelliklerini ve tarihsel kökenlerini önceki bölümlerden biliyoruz; ancak burada çarp›c› olan Heper’in yerel güçlerin bürokratik merkez karfl›s›ndaki zay›fl›¤›n› belirtirken yapt›¤› yorumdur. Bu güçler siyasi ve ekonomik anlamda nüfuz sahibi olamad›klar› için ya devlet görevlilerine rüflvet vermek ya da köylüleri daha fazla bast›rmak zorunda kalm›fllard›r. Köylülerin daha fazla sömürülmesi ya da rüflvet vermek, sanki Avrupa’da bu tarz pratikler hiç yokmuflças›na Osmanl›’dan bafllayarak Türkiye tarihinin ay›rdedici bir özelli¤i olarak sunulmaktad›r. “Güçlü devlet gelene¤i” terimi Metin Heper’in ünlü kitab›n›n (1985) bafll›¤›d›r. Ayfle Bu¤ra, Ahmet ‹nsel, Ziya Önifl gibi pek çok yazar da fark› alanlarda yürüttükleri çal›flmalardaki devlet anlay›fl›n› Heper’e referansla bu güçlü devlet gelene¤inden alm›fllard›r. Böylesi bir gelene¤in bask›s› ayn› zamanda zay›f bir sivil toplumun varl›¤›na karfl›l›k gelmektedir. Ancak devletin sahip oldu¤u -ya da ona atfedilen- özellikler “güçlü” kavram›yla s›n›rl› de¤ildir.25 Kendi ç›kar›n› maksimize etti¤i ve giriflimcilerin tüm kârlar›n› emdi¤i ölçüde “rantiyeci” ya da “y›rt›c› hayvan” (predatory), toplumun bütününü bast›rd›¤› ve özellikle de bireysel özgürlüklerin ve iktisadi faaliyetin önünde engel teflkil etti¤i ölçüde de “patrimonyal” olarak nitelendirilmektedir. Bundan sonraki bölümlerde “güçlü devlet gelene¤i” tezinin farkl› alanlarda nas›l kullan›ld›¤›n› göstermeye çal›flaca¤›m.

3-1. Devlet/Burjuvazi: Türk Burjuvazisinin Devlet Baban›n Uslu Çocu¤u Olarak Tan›mlanmas› Güçlü devlet gelene¤inin savunucular›n›n Türkiye’de burjuvazinin tarihsel oluflum sürecine dair ilk saptamas› onun Bat›daki gibi “çekirdekten yetiflme” de¤il, sonradan devlet eliyle ortaya ç›km›fl olmas›d›r. Türk ifladamlar› Bat›da oldu¤u gibi yenili¤e aç›k, risk alabilen giriflimciler olmam›fllard›r (Sunar, 1974: 112). K⤛t üzerinde Bat› tipi bir hukuk sisteminden yararlansa da maddi olarak yaln›zca devletin üretim etkinlikleri içerisinde varolabilen özel bir iktisadi aktör tipidir Cumhuriyet dönemi ifladam› (‹nsel, 1996). Bu aç›dan Cumhuriyet’in ilk y›llar›nda ticaret burjuvazisi de, ifl çevrelerine yak›n aferist26 bürokratlar olarak nitelendirilen kesimler de devlet giriflimlerini desteklerler; zira

33

rimi içinde özellikle 1990’larda ortaya ç›kan ve belli zay›fl›klar› aflmaya yönelik (her ne kadar bir çok yöntemsel sorunu gideremeseler de) gelifltirilen elefltirilerse genelde karfl›laflt›rmal› siyaset literatüründe söz sahibi olmayan ve somut tarihsel analiz çal›flmas› eksik olan Marksistler aç›s›ndan nelere dikkat edilmesi gerekti¤ine dair önemli ipuçlar› verecek niteliktedir. Bkz. Migdal vd. (1994). Devlet-merkezcilik literatürde devletçi-kurumsalc›l›k (statistinstitutionalism) diye de adland›r›l›r; ancak ben burada hem Türkiye literatürünü etkileyifl biçiminden, hem de Migdal vd. (1994)’nin Skocpol vd. (1985)’yi devlei fazla merkezi ve ayr› bir konum vermesini elefltirmesinden dolay› bu terimi tercih ettim. Bu kurumsalc› gelene¤i kendi içinde ayr›flt›rabilmemiz› de sa¤l›yor. Devlet-merkezcili¤in bir elefltirisi için bkz. Cammack (1990). 25 Solda da bu tart›flman›n karfl›l›¤› Mehmet Ali Aybar taraf›ndan “ceberrut devlet” kavram› üzerinden yapm›flt›r. Bu tart›flmay› yaz›n›n kapsam› d›fl›nda b›rakt›m. 26 “‹fl takipçili¤i” anlam›nda. 1920’lerde ‹fl Bankas›’n›n kuruluflundan sonra devletin sundu¤u ayr›cal›k ve imkânlardan yararlanarak kendi ç›karlar›n› koruyan, kolay yoldan kazanç sa¤lamak isteyen, yolsuzluklara kar›flan bürokrat ya da siyasetçilere verilen isim.


34

Demet Dinler

27 Böylesi bir yaklafl›m sadece Türkiye’ye de¤il, 3. Dünya ülkelerinin ço¤una uyarlanan bir yaklafl›md›r. 3. Dünyadaki sanayicilerin risk alabilen kâr güden giriflimciler mi yoksa kendini emniyet alt›na almak isteyen ifladamlar› m› oldu¤u çok tart›flmal›d›r. Devlet sermaye birikimini kendisi yarat›p aktif bir iktisadi özne olarak ifllev görecektir (Evans ve Rueschemeyer, 1985). Afrika ülkelerini patrimonyal kapitalizm olarak niteleyen Callaghy ise bu ülkelerde devletin güç kazanmak ve zenginleflebilmek için en kolay araç haline geldi¤inden sözeder (Callaghy, 1988). Mc Gaffey ise Zaire’de ba¤›ms›zl›k sonras› hâkim s›n›f› siyasi bir aristokrasi olarak tan›mlay›p devlet baflkan› Mobutu’ya olan ba¤›ml›l›¤›n yükselebilmek için en önemli kriter olarak say›ld›¤›n› belirtir. Zaire burjuvazisi iktisadi bir burjuvazi de¤ildir; çünkü sahip oldu¤u de¤erler, güç ve iktisadi temeller tamam›yla devletle olan iliflkisinden kaynaklanmaktad›r (Mc Gaffey, 1988). Boone ise Afrika’da siyasileflmifl birikim diye adland›rd›¤› sürecin yönetici s›n›f›n burjuvalaflmas›n› sa¤lad›¤›n› belirtir (Boone, 1994).

“devleti çevreleyen alan, olas› tek zenginlik kayna¤›”d›r (‹nsel, 1996: 140). ‹ngiltere ve Fransa gibi Bat›l› ülkelerdeki burjuva s›n›f›ndan kaynaklanan toplumsal dinamik Türkiye’de yoktur. 27 Burjuvazinin devlete olan ba¤›ml›l›¤› somut olarak hangi mekanizmalar arac›l›¤›yla olur? Patronaj iliflkileri, tekel kârlar› ve kontrolün belli gruplar›n elinde toplanmas› devletin burjuvaziye sa¤lad›¤› ve “efline az rastlan›r” olanaklard›r (Sunar, 1974: 112). Bu öyle bir ba¤›ml›l›k iliflkisidir ki burjuvazi elde etti¤i olanaklara karfl› devlete kendi özgürlü¤ünü satm›flt›r. Burjuvazi sivil toplum kurma hakk›ndan vazgeçerek karfl›l›¤›nda para kazanma ayr›cal›¤›n› ald›. Burjuvazinin taleplerini öne sürmesine izin verecek siyasi koflullar oldu¤unda bile iktidar› karfl›lar›na almamay› tercih ettiler. Bu acz, Osmanl› tüccarlar›n›n saray karfl›s›ndaki boynu bükük durumunu hat›rlat›r (Keyder, 1987).

Bir kez daha Osmanl›’n›n burjuvaziyi hor gören, iktisadi geliflmeyi engelleyen devlet gelene¤i karfl›m›za ç›kar›lm›flt›r. Asl›nda bu, Osmanl›’dan Cumhuriyet’e asla gerçek anlamda burjuva s›n›f› haline gelemeyen, tepeden bir devrimle doruk noktas›na eriflen Bat›l›laflma hareketinin toplumsal itici gücü olamayan, iktidar kendisine ihtiyaç duydu¤u vakit bile bu f›rsat› kendi gücünü artt›rmak için kullanmaktan aciz, bir ç›kar grubu olarak kendini kabul ettirmek yerine kiflisel iliflkiler üzerinden bürokrasiyle aras›n› iyi tutmaya çal›flan bir giriflimci s›n›f›n öyküsüdür. Bu ac›kl› öykünün kahramanlar› giriflimci ruha sahip olamad›klar›ndan Bat›’daki gibi büyük at›l›mlar gerçeklefltiremezler; o ruhu yakalad›klar› ender zamanlardaysa devlet baba yaramazl›k yapan çocuklar›na haddini bildirir. Toplum da burjuvaziyi bast›ran bir devlet gelene¤ini, giriflimcilere prim vermeyerek destekler. Mardin iktidar›n burjuvaziyle girdi¤i yegâne iliflkiyi flu flekilde aç›klar: Kapitalist giriflimcilerin oluflturdu¤u buzda¤›n›n tepesi, Türkiye’nin önde gelen sanayici ve ifladamlar›n›n birkaç›, sistem içinde boy gösterme olana¤›na kavuflturulmufllard›r; çünkü bunlar t›pk› geleneksel sistemdeki faizciler kadar kolay bir biçimde denetim alt›nda tutulabilmektedirler (Mardin, 1992: 235).

Oysa hangi ülkede burjuvazinin kendinden menkul bir giriflimci ruhu ve devlet alan›n›n tamam›yla d›fl›nda bir gücü olmufltur? Ya da hangi ülkede burjuvazi birdenbire toplumun en sayg›n grubu oluvermifltir? Elefltirdi¤imiz yaklafl›m›n en yetkin temsilcilerinden biri olan ve Türk giriflimcisini di¤erleriyle karfl›laflt›r›rken “çekirdekten yetiflme” olmayan terimini de kullanan Ayfle Bu¤ra, kendi yaklafl›m›yla çeliflecek nitelikte bir tarihsel gerçe¤i


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

gösterir: Bat›da da feodalizmden kapitalizme geçildi¤i dönemde tüccar toplumsal bir sayg›nl›¤a sahip olamam›fl ve varl›¤› kötü karfl›lanm›flt›r (Bu¤ra, 1996: 29 ve 30. dipnot). Bu aç›dan Türkiye’de de tüccarlar›n veya bir bütün olarak giriflimci s›n›f›n bafl köfleye oturmas› birdenbire olacak bir fley de¤ildir.28 Bu, tarihsel bir süreci ve mücadeleyi gerektirir. Burjuvazinin “çekirdekten yetiflme” olmak yerine “devlete ba¤›ml›” olmas›n›n Türkiye için ay›rdedici bir kriter olarak kullan›lmas› da yöntemsel bir sorundur. Devlete ba¤›ml› olmak ancak burjuvazi ve devlet aras›ndaki iliflki d›flsal olarak kavrand›¤›nda anlaml›d›r; di¤er bir deyiflle burjuvaziyi ve devleti iki ayr› aktör olarak kurgulad›¤›m›zda ‹nsel’in vurgulad›¤› anlamda bir ba¤›ml›l›k/ba¤›ms›zl›k iliflkisinden sözedilebilir. Ancak devlet oluflum sürecinin kendisi toplumsal üretim iliflkilerinin ayr›lmaz bir parças›ysa devlet alan› da bu iliflkiler üzerinden geliflen s›n›flararas› mücadelelerin bir alan›d›r.29 Bu aç›dan burjuvazinin sermaye birikim koflullar›n›n devletin içinde geliflmesi Türkiye’ye özgü de¤ildir. Ancak devletin ald›¤› biçim ve müdahale tarzlar› de¤iflebilir. Bununla ba¤lant›l› olarak siyasileflmifl birikim ve iktisadi olmayan burjuvazi kavramlar› da ancak iktisat ve siyaset iki ayr› alan olarak ele al›nd›¤›nda mümkündür. Bu durumda iktisadi olan birikim tarz›na ve burjuvaziye, siyasi olan ise devlete atfedilir. Ayr›m›n asl›nda kapitalist iliflkilerin tarihsel ortaya ç›k›fl›yla ilgili bir ayr›m oldu¤u unutulur. T›pk› patrimonyalizm bölümünde sözetti¤imiz gibi devlete ba¤›ml› olmayan, iktisadi faaliyet için siyasete ihtiyaç duymayan ideal bir burjuva tipi aran›r, ama bulunamaz. Yine Thomas Callaghy’yi izlersek, bu tip bir burjuvazinin nas›l referans noktas› olarak al›nd›¤›n› ve bunun sak›ncalar›n› görürüz. Callaghy’e göre (1988) Fransa’da yükselen burjuvazi tüm enerjisini arsa spekülasyonunda ve devlet kademelerinden yer kapma savafl›nda bofla harcam›flt›r. ‹lk bak›flta burjuvazinin Fransa’da gerçekten de daha rantiyeci bir zihniyette oldu¤u do¤rudur. Ama bunu ar›zi bir durum olarak göstermek beraberinde bir tak›m sorular› da getirir. Birincisi arsa spekülasyonunun neden illa da burjuvazinin geliflimini bloke edecek bir faaliyet olarak görülmesi gerekti¤ine dairdir. Bu tarz spekülasyonlar› ya da Frans›z giriflimcilerinin bir baflka büyük gelir kayna¤› olan devlete verdikleri borçlanmadan elde ettikleri faizleri neden kapitalizmin yeni geliflmeye bafllad›¤›, farkl› sermaye birikimi olana¤› olmad›¤›-burjuvaziyi de böylesi f›rsatlar› aramaya itecek bir rekabetin henüz mevcut olmad›¤›-bir dönemde kendi konumunu

35


36

Demet Dinler

güçlendirebilecek (hele de karfl›s›nda ‹ngiltere’de olmayan tarzda bir soylu s›n›f oldu¤u düflünüldü¤ünde) araçlar olarak görmeyelim? ‹kincisi rantiyecilik ve faiz kazanc›, kapitalizmin farkl› tarihsel dönemlerinde ön plana ç›kan, bazen geriye düflen ama her zaman varolan faaliyetlerdir. Bunlar› ar›zi durumlar olarak gösterirsek e¤er, 1980’leri tart›fl›rken görece¤imiz gibi burjuvazinin devlet karfl›s›nda çok daha güçlü adledildi¤i neoliberal dönemde bu faiz kazançlar›n›n çok yo¤un olmas›n› nas›l aç›klayaca¤›z? Üçüncü olarak Callaghy’nin yaklafl›m› flu çeliflkili duruma yol açar: ‹ngiltere ve Fransa devrimci burjuvazileriyle tan›mlan›rlar; sonra da örne¤in Frans›z burjuvazisinin de o kadar devrimci olamad›¤› ortaya ç›kar (devlet yüzünden). Ayr›ca Callaghy önce Gerschenkron’u izleyerek devletin üstlendi¤i aktif rolün ‹ngiltere’den sonra kapitalizmle eklemlenen bütün ülkeler için geçerli oldu¤unu söyler; daha sonraysa devletin iktisadi faaliyetin s›n›rlar›n› çizmesini Bat›l› ülkelerden di¤erlerini ay›rdeden bir özellikmifl gibi gösterir. Bu çeliflkiler argüman›m› destekleyici nitelikte olsa da asl›nda temeldeki yöntemsel elefltirimizi tam anlam›yla do¤rular nitelikte de¤ildirler; çünkü devletin rolünün her ülke için geçerli oldu¤u kabul edildi¤i zamanlarda bile (Ayfle Bu¤ra’n›n ‹ngiltere’deki neoliberal politikalar›n uygulanmas› için söylemin aksine güçlü bir devlet gerekti¤i konusunda Andrew Gamble’›n tezini onaylad›¤›n› hat›rlarsak), devleti alg›lay›fl tarz› de¤iflmez. Özgücülük problemini ortadan kald›rsak ve Türkiye’de devlete ayr›cal›kl› bir konum atfetmesek de yine devlet burjuvaziyi bast›ran bir role sahiptir. Burjuvaziyi bast›rmad›¤›, gelifltirmedi¤i durumlar da vard›r; ama bast›ran/gelifltiren devlet ayn› yöntemsel hatan›n parças›d›rlar. Özetle temel sorun farkl›l›klar› göstermekte de¤il; farkl›l›klar› burjuvazinin zay›fl›¤› ya da ba¤›ml›l›¤› üzerinden koymakta yatmaktad›r. Yak›n dönem kurumsalc› yaklafl›m›n temsilcilerinden Robert Vitalis M›s›r’da burjuvazinin geliflimi üzerine yapt›¤› çal›flmada tam da böylesi bir sorunu giderecek nitelikte, aç›c› sorular sorar. Vitalis, Elizabeth Perry’e referansla tarihçilerin ve sosyologlar›n sürekli “Neden öyle de¤il?” fleklinde yöneltilen bir dizi soruyu (neden iflçi s›n›f› bu ülkede güçsüz? neden burjuvazi yeterince devrimci de¤il? gibi) yanl›fl formüle ettiklerini ileri sürer (Vitalis, 1994: 174). Gerçekten de “olmas› gereken”in arand›¤› bir tarihsel çal›flma, burjuva gruplar›n›n devletle girdi¤i iliflkiyi “siyasileflmifl bir birikim” modeli olarak tan›mlayabilir. Bu tarz sorular› so-


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

ranlar Üçüncü Dünya ülkelerindeki burjuvazinin zay›f ve parçal› bir yap›s› oldu¤unu ileri sürerler. Oysa bölünmüfl s›n›f yap›lar› bütün kapitalist s›n›flar›n tan›mlay›c› bir özelli¤idir (Vitalis, 1994: 175). Yine Vitalis devlet kaynaklar›n›n burjuva gruplar› için merkezi bir çat›flma alan› olmas›n›n ve kapitalist bir ekonominin geliflmesinin temel bir parças› olmas›n›n sadece M›s›r’a de¤il pek çok baflka ülke için de geçerli oldu¤unu belirtir (1994: 197). Di¤er bütün pazar ekonomilerinde oldu¤u gibi M›s›r’da da devletin da¤›tt›¤› krediler, teflvikler, lisanslar için bir rekabet yaflanm›flt›r. Bu aç›dan geleneksel ya da normal olan›n d›fl›nda bir durum söz konusu de¤ildir (Vitalis, 1994: 176). Buna ra¤men Türk burjuvazisi sadece Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde de¤il, sonraki y›llarda da ekonomik cesaretten yoksun, tasarruf yapmaktan kaç›nan ve uzun dönemli yat›r›mlar konusunda isteksizlik gösteren bir aktör olarak tarif edilir. Devletin kendisi de Osmanl›’dan kalma bir al›flkanl›kla ç›kar grubu örgütlenmelerini hofl karfl›lamaz. 1950’de gerçekleflen DP iktidar›n› burjuvazi baflta olmak üzere toplumsal gruplar›n bürokrasiye olan tepkisinin bir ürünü olarak gören bu anlay›fla göre DP iktidar› da burjuvazinin tam bir zaferi anlam›na gelmemektedir. ‹ktisadi konumunu askeri zafer sonras›nda edinmifl, güdümlü kapitalizmin flartlar›nda olgunlaflm›fl, s›n›f olma statüsüne prekapitalist güçlerle mücadeleye girmeksizin devlet vesayeti sayesinde eriflmifl, gayrimüslüm burjuvaziden devrald›¤› konumlara yerleflmifl ve “tarihi boyunca hiç mücadele alan›na ç›kmam›fl” Türk burjuvazisinin ‹kinci Dünya Savafl›ndan sonra da bürokrasiye bafl kald›r›fl› pazar özgürlükleri içindir; yoksa burjuva demokrasinin gerektirdi¤i bir siyasal özgürlükler aray›fl›nda de¤illerdir (Keyder, 1987: 162).

Bu görüflü destekleyecek bir biçimde Heper (1985) de burjuvazinin kendi özel ç›karlar›n› aflarak genel ç›kar› temsil edecek bir pozisyona gelemedi¤ini ifade eder. Asl›nda DP dönemi burjuvaziyi tatmin edecek denli liberal politikalar uygulamam›flt›r. Örne¤in 1950’lerde ‹stanbul Ticaret Odas›, hükümeti ifladamlar›na h›rs›z muamelesi yapmamas› konusunda uyarm›flt›r. Öte yandan Türk burjuvazisi Bat›da oldu¤u gibi ekonomik cesarete ve tasarruflar›n› uzun dönemli yat›r›ma dönüfltürme iste¤ine sahip bir burjuvazi de¤ildir (Heper, 1985). Burjuvazinin bürokrasi karfl›s›nda boynu bükük bir konumda tarif edilmesinin siyasal sonuçlar› da ilginçtir. Devlet baban›n zay›f burjuvazi üzerinde kurdu¤u hâkimiyet siyasi ve ekonomik yaflamdaki sorunlar›n kayna¤›n› bir aktör olarak devletmifl gibi

37

28 ‹ktisat Kongresi s›ras›nda giriflimcilere karfl› olumsuz tutum al›nmas›n› elefltiren gazete yaz›lar› için bkz. Ökçün (1997). 29 S›n›f mücadelesinin alan› ile devlet aras›ndaki iliflki için bkz. Poulantzas (1977) ve Jessop (1985: 129).


38

Demet Dinler

30 Bu noktada Anderson’›n elefltirisi için bkz. Hirst (1977).

gösterir. Burjuvazi gerçek burjuvazi olamad›¤› için liberal özgürlüklerimiz olamam›flt›r; devletin sürekli müdahalesi yüzünden ekonomimiz düzelememifltir. ‹flin ilginci, böylesi bir bak›fl aç›s›n›n kendine referans olarak seçti¤i ‹ngiltere, benzer bir bak›fl aç›s›yla yaklaflan Perry Anderson’a göre devrimci burjuvazinin olmad›¤› bir ülkedir. Anderson’a göre solun siyasi aç›dan geri kalm›fll›¤› ve iflçi s›n›f›n›n durumu tam da burjuvazinin tarihsel olarak s›n›f bilincine sahip olmama özelli¤inden gelmektedir (Hirst, 1977: 471).30 Cumhuriyetin ilk y›llar›nda devlete ba¤›ml› olarak do¤mufl olan burjuvazinin sonraki y›llarda da bu niteli¤ini yitirmedi¤i argüman› tüm bir Türkiye tarihinin seyrini aç›klayan bir etken olmufltur. Devletin burjuvaziye karfl› tak›nd›¤› tutumlara bak›lm›fl, bunun ard›ndaki neden olarak da güçlü devlet gelene¤i gösterilmifltir. Bu da oldukça karmafl›k bir toplumsal iliflkiler dokusunun üstünün devlet gelene¤i mitiyle örtülmesine neden olmufltur. Bu nedenle bu karmafl›k iliflkiler dokusuna ulaflabilmek için yeni sorular›n sorulmas› zorunludur. Burjuvazinin kendi içindeki fraksiyonlar nelerdir? Hangi tarihsel koflullarda bunlar bir bütün olarak hareket ederek belirli siyasal projelerin etraf›nda birleflebilmektedirler? Kapitalizmle yeni eklemlenen bir ülkede burjuva s›n›f›n›n oluflum süreçleri nas›l flekillenir? S›n›flar›n niceliksel olarak az ya da çok olufllar› ya da belirginlik kazanmalar› kapitalist iliflkilerin kendini varetmesiyle birebir ayn› fleyler midir? S›n›f dedi¤imiz de zaten tek bafl›na bir aktörden ziyade bu oluflan iliflkilerin kendisi de¤il midir? (Wood, 2001). Bu sorular›n her biri, elefltirilen yaklafl›m›n aksine bir s›n›f mücadelesinin parças› olarak burjuvazinin varl›¤›n› ve burjuva iliflkilerin kurulufl süreçlerini varsayar; devlet/burjuvazi iliflkisinin analizi de bu mücadelenin ve süreçlerin analizinden bafllamal›d›r.

3- 2. Merkez/Çevre Geriliminin Süreklili¤i Argüman› Osmanl› için kullan›lan merkez/çevre metaforu, Türkiye için de geçerli bir kavramsal araç olarak kullan›lmaktad›r (Mardin, 1973; ‹nsel, 1996). Baz› yazarlar Kemalistlerin merkez/çevre aras›ndaki uçurumu kapatmaya çal›flt›¤›n›, toplumsal-ekonomik elitlerle bürokratlar aras›ndaki bir ba¤ kurmaya çal›flt›klar›n› söylese de (Kazanc›gil, 1981) genel kan›, merkezin çevre üzerindeki hâkimiyetini sürdürdü¤ü yönündedir. Bu noktadan tarihe bak›ld›¤›nda tüm bir Türkiye tarihi tekrarlardan ibaretmifl gibi görülür: Devletin/merkezin topluma uy-


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

gulad›¤› bask›lar, toplumun/çevrenin buna tepki duymas› ve devletin bu tepkiyi bast›rmas›. Bu döngüye denk düflen tarihsel olaylar ise, CHP döneminde bürokratlar›n kendi güçlerini pekifltirmek için ald›¤› bask›c› önlemler, CHP’ye baflkald›rarak burjuvazi ve köylü oylar›yla DP’nin iktidara gelifli ve askeri darbenin yeniden idareyi ele al›fl›d›r. 1950’nin çevresel güçlerin y›llard›r biriken tepkisinin ürünü olarak görülmesi ve DP’nin o güne kadar susturulmufl çevrenin merkezden ald›¤› intikam›n bir sesi olmas› CHP ve DP üzerine yap›lm›fl ço¤u çal›flman›n ortaklaflt›¤› bir noktad›r. Ancak CHP/DP karfl›tl›¤›n› bürokrasi/burjuvazi çeliflkisi üzerinden aç›klayanlar oldu¤u gibi devlet elitleri/sivil elitler çeliflkisi üzerinden aç›klamay› tercih edenler de vard›r. Örne¤in Keyder DP’nin oluflumundaki çevresel güçlerin toplumsal kökenlerine yer verirken, Heper DP’nin iktidar›n› sivil elitlerin devlet elitlerine karfl› üstünlü¤ü olarak görür. Heper’e göre sivil elitlere çevresel güçler destek vermifl olsa da yine de siyasi bir hareket olarak DP Bat›l› partilerdeki gibi toplumsal tabandan yoksundur; çünkü toplumsal s›n›flarla parti aras›nda yatay iliflkiler kurulamam›flt›r (Heper, 1992: 159). Zaten Türkiye’de çeliflkiler ifllevsel-ekonomik de¤il de kültürel eksenlidir. Siyasi krizlerin temelinde yatan temel neden elitleraras› çeliflkidir. Bu aç›dan krizler bölüflüm iliflkilerinden ya da herhangi bir s›n›f›n siyasi parti program›na karfl› duydu¤u hoflnutsuzluktan kaynaklanmaz (Heper, 1992: 160). ‹nsel’e göre de s›n›flar da meflrulaflt›rmaya iliflkin kurallar› bir siyasal hareket taban›nda de¤il, sunulan maddi yararlar do¤rultusunda kabullenir (‹nsel, 1996). Darbeler bu anlay›fla göre, patrimonyal Osmanl› gelene¤ine uygun olarak kendini toplumdaki tek meflruluk kayna¤› olarak görmek isteyen askeri bürokratlar›n tepkisi olarak aç›klan›r (‹nsel, 1996). Ordunun s›n›fsal dengelerin yeniden kurulmas›nda, siyasi ve ekonomik yeniden yap›lanma dönemlerinde üstlendi¤i kritik rol yerine patrimonyal gelene¤in bir parças› olarak görülmesi her darbe için geçerlidir. Buna göre 1960, 1971 ve 1980 darbeleri ayn› itici güçle yap›lm›flt›r.31 Ayr›ca 1960’l› y›llardan bafllayarak artan grevler, direnifller, en genel anlam›yla iflçi s›n›f› mücadelesi de bu tabloya s›¤mamaktad›r. 1970’li y›llar boyunca demokratik olarak seçilmifl iktidarlar bürokratik merkezden daha iyi bir ifllev görememifl; parti sistemi parçal›, etkisiz ve paralize edici bir hal alm›flt›r (Sunar ve Sayar›, 1986). 1980 darbesinin önünü açan da bu durum olmufltur.

39

31 Burada önemli bir farkl›l›¤a dikkat çekmekte yarar var. ‹nsel ordunun rolüne son derece olumsuz bir anlam yüklerken Heper ordunun, artan siyasal elit/devlet eliti çeliflkisine ve bunun getirdi¤i istikrars›zl›¤a karfl› , demokrasiyi yeniden restore etmek için müdahale etti¤ini savunur (Heper, 1992).


40

Demet Dinler

1970’lerin parti-merkezli siyasi görünümü, toplumda yumuflat›c› bir etki yapamayan ara formlar›n mevcut olmamas› bu dönemde milliyetçilik gibi ideolojilerin ortaya ç›kmas›na neden olmufltur. Bu durumda burjuva kültürünün yeflerememesinin de etkisi büyüktür (Keyder, 1987). Bu tabloda siyasi iktidarlar›n projelerine de, tarihsel olarak flekillenen s›n›flara da yer yoktur; o nedenle de örne¤in burjuvazinin neden bir dönem DP’yi neden sonraki dönemde CHP’yi destekledi¤i sorusu cevaplanamamaktad›r. Ça¤lar Keyder’in analizi farkl› sermaye birikim modelleri çerçevesinde örne¤in sanayi burjuvazisinin ithal ikameci bir modeli tercih etti¤ini gösterse de neden bu modelin DP taraf›ndan de¤il de CHP taraf›ndan hayata geçirildi¤i sorusunu d›flar›da b›rakmaktad›r. Zira bir yandan iktisadi analiz yaparken di¤er yandan çeliflkileri bürokrasi/burjuvazi aras›nda koyarak bütünsel olarak s›n›f iliflkileriyle siyasi projeler aras›ndaki ba¤› kurmamaktad›r. Metin Heper’in analizinde ise zaten temel çeliflki devlet elitleri ve siyasal elitler aras›nda gösterildi¤i için siyasi partiler toplumsal tabandan yoksundurlar. Heper’e göre, devlet seçkinleri demokrasiyi rasyonel demokrasi olarak alg›larken siyasal seçkinler buna “Milli ‹rade” teziyle karfl› ç›karlar (Heper, 1998’den aktaran Özman ve Coflar, 2001: 8889). Burada “Milli ‹rade” kapitalist çiftçileri ve burjuvaziyi temel alan ama bunlar›n ç›karlar›na küçük köylülük gibi s›n›flar› da eklemlemeye çal›flan bir hegemonya projesinin önceki iktidar karfl›s›nda halk› bütünlefltirmek için kulland›¤› bir söylem olarak görülmez. Basitçe siyasal elitlerin ya da onlar›n temsil etti¤i/temsil eder göründü¤ü ç›kar gruplar›n›n merkeze karfl› oy kanal›yla güç oda¤› oluflturmak için kulland›¤› bir söylemdir.

3- 3. Devlet/Toplum ‹kili¤inin Temel Çeliflki Olarak Belirlenmesi Yine bu bak›fl aç›s›na göre Türkiye’de devlet birey yarar›na gücünü arka planda tutan bir devlet de¤ildir. Yasalara göre eflit bireylerin varl›¤›, devletin arzulad›¤› organik bir toplum idealini d›fllamaz. Devlet meflruiyetini, yerine getirmesi gereken yükümlülüklerden de¤il de sadece kendine referansla tan›mlar. Siyasal haklarsa toplumsal olarak kazan›lm›fl haklar de¤il, devletin bahfletti¤i konumlard›r. (‹nsel, 1996). Bu öyle bir devlettir ki grev ve sendika hakk› vermekten, toplu sözleflme yapmaktan kaç›nabilmek için kol eme¤iyle çal›flanlar› da memur statüsüne koymufltur. Bu flekilde kendi iktidar›n› her tarafa yayabilecektir (‹nsel,


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

1996: 236). Toplumsal alanda hiçbir meflruiyet kayna¤› aramayan devlet, bir toplumsal mühendislik mant›¤›yla kitleleri hareket ettirici bir programa sahip olmam›flt›r. Böylelikle güçlü devlet/zay›f sivil toplum ikili¤i Türkiye tarihi boyunca temel çeliflki ekseni olarak belirlenir (Heper, 1991; Sunar, 1974).

3- 4. Devlet/‹ktisadi Alan ‹liflkisinin Kavran›fl Biçimi Devletin Türkiye ekonomisindeki rolünün “fazla” müdahaleci oldu¤u argüman› da burjuvazinin zay›fl›¤› ve devlet gelene¤i argümanlar›yla yak›ndan iliflkilidir. Devlet ne Kemalist dönemde ne de DP döneminde “rasyonel” ekonomi politikalar› izleyememifltir. Devletin kalk›nma planlar› sanayi ve tar›m› bir bütün olarak düzenleyememifl; sadece k›sa vadeli hedefler konulmufltur. Devlet, “inançlar› gere¤i de¤il, zorunlu oldu¤u için” giriflimcidir (‹nsel, 1996: 185). ‹nsel bu noktada Türkiye’yi Meksika ve ‹ran’la karfl›laflt›ran yazarlara gönderme yapmaktad›r. ‹ran ve Meksika’da devlet “inançlar› gere¤i giriflimci” iken Türkiye’de niye öyle olmad›¤› sorusunun patrimonyal gelene¤in giriflimcili¤i engelleyen do¤as› d›fl›nda hiçbir cevab› yoktur. Ama ironik olan, liberal görüflü her fleyin pür bir iktisadi mant›¤› olmal›ym›flças›na ele ald›¤› için elefltiren ‹nsel’in yaklafl›m›n›n asl›nda Türkiye’de olan durumu irrasyonel olarak gösterdi¤i ölçüde kendisinin de benzer bir noktadan hareket etmesidir. Öyle ki devlet gerçekte burjuva s›n›f›n›n isteklerine göre hareket etmesi gereken, rasyonel iktisadi planlar uygulayan bir aktörmüfl gibi argüman›n› kurmaktad›r. Türkiye’yi ay›rdedici k›lan, sanki baflka ülkelerde ideal bir biçimde iflledi¤i iddia edilen bu liberal piyasa mant›¤›n›n mevcut olmamas›d›r. S.N. Eisenstadt’tan ödünç ald›¤› “geleneksel kodun dönüflümü” kavram›yla benzer bir yorum yapan. Mardin’e göre, Osmanl›’da piyasay› kendi hizmetçisi olarak kullanan siyasi iktidar›n mant›¤› Cumhuriyet dönemi sanayileflmesindeki mant›¤›n ayn›s›d›r (Mardin, 1992). DP dönemini liberal devletçilik olarak tan›mlayan ‹nsel, Et ve Bal›k Kurumu (EBK) ve Devlet Malzeme Ofisi (DMO) gibi kurumlar›n liberalizmle hiç bir ilgisi olmad›¤›n› söyler (1996: 193). Bu tarz devlet kurulufllar›n›n belli bir siyasi stratejiyi yans›tt›¤› do¤rudur. Ama bu, ‹nsel’in düflündü¤ü gibi devletin kendi bafl›na her yere oldu¤u gibi iktisadi alana da hâkim olma stratejisi midir, yoksa belli bir siyasi proje etraf›nda birleflen ç›karlar do¤rultusunda oluflan bir strateji mi? Temel soru budur. ‹ktisa-

41


42

Demet Dinler

32 K‹T’leri devlet/toplum ve devlet/ekonomi iliflkisini düzenlemenin araçlar› olarak düflündü¤ümüzde bunlar› çat›flan s›n›flar aras›ndaki mücadelenin alan› olarak kavramak da mümkün. Farkl› projeler farkl› dönemlerde bu araçlar› kullan›yorlar. Yalman (2002: 16) 1960’l› y›llar ba¤lam›nda planlaman›n kendisini bir teknik süreç ya da devlet rasyonalitesi olarak de¤il de farkl› s›n›flar›n r›zas› için ifllevsel olan bir hegemonya ayg›t› olarak kavraman›n önemine iflaret ediyor.

di olan›n siyasi olandan ayr›flt›r›lamayaca¤›n› savunan ‹nsel, siyasal olan›n özgüllü¤ünü devlet rasyonalitesine atfetti¤i ölçüde bu iki alan aras›ndaki iliflkiyi iyice sorunlu hale getirir. DP’yi CHP’den farkl› k›lan tek olgunun DP dönemindeki söylem (özel sektörü gelifltirme) ve uygulama (daha fazla K‹T kurulmas›) aras›ndaki uçurum oldu¤unu belirten ‹nsel, kamu giriflimlerinin gittikçe artmas›n› iktidar›n kendini her yerde hissettirme arzusuyla aç›klar. Bu giriflimlerin farkl› dönemlerde farkl› toplumsal ç›kar ya da projelere hizmet etti¤ini (sanayileflmenin geliflmesi, tar›msal kapitalizmin geliflmesi); ayn› dönemde farkl› toplumsal ç›karlar›n ihtiyaçlar›n› ayn› anda gözetme ifllevi gördü¤ünü (bir yandan sanayi kârlar›n›n düflmemesine olanak tan›rken di¤er yandan sübvansiyonlarla ve destekleme al›mlar›yla köylü gelirinin korunmas›) kavrayamaz.32 Bu¤ra (1996) da benzer flekilde DP’nin politikalar›n› Türk liberalizminin paradoksu olarak tan›mlar. Bunun nedeni DP döneminde iktidar›n harcamalar› k›smak yerine sürekli enflasyonist politikalar izlemeyi tercih etmesidir. Bu yaklafl›mdaki birinci sorun enflasyonist politikalar›n pek çok liberal ülkede Keynesçili¤in do¤al sonucu olmas›d›r. ‹kincisi ve daha önemlisi bu enflasyonist politikalar devletin tercihi de¤il; DP’nin hegemonya projesine eklemlenen küçük köylülük gibi tar›m burjuvazisi gibi s›n›flara aktar›lm›fl kaynaklar›n sonucudur. Ayn› zamanda önceki dönemin projesine karfl› kendini konumland›ran ve bu karfl› konumlan›fl›n› kalk›nma vurgusuyla yapan bir iktidar›n söyleminin maddi temelini oluflturur. Öyleyse bu durumu Türkiye’deki hükümetlerin kendi irrasyonel ve popülist kayg›lar› olarak okumak m› yoksa devletin, hem farkl› sermaye gruplar› aras›ndaki çeliflkiler, hem de s›n›flararas› çeliflkilerle bafla ç›kma zorunlulu¤u üzerinden mi düflünmek daha anlaml›d›r? Burada kritik nokta, gelecek bölümde göstermeye çal›flaca¤›m üzere devletin bu çeliflkileri d›flar›ndan düzenleyen bir ayg›t de¤il, bizatihi bu çeliflkilerin bir parças› oldu¤udur. Bu nedenledir ki çeliflkiler süreklidir ve krize aç›kt›r.

4. 1980’ler: K›r›lma Noktas› ve Patrimonyal Devletin Süreklili¤i Aras›ndaki Gerilimde Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Sorunlar› 1980’lere gelindi¤inde ele ald›¤›m›z yaklafl›m aç›s›ndan çeliflkili bir durum söz konusudur. Türkiye tarihinin farkl› dönemleri aras›nda, uluslararas› sermayenin ve devletin yeniden yap›lanmas›na denk düfltü¤ü ve krize çözüm olarak neoliberal politikalar›n yaflama geçirildi¤i dönem oldu¤u için 1980’ler çok ciddi bir


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

dönüflümü ifade eder. Bu aç›dan yaflanan de¤iflimleri aç›klama çabas› ile niyet edilen dönüflümün gerçekleflememesini devlete özgü baz› geleneksel niteliklerin süreklili¤ine ba¤lama çabas› aras›nda süregiden bir gerilim bu dönemde devlet merkezli yaklafl›m› kullanarak yaz›lan çal›flmalara rengini verir. Farkl› düzeylerde kendini a盤a vuran bu gerilimleri üç noktada toplayabiliriz. Bunlardan birincisi güçlü devlet gelene¤ine ilk defa bu kadar fliddetli bir flekilde karfl› ç›kan gruplarla bu gelene¤i sürdürmeye çal›flanlar aras›ndaki olarak belirlenmifltir. Bu sadece kifliler aras›ndaki bir çat›flmadan ibaret de¤ildir; kendisi ayr› bir varl›k kazanm›fl olan devletin kendisi de¤iflimin önündeki en büyük engeldir. Bu dönem üzerine yazd›klar›nda Metin Heper, Fransa’ya göre ‘daha güçlü bir devlet gelene¤i’ olan Türkiye’de kamusal yaflam ve siyasi taleplerin toplumun kendisinden de¤il de devletle toplumun kesiflti¤i alanlardan kaynakland›¤›n› belirtir (Heper, 1991). 33 Kal›c› devlet rasyonalitesinin somut tezahürleri öncelikle iktisadi alanda kendini gösterir. 1980’lerde ihracat yönelimli stratejiyle devletin rolü de¤iflse de rantiyeci bir devleti besleyen genifl kamu sektörünün varl›¤› de¤iflmemifltir (Önifl, 1998a). Neoliberal reformlarla devlet müdahelesi azalt›lsa da siyasi rasyonalite pazar rasyonalitesinin önüne geçmeyi baflarm›flt›r. Patrimonyal devletin süreklili¤inin göstergesi uzun dönemli bir geliflmeyi sa¤layacak iktisadi politikalar›n siyaset taraf›ndan önünün kesilmesidir. Öte yandan siyasi partilerin de zihniyeti çok fazla de¤iflmemifltir. ANAP’›n bütçe d›fl› fonlar› ve yerel bütçeleri belli gruplara aktarmas› oy kayg›s›yla ilintilidir. Seçimlerde K‹T fiyatlar› düflürülmüfl, ücretler ise artt›r›lm›flt›r (Önifl, 1998b). Dikkat edilirse bu noktada da iki analiz düzeyinin birbiriyle iç içe ve birbirinin yerine geçebilecek flekilde kullan›ld›¤› görülecektir. Öncelikle ç›karlar›n› koruyan ve yenilikten kaçan bir rantiyeci devlet söz konusudur. Öte yandan siyasetçiler de oy kayg›s›yla (ki bu asl›nda Heper’in 1970’lerde kulland›¤› siyasi elit/devlet eliti aras›ndaki gerilimde siyasi elitleri suçlad›¤› noktad›r) yeniliklerin yap›lmas›n›n önünü t›kamaktad›rlar. Gerçek çeliflki nerededir? Devlet gelene¤i ve neoliberal politikalar aras›nda m›? Siyasetçiler ve neoliberal politikalar aras›nda m›? Her ikisi de mi? Görünen o ki baz› yerlerde biri, baz› yerlerde di¤eri, bazen de ikisi (devlet ve siyasetçilerin tavr› ayn› kefeye konularak) kastedilmektedir. Bürokraside yap›lan reformlar, neoliberal politikalar›n uygulan›fl›, bunlar›n hepsi birer çabad›r (ve bu çaban›n aktörleri çok net olmasa da iktisadi politikalar söz konusu oldu¤unda burjuva-

43

33 Burada Heper ilginç bir biçimde güçlü devlet formülasyonuna yöneltilebilecek önemli bir elefltiriye iflaret eder. “Güçlü” niteli¤i, Bat›daki devlete göre belirlendi¤i ölçüde bir baflka referans noktas› al›nd›¤›nda yine benzer bir nedenlerden baflka bir devlete de atfedilebilir. Örne¤in Türkiye Bat›daki devletlere göre daha güçlü görülebilir; Bat›n›n kendi içindeki ülkelerden örne¤in Fransa da ‹ngiltere’ye göre daha güçlü nitelendirilebilirdi. O takdirde “güçlü”, “daha güçlü”, “en güçlü” gibi tan›mlamalara gitmek gerekebilir ki bu da zaten sorunlu bir kavram olan “güçlü” nün içini boflaltacakt›r. ‹flte Heper bu tehlikeye düflmekte, Türkiye’yi aç›kça “daha güçlü” kategorisine sokmakta ve kavram karmaflas›na bir yenisini eklemektedir.


44

Demet Dinler

34 Bu durum devletmerkezci literatürde Güneydo¤u Asya ülkeleriyle bir karfl›tl›k iliflkisi içinde ifade edilir. Örne¤in Güney Kore’de devlet ihracat performans›na göre teflvik verirken ve bu yüzden önceki bölümlerde belirtti¤im gibi kalk›nmac› devlet olarak nitelendirilirken bkz. Evans (1992; 1999), Leftwich (1995), Türkiye gibi baz› ülkelerde ise siyasi iliflkilerin, popülizmin ve yolsuzluklar›n daha belirleyici oldu¤u söylenmektedir bkz. (Önifl, 1998). G. Kore örne¤inden hareketle yolsuzluklar›n devletin kendisinden kaynakland›¤› argüman›n›n bir elefltirisi için bkz. Hart-Landsberg ve Burkett (1998)

zi, siyaset söz konusu oldu¤unda toplumun bütünüdür) ama devlet gelene¤i ve siyasetçiler bu reformlar› engellemektedir. Peki neoliberal politikalar›n uygulay›c›s› siyasetçiler de¤il midir? Uygulamada yaflanan problemler sadece oy kayg›s›ndan m› kaynaklanmaktad›r? E¤er devlet gelene¤i bu kadar güçlüyse o zaman bürokrasideki artan liberal bürokratlar nereden türemifltir? Bu sorulara cevap bulmak devlet-merkezci yaklafl›m üzerinden pek de mümkün gözükmemektedir. Uygun cevaplar için sorular›n farkl› sorulmas› gerekti¤ini ileride savunmaya çal›flaca¤›m. ‹kinci gerilim ekseni devlet ve burjuvazi (ki burada genelde burjuvazi yerine ç›kar gruplar› kavram› tercih edilmektedir) aras›ndaki iliflkinin niteli¤ine dairdir. Buna göre 1980’lerdeki tüm de¤iflim iflaretlerine ra¤men Devlet Baban›n art›k rüfltünü ispatlam›fl ve hatta evden kaçm›fl çocuklar›na uygulad›¤› bask› de¤iflmemifltir. Osmanl›’dan beri devlete ba¤›ml› olan ve gücünü devletten alan özel sektörün durumunun 1980’lerde de devam etti¤i ileri sürülmektedir. Bu süreklili¤in örnekleri olarak ç›kar temsilinin siyasi partilerle kurulan yak›n iliflkilere s›ms›k› ba¤l› olmas› (Ergüder, 1991); TÜS‹AD’›n devletle olan iliflkisini yüksek kademeli bürokratlar arac›l›¤›yla kurmas› (Kalayc›o¤lu, 1991); verilen ihracat teflviklerinin siyasi tercihlerin sonucu flekillenmesi (‹lkin, 1991) verilmektedir. Özal’›n da istedi¤i kadar öncekilerden farkl› gözüksün, özellikle TÜS‹AD’la görüfl al›flveriflinde bulunmaktan ziyade sanayicileri bilgilendirmeyi tercih etti¤i söylenmektedir.34 Oysa Vitalis’in argüman› izlenirse, iktisadi faaliyetin siyasi iliflkilerin d›fl›nda olamay›fl›na flafl›rman›n kendisinin büyük bir yan›lg› oldu¤u farkedilebilir. Gerçekte bu teflvikler, neoliberalizmin öngördü¤ü sermaye birikimini sa¤layabilecek (örne¤in dünya ekonomisiyle eklemlenebilecek nitelikte) sermaye gruplar›na aktar›lm›fl; bu da sonuçta neoliberal reformlar›n toplumsal bir taban oluflturmas›n› sa¤lam›flt›r.35 Keyder’ göre (1998) de devletin keyfili¤inin kendisine getirdi¤i maliyeti çok fazla bulan bir burjuvazidir bu döneme rengini veren. O boynu bükük burjuvazinin neden birdenbire 80’lerde devlete baflkald›rabildi¤i sorusu problem de¤ildir, çünkü zaten güçlü devlet/zay›f burjuvazi ikileminin tarihsel süreklili¤i d›fl›nda bu yaklafl›m›n hiç bir tarih referans›, dolay›s›yla da tarihsel dinamik nosyonu yoktur. Keyder’e göre (1998: 41) 1980’lerdeki mücadele “otoriter, modernlefltirmeci ataerkil bir devlet ile modernist bir siyasal liberalizm ve yurttafll›k kavram›” aras›nda gerçekleflmektedir. Dolay›s›yla genel düzeydeki iktisadi politikalarda gözlenen-


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

de¤iflim çabas› ve buna karfl› gelifltirilen direnç aras›ndaki- gerilim devlet/burjuvazi iliflkisinde de söz konusudur. Bu sefer devlet gelene¤i ve özgürleflme aray›fl›ndaki burjuvazi aras›ndaki gerilim temel çeliflki olarak gösterilir. Sarkac›n ne tarafa do¤ru kayd›¤› konusunda farkl›l›klar olsa da gerilimin taraflar› konusunda devletmerkezci yaklafl›m aç›s›ndan tam bir uzlaflma vard›r. Üçüncü gerilim ekseni ise yine devlet ve toplum aras›nda konulmaktad›r. Merkezileflmifl devlet gelene¤ine karfl› zay›f sivil toplumun yapt›¤› mücadele bu dönemde öne ç›kmaktad›r (Önifl, 1998c). Merkez ve çevre gerilimi ya da devlet eliti/siyasal elit gerilimi aç›s›ndan da bir yenilik söz konusudur. Devlet elitleri (ki bu 1980’lerde daha ziyade askeri bürokrasidir) art›k özellikle ekonomik konularda üstünlü¤ü siyasal elitlere b›rakm›fllard›r. Bu da bürokrasinin s›n›rl› bir rol oynad›¤› liberal modele Türkiye’nin yak›nlaflt›¤›n› göstermektedir (Heper, 1987). Bu model önceki dönemlerde siyasete karfl› husumet besledi¤i iddia edilen bürokrasinin durumunda bir de¤iflime iflaret etmekle beraber bu de¤iflimin ard›nda yatan nedenlere dair hiçbir aç›klama getirilmemektedir. Öte yandan devletin toplum üzerinde mutlak egemenlik kurmas›n›n de¤iflmedi¤ini, bunun da Osmanl› patrimonyalizminin baz› özeliklerinin devam› niteli¤inde oldu¤unu düflünen ‹nsel’e göre (2001: 58, 57) “Ortada meflruiyetini toplumdan de¤il, kendinden alan bir devlet, devlet karfl›s›nda meflruiyeti olmayan c›l›z bir toplum ve gayrimeflru, ama o ölçüde de güçlü bir ‘alt toplum’ olmas›” derinleflen bunal›m›n göstergesidir. 1980’lerde devletin, gücün birden fazla grup (Milli Güvenlik, Kurulu, Emniyet Güçleri, Özel Tim, siyasi parti temsilcileri) aras›nda bölündü¤ü bir neo-feodal yap›ya dönüfltü¤ünü öne süren ‹nsel, temel gerilimi bu bask›c› devlet ayg›t›yla toplum aras›nda koymufltur.

5. Devleti Nas›l Kavramal›? Asl›nda karfl›laflt›¤›m›z problemlerin büyük bir k›sm› devletin nas›l kavrand›¤›yla ilgilidir. Devletin toplumdan ayr› rasyonel bir aktör olarak, kendinde bir özne ele al›n›fl›n›n getirdi¤i sorunlar vard›r. Devlet-merkezci yaklafl›m 1980’lerdeki dönüflümü kabul etmekle (ve hatta tehlikeli bir biçimde bunun nedenlerinin doyurucu bir analizini yapmadan dönüflümü veri almakla) beraber söz konusu dönüflümde devletin neyi engelledi¤ine bakmaya çal›flmaktad›r. Kurumsal dönüflümleri (bürokrasideki gibi) kabul ederken bir yandan da devletin hâkimiyetinin k›r›lamad›¤›n› anlat›r. Böyle bir bak›fl aç›s›, kurumsal dönüflümlerin niteli¤ini ve

45


46

Demet Dinler

35 Neoliberal reformlar›n toplumsal destekçisi olacak bir taban›n›n oluflmas›n›n gereklili¤i ve bunun araçlar›n›n Rusya’daki kapitalist dönüflüm üzerinden yap›lan bir analizi için bkz. Bedirhano¤lu (2002).

ard›ndaki dinamikleri aç›klamakta yetersizdir.35 Gözlemlenebilir kurumsal de¤iflimlere bak›lm›flt›r. Bunlar baflar›l› oldu¤u ölçüde toplumun/burjuvazinin vs. devlete karfl› zaferini simgelemekte; baflar›s›zl›¤a u¤rad›¤› ölçüde ise devlet gelene¤inin kendini devam ettirmesine ba¤lanmaktad›r. Bu kurumsal dönüflümler toplumun hangi kesimlerinin ne gibi ihtiyaçlar›yla örtüflmektedir? Ya da örne¤in kamu sektörünün artan büyüyüflü hangi s›n›fsal iliflkilerin yeniden düzenlenmesine denk düflmektedir? Ücretlerin yükselmesi ve azalt›lmas› siyasi popülizmle aç›klanabilir fleyler midir? E¤er devlet ve burjuvazi ya da siyaset/ekonomi, siyasetçiler/giriflimciler aras›ndaki ikilem devletçi zihniyetle yenilikçilik aras›ndaysa, liberal olarak nitelendirilse de, TÜS‹AD’› gerçek bir ç›kar grubu olarak tan›mad›¤› söylenen Özal, neden liberal görüflü temsil etti¤i söylenen “Eczac›bafl›’n›n verdi¤i bir konferans› öfkeyle terkederken gazetecilere genç Eczac›bafl›’n›n, ayn› babas› Nejat Eczac›bafl› gibi, modas› geçmifl devletçi fikirlerden kurtulup liberal ekonominin ilkelerini benimseyemedi¤ini” söylemifltir? (Cumhuriyet, 28 fiubat 1992’den aktaran Bu¤ra, 1996: 339). E¤er olgusal alandan bu yaklafl›m›n yapt›¤› ç›karsamalar› yine olgulara dayanarak çürütmek mümkünse ve sordu¤umuz sorulara cevap veremiyorsak, farkl› bir kavramsallaflt›rma için ipuçlar›n› nerede yakalayaca¤›z? Öncelikle devlet bir mücadele alan› olarak alg›lan›rsa 1980’lerdeki dönüflümün s›n›flararas› mücadelelerden ba¤›ms›z olarak kavranamayaca¤› bir gerçektir. Devletin sosyal görevlerinin azalmas› iflçi s›n›f› mücadelelerine karfl› burjuvazinin kârlar›n› yeniden korumaya yönelik olarak alg›lanabilir. Ancak devletin kendisi tek bir s›n›f ya da s›n›f fraksiyonunun arac› olarak görülemeyece¤inden dolay› da köylülük ve iflçi s›n›f›n›n artan tepkisine (ya da bu tepki somut olarak tezahür etmedi¤i zamanlarda da potansiyel bir tehdit oluflu) karfl› sübvansiyonlar›n ya da reel ücretlerin belli dönemlerde yüksek tutulmas› siyasi bir popülizmden çok toplumsal çat›flmalar›n azalt›lmas› için zorunlu bir ihtiyaçt›r da. Ancak bunun ne zaman yaflanaca¤› ucu aç›k bir sorudur. Devleti bir mücadele alan› olarak kavramak onun tek bir s›n›f›n arac›/nesnesi de olmad›¤› anlam›na gelir. Gerçekten de örne¤in bir tar›msal politikan›n belirlenmesinde farkl› s›n›f ve aktörlerin (küçük üreticiler, daha büyük ölçekte üretim yap›p iflçi çal›flt›ranlar, tar›msal ürünü tüketen çal›flan s›n›flar, IMF, TÜS‹AD, tar›m sektörüne girmek isteyen yerli ve yabanc› sermaye gruplar› ve bunlarla organik ba¤ içindeki IMF, TÜS‹AD gibi ör-


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

gütler) çat›flmalar› ve mücadele dereceleri belirleyicidir. Devlet bu çat›flmalar›n alan›d›r (hem merkezde hem de yerelde); hükümetler de bu gerilimin k›skac›nda politikalar›n› yönlendirip de¤ifltirirler. Ancak bu mücadele alan› bütün oyuncular›n eflit bir flekilde oyuna kat›ld›¤› bir saha de¤ildir. Devlet alan› bu aktörler aras›ndaki eflitsiz iktidar iliflkilerinin de yeniden üretildi¤i bir aland›r. Bu nokta tam da di¤er bir önermeye, devletin s›n›f iliflkilerinin bir parças›, toplumsal iliflkilerin bir biçimi oldu¤u önermesine götürür. Sayer’e göre devletin sivil toplumdan ayr›flmas›n›n kapitalist iktidar iliflkilerinin yeniden üretilmesi için gerekli bir ayr›flma oldu¤unu daha önce belirtmifltik. Burada eklenmesi gereken bu ayr›flman›n devletin özerk ve ayr›ks› bir entite (varl›k) olarak görülmesi anlam›na gelmedi¤idir. Tersine kapitalist iliflkilerin ald›¤› bir biçim olarak devletin burjuva karakteri (burada burjuva sözcü¤ü, burjuva s›n›f›n› oluflturan kiflilerin arac› olan bir devleti nitelendirmiyor, burjuva iliflkilerin parças› olan bir devlet kastediliyor) onun ayr›lmaz bir parças›d›r (Sayer, 1988). Wood’un da belirtti¤i gibi sermaye birikiminin devam›n›, burjuva iliflkilerin hâkimiyetinin devam›n› sa¤lamak ve bunun önündeki engelleri ortadan kald›rmak her kapitalist devlette görebilece¤imiz özelliklerdir. Ancak bu noktada devlet toplumsal çeliflkileri yukar›dan düzenleyen ayr› bir kurum olarak da alg›lanmamal›d›r. Tersine devlet bizatihi bu toplumsal çeliflkilerin bir momentidir (Bonefeld, 1993). Öyleyse devletin s›n›f karakteri ile mücadele alan› olma özelli¤ini nas›l birarada düflünebiliriz? Clarke’a göre (1991) s›n›f mücadelesinin sonucu olumsal de¤ildir, maddi birtak›m k›s›tl›l›klara ba¤l›d›r. Ama bu maddi k›s›tl›l›klar›n kendisi mücadeleye d›flsal de¤ildir. Ücret sözleflmesi kapitalist taraf›ndan kabul ettirildi¤i ölçüde bir gerçeklik, iflçi s›n›f› karfl› ç›kt›kça ise bir illüzyondan ibarettir (Clarke, 1991: 45). Ancak bu, devletin kendinde böylesi bir alan oldu¤u-yani orada bekleyen, önceden verili bir alan- anlam›na gelmez. Tersine bu alan›n kendisi s›n›f mücadelesi taraf›ndan yarat›l›r. Ancak devlet alan›n›n da bir s›n›rl›l›¤› vard›r. E¤er devlet yabanc›laflt›r›lm›fl ve fetifllefltirilmifl kapitalist iliflkilerin ald›¤› bir biçimse, kapitalizmin di¤er tüm formlar›na oldu¤u gibi devlet formuna da karfl› mücadele vermek gerekir. Yani Clarke’›n deyifliyle “hem devletin içinde hem de devlete karfl›” bir mücadele biçimi (Clarke, 1991: 60-61). Devleti en genel düzeyde toplumsal üretim iliflkilerinin ald›¤› bir biçim olarak tan›mlamak, gözlemlenir alanda hükümetin, bü-

47


48

Demet Dinler

36 Neoliberal politikalar›n, neoliberal söylemin aksine güçlü devlet eliyle yap›ld›¤›n› Thatcher ‹ngiltere’si ba¤lam›nda anlatan bir çal›flma için bkz. Gamble (1979). 37 Liberal-bireyci yaklafl›m için devlet sadece birey özgürlüklerini de¤il, piyasan›n iyi ifllemesini de tehdit etmektedir. Devletmerkezci yaklafl›msa kendinde bir piyasa fikrine karfl›d›r. Piyasa ancak kurumlarla birarada varolabilir Neoliberalizmin devlet-merkezci bir noktada elefltirisi için bkz. Önifl (1998). Öte yandan devleti ele al›fl tarz›ndaki yöntemsel farkl›l›klara karfl› baz› benzerlikler de bulmak mümkündür. Y›rt›c› hayvan (predatory) devlet kavram›n› devlet-merkezciler kalk›nmac› devletin karfl›s›na koymaktad›rlar (Evans, 1992). “Predatory state” burada kendi ç›karlar›n› maksimize eden ve toplumun kaynaklar›n› sömüren bir grubun yönetimidir (Evans, 1992: 149). Neoklasik ekonomi politik yaklafl›m›nda ise “predatory state” devletin do¤as› gere¤i sahip oldu¤u bir özelliktir, devletmerkezcilerin söyledi¤i gibi tarihsel olarak farkl›laflabilen bir özellik de¤il. Burada politik olana ekonomi lehine sürekli bir negatif anlam yüklenmektedir (Grindle, 1991). Yalman (2002) devletçi-kurumsalc› ve liberal bireyci yaklafl›mlar›n devlet/toplum ve devlet/piyasa iliflkisini d›flsal olarak kavrad›klar› ölçüde ortak bir yöntemsel sorunu yeniden ürettiklerini belirtir.

rokratlar›n yapt›klar›na bakman›n tek bafl›na (gerekli ama) yeterli olmad›¤› da görülebilir. Örne¤in kurumsal de¤iflimler ba¤lam›nda bürokrasinin rolünü ele alal›m. Günümüzde IMF’yle ayn› masaya oturan bürokratlar gerekli yap›sal reformlar› yapamad›¤› için sürekli siyasileri elefltirmekte ve sermayeyle ayn› talepleri savunmaktad›rlar. Öyleyse söylemler üzerinden ve devlet/burjuvazi, bürokrasi/burjuvazi vs. gibi ikilemler üzerinden bakt›¤›m›zda çok da fazla bir yere varmam›z mümkün gözükmemektedir. Özal-Eczac›bafl› örne¤i bu yüzden önemlidir. Özal neoliberal projenin temsilcisidir ve bir önceki dönemin devletçi söylemini y›kmak istemesi onun için bir zorunluluktur. Ama öte yandan devletin neoliberal projenin uygulanmas› için gerekli uygulamalar›n hayata geçirilme yeri oldu¤u düflünüldü¤ünde bu devlet ortadan kalkmayacakt›r.36 Özal’›n y›kmaya çal›flt›¤› daha çok belirli bir devlet biçimi ve onun denk düfltü¤ü s›n›f iliflkileridir.

6. Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Politik Sonuçlar› “Güçlü devlet gelene¤i” kavram›n› devlet-merkezci perspektif içinde kullananlar aç›s›ndan ironik bir durumla karfl› karfl›ya kalmaktay›z. Devlet-merkezci yaklafl›m neoklasik ve neoliberal yaklafl›mlar›n elefltirisiyle geliflse de özellikle 1980’lerin tarihsel ba¤lam›nda neoliberal söylemle ve dolay›s›yla liberal-bireyci bir bak›fl aç›s›yla güçlü devlet gelene¤inin elefltirisi üzerinden normatif düzeyde benzer bir pozisyon alm›flt›r.37 Zaten tam da bu yüzden yaz›n›n bafl›nda söyledi¤imiz elefltirinin yap›lmas›na ihtiyaç vard›r. Bu ihtiyaç kendini bu tarz bütün politik proje ve e¤ilimlerden ayr›flt›rmas› gereken sol için kendini dayatmaktad›r. Devlet/toplum ya da devlet/ekonomi karfl›tl›¤›n›n her analiz birimi için yeniden üretilmesinin politik sonuçlar›ndan birincisi, iktisadi alanda devletin popülist politikalar›na son vererek rasyonel ekonomi politikalar› izlemesinin önerilmesidir (Önifl, 1998). Evans (1992) neoliberal dönemde de devletin kalk›nmac› bir perspektifi olabilece¤ini ileri sürer. ‹kinci olarak siyasal alanda otoriter devlet gelene¤ine karfl› ç›kmak (Keder, 1998) ve devlete karfl› toplumun özerk alanlarda örgütlenmesi (‹nsel, 2001: 286) önerilir Peki temel çeliflkiyi devlet ve toplum aras›nda koyman›n sol aç›s›ndan politik düzeyde ne gibi sak›ncalar› var? Sungur Savran’›n sol liberalizme yöneltti¤i elefltiri burada da geçerlidir. S›n›flar aras›nda bir toplumsal iliflki biçiminde kavranamad›¤› için devlet (tan›mland›¤› ender durumlarda da) bir cihaz olarak ele al›n›r. Böy-


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

lece, ba¤›ms›z, s›n›flarüstü, bütün s›n›flar› ve toplumsal kategorileri ayn› biçimde ezen bir hayalet haline gelir. Nihayet, devletle s›n›flar aras›ndaki iliflkiler teorik alan›n d›fl›nda kal›nca, toplumla devlet aras›ndaki içsel ba¤›nt› kaybolur. Devletin toplumla iliflkisi d›flsal bir nitelik kazan›r: bir çeliflki olmaktan ç›kar, basit bir karfl›tl›k iliflkisine (antinomy) dönüflür. Oysa ‘siyasal iktidar’ sivil toplumdaki uzlaflmaz çeliflkinin bir ifadesidir.’ (Savran, 1986: 24-35, vurgular benim).

Wood benzer flekilde bask› alan› olarak devlet/özgürlükler alan› olarak sivil toplum ikili¤inin do¤ru olmad›¤›n›, bask›n›n sivil toplumun kurucu bir ö¤esi oldu¤unu ifade eder (1995: 255). Ancak devlet bir bask› alan› olarak toplumun karfl›s›na konuldu¤u zaman olas› muhalefet de toplumun bir bütün olarak kendisinden beklenir. Fakat yukar›da da belirtti¤im gibi toplum kendisinin s›n›fsal çeliflkilerin ve bask›n›n her çeflidini tafl›yan güç iliflkilerinin alan›yken devlet de bir toplumsal mücadele alan›d›r. Bunu farkl› alanlarda örneklendirmek mümkündür. Örne¤in uzun soluklu toplumsal mücadelelerin sonucunda elde edilmifl haklara bakal›m. Bunlardan sosyal güvenlik hakk› bir kez kazan›ld›¤›nda devletin vatandafllar›na vermek zorunda oldu¤u bir hak haline gelir. Bu durumda neoliberal dönemde burjuvazi sosyal güvenlik hakk›n› geri almak istedi¤i zaman devletin bu hakk› korumas›n› istemek gereklidir; çünkü “özgürlük mücadelesi kimi zaman devlette kazan›lm›fl olan mevzilerin kullan›lmas› yoluyla yürütülür” (Savran, 1986: 26) ve “çal›flan s›n›flar için devlet bir dizi olumsuzlu¤u temsil etmekle birlikte siyasal kazan›mlar›n da alan› olacakt›r” (Oyan ve fiengül, 1999: 711). Bu haklar› talep etmek ayn› zamanda kendi kârlar› ya da pozisyonu tehlikeye girecek burjuvaziye karfl› da gelmek demektir. Ancak önceki bölümde de belirtti¤im gibi burada devlet eflit oyuncular›n oynad›¤› bir saha de¤ilse, o halde devletten beklenen taleplerin s›n›rlar› da olacakt›r. Daha da ötesi devletin s›n›fsal karakterini a盤a koymak gerekecektir. Örne¤in özellefltirme tart›flmalar›nda kamulaflt›rmay› savunmak devletçi bir perspektiften de¤il sermayenin kâr›na karfl› eme¤in hakk›n› savunmak perspektifinden yap›lmal›d›r.38 Oyan ve fiengül (1999: 710) özellefltirme stratejisinin baflar›l› olmas›nda devlet/toplum karfl›tl›¤› üzerinden yap›lan analizin katk›s› oldu¤unu belirtmektedirler. Gerçekten de devlet iflletmeleri sürekli olarak devletin kendinden menkul özellikleri nedeniyle verimsiz olarak gösterilmeye çal›fl›lm›fllard›r. Yolsuzluk, bütçe ve kamu sektörünün borç yükü üzerine yap›lan tart›flmalar, devletin s›n›fsal niteli¤inin üstünün örtüldü¤ü ve politik mücadelede burjuva s›n›f›n›n ve kapitalist iliflkilerin hedef

49

38 Önceki bölümde de belirtti¤im gibi burada kendini devlet alan›na s›k›flt›ran bir siyasetten sözetmiyorum. Elbette ki sol hareketin hedefi hem kapitalist iliflkilerin hem de kapitalist devletin ortadan kalkmas›d›r. Ancak güncel olarak siyaset yapmak, s›n›fsal çeliflkileri a盤a ç›karmak ve emekçi s›n›flar›n somut ç›karlar› için mücadele etmek için bu alan önemlidir. T›pk› iktidar perspektifinin ve yönetime gelindi¤inde ne gibi politikalar uygulanaca¤›n›n önemli oldu¤u gibi.


50

Demet Dinler

39 Bu yaz›da bu yaklafl›m› 1990’lar›n bafl›nda sivil toplum tart›flmalar› üzerinden yeniden üreten sol-liberal yazarlara ayr›ca de¤inmedim. Devlet/sivil toplum ikili¤inin kuramsal temellerinin ve yöntemsel açmazlar›n›n analizi için bkz. Ozan (2000) ve Oyan ve fiengül (1999). 40 Toplumsal iliflkilerin bütünsel ve tarihsel bir analizinin yap›lmas›n›n siyasi aç›dan da toplumsal iliflkilerin bütünsel bir dönüflümünü gerçeklefltirmeye yönelmek gereklili¤i sav› için bkz. Ozan (2001).

olarak gösterilmedi¤i tart›flmalara iyi örneklerdir. Devlet patrimonyal/neo-feodal/rantiyeci vs. niteli¤iyle kendi ç›kar›n› maksimize etmeye çal›flan bürokrat ve siyasetçilerin alan› olarak gösterilmifltir. Elbette ki pek çok devlet ve siyaset adam› bu tarz yolsuzluklara kar›flmaktad›r. Ancak yolsuzluklar do¤rudan sermaye gruplar›n› da içeren, hatta onlar›n sermaye birikim, gerçeklefltirmesini (hayali ihracatlar arac›l›¤›yla örne¤in) sa¤layan bir süreçtir. Benzer bir biçimde devletin sürekli ya kendisi için harcamalarda bulundu¤u ya da popülist kayg›lar için belli kesimlere kaynak aktard›¤› argüman›na karfl› bütçenin bir toplumsal bölüflüm arac› oldu¤u noktas›ndan hareketle, bütçe içinde harcamalar›n hangi s›n›flar lehine kaynak aktar›ld›¤› deflifre edilmelidir. Gerçekten de kamu sektörünün küçülmek yerine büyümesi ve bütçenin de¤iflen kompozisyonu yine s›n›fsal iliflkilerin yeniden düzenlenifliyle ilgili bir olgudur. Kamu sektöründeki altyap› yat›r›mlar›n›n sermaye için ifllevsel olmas›; genelde devletin kendi irrasyonel politikalar›n›n sonucu olarak gösterilen bütçe aç›klar›n›n, faiz harcamalar›n›n, iç borçlanma mekanizmas› arac›l›¤›yla sermayeye kaynak transferi arac› olarak ifllemesi, bunun göstergesidir (Yeldan ve Köse, 1997). Belki bu yaz›da ele ald›¤›m›z ve Türkiye tarihini toplumsal mücadeleri hiçe sayarak yazan yazarlar›n bir k›sm›n›n sol aç›s›ndan hiç bir tahayyülleri zaten yoktur; ama 1980’lerde ve 1990’larda sol içinde yap›lan baz› tart›flmalar›n kendine temel ald›¤› argümanlar bu yaklafl›m›n içinden ç›km›flt›r.39 Üstelik yaklafl›m›n Ahmet ‹nsel gibi temsilcileri kendilerini “yeni bir sol tahayyül” ün kurucusu olarak görebilmektedirler. Bu nedenle solun do¤ru karfl› ç›k›fllar yapabilmesi için mücadelesine temel olan terimleri do¤ru seçmesi ve s›n›fsal çeliflkilerin ve sömürünün üstünü örten devlet/toplum karfl›tl›¤›n› reddetmesi flartt›r. Günümüzdeki toplumsal muhalefet eylemlerinde somut olarak burjuvazi ve onun ç›kar örgütleri yerine hedef olarak daha çok iktidar partilerinin, siyasetçilerin, yolsuzluklar›n hedef olarak gösterildi¤ine tan›k oluyoruz. Devletin de bir parças› oldu¤u burjuva iliflkilerin (kapitalist devlet, yabanc›laflm›fl çal›flma koflullar›, özel mülkiyet, çal›flma kavram›n›n kendisinin insani olmayan yönleri...vs.) bir bütün olarak dönüflümü ise daha fazla gözard› ediliyor 40 ‹flte bu nedenle Osmanl›’dan bugüne getirilen güçlü devlet gelene¤i bu iliflkilerin yendiden üretimini kolaylaflt›rd›¤› ölçüde sadece teorik düzeyde de de¤il politik olarak da terkedilmesi gereken bir kavramd›r.


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

Sonuç Bu yaz›da Türkiye’yi analiz ederken bir aç›klama arac› olarak kullan›lan “güçlü devlet gelene¤i” kavram› sorgulanmaya çal›fl›ld›. Toplumsal gerçekli¤i kavray›fl›m›zla politik projelerimiz aras›nda s›k› bir ba¤ oldu¤u düflüncesiyle, devlet/toplum iliflkisini d›flsal bir iliflki olarak görmenin hem yöntemsel hem de politik sorunlar›na de¤inildi. Alternatif bir çerçeve bu yaz›n›n konusu olmasa da, devletin kapitalist toplumsal iliflkilerin bir biçimi olarak, bir mücadele alan› olarak ve s›n›f karakteriyle beraber düflünülmesinin böylesi bir alternatif için ipuçlar› verebilece¤i önerildi. Bu ipuçlar›n› gelifltirerek, yöntemsel sorunlar üzerine daha fazla kafa yorarak, devlet/s›n›f, ekonomi/politika iliflkilerinin farkl› dönem ve alanlardaki analizini “tarihsel aç›dan temellendirilmifl ve kuramsal bilgiye dayanan” (Cammack, 1985: 15) somut örnek incelemeleri ile yapabilmek, bunu yaparken de bu yaz›da elefltirilen hâkim bak›fl aç›s›n› k›rabilmek çok daha uzun soluklu, kolektif ve disiplinleraras› bir çabay› gerektiriyor.n

51


52

Demet Dinler

Kaynakça Almond, G. (1988) “The Return to the State”, American Political Science Review, 82 (3). Barkey, K. (1991) “Comparative Perspectives on the State”, Annual Review of Sociology, 17, 523-549. Bedirhano¤lu, P. (2002) “Rusya’da Kapitalist Dönüflüm Süreci, Yolsuzluk ve Neoliberalizm, Toplum ve Bilim, 92. Blackbourn, D. ve G. Eley (1984) Peculiarities of German History, Oxford: Oxford University. Bonefeld, W. (1993) The Recomposition of the British State during the 1980’s, England: Dartmouth. Boone, C. (1994) “States and Ruling Classes in Africa”, Migdal, J. (der.), State Power and Social Forces: Domination and Transformation in the Third World içinde, Cambridge: Cambridge University. Boran, B. (1970) Türkiye ve Sosyalizm Sorunlar›, ‹stanbul: Tekin. Boratav, K. (1990) “Türkiye’de Devlet, S›n›flar ve Bürokrasi: Ça¤lar Keyder’in Düflündürdükleri”, Marksizm ve Gelecek, 3. Bu¤ra, A. (1996) Devlet ve ‹fladamlar›, ‹stanbul: ‹letiflim. Burkett, P. ve M. Hart-Landsberg (1998) “East Asia and the Crisis of Development Theory, Journal of Contamporary Asia, 28 (4). Callaghy, T. (1988) “State and the Development of Capitalism in Africa: Theoretical, Historical and Comparative Reflections”, Chazan, N. (der.), The Precarious Balance: The State and Society in Africa içinde, Boulder and Londra: Westview. Cammack, (1985) “The Political Economy of Contemporary Military Regimes in Latin America: From Bureaucratic Authoritarianism to Restructuring”, O’Brien, P ve P. Cammack, (der.) içinde, Generals in Retreat, Manchester: Manchester University Cammack, P. (1990) “Statism, New Institutionalism and Marxism”, Socialist Register. Cammack, P. (1992) “The New Institutionalism: Predatory Rule, Institutional Persistence and Macro Social Change”, Economy and Society, 21/4. Clarke, S. (1991) The State Debate, New York: St Martin’s. Eisenstadt, S. N. (1981) “The Kemalist Revolution in Comparative Perspective”, Kazanc›gil, A. ve E.

Özbudun (der.), Atatürk: Founder of a Modern State içinde, Londra: C. Hurst. Ergüder, Ü. (1991) “Agriculture: The Forgotten Sector”, Heper, M. (der.), Strong State and Economic Interest Groups, The Post-1980 Turkish Experience, Berlin New York: Walter de Gruyter. Evans, P. ve D. Rueschemeyer(1985) “Effective State Intervention”, Evans, P., Rueschemeyer, D. ve T. Skocpol (der.), Bringing the State Back In, Cambridge: Cambridge University. Evans, P. (1992) “State as Problem and Solution: Predation, Embedded Autonomy and Structural Change”, Haggard, S. ve R. Kaufman (der.), The Politics of Adjustment, International Constraints, D›stributive Conflicts and the State içinde, Princeton University. Evans, P. (1999) “Transferable Lessons? Re-examining the Institutional Prerequisties of East Asian Economic Policies, Akyüz, Y. (der.), East Asian Development içinde, New Perspectives. Faroqhi, S. (2001) Osmanl› Tarihi Nas›l ‹ncelenir?, ‹stanbul: Tarih Vakf›. Gamble, A. (1979) “Free Economy and the Strong State: The Rise of the Social Market Economy”, Miliband, R. (der.), Socialist Register Grindle, M. S. (1991) The New Political Economy, Positive Economics and Negative Politics”, Meier, G. (der.), Politics and Policy Making in Developing Countries: Perspectives on New Political Economy içinde, San Fransisco: ICS. Haldon, J. (1993) The State and Tributory Mode of Production, Londra: Verso. Heper, M. (1985) The State Tradition in Turkey, Walkington: Eothen. Heper, M. (1987) State and Public Bureaucracies: A Comparative and Historical Perspective, New York: Greenwood. Heper, M. (1991) “The State and Interest Groups with Special Reference to Turkey”, Heper, M. (der.), Strong State and Economic Interest Groups, The Post-1980 Turkish Experience içinde, Berlin New York: Walter de Gruyter. Heper, M. (1992) “The Strong State as a Problem for the Consolidation of Democracy: Turkey and Germany Compared”, Comparative Political Studies, 25(2), 169-194. Hirst, P. (1975) “The Uniqueness of theWest”, Economy and Society, 4 (4).


Türkiye’de Güçlü Devlet Gelene¤i Tezinin Elefltirisi

53

‹lkin, S. (1991) “Exporters: Favoured Dependency”, Heper, M. (der.), Strong State and Economic Interest Groups, The Post-1980 Turkish Experience içinde, Berlin New York: Walter de Gruyter.

and Class Formation in Zaire”, Chazan, N ve Rothchild, D. (der.), The Precarious Balance: The State and Society in Africa içinde, Boulder and Londra: Westview Press.

‹nalc›k, H. (199?) “Comments on Sultanism: Max Weber’s Typification of Ottoman Polity”, Princeton Papers on Near Eastern Studies.

Mann, M. (1985) “The Autonomous Power of the State: Its Origins, Mechanisms and Results”, European Journal of Sociology, 25: 185-213.

‹nsel, A. (1996) Düzen ve Kalk›nma K›skac›nda Türkiye, ‹stanbul: Ayr›nt›.

Mardin, fi. (1969) “Power, Civil Society and Culture in the Ottoman Empire”, Comparative Studies in Society and History, 11.

‹nsel, A. (2001) Türkiye Toplumunun Bunal›m›, ‹stanbul: Birikim. ‹slamo¤lu-‹nan, H. (1987) “Introduction: “Oriental Despotism in World-system Perspective”, ‹slamo¤lu-‹nan, H. (der.), The Ottoman Empire and the World Economy, Cambridge: Cambridge University. Jessop B. (1985) Nicos Poulantzas, Marxist Theory and Political Strategy, Londra: Mc Millan. Kalayc›o¤lu, E. (1991) “Commercial Groups: Love-Hate Relationship with the State”, Heper, M.(der.), Strong State and Economic Interest Groups, The Post-1980 Turkish Experience içinde, Berlin New York: Walter de Gruyter. Kansu, A. (1995) 1908 Devrimi , ‹stanbul: ‹letiflim. Kazanc›gil, A. (1981) “The Ottoman-Turkish State and Kemalism”, Özbudun, E ve A. Kazanc›gil (der.), Atatürk, Founder of a Modern State içinde, Londra: C. Hurst. Kuruç, B. (1993) Belgelerle Türkiye ‹ktisat Politikas›, Cilt 2, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi.

Mardin, fi. (1973) “Center-Periphery Relations: A Key to Turkish Politics?”, Daedalus, 102: 169-189. Mardin, fi. (1988) “Freedom in an Ottoman Perspective”, Heper, M ve Evin, A. (der.), State, Democracy and Military in Turkey in the 1980s içinde, Berlin and New York: Walter de Grueyter. Mardin, fi. (1992) “Türkiye: Bir Ekonomik Kodun Dönüflümü”, Türköne, M ve T. Önder, T.(der.), Türk Modernleflmesi: Makaleler 4 içinde, ‹stanbul: ‹letiflim. Mardin, fi. (1995) “Civil Society and Islam”, Hall, J. (der.), Civil Society: Theory, History, Comparison içinde, Cambridge: Polity. Mardin, fi. (1998) “Modern Türk Sosyal Bilimleri Üzerine Baz› Düflünceler”, Bozdo¤an, S ve R. Kasaba (der.), Türkiye’de Modernleflme ve Ulusal Kimlik içinde, ‹stanbul: Tarih Vakf›, 54-70. Migdal, J. S. vd., (1994) State Power and Social Forces; Domination and Transformation in the Third World, Cambridge: Cambridge University. Mooers, C. (1994) The Making of Bourgeois Europe, Londra: Verso.

Keyder, Ç (1982) Dünya Ekonomisi ‹çinde Türkiye (1923-1929), Ankara: Yurt.

Oyan, O. (1998) Feodalizm ve Osmanl› Tart›flmalar›, Ankara: ‹maj.

Keyder, Ç. (1987) Türkiye’de Devlet ve S›n›flar, Ankara: Yurt.

Ozan, E. D. (2000) Towards a Non-Dualistic Understanding of State-Civil Society Relations,. Deriving Insights from Realist-Relational Perspective, Yay›nlanmam›fl Yüksek Lisans Tezi, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Keyder, Ç. (1998) “1990’larda Türkiye’de Modernleflmenin Do¤rultusu”, Kasaba, R ve Bozdo¤an, S. (der.) Türkiye’de Modernleflme ve Ulusal Kimlik içinde, çev. N. Elhüseyni, ‹stanbul: Tarih Vakf›. Leftwich, A. (1995) “Bringing Politics Back in: Towards a Model of the Developmental State”, The Journal of Development Studies, 31 (3). Leys, C. (1996) “African Capitalists and Development”, The Rise and Fall of Development Theory içinde, Indiana University. Mac Gaffey, J. (1988) “Economic Disengagement

Ozan, E. D. (2001) “Sosyal Bilimlerde Gerçekçi‹liflkisel Yaklafl›m›n Anahatlar›”, Praksis, 3. Ökçün, G. (1997) ‹zmir ‹ktisat Kongresi 1923- ‹zmir Haberler-Belgeler-Yorumlar Bütün Eserleri: 4, Ankara: SPK Önifl, Z. (1998) State and Market: The Political Economy of Turkey in Comparative Perspective içinde, ‹stanbul: Bo¤aziçi University.


54

Demet Dinler

Önifl, Z. (1998a) “Redemocratization and Economic Liberalization in Turkey: The Limits of State Autonomy, State and Market: The Political Economy of Turkey in Comparative Perspective içinde, ‹stanbul: Bo¤aziçi University, 239-259. Önifl, Z. (1998b) “The Political Economy of Turkey in the 1980s: the Anatomy of Unorthodox Liberalism”, State and Market: The Political Economy of Turkey in Comparative Perspective içinde, ‹stanbul: Bo¤aziçi University, 183-196. Önifl, Z. (1998c) “The State and Economic Development in Contemporary Turkey: Etatism to Neoliberalism and Beyond”, State and Market: The Political Economy of Turkey in Comparative Perspective içinde, ‹stanbul: Bo¤aziçi University, 455-476. Özbudun E. ve A. Kazanc›gil (1981) “Introduction”, Kazanc›gil, A ve E. Özbudun (der.), Atatürk: Founder of a Modern State içinde, Londra: C. Hurst.

Sugar, P. (1964) “Turkey”, Ward, R.E. ve D. A. Rustow (der.), Political Modernization in Japan and Turkey, Princeton: Princeton University. fiengül, T. (2001) “Türkiye’de Kentsel Geliflimin ‹zledi¤i Yol Üzerine: Bir Dönemleme Giriflimi”, Kentsel Çeliflki ve Siyaset, Kapitalist Kentleflme Süreçleri Üzerine Yaz›lar, ‹stanbul: Demokrasi Kitapl›¤›. fiengül, H. T: ve O. Oyan (1999) “Sivil ToplumDevlet ‹liflkisi Üzerine Düflünceler”, Türk-‹fl Y›ll›¤›, 2, Ankara: Türk-‹fl. Toprak, Z. (1982) Türkiye’de ‘Milli ‹ktisat’, Ankara: Yurt. Trimberger, E. K. (1978) Revolution from Above: Military Boreaucrats and Development in Japan, Turkey, Egypt and Peru, New Brunswick, N.J: Transaction Books. TÜS‹AD (2002) Konjonktür, 32: 1, www.tüsiad.org.tr.

Özman, A ve S. Coflar (2001) “Siyasal Tahayyülde Devletin Belirleyicili¤i: Metin Heper Çal›flmalar› Üzerine Bir ‹nceleme”, Do¤u Bat›, 16: 21-97

Turner, B.S. (1984) Marx ve Oryantalizmin Sonu, çev. H.Ç. Keskinok, Ankara: Kaynak

Poulantzas, N. (1977) “Kapitalist Devlet: Miliband ve Laclau’ya Cevap”, R. Miliband, Poulantzas,N ve E. Laclau, Kapitalist Devlet Sorunu içinde, çev. Y. Berkman, ‹stanbul: Birikim.

Vitalis, R. (1994) “Business Conflict, Collaboration and Privilege in Interwar Egypt”, Migdal, J., V. Shue ve A. Kohli (der.), State Power and Social Forces: Domination and Transformation in the Third World, Cambridge: Cambridge University.

Remmer, K. (1997) “Theoretical Decay and Theoretical Development, the Resurgence of Institutionalist Analysis”, World Politics, 50: 34-61. Savran, S. (1986) Sol Liberalizm, 11. Tez, 2.

Weber, M. (1949) “Objectivity in Social Sciences”, Shils, E.A. ve H. A. Finch (der.), The Methodology of Social Sciences, Free Press of Glencoe.

Sayer, D. (1988) “The Critique of Politics and Political Economy”, Sociological Review, 33 (2).

Wood, E. M. (1991) “England, Capitalism and the Bourgeois Paradigm” Pristine Culture of Capitalism içinde, Londra: Verso.

Skocpol, T. (1985) “Bringing the State Back In: Analysis and Strategies in Current Research”, Evans, P., D. Rueschemeyer ve T. Skocpol (der.), Bringing the State Back In, Cambridge: Cambridge University.

Wood, E.M. (1995) “Civil Society and the Politics of Identity”, Democracy against Capitalism: Renewing Historical Materialism içinde, Cambridge: Cambridge University.

Sunar, ‹ ve S. Sayar› (1986) “Democracy in Turkey: Problems and Prospects”, O’Donnell, G., P. Schmitter, L. Whitehead (der.), An Introduction to Southern European Transition from Authoritarian Rule: Italy, Greece, Portugal, Spain and Turkey, Baltimore ve Londra: The John Hopkins University.

Yalman, G: (2002) “Tarihsel Bir Perspektiften Türkiye’de Devlet ve Burjuvazi, Rölativist Bir Paradigma m› Hegemonya Stratejisi mi?”, Praksis, 5.

Sunar, ‹. (1974) State and Society in the Politics of Turkey’s Development, Ankara: Ankara University of Political Science.

Wood, E. M. (2001) “‹liflki ve Süreç Olarak S›n›f”, çev. A. Aytekin, Praksis, 1, 92-119.

Yeldan, E. ve A. H. Köse (1997) “D›fla Aç›lma Sürecinde Türkiye Ekonomisinin Dinamikleri”, Toplum ve Bilim, 77.


Praksis 9

| Sayfa: 55 - 92

Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine Alternatif Bir Çerçeve Denemesi Zafer Y›lmaz

üreselleflme ve ulus devlet tart›flmalar›n› yürüten iktisat ve siyaset bilimcilerin bir k›sm› için e¤er 1960’lar “muzaffer” devletlerin dönemi idiyse, 1980’ler de “muzaffer” piyasalar›n devletler karfl›s›nda zaferini ilan etti¤i dönemdir. Yine bu anlat›da liberal pozisyonu benimseyenler için 1980’ler Keynesçi politikalarla “bast›r›lm›fl olan” piyasalar›n dönüflüne iflaret eder; iddia odur ki piyasa güçleri yeni sa¤ politikalar› uygulayan hükümetlerin iktidara gelifli ile birlikte muharebenin ikinci aya¤›n› kazanarak iktidar›n› ilan etmifltir. Daha elefltirel bir pozisyonu benimseyenler ise ya bu sürecin kendisinin devletler eliyle yürütüldü¤üne ya da olumsuz sonuçlar›na iflaret etmektedir. Bütün bu anlat›da aç›kça görülebilece¤i gibi, devletler ve piyasalar birer aktör durumuna yükseltilmifllerdir ve aç›klamaya kapitalist toplumsal iliflkilerin bu fetiflleflmifl biçimlerinden bafllanmaktad›r (Burnham, 2001).1 Türkiye’de de küreselleflme ve ulus devlet tart›flmalar›n›n bir ülke deneyiminde somutlanmas› ba¤lam›nda devam› niteli¤inde, son dönemde devlet ayg›tlar› aras› iliflkiler, ekonomi yönetimindeki de¤ifliklikler ve devlet/hâkim s›n›flar aras› iliflkiler üzerine tart›flmalar yürütülmektedir. Yürütülen bu tart›flmalar, k›smi olarak yukar›da iflaret etti¤imiz anlat›n›n s›n›rl›l›klar›n› tafl›maktad›r ve bu tart›flmalarda, üç temel eksiklik göze çarpmaktad›r: Birincisi, küreselleflme, kriz sürecinde uygulanan politikalar, örne¤in Merkez Bankas›n›n özerklefltirilmesi, d›flar›dan dayat›lan bir süreç gibi ele al›nmaktad›r. ‹kinci olarak, devletin s›n›f karakteri vurgulansa dahi, devlet bu süreçte sadece, ortak, adapte ya da ma¤dur

K

1 Devlet/Piyasa ikilemi sadece kuramsal düzeye ait bir ayr›m de¤ildir. Bu ayr›m›n bir hegemonya projesi içinde nas›l kuruldu¤una dair bkz Yalman (2002). Yalman’›n çal›flmalar› kuramsal düzeyde de bu ikilikler üzerinden analizin bafllat›lmamas› konusunda oldukça uyar›c›d›r. Bkz. Yalman (1997). Yine Fuat Ercan’›n çal›flmalar› bu tür ikilemlerden hareket edilmemesi gerekti¤ini vurgulamaktad›r. Bkz Ercan (2000)


56

Zafer Y›lmaz

2 Okurumuzu çok heyecanland›rmadan kimin hikayesinin anlat›ld›¤›n› belirtelim; çünkü modern kapitalizmde çokluk gibi birçok yeni hikaye kahraman› do¤mufltur. Sözü fazla uzatmadan iflçilere ve di¤er emekçilere: Marx’›n dedi¤i gibi “De te fabula narratur!” (Horace) yani “Anlat›lan senin hikayendir ” (Marx, 1978: 17)

olan, yekpare bir blok gibi ele al›nmaktad›r. Son olarak da, s›cak para hareketlerinin sadece bir sermaye hareketi olmaktan öte, dönüfltürücü bir toplumsal iliflki, ayn› zamanda gitti¤i yere tafl›d›¤› üretim iliflkilerinin hâkim biçimini de götüren bir iliflki oldu¤u yeterince vurgulanmamaktad›r. Bunun sonucu olarak da, Türkiye’de üretim iliflkilerinin hâkim biçiminin yerleflmesi ve yeniden üretimi sürecinde, uluslararas› finans sermayesi ile yerel finans kapital aras›ndaki özgül eklemlenmenin ve bu eklemlenme sürecinin sonucu olarak Türkiye’deki iktidar blo¤unda bu uluslararas› sermaye kesiminin ç›karlar›n›n temsilinin, devlet ayg›tlar› aras› iliflkilerin yeniden düzenlenmesinde oynad›¤› rol gözden kaçmaktad›r. Bu yaz›da saptanan bu eksikliklerden hareketle üç temel problem tart›fl›lmaya çal›fl›lacakt›r. Birincisi bütün bu süreci analiz ederken devleti yekpare bir blok ya da bir baflka deyiflle kendinden menkul bir özne ya da basitçe hâkim s›n›flar›n arac› olan bir nesne olarak de¤il de, bir iliflki olarak nas›l analiz edebilir ve devlet ve hâkim s›n›flar aras›ndaki iliflkiyi bir d›flsall›k iliflkisi olarak görmeden, devletin kendisini s›n›f iliflkilerinin bir biçimlenmesi olarak nas›l kavrayabiliriz? Bu problem analizimizde devlet ve sosyal s›n›flar aras› iliflkinin nas›l ele al›naca¤› ile do¤rudan ilgilidir. ‹kinci olarak, içsel ve d›flsal ayr›m›na düflmeden, genel olarak 1980 sonras› devlet yap›lar›nda meydana gelen de¤ifliklikleri nas›l ele alabiliriz? Bu sorumuzun yan›t› ele ald›¤›m›z politikalar›n Türkiye’de hayata geçirilme sürecinin nas›l analiz edebilece¤i ve küreselleflme ve devlet üzerine olan saptamam›z›n Türkiye özelinde aç›mlanmas› ba¤lam›nda önemlidir. Son olarak da, Türkiye’de devlet ve toplumsal s›n›flar iliflkisinin ve devletin kendisinin yeniden yap›land›r›lmas› sürecine yo¤unlafl›rken, sermayeler aras› eklemlenme ve hâkimiyet iliflkilerini analize nas›l dahil edebiliriz? Yaz› bafll›ca üç bölümden olufluyor. Yaz›n›n teorik k›sm›nda sözü edilen problemlere yan›t verebilmek için, Poulantzas’›n iliflkisel devlet anlay›fl›na yer veriliyor. Bu teorik bölüm, Poulantzas’›n ne günümüzün büyük büyük yazarlar› gibi cafcafl› edebiyat tümceleri döktürdü¤ü, ne de isminden baya¤› çok oldu¤u anlafl›lan “çokluk”gillerin (multitude) hikayesinin anlat›ld›¤›,2 unutulmaya yüz tutmufl bir dille yaz›lm›fl kitaplar›n›n (çünkü, ekonomi politi¤in elefltirisinin diliyle yaz›lm›fllard›r) bir de¤erlendirilmesi. Bu nedenle okurun, ilk önce Poulantzas’›n devlet kuram›n›n temel tafllar›n›n ele al›nd›¤› ve de¤erlendirildi¤i bir patikadan geçmesi gerekiyor. Bilindi¤i gibi, ilk dönem eserlerinde yap›sal-


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

c›l›k taraf›ndan Marksist çerçeve içinde kalarak ekonomi ve siyaseti birbirinden ay›ran sütunlar› tafl›maya çal›flan Poulantzas3, daha sonra bu yap›salc› analizin eksiklikleri ile yer yer yüzleflerek iliflkisel bir devlet analizine yönelmifltir. Bu bölümde bu iliflkisel analiz aç›k k›l›nmaya çal›fl›lacak. Fakat önce Poulantzas’›n yap›salc› döneminde “göreli özerklik”, “iktidar blo¤u” gibi temel kavramlar›n›n içini nas›l doldurdu¤u gösterilecek, daha sonra iliflkisel devlet anlay›fl› ele al›nacak ve son olarak da, Poulantzas’›n teorik çerçevesinin içerdi¤i kimi gerilimleri tart›flan bir de¤erlendirme yap›lacak. Bu u¤rafltan sonra, okuru do¤rudan küreselleflme tart›flmalar›nda devlet sorununun nas›l ele al›nd›¤›na ve Poulantzas’›n Ça¤dafl Kapitalizm’de S›n›flar kitab›nda sorunu 1970’lerde nas›l tart›flt›¤›na dair bir bölüm beklemekte. Bu bölüm, yukar›da de¤indi¤imiz problemlerin çözümü için, Poulantzas’›n geç dönem eserlerinde gelifltirdi¤i iliflkisel devlet analizinin ve Ça¤dafl Kapitalizmde S›n›flar kitab›n›n ikinci bölümünde ele ald›¤› sermayenin uluslararas›laflmas› ve ulus devlet iliflkisine dair kimi aç›l›mlar›n izini sürmekte. Son bölüm ise, hem devlet ayg›tlar›nda ve ekonomi yönetiminde meydana gelen de¤ifliklikleri, hem de üretim iliflkilerinin hâkim biçiminin Türkiye de üretiliflinde, sermayeler aras› eklemlenme iliflkisinin rolünü ele al›yor. Ayn› zamanda bu aç›l›mlardan hareket ederek, kriz süreci içindeki Türkiye’de, devlet ve sosyal s›n›flar aras› iliflkiye ve devletin yeniden yap›lanma sürecinde almakta oldu¤u yeni biçime dair kimi savlar da gelifltirmekte. Bütün bu bölümlerde, Poulantzas’›n iliflkisel devlet analizi ve sermaye hareketinin kendisini dönüfltürücü bir toplumsal iliflki daha do¤rusu bir iktidar iliflkisi olarak ele alan yaklafl›m›, teorik baz› t›kan›kl›klar› ve ard›nda s›n›f iliflkilerinin gizlendi¤i kap›lar› açacak anahtar bir rol oynamakta. Okura yaz› üstüne baflka ne diyebiliriz ki? Karl Marx’›n dedi¤i gibi “Hic Rhodus, hic salta”.4

Yap›salc› Devlet Kuram›ndan ‹liflkisel Analize Poulantzas’›n Devlet Kuram› Bu bölümde öncelikle Poulantzas’›n yap›salc› döneminde iktidar blo¤u, devletin göreli özerkli¤i ve devlet ve hâkim s›n›flar iliflkisini nas›l ele ald›¤›n› vermeye çal›flacak, daha sonra Poulantzas’›n geç dönem eserlerindeki farl›l›klara ve devletin kendisini s›n›flar aras› iliflkilerin bir biçimlenifli olarak nas›l gördü¤üne yo¤unlaflaca¤›z. Bu bölümün amac› Poulantzas’tan hareketle devletin, varl›¤› kendinden menkul bir özne ya da basitçe hâkim s›n›f-

57

3 Poulantzas’›n bu çabas›, yer kubbeyi ve gök kubbeyi ay›ran sütunlar› tafl›yan Atlas’›nki kadar zor bir ifltir. 4 “‹flte Rodos, hadi bakal›m atla” anlam›na gelen, zor durumda kalan iddial› bir rakibe karfl› kullan›l›r” (Savran, 1994: 27)


58

Zafer Y›lmaz

5 Bu bölümde Poluantzas’›n yap›salc› dönemini ele almam›z›n temel nedeni bu dönemle, Poluantzas’›n iliflkisel döneminde devlet ve hâkim s›n›flar iliflkisini kavray›fl tarz› aras›ndaki farkl›l›¤› ortaya koymak; çünkü bu farkl›l›k Poulantzas’›n daha sonraki dönemde gelifltirdi¤i çerçevenin yaz›da niçin kullan›ld›¤›n›n anlafl›lmas› aç›s›ndan da önem tafl›yor. Ayn› zamanda iktidar blo¤u gibi temel terimler Poulantas’›n analizlerinin anlafl›lmas› için merkezi önemdedir. Yoksa yaz›n›n ilerleyen bölümlerinde görülebilece¤i gibi Poulantzas’›n yap›salc› döneminde gelifltirdi¤i bütün kavramlar ihtiyats›zca kullan›lmamakta aksine elefltirilmektedirler. 6 Althusser’in temel kavramlar› için bkz. Althusser (1969), elefltirisi için bkz. Y›lmaz (2001). Ayn› sözleri Shumpeter, Marx ve Ricardo iliflkisi için kullanmaktad›r. 7 Jessop Poulantzas üzerine olan kitab›nda S‹TS’nin dahi tam olarak yap›salc›l›k içerisine s›¤d›r›lamayaca¤› konusunda ›srarl›d›r. Jessop, Poulantzas’›n Althusser’i “hâkimiyet alt›nda eklemlenmifl yap›” kavram›n› yeterince gelifltirememekle elefltirdi¤i yaz›lar›na referans vermektedir Bkz Jessop (1984). Yine belirtmek gerekir ki Poulantzas’›n yap›salc›l›kla iliflkisi basitçe bir Althusser takipçili¤ine indirgenemez .

lar›n bir nesnesi olarak de¤il de, s›n›flar aras› iktidar iliflkisinin bir flekillenmesi olarak görülmesi gerekti¤ini göstermek.5 Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi kitab›nda Avusturya’l› muhafazakar iktisatç› Joseph Schumpeter, Marksizmin özgül sentezinin politik olgularla ekonomik teoremleri birlefltirme girifliminde yatt›¤›n› belirtiyordu. Schumpeter bu birlikteli¤i “ekonomi ve siyasetin görkemli evlili¤i” olarak adland›r›yor; fakat ard›ndan ekliyordu: Zora dayanan bu evlilikte “ne ekonomi ne de siyaset nefes alabilmektedir” (Schumpeter, 1974: 46). Bu bölümde ele alaca¤›m›z Nicos Poulantzas iflte tam da bu noktada devreye girmektedir. Poulantzas’›n bu evlilikte özgül bir rolü vard›r. Poulantzas siyasetin ekonomi taraf›ndan so¤urulmas›na karfl› teorik bir mücadele vererek, bu izdivac›n “mutsuz bir aile”ye dönüflmesine engel olmaya çal›flm›flt›r. Siyasal alan›n bu izdivaçta mutlulu¤unu sa¤lamak için, kendi teorik pozisyonunu bir yandan siyaseti ekonomiye indirgeyen “ekonomizme” karfl›, öte yandan bütün düzeyleri afl›r› siyasallaflt›ran “tarihselci”lere karfl› konumland›ran Poulantzas, her iki pozisyona yönelik teorik bir mevzi savafl› vermifltir. Poulantzas erken dönem eserlerinde Louis Althusser’in Marx ‹çin’de ve Kapitali Okumak’ta olgunlaflt›rd›¤› çerçeveyi Marksist siyaset kuram›na uyarlam›flt›r denilebilir. Asl›nda Siyasal ‹ktidar ve Toplumsal S›n›flar’›n analitik mabedinde Althusser’in yan›s›ra, Antonio Gramsci, Karl Marx, Freidrich Engels ve V. I. Lenin’ de yerlerini al›rlar. Yine de bu ilk dönem eserlerinde Poulantzas’›n Althusser’in suya att›¤› yemi, kancas› ve oltas› ile birlikte yuttu¤u söylenebilir.6 Bu aç›k bir biçimde, afla¤›da da gösterece¤imiz gibi, Poulantzas’›n Yap›salc›l›¤›n üç temel noktas›n› sahipleniflinde görülebilir. Toplumsal formasyon-üretim tarz› ikili¤i, düzeyler teorisi ve bireylerin yap›lar›n tafl›y›c›s› olarak ele al›nmalar› gibi yap›salc›l›¤›n temel tafllar› Poulantzas’›n Siyasal ‹ktidar ve Toplumsal S›n›flar’›n›n (bundan sonra S‹TS) vazgeçilmez kutsal üçlüsüdür.7 S‹TS’de Poulantzas, üretim tarz› ve toplumsal formasyon aras›ndaki ikilikten hareket etmekte ve kapitalist üretim tarz›n›n özgül bir bölgesi olan siyasal olan›n bölgesel teorisini, Marx’›n Kapital’de ekonomik olan›n bölgesel teorisini üretti¤i gibi, üretmeyi amaçlamaktad›r8 (1976: 14-17). Siyasal›n bölgesel teorisini gelifltirme çabas›nda Poulantzas’›n iki teorik hasm› bulunmaktad›r: tarihselcilik ve ekonomizm. Poulantzas’›n bu kitab›nda karfl› ç›kt›¤› tarihselcilik (historicism), siyaseti tarih ile özdefllefltirmekte ve yap›n›n farkl› düzeyleri ile, kendi özgüllü¤ü, göreli özerkli¤i ve etkilili¤i olan toplumsal pratikleri; dinamik, tarihsel, politik veç-


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

helerine indirgemektedir (Poulantzas, 1976:38). Ekonomizm ise üstyap›y› ekonomik altyap›n›n görüngüsüne indirgerken, ekonomist ve teknisist bir kavramlaflt›rma ile türetilmifl olan üretici güçlere öncelik vermektedir. Kapitalizmde ekonomik ve siyasal düzeyler aras›ndaki iliflkiye yo¤unlaflan Poulantzas, bu iki görüfle karfl›, her iki düzeyin de özgül bir göreli özerkli¤inin bulundu¤unu ve bu göreli özerkli¤in siyasal olan›n bölgesel teorisini mümkün k›ld›¤›n› belirtmektedir (1976:29). Poulantzas buradan hareketle devletin kapitalizmdeki genel ifllevini a盤a ç›karmaya çal›fl›r ve devletin, toplumsal formasyonun düzeyleri aras›ndaki bütünlü¤ü korumak, bütünlük etkenini oluflturmak gibi temel bir ifllevi oldu¤unu belirtir. Devletin ifllevinin farkl› ekonomik, siyasal ve ideolojik kipleri (modality) olsa da, toplumsal formasyonun bütünlü¤ünü korumak, onun en temel ifllevidir (1976:50). Devletin bu temel ifllevi, onun üretim matriksi içindeki yeri taraf›ndan kendisine atfedilmifltir. Toparlarsak, Poulantzas S‹TS’de devleti, üretim tarz›n›n ve toplumsal formasyonun birlik ve varolufl ifllevini sa¤layan koflullar ile üretimin koflullar›n›n sürdürülmesini, devaml›l›¤›n› sa¤layan bir organizasyon olarak kavramlaflt›rmaktad›r (1976:50). Devlet, ayn› zamanda bir sistem olarak toplumsal formasyonun bütünsel dengesini düzenleyici bir etkendir. Fakat tam da bu temel ifllevi dolay›s›yla devlet, toplumsal formasyonun çeflitli düzeylerinin çeliflkilerinin yo¤unlaflt›¤› yap›d›r da. ‹flte bu düzeylerin çeliflkilerinin topland›¤› dü¤üm noktas› olmas› nedeniyledir ki, devlet ayn› zamanda toplumsal dönüflümün de odak noktas›d›r. (1976:45). Devletin bir di¤er ifllevi ise s›n›f mücadelesi ile iliflkisinde ortaya ç›kmaktad›r. Poulantzas devletin yasal-ideolojik üstyap›s›n›n, insanlar›n özgür ve eflit vatandafllar oldu¤u yan›lsamas›n› yaratarak, aralar›ndaki s›n›fsal iliflkileri gizleyici bir etki yaratt›¤›n› belirtmektedir (1976:130). Fakat ayn› devlet, kendisini mücadele eden farkl› ç›karlar›n üstündeki “genel ç›kar”›n bir temsilcisi olarak da sunmaktad›r. Bu ba¤lamda devletin ikili bir ifllevi vard›r. Devletin yasal-siyasal üstyap›s› s›n›flara da¤›t›lm›fl üretim tafl›y›c›lar›n› (trager) yasal-siyasal özneler durumuna dönüfltürürken, öte yandan bu yal›t›lm›fl öznelerin birli¤ini ulus-halk olarak temsil eder. Bu devlet ulusal-popüler-s›n›f devletidir (1976:137). Bunun ötesinde devlet ekonomik mücadelede yal›t›lm›fll›k ve rekabet iliflkisi içindeki burjuvazinin politik ç›karlar›n› genel ç›kar olarak resmeder ve onun siyasal birli¤ini egemen s›n›f olarak sa¤larken, hâkimiyet alt›ndaki s›n›flar›n politik organizasyonunu en-

59

8 Holloway ve Picciotto, Poulantzas’›n Marx’›n Kapital’de sadece ekonomik olan›n teorisini gelifltirdi¤i görüflüne fliddetle karfl› ç›kmaktad›r. Yazarlar, aksine, Marx’›n toplumsal üretim iliflkilerini bütünlü¤ü içinde analiz etmeyi amaçlad›¤›n›n alt›n› çizmektedirler. Bkz Holloway ve Picciotto (1971).


60

Zafer Y›lmaz

9 Çevirisi Bridges 1985, 355’den al›nm›flt›r

gelleyerek onlar› örgütsüz bir durumda tutar. Poulantzas’a göre tam da bu noktada devletin temel çeliflkisi do¤maktad›r: Kendisi gerçekte bir s›n›f devleti oldu¤u halde, o, kendisini tüm toplumun devleti olarak ‘nitelemekte’ ve kendi kurumlar› içinde kendisini, s›n›flara bölünmez, kurumsal yerleflikli¤i olan bir nesne gibi, toplumun “s›n›f devleti” (egemen s›n›flar›n devleti) olarak sunmaktad›r; bu çerçevede, devlet kendisini burjuva devleti olarak sunmakta, ancak bunu yaparken toplumun tüm mensuplar›n›n da ad› geçen s›n›f›n üyesi olduklar› izlenimini vermektedir (1976, 189)9

Poulantzas S‹TS’de, burjuvazinin kendi belirgin ç›karlar›n› siyasal ç›karlara dönüfltürme konusundaki beceriksizli¤inden s›k s›k söz eder. Burjuvazi sadece kendi politik partileri ile kendisini hegemonik organizasyon düzeyine yükseltme konusunda de¤il, ayn› zamanda hâkimiyet alt›ndaki s›n›flar üzerinde de hegemonya oluflturma konusunda da acizdir. Burjuvazinin fraksiyonlara ayr›flm›fl olmas›, kapitalist formasyonda küçük üreticilerin varl›¤›n› korumas›, iflçi s›n›f›n›n organize politik mücadelesinin varl›¤› ve yükselifli burjuvazinin bu zorlu¤u çekmesinin ard›ndaki nedenlerdir (1976: 284-285). Peki, bu ba¤lamda kapitalist devletin rolü nedir? Daha önce de belirtti¤imiz gibi Poulantzas burjuvazinin fraksiyonlara (sanayi, ticaret ve mali) bölünmüfl yap›s›ndan hareket etmektedir. Sermaye fraksiyonlar› Poulantzas için sadece sermayenin toplam sosyal döngüsünde farkl› sermayelerin farkl› ifllevlere yo¤unlaflmas› ile a盤a ç›kan bir bölünme ile s›n›rl› de¤ildir. Poulantzas ideolojik ve politik nedenlerle de fraksiyonlaflma e¤iliminden de söz eder. Buradaki hedefi do¤rudan mistifiye edilmifl yekpare bir blok olarak sermaye kavramlaflt›r›m›d›r. Vurgulanan ço¤ulluk ayn› zamanda, ço¤ul durumda bulunan üretim tarzlar›n›n bir tanesinin hâkimiyeti alt›nda eklemlenmesinden gelen hâkim s›n›flar›n ço¤ullu¤udur. Hâkim s›n›flar›n bu ço¤ullu¤undan hareketle Poulantzas, kapitalizmde s›n›f hâkimiyetinin özgül biçimine ulafl›r: iktidar blo¤u. Devlet, kurumlar› aras›ndaki karfl›l›kl› etkileflim arac›l›¤›yla, birkaç hâkim s›n›f veya fraksiyondan oluflan ve bunlardan birinin hegemonik rol fleklinde ifade edilebilecek tekil bir hâkim pozisyona sahip oldu¤u iktidar blo¤unu mümkün k›lar (1976: 141, 230). ‹ktidar blo¤u sermaye fraksiyonlar› aras› çeliflkilerin d›flland›¤› ve hâkim s›n›f ve fraksiyonlar›n birbiri içinde eridi¤i bir yap› olarak düflünülmemelidir. Tam tersine iktidar blo¤u hâkim s›n›flar ve fraksiyonlar›n›n “hâkimiyet alt›nda eklemlenmifl çeliflkili” birli¤idir (1976: 235, 237). Bu fraksiyonlar aras› ç›kar çat›flmas›n›n blok içinde varl›¤›n› sür-


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

dürmesi demektir. Ama son kertede, iktidar blo¤una rengini veren birliktir. Daha önce de belirtti¤imiz gibi iktidar blo¤u içinde bir s›n›f ya da fraksiyon hegemonik fraksiyondur10. Poulantzas’›n belirtti¤i gibi: Kapitalist devlet ve hâkim s›n›flar ya da fraksiyonlar› aras›ndaki iliflki, onlar› hegemonik bir s›n›f ya da fraksiyonun korumas› alt›nda siyasal birli¤e do¤ru iter. Hegemonik s›n›f ya da fraksiyon kendi ekonomik ç›karlar›n› siyasal ç›karlar haline getirerek ve iktidar blo¤undaki s›n›flar›n ya da fraksiyonlar›n genel ortak ç›karlar›n› temsil ederek, iktidar blo¤unda yer alan farkl› s›n›f ya da fraksiyonlar›n özgül bir çeliflki içindeki ç›karlar›n› kutuplaflt›r›r. ‹ktidar blo¤undaki s›n›flar›n ya da fraksiyonlar›n bu genel ç›kar› ekonomik sömürü ve siyasal tahakkümden oluflmaktad›r. (1976: 239)

Ayr›ca belirtilmelidir ki, iktidar blo¤u, s›n›flar aras› ittifaktan, birli¤in ve karfl›l›kl› fedakarl›klar›n, s›n›f mücadelesinin bütün alanlar›na ekonomik birlik, siyasal birlik hatta ideolojik birlik olarak “göreli” yay›lmas› ile ayr›l›r (1976: 241). Poulantzas’a göre, yukar›da verdi¤imiz devlet ve sosyal s›n›f11 lar aras› iliflkiler çerçevesinde devletin bu ifllevleri yerine getirebilmesi için olmazsa olmaz bir özelli¤e sahip olmas› gerekir: göreli özerklik. Göreli özerklik, devletin bütün ifllevlerini yerine getirebilmesinin, burjuvazinin uzun dönemli siyasal ç›karlar›n› koruyabilmek amac› ile hâkimiyet alt›ndaki s›n›flara k›sa dönemli ekonomik tavizlerde bulunabilmesinin ön kofluludur. Sadece bu nedenle de¤il, iktidar blo¤unun devlet taraf›ndan mümkün k›l›nmas› için de göreli özerklik sine qua non, yani olmazsa olmazd›r. Bu noktada Poulantzas, göreli özerlik tart›flmas›nda Bonapartizme referans verirken, Bonapartizmin kapitalist devletin genel bir karakteri oldu¤unu vurgulayarak onu genellefltirmektedir. Poulantzas için Bonapartizm, modern s›n›f mücadelesinin kapitalizmdeki politik biçiminin genel formudur. Marx’›n “Bonapartizm bütün burjuvazinin dinidir.” cümlesinden hareketle Poulantzas, Bonapartizmin sadece s›n›f güçleri aras›ndaki bir denge durumuna ya da geçifl aflamas›nda örtüflmeyen, tekabül etmeyen düzeylerin özerkli¤ine indirgenemeyece¤ini belirtir (1976: 259-272). Bu göreli özerkli¤in iki kural d›fl› durumu d›fl›nda, göreli özerklik kapitalist devlet kuram›n›n kurucu teorik özelli¤idir (1976: 258). Kapitalizmde siyasal olan›n ekonomiden farkl›laflmas› bu göreli özerkli¤in ön koflulu iken, devletin bütünlefltirici ve organize edici ifllevi bu göreli özerkli¤i do¤urur. Göreli özerklik (i) devletin temel ifllevinin hâkim s›n›flara karfl› ald›-

61

10 Poulantzas ayn› zamanda (i) iktidar blo¤unun parças› olan siyasal olarak hâkim s›n›flar ile (ii) siyasi partisi siyasi alanda hâkim pozisyonu iflgal eden Egemen s›n›flar (Ruling classes) ve (iii) devlet yönetiminden sorumlu olan s›n›f (class in charge of state), yani , siyasi, bürokratik, askeri vb. devlet ayg›tlar›n›n üst kademe personelinin geldi¤i s›n›f aras›nda da ayr›m yapmaktad›r. Bir di¤er önemli nokta da, burjuvazinin bir fraksiyonunun politik olarak hegemonik olmaks›z›n ekonomik olarak hâkim rol oynayabilmesidir (1974:23).


62

Zafer Y›lmaz

12 Türkçeye Portekiz, ‹spanya ve Yunanistan’da Geçifl Süreci olarak çevrildi. 13 Burada yer sorunumuzdan dolay› Miliband ile Poulantzas aras›ndaki tart›flmaya girmeyece¤iz. Bilindi¤i gibi egemen s›n›f ve kapitalist devlet aras›ndaki organik iliflkiyi kapitalist s›n›f üyelerinin do¤rudan devlet ayg›tlar›nda nas›l yer ald›klar›n göstererek ispat etmeye çal›flan Miliband’a karfl› Poulantzas’›n aktörlerin motivasyonlar› ya da toplumsal kökenleri yerine, devlet ve sosyal s›n›flar aras›ndaki düzenli ba¤lant›lar›n objektif yap›s›ndan, devletin yap›sal belirleniminden hareket edilmesi gerekti¤i elefltirisi ile bafllam›flt›r. Bkz. Poulantzas (1972; 1977) ve Miliband (1972; 1977) 14 Anderson’da Bat›’da Sol Düflünce kitab›nda Poluantzas’›n bu ayr›cal›kl› yerini kabul etmektedir. Bkz. Anderson (1982). 15 Poulantzas’›n bu tarz analizlerini tamamen terk etti¤i düflünülmemelidir. Miliband ve Laclau’ya yazd›¤› son cevab›nda da bu analizleri k›smi olarak sürdürmektedir bkz. (1977: 201-205)

¤› özel biçime ve (ii) varolan güçler aras›ndaki somut iliflkiye göre biçim al›r (1976: 286).

‹liflkisel Devlet Kuram› Daha önce belirtti¤imiz gibi erken dönem eserlerinde özel olarak S‹TS’de Althusser’in ad›mlar›n› takip eden Poulantzas, Faflizm ve Diktatörlük (bundan sonra FD) ile birlikte Althusser ile yollar›n› ay›rmaya bafllam›flt›r. Asl›nda ne FD’de ne de Diktatörlüklerin Krizi’12 kitab›nda henüz yap›salc› kal›nt›lar tamamen temizlenmifl de¤ildi. Bu iki eser de Poulantzas için Devlet ‹ktidar ve Sosyalizm’e ulaflmada ara basamaklard›r. Poulantzas bu iki eseri ile birlikte, Ralph Miliband taraf›ndan “yap›sal üst-determinizm”le13 suçlanan S‹TS’nin ruhsuz bedenine ruh vermifl, bir anlamda onu ifller hale getirmifl ve kendi devlet kuram›nda büyük bir ilerleme kaydetmifltir. Fakat bütün bu teorik ilerleme sürecinde, devlet ve toplumsal s›n›flar aras›ndaki iliflki üzerine olan perspektifini gittikçe gelifltirirken, unutmamak gerekir ki Poulantzas’›n mücadele etti¤i fley, hayaletler ve onlar›n yeryüzündeki temsilcileri de¤ildir. Poulantzas, alet çantas›ndaki en ince teorik ve stratejik kavramlar›n› do¤rudan s›n›f mücadelesinin içinde edinmifl ve gelifltirmifltir. Politik pozisyonunu oldukça tart›flmal› olsa bile (bu konuya ileride Avro-komünizm ile ba¤lant›s›nda dönece¤iz), bu s›rad›fl› Bat› Marksistinin bütün teorik faaliyetinde Frans›z ve Yunan Komünist Partileri’ni ve döneminin sendikal hareketlerini do¤rudan etkileme çabas› içinde bulunmas› ve bütün Bat› Marksistlerinin kitapl›klar›nda arka raflara itti¤i ekonomi politik üzerine ciddi çal›flmalar yaparak, bu gelene¤in ustalar›n›n üstüne titredi¤i biricik felsefelerini en az›ndan kendi çal›flmalar›nda taht›ndan indirmesi, takdir edilmeyi hak etmektedir.14 Martin Carnoy’un da belirtti¤i gibi Poulantzas erken dönem eserlerinde devleti s›n›flar aras› “istikrars›z bir uzlaflma dengesi”ni kuran etmen olarak temellendiriyor ve devlete siyasal olarak birlefltirici ve örgütleyici rolünü veren nedenler üzerine yo¤unlafl›yordu (Poulantzas,1976:192; Carnoy,1984).15 Fakat daha sonra Poulantzas, devleti bir mücadele alan›, s›n›flar aras›ndaki güçler dengesinin yo¤unlaflt›¤› bir alan olarak kavramsallaflt›rd›. Bu ba¤lamda devlet, tam da içsel yap›s›nda s›n›f mücadelesini cisimlefltirmekte, s›n›f iktidar› oluflumunun organik bir parças› haline dönüflmektedir. Poulantzas’›n asl›nda yan›t arad›¤› soru fludur: Yöneten ve yönetilen s›n›flar aras›ndaki çeliflkiler, kendilerinden bu kadar kopmufl bir devlet ayg›t›n› nas›l etkileyebilmektedirler? (1981:63). Bu


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

soruya cevap verebilmek için Poulantzas devlet ve sosyal s›n›flar aras›ndaki iliflkiyi bir d›flflall›k iliflkisi olarak gören anlay›fl› elefltirir. Bu görüfle göre s›n›f çeliflkileri tamamen devlet ayg›t›n›n d›fl›nda gerçekleflir ve bu çeliflkiler ya yekpare bir blok olarak görülen devleti tahakküm alt›na al›rlar ya da devletin kendisi bu çeliflkilerin üstünde bir yerde durmaktad›r. Poulantzas’›n ifadesi ile burjuva ideolojisinin tipik bir özelli¤i olan bu görüfl, Marksist devlet kuram› üzerinde de etkili olmufltur. Bu sorunsal çerçevesinde devlet ya özne ya da nesne olarak kabul edilmektedir. Devlet bir özne olarak görüldü¤ünde “sivil toplumdan gerçekten ayr› duran, bildi¤imiz Hegelci devlet anlay›fl›na var›r›z ve buna göre de devlet atomize olmufl bireyler karfl›s›nda genel iradeyi temsil eden ve kendi içinde ak›lc›l›k ö¤esi tafl›yan bir öznedir” (1981: 63). Nesne olarak gördü¤ümüzde ise araçç› devlet kuram›na var›r›z. Bilindi¤i gibi araçç› devlet kuram› devleti “do¤as› gere¤i hâkim s›n›flar taraf›ndan istenildi¤i gibi kullan›lan bir araç olarak görmektedir”. Her iki görüfl de devlet ve s›n›flar iliflkisini birbirinden ayr›flm›fl birimlerin d›flsal iliflkisi olarak kurarlar. Bu “sorunsalda”, “s›n›flar›n devlet üzerine etkinli¤i yaln›zca d›flar›dan ve de¤iflik “nüfuzlar›n” arac›l›¤›yla yap›labilen her birinin devletin bir parças›n› ya da bazen bütününü ele geçirmesi fleklinde meydana gelen bir eylem olarak görülmektedir...devletin iç çeliflkilerinin de anlafl›lmas›n› olanaks›z k›lan bizzat bu görüflün kendisidir...” (1981: 64). Asl›nda devlet ne bir özne ne de bir nesnedir. Poulantzas’›n belirtti¤i gibi: ... devletin iç çeliflkilerinin de anlafl›lmas›n› olanaks›z k›lan, bizzat bu görüflün kendisidir. Gerçekte devlet, hiç bir durumda ne bir özne ne de bir nesne de¤ildir. Devlet do¤as› icab› daima bir iliflkidir, t›pk› sermayenin oldu¤u gibi. Daha kesin bir deyiflle, Devlet içerisinde özgül biçimde d›fla vurulan, s›n›flar aras›ndaki güçler dengesinin yo¤unlaflm›fl halidir. Nas›l sermaye daha bafllang›çta sermaye ve ücretli emek çeliflkisini kendi içerisinde tafl›rsa s›n›f çeliflkileri de devletin ta içinden geçerler, çünkü devlet kendi do¤as› bak›m›ndan bir s›n›f devleti oldu¤u için, bu çeliflkileri gene kendi içerisinde yeniden üretir. Bunun anlam› da s›n›f çeliflkilerinin daima, özgül bir flekilde, devletin içersindeki iç çeliflkiler olarak d›fla vurulmas› demektir, ve bu bak›mdan devlet çatlaklardan yoksun yekpare bir blok de¤ildir, hiç bir zaman da olamaz. Elbette, devletin egemen s›n›f ya da fraksiyonun ç›karlar›n› temsil etmesine iliflkin olarak devlet gücünün bir bölünmezli¤i vard›r ama bütün bunlar devletin çatlaks›z, yekpare bir blok oldu¤u fikrini yaratmamal›d›r. (1981:64)

63


64

Zafer Y›lmaz

16 Son kitab›nda Poulantzas, ‹flçi s›n›f› ile burjuvazi aras›ndaki çeliflkinin devlet ayg›t›nda ifadesini tam olarak nas›l buldu¤unu aç›klamamakla beraber, “kitlelerin devlet a¤lar› içinde her zaman sahip olduklar› yayg›n direnifl merkezleri”nden bahsetmektedir. Daha sonra de¤inece¤imiz gibi bu iddian›n siyasal strateji aç›s›ndan önemli sonuçlar› vard›r (Poulantzas,1990: 36). 17 Poulantzas kurumlar›n iktidar›n kullan›lma alanlar› olarak görülmesini elefltirmekte ve devlet iktidar› ile s›n›f iktidar› aras›ndaki ayr›m› reddetmektedir (Poulantzas, 1977:206)

Poulantzas bu formülasyonu ile birlikte nesne/araç olarak devlet ve özne olarak devlet sorunsal›n›n sahte açmaz›ndan kurtulmakta ve devleti bir iliflki, veya daha “belirgin olarak mücadele eden s›n›flar›n aras›ndaki iktidar iliflkisinin bir flekillenmesi” (Vurgular ZY.) olarak görmektedir (1977: 209). Poulantzas’›n amac› s›n›flar aras›ndaki mücadele ve çeliflkinin devlet ayg›tlar› aras›ndaki iliflkide biçimlenifl, ifade bulufl tarz›n› a盤a ç›karmakt›r. Asl›nda askeri diktatörlükler bile yekpare bloklar de¤ildirler ve bu rejimlerin çeflitli ayg›t ve dallar› iktidar blo¤unun de¤iflik kesimlerinin devlet içerisinde ve özellikle de hâkim ayg›t olan silahl› kuvvetlerde yer almalar›na, aralar›ndaki çeliflkileri kendi iç çeliflkileri olarak yans›tmalar›na izin verir (1981: 38). Bu formülasyonda iki sorunun daha cevaplanmas› gerekiyor: Bir tanesi iflçi s›n›f› ile olan çeliflkilerin burjuva devletinde ifadesini nas›l buldu¤udur. Bir di¤eri ise, çeliflkilerin devlet ayg›tlar›nda bu biçimlenifli karfl›s›nda devlet iktidar›n›n birli¤inin nas›l sa¤land›¤› ve devletin göreli özerkli¤ine ne oldu¤udur. Poulantzas çeliflkilerden bahsederken asl›nda hâkim s›n›f ve fraksiyonlar› aras›ndaki çeliflkiye yo¤unlaflt›¤› için, birinci sorunun cevab›n› do¤rudan ele almaz ve sadece iflçi s›n›f› ile olan çeliflkilerin burjuva devletinde belirli bir mesafede ifade buldu¤unu ve devlet içerisinde yeniden üretilmelerinin son derece dolayl› oldu¤unu belirtir. (1981: 82)16. ‹ktidar blo¤undaki hâkim s›n›flar, (hegemonya sahibi) s›n›f ya da fraksiyonun iktidar›n›n bölünmezli¤i anlam›na gelen devlet iktidar›n›n birli¤i (çünkü Poulantzas’a göre kurumlar›n kendilerinden menkul bir iktidar› olamaz ve kurumlar güçlerini içlerinde s›n›f güçlerinin kristalize olmas›ndan al›rlar),17 bu hegemonik s›n›f ya da fraksiyonun gücünü ve örgütlenmesini kapsayan tekil ayg›t ya da dallar›n, devletin di¤er ayg›t ya da dallar› üzerinde çeliflkili bir hâkimiyet kurmas› yoluyla meydana gelir (1981:82). Devlet ayg›tlar›n›n bu çeliflkili ve “hâkimiyet alt›nda eklemlenmifl yap›”s› göreli özerkli¤i de ortadan kald›rmaz. Tam tersine, devletin bir iliflki olmas›ndan dolay› göreli özerklik, devlet yap›s› kendi içerisinde aç›mlanan ve özgül bir tarzda yo¤unlaflan s›n›f mücadelesi ve s›n›flar aras› çeliflkilerin sonucu oldu¤u ölçüde, bizzat bu yap›n›n içine kaz›nm›flt›r (1979:161). Göreli özerklik, devletin bir s›n›f ya da fraksiyonunun egemenli¤indeki iktidar blo¤unu siyasal olarak birlefltirmesi için olmazsa olmazd›r ve kapitalist devletin göreli özerkli¤i “farkl› toplumsal s›n›flar aras›ndaki çeliflkili iktidar iliflkilerinden kaynaklanmaktad›r” (1977:


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

213,207). Fakat Poulantzas bu göreli özerkli¤in genel teorisini üretmek gibi bir amac› olmad›¤›n› belirtir. En ileri formülasyonunda devletin göreli özerkli¤ini de s›n›f mücadelesi ile iliflkisi içinde ele al›r: Devletin göreli özerkli¤inin derecesi, kapsam›, biçimleri vb...(ne kadar göreli ve nas›l göreli) ancak...belli bir kapitalist devlet ve buna tekabül eden s›n›f mücadelesinin belli bir konjonktürü (iktidar blo¤unun özgül görünüflünü, bu blok içindeki egemenlik derecesi, bu blo¤un bölümleri ile burjuvazinin ve iflçi s›n›f›yla onu destekleyen s›n›flar›n iliflkileri vb.) ele al›n›nca incelenebilir (1977: 204).18

Yukar›da verdi¤imiz bu iliflkisel iktidar kavramlaflt›rmas›nda Poulantzas, art›k kapitalist devletin s›n›flar taraf›ndan nas›l kullan›ld›¤› sorununu bir kenara b›rakm›fl ve onun s›n›f do¤as›n› a盤a ç›karm›flt›r. Devletin kendisini güçler aras› iliflkilerin yo¤unlaflmas› olarak konumland›r›rken, ayn› zamanda devleti “karfl›l›kl› çeliflkileri ve yer de¤ifltirmeleri eklemleyen ve aç›mlayan stratejik bir alan ve birbirlerini kesen iktidar a¤lar›n›n bir süreci” olarak kavramaktad›r. Bu kavramlaflt›rma, genel amac›n› ve kurumsal biçimleniflini devlet ayg›tlar›nda bulan, sürekli de¤iflen ve birbiriyle çeliflki içindeki taktikleri de anlamam›z› sa¤lar (Poulantzas, 1978: 136) Tek cümleyle Poulantzas, s›n›f mücadelesinin üstünde, iktidar da¤›ndan bu mücadeleyi izlemekte olan Devlet’i örten mistik tülü üstünden kald›rm›fl, onu Aflil topu¤undan yakalam›flt›r. ‹ktidar da¤›n›n tanr›s› olan devlet, sadece mücadele k›z›flt›¤›nda y›ld›r›mlar göndererek kahraman› burjuvaziyi kollamamaktad›r. Bizatihi s›n›f mücadelesi içinde ve s›n›f çeliflkileri taraf›ndan yap›land›r›lmakta ve hem kahraman› burjuvazinin hem de kendisinin ayaklar› alt›ndaki fay hatlar›n› bizzat kendi ba¤r›nda tafl›maktad›r. Poulantzas, bütün bu teorik ilerleme sürecinde asl›nda devlet ve sosyal s›n›flar aras›ndaki iliflkiye yaklafl›m›n›n temelini oluflturan yöntemsel hareket noktas›n› bütünüyle olmasa da de¤ifltirmifltir. Devlet, ‹ktidar ve Sosyalizm’de Althusser’in “düzeyler teorisi” art›k teorik bir has›ma dönüflmüfltür. Asl›nda Poulantzas ekonomik, siyasal, ve ideolojik biçimlerin, kapitalist üretim tarz›n›n farkl› düzeyleri oldu¤u düflüncesini terk ederek, bu biçimleri kapitalist üretim iliflkilerinin analitik olarak ayr›flt›r›labilir momentleri olarak kavramlaflt›rm›flt›r (Jessop,1984). Poulantzas ekonomi ve siyaset ayr›m›na farkl› bir yerden yaklaflarak devletin ve siyasal alan›n farkl› biçimlerde, üretim iliflkilerinin kurulma ve yeniden üretilme sürecinde mevcut olduklar›n› belirtti. Bunun ötesinde kapitalizmin kendine özgü bir ayr›m olan siyaset ve eko-

18

65

Burada Poulantzas’›n göreli özerklik kavramlaflt›rmas›n›n tart›flmas›na girmeyece¤iz, fakat belirtmek gerekiyor ki Poulantzas kavram› eserlerinde farkl› biçimlerde kullanmakla birlikte terk etmedi. Siyasal›n göreli özerk oldu¤u iddias›, siyasal biçimin belirlenimler alan› olan ekonomiden göreli de olsa yal›tland›¤› iddias›na yaslanmaktad›r. Bu modelden hareketle ya siyasetin ekonomiye tâbiyeti, ya göreli özerkli¤i ya da aralar›ndaki diyalektik iliflki vurgulan›r. En uç biçimine çekildi¤inde de ekonomi zorunluluklar›n, s›n›f mücadelesinin alan› iken, siyaset bu zorunluluklar›n göreli bir biçime büründü¤ü alan› temsil eder. Oysa ki devletin do¤rudan burjuvazinin ç›kar›na hizmet eden bir ayg›t olmamas› ve onun genel ç›karlar›n› kollayan ve bunu yaparken de bir bütün olarak toplumun genel ç›karlar›n› kollayan bir ayg›t gibi görünmesi, kapitalist toplumsal üretim iliflkilerin ald›¤› siyasal biçimin bir sonucudur. Yani devlet s›n›f karakteri itibari ile do¤rudan burjuvazinin ç›karlar›na hizmet eden bir görünüm almaz. Fakat bu onun kapitalist devlet olmad›¤› demek de¤ildir. Aksine o burjuva devletidir, ama burjuvazinin oyunca¤› olmas› anlam›nda de¤il, Sayer’in belirtti¤i gibi kapitalist toplumsal iliflkilerin bir parças› (Dinler, 2003), daha do¤rusu ald›¤› bir biçim olmas› ve kapitalist üretim iliflkilerinin üretiminin ve yeniden üretiminin bir parças› olmas› anlam›nda.


66

Zafer Y›lmaz

19 Devlet türetme ekolü kapitalizmde siyasal›n kurumsal olarak ayr›flm›fl bir biçim almas›n›n, kapitalizmde siyasal›n varolufl biçimi oldu¤unu belirterek, bu siyasal›n biçiminin tarihsel ve mant›ksal (logical) olarak toplumsal üretim iliflkilerinden türetilmesi gerekti¤ini belirtmifltir. Bu ba¤lamda devleti toplumsal üretim iliflkilerinin ald›¤› bir biçim olarak kavramlaflt›rm›fllard›r. Bkz. Holloway ve Picciotto (1971). Bu ak›m›n üzerine infla edilen Aç›k Marksizm için bkz. Çelik (2001). Çelik yaz›s›nda Aç›k Marksizmin teorik kökenlerini ve zaafiyetlerini ele almaktad›r. Yine bu say›daki Holloway ve Clarke’›n yaz›lar›na bak›labilir 20 Burada flu noktay› vurgulamak gerekiyor: Kapitalizmde siyasal›n kurumsal olarak farkl›laflm›fl bir biçim almas› ve ekonomi ve siyasetin ayr›ks› biçimler gibi görünmesi, ekonomi ve siyasetin iliflkisiz düzeyler oldu¤u yan›lsamas›n› yaratmamal›d›r. ‹lk defa kapitalizmde ekonomi ve siyaset ayr›ks› biçimler haline bürünmekle beraber bu neo-liberallerin iddia etti¤i gibi iliflkisiz oldu¤u anlam›na gelmez. Tam tersine siyasal›n bu varolufl tarz› kapitalizme özgüdür ve ekonomi ve siyaset birbiriyle içsel olarak iliflkilidir. Bu ayr›kl›k Holloway ve Picciotto için “s›n›f

nominin göreli ayr›flmas›n› yeniden de¤erlendirerek bu ayr›flman›n, siyasal alan›n üretim iliflkilerinin inflas›ndaki ve yeniden üretimindeki varolufl tarz›ndan baflka bir fley olmad›¤›n› belirtti (Poulantzas,1978:17) Bu noktada belirtmek gerekir ki Poulantzas devletin biçimini toplumsal üretim iliflkilerinden türeten devleti türetme ekolüne oldukça yaklaflm›flt›r.19 Poulantzas’›n altyap›/üstyap› formülasyonuna bu yeni yaklafl›m› ›fl›¤›nda iki fleyin alt›n› çizmek gerekiyor. Birincisi, Marx’›n yaklafl›m›nda Wood’un da belirtti¤i gibi üretici altyap›n›n kendisi, toplumsal, yasal, hukuksal biçimler fleklinde ve mülkiyet ile hâkimiyet iliflkileri biçimlerinde varolur. Belirli hukuki ve siyasal biçimler tam da toplumsal üretim iliflkilerinin inflas›nda mevcutturlar (Wood, 1995). ‹kincisi, Holloway ve Picciotto’nun da belirtti¤i gibi baz› Marksistler kapitalist toplumsal iliflkilerinin bütünlü¤ünü, eklemlenifl biçimini analiz edememifller ve burjuva düflüncesinin fetiflleflmifl kategorilerini (ekonomi ve siyasetin birbirinden ayr›klaflm›fl düzeyler olmas›)20 verili kabul ederek, burjuva toplumunun ekonomi ve siyaset olarak iki düzeye ayr›lmas›n› pozitif olarak alarak, analize buradan hareketle bafllam›fllard›r. Bunun sonucunda da ya siyaseti ekonomiye indirgemifller ya da siyaseti tamamen özerklefltirmifllerdir (Holloway, Picciotto, 1971). Bu ayr›kl›k üzerinden hareket edenler, kavrayamam›fllard›r ki asl›nda bu fetiflleflmifl biçimler önceden verili ve sabit olarak karfl›m›zda durmamaktad›rlar. Kapitalizmde ekonomi ve siyasetin, toplumsal üretim iliflkilerinin farkl› veçheleri olmaktan gelen bu içsel olarak iliflkili yap›s›, s›n›f mücadelesi içerisinde yeniden ve yeniden üretilirler. Holloway ve Picciotto’nun belitti¤i gibi ekonomi ve siyasetin s›n›f hâkimiyetinin iki farkl› biçimi fleklindeki ayr›m› devletin kendisinin ekonomiden “özerk” ya da “göreli özerk” oldu¤u yan›lsamas›n› yaratmaktad›r (Holloway ve Picciotto, 1991: 114).21 ‹çinde yaflad›¤›m›z neo-liberal dönem bu ayr›m›n üretilmesinin ve gerçekli¤inin belleklere kaz›nmas›n›n ne kadar önemli oldu¤unu iflçi s›n›f›na ve emekçilere bedel ödeterek göstermektedir. Bugün de geçmiflte oldu¤u gibi burjuva iktisatç›lar yekpare bir blok olarak hep bir a¤›zdan ba¤›rmaktad›rlar: Bu izdivac› teoride bile olsa gerçeklefltiremezsiniz; çünkü onlar “düflman kardefller”dir.

Ara De¤erlendirme Bu bölümde Poulantzas’›n eserleri üzerine k›sa bir de¤erlendirme vermeye çal›fl›rken üç nokta üzerine yo¤unlaflacak ve Po-


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

ulantzas’›n teorik çerçevesinde bulunan kimi gerilimlere iflaret edece¤im. ‹lk olarak Poulantzas’›n erken dönem eserlerinin malûl oldu¤u ve son dönem eserlerinde de k›smi olarak süren politisizm (siyasal olana çubu¤u afl›r› bükme) e¤ilimini ve kendisine yöneltilen elefltirileri ele alaca¤›z.22 Bu nokta Poulantzas’›n teorik çerçevesinin s›n›rlar›n›n görülebilmesi ve bu eksikli¤in giderilmesine yönelik bir teorik hamlenin önünü aç›lmas› aç›s›ndan önemli. ‹kinci olarak ise Poulantzas’›n iliflkisel analizinin kimi siyasi içerimlerine ve kendisinin Avro-komünizm ile olan iliflkisine de¤inece¤iz. Bu nokta ise Poluantzas’›n gelifltirdi¤i iliflkisel çerçevenin kaç›n›lmaz olarak bizi bu projeye götürüp götürmeyece¤inin aç›k k›l›nmas› aç›s›ndan önem kazanmakta. Son olarak da, sermaye fraksiyonlar›nda hareketle siyasal›n biçiminin çözümlenmesine getirilen elefltiriyi de¤erlendirece¤iz. Bu elefltirinin de¤erlendirilmesi ise hem teorik düzeyde devlet sermaye iliflkisini belirginlefltirmek aç›s›ndan hem de yaz›n›n Türkiye k›sm›nda devlet ve sermaye fraksiyonlar› aras› iliflkiyi nas›l gördü¤ümüze dair ipuçlar› vermesi aç›s›ndan önemli. Jessop’un belirtti¤i gibi, gerçekten de Poulantzas’›n düzeyler teorisi üzerinden analizini gelifltirdi¤i erken dönem çal›flmalar› siyasal olan›n ekonomik ve ideolojik belirlenimlerini gözard› etmektedir ve bu da çubu¤u siyasal belirlenime afl›r› büken bir devlet analizine yol açmaktad›r (Jessop, 1984:73). Dahas›, bu dönemki eserlerinde Poulantzas, ekonomik ve siyasal biçimler aras›ndaki iliflkileri kavramsallaflt›ramad›¤› için, daha önce de ele ald›¤›m›z gibi bu alanlara iliflkin ayr›ks› düzeyler teorisini meflrulaflt›rmaktad›r (Jessop, 1984). Jessop Poulantzas’›n, politik iktidar›n uygulanmas› üzerindeki ekonomik zorunluluklar› ve devletin kurumsal birli¤inin sa¤lanmas›nda finansal kontrolün rolünü gözden kaç›rd›¤› görüflündedir (Jessop, 1984:79) Poulantzas’a yöneltilen elefltiriler bununla da s›n›rl› de¤ildir. Holloway ve Picciotto Poulantzas’›n siyasal›n biçimini sermaye birikiminin ve sömürü iliflkilerinin çeliflkilerinin analizinden kopartt›¤› iddias›ndad›r (Holloway ve Picciotto, 1977). Yine Wood, Poulantzas’ta üretim ve sömürü iliflkilerinin son kertede belirleyici olmalar› kabul edilmesine karfl›n, Poulantzas’›n kuram›nda bu kavramlar›n belirli bir üretim tarz›nda ya da toplumsal oluflumda baflat halde bulunmayabilen ekonomik alana ait olgular haline dönüfltü¤ünü belirtmektedir (Wood,1992: 49). Bunun sonucu olarak Wood Poulantzas’›n, sömürü iliflkilerini devlet kuram›nda kaplad›klar› merkezi konumdan d›fllayarak, siyasal düzeyin tekelci kapita-

67

egemenli¤inin birbirinden farkl› fakat birbiriyle iliflkili biçimleri aras›ndaki iliflkinin” bir ifadesidir (Y›lmaz,2002) 21 Daha öncede belirtti¤imiz gibi bu göreli özerklik sorunsal›n›n reddi devletin ekonomiye indirgenmesi anlam›na gelmez. Böyle bir teorik kurgu bizim ekonomi ve devlet aras›ndaki gerçek ba¤lar› anlamam›za engel olmaktad›r. 22 Poulantzas’a yöneltilen elefltirilerin bir bölümünün derlemesi için bkz. A.Y›lmaz (2002) ve Clarke (1991)


68

Zafer Y›lmaz

23 Poulantzas siyasal düzeyin baflatl›¤›n› as›l Ça¤dafl Kapitalizmde S›n›flar kitab›nda gelifltirmifltir (1978: 168-169). 24 Yine son dönem eserlerinde Poulantzas devletin üretim iliflkilerinden kaynakl› belirlenimlerine daha duyar›l›d›r. Devlet ‹ktidar ve Sosyalizm’de devletin operasyonlar›n›n bütünlü¤ünün ekonomik rolü ile iliflkisi içinde yeniden yap›land›r›ld›¤›n› ve devletin ekonomik rolünün kendisine sermaye birikiminin ritmi taraf›ndan dayat›ld›¤›n› belirtmektedir (Poulantzas, 1978: 168-169). 25 Wood, Poulantzas’›n yapt›klar›n›n, Althusserci kuram›n Frans›z deneyiminin tarihsel tikellerini kuramsal tümellere ilk kez dönüfltürmek olmad›¤›n› belirtmektedir (Wood, 1992: 56). Yine Milinad Bonapartizmin devletin kapitalist toplumdaki genel karakteristi¤i oldu¤u görüflüne karfl› ç›kmakta; Bonapartizmin Fransa’n›n tarihsel olarak özgül koflullar›na bir yan›t oldu¤unu belirtmekte ve Poulantzas’›n iflçi s›n›f› stratejisi aç›s›ndan çok önemli olan Bonapartist biçim, Burjuva demokratik biçim aras›ndaki farkl›l›klar› ortadan kald›rd›¤›n› belirtmektedir. Miliband için bu ayr›mlar bugünkü devlete karfl› uygulanacak strateji aç›s›nda çok önemlidir. (Miliband, 1977).

lizm aflamas›nda baflatl›¤›n› afl›r›-vurgulad›¤›n›n alt›n› çizmektedir.23 (1979:108). Poulantzas’a yöneltilen politisizm elefltirisi en aç›k flekilde onun faflizm analizlerine dayand›r›lmaktad›r. Bilindi¤i gibi Poulantzas, faflizmin yükseliflinin nedenini egemen s›n›flar ve bunlar›n fraksiyonlar› aras›ndaki iç çeliflkilerin derinleflme ve keskinleflmesine indirgemekte ve iktidar blo¤u içi çeliflkilerin keskinleflmesini merkeze almaktad›r (Poulantzas, 1980: 71-72) ‹ddia odur ki, faflizmin yükseliflinin kapitalist s›n›f sömürüsüne içsel olan çeliflkilerle iliflkisi ve bu süreçte faflizmin özgül rolü Poulantzas’›n analiz çerçevesinin d›fl›ndad›r (Holloway ve Picciotto, 1977). Bütün bu elefltirilere yol açan temel problem ise bizce, Poulantzas’›n siyasal alan› analiz ederken do¤rudan toplumsal üretim iliflkilerinin çeliflkili do¤as›na yo¤unlaflmak yerine, siyasal alan›n analizinde iktidar blo¤u içindeki hâkim s›n›f ve fraksiyonlar aras› iliflkiye afl›r› odaklanmas›d›r. Böylece siyaset, hâkim s›n›flar aras›ndaki saiklerle flekillenen ve hâkimiyet alt›ndaki ve hâkim s›n›flar aras›ndaki iliflkinin dolayl› sonuçlar›n›n yans›d›¤› bir fley halini alabilmektedir.24 Poulantzas gerçekten erken dönem eserlerinde devleti toplumsal formasyonun bütünlü¤ünü sa¤layan etken olarak görmekle siyasal›n kapitalizmdeki rolünü afl›r› bir flekilde öne ç›karmaktad›r; fakat buradan Poulantzas’›n sömürü iliflkilerini devlet analizinde tamamen d›fllad›¤› sonucuna varmak oldukça sorunludur. Ayr›ca böyle bir elefltiri Poulantzas’›n son dönem eserlerindeki düzeyler teorisine yöneltti¤i elefltirileri ve daha önce de de¤indi¤imiz siyasal›n kapitalizmde varolufl biçimine yönelik yeni formülasyonunu görmezlikten gelmek olacakt›r. Asl›nda bu sorunlar Poulantzas’›n teorik çerçevesindeki kimi gerilimlere iflaret etmektedir ve tamamen haks›z olduklar› da söylenemez. Poulantzas, gerçekten bir yandan daha iliflkisel bir analize yönelirken, di¤er yandan siyasal düzeyin baflatl›¤› gibi yap›salc› hâkim düzeyin yer de¤ifltirmesi fikrine dayanan iddialar›n› da sürdürüyordu. Yine, bir yandan kendisinin genel bir devlet teorisi oluflturmak gibi bir derdi olmad›¤›n› belirtmesine karfl›n (1978: 22), di¤er yandan Bonapartizmi ve iktidar blo¤u kavram›n› siyasal iktidar›n kapitalizmdeki genel biçimi olarak sunmaktad›r. Bu gerilimin bir aya¤›n›n dikkate al›namamas› sonucu da, bu kavram setlerinin Poulantzas’›n ard›llar› taraf›ndan verili olarak kabul edilmesine ve daha sonradan içinin ampirik gerçeklik taraf›ndan keyfi bir biçimde doldurulmas›na yol açm›flt›r.25 ‹kinci olarak, Poulantzas’›n eserlerinin siyasi-stratejik iddiala-


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

r› aç›s›ndan ilginç bir yön de¤ifltirmeye tan›kl›k etti¤i saptamas›nda bulunabiliriz. Poulantzas yap›salc›l›¤a daha s›k› sar›ld›¤› eserinde Leninist stratejiye daha ba¤l›yken, daha sonraki eserlerinde Marx’a yak›nlafl›rken Lenin’den uzaklaflm›flt›r. Bunun nedeni, Poulantzas’›n teorik manevras›nda de¤il, döneminin siyasal koflullar›nda yatmaktad›r. Poulantzas, Wood’un belirtti¤i gibi FKP’yi soldan elefltirmekle beraber, asl›nda onun Avro-komünist strajesine daha uygun bir zemin haz›rlad›. Sosyalizme geçifli varolan burjuva demokratik rejimin gelifltirilmesi olarak gören Avrokomünist görüflü ihtilafl› bir biçimde olsa da benimsedi (Wood, 1992:35; Jessop, 1984:11). Çubu¤u devlet ayg›tlar› aras›ndaki çeliflkiye afl›r› büken Poulantzas, devletin iflgal edilmekle beraber dönüfltürülmesi gerekti¤ini belirtse de, kendisinin bu vurgusu “devletin birli¤inin korunmas› gerekti¤i yolundaki hükümle de düflünülünce (Wood burada Poulantzas’›n Portekiz devriminde devletin birli¤inin korunmas› gerekti¤i yolundaki uyar›s›na referans vermektedir. ZY) ...kapitalist devleti en az s›n›f mücadelesiyle dönüflüme u¤ratarak bir sosyalizm etkeni haline getirme olanaklar› konusunda, bu projenin, sosyal demokrat projeden çok daha iyimser oldu¤u” bile iddia edildi (Wood, 1992: 53). Gerçekten de Poulantzas, devletin birli¤inin nas›l sa¤land›¤› ve bu birlik ile sömürü iliflkilerinin aras›ndaki iliflkinin ne oldu¤u konusunda sessiz kalm›fl ve bu birli¤i ayg›tlar aras› bir hegemonya meselesine ihraç etmifltir.26 Bununda ötesinde Poulantzas, Devlet, ‹ktidar ve Sosyalizm kitab›n›n Demokratik bir Sosyalizme Do¤ru adl› bölümünde “...demokratik yoldan sosyalizm çizgisiyle getirilen gerçek alternatif, bir cephesel ikili iktidar stratejisine karfl›t olarak, devlet içinde ki güçler iliflkisini halk kitlelerinin savafl›m›yla dönüfltürmeye yönelik bir stratejidir.” (Poulantzas, 1990:37) saptamas›nda bulunmakta ve buradan hareketle ikili iktidar ve proleterya diktatörlü¤ü kavramlar›n› reddetmektedir.27 Bu noktada, Poulantzas’›n bir di¤er teorik gerilimi ile karfl›laflmaktay›z. Poulantzas, devletin birli¤ini s›n›f hâkimiyetinin siyasal biçiminden türetemedi¤i ve devlet ayg›tlar›nda s›n›f mücadelesinin ifade bulufl biçimini afl›r› öne ç›kard›¤› için sorunlu bir tak›m siyasal sonuçlara varmaktad›r. Fakat bunlar iliflkisel bir analizin kaç›n›lmaz siyasal varg›lar› de¤ildir ve Poulantzas’›n politik manevralar›n›n saikleri daha çok döneminin siyasal konjonktüründe yatmaktad›r. Buna ek olarak belirtmek gerekiyor ki Wood, Poulantzas’› Post-Marksizmin son büyük habercisi olarak görürken haks›zl›k etmektedir. Gerçekten de Poulantzas’›n

69

26 Poulantzas bu hegemonyay› nas›l tespit edece¤imiz üzerine flöyle demektedir: “Ayg›tlar içinde iktidar ilflkilerinin aç›k ve seçik tahlili, hegemonik fraksiyonun yerini isabetle tespit etmemize yarar. Mesela bir ayg›t›n ya da kolun di¤erleri üzerindeki hamiyetine bakarak ve gene o ayg›t›n hâkim bir flekilde hizmet etti¤i özel menfaatlere bakarak hegemonik fraksiyon konusunda baz› sonuçlara varabiliriz” (Poulantzas, 1974: 28). 27 Bkz Poulantzas (1990:35)


70

Zafer Y›lmaz

28 Poulantzas, ticari kurumlarda, bankalarda, reklam ajanslar›nda ücret alanlar›n ve devlet memurlar›n›n üretici iflçiler aras›na girmedi¤ini belirtmekte ve bunlar› “üretici olmayan ücretli iflçiler” kategorisine dahil ederek onlar› “yeni küçük burjuvazi” olarak adland›rmaktad›r. Bkz. Poulantzas (1974: 7-15). 29 Wood Avro-komünist proje ile postMarksizm aras›ndaki yak›nl›¤› vurgulamakta hakl›d›r. Fakat Poulantzas’›n siyasal iddias› ile post-Marksizm aras›nda temelden bir uzlaflmazl›k bulunmaktad›r. fiöyleki (a) Poulantzas, merkezsiz bir hegemonya projesi öneren post-Marksizmin aksine merkezli (iflçi s›n›f› merkezli) bir proje önermektedir (b) Poulantzas’›n siyasal projesindeki aktörler, s›n›flar ve s›n›f kesimleridir, postMarksizm’inki gibi söylem içerisinde kurulan kimlikler de¤il.

eserlerinde “devletçe örgütlenmifl iktidar blo¤u ile halk› örgütleyen halk ittifak› aras›ndaki-siyasal çat›flman›n, sermaye ile emek aras›ndaki s›n›fsal çat›flmay›” siyasal strateji alan›nda saf d›fl› etme ihtimali vard›r (Wood, 1992: 41) ve Poulantzas, üretken ve üretken olmayan emek üzerinden yapt›¤› ayr›m ile oldukça dar bir iflçi s›n›f› kavramlaflt›rmas›na sahiptir28 . Bunun sunucu olarak da Poulantzas, ittifak stratejisini siyasal alanda merkeze almaktad›r; fakat bu Poulantzas’›n siyasal önermeleri ile PostMarksistlerinkiler aras›ndaki temel farklar› görmemizi engellememelidir. Bu kadar s›n›f laf› bile post-Marksistlerin kabuslu geceler görmesi için yeterli olurdu herhalde.29 Üçüncü olarak ise Poulantzas’›n fraksiyon temelli analizlerine yöneltilen temel bir itiraz› ele almam›z gerekiyor. Burnham’a göre fraksiyoncu analiz devlet politikalar›n› aç›klarken tekil politikalar›n baflar›l› bir biçimde temsiline göndermede bulunmaktad›r ve bunun sonucu olarak da baz› s›n›rl›l›klar içermektedir. ‹lk olarak Burnham, genel olarak sermayenin (capital-in-general), tekil sermayelerin ve devletin tan›mlanmas›na analitik olarak öncel oldu¤u uyar›s›nda bulunmaktad›r. Daha sonra Burnham flu saptamada bulunmaktad›r: Sermayenin her bir fonksiyonel biçiminin basitçe toplam sosyal sermayenin bir biçimi oldu¤unu akl›m›zda tutarak, bu ç›karlar ve devlet aras›nda iliflkinin de¤erlendirilmesi üzerine iki önemli nokta ileri sürebiliriz. Birincisi sermayenin hiçbir tekil biçimi, toplam sosyal sermayenin yeniden üretilmesinde yatan kendi ç›kar›n› yeterli bir biçimde kavrayamaz. Çünkü kendi yazg›s›n›n da dayand›¤› toplam sermaye döngüsünün sadece k›smi görüflüne sahiptir. ‹kincisi de, sermayenin bütünsel egemenli¤inin savunulmas›nda tekil sermayenin di¤er sermayelerle birlikte ortak ç›kar› bulunsa da, farkl› sermayeler bu ortak ç›kar ile iliflkilerinde k›smi olarak farkl›laflan vurgulara sahip olacaklard›r. (Burnham, 1990: 181).

Bu ba¤lamda sermayenin genel ç›kar›n›n oluflturulmas› da devlete düflmektedir. Bu genel ç›kar›n tan›mlanmas› sermaye birikiminin genel koflullar›n›n sa¤lanmas› ve bütünsel ekonomik stratejinin belirlenmesi aç›s›ndan da önemlidir. (1990: 181-182). Tekil sermaye gruplar›n›n ç›karlar›n›n gerçekleflmesi de bu “genel ç›kar”›n hayata geçirilmesine ba¤l›d›r. Burnham, devletin otonomisini yukar›da aç›k k›l›¤›m›z devletin bu rolüne dayand›rmaktad›r. Devlet hukukun ve paran›n egemenli¤inin sa¤lanmas› arac›l›¤›yla piyasa disiplinini dayatmakta ve genel olarak sermayenin ç›karlar›n› kollamaktad›r. ‹lk olarak belirtmeliyiz ki, sermayenin genel ç›kar›n› devlet


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

taraf›ndan oluflturulmaktad›r demek, devleti sermaye birikiminin d›fl›nda ve sermayenin uzun dönemli ç›karlar›n› gören rasyonel bir aktör düzeyine yükseltmektir. Bu noktada iki sorunla karfl› karfl›yay›z. Birincisi, devlet sermaye birikiminin genel koflullar›n› nas›l ve niçin üretmekte ve yeniden üretimine katk›da bulunmaktad›r? ‹kincisi ise devlet somut ekonomi politikalar›n›n oluflumunda ve siyasal süreçlerde, belirli bir sermaye fraksiyonunun ç›karlar›n› ötekilerden daha öne koyar m›? Birinci soruna iliflkin olarak devletin mülkiyet haklar›n›n, sözleflmelerin geçerlili¤inin ve paran›n yasal güvencesinin sa¤lanmas› arac›l›¤›yla sermaye iliflkisinin bizatihi kurulufl momentinde var oldu¤unu belirtebiliriz. Devletin sermaye birikiminin genel koflullar›n› sa¤lamas›, onun do¤rudan kapitalist toplumsal iliflkilerin bir parças› olmas› ile iliflkilidir. Bu genel olarak sermayenin ç›kar›ndan tekil olarak sermayelerin ve sermaye kesimlerinin ç›karlar›na indi¤imizde ise farkl› bir manzara ile karfl›lafl›r›z. Sermaye birikiminin belirli bir momentinde, sermayenin belirli bir fraksiyonunun (sanayi, finans sermayesi ya da finanas kapital) sermaye birikimi sürecinde belirleyici olaca¤›n› ve bu sermaye kesiminin kendi ç›karlar›n› genel ç›kar olarak resmetme çabas› içinde olaca¤›n› söyleyebiliriz. Bu noktada flu iki düzeyi birbirinden ayr›flt›rmam›z gerekiyor: genel olarak sermayenin ç›kar› her momentte bütün sermayeler için kapitalist toplumsal iliflkilerin sürdürülmesidir. Fakat bu ç›kar sermayenin toplam sosyal döngüsünün tarihsel olarak özgül momentlerinde sermaye birikiminin ald›¤› biçime göre (de¤iflen sermayeler aras› iliflkiye göre) de¤iflir ve farkl› biçimlere bürünür. Bunun sonucu olarak da, sermayenin farkl› fraksiyon-biçimleri aras›nda bir tanesinin sermaye birikiminin belirli bir momentinde hegemonik bir pozisyona yükselece¤ini ve bu “genel ç›kar”› kendi hegemonikli¤ini yeniden üretecek olan birikim biçiminin sürdürülmesi do¤rultusunda tan›mlayaca¤›n› ç›karsayabiliriz. Yani bu genel ç›kar› tan›mlayan devlet de¤il sermayenin bizzat kendisidir. Devlet ve bu sermaye aras›ndaki iliflkiye döndü¤ümüzde ise flu iki noktan›n alt›n›n çizilmesi gerekiyor: (i) Devletin bu hâkim fraksiyonun ç›kar›n› ekonomi politikas›nda genel ç›kar haline getirmesi sermaye birikiminin o anki biçiminin do¤rudan sonucu olarak a盤a ç›kmaz, bu sürekli bir taktikler ve bu taktiklerin tafl›y›c›s› partiler aras› mücadelenin ürünü olarak a盤a ç›kar. (ii) Sermaye birikiminin bu momentinde üretim iliflkilerinin bu hâkim biçimi her daim sermayeler aras› çeliflkiler ve çat›flk›lar taraf›ndan belirlenir ve bu çeliflkilerde siyasal alanda ifadesini bulurlar.

71


72

Zafer Y›lmaz

Son olarak tekrar bu de¤erlendirme bölümünde belirtmek gerekiyor ki, Poulantzas’›n yaklafl›m› yukar› da belirtti¤imiz gerilimleri içinde tafl›makla beraber, fetiflleflmifl bir kategori olarak sermaye ya da yekpare bir blok olarak onun emrine âmâde devlet düflüncesi üzerine önemli bir soru iflareti koyarak, s›n›f merkezli bir siyasal ekonomi analizi için önemli bir ad›m atm›flt›r. ‹leride de gösterece¤imiz gibi bir nesne ya da özne olarak de¤il de, bir iliflki olarak devlet analizi, Poulantzas’›n gelifltirdi¤i haliyle yukar›da de¤indi¤imiz problemleri içermekle birlikte, önemli aç›l›mlar› da içinde bar›nd›rmaktad›r.

Sermayenin Uluslararas›laflmas› ve Ulus Devlet: Yaz›n›n giriflinde de belirtti¤imiz gibi, 1990’lar ya yükselen piyasa güçlerinin kutsanmas› ya da kahraman devletlerin bu sald›r› karfl›s›ndaki direniflinin destans› bir anlat›m› ile doludur. Bu do¤rultuda sarkaç bir piyasalara do¤ru bir ulus devletlere do¤ru sal›nmaktad›r. Daha önce de belirtti¤imiz gibi bu aç›klama biçimi kapitalist toplumsal iliflkilerin fetiflleflmifl biçimi olan devlet ve piyasan›n ayr›kl›¤›n› veri olarak almaktad›r (Burnham, 2001). ‹flte Poulantzas’›n Ça¤dafl Kapitalizmde Sosyal S›n›flar kitab›nda gelifltirdi¤i analizi tam da bu anlam kazanmakta ve bizi bu ikileme mahkum olmaktan kurtarmaktad›r. Poulantzas’›n çerçevesi s›n›flar ve s›n›f kesimleri aras› eklemlenme iliflkisini merkeze almakta ve süreci aç›larken bir di¤er ikilemi, iç ve d›fl aktörler ikilemini de bertaraf etmektedir. Bu bölümde önce özne ve nesne olarak devlet analizinin küreselleflme ve ulus devlet tart›flmas›ndaki biçimleniflini ele ald›ktan sonra, Poulantzas’›n aç›klamalar›na yo¤unlaflaca¤›z. Görülebilece¤i gibi Poulantzas’›n analizinin yo¤unlaflma noktas› hâkim s›n›flar aras› iliflkilerin sermaye birikiminin belirli bir momentinde büründü¤ü özgül biçimin bir çözümlemesi, yani terk edilmeye yüz tutmufl bir ifade ile somut durumun somut analizidir. Bugün küreselleflme olarak adland›r›lan sermayenin uluslararas›laflmas›n›n yeni biçimi ile birlikte 1980’lerde uygulamaya bafllanan neoliberal ekonomi politikalar› ve ulus devletin geçirmekte oldu¤u de¤iflimi aç›klamaya yönelik temelde iki aç›klama biçimi mevcuttur. Bunlardan ilkine göre, ulus devletler küreselleflmenin döndürülemez süreci karfl›s›nda muazzam bir güç kayb› ile karfl› karfl›yad›rlar. Bu az›l› küreselleflme savunucular› aras›nda liberal Kenichi Ohmae en tan›nm›fl olan›d›r. Bu yaklafl›m alt›-


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

na tam olarak konulamasalar da, ulus devletlerin güç kaybetti¤i düflüncesi Marksistler aras›nda da taraftar bulmufltur.30 Bunlar aras›nda iddialar›n› yükselmekte olan, ulus üstü sermaye fraksiyonunun hegemonyas› ile birlikte “ulus-üstü devlet” yap›s›n›n do¤makta oldu¤una kadar götüren de vard›r.31 Küreselleflmenin “ma¤dur”u ulus devletler kamp›n›n tam karfl›s›nda, asl›nda küreselleflme denen sürecin ulus devletler eliyle yürütüldü¤ünü belirten görüfl bulunmaktad›r.32 Asl›nda küreselleflme ve ulus devlet üzerine olan bu kamplaflma bize bir özne ve nesne olarak devlet sorunsal›n› hat›rlatmaktad›r.33 Yekpare blok olarak ulus devlet ya sürecin öznesi (bafllat›c›s›) ya da sürecin nesnesi (ma¤duru) olarak ele al›nmaktad›r. Her iki görüflün savunucular› aras›nda yer alan önemli bir k›s›m sosyal bilimci kendi görüfllerinin ikna edicili¤ini göstermek için ampirik verilerin derlendi¤i listeler sunmaktad›rlar. Küreselleflmenin yeni bir dönem oldu¤u görüflünü savunanlar artan do¤rudan yabanc› yat›r›mlara, ulus ötesi flirketlerin dünya ticareti içinde artan pay›na, ve s›n›r ötesi birleflme ve sat›n almalara referans vermekte ve bunlarla birlikte bol miktarda finansal geliflmelere dair ampirik veri kullanmaktad›rlar.34 Karfl› tarafta olanlar›n ampirik verileri bolca kullananlar›ndan örne¤in Linda Weiss ise Çokuluslular›n Ar-Ge harcamalar›n›n ne kadar›n›n merkez ülke s›n›rlar› içinde gerçekleflti¤ine, do¤rudan yabanc› yat›r›mlar›n toplam uzun dönemli yat›r›mlar içindeki pay›na ya da üretimin ne kadar›n›n yerli piyasa için yap›ld›¤›na referans vermektedir (Weiss, 1997) Bütün bu ampirik veriler mücadelesinde önemli olan Ronen Palan’›n alt›n› çizdi¤i gibi, küreselleflme ve ulus devletin birer istatistik bilgiler kümesi gibi ele al›nmas› ve bunu sonucu olarak da, bu sözde “nesnel” dünyaya referans verme iflleminin kendisinin, “küreselleflme” ve “ulus devlet”e bu tarz yaklafl›m biçimini ve bunlar› kendinde varl›klar olarak görme edimini nesnelefltirmesidir (Palan, 2000: 151;163)35 Tekrar hat›rlatmak gerekir ki yekpare bir blok gibi ele al›nan ulus devletin, küreselleflme sürecini bir özne olarak bafllatmas› ya da bir nesne olarak ona maruz kalmas› mümkün de¤ildir. Bu devlet ayg›tlar›nca uygulanan politikalar›n bu sürecin bir parças› oldu¤unu reddetmek de¤ildir. Sorun gerçekten kendi tarihsel mant›¤›na sahip, kendinde bir fley olarak bizatihi küreselleflme ve ulus devletten söz edip edemeyece¤imizdir. Charles Tilly “Ulus devlet terimi yan›lt›c›d›r; bir gerçe¤i de¤il, bir program› ifade eder.” derken haks›z m›d›r? (Tilly, ?: 61) Ayn› iddia küreselleflme kavram› için de geçerlidir.

73

30 Bkz. Cox (1987), Gill ve Law (1993), Gill (1992), Jessop (1997), McMichels (1991). Fakat bütün bu yazarlar ars›nda belirgin farkl›l›klar da mevcuttur. Örne¤in Cox ulus devletin bir yetki devri ile birlikte uluslararas›laflt›¤›n› vurgularken, Gill do¤makta olan uluslarüstü bir tarihsel blo¤a ve uluralarüstü sermaye fraksiyonunun yükselen hegemonyas›na, Jessop ise yerini fordizm sonras›na b›rakan Atlantik fordizmin çözülüflüne vurgu yapmaktad›r. 31 Bkz. Robinson (2001; 2002). 32 Bkz.Panitch (1999; 2002), Wood (1999), Weiss (1997). Ulus devletlerin gücünü korudu¤unu vurgulayanlar da ya kapitalizm ile ulus devlet aras›ndaki içsel ba¤a (Wood, 1999), ya devletin ifllevsel görevlerine (mülkiyetin ve sözleflmenin garantörü olmak, temel finans, emek teknoloji, ve üstyap› girdilerini sa¤lamak, çal›flman›n koflullar›n›n düzenlenmesi gibi) (Panitch, 1994) ya da “devlet kapasitesi”ne (Weiss, 1997)vurgu yapmaktad›rlar. Burada bir noktan›n alt›n› çizmek gerekiyor. Asl›nda Wood ve Panitch’in yaklafl›m›n›n bir özne olarak devlet sorunsal›na tam olarak oturdu¤unu belirtmek bir haks›zl›k olur. Her iki yazarda devlet ve sermaye aras›ndaki iliflki-


74

Zafer Y›lmaz

ye ve bunun küreselleflme denen süreç ile ald›¤› biçime oldukça duyarl›d›r. 33 Sorunun bu flekilde tespit edilifli, siyasal pratikte de ifadesini bulur. Çoban küreselleflme karfl›t› hareketlerin devleti ya bir kurtar›c› ya da kurban olarak gördüklerine de¤inmektedir (Çoban, 2002). 34 Bu ampirik verilerin derlemesi için bkz. Robinson (2002) ve Hirch ve Thompson (2000) 35 Bu noktada alt›n› çizmeliyiz ki sorun ampirik verilerin kullan›lmas› de¤il, bu verilerin s›n›flar aras› iliflkilerde ne gibi dönüflümlere iflaret etti¤inin aç›k k›l›nmamas›d›r. 36 özellikle Türkiye üzerine olan yaz›nda Fuat Ercan böyle bir çaban›n öncüsü olarak görülebilir. Bkz. Ercan (1998; 2002).

Bu sorunsalla ilgili olarak a盤a ç›kan bir di¤er problem de fludur: Ayn› sorunsal geç kapitalistleflen çevre ülkelerine uyarland›¤›nda bu sefer neoliberalleflme süreci Dünya Bankas› ya da IMF gibi “d›fl” kurumlar taraf›ndan ulus devlete dayat›lan bir fley olarak görülmekte ve ulus devlete sahip ç›k›lmas›n›n bayraktarl›¤› yap›lmaktad›r. Oysa ki Poulantzas 1970’lerdeki çal›flmalar›nda “Emperyalizmin bugünkü aflamas›nda gerçekte böyle bir ay›r›m, bir yanda yaln›zca d›flar›dan faaliyet gösteren d›fl etkenler, di¤er yanda da tek bafl›na kendi alan›na çekilmifl ve tüm s›n›fland›rmalar›n ötesinde kalan iç etkenler diye bir karfl›tl›k yoktur.” (Poulantzas, 1981:16) saptamas›n› yap›yor ve bize “d›flsal” olarak görülebilecek baz› faktörlerin nas›l “içeri”nin “ulusal olan”›n kurucusu oldu¤unu, “içsel” olarak ifade etti¤imiz bir tak›m aktörlerin de, d›flar›s› ile nas›l bir ba¤›ml›l›k, içiçe geçme iliflkisi içinde oldu¤unu gösteriyordu (Poulantzas, 1981; 1979; 1974). Sorun devlet ayg›tlar› ve s›n›f iktidar›ndaki bugünkü de¤iflimleri bu türlü ikilemlere düflmeden, yani toplumsal üretim iliflkilerinin içinden geçmekte oldu¤u de¤iflimi bütünlüklü olarak nas›l analiz edece¤imizdir36. Bu bütünlüklü strateji bize küreselleflmenin nas›l bir siyasal strateji ve süreç oldu¤unu (Ercan, 2000) ve devletin de bu süreç anlafl›l›rken iliflkisel bir yap› olarak analize dahil edilmesi gerekti¤ini gösterecektir. Ça¤dafl Kapitalizmde S›n›flar kitab›nda Poulantzas, kapitalizmin emperyalizm aflamas›na yo¤unlafl›r. Burada kapitalizmin kendisini, tek bir dünya kapitalist üretim modelinden hareketle, emperyalist zincirin eflitsiz halkalar›n› göz ard› ederek analiz eden küreselleflmeci görüfl (1979: 49) ile (Poulantzas buna “küresellflme ideolojisi” ad›n› vermektedir) dolar›n krizi ve Ortak Pazar’›n yükselifli ile birlikte, Avrupa’n›n ABD’ye karfl› etkili bir “karfl›-emperyalizm” oluflturabilece¤i görüflünü ele al›r (1981:19). Poulantzas, Avrupa ve ABD aras›ndaki iliflkiyi birbiriyle rekabet yoluyla mücadele eden “ulusal ekonomiler” temelinde de¤il de, kapitalist iliflkilerin uluslararas›laflmas› ve bunun sonucu olarak Avrupa’da Amerikan sermayesinin do¤rudan yat›r›mlar›n›n yeni tip bir ba¤›ml›l›¤› nas›l do¤urdu¤u ve Avrupa ülkelerinin iktidar bloklar› üzerindeki bu ba¤›ml›l›¤›n etkisi temelinde ele almaktad›r. “Ulusal burjuvazi”leri ve “ulus devlet”leri d›flsal olarak birbiriyle iliflkilendiren çerçeve yerine Poulantzas, kapitalist üretim tarz›n›n toplumsal formasyonun içinde ve toplumsal formasyonun d›fl›na do¤ru genifllemesinden oluflan geniflletilmifl yeniden


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

üretimini temel almaktad›r. Kapitalizmin emperyalizm aflamas›nda sermaye ihrac›n›n basit meta ihrac› üzerindeki hâkimiyetinin emperyalizme rengini ve dokusunu verdi¤ini belirtmekte (1979:42; 1981:7) ve sermayenin 1970’lerdeki uluslararas›laflmas›n›n Amerikan tekelci sermayesinin37 hâkimiyetinde gerçekleflti¤inin alt›n› çizmektedir (1979; 47). Bu, Avrupa’daki geliflmeler için özellikle do¤rudur. ABD sermayesinin do¤rudan yat›r›mlar ve birleflmeler yoluyla Avrupa sermayesi ile içiçe geçmesi ve nüfuz etmesinin sonucu, kabaca ABD tekelci sermayesinin Avrupa içinde bir güç oda¤› olmas› de¤ildir. Gerçekleflmekte olan “ABD tekelci sermayesinin karakteristi¤i olan üretim iliflkilerinin ve onun gerçekte di¤er metropoller içindeki hâkimiyetinin kurumsallaflmas› ve bu yeni ba¤›ml›l›k iliflkilerinin buralarda yeniden üretilmesidir” (1979: 47). Bunun ötesinde toplumsal formasyonlar içindeki hâkim s›n›flar aras› çeliflkiler de uluslararas›laflmaktad›r. Tam da bu nedenle art›k iktidar blo¤unun kendisini basitçe ulusal düzeyde konumland›rabilece¤imiz de flüphelidir. Çünkü ABD sermayesinin Frans›z iktidar blo¤u içindeki varl›¤›, Frans›z burjuvazisinin belirli bir fraksiyonunu ve bu fraksiyonu etkileyen sermayenin uluslararas›laflmas› ile ABD sermayesinin kendisinin bizzat Frans›z burjuvazisi içinde temsil edilmesi vas›tas›yla sa¤lanmaktad›r. Bu içiçe geçme ve zincirleme sonucunda emperyalist devletler sadece kendi “iç” yerel burjuvazilerinin ç›karlar›n›n de¤il, ayn› zamanda uluslararas›laflma sürecinde eklemlenen hâkim emperyalist sermaye ve sermayelerin de ç›karlar›n› üstlenirler (1979:75). Bütün bu süreçte ABD sermayesi egemenli¤indeki emperyalist zincirin halkalar› her bir toplumsal formasyon taraf›ndan içsellefltirilmektedir (Gerstein, 1992). Peki bu tablodan ne gibi sonuçlar ç›karabiliriz?38 Birincisi, sermayenin her bir uluslararas›laflma süreci hâkim sermayeler aras›ndaki belirli bir sermaye kesimi taraf›ndan desteklenmekte, dahas› yürütülmektedir. ‹kincisi, Poulantzas do¤rudan uluslararas› sermaye devleri karfl›s›nda ulus devletlerin gücünün ne kadar›n› kaybetmifl ya da korumufl oldu¤u sorusunun kendisine karfl› ç›kmaktad›r; çünkü kurumlar›n ve ayg›tlar›n kendilerinden menkul olarak sahip olduklar› bir iktidarlar› yoktur. Dolay›s›yla ulus devletin gücünü kaybedip kaybetmedi¤i yanl›fl bir sorudur. Poulantzas’a göre, kurumlar basitçe s›n›f iktidar›n› aç›mlar ve kristalize ederler.39 Dolay›s›yla Poulantzas, problemi yeniden formüle etmemizi sa¤lamaktad›r. Üçüncü olarak, Poulantzas’›n çerçevesi bizi küreselleflme denen olgunun her bir ulusal birimde nas›l

75

37 Asl›nda Poulantzas sermayenin kökeninin ulusal bir aidiyet problemi olmad›¤›n›, sermayeyi oluflturan hâkim ve bafllang›çta yer alan toplumsal iliflkilerin infla edildi¤i bir yer (place) sorunu oldu¤unu belirtmifltir (1979: 60). 38 Poulantzas’› küreselleflme tart›flmalar›nda kullanan yazarlar için bkz. Jessop (2001), Panitch (1999), Tsoukalas (2001). Türkçe yaz›nda Poulantzas’›n 1970’lerdeki tart›flmalar›n›n küreselleflme ve ulus devlet üzerine olan aç›l›mlar›na bilebildi¤im kadar›yla ilk defa Tar›k fiengül de¤inmifltir. Bkz. fiengül (2000) 39 Jessop hakl› olarak bu nokta da kurumlar›n da ayn› zamanda s›n›flar-aras› çeliflkilerin aç›mlan›fl biçimini etkiledi¤i belirtmektedir (Jessop, 1984). Bu nedenle, kurumlar sadece bu çeliflkilere indirgenemezler ve yap›lar›n›n maddi bir analize dahil edilmeleri gerekir.


76

Zafer Y›lmaz

somutland›¤›na daha duyarl› k›lmaktad›r (Panitch, 1994). Unutmamak gerekir ki, küreselleflme tart›flmalar› oldukça genel geçer bir hat üzerinden yürütülmektedir. Poulantzas’›n çerçevesi özellikle sermaye gruplar›n›n ve fraksiyonlar›n›n özgül varolufl biçimini tarihsel olarak analiz etmek için önemlidir. Kapitalizmin belirli bir evresinde, üretim iliflkilerinin hâkim biçiminin içselleflmesi sürecinde, belirli sermaye gruplar›n›n ç›karlar› d›flsallaflmakta (metropol sermayeleri) ve bu d›flsallaflan ç›karlar belirli toplumsal formasyonlara içsellefltirilirken, bu sermaye fraksiyonunu ç›karlar› ile “yerel” aktörlerin ç›karlar› aras›nda bir içiçe geçme, zincirlenme iliflkisi yaflanmaktad›r (Bieler ve Morton, 2001). Daha da önemlisi, Poulantzas sermaye ihraç edildi¤inde, k›sa süreli para sermaye ya da uzun vadeli üretken sermaye, ihraç edilenin sadece bir fley (thing) de¤il, toplumsal iliflki, bir iktidar iliflkisi oldu¤unu belirtmifltir (Gerstein,1992). Panitch’in de belirtti¤i gibi çokuluslu sermaye misafir toplumsal formasyona nüfuz etti¤i zaman, soyut bir do¤rudan yabanc› yat›r›m olarak de¤il, dönüfltürücü bir toplumsal güç olarak nüfuz etmektedir (Panitch,2000). Son olarak belirtmek gerekiyor ki Poulantzas, sermayenin uluslararas›laflmas› ve ulus devlet probleminin basitçe, uluslararas› üretimin altyap›s› ile ulus-üstüleflme bas›nc› alt›ndaki ulus devletler aras›ndaki mekanistik bir çeliflkiye indirgenemeyece¤ini belirtmifltir (1979:78). Sermaye ile üretimin uluslararas›laflmas›, ulus devletin rolünden hiçbir fley eksiltmemektedir. Poulantzas’›n deyifliyle: Uluslararas›laflma süreci bu devletlerin gücünü aflan bir süreç de¤ildir ve dolay›s›yla ulus devletlerin yerini ‘ekonomik güçlerin’ almas›, yahut da etkin bir uluslarüstü devletin (Birleflik Avrupa ve Amerikan süper devleti gibi) ortaya ç›kmas› söz konusu de¤ildir...Ulusal devletler hâlâ uluslararas›laflma sürecinin dü¤üm noktalar›d›r ve bu süreç özellikle ekonomik ifllevleri aç›s›ndan onlar›n sermaye birikimindeki belirleyici rolünü art›r›r: bu da ulusal devletin neden her zamankinden daha çok burjuvazinin çeflitli fraksiyonlar› aras›ndaki mücadelenin ayr›cal›kl› nesnesi oldu¤unu aç›klamaktad›r. Öyle olmasayd›, burjuvazilerin ve onlar› oluflturan fraksiyonlar›n, bu ulusal devletlerde hangi tarz rejimlerin hâkim olaca¤› konusunda kay›ts›z olmalar› gerekirdi (1981: 41-42).

Fakat bu sat›rlar ulus devletlerde uluslararas›laflma süreci ile birlikte hiçbir de¤iflikli¤in olmad›¤› anlam›na gelmemektedir. Ulusal devletler “kendi toplumsal oluflumlar›nda bizzat yeniden üretilmekte olan sermayenin uluslararas›laflmas›n› idare edebilmek için hat›r› say›l›r de¤iflikliklerden geçmek zorundad›rlar” (1981:42).


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

1990’larda Üretim ‹liflkilerinin Hâkim Olan Biçiminin Türkiye’de Gerçekleflme Tarz› Bu son bölümde 1970 sonras› azalan kâr oranlar›na ve merkez kapitalist ülkelerde Keynesci uygulamalar›n krizine bir yan›t olarak formüle edilen neoliberal ekonomi politikalar›n›n ve uluslararas› finans sermayesinin yükseliflinin, Türkiye’de kapitalist devlet ve sosyal s›n›flar aras›ndaki iliflkiler ve hâkim s›n›flar›n yap›s› üzerindeki etkilerine k›saca de¤inmeye çal›fl›rken, Poulantzas’›n bir önceki bölümdeki vurgular›ndan faydalanmaya çal›flaca¤›m. Öncelikle belirtmek gerekir ki Türkiye’de devletin dönüflümünü analiz ederken temel eksikliklerden biri, bu yeniden yap›lanman›n hangi “ulusal” (içsel) ve “uluslararas›” (d›flsal), faktörlerin içiçe geçmesi ile meydana geldi¤ine dair bütünsel bir çerçevenin üretilememifl olmas›d›r.40 Bu bölümde bu bütünsel çerçeveye dair kimi ipuçlar› vermek için, Poulantzas’›n yukar›da ele ald›¤›m›z bir iliflki olarak devlet ve dönüfltürücü bir toplumsal güç olarak sermayenin uluslararas›laflmas› gibi aç›l›mlar›ndan hareketle, üretim iliflkilerinin hâkim biçiminin Türkiye’de yerleflme ve yeniden üretiminde Türkiye’deki yerel sermaye ile uluslararas› finans sermayesi aras›ndaki özgül eklemlenmenin rolüne yo¤unlaflaca¤›m. Küreselleflme sürecini analiz eden metinlerin bir ço¤unda günümüzde uluslararas› finans sermayesinin, k›sa süreli sermaye hareketleri biçimindeki uluslararas›laflmas› hemen hemen tescillenmifltir. Dolafl›m alan›nda yo¤unlaflan finans sermayesi uluslararas› borç piyasalar›nda, döviz piyasalar›nda ve borsalarda yo¤unlaflmaktad›r. Günümüz kapitalizmi sermayenin kendini bile ürküten döviz, kredi ve türev piyasalar›nda muazzam bir genifllemeye tan›k olmaktad›r (Y›ld›zo¤lu, 2001). Yeldan, uluslararas› sermaye hareketlerinin artan ak›flkanl›¤›n›n yeni küreselleflme evresinin belirleyici özelli¤i oldu¤unu belirtmekte ve ulusal piyasalardaki faiz ve döviz kuru aras›ndaki farkla, dengesizlikten kaynaklanan arbitraj ö¤esine dayanan k›sa vadeli sermaye ve s›cak para hareketlerinin bu sürecin ana unsuru oldu¤unu belirtmektedir. (Yeldan, 2002a: 27-30).41 Bütün bu geliflmelere koflut olarak devletin yap›s› da ciddi bir dönüflüm sürecinden geçmektedir. Brenner kapitalist devletlerin uluslararas› finans sermayesine verilen borçlardan sa¤lanan kârlar› korumak için s›k› makro ekonomi politikas›, s›k› kredi ve dengeli bütçe uygulad›¤›n› ya da uygulamaya zorland›¤›n›; bununla birlikte mali sermayenin en yüksek kârlar› elde etmesini mümkün k›lmak için sermayenin hareketlili¤i önündeki engellerin sermayenin

77

40 Asl›nda süreci aç›klarken sadece “içsel” ya da “d›flsal” faktörlere önem verme Türkiye yaz›n›na ait de¤ildir. Örne¤in Panitch küreselleflme sürecini sarkac›n bir o, bir öbür yönüne a¤›rl›k vererek aç›klayanlar› de¤erlendirdikten sonra, nas›l Kanada’da “iç” ve”d›fl” aktörler aras›nda bir örtüflme yafland›¤›n› ele almaktad›r. Panitch Kanada’n›n NAFTA’ya müdahil olma sürecinin nas›l Kanada sermayesi taraf›ndan hararetle desteklendi¤ine iflaret etmektedir. Panitch ayn› zamanda bu ayr›ma düflmeden küreselleflme sürecini analiz etmemiz konusunda uyar›da bulunmaktad›r. Bkz. Panitch (2002; 1994). 41 Boratav s›cak para hareketlerini k›saca “arbitraj arayan sermaye hareketleri” olarak tan›mlad›ktan sonra, bu kategorinin flu bileflenlerden olufltu¤unu belirtmifltir: (a) hisse senetlerine, (b) k›sa vadeli borç senetlerine (hazinenin veya özel sektörün bonolar›na) yönelen portföy yat›r›mlar›ndan, (c) bankalara ve (d) di¤er özel aktörlere aç›lan (ancak ticari kredileri içermeyen) k›sa vadeli kredilerden, (e) banka mevduat›nda veya (f) banka d›fl› di¤er varl›klardaki de¤iflmeler. (Boratav,2001:209).


78

Zafer Y›lmaz

42 Bu noktada, Fuat Ercan s›cak para yönelimli analizlerdeki ampirizme ve reel sermaye ve finans sermayesini karfl›tl›k içinde alma e¤ilimine karfl› hakl› bir uyar›da bulunmaktad›r. Bkz. Ercan (1998) 43 Burada banka sermayesi ve endüstri sermayesi ras›ndaki karmafl›k tahakküm ve güç iliflkilerine girmeyece¤iz.

piyasaya h›zl› giriflini ve ç›k›fl›n› sa¤layacak biçimde azalt›ld›¤›n› belirtmektedir (Brenner, 1998: 90). Fakat bu noktada bir hatan›n daha alt›n› çizmekte yarar var: uluslararas› finans sermayesinin bu yükseliflinin bugünkü krizin nedeni olarak görülmesi yan›lg›s›. Oysa ki Brenner’›n belirtti¤i gibi “mali sermayenin ve neoliberalizmin yükselifli-krizi önemli ölçüde fliddetlendirmifl olsa bile-uluslararas› iktisadi krizin sebebi de¤il, daha çok sonucu olarak görülmelidir. Uluslararas› iktisadi krizin derin kökleri, s›ras›yla, uluslararas› imalatta afl›r› kapasite ve afl›r› üretimin sonucunda ortaya ç›kan seküler (uzun vadeli) kârl›l›k krizinde bulunur.” (Brenner, 1998:91). Fakat burada as›l bizi ilgilendiren, uluslararas› finans sermayesinin bu yükselifli ile birlikte oluflan yeni emperyalist zincirin ve onun kurumsallaflm›fl ba¤›ml›l›klar›ndaki bu yeni örgütlenmenin Türkiye içersinde nas›l a盤a ç›kt›¤›; devlet, sosyal s›n›flar ve hâkim s›n›flar aras› iliflkiye ne gibi bir etkide bulundu¤u ve ülke içinde nas›l yeniden üretildi¤idir. Unutulmamas› gereken “emperyalist zincirin herhangi bir ülkenin d›fl›nda kalan ... verilerinin ancak ülkeye içsellefltirildikleri, yani o ülkenin kendine özgü çeliflkileri ile birlefltikleri zaman tesir edebilecekleri gerçe¤idir.” (1981: 16). Burada bizim sorumuz sermayenin uluslararas›laflma sürecindeki çeliflkilerin Türkiye’de hâkim s›n›flar aras›ndaki iliflkide ifadesini nas›l buldu¤udur. Bu sorulara cevap verebilmek için de Matmazel s›cak para42 hareketi ile Mösyö kaytan b›y›kl› Türk devleti aras›ndaki ateflli aflk›n ötesine geçerek, günümüzde sermaye fraksiyonlar› aras›ndaki içiçe geçmelere ve bütünleflmelere yo¤unlaflmal›y›z. Bu noktada belirtmek gerekir ki, k›sa süreli sermaye hareketleri ya da uluslararas› finans sermayesi muhasebe kay›tlar›ndaki rakamlardan fazla bir fley, daha do¤rusu bir “fley” de¤il, dönüfltürücü bir toplumsal iktidar iliflkisidir. Marx’›n belirtti¤i gibi sermaye iliflkisi kendisini tafl›yanlar› da, gitti¤i yeri de kontrol eden bir toplumsal iliflkidir (Y›ld›zo¤lu, 2001). Para sermaye, sermayenin kendi varoluflunda bulunan çeliflkileri ve iktidar iliflkisini kendi varl›¤›nda cisimlefltirir. Ercan’›n da belirtti¤i gibi özellikle kriz anlar›nda paraya ya da para sermayeye ulaflabilmek, sermayeler aras› kontrol iliflkilerinin yeniden flekilleniflinde önemli bir rol oynar (Ercan, 1998).43 Bugün Türkiye’de uluslararas› finans burjuvazisi ile konumlanm›fl bulunan yerel burjuvazinin ç›karlar› aras›nda özgül tarzda bir eklemlenme gerçekleflmifltir ve bu eklemlenme s›cak para hareketlerinin ard›ndaki uluslar aras› finans sermayesinin nas›l bir iktidar iliflkisi oldu¤unu gözler önüne sermektedir. Fakat buna


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

geçmeden önce sermayenin 1980 sonras› yap›s›na ve yerel (domestik) burjuvazi olarak tan›mlayaca¤›m›z burjuvazinin44 1980 sonras› biçimine k›saca da olsa de¤inmek gerekiyor. Sermayenin finans kapital olarak adland›raca¤›m›z bu biçiminin hâkim biçim haline dönüflümü, Türkiye’de TÜS‹AD’da örgütlü hâkim sermaye gruplar›n›n son dönemlerde devlet ayg›tlar›ndaki de¤iflmeleri neden destekledi¤i konusunun aç›lanmas›nda önemlidir. Fuat Ercan Türkiye’de 1980 sonras› sermayenin yo¤unlaflmas›na ve merkezileflmesine dikkat çekmektedir. Bireysel sermaye gruplar›n›n, holdingler biçiminde sermayenin toplam sosyal döngüsündeki farkl› ifllevleri, aflamalar› (üretken ve para sermaye döngüleri) kendi içlerine çekmeye bafllad›¤›n› belirtmekte; sermayenin bu yükselen biçimini finans kapital olarak adland›rmaktad›r. Ercan finans kapitali “banka sermayesinin endüstri sermayesi üzerindeki egemenli¤i anlam›nda de¤il, bireysel sermayelerin sermayenin toplam döngüsü içinde artan yo¤unluk ve h›z› kontrol edebilmesi anlam›nda” kullanmaktad›r (Ercan, 1998: 48). Türkiye sermayesinin bu durumu, ele alaca¤›m›z özgül tarzda eklemlenme iliflkisi aç›s›ndan önemlidir. 1980 sonras› banka sahibi olarak iyice palazlanmaya bafllayan Türk burjuvazisi “d›flar›s›” ile karmafl›k ba¤›ml›l›k iliflkileri içerisine girmifltir. Fakat 1980 sonras› farkl› bir biçime bürünen bu ba¤›ml›l›k iliflkilerinde bir tanesinin farkl› bir önemi vard›r: iç borçlanma arac›l›¤›yla a盤a ç›kan ba¤lanma ve ç›karlar›n içiçe geçmesi.45 Genel olarak bilindi¤i gibi 1980 sonras› sermaye üzerindeki vergilerdeki indirimler sonucu devletin iç borçlanma gereklilikleri artm›fl ve devletin ödedi¤i faizler sermaye için önemli bir ekmek kap›s› olmufltur.46 Asl›nda Türkiye’deki durum Marx’›n kamusal borçlanman›n ilkel birikimdeki rolünü hat›rlatmaktad›r. Marx’›n Kapital’de belirtti¤i gibi: Kamusal borçlanma ilkel birikimin en güçlü hallerinden birisini al›r. Bir büyücü de¤ne¤inin dokunmas› gibi, k›s›r paraya üreme gücünü kazand›r›r ve onu sermayeye çevirir; ve bunu, sanayide ve hatta tefecilikte kullan›ld›¤›nda bile kaç›n›lmaz olan zahmet ve tehlikelerle karfl› karfl›ya b›rakmaks›z›n yapar. (Marx, 1978:773).

Türkiye burjuvazisinin bu “ilkel birikim”deki özgün rolü nedir? Yeldan’›n da belirtti¤i gibi Türkiye’de ki “bankac›l›k sisteminin özgün ifllevi, uluslararas› arbitraja dayal› k›sa vadeli d›fl finansman›, yurt içinde kamu iç borçlanma senetlerinde de¤erlendirerek reel kazanç elde etmeye yönelmesi haline dönüfltü” (Yel-

79

44 Türkiye’deki bu yerel burjuvazi ç›karlar› tamamen yabanc› sermayelerinkine uydulanm›fl komprador burjuvaziden, ya da büyük yabanc› sermaye ile çeliflki içinde içinde olan, “yabanc› sermaye karfl›s›nda gerçekten ba¤›ms›z olan ve etkin bir ulusal ba¤›ms›zl›k için verilecek anti-emperyalist mücadelede yer alabilecek “ulusal” burjuvaziden farkl›d›r (1981:34). Asl›nda Türkiye’deki yerel burjuvazinin ihracata yönelen bir bölümünün ç›karlar›n›n kendisi uluslararas›laflmakta ve kendisi uluslararas› burjuvazi haline dönüflmektedir. 45 Yerel burjuvazi ile uluslararas› sermaye aras›ndaki eklemlenme sadece para sermayesi alan› ile s›n›rl› de¤ildir. Türkiye’deki finans kapitalin üretim aya¤›n›n kendi iç sanayi temeli olmakla beraber, uluslararas› sermaye ile s›k› ba¤›l›l›klar› vard›r (yabanc› sermayenin karmafl›k sub-kontrakt a¤›na, teknolojik süreçlere, emek üretkenli¤ine, yabanc› çokuluslular›n ayr›cal›kl› kesimine vb.). Özellikle otomotiv sanayii bunun Türkiye’deki iyi bir örne¤idir. 46 Kamu kesimi borç senetlerinin aktifler içindeki pay› 1980’deki oran› olan % 15’ten 1999’da % 34’e ç›km›fl, kamu kesimim borç senetlerinin GSMH’ye oran› % 4’ten % 30’a ç›km›flt›r (Türel, 2001).


80

Zafer Y›lmaz

47 Yeldan bankalar›n d›flar›dan getirdikleri kredi miktar›n›n birikimli olarak 209 milyar dolara vard›¤›n› belirtmifltir (Yeldan, 2002b) 48 Uluslararas› finans sermayesi ile yerli finans kapital aras›ndaki içiçe geçme, çkarlar›n zincirlenmesi iliflkisi sadece para transferi ile s›n›rl› de¤ildir. Karahano¤ullar› 1985 itibari ile 30’a yak›n yabanc› bankan›n flube açarak ya da temsilcilikleri ile ya da yerli holdiglerle yeni bankalar kurmay› tercih etti¤inin alt›n› çizmektedir. Örne¤in Irving Trust Yaflar Holding’in Tütünbank›na ortak olurken, Sabanc› grubu BNP Akbank’› Frans›z BNP ve Dresdner ile birlikte kuracakt› (Karahano¤ullar›, 2003). Bu tip birleflmeler sermayeler aras› içiçe geçme ve bunun iktidar iliflkilerinin biçimleniflinde ifade buluflu aç›s›ndan oldukça önemlidir. Yine yabanc›lar›n faaliyetleri aç›s›ndan bir di¤er önemli nokta borsadaki varl›klar›d›r. 1995 y›l›nda yaklafl›k 2 milyar dolar olan yabanc› yat›r›mc›lar›n saklama bakiyeleri 2000 y›l› Mart ay› itibari ile 13 milyar dolara yaklaflm›fl, yabanc› portföy yat›r›mlar›n›n dolafl›mdaki hisse senedine oran› 1995 y›l›nda %41’e, 1999 y›l›nda ise %51’e ulaflm›flt›r. (Durmaz, 2000:41) 49 Sönmez 2001 y›l›nda, firmalar›n faiz gelirleri sat›fllar›n›n 8.7’sine ulaflt›¤›n›, ve ancak bu flekilde firmalar›n sat›fllar›n›n 1.3’ü oran›nda kârl›l›k sa¤layabildiklerinin alt›n› çizmektedir (Sönmez, 2002:91)

dan, 2001a:144).47 Hazine 1995’ten bu yana, 2000 hariç olmak üzere, her sene tüm borç sto¤unun yar›s›na kadar yeniden net olarak borçlanmaktad›r (Yeldan, 2002b, 6) Bu noktada küçük bir veri aktar›m› bu iç borç çevriminde yerel ve uluslararas› aktörler aras› iliflkiye dair bir ipucu verecektir. Boratav, 2000 y›l›n›n ilk on ay› içinde yabanc› sermaye girifllerinin alt dökümüne göre toplam›n›n % 82’sinin üç ana kalemden olufltu¤unu belirtmektedir: hazinenin tahvil ihrac› ile borçland›¤› 5.7 milyar dolar, yerli bankalar›n yabanc› bankalara k›sa vadeli borçlar›nda gerçekleflen 3,6 milyar dolarl›k art›fl (net ek borçlanma), ve 3.2 milyar dolarl›k uzun vadeli borçlanma. Boratav, yabanc› kökenli s›cak paran›n ana ö¤esinin, Türkiye’li bankalara aç›lan k›sa vadeli krediler oldu¤unu ve bu kaleminde yerli bankalar›n talebi sonucu fliflti¤ini belirtmektedir (Boratav, 2001: 209-213). ‹flte a¤›rl›kl› olarak holdinglerin elinde bulunan bu bankalar d›flar›dan getirdikleri bu paray› devlet iç borçlanma senetlerinde kullanmaktad›rlar.48 Asl›nda faiz sadece finans kapitalin birikim dayana¤› de¤ildir, Türkiye’nin 500 büyük firmas›n›n üretimden zarar›n›, faizle kapatt›¤›n›n alt› çizilmektedir (Sönmez, 2002).49 Bu ba¤lamda belirtilmelidir ki uluslararas› finans sermayesine dayal› bu k›sa vadeli sermaye hareketleri Türkiye’de içsel sermaye birikiminin sürdürülmesi aç›s›ndan zorunlu hale dönüflmüfl ve devlet borçlanmas› sermayeye kaynak aktar›m›n›n önemli bir arac› haline gelmifltir.50 S›cak para hareketlerine dayanan devlet borçlanmas›, vergilendirilmeyen burjuvaziye “almadan vermek” olarak da adland›rabilece¤imiz aranan sihirli formülün ta kendisidir (Boratav, 1998). Burada söz konusu olan basitçe sermayeye kaynak aktar›m› ve devletin sermaye birikimine naçizane katk›s› de¤ildir. Devlet borçlar›na ödenen faizler sermaye birikiminin organik bir bileflkesidir. Devlet sermaye birikimine “d›flar›dan” müdahale etmemekte, do¤rudan onun oluflum sürecine kat›lmaktad›r. Söz konusu olan devletin, ekonomide yeni varolufl biçimidir. Bu biçim gere¤ince devlet, sadece faizler arac›l›¤›yla sermayenin yeniden üretim sürecine kat›lmakla kalmayacak, ayn› zamanda özellefltirmeler arac›l›¤›yla daha önceki dönem gere¤ince elinde tuttu¤u sektörleri sermayenin de¤erlenme sürecine açacak, ve kamu emekçilerini s›k› bir disipline tabi tutacakt›r. Yani 1990 sonras› iyice keskinleflen devlet borçlar› ve bu borçlar›n zorunlu sonucu olarak a盤a ç›kan düzenlemeler söz konusu oldu¤unda, söz konusu olan, basitçe sermayeye kaynak aktar›m›ndan


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

öte, sermaye birikimini art›racak ve sermayeyi içinde bulundu¤u kriz durumundan ç›karacak üretim iliflkilerinin hâkim biçiminin gerçekleflmesi ve bu biçimin parças› olan, devletin ekonomideki yeni “rolü”nün hayata geçirilmesidir.51 Buradan kendi sorunumuza dönersek diyebiliriz ki uluslararas› finans sermayesinin ç›karlar›yla yerel burjuvazinin ç›karlar› aras›ndaki eklemlenme, bu sermaye kesimlerinin yeniden üretimlerin içiçe geçerek zincirlenmesi sonucunda, uluslararas› finans sermayesinin ç›karlar› do¤rudan Türkiye’deki iktidar blo¤u ve Türk burjuvazisi içinde temsil edilmekte ve misafirperver Türk devleti taraf›ndan üstlenilmektedir. Bütün bu karmafl›k iliflkiler, ba¤›ml›l›klar ve zincirlenmeler arac›l›¤›yla da metropol sermayeleri taraf›ndan desteklenen üretim iliflkilerinin hâkim biçimi (finans sermayesinin hâkimiyeti, neoliberal ekonomi politikalar›n›n 90 sonras› ald›¤› yönü ve çevre ülkelerde yeni bir ba¤›ml›l›k biçiminin afl›r› devlet borçlanmas› ve bunun finansman›nda uluslararas› finans sermayesine ba¤›ml›l›¤› karakteristik özelliklerini yans›tan), Türkiye içerisinde de yeniden üretilmektedir. Asl›nda üretim iliflkilerinin hâkim biçiminde meydana gelen dönüflümü, 1980’den beri meydana gelen tarihsel süreci göz ard› ederek, bir bafl›na bu eklemlenme iliflkisine dayand›rmak hatal› olacakt›r. Bu eklemlenme iliflkisinin bu dönüflümü mümkün k›lmas›n› sa¤layan fley, 1980 öncesi Türkiye’de toplumsal üretim iliflkilerinin kriz içerisine girmesi, yani emek-sermaye iliflkisinin verili durumunun sürdürülemez hale gelmesinin bir sonucu olarak, 1980 sonras› bu iliflkide s›n›flar aras› güç iliflkilerinin yeniden yap›land›r›lmas› ve sermaye birikiminde a盤a ç›kan krizi çözmeye yönelik giriflimlerdir. Asl›nda bu eklemlenme iliflkisinin kendisini üretecek politikalar (Sermayeden al›nan vergilerin düflürülerek devlet borçlanmas›na gidilmesi) sermayenin kârl›l›k krizine bir yan›t, bir çözüm stratejisinin sonucu olarak hayata geçirilmifl ve üretim iliflkilerinin hâkim biçiminin dönüflümünde merkezi bir rol oynam›flt›r.52 Bu noktada Türkiye’de iflçi s›n›f› ve sermaye aras›ndaki iliflkinin yeniden yap›land›r›lmas›n›n bu dönüflümü mümkün k›lan koflullar› yaratt›¤›n› belirtmeliyiz Burada alt› çizilmesi gereken ve bizim için önemli olan bir di¤er noktada bu yeni tip ba¤›ml›l›¤›n devlet ayg›tlar› aras›ndaki iliflkide ifadesini nas›l buldu¤udur. Tsoukalas’›n Poulantzas’a referansla belirtti¤i gibi, ulus devletler gerekli mekanizmalar› temin ederek egemen emperyalist sermayenin ulusal toplumsal oluflum içindeki geliflimini üstüne al›r. Fakat bu iliflki bir dayat-

81

50 Yeldan da devlet bütçesinin finans piyasalar›na kaynak transferini yeniden düzenlemenin bir arac› haline dönüfltü¤üne iflaret etmektedir. Bkz Yeldan (2002b). Yine ayn› konuya iflaret eden bir baflka yaz› için bkz Karahano¤ullar› (2003). Ödenen rakamlar›n büyüklü¤ü bu aktar›m konusunda fikir verici olabilir. Sönmez üçlü koalisyon döneminde, 3 y›l içinde ödenen faiz miktar›n›n 101.4 milyar dolar› buldu¤unu belirtmektedir. (Sönmez, 2002:60) 51 Burada alt›n› çizmek gerekiyor ki devlet ve sermaye birikimi aras›ndaki içsel ba¤›n en aç›k bir biçimde a盤a ç›kt›¤› bu dönem, ay›n zamanda devletin ekonomideki bu varolufl biçimini kamufle etmeye çal›flan, burjuva iktisatç›lar›n›n ekonomiyi siyasetten ay›rma ba¤›rt›lar›n›n da en çok yükseldi¤i dönemdir. 52 1980 sonras› yaflanan krizi sermayenin kârl›l›k kriz üzerine temellendiren bir yaklafl›m için bkz. Alt›ok (2002)


82

Zafer Y›lmaz

53 Bu noktada yine küçük bir ampirik veri Türkiye’de ki baz› sermaye çevrelerinin neden Merkez Bankas›n›n ba¤›ms›zl›¤›n› savundu¤unu ve istedi¤ini ele verecektir. Boratav, 2000 y›l›nda devlet iç borçlanmalar›ndaki ortalama faizin %36 oldu¤unu belirttikten sonra, y›ll›k %20 kur art›fl› hedefleri gerçekleflti¤i için, bu faizle devlete borç veren bankalar›n dolar cinsinden getirilerinin %13 olarak gerçekleflti¤ini belirtmekte ve eklemektedir “IMF güvencesine dayanan kur hedefleri risksiz göründükçe ve bu (beklenen) getiri ile dövizle borçlanma maliyeti aras›ndaki fark pozitif oldukça bankalar d›fltan borçlan›p hazineye borç vermeyi sürdürmüfllerdir” (Boratav, 2001:211). Fakat bunun için siyasi iktidarlar›n bir biçimde para basma yetkisinin t›rpanlanmas›na ve “ba¤›ms›z” bir merkez bankas›na ihtiyaç vard›r.

madan ziyade iç ve d›fl aktörler aras›ndaki karmafl›k bir eklemlenme iliflkisinin ürünüdür (Tsoukalas, 2001:92). Bu eklemlenme iliflkisi devlet ayg›tlar› ve iktidar blo¤u iliflkilerinin düzenlenmesinde de ifadesini bulur. Örne¤in Yeldan’›n belirtti¤i gibi Merkez bankas› bir yandan “özerk”, “ulusal”, para, faiz, ve döviz kuru politikalar›n› uygulayamaz hale getirilerek, fiyat istikrar›n› sa¤lamakla ve ulusal mali piyasalarda yüksek reel getiri düzeyini sürdürmekle görevlendirildi (Yeldan, 2002). Peki bu dönüflümü ne gibi iktidar iliflkileri mümkün k›lmaktad›r? Finansal serbestleflmenin önemli bir aya¤› olan Merkez Bankas›’n›n özerklefltirilmesi süreci, hem uluslararas› finans burjuvazisi, hem hükümetteki partiler hem de hâkim s›n›f ve fraksiyonlar› taraf›ndan desteklenmektedir. Çünkü Peter Burnham’›n belirtti¤i gibi Merkez Bankas›’n›n özerklefltirilmesi ekonomi yönetiminin siyasetten ar›nd›r›lmas› sürecinde ve devletin uygulad›¤› enflasyon karfl›t› s›k› para politikalar›na yönelecek tepkileri d›flsallaflt›rma ifllevinde önemli bir görev üstlenmektedir (Burnham, 1999:2001). Enflasyon karfl›t› politikalar do¤as› itibari ile s›n›f mücadelesini keskinlefltiren politikalard›r ve Merkez Bankas›’n›n özerklefltirildi¤i bir yap›da s›n›f mücadelesinin bask›s›, bu özerkli¤in bankay› ve ekonomi yönetimini siyasi bir müdahaleye karfl› korudu¤u sav›n›n ard›na saklan›larak savuflturulur. Asl›nda enflasyon karfl›t› politikalar›n uygulanma sürecinde “otomatik pilot”a geçmek, sadece ekonomik krizi çözmek için de¤il, daha da önemlisi ekonomik politika oluflturma sürecini sözde siyasetten “ar›nd›rmak” ve devleti siyasal olarak bu süreçten azat ederken varolan süreçteki rolünü kamufle etmenin ve bu yolla devletin siyasal krizini de çözmenin bir yoludur (Burnham, Bonefeld ve Brown, 1995). Fakat Burnham’›n belirtti¤i gibi, bu ekonomiyi siyasetten ar›nd›rma sürecinin kendisi son derece siyasal bir süreçtir (Burnham,2002). Böylece Türkiye’de Merkez Bankas›’n›n özerklefltirilmesi enflasyonu engelleyerek kendi ç›kar›n›n kollanmas›n› sa¤lad›¤› için uluslararas› finans sermayesi taraf›ndan, yukar›da aç›klad›¤›m›z nedenden dolay› hükümetteki partiler taraf›ndan ve bu özerkleflme de¤irmeninin dönmesini sa¤layacak paray› getirdi¤i için TÜS‹AD’da örgütlü sermaye kesimleri taraf›ndan desteklenmektedir.53 Bugünkü kriz an›nda ekonomi yönetiminin devlet ayg›tlar› aras›nda nas›l paylaflt›r›ld›¤› ve iktidar›n bu ayg›tlarda nas›l flekillendi¤i aç›s›ndan bir di¤er önemli ayg›t Bankac›l›k Düzenleme ve Denetleme Kurulu’dur (BDDK). BDDK’ya bugün bankalar› kurtarma ve sermayeler aras› iliflkileri yeniden düzenleme görevi verilmifl-


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

tir. BDDK bir yandan kamu bankalar›n›n özellefltirilmesine yönelik düzenlemeler yaparken di¤er yandan mali yap›s› güçlü olmayan özel bankalar› Tasarruf Mevduat› Sigorta Fonu’na devretmektedir. Kurumun karar organ›nda burjuvazi do¤rudan temsil edilmekte, 7 kifliden oluflan karar organ›nda 1 aday do¤rudan Türkiye Bankalar Birli¤i’nden atanmaktad›r. BDDK’n›n özerkli¤i o derecedir ki kendi içerisinde hâkim durumda bulunan finans burjuvazisi d›fl›nda kimseye hesap verme zorunlulu¤u yok gibi görünmektedir. 2002 y›l›nda Mali Sektöre Olan Borçlar›n Yeniden Yap›land›r›lmas› ve Baz› Kanunlarda De¤ifliklik Yap›lmas› Hakk›nda Kanun ile bütün üst kurullar için yürütmenin kendi içinde üç kiflilik komisyondan oluflan bir denetim sistemi gelifltirilmifl, “kurullar›n parlamentoya hesap verme zorunluluklar›n› sa¤lamaktan çok uzak olan bu kanun ile siyasal sorumluluklar› olmayan üst kurullar›n hesap verme zorunluluklar› da ortadan kald›r›lm›flt›r” (Kubal›, 2002: 23). BDDK sayesinde 17 fiubat 2001’de 79 olan banka say›s› 2002 sonunda 55’e gerilemifl ve _ oran›nda azalm›flt›r (Sönmez, 2003: 66). Bütün bu süreçte BDDK 12,6 milyar dolarl›k hortumlamaya karfl›n sadece 1,5 milyar dolarl›k tahsilat yapabilmifltir. (2003:77). Tasfiye edildi¤inde hortumlanan paraya karfl›n çok küçük bir k›sm› elde edilen bankalar›n fonda tutuldu¤unda da içi doldurulmakta, bu bat›k bankalar›n varl›klar› özel ellerde dururken yükümlülükleri kamulaflt›r›lmaktad›r (Türel, 2001:32). BDDK sermaye fraksiyonlar›n›n kontrol ve tahakküm iliflkilerinin bugünkü dü¤üm noktas›d›r. Sadece sermayenin zararlar›n› toplumsallaflt›ran bir fley de¤il; ayn› zamanda sermayenin kriz an›nda düflman kardefliyle kavgas›na mahal vermeksizin mal›na el koymas›n› sa¤layan, her gece içine koydu¤u her fleyi paraya dönüfltürecek bir küp hayaliyle uyuyan finans burjuvazisinin düfllerini süsleyen, modern bir bina halini alm›fl ve içi banka kurtarma yetkisi ile donat›lm›fl küpüdür. Ama bazen Pandoran›n kutusundan finans burjuvazisi için de kötü fleyler ç›kabilir; çünkü bu küpün içi de, bu küpten ne ç›kaca¤› da s›n›f mücadeleleri içinde ve s›n›f mücadeleleri taraf›ndan belirlenmektedir.

1990 Sonras› Türkiye’de Devlet Ayg›t›ndaki ve Devlet ve Sosyal S›n›flar ‹liflkisindeki Kimi De¤iflimler Üzerine Saptamalar ve Otoriter Devletçilik Son olarak Türkiye’de devlet ve sosyal s›n›flar iliflkisinin ve devlet biçiminin gelece¤i üzerine önemli ipuçlar› verebilece¤i gerekçesiyle Poulantzas’›n Otoriter Devletçilik54 üzerine olan gö-

83

54 Burada ele al›nan Otoriter Devletçilik Türkiye’deki otoriter devlet gelene¤ini vurgulayan güçlü devlet tezi ile kar›flt›r›lmamal›d›r. Bu tez Türkiye de devletin tarihsel süreç içinde edindi¤i farkl› biçimlere karfl› oldukça duyars›zd›r ve dümdüz bir mant›kla tüm Türkiye tarihinde devlete ayn› gözlükle bakar. Bu konuda bu say›daki Demet Dinler’in yaz›s›na bak›labilir. Bkz. Dinler (2003).


84

Zafer Y›lmaz

rüfllerine de¤inece¤im. Türkiye’de devlet ayg›t›ndaki ve devlet ve sosyal s›n›flar iliflkisindeki son dönemlerde a盤a ç›kan de¤iflimleri ele al›rken, devletin biçimi üzerine yeniden düflünmemizi gerektirebilecek bu son dönem geliflmeleri ile Poulantzas’›n tarifledi¤i Otoriter Devletçilik biçimi aras›ndaki baz› benzerliklerin alt›n› çizece¤im. Poulantzas’a göre, Otoriter Devletçilik kapitalizmin güncel aflamas›na denk düflen yeni demokratik bir burjuva cumhuriyet biçimini temsil etmektedir ve müdahaleci devletin bir versiyonudur (Poulantzas, 1978: 209). Bu devlet biçimi kapitalizmin güncel aflamas›n› saran uzun dönemli ekonomik krize efllik eden siyasal krizin keskinleflmesine ve özgül niteli¤ini varolan devlet kurumlar›nda bulan, çeliflkilerin yo¤unlaflt›¤› bir konjonktüre denk düflmektedir (Poulantzas, 1978:206; Jessop, 1984:98). Fakat Otoriter devletçili¤in ola¤and›fl› devlet biçiminin bir versiyonu olan faflizm ile kar›flt›r›lmamas› gerekmektedir. Poulantzas Otoriter devletçilik analizini s›n›flar aras› güç iliflkilerinin de¤iflen do¤as› üzerine temellendirmektedir. Bu ba¤lamda, hâkim s›n›flar ve kesimleri ile bu s›n›flar›n hâkimiyet alt›ndaki s›n›flar ile olan iliflkisine odaklanmakta ve flu saptamalar› yapmaktad›r: Öncelikle hâkimiyet alt›ndaki s›n›flar aras›nda bir önceki dönemde büyüme ve sosyal refah üzerine kurulmufl olan konsensüs, ekonomik kriz, enflasyon ve artan iflsizlikten dolay› çözülmektedir. Ayn› zamanda, burjuvazi ve geleneksel ve yeni küçük burjuvazi aras›ndaki ittifak da sorgulanmaktad›r. Fakat Poulantzas’a göre as›l önemli olan hâkim s›n›flar aras› çeliflkilerin keskinleflmesinin güncel aflaman›n sürekli bir özelli¤ine dönüflmesidir (Poulantzas, 1978:211-212). ‹ktidar blo¤u çeliflkilerin yo¤unlaflmas› ve burjuva hegemonyas›n›n gizli fakat sürekli istikrars›zl›¤› bu döneme damgas›n› vurmaktad›r. Bunun sonucu olarak da iktidar blo¤unun birli¤inin sa¤lanmas› ve s›n›f hegemonyas›n›n yeniden üretilmesine yönelik devlet müdahalesi giderek artmaktad›r (1978: 212). Poulantzas için Otoriter Devletçili¤in bafll›ca dört temel özelli¤i bulunmaktad›r. Birincisi, Yasamadan yürütmeye güç devridir. Bu, normlar›n belirlenmesi ve kurallar›n uygulanmas› gücünün yürütme ve devlet idaresine geçti¤ine iflaret etmektedir. Devlet bürokrasisi gittikçe devlet politikalar›n› biçimlenmesinde sadece temel yer de¤il, ayn› zamanda temel aktör haline de dönüflmektedir. Bu yönetim sorumlulu¤unun parlamentodan yürütmenin zirvesine geçifli, ayn› zamanda yürütmenin zirvesinin idarenin en üst tabakas› üzerindeki artan politik kontrolüne ve


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

parlamentonunda devlet idaresi üzerindeki yetkisinin kesilmesine yol açar (1978:218,222,224). Bu süreç içerisinde, devlet idaresi iktidar blo¤u ve popüler s›n›flar aras›ndaki istikrars›z uzlaflma dengesinin blok içerisinde aç›k k›l›nd›¤› merkeze dönüflmektedir. Otoriter Devletçili¤in ikinci özelli¤i ise hukuk devletinde bir geri çekilmedir. Üçüncüsü ise siyasi partilerin ifllevsel öneminin azalmas›d›r. ‹ktidar blo¤u ve iktidardaki partiler aras›ndaki temsil ba¤› zay›flamaktad›r. Oysa Poulantzas’a, göre bu ba¤ iktidar blo¤unun baz› fraksiyonlar› aras›nda özel ittifaklar›n meydana getirilmesinde ya da bu fraksiyonlarla hâkimiyet alt›ndaki s›n›flar aras›nda ittifak ya da uzlaflma sa¤lanmas› aç›s›ndan önemlidir. Otoriter Devletçilik döneminde partiler politikalar›n aç›kl›¤a kavuflturuldu¤u ve s›n›flar aras› uzlaflma ve ittifaklar›n ifller hale getirildi¤i merkezler olmaktan ç›kmaktad›rlar. Bu partiler art›k yürütme kararlar›n›n hayata geçirilmesinde bir volan kay›fl›na dönüflmekte ve iktidar blo¤u içi çeliflkilerin ele al›nd›¤› yerler olmaktan ç›kmaktad›rlar (229-30). Son olarak da Otoriter Devletçilik, devletin formel kurumsal yap›s›n› dikey ve yatay kesen paralel iktidar a¤lar›n›n yükselifli ile nitelenmektedir. Poulantzas’›n yukar›da aktard›¤›m›z çerçevesi Türkiye’de devlet biçiminin gelece¤i üzerine önemli ipuçlar› içermektedir. Biz öncelikle hâkim s›n›flar ve hâkimiyet alt›ndaki s›n›flar aras› güç iliflkilerinin durumu özelindeki benzerliklerin alt›n› çizecek ve Otoriter bir devlet biçiminin krizi çözmek için bir proje olarak hali haz›rda ihtimaller aras›nda oldu¤unu belirtece¤iz55. Öncelikle 1980’lerde uygulanmaya bafllanan ve toplumsal sonuçlar›n› 90’larda daha net olarak gördü¤ümüz neoliberal politikalar Türkiye’de kazananlar ve kaybedenler aras›ndaki hatt› oldukça keskinlefltirmifltir56. Bu politikalar›n etkileri bölüflüm alan›nda da gözlemlenebilir. 1989’a kadar düflme trendinde olan reel ücretler ve tar›msal ticaret hadleri, 1989’da neolibealizmin hali haz›rdaki bölüflüm politikalar› 1989 bahar eylemleri ile a盤a ç›kan s›n›f mücadelesi dolay›s›yla sürdürülemez hale gelince yükseltilmifl; fakat 1993’ten sonra reel ücretler tekrar düflme trendine girmifltir. Nitekim, reel ücretlerin, 1993’ten 97’ye %27 oran›nda düfltü¤ü hesaplanmaktad›r57 (Köse ve Yeldan, 1997). Hatt›n kaybedenler taraf›nda kamu emekçileri, iflçiler ve küçük köylüler vard›r. Boratav’›n belirtti¤i gibi yine tüm emekçi s›n›flar›n kaderi birlikte seyretmekte, köylü-iflçi karfl›tl›¤› ya da iflçi-memur karfl›tl›¤› de¤il, kader birli¤i emekçi gruplar› ba¤lamaktad›r (Boratav, 1994). Kazanan kesim ise aç›kt›r: D›fl finansman ve finansal

85

55 Hat›rlanacak olursa, teknokratlar hükümeti fleklinde bir ara rejim ya da baflkanl›k sistemi Türkiye’deki istikrars›zl›¤a çözüm olarak defalarca dile getirildi. 56 Yeni sa¤ politikalar›n emekçiler üzerine etkileri için bkz. Topal (2002). 57 Yeldan devletin gelir da¤›l›m›n›n parametrelerin, bölüflümün emek lehine yönelmeye bafllad›¤› her noktada sermaye lehine çevirecek parametreleri yaratmas›ndan dolay› düzenleyici devlet olarak adland›r›lmas› gerekti¤ini belirtmektedir (Yeldan, 2001b:19).


86

Zafer Y›lmaz

58 Merkez sa¤ ve merkez sol partilerde meydana gelen parçalanma için bkz. Tosun (1999). 59 Bkz. Dönmez (2002).

serbestleflmenin yükselifli, finansal sektör sahiplerinin, ihracat sektörünün, özel finans kreditörlerinin ve yat›r›mc›lar›n›n, finansal arac›lar›n ve çokuluslu finansal kurumlar›n elini kuvvetlendirmifl (Haggard ve Maxfield, 1996) ve Türkiye’deki finans kapitali bafl aktör durumuna yükseltmifltir. Sermayenin di¤er kesimlerini de kazanan kesimlerinin yan›na yerlefltirebiliriz. K›saca sözünü etti¤imiz bu bölüflüm iliflkilerinin yeniden düzenlenifli (bu dönüflümün sadece bölüflüm iliflkileri ile s›n›rl› kald›¤›n› sanmak hatal›d›r), Türkiye’de siyasal partiler ile onlara destek veren toplumsal s›n›f ve kesimleri aras›ndaki kurumsallaflan ba¤lar› yerinden oynatt›. Sonuç olarak, bu da her seçim de farkl› bir siyasal partinin yükseldi¤i bir durumla bizi karfl› karfl›ya b›rakt›.58 Burada alt› çizilmesi gereken nokta Ataay’›n da belirtti¤i gibi bütün bu kayman›n üstü örtük bir neoliberalizm karfl›tl›¤› temelinde gerçekleflti¤idir (Ataay, 2002). Neoliberalizmin Türkiye’de siyaseti siyasetsizlefltirdi¤i ve siyasal partileri birbirine benzefltirdi¤inin alt› birçok kez çizildi. (Yeldan ve Sakall›o¤lu,2000). Fakat bugün karfl› karfl›ya oldu¤umuz Poulantzas’›n belirtti¤i gibi siyasal partilerin burjuvazinin hegemonyas›n› oluflturmada manevra alan›n›n daralmas› ve ifllevsizleflmeye bafllamalar›d›r. Türkiye’de partiler art›k neoliberal ekonomi politikalar›n›n hayata geçirilmesinde bir volan kay›fl›na dönüflmektedirler. Siyasal partiler aras›ndaki bu t›kanma hâkimiyet alt›ndaki s›n›flar üzerinde hegemonya krizinin ön aflamas› olarak görülebilecek “sürdürülebilir hegemonya krizinin” bir ön iflaretidir ve burjuva hegemonyas›n›n gizli fakat sürekli istikrars›zl›¤›n› a盤a vurmaktad›r. Bu süreçte, Savran burjuvazinin politik güçlerinin aflr› bir bölünme ve atomizasyon içinde oldu¤unun alt›n› çizmektedir.(Savran, 2001) Bununla birlikte vurgulanmas› gereken bir di¤er nokta ekonomi yönetiminde devlet ayg›tlar›n›n ne tam içinde ne de tam d›fl›nda olan paralel iktidar a¤lar›n›n ekonomi yönetiminde yükselmeye bafllamas›d›r. Bunun en aç›k göstergelerinden biri üst kurullar›n yükseliflidir. Say›fltay denetimi ile Devlet ‹hale Yasas›’n›n d›fl›nda b›rak›lan bu kurullar›n özerk de¤il özel kamu tüzel kiflili¤ine bile sahip oldu¤u iddia edilmifltir59. Asl›nda bu kurullar iktidar blo¤unun farkl› fraksiyonlar›n›n devlet içinde ele geçirdi¤i, ayr›flm›fl merkezler ve güç kaleleridirler. Burjuvazi bu kurullar içinde do¤rudan temsil edilmektedir. Örne¤in fieker Kurulunu oluflturan 7 kifliden biri sakkaroz kökenli fleker üreten fabrikalardan, biri de niflasta kökenli fleker üreten fabrikalardand›r (Günayd›n, 2002). Bu kurullar›n a盤a ç›k›fl› ve merkez Bankas›n›n


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

“ba¤›ms›zlaflmas›” ekonomi yönetiminde otoriterleflme e¤ilimini a盤a vurmaktad›r. Son olarak belirtmek gerekiyor ki, Türkiye bütün bu yukar›da anlat›lan de¤iflimleri ciddi bir kriz süreci içinde yaflamaktad›r. Bu kriz süreci ile birlikte uygulanmaya bafllanan Yap›sal Uyum ve ‹stikrar Program›, Türkiye’de toplumsal üretim iliflkilerinin yeniden yap›lanmas›nda özel olarak da siyasal biçimin yeniden yap›lanmas›nda önemli sonuçlara yol açacak gibi görünmekte. Kriz Sungur Savran’›n da belirtti¤i gibi s›n›f mücadelesinin alan›d›r (Savran, 1994: 18) ve krizden ç›karak toplumsal üretim iliflkilerinin yeniden yap›land›r›lmas›, baz› çeliflkilerin bast›r›lmas›na, baz› çeliflkilerin üstünün örtülmesine, baz› çeliflkilerin keskinleflmesine ve yeni çeliflkilerin ortaya ç›kmas›na yol açmaktad›r. Bugün hâkim s›n›flar aras›ndaki medya gruplar› aras›nda ifadesini bulan çat›flma bunun basit bir örne¤idir.60 Bu süreçte burjuvazi içinde flu çeliflkilerin keskinleflece¤i düflünülebilir: i) uluslararas› sermaye ile ba¤lant›s› olan ve olmayan gruplar aras›nda; ii) Banka sahibi olan, finans kapital aflamas›na yükselen ve varolan yap›n›n sürdürülmesinde ç›kar› olan sermaye kesimi ile olmayan ve küçük ölçekli, süreç içinde yok olma tehlikesi karfl›s›ndaki sermaye kesimi aras›nda; iii) son dönem bireysel sermayeler aras› çat›flmalardan da gözlenebilece¤i gibi, süreç içinde okkan›n alt›na gidecek gibi görülen finans kapitalin belirli bir grubuyla, program›n ve yeniden yap›lanman›n arkas›ndakiler aras›nda. Böyle bir saptama için erken olsa dahi Mustafa Sönmez borçlar› IMF ve ABD’ye yak›n kalarak çevirmek isteyen TÜS‹AD ile konsolidasyona yak›n duran TOBB ve müttefikleri aras›nda bir gerilimin do¤makta oldu¤unun alt›n› çizmekte. Sönmez, bir tarafta “küçük ve orta sermayeyi temsil eden TOBB ve ihracatç›lar›n temsilcisi T‹M, hatta MÜS‹AD, öte tarafta ise büyük örgütlerin flah› TÜS‹AD’›n” bulundu¤unu belirtmektedir (Sönmez, 2003a). Devlet borçlar›n›n çevriminin nas›l sa¤lanaca¤› üzerine yürütülen çat›flma, devletin bir stratejik alan olarak, burjuvazinin farkl› fraksiyonlar›n›n farkl› taktiklerinin mücadelesine nas›l konu oldu¤unun iyi bir örne¤idir. Fakat bütün bu vurgulad›¤›m›z çeliflkiler, bizi çeliflkilerin ampirik ço¤ullu¤u düflüncesine götürmemelidir. Kriz süreci iktidar blo¤una destek veren küçük köylülük ve küçük burjuvazinin var olan durumunu da etkileyecektir.61 Çünkü bu yeniden yap›lanma süreci tar›m kesiminde mülkiyet iliflkilerinin yeniden dönüflümünü hedeflemekte ve küçük burjuvazinin devlet içindeki kazan›lm›fl haklar›n› törpülemektedir. Peki

87

60 Sönmez son dönemde bankas› kapanan ya da el de¤ifltiren ve krizde zay›flayan sermaye gruplar› ile IMF reformlar›n› sahiplenen, oyunun d›fl›na düflenlerin ya da mallar›na el koyulanlar›n mallar›na göz dikenler aras›ndaki saflaflmaya dikkat çekiyor. Bu kamp›n bir yan›nda Do¤an Medya Grubu ve onlarla ortak hareket eden ‹fl Bankas›, Koç Grubu, Sabanc› Grubu ve TÜS‹AD’a hâkim olan di¤er gruplar di¤er yanda temelde Karamehmet, Toprak, Dinç Bilgin’i himaye eden Turgay Ciner ve Star grubunun yer ald›¤›n› belirtmekte. (Sönmez, 2003b: 24-25). 61 Buradan küçük köylülük ve küçük burjuvazinin yekpare bir blok olarak iktidar blo¤unu destekledi¤i sonucuna var›lmamal›d›r. 1980 sonras› hükümette olan sa¤ partiler (ANAP ve DYP) toplumsal taban olarak küçük köylülü¤ün a¤›rl›kl› oldu¤u co¤rafyadan önemli bir destek ald›lar. Özellikle küçük köylülü¤ün, burjuvazinin hegemonyas› alt›na al›nmas› ve destekleyici s›n›f olarak örgütlenmesi Türkiye gibi bir “köylü kalesi”nde özel olarak önemlidir. Bu deste¤in sa¤lanmas›nda her zaman önemli olmufl olan küçük köylülü¤e yönelik maddi tavizlerden art›k vazgeçilmektedir.


88

Zafer Y›lmaz

bütün bu süreçte “burjuvazinin mezar kaz›c›lar›”na ne olacakt›r? fiimdilik iflçi s›n›f›n›n küllerinden do¤du¤una dair bir iflaret yok. Ama unutmamak gerekiyor ki kriz ve yeniden yap›lanma süreci do¤as› gere¤i aç›k uçlu bir süreçtir. Ekonomik krizler do¤rudan siyasi krizlere yol açmasalar da, siyasetin dönüflümünde önemli köfle tafllar›d›r ve s›n›f mücadelesini koflulland›rd›klar› ve siyasi krizin do¤uflunda rol oynad›klar› derece önemlidirler (Jessop, 1984: 90). Ak›ldan ç›kar›lmamas› gereken bir di¤er nokta da fludur: Marx’›n belirtti¤i gibi iktisadi kriz anlar› sermayenin “kardefl katli” dönemidir; ama ekonomik kriz anlar› politik kriz an› ile örtüfltü¤ünde, sermayenin ve onun ba¤lafl›¤› di¤er s›n›f ve kesimler için, bir bütün olarak iflçi s›n›f› karfl›s›nda kardefllik ba¤lar›n›n fark›na varma çanlar› çalar. Kriz bütün toplumsal s›n›flar aras›ndaki “farkl›l›k içindeki birli¤i” a盤a ç›kar›r. ‹flte o an geldi¤inde, sermayenin üzerine gözü gibi titredi¤i sözde ekonomi ve siyaset ayr›m› ya da burjuva demokrasisinin herkesi eflit olarak temsil etti¤i gibi iyi zaman dostlar› zarifçe kap›n›n d›fl›na ç›kar›l›rlar ve içeriye bütün ihtiflam ve kuvvetiyle sadece tüm toplumsal kesimleri kendi köklerinden ve ba¤lar›ndan koparmakla kalmayan, ayn› zamanda teker teker her toplumsal s›n›fa ait olduklar› yerleri de gösteren “sermayenin demir yumru¤u” davet edilir. Marx’›n belirtti¤i gibi “Zor, yeni bir topluma gebe her eski toplumun ebesidir. Zor, kendisi, bir ekonomik güçtür” (Marx, 1978: 770). Ve, “tarihsel gerçek odur ki borç krizleri, özellikle de devletlerin borç krizleri, her zaman siyasi olarak çözülmüfltür (Ar›n, 1997: 50).

Sonuç Bu yaz›da Poulantzas’›n devletin ne s›n›f mücadelesinin üzerinde duran bir özne ne de basitçe s›n›flar›n arac› olan bir nesne olmad›¤›, bir iliflki, s›n›flararas› mücadelenin bir flekillenmesi oldu¤unun alt› çizildi. Ayn› zamanda sermaye hareketinin de, bir fley, bir muhasebe kayd› de¤il, gitti¤i yeri dönüfltüren bir toplumsal iktidar iliflkisi oldu¤unun alt› çizildi. Bu iki vurgudan hareketle teorik bölümde ve Türkiye’de devlet ve s›n›flar›n iliflkisine dair flu vurgular ön plana ç›kar›lmaya çal›fl›ld›: 1-) Devletin kendisi kendi mant›¤›na sahip bir özne ya da hâkim s›n›f›n basitçe arac› olan bir nesne de¤ildir. Devlet s›n›flar aras› iktidar iliflkisinin bir biçimlenmesidir. 2-) Sermaye hareketlerinin kendisi de (do¤rudan yabanc› yat›r›m ya da k›sa süreli sermaye hareketi biçiminde) dönüfltürücü


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

bir toplumsal iliflkidir. Bu toplumsal iliflki siyasal ifadesini ayn› zamanda misafir ülkenin iktidar blo¤u içinde de (ya do¤rudan ya da yerel sermaye ile aras›ndaki eklemlenme vas›tas› ile) bulur. Buradan hareketle de yaz›n›n Türkiye üzerine olan k›sm›nda ise bu yaz›n›n s›n›rlar› dahilinde afla¤›daki vurgularda bulunuldu. Fakat belirtmek gerekiyor ki, bu vurgular›n her birinin bu yaz›n›n s›n›rlar› d›fl›nda da gelifltirilmeye ve ele al›nmaya ihtiyac› bulunmaktad›r. Bu nedenle temel ipuçlar›n› verdi¤imiz bu çerçevenin gelifltirilmesi gereken k›s›mlar›n› da belirtece¤iz. Türkiye’de devlet ve sosyal s›n›flar iliflkisinin analizinde üzerine gidilmesi gereken temel noktalar›n flunlar olu¤unu düflünüyoruz: 1-) Türkiye’de uluslararas› finans sermayesi ile yerel finans kapital aras›nda özgül bir eklemlenme gerçekleflmifltir. 2-) Bu eklemlenme ifadesini hem Türkiye’deki iktidar blo¤unun yap›lanmas› içinde hem de hâkim s›n›flar aras› çeliflkide bulmaktad›r. Uluslararas› sermayenin ç›karlar› do¤rudan iktidar blo¤u içinde ve Türk sermayesi içinde temsil edilmektedir. Bu noktada bu temsil iliflkisinin somut mekanizmalar›n›n daha fazla mercek alt›na yat›r›lmas› ve TÜS‹AD, TOBB, MÜS‹AD gibi sermaye çevrelerinin ele ald›¤›m›z kesimler ile iliflkilerinin araflt›r›lmas› ve bu kurulufllarda örgütlenen sermaye çevrelerinin uluslar aras› finans sermayesi ile iliflkilerinin daha detayl› bir biçimde ortaya konmas› gerekmektedir 3-) Bu özgül ba¤lanma arac›l›¤›yla ve IMF ve DB gibi uluslararas› kurulufllar dolay›m›yla, üretim iliflkilerinin hâkim biçimi Türkiye’de üretilmekte ve yerlefltirilmektedir. Yine bu noktada bu kurulufllar›n bu hâkim biçimin yap›sal uyum ve istikrar programlar› arac›l›¤›yla nas›l yerlefltirdi¤inin daha fazla aç›lmas› gerekmektedir. 4-) Bu yeniden yap›lanma ve kriz süresi ayn› zamanda toplumsal üretim iliflkilerinin ve onun bir veçhesi olan siyasal›n biçiminin yeniden yap›lanmas› sürecidir. Siyasal›n biçiminin yeniden yap›lanmas› do¤rultusunda devlet ayg›tlar› aras› iliflkiler de yeniden düzenlenmektedir. Ekonomi yönetiminde izole edilmifl, paralel iktidar a¤lar› (üst kurullar) öne ç›kmaktad›r. Bu noktada da yukar›da ele ald›¤›m›z çerçevede a盤a ç›kan kurumsal de¤iflikliklerin iflleyifl tarz›n›n mercek alt›na al›nmas› gerekmektedir. 5-) Özellikle ekonomi yönetiminde ifadesini bulan bir otoriterleflme e¤ilimi62 a盤a ç›kmaktad›r. Kriz sürecinde hâkim ve hâkimiyet alt›ndaki s›n›flar aras› iliflkilerin de içinde bulundu¤u ve yönünü tam olarak flimdiden kestirmemizin mümkün olmad›¤›,

89

62 Bu otoriterleflme e¤iliminin sadece ekonomi yönetimi ile s›n›rl› kald›¤›n› belirtmek eksik olacakt›r. Yüretmenin karar alma an›nda daha da öne ç›kmas›, ya da son dönemdeki hapishane uygulamalar› bizim burada ele almad›¤›m›z otoriterleflme e¤ilimlerinin önemli ayaklar›d›r. Poulantzas da bu konuyu es geçmemekte ve “Yeni bask›, salt “simgesel” olmayan ve özgürlüklerin s›n›rland›r›lmas›, elektronik fiflleme, bireylerin haklar›n›n zay›flamas›, bundan böyle organik bir biçimde birbirlerine ba¤l› olan polis ve yarg› ayg›tlar›n›n yeniden kurulmas›, fiziksel güce dayal› ve titiz bir denetim gibi de¤iflik biçimler alt›na ortaya ç›kan apaç›k bir fliddete baflvurmakta” demektedir (Poulantzas, 1979:43).


90

Zafer Y›lmaz

63 Ama alt› çizilerek belirtilmelidir ki siyasal›n alaca¤› biçim konusunda elimizdeki veriler, bize e¤ilimler konusunda sadece ipuçlar› sa¤larlar. Çünkü siyasal›n alaca¤› biçim toplumsal üretim iliflkilerinin içinde bulundu¤u tarihsel koflullar taraf›ndan koflulland›r›lm›fl s›n›f mücadelesine ve siyasal›n o anki biçimine s›k› s›k›ya ba¤›ml›d›r. Yazar›n Poulantzas’›n 1970 sonlar› kapitalist devletin merkez ülkelerde almakta oldu¤u biçime dair öngörülerini Türkiye’ye yamamak gibi bir derdi yoktur.

ifadesini siyasal partiler ve seçmen tabanlar› iliflkisinde bulan gerilimle bir arada düflünüldü¤ünde Otoriter bir devlet biçimi Türkiye’de siyasal›n ileride alaca¤› biçim hususunda ihtimaller aras›na girmektedir. Bu noktada son dönem devlet ayg›t›ndaki ve devlet ve sosyal s›n›flar ars›ndaki geliflmelerle Poulantzas’›n son eserinde oluflmakta oldu¤unu tespit etti¤i, Otoriter Devletçilik’e yol açan geliflmeler aras›ndaki kimi benzerlikler dikkat çekicidir. 63 Son olarak, alt›n›n çizilmesi gereken bir nokta daha var. Bugün Türkiye’de devlet, sermaye birikimindeki özgül rolünden (bu rolün ald›¤› özgül biçimden) dolay›, toplumsal üretim iliflkilerinin yeniden düzenlenmesinde belki de merkezi olarak görülebilecek bir konumdad›r. Bu, sermaye çevreleri için hem iyi hem de kötüdür. Bir yandan devletin ekonomideki ve sermayenin yeniden üretilmesindeki bu varolufl biçimi, sermaye birikiminin sürdürülmesi ve derinde yatan kâr oranlar›n› düflüflü krizinin çözülmesi aç›s›ndan oldukça önemlidir. Di¤er taraftan ise, devletin bu rolünün kendisi siyasal ve iktisadi krizin yo¤unlaflmas›n›n önemli bir nedeni haline gelmifltir. Devletin sermaye birikiminde bu rolü, bugün Türkiye’de yeniden yap›lanma sürecinde yo¤unlaflan çeliflkinin bir bütün olarak sermaye ve emek aras›nda de¤il de, bu yeniden yap›lanma do¤rultusunda önemli ad›mlar atan hükümet ve ona oy veren toplumsal kesimler aras›ndaki bir çeliflki gibi yaflanmas›nda önemli bir role sahiptir. Fakat, yine tam da aç›klad›¤›m›z bu konumdan dolay›d›r ki devlet, çeliflkilerin bir yo¤unlaflma alan›d›r. Yukar›da ele ald›¤›m›z eklemlenme bir nevi Türkiye’deki toplumsal s›n›flar üzerinden ve içinden at›lm›fl bir Gordion dü¤ümüdür. Dü¤ümün bir taraf›nda uluslararas› finans sermayesi, öte taraf›nda Türkiye’deki finans kapital var. Türkiye’de sürdürülemez duruma gelen iç borçlar› göz önüne ald›ktan sonra, sormak gerekir: Bu gordion dü¤ümü böyle bir a¤›rl›¤a dayan›r m›? Elbette dayanmaz. Daha flimdiden dü¤ümü bir o yana bir bu yana çeken “öküzler” azalan yem oran›ndan dolay› homurdanmaya bafllad›lar. Ve onlar biliyorlar ki, ‹skenderin k›l›c› bu gordion dü¤ümünü art›k çekilemez hale geldi¤inde ve çekmek de bir fayda getirmedi¤i anda kesecek. Evet bu dü¤üm kesilecek ama yine de sormak gerekir: ‹skenderin k›l›c› dü¤ümü keserken kimin boynuna inecek?n


Günümüz Türkiye’sinde Devlet ve Hâkim S›n›flar ‹liflkisi Üzerine

Kaynakça Althusser, L. (1969) For Marx, Penguin Press, London Alt›ok, M. (2002) “Yeni Liberal ‹stikrar ve Yap›sal Uyum Programlar› : Türkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi ve Kriz”, Praksis 5 Anderson, P. (1982) Bat›da Sol Düflünce, çev. B. Aksoy, ‹stanbul : Birikim Ar›n, T. (1997) “Türkiye’de ve Dünya’da Borçluluk ve Borç Krizi”, ‹ktisat, Ocak. Ataay, F. (2002) “Türkiye’de Neo-liberalizm ve Parlamenter Siyasetin Krizi”, Praksis, 5 Bieler, A. ve A. D. Morton (2001) “Globalization, the State and Resistance: A ‘Critical Economy’ Engagement with Open Marxism”, Paper presented at the 26th annual conference of the British International Studces Association, Edinburgh, 17-19 December. Bonefeld, W., A. Brown ve P. Burnham (1995) A Major Crisis? The Politics of Economic Policy in Britain in the 1990’s, Aldershout: Dartmouth. Boratav, K. (1994) “Devleti Küçültme Süreci Avanta Mekanizmas›na Dönüfltü”, ‹ktisat, Ocak. Boratav, K. (2001) “2000/2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”, Mülkiye, Cilt 25, 230 Boratav, K. (1998) “2000’e Do¤ru Türkiye’de Popülizm” Mürekkep,10-11 Brenner, R. (1998) “Dünya Kapitalizminin Yaklaflan Krizi: Neo-liberalizmden Buhrana m›?”, (çev) P›nar Bedirhano¤lu, Birikim Burnham, P. (1999) “States, Markets and Labour: International Political Economy and Marxian Methodologies”, Paper presented to the Workshop on Historical Materialism and Globalisation, University of Warwick, 15-17 April. Burnham, P. (2000) “Globalization, Depoliticization and Modern Economic Management”, Bonefeld, W. ve Psychopedis, L. (der.), The Politics of Change: Globalization, Ideology and Critique, Palgrave Burnham (1990) The Political Economy of Post-war Reconstruction, London, Macmillan Carnoy, M. (1984), The State and Political Theory, Princeton. Cizre-Sakall›o¤lu, Ü. ve E. Yeldan (2000) “Politics, Society and Financial Liberalization, Turkey in the 1990’s”, Development and Change, 31. Clarke, S. (1991) “Marxism, Sociology and Poulantzas’s Theory of State”, Clarke, S. (der.), The State Debate, New York: St Martin’s. Cox, R. (1987) Production, Power and the World Order, New York: Columbia University. Çelik, S.K. (2001) “Tarihsel Materyalizmi Yeniden Düflünmek:Aç›k Marksizm, ‹liflkisel Yaklafl›m ve Praksis”, Praksis, 1

91

Çoban, A. (2002) “Küreselleflmeye Karfl› Olmak: Olanaklar ve S›n›rl›l›klar”, Praksis, 7 Dönmez, Z. (2002) Üst Kurullar, Kamu Yönetimi Dünyas›, 10. Durmaz, N. (2000) Yabanc› Kurumsal Yat›r›mc›lar›n ‹MKB’deki Rolü,‹ktisat Dergisi, 400 Ercan, F. (2000) “Kapitalizm-Küreselleflme ve Kalk›nma Tart›flmalar› Aç›s›ndan Devlet: Elefltirel Önermeler1”, ‹ktisat, A¤ustos Ercan, F.(2000) “Küreselleflme Sürecindeki Yerellikler: Homojenleflme ve Farkl›laflma/Güç ve Eflitsizlik ‹liflkileri Üzerine”, Mübeccel K›ray ‹çin Yaz›lar, Ba¤lam Ercan, F. (1998) “Neoliberal Küreselleflme Sürecinde Türkiye’de De¤iflen Sermaye ‹çi Bileflenler”, ‹ktisat, 378. Ercan, F. (2002) Çeliflkili Bir Süreklilik Olarak Sermaye Birikimi, Praksis, 5. Gerstein, I. (1992) “Dünya Ekonomisi ve Emperyalizm Kuramlar›“, Ersoy, M. (der.) Emperyalizm, Geliflme ve Ba¤›ml›l›k Üzerine, Ankara: V. Gill, S.(1993) “Neo-Liberalism and the Shift Towards a US-centred Transnational Hegemony”, Overbeek, H. (der.), Restructuring Hegemony in the Global Political Economy: The Rise of Transnational Neo-Liberalism in the 1980’s, London ve New York: Routledge. Günayd›n, G. (2992) “Tar›m Sektöründe Kurullar”, Kamu Yönetimi Dünyas›, 10. Haggard, S. ve R. Maxfield (1996) “The Political Economy of Internationalization in the Developing World”, International Organization, 50 (1). Hirst, P. G. Thompson (2000) Küreselleflme Sorgulan›yor, Ankara, Dost Holloway, J. ve S. Picciotto (1978) “Introduction Towards a Materialist Theory of the State”, Holloway, J. ve S. Picciotto (der.), State and Capital: A Marxist Debate, Edward Arnold. Holloway, J. ve S. Picciotto (1991) “Capital, Crises and the State”, Simon Clarke (der), The State Debate, New York, St. Martin Press Jessop B. (2001) “Küreselleflme ve Ulus Devlet, çev. Efkan Ala-Ahmet Alt›parmak, Türkiye Günlü¤ü, 64 Jessop, B. (1985) Nicos Poulantzas: Marxist Theory and Political Strategy, London: Macmillan. Jessop, B.(1997) “Capitalism and its Future: Remarks on Regulation, Government and Governance”, Review of International Political Economy, 4 (3): 561-581 Karahano¤ullar›, Y. (2003) “Türkiye’de Devletin Mali Krizleri”, Praksis, 9 Köse, A. H. ve E. Yeldan (1998) “D›fla Aç›lma Sürecinde Türkiye Ekonomisinin Dinamikleri: 1980-1997“, Toplum ve Bilim, 77. Kubal›, D. (2002) “Bankac›l›k Düzenleme ve Denetle-


92

Zafer Y›lmaz

me Kurumu”, Kamu Yönetimi Dünyas› Dergisi, 10. Marx, K. (1978) Kapital cilt 1., çev. A. Bilgi, Ankara: Sol. McMichael. P. ve D. Myhre (1991) “Global Regulations vs. the Nation State: Agro-Food Systems and the New Politics of Capital”, Capital and Class, 43: 83-105. Miliband R. (1977) “Poulantzas ve Kapitalist Devlet”, Belge, M. (der.) Kapitalist Devlet Sorunu, çev. Y. Berkman ‹stanbul: Birikim. Palan R. (2000) “Recasting Political Authority: Globalization and the State”, Randall D. Germain (der.), Globalization and Its Critics, Perspectives form Political Economy, Mcmillan Panitch, L. (1994) “Globalisation and the State”, Miliband, R. ve L. Panitch (der.), The Socialist Register, London :The Merlin. Panitch, L. (1999) “De¤iflen Bir Dünyada Devlet: Küresel Kapitalizmi Sosyal Demokratiklefltirmek mi?, ‹ktisat, 392-393: 37-43. Panitch, L. Peter Gowan ve Martin Shaw (2002) “Devlet, Küreselleflme ve Yeni Emperyalizm”, çev. Suat Ertüzün, Mürekkep, 19 Panitch, L., (2000)“The New Imperial State “, New Left Review. Poulantzas N. (1979) Classes in Contemporary Capitalism, London: Verso. Poulantzas, N, (1976) Political Power and Social Classes, London: Verso Poulantzas, N. (1974) “Sosyal S›n›flar”, çev. M. Ekmeksiz, Yeni Ad›mlar, 19-20. Poulantzas, N. (1977) “Kapitalist Devlet: Miliband ve Laclau’ya Cevap”, Belge, M. ve A. Aksoy (der.), Kapitalist Devlet Sorunu, çev. Y. Berkman, ‹stanbul : Birikim. Poulantzas, N. (1978) State, Power, and Socialism, London: Verso. Poluantzas, N. (1979) “Partilerin Bunal›m›”, çev. Ahmet ‹nsel, Birikim, 56-57 Poulantzas, N. (1980) Faflizm ve Diktatörlük, çev Ahmet ‹nsel, Belge Poulantzas, N. (1981) Portekiz, ‹spanya ve Yunanistan’da Geçifl Süreci, çev. B. Y›lmaz, Belge Poulantzas, N. (1990) “Demokratik Bir Sosyalizme Do¤ru”, çev. Hüseyin Kamil Y›ld›r›m, Birikim, 9 Savran, S. (1994) “Türkiye Kapitalizminin Krizi”, S›n›f Bilinci, 15. Savran, S. (2001) “20. Yüzy›l Türkiye’sinde S›n›f Mücadeleri ve Devlet”, Toplum ve Hekim, 16(6) Schumpeter, J. (1974) Democracy, Socialism and Capitalism ,London: Unwin University Books, Sönmez, M. (2003a) “Patronlar›n Cephesinde Borç Çatla¤›”, www.ntvmsnbc.com, indirilme tarihi 07/04/2003

Sönmez, M. (2003b) Filler ve Çimenler, ‹stanbul: ‹letiflim. Sönmez, M. (2002) 100 Göstergede Kriz ve Yoksullaflma, Ankara:‹letiflim fiengül T. (2000) “Siyaset ve Mekansal Ölçek Sorunu: Yerelci Statejilerin Bir Elefltirisi” E. Ahmet Tonak (der), Küreselleflme, Ankara:‹mge, Tilly, C. (?) Avrupa’da Devrimler 1492-1992, çev. Özden Ar›kan, Yeni Biny›l Topal, A. (2002) “Küreselleflme Sürecinde Türkiye’yi Anlamaya Yarayan Bir Anahtar: Yeni Sa¤”, Praksis, 7. Tosun, T. (1999) Türk Parti Sisteminde Merkez Sa¤ ve Solda Parçalanma, ‹stanbul: Boyut. Tsoukalas, K. (2001) “Küreselleflme ve ‹cra Komitesi: Ça¤dafl Kapitalist Devlet Üzerine Düflünceler”, Mürekkep, 17: 84-97. Türel O. (2001) Emek Politikalar› Sempozyumu, Ankara: TMMOB. Weiss, L. (1997) “Globalisation and the Myth of the Powerless State”, New Left Review. Wood, E.M. (1990) “Unhappy Families: Global Capitalism in a World of Nation States”, Monthly Review, 51 (3), 1-12. Wood, E.M. (1995) Democracy Against Capitalism, Cambridge: Cambridge University. Wood,E.M. (1992) S›n›ftan Kaç›fl, çev. fiükrü Alpagut, ‹stanbul: Ak›fl. Yalman, G. (1997 “Bourgeoisie and the State: Changing Forms of Interest Representation within the Context of Economic Crises and Structural Adjustment: Turkey during the 1980s”, Bas›lmam›fl Doktora Tezi, Manchester, Manchester School of Social Sciences (Development Studies), Yalman, G. (2002) “Tarihsel Bir Perspektiften Türkiye’de Devlet ve Burjuvazi Rölativist Bir Paradigma m› Hegemonya Stratejisi mi?”, Praksis 5 Yeldan, E. (2001a) Küreselleflme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, ‹stanbul: ‹letiflim. Yeldan, E. (2001b) Emek Politikalar› Sempozyumu, Ankara: TMMOB Yeldan, E. (2002a) “Neoliberal Küreselleflme ‹deolojisinin Kalk›nma Söylemi Üzerine De¤erlendirmeler”, Praksis 7 Yeldan, E. (2002b) “‹stikrar, kimin için? Kriz idaresi üzerine de¤erlendirmeler, www. bagimsizsosyalbilimciler.org Y›ld›z, A. (2002) Kapitalist Devleti Anlamak, ‹stanbul: Ayk›r›. Y›ld›zo¤lu, E. (2001) Gelece¤e Dönüfl, Tabipler Odas› Dergisi, Temmuz.


Praksis 9

| Sayfa: xxx-xxx

Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye Birgül Ayman Güler

1990'l› y›llar, toplumbilimi yaz›n›na yeni bir terimin girifline tan›k oldu. Gerçekte toplumbilimi 1980'li y›llardan bu yana, terim ve kavramlar üzerine yo¤unlaflm›fl bir çalkalanma yaflamaya bafllam›flt›. Aç›l›fl› 1980'li y›llarda "sivil toplum" kavram› yapm›fl ve bunun yan› bafl›nda "iflletmecilik" terimi yükselmiflti. 1990'l› y›llarda ise "çok aktörlü yönetim", "paydafl toplum", "hoflgörü" ile "uzlaflma" terimleri, küreselleflme ad› verilen sürecin açt›¤› yeni demokratikleflme ça¤›n›n müjdesini veriyorlard›. Bunlar, yeni demokrasinin bölük pörçük müjdecileriydi; kavramsal büyük müjde Dünya Bankas› kayna¤›ndan "governance", Avrupa Birli¤i kayna¤›ndan ise "subsidiarite" sözcükleriyle gelmifltir. Bu yaz›, governance (yönetiflim) terimini konu almaktad›r. Yaz›da terim, kayna¤› oluflturan örgütler ile Türkçe yaz›nda nas›l tan›mland›¤› üzerinde durmakta, son alt bafll›kta terime iliflkin olarak yazar kendi tan›m›n› ortaya koymaktad›r. Yaz›, governance teriminin somut uygulama örnekleri ve uygulama mekanizmalar› üzerinde durmamaktad›r. Oysa söz konusu terim, salt bir kavramsal tart›flma konusu olman›n ötesinde, geliflimi do¤rudan do¤ruya prati¤in içinde ilerledi¤i için, günümüz Türkiye’sinde ulusal düzeyde üst kurullarda, yönetsel birim düzeyinde "Okul Gelifltirme Yönetim Ekibi" mekanizmas›yla okullarda, ilçe mülki kademelerinde Lions Kulüpleri temsilcilerinin yer alabildikleri "iyi yönetiflimi gelifltirme ilçe komiteleri"nde, yerel düzeyde ise "gündem 21 konseyleri"nde, k›sacas› kamu yönetimi alan›n›n hemen her kademesinde karfl›m›za ç›kmaktad›r. Terimin uygulamada belirifli, ayr› bir yaz›n›n konusudur ve bu boyutu konu alan bir de¤il birden çok inceleme yaz›s›na konu edilmelidir.


94

Birgül Ayman Güler

1 Governence sözcü¤ü ilk kez Sidney Low’un The Governence of England (1904) bafll›kl› kitab›nda kullan›lm›flt›r (Rhodes, 1996: 652). 2 Jessop, kavrama ilginin artma nedenlerinden birinin, bilimlerde basitlefltirici karfl›tl›klar›n reddi yönündeki e¤ilim olabilece¤ine iflaret ediyor. Ekonomide piyasa - devlet, sosyolojide toplum devlet, yönetim biliminde kamu - özel, uluslararas› iliflkilerde anarfli - egemenlik vb. (Jessop, 1998).

Kavram›n Kökeni ya da Belirifli Hakk›nda Governance terimi, Türkçe'ye ‹ngilizce'den "yönetiflim" olarak çevrilmifltir. Türkçe'de terime verilen ad gibi terimin anlam› da çeviri yoluyla atanm›flt›r. Bu nedenle "yönetiflim"e Türkiye kökenli bir aç›klama bulmak için çaba göstermek anlaml› de¤ildir. Ancak bu durum yaln›zca Türkiye ve Türkiye ile benzer konumda olan azgeliflmifl ülkeler için de¤il, ‹ngilizce'den baflka bir dil kullan›lan geliflmifl ülkelerde de yaflanm›flt›r. ‹lk olarak ‹ngilizce'de kullan›lmaya bafllanan terim Frans›zca'ya "gouvernance", Almanca'ya "steuerung" olarak çevrilmifltir. Sözcü¤ün do¤du¤u dilde yap›lan etimolojik izleme, "government" ile efl anlaml› oldu¤u sonucunu vermektedir. Buna karfl›n kimi yazarlar terimin 18. yüzy›la kadar götürülebilece¤ini ve kökenlerin "sivil topluma sayg›l› ayd›nlanma yönetimi" ruhunda bulunulabilece¤ini ileri sürmüfllerdir (Gaudin, 1998: 47). Hatta köklerini Eski Yunan'da bulmaya al›flk›n Bat› bak›fl aç›s›yla, baz› yazarlar›n Eski Yunan sözcüklerini de gözden geçirdikleri görülmektedir (Jessop, 1998: 30). Geçmifle dönük araflt›rmalar sonuçsuz kalm›flt›r. ‹ngilizce'de sözcü¤ün 1904 tarihli bir kitab›n bafll›¤›nda kullan›ld›¤›, buna karfl›n kitapta tan›mlanmad›¤› gibi dizinde de yer almad›¤› saptanm›flt›r1. Jessop, governance ile toplumsal de¤iflme kavramlar› aras›nda "eski fliflelere yeni flarap transferi"nden daha fazla bir iliflki olup olmad›¤›n› düflündü¤ünü yazmaktad›r. Bir baflka deyiflle yönetiflim sözcü¤ünün Türkiye'de karfl›laflt›¤› "moda" nitelendirmesi, sözcü¤ün asl›n›n da bafl›na gelmifltir. Bir baflka bat›l› yazara bak›l›rsa, eskiden beri kullan›lan çok say›da kavram›n governance bafll›¤› alt›na toplan›vermesi, erken bir b›kk›nl›k ve hoflnutsuzluk yaratm›fl gibidir. Yazar, 1990'lar›n gündeminde bafl s›ralar› alan governance teriminin, "co-regulation", "co-production", "co-management", "co-" önekli, “birlikte - ortaklafla - beraberce düzenleme, üretme, yönetme” anlam› tafl›yan çok say›da terimle yan yana, “çekici bir belirsizlik” içinde evrimini sürdürdü¤ünü belirtmektedir (Gaudin, 1998: 53).2 Do¤du¤u dilde sözcü¤ün anlam›n› arayan bir baflka yazar, governance teriminin etimolojik olarak kendine özgü anlam yoksunlu¤una karfl›n, kavram olarak tam tersine, farkl› ba¤lamlarda çeflitli anlamlar yüklendi¤ini belirtmektedir. Yazar›n saptamas›na göre, zaman zaman "government" sözcü¤ü ile “sat›fl›” güç olabilecek kimi düflünceler, bunun yerine governance sözcü¤ü koyularak daha kolayl›kla ve meflruiyet sorunu atlanarak dile getirile-


Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye

bilmektedir. Sözcük "daha az yönetim"i ya da "minimal devlet"i anlatan bir kod olarak kullan›lmaktad›r. Kamu harcamalar›n› k›s›tlama, kamu personelini azaltma, kamu hizmetlerini özel sektör eliyle görme (ihale) ve özellefltirme uygulamalar› governance tarz› yönetim olarak anlat›lmaktad›r (Stoker, 1998: 17). Yine bir baflka yazara bak›l›rsa, sözel kayg›lar›n ötesinde, öze dönük olarak terim kimi zaman refah devletinin kimi zaman kalk›nma idaresinin elefltirisini dile getirmek üzere kullan›l›rken, baz› kesimler taraf›ndan kamu - özel sektör aras›nda artan etkileflimi tan›mlamak amac›yla ya da yeni zamanlar›n uluslararas› iliflkilerini betimlemek üzere referans kavram olarak kullan›lmaktad›r. Baz›lar› için governance devletin demokratiklefltirilmesi, afla¤›dan yukar›ya örgütlenme, böylece toplumsal inisiyatiflere "sivil mobilizasyon"a yol açma arac› iken baflkalar› için ekonomik aktörlerin ya da flirketlerin yönetimdeki rolünün artt›r›lmas›n› sa¤laman›n tek mümkün yoludur. Ancak kavram›n en h›zl› yay›lan ve yerleflen anlam›, azgeliflmifl ülkelerde 21. yüzy›l siyasal - yönetsel yap›lanmas› ya da devletin yeniden yap›land›r›lmas›d›r. Dünya Bankas› 1989'da Afrika'n›n "governance krizi" içinde oldu¤unu söyledi¤inden bu yana, terim büyük ölçüde, kalk›nma politikas› ile ve özellikle de azgeliflmifl ülkelerde kalk›nma sorununun yönetimi ile bütünleflmifltir (Pagden, 1998: 7). ‹ster söze ister öze iliflkin kayg›larla olsun, governance sözcü¤ünün "flifle-flarap" ya da "moda" de¤erlendirmeleri hariç, yukar›da s›ralanan anlamlar›n tümüne gönderme yapt›¤› kabul edilmelidir. Ancak as›l görülmesi gereken, yönetiflim sözcü¤ünün siyasal ve yönetsel iktidar sahipli¤ini de¤ifltirmeye dönük bir öze sahip oldu¤udur. Yönetiflim formülü, 21. yüzy›l›n bu neoliberal kat›l›mc›l›k modeli, sermayeye açt›¤› iktidar sandalyesiyle kamu kudretini kapitalizmin egemen s›n›f›na teslim etmekten baflka bir hedefe sahip de¤ildir.

Akademik Yaz›n›n Durumu Governance ile ilgili akademik yaz›n, "eklektik ve pre-teorik" olarak nitelenmektedir (Jessop, 1998: 29). Elde var olan fley, bir kavramsal çerçeveden ibarettir. Kavram, nedensel analiz düzeyine yükselerek bir kurama do¤ru aç›lmaktan oldukça uzak durumdad›r. Stoker'a göre eldeki kavramsal çerçevenin de¤eri, yönetsel süreçlerdeki de¤iflmeyi anlamak için bir dil, bir referans çevresi sunmas›ndan gelmektedir (Stoker, 1998: 18). Çeflitli kaynaklarda governance bak›fl›n›n farkl› disiplinlerden

95


96

Birgül Ayman Güler

3 Kurumcu iktisat üzerine kapsaml› ve yol gösterici Türkçe çal›flma için bkz. Demir (1996). Kurumcu iktisad›n kurucular› yaz›lar›na 1890'l› y›llarda bafllam›fl olan Thorstein Veblen, Wesley Mitcell, John Commons; yaklafl›m› geniflleten yenikurumcu iktisad›n bilinen temsilcileri K. Galbraith, Gunner Myrdal, Marc Tool, Paul Bush, Waren Samuels'dir.

beslenerek geliflti¤i saptanmaktad›r. Yaklafl›ma en büyük destek ekonomi alan›nda "kurumcu iktisat yaklafl›m›" üzerinden gelirken, kamu yönetimi disiplininden gelen destek 1980'li y›llar›n egemen bak›fl aç›s› olan "yeni kamu iflletmecili¤i" ak›m› üzerinden sa¤lanmaktad›r. Bunlara ek olarak, örgüt bilimi disiplininde hiyerarflik Weberyan örgüt kuramlar›n›n yerini alan yatay, esnek, a¤ tipi örgüt kuramlar›, governance bak›fl›n›n beslendi¤i üçüncü ana kayna¤› oluflturmufltur. Uluslararas› iliflkiler alan›, governance bak›fl›n›n do¤du¤u küreselleflme döneminde destek al›nan dördüncü alan olarak öne ç›km›flt›r. Kendisi henüz bir kuram öncesi kavramsal çerçeve iken, bunun kuramsal kaynaklar›n› belirlemek kolay bir ifl de¤ildir. Bu yaklafl›ma “kaynak” olarak saptanabilecek herhangi bir önerme ya da kuram, kimi çözümleme ad›mlar›nda kendisi governance çerçevesini kaynak alm›fl olarak karfl›m›za ç›kabilmektedir. Örne¤in, kuramsal kaynaklardan biri olarak de¤erlendirilen kamu iflletmecili¤i yaklafl›m›, 1990'l› y›llarda "public governance" ad›n› almaya yönelmifltir; bu aflama bak›m›ndan governance yaklafl›m›na kuramsal kaynakl›k etme yerine, governance çerçevesini kendisine referans alm›fl görünmektedir.

Kurumcu ‹ktisat Deste¤i Kurumcu iktisat (institutional economics), iktisadi yaflamda tekellerin bask›n unsurlar haline gelmeye bafllad›¤› 19. yüzy›l›n sonlar›nda Amerika'da do¤mufl ve temelini klasik iktisat yaklafl›m›na karfl› elefltirel konumda atm›fl bir iktisadi yaklafl›md›r3. Kurumcu iktisatç›lar, belirleyici – rasyonel birey üzerine kurulmufl yaklafl›m›n terk edilmesini öngörmektedirler; çünkü bireylerin istekleri, tercihleri ve seçimleri, ba¤›ms›z de¤iflkenler de¤ildir. Bunlar gerçekte kurumsal yap›lar taraf›ndan belirlenir. Birey bir “kültür ürünü”dür; bireysel davran›fl›n ortaya ç›kt›¤› ekonomik sistemin kendisi daha genifl bir toplumsal sistemin alt sistemidir. Bu nedenle incelemeler kurumlar, iktisadi süreçler, bunlar aras›ndaki iliflkiler ve de¤iflim üzerine yönelmelidir. Kurumcu iktisatç›lara göre yerleflik neoklasik iktisat, ekonomi bilimini en az çaba, en az maliyet ve en çok üretim (etkinlik, etkililik, verimlilik) peflinde, “iktisadilefltirme” ve “en çoklaflt›rma” mant›¤›n›n incelemesine dönüfltürmüfltür. Oysa ekonomi, insanlar›n yaflamlar›n› sürdürmek için gerekli maddi araçlar› sa¤lamalar› demektir; bu nedenle bu bilim dal› insanlar›n geçimlerini sa¤lamas›n›n ve bunun için yaratt›klar› örgütlenmenin mant›-


Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye

¤›n› ortaya ç›karmal›d›r. Temel sorun ekonomik sistemin örgütlenmesi ve genel anlam›yla iktidar yap›s›n›n çözümlenmesidir. Fiyat - piyasa mekanizmalar›, neoklasik iktisatç›lar›n ileri sürdü¤ü gibi adil ve ideal bir toplum düzenini yaratamaz; toplumsal iliflkilerin bar›nd›rd›¤› çeliflki ve çat›flmalar›n çözümünde, toplumsal uzlaflman›n somut bir biçimi olan devlet önemli bir ifllev görmektedir (Demir, 1996: 64-77). Neoklasik iktisatç›lara göre piyasa, mal ve hizmetlerin rasyonel bireylerin tercihleri temelinde de¤ifl tokufl edildi¤i ve kaynak tahsisinin rasyonel biçimde gerçekleflti¤i yerdir. Do¤as› gere¤i "serbest"tir ve kendi d›fl›nda herhangi bir etken eliyle k›s›tlanmamal›, yönlendirilmemeli, iflleyifline müdahale edilmemelidir. Piyasac› bak›fl, piyasay› “serbestlik”, “do¤all›k”, “kendili¤indenlik” olarak tan›mlarken, bunun d›fl›nda kalan tüm mekanizmalar› k›s›tlay›c›, s›n›rland›r›c›, kollektivist olarak nitelendirir. Devlet bu kollektivist, d›flsal ve yapay unsurlar›n aras›nda ilk s›radad›r. Kurumcu iktisat, hem bu piyasa tan›m›n› hem de piyasa - devlet ikilemini reddetmektedir. Kurumcu iktisat yaklafl›m›na göre piyasa “do¤al” de¤il niteli¤i gere¤i “toplumsal”d›r; bireyci de¤il kollektivisttir. Piyasa, kaynak tahsisini yapan bir do¤al düzen de¤il, kaynak tahsisini yapacak kurumlar› harekete geçiren bir kurumdur. Piyasan›n kendisi de içinde bulunan bireylerin istek, tercih ve seçimlerini biçimlendirir, bireylerin bilifl süreçlerini oluflturur, bireyleri belli bir biçimde davranmaya zorlar. Bu yüzden piyasa tümüyle “özgür” olamaz; özgürleflmenin temelini oluflturamaz. Kurumcu iktisatç›lar, piyasa - devlet ikilemini, iktisad›n kurumsal örgütlenifli kavram› sayesinde aflmaktad›rlar. Kapitalizmin tekelleflme aflamas›nda ortaya ç›kan yap› ve süreçleri aç›klamak üzere ortaya ç›kan kurumcu iktisat, "yeni kurumcu iktisat" ad› verilen yeni kollar› ile yukar›da belirtilen elefltirel konumunu terk etmifltir. Rasyonel bireyi temel olarak kabul eden bu yeni kollar, kurumcu aç›klamalar ile neoliberal iktisat kuramlar›n› birlefltirmeye giriflmifllerdir (Demir, 1996: 202-238).4 Yeni kurumcu iktisat, 1990'l› y›llarda geniflleyen “regülasyon reformlar›” için fikir aç›c› olmufl görünmektedir. Bu ak›m çevresinde derinlefltirilen "ifllem maliyeti" ve "mülkiyet hakk› maliyeti" aç›klamalar›, piyasa kurumlar› ile devlet kurumlar›n›n karfl›t de¤il iç içe iflleyiflini ve bu iflleyiflin iktisadi mant›¤›n› ortaya koymaya yönelmifltir. ‹ktisadi de¤iflimin gerçekleflmesi için yap›lan bilgi edinme, sözleflme yapma, ölçme, denetleme ve dan›flmanl›k harcamalar›, ifllem maliyeti (transaction cost) olarak tan›mlanm›fl-

97

4 Yeni nitelendirmesi Oliver Williamson’›n Markets and Hierarchies: Analyses and Antitrust Implications (1975) bafll›kl› kitab› ile birlikte kullan›lmaya bafllanm›flt›r. Yeni kurumcular Journal of Institutional and Theoretical Economics adl› dergi çevresinde toplanm›flken, neoklasik yaklafl›m ile kurumcu yaklafl›m›n birlefltirilmesine karfl› ç›kan neo-kurumcular, Journal of Economic Issues adl› dergi üzerinden çal›flmaktad›r (Demir, 1996: 206).


98

Birgül Ayman Güler

t›r. Bu yaklafl›ma göre, gerçek maliyet, üretim s›ras›nda yap›lan harcamalar ile üretilen fleyin ticaret alan›na sunulmas›nda yap›lan harcamalar›n toplam›d›r. ‹fllem maliyetlerinin hesaplanabilmesi, ifllem sektörünün piyasa içine çekilmesi ile mümkündür. Bu sektör, ekonomi içinde çok h›zl› yükselen maliyetlere neden olmaktad›r. Örne¤in ABD'de 1870-1970 y›llar› aras›nda sat›n alma – pazarlama – büro ifllerinde çal›flanlar›n oran› madencilikte % 3'ten % 25'e, imalat sektöründe % 4'ten % 30'a, hizmetlerde % 6'dan % 28'e yükselmifl, GSMH içinde ifllem sektörü yüz y›l içinde % 25'ten % 45'e ç›km›flt›r. Durum flirket düzeyinde de¤erlendirildi¤inde, teknolojik geliflme verimlilikte yüksek art›fl sa¤lad›¤› halde flirket karlar›n›n bu düzeyde artmad›¤› saptanmaktad›r. Çünkü flirketler, artan ve karmafl›klaflan üretimi yönetmek için daha fazla maliyete katlanmak zorunda kalmakta, verimlilik art›fl› kazanca dönüflememektedir. Hem ülke hem flirket düzeyinde bu durumu önlemek için önerilen, öncelikle ifllem maliyetlerini ölçmektir. Ölçmeyi yapabilmenin tek yolu ise, bu sektörü piyasaya terk etmektir (Demir, 1996: 218-229). Bunun somut anlam›, hem flirketler hem de devletler için, do¤rudan üretim sürecinden önce yap›lan faaliyetlerin, üretim s›ras›nda sürdürülen yard›mc› ifllerin, üretim sonras›nda gerçeklefltirilen her türlü etkinli¤in parçalanarak ticarilefltirilmesidir. Böylece, piyasa mekanizmas›na konu olan meta ve etkinlik çeflitlili¤i art›r›lmaktad›r. Mülkiyet haklar› maliyetinde de benzer bir ak›l yürütme yap›lmakta, her türlü d›flsall›¤› önlemenin yolunun d›flsall›¤a konu olan varl›klar›n mülkiyet kapsam›na al›nmas› oldu¤u sonucuna var›lmaktad›r. Örnek olarak bir fabrikan›n at›klar›n› çevreye yaymas› durumunda, sorun, kirletilen toprak ve havan›n mülkiyetinin kime ait oldu¤u belirlenerek afl›labilecektir. Mülkiyet kamu ya da özel kifliye ait olabilir, ancak burada tercihin özel mülkiyetten yana yap›lmas› gerekir. Çünkü kamu mülkiyeti, korunma maliyetleri yüksek bir türdür. Özel mülk için bekçi gerekmezken kamu mülkünün korunmas› bekçi istihdam› gerektirmektedir. Benzer biçimde, park-bahçelerin temizli¤i ve korunmas› mülkiyet kamuda oldu¤unda daha farkl› maliyetler yaratmaktad›r (Demir, 1996: 229-230). Böylece yeni kurumcu iktisat kamu varl›klar›n›n özellefltirilmesi için temel iktisadi gerekçeyi oluflturmaktad›r. Yeni kurumcu iktisat yaklafl›m›, toplumsal ifllemlerin yürütülmesinde kurallar›n koyulmas›n› ve bunlara uyulmas›n›n sa¤lanmas›n›, ekonomik geliflme için vazgeçilmez görmektedir. Huku-


Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye

kun egemenli¤i ve yarg› sisteminin iyi ifllemesi, ifllem maliyetlerini düflürdü¤ü için üretim ve ticaretin geliflmesi anlam›na gelir. Ayn› flekilde, mülkiyet haklar›n›n korunmas› ve gelifltirilmesi devletin görevidir; taraflar›n sözleflmelerin yükümlülüklerini yerine getirmelerini sa¤layabilen etkili bir devlet yapt›r›m›n›n varl›¤› ifllem maliyetlerini düflürecek ve ekonomik etkinlikleri h›zland›racakt›r. Yeni kurumcu iktisat yeni sa¤ politikalar›n uyguland›¤› son yirmi y›lda yayg›nlaflan yolsuzluk sistemi ile mafya adaletine karfl› – yine yeni sa¤›n – yolsuzlukla mücadele ve “etkili devlet” aray›fllar›n›n iktisadi aç›klamalar›n› sunmaktad›r. Ayn› yaklafl›m›n bir baflka uzant›s›, hukuk ve iktisat aras›ndaki ba¤lar› kavramlaflt›rma çabalar›n›n bir ürünü olarak do¤an ve kurumcu iktisat ile ba¤lant›s› da tart›flmal› bulunan "anayasal iktisat" ak›m› olmufltur.5 Düflüncenin özü, ak›m›n ad›na yeterince aç›k yans›m›flt›r. Amaç, devletin piyasa iflleyifline müdahalesini s›n›rlamak ve bu yeniden tan›mlanm›fl yetki alan›n› anayasal güvence alt›na almakt›r.6 Yeni kurumcu iktisat, neoklasik iktisad›n devlet - piyasa karfl›tl›¤› üzerine yükselen bak›fl aç›s›n›n, devlet ve piyasay› ortaklafla kesen kurum terimi ile afl›lmas›n› sa¤lam›flt›r. Böylece bir yandan devlete ait yap› ve süreçlerin piyasalaflt›r›lmas›na, bunlar›n piyasa kurumlar›n›n yönetimine devredilmesine, dolay›s›yla toplumsal yaflam›n piyasa ad›na yeniden örgütlenmesine kavramsal destek sa¤lam›flt›r.

Yeni Kamu ‹flletmecili¤i Deste¤i Geliflmifl ülkelerde refah devletinden ve bu devletin kamu yönetiminden, azgeliflmifl ülkelerde kalk›nma yönetiminden uzaklaflmay› öngören geliflmeler, kamu yönetimi disiplininde yans›malar›n› do¤rudan bulmufltur.7 Kamu yönetimi disiplini içinde Taylor'dan bu yana var olan iflletmecilik damar›, 1970'li y›llardan itibaren yeni geliflmeleri olumlu karfl›layarak destekleyen zemin olmufltur. Bir anlamda, kamu yönetimi disiplini içinde bir alt bafll›k olan kamu iflletmecili¤i, "managerialism" özüyle öne ç›karak bask›n hale gelmeye bafllam›flt›r. Bu süreç, disiplin tart›flmalar›na özel sektörün iflletmecilik özünün kamu yönetimine aktar›lmas› ve böylece "kamu iflletmecili¤i" diye yeni bir disiplin oluflturulmas› önerilerine kadar uzanm›flt›r.8 Bu tart›flma zemini, 1980'li y›llarda önemli bir yön de¤iflikli¤ine do¤ru kaym›flt›r. Yüzü örgüt içi yap› ve süreçlere dönük bir bak›fl olarak managerialism profesyonel yönetim, performans öl-

99

5 Daha çok neoklasik iktisat yaklafl›m›na yak›n olan bu ak›m, Türkiye'de, di¤er aç›klamalara oranland›¤›nda daha fazla yank› bulmufltur. Anayasal iktisat ak›m›n›n savunusu için bkz. Aktan (1991, 1995, 1996a, 1996b), Savafl (1989). 6 Anayasal iktisat ak›m›n›n elefltirisi için bkz. Ar›n (1997). 7 Anglosakson Bat› ile K›ta Avrupas›, ABDAvrupa kökenli aç›klama damarlar› ayr›m› temelinde ak›mlar›n ayr›nt›l› bir incelemesi için bkz. Güzelsar› (2000). 8 James Perry ve Kenneth Kraemer, Public Management: Public and Private Perspectives (1983) bafll›kl› kitapta, yeni bir disiplin olarak kamu yönetimi disiplininin yerini alacak kamu iflletmecili¤i disiplininin do¤du¤u, bu disiplinin iflletmecilik alan›nda gelifltirilmifl bulunan araç ve tekniklerin taklidi üzerine kurulaca¤›n› ileri sürüyorlard› (Üstüner, 1995: 66).


100

Birgül Ayman Güler

9 Rhodes, ‹ngiltere'deki geliflim süreci için, kamu yönetimi disiplininde 1988 y›l›na kadar "managerialism" bak›fl›n›n, bu tarihten sonra "yeni kurumcu ekonomi" bak›fl›n›n bask›n oldu¤unu saptamaktad›r. 10 Giriflimci devlet (entrepreneurial governments) terimi, Amerikal› yazarlar Osborne ve Gaebler (1992: 20) taraf›ndan kullan›lm›fl ve tan›mlanm›flt›r. Buna göre, “giriflimci devlet” hizmet sunucular› aras›nda rekabeti öne ç›karan, kurumlar› performansa göre ölçen, hizmet sundu¤u kitleyi müflteri olarak yeniden tan›mlam›fl olan, dikkatini para harcamaya de¤il para kazanmaya yöneltmifl olan, yetkileri desantralize eden, piyasa mekanizmalar›n› bürokratik mekanizmalara ye¤ tutan, kamu hizmeti sunmaya de¤il kamu, özel ve gönüllü tüm sektörler için faaliyetleri kolaylaflt›ran devlettir.

çümü, sonuçlara göre yönetim, müflteri odakl›l›k, toplam kalite yönetimi gibi özel sektör iflletme yöntemlerinin kamu sektörüne transfer edilmesini öngörür. Oysa geliflmeler, kamu yönetimi disiplininde "iflletmecilik" araç ve yöntemlerinin kamu yönetimine transferi ile yetinilmeyece¤ini göstermifltir. Thatcherizm ve Reaganizm olarak adland›r›lan ‹ngiltere ve ABD kökenli iktisadi politikalar, bir bütün olarak devletin rolü ve konumunun yeniden tan›mlanmas›n› gündeme getirmifltir. Kamu yönetimi bu dönemde, s›n›rl› iflletmecilik bak›fl›n›, iktisat biliminden ald›¤› bir destek ile geniflletmeye giriflmifltir. Yeni kurumcu iktisat olarak adland›r›lan bu yaklafl›m, kamu yönetimi bünyesinde yap›sal de¤ifliklikler yap›lmas›n› ve bünyeye, kamu hizmeti sunumunda parçalanm›fl bürokratik kurulufllar, ihalecilik sistemi eliyle daha genifl rekabet ve piyasa ortam›, tüketici tercihleri gibi yap›lar›n yerlefltirilmesini önermifltir. Kamu yönetimi disiplininde "iflletmecilik" bak›fl› bu kavramsal girdi ile bir bireflim oluflturmufl, buna "yeni kamu iflletmecili¤i" ad› verilmifltir. Bat› literatüründe bu yaklafl›m›n do¤uflu bir “paradigma de¤iflimi” olarak de¤erlendirilmifltir (Rhodes, 1996: 655).9 Yeni kamu iflletmecili¤i ile birlikte ayn› dönemde kullan›lan “optimal devlet”, “giriflimci devlet”, “postmodern yönetim” gibi adland›rmalar, ayn› içeri¤e gönderme yapan farkl› deyifllerdir (Osborne ve Gaebler, 1992: 20).10 Bu nitelemeler, temel olarak refah devleti ve kalk›nma yönetimine dönük yayg›n elefltirilerden hareketle, kamu yönetiminin piyasa ilkelerine göre örgütlenmesi, piyasa dinamiklerinin öncülü¤ünde çal›flmas› ve yetki - görev alan›n› piyasa dinamikleri ile paylaflmas› ilkelerinin savunmas› üzerine yükselmifltir (Hood, 1994: 104-117). ‹deolojik kaynaklar› bak›m›ndan yeni sa¤ ideoloji üzerinde yükselen yaklafl›m, pratik yaflam› öncelemekten çok pratik geliflmeler ile iç içe do¤mufl ve geliflmifltir. K›sa zaman dilimleri içinde zaman zaman bir kavramsal çerçeveye dönüflebilmiflse de, ço¤u zaman yeni sa¤ politikalar›n kamu yönetimi dünyas› içinde gerçeklefltirmeye giriflti¤i de¤iflikliklerin teknikerli¤ini üstlenmifltir. Yeni kamu iflletmecili¤i, kamu yönetiminde yap› ve iflleyifl tarz›n›n de¤ifltirilmesine odakl› bir yaklafl›m olarak geliflmifltir. Bu özelli¤i nedeniyle de daha bir “paradigma de¤iflimi” olarak ilan edildi¤inde yetersizli¤i üzerine görüfller dile getirilmeye bafllanm›flt›r. Kamu yönetiminde yayg›n biçimde uygulanan özellefltirmeler, iç ve d›fl ihale yöntemleri, bürokratik yap›lar›n parçalana-


Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye

rak özerk birimlerin yarat›lmas›, geleneksel iflletmecilik yöntemleri ile yönetilemeyecek özellikler sergilemektedir. Bu uygulamalar birimler aras›nda hem dikey hem yatay eflgüdüm sorunlar› yaratm›fl, sistemin yönetimi karmafl›klaflm›flt›r. Kamu kurumlar›n›n özel sektör kurumlar› ve di¤er toplumsal örgütler ile iliflkileri de de¤iflikli¤e u¤ram›flt›r. Kamu iflletmecili¤i yaklafl›m›, alana “içeriden” bakarak bu çok yönlü de¤iflme sürecini analiz etme gücünden yoksun kalmakla suçlanm›flt›r. Buna göre, yeni kamu iflletmecili¤i ile öngörülen “piyasac› devlet” yap›s›na iliflkin tan›m ve araçlar geçerlili¤ini sürdürmelidir; ama bak›fl aç›s› devlet içinden devlet üstüne do¤ru aç›lmal›d›r (Aucin, 1990: 115-137, Koomian, 1993: 1-6, 249-262; Metcalfe, 1993: 173-189). Böylece yirmi y›l içinde üçüncü “paradigma de¤iflimi” dalgas› ile karfl› karfl›ya kal›nm›flt›r: 1980'lerin bafl›nda “public administration” (kamu yönetimi) yerine “public management”, (kamu iflletimi11) 1980'lerde bunun yerine “new public management” (yeni kamu iflletimi) ve 1990'lar›n sonlar›nda bunun da yerine “public governance” (kamu yönetiflimi). Yeni kamu iflletmecili¤i, devletin iç yap› ve iflleyiflinin piyasa kurallar› do¤rultusunda yeniden örgütlenmesi için gerekli kavramsal çerçeveyi gelifltirerek, governance formülünün üç ana parças›ndan biri olan "devlet" parças›n›, yeni iktidar formülü governance için haz›rlam›flt›r. 1990'l› y›llar›n sonlar›nda, daha önceki ad›mlar› –iflletmecilik, yeni kamu iflletmecili¤i– koruyarak ad› ile birlikte kendi tan›m›n› da de¤ifltirerek –public governance– aç›l›ma yard›mc› olmaya devam etmektedir. ‹lgili yaz›nda flu saptaman›n benzerlerine s›kça rastlanmaktad›r: Günümüzde devlet, yönetme ve düzenleme kapasitesine sahip mutlak bir aktör olmaks›z›n, kamusal ve toplumsal aktörlerden oluflmufl örgütler aras› bir a¤lar koleksiyonu haline gelmifltir. Kamu için temel sorun bu a¤lar› güçlendirmek, bunlar›n önünü açmak ve eflgüdümün yeni biçimlerini aray›p bulmakt›r. …Kamu yöneticisinin yeni yetenekleri oyun oynama, ortak eylem, karfl›l›kl› uyarlanma ve network kurmad›r (Rhodes, 1996: 666).

Yönetiflim kavram›n›n peflinden sürüklenmekte olan akademik yaz›n bir kuram oluflturma görevini üstlenmekte geç kalm›fl, kavram›n yarat›c›lar› kuramlaflt›rma iflini de h›zla üstlenmifllerdir. Terimin do¤uflu ve geliflimi, as›l olarak Dünya Bankas›'n›n elinde gerçekleflmifl ve öbür küresel örgütler taraf›ndan inceltilerek uygulama arac› haline getirilmifltir.

101

11 Bu terimlerin Türkçe karfl›l›klar›, özellikle “management” sözcü¤ü için sorunludur. Kamu yönetimi (ya da idare), public administration, kamu kudretinden kaynaklanan, devlete ait yönetme edimini anlatan terimdir. Buna karfl›l›k “management” özel sektörde rekabet ve kar amaçl› çal›flma yapan kurumsal dünyan›n yönetme edimini anlatan bir sözcüktür. Türkçe'de ilgili yaz›n, “administration” ile “management” aras›nda var olan öze iliflkin bu farkl›l›¤› vurgulayan terimler gelifltirmemifltir. “Public management”a "kamu iflletmecili¤i" biçiminde bir karfl›l›k kullan›labilir; ancak bu, Türkçe'de K‹T sisteminin yönetim usulü olarak yerleflmifl ve neredeyse teknik bir içeri¤e kavuflmufl durumdad›r. “Administration”a "yönetim", “management”a "iflletim" demek, terimler aras›nda bir ses koflutlu¤u da içermesi nedeniyle daha uygun düflmektedir. “Management” karfl›l›¤› olarak "iflletim" sözcü¤ünü kullanmak, Sonay Bayramo¤lu'nun doktora tez jürisine yapt›¤› bir öneridir. Jüride yap›lan tart›flmalardan hareketle yazar bu önerinin sorunu çözücü oldu¤u görüflündedir.


102

Birgül Ayman Güler

12 Terimin Afrika Kalk›nma Bankas›'nca ‹nter-Amerikan Kalk›nma Bankas›'nca, ‹ngiltere'nin ODA's›nca yukar›da belirtilen çeflitli anlamlarda kullan›ld›¤›n› belirtilmektedir (World Bank, 1989: xiv). Ayr›ca bkz. OECD (1989), UNDP (1991), World Bank (1991).

Kavram›n Yarat›c›s›: Dünya Bankas› Terim ilk olarak Dünya Bankas› taraf›ndan, 1989 y›l›nda Afrika üzerine haz›rlanan bir raporda Afrika'da yaflanan kalk›nma sorunlar›n›n nedeninin “governance krizi” olarak belirlenmesinde kullan›lm›flt›r (World Bank, 1989). Burada governance, “bir ulusun ifllerini yöneten siyasal iktidar uygulamas›” anlam›nda, al›fl›lagelmifl “government” terimi ile efl anlaml› olarak kullan›lm›flt›r. Özgün ve ortak bir anlam yüklenmemekle birlikte, terim kimilerinde kamu yönetiminin modernlefltirilmesi, demokrasi, insan haklar›n›n korunmas›, kimilerinde yönetim ya da iflletme karfl›l›¤› olarak, çeflitli uluslararas› mali ve teknik iflbirli¤i örgütlerinin yay›nlar›nda h›zla kullan›l›r hale gelmifltir (World Bank, 1994: xiv (box 1)).12 Dünya Bankas›, governance terimini üç farkl› boyutta tan›mlam›flt›r: Bunlardan ilkinde bir “sistem” tan›mlanmaktad›r. Government, ça¤dafl devletin biçimsel kurumsal yap›s›n› ve emredici karar verme süreçlerini anlatan bir terim iken, good governance daha genifl bir sistemi anlatmaktad›r: "Hem iç hem d›fl siyasal ve ekonomik iktidar›n gevflek ve genifl bölüflümü sistemi", daha somut bir deyiflle "yeni dünya düzeninin bir parças› olan ve bir minimal devletin nezaret etti¤i demokratik kapitalist yap›". Terimin ikinci anlam› tam olarak bir siyasal rejimi tan›mlar: Geleneksel liberal kural olan yasama, yürütme, yarg› kuvvetlerinin ayr›l›¤› üzerine infla edilmifl demokratik yönetime sahip, ço¤ulcu temelde serbest ve düzenli temsili demokratik süreçlerle belirlenen baflkanl›k ya da parlamenter sistemin iflledi¤i, yürütme organ›n› etkileme ve denetleme kapasitesi olan siyasal rejim”. Bu anlam› ile good governance, Bat› rejimlerini referans alan bir terimdir. Üçüncü anlam yönetseldir: Etkin, ba¤›ms›z, hesap sorulabilen, saydam bir kamu yönetimi yap›s› (Leftwich, 1994: 371-372). Terimin yönetsel anlam› Dünya Bankas›'nca 1992 y›l›nda yap›lan bir yay›nda tan›mlanm›flt›r (World Bank, 1992). Buna göre governance "sa¤l›kl› kalk›nma yönetimi ile efl anlaml›d›r". Bu yap›da dört temel ilke vard›r: Hesap verebilirlik; kamu görevlileri eylemlerinden sorumludur. Makro düzeyde etkili mali yönetim, harcamalarda d›flsal kontrolörlük sistemi, kontrolör denetimi sonuçlar›n› de¤erlendirme mekanizmalar› yarat›lmal›d›r; mikro düzeyde rekabet ve kat›l›m›n (STK kat›l›m›) yayg›nlaflt›r›lmas› desteklenmelidir; yerellefltirme politikalar› üzerinde çal›fl›lmal› ve yerel hizmetlerin fiyatland›r›lmas› sa¤lanmal›d›r.


Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye

Kalk›nman›n yasal çerçevesi; özel sektör için aç›k, öngörülebilen ve istikrarl›, herkese yans›z ve adil biçimde uygulanan bir kurallar ve hukuk yap›s› ile ba¤›ms›z bir yarg› sistemi var olmal›d›r. Bilgilendirme; özel sektör hesaplar› için yaflamsal öneme sahip olan türden ekonomik koflullar, bütçe, piyasalar ve hükümet tasar›mlar› herkes için güvenilir ve ulafl›l›r olmal›d›r. Saydaml›k; aç›k yönetim, hesap verebilirli¤in geniflletilmesi, yolsuzlu¤un s›n›rland›r›lmas›, politika yap›m›nda kamu ve özel sektör aras›nda dan›flma süreçlerinin desteklenmesi. Banka, bu dört ilkeyi 1991 Governance Raporu'nda (1) Kamu sektörü iflletmecili¤i, (2) hesap verebilirlik, (3) kalk›nman›n yasal çerçevesi ve (4) saydaml›k ve bilgilendirme biçiminde s›ralam›flt›r. 1994 Governance Raporu, son iki y›ll›k uygulamalar› bu s›n›fland›rma do¤rultusunda de¤erlendirmeye alm›flt›r.13 Governance uygulamas›n›n kamu sektörü iflletmecili¤i (kamu yönetimi tan›m›), "özel sektör öncülü¤ünde büyüme için uygun çevreyi yaratabilecek profesyonel, hesap veren bir bürokrasi ile donat›lm›fl daha küçük devlet"tir. Böyle bir kamu yönetimi yaratmak üzere gündemde öncelikle kamu personel reformu, kamu mali yönetimi reformu yap›sal uyarlama politikas›n›n temel parças› olan K‹T reformu – özellefltirmeleri yer almaktad›r. 1994 y›l›na kadar bunlar›n aras›nda hemen hemen tüm çaba K‹T özellefltirmelerine ayr›lm›fl, kamu mali yönetimi ile desantralizasyon çal›flmalar›na yeni bafllanabilmifl, kamu personel reformu giriflimi daha geride kalm›flt›r. Hesap verebilirlik, bu kez ilk s›rada yerellefltirme olmak üzere yine makro düzeyde d›flsal denetim, mikro düzeyde rekabet ve kat›l›m› geniflletmek eliyle sa¤lanmaya çal›fl›lmaktad›r. Geçen süre içinde Banka taraf›ndan aç›lan krediler bu alanlarda iflletilmeye bafllanm›flt›r. Saydaml›k ve bilgilendirme hesap verebilirlik ile çok yak›ndan iliflkili görülmekte, kamu ihaleleri bu ilkeleri gerçeklefltirmek için temel araçlardan biri say›lmaktad›r. Amac› sa¤lamak için bu konu da kredilere konu edilmifl, ayr›ca genifl diyaloglar gelifltirilmifltir. Ekonomik yaflam› yeni bir çerçeveye kavuflturacak yasal temel gelifltirme çal›flmalar›nda mülkiyet hukuku, flirketler hukuku, bankac›l›k hukuku, rekabet hukuku, yabanc› yat›r›m yasalar› ve düzenleyici kurumlar›n oluflturulmas› amaçl› çal›flmalar yürütülmüfltür (World Bank, 1994: xv-xvi, 11, 17-18). Dünya Bankas›, bu ilkelerin topluca "ekonominin teknik gerekleri ve verimlilik" için vazgeçilmez oldu¤unu ileri sürmektedir. Böylece bunlar›n "ideolojik ve politik gerekleri" üzerine kafa yorulmas›n› en bafltan önlemifltir. Oysa öngörülen ilkelerin küresel-

103

13 Dünya Bankas› sözlü¤ünde "administration" sözcü¤ü tümüyle silinmifl durumdad›r; bunun yerine "management" kullan›lmaktad›r.


104

Birgül Ayman Güler

14 Su sektörü örne¤i 1994 Raporu'nda da yinelenmifltir (World Bank, 1994: 46). 15 1993 y›l›nda Dünya Bankas› taraf›ndan haz›rlanan 245 projenin 73'ünde (% 30) NGO'lar›n da yer ald›¤› belirtilmektedir.

leflme ile birlikte ortaya ç›kan dünya sisteminin gereklerini yerine getirdikleri ortadad›r. Governance terimine yükledi¤i anlam ile Dünya Bankas›, uluslararas› kreditörlere ve yat›r›mc›lara azgeliflmifl ülkelerde “dürüstlük, adalet, serbestlik, ba¤›ms›z yarg›, insan haklar›na sayg›, verimli ve yolsuzluktan ar›nm›fl bürokrasi” vaat etmektedir. Öte yandan bunlar›n "modern bir devletin temel gerekleri" oldu¤unda ›srar ederek, yani ekonomik dürtüleri kullanarak, azgeliflmifl ülkelere ça¤dafl Bat› demokrasisini pazarlamaktad›r. Pazarlaman›n yeni bir terimle yap›lmas›, bunlar›n Bat› de¤erler sistemi ve kreditör beklentileri ile iliflkisi olmad›¤›n› ve küresel köyümüzde kültürel olarak nötr ya da evrensel de¤erler oldu¤unu savunmay› çok kolaylaflt›rd›¤› da aç›kt›r (Pagden, 1998: 7). Dünya Bankas›'n›n governance flemas›nda önemli bir baflka boyut "kat›l›m" boyutudur. Ancak kat›l›ma yüklenmifl olan ifllev, yerleflik beklentilerden oldukça farkl›d›r (World Bank, 1992: 2324). Öncelikle, kat›l›m rekabet ile ikiz kavram olarak görülmektedir. Rekabet, ifllerde deregülasyon, hizmetin ihale - sözleflme ile özel sektöre gördürülmesi ve kamu - özel ya da kamu - kamu rekabeti yarat›lmas› demektir; buna kamu yönetimi aç›s›ndan bak›l›rsa özellefltirmeden baflka anlam› yoktur. Kat›l›m, bir hizmetin görülmesine iliflkin olarak tercih ve taleplerin bir biçimde dile getirilebilmesini sa¤lama mekanizmas›d›r; böylece hizmetin niteli¤i ile hacmi halk taraf›ndan belirlenecektir. Hizmet kullan›c›lar›n›n karar organlar›na ya da düzenleyici kurumlara kat›l›m›, bunlar›n temsilcilerinin hizmeti veren kurumun encümenine atanmas› ya da kullan›c›lara hisse verilmesi, kullan›c›lar›n karar sürecine böyle do¤rudan kat›l›m› zor ise türlü dan›flma süreçleri gelifltirilmesi, tan›mlanan kat›l›m›n yollar› olarak örneklendirilmektedir. Bu aç›dan Banka taraf›ndan yap›lan uygulamalardan biri "kat›l›mc› sulama yönetimi"dir.14 Türkiye'de de uygulanan bu model ile, tar›msal sulama sisteminin yönetimi "kullan›c›" kimli¤ine sahip olan büyük toprak sahiplerine devredilmifl ve sulama sistemi iflletmecili¤i h›zla ticarilefltirilmifltir. Banka, kullan›c› kat›l›m›n›n geniflleyebilmesi için (1) kamu kurulufllar›nda özerkli¤in sa¤lanmas›, (2) daha genifl bir desantralizasyona gidilmesi, (3) NGO gibi kurumlar›n hukuksal çerçeveye kavuflturulmas› yönünde ad›mlar at›lmas›n› gerekli görmektedir (World Bank, 1994: 47).15

Kavram›n Gelifltiricisi: OECD Dünya Bankas›'n›n "kalk›nma yönetimi" yerine koydu¤u good governance ya da governance sözcü¤ünün anlam›, OECD taraf›ndan oldu¤u gibi benimsenmifltir (OECD, 1995: 14).


Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye

1995 y›l›nda OECD Global Governance Komisyonu bir tan›m getirmifltir: Governance bireyler, kurumlar, kamu ve özel sektör unsurlar›n›n ortak iflleri birlikte yönetme biçimlerinin toplam›d›r. Çat›flan ya da farkl› ç›karlar›n uyum ve iflbirli¤i sa¤lanarak harekete geçirilmesiyle iflleyen süreçtir. Uyumu sa¤lamakla yükümlü formal kurum ve rejimleri kapsad›¤› gibi, insanlar›n ya da kurumlar›n ya uzlaflmalar› ya da bunun kendi ç›kar›na oldu¤una ikna olmalar› üzerine do¤mufl informal düzenlemeleri de kapsar (The Commission on Global Governance, 1995).16

Bu tan›ma göre governance (1) bir kurallar sistemi ya da eylem biçimi de¤il, bir "süreç"tir, (2) bu süreç egemenlik iliflkisi üzerine de¤il, uzlaflma - uyum üzerine kuruludur, (3) kamusal ve özel sektör unsurlar›n› ayn› anda kapsar, (4) biçimsel bir kurulufl de¤ildir, sürekli etkileflim ve güven ilkesi üzerine yükselir. Bu tan›m›n küresel düzleme tafl›nmas›, unsurlar› de¤iflmeksizin yap›lmakta, küresel düzeyde governance, "öncelikle bir devletler aras› iliflki olarak görülmektedir. Ancak günümüzde devletler aras› iliflkilerin alg›lanmas›, NGO'lar›n, yurttafl hareketlerinin, çokuluslu flirketlerin ve küresel sermaye piyasas›n›n da dahil oldu¤u iliflkiler biçiminde olmal›d›r." Böylece küresel düzeyde yönetmenin meflru taraflar›n›n devletleri temsilen uluslararas› resmi örgütler, özel sektörü temsilen ulus ötesi flirketler ve sivil toplumu temsilen küresel STK'lar oldu¤u aç›kl›k kazanmaktad›r. OECD good governance teriminde alt› ilkeyi öne ç›karmaktad›r: Kamu yönetiminin (hükümetin) eylemleri ile kararlar›nda, aç›kça tan›mlanm›fl ve üzerinde uzlafl›lm›fl hedeflerle tutarl› oldu¤unu gösterme arzusu ve bu yönde davranmas› anlam›nda hesap verebilirlik, kamu yönetimi eylem, karar ve karar verme süreçlerinin kamunun di¤er parçalar›na, sivil topluma ve yabanc› kurum ve devletlerin incelemelerine aç›k olmas› anlam›nda saydaml›k; kamu yönetiminin kaliteli kamu ürünü yaratmaya çaba göstermesi, bunun yan› s›ra hizmetlerin en uygun maliyette ve politika-yap›c›n›n gerçek amaçlar›na uygun olarak gerçeklefltirilmesi anlam›nda etkililik ve verimlilik; yönetimin toplumsal de¤iflmeye h›zla yan›t verecek kapasite ve esnekli¤e sahip olmas›, genel kamu yarar›n› tan›mlarken sivil toplumun beklentilerini dikkate almas›, yönetimin rolünü elefltirel sorguya tabi tutmaya istekli olmas› anlam›nda duyarl›l›k; yönetimin güncel veri ve e¤ilimlere bakarak gelecekte do¤acak sorunlar› önceden görebilmesi ve bunlara dönük politikalar gelifltirebilmesi anlam›n-

105

16 Global Governance Komisyonu, Eski ‹sveç Baflbakan› Ingvar Carlson baflkanl›¤›nda BM ya da Avrupa Birli¤i'nde görev yapm›fl 20 ünlü liderin yer ald›¤› bir yap› olarak 1992 y›l›nda kurulmufl, çal›flmalar› 1997 y›l›nda tatil edilmifltir.


106

Birgül Ayman Güler

da uzak görüfllülük; saydam hukuksal düzenlemelerin eflitlik temelinde uygulanmas›n› sa¤lama anlam›nda hukuksall›k. Good governance, bu ilkeler temelinde kurulabilecek bir yönetim sistemi olarak görülmektedir(http://www.oecd.org/oecd/pages/home/displaygeneral/0,3380,EN-about_further_page-notheme-9-no-no--0-no-no2,FF.html). OECD, azgeliflmifl ülkelerde reform çal›flmalar›n› PUMA adl› birimi eliyle yürütmektedir. Bu birimin varl›k nedeni ve görevleri, devletin de¤iflimine iliflkin flu genel kabuller do¤rultusunda belirlenmifltir: Ulusal yönetimler d›fl güçlerin artan kuflatmas› ile karfl› karfl›ya kalm›fllard›r. Daha genifl bir karfl›l›kl› ba¤›ml›l›k, yeni teknolojik geliflmeler ve uluslararas› kurumlar›n büyüyen önemi, toplumu etkileyen güçleri her zamankinden daha karmafl›k, parçal› ve çok boyutlu hale getirmektedir. Ço¤u siyasa alan›, giderek küresel hale gelmektedir. Ek olarak, ulus-alt› yönetim kademeleri, desantralizasyon politikas› yoluyla daha genifl bir özerklik kazanmakta, NGO'lar ve yurttafl gruplar› önemli bir güç olarak belirmektedirler. Öte yandan yeni biliflim ve iletiflim teknolojileri yönetimin görüntüsünü de¤ifltirmektedir. PUMA'n›n bafll›ca ifllevlerinden biri, kamu sektörünün bu de¤iflen duruma governance ve iflletim bak›m›ndan nas›l uyum sa¤layabilece¤i üzerine çal›flmakt›r (http://www.oecd.org/oecd/pages/home/displaygeneral/0,3380,EN-about_further_page-notheme-9no-no--0-no-no-2,FF.html).

OECD, içi Dünya Bankas› taraf›ndan doldurulan “kalk›nma idaresi” kavram›n›n içeri¤ini “good governance” terimi ile karfl›lamakta, governance terimini ise sözcü¤ün genel anlam›yla kullanmay› ye¤ tutmaktad›r. Örne¤in, 21. Yüzy›lda Governance adl› kitapta sözcük bu genel anlama oturmaktad›r. 21 yüzy›la hareket ederken, ekonomi ve toplumun çalkant›l› dönüflümü sürecek görünüyor. Piyasalar›n büyüyen bütünleflmesi, radikal yeni teknolojiler, bilgi yo¤unlu¤undaki art›fl, tüm bunlar çok karmafl›k bir dünyan›n do¤ufluna iflaret ediyor. Bunu yönetmek nas›l baflar›lacak? Kim yönetecek? Yerel, ulusal ve küresel düzeyde örgütlenme ve karar sürecinin hangi biçimleri gelecek y›llar› kucaklayabilecek? Aç›kça görünen tek fley, governance'›n eski biçimlerinin - kamu yönetiminde, flirketlerde ve sivil toplumda- giderek ifle yaramaz hale geldi¤idir. Gelecek ony›llarda çok daha genifl aktif oyuncular kesiminin yer ald›¤› yeni governance biçimleri gerekecek. Geleneksel hiyerarflik örgütlenmeler ve yukar›dan afla¤›ya denetim, yerini bireylerin ve gruplar›n yenilikçi ve yarat›c› yetenekleri üzerine kurulan karar süreci ile sorumlulu¤un genifl biçimde yay›ld›¤› yap›lara b›ra-


Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye

kacak. Böyle bir toplumsal yap›y› yönetmeye haz›rlanmak gerek… (OECD, 2001).

Azgeliflmifl ülkelerde kamu sektörünü de¤iflen koflullara uygun bir araç haline getirmek üzere gerçeklefltirilen çal›flmalar, OECD bünyesinde “düzenleyici reformlar” bafll›¤› alt›nda yürütülmektedir.

Kavram›n ‹ncelticisi: Birleflmifl Milletler Terime kurumsal katk› sunan üçüncü uluslararas› örgüt Birleflmifl Milletler'dir. Bu örgütün kavrama yükledi¤i anlam, azgeliflmifl ülkeler için, Dünya Bankas› ve OECD taraf›ndan yüklenen anlam ile ayn›d›r. Bununla birlikte Birleflmifl Milletler'in governance kavram›n› özünü aç›kça ortaya koyacak biçimde tan›mlama gibi bir üstünlü¤ü vard›r. Birleflmifl Milletler, governance kavram›n› küresel governance olarak örgütlemekte ve gelifltirmektedir. Buna ek olarak UNDP eliyle Ulusal Governance Projesi ad› verilen çal›flmalar›n yard›m›yla, terimi ulusal düzlemlerde uygulamaya koymufl bulunmaktad›r.17 Nihayet, 1992 y›l›ndan bu yana sürdürülen Yerel Gündem 21 çal›flmalar› temel al›narak, terimin yerel düzlemde uygulanmas› için de kimi giriflimler bafllatm›flt›r. Birleflmifl Milletler Kalk›nma Program›'n›n governance terimine iliflkin resmi tan›m› flöyledir: Governance, bir ülkenin ifllerinin yönetimi için her kademede kullan›lan ekonomik, siyasal ve yönetsel yetkilerin uygulan›fl›d›r…Governance devleti kuflat›r, ama devleti aflarak özel sektör ile sivil toplumu da kapsar. Burada devlet, siyasal kurumlar ile kamu sektörü kurumlar›n› içerecek biçimde tan›mlanm›flt›r. UNDP'nin bafll›ca ilgi alan›, devletin halk›n gereksinmelerini etkili bir biçimde nas›l karfl›layaca¤› konusudur. Özel sektör, özel iflletmeleri (imalat, ticaret, bankac›l›k, kooperatifler, vb.) piyasadaki informal sektörü kapsar. Kimilerine göre özel sektör, sivil toplumun bir parças›d›r. Oysa özel sektör ayr› bir parçad›r, çünkü özel sektör oyuncular› piyasaya ve flirketlere daha yard›mc› bir çevre yaratma do¤rultusunda toplumsal, ekonomik ve siyasal politikalar› etkilemektedir. Sivil toplum bireyler ve örgütlü ya da örgütsüz gruplardan oluflan, formal ya da formal olmayan kurallar ile düzenlenmifl olarak toplumsal, siyasal ve ekonomik amaçlarla etkileflimde bulunan birey ile devlet aras›nda kalm›fl alan› anlat›r. Sivil toplum örgütleri, toplumu gönüllülük esas›na göre örgütleyen birliklerdir. Kapsam›nda sendikalar; NGO'lar; cinsiyet, dil, kültürel ve dinsel gruplar›; hay›r gruplar›; iflveren birlikleri; sosyal - spor klüpleri; kooperatifler ve yerel kalk›nma örgütleri; çevre gruplar›; mesleki birlikler, akademik ve siyasa-üreten kurumlar,

107

17 UNDP taraf›ndan yürütülen "National Governance Project" çal›flmalar›n›n Türkiye aya¤› TODA‹E taraf›ndan üstlenilmifltir. Türkiye Governance Projesi kapsam›nda Türkiye taraf›ndan TODA‹E ve TÜS‹AD, uluslararas› alandan OECD, Dünya Bankas› ve Avrupa Birli¤i kat›l›m› ve deste¤i ile iki ortak konferans düzenlenmifltir. Böylece, governance teriminin kurumsal kaynaklar› ortak amaç do¤rultusunda bir araya gelerek, aralar›nda terimin tan›m› ve hedefleri bak›m›ndan farkl›l›k olmad›¤›n› sergilemifllerdir. ‹lk toplant› Towards European Union - Towards Good Governance (Avrupa birli¤i Yolunda Türkiye'de ‹yi Yönetiflim), 19 Eylül 2001, Ankara; ikinci toplant› Yönetiflim: Düzenleyici Reformlar Konferans›, TODA‹ETÜS‹AD-OECD, 31 Ekim 2001, Ankara.


108

Birgül Ayman Güler

medya yer al›r. Parlamentoda temsil ediliyorlarsa sivil toplum ile devlet aras›nda yer almalar›na karfl›n, siyasal partiler de bu bafll›¤a dahildir (UNDP, 1997: http://magnet.undp.org/policy/default.htm).

Bu görüfle göre hem geliflmifl hem azgeliflmifl ülkelerde devlet sosyal ve ekonomik alanda kendi rolünü yeniden belirlemeye üç kaynaktan zorlanm›flt›r: Özel sektör: Daha yard›mc› bir pazar çevresi ve devlet - piyasa aras›nda daha iyi bir denge istemektedir. Yurttafllar: Hükümetten hesap vermesini ve duyarl› olmas›n› ve daha çok desantralize olarak çal›flmas›n› istemektedir. Küresel bask›: Ulus ötesi ve dünya geneli toplumsal ve ekonomik e¤ilimler devletin kimli¤inin ve do¤as›n›n de¤iflmesini zorunlu k›lmaktad›r. UNDP analizine göre devlet kalk›nma için büyük bir güçtür – ama art›k tek güç de¤ildir. ‹nsanl›¤›n geliflimini sürdürebilmek için yeterli gelir sa¤layan ve yaflam düzeyini iyilefltiren ifller yarat›lmas› gerekmektedir. Ço¤u devlet, özel sektörün üretici istihdam yaratman›n bafll›ca kayna¤› oldu¤unu bilmektedir. Ekonomik küreselleflme sanayinin ve iflletmelerin iflleyiflinde köklü de¤iflikliklere neden olmufltur. Pek çok azgeliflmifl ülkede özel giriflimin uluslararas› piyasada daha saydam ve rekabetçi olmak için desteklenmesi ve teflvik edilmesi gerekmektedir. Governance teriminin, her biri ayr› ve kendi alan›nda egemen olan üç gücünden bir olan devlet, seçilmifl bir hükümet ve bunun alt›nda bir yürütme ayg›t›ndan oluflur. Birleflmifl Milletler'e göre devletin temel görevlerinden biri insan gelifliminin sürdürülebilmesi için uygun bir çevre yaratmakt›r. Devlet kamusal ve özel faaliyetlerin gerçeklefltirilmesi için istikrarl›, etkin ve adil bir yasal - düzenleyici çerçeve koyacak ve bunu sürdürecektir. Bunun anlam›, (1) piyasada istikrar ve adaleti güvence alt›na almakt›r, (2) kamu iyili¤i için ç›karlar› uzlaflt›rmakt›r, (3) etkin ve hesap veren bir kamu hizmeti sunmakt›r. Bu anlay›fla göre devlet elbette haklar› güvence alt›na almak, çevreyi korumak, istikrarl› makroekonomik koflullar› sürdürmek, karfl›lanabilir bir maliyet ile herkes için sa¤l›k ve güvence standartlar›n› sürdürmek ve temel kamu hizmetleri ile altyap›, düzen, güvenlik ve toplumsal uyumu sa¤layacak kaynaklar› harekete geçirmek gibi alanlarda daha çok fley yapabilir. Ancak en önemlisi, devlet kurumlar› insanlara eflit f›rsatlar sunarak toplumsal, ekonomik ve siyasal çerçevede yer alma ve kaynaklara eriflme güvencesi sa¤lamal› ve insanlar› iktisaditoplumsal yaflam›n güçlü unsurlar› haline getirmelidir. ‹nsanlar, yaln›zca yasama, seçim süreçleri, hukuksal ve yarg›sal sistem tam


Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye

anlam›yla iflliyorsa kendilerini güçlü hissederler. Devlet, ayr›ca siyasal ve ekonomik sistemi yerellefltirmelidir. Yönetimin yurttafllar›n taleplerine duyarl›¤›n› art›rmak ve ekonomik koflullar› de¤ifltirebilmek için bunu yapmal›d›r. Küresel bask›, devletin yeniden tan›mlanmas›nda bask›n unsurdur. Komuta ekonomisinden pazar ekonomisine dönüflüm, sosyalist ülkelerde “demokratik politik rejimlerin” ortaya ç›kmas›, h›zl› kalk›nma, yeni teknolojilerin h›zla üremesi, iletiflimin ve bilgi temelli sanayinin öneminin artmas›, dünya ekonomisinde ticaret ve yat›r›m yoluyla süren entegrasyon – bunlar›n tümü yeni bir ça¤›n temellerini atm›flt›r. Bu geliflmeler bir yönüyle büyük bir at›l›m› temsil ederken bir yönüyle belki de büyük bir k›r›lmay› temsil etmektedir. ‹letiflim, genetik, t›p, tar›m, çevre dostu enerji sistemlerinde yaflanan ilerlemeler at›l›m› anlatmakta, buna karfl›n her yerden k›r›lma sinyalleri gelmektedir: Ailelerin da¤›lmas›, yerli toplumlar›n y›k›l›fl›, bitki ve hayvan varl›¤›n›n imhas›, nehirlerin kirlenmesi, okyanus - deniz - hava kirlili¤i suçlar›, yabanc›laflma , madde ba¤›ml›l›¤›, daha da yükselen iflsizlik, gelir da¤›l›m› bozuklu¤u, k›r›lman›n sinyalleridir. UNDP, küreselleflme sürecinde gözlenen özelliklere özel bir dikkat göstermek gerekti¤i uyar›s›nda bulunmaktad›r: (1) Ticaret ve hukuk alanlar›nda iflbirli¤i temelinde do¤an bölgesel bloklar, (2) Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi devletleraras› kurumlar›n güçlenmesi ve (3) ulus ötesi flirketlerin yayg›nlaflmas›. Bu özellikler, governance modeli bak›m›ndan güçlü içerimler sunmaktad›r. Birincisi, belli nüfus gruplar› teknolojik-bilimsel devrim karfl›s›nda yap›sal bir s›n›f d›fl› kesim haline gelerek marjinalleflmektedir. ‹kincisi, devlet egemenli¤inde önemli derecelerde erozyon vard›r, ulus ötesi flirketler ulusal ifllere giderek daha fazla kar›flmakta ve küresel hukuk kurallar›n›n gelifltirilmesi için bask› yapmaktad›rlar. Üçüncüsü, uluslararas› sermaye ve ticaret egemen devletler karfl›s›nda giderek daha sorumsuz davranmaktad›r. Dördüncüsü, artan küreselleflme ile birlikte suç, narkotik, salg›n hastal›k, iflgücü göçü gibi toplumsal ve ekonomik sorunlar artmaktad›r. Birleflmifl Milletler, tümü son derece önemli olan bu saptamalar› yapt›ktan sonra, azgeliflmifl ülkelerin kendi gösterdi¤i modelden baflka ç›k›fl yollar› olmad›¤›n› ileri sürmektedir. Rapora göre, iflte bu nedenlerden ötürü governance'› art›k kapal› bir sistem olarak düflünmek olanak d›fl›d›r. Devletin görevi, küreselleflme ile ülke içinde istikrarl› bir ekonomik - toplumsal çevre yaratmay› baflarma aras›nda bir denge bulmakt›r. Küreselleflme, devletleri giderek daha kapsaml› biçimde mer-

109


110

Birgül Ayman Güler

18 Sürdürülebilir geliflme temel çevresel, sosyal ve ekonomik hizmetlerin, bu hizmetlerin dayand›¤› ekolojik ve toplumsal sistemlerin varl›¤›n› tehdit etmeksizin, herkese sunabildi¤i geliflme olarak tan›mlanabilir. (ICLEI) Bir anlamda gelecek kuflaklar›n yaflam düzeylerini tehlikeye atmadan ve bugünün sorunlar›n› çözerken gelecekte hayat› yaflanmaz hale getirmeden toplumlar›n esenlik ve gönenç art›fl›n› sa¤layabilmek anlam›n› tafl›maktad›r.

cek alt›na almaktad›r. Geliflmifl bir devlet önderli¤inin varl›¤›n› ve sorumlu ekonomik politikalar gelifltirilmesini istemektedir. Bu tür bir iste¤in yaln›zca devlet taraf›ndan gerçeklefltirilmesi olanak d›fl›d›r. Governance'›n her parças› – devlet, özel sektör, sivil toplum – zay›f ve güçlü yönlere sahiptir; küreselleflme karfl›nda yap›lmas› gerekenler, bu üç parçan›n iflbirli¤i ile baflar›labilecek ifllerdendir. Anahtar soru, bir ulusun insanlar›n tümüne eflit f›rsatlar yarat›p yaratamayaca¤›d›r. Devlet etkili - verimli ifl göremezse k›t kaynaklar heba olacakt›r. ‹nsanlar›n gözünde meflru olmazsa kendi amaçlar›na da onlar›n amaçlar›na da ulafl›lamayacakt›r. Bu hedefler çevresinde ulusal oydaflma sa¤lanamazsa d›fl yard›m olmayacakt›r. Sosyal doku iyi beslenmezse toplum parçalanma ve kaos riski ile karfl› karfl›ya kalacakt›r. Devlet, insanlara ifl görecekleri güvenceli bir zemin sunmazsa, insanlar kendi geliflmelerini gerçeklefltirmek için güçlendirilmezse, desantralizasyon yap›lmazsa kalk›nma sürdürülemeyecektir. Çözüm siyasal liderler, iflverenler ve toplumsal liderlerin bir araya gelerek insan merkezli politikalar belirledikleri; bunlar üzerinde halk onay›n›n al›nd›¤› bir siyasal sistem, yani governance inflas›d›r.

Türkçe Yaz›nda Yönetiflimcilik Yönetiflim biçimindeki çevirisiyle governance, Türkçe yaz›na ‹stanbul'da Haziran 1996'da toplanan Habitat-II konferans›yla girmifltir denebilir. Bu etkinlikten geriye kalan ana fikir flöyle özetlenebilir: "‹nsan yerleflmeleri hakça, sürdürülebilir, yaflanabilir k›l›nmal›d›r. Bu üç amaç, üç araçla gerçeklefltirilebilir: yurttafl bilinci, yapabilir k›lma stratejisi, çok aktörlü yönetim" (Tekeli, 1998: 221-223; Densenko, 1998: 251-252, 363). Yönetiflim, araçlardan "çok aktörlü yönetim" olan›n ad›d›r; asl›nda ikinci araç aktörleri "yetkilendirerek" yönetimde yer alabilir hale getirmek anlam› tafl›d›¤› için yönetiflim sistemine dahil edilebilir. Çok aktör; devlete ek olarak özel sektör ile sivil toplum kurulufllar›ndan baflka bir fley de¤ildir. Yönetiflimi bir amac›n arac› olarak tan›mlama tercihi, Birleflmifl Milletlerin 2002 y›l›nda Johannesburg'da toplad›¤› konferansta da benimsenmifltir. Bu kez amaç "sürdürülebilir geliflme"dir18: Sürdürülebilir geliflme, piyasa mekanizmas› benzeri kendili¤inden yürüyebilen do¤al bir süreç olmad›¤› için, "öncelikle endüstri, çevre, siyaset ve toplumsal ç›karlar› dengeleyecek


Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye

bir siyasal irade ortaya konabilmelidir. Yönetiflim, bu siyasal iradenin tan›m› olarak ortaya ç›kmaktad›r. Johannesburg'da Türkiye'nin görüflü olarak sunulmak üzere haz›rlanan rapor da bu temelden hareket etmifltir (Kalayc›o¤lu, 2002). Ancak raporun yönetiflimi tan›mlay›fl›nda baz› özgün yanlar vard›r.19 Birincisi, yönetiflim "siyasal kat›lma ve temsil kurum ve örgütlerinin iflletim üslubuyla (modus operandi) ilgili" bir konu olarak tan›mlanmaktad›r. Bir baflka deyifl kullan›larak yönetiflim "çeflitli de¤er ve ç›kar› birbiriyle ba¤lant›l› olarak koruyacak ve gelifltirecek bir siyasal yönetim üslubu" olarak tan›mlanm›flt›r. ‹kincisi, bu kat›l›mc› bir üsluptur; ancak rapor kat›l›mc›lar aras›nda bir kez bile "özel sektör"den söz etmemektedir. Yetkin ve ba¤lay›c› kararlar›n al›naca¤› yönetiflim süreci, "toplumu oluflturan bireyler, sivil toplum kurulufllar›, siyasal seçkinlerin ortaklafla ve hakça yer alaca¤› bir görüflme, tart›flma ve müzakere ortam›" olarak resmedilmifltir. Üçüncüsü, bu üslubun köklü bir de¤ifliklik anlam›na gelmesi "paydafll›k" terimine dayand›r›lm›flt›r; ancak paydafl olanlar aras›nda yine özel sektör yoktur: "Burada kabul etti¤imiz tan›m çerçevesinde, siyasal kat›lma ve temsil kurumlar› arac›l›¤›yla yurttafllar›n hükümetle serbestçe etkileflim içine girmesinin ötesinde bir iflleyifl söz konusudur. Vatandafllar›n yönetilen olarak alg›lanmad›¤›, siyasal sorunlardan onlar etkilendi¤ine göre kaybedecek de¤erli varl›klar› olan taraf olarak alg›land›¤› bir siyasal ortamda iyi yönetiflim gerçekleflmektedir. Bu anlay›flta vatandafl yönetilen de¤il, paydafl (stakeholder) olarak temel siyasal karar al›c› konumundad›r." Bundan sonras›, yönetiflim modelinde ne deniyorsa ayn›s› söylenerek sürmektedir. Saydam yönetim, hesap veren yönetim, yerelleflmifl (subsidiarite) yönetim, ulusal bölgesel - yerel düzeylerde benzer ilkelerin geçerlili¤i… Do¤rudan kavram› irdelememekle birlikte, bu felsefenin önümüzdeki dönemde "medeni dünyan›n göbe¤ine oturaca[¤›n›]" belirten bir yazar, yönetiflimi flöyle alg›lad›¤›n› belirtmektedir: Bir hiyerarfliyi ve hakimiyeti ifade eden "yönetim" kavram›ndan farkl›. Al›nacak kararlardan etkilenecekler ile uygulayacak olanlar›n bir araya gelerek, bir çeflit ortakl›k iklimi alt›nda problemlerin çözümünün üstüne gitmeleri… Yerel yönetim, merkezi yönetim laf› bile giderek eskiyor, çünkü mesele bir yönetiflim olmaya gidiyor. Bir süre sonra merkezi yönetimin.. ifllevlerinin önemli bir k›sm› bile bir piramit içi de¤il, böyle bir yüzey içi paylafl›l›r hale gelecek. O anlamda egemenlik de paylafl›lacak gibi gözüküyor çok k›sa bir süre sonra. Bu birazc›k da her birimizin gayretine ba¤l›. Çünkü yönetiflimler hiçbir zaman gökten inmiyor (U¤ur, 1998: 188).

111

19 Raporun tüm temel tan›mlar› Dünya Bankas› seminerinden türetilen bir kayna¤a dayanmaktad›r (Langseth ve Simpkins,1996: 8).


112

Birgül Ayman Güler

Bir baflka de¤erlendirmeye göre, “dünyan›n birçok ülkesinde governance (yönetiflim) kavram› çerçevesinde, merkezi hükümet ile yerel yönetimler aras›nda; merkezi hükümet ve yerel yönetimlerin kendi içinde ve devletle sivil toplum aras›nda yeni bir iflbölümü, yetki ve kaynak bölüflümü söz konusu iken, ülkemizde devlet ve merkezi hükümet bu yetkilerini titizlikle ve k›skançl›kla korumaya çal›flmaktad›r. ...kamu-özel iflbirli¤inin sa¤lanmas›, baz› hizmetlerin sivil toplum kurulufllar› veya gönüllülük ilkesine göre çal›flan örgütler arac›l›¤›yla sunulmas›, kentlinin her konuda ve safhada kat›l›m›n›n sa¤lanmas› art›k genelde kabul gören yaklafl›mlard›r” (Göymen, 1997: 11-12). Göymen, kavram› nas›l alg›lad›¤›n› ise flöyle ortaya koymaktad›r: Yönetiflim en az›ndan dört ögeyi içeriyor. ...tabloya yeni aktörlerin gelmesini simgeliyor. Yeni aktör derken kiflileri, yap›lar›, dokular› ve kurumlar› kastediyorum. Mevcut ve yeni aktörler aras›nda yeni bir iflbölümü içeriyor. Kim neyi yapacak? Üçüncü olarak, yeni ifl yap›m biçimlerini içeriyor. Dördüncü olarak da yeni denetim biçimlerini içeriyor. Yani governance kavram›, gayet genifl boyutlu bir kavram; bütün bu geliflmeleri hesaba kat›yor. Yurtiçi, yurtd›fl› faktörleri hesaba kat›yor. ... Yeni aktörler var. Devlet art›k tek aktör de¤il, tekelci bir konumda de¤il. Kamu yarar›n› kendi bafl›na belirler konumda de¤il. Mutlaka bir etkileflim içinde olmas› gereken bir dizi di¤er kurumu, yap›y›, bu yeni aktörleri ele almam›z düflünmemiz gerekiyor. Bunlar özel yap›lar olabiliyor, sendikal yap›lar olabiliyor, kooperatif yap›lar olabiliyor, ad hoc yap›lar olabiliyor. Bunlar›n yaklafl›mlar›, yeni biçimlerden söz edecek olursak, yap-ifllet-devret olabiliyor, bunlar yönetim birlikleri ve onlara ba¤l› iflletmeler olabiliyor, bunlar belediye iktisadi teflebbüsleri olabiliyor (Göymen, 1997: 171-172).

Yazar, yönetiflimin aktörlerini sayarken özel sektörü di¤er "yap›lar"›n kalabal›kl›¤› karfl›s›nda bir miktar örtse de, yönetiflimin "yeni bir iflbölümü" üzerine kuruldu¤unu; yeni ifl yapma biçimleri" getirdi¤ini; "yeni denetim biçimleri" öngördü¤ünü belirterek yönetiflim felsefesinin alan›n› belirgin bir biçimde çizmektedir. Verdi¤i örnekten anlafl›ld›¤› üzere, "yeni biçim", özellefltirme, ihalecilik, kamu hizmetlerini imtiyaza vermedir; "yeni bir iflbölümü"nden kas›t kamu ile özel sektör aras›nda kamu hizmet alan›n›n paylafl›m›d›r. Dolay›s›yla yazar, "burada bir fleyin alt›n› çizeyim; ideolojik boyutlu bir tart›flma söz konusu" diyerek, konunun gerçek a¤›rl›¤›n› da vurgulamaktad›r. Ne var ki, "ama" diyerek devam etmektedir: ama, a¤›rl›k ve vurgulama, mülkiyetten ziyade, kim neyin sahibi mant›¤›ndan ziyade, flu noktada yo¤unlafl›yor: ..hangi ifllevler yap›lmal›d›r, kim bunlar› en iyi, en verimli, en etkin, halka karfl› en du-


Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye

yarl›, karardan etkilenecek kifli ve kurumlar› mümkün oldu¤u kadar devreye sokan, onlara her safhada dan›flan, karar alma süreçlerine kat›lmalar›n› sa¤layan flekilde yapabilir? (Göymen, 1997: 172)

Böylece konuyu pragmatik aç›dan, daha aç›k bir deyiflle "etkinlik sorunu" aç›s›ndan görmeyi ye¤leyerek tart›flmaya girmemekte ve yönetiflim formülünün yan›nda yer almaktad›r.

Resmi Dokümanlarda Yönetiflimcilik Yönetiflim kavram›, Türkiye'de ilk büyük gövde gösterisini, ‹stanbul'da 19 Eylül 2000 günü yap›lan "Avrupa Birli¤ine, ‹yi Yönetiflime Do¤ru" konulu bir konferans ile yapm›flt›r. Konferans TÜS‹AD, OECD, Dünya Bankas› ve Avrupa Birli¤i taraf›ndan ortaklafla düzenlenmifltir. Yönetiflim kavram›n›n, Türk devlet sisteminin orta vadede kavuflturulaca¤› yap› olarak hedef biçiminde dile getirilmesi, ilk olarak Kemal Dervifl Program› olarak da bilinen "Güçlü Ekonomiye Geçifl Program›" içinde yer alm›flt›r. 2001 y›l›nda ortaya ç›kan bu program›n 140 numaral› son paragraf› flöyledir: 21. yüzy›lda güçlü ve sayg›n bir devlet olabilmek için üretken ve güçlü bir özel sektörün, sa¤l›k bir piyasa ekonomisi için de sosyal destek ve yasal denetleme görevini yapan bir devletin önemi çok iyi anlafl›lm›flt›r. Güçlü ekonomiyi, güven içinde çal›flan bir özel sektör, etkin bir devlet ve genifl bir toplumsal dayan›flma yaratacakt›r (http://www.hazine.gov.tr).

Yönetiflim kavram›n›n hem do¤rudan ad›yla hem de içerdi¤i öbür unsurlar›n birbiri ard›na topluca sunuldu¤u ilk resmi doküman ise, 3 Kas›m 2002 genel seçimlerinde iktidara gelen AKP Hükümeti Acil Eylem Plan›'d›r (http://www.akp.org.tr). Halka seslenmekten çok neoliberal program›n yöneticisi küresel örgütlere seslenen bu dokümanda, "ilk üç ayl›k süre içinde Kamu Yönetiminde Toplam Kalite ve Yönetiflim ‹lkelerinin Hayata Geçirilmesi Çerçeve Yasas› ç›kar›lacakt›r" sözü verilmifltir. Ayn› hükümetin Milli E¤itim Bakan› da, haz›rlamaya giriflti¤i yüksek ö¤retim yasa tasar›s›n› kamuoyuna "geleneksel 'yönetme' anlay›fl› yerine yönetiflim ilkelerini benimseyen" bir yaklafl›ma uygun hareket ettiklerini aç›klayarak duyurmufltur.20

S o n u ç : Governance N e d i r ? Yönetiflim, ne bir yönetim "üslubu" ne de bir kat›l›m - müzakere sürecidir; yönetiflim, kamu kudretinin do¤rudan sermayeye teslim edildi¤i bir iktidar tipidir.21 Bu formül kuflkusuz kat›l›mc›d›r. Kat›l›m, devletin siyasal ve

113

20 Milli E¤itim Bakan›ndan (Erkan Mumcu) Ça¤r›, 31.12.2002. 21 Konu daha önce bir baflka yaz›da ele al›nm›flt› (Güler, 2000). Yaz›n›n t›pk› bas›mlar› Oknos, Kuvay› Milliye, Emek Araflt›rma dergilerinde yap›lm›fl, ayr›ca ‹ngilizce çevirisi Turkish Public Administration Annual 1998-2000'de yay›mlanm›flt›r.


114

Birgül Ayman Güler

22

Yönetiflim formülünün küresel – ulusal - yerel düzlemlerde uygulama örnekleri daha önce bir baflka yaz›da ifllenmiflti (Güler, 2001). 23 Bu soruya yan›t olarak bkz. Bayramo¤lu (2002).

yönetsel karar alanlar›nda devlet d›fl›nda duran toplumsal unsurlar›n yer almas› ya da bu alanlara etki edebilme mekanizmalar›na sahip olmas› biçiminde tan›mlan›yorsa, yönetiflim formülünün kat›l›mc› bir model gelifltirdi¤i tart›flmas›z bir gerçektir. Ancak bu kat›l›m modeli demokratik midir? 22 Bu ayr›ca yan›tlanmas› gereken bir soru olarak ortada durmaktad›r.23 Toplumlar›n bu "çok aktörlü yönetim modeli"nde yap›lmas› gereken ilk ifl, aktörlerin kim olduklar›na bakmakt›r. Formül, içlerinden hiçbirinin bask›n olmad›¤› üç ana ortakl› bir sistem öngörmektedir. Ortaklardan biri, genel toplumsal düzen ve düzenlili¤i sa¤lama zorunlulu¤u nedeniyle, flimdiye kadar kamu kudretini tek bafl›na kullanm›fl olan eski "mutlak iktidar kullan›c›s›" devlet ya da bürokrasi olacakt›r. ‹kinci ortak, kamu mekanizmalar› ile karfl›laflt›r›ld›¤›nda yarat›c›l›¤›n› ve üretkenli¤ini say›s›z kez kan›tlam›fl olan piyasan›n ana unsuru özel sektör olarak belirlenmifltir. Özel sektör, hukuksal ad›yla flirketler, sosyolojik etiketiyle sermaye kesimi, ikinci sandalyenin sahibi olarak tan›nmaktad›r. Ancak, özel sektör toplumun "lokomotif gücü" olarak kabul edilse de "tümü" olarak kabul edilemeyecek kadar dar bir dünyad›r. Özel sektör d›fl›nda kalan toplumsal kesimlere bir üçüncü sandalye açmak kaç›n›lmazd›r. Ne var ki bunlar – emekliler, köylüler, gençler, iflçiler, kad›nlar, engelliler, do¤a severler, pancar üreticileri, hekimler, ... – neredeyse yüzlerce farkl› grup oluflturabilecek denli çeflitlidir. Bu çeflitlili¤in bir ortak payda ya da ad alt›nda birlefltirilmesi hemen hemen zorunludur. Yönetiflim formülünde çözüm, sermaye d›fl›nda kalan tüm toplumsal kesimleri "sivil toplum örgütleri" (STK) flemsiyesi alt›nda toplanmas›yla bulunmufltur. STK sürekli - geçici amaçl› olabilir; sendikalar gibi ekonomik, dernekler gibi toplumsal amaçl› olabilir; bireyler ayn› anda birden fazla STK içinde etkinlik gösterebilir. Bu esnek ve renkli yap›, taraflar›n karar sürecinde iktidar kullan›m› isteklerini karfl›lamalar›na olanak verecek ve kalabal›klar› tatmin etmeye yetecektir. Yönetiflim, her fleyden önce, belirgin uygulamas› ‹ngiltere örne¤inde görülen "hükümet - iflveren - iflçi" üçlemesine dayal› liberal korporatist uygulamalardaki s›n›f dengesini de gözetmeyen yap›s›yla dikkat çekmektedir. Formülde iflveren özel sektör ad›yla yerini alm›fl, ama iflçi kesimi STK içine gömülmüfltür. STK, iflverene kapal› bafll›k de¤ildir; sermayenin dernekleri, meslek birlikleri, üretici birlikleri, kooperatifleri ile iflçi kesiminin sendikalar› bu bafll›kta birlikte yer almakta ve ayn› niteliklere sahip say›lmaktad›rlar. Demek ki bu kat›l›mc› formülde kat›lma hakk› sermaye kesimine üç ortaktan biri ve üçüncü orta¤›n unsurlar›ndan biri olarak katlamal› biçimde tan›nm›flt›r.


Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye

Yönetiflim formülünde kat›l›mc›l›k, as›l olarak "toplum" ad›na sermayeye tan›nm›fl hak, bir ayr›cal›kt›r. Bu tercih, daha önceden "tarihin sonu" ve "ideolojilerin sonu" ilan edildi¤i için oldukça kolay yap›labilmifltir. Fukuyama adl› yazar "tarihin sonu" dedi¤inde, iki sözcükle çok fley anlatmay› baflarm›flt›r: Tarihin sonu, "tarih s›n›f mücadelelerinin tarihidir" diyen Marksizmle birlikte s›n›f mücadelelerinin de sona ermesi demekti, çünkü bu ak›l yürütmeye göre s›n›flar sona ermiflti. Art›k herkes "ayn› gemide"ydi. ‹flçi s›n›f› diye bir bütün kalmad›¤› için, bu s›n›fla sermaye aras›nda bir "uzlaflmaz çeliflki" gerilimi de kalmam›flt›. "Gemi"nin karaya vurmamas› için ak›ll› olmak ve en yarat›c› toplum kesiminin ç›kar›n›n toplumun genel ç›kar› oldu¤una inanmak zorunlulu¤u vard›. K›sacas› post-fordizm ile post-modernizm, yönetiflim formülünün s›n›fsal özünü kaç›n›lmaz olarak kabul etmek için gerekli zemini daha önceden haz›r etmifltir. Sivil toplum örgütleri ad› tak›lan aktöre gelince, bu bafll›¤›n toplumsal ç›karlar› bak›m›ndan birbirinden farkl› kesimleri ayn› torbada toplay›fl becerisi yeterince aç›k biçimde ortadad›r. 19. yüzy›ldan bu yana iflçilerin tek güçlü örgütlenme arac› olan sendikalar ile iflveren sendika, dernek ve vak›flar›, bu bafll›k alt›nda bir araya toplanm›flt›r. "Tarihli" zamanlar›n bu iki temel unsuru, art›k "sosyal diyalog"un hoflgörülü uzlaflmac›lar› olarak ayn› adla an›lmaktad›r. Üstelik yaln›z da de¤ildirler; yoksullara beceri kazand›rma dernekleri, yeflillendirme vak›flar› ile eflde¤er a¤›rl›kta say›larak toplumsal yaflam içindeki belirleyici güçleri de büyük ölçüde çaptan düflürülmüfltür. Kald› ki, çok say›da ülke için geçerli olan bir gerçek Türkiye için de geçerlidir. Modernizm ça¤›n›n "örgütlü toplum" hedefi, genel olarak sermaye kesimi için daha yüksek derecelerde gerçeklefltirilebilmifl iken, bu kesim d›fl›nda kalanlar›n örgütlülük durumlar› pek iç aç›c› düzeyde de¤ildir. Bu eflitsiz temel, toplumun STK etiketiyle iktidara ortak edilme sav›n› daha bafltan anlams›zlaflt›rm›flt›r. Yönetiflim, hiç kuflku yok, kat›l›mc› bir formüldür. Ancak, kamu kudretini do¤rudan do¤ruya sermaye kesimine teslim etti¤i için anti-demokratiktir. Bu formül, geçti¤imiz yüzy›l›n "burjuva demokrasisi" kavram›yla karfl›laflt›r›ld›¤›nda, yap›s› gere¤i "burjuva diktatörlü¤ü" s›fat›n› hak etmektedir. Yönetiflim formülü ulus-devleti aflmakta, emekçi kesimleri toplumsal mücadele alanlar›ndan ve araçlar›ndan etkili biçimde mahrum b›rakmakta, sermayenin insanl›¤› boyunduru¤u alt›na almas›n› mümkün k›lmaktad›r. Bu nedenlerle yönetiflim, gerici bir toplumsal hareket ve bir karfl›-devrim ata¤› olarak nitelendirilebilir.

115


116

Birgül Ayman Güler

Kaynaklar

- Society Interaction içinde, Londra: Sage.

Aktan, C. C. (1991) "Virginia Politik ‹ktisat Okulunun Ö¤retisi: Kamu Tercihi ve Anayasal ‹ktisat", Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Kas›m.

Langseth, P. and F. Simpkins (der.) (1996) Good Governance for Private Sector Development and Investment in the Middle East and North Africa, (Seminar Proceedings), (Amman, Jordan: IBRD).

Aktan, C. C. (1995) 21. Yüzy›l ‹çin Yeni Bir Devlet Modeline Do¤ru: Optimal Devlet, ‹stanbul: TÜS‹AD. Aktan, C. C. (1996a) Ekonomik Anayasa, Ankara: T‹SK.

Leftwich, A. (1994) "Governance, the state and the politics of development", Development and Change, 25.

Aktan, C. C. (1996b) "Anayasal iktisat ve ekonomik anayasa önerilerine yönelik elefltiriler ve karfl› cevaplar", Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Aral›k.

Metcalfe, (1993) "Public Management: From Im›tation to Innovation”, J. Koomian (ed), Modern Governance: New Government - Society Interaction, Londra: Sage, 173-189.

Ar›n, T (1997) "Anayasal ‹ktisat ve Refah Devleti: T‹SK ve TÜS‹AD'›n Asgari Devlet Raporlar›n›n Elefltirisi", Ekonomide Durum, 3-4, 41-106.

OECD (1989) Development and Coordination in the 1990's, Paris.

Aucin, P. (1990) "Administrative Reform in Public Management: Paradigms, Principles, Paradoxes and Pendulums", Governance, III (2), 115-137. Bayramo¤lu, S (2002) "Küreselleflmenin Yeni Siyasal ‹ktidar Modeli", Praksis, 7, 85-116. Demir, Ö (1996) Kurumcu ‹ktisat, Ankara: Vadi. Densenko, L. (1998) "Habitat ve Yönetiflim", Sivil Toplum ‹çin Kent Yerel Siyaset Demokrasi Seminerleri içinde, ‹stanbul: WALD. Gaudin, J. P. (1998) "Modern governance, yesterday and today: same clarifications to be gained feom Frenc government policies”, ISSJ, 155. Göymen, K. (1997) Türkiye'de Kent Yönetimi, ‹stanbul: Boyut. Güler, B. A. (2000) "Devletin Yeniden Yap›land›r›lmas›", Düflün, 7. Güler, B. A. (2001) "Küreselleflmenin Yerelleflme Boyutu", Mürekkep, 17, 153-175. Güzelsar›, S. (2000) 1990 Sonras› Anglo-Sakson ve K›ta Avrupas› Devletlerinde Kamu Yönetiminde Yeni Yaklafl›mlar (yay›mlanmam›fl yüksek lisans tezi), Ankara: Hacettepe Üniversitesi, Siyaset ve Sosyal Bilimler Enstitüsü. Hood, C. (1994) "Contemporary Public Management: a New Global Paradigm", Public Policy and Administration, 10 (2), 104-117. Jessop, B. (1998) "The rise of governance and the risks of failure: the case of economic development" ISSJ, 155.

OECD (1995) Participatory Development and Good Governance, Paris. OECD (2001) Governance in the 21st Century, Paris. Osborne and Gaebler (1992) Reinvented Government, Addison-Wesley. Pagden, A. (1998) "The genesis of ‘governance’ and Enlightenment conceptions of the cosmopolitan world order", ISSJ, 155. Perry, J. ve Kraemer, K. (1983) Public Management: Public and Private Perspectives, California: Mayfield Publishing. Rhodes, W. (1996) "The New Governance: Governing without government", Political Studies, XLIV. Savafl, V. (1989) Anayasal ‹ktisat, ‹stanbul: Beta. Stoker, G. (1998) “Governance as theory: five propositions”, ISSJ, 155. Tekeli, ‹. (1998) "Yerel Siyaset ve Demokrasi, Ço¤ulculuk, Sivil Toplum", Sivil Toplum ‹çin Kent Yerel Siyaset Demokrasi Seminerleri içinde, ‹stanbul: WALD. The Commission on Global Governance (1995) Our Global Neighbourhood, Londra: Oxford University Press. U¤ur, A. (1998) "Yerel Siyaset ve Demokrasi, Ço¤ulculuk, Sivil Toplum", Sivil Toplum ‹çin Kent Yerel Siyaset Demokrasi Seminerleri içinde, ‹stanbul: WALD. UNDP (1991) Human Development Report 1991, New York: Oxford University Press. UNDP (1997), “Governance for Sustainable Human Development, a UNDP Policy Documant”, http://magnet.undp.org/policy/default.htm.

Kalayc›o¤lu, E. (2002) Sürdürülebilir Geliflme ve Siyasal ‹yi Yönetiflim: Türkiye’nin Son On Y›l›, Dünya Sürdürülebilir Kalk›nma Zirvesi (Rio+10), Ulusal Haz›rl›k Süreci, Sürdürülebilir Kalk›nma ve ‹yi Yönetiflim Alt Çal›flma Grubu, iula-emme. http://www.iula-emme.org/wssd/yonetisim.doc

Üstüner, Y. (1995), "Kamu Yönetimi Disiplininde 'Kimlik Sorunsal›'”, Kamu Yönetimi Disiplini Sempozyumu Bildirileri, Ankara: TODA‹E.

Koomian, J. (ed.) (1993) Modern Governance: New Government - Society Interaction, Londra: Sage.

World Bank (1991) World Development Report 1991, New York: World Bank.

Kooiman, J. (1993) "Socio-political governance: introduction", J. Koomian (ed), Modern Governance: New Government - Society Interaction içinde, Londra: Sage.

World Bank (1992) Governance and Development, New York: World Bank.

Kooiman, J. (1993) "Findings speculations and recommendetions", J. Koomian (ed), Modern Governance: New Government

World Bank (1989) Sub-Saharan Africa: from Crisis to Sustainable Growth, New York: World Bank.

World Bank (1994) Governance: The World Bank Experience, New York: World Bank.


Praksis 9

| Sayfa: 117-142

Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS Selime Güzelsar›

ünya kapitalist sisteminin gündemine 1995’te Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulmas›yla giren ve o tarihten bu yana hizmet ticaretinin liberalizasyonunda önemli bir rol oynayan Hizmet Ticareti Genel Anlaflmas› (GATS)1, uzun bir gecikmeyle de olsa Türkiye’nin akademik ve politik tart›flma konular› aras›na kat›ld›. GATS’›n, sosyal ve siyasal kuram›n özellikle 1990’lardan bu yana “küreselleflme” büyük bafll›¤› alt›nda tart›flmaya açt›¤› konular›n aras›na girmesi için, neredeyse, Seattle’de patlak veren sokak protestolar›n› beklemesi gerekmiflti. “Dünya bir meta de¤ildir”, “Yaflam bir pazar de¤ildir”, “Baflka bir dünya mümkün” sloganlar› etraf›nda bütünleflen bu muhalefet hareketini 30 Kas›m 1999’da Seattle’de bir araya getiren fley, ticari serbestleflmede ileri ad›mlar atmaya haz›rlanan sermaye güçlerinin uluslararas› toplant›lar›ndan birini, DTÖ 3. Bakanlar Konferans›’n›, engelleme talebiydi. Daha sonra küreselleflme karfl›t› eylemler olarak an›lacak olan bu simgesel hareketin örgütlenmesinin gerisinde ise, 1990’lardan bu yana uygulanan neoliberal politikalar ve bu politikalar›n a盤a ç›kard›¤› ekonomik, siyasal ve toplumsal sonuçlar yat›yordu. Seattle, o güne kadar uygulanan neoliberal politikalara karfl› sosyalistinden anarflistine, sendikal› iflçisinden iflsizine, köylüsünden çevrecisine toplumun örgütlü - örgütsüz tüm kesimlerinin direnifl iste¤inin ilk yükseldi¤i yer oldu. Özetle, bir yandan küreselleflen kapitalizm uluslararas› kurumlaflmas›n› sa¤layacak oluflumlar› örgütleyerek arac› mekanizmalar›n› yaratmakta ve bu oluflumlar›n dayand›¤› anlaflmalara ifllerlik kazand›rarak yeniden yap›lanmaktayd›;

D

1 General Agreement on Trade in Services (GATS).


118

Selime Güzelsar›

2 Ulusal düzeydeki bu büyüme, gerek hizmet sanayilerinin gayri safi yurt içi has›ladaki pay›ndaki art›fl, gerekse de bu sanayilerdeki istihdam›n ulusal toplam istihdam pay› içindeki art›fl› ile ifade edilmektedir (Erdo¤du, 2002: 69). Bu dönemde, dünya do¤rudan yabanc› yat›r›mlar stokunda hizmet sektörünün pay› % 50’ye ulafl›rken, sanayinin pay› % 40’t›r (Adda, 2002: 91).

di¤er yandan da, kapitalist düzenin dayatt›¤› sermaye tahakkümüne, toplumsal y›k›mlara, sömürüye, eflitsizliklere ve d›fllanm›fll›¤a tepki duyan önemli bir toplumsal muhalefet hareketi de Seattle’dan bu yana sesini giderek yükseltmekteydi. Bu yaz›, bu sürecin taraflar›ndan birincisini, yani DTÖ’yü ve örgütün kurulufl anlaflmalar›ndan biri olan GATS’› konu alacakt›r. Ancak, GATS’›n buzda¤›n›n görünen parçalar›ndan sadece biri oldu¤unu belirtmek gerekir. Hem di¤er parçalar›n hem de buzda¤›n›n bütününe yönelen tepkilerin ve bu tepkileri temsil eden toplumsal kesimlerin incelenmesi ise bir baflka yaz›n›n konusu olacak denli kapsaml› analizleri gerektirmektedir. Bu çerçevede, kapitalizmin küresel düzeyde yeniden yap›land›¤› günümüz gerçekli¤inde kamu hizmetlerinin ticarilefltirilmesinin ne anlama geldi¤i ve GATS ile bu sürecin nas›l bir ivme kazanaca¤›; DTÖ ve GATS’›n kime ve neye karfl› infla edildi¤i, nas›l bir ekonomik ve siyasal rekabet alan› yaratt›¤›, bu alan›n taraflar›n›n (ulus-devletler) kimler oldu¤u; GATS’›n küreselleflen kapitalist düzenin hangi politik projesine denk düfltü¤ü sorular›na bu yaz›n›n s›n›rlar› içinde cevap aramaya çal›flaca¤›z.

1. Hizmet Ticaretinde Uluslararas›laflmadan Serbestleflmeye Hizmet sanayilerinin ulusal ekonomiler içindeki paylar› özellikle 1980 sonras›nda önemli oranda artm›fl2 ve hizmetler, uluslararas› ticaret alan›nda en h›zl› büyüyen sektör konumuna yerleflmifltir. Mal üretiminin uluslararas›laflmas›na ve hizmet sanayilerinin ulusal ekonomiler içindeki pay›n›n giderek büyümesine paralel olarak, hizmet sanayileri de uluslararas›laflma sürecine kat›lm›flt›r. Bu nedenle hizmet üretiminin hem üretim alan› ile hem de mallar›n ve paran›n dolafl›m alan› ile ba¤lant›l› oldu¤unu belirtmek gerekir. Örne¤in, gerek üretim sürecinin öncesinde (pazar araflt›rmas›, ürün tasar›m›) ve üretim süreci s›ras›nda (kalite kontrol, ekipman kiralama, bak›m onar›m, muhasebe, iflgücü e¤itimi, personel yönetimi, hukuki hizmetler, telekomünikasyon hizmetleri, sigorta, finansman ve güvenlik), gerekse de üretim sonras›nda (reklam, da¤›t›m, ulaflt›rma, garanti süresi hizmetleri) pek çok alanda hizmet girdileri gerekmektedir. Dolay›s›yla, hem mal ve hizmet üretimi hem de mallar›n uluslararas›laflmas› ile hizmetlerin uluslararas›laflmas› birbiriyle do¤rudan iliflkili süreçler olarak ele al›nmal›d›r. Özellikle günümüz küresel kapitalizm koflullar›nda, üretken sermaye uluslararas› dolafl›m içine girdi¤i için


Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS

hizmet üretiminin uluslararas›laflmas› da büyük bir s›çrama göstermifltir. Böylece hizmetler, gerek uluslararas› üretim zincirinin kendi içindeki parçalar›n›n birbirine ba¤lanmas›nda, gerekse de uluslararas› üretim alan› ile uluslararas› ticari ve mali alanlar›n birbirine ba¤lanmas›nda önemli bir yere sahip olmufltur (Erdo¤du, 2002: 69, 77-78). Hizmetlerin mallardan ayr›lan en temel özellikleri dokunulamaz ve stoklanamaz olmalar›d›r. Hizmet ticareti alan›nda uluslararas› düzeyde avantaj yakalamay› olanakl› hale getirebilecek tek yol ise d›fl piyasaya yat›r›m yapmaktan geçer. Çünkü, hizmetlerin uluslararas› dolafl›m› uluslararas› ticaretten daha çok do¤rudan uluslararas› yat›r›mlar taraf›ndan yönlendirilir. Bu nedenle, do¤rudan yat›r›mlar yoluyla gerçeklefltirilen hizmet ihracat›n› tekelinde tutan geliflmifl kapitalist ülkelerin azgeliflmifl ülkelerdeki hizmet sanayilerine yat›r›m yapabilmelerinin koflulu hizmet sanayilerinin serbestlefltirilmesidir. 1980’lere kadar bu e¤ilimin tam olarak gerçeklefltirilemedi¤i görülmektedir. Çünkü, hizmet sanayilerinin önemli bir k›sm›n›n ya kamusal olmas› ya da devletin denetim ve düzenlemesi alt›nda bulunmas› serbestleflmeyi görece engellemifltir. Ancak, 1980 sonras›nda uygulanan özellefltirmeler ve deregülasyon politikalar› ile elektrik, su, haberleflme, ulafl›m, bankac›l›k, sigorta gibi devlet tekelinde bulunan ana hizmet sektörleri uluslararas› rekabete, dolay›s›yla da do¤rudan uluslararas› yat›r›mlara aç›k hale getirilmifl, ard›ndan buna da¤›t›m a¤lar›, reklamc›l›k ve dan›flmanl›k hizmetleri, turizm ve seyahat acenteleri, otelcilik ve lokantac›l›k, haber ajanslar›, gazete ve televizyon kanallar› gibi çokuluslu flirketlerin etkin oldu¤u faaliyetlerin uluslararas›laflmas› eklenmifltir (Adda, 2002: 90-91). Ancak, uluslararas› ticaret alan›nda h›zla büyüyen hizmet ticaretinde üstünlük geliflmifl kapitalist ülkelere aittir. Dünya hizmet ticaretinin yaklafl›k % 50’si Bat› Avrupa ve % 25’i Kuzey Amerika ülkeleri olmak üzere % 75’lik bölümü söz konusu ülkelere; geriye kalan % 25’lik bölümün ise % 20’si Asya, % 3’ü Latin Amerika ve % 2’si Afrika ülkelerine düflmektedir (Güler, 2002: 4-5). Bu nedenle, hizmetlerin dünya çap›nda serbestlefltirilmesinden en büyük pazar pay›n› ve kar› alanlar da merkez kapitalist ülkelerin sermaye gruplar› olmaktad›r. Bu çerçevede, küresel kapitalizm koflullar›nda artan rekabet sorununa çözüm arayan, karl›l›k oranlar›n› art›rmak ve pazar› geniflletmek için hizmetlere yönelen ve dünya piyasalar›nda etkinli¤ini giderek artt›ran sermaye gruplar›, uluslararas› hizmet ticare-

119


120

Selime Güzelsar›

3 Tarihin en büyük ve çat›flmal› ticaret raundu olarak an›lan GATT - Uruguay Raundu (1986-1994) 15 Nisan 1994 y›l›nda Marakefl’te Nihai Senet’i 134 ülkenin imzalamas›yla son bulmufltur. Raundun en önemli sonuçlar›ndan biri, ülkeler aras›ndaki serbest mal ve hizmet ticaretini teflvik edecek ve denetleyecek bir örgütün, DTÖ’nün, kurulmas›yd›. Raundun sonunda sermayenin dünya co¤rafyas› üzerinde üretimden pazarlamaya, mülkiyet edinmeden yat›r›ma hiçbir s›n›rlama ve denetimle karfl›laflmamas› için kurumsal ve yasal tüm düzenlemelerin yap›lmas›nda anlaflmaya var›ld›. Böylece, dünya genelinde mal ticaretini belirleyen GATT (Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaflmas›), hizmet ticaretini belirleyen GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaflmas›), fikri mülkiyet haklar›n› belirleyen TRIPS (Fikri Mülkiyet Haklar›yla Ba¤lant›l› Ticarete ‹liflkin Anlaflma) ve ticaret haklar›n› belirleyen TRIMS (Ticaretle Ba¤lant›l› Yat›r›m Tedbirleri Anlaflmas›) anlaflmalar› bu uzun ticaret sürecinin sonunda DTÖ’nün kurulufl anlaflmalar› olarak düzenlenmifltir ve DTÖ üyesi tüm ülkeler bu anlaflmalara taraf say›lm›flt›r. DTÖ kurulufl anlaflmalar›n›n tamam›n›n ayr›nt›l› incelemesi için bkz. (Y›lmaz, 2001: 23-59).

tine iliflkin küresel düzeyde ba¤lay›c› kararlar›n al›nmas›n›, uygulamalar›n denetlenmesini ve tüm dünyada hizmet sektörlerinin “serbest” ticarete aç›lmas›n› sa¤layacak düzenleyici ve liberalizasyonu kurala ba¤lay›c› örgütlere ve hukuki düzenlemelere gereksinim duymaya bafllam›flt›r. Afla¤›da inceleyece¤imiz GATS, sermayenin bu talebini karfl›layacak nitelikte donat›lm›fl bir anlaflma olma özelli¤ine sahiptir. Ancak, oldukça kapsaml› bir anlaflma olan ve günümüzde halen yenilenerek geniflletilen GATS’›n her bir maddesinin ya da hükmünün ayr› ayr› ele al›nmas› bu yaz›n›n s›n›rlar›n› aflaca¤›ndan, biz burada anlaflman›n öne ç›kan kimi ilkelerine ve özelliklerine de¤inmekle yetinece¤iz ve anlaflman›n özünü ortaya koymaya çal›flaca¤›z.

1.1. Hizmet Ticareti Genel Anlaflmas› (GATS) DTÖ’nün3 kurulufl anlaflmalar›ndan biri olan GATS, uluslararas› hizmet ticaretine iliflkin temel kavram, kural ve ilkeleri küresel düzeyde belirleyen, tüm hizmet sektörlerini ve bu hizmetlerin üretilmesi için gerekli olan tüm metalar›n üretimini de kapsayan ilk çok tarafl› yat›r›m ve ticaret anlaflmas›d›r. Sadece s›n›r ötesi ticaretle s›n›rl› olmayan bu anlaflma, do¤rudan yat›r›mlar yoluyla gerçeklefltirilen hizmet ihrac› da dahil olmak üzere hizmet sunumunun her türlü biçimini kapsar.4 Bir hizmet sunucusunun bir di¤er üye ülkenin hizmet sektörüne sermaye yat›r›m› yapabilmesinin önündeki tüm engellerin ortadan kald›r›lmas› ise GATS’›n en temel hedefleri aras›nda yer almaktad›r. Hizmet ticaretinin serbestlefltirilmesinin uluslararas› sermaye gruplar› aç›s›ndan as›l önemi, kuflkusuz, d›fl pazarlarda ticari varl›k tesis etmek ve bunun için hizmet üretiminde ve hizmet sat›fl›nda öne ç›kan ulusal düzenlemelerin tümünden kurtulmakt›r. Böylece yabanc› yat›r›mc›lara flirket flubeleri açma, tröstler oluflturma, ortakl›k tesis etme, tümden mülkiyet edinme, birlik, temsilcilik, ya da bu tip kurulufllar›n flubelerini açma veya sat›n alma gibi olanaklar› sa¤lanm›fl olacakt›r. Anlaflman›n DTÖ taraf›ndan “dünyan›n ilk çok tarafl› yat›r›m anlaflmas›” olarak tan›mlanmas›n›n gerisinde de bu amaç yatmaktad›r (Erdo¤du, 2002: 79-81). Kapsam› oldukça genifl tutulan anlaflman›n imzalanmas›n›n ard›ndan DTÖ baflkan› Renato Roggerio’nun “Korkar›m flu anda ne Hükümetler neyin alt›na imza att›klar›n›n, ne de flirketler neler kazand›¤›n›n fark›nda de¤iller” diyerek imada bulunmas› gerçekten de bofluna de¤ildi. Nitekim, hizmet sektörleri alan›nda faaliyet gösteren flirketler, GATS arac›l›¤›yla uluslararas› ticaretin


Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS

önündeki k›s›tlay›c› engelleri tamamen ortadan kald›rmak ve tam liberalizasyonu sa¤lamak için küresel kurallar›n geçerlili¤ini dayatma olana¤› yakalam›fllard›r. Hizmet sektöründe uluslararas› ticaretin önündeki engelleri kald›rarak tam liberalizasyonu hedefleyen GATS anlaflmas›na imza koyan devletler, hangi hizmet sektörlerini serbestlefltireceklerini liste halinde aç›klamakla yükümlüdürler. Anlaflma, genel hükümlerinin yan› s›ra üye ülkelerin her sektör için belirledi¤i bu taahhüt listeleriyle yürümektedir. Uruguay Raundu5 sonunda kurucu üye olarak DTÖ’ye resmen üye olan ve GATS sektörel s›n›fland›rma listesinde yer alan 155 hizmet faaliyetinden 72’sine taahhüt veren Türkiye o günün azgeliflmifller flampiyonu say›lmaktad›r.6 Çünkü, DTÖ istatistiklerinin yaklafl›k de¤erlerine göre, hizmetler ihracat›nda % 1,5’lik bir payla dünyada 17. s›rada, ticari hizmetler ithalat›nda ise % 0.6’l›k bir payla 33. s›rada yer alan Türkiye’nin özel taahhütler listesindeki kapsama oran› yaklafl›k % 46.6 iken azgeliflmifl ülkelerin ortalamas› % 18’dir. Liberalizasyonun hukuki çerçevesini oluflturan GATS anlaflmas› kamusal alanlar dahil tüm hizmet alanlar›nda uluslararas› sermayenin önündeki engellerin kald›r›lmas›n›n hukuki flartlar›n› kurallara ba¤lamaktad›r. Bu niteli¤i ile GATS geriye dönüflü engellemekte (stand still); yerli - yabanc› flirketler aras›nda eflit haklar› savunmakta; uyuflmazl›klar›n çözümünde ulusal kurallar› by-pass ederek çözümü DTÖ mahkemelerine b›rakmaktad›r. Tüm bu ilkelerin ba¤lay›c›l›¤›nda, geçmiflte yap›lan taahhütlerden ve programlardan vazgeçilemeyece¤i gibi anlaflman›n periyodik müzakereler arac›l›¤›yla yeniden yap›land›r›lmas›, geniflletilmesi ve daha kapsay›c› bir ticari anlaflma olarak düzenlenmesi (built-in) gerekmektedir.7 Bir anlaflma olarak incelendi¤inde GATS’›n mu¤lak, anlafl›lmaz ve son derece esnek düzenlendi¤i görülecektir. Bu haliyle GATS’›n dili, küreselleflen kapitalist düzeni ve bu düzenin politik projelerini meflrulaflt›ran bir ifllevi de yerine getirmektedir. GATS’›n kavramlar ve tan›mlar aç›s›ndan mu¤lak ve anlafl›lmaz b›rakt›¤› kilit konular›n bafl›nda “hizmet” tan›mlamas› gelmektedir.8 GATS’ta hizmetler tan›m›ndan ne kastedildi¤inin anlafl›lmas›, gerek anlaflman›n özünü ve evrilece¤i yönü göstermesi, gerekse anlaflman›n kapsam›na hangi hizmetlerin girdi¤inin anlafl›lmas› aç›s›ndan oldukça önemlidir. Ayr›ca, GATS’›n e¤itim, sa¤l›k, su, enerji vb. kamusal hizmet alanlar›n› etkileyip etkilemeyece¤i sorusu da anlaflman›n hangi hizmetleri kapsay›p kapsamad›-

4

121

Bkz. (http:// www.wto.org/engl i s h / t r a top_e/serv_e/serv_ e.htm). Uluslararas› hizmet ticareti mal ticaretinde oldu¤u gibi sadece ithalat ve ihracat biçiminde s›n›r ötesi bir ticarete konu olmad›¤› için, uluslararas› hizmet ticaretinin hangi biçimlerde gerçekleflti¤i konusunda belirsizliklere yol açmaktad›r. Uluslararas› hizmet ticaretinin biçimleri (mode) GATS içinde dört bafll›k alt›nda s›n›fland›r›lm›flt›r: 1. S›n›r ötesi ticaret: Telekomünikasyon arac›l›¤›yla finansal hizmetlerin verilmesi, “uzaktan e¤itim”, “e-ticaret”, disket arac›l›¤›yla plan, proje türünden hizmet sunumlar›; 2. Yurt d›fl›nda tüketim: Hizmet tüketicilerinin bir di¤er üye ülkeye giderek e¤itim, sa¤l›k ve turizm gibi hizmetleri tüketmeleri; 3. Ticari varl›k oluflturma: Hizmet sunucular›n›n di¤er bir üye ülkedeki hizmet sektörüne do¤rudan yabanc› sermaye yat›r›mlar› yapmalar›; 4. Gerçek kiflilerin hareketi: Hizmet sunucular›n›n bir baflka üye ülkeye gelerek, e¤itim hizmetleri ya da mühendislik hizmetleri gibi k›sa süreli hizmetleri sunmalar›. 5 1947’de GATT’›n imzalanmas›n›n ard›ndan liberalizasyon hedefine ulaflmak ve serbest ticareti gelifltirmek için yap›lan çok tarafl› ticaret görüflmelerine, ticaret turlar› veya “raund” ad› verilmektedir. 6 Türkiye’nin 1994’te li-


122

Selime Güzelsar›

beralizasyon için taahhüt etti¤i listede mesleki hizmetler, haberleflme, müteahhitlik ve mühendislik - mimarl›k, e¤itim, çevre, mali, sa¤l›k, turizm, ulaflt›rma hizmetleri ve bunlar› alt dallar› yer almaktayd›. Bu liste DPT’nin ifadesiyle, “Geliflmekte olan ülkeler taraf›ndan sunulan önerilerin en kapsaml›s› ve en ilerilerinden biri olup baz› geliflmifl ülke önerileriyle boy ölçüflecek düzeydeydi” (DPT, 2000: 54); ayr›ca bkz. (http:// www.hazine.gov.tr/ gats/index.htm). 7 GATS, birincisi tüm taraflarca uygulanmas› gereken temel kurallar, ikincisi baz› hizmet sektörlerinin özel durumlar›na iliflkin ekler ve kararlar, üçüncüsü de ülkelerin üstlendikleri özel yükümlülükleri gösteren özel taahhüt listeleri olmak üzere üç bölümden oluflan uluslararas› bir anlaflma metnidir. Anlaflma metni için bkz. (R.G: 25.02.1995, 22213 (Mükerrer) Hizmet Ticareti Genel Anlaflmas›; http:// www.hazine.gov.tr ). 8 GATS’›n I:3 Maddesi’ndeki “hizmetler” tan›m›na göre, “(b) hizmetler, resmi otoritenin [kamu gücü] uygulanmas›nda sunulan hizmetler d›fl›nda kalan her sektördeki hizmetleri kapsar. (c) Resmi otoritenin uygulanmas›nda sunulan hizmet, ticari amaç d›fl›nda ve bir ya da fazla hizmet sunucusuyla rekabet etmeksizin sunulan

¤›na ba¤l› olarak aç›klanabilir. Hizmet ticaretine iliflkin bir anlaflma olarak tan›mlanan GATS görünürde kamusal hizmetleri uluslararas› hizmet ticaretinin ve liberalizasyona aç›lacak olan hizmet alanlar›n›n kapsam› d›fl›nda b›rakmaktad›r. Bu görüntünün gerisine bak›lmad›¤›nda9 ilk elden GATS’›n asl›nda do¤rudan özel sektörü ve onun ç›karlar›n› ilgilendiren bir anlaflma oldu¤u yan›lsamas› üretilebilir. Anlaflman›n hizmet tan›m› esas al›nacak olursa, kamu hizmeti olarak tan›mlanabilecek hiçbir fley yoktur. fiöyle ki, GATS’a göre bir hizmetin uluslararas› sermayeye aç›lmamas›n›n tek s›n›rlamas›, kamusal otoriteler taraf›ndan yerine getirilen bir hizmetin ticari nitelik tafl›mamas› ve hizmet yerine getirilirken rekabetçi ortam›n oluflmamas›d›r. Bir hizmet alan›nda bu flartlardan sadece biri geçerli oldu¤unda bu alan GATS kapsam›nda say›lacakt›r. Baflka bir deyiflle, tümüyle kamusal olarak yerine getirilmeyen, k›smen piyasaya aç›lm›fl olan tüm hizmetler ticari hizmet kapsam›nda de¤erlendirilece¤inden GATS kapsam›na al›nabilecektir.10 Bir örnekle aç›klamak gerekirse, GATS mant›¤› flu flekilde ifllemektedir: Diyelim ki anlaflmada su hizmetleri ele al›n›yor. Önce büyük soru sorulmaktad›r: Su al›n›p, sat›labilir bir meta m›? Piyasada rekabeti mümkün olan bir hizmet mi? Yan›t, evet oluyor; çünkü piyasada özel flirketler taraf›ndan sat›fla sunulan flifle sular› var ve siz kullanmak için para ödüyorsunuz; ve kamunun bu hizmeti vererek bu flirketlerin ticaretine engel olmas› da serbest ticarete ayk›r›d›r. E¤itim ve sa¤l›k hizmetleri, posta hizmetleri, enerji, ulafl›m gibi tüm sosyal hizmetler; hapishane ve adli hizmetler gibi devletin temel görev alanlar› için de ayn› mant›k yürütüldü¤ünden bu hizmetlerin kamusal hizmet olmad›¤›, ticari birer meta oldu¤u hükme ba¤lanm›fl oluyor. Böylece, temel kamu hizmetlerinden bafllayarak sermayeye aç›lan kamu hizmetlerinden geriye sadece yukar›daki ilkeleri karfl›layan do¤um, ölüm kay›tlar› ve güvenlik (polis ve ordu)11 gibi kimi idari ve teknik nitelikteki hizmetler kalmakta; di¤er hizmetlerin üretimi ve sunumu, ister kamu isterse özel kesim taraf›ndan yerine getiriliyor olsun, uluslararas› sermayeye aç›lm›fl olmaktad›r. Dolay›s›yla, GATS’›n esas geniflleme alan› kamu hizmetleridir ve anlaflmayla tüm kamusal hizmet alanlar›n›n küresel piyasa iflleyiflinin içine dahil edilmesi hedeflenmektedir. Anlaflma, birincisi tüm hizmet sektörlerine uygulanacak temel kurallar› (örne¤in, en çok kayr›lan ülke ilkesi ve fleffafl›k) ve sadece ülkelerin taahhüt listesinde gösterdikleri hizmetlere uygulanan pazara girifl ve milli muameleye iliflkin özel yapt›r›mlar›


Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS

içermektedir. GATS’›n temel ilkeleri aras›nda ise “milli muamele ilkesi” ve “en çok kayr›lan ülke ilkesi” yer almaktad›r. Birinci ilkeye göre, bir ülkeye giren sermaye, o ülkenin kendi sermayesine tan›d›¤› tüm avantajlara sahip olacakt›r. Baflka bir deyiflle, GATS hükümleri çerçevesinde belirlenen tüm hizmet sektörleri piyasaya aç›l›rken yerli ve yabanc› hizmet ticareti yapanlar eflit say›lacakt›r. Bunun anlam›, hiçbir ülkenin kendi sermayesine yabanc› sermayeye sa¤lad›¤› avantajlardan daha fazlas›n› sa¤layamayaca¤›d›r.12 ‹kinci ilkeye göre ise, bir ülke ekonomik, siyasi ve kültürel ortakl›klar› nedeniyle kendisine yak›n gördü¤ü ya da karfl›l›kl› iflbirli¤i kapsam›nda ç›kar› oldu¤unu düflündü¤ü bir ülkeye (DTÖ üyesi olsun ya da olmas›n) tan›d›¤› ticari ayr›cal›klar› aynen tüm GATS üyelerine de uygulamak zorundad›r. Bu durumda bir ülkeye hizmet ticareti için gelen tüm sermaye gruplar› ayn› haklara ve avantajlara sahip olacakt›r. Ayr›ca, hizmet ticareti alan›nda belirli ülkelere verdikleri ayr›cal›klar› (derogasyon listesi) listeleyen üye devletlere, bu ayr›cal›klar› anlaflman›n yürürlü¤e girdi¤i tarihten (1995) itibaren en fazla on y›l boyunca di¤er DTÖ üyelerine uygulamama hakk› tan›nm›flt›r. Çünkü, ilkenin anlaflmaya konulma nedenlerinin bafl›nda üye devletlerin kendi aralar›nda, karfl›l›kl› ya da tek tarafl› ayr›cal›klar tan›yan, ikili anlaflmalar yapmalar›n› engelleme amac› vard›r. Yukar›daki iki ilkeye dayanarak uluslararas›laflan sermaye, hizmet ticareti için gitti¤i üye ülkelerde hem yerli sermayeye hem de di¤er sermaye gruplar›na karfl› kendini korumakta ve böylece GATS ile yabanc› sermayeye avantaj sa¤layacak her türlü önlem al›nmaktad›r. Anlaflmay› imzalayan herhangi bir üye e¤er bu ilkeleri ihlal edecek olursa di¤er üyelerin DTÖ’ye baflvurma ve ilgili devleti dava etme hakk› vard›r. Örne¤in bir devlet, hizmet sunucular› için lisans alma ya da belli kalite standartlar›na uyma gibi düzenlemelere baflvuracak olursa, bu düzenlemeler “ticareti gere¤inden çok engellemeyecek” türde olmak zorundad›r. Aksi taktirde hizmet sunucusunun geldi¤i ülkede u¤rayaca¤› zarar› ev sahibi ülke karfl›layacakt›r. Anlaflma bu gibi uyuflmazl›k durumlar›nda yat›r›mc›lar› DTÖ bünyesindeki Anlaflmazl›k Çözme Mutabakat› çerçevesinde Tahkim Kuruluna yönlendirmektedir. ‹flleyifl aç›s›ndan bak›ld›¤›nda GATS’›n, MAI anlaflma tasla¤›ndaki tüm hükümleri aynen içerdi¤i görülmektedir. Bu çerçevede DTÖ, ülke yasalar›n› uygunluk aç›s›ndan yarg›lama yetkisine sahip k›l›narak devletlerin kamu yarar›na iliflkin düzenlemeleri koruma yetkisine getirilen k›s›tlamalar bu mekanizma arac›l›¤›yla

123

hizmet anlam›ndad›r.” 9 Ancak, hizmet tan›m› (kamu hizmeti ya da özel hizmet ) ve hizmet ticareti üzerine yap›lan analizler ve tart›flmalar bu yaz›n›n s›n›rlar›n› aflan, kendi bafl›na ayr› bir çal›flma konusu olacak denli kapsaml›d›r. Bu nedenle burada tart›flmay› GATS’›n kamu hizmeti tan›mlamas›yla s›n›rlamaya çal›flaca¤›z. Kamu hizmeti kavram›n›n derinli¤ine analiz edildi¤i bir çal›flma için bkz. (Karahano¤ullar›, 2002). 10 GATS’›n kapsad›¤› alan esasen “ticari amaç temelinde hizmet sunumu” ve “bir ya da daha fazla hizmet sunucusuyla rekabet koflullar›nda hizmet sunumu” tan›mlamalar›ndan ne anlafl›ld›¤›na ba¤l› olarak aç›klanabilir. Burada, GATS’›n kapsad›¤› alan ile Madde 1:3 (b,c)’nin kapsam› aras›ndaki iliflkiyi temel alarak, e¤er “ticari temel” ve “rekabet”i genifl olarak yorumlarsan›z, kamu gücü terimini daraltm›fl olursunuz. Bu nedenle de bütün hizmet alanlar›n› GATS kapsam›nda sayman›z gerekir. Tam tersi durumda ise, yani “ticari temel” ve “rekabet”in daha dar bir yorumunu anlaflmaya uyarland›¤›n›zda, “kamu gücü”nün alan› geniflleyecek ve az say›da hizmetin anlaflma kapsam›na girece¤ini ileri sürebileceksiniz. Bu yorumlama fark› GATS’›n kamu hizmetlerini temel almayan bir anlaflma


124

Selime Güzelsar›

olarak de¤erlendirilmesine yol açmaktad›r. Oysa, günümüzde devam eden GATS’› geniflletme müzakerelerinde ilk yorumun temel al›nd›¤› ve anlaflman›n as›l olarak tüm kamusal hizmet alanlar›n› liberalize etmeyi amaçlad›¤› görülmektedir. Nitekim, GATS’›n 1:3 (b,c) Maddesindeki hizmet tan›mlamas›na uyan kamusal hizmetlerin kapsam d›fl›nda tutuldu¤u ve korundu¤u ileri sürülecek olsa da, Madde 19 bu sözde koruyuculu¤u ortadan kald›rmaktad›r: “Üye ülkeler ...giderek artan bir liberalizasyon düzeyine eriflmek amac›yla birbirini izleyen müzakere turlar›na girecektir.” GATS’›n hizmet tan›m›na iliflkin yorumlar için bkz. (Krajewski, 2001). 11 Bkz. (http:// www.antimai.org/ gats/bltgats5.htm). 12 Geniflletme müzakerelerinde DTÖ, söz konusu ilkenin hem hükümet sat›n almalar›na hem de devlet yard›mlar› ve destekleme programlar›na uygulanmas›na ve kamu hizmetleri için ayr›lan ödeneklerin yabanc› hizmet ticareti yapan flirketler için de geçerli olmas›na çal›flmaktad›r. 13 Kamuoyunun bilgisinden son derece gizli yürütülen GATS müzakerelerine iliflkin elimizde oldukça s›n›rl› bilgi bulunmaktad›r. Bu nedenle, anlaflman›n son 3 y›ll›k geniflletilme müzakerelerinde Türkiye’nin Mart sonunda DTÖ’ye teslim etti¤i taahhüt lis-

denetlenmektedir. DTÖ’nün bu sisteminden en çok etkilenen ve kendi yasalar›n› bu düzenlemeye göre de¤ifltirenler ise ço¤unlukla ticari yapt›r›mlar› göze alamayan azgeliflmifl ülkelerdir (bkz. Wallach ve Sforza, 2002: 23-33). Bir di¤er GATS hükmüne göre ise, uluslararas› sermaye yukar›daki ilkelerin etkin bir flekilde iflletildi¤ini yak›ndan izlemek için, devletlerden fleffafl›k ad› alt›nda ulusal mevzuatlar›ndaki de¤iflimleri, ç›kar›lan yasalar› ve uygulamaya dönük ald›¤› tüm kararlar› kendilerine bildirmesini talep edebilecektir. Baflka deyiflle, devletler liberalize etmeyi taahhüt ettikleri hizmet sektörlerinde tam olarak fleffaf olmak zorundad›r. Kuflkusuz bu durum uluslararas› sermayeyi dezavantajl› konuma sokacak hiç bir ifllem ya da politikan›n uygulanamayaca¤› anlam›na gelir. Ancak, flirketler için de benzer bir zorlay›c› hükmün GATS kapsam›nda yer almad›¤›na iflaret etmeliyiz. Böylece flirketler yat›r›m yapt›klar› ülkelerde büyük bir gizlilik içinde faaliyetlerini yürütürken, hükümetler dahil hiçbir organ›n bu flirketlerle ilgili bilgilere ulaflmas›n›n olana¤› olmayacakt›r.

1.2. Yeni GATS’a Haz›rl›k ve Geniflletme Müzakereleri Her türlü hizmeti küresel ticaretin konusu yapan GATS anlaflmas›n› “geniflletme müzakereleri” 2000 y›l› bafl›ndan bu yana 15 günde bir yap›lan gizli toplant›larla sürdürülmektedir. Amaç, anlaflmada belirtildi¤i gibi “artan liberalizasyon” düzeyine ulaflmakt›r. Doha’da aç›klanan takvime göre de bu müzakereler Ocak 2005’te tamamlanacak ve yeni flekli ile GATS Anlaflmas› bu tarihten itibaren yürürlü¤e girecektir. DTÖ bünyesindeki Hizmetler Çal›flma Grubu eliyle yürütülen ve Türkiye’nin de taraf oldu¤u GATS’› geniflletme müzakerelerine iliflkin üye ülkelerin talep listeleri Mart 2003 sonunda DTÖ’ye teslim edilmifltir.13 DTÖ’ye üye 146 ülke14 taraf›ndan ayr› ayr› verilecek talep listelerinin oluflturaca¤› yeni GATS anlaflmas›, Eylül 2003’te Meksika’n›n Cancun kentinde yap›lmas›na karar verilen 5. Bakanlar Konferans›’n›n15 en önemli gündem maddelerinden birini oluflturacakt›r. Yeni GATS süreci olarak da an›lan bu dönem, her üye devletin Hazine Müsteflarl›¤› taraf›ndan takip edilmektedir. Türkiye’de bu görevi Hazine Müsteflarl›¤›’n›n Banka ve Kambiyo Genel Müdürlü¤ü yerine getirmektedir. Bu müdürlü¤ün alt›nda D›fl ‹liflkiler Dairesi’ne ba¤l› Anlaflmalar fiubesi, GATS’›n hükümlerini yerine getirmek amac›yla, taahhüt listesindeki sek-


Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS

törlerle ilgili tüm kamu kurum ve kurulufllar›n›n ve meslek örgütlerinin bilgilendirilmesi, hizmetlerle ilgili sektörel temelde taahhüt listelerinin haz›rlanmas›, taahhüt listesinde yer verilen sektörlerle ilgili ikili müzakerelerin organizasyonu ve koordinasyonu görevini üstlenmifltir.16 Merkezi Cenevre’de bulunan DTÖ Sekreteryas› ile irtibat ise, ayn› yerde bulunan ve D›fliflleri Bakanl›¤›, D›fl Ticaret Müsteflarl›¤› ve Hazine Müsteflarl›¤›ndan temsilcilerin bulundu¤u DTÖ Türkiye Daimi Temsilcili¤i arac›l›¤›yla kurulmaktad›r.17 Yukar›da bahsedilen yeni GATS18 anlaflmas›n›n kapsam›n› geniflletme müzakereleri belirleyecektir. Yeni GATS anlaflmas›nda hizmet sektörlerinin, s›n›fland›rma yaklafl›m›n›n yan› s›ra salk›mland›rma (clustering approach) ad› verilen yeni bir yaklafl›mla çeperlerinin geniflletildi¤i görülmektedir. Sektörlerin ba¤lant›l› alt sektörlerinin de anlaflma kapsam›na al›narak s›n›fland›r›lmas› yöntemine ek olarak, bu yaklafl›mla, belirlenen ve ba¤lant›l› olan her bir alt sektör bir kez daha kendi içinde bölünmektedir. Böylece tüm hizmet alanlar› birbirleriyle iliflkilendirilmektedir. Bir örnekle aç›klamak gerekirse, e¤er bir ülke e¤itim alan›nda taahhütte bulunmam›fl da olsa, di¤er sektörlerde yapt›¤› taahhütler nedeniyle e¤itim sektörüne girdi sa¤layan alt sektörler ve ba¤lant›l› ürünler (ders kitaplar›, e¤itim materyalleri gibi) GATS anlaflmas›n›n bu yeni fleklinden önemli ölçüde etkilenecektir. Önümüzdeki süreçte pek çok hizmet alan›na uygulanmas› düflünülen bu yaklafl›m›n turizm sektörüne uygulanmas›nda anlaflmaya var›lm›flt›r. Uygulamaya konuldu¤unda ulafl›m, e¤itim, sa¤l›k, g›da, banka ve sigortac›l›k, telekomünikasyon, enerji, su, belediye hizmetleri, mesleki e¤itim gibi bir turistin ihtiyaç duyaca¤› tüm hizmet alanlar› GATS kapsam›na al›nacakt›r. Ayr›ca, bu müzakerelerde esneklik yaklafl›m› benimsenmifltir. Bu yaklafl›m gere¤ince ülkelere hangi sektörlerini anlaflma kapsam›na dahil edip, hangilerini etmeyecekleri konusunda serbest olduklar› bildirilmifltir. “Karfl›l›kl›l›k” ilkesi ad› verilen bu yaklafl›ma göre, e¤er bir ülke herhangi bir sektörünü GATS’a dahil etmeme karar› al›rsa, kendi sermaye gruplar›n›n di¤er DTÖ ülkelerinde yapaca¤› yat›r›mlar›n›n GATS nimetlerinden yararland›r›lmamas›n› da kabul edecektir. Oysa, Gaye Y›lmaz’›n yerinde ifadesiyle, “Her devletin bu gibi kararlar› alma hakk› var, flayet kendi burjuvazisi icazet verdi¤i sürece” (2001: 38). Küresel ölçekte ticaretin serbestlefltirilmesinin hedeflendi¤i müzakerelerde yabanc› hizmet yat›r›mc›lar›n›n yerel ekonomile-

125

tesine hangi hizmet alanlar›n›n ekledi¤i de henüz bilinmiyor. 14 Eylül 2003’de yap›lacak 5. Bakanlar Konferans›’nda Rusya’n›n da örgüte kat›lmas› bekleniyor. Çin’in üyeli¤inin ard›ndan DTÖ pazar› dünya toplam nüfusunun _’ü kadar, 1.5 milyar dolay›nda genifllemifltir. Rusya’n›n üyeli¤i ise özellikle do¤uya do¤ru genifllemeyi planlayan AB’nin öncelikli hedefleri aras›nda yer al›yor. 15 DTÖ’nün en önemli karar organ› olan Bakanlar Kurulu Konferans›n›n temel ifllevi sermayenin istekleri do¤rultusunda geniflletme müzakereleri tamamlanm›fl anlaflmalar›n imzaya ba¤lanmas›d›r. Bundan önceki her iki y›lda bir gerçeklefltirilen Konferanslar s›ras›yla Singapur (1996), Cenevre (1998), Seattle (1999) ve en son Doha (2001)’da düzenlenmifltir. 16 Her ne kadar ilgili kamu kurumlar›, özel sektör ve meslek odalar› ile görüfl al›flveriflinin bu fiube arac›l›¤›yla yürütüldü¤ü söylense de, müzakereler sürecinden kamu kurumu ifllevi üstlenen meslek odalar› de¤il, özel sektör görüfllerinin al›nmas›na öncelik verilmektedir. Nitekim GATS uygulamas› meslek örgütlerini ifllevsizleflerek sermaye mant›¤› içinde bir onay ve belgelendirme kurumu düzeyine indirgemektedir. Bkz. (TMMOB - ‹nflaat Mühendisleri Odas›, 2003). 17 DTÖ’de GATS çal›flmalar›n›n yürütüldü¤ü di¤er organlara ve


126

Selime Güzelsar›

Türkiye’de bu sürecin nas›l iflledi¤ine iliflkin ayr›nt›l› bilgi için bkz. (fiengünlü, 2002: 41-49). 18 GATS müzakerelerinde üzerinde anlaflma sa¤lanan ve h›zla özellefltirilmeleri ya da piyasa ekonomisine aç›lmalar› talep edilen sektörler flunlardan olufluyor: e¤itim (ilk, orta, lise,üniversite), sa¤l›k (sosyal hizmetleri de kapsayan ilgili tüm hizmetler), ulafl›m (kara, deniz, hava vb), enerji, su iletimi ve at›k su iflleme, turizm (seyahatle ba¤lant›l› tüm hizmetler ve ürünlerin üretimi), çevresel hizmetler, inflaat ve ba¤lant›l› mühendislik hizmetleri, mali hizmetler, bankac›l›k hizmetleri, kültürel ve sportif hizmetler ve ilgili tüm hizmetler. 19 Hizmet Endüstrileri Koalisyonu (USCSI) 1982 y›l›nda ABD’nin önde gelen hizmet flirketlerinin ç›karlar›n› temsil etmek üzere kurulmufltur. 1998 y›l›nda kurulan AB - Hizmetler Forumu (ESF)’nun amac› ise AB ülkelerindeki flirketlerin ç›karlar›n› korumakt›r. Bu kurulufllar›n yan› s›ra hizmet endüstrisinin önemli lobi gruplar›n›n GATS müzakerelerindeki belirleyici politikalar›na iliflkin bkz. (Wesselius, 2002). 20 ABD’nin sektörel talepleri içinde finans hizmetleri, telekom, kurye, enerji da¤›t›m, çevre hizmetleri, e¤itim, hukuk ve muhasebe de dahil tüm profesyonel hizmetler, reklamc›l›k, turizm, bilgisayar ve

re engelsiz girebilmeleri ve yat›r›m yapabilmelerine dönük giriflimler sürmektedir. Ancak, ülkeler aras›ndaki pazarl›k gücüne göre biçimlenen müzakerelerde gücün merkez kapitalist ülkelerin elinde topland›¤›n› belirtmek gerekir. Bugün hizmet üreten ve piyasaya hakim olan flirketlerin ya yabanc› flirketler ya da onlar›n yerli orta¤› durumundaki flirketler oldu¤u bilinmektedir. Hizmet sektörlerinde de belirleyici olan sermaye ve teknoloji gücüdür. Dolay›s›yla, hizmet sektörlerindeki mücadele esas olarak güçlü sermaye gruplar› aras›nda dönmektedir. Bu durumda GATS’›n baz› ülkeleri sat›c› baz›lar›n› da pazar konumuna yerlefltirdi¤i aç›kt›r (Öz›fl›k, 2001). Bu ise, eflitsizler aras›nda karfl›l›kl› pazarl›¤›n mümkün olup olmad›¤› sorusunu akla getirmektedir. Zira, bu durumun geçerlili¤i azgeliflmifllerin pazarl›k masas›ndaki konumunun eflit say›lmas›yla mümkün olacakt›r. GATS müzakerelerinde çokuluslu flirketlerin ç›kar ve gündemleri üye devletler eliyle temsil edilmektedir. Dolay›s›yla, müzakere süreçlerinde çat›flan devletlerin esasen çokuluslu flirketler aras›nda dönen rekabete arac›l›k ettikleri söylenmelidir. Hizmet sektörü ekonomisini hegemonyalar› alt›nda tutan flirketler, yürüttükleri kulislerde AB, ABD, Kanada ve Japonya gibi DTÖ’nün en büyük aktörlerinin gündemlerini belirleyebilmektedirler. Örne¤in, çokuluslu flirketler ABD Hizmet Endüstrileri Koalisyonu ve AB Hizmet Forumu gibi güçlü kurulufllar arac›l›¤›yla GATS müzakerelerine dahil olarak kendi ç›karlar›n› gözetebilmekte, müzakerelerde sermaye gruplar›n›n aleyhine olacak geliflmeler de yine bu gibi kurulufllar›n lobi faaliyetleri (örne¤in AB Hizmet Forumu’nun Avrupa Komisyonu içindeki etkinlikleri) ile engellenmeye çal›fl›lmaktad›r.19 Öte yandan, daha üst düzeyde liberalizasyonu hedefleyen ABD, GATS müzakerelerinin d›fl›nda, bölgesel ve ikili anlaflmalara a¤›rl›k verilmesi, bu yap›l›rken de sermaye çevrelerinden görüfl al›nmas› talebinde bulunmaktad›r. En baflta e¤itim, su, sa¤l›k ve sosyal hizmetler olmak üzere tüm kamusal hizmetlerin gelece¤ine iliflkin projelerin bu hizmet alanlar›nda talepte bulunan ülkelerin kendi aralar›nda yap›lacak ikili müzakerelerde belirlenmesi konusunda mutabakat sa¤land›¤› görülmektedir. Örne¤in ABD, aralar›nda 15 AB üye ülkesinin de bulundu¤u toplam 127 ülkeye kendi taleplerini çoktan bildirmifltir.20 Günümüzde küresel ekonominin h›zl› büyüyen ve sermayenin mant›¤›n›n bütünüyle nufüz etmedi¤i hizmet alanlar›n›n bafl›nda e¤itim, sa¤l›k ve su gibi en temel kamusal hizmetler gelmekte ve bu alanlar küresel ekonominin büyük flirketleri için en


Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS

büyük “pazarlar›” ve yat›r›m alanlar›n› oluflturmaktad›r.21 Uluslararas› hizmet ticareti aç›s›ndan dünya çap›nda e¤itimin 2 trilyon dolar, sa¤l›k hizmetlerinin 3.5 trilyon dolar ve su hizmetlerinin de yine 1 trilyon dolarl›k pazarlar oldu¤u gerçe¤inden hareketle sermayenin neden bu alanlara yönelmek istedi¤ini kavramak zor olmasa gerektir. Yeni GATS imzaland›¤›nda sermayenin talepleri do¤rultusunda temel kamu hizmetlerinde kapsaml› bir dönüflümün bafllayaca¤›n› söz konusu üç hizmet alan›ndaki talepler üzerinden öngörmemiz mümkündür. Uluslararas›laflan sermayenin ticaret anayasas› olarak görülebilecek olan GATS uyar›nca, piyasaya aç›larak ticarilefltirilmesi öngörülen hizmet alanlar›n›n bafl›nda e¤itim gelmektedir. DTÖ’nün resmi dokümanlar›nda “e¤itim piyasas›” dört kategoriye ayr›lm›flt›r:22 ilk, orta ve yüksek ö¤retim, yetiflkin e¤itimi ve di¤er e¤itim hizmetleri. DTÖ’nün bu s›n›fland›rmas› tam olarak ABD’nin yapt›¤› ayr›ma denk düflmektedir. Dünyada e¤itim hizmetleri ihracat›nda lider konumda olan ABD, GATS müzakerelerinde özellikle e¤itimin liberalizasyonu üzerinde ›srarla durmaktad›r. ABD’nin E¤itim ve Ö¤renim Hizmetleri23 bafll›¤› alt›nda belirledi¤i e¤itim sektörü ile ilgili talepleri baflta Çin olmak üzere, AB ülkeleri, Brezilya, Kanada, Japonya, G. Afrika, Türkiye ve Hindistan gibi pek çok ülkeyi yak›ndan ilgilendirmektedir. ABD’nin tan›mlad›¤› e¤itim kapsam›na, üniversiteye haz›rl›k kurslar›, kiflisel beceri art›rma ile ilgili kurslar, staj ve s›nav hizmetlerinin hepsi; s›nav ve s›nav sorular›n›n dizayn›, s›nav gözetmenli¤i ve s›nav sonuçlar›n›n de¤erlendirilmesi dahil olmak üzere ilgili tüm alanlar girmektedir. ABD’nin talepleri do¤rultusunda ve GATS hükümleri gere¤ince (milli muamele ilkesi) taahhüt listesine e¤itimi ekleyen devletler kamu okullar›na verdikleri destekleri ayn› oranda yabanc›, özel e¤itim flirketlerine de sa¤lamak zorundad›r. Bu flartlar› yerine getirmesi beklenen ülkelerden biri de Türkiye’dir. ABD Türkiye’den özel olarak yabanc› kurumlar›n sadece ülke vatandafl› olmayan ö¤rencilere e¤itim verebilmelerini düzenleyen flart›n iptal edilmesini, GATS hükümlerine uygun olarak yüksek ö¤renim ve kurs hizmetlerinde ve “di¤er” e¤itimde ve ölçüm - test hizmetlerinde piyasaya girifl önündeki engellerin tümünün kald›r›lmas›n› talep etmektedir. Her alanda oldu¤u gibi e¤itimi de uluslararas› piyasalarda al›n›r - sat›l›r bir meta olarak gören sermaye, DTÖ - GATS arac›l›¤›yla üye ülkelerin mevcut e¤itim politikalar› üzerinde önemli de¤iflimler yaratarak e¤itim sektörünü ticarilefltirmenin ve piyasa

127

ba¤lant›l› tüm hizmetler yer almaktad›r. 21 Bkz. (EI/PSI, 2002). 22 Bkz. (WTO, 1998a). 23ABD bu bafll›k alt›nda liberalizasyon taleplerini ülkelere göre ayr› ayr› s›n›fland›rm›flt›r. Bkz. (http://www.antimai.org/dag/gatsegenterna.htm).


128

Selime Güzelsar›

24 Bkz. (WTO, 1998b). 25 Bkz. (Heyneardhi, 2002).

mant›¤› içinde yeniden tan›mlaman›n yolunu aramaktad›r. Özellikle Dünya Bankas› proje kredileri eliyle e¤itim politikalar› üzerinde belli bir etki yaratan, bu anlamda kapitalist düzeni meflrulaflt›r›c› yat›r›m, verimlilik, etkinlik, hizmet sunucu - müflteri, insan sermayesi, yönetiflim gibi kavramlar› e¤itim sistemine tafl›yan uluslararas› kurumlara kendi kanallar›ndan girmeye haz›rlanan DTÖ, resmi dokümanlar›nda “kamu hizmeti” olarak sunulan e¤itim hizmetlerini “e¤itim piyasas›” ad› alt›nda yeniden tan›mlamaktad›r. Di¤er yandan, sa¤l›k hizmetlerinde liberalizasyonun yavafl ilerledi¤inden flikayetçi olan DTÖ Sekreteryas›, 1995’te GATS imzaland›¤›nda üyelerin sadece % 27’sinin hastane hizmetlerini yabanc› hizmet sunucular›na açaca¤› konusunda anlaflmaya vard›klar›n›, baz› hükümetlerin hastanelerin ticarilefltirilmesine direnç gösterdiklerini ve sonuçta befl y›l süreyle sa¤l›k hizmet alanlar›n›n çokuluslu flirketlere bütün ülkeler düzeyinde aç›lmad›¤›n› belirtmektedir.24 Sa¤l›k hizmetlerinin GATS kapsam› d›fl›nda tutulmas› için tamamen devlet taraf›ndan finanse edilmeleri ve yönetilmeleri gerekti¤ini, oysa günümüzde ülkelerin büyük ço¤unlu¤unda bu alanlarda özel sektörün de yer ald›¤›n› ve kamu sektörleriyle rekabet halinde olduklar›n› ileri süren DTÖ, öncelikle hastanelerin hotel ve restaurant hizmetleri ile idari hizmetlerinin birbirinden ayr›larak piyasaya aç›lmas›na, ard›ndan da hastanelerin bu sürece dahil edilmesine karar vermifltir. Küresel ekonominin h›zl› büyüyen ve flirketlerin üzerinden büyük karlar elde etmeyi tasarlad›klar› bir di¤er alan da su hizmetleridir. fiu anki durumda dahi flirketlerin su endüstrisinden elde ettikleri gelirler neredeyse petrol gelirlerine ulaflm›fl durumdad›r. Bu nedenle, özellikle de RWE, Vivendi, Suez-Lyonnaise ve Enron gibi büyük su flirketleri GATS anlaflmas› üzerinden su hizmet alan›n›n dünyada serbestlefltirilerek ticari bir meta olarak sirküle edilmesine ve bunun hukuki flartlar›n›n haz›rlanmas›na çabal›yorlar.25 Ancak, GATS müzakerelerinde su konusunda henüz bir uzlaflma sa¤lanm›fl görünmüyor. Örne¤in, DTÖ Hizmet Komitesinin bir toplant›s›nda AB delegasyonu toptan su kaynaklar›n›n liberalizasyonunun da su da¤›t›m konusuyla birlikte ele al›nmas›nda diretirken, Kanada temsilcileri su kaynaklar›n›n GATS’a dahil edilemeyece¤ini savunmufltur. DTÖ Hizmet Komitesi ise hangi hizmet sektörünün liberalize edilip hangisinin edilmeyece¤i konusunu ülkelerin “özgür” kararlar›n›n belirleyece¤ini söyleyerek (Erol, 2002), di¤er sektörlerde oldu¤u gibi su örne¤inde de sorunlar›n çözümünü ülkeler aras›ndaki pazarl›¤a b›rakmaktad›r. Bu çabalar sonuç bulacak olursa, anlaflma kapsa-


Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS

m›ndaki bütün alanlarda ayr›mc›l›¤› yasaklayan GATS’a göre bütün ülkeler pazarlar›n› su flirketlerine açmak zorunda kalacaklar. Ayr›ca, su ç›kar›m› ve da¤›t›m› hizmetleri hala kamusal bir hizmetse, önce bunlar›n özellefltirilmeleri ve özel flirketlere devredilmeleri gerekecektir. Baflka bir deyiflle, su hizmeti GATS kapsam›na al›nd›¤›nda sadece suyun boru hatlar›yla iletimi de¤il, ayr›ca su kaynaklar›n›n da kamudan özel sektöre geçmesi gerekecektir. Yeni GATS müzakereleri DTÖ’nün bu haz›rl›klar› çerçevesinde sürerken, Dünya Bankas› da yeni bir strateji ile (PDS stratejisi) Bankadan kredi almak isteyen ülkelerden sa¤l›k, e¤itim, su, temizlik, kamu sa¤l›¤›, ulafl›m, kütüphaneler ve sigortac›l›k gibi temel kamu hizmetlerini serbest piyasa ekonomisine açmalar›n› kredi ön koflulu olarak talep edece¤ini duyurmufltur. Bunun anlam›, Dünya Bankas›’ndan kredi talebinde bulunacak ülkelerin yeni GATS anlaflmas› için pazarl›k güçlerinin olmayaca¤›d›r. Öte yandan AB de, DTÖ üyeleriyle yeni GATS imzaya aç›lmadan önce kendi pazarl›¤›n› yapmaya bafllam›fl ve belirledi¤i ülkelerden piyasa ekonomisine aç›lmalar›n› talep edece¤i sektörleri netlefltirmifltir. Bu pazarl›klarda da AB üyeli¤inin pazarl›k gücü olarak kullan›laca¤› aç›kt›r.26 Burada birkaç örnekle yetinece¤imiz kamu hizmetlerinin ticarilefltirilmesine iliflkin örnekleri ço¤altmak mümkün. 2000 y›l›nda bafllayan müzakere süreçlerinde gelifltirilen kurallar, kamusal hizmet alanlar›nda ticari rekabet ve uluslararas› hizmet ticareti ve yat›r›m› önündeki mevcut idari engellerin aflamal› olarak kald›r›lmas› amac›yla düzenlenmektedir. E¤itim, içme suyu, sa¤l›k, sosyal güvenlik, ulafl›m hizmetleri, posta hizmetleri ve tüm belediye hizmetleri gibi akla gelebilecek her türlü hizmet alan›n› kapsayan GATS, tüm dünyada emekçi s›n›flar›n kazan›mlar› aleyhine say›s›z düzenlemeyle geniflletilmektedir. Bu ba¤lamda GATS, emek yasalar›ndan tüketici haklar›na kadar hizmet ticaretini engelleyen veya k›s›tlayan tüm idari düzenlemelerin kald›r›lmas›n›n yan› s›ra, devlet yard›mlar›n›n, lisans ve kalite standartlar›n›n, piyasaya girifl ve ç›k›fllar›n sermayenin ç›karlar›na ve taleplerine uygun olarak yeniden düzenlenmesini öngörmektedir.27 Her bir hizmet alan›nda yaflanacak geliflmeleri ve sonuçlar›n› ise önümüzdeki süreç gösterecektir. Yukar›daki aç›klamalar ›fl›¤›nda, yeni GATS süreci tamamland›¤›nda bugüne kadar kamusal hizmet olarak an›lan pek çok hizmetin kamusall›k ve hak olma niteli¤inden ar›nd›r›laca¤›n›, dahas› “kamusal hizmet” diye bir tan›mlaman›n neredeyse kalmayaca¤›n› öngörmek san›r›m yanl›fl olmayacakt›r. Buraya kadar, gerek hizmet sektörlerinin uluslararas›laflmas›

26AB’nin Türkiye’nin de içinde bulundu¤u ülkelerden piyasa ekonomisine aç›lmas› için talep edece¤i sektör ve alt sektörler için bkz. (http://www.antimai.org/dag/gatsegenterna.htm). 27 Bkz. (Genel-‹fl, 2001: 13,16; http://www.antimai.org/ba/dek01gats.htm).

129


130

Selime Güzelsar›

28 Keith Ferguson’dan aktaran (Y›lmaz, 2001: 11).

ve serbestleflmesi sürecini, gerekse de bu sürecin küresel düzeyde düzenlenmesi ve denetlenmesini kurallara ba¤layan GATS anlaflmas›n›, anlaflman›n öne ç›kan ilkeleri çerçevesinde ele almaya çal›flt›k. Ancak, DTÖ - GATS anlaflmas›n›n kime ve neye karfl› infla edildi¤i, gerisinde hangi güçlerin yatt›¤›, taraflar›n›n kimler oldu¤u sorular›na cevap ararken, örgütün atas› kabul edilen GATT sürecine bakmakta fayda var. Çünkü, DTÖ her ne kadar 1995 tarihli oldukça yeni bir oluflum olsa da, GATT’la gelen uzun bir geçmifle sahiptir. Afla¤›daki bölümde GATT’tan DTÖ’ye geçen süreyi ve sonras›n› bu çerçevede ele almaya çal›flaca¤›z.

2. GATT’tan DTÖ’ye De¤iflen Güç Dengeleri ‹kinci Dünya Savafl› sonras› dönem ABD hegemonyas›n› yeniden meflrulaflt›racak kimi uluslararas› örgütlenmeleri de beraberinde getirmifltir. Savafl›n hemen ard›ndan ABD, dünya ticaretini harekete geçirmek ve ekonomiyi uluslararas› düzeyde yeniden canland›rmak için ilk elden uluslararas› mali kurulufllar›n yap›land›r›lmas›nda önemli rol oynam›flt›r. Yeni dönemin temel unsurlar› olarak do¤an ve günümüze tafl›nan bu kurulufllar (IMF ve Dünya Bankas›) rakip kapitalist güçler aras›ndaki mevcut güç dengelerini resmi bir zemine oturtarak, bir bak›ma ABD emperyalizminin egemenli¤ini teslim ediyordu (Adal›, 2001: 234). Di¤er yandan, aralar›nda ABD’nin de bulundu¤u yaklafl›k 50 ülke Bretton Woods sisteminde eksik kalan ticaret aya¤›n›n tamamlanmas› için uluslararas› bir ticaret örgütünün (ITO) kurulmas› gerekti¤inde karara vard›lar ve bu giriflim 1948’de Birleflmifl Milletler’in Küba - Havana’da düzenledi¤i “Ticaret ve ‹stihdam” konulu uluslararas› bir konferansta somutlaflt›r›larak ITO’nun nas›l iflleyece¤i bir fiarta (Havana fiart›) ba¤land›. Ancak, uluslararas› ticaretin yan› s›ra, istihdam, sermayeler aras› iliflkiler, sermayeleri k›s›tlay›c› önlemlerin azalt›lmas› ve uluslararas› yat›r›mlar› da kapsayan bu fiart›n uygulanmas›n› Amerikan Kongresi’nin reddetmesiyle proje ölü do¤mufl oldu.28 Amerikan sermayesinin, ITO projesini hayata geçirmesi içinse 1995 y›l›n› beklemesi gerekmiflti. ABD Kongresinin söz konusu karar›n›n gerisinde hangi nedenlerin yatt›¤›n›, ABD sermayesinin neden elli y›l bekledi¤ini görmek aç›s›ndan DTÖ’nün kurulufl sürecine de¤in geçen süreye bakmak ayd›nlat›c› olabilir. Dünya Ticaret Örgütü’nün atas› olan GATT bu dönemde, ABD’nin itici güç oldu¤u görüflmeler sonunda 1947’de Cenevre’de 23 ülke taraf›ndan imzaland› ve 1948’de yürürlü¤e girdi.


Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS

Böylece, bir anlaflma olarak do¤an GATT, Dünya Bankas› ve IMF ile birlikte dünya genelinde belli bir güce sahip üç uluslararas› kurumdan biri oldu. Anlaflmayla dönemin yayg›n siyaseti olan korumac›l›k29 sisteminin azalt›lmas›, uluslararas› ticaretin geniflleyerek artmas› için önündeki engellerin kald›r›lmas› ve gerekli düzenlemelerin yap›laca¤› koflullar›n sa¤lanmas› amaçland›. 1995 y›l›nda yeni bir yap›lanmaya giderek DTÖ ad›n› al›ncaya kadar yürürlükte kalan Cenevre Antlaflmas›’n›n önemi mevcut güçler aras› çat›flmay› a盤a ç›karmas›nda yatar. ABD Kongresi anlaflmaya konulan kurallar› tan›d›¤›n› belirtirken, GATT’›n tüm hükümleriyle ITO’ya devredilmesine karfl› ç›kt›. Bunun yerine, uluslararas› ticaretin yönetimi ile ilgili kurallar› saptay›p, egemen devletler aras›nda bir sözleflme düzenlenmesi görevi GATT’a b›rak›lm›fl oldu. Henüz bekledi¤i birikim düzeyine ulaflmam›fl olan Amerikan sermayesi, bu konumu gere¤i ç›karlar›na ters düflecek kurallar› kendisine dayatabilecek uluslararas› bir kuruluflun oluflturulmas›n› istemiyordu. Zira, dünya ticaretinin çok tarafl› kurallara ba¤lanmas› güç dengelerini ister istemez de¤ifltirebilirdi (Y›lmaz, 2001: 19; Lang ve Hines, 2000: 85-91). 1970’lere gelindi¤inde kapitalizmin kriziyle birlikte dünya ticaret dengeleri yeniden bozuldu. Yükselen rekabet karfl›s›nda ulusal korumac›l›¤›n artt›¤› bu ortamda, 1974 y›l›nda ABD hükümeti eflitsiz ve haks›z rekabet olarak saptad›¤› uygulamalara karfl›, “Dünya Ticareti ile ‹lgili 301 Madde” ad›nda, yasal olarak kendisini yetkili k›lacak bir yasa ç›kard›. Bu, ABD’nin tek yanl› olarak GATT kurallar›n› çi¤nemesi anlam›na geliyordu (Adal›, 2001: 238-239). Bu geliflmenin ard›ndan GATT görüflmeleri k›yas›ya rekabetin ve çat›flman›n döndü¤ü bir alan oldu (bkz. Ongun, 1997: 352-354). Bu çat›flmalar özellikle 1986’da bafllayan Uruguay Raundu’nda ABD ile Avrupa ülkeleri aras›ndaki rekabet nedeniyle en üst noktas›na t›rmand›. 1980’lerin bafl›nda azalan kar oranlar› sorununa çözüm bulamayan dünya kapitalist ekonomileri büyük bir ekonomik durgunlu¤un etkisi alt›ndayd›. Dolay›s›yla, sanayileflmifl güçlerin birbirlerine dayatmalarda bulunmaya bafllamas› korumac› önlemlerin iyiden iyiye canland›¤›na iflaret ediyordu. Bu dönemde uygulanan merkez kapitalist ülkeler aras› korumac› önlemler GATT’›n oluflturdu¤u yasalar›n nas›l bir güç dengesine oturdu¤unu gösteriyordu.30 Bu geliflmelerin sonucu olarak bölgesel birlikler kendini dayatm›flt›. Ancak, “Tek Avrupa Pazar›”n› oluflturan, fakat kendi içlerindeki çat›flmalar› sonland›ramayan31 Avru-

131

29 Korumac›l›ktan kastedilen, devletlerin ithalatta yüksek gümrük vergisi uygulamalar›na baflvurmas› (tariffs), bir ülkeye ithal edilebilecek ürünlerin miktarlar›n›n s›n›rland›r›lmas› (quotas), yerli iflletmeleri gelifltirmek amac›yla devletlerin yapt›¤› parasal desteklemeler (subsidies) ve belli mallar›n ithalat›na ya da belli ülkelerden yap›lacak ithalata yasak getirilmesidir (import bans) (Y›lmaz, 2001: 10). 30 Örne¤in, özellikle “gönüllük esas›na dayal› olarak” Fransa ve Büyük Britanya’n›n bafl›n› çekti¤i Avrupa ülkelerinin Japonya’ya genifl kitlelerin tüketti¤i eflyalar konusunda (TV ve otomobil gibi) ihraç s›n›r› uygulamas›; ayr›ca Tayvan, Güney Kore, Hindistan, Pakistan, Singapur gibi bir çok ülkeye farkl› ürünlerle ilgili olarak (TV, otomobilden mutfak malzemelerine kadar) kotalar dayat›lmas›. Bkz. (Adal›, 2001: 249). 31 Avrupa ülkeleri aras›ndaki rekabete konu olan baz› örnekler için bkz. (Adal›, 2001: 249-250).


132

Selime Güzelsar›

32 Ayr›nt›l› bilgi için bkz. (Wesselius, 2002). 33 Amerikan Express’in eski bir baflkan vekiline ait olan flu sözler durumu k›saca özetlemekte ve ABD’nin öncülü¤ünü yans›tmaktad›r: “E¤er Uruguay raundu zaman›nda bitmifl olsayd›, bugün GATS gibi bir anlaflmaya sahip olamayacakt›k. (...) adeta imkans›z› baflararak GATS’› Uruguay raunduna dahil ettik”. Bkz. (The GATS Godfathers, The U.S National Defense University – a course paper – aktaran http://www.antimai.org/gats/bltga ts3.htm, 29.12.2001).

pa devletlerinin de ABD ve Japonya karfl›s›nda tek bafllar›na rekabet edecek konuma geldiklerini söylemek mümkün de¤ildi. Sermaye güçlerinin bu konumlan›fl›n› en aç›k haliyle Uruguay sürecinde görmek mümkündür. Uruguay görüflmelerinde kurumsallaflt›r›lan uluslararas› ticaretin daha fazla serbestlefltirilmesi konusu gerek ABD gerekse Avrupa’daki korumac› e¤ilimlere karfl› empoze edilmiflti (Tsoukalas, 2001: 87-88). Uzun çat›flmalara konu olan ve öngörülen tarihte tamamlanamayan bu raundun en önemli sonuçlar›ndan biri de hizmetler ticaretinin görüflmelere dahil edilmesi ve sonra da uluslararas›laflmas›n›n önündeki tüm engellerin kald›r›lmas› için geniflletilmesi talebinde ortaklafl›lmas›yd›. Ancak, GATS’›n raunda dahil edilmesini isteyen gücün ABD oldu¤unu söylemek gerekir. Baflka bir deyiflle, hizmetlerin GATT kapsam›na al›nmas›n› özellikle ABD sermayesi dayatm›flt›r.32 1980’lerin bafl›nda ABD ekonomisinin önemli oranda d›fl ticaret a盤› verdi¤i ve bu a盤›n büyük bir bölümünü (% 63) hizmet ticaretinden karfl›lad›¤› anlafl›ld›. D›fl ticaret a盤› mal ve hizmetlere ayr›ld›¤›nda, asl›nda ABD mal ticareti aç›s›ndan aç›k verirken, hizmet ticareti aç›s›ndan da fazlaya sahipti. Bu ise ABD ekonomisinin hizmetlerdeki ticaret üstünlü¤ünü gösteriyordu. D›fl ticaret a盤›n›n kapat›lmas›nda hizmet ticaretinin önemini kavrayan Amerikan sermaye gruplar› uluslararas› hizmet ticaretinin liberalizasyonunun önemine vurgu yapmaya bafllad›lar (Abay, 2002: 61). Böylece, özellikle Asya’daki pazar paylar›n› geniflletmek ve Uzak Do¤u piyasalar›nda uzun vadeli piyasa girifli avantaj› elde etmek isteyen ABD hizmet flirketleri, Hizmet fiirketleri Koalisyonu arac›l›¤›yla, bir yandan hizmet ticareti anlaflmas›n› GATT kapsam›na ald›rman›n yollar›n› ar›yor, di¤er yandan da “hizmet sanayi” kavram›n›, hizmetin de al›n›r - sat›l›r bir meta oldu¤unu yay›yorlard›. Bunun üzerine hizmet ticareti konusunu ilkin OECD’ye tafl›yan ABD hükümeti, hizmetlerin 1986’da bafllayacak olan GATT raundunun kapsam›na al›nmas› karar›n› verdi. ABD’nin tek yanl› bu talebi AB ve Japonya heyetleri aç›s›ndan yeni bir pazarl›k alan› demekti ve bu nedenle raund beklenenden daha uzun sürdü.33 Böylece, yo¤unlaflan sermaye s›k›fl›kl›¤›n› gidermeye yönelen ve azalan kar oranlar› sorununu çözmeye çal›flan Amerikan sermayesi, gerek kendine kaynak aktar›lmas›nda gerekse azgeliflmifl ülke ekonomilerinin denetlenmesinde önemli bir ad›m› uluslararas› bir sözleflmeye ba¤layarak atm›fl ve uluslararas› sermaye güçlerinin öncülü¤ünü yapm›flt›r.


Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS

2.1. Küresel Kapitalizmin Yeni Sözcüsü DTÖ: Sermaye Güçleri Aras›ndaki Yeni Rekabet Alan› 1990’lara gelindi¤inde iki kutuplu dünya düzeninin çökmesi ABD’nin çerçevesini belirledi¤i oyunun kurallar›n› büsbütün de¤ifltirmifl, kapitalist güçler aras›ndaki rekabet güçlenmifl, bu da devletler aras›ndaki hegemonya mücadelesini art›rarak ticari bloklaflmalara yol açm›fl, merkez kapitalist ülkeler aras›nda süren hegemonya mücadelesi daha da keskinleflmiflti. (fiahin, 2002: 7374). Ancak, sermaye güçleri aras›ndaki çat›flmalar 1995’te DTÖ’nün kuruluflu ile bir süreli¤ine “hukuken” yat›flm›fl göründü. DTÖ’nün kurulmas› bir bak›ma egemen ekonomiler ve egemen sermayeler aras›ndaki güç iliflkilerinin de de¤iflti¤ine iflaret ediyordu. Bu durum kapitalist gruplar aras›nda bir uzlaflma merciinin oluflumunu ve güç iliflkilerinin hukukileflmesini gerektirmiflti. Baflka bir deyiflle, So¤uk Savafl›n galibi say›lan merkez kapitalist ülkelerin ç›karlar›n› bir ölçüde eflitleyen, buna karfl›l›k merkezin çeperindekilere yeni maliyetler yükleyerek aradaki uçurumu derinlefltiren DTÖ kurulufl anlaflmalar›34 görüntüde bir uzlaflma sa¤l›yordu. DTÖ kapitalist bloklar aras›nda bir “uzlaflma” mercii olarak bunlar aras›ndaki iliflkilerin hukuksal bir çerçeveye yerleflmesine arac›l›k edecek, böylece uluslararas› iliflkiler temelinde sermayenin uluslararas› ihlalleri de giderek daha fazla “hukukileflecektir”. DTÖ bünyesinde ‹htilaflar›n Çözümü Bölümü’nün kurulmas› da bunu gösteriyordu. Ancak burada hukukun güç iliflkilerinin d›fl›nda kalmad›¤›n› hat›rlamak gerekir35 (Gerbier, 2001: 61; Kazgan,1994: 62-63). Görüntüdeki bu uzlaflmaya ra¤men DTÖ’ye üyeli¤i gönüllü olarak kabul etmeyen ABD Kongresi bir kez daha, göstermelik de olsa, hiçbir ba¤lay›c› kurala uymayaca¤›n› ilan ediyor ve ekonomik ifllerin yönetimi ve denetiminden sorumlu olacak olan DTÖ ile ABD yasalar› aras›nda bir uyuflmazl›k oldu¤unda geçerli olan›n ulusal yasalar› olaca¤›n› bildiriyordu (Adal›, 2001: 249-250). Ancak, bir yandan kendi ç›karlar›na uygun olmad›¤›nda örgütün kurallar›na uymayaca¤›n› ilan eden ABD, di¤er yandan da kurumsallaflm›fl çok tarafl›l›k görüntüsü alt›nda liderli¤ini yaymada ve bafll›ca rakiplerini yola getirmede ifllevsel olaca¤›n› düflündü¤ü DTÖ’yü merkezine almay› ihmal etmiyordu.36 K›sacas›, sermayenin merkezileflmesi, yo¤unlaflmas› ve genifllemesi e¤iliminin dünya ölçe¤inde belirleyici hale geldi¤i ve toplumsal iliflkilerin bütününe nüfuz ederek egemenli¤ini kurdu¤u küresel kapitalizm koflullar›nda, kararlar›n tümüyle sermaye

133

34 DTÖ’nün kurulufl anlaflmalar› çerçevesinde yürüttü¤ü faaliyetlerin ve bunlar›n ortaya ç›kard›¤› sonuçlar›n kapsaml› bir de¤erlendirmesi (1995-2000 dönemi) için bkz. (Wallach ve Sforza, 2002). 35 Bunun en aç›k örne¤ini DTÖ tahkim mekanizmas›n›n iflleyiflinde görmek mümkün. Kuruldu¤undan bu yana DTÖ’nün tahkim mekanizmas›na 270 ayr› dava aç›lm›fl, bunlardan sadece 90’› üye yap›s›n›n beflte dördünü oluflturan azgeliflmifl ülkelere, en baflta da Brezilya ve Hindistan’a aittir. Tek bir Afrika ülkesi bile henüz tahkime gidememifltir. Çünkü, tahkim panellerine baflvuru pahal› ve uzun bir süreçtir. Sadece, dava için konunun uzman› bir hukuk firmas›yla anlaflma bile yeterince maliyetlidir. Ayr›ca, azgeliflmifl bir ülke e¤er tazminat davas›n› kazan›rsa, karfl› taraf›n ihracatç›lar› bu ülkeye yapacaklar› ürün sat›fl bedellerini yükselterek zararlar›n› karfl›lamaya yönelmektedir. Son dönemde ise özellikle ABD sermayesi ambargo yerine para cezas›n›n geçmesini talep etmeye bafllam›flt›r. Bu, kapitalizmin ambargo açmaz›n› devlet mekanizmas› arac›l›¤›yla çözmek istedi¤ini g ö s t e r i y o r (http://www.antimai.org/gats/bltgat s5.htm). Bu ise davay› kaybeden devletlerin bu borcu kimin s›rt›na yükleyece¤i sorusunu akla


134

Selime Güzelsar›

getirmektedir. DTÖ davalar›na ve dava konular›n›n kimlerin lehine sonuçland›¤›na iliflkin genifl bilgi için bkz. (Wallach ve Sforza, 2002: 2334). 36 ABD bir yandan bu pazarl›¤›n peflindeyken bir yandan da di¤er devletleri ikili anlaflmalarla sürece dahil ediyordu. Örne¤in, Latin Amerika’ya yapaca¤› d›fl yard›m›, ABD’nin “fikri mülkiyet haklar›” tan›m›n› kabul etmeleri ve Washington’un “fikri mülkiyet” maddelerini GATT ve DTÖ’ye dahil etme mücadelesini destekleme kofluluna ba¤lamas› gibi (Petras, 2002: 66).

mant›¤›na uygun olarak al›nd›¤› ve sermaye dokusu içinde oluflan karar süreçlerinin de merkez sermaye güçlerinde topland›¤› yeni bir evreye geçiliyordu. Böylesi bir güç yo¤unlaflmas› ve merkezileflme olgusu GATS gibi uluslararas› anlaflmalar›n da tüm dünya co¤rafyas›na yay›lmas›n› ve ifllerlik kazanmas›n› mümkün k›lmaktayd› (Önder, 2002: 68). Di¤er yandan, Uruguay görüflmeleri s›ras›nda sermaye güçleri kimi anlaflmazl›k noktalar›nda uzlaflmaya var›rken, ortak bir amaç etraf›nda da birleflmifl oluyorlard›. Samir Amin’e göre, “Uruguay Toplant›s›n›n gerçek amac› sanayileflmifl Üçüncü Dünya’n›n rekabetini liberalizmin kutsal ilkeleri pahas›na da olsa engellemek ve böylece egemen merkezlerin befl tekelini [finans, teknoloji, do¤al kaynaklar› iflletme gücü, askeri güç ve medya] desteklemekti. Tüm öbür alanlarda ve her daim oldu¤u gibi bu alanda da çifte standart vard›” (1999: 48). Amin’in burada kastetti¤i “eflit olmayanlar” aras›nda bir iliflkidir. Uruguay görüflmeleri ve onu izleyen müzakere süreçlerinin ortaya ç›kard›¤› genel tabloda söz konusu eflitsiz iliflkinin daha da derinleflti¤ini söylemek mümkündür. Bu raund egemen kapitalist bloklar ve sermaye güçlerini daha da güçlü k›lacak olan serbestleflmeye yönelik önlemlerin mal ticaretinden hizmet ticaretine, tar›m mamullerinden ve fikri mülkiyet haklar›na do¤ru geniflletilmesiyle sonuçlanm›flt›r. Seattle bu plan› somutlaflt›rman›n ve daha da geniflletmenin en önemli ad›mlar›ndan biri olacakt›. O gün için baflar›s›zl›¤a u¤rayan bu plan günümüzde (Doha’n›n ard›ndan) derinleflerek sürmektedir. Kamuoyunun bilgisinden gizli yürütülen GATS’› geniflletme pazarl›klar›n›n gerisinde küresel düzeyde hizmet alanlar›n›n liberalizasyona aç›lmas›, bunun için de sermayenin önündeki engellerin tümünün kald›r›lmas› amac› yatmaktad›r. Bu giriflimlerin arkas›nda her ne kadar küreselleflen kapitalist sistemin yeni sözcüsü DTÖ yer al›yorsa da, IMF ve Dünya Bankas›’n› da ayn› havuzda, benzer görev da¤›l›m› içinde düflünmek gereklidir. 1980’lerden bu yana IMF ve Dünya Bankas›’nca uygulanan ve ad›na “yap›sal uyarlanma” denilen bir süreci yaflayan, kendi kamusal hizmetlerinin kamusall›k niteli¤ini ortadan kald›rarak ve sa¤l›ktan e¤itime, su hizmetlerinden sosyal güvenli¤e temel kamusal hizmetlerin tümünü yerli ve yabanc› flirketlere açarak piyasa mant›¤›na haz›rlayan azgeliflmifl ülkelerde GATS hükümleri, IMF Stand-by anlaflmalar›, Dünya Bankas› niyet mektuplar› ile birlikte ele al›nmal›d›r. Ayr›ca, üst düzeyde liberalizasyonu hedefleyen AB de GATS hükümlerine benzer talepleri öne sür-


Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS

mektedir. Küresel kapitalizmle eklemlenme sürecinde önemli ad›mlar atan Türkiye de yeni GATS anlaflmas›na pek çok alanda haz›rlanmaktad›r. ‹çinde bulundu¤umuz süreçte yap›lan bir dizi düzenleme, uluslararas› sermayeye ve ç›karlar› bununla örtüflen ve buna eklemlenmeye çal›flan yerli sermayeye alan açmaktad›r. fiubat krizinin ard›ndan IMF, Dünya Bankas› ve DTÖ’nün tümüyle kontrolünü kurabilece¤i, denetleyebilece¤i koflullar›n zemini haz›rlanm›flt›r. Krizin ard›ndan ç›kar›lan yasalar›n (Dervifl Yasalar›) ve AB Kat›l›m Ortakl›¤› Belgesi’nde somutlaflan taleplerin tümünün GATS sürecinin altyap›s›n› oluflturan uyum yasalar› oldu¤u ve bunun için hukuki ve meflru bir zemini haz›rlad›¤› söylenmelidir. Baflka bir deyiflle, bu yasalar önümüzdeki süreçte imzaya aç›larak karara ba¤lanacak olan yeni GATS anlaflmas›na, bu anlamda da liberalizasyona aç›lacak sektörler için gerekli altyap›y› haz›rlay›c› niteliktedir. GATS’›n geniflletilmesi müzakerelerinde yer alan ve h›zla özellefltirilmeleri veya piyasaya aç›lmalar› istenen alanlar›n bafl›nda ise telekominükasyon, enerji, su, e¤itim, sa¤l›k, mimarl›k - mühendislik hizmetleri, belediye hizmetleri, ulafl›m, turizm ve ilgili hizmetler, muhasebe ve kültür sanat hizmetleri gelmektedir.37 Ancak, tüm dünyada ülkeler serbestleflmeye tüm bu ba¤lay›c› uluslararas› kurumlar, bunlar›n uygulad›klar› politikalar ve dayand›klar› anlaflmalar arac›l›¤›yla haz›rlan›rken, DTÖ bir “uzlaflma” mercii olma konumunun ötesinde, üst düzey çat›flmalara sahne olmaktad›r. Sermayeler aras› çat›flmalar›n daha da belirginleflti¤i küreselleflme sürecinde, DTÖ bünyesinde çözüm aranan bu çat›flmalar›n gerisinde, büyük ölçüde, egemen kapitalist güçlerin birbirlerine uygulad›klar› korumac› politikalar yatmaktad›r. Afla¤›daki bölümde GATS’›n gerisindeki politikalar bu çerçevede de¤erlendirilmifltir.

3. Yeni GATS’ta Korumac›l›k Politikas› Serbestleflme Kimin ‹çin? Günümüzde halen devam eden ve anlaflmalar› geniflletmek, örgüte yeni üye kat›l›mlar›n› teflvik etmek, en önemlisi de serbest ticareti dünyada uygulanabilir k›lmak için düzenli aral›klarla kapal› kap›lar ard›nda yap›lan DTÖ toplant›lar› kapitalist ülkeler ve sermaye güçleri – ABD, AB ülkeleri ve Japonya – aras›ndaki ç›kar çat›flmalar›na sahne olmaktad›r.38 Ancak, sermaye çevrelerinin ç›kar ve gündemlerinin üye devletler eliyle DTÖ bünyesinde GATS müzakerelerinde temsil edildi¤i ve kararlar›n ülkelerin

37

135

Türkiye’nin yeni GATS’a pek çok alanda haz›rland›¤› görülmektedir. Örne¤in, Telekom’un özellefltirilmesi; sa¤l›k ve e¤itimde, su ve çöp hizmetlerinde özellefltirmelere yönelik geliflmeler, Kamu ‹hale Kanunu’nda yap›lan de¤ifliklikle kamu ihalelerinin uluslararas› sermayeye aç›lmas›; Enerji Piyasas› Yasas›’n›n kabul edilerek enerji üretim, da¤›t›m ve iletiminin özel flirketlere devredilmesi; kamu bankalar›n›n özellefltirilmeleri için at›lan ad›mlar; yeni Personel Yasas›; Yüksek Ö¤renim Reformu ve bu çerçevede e¤itimde hedeflenen köklü düzenlemeler gibi bir dizi geliflme serbestleflmenin önündeki engelleri henüz yeni GATS imzaya aç›lmadan kald›rmaktad›r. 38 Örne¤in, Seattle’da yap›lmas› planlanan toplant›n›n sokak protestolar›ndan daha çok, DTÖ’ye üye devletlerin kendi iç anlaflmazl›klar› ve ç›kar çat›flmalar› nedeniyle gerçeklefltirilemedi¤ini belirtmekte fayda var. Gümrük duvarlar›n›n indirilerek ihracatç›lara yap›lan mali yard›m ve farkl› desteklerin kald›r›lmas›n›n amaçland›¤› toplant›da Avrupa devletleri, kamu pazarlar›n› ve yat›r›mlar›n› bünyesinde toplayan tüm ekonomik kesimleri içeren pazarl›klar yapma yanl›s›yd›. Oysa ABD, her ekonomik kesimin ayr› ayr› pazarl›¤›n›n yap›lmas›n› istiyordu. Bunun yan› s›ra her emperyalist ülke, kendi ç›karlar›na uyan hakemli¤i tercih etmiflti (Adal›, 2001: 264).


136

Selime Güzelsar›

39 Örne¤in, ABD, Avrupa ve Japonya’da stratejik öneme sahip ürünlerde genifl kapsaml› ticari engeller vard›r. Ayr›ca, ABD, Brezilya gibi yeni sömürge rejimlerle iliflkilerinde, “karfl›l›kl›l›¤›” pek çok durumda reddetmekte ve Brezilyan›n ihracat›n› s›n›rlarken, bu ülkenin enformasyon sektörünün serbestlefltirilmesini talep etmektedir. Di¤er yandan ABD’nin korumac› politikalar›n›n aç›k örne¤i Beyaz Saray’›n çelik üreticilerini yurtd›fl› rekabetten koruma sözü vermesidir (Petras, 2002: 29,51).

pazarl›k gücüne göre al›nd›¤› bu toplant›larda, tüm üye devletlerin uluslararas› sermayenin önündeki engellerin kald›r›lmas› için neredeyse k›yas›ya yar›flt›klar›n› söylemek mümkündür. Bunun temelinde ise, Y›lmaz’›n ifadesiyle: ... tek tek ulusal sermaye gruplar›n›n ç›karlar›n›n korunmas› hedefi yatar. ... bugüne kadar yaln›zca kendi co¤rafyas›ndaki ço¤unluk üzerinde hegemonya oluflturmufl olan tek tek ulusal burjuvaziler de (geliflmifl dünyan›n sermaye gruplar› d›fl›nda kalanlar) dünya ticaret döngüsüne dahil edilmek suretiyle sömürü ve hegemonya alanlar›n› geniflletme çabas›na girmifllerdir küreselleflme sürecinde. Daveti ç›karan egemen dünya sermayesinin hedefi bu de¤ildir, kuflkusuz. Hedef, kapitalist sermaye birikim sürecini h›zland›rmak amac›yla koruma alt›na al›nan ulusal sistemlere sorunsuz ve engelsiz bir flekilde girebilmektir (2001: 14).

Dolay›s›yla, kapitalizmin dünya co¤rafyas›na yay›ld›¤› ve tüm toplumsal iliflkilere nüfuz etti¤i, ulusal politikalar›n uluslararas› sermayenin dayatmac› niteli¤inden ba¤›ms›zlaflmas›n›n güçleflti¤i bir ortamda, küresel kapitalizme eklemlenmeye haz›r, ç›karlar› uluslararas› sermayeyle örtüflen ve DTÖ gibi uluslararas› kurulufllar›n anlaflmalar›n› içeride destekleyen yerli sermaye kesiminin stratejilerinin de önemi vurgulanmal›d›r. GATT sürecinden bu yana inceledi¤imiz süreçte de görülece¤i gibi egemen kapitalist güçler, özellikle de ABD, bir yandan tüm dünyada devletlerin piyasa sistemine müdahale etmemesi temelinde “serbest” piyasan›n gereklerini savunurken, di¤er yandan da en fazla korumac› olan ekonomi olma konumunu sürdürmektedir. Ancak belirtmek gerek, korumac›l›k politikas› ile devletler, yaln›zca sermayenin ve burjuvazinin ç›karlar›n› koruma alt›na alma amac›yla müdahalede bulunurlar, yoksa bu politika do¤rudan toplumun ç›karlar›na dönük de¤ildir; piyasa disiplini yaln›zca emekçi kesimler için iflletilir (Y›lmaz, 2001: 66-67). Korumac›l›¤›n uygulanmas›nda ABD bafl› çekmekte, Avrupa devletleri de onu izlemektedir. Pazarlar›n› hiçbir zaman tam olarak açmayan, stratejik önemdeki sektörleri desteklemek veya korumak için müdahaleci politikalardan hiç vazgeçmeyen ABD ve Avrupa’da devlet müdahaleci¤i politikalar› sermayeyi koruyup, sübvanse ederek ç›karlar›n› geniflletirken39 “geliflmekte olan ülkeler” denilenler sübvansiyonlar› azaltmaya, tüm sektörlerdeki mal ve hizmetlerin önündeki ticaret engellerini ortadan kald›rmaya, devlet giriflimlerini özellefltirmeye zorlanmaktad›r. Böylece, bu devletler içerde sermaye için stratejik öneme sahip hizmet sek-


Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS

törlerini korurken, çokuluslu flirketlerine de piyasa fundamentalizmini uygulayan hedef ülkelerdeki f›rsatlardan yararlanabilmenin yolunu açmaktad›r (Petras, 2002: 49,65)40. Nitekim, ABD ve Avrupa devletleri aras›ndaki çat›flmalar genelde rakip güçlerden birinin di¤erinin piyasas›n› zorlamaya kalk›flmas› ile yükselmektedir. Ekonomideki durgunluk, spekülatif çöküfl ve yo¤unlaflan rekabet krizlerinin ortaya ç›kmas› üzerine bu rakip ülkeler çok say›da sektörde devlet müdahalesine baflvurarak, tar›m ve di¤er devlet sübvansiyonlar›n› art›rmakta, ithalata kotalar koyarak ticarete müdahale etmekte41; buna karfl›l›k kar, faiz ve ticari avantaj ak›fl›n› art›rmak için azgeliflmifl dünyan›n sömürüsü yo¤unlaflt›r›lmaktad›r (Petras, 2002: 49). DTÖ eliyle dünya ticaret sisteminin düzenlenmesinin gerisinde ise, sermayeye tan›nan ayr›cal›klar›n say›s›n› art›rarak s›n›rlar›n› daha da geniflletmek ve rekabet gücünü koruma alt›na almak yatmaktad›r. Ancak, ABD’nin, DTÖ anlaflmalar›na ra¤men rakiplerine isteklerini dayatmas› sonucunda DTÖ çerçevesinde çözümü beklenen olaylar›n ve davalar›n say›s› her geçen gün artmaktad›r.42 Bu nedenle DTÖ, sermaye güçlerinin kendi aralar›ndaki çat›flmaya platform olmay› sürdürecektir. Görünen o ki, kapitalist düzende sermaye gruplar› aras›nda dönen rekabete devlet arac›l›k etmekte ve bu rekabeti yönetmektedir. Bu anlamda ticaret ve piyasalar da uluslararas› anlaflmalarla belirlenmekte, bu anlaflmalar arac›l›¤›yla sermayenin talep ve ç›karlar› temsil edilmektedir. Dolay›s›yla, GATS anlaflma sürecinin nas›l sonuçlanaca¤›n› da bu güçler aras›ndaki çat›flmalar belirleyecektir. Yukar›da da belirtildi¤i gibi, DTÖ’nün kuruluflu ile uluslararas› ekonomik iliflkiler üzerinde ve egemen ekonomiler aras›nda belli bir “uzlaflma” alan› aç›lm›flt›r. Kapitalizmin günümüzdeki aflamas›n› “jeo-ekonomik emperyalizm” olarak tan›mlayan Bernard Gerbier, bu aflaman›n k›tasal boyutta ekonomileri (örne¤in Hindistan, Çin, Rusya ve Brezilya gibi) söz konusu uzlaflman›n zorunlu taraflar› yapt›¤›na dikkat çekmektedir: Dünyan›n bu yeni paylafl›m›n›n kaç›n›lmaz sonucu k›tasallaflmam›fl Üçüncü Dünya’n›n “yeniden sömürgelefltirilmesi” ve kalk›nma hakk›n›n devridir. ... k›tasallaflmam›fl Üçüncü Dünya için perspektif aç›k: Ba¤›ml›l›¤›n içine gömülme. Çünkü ekonomik teori aç›k ve kesin: serbest ticaretçi dünya ekonomileri dünyas›, Lenin’in emperyalizmin kanunlar›ndan biri olarak öne sürdü¤ü eflitsiz geliflmenin geliflimine yol açar (2001: 61-62).

Küreselleflme sürecinde kapitalizm eflitsiz ve bileflik geliflme-

137

40 Petras, sol ve sa¤ akademisyenler “neoliberalizm” ya da “serbest piyasalar” üzerine çal›fladursunlar, bir tarafta ABD ve Avrupa, di¤er tarafta Üçüncü Dünya ve eski komünist ülkeler aras›ndaki uluslararas› iliflkilerin neo-merkantilizmle karakterize oldu¤u tezini savunur. ABD’nin neo-merkantilist imparatorlu¤un peflinde oldu¤una ve artan biçimde tek yanl› kararlar ve politika oluflturmaya devam etti¤ine iflaret eden Petras, ABD’nin bu anlamda bölgesel ticaret alanlar›n› daha fazla tekellefltirmeye, ticaret avantajlar›n› ve sermaye s›n›f›n›n ç›karlar›n› korumak için daha fazla tek yanl› siyasi kararlara, krizdeki neoliberal ekonomiler üzerinde kontrolü derinlefltirecek askeri stratejilere daha fazla dayanmaya yöneldi¤ine iflaret etmektedir. Bkz. (2002: 50,65). 41 Örne¤in, ABD, Avrupa pazarlar›n›n ABD muz ihracatç›lar›na aç›lmas› mücadelesi verirken, Japonya ve Avrupa devletleri, çelik, tekstil gibi pek çok ihracat mal›na uygulanan kotan›n art›r›lmas› için ABD’yle müzakereler yürütmektedir (Petras, 2002: 29). 42 Bu dava örnekleri için bkz. (Wallach ve Sforza, 2002).


138

Selime Güzelsar›

sini sürdürmekte ve etkilerini sürecin belirleyici bileflenleri – ulus-devletler – üzerinde göstermektedir. Günümüz gerçekli¤inde bu sürecin bütün bileflenlerini büsbütün eflit hale getirmedi¤ine, tam tersi, mevcut eflitsizlikleri daha da derinlefltirdi¤ine tan›k olunmaktad›r. Bu gerçekli¤e ra¤men, örne¤in, DTÖ - GATS müzakerelerinde bütün devletlerin eflit koflullarda pazarl›k edebilece¤i ve kazanabilece¤i ileri sürülmektedir. Bu bir yan›lsamad›r. Bu ancak, kapitalizmin eflitsiz geliflti¤i ve eflitsiz gelifltirmeye devam etti¤i gerçe¤i göz ard› edildi¤inde bir gerçeklik tafl›yabilir. Kapitalizmin eflitsiz geliflme gerçe¤inin bir sonucu olarak GATS müzakerelerinde geç kapitalistleflen sermaye birikimi yetersiz azgeliflmifl devletlerin, örne¤in Türkiye’nin, gücünün merkez karfl›s›ndaki zay›fl›¤› ortadad›r. Dolay›s›yla, DTÖ ile pazarl›k masas›na oturan bu devletlerin verecekleri ödünlerin bedeli de a¤›r olacakt›r. Ancak, küresel kapitalizmle eklemlenme mücadelesi veren devletler DTÖ gibi uluslararas› kurulufllar karfl›s›nda zay›f görünmekle birlikte, d›flar›da al›nan kararlar›n içeride ulusal politikalara uygulanmas›nda oldukça güçlüdürler. Ancak bunu söylerken, kuflkusuz, devletlerin uluslararas› görüflmelerde kimi temsil etti¤inin de aç›kl›¤a kavuflturulmas› gerekir. Bu görüflmelerde devletler tüm toplum kesimlerini ve ç›karlar›n› temsil etmezler. Esasen, DTÖ - GATS karar süreçlerini belirleyen kapitalist devletler “ulusal ç›kar” ad› alt›nda belli s›n›fsal ç›karlar›, sermaye s›n›f›n›n ve kendi burjuvazisinin ç›karlar›n›, temsil ederler. Dolay›s›yla, bu durum bir devletin politikalar›na hükmedenlerle bu politikalar›n oluflumundan d›fllananlar aras›nda ayr›m yapmay› gerektirir. Bu ayr›m›n hem devletin politik davran›fllar› bak›m›ndan hem de ekonomik temsil aç›s›ndan önemli oldu¤una iflaret eden Marcuse’un yerinde saptamas›yla devam edersek, ... uluslararas› müzakerelerde devletleri temsil edenler homojen bir ulusal ekonomik ç›karlar kümesini temsil etmezler; homojenlik pazarl›k masas›nda ç›karlar›n niteli¤i olarak, yani sektörel bak›mdan ayr› ama s›n›f nitelikleri bak›m›ndan benzer iflletme ve finansal ç›karlar kümesi olarak, daha iyi kabul edilebilir. Anahtar bölünmeler devletler aras›nda de¤il, s›n›flar aras›ndad›r; homojenlik devletler de¤il, s›n›flar içindedir (2001: 100).

Sonuç Yerine Tarihinde hiç olmad›¤› kadar küresel hale gelen kapitalizmin yeni iflleyifl dinami¤i, yeni küresel düzenlemeleri ve bunlar›n dayand›¤› oluflumlar› ve anlaflmalar› da beraberinde getirmektedir.


Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS

Bu düzenlemenin ortaya ç›kard›¤› yap›lardan biri olan DTÖ, gerek kapitalizmin küresel düzeyde kurumlaflmas›nda gerekse de dünya pazarlar› üzerinde paylafl›m savafl› veren sermayenin ç›karlar›n›n temsil edilmesinde önemli bir yere sahiptir. Sermayenin küresel hakimiyetini kurma sürecinde DTÖ dayand›¤› anlaflmalar arac›l›¤›yla bu hakimiyeti tüm dünya co¤rafyas›na yayma ifllevini sürdürmektedir. Bu yaz›da ele ald›¤›m›z GATS anlaflmas› baflta kamusal hizmet alanlar› olmak üzere tüm hizmet alanlar›n› uluslararas› sermayenin egemenli¤ine açan ve bunun ekonomik iliflkilerini dünya çap›nda örmeye devam eden bir anlaflmad›r. Bu anlamda GATS, günümüzde uluslararas›laflan sermayenin piyasa iliflkilerini düzenleyen, denetleyen ve kurala ba¤layan bir “anayasa” niteli¤i tafl›makta ve küresel düzeyde tüm hizmet alanlar› özellikle de kamusal hizmet alanlar› buna göre yeniden yap›land›r›lmak istenmektedir. GATS anlaflmas› küreselleflen kapitalist düzenin toplumsal yaflam›n en temel haklar›n› metalaflt›rma ve tüm toplumsal iliflkileri buna göre düzenleme projesinin önemli bir parças›d›r. Baflka bir deyiflle, GATS “kurals›zlaflt›rma” de¤il bir “yeniden düzenleme” anlaflmas›, DTÖ de küreselleflen kapitalizmin en temel düzenleyici örgütüdür.43 Nitekim, kendini yeniden üretmeye gereksinim duyan kapitalist toplumsal iliflki her zaman için düzenleyici araçlara ihtiyaç duyar. Ancak, bu düzenleme araçlar›n›n nas›l bir içerik kazanaca¤› ve nas›l flekillenece¤i, düzenlemede temel hedefin ne olaca¤› verili sosyal ve siyasal güç dengeleri taraf›ndan belirlenir. 1970’lerde kapitalizmin yap›sal krizi ve toplumsall›k eksenli projelerin gerilemesi ile birlikte neoliberal ideoloji deregülasyon söylemini merkezine alan bir strateji gelifltirmifltir. Bu strateji günümüzde yaflanan krizlerin ard›ndan yeni bir biçim ve söylem kazanm›flt›r. Devletin düzenlemeci ve müdahaleci rolü devam etmektedir, de¤iflen ise bu müdahalenin sosyoekonomik niteli¤indedir.44 Kurals›zlaflt›rma (deregülasyon) ad› alt›nda yürütülen bu müdahale biçimi verili sosyal, siyasal ve s›n›fsal güç dengelerinin emekçi s›n›flar ve toplumsal mücadelelerle elde edilmifl sosyal devlet kazan›mlar›na karfl› sermaye lehinde de¤iflti¤i, sermayenin toplumsal iliflkilerin bütününe nüfuz etti¤i ve egemenli¤ini kurdu¤u günümüz gerçekli¤inde kamusal hizmet alanlar›n› liberalize etmeye, e¤itim, sa¤l›k gibi sosyal hizmetlere ayr›lan harcamalar› azaltmaya, yaflam standartlar›n› düflürmeye, çal›flma iliflkilerinde esnekli¤e giderek istihdam› düflürmeye, gelir politikas›n› yeniden düzenlemeye vb. yöneltilmektedir.

139

43 OECD Genel Sekreteri Donald Johnson Washington’da “E¤itimin Liberalizasyonu” konulu bir toplant›da yapt›¤› konuflmas›nda çeflitli muhalif gruplar›n GATS’a yönelen tepkilerini duymazdan gelmeye çabalad›¤›n› ve son derece esnek düzenlenen GATS’›n muhaliflerin dedikleri gibi “bir kurals›zlaflt›rma anlaflmas›” de¤il, tam tersine bir “yeniden düzenleme” anlaflmas› oldu¤unu söylerken, tam da bu gerçe¤in alt›n› çizmifl oluyordu. Bkz. (http://www.antimai.org/gats/bltgat s4.htm). 44 Günümüz kapitalist toplumlar›nda devletin ekonomik yaflama müdahale araçlar› üzerine yerinde bir de¤erlendirme için bkz. (Çulhao¤lu, 2002; 281-283).


140

Selime Güzelsar›

Bu durumda, devletin müdahalesi yerli ve yabanc› sermayenin s›n›f ç›karlar›na hizmet etmeye yönelmektedir. Bütçe d›fl› fonlar, çeflitli sübvansiyonlar, tarifeler, imtiyazlar, ihaleler vb. yoluyla bu s›n›flar›n ç›karlar› gözetilirken, emekçi s›n›flar›n belli mücadeleler sonucu elde ettikleri sosyal kazan›mlar› ellerinden al›nmaktad›r. Dolay›s›yla bir “yeniden düzenleme” anlaflmas› olan GATS hükümleri do¤rultusunda, devlet ve devlet eliyle gerçeklefltirilen ve toplumun tüm kesimlerini do¤rudan ilgilendiren kamu hizmetleri küreselleflen kapitalist düzenin piyasa mant›¤›na göre yeniden yap›land›r›lmak istenmektedir. GATS anlaflmas› ile kar amac› güdülmeyen ve piyasa koflullar›ndan görece ba¤›ms›z kalm›fl, baflka bir deyiflle sermaye mant›¤›n›n bütünüyle nüfuz edemedi¤i kamusal hizmet alanlar› piyasaya aç›larak metalaflt›r›lmaktad›r. Yaflanan krizlerin ard›ndan say›s›z insan›n iflsiz kald›¤›, yoksullu¤un derinleflti¤i, sosyal standartlar›n geriledi¤i ve gelir da¤›l›m›ndaki eflitsizliklerin giderek gün yüzüne ç›kt›¤› günümüzde, GATS ile bu sorunlar daha da derinleflecek ve artacakt›r. GATS kapsam›nda kamu hizmetlerinin piyasaya aç›lmas› ile ayn› zamanda kamudaki örgütlü iflgücünün yerini örgütsüz ve daha ucuz emek gücü alacakt›r. Toplumsal yaflamda en temel haklardan olan e¤itim, sa¤l›k gibi ad›m ad›m ticarilefltirilen ve GATS’la bir kamusal hak olmaktan ç›kart›lmaya ve sermayenin mant›¤›na terkedilmeye çal›fl›lan tüm hizmet alanlar›n›n “karl›l›k” ve rekabet” ilkelerine göre yeniden düzenlenmesi, özellikle emekçi ve yoksul kesimleri derinden etkileyecek, süreç bu kesimleri temel kamusal hizmet alanlar›ndan yararlanma hakk›ndan mahrum b›rakacakt›r. K›sacas›, emek gücünün kendini yeniden üretti¤i kamusal hizmet alanlar›n›n piyasa koflullar›na ve piyasa iliflkilerine büsbütün terkedilmesi ile çal›flanlar›n toplumsal mücadelelerle kazand›¤› haklar› ellerinden al›nacak, ki sermaye tüm bu haklar› geri istemektedir, böylelikle de sermayenin karfl›s›nda emekçi s›n›flar güçsüz ve korumas›z b›rak›lacakt›r. IMF ve Dünya Bankas› gibi DTÖ de kapitalist dünya ekonomilerinin bütünleflmesinin yolunu açmakta ve ald›¤› kararlarla sermaye s›n›f›n›n ç›karlar›n› üst düzeyde temsil etmektedir. Devletler arac›l›¤›yla temsil edilen bu ç›karlar üyeler aras›nda rekabete ve çat›flmalara yol açmaktad›r. Ancak belirtmek gerek, DTÖ ne kapitalist devletler ve sermaye s›n›flar› aras›ndaki ç›kar çat›flmalar›n›n ve rekabetin çözümlenebilece¤i ne de daralan pazarlar ve krizler karfl›s›nda dünya pazar›ndaki paylafl›m savafl›nda görece bir uzlaflman›n sa¤lanabilece¤i bir mercidir. Sermayeler aras›


Küresel Kapitalizmin “Anayasas›”: GATS

çat›flmalar›n daha da belirginleflti¤i küreselleflme sürecinde DTÖ bünyesinde devam eden çat›flmalar›n gerisinde egemen kapitalist güçlerin birbirlerine uygulad›klar› korumac› politikalar yatmaktad›r. GATS arac›l›¤›yla egemen kapitalist güçler, bir yandan üye devletlerden tüm hizmet alanlar›n› liberalizasyona açmalar›n›, “serbest” ticaretin önündeki tüm engelleri kald›rmalar›n› isterken, di¤er yandan da kendileri korumac›l›k siyasetinin gereklerine göre hareket etme yanl›s›d›rlar. Özellikle de rakiplerini d›fllayarak ticari avantajlar›n› art›rma mücadelesi veren ABD neomerkantilist bir gücün oda¤› olma aray›fl›ndad›r. Dolay›s›yla, önümüzdeki dönemde yeni uluslararas› düzenlemelerde neomerkantilist politikalar›n öne ç›kaca¤›n› söylemek mümkündür. Son olarak, DTÖ - GATS’›n temel politikalar›n› belirleyen taraflar›n ulus-devletler, özellikle de merkez kapitalist devletler oldu¤u yaz› boyunca yapt›¤›m›z tart›flmalarda ortaya ç›km›flt›r. DTÖ ve GATS sürecini irdeledi¤imizde s›n›f iliflkilerinin ve s›n›f dengelerinin yeniden üretiminin hala ulus-devletlerin sorumluluk alan›nda yer ald›¤›, devletler aras›ndaki tart›flma alanlar›n›n da her bir devletin kendi ulusal ölçe¤inde yaflanan sosyal ve siyasal dinamikleri taraf›ndan oluflturuldu¤u ve müzakere süreçlerinde ulus devletlerin temel aktör olarak yer ald›¤› görülmektedir. Bu çerçevede, mal ticaretinden hizmet ticaretine, fikri mülkiyet haklar›ndan ticaret haklar›na kadar her alan› düzenleyen DTÖ anlaflmalar›n›n sözleflme hükümlerinin devletler eliyle yürütülmesi ve uygulamaya konulmas›, ulus-devletin bitmedi¤ini, aksine önemini ve ifllevini sürdürece¤ini göstermektedir. IMF ve Dünya Bankas› gibi DTÖ de, kendi bafl›na özerk, uluslarüstü bir iktidar oda¤› olmaktan uzakt›r. Esas olarak bu tür uluslararas› kurulufllar›n varl›¤› küreselleflmenin, dünya piyasalar›nda kendi rekabet güçlerini art›rmak ve bu rekabet alanlar›n› korumak isteyen kapitalist devletlerin izledikleri politikalarla biçimlenen bir süreç oldu¤unu yans›tmaktad›r. Kapitalist dünya sisteminin tümünü kapsay›c› biçimde örgütlenen ve arkas›na merkez kapitalist ülkeleri alan DTÖ’nün bu süreçteki ifllevi de, kuflkusuz, uluslararas›laflan sermayenin ç›karlar›n› korumak ve merkezin d›fl›nda kalan dünyan›n küresel kapitalizmle eklemlenme biçimlerini denetlemek olacakt›r. n

141


142

Selime Güzelsar›

Kaynakça Abay, T. (2002) “GATS ve Kamu Hizmetleri”, Mülkiye, 26 (234), 25-95. Adal›, S. (2001) Sömürgecilikten Küreselleflmeye: “Kapitalizm Öldürür!”, ‹stanbul: Pencere. Adda, J. (2002) Ekonominin Küreselleflmesi, çev. S. ‹neci, ‹stanbul: ‹letiflim. Amin, S. (1999) Küreselleflme ve Kapitalizm, çev. V. Erenus, ‹stanbul: Sarmal. Çulhao¤lu, M. (2002) “Kapitalist Özel Mülkiyetin Karfl›s›nda Kamusal Mülkiyetin Temelleri”, Do¤ruda Durman›n Felsefesi I, ‹stanbul: YGS, 272-285. DPT (2000) Hizmet Ticaretinin Serbestlefltirilmesi Özel ‹htisas Komisyonu Raporu, Ankara. EI/PSI (2002) “The WTO and Millennium Round: What is at Stake for Public Education?, Common Concerns for Workers in Education and Public Sector”, http://www.ei-ie.org/pub/english/epbeipsiwto.html Erdo¤du, S. (2002) “Hizmetlerin Uluslararas›laflmas›”, Güler, B. A. (der.), Hizmetler Ticaretinde Küreselleflme: GATS Anlaflmas›, Ankara: D‹SK/ Genel‹fl, 69-85. Erol, P. (2002) “Hizmet Ticareti Genel Anlaflmas› GATS ve Tüm Hizmetlerin Kapitalist Çevrime Dahil Edilmesi”, http://www.ir.metu.edu.tr/conference/papers.html. Genel-‹fl (2001) “GATS Sald›r›s› Derhal Durdurulmak Zorunda”, Emek, 65, 1-16. Gerbier, B. (2001) “Jeo-Ekonomik Emperyalizm, Kapitalizmin Güncel Aflamas›”, çev. B. Çolak, Mürekkep, 17, 57-64. Güler, B. A. (der.) (2002) Hizmetler Ticaretinde Küreselleflme: GATS, Ankara: D‹SK/ Genel-‹fl. Heyneardhi, H. (2002) “GATS: Su, Ticareti Yap›labilen De¤erli Bir Metad›r”, Jakarta Post, Endonezya, http://www.antimai.org/mkyy/sumakale.htm http://www.hazine.gov.tr http://www.antimai.org http://www.antimai.org/ba/dek01gats.htm http://www.antimai.org/dag/gatsegenterna.htm http://www.antimai.org/gats/bltgats3.htm http://www.antimai.org/gats/bltgats4.htm http://www.antimai.org/gats/bltgats5.htm http://www.wto.org/english/tratop_e/serv_e/serv_e.htm

Karahano¤ullar›, O. (2002) Kamu Hizmeti (Kavram ve Hukuksal Rejim), Ankara: Turhan. Kazgan, G.(1994) Yeni Ekonomik Düzen’de Türkiye’nin Yeri, ‹stanbul: Alt›n Kitaplar. Krajewski, M. (2001) “Research Paper”, CIEL, http://www.gatswatch.org/docs/marcus.html#II Lang, T. ve C. Hines (2000) Yeni Korumac›l›k – Gelece¤i Serbest Ticarete Karfl› Koruma, çev. T. Törün, ‹stanbul: Kaynak. Marcuse, P. (2001) “Küreselleflmenin Dili”, çev. S. K›l›ç, Mürekkep, 17, 84-97. Ongun, M. T. (1997) “Hizmet Ticareti Genel Anlaflmas› ve Olas› Sonuçlar›”, Türk-‹fl/97 Y›ll›¤› 1990’lar›n Bilançosu, Cilt 2, Ankara: Türk-‹fl, 350367. Önder, ‹. (2002) “GATS ve Kamu Hizmetleri”, Mülkiye, 26 (234), 25-95. Öz›fl›k, Z. (2001) “Sermayeye Sunulan Hizmet GATS - I”, Evrensel, 12.07.2001 Petras, J. (2002) Küreselleflme ve Direnifl, çev. A. Ekber vd., ‹stanbul: Cosmopolitik. fiahin, Ç. (2002) “Dünya ‹fl Bölümünde GB Olgusu ve AB Türkiye ‹liflkileri Boyutu”, Mürekkep, 19, 6383. fiengünlü, F. (2002) “GATS ve Kamu Hizmetleri”, Mülkiye, 26 (234), 25-95. Tsoukalas, K. (2001) “Küreselleflme ve ‘‹cra Komitesi’: Ça¤dafl Kapitalist Devlet Üzerine Düflünceler”, çev. S. Ertüzün, Mürekkep, 17, 84-97. TMMOB - ‹nflaat Mühendisleri Odas› (2003), Teknikgüç, 122, Ankara: TMMOB. Y›lmaz, G. (2001) Kapitalizmin Kaleleri - II DTÖ Dünya Ticaret Örgütü, ‹stanbul: TMMOB. Wallach, L. ve M. Sforza (2002) DTÖ: Kimin Ticaret Örgütü? fiirket Küreselleflmesine Direnmek ‹çin Nedenler, çev. D. Aytafl, ‹stanbul: Metis. Wesselius, E. (2002) “Behind GATS 2000: Corporate Power at Work”, TNI Briefing Series, No:6, http://www.tni.org/reports/wto/wto4.pdf WTO (1998a) Education Services: Background Note by the Secretariat, S/C/W/49, http://www.wto.org/english/tratop_e/serv_e/w49.doc. WTO (1998b) Health and Social Services: Background Note by the Secretariat, S/C/W/50, http://www.wto.org/english/tratop_e/serv_e/w50.doc


Praksis 9

| Sayfa: 143 - 162

“Düzenleyici Devlet” Düzenlenirken: OECD Türkiye Raporu Üzerine Elefltirel Bir Çözümleme Sonay Bayramo¤lu

ünya Bankas›’n›n özellefltirme ve yönetiflim program›, Dünya Ticaret Örgütü’nün kapal› kap›lar ard›nda kural tan›mayan ticaret için ald›¤› kararlar, Uluslararas› Para Fonunun hiç bitmeyen borçlar› tahsil etmek için düzenledi¤i stand-by anlaflmalar› ve niyet mektuplar›, siyasal yaflam›m›z›n bir parças› haline geldi. Bu listeye flimdilerde bir kavram daha ekleniyor: “düzenleyici reformlar”. Ekonomik Kalk›nma ve ‹flbirli¤i Teflkilat›’n›n (OECD1) 1997’de kabul etmifl oldu¤u “düzenleyici reform program›” çerçevesinde s›kl›kla kullan›lmaya bafllanan bu kavram esas olarak “düzenleyici devlet” ad› verilen yeni bir devlet yap›lanmas›n› infla etme sürecini kaps›yor. Elinizdeki yaz›, Ekonomik Kalk›nma ve ‹flbirli¤i Teflkilat›’n›n 2002 y›l›nda Türkiye için haz›rlam›fl oldu¤u Türkiye’de Düzenleyici Reformlar raporunu “düzenleyici devlet” anlay›fl›n› da göz önüne alarak çözümlemeyi amaçl›yor. OECD’nin “düzenleyici reform program›” kapsam›nda haz›rlanan “Türkiye’de Düzenleyici Reformlar” raporu iki aç›dan önemli görünmektedir: OECD’nin benimsedi¤i küresel kapitalizmin gerektirdi¤i devlet ve toplum biçimi hakk›nda önemli ipuçlar› içermesi, Türkiye gibi zengin olmayan bir ülkenin bu sürece eklemlenirken yapmas› gereken yap›sal de¤iflimleri göstermesi. Ancak bu yol baflka yolu yok anlay›fl›yla çizilmifltir. OECD’nin öngördü¤ü devlet biçimi, yine ayn› örgütün 1997 y›l›nda kabul edilen “düzenleyici reform program›” kapsam›nda anlafl›labilir (bkz. OECD, 2002a). Nitekim Türkiye’de Düzenleyici Reformlar raporu (OECD, 2002b), bu program çerçevesinde haz›rlanm›flt›r.2 Son y›llarda s›k s›k ve çok say›da yeni kavramlar ortaya at›-

D

1 Organisation for Economic Co-operation and Development 2 OECD, 1998 y›l›nda “düzenleyici reform program› gönüllü ülke incelemeleri” uygulamas›na bafllam›flt›r. Uygulamaya göre, istekte bulunan ülkelerin “düzenleyici reformlar›”n›n analizi yap›lmakta ve “düzenleyici reform” program› do¤rultusunda uygun politikalar gelifltirilmektedir (OECD, 2002b).


144

Sonay Bayramo¤lu

3 OECD’nin kurulufl anlaflmas› için bkz. www.oecd.org. OECD 14 Aral›k 1960’da Paris’te kurulan, resmi olarak 31 Eylül 1961’de faaliyet geçen uluslararas› bir örgüttür. 4 Mevzuata göre Konseyin daveti ile, üye olmayan oluflumlar— çok uluslu flirketler, meslek örgütleri ve sivil toplum örgütleri—gözlemci olarak kat›labilir ve ayn› zamanda OECD’de çal›flmalar yürütebilirler (Efraim, 2000: 335) 5 BIAC’›n OECD içerisindeki konumu için bkz. Efraim (2000: 335). 6 Küreselleflme analizinin yer ald›¤› eser: OECD, 1996, Globalisation: What Challenges and Opportunities for Governments?, Paris:OECD.

l›yor ya da bildik kavramlar çok farkl› bir içerikle güncelleniyor. Bunlardan biri de “düzenleme” kavram›. Bir yandan çok tan›d›k bir kavram gibi ama ayn› zamanda tamamen yeni bir içeri¤e de sahip. Bir yandan bir konuyla ilgili bir mevzuat› akla getiriyor, di¤er yandan ise devletin herhangi bir alandaki müdahalesini. Son geliflmeler dikkate al›nd›¤›nda ise, Türkiye’de de örnekleri bulunan stratejik sektörlerde ve alanlarda oluflturulan ve daha çok “üst kurullar” olarak adland›r›lan, yeni tip ba¤›ms›z kamu kurumlar› ve bu kurumlar›n yapt›klar› düzenlemeleri akla getiriyor. “Düzenleme” gibi “düzenleyici reform” program› da böyle bir anlama m› sahip? Bu sorunun yan›t›n› vermeden önce yak›n zamanlarda haz›rlanan raporu ele almak yararl› olur. Ancak, haz›rlanan raporun da bir geri plan› bulunuyor. Bu nedenle, Raporda k›smi olarak görülen bu program›n hangi bütünsel yaklafl›m›n parças› ya da sonucu oldu¤unu izleyebilmek için, OECD’nin benimsedi¤i “düzenleyici devlet” anlay›fl›na biraz daha yak›ndan bakmak gerekiyor. Dolay›s›yla öncelikle OECD’nin düzenleyici devlet yaklafl›m› k›saca ele al›nacak, daha sonra ise Türkiye için haz›rlanan raporun çözümlenmesine geçilecektir. Yaz› esas olarak OECD’nin Türkiye için haz›rlam›fl oldu¤u rapora odaklanacakt›r.

OECD ve Düzenleyici Reform Program› “Düzenleyici Reform Program›”n› yürüten OECD, iktisadi alanlarda çal›flmalar›yla ve istatistikleriyle ün yapan uluslararas› bir kurulufltur.3 Üyeleri devletler olmakla birlikte, devlet d›fl› aktörlere de kat›l›m imkân› sa¤lanmaktad›r.4 OECD içerisinde devlet d›fl› aktörler olarak iki örgüt bulunmaktad›r. 1) Ticaret ve Sanayi Dan›flma Komitesi (BIAC)5, 2) üye ülkelerdeki sendika birliklerini temsilen, Sendikalar Birli¤i Dan›flma Komitesi (TUAC) (Efraim, 2000: 335; DTM, 2003). OECD, iktisadi alanlarda faaliyet gösteren di¤er uluslararas› örgütlerden farkl› olarak, daha çok stratejik yönelimleri ortaya koyan bir think tank kuruluflu gibi faaliyet göstermektedir. Bu etkinli¤i bir devletleraras› kurulufl olarak gerçeklefltiriyor olmas›, üye ülkelerin kendi ulusal politikalar›n› küresel piyasalarla uyumlaflt›rabilmeleri için büyük önem tafl›yan, istatistik ve ekonomik veri taban› sa¤lamas›n› da olanakl› k›lmaktad›r. OECD 1996 y›l›nda yap›s›nda ve görevlerinde bir tak›m de¤iflikliklere gitmifl; bu de¤iflim sayesinde OECD, iktisadi olmayan alanlarda da çal›flma gruplar› kurmaya bafllam›flt›r. Bununla birlikte, yine 1996 y›l›nda yap›lan küreselleflme analizi6 (OECD,


OECD Türkiye Raporu Üzerine Elefltirel Bir Çözümleme

1996) yeni dünya düzeni içinde OECD’nin kendi yerini yeniden tan›mlama çabas› olarak görülebilir. Bu çaban›n en somut ve etkili arac› 1997 y›l›nda kabul edilen “OECD Düzenleyici Reform Program›”d›r. “Düzenleyici Reform Program›”, devletin dönüflümü anlay›fl› içinde a¤›rl›kl› olarak kamu yönetimi alan›nda yürütülmektedir. Kamu yönetimi, OECD’nin ilgisine 1990’larda girmesine ra¤men k›sa sürede bu yöndeki çal›flmalar a¤›rl›k kazanmaya bafllam›flt›r.7 Program›n dayana¤›n› 1997 y›l›nda kabul edilen Düzenleyici Reformlar Üzerine OECD Raporu oluflturur. Süreci haz›rlayan aflamalardan biri, 1995 y›l›nda OECD Bakanlar Konseyi’nin ald›¤› “‹dari Düzenlemelerin Kalitesinin Gelifltirilmesi için Tavsiye Karar›”d›r. Bu ad›m› daha sonra 1996 y›l›ndaki aç›l›m izlemifltir (Efraim, 2000: 334). Düzenleyici Reformlar Üzerine OECD Raporu (bundan sonra 1997 OECD Raporu olarak an›lacakt›r) kabul edildikten sonra, üye ülkelerin yasal ve idari düzenlemelerinde gerekli reform çal›flmalar›na yard›m çerçevesinde çal›flmalara bafllanmas›na karar verilmifltir. Çal›flmalar, 1998 y›l›nda “gönüllü ülke incelemeleri” uygulamas› ile bafllat›lm›flt›r. “Düzenleyici reform program›”n›n çerçevesi, 1997 OECD Raporu ve 1996 y›l›ndaki küreselleflme analiziyle oluflturulmufltur. OECD, küreselleflmeyi hükümetlerin sorumlu olduklar› toplumlar›n ihtiyaçlar›n› karfl›layabilmek için, h›zl› ve etkin bir flekilde cevap vermek zorunda olduklar› süreç olarak tan›mlayarak (OECD, 1996) “düzenleyici reformlar”a neden ihtiyaç duyuldu¤u sorusuna yan›t verir. “Düzenleyici reformlar” ise yeni bir devlet oluflturur: “düzenleyici devlet”. Böylece geleneksel düzenlemeler yapan devlet yerine, etkin, h›zl›, esnek, de¤iflime uyun bir bünyeye sahip bir devlet amaçlan›r.

Genel Hatlar›yla Düzenleyici Reform Nedir? De¤iflimlere uyum kabiliyeti yüksek olarak görülen “düzenleyici reformlar” nedir ya da nelerdir? Genel olarak “düzenleyici reformlar” yasama, yürütme ve bunlarla ilgili tüm alanlar› kapsayan reformlar olarak görülmektedir. Burada önemli olan “düzenleme”nin ne anlama geldi¤idir. Genel olarak “düzenleme” hükümetin yapt›¤› ifller fleklinde tan›mlan›r (Cope ve Goodship, 1999). Kavram›n bugünkü kullan›m›na en yak›n anlam›, kamu politikas› çal›flmalar›nda bulunabilir. Kamu politikas› yaz›n›nda “düzenleme”, özellefltirme program›yla ilgili olarak sektörel dü-

145

7 Öyle ki, küresel ekonomiyi yönlendiren örgütlerden Dünya Bankas› nas›l “yap›sal uyum politikalar›” terimini akla getiriyorsa, OECD de “düzenleyici reform program›”n› hat›rlatmaya bafllad›.


146

Sonay Bayramo¤lu

8 “Düzenleme” teriminin günümüzde hangi anlama geldi¤ine bir örnek, son zamanlarda kamuoyunda tart›fl›lan, “Kamu Yönetimi Kanun Tasar›s›”d›r. Tasar›n›n 1. maddesine göre, “rekabetçi piyasa flartlar›n›n oluflturulmas›, devletin düzenleyici fonksiyonunun güçlendirilmesi” kanunun amaçlar› olarak belirlenmifltir. Tasar›n›n ayr›nt›l› bir de¤erlendirmesi için bkz. Birgül Ayman Güler (2003a).

zenleyici kurullar› göz önünde bulundurarak hükümetin özellefltirdi¤i hizmetler fleklinde tan›mlan›r (Cope ve Goodship, 2000). Bu anlamda düzenleme, rekabetçi piyasada kural koyma faaliyetleri olarak düflünülebilir.8 OECD’nin yaklafl›m›nda birinci anlam›yla “düzenleme” kavram› daha çok geleneksel devlet anlay›fl›na referansla kullan›l›r; bu anlam›yla “düzenleme” tarz›n›n art›k afl›lmas› gerekmektedir. Dolay›s›yla, eski “düzenleme” tarz›ndan yeni “düzenleme” tarz›na geçifl, “düzenleyici reformlar” yoluyla sa¤lan›r. 1997 OECD Raporunda düzenleme ve düzenleyici reform kavramlar› hakk›nda flu tespitler yap›lmaktad›r: Düzenlemeler, adaletin yerine getirilmesinde ve refah›n sa¤lanmas›nda temel araçlard›r. Fakat geleneksel idari kontrol ve tahkikat süreçleri, bu amaçlar için etkin maliyetle ve tutarl› bir flekilde kullan›lan düzenleyici güçleri güvenceye almak için uygun de¤ildir. Ekonomik de¤iflme ve sosyal koflullar - küreselleflme, iflsizli¤in artmas›, kültürel parçalanma, yeni teknolojiler- düzenlemenin içeri¤inde ve tarz›nda de¤ifliklikler gerektirir. Oysa hükümetler bu reaksiyonu veremezler. [Eski] düzenleyici rejimler, giderek artan bir flekilde, teknokratik ve düzenlemeden kendi ç›karlar›na uygun bir flekilde yararlanan belli ç›kar gruplar› için fazla k›r›lgand›r. ... Ulusal düzenleyici sistemin temel yap›sal reformlar›n›n çok aç›k bir flekilde eskimifl oldu¤u ortadad›r (OECD, 1997: 193, Vol.II). Düzenleyici devletin bugünkü özelli¤i karmafl›kl›k ve düzensizliktir. Ulusal ve yerel düzenlemelerin büyük bölümünde uzun zamand›r süren tekniklere ve kurumlara güven devam etmektedir... De¤iflim k›smi ve tepkiseldir. (OECD, 1997: 195 Vol. II).

Fark edilece¤i gibi OECD, küreselleflme analiziyle birlikte, kendisi de ulus devletler aras› bir örgüt ruhundan s›yr›lmaktad›r. Yeni düzenleyici devletler aras› bir kurulufl olma yolundaki OECD’nin bu yönelimi, OECD Ticaret ve Sanayi Dan›flma Komitesi’nin (BIAC) 2000 tarihli bildirisinde de ifadesini bulur (Anti-Mai, 2001): OECD tüm küresel kurals›zlaflt›rma (deregülasyon) anlaflmalar›n›n kapsam›n› belirlemede çok önemli katk›lar koyabilecek bir örgüttür. Dünya Ticaret Örgütü’nün bugüne kadar bu alanda elde etti¤i baflar›lar bilinmekle birlikte, bu örgütün fleffafl›k ve güvenilirlik konular›nda sorunlar› vard›r. Oysa OECD nesnel analizler konusunda vazgeçilmez ve güvenilirli¤i olan bir örgüttür. Bu bak›mdan küreselleflme sürecinin h›zland›r›lmas›nda OECD çok daha önemli bir rol üstlenebilir. Bu yolda OECD’nin “düzenleyici reformlar”la ilgili çal›flmalar› büyük önem kazanmaktad›r.


OECD Türkiye Raporu Üzerine Elefltirel Bir Çözümleme

Genel hatlar›yla OECD’nin düzenleme ve düzenleyici devlet ile ilgili genel görüflleri ortaya kondu¤una göre, “Düzenleyici Reform Program›”na daha yak›ndan bakabiliriz. Program, 1998 y›l›nda “Düzenleyici Reform Program› Gönüllü Ülke ‹ncelemeleri” ile bafllar ve gönüllü ülkelere raporlar haz›rlan›r. Ülke raporlar›nda, mevzuat›n haz›rlanma süreci, ilgili ekonomik ve sosyal taraflar›n mevzuat›n haz›rlanma sürecine dahil edilme mekanizmalar›, yap›lan düzenlemelerin kamuoyuna duyurulmas›, düzenlemelerin hangi aral›klarla gözden geçirildi¤i, düzenlemelerden zarar gören taraflar için idari ve yarg›sal baflvuru yollar› gibi konular ve ilgili ülkeye yönelik tavsiyeler yer almaktad›r (OECD, 2002b: 3). Genel olarak ülke raporlar›nda kaleme al›nan tavsiyeler; özellefltirmenin geldi¤i düzey, personel rejimi, vergi sistemi, karar alma süreçleri vb. boyutlar›yla kamu kesimine ve rekabet politikas›, telekomünikasyon, enerji gibi anahtar sektörlere yöneliktir (OECD, 2002b: 6). Raporlarda en fazla üzerinde durulan konu “piyasaya aç›kl›k” konusudur. Piyasaya aç›kl›k için alt› temel ilke gelifltirilmifltir: Ayr›mc›l›k yap›lmamas›: Ayn› nitelikteki ürün ve hizmetlerin, ülke menflei fark etmeksizin, eflit rekabet koflullar›na tabi tutulmas› anlam›na gelir. fieffafl›k: Bir piyasaya girmeye haz›rlanan yabanc› yat›r›mc›lar›n, etkili karar alabilmelerini sa¤lamak amac›yla mevcut ve yeni düzenlemeler hakk›nda yeterli bilgi sahibi olmalar› gerekir. Gereksiz ticaret k›s›tlamalar›ndan sak›nma: Hükümetler, düzenlemelerin hedeflerine ulafl›labilmesi için gere¤inden fazla k›s›tlay›c› olan düzenlemeleri kullanmamal›d›rlar. Bu ilke idari yüklerin azalt›lmas›, gümrük prosedürlerinin kolaylaflt›r›lmas› ve ticaret kolayl›klar›n›n getirilmesini kapsamaktad›r. Uluslararas› standartlar›n kullan›lmas›: Uygun ve makul oldu¤u taktirde iç düzenlemeler, çeflitli düzenleyici standartlara uyman›n ifl çevreleri ile devletlere maliyetini en aza indirmek için uluslararas› düzeyde uyumlaflt›r›lm›fl tedbirler temelinde yap›lmal›d›r. Eflde¤erlili¤in tan›nmas›: Uluslararas› standartlar kullan›lmad›¤› zaman, ülkeler aras›ndaki düzenleme farkl›l›klar›n›n ve çifte denklik de¤erlendirilmesi kurallar›n›n olumsuz etkileri, baflka ülkelerde uygulanan denklik de¤erlendirmesi sonuçlar› gibi di¤er ülkelerde al›nan önlemlerin eflitli¤inin tan›nmas› ile azalt›labilir. Rekabet prensiplerinin uygulanmas›: Pazara girifl, rekabet karfl›t› davran›fllara göz yummamak veya rekabet karfl›t› özel hareketleri düzeltmekle azalt›labilir.

147


148

Sonay Bayramo¤lu

9 Bu nedenle “düzenleyici devlet” sözcü¤ü de¤iflimi ifade etmekte yetersiz kalmakta ve anlam› buland›rmaktad›r. 10 Raporun haz›rlanma aflamas›nda Türkiye’de çeflitli çal›flma gruplar› kurulmufl; konuyla ilgili ç›kar›lan bir genelge ile Baflbakanl›k Müsteflar Yard›mc›s›n›n baflkanl›¤›nda bir koordinasyon komitesi kurulmufltur. Daha fazla bilgi için bkz. Baflbakanl›k Genelgesi, Say›: B.02 PPG.0.12-3203949, Tarih: 12.03.2001 (Genelge, www.basbakanl›k.gov.tr adresinden bulunabilir).

Görülece¤i gibi bu ilkeler, piyasaya yönelik s›n›rlay›c› her tür ulusal düzenlemeleri engelleyici niteliktedir. Ayr›ca bu ilkeler, kamu yönetiminin ve devletin yeniden örgütlenmesinin temelini oluflturur. Bu ilkeler etraf›nda toplumsal, siyasal ve idari yap›lar›n temellerinin infla edilmesi çabas› vard›r. Devletin piyasa mant›¤›yla örgütlenmesi, toplumu da piyasalaflt›rmaya katk›da bulunacakt›r. Örnek olarak e¤itim hizmetlerini ele alal›m. En önemli kamu hizmetlerinden biri olarak kabul edilen e¤itim hizmetinin, bu ilkeler temelinde örgütlenmesi, bu hizmetten yararlanan ö¤rencileri “müflteri” olarak görmeye yol açacak ve bu bak›flla ö¤retmenler, okul, okul müdürü, e¤itimle ilgili her birim bu aç›dan yeniden yap›land›r›lacakt›r. Bu ilkeler do¤rultusunda Türkiye’de Düzenleyici Reformlar raporu bundan sonra OECD Türkiye Raporu denecektir) örne¤inde, bir düzenleyici devlet inflas›n› görmeye çal›flal›m.

Türkiye’de “Düzenleyici Devlete” Do¤ru: OECD Türkiye Raporu Bahri Savc› (1990: 405) bir yaz›s›nda, reform denilince, “hiç olmazsa ilk anda, eldekinin düzeltilmesini, yenilefltirilmesini, yeniden oluflturulmas›n› içeren ‘bir devinim’ düflünmek” gerekir diyordu. Burada reform sözcü¤ü eldekilerin üzerinde de¤ifliklikler, iyilefltirmeler, düzeltmeler yap›lmas›na gönderme yaparken OECD raporlar›nda, bir tak›m düzeltmelerden çok öte, çok daha radikal bir de¤iflikli¤e iflaret eder ve yeni bir “sistem”in kurulmas›na göndermede bulunur.9 OECD raporlar›na göre “düzenleyici devlet”, eldeki yap›y›, (küreselleflme bunu gerektirdi¤i için) yeni geliflmelere göre sürekli olarak elden geçirmek zorundad›r. “Reform”, burada “sürekli reform” biçimini alm›flt›r. fiimdi, OECD’nin Türkiye örne¤inde ortaya koydu¤u flekliyle, bir devletin küreselleflme karfl›s›nda nas›l “devinmesi” gerekti¤ini, sürecin temel aktörlerini ve dönüflümün araçlar›n› görmeye çal›flaca¤›z. Türkiye, 2001 y›l›nda Türk Hükümetinin giriflimiyle ‹ngiltere, Kanada ve Polonya ile birlikte inceleme program›na al›nm›flt›r. Raporun haz›rl›k aflamas›nda çok genifl bir araflt›rmac› kadrosundan yararlan›lm›flt›r.10 OECD Türkiye Raporu, temel olarak iki bölümden oluflur: Birinci bölümde, Türkiye’nin düzenleyici reform çal›flmalar› öncesinde ve s›ras›nda hangi alanlarda yetersiz kald›¤› ve ne yapmas› gerekti¤i konusunda genel de¤erlendirmeler bulunmaktad›r. ‹kinci bölümde, düzenleyici politikalar ve sonuçlar›; düzenleyici yönetiflim, rekabet politikas›, piyasalarda


OECD Türkiye Raporu Üzerine Elefltirel Bir Çözümleme

aç›kl›k, elektrik- gaz, karayolu yük tafl›mac›l›¤› sektörü ve son olarak telekomünikasyon sektörleri incelenerek buna göre hem genel hem de sektörel de¤erlendirmelere dayanan politika önerileri gelifltirilmektedir. Politika önerileri ve tavsiyeler, raporun en can al›c› bölümlerini oluflturur; çünkü yeni düzenleyici devlet biçiminin, küresel piyasalara entegrasyonu hangi kurumsal araçlarla sa¤layaca¤›n› gösterir. Bunlar, ba¤›ms›z idari otoriteler,11 d›fl dan›flma komiteleri gibi yap›lar ve yasa yapma sürecinde dan›flma mekanizmalar›n›n gelifltirilmesi ve bunlar›n düzenli olarak kontrol edilmesi gibi araçlardan oluflur. Kurumsal düzeydeki bu de¤iflmeler, özellefltirmelerin daha ileri bir noktaya tafl›nmas›, ba¤›ms›z idari otoritelerin siyasetten daha fazla özerk olmas› ve di¤er “düzenleyici reformlar”›n tamamlanmas› ile sa¤lanabilecektir. Raporun dayand›¤› birkaç temel varsay›m, raporun anlafl›lmas›nda önemlidir. Bunlardan ilki “hiyerarflik ve statik devlet yap›lanmas›yla kalk›nmay› gerçeklefltirmek olanaks›zd›r” fleklinde özetlenebilir. Bu varsay›m›n ne kadar tart›flmal› oldu¤unu görmek için kalk›nma örneklerine bakmak yeterlidir. Japonya ve Güney Kore’nin kalk›nma tarihleri bile bu varsay›m› tart›flmal› k›lmak için yeterlidir. ‹kinci olarak “düzenleyici önlemlerin toplumun güçlenmesine katk› yapaca¤›” varsay›lmaktad›r. Bu varsay›mda da toplumun güçlenmesi esas olarak piyasaya tabi olmas› anlam›na gelmekte, piyasa ve toplum aras›nda bir özdefllik kurulmaktad›r. Üçüncü olarak, “pre-modern devletlerin modern endüstriyel demokrasilere geçiflinin, düzenleyici ve yeni düzenleyici devlet içerisinde olaca¤›” varsay›lmaktad›r. Rapora dayanak teflkil eden bu önermelerin olgusal ve kuramsal dayanaklar›na raporda yer verilmifl de¤ildir. fiimdilik, raporun “ön kabulleri” niteli¤inde olan ve okuyucuya dayat›lan bu argümanlar›n bile oldukça tart›flmal› oldu¤unu belirtmekle yetinece¤iz. Durum Tespiti: Rapor, Türkiye’de “düzenleyici reform”un hangi düzeyde oldu¤unu ve bundan sonra ne yapmak gerekti¤ini ortaya koymakta ve bu do¤rultuda öneriler sunmaktad›r. Türkiye’de düzenleyici reform program›n› uygulamaya son derece uygun bir ortam oldu¤u tespitini yapmaktad›r. Rapora göre bunda etkili olan faktörler flunlard›r: Türkiye’nin 1950’den beri liberal bir iktisat politikas›n› benimsemesi ve 1980’den sonra neoliberal iktisat politikalar›n› uygulamas› gibi tarihsel haz›rl›klar, 1995’den sonra imzalanan GATS anlaflmas›, Avrupa Birli¤i Müktesebat› ve IMF ile Dünya Bankas›’n›n tetikledi¤i uygulamalar.

149

11 Gündelik kullan›ma daha çok üst kurullar olarak giren ba¤›ms›z idari otoriteler, farkl› isimlerle an›lmaktad›r; ba¤›ms›z düzenleyici kurumlar, özerk kurumlar vb. Ba¤›ms›z idari otoriteler terimi, daha çok idare hukuku literatüründe kullan›lmaktad›r.


150

Sonay Bayramo¤lu

12 Bundan sonra parantez içerisinde sadece sayfa numaralar› verilerek at›f yap›lan eser Türkiye’de Düzenleyici Reformlar’d›r. (OECD; 2002b). 13 OECD 1997 raporunda “Bir düzeydeki üstün kaliteli düzenleme, di¤er düzeylerdeki düflük kaliteli politika ve uygulamalar yüzünden y›pranabilir. Buna karfl›n koordinasyon reformun faydalar›n› genifl ölçüde art›rabilir” denilmektedir.

Ne Yapmal›?: Rapor, Türkiye’de uygulanmakta olan reformlar›n düzenleyici devlet için uygun zemini haz›rlamakla beraber baz› eksiklikleri bar›nd›rd›¤›n›, baz› uygulamalar için de geç kal›nd›¤›n› belirtmektedir. Devam eden reformlar›n daha ileriye tafl›nmas› için yap›lmas› gerekenler öncelik s›ras›na göre flöyledir: Uygulanan reformlar ve yeniden yap›lanma, ekonomiyi piyasa göstergelerine ve rekabetine dayanan bir yöne do¤ru yönlendirmekle beraber, devletin ekonomiden daha fazla çekilmesi gerekmektedir (s. 31).12 Ancak bunun için de siyasal iktidar bu program› sahiplenmelidir (s. 15). Çünkü düzenleyici reformun baflar›s›nda uygulama çok önemlidir (s. 49). Gerçekte, baflar›l› bir program için, geleneksel kamu yönetimine ait ne var ne yoksa hepsinden kurtulmak gerekir (s. 50). OECD Türkiye Raporu, yeni bir yönetim için ifle ilk olarak “iyi düzenlemenin” prensiplerini ortaya koyarak bafllar. Yani reformun itici gücü uygun reform mekanizmalar›n›n bulunmas›yla sa¤lanacakt›r. Bunun yan›nda, reformlar› merkezi düzeyde izleyecek, ba¤›ms›z çal›flacak, siyasal olarak onay görmüfl, “ba¤›ms›z karar verme yetene¤ine sahip uzman kadrosu” taraf›ndan oluflturulmufl ve idarenin ve bütçe yetkililerinin mevcut merkezleri ile irtibat halinde olacak (s. 57) bir birime gereksinim duyulmaktad›r. Reformlar›n izlenmesi ve kontrolü, üzerinde önemle durulan bir konudur ve Türkiye’de böyle bir birimin olmay›fl› büyük bir eksiklik olarak görülmektedir.13 Oysa rapora göre böyle bir örgütlenme, Türkiye’de flu ana kadar büyük ölçüde d›fl etkenlere ba¤l› olan “düzenleyici reformlar”›n iç dinamikler üzerine daha fazla oturmas›na da yard›mc› olabilirdi. Rapor, d›fl dinamiklerle ilerleyen reformlar›n içselleflmesi için, Türkiye’nin koflullar›na uygun, devletin dönüflümüne destek olabilecek bir idari yap›n›n gereklili¤ine vurgu yapar. Bu idari yap›n›n en önemli ilkesi “fleffafl›k”t›r. “fieffafl›k”, “rekabeti, ticareti ve yat›r›m› teflvik edecek ve çeflitli menfaat gruplar›n›n etkisinde kalmayacak istikrarl› ve herkese aç›k bir düzenleme tesis edilmesi” için gereklidir (s. 61). fieffafl›k için, “idari usul kanunu”, “kamuoyuna dan›flma” mekanizmas› gibi uygulamalar gelifltirilmelidir. ‹kinci ilke ise, etkili politikalar için uygun araçlar›n seçilmesidir. Geleneksel düzenlemelerden vazgeçilip geçilmeyece¤ine iliflkin bir karar›n al›nmas› da bu ilkenin içerisinde yer al›r (s. 64). Üçüncü ilke, “düzenleyici etkilerin ölçülebilmesi”dir. Dördüncü ve beflinci ilkeler ise s›ras›yla, iyi yetifltirilmifl kamu personelinin temini için gerekli bir yap›lanma ve düzenleyici ku-


OECD Türkiye Raporu Üzerine Elefltirel Bir Çözümleme

rumlar›n tesisidir. ‹lk bak›flta, bir “küresel aktör” olan OECD, “düzenleyici reform” sürecinde uluslara “d›fl etkenler”in etkisinden nas›l kurtulabileceklerini anlat›yor gibi. Bir ironiyle karfl› karfl›ya oldu¤umuz düflünülebilir. Oysa OECD’nin önerdi¤i idari sistem, “d›fl etkenler”in görünmesini engelleyecek bir mekanizma hedeflemektedir. Bu anlamda, program› güvenceye alabilecek mekanizmalar arac›l›¤›yla program›n “içselleflmesi” mümkün hale gelecektir.

OECD Türkiye Raporunun Anlam› Üzerine “Düzenleyici reformlar”›n dili, ilginç bir flekilde çok tarafs›z ve siyasal bir içerikten yoksun oldu¤u izlenimi vermektedir. Fakat, yeni düzenlemelere soru sormaya bafllad›¤›n›zda durum de¤iflmeye bafllar; cevaplar, siyasal ve sosyal pek çok sorunla karfl› karfl›ya kald›¤›m›z› gösterir. Örne¤in, “bu düzenlemeler hangi temel gerekçe ile yap›lmaktad›r” ya da sonuçta “düzenleyici reformlar neye yarayacakt›r” sorular›na verilen yan›t aç›kt›r: “‹yi çal›flan bir piyasa ekonomisinin geliflmesi için düzenleyici reform elzemdir” (s. 13). “‹yi çal›flan bir piyasa” her fleyin tek kriteri haline gelir. Oysa rapordan da kolayca anlafl›laca¤› gibi, Türkiye’de iyi çal›flan piyasa, küresel piyasalara ba¤l› (ya da ba¤›ml›?) piyasad›r. Böyle bir piyasa ise, öncelikle eme¤in daha da ucuz oldu¤u bir piyasad›r; bunu sa¤layacak mekanizmalar çok fazla yarat›c›l›k gerektirmeyen mekanizmalard›r: Bu herkesin bildi¤i bir fleydir ve emek üzerindeki kimi koruyucu eski sosyal güvenlik düzenlemelerinin kald›r›lmas›yla sa¤lanabilir. Yine “iyi çal›flan piyasa”n›n devlet için iki sonucundan söz edilebilir; birincisi “piyasa için devlet” anlay›fl›n›n yerleflmesi; ikincisi ise “toplumun piyasalaflmas›” sürecini ilerletmesi Türkiye bak›m›ndan piyasalaflman›n iki yönü vard›r. Birincisi, genel olarak kapitalizmin, metalaflmam›fl tüm alanlara girmesi ve bunun sonucunda ortaya ç›kacak toplumsal sorunlar; ikincisi ise, piyasalaflma sürecinin yabanc› yat›r›mlarla ilerlemesi sorunudur. Bu iki boyut birbirine ba¤l›d›r; Türkiye’de, piyasalaflma süreci, daha çok yabanc› sermayenin önünün aç›lmas› ile ilerlemektedir. Yani kamusal alanlarda metalaflma, daha çok yabanc› sermaye ile gerçekleflecek gibi görünüyor. Bu reformlar›n baflar›ya ulaflmas› için, Türkiye toplumunun ve siyasal iktidarlar›n bu program› kendi programlar› gibi görmelerini sa¤layacak mekanizmalar›n oluflturulmas› gerekir denen raporda, bu mekanizmalar ortaya konmaz. Diyelim ki siyasal ikti-

151


152

Sonay Bayramo¤lu

14 Örne¤in, EPDK içerisinde özel sektör dan›flma birimi kurulmas› önerilmektedir. 15 Kamu hizmeti ve kamu yarar› kavramlar› etraf›nda yararl› bir tart›flma için bak›n›z Karahano¤ullar› (2002).

dar böyle bir program› sahiplendi, toplumun önemli bir kesimi, mutlak olarak kendi aleyhlerine olan bir fleyi “gönüllü” olarak neden benimsesinler? Bu sorunun tart›fl›lmas› gerekmektedir; zira “düzenleyici reformlar”, bir sonraki kufla¤›n içine do¤acaklar› toplumu oluflturmak üzeredir. fiimdi ‘düzenleyici reformlar’ hangi alanlarda yürümektedir?” sorusuna yan›t arayal›m.

“Reform” Alanlar› Türkiye’de düzenleyici reformun ana unsuru olarak ba¤›ms›z idari otoriteler görülmektedir. Bu alanda Rekabet Kurumu, Telekomünikasyon Kurumu ve Elektrik Piyasas› Düzenleme Kurumu (EPDK) gibi ba¤›ms›z idari otoriteler kendi alanlar›nda kayda de¤er ölçüde yol alm›fl olmalar›na ve “düzenleyici reformlar” aç›s›ndan önemli görülmekle beraber, yeterli bulunmazlar. Öncelikle yasa yapma sürecinde sorun tan›mlanmaktad›r. Yasa yapma sürecinde dan›flma mekanizmalar›n›n geliflmemifl olmas› temel sorunu teflkil eder. Yasa yapma sürecinde, temel amaca –piyasan›n önünün aç›lmas›– dönük olarak ne tür bir mekanizma öngörülmektedir ya da Türkiye’de bu konuda eksik kalan fleyler nelerdir? Bir örnekle aç›klamak gerekirse, rekabetle ilgili olan tüm yasa tasar›lar› için Rekabet Kurumundan görüfl istenmesine ra¤men bu görüfl isteme süreci daha düzenli, etkin ve fleffaf olmal›d›r. Ayr›ca, d›fl dan›flma komitelerinde de eksiklik oldu¤u tespit edilmektedir14. Bunlara ek olarak, yasama sürecinde kontrol mekanizmas›n›n eksik oldu¤u vurgulanmaktad›r. Raporun bütününe bak›ld›¤›nda, devletin sadece eflgüdüm faaliyeti yürüten, denetleyen ve kontrol eden bir ayg›t fleklinde tasarland›¤› görülebilir. Yeni düzenleyici devletin piyasan›n kurallar›na göre hareket edece¤i varsay›l›rsa, art›k devletin faaliyetlerinin temelinde kamu yarar› ilkesinin olmayaca¤› söylenebilir. Art›k, bu aflamada, devlet, “kamu” (amme) olmaktan ç›kar; “kamu”nun yerini “piyasa” al›r. Böylece, “kamu yarar›” ilkesinden vazgeçilmesiyle, asl›nda “kamu” sözcü¤ünün tafl›d›¤› “halk, topluluk, toplum, genel, herkese ait” olma anlamlar› erozyona u¤ramaktad›r.15 Kamu sözcü¤ünün “devlete ait” olma anlam›, teorik olarak devlet oldu¤u sürece devam edebilir. Ancak, bu durumda da, devlete ait olan›n piyasan›n kurallar›na göre düzenlenmesi gerekti¤i için “yararlanan öder” anlay›fl› gelifltirilmifltir. Bu noktada “piyasa dostu devlet”ten daha öte “piyasa için devlet” yap›lanmas› önerisi ile karfl› karfl›yay›z.


OECD Türkiye Raporu Üzerine Elefltirel Bir Çözümleme

Koordinasyon sa¤layan devlet formülasyonu, en özlü ifadesini “kürek çeken de¤il, fakat dümen tutan devlet” sözünde bulmaktad›r. Devletin yeni rolünü ifade etmek için kullan›lan “dümen tutma” imgelemi ne anlama gelmektedir? ‹deolojik bir içeri¤e sahip olan bu imgelem devletin sadece koordinasyon faaliyeti ifa edece¤ini gösterir; ancak, rapordan da anlafl›laca¤› gibi, devlet, piyasan›n ve sermayenin önünü açmak için her tür kapsaml› müdahaleyi yapmaktad›r. Bunu görmek için, bugüne kadarki düzenleyici reform uygulamalar›na flöyle bir göz atmak yeterlidir: malî sektöre olan borçlar›n yeniden yap›land›r›lmas› ve baz› kanunlarda de¤ifliklik yap›lmas› hakk›nda Kanun (4749/2002); Türk Telekom A.fi.’nin %51’den fazla hissesini satma yetkisi Kanunu (4673/2001); kamu kurumlar›ndaki azami personel say›s›n›n belirlenmesi Bakanlar Kurulu Karar› (1999/12770); Rekabet Kurumunun sorumluluklar› alt›nda bulunan konular› etkileyen düzenlemelerde Rekabet Kurumunun fikirlerini alma zorunlulu¤u Genelgesi (14821/1998) vb. (s. 34).

“Sürekli Reform” ya da “Dinamik De¤iflim” OECD 1997 Raporunda, ulus devletlerle ilgili en temel sorunun, bu devletlerin küresel geliflmelere ayak uyduramamas› oldu¤u tespiti yer al›r. Ayn› bak›fl aç›s›yla, OECD Türkiye Raporunda da “Bugün etkili olan düzenlemeler sosyal, ekonomik ve teknolojik de¤iflikliklerden dolay› yar›n etkili olmaktan ç›kabilir” (s. 69) denilerek, “düzenleyici devlet”in geleneksel devletlerden farkl› olarak, mevcut düzenlemeleri sürekli olarak günün koflullar›na göre uyarlamas›, ay›klamas›, de¤ifltirmesi veya yenilemesi gerekti¤i vurgulanmaktad›r. OECD, reformlar›n süreklili¤ini sa¤layacak faktörleri –ki bunlar sermayenin önündeki tüm engellerin kald›r›lmas› yönündeki temel ilkeye uygunluk göstermektedir– iki bafll›k alt›nda toplamaktad›r: Bunlardan ilki, sistematik gözden geçirme ve kaliteli düzenleyici yap›d›r; buna göre “son y›llarda Türkiye mevcut düzenlemenin gözden geçirilmesi için bir tak›m kapsaml› konular› ele alm›fl ve önemli sonuçlar elde etmifltir”. Bu ilkeyi hayata geçirecek ilk ad›m ise, “deregülasyon” olarak görülmekte ve nedeni de baflka OECD ülkelerinin tecrübelerine dayand›r›lmaktad›r: “…[D]eregülasyon, yüksek kaliteli bir düzenleme gelifltirmede ilk ad›m olarak, sektörel etkinli¤i ve yenili¤i teflvik etmede ve ekonomide esneklik ve kalk›nma potansiyeli sa¤lamada önemli bir rol

153


154

Sonay Bayramo¤lu

16 Bu formalitelerin 3’e indirilmesi için bir yasa tasar›s› haz›rlanm›fl ve TBMM’ye sunulmufltur. 17 Dünya Ekonomik Forumunun 2000 y›l› incelemesi, bürokrasi için en fazla zaman sarf eden 59 ülke aras›nda Türkiye’yi 49’uncu s›rada göstermektedir. Bürokratik engellerle ilgili Dünya Bankas› da bir çal›flma bafllatm›flt›r (OECD; 2002b: 95) 18 “Ayr›mc›l›k yap›lmamas›” ilkesi, benzer ürünlerin ve hizmetlerin, hangi ülkeden geldi¤ine bak›lmaks›z›n ticaretinin yap›lmas› gerekti¤i anlam›na gelmektedir ve OECD’nin de temel ilkelerinden biridir.

oynam›flt›r”. ‹kinci bafll›k ise idari yüklerin hafifletilmesidir. Bu amaç çerçevesinde yabanc› sermayenin önünün aç›lmas› önerilmektedir: “Türkiye’de halen reforma tabi tutulmas› gereken anahtar nitelikteki bir alan ifl ruhsatlar›d›r. Di¤er ülkelere göre flirket kurma ifllemleri uzundur. Bir yabanc› flirketin Türkiye’de kurulabilmesi için 19 formalite vard›r;16 yerli flirketlerin de benzer güçlüklerle karfl›laflt›klar› bir gerçektir… ‹dari yükler, Türkiye ifl çevrelerinin bafll›ca rekabet dezavantajlar›ndan biridir ve do¤rudan yabanc› sermayenin gelmemesinde bafll›ca nedendir.” (s. 69).17 Sürekli reform ifadesi, mevcut geleneksel devlet yap›lanmas›yla mümkün olamayaca¤› için devletlerin dönüflmesi ve küresel piyasalar›n dinamik süreçlerine uyum sa¤lamas› gerekir. Mevcut devlet yap›lar›n›n üzerinde çok fazla yük vard›r; bu yüklerinden h›zla kurtulmalar› (hafiflemeleri) gerekmektedir; bu yüklerden –ço¤unlukla sosyal yüklerdir ve sermayenin önünde yavafllat›c› bir etkiye sahiptirler– özel mülkiyetin korunmas›yla, yabanc› sermayeye öncelik verilmesiyle ve yabanc› sermaye önündeki her tür engelin ortadan kald›r›lmas›yla kurtulmak mümkündür.

Politika Önerileri Tüm bu yaklafl›m ve ilkeler do¤rultusunda hangi politika setlerinin önerildi¤ine bak›lacak olursa, bunlar› dört bafll›k alt›nda toplamak mümkündür: ‹lk bafll›k liberalizasyondur. Liberalizasyon; ayr›mc›l›k yap›lmamas›, kolaylaflt›rma, fleffaflaflt›rma gibi ilkeler üzerine kurulur. ‹kinci olarak, piyasan›n aç›lmas› do¤rultusundaki politika setinin kapsam›nda, mülkiyet hakk›, ulaflt›rma ve iletiflim gibi alanlar öncelik tafl›mal›d›r. Bir di¤er politika önerisi, rekabetçi sisteminin gelifltirilmesini hedeflemekte, bu amaçla devlet yard›mlar›n›n kald›r›lmas› gerekti¤ini vurgulamaktad›r. Son olarak reformun etkisini art›racak merkezi bir birim kurulmal›d›r. Türkiye bak›m›ndan, politika önerilerinin merkezindeki en önemli unsur sermayenin, özellikle yabanc› sermayenin önünde bulunan engellerin kald›r›lmas›d›r. Yabanc› sermayenin önündeki tüm engellerin kald›r›lmas›, politika önerilerinin temel omurgas›n› oluflturur. Oysa ayn› rapora göre zaten Türkiye’de “liberal bir yabanc› sermaye kanunu” vard›r (s. 69; s. 88). Örne¤in, Dünya Ticaret Anlaflmas› gere¤i Türkiye, “ayr›mc›l›k yap›lmamas›” ilkesini iç mevzuata uygulam›flt›r.18 Asl›nda bu ilke aç›s›ndan bak›ld›¤›nda Türkiye ile ilgili bir sorun yok gibidir. Bu konuda önerilen politikalar, örne¤in, ifl kurma ve ruhsat almada düzeltilme-


OECD Türkiye Raporu Üzerine Elefltirel Bir Çözümleme

si istenen hususlar, daha çok, yabanc› sermaye için ekstra kolayl›klar sa¤lamaya dönük olabilir.19 Rekabet politikas› konusundaki politika seti ise, rekabet karfl›t› devlet yard›mlar›n›n kontrol edilmesi, birleflme bildirimi standartlar›n›n basitlefltirilmesi ve rekabet kurumunun yetkilerinin art›r›lmas›n› içermektedir. Raporda son olarak, sektörel düzenlemelere iliflkin politika önerileri yer almaktad›r (s. 157165). Bir öneri de, reform kapasitesinin gelifltirilmesi için merkezi bir birimin kurulmas›na iliflkindir. OECD Türkiye Raporunda yer alan “Düzenleyici Etki Analizi”nin uygulanmas› önerisi, böyle bir birimin kurulmas›n› öngörmektedir. Rapordan anlafl›ld›¤› kadar›yla bu program› uygulamak büyük bir altyap› ve personel yat›r›m› gerektirmektedir. Yüksek maliyetine ra¤men ›srarla önerilen Düzenleyici Etki Analizi (DEA) program›, tüm yasal, idari ve siyasal düzenlemelerin merkezi olarak izlenmesini sa¤layacak bir yöntemdir. Düzenledi¤i fleylerden dolay›, yöntemin kendisi de siyasal olarak irdelenmeyi gerektirmektedir. Oysa raporda bu konu tamamen teknik olarak ifllenmifltir. “Düzenleyici kalite” ile ilgili olarak merkezi hükümet ve Rekabet Kurumunun yan› s›ra, sektörel düzenleyicilerden biri olan EPDK hakk›nda da önemli politika önerileri bulunmaktad›r. “Düzenleyici kalite”nin göstergeleri aras›nda, “piyasaya aç›kl›k”›n sa¤lanmas›, rekabetin gelifltirilmesi; elektrik, gaz, karayolu yük tafl›mac›l›¤› ve telekomünikasyon sektörlerinin rekabete ve yabanc› sermayeye daha fazla aç›lmas› gibi geliflmeler yer almaktad›r. Raporda yer alan bafll›ca öneriler flöyle s›ralanabilir: düzenleyici reformu izlemek ve koordine etmek için bir bakanl›k kurulmas›, EPDK’n›n içinde özel sektör dan›flma komitesinin oluflturulmas›, EPDK’n›n kararlar›n›n temyizi için Dan›fltay’dan ayr› olarak uzman kiflilerden oluflan bir birim oluflturulmas› vb. DEA’n›n uygulanmas›, “düzenleyici kalite”nin art›r›lmas› fleklinde bir rasyonele yaslanmaktad›r. Düzenleyici kalite”nin art›r›lmas›nda en önemli aflama yasalar›n kontrolüdür. Bu nedenle rapor, ilgili mevzuat›n haz›rlanmas›nda s›k› bir izleme ve kontrol faaliyetini gerekli görür; DEA yöntemi bunun için uygun görülür.20 Pahal› olmas›n›n yan› s›ra çok önemli olan bu yöntemin daha ayr›nt›l› bir flekilde ele al›nmas› gerekiyor.

155

19 Yani Türkiye’den yabanc› sermaye için “pozitif ayr›mc›l›k” istenmektedir. 20 ‹ngilizce’de “Regulatory Impact Analyses” (RIA) olarak kullan›lmaktad›r.


156

Sonay Bayramo¤lu

21 Daha çok 1990’lar›n sonunda uygulanmaya bafllanan ve Düzenleyici Etki Analizi ad› verilen bu yöntem çeflitli amaçlar için kullan›lmaktad›r. OECD’ye göre DEA, bir karar arac›, bir yöntemdir: Bir yan›yla hükümet eylemlerinin potansiyel etkilerinin sistematik ve sürekli araflt›rma yöntemidir, di¤er yan›yla karar al›c›larla bilgi ya da haber al›flveriflini sa¤layan bir yöntemdir. 22 Raporda, DEA’n›n yerine k›sa dönemli bir çözüm olarak flöyle bir yöntem önerilir: ülkenin iç düzenleyici reform dinami¤ine olan ihtiyac› karfl›lamak için merkezdeki yönetici örgüte bir bakan›n atanmas›. K›sa dönemde, bu ifllevi yerine getirmek için, bakan›n, yine merkezi düzeyde oluflturulacak merkezi bir teknik izleme bürosu ile desteklenmesi. Ancak uzun vadede ise DEA’n›n oluflturulmas› elzem görülmektedir. 23 OECD, DEA’nin uygulanmas› konusunda bir karar almam›flt›r; bununla birlikte, 1997 tarihli “Düzenleyici Reform Raporu”nda “düzenleme reformunun geliflmesi ve gözden geçirmeler” için tavsiye etmifltir. DEA 2000 y›l› itibariyle, 28 OECD ülkesinden 14’ünde tam olarak, 6’s›nda ise baz› alanlarda k›smi olarak uygulanmaktad›r (OECD, 2002a: 24).

Düzenleyici Etki Analizi21: “Her fieyin Bir Fiyat› Vard›r!” DEA, “düzenleyici reformlar”›n süreklili¤ini sa¤lamada önemli bir yöntem olarak kabul edilmektedir. OECD Türkiye Raporunda, bir çok OECD ülkesinin aksine “düzenleyici reformlar”› koordine eden ve hükümet çap›nda düzenleme kalitesini izleyen bir idari birimden yoksun olmas› nedeniyle “düzenleyici reform”un h›z› ve düzenleme kalitesini olumsuz yönde etkiledi¤i ileri sürülmekte ve bu bak›mdan Türkiye’deki düzenleyici reformlar elefltirilmektedir22: Bu yöntemler [DEA], iyi bir sistem olan dan›flma mekanizmas›n› yeni kurallar›n etkilerini devaml› de¤erlendirme ifllemi ile birlefltirdikleri için, düzenlemelerin yüksek kalitede olmas›n› sa¤layan mükemmel usullerdir. Böylece yeni kurallar›n maliyet ve faydalar›n›n aç›k, belirgin ve dengeli olarak de¤erlendirilmesi mümkün olur. (Cesaret isteyen bu süreç iyi uygulanacaksa e¤itim ve yeni uygulamalar için yat›r›m yap›lmas›n› da gerektirir). DEA’n›n olmamas›, Türkiye’deki bugünkü düzenleyici kalite kontrol süreçlerinin bafll›ca zaaf›d›r. (s. 47)

OECD Türkiye Raporunda “mükemmel” olarak an›lan bu sistem, OECD Türkiye Raporu ile ayn› tarihlerde yay›nlanan bir baflka OECD raporunda, henüz gelifltirilmekte olan bir program olarak de¤erlendirilmekte ve bu program›n sonuçlar›n›n henüz tam olarak al›nmad›¤› belirtilmektedir23 (OECD, 2002a: 24). Bu noktada flu sorulabilir: OECD, henüz belirgin olumlu sonuç vermemifl bir yöntemi, neden fliddetle tavsiye etmektedir? Bununla kendisine küreselleflme sürecinde etkin olmaya çal›flan uluslararas› örgütler aras›nda bir yer açmay› m› hedeflemektedir? DEA bunun bir arac› olabilir mi? OECD Türkiye Raporunda s›k s›k tekrar edilen “DEA’y› uygulay›n›z” vurgusunun gerekçesi flöyledir: “… [G]örevli yetkililer, hükümetin teklif etti¤i önlemlerle ilgili olarak verdikleri kararlar› somut maliyet ve fayda hesaplar›na dayand›rmamaktad›r. Kanun tasar›lar›n›n halen eklenen gerekçelerinde, hemen hemen hiçbir say› veya nicel de¤erlendirme bulunmamaktad›r” (s. 65). Bu yöntemin ilk olarak ifl, ticaret ve yat›r›m üzerindeki etkilerinin araflt›r›lmas› önerilmektedir (OECD, 2002b: 157). Buradan hareketle flu söylenebilir: Düzenleyici Etki Analizi, kamu hizmetindeki “kamu yarar›” olarak bilenen ilkenin terk edilmesini kolaylaflt›rmaktad›r; çünkü OECD, art›k yasan›n maliyetinin de hesaplanmas› gerekti¤ini savunmaktad›r. 1993 y›l›nda OECD ülkelerinden birinde, bir kamu çal›flan›na “hukukun


OECD Türkiye Raporu Üzerine Elefltirel Bir Çözümleme

maliyeti nedir” fleklinde bir soru soruldu¤unda al›nan cevap flöyle olmufltu: “Bu bir yasal gerekliliktir, yani maliyet önemli de¤ildir” (OECD, 2002a: 24). “düzenleyici reformlar” için ise bu art›k bir kâr-zarar hesab›d›r.

Otoriterleflmeye Giden “Düzenli” Yollar Raporda daha otoriter bir devlet anlay›fl›n›n rotas› çizilmektedir. Hem Raporda örülen merkezileflme tarz› hem de merkezi birim ve DEA gibi yöntemler bu rotay› anlatmaktad›r. Biraz daha açal›m: Etkin bir devlet önerilmektedir; sadece kendi önerdikleri sistem etkin olarak kabul edilmektedir; önerilen sistem ise merkezi izleme birimleri ya da DEA yöntemi ile ülkenin tüm yönetim kademeleri aras›ndaki koordinasyonu, tüm faaliyetleri izlemek, kontrol etmek ve ay›klamak üzerine kuruludur. Görülece¤i gibi böyle bir sistem siyaseti etkisiz k›lmakla mümkündür ve bu yaklafl›m siyaseti etkisiz k›lman›n yollar›n› yapmaktad›r. Etkinlik, fleffafl›k, hesap verebilirlik, kat›l›mc›l›k… ne ad›na olursa olsun siyasetin alan›n› bu kadar daraltan bir sistem, mevcut güç iliflkilerini daha da güçlendirecek ve eflitsizlikleri daha da kemiklefltirecektir. Düzenleyici devlet modeli, merkezde güçlü birimlerin oluflturulmas›n› gerektirir; bu düflünce raporda s›k s›k tekrarlanan reformlar için güçlü siyasal liderli¤e yap›lan vurguda kendini göstermektedir. Ancak, reform süreci Rapordan anlafl›ld›¤› üzere “bitmeyen bir senfoni”yi and›rmaktad›r; çünkü de¤iflimlere ayak uydurmak üzere gelifltirilen bu reformlar, sürekli ve h›zl› bir flekilde yenilenmeyi gerektirecektir. Bu sürece ise, güçlü bir siyasal liderli¤in efllik etmesi gerekmektedir. Yani sonuçlar›na bir süre “dayan›lacak” bir yap›lanma de¤il, süre¤en bir süreç tarif edilmektedir. Bu tarif, ayn› zamanda reform karfl›t› muhaliflerin de etkisiz k›l›nmas›n› gerektirmektedir: “Bununla birlikte, düzenleyici reform program› güçlü bir muhalefetle karfl›laflacakt›r ve geçmiflte ekseriyetle görülen parçal› yaklafl›mlardan sak›n›lmal›d›r” (OECD, 2002b: 53). Otoriterleflmeyle ilgili bir baflka olgu da, önerilen merkezi izleme birimlerinin toplumsal denetime aç›k olmamas›d›r. Bir kez kurulduktan sonra bu kurumlar›n nas›l denetlenece¤ine dair herhangi bir de¤erlendirme olmad›¤› gibi, ileri sürülen “etkinlik” kriteri, bu birimlerin denetimlerden muaf tutulaca¤›n› da düflündürmektedir. Birimlerde çal›flanlar›n çok iyi e¤itilmifl, nitelikli personel olmalar› gerekti¤i d›fl›nda baflka bir bilgi bulunmamaktad›r. Do¤as› gere¤i siyasetten özerk tutulmas› gereken bu oluflumlar›n

157


158

Sonay Bayramo¤lu

24 1980’lerde, negatif devlet anlay›fl›n›n en önemli dayanaklar›ndan biri devletteki yolsuzluklard›; bu yolsuzluklar, devletin elindeki kaynak da¤›tma yetkisinden ileri geliyordu. O zaman, bu anlay›fl, devletin elindeki kaynaklar›n al›nmas› ile yolsuzluklar önlenebilir demekteydi. Uygulama, bu yönde bir olgu sa¤layamam›flt›r. Merkez, 80’lerde belediyeleri h›zla güçlendirmeye bafllam›flt›r; ama bilindi¤i gibi bu süreç, belediyelerin uluslararas› piyasalardan, hazine garantisiyle ald›klar› d›fl borçlanmalar›n›n artmas› ve merkezi hükümete yük olmas›yla sonuçland›. Bu nedenle raporda bu yönetim düzeyleri yolsuzluklar›n kökleflti¤i yerler olarak görülmektedir (bkz: OECD, 2002b: 28).

sonuçlar›, belirtildi¤i gibi, sadece maliyet-yarar analizi çerçevesinde de¤erlendirilmektedir. Yol açacaklar› toplumsal ya da siyasal sonuçlar hiçbir flekilde analize dahil edilmemektedir. 1950’den beri, liberal devlet politikas›n› benimsedi¤i kabul edilen Türkiye için, siyasal liderli¤in bu türden bir s›n›fsal ittifaka “hay›r” demeyece¤i ve benimseyece¤inin varsay›ld›¤› anlafl›lmaktad›r. Yerelleflme, merkezileflmeyi gerçekten d›fllayan bir yönelim midir? Hem rapordaki “düzenleyici devlet” yaklafl›m› hem de küreselleflme tart›flmalar›n›n oda¤›nda bulunan ulus devlet tart›flmalar›, ulus devletin elindeki yetkilerin ulus-üstü oluflumlara ve yerele devredilmesini önermektedir. Bu önerme do¤rultusunda, Türkiye’de merkezi hükümete ait pek çok yetkinin gündemdeki yerel yönetimler yasa tasar›s›nda oldu¤u gibi, yerel yönetimlere (il özel idaresi, belediyeler ve köy yönetimi) b›rak›lmas› önerilmektedir. (Ayr›ca bkz, Güler 2003b) Raporun çeflitli bölümlerinde yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerekti¤i vurgulan›yor olsa da, (OECD, 2002b: 10, 11, 21, 28, 46) as›l ilgi, merkezi hükümetin nas›l yeniden yap›land›r›laca¤›na odaklanmaktad›r. Bu çerçevede, yerel yönetimler, yolsuzluklar›n kökleflti¤i bir yönetim düzeyi olarak görülmekte ve denetlenmeleri önerilmektedir.24 Düzenleyici devletle ilgili olarak tart›fl›lmas› gereken bir nokta, yerelleflme ile Foucault tarz› bir merkezileflme aras›ndaki iliflkidir. Bu ikisi aras›nda do¤rusal bir d›fllama iliflkisinin varoldu¤u yönündeki egemen görüflün sorgulanmas› önemlidir. Raporda öngörülen türden bir merkezileflmeye, yerel yönetimlerin güçlenmesi (yerel yönetimlerin kendi iktisadi alanlar› içerisinde daha rahat olmalar› vb.) zarar vermez; aksine, bir süre yerele gömülmüfl göreli olarak ba¤›ms›z birimlerle merkezin daha rahat hareket edece¤i varsay›labilir. Merkezi “dümen tutan” yöneticiler (kurumlar) giderek do¤rudan ya da dolayl› olarak yerel “kürek çeken” vekillerini düzenlemektedir (idari yetki devri, belediyelerin güçlendirilmesi, ba¤›ms›z idari otoritelerin art›r›lmas› vb.). Merkez, sabit bütçe pay› kozu ile yerel yönetimleri birbiriyle yar›fl içine sokacakt›r. “Do¤ru” insanlar› bularak veya “do¤ru fleyleri” yapt›rarak ve düzenleyici araçlar› infla ederek (denetim mekanizmas›) kürek çekenlerin performanslar› gözetlenebilir. Merkezileflmeye giden yolda önemli bir baflka ad›m “deregülasyon” olarak bilinen uygulamad›r. Deregülasyon, bilindi¤i gibi, 1980’lerin y›ld›z› yükselen neoliberal kavramlar›ndan biridir. Günümüzdeki “düzenleyici devlet” yaklafl›m› ise, ilk bak›flta deregülasyon ile çeliflkili gibi görünmektedir. Oysa Raporda da yer


OECD Türkiye Raporu Üzerine Elefltirel Bir Çözümleme

ald›¤› gibi “deregülasyon” bir çeflit “yolu temizleme” süreci olarak ifl görmüfltür. Raporda flunlar söylenmektedir: “(ülke deneyimleri) ilk ad›m›n deregülasyon oldu¤unu ve bunun, tüm ekonomi çap›nda esneklik ve büyüme potansiyeli getiren etkinlik ve yenilikler için önemli bir itici güç oluflturdu¤unu göstermektedir”. Raporun mant›¤› çerçevesinde regülasyon ve deregülasyon sarmal›n› senaryolaflt›racak olursak, flöyle bir oyun metninden söz edebiliriz: Aktör-devlet ilk önce kuca¤›nda ne var ne yoksa— yer uygun mu de¤il mi bakmaks›z›n—yere döker. Sonra, bunlar› tekrar toplamak için yeni yöntemler gelifltirilir, ki buna reregülasyon denir. Ama tabii, dökmeyi bilen ancak toplamay› bilmeyen aktör-devletler için yard›ma haz›r birimler her zaman bulanacakt›r. Düflen bir enerji sektörünü, mesela aya¤a kald›rmak uzun sürecektir; devlet-aktörün düflürdü¤ü yerde onu ele geçiren piyasa-aktörleri vard›r ve bunlar› reregülasyon için ikna etmek pek kolay olmayabilir. Bunlar itiraz edecektir: “‹steyerek verdin, neden flimdi geri istiyorsun? Benim bütün beklentilerim buna uygun olufltu; ona göre beklentilerimi gelifltirdim; flimdi beklentilerimi y›kamazs›n, yoksa gider Tahkime flikayet ederim!”. Görüldü¤ü gibi rapor, politika gelifltirme stratejilerinin küresel ölçekte merkezileflmesini önerirken, politika uygulama inisiyatifinin de ademi merkezileflmesini istemektedir. By-pass edilen ulus devlet ölçe¤idir.

Sonuç Yerine: Emek Üzerinde Süreklileflmifl Otoriter Kontrol Sistemleri Yeni devlet anlay›fl›n›n en önemli argüman›, baflta ifade edildi¤i gibi, ulus devletin küresel de¤iflimlere geleneksel düzenlemelerle ayak uyduramamas›d›r. Oysa yeni devlet, bu sorunu aflmal› ve sürekli olarak kendini yeniden uyarlayabilmelidir. OECD Türkiye Raporu’nda ortaya konulan yeni devlet anlay›fl›nda ise, bu köklü de¤iflikliklerin yap›labilmesi için, güçlü bir siyasal liderli¤e ihtiyaç duyulmakta ve düzenlemelerin baflar›s› siyasal onaya ba¤lanmaktad›r. Yine OECD’nin küreselleflme tespitinden anl›yoruz ki, küreselleflme yeni ve ani de¤iflimlere sürekli haz›r olmay› gerektirmektedir. Bu durumda, güçlü siyasal liderlik, geçifl dönemleri ya da reform zamanlar›nda daha fazla gereksinim duyulan bir fley olarak görülmektedir. E¤er bu do¤ru ise, bu anlay›fla göre, geçifller ve reformlar hep sürüp gidece¤i için hep güçlü siyasal liderlere ihtiyaç duyulacakt›r. Bir baflka ifade ile, yeni devlet örgütlenmesi içinde, küreselleflmenin komutlar›-

159


160

Sonay Bayramo¤lu

na h›zla uyum gösterecek güçlü bir liderlik kal›c›laflmal›d›r. Peki bu “güçlü siyasi liderlik” düzenleyici devlet iradesine—ki bunu küresel sermayenin komutlar›na uyum gösterme iradesi fleklinde okumak mümkündür—ya sahip olmazsa? Böyle bir sorunun sadece OECD Türkiye Raporunda de¤il, di¤er raporlarda da cevab› yoktur. Çünkü OECD, kalk›nmay› amaçlayan her liderin küreselleflmeye uygun bir yönetim tarz› benimsemesinden baflka yolu olmad›¤›n› kabul etmifltir. OECD’nin haz›rlam›fl oldu¤u rapor etraf›nda, “düzenleyici devlet”in ne oldu¤unu keflfetmeye çal›flt›¤›m›z bu yaz›da, öne ç›kan birkaç noktan›n alt›n› çizmek gerekmektedir. ‹lk nokta dönüflümün dayand›¤› “zorunluluk” ilkesidir. Devletin yeni rolü ya da yeni yap›s›, küreselleflmenin zorunlu sonucu olarak tarif edilmektedir: Küresel piyasa devletin bu yeni rolünü zorunlu k›lmaktad›r. Zorunluluk kapsam›nda devletin tamamen piyasa mant›¤›yla, yani iflletme mant›¤›yla yönetilmesi gerekmektedir. Bunun için devletin hem kurumsal yap›s›n›n hem de yönetsel zihniyetinin dönüflmesi gerekmektedir. Bir dizi zorunluluk, öncelikle yurttafl ya da vatandafl kategorisini yok etmekte, vatandafl müflterileflmektedir. Vatandafll›k haklar›n›n yerini “tüketici haklar›” al›rken, toplum müflterilerin oluflturdu¤u, müflteri haklar›na göre örgütlenmifl bir yap›ya dönüflmektedir. Analize, “küresel piyasa kural›” ile baflland›¤› için, her fley bu kurala uygun olup olmamas› bak›m›ndan de¤erlendirilmektedir. Kat›l›m, fleffafl›k, denetim, kontrol, yasal çerçeve gibi her tür düzenleme, zorunlu olarak küresel piyasa kurallar›na uygunluk bak›m›ndan tan›mlanmaktad›r. Kat›l›m, fleffafl›k, hesapverebilirlik ya da sorumluluk, etkinlik gibi ilkeler, siyasal ve sosyal içeriklerini kaybediyor. Sadece ekonomik içerikleriyle bu ilkeler, devlet yerine büyük bir firmay› yap›land›rmaktad›r. Günümüzde hedeflenen de büyük ölçüde böyle bir fleydir. Bu ayn› zamanda, yeryüzünde metalaflmam›fl tüm alanlar›n ve yap›lar›n metalaflmas›na yard›mc› olacakt›r. OECD Türkiye Raporu, bu yönde at›lacak ad›mlar için önemli bir haritad›r. Türkiye’de dönüflüm sürecinin yabanc› sermaye ile gerçekleflece¤i yönünde bir öngörü bulunmaktad›r. Raporda, yabanc› sermayeye gerekti¤inde yerli sermayeye tan›nandan daha fazla ayr›cal›k tan›nmas›, birer kamu kurumu olarak kurulan üst kurullarda daha fazla yabanc› uzman çal›flt›r›lmas›, özellefltirmelerde yabanc› sermayeye öncelik verilmesi ve buna benzer pek çok vurgu bulunabilir.


OECD Türkiye Raporu Üzerine Elefltirel Bir Çözümleme

Özellikle kalk›nma ve modernleflme için yabanc› sermayenin gereklili¤ine yap›lan afl›r› vurgu, Türkiye’de “düzenleyici reformlar”›n yabanc› sermaye olmaks›z›n tamamlanamayaca¤› izlenimini vermektedir. Bu do¤rultuda Türkiye’de çok çal›flma yap›lm›flt›r. Örne¤in, Türkiye Hizmet Ticareti Genel Anlaflmas›’n› (GATS) imzalayarak bu yöndeki iradesini ortaya koymufltur (Güzelsar›, 2003). Ek olarak, buna uygun yeni düzenlemelerin yap›lmas› ifli kalm›flt›r. Örne¤in yeni Yabanc› Sermaye Kanun Tasar›s›’n›n bir an önce yasalaflmas›, üst kurullar›n kararlar›n›n temyizi için idari mahkemeleri devreden ç›karan özel uzmanl›k mahkemelerinin kurulmas›, tahkim sisteminin yerlefltirilmesi, hizmetler sektörünün yabanc› sermayeye aç›lmas›, radyo ve televizyon yay›nlar›nda yabanc› sermaye pay›n›n art›r›lmas›, hava ve deniz ulaflt›rmas›, liman ve bal›kç›l›k ürünleri iflletmelerinde %49 olan pay›n art›r›lmas›; mali hizmetler, madencilik ve petrol alanlar›nda devletten müsaade almalar› gereklili¤inin ortadan kald›r›lmas› vb (OECD, 2002b). Bunun yan› s›ra, Türkiye’ye yabanc› sermayenin daha önce, uygulanan tüm liberal düzenlemelere ra¤men gelmemesinin en önemli nedeni, siyasal istikrars›zl›k olarak görülmektedir. Öyle ise, yeni reformlar›n yan› s›ra siyasal istikrars›zl›¤a karfl› çok duyarl› olaca¤›n› varsayabiliriz. Dolay›s›yla sistemin, reformlar için “uygun” hale getirilmesi yani istikrars›zl›¤a izin vermeyen bir yap›ya kavuflturulmas› gerekmez mi? Siyasal yap›da bu türden de¤iflimin sonuçlar›n›n genifl bir flekilde tart›fl›lmas› gerekmektedir. Yasal düzeyde meydana gelen / gelecek de¤ifliklikler baz› ipuçlar› vermektedir.25 OECD’nin “düzenleyici reform” önerileri, piyasaya içkin olan›n, yani piyasan›n mant›¤›n›n devlet yap›s›na uyarlanmas›n›, buna uygun olarak devletin örgütlenmesini amaçlamaktad›r. Polanyi’nin “piyasa ekonomisi, ancak piyasa toplumunun kurulmas›yla—toplumun piyasalaflmas›yla—mümkündür” fleklindeki sav›na at›fla, devletin piyasa mant›¤›na göre düzenlenmesinin, toplumun piyasalaflmas› yolunda at›lm›fl en kritik ad›m oldu¤una flüphe yoktur. Rapor; giriflimciler, tüketiciler ve sivil toplum kurulufllar›ndan baflka bir toplumsal kategori görmemekte; ço¤u durumda, toplum sermaye s›n›f›yla eflitlenmektedir.26 Bu çal›flmada, OECD’nin düzenleyici reform program› elefltirel bir çözümlemeye tabi tutuldu ve küresel sermayenin kamusal alan› so¤urarak kendi mant›¤›n› devlet ayg›t›n›n kurulufl ve iflleyifli içine ne tür mekanizmlarla iflledi¤i ya da iflleyece¤i deflifre edilmeye çal›fl›ld›.n

161

25 fiu anda çok say›da kanun tasla¤› ve tasar›s› hükümetin ve Meclis’in gündemindedir: Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasla¤›, Kamu Personel Rejiminde yap›lmas› düflünülen de¤iflikliklerle ilgili çal›flmalar, Yerel Yönetimler Yasa Tasar›s› ve Kamu Bütçe reformu (Devlet Bakanl›¤›, 2003; Güler, 2003c; Erdo¤du, 2003). Di¤er yandan e¤itim gibi önemli bir kamu hizmeti alan›nda yaflanan geliflmeler de dikkat çekicidir. Ayr›nt›l› bilgi için bkz. E¤itim-Sen (2003). 26 Weiss ve Hobson’un (1999) bu yaklafl›m›, geliflmifl ülkelerin ekonomik kalk›nma tari hine de uygular.


162

Sonay Bayramo¤lu

Kaynakça

nu Üzerine Çal›flma”, Yay›nlanmam›fl Çal›flma.

Anti-Mai Bülten 33 (2001) http://www.antimai.org/blt/blt33.htm.

Güler, B. A. (2003b) “Yönetiflim: Tüm ‹ktidar Sermayeye”, Praksis, 9.

Baflbakanl›k, http: //www.baflbakanl›k.gov.tr

Güler, B. A. (2003c) “Devlette Reform”, Mimarlar Odas› Konferans›nda sunulan metin, 3 Mart, Ankara.

Cope, S., and J. Goodship (1999) “Comparing Regulatory Regimes in the New Governance”, The Annual Conference of the Political Studies Association of the United Kingdom’a sunulan tebli¤, University of Nottingham, 23-25 Mart. Cope, S., and J. Goodship (2000) “Regulating Collaborative Government: Towards Joined-up Government?”http://www.york.ac.uk/depts/poli/pac/papers/cope.htm, ‹ndirilme tarihi: 20 Nisan 2003 Devlet Bakanl›¤› ve Baflbakan Yard›mc›l›¤› (2003) Türkiye’de Kamu Personel Rejiminin Yeniden Yap›land›r›lmas› Sempozyumu ( 22-23 fiubat 2003), Ankara: TÜH‹S DTM, http://www.foreigntrade.gov.tr/DUNYA/ulus/63ekoisltes.htm ‹ndirilme tarihi: 12.03.2003. Efraim, A. D. (2000) Sovereign (In)equality in International Organizations, Boston: Martinus Nijhoff Publisdhers. E¤itim- Sen (2003) “Kapitalizmin Yeniden Yap›lanmas› ve E¤itim politikalar›”, De¤iflim Sürecinde Kamu Hizmetleri ve Sendikal Politikalar Sempozyumu’na sunulan tebli¤, 1-2 fiubat, Ankara. Güler, B. A. (2003a) “Kamu Yönetimi Temel Kanu-

Güzelsar›, S. (2003) “Küresel Kapitalizmin ‘Anayasas›’: GATS”, Praksis, 9. Karahao¤ullar›, O. (2002), Kamu Hizmeti (Kavram ve Hukusal Rejim), Ankara: Turhan. OECD (1996) Globalisation: What Challenges and Opportunities for Government? OECD/GD(96)64. OECD (1997) The OECD Report on Regulatory Reform, I ve II, Paris: OECD. OECD (2002a) Regulation Policies in OECD Countries From Intervention to Regulatory Governance, Paris: OECD. OECD (2002b) Türkiye’de Düzenleyici Reformlar, Paris: OECD. OECD, http://www.oecd.org Savc›, B. (1990) “Siyasal Kurumlar Alan›nda Hukuksal Yenileflme: Devrimleflme Üzerine”, Cahit Talas’a Arma¤an, Ankara: Mülkiyeliler Birli¤i. Scott, C. (2002) “The (Post-) Regulatory State”, Politics of Regulation Workshop, Universtat Pompeu Fabra’ya sunulan çal›flma, Barcelona, November. Weiss, L. ve J. Hobson (1999) Ekonomik Kalk›nma ve Devletler, Ankara: Dost


Praksis 9

| Sayfa: 163 - 182

Küreselleflme, Apolitiklefltirme ve “Modern” Ekonomi Yönetimi* Peter Burnham Çeviri: Baflak Alpan

›k s›k vurguland›¤› gibi burjuva sosyal bilimi “modan›n kendini adam›fl bir takipçisidir” (Horkheimer, [1937] 1976). Bu anlamda 1980’lerin ilk y›llar›nda, Foucault, Derrida ve Lyotard’›n çal›flmalar› seslerini duyurmaya bafllad›¤›nda, “yeni paradigma”n›n “farkl›l›k”, “yenilik” ve “tikellik” gibi terimlerinin ve öznelcilik ile yetkilendirmenin mikro politi¤inin kutsamaya bafllanm›fl olmas› da bir sürpriz olmamal› bizim için.1 Post-yap›salc› “okuma” her ne olursa olsun, relativist mesaj çok aç›kt›: Modernizmin üst anlat›lar› (Marksizm baflta olmak üzere) reddedilmeliydi. 1990’larda sosyal bilimlerin “küreselleflme”yi keflfi, bize bir büyük anlat›y› yeniden tan›tt›: serbest piyasan›n var olan bütün Çin Setleri’ni yerle bir eden arz-› endam›. Fakat k›sa bir zamanda a盤a kavufltu¤u gibi paradigma kurucular›”n›n ellerinde küreselleflme fenomeni, post-modernist ideolojiyle birebir örtüflmekteydi: asl›nda küreselleflme, Foucault’cu “söylem kuram›”n› mükemmel bir flekilde bütünlüyordu. Sadece “tek bir mant›k olarak küreselleflme” sav› çökmekle kalm›yor, ayn› zamanda “küreselleflmenin birden çok mant›¤› olan bir süreç” oldu¤u iddia ediliyordu –ki bu önerme ademi merkeziyetçilik ve yerelcili¤in mant›¤› ile de örtüflüyordu. Her fleyin ötesinde “küreselleflme” modernizmin bütünlefltirici gücünün de sonunu simgeliyordu: ulus-devlet. Tabii ki tart›flma götürmez bir küreselleflme tan›m› yok. Higott, (1997: 6) eklektik uluslararas› ekonomi politik ortodoksisinin örne¤ini vererek, küreselleflmenin: (a) teritoryal ve yönetsel s›n›rlar taraf›ndan engellenmeyen ekonomik, siyasi ve sosyal alanlar›n s›n›r-ötesi pratiklerini artt›ran sonuç

S

* Makale’nin yer ald›¤› eser: Bonefeld, W ve K. Psychopedis (der.) (2000) The Politics of Change: Globalization, Ideology and Critique, Palgrave. 1 ‹yi bir özet için bkz. Bromley (1991: 129-50).


164

Peter Burnham

2 Eklesiastes, M.Ö. 2. yüzy›la kadar uzanan ve Antik Yunan Felsefesi’nin yap›tafllar›ndan olan kutsal bir kitap ve onun ö¤retisidir. Geleneksel teolojiye karfl› ç›kan, insan varl›¤›n›n amac›n› sorgulayan ve önceden belirlenmifl ve tekdüze bir varolufl öngören ö¤reti, metinde ö¤retinin öngördü¤ü eskataloji ve de¤ifltirilemezlik çerçevesinde kullan›l›yor. (ç.n.)

ve süreçlerin ortaya ç›k›fl› (b) post-modern dünyan›n nas›l daha “yönetilebilir” k›l›naca¤›na dair tek görüfl ortaya koyan bir politik bilgi söylemi oldu¤unu söylüyor. Bu görüflte üstü kapal› olarak anlat›lan, ekonomik karfl›l›kl› ba¤›ml›l›¤›n ve özelde finansal piyasalar›n gücünün küresel yönetiflim yap›lar› ile sonuçlanan modern kapitalizmin gidiflat›n› nas›l de¤ifltirmekte oldu¤udur. Küreselleflme tezine yöneltilen en temel tepkiler, iki flekilde geliflti: Ya “Hiçbir fley de¤iflmedi” (“yerkürede yeni olan hiçbir fley yok”) diyen Eklesiastik ça¤r›ya uyarak2 ya da “Her fley yeni” (ve muhtemelen “tarih bofl laftan ibaret”) tezini savunarak. Kuflkucular ve realistler küresellik iddialar›n› defederek ve devletin iktidar›n› yeniden teslim ederek ayn› safta yer al›rlarken (Hirst ve Thompson, 1996; Waltz, 1979) liberaller ve post-modernler temel siyasi otorite olarak devletin geri çekildi¤ine ve hatta yok oldu¤una iflaret ediyorlar (Ohmae, 1995) Realist-liberal karfl›laflmas›n›n yaratt›¤› oldukça steril olan bir tart›flma yerine, makalenin bu bölümü küresel bir ba¤lamda devlet, s›n›f ve sermaye iliflkileri ile ilgili olarak Marksist düflünceye bir dönüflün, var olan endüstriyel, siyasi ve ekonomik de¤iflimleri aç›klamak için çok daha yap›c› olaca¤›n› savunuyor. Benim argüman›m üç noktada toplanabilir: ‹lk olarak, küreselleflmeyle ilgilenen ço¤u kuram, devlet ve piyasay›, sosyal gerçekli¤in birbirinden ayr›flt›r›lm›fl ve izole edilmifl, birbirine d›flsal ve oluflsal bir biçimde var olan iki yönü olarak gördükleri için, devlet-piyasa iliflkisini tatmin edici bir flekilde kavramsallaflt›ram›yorlar. Bunun sonucu olarak da, popülist (ve yanl›fl yönlendirici) bir “devlet iktidar›n› piyasaya kapt›rd›” iddias› ç›k›yor ortaya. Oysa bunun tam tersine, Marksist yöntem söz konusu iliflkiyi içsel olarak görür ve bizi, hali haz›rdaki de¤iflimleri organik bir bütünün yeniden oluflturulmas› olarak yorumlamaya sevk eder. ‹kincisi, uluslararas› yeniden yap›lanma sürecinin ulus devlet taraf›ndan eme¤i daha s›k› disipline etmek ve emek-sermaye iliflkisini yeniden organize etmek (re-organize) amac›yla, üstlenildi¤ini tart›flaca¤›m. Bu noktada belirtmeliyiz ki küresel kapitalizm hala antagonistik bir devlet sistemi olarak kuruluyor ve küresel ekonomi politi¤i karakterize eden de¤iflimler, kökleri emek-sermaye çeliflkisinde yatan sorunlar› çözmek amac›yla devletler taraf›ndan ortaya konuluyorlar. Son olarak, var olan yönetim stratejilerinin ekonomi politikalar› söz konusu oldu¤unda, keyfiyetten kurala do¤ru bir kay›fl›, meflru siyasi, ekonomik ve endüstriyel eylemleri birbirinden ay›ran s›n›rlar›n yeniden çizilmesini ve çeflitli alanlarda karar verme mekanizmalar›n›n parçalanmas›n› ve yetki


Küreselleflme, Apolitiklefltirme ve “Modern” Ekonomi Yönetimi

devrini içeren apolitiklefltirme (depoliticization-siyasetten ar›nd›rma) kavram› taraf›ndan karakterize edildi¤ini savunaca¤›m. Para ve eme¤in düzenlenmesi gibi devletin temel eylemleri anlam›nda, 1980’in ortalar›ndan beri apolitiklefltirilmifl yönetim formlar› yönünde ciddi bir tercih görülüyor. Apolitiklefltirme olarak anlam›n› bulan “küreselleflme dili”, karar vermenin politik yönünü ortadan kald›rarak ve böylece politika uygulamalar›n›n etkinli¤ini artt›rarak, devlet yöneticilerinin küresel sistemdeki de¤iflimlerden faydalanabilmelerini sa¤lad›. K›saca, post-modernist ideolojinin, küreselleflme ve apolitiklefltirmenin beraberinde getirdi¤i stratejiler ne bizim için yeniler, ne de kurulu iktidar odaklar›n›n sonunu simgeliyorlar. Tam tersine, bu süreçlerin en iyi flekilde, tarihsel analiz kullan›larak ve en sofistike ve “kredisi bitmifl” üst anlat› olan klasik ekonomi politi¤in mirasç›lar›n›n yapt›klar›n› sürdürerek anlafl›labilece¤ini öne sürece¤im. Yaz›n›n ilk k›sm› küresel ekonomi politik çerçevesinde ulusal devletin de¤iflen kimli¤ini anlamak için kullan›lan üç popüler yaklafl›m› tart›fl›yor. “post-Fordist devlet” “Yeni Dünya Düzeni/devletin ortadan kaybolmas›” ve “devletin uluslaras›laflmas›” gibi terimlerle anlam›n› bulan tart›flmalar gözden geçirilecek ve bulgular üç ana k›s›mda toplanacak. Birincisi, bu tart›flmalar küreselleflmenin nas›l piyasan›n, devletin egemenlik ve ulusal özerkli¤ini kaybetmesine yol açan iktidar›n› olanakl› k›ld›¤›n› vurgulayarak, devlet ve piyasay› iki karfl›t sosyal örgüt olarak konumland›r›yorlar. Asl›nda, bu görüflün zay›fl›¤›, devletin ve piyasan›n, s›n›f analizine olanak vermeyen bir biçimde fleylefltirilmesinde yat›yor. Dahas›, bu görüfl, devlet ve piyasay› daha genifl ve temel sosyal iliflkiler bütününün birer parças› olarak kavramsallaflt›rmam›z› da engelliyor. ‹kincisi, incelenmifl bu yaklafl›mlar 1973 öncesi ulusal devletin sermaye üzerindeki kontrolünü oldu¤undan fazla gösteriyorlar. Bu yolla, Keynezyen Refah Devleti gibi tarihsel olarak do¤ru olmayan kavramlar› kullanarak 1970lerdeki küresel ekonomi politi¤in fikirlerine de destek ç›k›yor bu görüfller. Son olarak da bu yaklafl›mlar, emek-sermaye iliflkisini, yeniden yap›lanma sürecinin kendisine d›flsal olarak görüyorlare¤er bu gerçekten burada söylenmeyi hak ediyorsa. Bölümün ikinci k›sm› Marksist yöntemi bir alternatif olarak kullanabilece¤imizi savunuyor. Son k›s›m ise bu yaklafl›m›n çeflitli yönlerinin, “küreselleflme dönemi”nde ve apolitiklefltirme kavram› ba¤lam›nda ‹ngiltere’deki devlet-sermaye iliflkilerini karakterize etmek için kullan›labilece¤ini gösteriyor.3

165

3 Daha fazla detay için bkz. Bromley ve Burnham (1996, 1998); ve Burnham (1997).


166

Peter Burnham

Küreselleflme Döneminde Devlete Ne Oluyor?

Post-Fordist Kuram

“Post-Fordizm” kavram› düzenleme kuramc›lar›, devlet kuramc›lar›, siyaset sosyologlar› ve endüstriyel iliflkiler alan›ndaki birçoklar›n› oldukça heyecanland›rd›. (bkz. Bonefeld ve Holloway’e yap›lan katk›lar). Jessop (1994), üretimin uluslararas›laflmas›n› beraberinde getiren post-Fordist birikim rejiminin art›k post-Fordist bir devlete gereksinim duydu¤unu iddia ederek, bu alandaki kuramlar›n en sofistike ve aç›k olan›n› ortaya koyar. Post-Fordist devlet “afl›r›-liberal” bir devlet biçimidir ve gitgide artan bir oranda alttan, üstten ve yatay olarak “içi boflalt›l›r” (hollow out). Ulus devletin kapasitesinin bir k›sm› birleflik-bölgesel ve uluslararas› kurumlara ya da ulusal devletin s›n›rlar› içindeki baz› yerel düzeylere devredilirken, bir k›sm› da merkezi devleti devre d›fl› b›rakan ve baz› ülkelerde mevkileri ve bölgeleri birbirine ba¤layan yerel ve bölgesel bir tak›m a¤lar yarat›r. Bu flekliyle Jessop’un kuram›- ki Jessop kendi analizine “düflünce deneyi” ad›n› verir- çok belirlenimci, tek nedenci ve yap›sal ifllevselcili¤in eksiklerinden zarar görüyormufl gibi gözükmekte. Devlet biçimi birikim rejiminin “gereksinim”lerinden türetilmektedir ve bu gereksinimlerin giderildi¤i biçimin tan›mlamas› da, sosyal de¤iflime ve yeni kurumsal düzenlemelere bir aç›klama teflkil etmektedir. Bu yaklafl›mda, s›n›f iliflkileri (ve uygulamadaki çeliflkisi) yeniden yap›lanma sürecine d›flsal olarak görülür, ayr›ca emek ve devletin kendisi güçsüz ve post-Fordist ekonominin istemlerine pasifçe cevap verir bir konumda tan›mlan›r- ki bu ideal tipin kendisi bir çok endüstriyel sosyolog taraf›ndan reddediliyor. Dahas›, post-Fordizm kuram›, emek-sermaye-devlet iliflkisinde s›n›rlar/keskin k›r›lmalar ve Keynezyen refah devleti gibi biçimsiz yap›lara dayand›r›lm›fl bir tarihsel geliflim karikatürüne dayan›r (daha genifl bir elefltiri için bkz. Glyn, 1995; Matthews, 1968 ve Tomlinson, 1981). Bu modelde, devlet politikas›ndaki devaml›l›klar gözden kaç›r›l›yor ve varolan düzenlemelerin “yeni”li¤i sadece ve sadece, kendisi daha düzgün elefltirel bir analizin nesnesi olmas› gereken “savafl sonras› düzen”in baz› ö¤elerine afl›r› vurgu yaparak kuruluyor.

Yeni Küresel Düzene Do€ru/Devletin Yok Olmas› Bu popüler yaklafl›m, devletin sonunu çok yak›n gören liberal-dönüflümcü yaz›nla birlikte post-Fordist devlet tart›flmas›n›n veçheleri üzerine infla edilmifltir. Ohmae (1990, 1995) ve Strange


Küreselleflme, Apolitiklefltirme ve “Modern” Ekonomi Yönetimi

(1996) taraf›ndan yak›n zamanda ortaya at›lan tart›flmalar bu yöndedir. Bu tart›flma, tedbirli bir biçimde de olsa, solun var olan stratejileri ve pratiklerinin demode oldu¤unu söyleyen Held (1995) taraf›ndan gelifltirildi. Var olan stratejiler, kapitalizmin daha önceki ulusal safhas› için uygun olabilir, fakat küreselleflme bu stratejileri ifllevsiz k›lm›flt›r. Yeni küresel düzen ulusal devletin demokratik kontrolünden ç›km›flt›r ve bu nedenle demokrasi, ulus-ötesi bir sivil-toplum taraf›ndan yönlendirilen ulus-ötesi bir kavram olmal›d›r art›k. Bu noktada, yeni sosyal hareketlerin gündeminin savunulucu¤unu yapan post-modernizm politikas› ile aç›k bir paralellik kurmak olas›. Politikan›n bürokratik, hiyerarflik ve teknokratik ulusal formlar›n›n yerini- ki sendikac›l›k da bu gruptad›r- bireysel özerkli¤e ve özyönetime dayal› post-materyalist bir politika alm›flt›r art›k. Bromley’in (1991: 131) alayc› bir biçimde ortaya koydu¤u gibi, “Mutlu olabiliriz, politika bir anda popüler ve demokratik oldu¤u kadar tamamen parçalanm›fl ve tikeldir de”. Yine bize sunulan, piyasaya d›flsal ve güçsüz bir devlet ve keyifsiz bir demokratik devlete karfl› piyasay› destekleyen bir küreselleflmedir. Bu afl›r› piyasa iktidar› tart›flmas›, sonsuz küresel seçeneklerle dolu devletsiz firmalarla idare edilen devletsiz bir dünyada yaflad›¤›m›z› iddia eden Fortune dergisi/Ekonomist’e ait bir uluslararas›laflma süreci perspektifine dayan›r. Asl›nda, bu, Albert’in (1993), “100 y›l gibi bir süreden beri, demokrasinin ve ulus devletin güçleri dereceli olarak kapitalizmi ehlilefltirdi ve flimdi köprüler at›ld›. Bölünmüfl ve birleflememifl bir ulus-devlet ve onun çelimsiz s›n›rlar› art›k küresel kapitalist ekonomiye direnifl gösteremez.. Kapitalizm öncelikle devleti ehlilefltirmeyi amaçl›yor, ve sonuç olarak devletsiz yoluna devam etmeyi..” önermesinin de –belki de tesadüfen– vard›¤› sonuçtur (Albert, 1993: 256). Yeni sosyal hareketlerin varolan politik iktidar ve temsil yap›lar›n›n yerini alma kapasitesi gibi, küreselleflmeyi önceleyen ulus devletin “demokratik” do¤as› da oldu¤undan fazla idealize edilmektedir. K›saca, bu yaklafl›mlar, en etkileyici olan “gökkufla¤› koalisyonlar›”n›n zay›fl›¤›n›n ve hangi k›l›kta olursa olsun kapitalist devletin s›n›fsal karakterinin alt›n›n çizildi¤i 70 ve 80’lerin devlet tart›flmalar›yla iliflkilenmeyi baflaramaz (iyi bir özet için bkz. Clarke, 1991).

Devletin Uluslararas›laflmas›? Devletin de¤iflen kimli¤ini anlamaya çal›flan tüm giriflimler aras›nda en k›flk›rt›c› düflünce, “devletin uluslararas›laflmas›” te-

167


168

Peter Burnham

rimini kullananlarca ortaya at›lm›flt›r (Cox, 1987: 253-65 ve Cox ve Sinclair, 1996). Cox, tan›k oldu¤umuz fleyin, devletin yok olmas› de¤il, devletin dönüflümü (içteki ve d›fltaki yap›s›n›n ve ifllevinin yeniden örgütlenmesi) oldu¤unu savunur. Cox’un duruflu üç noktada tan›mlanabilir: Birincisi, tarihsel olarak devlet ulusal ekonomileri yerel refah ve istihdam› sa¤layabilmek amac›yla y›k›c› d›fl güçlere karfl› koruyan bir tampon/kalkan görevi görmüfltür. Cox’a göre, 1973’ten beri bu, yerel ekonomilerin dünya ekonomisinin gereksinimlerine uyarlanmas›n› sa¤lamak yönünde de¤iflmifltir. ‹kinci olarak, bu kay›fl, ulusal hükümetlerin yap›s›n› da etkilemifltir. Dünya ekonomisinin kanallar› görevini gören merciler, hükümetlerin yap›s› içinde üstün duruma gelmifltir (örne¤in sanayi ve çal›flma bakanl›klar› maliye bakanl›¤›n›n madunu oldu). Son olarak ise OECD, IMF, G7 gibi örgütlerde ve bu örgütler taraf›ndan kendilerine aktar›lan bilgi ve prensipleri ulusal politikalara dönüfltüren mercilerde somutlaflan ulus-ötesi bir oydaflma oluflturma süreciyle karfl› karfl›yay›z. Bu anlamda devletin görevi yerel ekonomiyi dünya ekonomisinin gereksinimlerine göre ayarlamakt›r. Devlet art›k, yerel ekonomi ve dünya aras›nda volan kay›fl›d›r ve “d›flar›dan içeriye uluslararas›laflt›r›lm›flt›r”. Bu devlet, “yönetimsiz yönetiflim”i yöneten, kendisinden daha büyük bir fleye ba¤›ml›d›r. Cox’un bu cüretli kuram› gelecek araflt›rmalar için ilginç aç›l›mlar sa¤l›yor. Ne var ki, tipik uluslararas› ekonomi politik gibi emek konusunda sessiz kal›yor. Bu, Sinclair’in (1996: 3) “Cox’un çal›flmas› uluslararas› iliflkiler kuram›n›n bildik de¤iflkenlerinin çok d›fl›nda” sözleri düflünülünce, oldukça paradoksal tabii; çünkü Cox, genel uluslararas› ekonomi politi¤e eme¤i entegre etmeyi amaçlayan elefltirel ve tarihselci bir bilim felsefesi yaratmaya çal›fl›yor. Fakat Cox’un çal›flmas›ndaki “problem çözme” ve “elefltirel” kuram aras›ndaki iliflki (ve Marksist ve Weberci yöntemi birlefltirme s›ras›nda yaflanan zorluklar) tam anlam›yla ortaya konulmuyor ya da çözüme kavuflturulmuyor ve Cox (1996: 88-90) farkl› kronolojik dönemleri, neredeyse 1945’ten bu yana, çal›flabilmek için farkl› yöntemlerin kullan›m›n› onayl›yor gibi görünüyor. Cox, böylece, genel uluslararas› ekonomi politi¤i elefltiriyor gibi gözükse de, yöntemsel ço¤ulculuk anlam›ndaki duruflu, devlet-piyasa aras›ndaki –daha önce bahsedilen– kavramsal ayr›kl›¤› ve genel uluslararas› ekonomi politikte var oldu¤u üzere, eme¤in bu yeniden yap›lanmaya, d›flsal bir flekilde kuramsallaflt›r›lmas›n› yeniden kuruyor. Bunu, Cox’un, hegemonik istikrar döngüsü örne¤inde oldu¤u gibi, bir çok ampirik çal›flma-


Küreselleflme, Apolitiklefltirme ve “Modern” Ekonomi Yönetimi

s›nda görmek mümkün ve sofistike neo-realist tart›flmalardan ayr› düflünmek pek de olas› de¤il.4 Devletin uluslararas›laflmas› anlam›nda, s›n›f iliflkileri (yani çeliflkisi) yeniden yap›lanma sürecine d›flsal olarak görülüyor ve emek ve devletin kendisi iktidars›z ve post-Fordist ekonominin gereksinimlerine pasifçe cevap veriyormufl gibi tasvir ediliyor. Dahas›, Cox’un kuram›, politika oluflturma anlam›nda (Cox, finansal sermayenin çeflitli fraksiyonlar›n›n buyru¤u alt›nda bir politika oluflturma aflamas› gibi basit ve fraksiyoncu bir fikri onaylar) bizi tarihsel olarak ikna edemez (1900’den beri ne zaman devletler temel öncelik olarak yerel refah›n pefline düflmüfllerdir ki?). Bunun yan›nda, küreselleflmenin devletlerce yönlendirilmesi (Panitch, 1994; Wolf, 1997) ve çeflitli devlet aktörleri taraf›ndan –ister sosyal demokrat ister liberal olsun- emek-sermaye iliflkilerinin yeniden yap›land›r›lmas› yoluyla kapitalist toplumdaki krizi aflma amac›n›n lanse edildi¤i gerçe¤ini görmezden gelir.5 Cox’un analizi elefltirel bir bak›fl aç›s› sunsa da, devlet - s›n›f iliflkisi ba¤lam›nda tutarl› bir kuram gelifltirememifl olmas›, küresel sistemin kavramsallaflt›r›lmas›nda önemli sorunlar yarat›r. K›sacas›, devlet ve piyasay› birbirine karfl›t iki sosyal örgüt olarak göstererek (dengeyi devlete karfl› Piyasa lehine düzenleyen küreselleflmeyle birlikte) Cox ve di¤er ekonomi politik yaklafl›mlar, üstü örtülü olarak da olsa, sosyal gerçekli¤i kat› kategorilere ay›ran ve yapay olarak ayr›flt›r›lm›fl kavramlar aras›nda d›flsal ba¤lant›lar araflt›ran liberal-gerçekçi duruflu takip eder.6 Uluslararas› ekonomi politik kuramlar›n›n ço¤u klasik ekonomi politi¤in bir devam› de¤il, bu flekliyle, Marx’›n ([1867] 1976: 174-5) “vülger ekonomi” diye adland›rd›¤› yaklafl›ma geri dönüfltür. Kuramsal sofistikasyonlar›n›n aldat›c›l›¤›na ra¤men, uluslararas› ekonomi politik yazarlar›n›n ço¤u küresel ekonomi politi¤i oluflturan karmafl›k organik sosyal iliflkiler bütününü kavrayamayan “devlet”, “Piyasa” ,“ba¤›ml›l›k”, “etkileflim”, “etki”, “özerklik” gibi totolojik kavramlar› yeniden üretir.

Devleti ve Piyasay› Yeniden Tan›mlamak: Klasik Ekonomi Politik ve Marx Klasik ekonomi politik gelene¤i, kapitalist üretim, da¤›t›m ve de¤iflim iliflkilerinin içsel çerçevesini kavramlaflt›rmay› görev olarak belirlemifltir kendisine. Klasik yazarlar›n amac› (William Petty’den John Stuart Mill’e), günümüze ait olaylar› betimlemek de¤il, toplumu oluflturan s›n›flar aras› iliflkileri aç›klamak ve bu iliflkileri düzenleyen yasalar› keflfetmektir (Clarke 1982; Gide ve

4

169

Bu, Burnham’da (1991) aç›k olarak anlat›l›yor. 5 Politika oluflturma sürecine “fraksiyoncu” yaklafl›m›n s›n›rlar›n›n daha kapsaml› bir elefltirisi için bkz. Clarke (1978) 6 Cox, küreselleflmeden yarar sa¤layan baz› “sosyal güçler” oldu¤unu savunsa da, güçlü Küreselleflme trendlerinin ulusal ekonomileri daha aç›k hale getirdi¤ini ve ulusal hükümetlerin “koruyucu tepki”lerini zay›flatt›¤›n› söyleyen standart uluslararas› ekonomi politik görüflünü kuram›na uyarlar. K›sacas›, “küresel sermaye, nüfuslar›n› koruyabilmek için devletlerin özerk ekonomik ve sosyal politikalar gütme kapasitelerini çok ciddi bir biçimde s›n›rlar” (Cox,1996:515-16). Uluslararas› ‹liflkiler kuram›ndaki ortodoksinin bir elefltirisi için bkz. Rosenberg (1994)


170

Peter Burnham

7 Marx ([1867] 1976: 174)

Rist, 1915). James Stuart ve Adam Smith için toplumun yap›s›, onun ekonomik kuruluflunu anlama üzerinden kavramsallaflt›r›l›r. William Robertson (1890: 104), “bir toplum taraf›ndan birlefltirilmifl insanlar›n eylemlerini aç›klamaya çal›flan her araflt›rmada dikkate de¤er ilk nokta onlar›n hayatlar›n› sürdürme flekilleri olmal›. Bu de¤ifltikçe, politikalar ve yasalar da de¤iflir” diyerek klasik argüman› sürdürür. Bu yönelme, post-modernist bir okuyucuya indirgemeci gelse de, küreselleflme kuramc›lar›n›n devlet ve piyasay› birbirine karfl›t iki sosyal örgüt biçimi olarak tan›mlamalar›n› aflan bir sosyal iliflki kavramsallaflt›rmas› sunar bizlere. Klasik gelene¤in mirasç›s› olarak Marks, “vülger ekonomist”leri burjuva üretim iliflkilerinin gerçek içsel çerçevesini araflt›ramamakla suçlar. Bunun yerine bu kuramc›lar, “Söz konusu iliflkilerin bariz çerçevesinde debelenmekten, bunu bilgiçlik taslayarak sistemlefltirmekten ve dahas› onlar için en iyi seçenek olarak, daimi gerçekler yerine, üretimin burjuva aktörleri taraf›ndan kullan›lan banal ve kendini be¤enmifl nosyonlar› iffla etmekten haz duyarlar” (Marx, [1867] 1976: 175). Küreselleflme kuramc›lar›n›n reddetti¤i kapitalist toplumdaki içsel iliflkilerin kavramsallaflt›r›lmas› meselesi, Gilpin’in (1987: 10), devlet, piyasa gibi kavramlar›n merkezili¤ine ra¤men, “Her biri birbirinden özerk geliflse de piyasan›n devlete ya da devletin piyasaya sebebiyet vermesi, çözümlenmesi bu kitaptaki argümanla ilgisiz olan önemli tarihsel olgulard›r” tezini savundu¤u tumturakl› anlat›s›yla örneklendirilebilir. Tabii ki Marx, kapitalist toplum elefltirisini klasik ekonomi politi¤in sürekli bir de¤erlendirmesi yoluyla yapm›flt›r. Marx’›n erken ekonomik ve felsefi çal›flmalar›, içkin elefltiri yöntemi yoluyla, kendisini klasik ekonomi politi¤in do¤alc› temellerini sorgulamaya yöneltmifltir. Klasik yazarlar›n yanl›fl›, kapitalist toplumun tarihsel özgüllükler tafl›yan sosyal iliflkilerini do¤allaflt›rmak (ya da evrensel olarak temsil etmek) olmufltur. Klasik ekonomi politi¤in biçimsel soyutlamalar›n›n ard›nda, (rantiye, ücret ve kar üreten toprak, emek ve sermaye) sorgulanmayan tarihsel-özel bir postula yatar: özel mülkiyet. Klasik yazarlar, sadece özel mülkiyetin varl›¤›n› verili kabul etmek yoluylad›r ki, s›n›flar›n teknik olarak ifl bölümünden kaynakland›¤›n› varsayabilirler. Klasik ekonomi politi¤in en iyi örnekleri, Marx için de¤er ve onun önemi konusunda –tamamlanmam›fl olsa da– bir analiz sa¤larlar; ama hâlâ sorulmayan hayati soruyu sormay› baflaramazlar: “Bu içerik neden bu tikel formu almaktad›r?”.7 Asl›nda, Holloway’in


Küreselleflme, Apolitiklefltirme ve “Modern” Ekonomi Yönetimi

vurgulad›¤› gibi (1991: 73), Marks, form sorununu, kendi kuram› ve kendisi ile bu sorunu anlams›z bulan burjuva yaklafl›mlar› aras›nda önemli bir ay›r›c› bir çizgi olarak görür. Ayn› noktadan hareketle, Kapital, klasik yazarlar›n tersine emek ürünlerinin tarihsel olarak özgül ve geçici toplum biçimleri ba¤lam›nda meta haline geldiklerine vurgu yapmak amac›yla meta-biçiminin bir analiziyle koyulur ifle. Bu tarihsel ve materyalist temele dayanarak Marks, de¤er, art›-de¤er ve s›n›f kavramlar›nda köklerini bulan bir kapitalist toplum kuram› infla eder. Marx, liberalizmin izole edilmifl bireyini özel ç›kar›n kendisi zaten sosyal olarak belirlenen bir ç›kar oldu¤undan parodilefltirilir ve Smith’in s›n›flar aras› varolan ç›karlar›n uyumu kuram›n› çürüterek simetrik de¤iflim iliflkilerinin sömürüyü gizledi¤ini gösterir. Kapitalist toplum da, yararl› mallar›n üretiminin, art› de¤erin genifllemesine ba¤›ml› oldu¤u belirli bir toplumsal üretim biçimine dayand›r›l›r. Marks klasik yazarlarla “Sivil toplumun anatomisi ekonomi politikte aranmal›d›r” konusunda hemfikir olsa da, klasik kavramlar›n Marx taraf›ndan bütün olarak yeniden yorumlan›fl›, sonuçlar›n›n küreselleflme devrinde devlet-piyasa iliflkisini bir yenilik olarak aç›klamaya çal›flan birçok yaklafl›m taraf›ndan asimile edilmesi gereken bir sosyal bilim devriminin habercisidir. Devlet ve piyasay› birbirine karfl›t iki örgüt biçimi olarak konumland›rarak, burjuva küreselleflme kuramc›lar› sadece ampirik bir yanl›fl yapmakla kalmazlar, ayn› zamanda temellerini ekonomik kuramdaki marjinalist devrimden alan bir toplum kavramsallaflt›rmas›na da onay verirler. 19. yy’›n sonu Stanley Jevons ve Carl Menger yönetimindeki Avusturya Okulu’nun marjinal fayda kuramlar›na tan›k oldu. Marjinalistler ekonomiyi rasyonel eylem bilimi olarak praxiology’nin bir branfl› olarak yeniden tan›mlad›lar. Daha bilimsel ve matematiksel olarak daha kesin bir disiplin oluflturma çabas›nda, toplumun ekonomik bir kuram› olarak ekonomi politik, daha sonradan Robbins’in “insan davran›fl›n›, amaçlar ile alternatif kullan›m alan› olan araçlar aras›ndaki bir iliflki olarak çal›flan bilim” (Clarke, 1982; Matyas, 1985) biçiminde tan›mlamas›yla bir “pozitif ekonomi” haline geldi. Ekonomi, çok dar anlam›yla verili kabul edilen bir piyasa durumunda, kendi sübjektif tercihlerini ortaya koyan ve fayday› maksimize etmeye çal›flan bireylerin izole edilmifl çal›flmas›d›r art›k. Perlman’›n ortaya koydu¤u gibi (1973), ekonomi politi¤in pozitif ekonomiyle “yer de¤ifltirmesi”, önemli bir bilgi sahas›n›n, gerçeklikten pald›r küldür uza-

171


172

Peter Burnham

¤a at›lmas› ve asl›nda büyük bir kaç›fl demektir. Bu, sosyal eylem (sosyoloji) ve siyasal eylem (siyaset bilimi) olarak, spesifik ve indirgenemez eylem biçimlerine iliflkin tamamlay›c› “disiplin”lerin geliflimine yer açar. Klasik yazarlar taraf›ndan benimsenen varl›¤›n› sürdürme biçimi temelinde hukuk, yönetim ve toplumun organik ö¤retisi, “bireysel seçim”le uyum içinde olan fiyat ve kaynak belirleniminin siyasal olarak muhafazakar ve dar ö¤retisi olarak ele al›nd›. Modern küreselleflme tezinin yöntemi, bu marjinalist devrimle uyumlu olarak –ve onun bölünmüfl, ahistorik karakterini yeniden üreterek- yeniden kuruldu. Marksizmin en güçlü yönlerinden biri de, bu parçalanm›fll›¤› reddetmesidir (Bonefeld ve Holloway, 1995; Holloway, 1994). Modern sosyal bilimin devlet ve piyasa gibi kavramlar›n›n fetiflizmini, kat›l›¤›n› ve sabitli¤ini reddederek, bunlar›, ne kadar yabanc›laflm›fl ve sapk›n oldu¤una bakmaks›z›n, insan›n toplumsal prati¤i içinde çözündürür. Devlet-piyasa iliflkisini d›flsal ve oluflsal olarak görmek yerine, Marx’›n yaklafl›m›, antagonistik s›n›f iliflkilerini analizinin merkezine koyarak, devlet-piyasa iliflkisinin içsel ve gerekli oldu¤u öncülünden yola ç›kar; tabii ki bu iliflkinin kurumsal formu, s›n›f mücadelesinin tarihsel karakteri göz önüne al›nd›¤›nda de¤iflmektedir. Devlet, toplumsal üretim iliflkilerinin bir yönüdür (bu iliflkilerin farkl›laflm›fl ve tarihsel olarak özgül bir biçimidir), gücü yerel ve küresel sermayenin birikimini artt›rmak için s›n›rlar› içinde emek-sermaye iliflkilerini yeniden düzenleme yetisinden türemektedir (daha detayl› bir anlat›m için bkz. Holloway ve Picciotto, 1977 ve Clarke, 1991). Marx’›n devlete yaklafl›m›n›n böyle bir yorumu en tutarl› biçimiyle Sosyalist ‹ktisatç›lar Kongresi çevresinde ve Capital and Class dergisinde yap›ld›. Bu yaklafl›m, Marx’›n “metalar›n fetiflizmi” kavram›ndan hareketle, devleti, bir kategori olarak ayr›flt›r ve toplumsal iliflkilerin kat›laflm›fl ya da fetiflleflmifl bir biçimi olarak görür (bkz. Holloway, 1994). Ulus devlet ise küresel sermaye ak›fl›n›n bir “dü¤üm”ü ya da “moment”i olarak varolur ve geliflimi, bu nedenle, kapitalist toplumun karfl›tl›k ve krizler taraf›ndan yönlendirilen gelifliminin bir parças›d›r. 20.yy’›n bafllar›nda Bukharin’in (1915) öne sürdü¤ü gibi, burjuvazinin çeflitli gruplar› aras›ndaki mücadeleden baflka bir fley olmayan “ulusal devletler” aras›ndaki mücadele, havada as›l› de¤ildir, tam tersine, “ulusal” ekonomik organizmalar›n yaflad›¤› ve geliflti¤i özel bir ortam taraf›ndan (dünya ekonomisi) belirlenir. “Ulusal” siyasal ekonomiler (ve aralar›ndaki sosyal ifl bölümü) sadece dünya ekonomisinin –ve bu anlamda uluslararas› bir ifl bölümünün– bir parças› olarak var olurlar. Devletler, tek tek dünya ekonomisiyle entegre olufl bi-


Küreselleflme, Apolitiklefltirme ve “Modern” Ekonomi Yönetimi

çimlerini, üretim, ticaret ve finans kanallar›n› kullanarak, de¤ifltirmeye çal›flabilirler, fakat birikimi artt›rma ve uluslararas› ve yerel ölçekteki s›n›f mücadelesini yönetme yetileri taraf›ndan sar›l› bulurlar kendilerini. (bkz.bu kitapta Bonefeld). Yani, Marx’›n yaklafl›m› devleti, Yeni Toplumsal Hareketlerin yarar›na bir kategori olarak reddetmez, ama daha çok ulusal devletler aras›ndaki iliflkileri, devletleri s›n›f iliflkilerinin küresel kompozisyonunun momentleri olarak oluflturan sosyal iliflkilere göre de¤erlendirir. Belirli kurumsal karakteristiklerin bitiflini devletin sonu ile eflit gören kuramlar›n tersine, Marx’›n yöntemi “politik biçim”e dikkatimizi çeker ve emek ve paran›n yönetiminin kapitalist toplumlardaki devlet müdahalesinin temel ekseni oldu¤unun alt›n› çizer. Birçok durumda, de Brunhoff’un (1978: 2) iflaret etti¤i gibi, kriz yönetiminin bir flekli olarak para politikalar›, tarihsel olarak, eme¤in kapitalist buyru¤a tâbiyetini kurmak için ekonomik durgunlu¤u düzenleme arac› olarak ifllev görmüfltür. Bu bölümün geri kalan›, ‹ngiltere’de devlet-emek-sermaye iliflkilerdeki yak›n zamanl› iliflkileri, politiklefltirme ve apolitiklefltirme politikalar› baz›nda kavramsallaflt›rmak için bu yaklafl›m›n kullan›labilece¤ini göstermeyi amaçl›yor. Yukar›da detaylar›yla anlat›lan ve “devlet piyasa karfl›tl›¤›” gibi bir varsay›mdan yola ç›kan yaklafl›mlar›n tersine, az sonra anlataca¤›m bak›fl aç›s› “piyasalaflma”n›n nas›l devlet yöneticilerine fayda sa¤lad›¤›n› ve piyasa taraf›ndan yönlendirilen politikalar›n (küresel ba¤lamda) nas›l iflçi s›n›f›n› yönetme sürecini güçlendirdi¤ini gösteriyor. “Takdir hakk›”ndan “kural”lara kay›fl›n gerçek öneminin, devlet yöneticilerinin, küresel rekabet k›l›¤› alt›nda, emek-sermaye iliflkilerinin yeniden kurulmas› sürecini meflrulaflt›rmak için “d›flsal taahhütler” (ve küreselleflme) söylemini kullan›fl›nda yatt›¤› tart›fl›lacak (bkz. Gill, 1995, 1998).8

Apolitiklefltirme ve ‹ngiltere’deki “Modern” Ekonomik Yönetim 1945’ten 1980’lerin ortalar›na kadar ki, önceki Britanya yönetimleri emek ve sermayeyi yönetebilmek için içerme politikas›n› kulland›lar. Bu, ifl çevrelerini ve sendikalar› ve di¤erlerini daha ›l›ml› maafl taleplerine ikna etmek için, gittikçe daha ince planlanm›fl bir devlet müdahalesini gerektirdi. Görece tam istihdam ba¤lam›nda- ki Hazine daha sonra bunun rastlant›sal yap›sal durumlar›n bir ürünü oldu¤unu itiraf edecekti9- önceki yönetimler, merkezi otoritenin maafllar›n belirlenmesi üzerindeki tasarrufunu artt›rarak eme¤i, ahlaki teflvikler (ulusal ç›kar› öne sürerek örne¤in) ve yeni gözetim ve rehberlik ayg›tlar› yoluyla, düzenleme

173

8 Takip eden tart›flma özel olarak Britanya’ya, politize olmufl bir düzenleme biçiminden apolitiklefltirilmifl bir di¤erine kay›fla odaklansa da, buna merkez bankas› özerkli¤ine çok önem veren sosyal demokrasinin önceki kaleleri (‹sveç dahil) ve iflçi esnekli¤ini ciddi bir merkez bankas› ba¤›ms›zl›¤›yla eflgüdümlü olarak de¤erlendiren neo-korporatist modellerde de (Almanya), yani dünya çap›nda rastlamak çok olas›d›r.


174

Peter Burnham

9 PRO T267/12 “Talep Düzeyinin Kontrolüne Dair Politika 1953-1958” (Kamusal Kay›t Ofisi: Hazine Tarihi Muht›ras›, No:8, Temmuz 1965) (PRO:Kamusal Kay›t Ofisi’nin ‹ngilizce bafl harfleriç.n.) 10 PRO T267/28 “Hükümet Gelir Politikas› Özel Çal›flmas›” (Hazine Tarihi Notu, 1976)

yoluna gitti. Bir çok aç›dan, devlet politikas›n›n savafl sonras› hikayesi Kalecki’nin (1971: 141), tam istihdam›n sosyal ve ekonomik bir tak›m problemler yarataca¤› nedeniyle hükümetlerin bak›fl aç›s›nca sa¤l›ks›z oldu¤u ve büyük ölçekli iflsizli¤in, kapitalist ekonominin kusursuz iflleyebilmesinin ayr›lmaz bir parças› oldu¤u yolundaki görüflünü destekliyor. 1975, ayn› zamanda politik bir yönetimin baflar›s›z oldu¤unun çok aç›k olarak anlafl›ld›¤› y›l oldu. Hükümetin maafl politikalar›n› konu eden Özel Hazine Çal›flmalar›’ndan biri flöyle bitiyordu: 10 “Gelir Politikas›’n›n bizim enflasyon oran›m›z›n komflular›m›z›nkinden daha düflük olmas›na neden oldu¤u tart›flma götürmez bir gerçektir ve ithalat fiyatlar›yla ilgili sorunlar›n haks›z bir biçimde baflar›m›z› engelledi¤i de yak›n zamana kadar ortaya konamam›flt›r. Dahas›, söz konusu politikan›n gelirin daha adil ya da verimli da¤›l›m›n› baflaran bir formül buldu¤u söylenemez. Ulusal Fiyatlar ve Gelirler Genel Müdürlü¤ü’nün çabalar›na ra¤men, ekonomik büyüme ya da verimlili¤in beraberinde getirdi¤i bir “s›n›rlama” da yoktur. Sonuç olarak, bu güne de¤in, Gelir Politikas› bir baflar›s›zl›k olarak de¤erlendirilmelidir.” Ayn› tarihlerde, Bat› Avrupa’da görece tam istihdam› sa¤layan ekonomik koflullar›n de¤iflti¤i de bir gerçekti. Büyük ölçekli iflsizli¤in geri dönüflü, mali kriz, dalgal› kur rejimine geçerken yaflanan istikrars›zl›k ve finans piyasalar›n›n yeniden düzenlenmesi, Britanya’n›n eme¤in ve paran›n düzenlenmesi yolundaki görüfllerini yeniden de¤erlendirilebilir k›ld›. Kalecki (1971: 138), 1940’lar›n bafl›nda “Bir yönetimin nas›l yap›laca¤›n› bilmesi halinde tam istihdam› sa¤layaca¤› varsay›m›, yan›lsamadan baflka bir fley de¤ildir” diyordu. Sürekli bir tam istihdam rejiminde “iflten at›lma” tehdidi, gittikçe daha az bir disiplin mekanizmas› olarak ifllev görür ve iflçilerin artan Pazarl›k güçlerinin siyasal istikrars›zl›¤› artt›rmalar› ve “siyasi afl›r› yük” ve “yönetilemezlik” kavramlar›yla efllefltirilen bir tak›m problemlere yol açmalar› muhtemeldir. Görece tam istihdam zamanlar›nda devletin antienflasyonist bir politika güdebilmesi, hükümet, sendikalar ve iflveren kurulufllar› (ve bu iki grubun üyeleri ) aras›nda kurulacak muhtemel iliflkilerle do¤rudan s›n›rland›r›lm›flt›r. Bu gibi durumlarda, anti-enflasyonist politikalar›n uygulanmas› her zaman için artan s›n›f çeliflkisi tehdidini tafl›yacak ve sonuç olarak ekonomik/endüstriyel bir krizin bizatihi politik otorite krizine dönüflmesi riskini do¤uracakt›r (bkz. Goldthorpe, 1978: 186-214). Bu, kapitalist ve iflçi s›n›f›n›n çat›flan beklentilerini uzlaflt›rmay› amaçlayan bir devleti gözlemleyebildi¤imiz Britanya örne¤inde çok aç›kt›r. Bu, uzlaflt›rma çabas›, devlet müdahalesinin s›n›rlar›


Küreselleflme, Apolitiklefltirme ve “Modern” Ekonomi Yönetimi

üzerine giderek artan dozlarda bir mücadeleyle sonuçlan›r. 1920’lerin verdi¤i en önemli ders, –ekonomik politikalar anlam›nda– “takdir hakk›”ndan “kurallar”a geçerek, hükümetlerin emek ve sermaye üzerine empoze edilen finansal disiplini “d›flsallaflt›rabilece¤idir”. Kurallar dizgesi daha güçlü (ve daha uzak) oldukça, devletin amaçlar›n› gerçeklefltirirken kazanaca¤› manevra yetisi bir o kadar artar. Tam da, Britanya’n›n savafl öncesi 1Ä / 4.86 $ paritesine dönüflünün ard›ndaki, bu mant›kt›r. Söz konusu manevra, savafl öncesi paritenin çok yüksek oldu¤unu ve Britanya ekonomisine çok ac›l› ve gereksiz bir deflasyon getirece¤ini savunan John Maynard Keynes’in çok ciddi elefltirilerine hedef oldu (Block, 1977: 17). Alt›n Standard›’na dönüflü savunanlar›n bafl›nda gelenler, özelde, Hazine çal›flanlar›ndan John Breadbury ve Otto Nimeyer, alt›n standard›n›n, Britanya ekonomisini “politik ve daha uyumsuz amaçlar›” için manipülasyondan kurtulmufl bir “hilekarl›k düzeni”ne çevirece¤i konusunda çok serttiler (Rukstad, 1989: 440). Pratikte, Alt›n Standard›’n›n ve onun “otomatik düzenleyici mekanizmalar›”n›n enflasyona karfl› en iyi garanti oldu¤u yarg›s›na var›l›yordu. 1950’lerdeki Muhafazakarlar›n politize yönetime elefltirilerinde de benzer argümanlar kullan›l›yordu. Operasyon Robotu Plan›’n›11 destekleyenlere göre, piyasan›n kurallar› müdahaleci yönteme üstün gelmeliydi ve “E¤er daha tatmin edici yemek bulan çal›flanlar daha yüksek ücret isterlerse, iflsizlik onlar›n pazarl›k gücü yok edilinceye kadar artt›r›lmak zorundayd›”.12 1920’lerin deneyimi 1950’lerde dile getirilen elefltiriler ile birlikte, finansal piyasalar›n yeniden düzenlenmesinin apolitiklefltirilmifl kural-temelli politikalar›n uygulanmas›n› destekleyen argümanlar› güçlendirdi¤i bir ba¤lamda, yani 1990’larda, tekrar dikkate de¤er bulundu. Tam anlam›yla Ekim 1979’da ‹ngiltere’de 40 y›ll›k kur kontrollerinin terk edilmesiyle bafllayan finansal piyasalar›n yeniden düzenlenme süreci (artan sermaye hareketlili¤i ve gerçekten entegre olmufl küresel bir piyasan›n oluflturulmas›) hükümetlere aç›k olan mali ve parasal seçimleri önemli bir flekilde etkiledi.13 Döviz sat›c›lar› anti-enflasyonist politikalar taraf›ndan desteklenen ülke paralar›n› tutmay› tercih ettiklerinden, enflasyon karfl›t› politikalar›n güvenilirli¤i, hem retorik hem de maddi olarak çok önemliydi. Thomson’un alt›n› çizdi¤i gibi (1995: 1100-11), savafl sonras› dönemde, para piyasalar›, ço¤unlukla cari hesap dengesizlikleri taraf›ndan yönlendiriliyorken, art›k döviz kuru hareketlerinin bafll›ca belirleyicisi, faiz oran› farklar›yd›. 1980’ler ve 1990’lar, faiz oranlar›nda genel bir yak›nsamaya sahne oldu ve geçerli düzeyden daha gevflek bir para politikas› benimseyen her-

175

11 Bu plan, 1952’de, Sterlini dalgal› bir kur oran›na getirmeyi amaçl›yordu. Detaylar için bkz. Cairncross (1985: 234-71) ve Procter (1993: 24-43). 12 PRO T236/3242 “Sterlini Özgür B›rakmak”, Cherwell’in Churchill’e 18 Mart 1952’de gönderdi¤i Not. Plan›n muhaliflerinden olan Cherwell, Kabine’yi, bu operasyonun -ço¤unlu¤u az farkla sa¤lad›klar› düflünülürseMuhafazakar Parti hükümeti için riskli olaca¤›n› öne sürerek ikna etmeyi amaçl›yordu. Cherwell, tam olarak Robot’un savunucular›yla ayn› safta yer al›yordu. 13 “Deregülasyon” yerine “yeniden düzenleme” teriminin kullan›m amac› (“Reregulation”ç.n.), salt düzenlemelerin kld›r›lmas› yerine, son 20 y›ld›r yeni düzenlemelerin (genelliklepazar temelli kurallar) oluflturdu¤u karmafl›k bir süreç yafl›yor olmam›z. (bkz. Phil Cerny “The Deregulation and Reregulation in a more Open World, Cerny (1993 içinde):51-85 Bkz. Helleiner (1994) ve Thompson (1995).)


176

Peter Burnham

14 Detaylar için bkz.Van Dormael (1997) 15 Kurallar ve keyfiyet karfl›laflt›rmas› üzerine yaz›lm›fl literatür okumas› için bkz.Keech (1992:259-78); ve Kydland ve Prescott (1977:473-91). “Yeni anayasac›l›k” üzerindeki faydal› bir tart›flmalar için bkz.Gill (1995:399423; 1998:5-26).

hangi bir devlet, paras›n›n sat›n alma gücünün düflmesi gibi bir riskle karfl› karfl›yayd›. Uluslararas› döviz piyasalar›ndaki saydam ak›fllar rezerv müdahalelerini k›sa dönemli bir politika olman›n ötesinde baflka bir fley olmaktan hariç k›ld›¤›ndan dolay› para politikalar› art›k döviz kuru yönetimine tamamen ba¤l›d›r. Bu mali ve parasal koflullar›n net sonucu hükümetlerin enflasyon karfl›t› güvenilirliklerini artt›rma güdüsüne sahip olmalar›d›r (Thompson, 1995: 1103; Hirst ve Thompson, 1996: 143-51). Bu geliflmeleri, piyasaya devletin üstünde bir güç atfetmek olarak alg›lamak, flu anki düzenlemelerin “yenili¤i” hakk›nda bir çok tart›flmaya bilgi ak›fl› sa¤layan, çok genel-geçer bir görüfltür. Bu görüflün bir alternatifi ise, finansal piyasalar›n yeniden düzenlenmesinin, enflasyonla savaflmak ve bu yolla fiyat istikrar› sa¤lamak ad›na ücretlere afla¤› do¤ru bir bask› sa¤lamak için, hükümetlerin kullanabilece¤i en güçlü kamusal meflruiyeti sa¤lad›¤›n› görmek olacakt›r (bu arada tabii ki, devlet yöneticileri, devletler aras› finansal odakl› rekabetten do¤an Euro piyasalar›n›n yarat›lmas›ndan sorumluydular).14 Bir çok anlamda, finansal piyasalar›n yeniden düzenlenmesi, devletin iflçi s›n›f› karfl›s›ndaki gücünü artt›r›r; çünkü fiyat istikrar›n›n küresel ekonominin en hayati belirleyicisi oldu¤u ve rekabetin yoklu¤unun ifl ve kâr kayb›na dönüflebilece¤i gibi bir argüman etkili bir flekilde ileri sürülmektedir (Bonefeld ve Burnham, 1998). Bu anlamda, küreselleflme, “sadece” bir ideoloji olmaktan çok uzakt›r. Fiyat istikrar›n›n halk taraf›ndan para politikalar›n›n ilk amac› ve yüksek ücretlerin de enflasyonun bafll›ca nedeni olarak görüldü¤ü flu anki ortamda, tüm dünyadaki geliflmifl kapitalist devletlerde hükümetler, “takdir hakk›”ndan ise “kurallar”› kendisine temel alan ekonomik stratejiler uygulayarak enflasyonu kontrol alt›na almak istediler.15 Kural temelli yaklafl›mlar, hükümetlerin ekonomik politikalar› anlam›ndaki baz› sorumluluklar›n› hükümet-d›fl› organlara devir yoluyla yeniden düzenleyerek, ekonomide enflasyon karfl›t› mekanizmalar› kurmay› hedefliyorlar. Bu iki flekilde baflar›labilir: Birincisi, bu görevleri uluslararas› bir rejime, genellikle belirli kurallar koyan uluslararas› kurumlara devrederek (Alt›n Standard›, ERM gibi16). Bu, hükümetin manevra alan›n› daraltarak sisteme “otomatiklik” getirmeyi amaçlar. ‹kinci olarak da, görevler, kanunda belirlenen ve bu anlamda hükümetten ba¤›ms›z olan ulusal bir kuruma devredilmektedir (örne¤in mali sorumluluk yasalar›yla tamamlanm›fl merkez bankas›n›n özerkli¤ine do¤ru yönelimler), Kural-temelli stratejiler, hükümetlerin ekonomik politika yapma süreçlerini apolitiklefltirmeyi (ve bu anlamda hükümeti deflasyonist politikalar›n politik sonuçlar›ndan korumay›) amaçlarken,


Küreselleflme, Apolitiklefltirme ve “Modern” Ekonomi Yönetimi

“takdir hakk›” temelli yaklafl›mlar, ulusal hükümetler özellikle gelir politikalar› yoluyla enflasyonu kontrol etme anlam›nda merkezi bir rol oynad›¤› için, olabildi¤ince politiktirler. 1990’larda apolitiklefltirme stratejileri, sermayenin uluslararas›laflmas›na efllik etti. Apolitiklefltirme kavram›n›n bu bölümde, politikan›n sosyal ve ekonomik alanlardan tamamen çekilmesi ya da daha basitçe politik etkinin tamamen yok olmas› anlam›nda kullan›lmad›¤›n›n fark›na varmak çok önemli. Aksine, apolitiklefltirmenin kendisi oldukça politiktir. Esas›nda, söz konusu olan karar alma sürecinin politik yönünü daha uzakta korunakl› bir yere yerlefltirmektir. Bir çok anlamda, devlet yöneticileri apolitiklefltirmenin uzaklaflt›r›c› etkisinden yararlanarak, ekonomik süreçler üzerinde bir kol boyu uzaktan kontrol sa¤l›yorlar. Bunun da ötesinde, apolitiklefltirme stratejileri, politika yapma sürecinin verimlili¤ini ve güvenilirli¤ini ilgilendiren beklentileri de¤ifltirme amaçlar›n› gerçeklefltirebilmek için, bürokratik pratiklerin yasal oyunlar›na gereksinim duyar. Bu anlamda, apolitiklefltirme, (somut pratiklerle ilgisi olmayan) sadece bir ideoloji de¤il, içinde devletin politika yapma sürecinin gerçekleflti¤i haliyle de¤iflimleri yans›tan, de¤iflen maddi pratiklerin ideolojik etkilerinin alt›n› çizen, en güçlü harekete geçirifl biçimidir. K›sacas›, devletin -biraz da güvenilirli¤ini artt›ran- “nötrlü¤ü” çerçevesinde yeni bir kamusal alg›lama kurmay› amaçlayan bir harekettir. Bir yönetim tekni¤i olarak apolitiklefltirme, 1990’lardaki Britanya devlet politikas›n›n üç yönünde çok kolay görülebilir: ‹lk olarak gözlemlenen, bu süreçte yönetimin amaçlar›n› gerçeklefltirme yolundaki vaatlerinin bir biçimi olarak, tan›mlanm›fl yetkilerin görev bafl›ndaki partiden görünürde “apolitik” kurumlara devriydi. Bu anlamda en aç›k örnek, hükümetin parasal politika alan›nda ‹ngiltere Merkez Bankas›’na “operasyonel ba¤›ms›zl›k” verme hamlesiydi. 8 Ekim 1992’de Avam Kamaras› Hazine ve Devlet Hizmeti Komitesi’ne yollad›¤› bir notta Norman Lamant, ERM’nin yerine geçecek yeni politikan›n ana hatlar›n› çizdi. Enflasyon karfl›t› güvenilirlik, “politikalar› daha fleffaf ve kararlar› daha hesap verebilir yapmak amac›yla” art›k Hazine ve ‹ngiltere Merkez Bankas› aras›ndaki iliflkiyi yeniden yap›land›rmak yoluyla yarat›lmaya çal›fl›lacakt› (bkz. Jay, 1994: 169-205). 1992 Kas›m’›nda Lamant % 1 ile 4 aras› bir enflasyon hedefi koydu ve ‹ngiltere Merkez Bankas›’ndan enflasyon rakamlar›n› dört ayl›k ba¤›ms›z raporlar halinde istedi. May›s 1993’te Kenneth Clarke yönetimindeki ‹ngiltere Merkez Bankas›’na faiz oran› de¤iflimlerinin tamamlanmas› konusunda karar hakk› tan›nd›. En sonunda fiubat 1994’te, Clarke, para politikas› ba¤lam›ndaki karar alma mekaniz-

177

16 ERM (Exchange rate Mechanism’in bafl harfleri):1999’da yürürlü¤e giren Avrupa Para Birli¤i’nin bir önceki ad›m› olan Avrupa Para Sistemi (1979) çerçevesinde üye ülkelerin ortak bir sabit kur oran› koruma taahhüdü. Sistem, kur oranlar›n›n dalgalanabilmesi için ± %2.25 gibi bir marj b›rakmaktad›r. (ç.n.)


178

Peter Burnham

17 Detaylar için bkz. Bonefeld ve Burnham (1998:32-52); ve Smith (1998:2) 18 Yasaman›n etkisini iyi özetleyen bir anlat›m için bkz. McIlroy (1997:93-122). Kamu sektöründe eme¤in yeniden örgütlenmesi içn bkz. Fairbrother (1994,1998) ve Carter (1997:65-85)

mas› için yeni bir çerçeve belirledi: Para politikas›yla ilgili kararlar Merkez Bankas› Baflkan› ve Baflbakan aras›nda düzenlenecek toplant›larda al›nacak ve tutanaklar biraz gecikmeyle de olsa bas›na yans›t›lacakt›. Major yönetimi s›ras›nda bas›n taraf›nda oldukça iyi yans›t›lan merkez bankas› baflkan› - baflbakan tart›flmalar›, merkez bankas›n›n ba¤›ms›zl›¤›na do¤ru at›lan bu a¤›r aksak ad›mlar›n ne derece güçlü enflasyon-karfl›t› bir ç›pa rejimi oluflturdu¤unun sorgulanmas›na sebep oldu. 1995’te hükümetin tepkisi, fiyat istikrar›n› para politikalar›n›n ana amac› olarak yasa baz›nda kutsamak ve Banka içerisinde politika oluflturma sürecini destekleyen ba¤›ms›z bir Para Politikas› Komitesi kurarak Fransa Merkez Bankas›’n› takip etmek oldu. May›s 1997’deki Blair baflar›s›n›n uyan›fl döneminde, “Yeni Sol” Lamant ve Clarke taraf›ndan bafllat›lan reformlar› tamamlad›. Yeni Zelanda modeli çerçevesinde bir “operasyonel ba¤›ms›zl›k” yaratma hamlesi olan Dokuz kiflilik bir Para Politikas› Komitesi’nin oluflturdu¤u enflasyon hedefini takip etmek konusunda Merkez Bankas›’n› özgür b›rakt›.17 Eme¤in yönetimi söz konusu oldu¤unda, yetkilerin iktidardaki partiden al›nmas›, öncelikle sendikalar›n yasal olarak marjinalize edilmesinde, ikinci olarak da dikkati hükümetten mahkemelere çekecek biçimde, hükümet taraf›ndan desteklenen sendikalar›n yasal sistemi kullan›m› konusunda ve son olarak da devlet sektörünün yeniden düzenlenmesi ve sözde Yeni Kamu Yönetimi konusunda belli etti kendini.18 1990’lar›n Britanya’s›nda, apolitiklefltirmenin en aç›k görüldü¤ü ikinci biçim ise, politikalar›n hesap verebilirli¤ini, fleffafl›¤›n› ve d›flsal kontrolünü görünür bir biçimde artt›ran bir tak›m önlemler oldu. Mali ‹stikrar Yasas› ç›kartmak için yap›lan yak›n zamanl› hamleler, (ki genelde Yeni Zelanda’daki mali sorumluluk yasalar› örnek al›nm›flt›) ve hükümetin, OECD ve Dünya Bankas› ile temas halinde yönlendirilen politikalar›, aç›kl›k ve fleffafl›k için ‹yi Uygulama Yasas› ç›kartma amac› bu trendi çok iyi örnekliyor. 1997 Temmuz’unda Blair hükümeti mali politikay› iki kurala ba¤lad›. Öncelikle ekonomik döngü s›ras›nda, hükümet sadece yat›r›m yapmak için borç alacakt› (yani kamu harcamalar› vergilendirmeyle karfl›lanacakt›). ‹kinci olarak hükümet, ulusal gelirin bir kalemi olarak kamu borç düzeyini istikrarl› ve sa¤duyulu tutmak için gerekenleri yapacakt› (Hazine Müsteflarl›¤›, 1998: 1). Bu çerçevede, hükümet Mart 1998’de mali politikan›n “kamuoyu gözünde (kredibilitesi olan) güvenilir bir taahhüt”ü temsil etmesi gerekti¤ini ilan etti (Hazine Müsteflarl›¤›,1998: 2). Bu taahhüdü görünür k›lmak için Merkez Bankas› Baflkan› “hükümet-


Küreselleflme, Apolitiklefltirme ve “Modern” Ekonomi Yönetimi

lerin politik kararlar› nedeniyle sorumlu tutulabilmeleri için, uçar› mali politika riskini ortadan kald›rabilmek amac›yla” söz konusu kanunun yasama taraf›ndan kutsanmas› gerekti¤ini savundu (Hazine Müsteflarl›¤›, 1998: 3). Kanunun özünde mali politika yönetiminin befl prensibi vard›: Politikalar›n uygulanmas›, sonuçlar›n ortaya konulmas› ve mali amaçlar›n belirlenmesi s›ras›nda fleffafl›k, politika yapma sürecinde mali politikalar›n etkisi anlam›nda istikrar, kamu maliyesinin yönetiminde sorumluluk, sadece nesiller aras›nda olmayan adalet ve kamu sektörü bilançosunun her iki taraf›na da hâkim olabilmek için verimlilik. Bu amaçlar› yerine getirebilmek için ve daha da önemlisi halka spesifik politikalar›n nas›l daha önce ilan edilen prensiplerle ba¤lant›l› oldu¤unu gösterebilmek için, hükümet olas› Finansal Durum ve Bütçe Raporu’nu tekrar sahnelemek (ki bu raporun temel varsay›mlar›n› ortaya koymak ve sonuçlar ve önceki bütçe tahminleri aras›ndaki uyuflmazl›¤› aç›klamak da amaçlar› aras›ndayd›) ve k›sa ve uzun vadedeki mali stratejileri uzlaflt›rarak Ekonomik ve Mali Strateji Raporu haz›rlad›. Buna ek olarak hükümet, hesap verebilirli¤ini ve fleffafl›¤›n› artt›rmak ve ekonomik varsay›mlar ve teamüllerini kontrol alt›nda tutabilmek amac›yla Ulusal Denetim Ofisi’nin sisteme daha yak›n bir flekilde dahil edilmesini önerdi. K›saca, aç›kl›k ve hesap verebilirlik temelinde hakl›laflt›r›lm›fl bu önlemler yoluyla hükümet, hem temel aktörlerin (özelde kamu emekçileri sendikalar›n›n) beklentilerini de¤ifltirmeyi, hem de kendini s›k› mali politikalar›n sonuçlar›ndan ba¤›fl›k tutmay› amaçl›yordu. Sonuç olarak, apolitiklefltirme stratejisi, hükümetin manevra alan›n› s›n›rlayan ba¤lay›c› “kurallar”›n uygulanmas›n› ye¤ tutan bir ba¤lamda gerçekleflti. Avrupa çap›nda, bu strateji, temeli ERM ve Avrupa Para Birli¤i’nin 3. safhas›na geçiflle ilgili yak›nsama kurallar› olan sabit kur oran› sisteminin tercih edilmesinde de görülebilir. Britanya’da 1989’un sonlar›na do¤ru, ERM üyeli¤i, hükümeti ekonomik durgunlu¤un sonuçlar›ndan korurken enflasyonu düflük tutman›n en iyi yolu olarak görülüyordu (Bonefeld ve Burnham, 1996). Major ve Lawson ‹ngiltere Merkez Bankas›’yla 1990 y›l›n›n bafllar›nda ERM’ye kat›larak ‹ngiltere’nin önemli kazan›mlar elde edece¤i noktas›nda anlaflt›lar. Özelde, endüstrinin iki taraf›nda da periyodik kur oran› ayarlamalar›n› ortadan kald›rmak, Major’a göre, uzun dönem enflasyonist ücret ayarlamalar› sonucunu do¤uracakt›. 1980’lerde Thatcher’in çözümü, hükümet para arz›n› kontrolde zorland›¤› ve çeflitli parasal önlemler birbiriyle çeliflti¤i için zay›flam›fl olan para toplam›na odaklanmak oldu (Orta Vade Finansal Stratejisi) (Grant,1993: 56; Bonefeld, 1993: 162-77). Sürdü-

179


180

Peter Burnham

rülebilir bir ERM üyeli¤i için ön koflul, düflük ücretler ve iflin yo¤unlaflmas› yoluyla birim emek maliyetini düflürmekti. Enflasyon yükselirken, ERM hükümete “d›flar›dan uygulanan” parasal disiplin seçene¤ini önerdi (Sandholtz, 1993: 38). Aç›kça Major yönetimi, ba¤lay›c› kurallar baz›nda infla edilmifl uluslararas› bir rejime kat›larak “ekonomik uygulamalar”›n istenmeyen sonuçlar›ndan kaç›n›labilece¤ini düflünüyordu. Hükümet, ERM üyeli¤inin iflverenleri düflük ücret oranlar› ve iflçi bafl›na düflen üretimi korumak için ifl gücüyle karfl› karfl›ya gelerek, karlar› üzerindeki yüksek faiz oran› bask›s›n› telafi etmeye yöneltece¤ini umuyordu. Düflen bir döviz kuru art›k ne düflük verimlili¤i telafi edecekti, ne de pazarl›k güçlerini “kabul edilmez” flartlar› kabul etmeye zorlayacakt›. ERM, Britanya’n›n 1925’teki Alt›n Standard›’na dönüflünün bir tekrar›yd›. “Kemer s›kma politikas›” art›k küreselleflme dilinde, “kurallar”la ve “d›flsal taahhütler”le meflrulaflt›r›labilirdi. Hükümetin bak›fl aç›s›ndan ve daha baflka bir çok aç›dan ERM üyeli¤i ifle yarad›. Enflasyon, Ekim 1990’daki % 10.9’luk orandan Eylül 1992’de % 3.7 düzeyine kadar düfltü. Lamant özellikle Ekim 1990’daki büyük yürüyüfle kat›lan sendika liderlerinin enflasyona yaklafl›m›n›n u¤rad›¤› büyük de¤iflikli¤i müjdeliyordu. Fakat, her fleyin ötesinde, bu apolitiklefltirme süreci, Major’u ‹kinci Dünya Savafl›’ndan sonra en kötü ikinci ekonomik durgunlu¤un üstesinden gelmesini ve görev süresini bir dönem daha uzatmas›n› sa¤lad›. (Bonefeld ve di¤erleri,1995). Daha genifl bir ba¤lamda, kural-temelli stratejilerin kullan›lmas›, hükümetin, Dünya Ticaret Örgütü gibi yeni uluslararas› kurumlara, özellikle de örgütün can damar› olan daha önceki ayn› anlaflma prosedürlerini entegre etmifl ve DTÖ’nün kurallar›n› uygulayan anlaflmazl›k giderme mekanizmas›na, deste¤inde görülebilir.19 Bu bölümün argüman›, emek, devlet ve sermaye aras›ndaki içsel ve hayati iliflkileri kavramsallaflt›rarak, küreselleflme çal›flmalar› ba¤lam›nda çok rastlanan devletin gelece¤i konusundaki belirsiz genellemelerin önlenebilece¤iydi. Bence, bu noktada, 1990’larda bir çok apolitiklefltirme stratejisi ve uluslararas›laflma süreci taraf›ndan tan›mlanan devlet yönetimini analiz etmek çok daha anlaml›. Üretim, meta ve para ba¤lam›nda anlam bulan sermayenin yeniden üretimi, (popüler olarak “küreselleflme” olarak tan›mlanan), kapitalist ekonominin temel özelliklerini dönüfltürmedi henüz. “Ekonomik mucize” ve “yeni paradigma” gibi söylemlere karfl›n, hükümetlerin ve sermayenin karfl›laflt›¤› temel “problemler” hala de¤iflime u¤ramad›. n


Küreselleflme, Apolitiklefltirme ve “Modern” Ekonomi Yönetimi

181

Referanslar

Capital and Class, 5.

Albert, M. (1993) Capitalism vs. Capitalism, New York: Four Walls Eight Windows.

Cerny, P. (der.) Finance and World Politics, Aldershot: Edward Elgar.

Barker, C. (1978) “A Note on the Theory Capitalist States”, Capital and Class, 4.

Clarke, S. (1978) “Capital, Fractions of Capital and the State”, Capital and Class, 5.

Block, F. (1977) The Origins of International Economic Disorder, London: University of California.

Clarke, S. (1982) Marx, Marginalism and Modern Sociology, London: MacMillan.

Bonefeld, W (1992) “Social Constitution and the Form of Capitalist State” Bonefeld W., Gunn R. ve Psychopedis, K.(der.) Open Marxism,Vol.I içinde, London: Pluto.

Clarke, S. (1988) Keynesianism, Monetarism and the Crisis of the State, Aldershot: Edward Elgar.

Bonefeld, W. (1993) The Recomposition of the British State During the 1980s, Aldershot: Dartmouth

Cox, R. (1987) Production, Power and World Order, New York: Columbia University.

Bonefeld, W. ve Burnham, P. (1996) “Britain and the Politics of European Exchange Rate. Mechanism”, Capital and Class, 60.

Cox, R. (Sinclair T. ile birlikte ) (1996) Approaches to World Order, Cambridge: Cambridge University.

Bonefeld, W. ve Burnham, P. (1998) “The Politics of Counter-Inflationary Credibility in Britain, 19901994”, Review of Radical Political Economics, 30(1). Bonefeld, W. ve Holloway, J. (der.) (1991) Post-Fordism and Social Form, London: MacMillan . Bonefeld, W. ve Holloway, J (1995) “Money and Class Struggle”, Bonefeld, W. ve Holloway, J (der.) Global Capital, National State and the Politics of Money içinde, London: MacMillan.

Clarke, S. (der.) (1991) The State Debate, London: Macmillan.

de Brunhoff, S. (1978) The State, Capital and Economic Policy, London: Pluto Dimsdale, N. (1991) “British Monetary Policy since 1945” Crafts, N. ve N. Woodward (der.), The British Economy since 1945 içinde, Oxford: Oxford University. Fairbrother, P. (1994) Politics and the State as Employer, London: Mansell.

Bonefeld, W., Brown A. ve Burnham, P. (1995) A Major Crisis? The Politics of Economic Policy in Britain in the 1990s, Aldershot: Dartmouth.

Fairbrother, P. (1998) “State Restructuring and Implications for Trade Unions: The Case of United Kingdom”, Emek Çal›flmalar› Konferans›’nda sunulmufl yay›mlanmam›fl çal›flma, University of Warwick, Mart.

Bromley, S. (1991) “The Politics of Postmodernism”, Capital and Class, 45.

Gide, C. ve C. Rist (1915) A History of Economic Doctrines, London: Harap.

Bukharin, N. ([1915] 1972) Imperialism and World Economy, London: Merlin.

Gill, S. (1995) “Globalisation, Market Civilisation and Disciplinary Neoliberalism”, Millenium, 24: 3 .

Burnham, P. (1990) The Political Economy of Postwar Reconstruction, London: MacMillan.

Gill, S. (1998) “European Governance and New Constitutionalism: Economic and Monetary Union and Alternatives to Disciplinary Neoliberalism in Europe”, New Political Economy, 3: 1.

Burnham, P. (1991) “Neo-Gramscian Hegemony and the International Order”, Capital and Class, 45. Burnham, P. (1995) “Capital, Crisis and the International State System”, Bonefeld, W. ve J. Holloway (der.) Global Capital, National State and the Politics of Money içinde, London: MacMillan.

Gilpin, R. (1987) The Political Economy of International Relations, Princeton: Princeton University.

Burnham, P. (1997) “Globalisation: States, Markets and Class Relations, Historical Materialism, 1

Goldthrope, J. (1978) “The Current Inflation”, Hirsch F. ve J. Goldthrope (der.), The Political Economy of Inflation içinde, London: Martin Robertson.

Caincross, A. (1985) Years of Recovery, London: Methuen. Carter, B. (1997) “Restructuring State Employment”,

Glyn, A. (1995) “Social Democracy and Full Employment”, New Left Review, 211.

Grant, W. (1993) The Politics of Economic Policy, Hemel Hemstead: Harvester.


182

Peter Burnham

Harman, C. (1996) “Globalisation: a critique of a new ortodoxy”, International Socialism, 73 (Winter).

Marx, K. ([1867] 1976) Capital, Vol I, London: Pelican.

Hatton, T. ve K. Chrystal (1991) “The Budget and Fiscal Policy”, Crafts N. ve N. Woodward (der.), The British Economy Since 1945 içinde, Oxford: Oxford University.

Marx K. ve Engels F. (1848) The Communist Manifesto (farkl›).

Held, D. (1995) Democracy and the Global Order, Cambridge: Polity.

Matyas, A. (1985) History of Modern Non- Marxian Economics, London: Macmillan.

Helleiner, E. (1994) States and the Re-emergence of Global Finance, New York: Cornell University..

McIlroy, J. (1997) “Still Under Siege: British Trade Unions at the Turn of Century”, Historical studies in Industrial Relations, 3 (Mart).

Higgott, R. (1997) “Globalisation, Regionalism and Localisation”, IPE/NPE Konferans›’nda sunulmufl yay›mlanmam›fl çal›flma, University of Birmingham.

Matthews, R. (1968) “Why Has Britain Had Full Employment Since the War?”, Economic Journal, 78.

Ohmae, K. (1990) The Borderless World, New York: Fontana.

Hirst, P. ve G. Thompson (1996) Globalisation in Question, Cambridge: Polity.

Ohmae, K. (1995) The End of the Nation State, New York: Free.

HM Treasury (1998) A Code for Fiscal Stability, London: HMSO.

Panitch, L. (1994) “Globalisation and the State”, Socialist Register 1994, London: Merlin.

Holloway, J. (1991) “In the beginnning was the scream”, Common sense, 11.

Perlman, F. (1973) “Introduction”, Rubin I. Essays on Marx’s Labour Theory of Value içinde, Montreal: Black Rose.

Holloway, J. (1994) “Global Capital and the National State”, Capital and Class, 52. Holloway, J. ve S. Picciotto (1977) “Capital, Crisis and the State”, Capital and Class, 2. Horkheimer, M. ([1937] 1976) “Traditional and Critical Theory”, Connerton, P. Critical Sociology içinde, London: Penguin. Jay, P. (1994) “The Economy 1990-1994”, Kavanagh D. ve A. Seldon (der.), The Major Effect içinde, London: Macmillan. Jessop, B. (1994) “The Transition to Post-Fordism and the Schumpeterian Workfare State”, Burrows, R. ve B. Loader (der.), Towards the Post-Fordist Welfare State içinde, London: Routledge.

Petersmann, E. (der.) (1997) International Trade Law and the GATT/WTO Dispute Settlement System, Amsterdam: Kluwer Law. Procter, S. (1993) “Floating Convertibility”, Contemporary Record, 7: 1. Radice, H.(1997) “The question of globalisation”, Competition and Change, 2: 2. Robertson, W. (1890) Works, Vol II, Edinburg: Thomas Nelson. Rosenberg, J.(1994) The Empire of Civil Society, London: Verso. Rukstad, M. (1989) Macroeconomic Decision Making in the World Economy, London: Dryden

Kalecki, M. (1971) Selected Essays on the Dynamics of the Capitaist Economy 1933-1970, Cambridge: Cambridge University.

Sandholtz, W. (1993) “Choosing Union”, International Organisation, 47: 1.

Keech, W. (1992) “Rules, Discretion nd Accountability in Macroeconomic Policymaking”, Governance, 5: 3.

Sinclair, T. (1996) “Beyond International Relations Theory: Robert Cox and Approaches to World Order”, Cox, R. (Sinclair T. ile birlikte) Approaches to World Order içinde, Cambridge: Cambridge University.

Kydland, F. ve E. Prescott (1977) “Rules Rather than Discretion”, Journal of Political Economy, 85: 3. Marceau, G. (1997) “NAFTA and WTO Dispute Settlement Rules”, Journal of World Trade, 30: 2.

Smith, D. (1993) From Boom to Bust, London: Penguin. Smith, D. (1998) “Pounded by interest rates”, Sunday Times (Business bölümü), 15 Mart.


Praksis 9

| Sayfa: 183 - 220

Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler Tar›k fiengül

Girifl Son yirmi y›l gerek ekonomik gerek toplumsal gerekse de siyasal-yönetsel yap› ve iliflkilerde önemli de¤iflimlere flahit oldu. Gerek geliflmifl gerekse de azgeliflmifl kapitalist toplumlarda, devletin ve devlet yap›lanmas› içindeki özgün konumuyla yerel devletin de yeniden yap›lanma sürecinden pay›n› ald›¤› aç›kt›r. Keynesçi ve ithal ikameci birikim stratejilerinin çözülüp neoliberal birikim rejimlerinin hâkim hale geldi¤i bu dönemde, devlet ve yerel devletin söz konusu süreçlerin d›fl›nda kalmad›¤›, ülkelerin özgün konumlar› çerçevesinde önemli dönüflümler geçirdikleri gözlenmektedir. Söz konusu dönüflümün küresel, ulusal ve yerel ölçeklerdeki dinamiklerin etkilefliminin bir sonucu oldu¤u göz önüne al›n›rsa, yeniden yap›lanma süreçlerinin küresel ölçekteki etkileri ve bu etkilerin farkl› ülkelerdeki ortak noktalar›n›n tespitinin önemi aç›k hale gelir. Bu nedenle bu makale iki temel amaç etraf›nda flekillenmifltir. Birincisi, yerel devletin yeniden yap›lanma sürecine gerek geliflmifl gerekse de azgeliflmifl ülke örnekleri etraf›nda bak›lacakt›r. ‹kinci olarak da Türkiye özgünlü¤ü çerçevesinde yerel devletin yeniden yap›lanmas›na iliflkin bir de¤erlendirme yap›lacakt›r. Bu de¤erlendirme çerçevesinde, son dönemde yerel devlet etraf›nda ortaya ç›kan de¤iflim dinamikleri ve e¤ilimler ve bu yöndeki projeler de gözden geçirilecektir.1 Makalenin birinci bölümünde yerel devlet sorununa iliflkin kuramsal bir çerçeve sunularak bu alana iliflkin bulan›kl›¤›n giderilmesi hedeflenmifl, çal›flman›n ne tür bir yerel devlet yaklafl›m› içinde oldu¤u ortaya konulmufltur. ‹kinci bö-

1 Praksis Yaz› Kurulundan ismini bilmedi¤im baz› üyeler titiz ve yap›c› elefltirilerde bulundular. Çal›flman›n iyilefltirilmesine yapt›klar› katk›lardan dolay› kendilerine teflekkür ediyorum.


184

Tar›k fiengül

2 1. ve 2. bölümlerde fiengül’den (2000) yararlan›lm›flt›r. 3 Devlet konusunda farkl› perspektiflerin kapsaml› bir de¤erlendirmesi için bkz. Alford ve Friedland (1985).

lümde geliflmifl ve azgeliflmifl ülkelerde genel hatlar›yla kentlerin ve bu çerçevede yerel devletlerin ‹kinci Dünya Savafl› sonras›nda u¤rad›¤› dönüflümlere ve bu dönüflümlerin s›n›fsal sonuçlar›na dikkat çekilmifltir. Üçüncü bölüm benzer bir de¤erlendirmeyi Türkiye örne¤ine iliflkin olarak yapmaktad›r. Beflinci bölümde Türkiye’de yerel devletin dönüflümünde ortaya ç›kan krize dikkat çekilerek, AKP hükümetinin yerel devletin yeniden yap›land›r›lmas›na yönelik olarak haz›rlad›¤› tasar›lar elefltirel bir yaklafl›mla de¤erlendirilmektedir. Sonuç bölümü ise genel bir de¤erlendirmeyi içermektedir.2

1. Yerel Devlet Devletin kentsel süreçlerde oynad›¤› rollerin analizi, kaç›n›lmaz olarak devletin, daha özel olarak da yerel devletin nas›l tan›mlanaca¤› sorununu gündeme getirmektedir. Devletin kuramlaflt›r›lmas› sorunu bu makalenin hedeflerini aflan bir sorundur. Ancak tart›flmam›za ›fl›k tutmas› aç›s›ndan iki önemli noktay› vurgulamak yararl› olacakt›r. Birinci nokta, Poulantzas ve Jessop’› izleyerek, devlet iktidar›n›n belli bir kurumsallaflmay› da içeren toplumsal iliflki oldu¤udur. Di¤er bir anlat›mla, kapitalist devlet sadece özgün bir kurum de¤il, ayn› zamanda siyasal güçler aras›ndaki dengelerin özgün bir ifadesidir. Bu nedenle, ister merkezi ister yerel düzeyde olsun, devletin analizi kendi d›fl›ndaki toplumsal güçlere referans vermeden yap›lamaz (Poulantzas, 1978).3 Bu nedenle, devlet oluflumu s›n›flar aras› güç dengeleri çerçevesinde gerçekleflti¤inden, devletin yeniden yap›lanmas›n›n her durumda birikim stratejilerinin ‘ihtiyaçlar›na’ karfl›l›k gelen en optimal çözüm biçiminde ortaya ç›kt›¤› varsay›lamaz. Bu tür bir optimallik ancak mevcut güç dengelerinin izin verdi¤i ölçüde oluflabilecektir. Bununla birlikte, söz konusu iliflki tek yönlü de¤ildir. Devletin de¤iflen form ve ifllevleri siyasal mücadeleler ve güç dengeleri üzerinde önemli etkiye sahiptir. Di¤er bir anlat›mla, devletin yeniden yap›lanmas› siyasal güçlerin ve bu güçler aras›ndaki dengenin yeniden tan›mlanmas›na önemli etkilerde bulunur (Jessop, 2002). Bu anlay›fla paralel olarak vurgulamak istedi¤imiz ikinci nokta ise, devletin daha somut bir tan›m›n›n üç temel ö¤eye referansla yap›labilece¤idir. Bu üç boyut, belli bir kurumsal yap› ve iç örgütlenme, devletin içinde ve etraf›nda oluflan belli temsiliyet biçimleri ve devletin kendi d›fl›ndaki iliflkilere belli müdahale biçimleri olarak tan›mlanabilir (Jessop, 1990). Bu bölümün geriye


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

kalan k›sm›nda, söz konusu üç boyutu s›ras›yla ele alarak devletin kentsel düzeydeki rollerini ve örgütlenmesini tart›flaca¤›z. Devleti bir kurumlar toplam›na indirgemek do¤ru olmasa bile, kurumsal yap›lanman›n devletin önemli bir boyutu oldu¤u söylenebilir. Yukar›da da vurgulad›¤›m›z gibi, devlet, s›n›flar aras› siyasal dengelerin özgün bir ifadesi olarak de¤erlendirilirse, s›n›f içi ve s›n›flar aras› ayr›flmalara indirgenemese bile bu ayr›flmalarla yak›ndan iliflkili ayr›flmalar›n, çeliflkilerin ve farkl›laflmalar›n devletin kendi iç örgütlenmesinde de yaflanmas› kaç›n›lmaz bir durumdur. Bu nedenle, devleti monolitik bir yap›lanma olarak de¤erlendirmek yanl›flt›r. Tersine, kendi içinde önemli ayr›flmalar ve farkl›laflmalar›n ortaya ç›kmas› kaç›n›lmazd›r. Daha da önemlisi, bu çok say›daki kurum aras›nda ço¤u durumda önemli çeliflkiler ortaya ç›kmaktad›r ve bu nedenle de devletin bütünlü¤ü verili bir durum de¤ildir.4 Devletin kurumsal anlamda bütünlü¤ünün sa¤lanmas› bu amaca yönelik proje ve stratejilerin baflar›s›na ba¤l›d›r. Bu noktada bizim aç›m›zdan yerel devletin bu tür bir örgütsel yap›lanma içinde nerede durdu¤u sorusu önem kazanmaktad›r. Daha da önemli bir soru devlet ayg›t›n›n niçin merkezi ve yerel yönetim ayg›tlar› olarak farkl›laflmaya gereksinme duydu¤udur. Bu sorular›n yan›tlanmas›na yönelik olarak kapitalist toplumsal iliflkilerin eflitsiz geliflmesi olgusunu k›saca tart›flmak yararl› olacakt›r (Harvey, 1985; Smith, 1990). Çünkü devletin kendi içinde ifllevsel ve topraksal farkl›laflmas›n›n geri plan›nda eflitsiz geliflmenin yaratt›¤› farkl›laflma vard›r. Yerel devletin ortaya ç›k›fl›n› bu duruma bir yan›t olarak de¤erlendirmek yanl›fl olmayacakt›r. Duncan, bu noktay› çarp›c› biçimde özetlemektedir: Sosyal iliflkilerin eflitsiz geliflmesinden dolay›, bir yandan farkl› yerlerde farkl› politikalara ihtiyaç varken, di¤er yandan da bu farkl› politikalar› formüle edip uygulayabilecek yerel devlet kurumlar›na gereksinim ortaya ç›kmaktad›r. Yerel devlet kurumlar›n›n kökeninde yerel sosyal iliflkilerin heterojenli¤i ve bu heterojenlikle bafla ç›kmada merkezi yönetimlerin zorlanmas› vard›r. Ancak yerel devletin geliflimi iki uçlu bir b›çakt›r. Çünkü yerel gruplar bu oluflumu kendi ç›karlar›n›, birçok durumda merkezi düzeyde güçlü ç›karlarla çat›flan bir biçimde, savunmak için kullanabilirler (Duncan vd., 1988: 114).

Böylece Harvey’in yaklafl›m› ile tutarl› bir biçimde, Duncan yerel devleti kapitalizmin eflitsiz geliflmesine bir yan›t olarak görmekte, ancak bir yandan da bu tür bir kurumsal yap›n›n yerel gruplar› temsil etti¤i ölçüde, devlet içinde önemli çeliflkilerin

185

4 Ancak devletin farkl› birimleri aras›ndaki çeliflkileri Weberci analizde oldu¤u gibi, basitçe bürokrasinin iç çeliflkileri olarak görmek yanl›flt›r. Örne¤in merkezi ve yerel yönetimler aras›ndaki çeliflkiler afla¤›da daha detayl› gösterece¤imiz gibi, ço¤u durumda merkezi devlet düzeyinde örgütlenmifl ç›kar gruplar› ile yerel düzeyde örgütlenmifl ç›kar gruplar› aras›nda ortaya ç›kan çeliflkilerin dolay›ml› bir ifadesidir.


186

Tar›k fiengül

kayna¤› olabilece¤ini savunmaktad›r. K›saca yerel devlet ayn› anda bir yandan merkezi yönetimin yerel düzedeydeki temsilcisi olarak yukar›dan afla¤›ya do¤ru empoze edilen politikalar›n uygulanmas›na arac›l›k etmekte, ama ayn› zamanda da yerel güçlerin kendi ç›karlar›n› savunduklar› bir araç konumuna gelmektedir. Bu gerilim merkezi yönetim yerel yönetim çeliflkisinin de gerisindeki temel çeliflki olarak sürekli kendisini hissettirmektedir. Böylece merkezi yönetimin yerel düzeydeki temsilcisi olarak “ulusal” bütünlü¤ün kurulmas›n› sa¤larken, yerel güçlerin temsilcisi olarak da yerel düzeyde bir “görece özerk” yap›n›n oluflturulmas›na katk›da bulunmaktad›r. Üzerinde durmak istedi¤imiz ikinci boyut temsiliyet biçimleridir. Bu temsiliyet kanallar›n›n bir ucunda her kesimin kat›l›m›na olanak veren ço¤ulculuk varsa, di¤er ucunda da kat›l›m kanallar›n› tamamen kapatan bir raison d’etat durumu söz konusudur. Ancak her iki durum da bir ideal tiplefltirmedir. Devletin içinde farkl› ve ço¤u durumda birbiriyle çeliflen çeflitli temsiliyet kanallar› mevcuttur. Korporatist temsiliyet biçimi daha çok örgütlü kesimlerin temsiliyeti anlam›na gelirken, parlamenterizm temsilcilerin arac›l›¤›n› öngörmektedir. Bunlar›n yan›nda daha enformel ancak belki de daha yo¤un kullan›lan bir temsiliyet biçimi, patronaj iliflkilerini ön plana ç›karan temsiliyet anlay›fl›d›r. Bunlar›n tamamen d›fl›nda kalan bir temsiliyet biçimi ise, kurumsal yap›lar›n parças› haline gelmeden d›flar›dan etkide bulunmay› hedefleyen sosyal hareketlerdir. Belli bir anda bir yerel ya da ulusal ölçekte kat›l›m mekânizmalar› bu çok say›daki kat›l›m biçiminin bir kombinasyonunu içermekte, ço¤u durumda da bu siyasal sistem aç›s›ndan önemli gerilimlere yol açmaktad›r (Jessop, 1990). Kentsel düzeyde kat›l›ma iliflkin tart›flmalarda en önemli boyutlardan biri, yerel devletin kat›l›m aç›s›ndan sa¤lad›¤› olanaklara iliflkindir. Daha aç›k bir anlat›mla, yerel devleti en az›ndan hâkim söylem çerçevesinde çekici k›lan unsur, yerel devletin merkezi devletle karfl›laflt›r›ld›¤›nda daha kat›l›ma aç›k oldu¤u varsay›m›d›r. Bu tür bir liberal söylem çerçevesinde, yerellikle demokrasi nerede ise özdefllefltirilmektedir (Dahl, 1961). Ne var ki yerelli¤i ço¤ulculuk aç›s›ndan anlaml› bulan bak›fl aç›lar› sadece liberal görüfl ile s›n›rl› de¤ildir. Radikal Weberciler taraf›ndan gelifltirilen ikili devlet görüflü de benzer bir bak›fl aç›s›n› paylaflmaktad›r. Bu görüfle göre, merkezi yönetim, üretime iliflkin konulardaki uzmanlaflmas› ba¤lam›nda daha çok korporatist temsiliyet biçimlerini içinde bar›nd›r›rken kentte yaflayan tüm vatan-


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

dafllar› ilgilendiren birlikte tüketim ile ilgilenmeleri nedeniyle, yerel devletler ço¤ulcu kat›l›m kanallar›n›n geliflimine daha uygun platformlar sa¤lamaktad›r (Saunders, 1979, 1986). Gerek yerelli¤in demokratikleflmeyle özdefllefltirilmesi, gerekse de buna temel haz›rlayan ço¤ulcu kat›l›m kanallar› düflüncesi önemli bir yan›lg›ya iflaret etmektedir. Yerel ölçek de ulusal ölçek gibi kendi içinde toplumsal iliflkileri ve eflitsizlikleri bar›nd›rmaktad›r. Dolay›s›yla kentleri tan›mlayan toplumsal iliflkilerin tan›mlamas›n› yapmadan, bu ölçe¤in daha genifl ölçekler karfl›s›nda daha demokratik yap›lanmalara olanak sa¤lad›¤›n› varsaymak ciddi bir mekân fetiflizmi hatas› ile sonuçlanmaktad›r. Yerel düzeyde s›n›f iliflkileri çerçevesinde kilit konumda olan sermaye gruplar›, yerel ekonomik ve siyasal seçkinler yerele güç aktar›m› yap›ld›¤› durumlarda, bu tür bir aktar›mdan genellikle faydalanan kesimler olmakta, birçok durumda bu tür güç aktar›mlar› daha önce güçsüz olan kesimleri daha da güçsüz bir konuma itebilmektedir (Pretteceile, 1991; Pickvance, 1995). Devlet kent iliflkisi çerçevesinde devlete iliflkin tart›flaca¤›m›z üçüncü boyut, devletin kentsel alana müdahale biçimleridir. Bu müdahalenin bir biçimsel bir de öze iliflkin iki düzeyde de¤erlendirilmesi gerekmektedir. Biçimsel anlamda, devletin kente müdahalesinin üç farkl› biçiminden söz edilebilir. Bunlar, do¤rudan müdahale (kiral›k konut sa¤lama vb.), destekleme (kira yard›m› vb.) ve düzenleme (kira kontrolü vb.) olarak s›ralanabilir. Belli bir anda (yerel) devletin kente müdahalesinden söz etti¤imizde, asl›nda bu üç farkl› müdahale biçiminin belli bir kombinasyonundan söz etmifl olmaktay›z. Üzerinde daha detayl› durmak istedi¤imiz boyut ise, devletin bu farkl› müdahale biçimlerinin içeri¤ine, amaçlar›na ve farkl› kesimler aç›s›ndan sonuçlar›na iliflkindir. Bu noktada temel soru devletin hangi alanlara ve kimlerin ç›karlar›na hizmet edecek biçimde müdahale etti¤idir. Bu çerçevede dikkat çekilmesi gereken en makro boyut, devletin birinci çevrim ile ikinci çevrim aras›ndaki sermaye ak›fl›n› düzenlemek konusunda üstlendi¤i roldür. Kuflkusuz üretimi içeren çevrimden yap›l› çevreyi de içeren ikinci çevrime nas›l ve ne miktarda kaynak aktar›m›n›n yap›laca¤›n›n çerçevesini büyük ölçüde birikim stratejileri belirlemektedir. Ancak gerek bu stratejilerin belirlenmesi düzeyinde, gerekse de bu süreçler belirlendikten sonra ortaya ç›kan kaynaklar›n nas›l kullan›laca¤› konusunda, devlet önemli roller üstlenmektedir. Örne¤in birinci çevrimden ikinci çevrime aktar›lan kaynaklar›n ne kadar›-

187


188

Tar›k fiengül

5 Bu tür bir çerçevenin tart›flmas› için bkz. Güler (1992 ).

n›n sermayenin yeniden üretimine hizmet eden altyap›, iletiflim, planlama ve benzeri alanlara, ne kadar›n›n ise eme¤in yeniden üretimini içeren hizmetlere yönlendirilece¤i sorusu kentsel sorunun merkezinde yer almaktad›r (Logan ve Molotch, 1987). Sermayenin ve emek gücünün yeniden üretimine katk›da bulunmaya yönelik ifllevler yan›nda, do¤rudan siyasal otoritenin ifllerli¤inin sa¤lanmas›na ve sistemin meflruiyetinin sürdürülmesine yönelik üçüncü bir alandan daha söz edilebilir. Bu durum bir yandan güç ve bask›y› gerektirirken, ayn› zamanda bir r›zan›n sa¤lanmas›n› da gerektirmektedir. Güç ve bask› boyutu de¤erlendirildi¤inde, kentsel düzeyde en önemli araçlardan biri, insanlar›n mekânda kodlanmas›d›r. Kimin nerede yaflad›¤›, hangi kurumda çal›flt›¤›, hangi kurumlara üye oldu¤u giderek artan biçimde kay›tlara geçirilen bilgiler haline gelmektedir. Bu ise sadece merkezden gerçeklefltirilebilecek bir kontrol de¤ildir. Kent planlamas› kurumunun asli ifllevlerinden biri bu tür bir kodlamay› sa¤lamakt›r ve ço¤u durumda yerel devletin sorumlulu¤u alt›ndad›r. Daha somut olarak kentsel düzenin sa¤lanmas›na yönelik polis ve zab›ta hizmetleri de ço¤u durumda yerel devlet taraf›ndan gerçeklefltirilmektedir. Kentsel düzenin sa¤lanmas›, polis ve zab›ta hizmetleri, planlama ifllevleri yan›nda, ikinci bir grup ifllev meflruiyetin sa¤lanmas›na iliflkindir. Yerel devletin bir dizi “sosyal” hizmeti bu gruba dahil edilebilir. E¤itim, sa¤l›k, iflsizlik yard›m›, kütüphaneler ve benzeri hizmetler, eme¤in yeniden üretimine katk›da bulunma ifllevini görürken, ayn› zamanda devletin meflruiyetinin sa¤lanmas›na da katk›da bulunmaktad›r. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, yerel devletin kendisi yarat›lan kat›l›m söylemi çerçevesinde devletin meflruiyetinin inflas›na önemli bir katk›da bulunmaktad›r. Özetlemek gerekirse, ister do¤rudan müdahale biçiminde, ister destekleme biçiminde, isterse de düzenleme biçiminde olsun, devlet merkezi ve yerel düzeylerden yapt›¤› müdahalelerle kentsel düzeyde flu üç temel ifllevi yerine getirmektedir (Cockburn, 1977; Saunders, 1979).5 I. Üretimin ve sermaye birikimin sürmesine yönelik ifllevler: – Üretim için gerekli ancak kendisi üretken olmayan kentsel altyap›n›n sa¤lanmas› (ulafl›m, altyap›, iletiflim vb), – Üretimin organizasyon ve yeniden yap›land›r›lmas›na yönelik hizmetlerin sa¤lanmas› (kent planlamas›, kentsel yenileme vb.),


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

– ‹nsan sermayesine yat›r›m yap›larak üretimde kullan›lan vas›fl› iflgücünün sa¤lanmas›na yönelik hizmetler (e¤itim vb.), – Talebin yönlendirilmesine yönelik ifllevler. II. Emek gücünün kolektif tüketim arac›l›¤› ile sa¤lanmas›na yönelik ifllevler: – Günlük yeniden üretimin sa¤lanmas›na yönelik hizmetler (kiral›k konut vb), – Geniflletilmifl yeniden üretime yönelik hizmetler (sa¤l›k, e¤itim, kültürel hizmetler vb.), III. Toplumsal düzen ve kontrolün sa¤lanmas›na yönelik ifllevler: – Bask› araçlar› (polis ve zab›ta hizmetleri), – Ola¤anlaflt›rmaya yönelik hizmetler (iflsizlik yard›m›), – Meflruiyetin sa¤lanmas›na yönelik görevler. Belli bir anda yerel devletin kentsel alana müdahalesi bu üç kategoride de¤erlendirdi¤imiz alanlardaki devlet etkinli¤inin belli bir kombinasyonunu içermektedir. Bu kombinasyonun belirlenmesi ise siyasal mücadelelerin bir sonucudur. Örne¤in emek gücünün üretimine a¤›rl›k veren bir kombinasyonda yerel devletin daha çok çal›flan s›n›flar lehine müdahale etmesi söz konusuyken, sermayenin ihtiyaçlar›n› ön plana koyan bir müdahale anlay›fl› sermayenin taleplerini ön plana koymufl olacakt›r. ‹zleyen bölümde, yukar›da yapt›¤›m›z soyut tart›flmay› somutlaflt›rmaya yönelik olarak, kent ve devlet aras›ndaki iliflkinin ‹kinci Dünya Savafl› sonras›ndaki dönüflümüne gerek geliflmifl gerekse de geliflmekte olan ülkeler çerçevesinde genel hatlar›yla de¤erlendirece¤iz.

2. Devlet ve Kent ‹liflkisinin Dönüflümü Devlet ve kent iliflkisinin yak›n tarihine geliflmifl ve geliflmekte olan ülkelerin deneyimlerini bir araya getirerek bakmak, deneyimler aras›ndaki önemli farkl›laflmalar nedeniyle, oldukça sorunludur.6 Ancak karfl›laflt›rmal› bir de¤erlendirmenin önemli yararlar› da vard›r. Farkl›laflma ve benzeflme noktalar›n›n tespit edilmesi özellikle geliflmifl ülkelerde uygulanan kentsel politikalara ayak uydurmaya zorlanan azgeliflmifl ülkeler aç›s›ndan önemlidir. Ayn› zamanda tüm farkl›laflmalara karfl›n, afla¤›da da gösterece¤imiz gibi, önemli benzeflme noktalar›n›n oldu¤unu tespit etmek de kendi bafl›na önemlidir. Gerek geliflmifl gerekse de azgeliflmifl ülkelerde, devlet ve

189

6 Geliflmifl ülkeler ve azgeliflmifl ülkelerin kentsel deneyimlerini karfl›laflt›r›rken, tüm ülke deneyimlerini içermenin mümkün olmad›¤› gerçe¤ine dikkat çekmek istiyoruz Burada yapmak istedi¤imiz bir dizi geliflmifl ülke ile azgeliflmifl ülkeyi karfl›laflt›rmakt›r. Azgeliflmifl ülkeler derken, daha çok Türkiye’yi de içerecek biçimde Güney Avrupa ve Latin Amerika ülkelerinin özellikle ithal ikamecili¤e yönelmifl olanlar›n› de¤erlendirmemize dahil ediyoruz. Geliflmifl ülkelere iliflkin olarak ise, Kuzey Amerika, ‹ngiltere ve K›ta Avrupa’s› ülkelerinin deneyimlerini kaba hatlar›yla ele alaca¤›z.


190

Tar›k fiengül

7

Birinci dönemde eme¤in yeniden üretimi ifllevinin yerel yönetimler aç›s›ndan öne ç›kt›¤›n› söylerken, söz konusu dönemde sermayenin desteklenmesine yönelik ifllevlerin önemsiz oldu¤unu söylemiyoruz. Bu dönemde de sermayenin desteklenmesine yönelik ifllevler devlet müdahalesinde önemli yer tutmaktad›r. Bununla birlikte bu ifllevlerin bir k›sm› yerel devletin sorumlulu¤undayken, bu alandaki kilit ifllevler daha çok merkezi yönetimin sorumlulu¤undad›r. Geliflmifl ülkelerde yerel devlet daha sonra da tart›flaca¤›m›z gibi refah devletinin bir uzant›s› olarak ifllev görmüfltür. 8 Ancak bu aktar›m›n ne miktarda, hangi alanlarda ve hangi s›n›flar›n ve katmanlar›n lehine kullan›laca¤› da siyasal mücadeleler taraf›ndan belirlenmifltir. Bu nedenle çevrimler aras›ndaki sermaye transferi, Harvey’in ço¤u durumda varsayd›¤›n›n aksine, otomatik de¤ildir. Asl›nda geliflmifl ülkeler aras›ndaki farkl› refah devleti uygulamalar›n›n gerisinde de bu mücadelelerin farkl›l›¤› vard›r. 9 Yerel devletin geliflmifl ülkelerde birlikte tüketim alan›na kapsaml› müdahalesi üretim sürecine herhangi bir katk› yapmad›¤› anlam›na gelmemektedir. Yerel devlet eme¤in yeniden üretimine yap-

kent iliflkisinde iki temel dönem tespit etmek mümkündür. ‹kinci Dünya savafl›ndan 1970’li y›llar›n sonlar›na kadar süren birinci dönem, kent-devlet iliflkisinin birincil olarak eme¤in yeniden üretim sürecinde kuruldu¤u bir aral›¤a tekabül etmektedir. 1980’li y›llarda bafllay›p halen süren ikinci dönem ise, bu iliflkinin birincil olarak sermayenin yeniden üretimi ile karakterize edilmektedir.7 ‹zleyen iki bölümde bu iki dönemi s›ras›yla ele alaca¤›z. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, gerek geliflmifl ülkeler gerekse de azgeliflmifl ülkeler için yapaca¤›m›z de¤erlendirmeler belli bir ülke deneyimine referans vermekten çok genel e¤ilimleri yans›tmay› amaçlamaktad›r. Bu nedenle her iki döneme iliflkin de¤erlendirmemiz de birer ideal tipi temsil etmektedir.

2. 1. Eme¤in Yeniden Üretimi ve Devlet ‹kinci Dünya Savafl›n› izleyen y›llarda geliflmifl ülkelerde Keynesçi birikim stratejileri hâkim hale gelirken, azgeliflmifl ülkelerde ithal ikameci sanayileflme modelleri a¤›rl›k kazanm›flt›r. Bu stratejilerin önemli farklar› yan›nda, ortak özellikleri devletin birikim sürecindeki merkezi rolüdür. ‹ki deneyim aras›ndaki en önemli fark ise, geliflmifl ülkelerde devletin afl›r› birikimin yaratt›¤› sermayeyi yönlendirme rolünü üstlenifli karfl›s›nda, azgeliflmifl ülke devletlerinin geliflmeyi s›n›rl› bir sermaye birikimi ile gerçeklefltirme sorunu ile karfl› karfl›ya kalmalar›d›r. Bu durum devlet ve kent aras›ndaki iliflkinin de oldukça farkl› biçimlerde geliflmesine yol açm›flt›r. Afl›r› birikim, yukar›da da de¤indi¤imiz gibi, geliflmifl ülkelerde üretimi içeren birinci çevrimden, do¤rudan üretken olmayan ikinci çevrime, ki kentsel yat›r›mlar bunun önemli bir parças›n› oluflturmaktad›r, kaynak aktar›m›na olanak tan›m›flt›r (Harvey, 1985).8 Genifl ölçekli refah devleti uygulamalar› bu afl›r› birikimin ikinci çevrime aktar›lmas› ile mümkün olabilmifltir. Kuflkusuz kentsel alanlar bu tür bir aktar›m›n ve de refah devleti uygulamalar›n›n merkezinde yer alm›flt›r. Bu çerçevede, bu tür bir kurguyla s›n›rlanmak gerekmese de, bu dönemde kentleri özgün k›lan, birlikte tüketimin örgütlendi¤i alanlar olmalar›d›r. E¤itim, sa¤l›k, konut, ulafl›m ve benzer alanlarda yap›lan yat›r›mlar kentsel alanlar›n bu hizmetler etraf›nda tan›mlanmas›n›n da en önemli nedeni olmufltur.9 Öte yandan azgeliflmifl ülkelerde durum oldukça farkl›d›r. Sermaye birikiminin yetersizli¤inin getirdi¤i s›n›rlama, geliflmeci devleti kentsel alanlara yap›lan yat›r›mlar› olabildi¤ince s›n›rlamaya itmifltir. Kaynaklar›n öncelikli olarak sanayileflmeye yön-


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

lendirilmesi, kentsel altyap› ve birlikte tüketime ayr›lan kaynaklar›n oldukça s›n›rl› kalmas›na yol açm›flt›r. Ancak paradoksal bir durum olarak ayn› dönem, bu ülkelerde kentlerin k›rsal kökenli göçü en yo¤un yaflad›¤› dönem olmufltur. Bunun anlam›, kentsel altyap› ve hizmetler konusunda afl›r› bir talebin oluflmas›d›r. Ancak, yukar›da sözünü etti¤imiz yap›sal s›n›rlama, belli dönemler hariç, devletlerin bu taleplere duyars›zl›¤› ile sonuçlanm›flt›r. Di¤er bir anlat›mla, kentleflme sürecinde ortaya ç›kan talepler karfl›lanmayarak, bu sürecin gerektirdi¤i çözümlerin bulunmas› yerel topluluklar›n inisiyatifine b›rak›lm›flt›r. Gecekondu, enformel sektör ve benzeri türden oluflumlar yerel topluluk temelli çözümler olarak ortaya ç›km›flt›r. Bu çerçevede, yerel devletin meflruiyet ve toplumsal kontrole yönelik ifllevlerinin yerine getirilmesinde de, geliflmifl ülkelerle azgeliflmifl ülkeler aras›nda ciddi farklar ortaya ç›km›flt›r. Geliflmifl ülkelerin bir ço¤unda, polis ve güvenlik hizmetlerinin önemli bir k›sm› yerel devletin elindedir. Bu türden zor ve kontrol ayg›tlar›n›n yan›nda meflruiyetin r›za yoluyla elde edilmesine yönelik e¤itim ve benzeri hizmetler de yerel yönetimlerin kontrolündedir. Bu anlamda sosyal kontrol ifllevleri yerel devletin sorumlulu¤una b›rak›lm›flt›r. Öte yandan, azgeliflmifl ülkelerin ço¤unda bu ifllevler merkezi yönetimin elindedir. Di¤er bir anlat›mla, merkezi yönetimin yerel düzeydeki do¤rudan uzant›lar›nca yerine getirilmektedir. Ancak bu ülke kentlerinde daha yap›sal bir sorun, yukar›da da söz etti¤imiz gibi, devletin kente müdahalesinin s›n›rl›l›¤›n›n kendisinin bir meflruiyet sorunu yaratmas›d›r. Ancak ço¤u durumda, devletin kentsel alanlara yetersiz müdahalesinin bir krize dönüflmesini önleyen baz› tampon mekânizmalar ortaya ç›km›flt›r. ‹flgal edilen gecekondulara verilen mülkiyet haklar› bu tür bir tampon mekânizman›n iyi bir örne¤ini oluflturmaktad›r. Kentsel düzeyde ortaya ç›kan patronaj iliflkileri de kent yoksullar›n›n siyasal sisteme dahil edilebilmesine olanak sa¤layarak benzer bir ifllevi yerine getirmifltir. K›saca özetlemek gerekirse, ‹kinci Dünya Savafl› sonras› kentsel geliflimin merkezinde emek gücünün yeniden üretimi vard›r. Geliflmifl ülkelerde bu sürecin organizasyonu refah devleti taraf›ndan yap›l›rken, azgeliflmifl ülkelerde bu ifllev devletin kentsel alana s›n›rl› girifli nedeniyle büyük ölçüde yerel topluluklar›n kendisine kalm›flt›r. Yukar›da özetledi¤imiz müdahale anlay›fllar› çerçevesinde,

191

t›¤› katk›n›n dolayl› olarak üretim sürecine yapt›¤› katk›lar yan›nda, altyap› ve benzeri olanaklar› sunarak sermayeye do¤rudan da destek vermektedir. Ancak bu dönemde as›l ön plana ç›kan ifllev eme¤in yeniden üretimine iliflkindir.


192

Tar›k fiengül

yerel devletin bu süreçte nas›l bir rol üstlendi¤i, daha genel olarak da, devletin kendi iç örgütlenmesinin nas›l etkilendi¤i sorusu gündeme gelmektedir. Geliflmifl ülkelerde devletin kentsel alana yo¤un müdahalesi yerel devletin de güçlenmesi anlam›na gelmifltir. E¤itim, sa¤l›k, konut ve benzeri hizmetlerin gerçeklefltirilmesi kentsel düzeyde kapsaml› bir yerel devlet örgütlenmesini zorunlu k›lm›flt›r. Di¤er bir anlat›mla, söz konusu dönemde yerel devlet, refah devletinin önemli bir parças› haline gelmifltir. Ancak birçok yazar bu türden bir ekonomik önemin siyasal alana aktar›lmad›¤›n› ve yerel devletin siyasal olarak merkezi otoritenin gölgesinde kald›¤›na dikkat çekmektedir (Cockburn, 1977; Cochrane, 1993). Ayn› dönemde azgeliflmifl ülkelerde bu iliflki çok daha farkl› bir çerçevede geliflmifltir. Devletin kentsel alana s›n›rl› müdahalesi, yerel düzeyde devletin geliflmifl ülkelerdekine benzer biçimde geliflmesine olanak vermemifl, bu durum yerel yönetimlerin ekonomik anlamda güçsüz kalmas› ile sonuçlanm›flt›r. Ancak bu çeliflkiler yaratan bir stratejidir. Daha önce de de¤indi¤imiz gibi, azgeliflmifl ülkelerin ço¤unda, söz konusu dönem h›zl› bir kentleflme dönemi olmufl, bu durum güçsüz yerel yönetimler üzerindeki bask›y› daha da art›rm›flt›r. Kent yoksullar›n›n yerel yönetimler üzerinde yaratt›¤› bask›, birçok durumda yerel yönetimlerle merkezi yönetimler aras›nda dikkate de¤er gerilim ve çeliflkilere yol açm›flt›r. Bu çeliflkilerin de etkisiyle, yerel yönetimler ekonomik olarak olmasa bile siyasal olarak önemli aktörler haline gelmifllerdir. Yukar›da özetledi¤imiz müdahale ve yönetsel örgütlenme biçimlerinin ne tür temsiliyet biçimleri ile örtüfltü¤ü sorusu da ilginç baz› sonuçlara götürmektedir. Geliflmifl ülkelere iliflkin genel kan›, en az›ndan Türkiye gibi azgeliflmifl ülkelerle karfl›laflt›r›ld›¤›nda, söz konusu ülkelerde yerel düzeyde kat›l›m mekânizmalar›n›n geliflmifl oldu¤u yönündedir. Ancak bu ülkelerde yap›lan de¤erlendirmeler tersi yöndedir. Her ne kadar Saunders yerel düzeyin ço¤ulculu¤a aç›k oldu¤unu öne sürüyorsa da, birço¤u için refah devleti döneminde asli kat›l›m biçimi korporatisttir (Goodwin ve Painter, 1996). Azgeliflmifl ülkelerde ise tersi bir durum söz konusudur. Kentsel hizmetleri sa¤lamada devletin gösterdi¤i duyars›zl›k, özellikle kent yoksullar›n›n siyasal süreçlere aktif kat›l›m›n› teflvik etmifltir. Bu kesim bir yandan kendi olanaklar› ile kentsel sorunlar›n› çözmeye yönelirken, di¤er yandan da devletin ay›rd›¤› s›n›rl› kaynaklardan olabildi¤ince pay alabilmek için kurumsal


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

düzeyde de kat›l›m sa¤lamaya çaba göstermifltir. Bu tür bir kat›l›m›n demokratik olup olmad›¤› kuflkusuz tart›flmaya aç›kt›r.10 Ancak, burada dikkat çekmek istedi¤imiz olgu, azgeliflmifl ülke kentlerinde kent yoksullar›n›n yo¤un bir kat›l›m iste¤i gösterip, bunun mekânizmalar›n› ya yaratt›klar› ya da mevcut kanallar› manipüle ederek kulland›klar›d›r (Roberts, 1995). Bu nedenle, Türkiye gibi ülkelerde kat›l›m yetersizli¤i sorunundan çok kat›l›m›n içeri¤i ve hedeflerine yönelik bir sorun söz konusudur. Kat›l›m›n boyutuna bak›ld›¤›nda ise, geliflmifl ülkelerden daha kat›l›mc› bir siyasal yap›lanman›n oldu¤u söylenebilir. Özetlemek gerekirse, ‹kinci Dünya Savafl›’ndan 1970’li y›llar›n sonuna kadar uzanan dönemde, gerek geliflmifl gerekse de azgeliflmifl ülkelerde, kentsel geliflmenin merkezinde eme¤in yeniden üretimi sorunu vard›r. Geliflmifl ülkelerde bu süreç devletin yo¤un müdahalesi ile flekillenirken, azgeliflmifl ülkelerde bu sürecin asli aktörü yerel topluluklar olmufltur.

2. 2. Sermayenin Yeniden Üretimi ve Kent Mekân›: 1980 Sonras› Geliflmifl ülke kentleri ile azgeliflmifl ülke kentlerini ortak k›lan bir baflka nokta 1980 sonras› yaflad›klar› dönüflümdür. Bu iki grup kent için de eme¤in yeniden üretimini ön plana ç›karan kentleflme deneyimleri, Keynesçi ve ithal ikameci geliflme stratejilerinin 1970’li y›llarda içine düfltü¤ü bunal›m ve bunun sonucunda hâkim hale gelen neoliberal politikalarla birlikte geri plana itilmifl ve sermayenin desteklenmesine yönelik politikalar öne ç›kar›lmaya bafllanm›flt›r. Geliflmifl ülkelerde devletin içine girdi¤i mali kriz, azgeliflmifl ülkelerde ise izlenen ithal ikameci politikalar›n t›kan›fl› giderek artan ve merkezden çevreye, IMF ve Dünya Bankas› gibi kurulufllar›n arac›l›¤› ile yay›lan neoliberal politikalar›n uygulanmas›na yol açm›flt›r. Ancak neoliberal politikalar›n bir önceki dönemle ayr›flt›¤› nokta sadece devlet merkezli geliflme stratejilerinin ya da sosyal devlet uygulamalar›n›n sona ermesi de¤ildir. Ayn› zamanda sermaye birikim süreçlerinin co¤rafyas› da dikkate de¤er biçimde de¤iflmeye bafllam›flt›r. Ulus devletlerin bu süreçte oynad›klar› rol marjinalleflmemekle birlikte, üretimin örgütlenmesinde ve sermayenin dolafl›m›nda küreselleflmenin giderek güçlenen bir olgu haline geldi¤i aç›kt›r. Neoliberal politikalar›n ve küreselleflme sürecinin gerek geliflmifl gerekse de azgeliflmifl kentler üzerindeki etkisi dramatiktir. Bu çerçevede kentlerde devletin üst-

193

10 Bu tür bir kat›l›m›n ço¤u durumda patronaj iliflkilerine dayan›yor olmas›, vatandafll›k temelli bir kat›l›m modelinin yani ço¤ulculu¤un geliflmesinin önünde de ciddi bir engel olarak görülmektedir (Tekeli, 1994).


194

Tar›k fiengül

11 Geliflmifl kapitalist ülkelerde yerel birimlerin yar›flmac›l›¤a yönelmesi kendi insiyatiflerinden çok merkezi yönetimler taraf›ndan empoze edilen politikalarla olmufltur. Birçok yerel yönetim uzun süre bu dayatmalara karfl› tav›r alm›flt›r. Merkezi yönetimlerin en önemli yapt›r›m araçlar›ndan biri yar›flmac› stratejiye direnen yerel birimlere kaynak aktar›m›n› s›n›rlamak olmufltur. Geliflmifl ülke kentlerinde yerelci stratejilerin bir elefltirisi Lovering (1995)’te bulunabilir.

lendi¤i rollerde de benzer dramatiklikte de¤ifliklikler olmufltur. Bu de¤ifliklikleri afla¤›da devlet stratejilerinin üç ö¤esi etraf›nda tart›flaca¤›z. Geliflmifl ülkelerin kentleflme deneyimi ve yerel devletin yaflad›¤› bu dönüflüm Keynesçi kentten postKeynesçi kente geçifl olarak de¤erlendirilirken, yerel devletin de postFordist bir yap›lanmaya yönelmek zorunda b›rak›ld›¤› öne sürülmektedir (Harvey, 1989; Mayer, 1994; Storker, 2000).11 Geliflmekte olan ülkelerde de benzer e¤ilimler, yukar›dan afla¤›ya bir dayatman›n sonucu olarak ortaya ç›kmakla birlikte, bu sürecin ayn› yo¤unluk ve biçimde yafland›¤›n› söyleyebilmek zordur. Devletin kentsel alana müdahalesine iliflkin olarak iki temel politika de¤iflikli¤inin ön plana ç›kt›¤› gözlenmektedir. Birinci de¤iflim kentsel hizmetlerin sa¤lanmas›ndan devletin h›zla çekilmesidir. E¤itim, sa¤l›k, ulafl›m ve benzeri türden hizmetlerin sa¤lanmas›ndan devlet dereceli olarak çekilirken, çekilmedi¤i alanlarda da hizmetin sa¤lanmas›n› ihale ve benzeri yöntemlerle özel sektöre b›rakm›flt›r. Bu yönelim bir anlamda refah devletinin çözülüflünün kentsel düzlemdeki boyutudur. Benzer biçimde yerel devlet özellikle çal›flan kesimlere yönelik kira ve iflsizlik yard›m› gibi uygulamalardan da dereceli olarak uzaklaflm›flt›r. Kent mekân›na iliflkin düzenlemeler de giderek gevfleklefltirilmifl, planlama kurumlar› güçlerini önemli ölçüde yitirmifltir. Birlikte tüketim, kentleri özgün k›lan faktör olmaktan ç›karken, kentler ekonomik geliflmenin odaklar› haline gelmektedir. Sermayenin hareketlili¤i ve ulus devletlerin bu alanlarda daha az müdahaleci hale gelmeleri, yerel giriflimcilerin liderli¤inde, yerel birimlerin kendisini aktive etmeye bafllam›fl, yerel birimler uluslararas› mekânsal iflbölümünde kendilerine daha iyi bir konum elde etmeye yönelik olarak birbirleriyle yar›flmaya itilmifl, dünya kentleri hiyerarflisi olarak adland›r›lan yap›lanma içinde kentler kendilerine olabildi¤ince avantajl› bir yer elde etmeye yönelik olarak stratejiler izlemeye bafllam›fllard›r (Sassen, 1991). Yar›flan yerellikler olarak tan›mlanan bu oluflum içinde yerel devlet ekonomik büyümeye yönelik koalisyonlar›n oluflturulmas›na ve stratejilerin belirlenmesine yönelik yerel düzeyde oluflan bu yeni e¤ilimin merkezinde yer almaya yönelmifltir (Mayer, 1994). Di¤er bir anlat›mla, geliflmifl ülkelerde yerel yönetimler eme¤in yeniden üretiminde üstlendikleri rolleri ikinci plana iterken, sermayenin desteklenmesine yönelik bir müdahale anlay›fl›na yönelmifllerdir. Geliflmifl ülke kentleri için özetledi¤imiz bu e¤ilimler büyük


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

ölçüde azgeliflmifl ülke kentleri için de geçerlidir. Devlet, merkezi ve yerel yönetim düzeylerinde, birlikte tüketim alan›ndan özellefltirme ve benzeri politikalarla çekilirken, yine geliflmifl ülkelerdekine benzer biçimde sermaye merkezli politikalara yöneldi¤i gözlenmektedir. Sermaye birikim süreçlerini uzun süre belirleyen geliflmeci ideoloji ve stratejilerin sona ermesi, daha önce birinci çevrime yönlendirilen kaynaklar›n ikinci çevrimlere aktar›lmas›na da olanak sa¤lam›flt›r. Kamu sektörünün elinde biriken kaynaklar özellikle daha önceki dönemde ihmal edilmifl bulunan kentsel altyap›s›n›n iyilefltirmesine yönelik yat›r›mlara yönlendirilmifltir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bu ülkelerde yaflanan dönüflüm kendi içsel dinamiklerinden çok, Dünya Bankas› ve benzeri uluslararas› kurulufllar›n dayatmalar›ndan kaynaklanmaktad›r (Güler, 1999). Bu nedenle de, ortaya ç›kan çeliflkiler geliflmifl ülkelerle karfl›laflt›r›ld›¤›nda çok daha derindir. Halihaz›rda yetersiz olan birlikte tüketimin daha da geri plana itilmesi, bu ülkelerde özellikle bu tür hizmetlerden yararlanan kent yoksullar›n›n durumunu daha da kötülefltirmifltir (Roberts, 1995). Sermayeye yönelik kentsel politikalar ise, endüstiyel büyümeyi hedefleyen sermayenin s›n›rl›l›¤› nedeniyle Bat›dakine benzer bir yerel yar›flmac›l›k yerine zaten mevcut olan rant merkezli bir kentsel geliflme anlay›fl›n› güçlendirmifltir. Yerel devlet, sermayeyi desteklemeye yönelik politikalara yönelirken kent yönetimi anlay›fl› da önemli bir de¤iflime u¤ramaktad›r. Mevcut yaz›n bu de¤iflimi yönetimden yönetiflime geçifl olarak adland›rmaktad›r (Harvey, 1989). Bu de¤iflimin gerisinde kent yönetiminin art›k devletin ötesinde bir boyut kazand›¤› vurgusu vard›r. Devlet merkezli birikim stratejilerinin geçerlili¤ini yitirmesinin, sermaye ve yerel topluluklar› içeren biçimde, çok aktörlü bir yönetim yap›s›na yol açt›¤› öne sürülmektedir. Bu anlay›fla göre, kentlerin kendilerini baflar›yla pazarlayabilmeleri genifl kat›l›ml› bir yönetsel yap› ve süreci de gerektirmektedir. Geçmiflte oldu¤u gibi devlet kurumlar›n›n bu tür bir sorumlulu¤u tek bafllar›na yerine getirmeleri mümkün de¤ildir. Yerel aktörlerin deste¤ini almayan bir yönetim anlay›fl›n›n kenti temsil edebilmesi mümkün görülmemektedir. Bu tür bir yönelimin yerel devlet aç›s›ndan en önemli sonucu, yönetim olgusunun kurumsal yap›s›n›n geçmiflteki belirgin çizgilerle tan›mlanm›fll›¤›n› yitirmesidir. Kamu ile özel aras›ndaki ayr›fl›m›n büyük ölçüde çöktü¤ü bir dönemde, yönetimin kurumsal yap›s› da belirginli¤ini yitirmekte,

195


196

Tar›k fiengül

kurumsal s›n›rlar› daha az belirgin yönetiflim yap›lar› ortaya ç›kmaktad›r. Böylece kent yönetimi bir yandan daha genifl bir içerik kazan›p, devlet örgütlenmesinin d›fl›na taflarken bir yandan da enformel ve esnek bir yap› kazanmaktad›r. Kuflkusuz bu tür bir yeni yap›lanma geçmifltekinden oldukça farkl› bir yönetim felsefesini temsil etmektedir. Kuramsal düzeyde varsay›lan, “devlet”, “kapitalist giriflimciler” ve “yerel topluluklar” etraf›nda oluflan bir ittifak ve bu temelde oluflacak bir ço¤ulculuktur. Ancak yönetiflim örneklerinin birço¤unda ortaya ç›kan durum bu varsay›m›n gerçekçi olmad›¤› yönündedir. Kamu-özel iflbirli¤i kavram›n›n varsayd›¤› güç birli¤i devlet ve giriflimciler aras›nda yayg›n biçimde gerçekleflmektedir. Birçok durumda yerel topluluklar›n bu tür koalisyonlar içinde temsil edilmesi ya gerçekleflmemekte ya da sembolik düzeyde kalmaktad›r (Lovering, 1995). Bu çerçevede temsiliyet kanallar› ve biçimleri h›zl› bir de¤iflime u¤ramaktad›r. K›saca ifade etmek gerekirse, yerel yönetiflim yap›lar› daha çok örgütlü ç›karlar›n temsiliyetine duyarl› bir kurguya sahiptir. ‹flveren dernekleri ve odalar› ve benzeri türden örgütlenmeler ço¤u durumda yönetiflim yap›lar›n›n meflru üyeleri haline gelmektedir. Ayn› tür bir temsiliyet biçimi yerel topluluklar için de geçerlidir. Yönetiflim yap›lar›na ço¤unlukla örgütlü gruplar ulaflabilmektedirler. Di¤er bir anlat›mla, yeni yap›lanma bireysel bir kat›l›mdan çok, yerel düzeyde korporatist bir temsiliyet yap›s›n› öngörmektedir. Bu tür bir oluflumun en çarp›c› olumsuz özelli¤i örgütsüz gruplar› tamam›yla d›fllay›c› olmas›d›r. Yerel yönetim yap›lar›ndaki ve temsiliyet kanallar›ndaki de¤iflim azgeliflmifl ülkelerin kentleri dikkate al›nd›¤›nda daha az çarp›c›d›r. Çünkü, yukar›da da de¤indi¤imiz gibi, bu ülkelerde kentsel süreçlerin belirlenmesinde yerel topluluklar büyük ölçüde kendi sorunlar›n› çözerken, kurumsal olarak tan›mlanmam›fl olsa da yönetim yap›lar›n›n bir parças› haline çok önceden gelmifllerdi. Bu nedenle, günümüzde geliflmifl ülkelerde yayg›n hale gelen yönetiflim anlay›fl› ve modellerinin prototipleri çok daha önce azgeliflmifl ülkelerde ortaya ç›km›flt›. (Yerel) devletin etraf›nda geliflen patronaj iliflkileri ve bu çerçevede yerel topluluklar› saran siyasal a¤lar, ne derece demokratik olduklar› tart›flmal› olsa da, kamu-özel iflbirli¤inin ve de yerel topluluklar›n kat›l›m›n›n özgün bir ifadesi olmufltur. Bununla birlikte yeni yap›lanman›n bu ülkelerdeki kat›l›m kanallar› aç›s›ndan daha olumlu bir durum yaratt›¤›n› söyleyebilmek zordur. Yukar›da da belirtti¤imiz gibi, kentsel süreçlere ka-


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

t›l›m bu ülkelerde ço¤ulcu bir nitelikten çok patronaj iliflkilerine dayanmaktad›r. Yeni e¤ilimler ise bu durumu ortadan kald›rmak ya da zay›flatmaktan çok, daha dinamik bir hale getirmifl, söz konusu a¤lara yeni ve daha güçlü aktörlerin eklemlenmesine yol açm›flt›r. Daha da önemlisi, yönetiflim anlay›fl› bu tür yap›lanmalara meflruiyet kazand›rmaya bafllam›flt›r.12 Özetlemek gerekirse, 1980 sonras› dönem hem geliflmifl ülkelerde hem de azgeliflmifl ülkelerde, kentlerin h›zl› dönüflümüne flahit olmufltur. Bu dönüflümün en önemli özelli¤i eme¤in yeniden üretiminin önceli¤ini yitirmesi, buna karfl›n sermayenin desteklenmesine yönelik politikalar›n ön plana ç›kmas› olmufltur. Bu süreç içinde kentlerin yönetimi de s›n›rlar› belli olan yerel devletin sorumlulu¤unun d›fl›na taflarak, sermayenin de içinde aktif biçimde yer ald›¤› koalisyonlar›n sorumlulu¤una girmeye bafllam›flt›r (fiengül, 2000a). Bununla birlikte, tersi yöndeki bir söylemin varl›¤›na karfl›n, kentlerde yerel topluluklar›n temsiliyeti s›n›rl› kalm›fl, bunun gerçekleflti¤i durumda ise, kat›l›m›n çerçevesi, daha yaflan›l›r kentler yaratmaktan çok, daha fazla rant elde etme kayg›lar› taraf›ndan belirlenmifltir. Yukar›da yapt›¤›m›z tart›flma 1980’li y›llar›n bafl›ndan itibaren gerek geliflmifl ülkelerde gerekse Türkiye gibi çevre ülkelerde hem ekonomik hem de siyasal düzlemde önemli de¤iflimlerin yafland›¤›n› ve bu de¤iflimlerin yerel devlet aç›s›ndan da dikkate de¤er yans›malar›n›n oldu¤unu gösterdi. Daha makro düzeydeki de¤iflimler ba¤lam›nda kentsel düzeyde iki temel de¤iflimden söz etmek mümkün görünmektedir. Birincisi, yerel yönetimlerin eme¤in yeniden üretimi ifllevini giderek ikinci plana iterken sermayenin yeniden üretimini ve bu çerçevede ortaya ç›kabilecek çeliflki ve gerilimleri önlemeye yönelik olarak da toplumsal kontrol ifllevlerini ön plana ç›kartmalar›d›r. Bu de¤iflimle paralel görünen bir ikinci de¤iflim ise yerel devletin daha üst (ve baz›lar›na göre daha alt ölçeklerle) iliflkisinde ortaya ç›kan paradigmatik de¤iflimdir. Daha önceki dönemlerde ulus devlet içinde ifllevsel bir ifl bölümü içinde olan kentler ve yerel devletler modelinden, ulusal devletlerin geçmifltekine göre daha s›n›rl› müdahale etti¤i (ve de destek sa¤lad›¤›) yar›flmac› bir kent ve yerel devlet modeline geçifltir.

3. Türkiye’de Yerel Devlet ve Dönüflümünün Yak›n Tarihi Burada derinlemesine bir tart›flmaya girmeden, Türkiye’de yerel devletin yap›lanmas› ve yak›n dönemde yaflad›¤› dönüflüm-

197

12 Kentlerin sermaye birikimi aç›s›ndan önemli hale gelifli ve bu sürece efllik eden neoliberal söylemle eklemlendi¤inde ise bu tür koalisyonlar geçmifltekinden çok daha yo¤un biçimde kenti rant elde etmenin meflru arac› olarak kullanmaya bafllam›fllard›r.


198

Tar›k fiengül

13 Daha detayl› bir de¤erlendirme için bkz. fiengül (1999); Güler (1992). 14 Daha kurumsal bir tan›mdan yola ç›kanlar merkezi yönetimin yerel etkinlik gösteren kurumlar›n› yerel devletin parças› olarak görmeme e¤ilimindedir. Bu çal›flmada bu tür bir tan›mlaman›n yetersiz oldu¤u görüflünden hareketle yerel hizmet sa¤layan merkezi yönetim kurumlar›n› da yerel devletin bir parças› olarak de¤erlendirece¤iz. Benzer bir yaklafl›m için bkz. Cockburn (1977).

ler üzerinde k›saca durmay› amaçl›yoruz.13 Türkiye k›smen Osmanl›’dan ald›¤› miras›n etkisi, k›smen de geç ulus devletleflmenin yaratt›¤› dinamiklerle üniter-merkeziyetçi bir yönetsel yap›lanmaya gitmifltir. Bu çerçevede, zaman içinde bir dizi dönüflüme u¤ram›fl olsa da söz konusu merkeziyetçi yap› günümüze kadar varl›¤›n› korumufltur. Yönetsel yap›lanmada il düzeyi temel örgütlenme ölçe¤i olarak öne ç›km›flt›r. ‹llerde valiler merkezin yerel birimler üzerindeki kontrolünün ana unsurlar› olarak ifllev görmektedir. Valiler bu kilit konumlar›n› ikili bir sorumluluk yap›s› içinde yerine getirmektedirler. Valiler, bir yandan il düzeyinde merkezin en önemli temsilcisi olarak merkezi yönetimin taflra teflkilat› baflta olmak üzere yerel düzeydeki etkinlikleri aras›nda eflgüdümün sa¤lanmas›nda anahtar konumdayken ayn› zamanda meclisi seçimle gelen ve yerel yönetim yap›s›n›n, Belediye d›fl›ndaki ikinci önemli aya¤›n› oluflturan ‹l Özel ‹daresinin bafl›ndad›r. Bu ikili konum sayesinde merkezi hükümet yerel düzeyde varl›¤›n› ve kontrolünü etkin biçimde sa¤layabilmektedir. Öte yandan yerel devletin ikinci önemli kurumu belediyelerdir. ‹l Özel ‹darelerinin tersine Belediyelerin hem baflkanlar› hem de meclisleri seçimle oluflmaktad›r. Bu niteli¤iyle birçoklar› için Belediye asli yerel yönetim birimidir. Seçimle oluflmas› kuflkusuz belediyelere özel bir konum sa¤lamaktad›r. Ancak ifllevsel aç›dan bak›nca, yerel devletin üç düzeyden olufltu¤u söylenebilir. Bunlardan birincisi merkezi yönetimin yerel düzeyde etkinlik gösteren kurulufllar›d›r. ‹kincisi ‹l Özel ‹dareleridir. Belediyeler ise yerel devlet ayg›t›n›n üçüncü aya¤›n› oluflturmaktad›r.14 Bu tan›mlaman›n da gösterdi¤i gibi, merkeziyetçi bir yap›lanmaya sahip Türk kamu yönetimi sistemi içinde, merkezi yönetimin yerel düzeyde hem fiili olarak hem de Valilikler arac›l›¤›yla a¤›rl›kl› bir varl›¤›n›n oldu¤u söylenebilir. Yerel düzeyde seçimle oluflan belediye yönetimleri üzerinde bu yap›n›n dikkate de¤er bir vesayetinin oldu¤u da göz önüne al›nd›¤›nda, Cumhuriyetin kuruluflundan günümüze merkezi yönetimin yerel düzeyde oldukça a¤›rl›kl› olarak temsil edildi¤ini söylemek yanl›fl olmayacakt›r. Temsiliyet aç›s›ndan de¤erlendirildi¤inde, bu tür bir hiyerarflik örgütlenmenin yerel ç›karlar› d›flarda b›rakt›¤›n› söylemek do¤ru de¤ildir. Merkezi yönetimden bafllay›p belediyeler düzeyine kadar inen bu yap›lanma merkezden yerele do¤ru yay›lan bir a¤ niteli¤inde örgütlenmifltir. Bu hiyerarflik a¤ içinde merkezde


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

korporatist nitelikler gösteren temsiliyet iliflkileri yerele do¤ru indikçe himayecilik ve klientalist iliflkilere dönüflmektedir. Bu tür bir örüntünün belli bir bütünlü¤e ulaflmas›nda ve farkl› ç›karlar›n müzakeresinde ve daha da önemlisi yukar›dan afla¤›ya ve afla¤›dan yukar›ya iliflkilerin kurulmas›nda siyasal partiler önemli bir iflleve sahiptir (Ayata, 1994; Schüler, 1999). Siyasal partilerin devletin hiyararflik örgütlenmesine benzer bir örgütlenmeye sahip olmas›, devlet örgütlenmesiyle siyasal partilerin iliflkisini kolaylaflt›rmaktad›r. Bu çerçevede yerel düzeyde ç›karlar›n yerel devlet ayg›t›na ulaflmas›nda partilerin yerel örgütlerinin önemli bir ifllevi vard›r. Yerel ekonomiye ve toplumsal yap›ya müdahale aç›s›ndan bak›ld›¤›nda, yukar›da yerel devlete yönelik tan›mlad›¤›m›z üç yap›lanman›n iç içe ve belli bir iflbölümü çerçevesinde çal›flt›¤›n› görmekteyiz. Merkezi yönetimin yerel uzant›lar› ve ‹l Özel ‹dareleri e¤itim, sa¤l›k, güvenlik hizmetleri gibi ulus devletin yeniden üretimi aç›s›ndan kilit konumdaki hizmetleri üstlenirken, çöp toplama, yol yap›m›, imar planlar›n›n haz›rlanmas› ve uygulanmas› gibi yerel nitelikli ve siyasal olarak görece önemsiz hizmetler belediyelerin sorumlulu¤una b›rak›lm›flt›r. Özetlemek gerekirse, yukar›da k›saca ana özelliklerini tasvir etti¤imiz ve yerel devleti tan›mlayan yönetsel yap›, zaman içinde temsiliyet ve müdahale biçimleri aç›s›ndan belli dönüflümlere u¤ram›fl olsa da, günümüzde de sözünü etti¤imiz yap›sal özellikleriyle varl›¤›n› korumufltur. Kuflkusuz bu tür bir yap›lanma de¤iflen siyasal dengelere göre dikkate de¤er de¤iflimler geçirmifltir. Siyasal niteli¤i nedeniyle söz konusu de¤iflim sürecinde belediyeler de¤iflim sürecinden en fazla etkilenen ö¤e olmufltur. Cumhuriyetin kuruluflundan sonra, 1930 y›l›nda 1580 say›l› yasayla, Ankara ve ‹stanbul d›fl›ndaki kentlerde de kurulan belediyeler, yasada belirlenen genifl sorumluluklar›na karfl›n siyasal ve mali olarak güçsüz b›rak›lm›fllard›r. Bu tür bir stratejinin en temel nedenlerinden biri devlet kaynaklar›n›n önemli bir bölümünün sanayileflmeye ayr›lmas› ve kentleflmeye ayr›lan kaynaklar›n bu nedenle s›n›rl› düzeyde tutulmas›d›r. Kuflkusuz bu durum ulus devletleflme sürecinde merkeziyetçili¤i öngören stratejilerle de tutarl› olmufltur. Sanayileflme sürecinde anahtar konumunda olan merkezi devletin kaynak tahsisindeki konumu büyük ölçekli sermayenin temsiliyetini bu düzeye yönlendirirken, kentin küçük ölçekli ç›karlar›n mekân› olmas› ve kentleflmenin yerel topluluklar›n kendi dinamiklerine b›rak›lmas› kent siyasetinin s›n›r-

199


200

Tar›k fiengül

l› kaynaklar etraf›nda örgütlenen patronaj iliflkilerine konu olmas›na neden olmufltur. Ancak daha önce de belirtti¤imiz gibi, hiyerarflik a¤ sistemi çerçevesinde merkezden yerele do¤ru bir kontrol ve iletiflim mekânizmas› ifllevselli¤ini sürdürebilmifltir. Bu tür bir yap›lanma zaman zaman, beklenilebilece¤i gibi, yerel düzeyde belediyeler çerçevesinde muhalefete de konu olmufltur. ‹kinci Dünya Savafl› sonras› yo¤un biçimde kentlere ak›n eden ve h›zla gecekondulaflan yeni kent yoksullar›n›n deste¤ini de arkas›na alarak 1970’li y›llar›n bafl›nda büyük kentler baflta olmak üzere belediyelerin kontrolünü ele geçiren CHP’li belediye baflkanlar›, bu döneme kadar merkezi yönetimin yerel kolu gibi hareket eden belediyecilik modeline karfl› ç›kmaya ve daha ba¤›ms›z, sosyal içerikli ve müdahaleci bir belediyecilik anlay›fl›na yönelmifllerdir. Yer yer CHP’nin “ortan›n solu” anlay›fl›n› da zorlayarak kentin yeni yoksullar›na öncelik veren görece s›n›f temelli bir strateji gelifltirmeye yönelen bu yeni anlay›fl, bir anlamda yukar›da sözünü etti¤imiz hiyerarflik a¤ sisteminin iflleyiflini belli ölçülerde bozabilmifltir. Söz konusu anlay›fl, gerek devletin iç örgütlenmesi gerek temsiliyet biçimleri, gerekse de müdahale biçimleri aç›s›ndan daha önceki bölümde geliflmifl ülkeler çerçevesinde inceledi¤imiz kent yöneticili¤i anlay›fl›yla önemli benzerlikler göstermektedir. Bununla birlikte, refah devletinden farkl› olarak, kentlere s›n›rl› kaynak tahsisi ve merkeziyetçi yap›n›n direnifli bu tür bir belediyecilik anlay›fl›n› merkezi yönetimle dikkate de¤er bir sürtüflme ve çat›flmaya sokmufltur. 1980 Askeri Müdahalesi kentlerde bafllayan siyasallaflmay› ulusal düzeydeki uygulamalar›na benzer biçimde kesintiye u¤ratm›fl ve izleyen dönemde ortaya ç›kacak olan “piyasa” yönelimli anlay›fl›n altyap›s›n› da oluflturmufltur. 1980 sonras› dönemin en önemli de¤iflikliklerinden biri 3030 say›l› yasayla metropoliten kentlerde, di¤er kentlerden farkl› ve iki kademeli bir belediye oluflumunun öngörülmesidir. Bu tür bir oluflum büyük ölçüde 1980 öncesi büyük kentlerin siyasallaflma sürecinde oynad›¤› rolle iliflkilidir. Askeri yönetim büyük kentlerin “bafl›bofllu¤unu” yönetimin etkisizli¤iyle iliflkilendirmifl ve 1982 Anayasas›’nda metropoliten kentlerin daha etkin bir yönetim yap›s›na sahip olmas›na yönelik düzenlemeler yapm›flt›r. Daha etkin bir yönetimin büyük kentlerde ortaya ç›kan siyasallaflman›n önüne geçebilece¤i varsay›lm›flt›r. Bu tür bir yönelim daha önce tart›flt›¤›m›z eflitsiz geliflme yaklafl›m›n›n devletin sosyomekânsal farkl›l›klarla bafledebilmeye yönelik olarak kendi için-


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

de farkl›laflma ve çeflitlenme öngörüsüyle tutarl›d›r. Metropoliten kentlerde iki kademeli belediyeler oluflturulmas› siyasas›na ek olarak belediyelerin mali yap›lar›n›n güçlendirilmesine yönelik olarak da bir dizi düzenleme yap›larak belediyelere ayr›lan kaynaklarda da belli bir art›fl sa¤lanm›flt›r. Bu tür bir düzenlemenin belediyelerin yerel hizmetleri sunmadaki etkinli¤ini art›rd›¤› varsay›labilir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki 1980’li y›llar yerel yönetimlerin kentlere müdahale biçimlerinde de önemli de¤iflimlere yol açm›flt›r. Bu de¤iflimin en çarp›c› boyutu belediyelerin emek gücünün yeniden üretimi alan›ndan çok sermayenin yeniden üretimine öncelik veren müdahalelere öncelik vermesidir. Kentlerin altyap›lar›n›n iyilefltirilmesi söz konusu dönemde belediyelerin öncelikli müdahale alan› haline gelmifltir. Toplu ulafl›m ve benzeri alanlarda yap›lan iyilefltirmeler ise maliyetin üzerinde fiyatland›rma politikalar›yla emek gücünü desteklemekten çok kentlerde emek gücünün ak›flkanl›¤›n› sa¤layan ama bunu yaparken de maliyetleri kullan›c›lara ödeten bir anlay›flla iç içe geçmifltir. Özellikle metropoliten kentlerde, belediyeler piyasac› mant›¤› yönelirken, ulafl›m, çöp toplama ve benzeri hizmetleri sa¤lamada kendi birimlerinden çok, özel söktörü kullanmaya yönelmifllerdir. Özel sektör firmalar›n›n yayg›n kullan›m› yan›nda belediyelerin kendi bünyelerinde flirketler kurarak bir dizi hizmet sunumunu bu flirketlere devretmeleri de yayg›n olarak kullan›lan bir strateji haline gelmifl, bu firmalar arac›l›¤›yla belediyeler bir yandan özel sektör mant›¤›yla çal›flmaya yönelirken bir yandan da hem merkezi yönetimin hem de yerel halk›n denetiminden kaçmay› hedeflemifllerdir. Metropoliten kentler baflta olmak üzere belediyeler bu tür bir dönüflüm geçirirken daha önceki dönemde belediyelerin mali olarak girmekte zorland›klar› büyük ölçekli yat›r›mlara da yöneldiklerini görülmektedir. Bu tür bir stratejinin finansman›ndaysa merkezi yönetimin tahsislerinin s›n›rl› kalmas›, belediyeleri, merkezi yönetimin kendi finansman anlay›fl›yla tutarl› biçimde, d›fl kredi kullan›m›na yöneltmifltir. Metro, büyük ölçekli içme suyu, yol ve kanalizasyon projelerinde d›fl kaynaklardan önemli miktarlara ulaflan krediler kullan›lm›flt›r. Bu stratejinin bir sonucu günümüzde büyük belediyelerin hemen hepsinin kendi ödeme kapasitelerini aflan bir d›fl borç sorunu ile karfl› karfl›ya kalmalar› olmufltur. Söz konusu yönelimin önemli bir sonucu daha önceki dönemlerde küçük sermayenin odakland›¤› bir ölçek olan kentlerin

201


202

Tar›k fiengül

ulusal ve uluslararas› büyük sermayenin ilgi alan› haline gelmesidir. Metro, içme suyu, yol ve kanalizasyon projelerinin ço¤unda büyük ölçekli ulusal ve uluslararas› inflaat firmalar› yer almakta, içme suyu örne¤inde oldu¤u gibi, baz› durumlarda söz konusu hizmetlerin iflletilmesi de uzun vadeli olarak uluslararas› firmalar›n bafl›n› çekti¤i konsorsiyumlara devredilmifl bulunmaktad›r. Söz konusu siyasalar›n önemli bir sonucu yerel temsiliyet yap›lar›n›n da dönüflmesidir. Küçük ölçekli sermaye gruplar›n›n belediyeler etraf›nda temsiliyeti devam ederken ve bu temsiliyet sürecinde klientalist iliflkiler hala önemini korurken, daha büyük ölçekli sermaye gruplar›n› içeren korporatist temsiliyet biçiminin de belediyeler etraf›nda yayg›nlaflt›¤› gözlenmektedir. Birinci iliflki biçimi belediye baflkan›-belediye meclisleri etraf›nda yo¤unlafl›rken, ikinci temsiliyet biçiminin belediye baflkanlar› etraf›nda odakland›¤› görülmektedir (Kara ve Köksal, 1988). Özetlemek gerekirse, 1980 sonras› dönemde, Türkiye’de yerel yönetimler, ülkenin kendi dinamikleri ve tarihsel koflullar› çerçevesinde, geliflmifl ülkelerdekine benzer bir dönüflüme yönelmifllerdir. Emek gücünün yeniden üretimi ikinci plana itilirken, sermayenin önceliklerini gözeten ve piyasan›n mant›¤›n› içsellefltirmeye bafllayan bir yerel yönetim anlay›fl› öne ç›kmaya bafllam›flt›r. Bununla birlikte bu tür bir yönelimin kentsel düzeyde devletin baflar›l› bir yeniden yap›lanma yetisini gösterdi¤i sonucuna ulaflt›rmamal›d›r. Devlet yap›lar› yerel devleti de içeren bir biçimde geçti¤imiz dönemde dikkate de¤er dönüflümlere u¤ramakla birlikte, yerel devlet alan›nda yaflanan yeniden yap›lanman›n kentsel düzlemde ortaya ç›kan yeni geliflmelerle bafledebilmesi aç›s›ndan “kendi mant›¤› aç›s›ndan” baflar›l› bir dönüflüm gösterdi¤ini söyleyebilmek mümkün de¤ildir. Afla¤›da ayr›nt›l› olarak göstermeye çal›flaca¤›m›z gibi, bu tür bir baflar›s›zl›¤›n yerel devletin krizine dönüfltü¤ü görülmektedir.

4. Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Yeniden Yap›lanmas›n›n Maddi Kaynaklar› ve Yeniden Yap›land›rma Projeleri Kriz nitelemesinin temel nedeni yerel devletin yeniden yap›land›r›lmas› konusunda ortaya ç›kan bask›ya karfl›n, bu yönde kapsaml› bir de¤iflimin gerçeklefltirilememesidir. Daha somut olarak ifade etmek gerekirse, son on befl y›l içinde gündemden düflmeyen ancak bir türlü de gerçekleflmeyen bir “yerel yönetimler reformu” tart›flmas› sadece belediyelerin ya da akademik çev-


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

relerin de¤il, hükümetlerin de gündemindedir. Konuya iliflkin farkl› hükümetlerce say›s›z kanun teklifi haz›rlanm›fl olmas›na karfl›n, bu tür haz›rl›klar› kanunlaflt›racak “siyasi irade” ortaya ç›kamam›flt›r (fiengül ve Ersoy, 2002). Söz konusu reform ya da yeniden yap›land›rma çabalar›n›n içeri¤ine geçmeden önce, bu çabalar›n maddi temelini oluflturan geliflmeler üzerine son bir de¤erlendirme yapmakta yarar vard›r. Yerel devlete iliflkin olarak bir önceki bölümde tart›flt›¤›m›z gibi, kentsel düzeyde ortaya ç›kan de¤iflimin en temel özelliklerinden biri yerel birimlerin ulusal ölçekle olan iliflkisinde ortaya ç›kan de¤iflmedir. 1980 öncesi dönemin birbirini tamamlayan bir ifl bölümü çerçevesinde ulusal düzeyin tamamlay›c›lar› olan bir yerellik modelinden, giderek ulusal düzeyle daha esnek bir iliflkiye giren ve bu çerçevede de, hem daha önce tamamlay›c›l›k iliflkisinde oldu¤u ulusal s›n›rlar içerisindeki yerel birimlerle, hem de di¤er ülkelerin benzer konumdaki yerel birimleriyle yar›flmaya zorlanan bir yerellik anlay›fl›na geçifl yerel üstü güçlerce yerel birimlere dayat›lmaktad›r. Bu tür bir sürecin en dramatik boyutu ve yerel birimler aç›s›ndan en önemli sonuçlar›ndan biri, merkezi yönetimin söz konusu yerel birimlere üstlenmifl olduklar› ifllevleri yerine getirecek kaynaklar› tahsis etmedeki isteksizli¤idir. Kamu iktidadi teflebbüslerinin konumland›¤› Zonguldak, Karabük, ‹skenderun gibi daha önceki dönemde demir-çelik, kömür ve benzeri temel üretim girdilerini sa¤layan kentlerde devletin bu alanlardan çekilifli söz konusu birimlerin ekonomik temelini zay›flat›rken azalt›lan istihdam kentleri derin bir krizin içine itmifl ve gelece¤e yönelik bir perspektif yitimi sorununu da söz konusu yerleflmelere dayatm›flt›r. Söz konusu kentler için temel sorun, d›fla aç›k geliflme stratejisi çerçevesinde ne tür bir geliflme perspektifinden hareket edecekleri konusunda bir aç›l›m›n bulunmamas›d›r. Daha önceki bölümde de tart›flt›¤›m›z gibi, yar›flan yerellik modelinde varsay›lan, yerel birimlerin uluslararas› mekânsal iflbölümünde karfl›laflt›rmal› üstünlüklerini de kullanarak di¤er yerleflmelerle yar›flmalard›r. Bu çerçevede öngörülen yerel güçlerin oluflturduklar› koalisyonlarla kendi kaynaklar›n› harekete geçirmeleri ve giriflimci bir yerel yap›lanmay› oluflturmalar›d›r. Dünya örneklerinde bu tür bir ifllevin yerine getirilmesinde “baflar›” örne¤i oluflturan yerel birimlerde yerel güçlerin koalisyonunun oluflturulmas›nda çimento ifllevini yerel devlet yapmaktad›r. Türkiye örne¤ine döndü¤ümüzde bu tür bir ifllevi yerine getirebilecek bir yerel devlet

203


204

Tar›k fiengül

yap›lanmas›n›n geçti¤imiz dönemde oluflturulamad›¤›n› görmekteyiz. Söz konusu dönüflümün sa¤lanamamas› son dönemde yar›flmac› yerelli¤e yönelme konusunda “baflar› örne¤i” olan bir dizi kentte de, bu baflar›s›zl›ktan kaynaklanan sorunlar›n ortaya ç›kt›¤›na iflaret etmektedir. Denizli, Gaziantep, Marafl, Çorum gibi d›fla aç›k büyüme modeline yönelen yerel birimlerde giriflimcilerin temel sorun olarak gösterdi¤i konulardan biri yerel yönetimlerin bu kentlerde kendilerine yeterli deste¤i sa¤layamad›¤›d›r. Mevcut yap›lanma içinde gerek hizmet alan› aç›s›ndan gerekse de sorumluluklar›n›n kentlerin yap›l› çevresiyle s›n›rl› olmas›ndan dolay› belediyelerin yerel ekonomik geliflmeyi koordine edecek kapasiteleri yoktur. Ço¤u durumda bu tür yerel geliflme inisiyatifleri kentin s›n›rlar›n› aflan ve il düzeyinde etkinlik gösteren bir nitelik tafl›maktad›r. Bu düzeyde etkinlik gösterebilecek yerel birim Valilikler ve ‹l Özel ‹dareleri’dir. Bununla birlikte bu birimlerin ne teknik donan›mlar› ne de mali yap›lar› söz konusu süreci yönlendirebilecek yetkinli¤e sahiptir. Bu nedenle yeni dönemin tafl›y›c›l›¤›n› yapabilecek bir yönetsel yap›n›n oluflturulamad›¤›n› söylemek mümkündür. Bu tür bir eksiklik daha parçac› çabalarla giderilmeye çal›fl›lmaktad›r. Son dönemde Devlet Planlama Teflkilat›’nca, Valilikler taraf›ndan haz›rlanmas› öngörülen ‹l Geliflme Planlar› bu tür bir çaban›n üründür. Söz konusu planlar›n ilginç yönü, il düzeyinin bir plan düzeyi olarak ilk defa tan›mlanmas›d›r. Bu tür bir tan›mlama çabas›, yukar›da sözünü etti¤imiz yerel birimleri kendi bafl›na bir ekonomik birim olarak görme yönelimiyle tutarl›d›r. Bununla birlikte, Valilikler bu türden bir etkinli¤i yerine getirebilecek donan›mdan yoksundurlar. Söz konusu planlar›n haz›rlanmas›na yönelen valiliklerin ço¤u söz konusu planlar›n haz›rlanmas›n› kendi d›fllar›ndaki çeflitli üniversitelere ve kurumlara ihale etmektedir. Bu tür bir yönelim sadece planlar›n içeri¤inin belirsizli¤i sorununu do¤urmamakta, ayn› zamanda uygulama aflamas›nda da uygulay›c› kurum olan Valiliklerin yap›sal yetersizli¤ine iflaret etmektedir. Bu tür bir olumsuzlu¤u güçlendiren bir baflka boyut ise, il geliflme planlar›n›n herhangi bir hukuki çerçeveden yoksun olmas› ve herhangi bir yapt›r›m gücü tafl›m›mamalar›d›r. Bu çerçevede yerel devletin yetkilerinin de yeniden tan›mlanmas› kaç›n›lmaz olarak siyasa yap›c›lar›n gündemine gelmifl bulunuyor. Son y›llarda farkl› hükümetlerin hemen hepsinin gündeminde yerel yönetimlere iliflkin “reform” tasar›lar›n›n olmas› ve


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

TBMM’de her dönem kurulan komisyonlar›n bu tasar›lar› gözden geçirmesi bu tür bir kaç›n›lmazl›¤›n iflaretidir. Son dönemde farkl› hükümetlerin haz›rlad›¤› ve sürekli gözden geçirilerek de¤ifltirilen bu kanun taslaklar›n›n aras›nda farkl›l›klara karfl›n baz› ortak yönlerinin bulundu¤u gözlenmektedir. Söz konusu tasar›lar bir dizi merkezi yönetim fonksiyonunu yerel birimlere devretmeyi planlamaktad›r. Bu noktada kendi içinde sorunlu bir alan, yerel yönetimlerin hangi birimine ne tür yetkilerin devredilece¤idir. Daha önce de de¤indi¤imiz gibi, yerel devlet aç›s›ndan iki birim öne ç›kmaktad›r. Bunlardan birincisi karar verme organlar› seçimle oluflan belediyelerdir. Gerek belediye baflkanlar› gerekse de belediye meclislerinin seçimle oluflmas›, belediyelere ‹l Özel ‹dareleri karfl›s›nda farkl› bir konum kazand›rmaktad›r. ‹l Özel ‹darelerinin meclisleri seçimle oluflmakla birlikte, Valiler, bilindi¤i gibi, merkezi yönetimce atanmaktad›r. Her ne kadar Valiler ilgili düzenlemelerde hem merkezi yönetimin yerel düzeydeki temsilcisi, hem de yerel birimlerin merkezdeki temsilcisi gibi ikili bir konum olarak tan›mlansa da, merkezden atan›yor olmalar› merkezin yereldeki uzant›s› olma konumlar›n› öne ç›kartmaktad›r. Bu nedenle, merkezi yönetimlerin yetkilerini Belediyelere aktarmalar›yla, bafl›nda Valilerin bulundu¤u ‹l Özel ‹darelerine aktarmalar› devletin kendi iç iflleyifli ve bütünlü¤ünü korumas› aç›s›ndan farkl› stratejilere iflaret etmektedir. Öte yandan, söz konusu yetkilerin belediyelere devredilmesi merkezi yönetim aç›s›ndan iki temel sak›nca ortaya ç›kmaktad›r. Birincisi, belediyeler yetki alanlar› aç›s›ndan daha s›n›rl› bir co¤rafyay› kontrol etmektedir. ‹llerin s›n›rlar› içinde ço¤u durumda birden fazla belediye vard›r. Oysa son dönemde ortaya ç›kan yerelli¤in eylem alan› il ölçe¤inin daha rasyonel bir ölçek oldu¤unu göstermektedir. Belediyelere devir konusundaki ikinci sak›nca ise, kuramsal bölümde de tart›flt›¤›m›z gibi, her ne kadar devlet yap›s›n›n bir parças› olduklar› do¤ru olsa bile, belediyelerin yerel ç›karlar›n ya da merkezi yönetimin d›fl›ndaki projelerin temsilcisi olabilmesi, DEHAP taraf›ndan kontrol edilen belediyeler örne¤inde oldu¤u gibi, mümkündür. Bu çerçevede, merkezi yönetimin yetki devrinin belediyelere yönelmesi konusunda isteksizlikleri anlafl›labilirdir. Bununla birlikte, yerelleflme yönelimlerine demokratikleflme söylemince efllik edildi¤i bir ortamda, genifl ölçüde valiliklerce kontrol edilen ‹l Özel ‹darelerine güç aktar›m›n›n da söz konusu söylemle çeliflki yaratt›¤› da aç›kt›r.

205


206

Tar›k fiengül

Reform çabalar›n›n hemen hepsinde bu ikilemin var oldu¤u ve genellikle ibrenin ‹l Özel ‹dareleri yönünde oldu¤u söylenebilir. Mevcut durumda, baflta metropoliten kentlerin belediyeleri olmak üzere birçok belediyeyi kontrol eden AKP’nin Mecliste yasalaflt›rma çabas›nda oldu¤u tasar›da da bu e¤ilimin a¤›r bast›¤› görülmektedir. Söz konusu tasar›n›n ana hatlar› üzerinde k›saca durmak, gerek tasar›n›n geneli hakk›nda bilgi vermek aç›s›ndan, gerekse söz konusu e¤ilimi göstermesi aç›s›ndan yararl› olacakt›r. Hükümet program›nda yerel yönetimlere iliflkin yaklafl›m flöyle özetlenmektedir. Merkeziyetçi ve hantal yap›lar›n afl›lmas› bak›m›ndan; Kat›l›mc› ve ço¤ulcu demokrasi ve yönetimde etkinlik ilkeleri do¤rultusunda, Hükümetimiz döneminde kapsaml› bir yerel yönetim reformu gerçeklefltirilecektir. • Ulusal öncelikler ile yerel farkl›l›klar bar›flt›r›larak kamu hizmetlerinin yerinden karfl›lanmas› temel ilke olacak, merkezi yönetim taraf›ndan yürütülmesi zorunlu olmayan hizmetler, kaynaklar›yla birlikte yerel yönetimlere devredilecektir. • Yerel düzeyde demokratikleflmeye önem verilecek, seçimlerle oluflan yerel organlar üzerindeki merkezi idarenin denetimi, hukuka uygunluk denetimi ile s›n›rland›r›lacakt›r. • Yerel Yönetim Reformu çerçevesinde, merkezi idare ile yerel idareler aras›nda görev, yetki ve kaynak paylafl›m›, üniter devlet anlay›fl›m›za dayal› olarak, etkinlik, verimlilik ve ça¤dafl yönetim ilkelerine uygun olarak yeniden belirlenecektir. ‹l ‹dareleri yeniden yap›land›r›larak; • Bakanl›klar›n taflradaki görev ve yetkileri, Valiliklere ve ‹l Özel ‹darelerine devredilecektir. Yerel tercihler dikkate al›narak, sa¤l›k, e¤itim, kültür, sosyal yard›mlaflma, turizm, çevre, köy hizmetleri, tar›m, hayvanc›l›k, imar ve ulafl›m hizmetlerinin il düzeyinde karfl›lanmas› sa¤lanacakt›r.

AKP Hükümeti’nin Acil Eylem Plan›’n›nda ise hükümet program›nda vurgulanan de¤iflikliklere ek olarak iki yeni yap›lanmadan söz edilmektedir. Acil Eylem Plan›’na göre; · Yerel düzeyde sivil toplum kat›l›m›n› sa¤layacak Kent Konseyleri kurulacak, · Hizmeti etkin flekilde götürecek ölçe¤e sahip alt bölgeler baz›nda bölgesel kalk›nma kurumlar› oluflturulacakt›r.

Hükümet Program› ve Acil Eylem Plan›’nda s›ralanan bu he-


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

deflere yönelik düzenlemeler bir dizi kanun tasla¤›nda yer almaktad›r. Bunlar, Belediye Kanun Tasla¤›, Büyükflehir Kanun Tasla¤›, ‹l Özel ‹daresi Kanun Tasla¤›, Belediye ve ‹l Özel ‹daresi Gelirleri Kanun Tasla¤› ve Bölge Kalk›nma Ajanslar› Kanun Tasla¤›’d›r.15 Yeni düzenlemeleri bölgesel, il ve yerel ölçek olmak üzere üç düzeyde de¤erlendirmek mümkündür. -Bölge Ölçe¤i Bilindi¤i gibi, Türkiye’de bölgeler aras› eflitsiz geliflmelerin çarp›c›l›¤›na karfl›n sistematik bir bölge yönetimi ve planlama anlay›fl› mevcut de¤ildir. Mevcut düzenlemeler pragmatik niteliktedir. GAP’a yönelik olarak GAP Bölge Kalk›nma ‹daresi Baflbakanl›¤a ba¤l› olarak kurulmufltur. Güneydo¤u Anadolu Bölgesi’nin siyasal sorunlar›n›n dayatmas›yla bu bölgede k›sa süre öncesine kadar uygulamada olan Ola¤anüstü Hal Bölge Valili¤i kurulmufltur. Merkezi yönetimin birçok taflra teflkilat›, birbirleriyle koordinasyonsuz bir biçimde, bölge esas›na göre örgütlenmifltir. Ancak bütün bu yap›lanmalar sistematik bir yaklafl›m›n ürünü de¤ildir. GAP d›fl›ndaki Do¤u Anadolu Projesi (DAP) ve Do¤u Karadeniz Projesi (DOKAP) ise yabanc› uzmanlara haz›rlat›lan projeler olmufl ve uygulamadan Devlet Planlama Teflkilat› sorumludur. Ancak her iki proje de büyük ölçüde ka¤›t üzerinde kalan projeler olmufltur. Yeni tasar›da bölgelere iliflin düzenlemenin en önemli boyutu, Avrupa Birli¤i’nin özellikle kaynak tahsisinde merkezi bir öneme sahip olan bölgeleme anlay›fl›na uygun olarak DPT taraf›ndan tan›mlanan bölgelerin esas al›narak Bölge Kalk›nma Ajanslar›’n›n kurulmas›d›r. Yeni tasar› pilot uygulama olarak GAP, DAP ve DOKAP’›n kapsad›¤› bölgelerde Bölge Kalk›nma Ajanslar›n›n kurulmas›n› öngörmekte ve daha sonra bu ajanslar› di¤er tan›mlanm›fl bölgelere de yayg›nlaflt›r›lmay› hedeflemektedir. Bölge Kalk›nma Ajanslar›n›n kurulmas›na yönelik tasar›da Valilikler asli birimler olarak tan›mlanmakta, Ajanslar›n yönetim kurullar›n›n bafl›na her bölgede merkezi konumda olan bir ilin valisinin yönetim kurulu baflkan› olarak atanmas› öngörülmektedir. Ajans›n yürütme organ› olaca¤› anlafl›lan Ajans Sekreteryas›n›n bafl›na da vali yard›mc›lar›ndan biri getirilmektedir. Kalk›nma Ajanslar›n›n bu iki organ› yan›nda bir de Dan›flma Kurulu’nun olmas› öngörülmekte, bu kurullarda bölgenin illerinin valileri yan›nda belediye baflkanlar› ve ifl çevrelerinin temsilcileri-

207

15 Bu aflamada yap›lacak bir de¤erlendirmenin temel güçlü¤ü, Mecliste görüflülen yasa taslaklar›n›n henüz üzerinde çal›fl›lan ve bu nedenle de sürekli de¤iflime u¤rayan bir nitelikte olmas›d›r. Bu tür bir de¤erlendirmeyi daha da zorlaflt›ran baflka boyutlar da söz konusudur. En önemli sorunlardan biri baz› konularda kamuoyuna yans›yan birden fazla tasar› metni vard›r. Di¤er bir zorluk yasan›n taslak niteli¤inden kaynaklanan iç tutars›zl›klar›d›r. Bir maddede il genel meclislerinde baflkan seçilmesi öngörülmezken bir baflka maddede meclis baflkan›ndan söz edilmektedir. Bununla birlikte mevcut yönelimin baz› ortak özelliklerini baz alarak bir de¤erlendirme yapmak mümkün görünmektedir.


208

Tar›k fiengül

nin olmas› öngörülmektedir. Ajanslara iliflin iki ayr› tasar› söz konusudur. Tasar›lardan birinde “sivil toplum kurulufllar›n›n” temsilcilerinin de Dan›flma Kurullar›nda yer almas› öngörülürken, di¤er tasar›da bu kesimden temsilcilerin kuruldan d›flland›¤› görülmektedir. Mevcut tasla¤›n yasalaflmas› durumunda, bölge yönetimi ve kalk›nmas› sorununun merkezi yönetimin a¤›rl›kta oldu¤u bir “yönetiflim” anlay›fl›na yönelece¤i anlafl›lmaktad›r. Bu tür bir yönelimin belirleyici unsurlar›ndan biri Avrupa Birli¤i’ne uyum kayg›s› oldu¤u anlafl›lmaktad›r. Avrupa Birli¤i her ülkenin bölgeler belirlemesini öngörmekte ve yapaca¤› yard›mlar› bu çerçevede da¤›tmaktad›r. Yeni tasar› bu tan›mlamaya dayanarak bir bölge örgütlenmesi önermekte, bu sürecin içinde kendi temsilcisi olan valileri a¤›rl›kl› olarak dahil ederken, ifl çevrelerini de sürecin parças› haline getirmeye çal›flmaktad›r. Çal›flan s›n›flar›n bu tür bir süreçten büyük ölçüde d›flland›¤› aç›kt›r. Valilerin ve vali yard›mc›lar›n›n Ajanslar içindeki belirleyici konumuysa, bölge sorununa uzun erimli ve planl› bir yaklafl›m›n öngörülmedi¤ini göstermektedir. Valiler her siyasal iktidarla birlikte büyük ölçüde de¤ifltirilen makamlar olmalar› ve siyasal iktidarlara olan duyarl›l›klar› nedeniyle bu tür bir uzun erimlilik ilkesini uygulayabilecek konumda de¤ildir. Ajans›n sekreteryas›n›n bafl›nda olmas› öngörülen vali yard›mc›lar›n›n ise hizmet süreleri üç y›lla s›n›rl›d›r. Bu çerçevede söz konusu tasar›n›n kanunlaflmas› durumunda Ajanslar›n siyasal süreçlerden ve özellikle de merkezi yönetimin siyasal taleplerinden yo¤un biçimde etkilenen kurumlar olmas› kaç›n›lmazd›r. Bölgesel düzeyde etkinlik gösterecek bir kurumun merkezden atanan bir valinin baflkanl›¤› ve kontrolunda oluflmas› bu tür yönelimin yerelleflmekten çok merkezin yerelde güçlenmesi anlam›na geldi¤i aç›kt›r. -‹l Ölçe¤i Yeni yap›lanman›n belediyelere belli yeni kaynaklar ve sorumluluklar yaratmas› muhtemel olmakla birlikte as›l vurgusunun ‹l Özel ‹dareleri üzerinde oldu¤u anlafl›lmaktad›r. Yeni tasar›da, birçok bakanl›¤›n taflra teflkilatlar›n›n (sa¤l›k, e¤itim, kültür, sosyal yard›mlaflma, turizm, çevre, köy hizmetleri, tar›m, hayvanc›l›k, imar ve ulafl›m) ‹l Özel ‹darelerine kadrolar›yla birlikte devredilmesi öngörülmektedir. Yeni yasa tasla¤›n›n güçlendirdi¤i il özel idarelerine iliflkin olarak yeni bir yap›land›rmaya gitti¤i görülmektedir. Yeni yasa tasla¤›nda daha önce il özel idarelerinin bafl›nda yer alan valilik-


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

lerin bu yönetim biriminden d›flland›¤› görülmektedir. ‹l özel idaresi meclislerinin baflkanl›¤› yeni yasa tasla¤›nda seçilmifl ya da atanm›fl bir baflkan öngörmemifltir. Bu çerçevede bir yasallaflma olmas› durumunda, valilerin önemli bir güç kayb›na u¤rayaca¤› aç›kt›r.16 Bu tür bir düzenlemeyle AKP Hükümetinin yukar›da sözünü etti¤imiz merkezin il özel idareleri üzerinde valilikler arac›l›¤›yla sa¤lad›¤› kontrolu aflmay› hedefledi¤i anlafl›lmaktad›r. Mevcut yönetsel yap› aç›s›ndan bak›ld›¤›nda, valiler merkezi yönetimle yerel yönetim aras›nda eflgüdüm ve uyumun sa¤lanmas›nda, daha çok merkezin bir temsilcisi olarak, önemli bir iflleve sahiptir. Yeni uygulaman›n bu tür bir uyumu nas›l sa¤layaca¤› önemli bir sorun alan› olarak belirginleflmektedir. Bununla birlikte, valilerin söz konusu ifllevi yerine getirmesine yönelik olarak il ve ilçe koordinasyon kurullar›n›n görev yapmas› öngörülmekte, bu kurulun baflkanl›¤›na ise söz konusu ilin valisi getirilmektedir. Ancak bu kurulun alaca¤› kararlar›n tavsiye niteli¤inde olmas› ve yapt›r›m gücüne sahip olmamas› öngörülmektedir. Bu çerçevede ilgili yasa tasar›s›nda ‹stanbul’un özel bir durum olarak de¤erlendirilmifl olmas› da mevcut hükümetin siyasal ve ideolojik tercihlerini göstermesi aç›s›ndan ilginçtir. Merkezi yönetimin taflra örgütleri di¤er yerlerde ‹l Özel ‹darelerine b›rak›l›rken, ‹stanbul ‹linde bu devir belediye yönetimine yap›lmaktad›r. Di¤er anakentlerden farkl› olarak ‹stanbul’da ‹l s›n›r› belediye s›n›rlar› olarak tan›mlanmakta ve bu çerçevede yasa tasar›s› ‹stanbul ‹li’nde ‹l Özel ‹daresini ifllevsiz kalaca¤› gerekçesiyle ortadan kald›rmakta ve bu birimin tüm yetkilerini ‹stanbul Anakent Belediyesine devretmektedir. Bu tür bir tercih mevcut iktidar›n ‹stanbul’da kendisini güçlü hissetmesiyle aç›klanabilir. Bununla birlikte, dikkate al›nmas› gereken bir baflka boyut ‹stanbul’un liberal çevrelerde dünya kenti olarak tan›mlanmas› ve bu çerçevede ‹stanbul’un bir dünya kenti olarak “pazarlanmas›” stratejisidir. Bu tür bir stratejinin mevcut hükümet taraf›ndan da desteklenen bir yönelim oldu¤u bilinmektedir. Bu nedenle, ‹stanbul’un tek bir liderlik alt›nda birlefltirilmesi bu strateji aç›s›ndan önemli görünmektedir. Mevcut hükümet aç›s›ndan önemli bir konumda olan ‹stanbul’da bu tür bir liderli¤in Anakent belediyesine lay›k görülmesi kendi mant›¤› içinde anlafl›labilir bir tercihtir. ‹l ölçe¤ine iliflkin düzenlemelerin genel bir de¤erlendirmesi yap›ld›¤›nda en çarp›c› boyutun daha önce kentsel yaflamda kendisini gösteren tarzda bir siyasallaflma sürecinin il ölçe¤ine, k›rsal nüfusu da içerecek bir biçimde tafl›nmas›d›r. E¤itim, sa¤l›k, spor,

209

16 Kan›mca yeni yasa tasar›s›n›n en radikal yönü il özel idarelerinin valilikler d›fl›nda tan›mlanmas›d›r. Bu tür bir yönelim yasalafl›rsa merkezi yönetimin yerel birimler üzerindeki kontrolu önemli ölçüde azalacakt›r. Bu nedenle bu tür bir stratejinin önemli bir direniflle karfl›laflmas› muhtemeldir. Bu direnifl karfl›s›nda mevcut hükümetin gerekli siyasi iradeyi gösterip gösteremeyece¤ini önümüzdeki günler gösterecektir.


210

Tar›k fiengül

ulafl›m ve ekonomik kalk›nma gibi alanlarda genifl sorumluluklara sahip olacak bu birimin halihaz›rda belediyeler çevresinde oluflan iliflkilere benzer iliflkilere konu olmas› oldukça olas›d›r. Bu tür bir yetki aktar›m›n›n di¤er olumsuzluklar›n› sonuç bölümünde yerelleflmenin yaratabilece¤i yeni sorunlar çerçevesinde inceleyece¤imizden, burada söz konusu yetki aktar›m›n›n yerelleflmeci stratejilerin üzerinde s›kça durdu¤u demokratikleflme boyutuna iflaret etmekle yetinece¤iz. Yerelleflme ve demokratikleflme söylemine sahip ç›kan çevreler için bu tür bir yetki ve kaynak aktar›m› yerel halk›n kat›l›m›na olanak sa¤layaca¤› gerekçesiyle olumlu bir geliflme olarak de¤erlendirilecektir. Kuflkusuz daha önce merkezi yönetimin ve bir k›sm› da valilerin tasarrufunda bulunan bu sorumluluklar›n siyasal ve toplumsal talepleri merkezi yönetime aktard›¤› ve yeni düzenleme çerçevesinde bu taleplerin özellikle ‹l Genel Meclisleri’ne yönelece¤i aç›kt›r. Ancak bu tür bir geliflmenin demokratikleflme ve kat›l›m› art›raca¤› yönündeki de¤erlendirmelere kuflkucu yaklaflmak için yeterince neden vard›r. Bu tür bir kuflkunun gerisindeki en temel neden, günümüzde benzer bir yap›lanma içinde olan belediyeler çevresinde oluflan iliflkilerdir. Daha aç›k ifade etmek gerekirse, günümüzde belediyeler etraf›nda oluflan güç iliflkileri ne derece demokratikse, ‹l Özel ‹dareleri etraf›nda oluflan iliflkiler de o derece demokratik olabilecektir. Kuvvetle muhtemeldir ki, belediyelere benzer bir düzenlemeye tabi olmalar› nedeniyle, ‹l Özel ‹dareleri etraf›nda da klientalist iliflkiler hâkim olacak, iktidar› elinde tutan siyasal partiler bu birimi kendi iliflki ve ç›kar a¤lar› çerçevesinde örgütleyerek, kendi tabanlar›na öncelik veren bir yaklafl›m› uygulamaya sokacaklard›r. -Kent Ölçe¤i Belediyelere iliflkin yeni yasada öngörülen baz› düzenlemelere de dikkat çekmekte yarar vard›r. Mevcut yasaya göre yeni tasla¤›n öngördü¤ü de¤iflikliklerden biri belediyelerin kurulmas›na iliflkin öngörülen nüfus büyüklü¤üdür. Mevcut yasa, nüfusu 2000 olan yerleflmelerde belediyelerin kurulmas›na olanak sa¤lamaktad›r. Yeni düzenlemede bu rakam 5000 olarak tespit edilmektedir. Bu tür bir de¤ifliklik birçok belediyeyinin ortadan kalkmas›na ya da di¤er belediyelerle birlefltirilmesine yol açacakt›r. Bu tür bir düzenlemeye gerekçe olarak kamu hizmet sunumunda verimlili¤in art›r›lmas› amac› ortaya konmakta, küçük nüfuslara sahip belediyelerin bu çerçevede yetersiz kald›¤› belirtil-


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

mektedir. Bu düzenleme bir kez daha verimlilikle yasa tasla¤›na gerekçe oluflturan demokratikleflme ve yerel kat›l›m› art›rma ilkeleri aras›nda bir ikililik olufltu¤unda tercihin ekonomik kayg›lar çerçevesinde yap›ld›¤›n› göstermektedir. Yeni yasa, belediyelere halihaz›rda üstlendi¤i görevlere ek baz› yeni görevler de yüklemektedir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki uygulamada olan 1580 say›l› Belediyeler Yasas›’nda belediyelere oldukça fazla say›da görev yüklenmifl bulunmaktad›r. Ancak mevcut kaynaklar›n yetersizli¤i nedeniyle belediyelerin birço¤u bu sorumluluklar›n, özellikle iste¤e ba¤l› olanlar›n› yerine getirmemektedir. Bu nedenle yeni yasan›n yeni görevler tan›mlamas›ndan çok, var olan sorumluluklar› için kaynak yarat›lmas› daha önemli görünmektedir. Afla¤›da da tart›flaca¤›m›z gibi, yeni yasa belediyelerin mali yap›lar›n› da güçlendirmeyi hedeflemektedir. Bu çerçevede belediyelerin daha önce üstlenmedi¤i baz› sorumluluklar›n bu kurumlara b›rak›ld›¤› görülmektedir. Bunlar aras›nda en çarp›c› olanlar belediyelerin hizmet s›n›rlar› içinde okul öncesi ve ilk ö¤retim kurumlar›na ait binalar yapmak, yapt›rmak, bakmak ve onarmak, yerel düzeyde tarihsel, kültürel ve do¤al varl›klar›n ve çevrenin korunmas› ve iflletilmesidir. Mevcut yasan›n gerek belediyelerin gerekse de il özel idarelerinin gelirlerine iliflkin olarak da baz› düzenlemeler yapt›¤› görülmektedir. Mevcut düzenlemede belediyeler ve il özel idareleri aç›s›ndan en önemli kaynak, genel bütçe gelirlerinden belediyelere her y›l toplam gelirin % 5’inin il özel idarelerine ise % 1’inin aktar›lmas›d›r. Yeni düzenleme, bu oranlarda önemli art›fllar yaparak, bu oran› % 25 olarak belirlemekte ve ortaya ç›kan tutar›n % 80’inin belediyelere, % 20’sinin de ‹l Özel ‹darelerine ‹ller Bankas› arac›l›¤›yla aktar›lmas›n› öngörmektedir. Bu tür bir düzenleme gerek belediyelere gerekse ‹l Özel ‹darelerine aktar›lan kaynaklarda dikkate de¤er bir art›fl anlam›na gelmektedir.17 Daha önce de belirtti¤imiz gibi, bu AKP’nin kendi dayand›¤› toplumsal taban dikkate al›nd›¤›nda anlaml› bir de¤iflikliktir. Di¤er bir anlat›mla, AKP kendi toplumsal taban›n› desteklemeye ve bu çerçevede de AKP’nin merkezinde yer ald›¤› klientalist temsiliyet iliflkilerine yayg›nl›k kazand›rmay› hedeflemektedir. Belediyelere aktar›lan kaynaklar yan›nda, yeni yasa daha önceki yasada merkezi yönetimin onay›yla ve garantörlü¤üyle gerçekleflen borçlanma ve özellikle de d›fl borçlanma konusunda belediyelere önemli kolayl›klar sa¤lamaktad›r. Yeni düzenlemeye göre, belediyeler belde hizmetlerini yerine gertirmek amac›yla ta-

211

17 Yeni yasa tasar›s›n›n yetki aktar›m› anlay›fl›yla kaynak tahsisine yönelik tercihleri aras›nda belli bir tutars›zl›¤›n var oldu¤una dikkat çekmek gerekmektedir. Sa¤l›k ve e¤itim gibi oldukça büyük harcamalar gerektiren hizmetler il özel idarelerine aktar›l›rken, belediyelerin sorumluluklar›nda daha s›n›rl› bir geniflleme görülmektedir. Bununla birlikte kaynak aktar›m›nda belediyelerin kaynaklar›ndaki art›fl oran› il özel idarelerinden çok daha yüksek görünmektedir.


212

Tar›k fiengül

fl›n›r ve tafl›nmaz mal almak, iç ve d›fl borçlanmada bulunmak, gerekti¤inde borç almak, vermek tahvil ç›karmak, ba¤›fl kabul etmek yetkilerine sahiptir. Bu tür bir düzenlemede özellikle d›fl borçlanma konusu önemli bir sorun alan› olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. Halihaz›rda özellikle anakent belediyeleri özellikle Hazine Müsteflarl›¤›’n›n sa¤lad›¤› garanti çerçevesinde önemli miktarlarda d›fl borçlanmaya gitmifllerdir. Mevcut tasar› bu tür bir finansman stratejisini merkezi yönetimin kontrol araçlar›n› devre d›fl› b›rakarak daha s›k baflvurulabilecek bir hale getirmifltir. Bu tür bir yönelim bugün merkezi yönetimin d›fl borç konusunda düfltü¤ü s›k›nt›lar› kismen paylaflan belediyeleri daha da sorunlu bir konuma getirebilecektir. Yeni düzenleme çerçevesinde anakentlerdeki anakent belediyesi-ilçe belediyesi iliflkisi de yeniden yap›land›r›lmakta, anakent belediyelerinin asli görevinin anakent çerçevesinde görev yapan ilçe belediyeleri aras›nda koordinasyonun sa¤lanmas› oldu¤u belirtilmektedir. Bununla birlikte, tüm kenti ilgilendiren geliflme planlar› ve altyap› yat›r›mlar›n›n mevcut düzenlemede oldu¤u gibi, anakent belediyelerinin sorumlulu¤unda kald›¤› görülmektedir. Bu çerçevede 1/5000 ölçekli planlar›n haz›rlanmas› ilçe belediyelerine b›rak›l›yorsa da, söz konusu planlar› onama yetkisi anakent belediyesinde b›rak›lmaktad›r. Ancak daha önce ilçe belediyelerince haz›rlanan ve anakent belediyesince onaylanan ve bu çerçevede iki birim aras›nda sürtüflmelere yol açan uygulama imar planlar›n›n onama yetkisi anakent yönetimlerinden al›nm›flt›r. Mevcut düzenlemelerin bir di¤er önemli boyutu, birçok noktada idari vesayeti, yani merkezi yönetimin yerel birimler üzerindeki kontrolünü s›n›rlayarak, yarg› denetimi uygulamas› öngörülmektedir. Bu tür bir düzenlemeyle yerel devletin merkezi yönetim karfl›s›ndaki özerkli¤inin güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Bu çerçevede özellikle valiler, il özel idarelerine iliflkin güç kayb›na benzer bir güç kayb›n› belediyeler üzerindeki denetimleri çerçevesinde de yaflayacaklard›r. Kent ölçe¤inde belediyelere iliflkin yukar›da özetledi¤imiz düzenlemeler, birçok çevre için yerel demokrasinin güçlendirilmesi anlam›na gelmektedir. Bununla birlikte belediyeler düzeyinde temsiliyet iliflkilerinde yap›sal bir dönüflümün öngörülmedi¤i aç›kt›r. Bu nedenle de mevcut güç iliflkilerinin, ki ço¤u durumda bu iliflki korporatist ve klientalist özellikler göstermektedir, gelecekte de güçlenerek sürmesi anlam›na gelmektedir. Belediyeler ve belediye flirketleri etraf›nda ortaya ç›kan korporatist


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

iliflkilerin belediyelere aktar›lan kaynaklardaki art›fl›n gerçekleflmesi durumda, daha da yo¤unlaflmas› kaç›n›lmazd›r. Benzer biçimde klientalist iliflkilerin de yayg›nlaflmas› ve yo¤unluk kazanmas› olas› bir geliflme olacakt›r. Belediyeler düzeyinde temsiliyet biçimlerine yönelik en çarp›c› düzenleme belediyelerin çocuklar, kad›nlar, özürlüler gibi temsiliyeti s›n›rl› kalan kesimlere yönelik olarak Dan›flma Meclisi kurmaya yetkili k›l›nmalar›d›r. Kuflkusuz ilk bak›flta bu olumlu bir geliflmedir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, Habitat II ve Yerel Gündem 21 uygulamalar› çerçevesinde birçok belediye bu tür uygulamalar› hali haz›rda yapmaktad›r. Bu tür bir uygulaman›n önünde herhangi bir yasal engel olmad›¤› gibi, yeni yasa da bu tür bir oluflumu belediyelerin insiyatifine b›rakmaktad›r. Ancak flu ana kadar yap›lan uygulamalar›n bir temel sorunu, söz konusu meclislerin belediyelerin insiyatifinde kurulmas›n›n söz konusu oluflumlar› belediyelerin kendi siyasi ve toplumsal tercihlerine göre yönlendirmeleri ve di¤er alanlarda kurduklar›na benzer klientalist iliflkileri bu çerçevede de kurmaya yönelmeleridir. Bu nedenle, belediyelerin insiyatifinde kurulacak dan›flma meclislerinin ne tür kesimleri ve talepleri kendi bünyesine dahil edece¤i kuflkuludur. Bu çerçevede di¤er bir düzenleme mahalle ölçe¤ine iliflkindir. Bu ölçekte en önemli seçilmifl yönetici, muhtarlard›r. ‹lgili düzenlemede muhtarlar belediyelerin bir alt birimi olarak görülmekte ve belediyelerle iflbirli¤i yapmalar› öngörülmektedir. Muhtarlar›n maafllar›n›n belediye meclislerince belirlenmesi ve maafllar›n›n belediyelerce ödenmesi, muhtarlar› belediyeler karfl›s›nda zay›f ve ba¤›ml› bir konuma düflürmektedir. Bilindi¤i gibi muhtarlar ço¤u durumda belediye yönetimlerinden daha farkl› siyasal tercihleri yans›tmaktad›r. Yine bilindi¤i gibi, birçok belediyenin hizmet götürmede mahallelerin etnik ve siyasi görüfllerine göre ayr›mc›l›k yapmas› s›kça flikayet konusu olmaktad›r. Bu çerçevede mahalle yöneticisi olarak tan›mlanan muhtarlar›n belediye hiyerarflisi içine sokulmas› önemli sak›ncalar do¤uracak, muhtarlar›n kendi mahallelerinin tercihlerini üst düzeylere tafl›malar›n› zorlaflt›racakt›r.

Yeni Yap›lanmaya ‹liflkin Genel Bir De¤erlendirme Yukar›da özetlemeye çal›flt›¤›m›z yerel yönetimlere iliflkin yeni düzenlemelerin geneli aç›s›ndan bir de¤erlendirme yap›l›rsa, önerilen yeni yap›lanman›n yerel flekillenifli aç›s›ndan ne tür yans›malar›n›n olaca¤› üzerinde k›saca durmak yapmak yerinde ola-

213


214

Tar›k fiengül

cakt›r. Daha önceden de belirtti¤imiz gibi, yeni geliflme paradigmas›nda yerel birimlerin yerel kaynaklar› harekete geçirme ve di¤er yerel birimlerle yar›flma kapasitelerinin önemli oldu¤u varsay›m›ndan hareket etmektedir. Bu çerçevede yerel birimlerin baflar›s›n›n yerel kurumsal derinlik çerçevesinde belirlendi¤i de vurgulanan boyutlar aras›ndad›r. Bu tür bir yeniden yap›land›rma çabas›n›n ne tür dinamiklerle harekete geçirildi¤i üzerinde durmak önemlidir. Bu çerçevede iki tür dinamikten söz etmek mümkündür. Yeniden yap›lanmaya iliflkin en önemli bask› ulus üstü güçlerden gelmektedir. Dünya Bankas› ve IMF gibi kurulufllar›n yerelleflme yönünde bir bask› oluflturdu¤u bilinmektedir. Benzer biçimde, Avrupa Birli¤i’nin de özellikle bölgesel ölçe¤in güçlendirilmesine yönelik bir bask›s›n›n oldu¤u da bilinen bir durumdur. Bu nedenle, AKP hükümetinin son giriflimi bu bask›lara bir yan›t niteli¤indedir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bu tür bir yan›t üretirken, AKP hükümeti kendi s›n›fsal konumunu da dikkate alan bir yan›t üretmeyi hedeflemektedir. Mevcut iktidar›n en önemli iki müttefiki kentlerde Anadolu sermayesi k›rsal alanda ise büyük ölçüde eflraf ve toprak a¤alar› ve afliretler taraf›ndan kontrol edilen k›rsal nüfustur. Son uygulamalar AKP hükümetinin, IMF ve Dünya Bankas› k›skac›nda, bu kesimlerin beklentilerine doyurucu yan›tlar üretemedi¤ini göstermektedir. Bu çerçevede yerel devlete iliflkin tasar›lar›n ana hedeflerinden biri bu kesimleri yerelde güçlü k›lmakt›r. ‹ster Anadolu sermayesi için olsun, ister k›rsal ç›karlar için il özel idareleri özel bir konumdad›r. Çünkü bu yönetim birimi hem yerel ekonomik kalk›nma hem de k›rsal yat›r›mlar aç›s›ndan asli güç oda¤› haline getirilmektedir. Bu çerçevede bu kesimlerin bu birimlerin seçimle gelen organlar›nda dikkate de¤er bir temsiliyetinin olmas› kaç›n›lmazd›r. Di¤er bir anlat›mla, daha önce kendi taleplerini valilikler çerçevesinde yapan ve merkezden onay almak zorunda kalan bu kesimler, tasar›n›n yasallaflmas›yla birlikte, kendi ç›karlar›n› daha do¤rudan kat›l›m ve temsiliyet yoluyla savunabileceklerdir. Bu çerçevede, AKP’nin de yerel düzeyde daha sistematik bir örgütlenme a¤›n› kurabilece¤i anlafl›lmaktad›r. AKP’nin baflta belediyeler olmak üzere yerel düzeyden ulusal iktidara ulaflt›¤› hat›rlanacak olursa, bu tür bir yaklafl›m›n iç tutarl›l›¤› da aç›k hale gelecektir. Yukar›da da k›saca de¤indi¤imiz gibi, bu tür bir örgütlenme klientalist iliflkileri daha da yayg›nlaflt›r›rken, yerel düzeyde kendi ç›kar çevrelerine özel bir öncelik tan›yan bir aç›l›m› da sa¤layabilecektir.


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

Yapt›¤›m›z de¤erlendirme, girifl bölümünde de alt›n› çizdi¤imiz gibi, devletin yeniden yap›land›r›lmas›n›n s›n›flar aras› dengelerin de yeniden kurulmas› anlam›na gelmektedir. Bu noktada yan›tlanmas› gereken soru, söz konusu yeniden yap›land›rman›n çal›flan s›n›flar aç›s›ndan ne anlama geldi¤idir. Çal›flan s›n›flar›n mevcut yap›lanma içinde asli ölçe¤inin ulusal ölçek oldu¤unu baflka yerlerde tart›flm›fl oldu¤umuzdan burada ayr›nt›l› bir tart›flmaya girmeyecegiz.18 Ancak burada yürüttü¤ümüz tart›flma çerçevesinde vurgulanmas› gereken boyut, söz konusu yeniden yap›land›rma çabalar›nda s›n›f temelli bir temsiliyetin çal›flan s›n›flar aç›s›ndan mümkün olmad›¤›d›r. Mevcut yap›lanma s›n›f ç›karlar›ndan çok klientalizm gibi s›n›f ç›karlar›n›n savunulmas›n› zorlaflt›ran ve k›smi ç›karlar› gözeten bir temsiliyet biçimini öne ç›kartmaktad›r. Öncelikli olarak devletin vurgusunun ulusal düzeyden yerel düzeye kaymas› mücadele ölçe¤ini ulusal ölçek olarak tan›mlam›fl olan sendikal mücadelenin ulusal ölçekte sürdürülmesini zorlaflt›r›c› bir nitelik tafl›maktad›r. Gerek iflçi sendikalar› gerekse de son dönemde önemli geliflmeler kaydeden memur sendikalar› ulusal ölçekte mücadele etmektedir. Daha önce merkezi yönetim düzeyinde görev yapan sendikal› iflçi ve memurlar, kendi çal›flma birimleri yerel devletin sorumlulu¤una aktar›ld›¤›nda, ortak muhataplar› olan merkezi yönetimi kaybedecek yerel ölçekte mücadeleye yönelmeye zorlanacaklar ve bu çerçevede de di¤er kurumlarda ayn› sektörde çal›flan emekçilerle dayan›flmalar›n›n maddi zeminini kaybetmeye bafllayacaklard›r. Bu çerçevede son tasar›lar›n öngördü¤ü bir baflka olumsuzluk, yerel devlete aktar›mdan sonra merkezi yönetimden yerel yönetimlere aktar›lacak personelin statüsüne iliflkindir. Birçok merkezi yönetim ifllevi yerel devlete devredilirken devredilen kurulufllarda çal›flan personel de yerel devlete devredilmektedir. Söz konusu devir iflleminden bu kurumlarda çal›flan personelin gelece¤ine iliflkin iki tür geliflme gündemdedir. Birincisi “ihtiyaç fazlas›” personelin iflten ç›kart›lmas›d›r. ‹kincisi ise söz konusu personelin sözleflmeli ve yar› zamanl› çal›flmaya zorlanmas›d›r. Bu tür bir yönelimin bu kurumlarda çal›flanlar›n kazan›lm›fl haklar›n›n gaspedilmesi anlam›na geldi¤i aç›kt›r. Bununla birlikte, bu tür bir olumsuzluk karfl›s›nda, çal›flan s›n›flar›n tepkilerinin de, devletin geneline de¤il, ilgili yerel devlet kurulufllar›na yönelmesi ve bu anlamda da da¤›n›klaflt›r›lmas› söz konusudur. Benzer bir olumsuzluk çal›flan s›n›flar›n yeniden üretim ala-

215

18 Bkz. fiengül (2001, Bölüm 6).


216

Tar›k fiengül

n›ndaki mücadelesi aç›s›ndan da söz konusudur. E¤itim, sa¤l›k ve benzeri türden kollektif tüketim araçlar›n›n yerel devlete devredilmesinin çal›flan s›n›flar aç›s›ndan önemli siyasal sonuçlar› olacakt›r. Bilindi¤i gibi, son y›llarda bu alanlarda yap›lan harcamalar giderek k›s›lmaya bafllanm›fl ve bu tür bir yaklafl›m son ekonomik krizle birlikte daha da çarp›c› hale gelmifltir. Söz konusu hizmetlerin yerel devlete aktar›lmas›, söz konusu hizmetlerin sunumunda hem nicel hem de nitel kötüleflmeye karfl› geliflmesi muhtemel tepkileri de da¤›n›klaflt›ran ve yerellefltiren bir etki yaratacakt›r. Daha önce bu tür hizmetlerin yetersizli¤inden kaynaklanan tepkiler tek bir merkeze (merkezi yönetime) yönelirken, söz konusu hizmetleri yerel devletin sorumlulu¤una verilmesinden sonra, ortaya ç›kacak tepkilerin hedefi yerel devlet olacakt›r. Oldukça olas›d›r ki bu tür tepkiler devletin genelini sorumlu tutmak yerine, yerel devleti hedefleyen bir nitelik kazanacakt›r. Bu çerçevede yeni yap›lanma çerçevesinde çal›flan s›n›flar aç›s›ndan dikkat çekilmesi gereken bir baflka sorun, yerel birimler aras›na geliflmifllik düzeyinden kaynaklanan sosyomekânsal adalet sorunudur. Adem-i merkeziyetçi yap›lar›n en önemli sorunlar›ndan biri, yerel birimler aras›nda ortaya ç›kan geliflme dengesizliklerinin giderilmesine yönelik araçlar›n bulunmamas›d›r. Bu farklar› gidermeye yönelen bir stratejinin en önemli arac› bölgeler ve yerel birimler aras›nda, geliflmifl olandan azgeliflmifl olana gelir aktar›m›d›r. Oysa yerelli¤in ön plana ç›kt›¤› durumlarda, bu tür bir aktar›m›n hem sosyal hem de siyasal olarak anlam› ve araçlar› ortadan kalkmaktad›r. Bu nedenle yeni yap›lanmadan sonra Türkiye aç›s›ndan önemli bir sorun olmaya devam eden bölgeler ve iller aras›ndaki dengesizliklerin daha da derinleflmesi oldukça muhtemeldir.

Sonuç Son yirmi y›l içinde piyasa yönelimli hegemonik projelerin gerek geliflmifl ülkelerde gerekse, IMF, Dünya Bankas› ve benzeri kurulufllar›n da etkisiyle azgeliflmifl ülkelerde hâkim hale gelmesi, sadece ekonomik yap›lar›n de¤il, devlet yap›lar›n›n da hem ulusal hem de yerel düzeyde dönüflmesine yol açm›flt›r. Bu tür bir dönüflüm sürecinde, yerel devlet emek gücünün yeniden üretiminde üstlendikleri ifllevleri ikinci plana iterken, yerel ekonomik geliflmeyi merkeze alan politikalar a¤›rl›k kazanm›flt›r. Bu yönelim yerel ve yerel ba¤›ml› sermayenin yönetsel yap›lar içinde daha etkin biçimde yer almas›na yol açarken, çal›flan s›n›flar, tersi


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

yönde bir söyleme karfl›n, söz konusu yönetim yap›lar›ndan büyük ölçüde d›fllanm›flt›r. Söz konusu yeniden yap›lanma süreci içinde yerel birimlerin sadece ulusal de¤il, küresel düzeyde yar›flmas› da beklenmektedir. Bu çerçevede yerel düzeyin ulusal düzeyin oluflturucu bir parças› de¤il, dünya kentleri sisteminin bir parças› haline gelmesi öngörülmektedir. Yerel devletin yap›lanmas› bu tür bir küresel projenin parças› olarak görülmekle beraber, her ülke kendi tarihsel-co¤rafi koflullar› ve s›n›f dengeleri çerçevesinde bu sürece eklemlenme çabas›na girmektedir. Birçok baflka etmen yan›nda, önceki devlet yap›lar› ve süreçlerinin örgütlenifl biçimi, yerel güçlerin yar›flmac› bir sisteme eklemlenmesinde belirleyici olmaktad›r. Türkiye gibi görece merkeziyetçi siyasal sistemlerde, yerel birimlerin bu yeni yap›lanmaya kendisini uyarlamas›, adem-i merkeziyetçi yap›larla karfl›laflt›r›ld›¤›nda çok daha sorunlu görünmektedir. Bu konuda direnç sadece devletin kendi içindeki süreçlerden kaynaklanmamaktad›r. Daha da önemlisi, girifl bölümünde de belirtti¤imiz gibi, devletin yeniden yap›lanmas› siyasal güçler üzerinde de bir etkide bulunmaktad›r. Bu nedenle, daha önceki yap›lanma çerçevesinde kazan›mlar›n› kaybetme kayg›s› s›n›fsal düzlemde de söz konusu yeniden yap›land›rma çabalar›na karfl› direnç oluflmas›na yol açmaktad›r. Birçok durumdaysa, merkezi düzeyde güçlü ç›karlar bu tür yeniden yap›land›rma projelerini kendi ç›karlar›yla uzlafl›r hale getirerek, kendi projeleriyle eklemlemeye yönelmektedir. AKP Hükümeti’nin meclise getirdi¤i yasa önerisi bu durumu aç›k biçimde yans›tmaktad›r. Devletin yeniden yap›land›r›lmas› sürecinde, yerel devlete güç aktar›m› yap›l›rken, güç aktar›m›nda, mevcut siyasal iktidar kendi toplumsal taban›n›n güçlendirici bir stratejiye yönelmekte, bu çerçevede de belediyeler mali olarak güçlendirilirken, daha önce güçsüz konumda olan ‹l Özel ‹dareleri ön plana ç›kar›lmaktad›r. Bu tür bir strateji sonucunda ortaya ç›kacak yeni yap›lanma, yerelleflme söyleminin öngördü¤ünün tersine, ço¤ulcu bir temsiliyet iliflkisinin kurulmas›na hizmet etmekten çok AKP’nin dayand›¤› sermaye gruplar›n› öne ç›kart›p, klientalist iliflkileri yayg›nlaflt›r›rken, s›n›f temelli bir siyaset anlay›fl›n›n önünü t›kayacak ve çal›flan s›n›flar›n muhatap olarak alabilece¤i bir merkezi de mu¤lak hale getirerek devletin hem sorumluluklar›ndan hem de oluflabilecek bask›lardan kaçmas›na zemin haz›rlayacakt›r. Bu çerçevede çal›flan s›n›flar› ve s›n›f temelli siyasal stratejile-

217


218

Tar›k fiengül

ri benimseyenlerin önündeki görev, mevcut yeniden yap›land›rma çabalar›n›n s›n›fsal boyutlar›n› okunakl› hale getirip, gerekli duyarl›l›¤› ve karfl› ç›k›fl› oluflturmakt›r. Bununla birlikte, söz konusu tasar›n›n yasalaflmas› durumunda, yap›lmas› gereken ortaya ç›kan yeni durum karfl›s›nda ne tür stratejierin izlenmesi gerekti¤ine yönelik somut ad›mlar atmakt›r. Bu tür bir geliflme, çal›flan s›n›flar›n mücadele alanlar›n› yerel alana kayd›rmalar› sonucunu do¤uracakt›r. Ancak bu tür bir ölçek kaymas›n›n küresel ve özellikle de ulusal ölçekteki mücadele stratejileri pahas›na olmamas› çal›flan s›n›flar›n birli¤i ve dayan›flmas› aç›s›ndan bir zorunluluktur. Bu tür bir ölçekler aras› iliflki korunarak, yerel ölçe¤in kendisinin bir iktidar mücadelesi alan› olarak tan›mlanmas›, s›n›f temelli siyasetin hegemonyas› aç›s›ndan dikkate de¤er bir öneme sahip olacakt›r. n


Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüflümünde Yeni E¤ilimler

Kaynakça Alford, R. ve R. Friedland (1985) Powers of Theory: Capitalism, the State and Democracy, Cambridge: CUP. Ayata, A. (1994) “Roots and Trends of Clientelism in Turkey”, Roniger, L. ve A. Ayata, (der.) Democracy, Clientelism and Civil Society, içinde, Londra: Lynne Reinner. Castells, M. (1977) Urban Question, Londra: Arnold. Cochrane, A. (1993) Whatever Happened to Local Government, Buckingham: Open University Press. Cockburn, C. (1977) Local State , Londra: Pluto. Dahl, R. A. (1961) Who Governs?, New Haven: Yale University Press. Duncan, S. vd. (1988) “Policy Variation in Local State: Uneven Development and Local Social Relations”, International Journal of Urban and Regional Research, 12: 107-28. Duncan, S. ve Goodwin, M (1989) The Local State and Uneven Development, Oxford: Polity. Dunleavy, P. ve O’Leary, B. (1987) Theories of the State,Londra: Mcmillan. Giddens, A. (1994) Between Left and Right, Cambridge: Polity. Goodwin, M. ve J. Painter (1996) “Local Governance, Crisis of Fordism and the Changing Geographies of Regulation”, Transaction of the Institute of British Geographers, 21: 18-47. Güler, B. A. (1992) Yerel Yönetimler: Liberal Aç›klamalara Elefltirel Yaklafl›m, Ankara: TODA‹E. Güler, B. A. (1999) “Yerelin Ulusafl›r› Anlam›”, ‹ktisat Dergisi, 388: 56-59. Harvey, D. (1973) Social Justice and the City, Londra: Arnold. [Türkçesi: Harvey, D. (2003), Sosyal Adalet ve fiehir, Çeviren: M. Moral›, ‹stanbul: Metis.].

219

Jessop, B. (1990) State Theory: Putting the Capitalist States in Their Place, Cambridge: Polity Press. Jessop, B. (2002) “The Political Scene and the Politics of Representation: Periodizing Class Struggle in the Eighteen Brumaire”, M. Cowling ve J. Martin (der.) The Eighteen Brumaire Today, Londra: Pluto Press. Jonas, H. I. J. and D. Wilson (1999) The Urban Growth Machines, Albany: New York University Press. Kara, N. ve S. Köksal (1988) “Büyük fiehir Yönetiminin ‹ç ‹flleyifli: ‹stanbul Örne¤i”, Bilim ve Sanat, 93: 20-24. Lefebvre, H. (1991) The Production of Space, Oxford: Blackwell. Logan, J. ve Molotch, H. L. (1987) Urban Fortunes: The Political Economy of the Place, California: California University Press. Lovering, J. (1995) “Creating Discourse rather than Jobs: the Crisis of the Cities and the Transition Fantasies of Intellectuals and Policy Makers”, P. Healy vd. (der.) Managing Cities: the New Urban Context içinde, Londra: Wiley. Mayer, M. (1994) “Post-Fordist City Politics”, A. Amin (der.) Post-Fordism: A Reader içinde, Oxford: Blackwell. Pahl, R. (1975) Whose City?, Londra: Penguin. Pickvance, C. (1995) “Where Have Urban Movements Gone?”, C. Hadjimichalis (der.) Europe at the Margins içinde, Londra: Wiley Pickvance, C. (1997)Decentralization and Democracy in Eastern Europe: A Skeptical Approach”, Government and Policy, 15 (2): 129-142. Poulantzas, N. (1978) State, Power, Socialism, Londra: Verso. Roberts, B. (1995) The Making of Citizens: Cities of Peasants Revisited, Londra: Arnold.

Harvey, D. (1985) Urbanisation of Capital, Baltimore: John Hopkins University Press.

Sassen, S. (1991) The Global City: New York, London, Tokyo, Princeton NJ: Princeton University Press.

Harvey. D. (1989) “From Managerialism to Urban Entrepreneurialism: the transformation of urban governance”, Geografisker Annaler, 71B: 3-17.

Saunders, P.(1979) Urban Politics: A Sociological Interpretation, Londra: Hutchinson.

Harvey, D. (1996) Justice, Nature and Geography of Difference, Oxford: Blackwell.

Saunders, P. (1986) Social Theory and the Urban Question, Londra: Hutchinson.


220

Tar›k fiengül

Saunders, P. (1990), A Nation of Home Owners, Londra: Unwin Hyman.

pitalist Kentleflme Süreçleri Üzerine Yaz›lar, ‹stanbul: Wald Demokrasi Kitapl›¤›.

Savage, M. ve A. Warde (1993), Urban Sociology, Capitalism and Modernity, Londra: Macmillan.

fiengül, T. ve M. Ersoy (der.) (2002) Yerel Yönetimlerin Yeniden Yap›lanmas›: Türkiye Deneyimi, Ankara: ODTÜ (Kentsel Politika Planlamas› ve Yerel Yönetimler Anabilim Dal›, 1997 Stüdyo Çal›flmas›), [2. Bask›].

Schüler, H. (1999), Türkiye’de Sosyal Demokrasi: Particilik, Hemflehrilik, Alevilik, ‹stanbul: ‹letiflim. Smith, N. (1990), Uneven Development: Nature, Capital and the Production of Space. Oxford: Blackwell. Storker, G. (2000), The New Politics of British Local Government, Londra: Macmillan. fiengül, H. T. (2000), “Devlet ve Kent Mekân›”, ‹ktisat Dergisi, 404: 45-56. fiengül, H. T. (2001), Kentsel Çeliflki ve Siyaset: Ka-

Tekeli, ‹. (1994), “The Patron-client Relationship, Land-rent Economy and the Experience of ‘Urbanisation without Citizens’”, S. J. Neary et.al. (eds) The Urban Experience içinde, Londra: E and Fn Spons. Tekeli, ‹. (1996), “Bir Demokrasi Projesi Olarak Yerel Habitatlar”, Ada, Kentliyim, 8: 86-91.


Praksis 9

| Sayfa: 221 - 246

Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi? Faruk Ataay ürkiye’de son birkaç y›lda köklü bir ekonomik yeniden yap›land›rma program› yürürlü¤e konmufl bulunuyor. Uluslararas› Para Fonu’yla (IMF) 1998’de imzalanan “yak›n izleme anlaflmas›” ve 1999’da imzalanan “stand-by anlaflmas›” sonras›nda yeni bir ivme kazanan yap›sal uyarlama reformlar›n›n Kas›m 2000-fiubat 2001 krizlerinden sonra iyice h›zland›r›ld›¤› görülüyor. Neo-liberalizmin “ekonomiyle siyasetin ayr›lmas›”, “ekonomik sorunlar›n ‘teknik’ bir bak›fl aç›s›yla ele al›nmas›” gibi klasik sloganlar› eflli¤inde yürütülen reformlar kapsam›nda enerji, ulaflt›rma, telekomünikasyon gibi altyap› hizmetlerinden tar›msal K‹T’lere, kamu bankalar›ndan sosyal güvenli¤e, kamu ihale düzeninden personel rejimine pek çok konunun yeniden düzenlendi¤i görülüyor. Bu sektörlerin yeniden yap›land›r›lmas› amac› do¤rultusunda ard› ard›na pek çok yasa ç›kar›l›yor, kamu sektöründe köklü de¤iflikliklere gidiliyor, uzun süredir gündemde olan özellefltirmeler tamamlanmaya çal›fl›l›yor1. Yap›lan de¤iflikliklerle, 24 Ocak Kararlar›’yla bafllayan ve 1980 ve 1990’larda ad›m ad›m ilerleyen liberalizasyon sürecinin nihai amaçlar›na ulaflt›r›lmas›n›n hedeflendi¤i anlafl›l›yor. Kamu sektörünü köklü bir dönüflüme u¤ratmay› hedefleyen reformlar aras›nda enerji sektörünün de çok önemli bir yeri bulunuyor. Bu çal›flman›n konusunu da enerji sektörünün üç önemli alt dal› olan elektrik, do¤algaz ve petrol alanlar›nda gerçeklefltirilen dönüflümler oluflturuyor. 1980 sonras›nda neo-liberal politikalar›n enerji sektörüne iliflkin etkileri iki yönlü olmufltu. Bir yandan sektörün özellefltirilmesi hedefi daha bafltan ilan edilir ve özellefltirmenin

T

1 Devletin yeniden yap›land›r›lmas› do¤rultusunda son dönemde at›lan ad›mlar›n çeflitli boyutlar› konusunda kapsaml› bir de¤erlendirme için bkz. Güler (2003).


222

Faruk Ataay

2 Dünya Bankas› ile enerji konusunda yap›lan anlaflmalar›n elefltirel bir de¤erlendirmesi için bkz. Güler (1996: 92-94, 105-106), Ataay (1999a, 2003).

hukuksal-yönetsel altyap›s› haz›rlan›rken, di¤er yandan da ülkenin içinde bulundu¤u enerji darbo¤az›n›n afl›lmas› için kamu eliyle büyük yat›r›mlara girifliliyordu. Bu yönelim, kamu sektörünün imalat sanayiinden çekilmesini ve a¤›rl›¤› altyap› hizmetlerine vermesini öngören yeni geliflme stratejisinin önemli unsurlar›ndan biriydi. Böylece 1980’lerin sonuna gelindi¤inde Türkiye tarihinde ilk kez enerjide kapasite fazlas›na ulaflm›fl, özellefltirme de gerçeklefltirilebilir bir hedef haline gelmiflti. 1980’lerin sonlar›ndan bafllayarak sektörde yeni e¤ilimlerin ortaya ç›kmaya bafllad›¤› görülmektedir. 1980’de yürürlü¤e konan d›fla aç›k geliflme modelinin t›kand›¤› bu dönemde, bir yandan finansal liberalizasyon do¤rultusunda ad›mlar at›larak d›fla aç›lmada daha da ileri aflamalara geçilirken, di¤er yandan da altyap› hizmetlerinin özellefltirilmesi için çal›flmalar h›zland›r›l›yordu. Bu süreç Dünya Bankas› ile imzalanan Enerji Sektörü Uyum Kredisi Anlaflmas›’yla yönlendiriliyordu (Resmi Gazete, 1.7.1987, 19504)2. Bu anlaflmayla birlikte bafllayan geliflmeler, 1980’lere damgas›n› vuran “kamunun rolünü altyap› hizmetleriyle s›n›rland›ran” yaklafl›m›n unutulmaya terkedilip, art›k “devletin gerekli yat›r›mlar› yapacak mali olanaklara sahip olmad›¤›, altyap› hizmetlerinin gerektirdi¤i yat›r›mlar›n gerçeklefltirilebilmesinin sektörün yerli ve yabanc› sermaye yat›r›mlar›na aç›lmas›na ba¤l› oldu¤u” görüflünün yayg›nl›k kazanmas›yla paralel yürüdü. Sektördeki ilk özellefltirmelerin gerçeklefltirildi¤i bu dönem, bugün daha çok baflar›s›z özellefltirme denemeleri ve hukuksal sorunlarla an›msan›yor. Sektördeki özellefltirmelerin tamamlanmas› ve yeni sektör yap›s›n›n oluflumu ise as›l olarak 1999’da gerçeklefltirilen anayasa de¤ifliklikleri ve ertesindeki yasal düzenlemelerle sa¤lanmaya baflland›. 1999’dan bu yana yap›lan çal›flmalar›n sektördeki liberalizasyon sürecinin tamamlanmas›n› sa¤layaca¤› anlafl›lmaktad›r. Günümüzde enerji sektöründe gerçeklefltirilen dönüflümlere iliflkin olarak “sektörün rekabete aç›ld›¤›”, “ulusal kamu tekelinin yerine rekabetçi bir piyasa yap›s›n›n oluflturuldu¤u” gibi aç›klamalar›n yayg›nl›k kazand›¤› görülmektedir. Neo-liberal yaklafl›mdan kaynaklanan bu aç›klamalar özellefltirmeleri gerekçelendirirken a¤›rl›kla kamu sektöründeki verimlilik sorunlar› üzerinde durmaktad›r. Neo-liberal yaklafl›m›n ileri sürdü¤ü di¤er bir gerekçe, teknolojik yeniliklerin, sektörün “do¤al tekel” niteli¤ine son vererek “rekabetçi bir piyasa”n›n oluflmas›na olanak sa¤lad›¤›d›r. Bu yaklafl›ma göre, K‹T’lerde gerek örgütsel iflleyifl-


Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi?

te gerekse istihdam politikalar›nda a¤›r sorunlar bulunmakta, bu durum K‹T’lerin sürekli zarar etmesine ve kamu maliyesine a¤›r bir yük binmesine yol açmakta, böylece hem hizmetin kalitesi düflmekte hem de fiyatlar yükselmekte, toplum bundan büyük zarar görmektedir. K›saca özetlenen bu gerekçelerle sektörün özellefltirilmesinin hem kaç›n›lmaz hem de pek çok aç›dan yararl› oldu¤u ileri sürülmektedir. Günümüzde egemen duruma gelen bu yaklafl›m, ayn› zamanda “kamu yarar›” ve “ulusal ç›kar”›n nas›l gerçeklefltirilece¤inin yeniden tan›mlanmas› anlam›na geliyor. Böylece, “devletin piyasan›n baflar›s›zl›klar›n› aflmak ve ulusal kalk›nma ve toplumsal refah› gerçeklefltirmek amac›yla, kamu yarar› ve ulusal ç›karlar ad›na ekonomiye müdahalelerde bulunmakta oldu¤una” iliflkin düflünce yerini, “devletin ekonomiye yönelik müdahalelerinin krizlere neden oldu¤u, ulusal ç›kar ve kamu yarar›n›n ancak piyasa güçlerinin serbest b›rak›lmas› ve devletin ekonomiden elini çekmesiyle sa¤lanabilece¤ine” iliflkin düflünceye b›rak›yordu. Bu ideolojik dönüflüm, “insan do¤as›”na iliflkin tarih d›fl› aç›klamalarla destekleniyor, insan do¤as›na atfedilen belirli özellikler nedeniyle “kamu iflletmecili¤inin” verimsizli¤e mahkum oldu¤una iliflkin görüfl egemen k›l›n›yordu. Oysa, bu yaklafl›ma göre, rekabetçi piyasalar, giriflimcileri verimlili¤i ençoklaflt›rarak en düflük maliyetle üretime zorlayacak, kaynaklar›n ussal bir biçimde da¤›l›m› sa¤lanacak; böylece toplumsal fayda en yüksek düzeye ç›kar›larak kamu yarar› da gerçeklefltirilmifl olacakt›. Bu düflünsel dönüflüm, sermayenin yeni yat›r›m alanlar› aray›fl›na yan›t veren politikalar›n, toplumun ortak ç›kar›n› sa¤lamaya dönük politikalar olarak sunulabilmesini sa¤lad›. Böylece, belirli K‹T’ler etraf›nda oluflan bölüflüm iliflkilerinin sermaye lehine yeniden düzenlenmesi do¤rultusunda bir siyasal irade oluflturulmas›nda temel bir ifllev gördü. Enerji sektöründeki özellefltirmelerin gerekçeleri konusunda neo-liberal yaklafl›mdan türetilen bu görüfller tart›fl›lmaya muhtaç olmakla beraber, bunu daha önce baflka yerlerde yapt›¤›m için burada yinelemeyece¤im (Bkz. Ataay, 1999a, 2003). Ancak k›saca belirtmek gerekirse, bu görüfllerin güçlü dayanaklara sahip olmad›¤›, olgusal gerçekli¤i aç›klamakta yetersiz kald›¤›, ampirik verilerle desteklenemedi¤i, yer yer çeliflkili oldu¤u ve özetle özellefltirmeleri meflrulaflt›rmak için gelifltirilmifl ideolojik görüfller oldu¤u düflüncesindeyim. Bu yaz›da savunulacak temel yaklafl›m ise, sektördeki özellefltirme politikalar›n›n sermayenin yeni yat›r›m alanlar› aray›fl›na yan›t niteli¤i tafl›d›¤›d›r. Buna gö-

223


224

Faruk Ataay

3 Bu çal›flman›n kapsam›n›n s›n›rl›l›¤› nedeniyle, enerji sektöründeki dönüflümlerin do¤rudan bölüflüm iliflkileri üzerindeki etkileri üzerinde durulmayacakt›r. Bu konuda daha ayr›nt›l› bir de¤erlendirme için bkz. Ataay (1999a, 2002a, 2003). Burada, k›saca özetlemek gerekirse, 1980 öncesinde özel sektöre ucuz girdi temini yan› s›ra baz› sosyal amaçlar da görebilen enerji hizmetleri, 1980 sonras›nda özel sermaye birikimini desteklemek yan› s›ra kamu finansman›nda da önemli bir ifllev kazanm›fl ancak sosyal amaçlar gündemden düflmüfltü. Günümüzde gerçeklefltirilmeye çal›fl›lan yeniden yap›lanma ise, hizmetlerin bütünüyle büyük sermayenin amaçlar› do¤rultusunda düzenlenmesini sa¤layacak niteliktedir.

re, özellefltirme ve yeniden yap›land›rma süreci ele al›n›rken, gerçeklefltirilen de¤ifliklikleri “teknik” sorunlar›n de¤il, as›l olarak toplumsal bölüflüm iliflkilerinin yeniden düzenlenmesine iliflkin itkilerin belirledi¤i sav›ndan hareket edilmekte, bu itkilerin yaln›zca ele al›nan sektörlere iliflkin politikalar› de¤il, bu sektörlerin örgütlenme biçimini de belirledi¤i ileri sürülmektedir3. Bu yaklafl›m hem olgusal gerçekleri aç›klayabilmek ve nicel verilerle do¤rulanmak aç›s›ndan daha güçlüdür, hem de neo-liberal tezlerin ideolojik niteli¤ine göndermede bulunmaktad›r. Bu çal›flmada öncelikle elektrik, do¤algaz ve petrol sektörlerinin planl› dönemde oluflmufl örgütlenme biçiminin günümüzde geçirdi¤i dönüflüm ve sektörlerin yeniden yap›land›r›lmas›yla oluflturulmaya çal›fl›lan yeni modelinin analizi yap›lacak. Yaz›da özellikle sektörlerde “rekabetçi bir piyasa oluflturulma yoluna gidildi¤ine” iliflkin görüflü tart›flmak iste¤indeyim. Odaklanaca¤›m belli bafll› noktalar, hizmetlerin niteli¤i ve hukuksal statüsü, kamunun üstlendi¤i ifllevler ve sektörün yönetim yap›s› ile kamu sektörü-özel sektör iliflkileri olacak. Çal›flman›n ilk bölümünde yeniden yap›lanma sürecinin dü¤ümlendi¤i, hizmetin hukuksal statüsüne iliflkin tart›flmalar› ve yeni anayasal-yasal düzenlemeleri inceleyece¤im. Burada, gerçeklefltirilen düzenlemelerle “rekabetçi bir piyasa” oluflturulmas› bir yana, ortada bir “piyasa”n›n varoldu¤unun bile kuflkulu oldu¤unu göstermeye çal›flaca¤›m. Çal›flman›n sonraki bölümlerinde de s›ras›yla elektrik, do¤al gaz ve petrol sektörlerindeki dönüflümleri ana hatlar›yla ele alaca¤›m.

1. Altyap› Hizmetlerinin Hukuksal Statüsü ve Örgütlenme Yap›s› Altyap› hizmetlerinin kamu sektörünce sa¤lanmas› ve bu hizmetlerin büyük bölümünde “kamu tekeli” kurulmas› uygulamas›n›n köklerini 1930’lara kadar götürmek olanakl›d›r. 1930’lardan bafllayarak ve as›l olarak II. Dünya Savafl› sonras›nda, altyap› hizmetlerini devletin görevi sayan anlay›fl›n egemen olmas›na paralel olarak, bu hizmetlerin hukuksal statüsü ve kamu sektörünce örgütlenme biçimi de önemli de¤iflimlere u¤rad›; bu de¤iflimler, ithal ikameci sanayileflme politikalar›na ve planlama uygulamalar›na geçiflle birlikte yerlefliklik kazand›. Böylece, özel sektör için temel bir “girdi”, toplumun geneli için de “ortak tüketim araçlar›” niteli¤indeki altyap› hizmetlerini sa¤lamak, devletin temel görevleri aras›na giriyordu. Bu, altyap› hizmetlerinin,


Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi?

devletin özel sektöre ucuz girdi sa¤lamas› anlay›fl› do¤rultusunda üretildi¤i bir dönemin bafllang›c› anlam›na geliyordu. Önceki dönemden farkl› olarak, altyap› hizmetlerini kâr ençoklaflt›rmas› mant›¤›na tabi k›lmayan bu anlay›fl, “sosyal devlet” anlay›fl›n›n k›smi bir uygulama alan› bulmas›na da olanak sa¤l›yordu. Zira, altyap› hizmetlerinden toplumun küçük bir bölümünün yararlanabildi¤i önceki dönemden farkl› olarak, bu dönemde altyap› hizmetleri gelir düzeyi ay›rt edilmeksizin toplumun tamam›n›n yararlanmas›na sunulmas› gereken hizmetler olarak görülmeye bafllanm›fl, ülke genelinde altyap› hizmetlerinin yayg›nlaflt›r›lmas›na dönük büyük yat›r›mlara giriflilmiflti. Altyap› hizmetlerini devletin görevi sayan anlay›fl, öncelikle hizmetin hukuksal statüsünü de¤ifltirdi. Gelifltirilen yeni yaklafl›m, altyap› hizmetlerini “kamu hizmeti” olarak ele al›yor, hizmeti “kamu tekeline” al›p, hizmetin sa¤lanmas› iflini K‹T’lerle kamu kurulufllar›na veriyor; ve özel sektörün bu hizmetlerdeki faaliyetlerini “kamu hizmeti imtiyaz sözleflmesi” yöntemi kapsam›na sokuyordu. Türkiye’nin hukuk sisteminde “kamu hizmeti” kavram› “kamu yarar›na dönük, toplumun ortak gereksinimlerinin karfl›lanmas›na yönelik, düzenli ve sürekli etkinlikler” olarak tan›mlan›r (AYMK, Resmi Gazete, 24.1.1995, 22181). Kamu hizmetlerinin di¤er özellikleri aras›nda yurttafllar›n eflitlik içinde yararlanmalar›na aç›k olmak ve bedelsizlik (bedelsiz olam›yorsa yurttafllar›n al›m güçlerinin gözetilmesi) de vard›r. Devletin gözetim ve denetim alt›na alma, gerçeklefltirilmesini belli esaslara ba¤lama gere¤i duydu¤u hizmetler bu kapsama al›narak, di¤er ekonomik etkinliklerden farkl› bir hukuksal statüye kavuflturulmufltur. Böylece, kamu hizmeti kapsam›na al›nan ekonomik etkinlikler esas olarak devlete b›rak›lm›fl, bu alanlarda “kamu tekeli” kurulmufltur. Devlet, bu hizmetleri kamu kurulufllar› eliyle yürütebilece¤i gibi k›smen ya da tamamen yak›n denetimi alt›nda çal›flan özel flirketlere de gördürebilir. Ancak, bu durum di¤er özel ekonomik etkinliklerden farkl› olarak “kamu hizmetinin özel flirketlere gördürülmesi” olarak ele al›n›r ve özel bir yönteme tabi k›l›n›r. Cumhuriyet döneminde baflvurulan iki ana yöntem “kamu hizmeti imtiyaz sözleflmesi” ve “ruhsat”t›r. Kamu hizmetlerinin özel kiflilere gördürülmesinde daha az baflvurulan “ruhsat” yönteminin “imtiyaz sözleflmesi” yönteminden temel fark›, kamu hizmetinin devlet taraf›ndan “tekel”e al›nmay›p, devlet taraf›ndan verilen “izin” (ruhsat-lisans) çerçevesinde özel kiflilerin etkinlikle-

225


226

Faruk Ataay

4 Bu konudaki temel sorun, özellefltirmeyi düzenleyen yasalara konan, hizmetin “kamu hizmeti” niteli¤i tafl›mad›¤›, “imtiyaz oluflturmad›¤›”, “özel hukuka tabi oldu¤u” gibi hükümlerin Anayasa Mahkemesi’nce birer birer iptal edilmesinden kaynaklan›yordu. Anayasa Mahkemesi, Anayasa çerçevesinde, özellefltirilecek hizmetlerin “kamu hizmeti” kapsam›nda olup olmad›¤› konusundaki de¤erlendirmesinin sakl› oldu¤unu belirterek, bu de¤erlendirmeyi “hizmetin niteli¤i”ne bakarak yapaca¤›n› belirtiyordu. Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki temel yaklafl›m›, “kamu yarar›na dönük, toplumun ortak gereksinimlerinin karfl›lanmas›na yönelik, düzenli ve sürekli etkinlikler” olarak ele ald›¤›, “köprü, tünel, baraj, içme ve kullanma suyu, ar›tma tesisi, kanalizasyon, otoyol, demiryolu, deniz ve hava tafl›mac›l›¤›, posta, telgraf ve telefon gibi iletiflim hizmetleri, elektrik üretimi, iletimi ve da¤›t›m›...” gibi altyap› hizmetlerini “niteli¤i gere¤i” “kamu hizmeti” olarak görmekti. Bunlar›n “kamu hizmeti” niteli¤i yasa yoluyla ortadan kald›r›lamazd›. Dolay›s›yla, yüksek mahkeme, bu hizmetlerin özellefltirilmesini “kamu hizmetlerinin özel flirketlere gördürülmesi” olarak ele al›yor ve özellefltirmenin ancak “imtiyaz sözleflmesi” yöntemiyle gerçeklefltirilebilece¤ini belirtiyordu (AYMK, Resmi Gazete, 24.1.1995, 22181; 20.3.1996, 22586). Anayasa Mahkemesi’nin bu yorumunda ›srar ederek önüne gelen tüm yasalar› bu yönden iptal etmesi, Anayasa’n›n ilgili maddelerinin de¤ifltirilmesinin de temel nedeniydi.

rine olanak sa¤lanmas›d›r. Altyap› hizmetlerinden as›l olarak devletin sorumlu tutuldu¤u 1980’e kadar olan dönemde bu hizmetleri gerçeklefltirmek üzere pek çok kamu kuruluflu ve K‹T kurulmufl, büyük kamu yat›r›mlar›na gidilmifltir. Bakanl›klara ba¤lanan bu kurulufllar›n faaliyetleri plan hedeflerine tabi k›l›nm›fl, yat›r›mlar› bütçeden karfl›lanm›flt›r. Dönemin genel özelli¤i, plan hedefleri do¤rultusunda belirlenen yat›r›m gereksiniminin devletçe karfl›lanmas›yd›. Kamu hizmetlerinin özel flirketlere gördürülmesi uygulamas› ise istisnai idi. 1980’le bafllayan dönemde, altyap› hizmetlerinin özel sektöre aç›lmas› ve özel sektörün kâr ençoklaflt›rmas› mant›¤›na tabi k›l›nmas› anlay›fl›n›n egemen duruma getirilmesiyle birlikte özellefltirme de ülke gündemine sokulmufl oluyordu. Özellefltirmelere yayg›nl›k kazand›r›lmaya çal›fl›lan 1980’lerin sonlar›ndan itibaren, özellefltirmenin hukuksal çerçevesi uzun süre önemli bir tart›flma konusu oldu ve hukuksal sorunlar›n da etkisiyle özellefltirmeler uzun süre gerçeklefltirilemedi. Sorun temelde, 1982 Anayasas›’n›n kamu hizmetlerinin hukuksal statüsü konusunda planl› dönemdeki anlay›fl› büyük ölçüde koruyor olmas›ndan kaynaklan›yordu. Anayasa Mahkemesi ve Dan›fltay da bu anlay›fl do¤rultusunda, altyap› hizmetlerini “kamu hizmeti” kapsam›nda görmeye devam ediyor, özellefltirilmelerini de “kamu hizmetlerinin özel flirketlere gördürülmesi” olarak ele alarak, “kamu hizmeti imtiyaz sözleflmesi” yöntemine tabi k›lan kararlar al›yordu. Bu nedenle pek çok özellefltirme yasas› ve özellefltirme uygulamas› iptal edildi4. Nitekim bu sorun uzun süre yarg› ile hükümetler aras›nda bir anlaflmazl›k konusunu oluflturdu. Sorun temelde, özellefltirilecek hizmetlerin “kamu hizmeti” kapsam›ndan ç›kar›larak özellefltirmenin “imtiyaz sözleflmesi” yöntemi d›fl›nda yollarla gerçeklefltirilmesi aray›fl›ndan kaynaklan›yordu. Zira, imtiyaz sözleflmesi yöntemi Türkiye’deki altyap› sektörlerine yat›r›m yapma aray›fl›ndaki yerli ve yabanc› sermaye taraf›ndan “riskli” bulunuyordu. Bunun iki temel nedeni vard›. ‹mtiyaz sözleflmesi yöntemi, hem özel flirketlerin “kamu hizmetleri” kapsam›ndaki etkinliklerinde devletin yak›n denetimini ve gözetimini gerektirmesi ve devletin bu konuda özel hukuku aflan yetkilere sahip olmas›, hem de Dan›fltay’›n öndenetimini gerektirmesi ve yarg› yetkisini Dan›fltay’a vermesi nedenleriyle, özel sektör taraf›ndan tercih edilmiyordu. ‹mtiyaz sözleflmesinin temel özelli¤i, devlet ile özel flirket ara-


Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi?

s›ndaki sözleflmenin özel hukuk sözleflmelerinden farkl› olarak “idari sözleflme” kapsam›nda olmas›yd›. Bunun anlam›, flirketle devletin eflit taraflar olarak yer almamas›, devletin “kamu yarar›” ilkesi gere¤ince sözleflmede flirkete göre üstün konumda bulunmas›yd›. Anayasa’n›n “sosyal devlet” ilkesi gere¤ince flirketlerin kâr etme amac› ile kamu yarar› aras›nda bir denge kurma çabas›ndan kaynaklanan bu durum, hem hizmetin “kamu yarar›” gözetilir biçimde gerçeklefltirilebilmesi için devlete özel hukuku aflan yetkiler veriyor, hem de flirketlere belli güvenceler sa¤l›yor, onlar›n riskini ortadan kald›rarak kamuya yüklüyordu. Bunun önemli sonuçlar› aras›nda devletin, hizmetin fiyat›n› belirlemek, yo¤un denetim ve gözetim yetkilerine sahip olmak, sözleflme ve flartnamede de¤iflikli¤e gidebilmek, iflletmeye geçici olarak el koyabilmek, sözleflmeyi fesh edebilmek gibi yetkilere sahip olmas› bulunuyordu. ‹mtiyaz sözleflmesi yönteminde, devletin hizmetlerin “kamu yarar›” gözetilerek gerçeklefltirilmesinin sa¤lanmas›na dönük bu yetkilerinin yan› s›ra, imtiyaz alan özel flirketler lehinde de düzenlemeler bulunmaktayd›. Bunlar aras›nda, kâr etme garantisine sahip olmak, tekel kurma, kamulaflt›rma yapma, ceza kesme gibi yetkileri saymak olanakl›d›r. Bunlar, özel flirketlerin “piyasa”da “özel hukuk” kapsam›ndaki ekonomik etkinliklerinde bulunmayan, imtiyazl› flirkete ayr›cal›k ve güvence sa¤layan yetkilerdir. “‹mtiyaz sözleflmesi” yönteminin bir baflka özelli¤i, sözleflme ve ilgili flartnamelerin Dan›fltay öndenetimine tabi olmas›yd›. Bunlarda “kamu yarar›” aç›s›ndan gerekli gördü¤ü de¤ifliklikleri yapma yetkisine sahip olan Dan›fltay, ayn› zamanda imtiyaz sözleflmeleriyle ilgili anlaflmazl›klar›n da yarg› yeriydi. Altyap› hizmetlerine yat›r›m yapmaya yönelen yerli ve yabanc› flirketler imtiyaz sözleflmesinin kendileri lehindeki düzenlemelerinin korunmas›n›, buna karfl›l›k devlete hizmetin “kamu yarar›” gözetilerek yerine getirilmesinin sa¤lanmas› amac›yla verilen yetkilerin ise kald›r›lmas›n› istiyordu. fiirketler, devletin özel hukuku aflan yetkilere sahip olmas› nedeniyle, bu sektörlerdeki özellefltirmelerin ve özel yat›r›mlar›n imtiyaz sözleflmesi kapsam›nda yap›lmas›na karfl› ç›k›yor, özellefltirmeye iliflkin sözleflmelerin “özel hukuk”a tabi k›l›nmas›n› istiyordu. Böylece flirketlerle devlet aras›nda yap›lacak sözleflmede taraflar eflit konuma sahip olabilecekti. fiirketlerin önemli isteklerinden bir baflkas› da, Dan›fltay öndenetiminin kald›r›lmas› ve anlaflmazl›klar›n çözümünde Dan›fltay’›n yetkili olmas›na son verilerek “uluslararas›

227


228

Faruk Ataay

5 Özellefltirme konusunda yaflanan hukuksal sorunlar hakk›nda daha ayr›nt›l› bilgi için bkz. Ataay (1999a:116177; 1999b), Günday (2002).

tahkim” mekanizmas›na geçilmesiydi. Bunlara olanak sa¤layan de¤ifliklik, 1999 y›l›nda Anayasa’n›n ilgili maddelerinin de¤ifltirilmesiyle gerçeklefltirildi. Anayasa’n›n 47, 125 ve 155. maddelerinde yap›lan de¤ifliklikler, flirketlerin özellefltirmenin hukuksal çerçevesi konusundaki beklentilerinin karfl›lanmas›n› sa¤lad›. Anayasa de¤iflikli¤inin getirdi¤i en temel farkl›l›k, kamu hizmetlerinin özel kiflilere gördürülmesinin ancak “idari sözleflme”lerle mümkün olabilmesi biçimindeki düzenlemeyi kald›rarak, yasama organ›na bunlar›n özel sektöre gördürülmesini “özel hukuk”a tabi sözleflmelerle gerçeklefltirmek konusunda yetki vermesiydi. Kamu hizmeti ile idari sözleflme yöntemi aras›ndaki klasik ba¤› koparan bu de¤ifliklikle, pratikte, yasama organ›na “kamu hizmeti” kapsam›ndaki hizmetleri bu kapsamdan ç›karma yetkisi tan›nm›fl oluyordu. Ancak, “niteli¤i gere¤i” kamu hizmeti olarak kabul edilen hizmetler yine “kamu hizmeti” statüsünde kal›yor ama hizmetin gerçeklefltirilme biçimi bu statünün gere¤i olan biçimlerden ayr›l›yor, özel sermayenin kâr mant›¤›na tabi k›l›n›yordu. Böylece, özellefltirilen kamu hizmetlerinin özel hukuk kapsam›na al›nmas›na, özellefltirme yönteminin serbestçe belirlenmesine, sözleflmeleri Dan›fltay incelemesine gönderip göndermemek serbestisine sahip olunmas›na, sözleflmelerin Dan›fltay’›n yarg› yetkisi kapsam›ndan ç›kar›lmas›na ve uluslararas› tahkim mekanizmas›na baflvurulmas›na olanak tan›n›yordu.. Sonuç olarak, hem kamu hizmetlerinin özel kiflilere gördürülme yöntemlerinde de¤iflikliklere gidiliyor, hem de yasama organ›na istedi¤i hizmetleri özel hukuk kapsam›na alma olana¤› sa¤lan›yordu5. Bu de¤ifliklikler, 1930’lardan bu yana “kamu hizmeti” statüsünde görülen, “kamu tekeli”ne al›nan ve kamu kurulufllar›nca yerine getirilen altyap› hizmetlerinin niteli¤inde önemli de¤iflikliklere gidilmesinin de yolunu aç›yordu. En temel de¤ifliklik, altyap› hizmetlerini devletin görevi haline getirerek kâr amaçl› olmaktan ç›karan anlay›fl›n de¤ifltirilerek hizmetlerin “metalaflt›r›lmas›”, bir baflka deyiflle giriflimcilerin kâr›n ençoklaflt›r›lmas› amac›na tabi k›l›nmas›yd›. Hizmetin niteli¤inde ve sektörlere egemen olan politikalarda köklü de¤ifliklikler do¤uran bu de¤iflim, hizmetin yönetsel örgütlenmesinde de önemli de¤ifliklikleri gündeme getirdi. Altyap› hizmetlerinin kamu tekelinden ç›kar›lmas›yla birlikte, özel flirketlerin “düzenleyici üst kurul”lar›n düzenlemeleri çerçevesinde etkinlikte bulundu¤u bir sektör yap›s› oluflturulmaya bafllan›yordu. Son birkaç y›lda say›lar› h›zla artan üst kurullar›n, özel flirketlerin faaliyet yürütmeye bafllad›¤› altyap› hizmetlerini “piyasa


Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi?

mant›¤›” çerçevesinde düzenlemeyi hedefledi¤i görülüyor. Hükümetten ba¤›ms›zl›¤›na büyük önem verilen üst kurullar, neo-liberal ak›m›n, “ekonomiye iliflkin kararlar›n siyasal bask›lardan uzak tutulan ‘teknokratik’ mekanizmalarla belirlenmesi” fleklindeki aray›fl›n›n yönetsel ifadesini oluflturuyor. Üst kurullar›n, özellikle “kamu hizmeti” niteli¤indeki hizmetlerin özellefltirilmesi aç›s›ndan üç ana amaca hizmet etti¤i görülmektedir. Bir yandan, kamu hizmetlerine iliflkin politikalar›n kararlaflt›r›lma süreci, “teknokrasi” söylemi eflli¤inde siyasal mekanizmalar›n d›fl›ndaki yönetsel mekanizmalara tafl›narak siyasal müzakerelere konu olmaktan ç›kar›lmakta ve bu süreç neo-liberalizmin egemenli¤ine verilmektedir. Böylece, büyük sermayenin h›zla özellefltirilen altyap› hizmetlerindeki denetimi güvenceye al›nmaktad›r. Bu yönetim mekanizmas›, ikinci olarak, toplumsal tepkilere az çok duyarl› olmak ve bu duyarl›l›¤›n› kamu hizmetlerine iliflkin politikalara belli ölçülerde yans›tmak zorunda olan siyasal iktidarlar›, üzerindeki toplumsal bask›dan kurtarmay› amaçl›yor. Böylece, bir yandan büyük sermayenin h›zla özellefltirilen altyap› sektörlerindeki denetimi güvenceye al›n›rken, bir yandan da bu düzenlemeleri gerçeklefltiren siyasal iktidarlar›n, özellefltirmelerin olumsuz sonuçlar› nedeniyle do¤abilecek toplumsal tepkilerden ba¤›fl›k k›l›nmas› hedefleniyor. Üçüncü olarak, üst kurullar›n meflrulaflt›r›lmas›nda “yönetiflim” mekanizmas› önemli bir bafll›k oluflturuyor. Hizmetlere iliflkin politikalar›n belirlenmesinde büyük bir rol kazanan, ancak bu belirleyici konumlar›n› demokrasi aç›s›ndan gerekçelendirmekte güçlük çeken üst kurullar›n meflruiyeti daha çok “yönetiflim” mekanizmas›na ba¤lanm›fl durumdad›r. Yönetiflim mekanizmas› arac›l›¤›yla toplumun çeflitli kesimlerinin, üst kurullara ve üst kurullar›n karar alma süreçlerine kat›lmas›n›n sa¤lanaca¤›, böylece üst kurullar›n ald›¤› kararlar›n demokratik meflruiyetinin tart›flma konusu olmaktan kurtar›labilece¤i düflünülmektedir6. K›sacas›, yönetiflim mekanizmas›yla temelde, yerli ve yabanc› sermayenin kamu hizmetlerini kâr mant›¤›na tabi k›lma çabas› sonucunda gündeme gelen politikalar›n demokratik meflruiyetinin sa¤lanmaya çal›fl›ld›¤› görülmektedir. Buraya kadar olan bölümde, altyap› hizmetlerinin hukuksal statüsü ve yönetim biçimine iliflkin genel de¤ifliklikler üzerinde duruldu. Afla¤›da, bu de¤iflikliklerin elektrik, do¤algaz ve petrol sektörlerinde nas›l somutlaflt›¤› gösterilmeye çal›fl›lmaktad›r. 2. Elektrik Sektörü

229

6 “Yönetiflim” konusunda daha ayr›nt›l› bilgi için Birgül Ayman Güler’in Praksis’in bu say›s›nda yer alan yaz›s›na ve Bayramo¤lu’na (2002) bak›labilir.


230

Faruk Ataay

7 1970 tarih ve 1312 say›l› TEK Yasas›, “elektrik üretimi ve iletimi” konusunda tekel kurmakla birlikte, “elektrik da¤›t›m›” konusunda belediyelerin yetkilerini sakl› tutmufl, k›rsal bölgelerdeki elektrik da¤›t›m hizmeti için de YSE Genel Müdürlü¤ü’nü yetkili k›lm›flt›. Ancak, bunlar hizmeti yerine getiremedikleri durumda görevi TEK’e devrediyorlard›. Böylece, “elektrik da¤›t›m›”, 1970’ten 1982 tarih ve 2705 say›l› yasan›n ç›kar›lmas›na kadar olan dönemde TEK, YSE ve belediyeler taraf›ndan yerine getirilmifl, bu tarihten sonra ise TEK’in tekeline geçmifltir.

Elektrik enerjisi hizmetinin kamu tekelinde yürütülmesine iliflkin model as›l olarak planl› dönemde oluflturuldu. Bu model çerçevesinde kurulan Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) (Resmi Gazete, 5. 7. 1970, 13559) hizmeti tekeline al›yor ve “kamu hizmeti” anlay›fl› çerçevesinde yürütmekle görevlendiriliyordu. Dönemin ikinci bir özelli¤i, hizmetin niteli¤ini, TEK’in özel sektöre ucuz girdi temin etmesi ve “sosyal devlet” anlay›fl› uyar›nca tüketicilere ucuz enerji sa¤lamas› anlay›fl›n›n belirlemesiydi. Bu durum, TEK’in kârl›l›k amac› gütmemesinde somutlafl›yordu. Modelin üçüncü temel özelli¤i, TEK’in elektrik hizmetinin üç aya¤› olan üretim, iletim ve da¤›t›m› “entegre” bir biçimde yerine getirmesiydi. “Entegre” yönetim yap›s›, elektri¤in “do¤al tekel” niteli¤i ve “merkezi planlamay›” gerekli k›lan özellikleri nedeniyle verimlili¤in ençoklaflt›r›lmas›n› sa¤layan örgütlenme modeli olarak görülüyordu7. Bu yaklafl›m 1312 say›l› TEK Yasas›’n›n gerekçesinde, “TEK da¤›n›kl›¤› ortadan kald›racak, bütün imkân ve gayretlerimizin lüzumsuz yere israf edilmeden biraraya getirilmesi suretiyle memleketimizin elektriklendirilmesinde di¤er memleketlerde oldu¤u gibi büyük geliflme ve faydalar sa¤layacakt›r” sözleriyle dile getiriliyor; bu modele geçiflte “Bat› Avrupa ülkelerinde elektrikle ilgili bütün kurulufllar› birlefltiren devlet teflekküllerinin oluflturulmas›n›n” örnek al›nd›¤› belirtiliyordu. Dördüncü özellik, TEK’in yat›r›mlar›n›n plan hedefleri do¤rultusunda belirlenerek kamu taraf›ndan finanse edilmesiydi. Sektördeki özel yat›r›mlar ise “imtiyaz sözleflmesi” yöntemi çerçevesinde gerçeklefltirilebiliyordu, ancak dönem boyunca buna pek az baflvurulmufltu. Çukurova Elektrik, Kepez Elektrik ve Kayseri Elektrik gibi istisnai örneklerde de yüksek oranl› kamu ifltirakleri bulunuyordu. Beflinci özellik, TEK’in Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanl›¤›’na ba¤lanmas›yd›. Böylece, parlamentoya karfl› sorumlu olan hükümet ve bakanl›k, elektrik hizmetine iliflkin politikalarla ilgili olarak siyasal sorumluluk tafl›yordu. Ayr›ca, TEK’in faaliyetleri parlamento ve di¤er denetim birimlerince denetleniyordu. Türkiye’de 1960-80 döneminde elektrik altyap›s›n›n büyük ölçüde tamamlanmas›n› sa¤layan modelin temel özellikleri bunlard›. Bu dönemde gerçeklefltirilen büyük yat›r›mlarla Türkiye’de elektrik hizmetinden yararlanan nüfusun toplum nüfus içindeki oran› yüzde 31.6’dan yüzde 79.7’ye yükselmiflti. Ancak günümüzde bu dönem, daha çok, özellikle 1970’lerin ortalar›ndan itibaren yaflanmaya bafllayan elektrik enerjisi darbo¤az› ile an›msan›yor. Yaflanan darbo¤az›n temelinde, yanl›fl bir seçimle petrole dayal›


Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi?

olarak kurulan santrallerin, petrol krizinde fiyatlar›n afl›r› yükselmesine ba¤l› olarak, girdi temin etmekte zorlanmas› yat›yordu. Böylece, elektrik darbo¤az›, Türkiye’nin d›fla ba¤›ml›l›¤›n›n krizdeki en önemli göstergelerinden birini oluflturuyordu. 1980 sonras› dönemde elektrik konusunda uygulanan politikalar›n ilk önemli özelli¤i, kamu yat›r›mlar›nda sa¤lanan büyük art›flla ülkenin elektrik altyap›s›n›n tamamlanmas› oldu. 1980’lerin sonuna gelindi¤inde elektrik hem ülkenin en küçük yerleflim merkezlerine kadar ulaflt›r›lm›fl, hem de gerekli üretim kapasitesine ulafl›lm›flt›. Elektrik altyap›s› konusunda sa¤lanan bu geliflim bütünüyle kamu yat›r›mlar›na dayan›yordu. Özellefltirme ise hükümetlerin s›kl›kla dile getirdi¤i, ancak gerçeklefltirilmesi için çok da fazla acele etmedi¤i bir politikayd›. Özellefltirmenin hukuksal altyap›s› daha 1980’lerin bafllar›nda oluflturulmakla beraber, ilk özellefltirme uygulamalar› 1988’de gerçeklefltirilecekti. Fiilen 1988’de bafllayan özellefltirme uygulamalar› iki temel biçimde gerçeklefltirilmeye çal›fl›ld›. Birinci yöntem, TEK’in santrallerinin ve da¤›t›m müesseselerinin iflletme haklar›n›n 20 ve 30 y›ll›¤›na özel flirketlere devri (‹HD yöntemi) idi. ‹kinci olarak da, yeni santraller kurmak için Y‹D (yap-ifllet-devret) ve Y‹ (yapifllet) yöntemlerine baflvuruluyordu. Her iki uygulama da, hükümetlerin aksi yöndeki çabalar›na karfl›n yüksek yarg›n›n ba¤lay›c› kararlar› sonucunda “imtiyaz sözleflmesi” kapsam›nda gerçekleflti. Bu özellefltirmelerde flirketlere al›m garantileri verildi. Yeni yat›r›mlar Hazine garantisiyle gerçeklefltirildi. Ancak, flirketlerle devlet aras›ndaki sözleflmelerin özel hukuka tabi k›l›nmas› amac›n›n gerçeklefltirilememesi karfl›s›nda 1999’da Anayasa’n›n de¤ifltirilmesi noktas›na gelindi. Anayasa de¤iflikli¤i ve ertesinde ç›kar›lan yasalarla, hizmetin özellefltirilmesiyle geçilmeye çal›fl›lan modelin temel çerçevesi kurulabildi. Yeni yap›da, devletin düzenleme yetkisinin yan› s›ra kamu sektörü-özel sektör iliflkilerinin köklü bir biçimde de¤iflti¤i, ve yeni kurumlar›n oluflturulup kurumlar aras› iliflkilerin yeniden düzenlendi¤i görülmektedir. Ancak, bu noktada dikkat çekilmesi gereken ilk önemli nokta, anayasa de¤iflikli¤i sonras›nda ç›kar›lan ilk yasa olan 20 Aral›k 1999 tarih ve 4493 say›l› yasa (Resmi Gazete, 22.12.1999, 23914) ile hizmetin bütünüyle özel hukuka tabi k›l›nmas›ndan sonra, 20 fiubat 2001’de ç›kar›lan 4628 say›l› Elektrik Piyasas› Yasas›’yla bundan vazgeçilip “ruhsat” yönteminin benimsenmesidir (Resmi Gazete, 3.3.2001, 24335; 2.5.2001, 24390). Bu de¤ifliklik, özel hukuka tabi olma iste¤inin asl›nda

231


232

Faruk Ataay

k›smi bir istek oldu¤unu, flirketlerin gerçekte hem imtiyaz sözleflmesi yönteminin hem de özel hukuka tabi düzenlemelerin kendileri aç›s›ndan avantajl› unsurlar›n› kapsayan karma bir biçim istediklerini gösteriyordu. Böylece, sonuçta, “ruhsat” yönteminin önemli de¤iflikliklere u¤rat›ld›¤› bir hukuksal biçim ortaya ç›kar›lm›fl oldu. Bu modelin seçilmifl olmas› daha çok elektri¤in “do¤al tekel” niteli¤inde olmas›, belirli bir iletim ve da¤›t›m hatt›n› gerektirmesi gibi özellikleriyle iliflkiliydi. Hizmetin do¤al tekel niteli¤i nedeniyle, sektöre yat›r›m yapan flirketler, ancak kamu hizmetlerine iliflkin düzenlemelerce karfl›lanabilen, özel hukuka tabi sektörlerde söz konusu olmayan tekel kurma, ceza kesme, kamulaflt›rma yapma, kâr garantisi, sektöre girifl ç›k›fllar›n denetim alt›na al›nmas› gibi flirket lehine kimi yetkilerden vazgeçmek istemiyorlard›. “Ruhsat” yönteminin seçilmesi, günümüzde daha çok kamu tekelinin özel tekellere dönüflmesi karfl›s›nda tüketicilerin korunmas› gereklili¤iyle gerekçelendirilmekle beraber, as›l belirleyici olan flirketlerin istekleriydi. Günümüzde uygulamaya geçirilme çal›flmalar› halen devam eden bu yeni modelin en temel özelli¤i elektri¤in art›k “kamu hizmeti” olarak de¤il, giriflimcilerin “kâr elde etmek” amac›yla üretip satt›¤› bir metaya dönüfltü¤ünün kabul edilmesidir. Bu yaklafl›m, “rekabet ortam›nda özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösterebilecek, mali aç›dan güçlü, istikrarl› ve fleffaf bir elektrik enerjisi piyasas›n›n oluflturulmas›”n›n amaçland›¤›n›n belirtildi¤i 4628 say›l› yasada aç›kça ortaya konmaktad›r. Böylece, hizmetin niteli¤i ve sektöre iliflkin düzenlemeler de bu amaç do¤rultusunda gerçeklefltirilebilecektir. Ancak, yukar›da da belirtildi¤i üzere, hizmetin hukuksal statüsü, “kamu hizmetlerinin özel kiflilere gördürülmesi”ne özgü bir yöntem olan “ruhsat”›n dönüfltürülmesiyle ortaya ç›kar›lm›flt›r. Yeni yap›ya geçiflin ikinci önemli özelli¤i, TEK’in entegre yap›s›na tamamen son verilerek, kamunun elindeki dev bir kuruluflun (Elektrik Mühendisleri Odas› TEK’in toplam de¤erinin 60 milyar dolardan fazla oldu¤u tahmin etmektedir) özellefltirilebilir küçük parçalara ayr›lmas›yd›. Bunun için 1993’te TEK ikiye bölünerek üretim ve iletim birimleri TEAfi’a, da¤›t›m birimleri de TEDAfi’a verilmiflti. 2001’de yap›lan düzenleme ise, TEAfi’›n üretim birimlerini EÜAfi’a, iletim birimlerini TE‹Afi’a, ticaret (toptan sat›fl) birimlerini de TETAfi’a b›rakt›. Böylece, EÜAfi’a ait santrallar ile TEDAfi’a ait da¤›t›m müesseseleri özellefltirilir-


Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi?

ken, devlette kalacak olan TE‹Afi ve TETAfi iletim ve toptan sat›fl hizmetlerini yerine getirecektir. TEK’in parçalanarak entegre yap›s›na son verilmesi, günümüzde kamunun özel sektörle rekabet edebilmesi ve sektörü düzenleyebilmesinin önündeki en önemli engellerden biri olarak ortaya ç›kmaktad›r. Yeni yap›n›n üçüncü önemli özelli¤i, özellefltirme yönteminde de¤iflikli¤e gidilmeye çal›fl›lmas›d›r. Bugüne kadar yürütülen özellefltirme çal›flmalar›nda “iflletme hakk› devri” (‹HD) yöntemi benimsenmiflti. Günümüzde ise, bunun yerine “mülkiyet sat›fl›” yöntemine geçilmesi düflünülmektedir. Ancak, bugüne kadar yap›lan sözleflmelerin özel hukuka tabi k›l›n›p uluslararas› tahkim kofluluna ba¤lanmas› nedeniyle bu konuda büyük sorunlar yaflanmaktad›r. Türkiye, IMF, Dünya Bankas›, AB ve OECD’nin mülkiyet sat›fl› yöntemine geçilmesi do¤rultusundaki bask›lar› ile flirketlerin tazminat talepleri aras›nda s›k›fl›p kalm›fl durumdad›r. Bu sorunun, günümüzde, enerji özellefltirmelerinden ald›¤› pay› yeterli görmedi¤i anlafl›lan ulusafl›r› sermaye ile yerli sermaye aras›ndaki en önemli rekabet konusu durumuna geldi¤i söylenebilir8. Dördüncü ve belki de yeni yap›n›n en önemli özelliklerden biri, hizmetten bütünüyle TEK’in sorumlu oldu¤u ve özellefltirmelerin de TEK’in imzalayaca¤› “imtiyaz sözleflmeleri”yle (‹HD, Y‹D, Y‹ yöntemleri) gerçeklefltirildi¤i bir modelden, özel firmalar›n EPDK’nin düzenledi¤i (regülasyon) bir sektörde, EPDK’den alacaklar› “lisans”larla hizmet yürüttükleri bir sektör yap›s›na geçilmesidir. EPDK sektördeki düzenlemeleri yapmakla görevlendirilen, bunun için de bakanl›¤›n düzenleme yetkilerinin büyük bölümünü üstüne alan, kamu tüzel kiflili¤ine, idari ve mali özerkli¤e sahip, bakanl›kla iliflkili bir “düzenleyici üst kurul” olarak kurulmufltur. Bakanl›¤›n yetkileri ise genel enerji politikalar›n› belirlemek olarak s›n›rlanm›flt›r. Ancak, bakanl›¤›n genel enerji politikalar›n› belirleme yetkisi, elinde hemen hiçbir araç kalmad›¤› için büyük ölçüde ka¤›t üzerinde kalmaktad›r. Yeni yap›da EPDK’nin siyasal iktidardan özerkli¤ine büyük önem verilmektedir. Bunun sa¤lanabilmesi için yöneticilerinin atanma ve görevden al›nma koflullar›, düzenleme yetkisi gibi konularda çeflitli önlemler al›nm›flt›r. EPDK’nin temel yetki ve görevleri aras›nda, yasan›n uygulanmas›n› sa¤lamak, yasal düzenleme gereksinimi do¤du¤unda gerekli haz›rl›¤› yaparak bakanl›¤a iletmek, sektöre iliflkin düzenlemeleri yapmak, lisanslar› vermek ve gerekti¤inde iptal etmek, fiyatland›rma esaslar›n› belirlemek, sözleflmelerle ilgili anlaflmazl›klar›n giderilmesi için tahkim me-

233

8 Bu konuda daha ayr›nt›l› bilgi için bkz. Ataay (2003).


234

Faruk Ataay

kanizmas› öncesinde arabuluculuk yapmak gibi bafll›klar say›lm›flt›r. Yeniden yap›lanma sürecinde sektöre kat›lan bir di¤er yeni kurum Elektrik Enerjisi Fonu’dur. Fonun bafll›ca görevleri fiyat istikrar›n› sa¤lamak, mücbir sebeple do¤acak maliyetleri karfl›lamak, ar-ge giderlerini karfl›lamak ve flirketlere kredi vermektir. Yasayla, iflletme hakk› devir bedellerinin fona devredilerek, flirketlerin ödedi¤i devir bedellerinin fon yoluyla yine flirketlerin kullan›m›na sunulmas› öngörülmüfltür. Fon, özellefltirme süreci tamamlanmaya çal›fl›lan sektörde flirketlerin riskini azaltmay› amaçlayan önemli ifllevler yüklenecektir. Sektördeki yeniden yap›lanma sürecinde dikkat çeken bir baflka özellik yat›r›m planlamas› sürecinin tamamen de¤ifltirilmekte olufludur. Elektrik enerjisi konusundaki geleneksel yat›r›m planlamas› mekanizmas›, plan hedefleri do¤rultusunda do¤acak elektrik altyap›s› yat›r›m gereksiniminin kamu taraf›ndan karfl›lanmas› ya da imtiyaz sözleflmesi yöntemi çerçevesinde özel sektöre yapt›r›lmas›yd›. Yeni yasan›n öngördü¤ü yat›r›m mekanizmas› ise, TE‹Afi’›n da¤›t›m flirketleri taraf›ndan haz›rlanan talep tahminlerini esas alarak üretim kapasite projeksiyonu yapmas›na ve EPDK taraf›ndan onaylanan bu üretim kapasite projeksiyonu çerçevesinde EÜAfi ya da özel flirketlere yeni üretim tesisleri kurmak üzere lisans verilmesine dayal›d›r. Böylece, elektrik altyap›s›na iliflkin yat›r›m gereksiniminin merkezi planlama yerine piyasa sinyallerine dayan›larak belirlenmesi sa¤lanacakt›r. Elektrik enerjisi hizmetinde kurulma çal›flmalar› sürdürülen yeni modelin temel özellikleri bunlar. Sektördeki dönüflümlerin pek çok baflka önemli boyutlar› da bulunmakla beraber, bunlara bu yaz› kapsam›nda de¤inme olana¤› bulunmuyor. Burada, son olarak, bu modelin gerekçelendirilmesinde öne ç›kan iki ana görüflü, “rekabetçi bir piyasaya geçildi¤i”ne ve “yönetiflim” ile daha kat›l›mc› bir yönetim anlay›fl›n›n uygulamaya geçirildi¤ine iliflkin görüflleri tart›flmakla yetinece¤im. Günümüzde, elektrik sektöründeki dönüflümler gerekçelendirilirken, sektörün rekabete aç›larak rekabetçi bir piyasa oluflturulmas› yoluna gidildi¤ine iliflkin görüflün s›kl›kla dile getirildi¤i görülmektedir. Bu görüfl rekabetçi piyasan›n göstergesi olarak iki noktay› vurgulamaktad›r. ‹lk olarak sektörün entegre yap›s›n›n parçalanarak, hiçbir flirketin sektörün bütününde yüzde 20’yi aflan paya sahip olamayaca¤›n›n kay›t alt›na al›nm›fl olmas›, tekelleflmenin önlenmesi için yeterli görülmektedir. ‹kinci olarak,


Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi?

“serbest tüketici” uygulamas› gibi düzenlemelerin sektörde rekabetten söz edebilmek için yeterli oldu¤u varsay›lmaktad›r. Bu görüfl, “elektrik iletimi ve da¤›t›m›” konusunda “do¤al tekel” özelli¤inin devam etmekte oluflunu gözard› ederken, k›s›tl› bir uygulama alan› bulunan ve rekabet yaratmakta hiçbir etkisinin olmad›¤› iyi bilinen “serbest tüketicilerin baflka da¤›t›m flirketlerinden elektrik alabilmesi” uygulamas›na sahip olmad›¤› bir nitelik de atfetmektedir. Oysa, baflta ‹ngiltere örne¤i olmak üzere bu modelin uygulamaya kondu¤u ülkelerde umulan rekabet yarat›lamam›flt›r. “Do¤al tekel” niteli¤inde olmayan “elektrik üretimi” alan›nda da, ancak s›n›rl› say›da üretici bulunmas› gibi nedenlerle rekabetçi bir piyasa oluflturulmas› söz konusu de¤ildir. Nitekim, bu alanlarda da rekabetten ve tekellerin önlenmesinden de¤il, ancak “hâkim durumun kötüye kullan›lmas›n›n önlenmesi”nden söz edilebilmekte, bunun sa¤lanmas› için Rekabet Kurulu görevlendirilmektedir (OECD, 2002:102-122). Sonuçta, ne flirketlerin sektörün bütününde yüzde 20’den fazla paya sahip olmas›n› önleyen, ne de “serbest tüketici” uygulamas›na iliflkin düzenlemeler rekabetçi piyasalardan söz edebilmek için yeterlidir. Bu konuda dikkat çekilmesi gereken bir baflka nokta, elektrik sektörünün rekabete aç›l›p rekabetçi bir piyasa oluflturulmakta oldu¤una iliflkin görüfl kadar, bir “piyasa”n›n varl›¤›n›n da oldukça kuflkulu oldu¤udur. E¤er, “piyasa”dan, devletin sa¤lad›¤› en genel yasal ve yönetsel güvenceler çerçevesinde yürütülen “özel hukuka tabi ekonomik etkinlikler” anlafl›lacak olursa, yeni yap›lanman›n bir “piyasa” oluflturmad›¤› da görülebilecektir. Zira, “piyasa”n›n temel özellikleri aras›nda girifl ç›k›fllar›n yasal k›s›tlara tabi olmamas›, giriflimcilerin ve çal›flanlar›n, üreticiler ve tüketicilerin özel hukuk kurallar› çerçevesinde “serbestçe” iliflkiye girebilmeleri gibi özellikler bulunmaktad›r. Devletin özel hukuku aflan yetkilerle düzenledi¤i, hukuksal eflitli¤e dayanmayan ekonomik etkinlikler ise tan›m› gere¤i bir “piyasa” oluflturmazlar. Elektrik sektöründe “ruhsat” yöntemine geçilmesi bu anlam›yla bir “piyasa” oluflturmamaktad›r ve rekabet söz konusu de¤ildir. Zira, sektöre girifl ç›k›fllar izne tabidir, tüketicilerin tercih yapma hakk› bulunmamaktad›r ve hizmetin ço¤u aflamas› do¤al tekel niteli¤indedir. Dolay›s›yla, yeni modelin rekabetçi bir piyasa oluflturmas› da, rekabetçi piyasalara atfedilen özelliklerin ortaya ç›kmas› da söz konusu de¤ildir. Elektrik enerjisi konusunda Türkiye’nin yaflad›¤› dönüflüm, büyük ölçüde ulusal kamu tekelinin yerini bölgesel özel tekellerin almas›ndan ibaret görünmek-

235


236

Faruk Ataay

9 Do¤algaz›n Türkiye’deki kullan›m biçiminin, özellikle de elektrik üretiminde kullan›lmas›n›n ak›lc› olup olmad›¤› önemli bir tart›flmad›r. Türkiye gibi yüksek linyit, hidroelektrik ve di¤er yenilenebilir kaynaklara sahip olan, üstelik yüksek miktarda d›fl borcu bulunan bir ülkenin elektrik üretimini ithal bir enerji kayna¤›na dayand›rmas›n›n pek çok aç›dan sak›ncalar› bulunmaktad›r. Ancak, bu ve benzeri sorunlar bu yaz›n›n kapsam›na girmiyor. Bu sorunlar konusunda daha ayr›nt›l› bilgi için bkz. Ataay (2002d, 2002e), MMO (2001).

tedir. Dolay›s›yla, yeni modelde hizmetin etkinli¤ini garanti alt›na alacak fley rekabet de¤il, EPDK taraf›ndan yap›lacak regülasyonun baflar›s› olacakt›r. Üzerinde durulmas› gereken di¤er nokta, EPDK’nin kullanaca¤› “yönetiflim” mekanizmalar›n›n demokrasi aç›s›ndan bir geliflme sa¤lay›p sa¤layamayaca¤› sorunudur. Demokrasi kuram›nda son dönemlerde önemli bir geliflme olarak s›kl›kla gündeme getirilen bu mekanizman›n temel mant›¤›, ilgili “sivil toplum kurulufllar›”n›n (devlet d›fl› örgütler) temsil etti¤i toplumsal istemlerin EPDK türü üst kurullar›n karar alma mekanizmalar›na kat›lmas›d›r. Böylece, karar alma yetkilerinin üst kurullara geçmesiyle do¤acak meflruiyet sorununun üstesinden gelinebilece¤i düflünülmektedir. Oysa, gerek yasan›n gerekse mevcut uygulamalar›n yönetiflim mekanizmas› arac›l›¤›yla karar alma süreçlerine etki etmesine olanak tan›d›¤› tek kesim, sektöre yat›r›m yapan flirketlerden ve onlar›n temsilcisi niteli¤indeki kurulufllardan ibarettir (EPDK, 2002: 47-48; OECD, 2002: 117-119). Dolay›s›yla, ilgili tüm toplumsal kesimlerin istem ve görüfllerinin yans›d›¤› bir karar alma mekanizmas› söz konusu edilmemektedir. Bu durum meflruiyet tart›flmalar›n› gündeme getirmektedir. Sonuç olarak, yeni modelin, gerek rekabetçi bir piyasa yap›s›n›n oluflturulmas› gerekse yönetiflim mekanizmas› aç›s›ndan beklenen sonuçlar› do¤urmamas› olas›l›¤› daha yüksek görünmektedir.

3. Do¤algaz Sektörü Do¤algaz Türkiye’ye ilk kez 1987’de girmifltir. Rusya’dan ithal edilmeye bafllanmas›yla birlikte, do¤algaz h›zla ülkenin birincil enerji kaynaklar› aras›nda önemli bir yere kavuflturulmufltur. Do¤algaz›n Türkiye’deki en önemli kullan›m alanlar› elektrik santrallar› ve sanayidir. Bu iki alandaki kullan›m miktar› toplam›n yaklafl›k yüzde 80’ini bulmaktad›r. Türkiye son y›llarda elektrik üretiminin yaklafl›k yüzde 40’›n› do¤algazdan karfl›lamaya bafllam›flt›r. Konutlar›n yaklafl›k yüzde 20 düzeyindeki kullan›m oran› ise daha ikincil kalmaktad›r9. Türkiye’de do¤algaz hizmeti bafllang›c›ndan bu yana BOTAfi taraf›ndan yürütülmektedir. Büyük altyap› yat›r›mlar› gerektiren hizmet bütünüyle kamu taraf›ndan kurulmufltur. BOTAfi do¤algaz›n ithalat›n›, yurtiçi iletimini, depolanmas›n› ve toptan sat›fl›n› gerçeklefltiren, kamu tekeline sahip bir kurulufltur. Hali haz›rda do¤algaz hizmetinden yararlanmakta olan illerden Bursa ve Eskiflehir’de da¤›t›m hizmetini de BOTAfi yürütmektedir. ‹stanbul,


Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi?

Ankara ve ‹zmir illerindeki da¤›t›m hizmetlerini ise belediye flirketleri üstlenmifltir. Do¤algaz bugüne kadar kamu kurulufllar› taraf›ndan yürütülen bir hizmet olmakla beraber, “kamu hizmeti” anlay›fl› çerçevesinde yürütülmekte oldu¤u tart›flmal› bir hizmet olagelmifltir. Özellikle do¤algaz fiyatlar›n›n yüksekli¤i son y›llarda önemli bir tart›flma konusu olmufltur. Bu durum pek çoklar›nca hizmetin özellefltirilmek istenmesinin de temel nedeni olarak gösterilmektedir10. Gerçekten de büyük yat›r›mlar gerektiren iletim ve da¤›t›m altyap›s›n›n kamu taraf›ndan kurulmas›ndan sonra, yap›lacak özellefltirmelerin sektöre özel yat›r›m kazand›rmayacak oldu¤u ve kamu hizmetinin özellefltirilmesiyle s›n›rl› bir sonuç do¤uraca¤› görülebilmektedir. Nitekim, do¤algaz hizmetinin özellefltirilmek istenmesi karfl›s›nda ortaya ç›kan en önemli elefltiri noktas› da budur. Bütün maliyetleri ve riskleri kamunun üstlendi¤i, üstelik yüksek kârl›l›k koflullar›nda çal›flan bir hizmetin özellefltirilmesinin kamu yarar› aç›s›ndan sa¤layabilece¤i faydalar pek çoklar›nca sorgulanmaktad›r. Buna karfl›l›k, özellefltirmeler “hizmetin rekabete aç›lmas›”, “rekabetçi bir piyasa oluflturulmas›”, “flirketlerin verimli bir iflletmecilik yapmaya zorlanmas›”, “maliyetlerin ve fiyatlar›n düflmesi”, “hizmetin tüketicilere en ucuz ve en kaliteli biçimde ulaflmas›” gibi gerekçelerle savunulmaktad›r. Bu yaklafl›m, özellefltirmeyi do¤algaz hizmeti konusunda kamu yarar›n› gerçeklefltirmenin biricik yolu olarak göstermektedir. Afla¤›da, sektörde oluflturulmaya çal›fl›lan yeni modeli düzenleyen 4646 say›l› Do¤algaz Piyasas› Yasas›’n› (Resmi Gazete, 2.5.2001, 24390) inceleyerek bu öngörülerin gerçekleflip gerçekleflemeyece¤ini tart›flaca¤›m. Hizmeti adeta kamuya yasaklayan ve sektörün özellefltirilmesinin 2009 y›l›na kadar aflamal› olarak gerçeklefltirilmesini öngören yasa, yaln›zca yurtiçi iletim hizmetlerini BOTAfi’ta b›rakmaktad›r. Hizmetin iletim d›fl›ndaki aflamalar›n›n özellefltirilmesi ise her bir aflaman›n parçalanarak ayr› flirketlere verilmesi yoluyla gerçeklefltirilecektir. Ayr›ca, her flirketin en fazla iki kentin do¤algaz da¤›t›m›n› üstlenebilmesi kay›t alt›na al›nmaktad›r. Yasan›n, böylece, hizmeti halihaz›rda “entegre” bir yönetim yap›s›yla gerçeklefltiren BOTAfi’› parçalayarak, hizmetin her bir aflamas›nda farkl› flirketlerin “tekel” konumunda faaliyet yürüttü¤ü bir sektör yap›s› oluflturmay› öngördü¤ü görülmektedir. Yasa, özel flirketlerin faaliyetlerinin düzenlenmesi (regülasyon) görevini EPDK’ye vermektedir. Bir önceki bölümde elekt-

237

10 Türkiye’de do¤algaz ithal fiyatlar›n›n aç›klanmamas› önemli tart›flmalara neden olmaktad›r. Konuyu bilebilecek konumlarda yer alm›fl kiflilerse, gerek do¤algaz ithal fiyatlar›n›n gerekse parakende sat›fl fiyatlar›n›n çok yüksek oldu¤unda birleflmektedirler. Eski BOTAfi Genel Müdürü Gökhan Yard›m’›n aç›klamalar› için bkz. Ültan›r vd. (2002: 36-37).


238

Faruk Ataay

rik sektörüne iliflkin yetkileri ele al›nan EPDK, do¤algaz sektöründe de benzer yetkiler kullanarak sektörün düzenlenmesini sa¤layacakt›r. Yasa, elektrik sektöründe görülene benzer biçimde, sektörü “ruhsat” yöntemine göre düzenlemekte, sektöre girifl ç›k›fllar› EPDK’nin verece¤i lisanslarla kay›t alt›na almaktad›r. Dolay›s›yla, yeni modelde öncelikle hizmetin hukuksal statüsü “rekabetçi piyasa”lardan tamamen farkl›d›r. Do¤algaz sektöründeki özellefltirme süreci incelenirken, hizmetin “do¤al tekel” özelli¤i üzerinde de durulmal›d›r. Zira, kullan›c›lara bir boru hatt› ile ulaflt›r›labilen do¤algazda do¤al tekel özelli¤i hizmetin herbir aflamas›n›n tek bir flirket taraf›ndan yerine getirilmesine yol açmaktad›r. Bu, ayn› zamanda, tüketicilerin seçene¤e sahip olmamas› anlam›na gelmektedir. Dolay›s›yla, hizmetin mevcut teknolojik özellikleri bir “piyasa” oluflturulmas›na olanak sa¤lamamaktad›r. Buna ra¤men, “sektörü rekabete açmay›” hedefledi¤i savunulan yasan›n rekabetçi bir piyasa oluflturmak ad›na getirdi¤i iki önemli düzenleme bulunmaktad›r. ‹lk olarak, sektörün ithalat, yurt içi iletim, toptan sat›fl, depolama ve da¤›t›m aflamalar› bölünerek flirketlerin, sektörün birden fazla aflamas›nda hizmet verememesi kay›t alt›na al›nmaktad›r. Böylece, sektörün bütününde birkaç büyük tekelin hâkimiyet kurmas› engellenmektedir. Ancak, bu durum, hizmetin her bir aflamas›n›n tek ya da birkaç flirketin hâkimiyetine girmesini engellemeye yetmemektedir. Üstelik flirketlerden gelen itirazlar üzerine, sektörün rekabete aç›lmas›n›n en önemli göstergeleri aras›nda say›lan bu düzenlemenin de¤ifltirilmesi konusunda genel bir e¤ilim de oluflmufl bulunmaktad›r. Dolay›s›yla, sektörün entegre yap›s›n›n parçalanmas›n›n öngörülmesi de, bundan vazgeçilmesi de rekabet yaratmak aç›s›ndan önemli bir etkiye sahip de¤ildir. Sektörün rekabete aç›lmas›n›n ikinci göstergesi olarak “serbest tüketici” uygulamas›n›n getirilmesi gösterilmektedir. Bu uygulama ile, belli bir miktar›n üzerinde do¤algaz kullanan büyük santral ve sanayi kurulufllar› kendi bölgelerindeki da¤›t›m tekeli yerine baflka bölgelerin da¤›t›m tekellerinden de al›m yapabileceklerdir. Bu uygulama ile, konutlara olmasa da, büyük sanayi kurulufllar›na tercih olana¤› yarat›lm›fl olacakt›r. Üstelik, do¤algaz tüketiminin yaklafl›k yüzde 80’inin “serbest tüketici” tan›m›na giren kurulufllarca gerçeklefltirilmesi, sektörde rekabetten söz edebilme olana¤› sa¤lar görünmektedir. Ancak, “serbest tüketici” uygulamas›n›n da rekabete ve fiyatlarda düflmeye yol açmad›-


Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi?

¤› di¤er ülke uygulamalar›ndan gayet iyi bilinmektedir. Sonuç olarak, “do¤al tekel” niteli¤i elektrikten de bask›n olan do¤algaz hizmetinde rekabetçi bir piyasadan söz etme olana¤› bulunmamaktad›r. Sektörde BOTAfi’›n “ulusal kamu tekeli” niteli¤ine son vererek hizmetin farkl› aflamalar›n› farkl› özel tekellerin denetimine veren düzenlemeler, tekel kurmay› önlemek yerine, “hâkim durumun kötüye kullan›lmas›n›” engellemeyi amaçlayan Rekabet Kurulu denetimini gündeme getirmektedir. Dolay›s›yla, rekabetçi piyasalara atfedilen faydalar›n sa¤lanabilmesi olanakl› görülmeyen do¤algaz hizmetinde de, özellefltirmeden sonra hizmetin verimli bir biçimde iflletilmesini güvenceye alacak olan regülasyonun etkenli¤i olacakt›r.

4. Petrol Sektörü Petrol sektörünün temel bir özelli¤i, elektrik ve do¤algazdan farkl› olarak, “do¤al tekel” niteli¤inde olmamas›d›r. Üreticiden tüketiciye belirli bir boru ya da iletim hatt› arac›l›¤›yla ulaflt›r›labilen do¤algaz ve elektri¤in do¤al tekel özelli¤i sektörlerin özellefltirilmesi sonras›nda özel hukuka tabi bir “piyasa”n›n oluflturulamamas›n›n temel nedeniydi. Oysa, bu nitelikte olmayan petrolde, sektörün teknolojik özelliklerinden kaynakl› bir k›s›tl›l›k bulunmamaktad›r. Petrolün özel bir hukuksal statüye sahip olmas›, daha çok stratejik ve temel bir girdi oluflu, büyük çapl› yat›r›mlar gerektirmesi, dünya genelinde tekelci-oligopolcü piyasa yap›lar›n›n egemen oluflu gibi özellikleriyle ilgilidir. Petrol sektörünün Türkiye’deki örgütlenme biçimi Cumhuriyet’ten bugüne hep özel sektörle kamu sektörünün yan yana etkinlikte bulunmas› biçiminde olmufltur. Hizmetin belli aflamalar› (ithalat gibi) kamu tekeline al›nsa da, hizmetin ço¤u aflamas› özel yat›r›mlara aç›k tutulmufltur. Hizmetin hukuksal statüsü de, buna uygun olarak “ruhsat” yöntemi çerçevesinde kalm›flt›r. Dolay›s›yla, petrol sektöründeki özellefltirme ve yeniden yap›lanma sürecinde hizmetin genel hukuksal statüsünde köklü bir de¤iflim yap›lmamakta, daha ikincil de¤ifliklikler gündeme gelmektedir. Petrol sektörünün planl› dönemdeki geliflme özelli¤i, kamunun gerekli yat›r›mlar› üstlenerek ülkenin akaryak›t gereksiniminin karfl›lanmas›n› büyük ölçüde üzerine almas›yd›. Kamu, bunu yerine getirirken petrol sektörünün arama ve üretim, iletim ve nakliye, rafinaj aflamalar›nda entegre bir yönetim yap›s›na yönelmiflti. TPAO tüm bu hizmetleri yerine getiren dev bir kamu kuruluflu olarak ortaya ç›km›flt›. PETK‹M petro-kimya endüstrisi

239


240

Faruk Ataay

alan›nda yer al›rken, Petrol Ofisi de da¤›t›m hizmetlerinde görev yap›yordu. Yerli ve yabanc› sermaye ise sektörün hemen her aflamas›nda yer almakla beraber as›l olarak da¤›t›m aflamas›nda yo¤unlafl›yordu. Mobil, Shell ve BP ortakl›¤›ndaki ATAfi da rafinaj sektöründe etkinlikte bulunuyordu. Kamu kurulufllar› ile özel kurulufllar aras›ndaki bu iflbölümüne yönelik temel elefltirilerden biri, bu yap›lanman›n kamudan özel sektöre kaynak transferi yap›lmas›na yol açt›¤›yd›. Bu dönemin en önemli tart›flmalar›ndan bir baflkas›, 1954 tarihli yasan›n petrol arama ve üretim faaliyetlerinde yabanc› sermayeye oldukça genifl ayr›cal›klar tan›yan düzenlemelerinin ülkedeki petrol arama ve üretim faaliyetlerinin gelifltirilememesine yol açmas›yd›. Yasan›n, ülkeyi dokuz arama bölgesine bölen ve yerli ve yabanc› flirketlere her bölgede ancak belirli say›da arama ruhsat› veren hükümleri, ulusal petrol flirketi TPAO’nun arama ve üretim faaliyetlerini k›s›tlayan bir düzenleme olarak görülüyordu. Zira, pek çok ruhsat alan ancak ruhsat ald›klar› bölgelerde ciddi bir arama faaliyetinde bulunmayan yabanc› flirketlerin gerçek amac›n›n ülkedeki petrol arama faaliyetlerini bloke etmek oldu¤u düflünülüyordu. Bunun, ülkeyi petrol ithalatç›s› durumunda tutarak d›fla ba¤›ml› konumunu pekifltirdi¤i elefltirisi s›kl›kla dile getiriliyordu. Dönemin bir di¤er önemli sorunu, ülkedeki petrol arama ve üretim faaliyetlerini gelifltiremeyerek ithalatç› konuma düflen ve sürekli d›fl aç›k veren Türkiye’nin, teknoloji seçimlerini petrole dayal› olarak yapmas›yd›. Özellikle 1960’l› y›llarda elektrik üretiminin yar›ya yak›n› petrole dayan›yordu ve bu yolla da Türkiye’nin d›fla ba¤›ml›l›¤› iyice a¤›rlafl›yordu. Tafl›mac›l›kta karayollar›na a¤›rl›k verilip demiryollar›n›n gelifltirilmeyifli de bir di¤er önemli sorundu. 1973 ve 1979 petrol krizlerinde petrol fiyatlar›n›n büyük art›fl göstermesi Türkiye’nin içinde bulundu¤u ekonomik bunal›m› iyice a¤›rlaflt›rm›fl, d›fl borç bunal›m› enerji darbo¤az› ile pekiflmiflti. 1980 sonras›nda kamu sektörü yeniden yap›land›r›l›rken petroldeki özel sektör yat›r›mlar›n›n art›r›lmas› ve sektörün özellefltirilmesi hedefi daha bafltan ilan edildi. Bu do¤rultuda at›lan ilk önemli ad›m sektördeki kamu kurulufllar›n›n entegre yap›s›n› parçalamak oldu. 1983’te yap›lan düzenlemelerle arama ve üretim faaliyetlerinin TPAO’ya, boru hatlar›n›n BOTAfi’a, tafl›mac›l›k ifllerinin D‹TAfi’a, rafinerilerin TÜPRAfi’a, petro-kimya endüstrisinin PETK‹M’e, da¤›t›m ifllerinin de POAfi’a ba¤l› oldu-


Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi?

¤u bir yap›lanma oluflturuluyordu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanl›¤›’na ba¤lanan bu kurulufllar›n organizasyonunu da bakanl›k bünyesindeki Petrol ‹flleri Genel Müdürlü¤ü sa¤l›yordu. Bu dönemde bir yandan sektörün yat›r›m gereksinimi kamu taraf›ndan karfl›lan›rken, di¤er yandan da özellefltirme do¤rultusunda haz›rl›klar bafllat›l›yordu. Di¤er önemli ad›m, petrol arama ve üretiminde daha da liberallefltirici ad›mlar at›larak yerli ve yabanc› flirketlere sa¤lanan ayr›cal›klar›n art›r›lmas›yd›. Petrol sektöründeki liberalizasyon ad›mlar›n› h›zland›ran önemli bir geliflme, 1980’lerin sonundan itibaren TÜPRAfi, POAfi ve PETK‹M’de yüzde 2-3 gibi küçük paylarla özellefltirmeye gidilmesi oldu. Bu özellefltirmeler “mülkiyetin tabana yay›lmas›” gibi gerekçelerle savunulurken, özellefltirme yöntemi olarak da “halka arz” seçilmiflti. Bunun d›fl›nda, 1989’da petrol fiyatlar›n› dünya fiyatlar›na ba¤lama do¤rultusunda kararlar al›nd›. Petrol fiyatlar›n› dünya fiyatlar›na ba¤lama do¤rultusunda at›lan as›l ad›m ise 1998’de “otomatik fiyatland›rma” uygulamas›na geçilmesi oldu. Bu kararlar sektördeki kârl›l›¤› art›rarak özellefltirmeleri daha cazip k›lmay› amaçl›yordu. 1990’larda liberalizasyon do¤rultusunda yap›lan bir baflka de¤ifliklik, özel sektöre boru hatt› infla etme, rafineri sat›n alma, infla etme ve mevcut kamu kurulufllar›yla ortakl›k kurup iflletme haklar›n›n sa¤lanmas›yd›. Bu de¤iflikliklerin 1990’larda sektörde yol açt›¤› en önemli geliflme ise, akaryak›t da¤›t›m sektörüne yeni yerli ve yabanc› flirketlerin girmesi oldu. Elf, Opet, Tu-Ta, Turkuaz, Pet-Line, Aytemiz, Bölünmez gibi akaryak›t da¤›t›m flirketleri 1990’larda sektöre giren yeni flirketlerdi. Petrol sektöründeki liberalizasyon do¤rultusunda at›lmaya çal›fl›lan nihai ad›m ise, Petrol Piyasas› Yasa Tasar›s›’n›n haz›rlanmas› oldu11. Tasar›, petrolü, enerji sektöründeki liberalizasyon sürecinin elektrik ve do¤algazdan sonraki üçüncü önemli aya¤› olarak belirlemektedir. Bu tasar› DSP-MHP-ANAP hükümeti döneminde yasalaflt›r›lamamakla beraber, günümüzde de gündemdedir. Çeflitli elefltirilere u¤rayan ve IMF, Dünya Bankas›, OECD gibi uluslararas› kurulufllar›n flirketlerin istemleri do¤rultusundaki bask›lar›yla baz› de¤iflikliklere gidilece¤i anlafl›lan tasar›y›, sektördeki yeni yap›lanman›n temel özelliklerini ortaya koymas› nedeniyle burada ele almakta yarar bulunmaktad›r. Tasar›n›n ilk önemli özelli¤i, sektördeki özellefltirmelerin tamamlanarak, özel flirketlerin EPDK’nin düzenlemeleri (regülasyon) çerçevesinde etkinlikte bulundu¤u bir sektör yap›s› olufltur-

241

11 Tasar›n›n tam metni için bkz. http://.www.pmo.org .tr.


242

Faruk Ataay

may› öngörmesidir. Tasar›yla petrol sektörü de yetki alan›na al›nan EPDK, böylece enerji sektöründeki düzenleyici üst kurul konumunu pekifltirmektedir. EPDK, “ruhsat” yöntemiyle düzenlenen sektörde flirketlerin faaliyetlerini düzenleyecek, düzenleyici kararlar› alacak, lisans verilmesi ve iptal edilmesinde tek yetkili olacakt›r. Petrol sektörünün elektrik ve do¤algazdan önemli bir fark› ise fiyatlar›n serbest b›rak›lmas› ve EPDK’nin ancak ulusal güvenlik ve haks›z rekabet gibi durumlarla s›n›rl› olmak kayd›yla en fazla iki ay süreyle fiyat belirleyebilmesidir. Yeni düzenlemenin önemli bir baflka özelli¤i, sektörün arama ve üretim, iletim ve nakliye, depolama, rafinaj, petro-kimya endüstrisi ve da¤›t›m aflamalar›n›n keskin bir biçimde ayr›l›p flirketlere bu aflamalardan ancak birinde faaliyette bulunma olana¤› getirilip dikey bütünleflmenin yasaklanmas›d›r. Böylece sektördeki tekelleflmenin önlenmesinin amaçland›¤› belirtilmekle beraber, bu düzenlemenin tekelleflmeyi önlemeye yetmeyece¤i flimdiden görülebiliyor. Bu düzenlemenin as›l sonucunun ise, kamu kurulufllar›n›n sektörde entegre bir yönetim yap›s› ile faaliyette bulunup özel sektörle rekabet edebilme olana¤›n›n ortadan kalk›fl› olaca¤› aç›kt›r. Tasar›n›n bir baflka önemli özelli¤i, sektördeki özellefltirmelerin tamamlanmas›n› öngörmesi. Sektördeki büyük boyutlu ilk özellefltirme, POAfi’›n yüzde 51 hissesinin 2000 y›l›nda özellefltirilmesiyle gerçeklefltirildi. Özellefltirilmeden önce Türkiye’deki akaryak›t da¤›t›m›n›n yaklafl›k yüzde 40’›na, akaryak›t bayilerinin de yüzde 58’ine sahip olan POAfi’›n özellefltirilmesi, kamunun akaryak›t da¤›t›m›n› düzenleme olana¤›n› büyük ölçüde ortadan kald›ran bir ad›m oluyordu. Böylece, petroldeki özellefltirmeler, yabanc› petrol devlerinin a¤›rl›kla faaliyet yürüttü¤ü akaryak›t da¤›t›m alan›nda bafllat›lm›fl oluyordu. Sektördeki özellefltirmelerin gündemdeki di¤er önemli ayaklar› TÜPRAfi ve PETK‹M’dir. TÜPRAfi’›n rafinerileri ve PETK‹M’in özellefltirilmesi, petrol sektöründeki kamu denetiminin bütünüyle ortadan kalkmas›na yol açacakt›r. Tasar›n›n getirdi¤i bir baflka önemli düzenleme, kamu kurulufllar›n›n çeflitli konulardaki tekellerine son verilerek özel flirketlere genifl bir serbesti tan›nmas›. Rafinerilerin öncelikle TPAO’nun yerli üretim petrolünü almas›, akaryak›t da¤›t›m flirketlerinin al›mlar›n›n asgari yüzde 60’›n› TÜPRAfi’tan yapmas›, ham petrol ve ifllenmifl petrol ürünleri ithalat›nda TÜPRAfi’›n tekelinin bulunmas› gibi düzenlemeleri de¤ifltiren tasar›, böylece


Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi?

sektörün pek çok aflamas›ndaki kamu denetimini ortadan kald›rmay› öngörmektedir. Petrol sektörünün bütün aflamalar›n› özel sektöre açan bu düzenlemeler, ülke pazar›n›n ulusafl›r› tekellerin denetimine girmesine neden olabilecek niteliktedir. Petrol Piyasas› Yasa Tasar›s› ile oluflturulmaya çal›fl›lan sektör yap›s›, baflta da belirtildi¤i gibi hizmetin hukuksal statüsünü “ruhsat” yöntemi çerçevesinde düzenlemeyi öngörmektedir. Bu durum sektörde “rekabetçi” düzenlemelerin gündemde olmad›¤›n› göstermektedir. Sektörün aflamalar›n›n parçalan›p dikey bütünleflmenin yasaklanmas› ise rekabetçi bir piyasa yaratmak aç›s›ndan yeterli görünmemektedir. Ancak, “do¤al tekel” niteli¤inde olmamas›n›n tüketicilere tercih olana¤› sa¤lamas› nedeniyle, petrol sektörü elektrik ve do¤algazdan farkl› özelliklere de sahiptir. Sonuçta, sektörde beklenmesi gereken olas› geliflme tüm dünyada oldu¤u gibi tekelci-oligopolcü nitelikte bir sektör yap›s›d›r. Yabanc› sermayenin denetiminin art›fl› ise bir di¤er temel özellik olacakt›r. Yabanc› sermaye yat›r›mlar›n›n art›p, ülkenin petrol arama ve üretiminden rafinaj ve petro-kimya endüstrisine varan alanlarda geliflme gösterip uluslararas› rekabet gücü edinmesi ise beklenen bir sonuç de¤ildir. Tersine, ifllenmifl petrol ürünleri ithalat›nda art›fl görülmesi daha büyük bir olas›l›k olarak görülmektedir12.

Sonuç Bu çal›flmada enerji sektörünün üç büyük alt dal› olan elektrik, do¤algaz ve petrol alanlar›ndaki özellefltirme ve yeniden yap›lanma sürecinin temel özellikleri incelenmeye çal›fl›ld›. Burada, sektörlerdeki yeniden yap›lanma sürecinin bütün boyutlar› üzerinde durma olana¤› bulunmuyordu. Bu yüzden yeniden yap›lanma süreci, sadece sektörün genel yap›s›, hizmetin hukuksal statüsü, kamunun sektördeki örgütlenme biçimi gibi temel bafll›klar alt›nda incelenmeye çal›fl›ld›. Böylece, enerji altyap›s›ndan kamunun sorumlu oldu¤u ve hizmetin niteli¤ini de bu durumun belirledi¤i bir dönem kapan›p, enerji sektörlerinin özel giriflime devredildi¤i yeni bir döneme geçiflin baz› temel özelliklerinin ortaya ç›kar›lmas›na odaklan›ld›. Bu çal›flmada gerçeklefltirilmeye çal›fl›lan temel amaç, özellefltirme ve yeniden yap›lanma sürecine damgas›n› vuran as›l nedenin “sektörlerin rekabete aç›larak verimli bir iflletmecili¤in gerçeklefltirilmesi hedefi” oldu¤unu savunan yayg›n görüflün güçlü dayanaklara sahip olmad›¤›n› göstermekti. Bu sav, kamu kuru-

243

12 Petrol sektöründeki dönüflümler hakk›nda daha fazla bilgi için bkz. Ataay (2002f), Petrol-‹fl (2000, 2001).


244

Faruk Ataay

lufllar›n›n mevcut iflletilme biçimlerinin etkenlikten uzak olmas› gibi k›smi do¤rular içermekle beraber, bunun nedenlerini “insan do¤as›” gibi ideolojik motiflerle aç›klamaya çal›flmas› nedeniyle bilimsellikten uzaklaflmaktad›r. Kan›mca, kamu kurulufllar›n›n a¤›r elefltirilere u¤rayan mevcut durumunu aç›klayan as›l nedenler kamu sektörü-özel sektör iliflkilerinde aranmal›d›r. Enerji sektörlerinde yürürlü¤e konan yeni modelin, hizmetleri rekabete açarak verimli iflletmecili¤i teflvik edece¤ine ve böylece rekabetçi piyasalara atfedilen “en düflük maliyet ve fiyatla üretim”, “en ussal kaynak da¤›l›m›”, “tüketicilerin korunmas›” gibi özelliklerin ortaya ç›kaca¤›na iliflkin öngörülerin gerçekleflip gerçekleflmeyece¤ini ise zaman gösterecek. Ancak, flu kadar› kesin olarak söylenebilir ki, yeni modeli düzenleyen yasal çerçeve, özellefltirme sonras›nda sektörde verimli bir iflletmecili¤in gerçeklefltirilebilme olas›l›¤›n›, çokça söylendi¤i gibi, rekabetçi piyasalar oluflturulmas›na de¤il, daha çok EPDK ve Rekabet Kurulu düzenlemelerine ba¤l› k›lm›fl durumdad›r. Dolay›s›yla, enerji sektörlerinin gelece¤inin belirlenmesinde bu iki yeni kurumun özel bir önem kazanaca¤›n› söylemek olanakl› görünmektedir. Bu iki kurum sektördeki yerini al›rken “yönetiflim” mekanizmas› gündeme getirilerek, toplumsal istemlerin enerji sektörlerine iliflkin politikalar›n belirlenmesinde daha belirleyici hale gelece¤i ileri sürülmektedir. Ancak, yukar›da da sergilendi¤i üzere, bu kurumlar›n yönetiflim mekanizmalar› ile istemlerini kapsamay› gündemine ald›¤› toplumsal kesimler sektördeki flirketlerle onlar›n temsilcisi konumundaki kurulufllardan ibaret görünmektedir. Sonuç olarak, ele al›nan sektörlerdeki yeniden yap›lanma sürecini “teknik” sorunlar olarak ele almak bu sürecin temelindeki bölüflüme iliflkin itkilerin görülebilmesine engel oluflturacakt›r. Enerji sektörlerindeki özellefltirmeler daha çok ulusafl›r› sermayenin ve onlarla ortakl›¤›n› gelifltirmeyi amaçlayan büyük sermayenin amaçlar›na hizmet etmektedir. Bu durum, sektörlerin büyük sermaye lehinde yeniden düzenlenmesi ve böylece büyük sermayenin gücünü art›rmas› anlam›na da geliyor. Yeniden yap›lanma sürecinin bu özelli¤i, hem hizmetlerin niteli¤ini hem de örgütlenme biçimlerini belirliyor. n


Enerji Sektöründe Özellefltirme: Rekabetçi Bir Piyasada Yönetiflim mi?

245

Seçilmifl Kaynakça

Bugünkü Türkiye (1980-1995) içinde, Yay›n Yönet-

Ar›n, T. (1994) “Altyap› Hizmetlerinde Teknolojik

meni: S. Akflin, ‹stanbul: Cem.

De¤iflme, Özel Sermaye ve Metalaflma Biçimleri”,

Coopers and Lybrand (1998) Power Sector Reform

Toplum ve Ekonomi, 6, 5-67.

Programme, Ankara.

Ataay, F. (1999a) Türkiye’de Devletin Yeniden Ya-

Çakal, R. (1996) Do¤al Tekellerde Özellefltirme ve

p›land›r›lmas› ve Özellefltirme: Elektrik Enerjisi Sek-

Regülasyon, Ankara: DPT.

törü Örne¤i (yay›mlanmam›fl yüksek lisans tezi),

DPT (2001) Elektrik Enerjisi (VIII. Kalk›nma Pla-

Ankara: AÜ SBE.

n› Ö‹KR), Ankara: DPT.

Ataay, F. (1999b) “Anayasa Mahkemesi’nin Özel-

Dünya Enerji Konseyi – Türk Milli Komitesi

lefltirme Konusundaki Tutumu”, Elektrik Mühen-

(1997) Enerji Raporu, Ankara: DEK TMK.

disli¤i Dergisi (TMMOB-EMO yay›n›), 405, 10-16.

EMO (2002) “Ülkemizde Elektrik Enerjisi ve Nük-

Ataay, F. (2001) “Enerjide Özellefltirme Politikala-

leer Santrallar”, http://www.emo.org.tr/eski/mer-

r›”, Tes-‹fl Dergisi, 5, 56-61.

kez/raporlar/enerji_raporu.html

Ataay, F. (2002a) “Enerji Özellefltirmeleri, Medya

EPDK (2002) Elektrik Piyasas› El Kitab›, Ankara:

ve Siyaset”, Tes-‹fl Dergisi, 2, 46-51.

EPDK.

Ataay, F. (2002b) “Enerjide Özellefltirme ve Yöne-

ETKB (1999) I. Enerji fiuras› Kararlar›, 2 cilt, An-

timin Yeniden Yap›land›r›lmas›”, Tes-‹fl Dergisi, 3,

kara: ETKB.

42-48. Ataay, F. (2002c) “Enerji Sektörü: Elektrik”, http://www.bcp.org.tr/index.php?syf=ulkeraporu&id=10 Ataay, F. (2002d) “Enerji Sektörü: Hidrolik Kaynaklar”, http://www.bcp.org.tr/index.php?syf=ulkeraporu&id=17 Ataay, F. (2002e) “Enerji Sektörü: Do¤algaz”, http://www.bcp.org.tr/index.php?syf=ulkeraporu&id=13 Ataay, F. (2002f) “Enerji Sektörü: Petrol”, http://www.bcp.org.tr/index.php?syf=ulkeraporu&id=14 Ataay, F. (2003) Elektrik Hizmetinin Tarihsel Geliflimi ve Özellefltirme Politikalar›, Ankara: Tes-‹fl. Baflbakanl›k Teftifl Kurulu (1997) AKTAfi Afi ve Kayseri Elektrik Afi Hakk›nda Soruflturma Raporu, Tarih: 8.8.1997, Say›: 18/97-6, 20/97-76, 25/97-8, Ankara. Baflbakanl›k Yüksek Denetleme Kurulu (1999) TEDAfi’›n Ba¤l› Ortakl›k ve Müesseselerine Ait Da¤›-

Güler, B. A. (1996) Yeni Sa¤ ve Devletin De¤iflimi, Ankara: TODA‹E. Güler, B. A. (2003) “Devlet Reformu”, Mimarl›k Dergisi (TMMOB-MO Yay›n›), Say›: 10 (ayr› bas›m). Günday, M. (2002) ‹dare Hukuku, 5. bask›, Ankara: ‹maj. Kepenek, Y. (1993) Türkiye’de Kamu ‹ktisadi Teflebbüsleri, ‹stanbul: Gerçek. K‹GEM vd. (2000) Enerji Karmaflas› ve Halk›n Ç›karlar›, Ankara: K‹GEM vd. MMO (2001) “Türkiye’nin Do¤algaz Temin ve Tüketim Politikalar›n›n De¤erlendirilmesi”, http://www.mmo.org.tr/mmo/oda_gorusleri/dogalgazpolitikalari.htm OECD-IEA (1997) Energy Policies of Turkey: 1997 Rewiev, Paris: IEA. OECD-IEA (2001), Energy Policies of IEA Countries: Turkey 2001 Rewiev, http://www.iea.org/books/countries/2001/turkey.pdf

t›m Tesislerinin ‹flletme Hakk›n›n Devri ‹le ‹lgili

OECD (2002) Türkiye’de Düzenleyici Reformlar:

‹vedi Durum Raporu, Tarih: 13.4.1999, Ankara.

Ekonomik ‹yileflme ‹çin Önemli Destek, Ankara:

Bayramo¤lu, S. (2002) “Küreselleflmenin Yeni Siyasal ‹ktidar Modeli: Yönetiflim”, Praksis, 7, 85-116. Boratav, K. (1995) “‹ktisat Tarihi (1981-1994)”,

Baflbakanl›k D›fl ‹liflkiler Baflkanl›¤›. Oyan, O. (1998) Türkiye Ekonomisi: Nereden Nereye?, Ankara: ‹maj. Oyan, O. (1999) “Devleti Yeniden Biçimlendirme


246

Faruk Ataay

Çabalar› ve Sendikal Tav›r”, Türk-‹fl Y›ll›¤› ’99,

M. Ö. Ültan›r, ‹stanbul: TÜS‹AD.

Ankara: Türk-‹fl, 13-28.

TÜS‹AD (2002) Ba¤›ms›z Düzenleyici Kurumlar ve

Petrol-‹fl (2000) TÜPRAfi’›n Özellefltirilmesine Ha-

Türkiye Uygulamas›, Haz›rlayan: U. Emek, Ü. Zen-

y›r!, ‹stanbul: Petrol-‹fl.

ginobuz, M. Acar, ‹stanbul: TÜS‹AD.

Petrol-‹fl (2001) Petrol Ürünleri Da¤›t›m Sektörü ve

Ültan›r, M. Ö. vd. (2002) “Türkiye’de Serbest Gaz

POAfi, ‹stanbul: Petrol-‹fl.

Pazar› Var m›?” (yuvarlak masa), Dünya Enerji, 12,

Tes-‹fl (1993) Enerji Sektöründe Özellefltirme Soru-

24-43.

nu, Haz›rlayan: Vedat Bilgin, Ankara: Tes-‹fl.

Y›lmaz, E. (1998) Türkiye’de Elektrik Enerjisi Sek-

Türk-‹fl (1999) K‹T’ler ve Özellefltirme: ‹ddialar ve

töründe Özellefltirme Nedenleri, Ankara: Hazine

Gerçekler, Haz›rlayan: O¤uz Oyan vd., Ankara:

Müsteflarl›¤›.

Türk-‹fl.

Süreli Yay›nlar: Dünya Enerji, Elektrik Mühendisli-

TÜS‹AD (1998) 21. Yüzy›la Girerken Türkiye’nin

¤i Dergisi, Energate, Enerji Dünyas›, Hazine Dergi-

Enerji Stratejisinin De¤erlendirilmesi, Haz›rlayan:

si, Kamu Yönetimi Dünyas›, Mülkiye, Petrogas, Planlama Dergisi, Tes-‹fl Dergisi.


Praksis 9

| Sayfa: 247 - 276

Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri” Yi¤it Karahano¤ullar›

Girifl 2000 Kas›m ve 2001 fiubat krizleri, akademisyenlerin, siyasetçilerin, bürokratlar›n ve halk›n, krizin neden ve sonuçlar›n› “irdeleme” f›rsat› buldu¤u ve buna medyan›n “arac›l›k etti¤i” bir süreci bafllatm›flt›r. Bu süreçten akl›m›zda kalan, piyasalar›n tekrar canlanabilmesinin ve büyüme performans›n›n tekrar yakalanabilmesinin devletin mali, ve idari reforma tâbi tutulmas› ile1 mümkün oldu¤u idi. Neoliberal söylemin bir parças› olarak beliren bu iddian›n, do¤rulu¤u sorgulanabilir, sorgulanmaktad›r da. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, bu yorumlar›n, sosyal bilim düflünüflüne ayk›r› bir “alternatifsizli¤i” ve “tek yönlü bak›fl›” dayatmakta oldu¤udur. Sonuçta, devletin mali yap›s›na dair tespitlerden hareket edilerek siyasi ve iktisadi alana dair politikalar üretilmekte, bunlar mutlak do¤rular olarak sunulmakta, ancak iliflkilerin bütünlüklü boyutu tamamen göz ard› edilmektedir. Bu “düflünce prati¤inin” hâkimiyetine ve “baflar›s›na” karfl›l›k, sosyal bilimler cephesinin görece zay›f kalmas›n›n nedenleri, disiplinler aras› uzmanlaflmada aranmal›d›r. Keza, siyaset bilimi, sosyoloji, iktisat, maliye disiplinlerinden hareketle gelifltirilen bak›fllar kendi tan›ml› çerçeveleriyle s›n›rl› kalmakta; hatta “baflar›lar›” bu s›n›rl›l›kla özdefl tutulmaktad›r. Uzmanlaflm›fl disiplinlerde yetiflen sosyal bilimciler için, olgulara dair bütünlüklü yorumlar yapmaya kalk›flmak, bu yap›n›n tan›mlar› nedeniyle “cesaret k›r›c›” hale gelmektedir. Oysa, aç›klanmaya çal›fl›lan olgusal düzey, iç içe geçen siyasi, ekonomik, mali, toplumsal bileflenleri ile zengin bir alan ola-

1 Ortaya ç›kan politika önermeleri, devletin iktisadi alandaki müdahalelerinin önlenmesi, kamu maliyesinin “kara deliklerinin” kapat›lmas›, “ça¤dafl ve etkin siyaset modeli” olan yönetiflimin devreye sokulmas›, devletin içindeki “rant kap›lar›n›n” kapat›lmas›, devlet yönetiminde yolsuzluklar›n tasfiye edilmesi, özellefltirmelerin “en k›sa” zamanda tamamlanmas›, kamu kesiminin “birincil fazla” verir hale getirilmesi, “popülist” politikalardan sak›n›lmas› vb. olarak somutlaflt›r›lmaktad›r.


248

Yi¤it Karahano¤ullar›

rak belirmektedir. “Geliflmekte olan” ve sürekli “kriz halinde” olan bir toplumsal yap›da ise, sosyal bilimcilerin sadece tek bir düzeyle yetinilemeyecek kadar karmafl›k bir sorun kümesinin yükünü tafl›malar› gerekti¤i bu do¤rultuda iddia edilebilir. Afla¤›daki çal›flma, maliye, iktisat ve siyaset alanlar› için iliflkisel yorumlar sunan üç farkl› kuramdan hareket ederek Türkiye’nin yak›n dönem tarihi üzerine bir yeniden okuma çabas› olarak kurgulanm›flt›r. Bu çaban›n, kusurlar›-eksiklikleri olmufltur, olacakt›r; ancak, yukar›da aç›klan›lmaya çal›fl›ld›¤› üzere, “cesur davranmak” tercih edilmifltir.

1. Kavramsal Çerçeve ve Sorunsal Maliye disiplininin inceleme nesnesinin devlet olmas›na ra¤men, devlete dair sorgulamalar›n siyaset bilimi kapsam›nda yap›lmas› ve siyaset biliminin, iktisattan keskin s›n›rlarla ayr›flt›r›lmas› (iktisat için “politik olmamaya çal›flmak”, siyaset bilimi için ise “iktisadi indirgemeci olmamaya çal›flmak” gibi) girifl bölümünde belirtilen uzmanlaflma çerçevesinin bir parças›d›r. Krizleri, bu çerçeveden farkl› olarak “toplumsal yeniden üretim” bak›fl› etraf›nda aç›klayabilmek için disiplinler aras› aç›l›mlar sunan ve maliye, iktisat ve siyaset düzeylerine dair birbirini tamamlay›c› kavramlar öneren kuramlara baflvurulabilir. Burada, Türkiye’nin 1960 sonras› iktisadi ve toplumsal tarihindeki dönüflümleri ve mali krizi aç›klayabilmek için James O’Connor’›n “devletin mali krizi” kuram›, iktisadi birikimin analizi için Frans›z Düzenleme Okulu, siyaset alan› için ise Bob Jessop’›n siyaset kuram› tart›flmalar› birlikte ele al›narak gerekli kavramsal küme gelifltirilmeye çal›fl›lacakt›r. Bu kavramsal kümeden hareketle Türkiye yak›n dönem tarihi için üç hegemonik proje tespiti yap›lacak ve e¤ilim olarak tan›mlanan “devletin mali krizleri” ile birikim rejimlerinin sürdürülebilirli¤i, hegemonik projelerin baflar›s› aras›nda iliflki önerilmeye çal›fl›lacakt›r. 1-1. O’Connor’›n “Devletin Mali Krizi” Kuram› O’Connor’›n, 1973 tarihli Devletin Mali Krizi adl› çal›flmas›, Amerika’n›n, 1970’lerin bafl›nda patlak veren mali krizini ele al›r. Bu çerçeve içinde, hem geliflmifl kapitalist devletin analitik bir incelemesini gelifltirir hem de kurdu¤u devlet analizinden hareketle bir kamu maliyesi analizi yaparak maliye yaz›n› içinde bir aç›l›m yarat›r.


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

Girifl bölümünde de¤inilen, “iktisadi yap›daki t›kan›kl›klar›n nedenini devlet yap›s›nda bulan” tezlerin tam tersine, O’Connor, devletin mali krizinin nedenlerini kapitalist birikimin koflullar›nda arar. Bunu yaparken de toplumsal yeniden üretim çerçevesini benimser. Devletin mali krizi, kapitalist birikimin sürdürülebilirli¤i için gerekli bir koflul olarak ortaya ç›kar. Devleti ve piyasay›, maliye alan› ile birlikte açabilmek için O’Connor’›n kulland›¤› kuramsal yöntem, Marksist ekonomi politiktir; s›n›f kategorileri onun çözümlemesinin temel arac›d›r.2 O’Connor’›n teorisinde, kapitalist devlet, kapitalist üretim tarz›n›n süreklili¤i için zaruri olan, birikimin devaml›l›¤›n› ve meflruiyeti sa¤lama arac› olarak tan›mlan›r. Bu ifllevlerden ilki piyasada kârl›l›¤›n sürdürülebilirli¤inin koflullar›n› yarat›r. Meflruiyet ise “politik sistemin, sermaye birikiminden fayda sa¤layamayan ve hatta zarar gören kesimlerin deste¤ini alabilme kapasitesidir” (1987). Buna göre, devletin bütün faaliyetleri bu iki ifllev etraf›nda kümelendirilebilir: ‹lki sermayenin kâr oranlar›n› art›ran toplumsal sermaye harcamalar›, di¤eri de sistemin meflruiyetini ve siyasi istikrar› sa¤layan toplumsal gider harcamalar›d›r. Toplumsal sermaye harcamalar› ekonomi üzerinde arz yönlü etkilere sahipken, sistemin siyasi meflruiyetini sa¤layan, O’Connor’u› refah ve askeri harcamalar olarak (welfare ve warfare state) toplulaflt›rd›¤› toplumsal gider harcamalar›n›n talep artt›r›c› etkileri vard›r. Toplumsal sermaye harcamalar›, kendi içinde yine iki kategoriye ayr›l›r: toplumsal yat›r›m harcamalar› ve toplumsal tüketim harcamalar›d›r. Toplumsal yat›r›m harcamalar›, altyap› ya da di¤er tamamlay›c› “fiziki sermaye” yat›r›mlar› gibi, kâr üzerinde do¤rudan pozitif etkisi olan harcamalar› ve eme¤in verimlili¤ini artt›rarak kârlar üzerinde dolayl› etkiye sahip “mesleki e¤itime yat›r›m” gibi harcamalar› kapsar. Toplumsal tüketim harcamalar› ise eme¤in yeniden üretim maliyetini azaltan kamusal olarak tüketilen mal ve hizmetlere yap›lan harcamalar› ve sosyal sigorta harcamalar›n› içerir. Devlet faaliyetlerinin, birikimin süreklili¤ini sa¤lama ifllevi, “sermaye kuramsal iliflkileri” çözümlerken, meflruiyet ifllevi de, s›n›f mücadeleleri alan›n› aç›klamaktad›r. O’Connor’›n analizi, Jessop’›n kategorileriyle “sermaye kuramsal” ve “s›n›f kuramsal”3 bak›fllar›n sentezi olarak belirir. O’Connor, bu kategoriler dolay›m›nda, Amerika maliyesinin ekonomik ve siyasi anatomisini ç›karabilmek için üretim sistemini, sermayenin ve eme¤in alt gruplar›n› flu flekilde deflifre eder: Özel sermaye kendi içinde, ç›karlar›, sermaye yo¤unluklar› ve pi-

249

2 “Hükümet harcamalar›n›n hacmi ve kompozisyonu ile vergi yükünün da¤›l›m› piyasa yasalar›nca tayin edilmez, s›n›flar ve gruplar aras›ndaki iktisadi ve toplumsal mücadeleyle yap›sal olarak belirlenir” (O’Connor, 1973: 2). 3 Bu kategoriler için Jessop’›n Marksist devlet kuramlar› s›n›fland›rmas›na bak›labilir (1990: 30, 90).


250

Yi¤it Karahano¤ullar›

4 O'Connor, burjuvazinin alt gruplar›n›n devlet üzerindeki etkilerinin devletin farkl› kademeleri için farkl›laflt›¤›n› da belirtir. Buna göre yürütme organ› Amerika’da daha ziyade tekelci sermayenin hâkimiyetindeyken, yasama organ›nda ise rekabetçi sermaye gruplar›n›n etkinli¤i söz konusudur. Burjuvazinin alt gruplar› aras›ndaki ç›kar çat›flmas›na benzer biçimde, örgütlü ve örgütsüz iflçiler aras›nda da ç›kar çat›flmas› geçerlidir. Ancak, örgütlü iflçilerin s›n›fsal pozisyonlar›, tekel burjuvazisinin ç›karlar›na ba¤l› ve bunlara paralel olarak geliflmektedir. 5 O’Connor’a göre, birikimin devaml›l›¤›n› ve meflruiyeti sa¤lamak zorunda olan kapitalist devletin kriz e¤ilimi, “kamu maliyesi” de¤il “devlet maliyesi” kavramlaflt›rmas› ile ele al›nmal›d›r. Keza, O’Connor’a göre “kamu maliyesi” kavram›, mali sistemin varl›k gerekçesinin kamu yarar› oldu¤u izlenimini –ço¤u durumda yan›lsamas›n›- bar›nd›rd›¤›ndan ideolojik olabilmektedir (O’Connor, 1973: 10). “Devlet” kavram› ise, tarihsel olarak biçimlenen ve toplumsal yap›n›n çeliflkili dinamiklerini bar›nd›ran bir örgütlenmeye iflaret edilmektedir. Çünkü devlet s›n›flar aras› bir iliflkidir.

yasa güçleri farkl› olan iki alt gruba ayr›l›r: ‹lki, rekabetçi endüstri ve rekabetçi burjuvazidir. Bu sektörde, verimlilik ve ücretler düflük, iflçiler örgütsüz, ifller ço¤unlukla geçicidir. ‹kincisi ise tekelci endüstri ve tekelci sektör burjuvazisidir. Bu sektörde, sermaye-emek oran› ve verimlilik yüksek, iflçiler kalifiye ve örgütlüdür; fiyatlar piyasa mekanizmas›nca de¤il, vergi sonras› kâr hedeflerine göre tekeller taraf›ndan oluflturulur. Rekabetçi sektörün yaratt›¤› zay›f istihdam ve düflük al›m gücü (talep hacminin zay›fl›¤›), devletin “toplumsal gider harcamalar›n›” zorunlu k›lar. Sanayi birikimini sürükleyen tekelci sektörün ihtiyaç duydu¤u Ar-Ge, teknolojik yat›r›m ve di¤er alt yap› harcamalar›n›n devlet yard›m›yla sa¤lanmas› devletin yat›r›m harcamalar›n› art›rmaktad›r. Yine tekelci sektörün, ürünleri için ihtiyaç duydu¤u istikrarl› büyüyen pazar için ise, devlet, yurtiçinde refah harcamalar›n› art›rmakta ve yurt d›fl›nda da emperyalist askeri hareketlerle ya da uluslararas› kredi yard›mlar›yla piyasay› geniflletme ifllevini yerine getirmektedir.4 Bu yap› etraf›nda tan›mlanan devlet maliyesinde5 bütçe harcamalar›n›n olas› üç finansman biçimi vard›r: ilki, devletin kendi iflletmeleriyle gelir elde etmesi; ikincisi gelecekte al›nacak vergilere karfl›l›k cari dönemde borçlanmaya gidilmesi; ve üçüncüsü de vergi oran›n› art›rmas›, yeni vergilerin gündeme getirilmesidir. Ancak kapitalist birikim modelinde devletin, ne özel sermaye ile rekabet edecek iflletmeler kurarak burjuvazinin kâr›na ortak olabilmesi, ne de sermayeye konulacak ek vergilerle burjuvazinin kâr›n› düflürmesi mümkündür. Burjuvazi, devlet arac›l›¤›yla sistem maliyetlerini “toplumsallaflt›rmaya” çal›fl›rken, devletin üretime girmesini ve kâr›n “toplumsallaflmas›n›” istemez. T›pk› devlet harcamalar›n›n kapitalist üretim koflullar›nca belirlenmesi gibi, devlet gelirleri de ayn› unsurlar›n etkisi ile biçimlenir. Sonuç, giderlerin gelirleri aflma e¤ilimidir. Böylece, ileri kapitalist üretim tarz›n›n sürdürülebilirli¤inin koflulu/maliyeti, devletin ikili ifllevi üzerinden “devletin mali krizi” olarak belirir. Devletin mali krizi kapitalist üretim tarz›n›n içsel kriz e¤iliminin ve birikim bunal›m›n›n s›n›f iliflkileri arac›l›¤› ile devlet maliyesindeki yans›mas›d›r. Dolay›s›yla, iktisadi krizler olarak beliren birikim bunal›mlar›n›n gerekçesi olarak kamu kesimi gösterilemez; bu tarz ters yönlü bir iliflki geçerli olsa bile, bütünsel evrim üzerinde ancak ikincil dinami¤i oluflturabilir. O’Connor’›n bu analizleri Amerika ekonomisi ve Amerika’n›n mali sistemi üzerinden türetilmifltir. Kuramsal olarak tezlerin genellenebilece¤i düzey kapitalist üretim tarz›n›n, kendi de-


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

¤imiyle, “ileri aflamas›d›r”. Bu nedenle, O’Connor’un tezleri, geliflmekte olan bir yap› için yeterli aç›l›m›, bu haliyle, verememektedir. Analizin, azgeliflmifl kapitalist yap›lar ve tarihsel süreçler etraf›nda yeniden kurulabilmesi için, kapitalist ilerleme aflamalar›n›n hesaba kat›lmamas›ndan kaynaklanan kuramsal boflluklar›n doldurulmas› gerekmektedir. ‹flte bu noktada, Düzenleme Okulu’nun kapitalizmin aflamalar›n› çözümlemeye olanak tan›yan iki temel kategorisine baflvurulabilir: “düzenleme biçimi ve birikim rejimi”. Bu kategorileri, ele almaya bafllamadan önce O’Connor’un çal›flmas›na dair baz› noktalar› vurgulamak gerekmektedir. O’Connor’un tezinin, 1973 gibi krizin patlak verdi¤i ancak, bafllayan dönüflümün henüz tamamlanmad›¤› bir döneme ait olmas› nedeniyle, çal›flman›n esas itibariyle kapitalizmin alt›n ça¤›n› tan›mlayan refah devletinin bir yorumu olarak kald›¤› söylenebilir: O’Connor, kapitalist birikim dinami¤ini ve mali krizi çözümlerken temel olarak devletin harcama faaliyeti üzerine yo¤unlaflmaktad›r. Bu dönemde yaflanan mali kriz “deneyiminden" sonra, devletlerin sadece harcama politikalar› de¤il gelir politikalar› da art›k üzerinde daha fazla düflünülmesi gereken bir gösterge haline gelmifltir. Yine, incelemenin yetersiz kald›¤› bir baflka boyutu, kapitalist geliflme sürecinde flekillenen s›n›fsal iliflkilere dairdir. Çal›flma “s›n›fsal egemenlik” iliflkisinin tahlili için aç›l›m sa¤layabilecek, do¤rudan bir kategorik araç üretmemektedir. Gerek sermaye gerek iflçi s›n›f›n› rekabetçi ve tekelci olarak alt gruplara ay›rmakla s›n›fsal iliflkiler a¤›n›n yorumunu zenginlefltirmifl, “kaba” bir sermaye emek çat›flmas› yorumu ile s›n›rl› kalmamakla birlikte örne¤in finansal6 “aktörlere” bu çat›flmada yeterince yer ayr›lmam›flt›r. Bu bofllu¤un tamamlanmas› için, siyaset tart›flmalar›ndan yard›m alman›n ve Jessop’›n hegemonik proje-birikim stratejisi kavramlar›na baflvurman›n do¤ru olaca¤› düflünülmektedir. Özet olarak, Düzenleme Okulu ve Jessop’›n kavramlar›n›n, O’Connor’›n mali kriz analizinde kullan›lmas›n›n, ileri kapitalist üretim tarz› için geçerli olan çal›flmas›n›, genifl tarihsel süreçlere ve “geliflmekte olan” ekonomilerin incelenmesine tafl›yabilmek için gerekli oldu¤u düflünülmüfltür. Keza, Düzenleme Okulunun kategorileri, O’Connor’›n “birikimin süreklili¤i” ifllevini ve Jessop’›n kategorileri de “meflruiyeti sa¤lama ifllevi”ni gelifltirmek için uygun aç›l›mlar sunmaktad›r.

251

6 Neo-klasik kuram›n kendi kendini düzenleyen piyasa (self regulating market) varsay›m›ndan çok farkl› olarak, düzenleme okulu, kapitalist ekonominin toplumsal olarak düzenlendi¤ini düflünmektedir (socially regulated nature of capitalist economy) (Jessop 2001: xiv); bu perspektifle, tarihsel olarak farkl›laflm›fl evreler ve krizler aç›klanabilmektedir.


252

Yi¤it Karahano¤ullar›

7 O’Connor’›n ele ald›¤› kapitalizmin refah devleti dönemi, genellikle gelirleri aflan devlet harcamalar› ile Keynesyen genifllemeci mali politikalar›n benimsendi¤i bir dönemdir ve bu nedenle bütün bir dönem “devletin mali krizi” kavram› ile tan›mlanabilmekte; kavram Keynesyenizmin içsel kriz dinami¤ini anlatmaktad›r.

1-2. Frans›z Düzenleme Okulunun “Birikim Rejimi” ve “Düzenleme Biçimi” Kavramlar› Ortaya ç›k›fl›, O’Connor’›n çal›flmalar›yla ayn› döneme denk düflen Frans›z Düzenleme Okulu, 1970’lerin krizlerini aç›klamaya çal›fl›rken, ayn› zamanda, kapitalist üretim tarz›n›n farkl›laflm›fl uzun süreli istikrarl› birikim evrelerini de teflhis ederek, kapitalist süreci aflamaland›ran farkl› bir kriz yorumu gelifltirmifltir. Düzenleme teorilerinin kurucu tezleri, ekonomik aktivitelerin toplumsal iliflkiler a¤› oldu¤u ve kendi bafl›na kapitalist piyasan›n, kurals›z, anarflik bir yap›ya sahip oldu¤udur (Lipietz 2001: 4). Sosyal iliflkiler çeliflkili, ço¤u zaman birbirini tamamlamayan kopuk edimlerden oluflur, ancak piyasa apriori olarak bu çeliflkileri dengeleyecek mekanizmalar› bar›nd›rmaz. Sistem için kriz ola¤an koflul iken, krizin olmamas› istisnad›r. Ancak, sermayenin yeniden üretimi, istikrara ihtiyaç duyar ve birikim rejimi ile aç›klanan bu istikrarl› aflamalar kapitalizmin tarihsel sürecinde belirli niteliksel farkl›l›klarla gözlemlenmektedir. O halde birikimin düzenlili¤ini sa¤layan koflullar›n aç›klanabiliyor olmas› gereklidir.7 Bunun için birikim rejimi ve düzenleme biçimi olmak üzere iki kategori temel kuramsal araç olarak gelifltirilmifltir. Birikim rejimi kavram›, emek süreçlerini ve üretim organizasyonlar›n› aç›klamakla birlikte, en genel anlam›yla art› de¤er üretimini ve yeniden bölüflüm tarz›n› çözümlemekteyken, düzenleme biçimi ise yine en genel anlam› ile, var olan birikim rejiminin istikrar›n› ve yeniden üretimini sa¤layacak koflullar› yaratan unsurlar› kapsamaktad›r. Düzenlemeler, asgari ücret, sosyal sigorta gibi çal›flma yaflam›na dair yasalar›, kamu harcama ve gelir politikalar›n›, kredi koflullar›n› belirleyen para politikalar›n›, birikimin koflullar›n› biçimlendiren di¤er devlet faaliyetlerini, kolektif kimli¤i, toplumsal de¤erleri, normlar›, gelenekleri, flebekeleri, prosedürleri, hesaplama biçimlerini “ekonomik aktörlerin, kapitalist yeniden üretimin de¤iflen nesnel gereklerine uygun hareketini sa¤layacak ekonomik ve ekonomi d›fl› mekanizmalar›” içerir (Jessop, 2001: xi, xxvi, xxvii). Düzenleme Okulu, (büyük) krizleri, birikim rejimindeki s›çramalar ve düzenleme biçimindeki dönüflümler aras›ndaki uyuflmazl›klar temelinde tan›mlar. Merkez kapitalizminin Birinci Dünya Savafl›na kadar geçerli olan birikim rejimi “benzer normlar temelinde üretim ölçe¤inin genifllemesini hedefleyen” (Lipietz, 1993: 68), yayg›n birikim rejimi ve rekabetçi düzenleme biçimidir; bu dönemde gündeme gelen Fordist üretim organizasyo-


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

nu, çal›flma süreçlerinin Taylorist ilkelerce örgütlenmesi ile üretimin verimlili¤inin emek becerisinden ba¤›ms›z olarak art›r›labilmesini sa¤lar ve yo¤un birikim rejimine geçilir. ‹ki dünya savafl› aras›nda yaflanan ve birikim-düzenleme uyumsuzlu¤undan kaynaklanan büyük kriz “yo¤un birikimin ilk krizi veya ‘rekabetçi düzenlemenin’ son krizi olarak incele[nebilir]” (1993:68). Keza, ikisi aras›nda etkileflimli bir dinamik geçerlidir. ‹kinci Dünya Savafl›’ndan 1960’lar›n sonuna kadar geçerli olan ve kapitalizmin refah dönemini temellendiren Fordist birikim, 1970’lerde, teknik ve toplumsal s›n›rlar›na dayan›r ve verimlilik düfler, kârl›l›k koflullar› emek ücretlerinin düflürülmesini gerektirir. Ancak bu, arz-talep dengesini bozar ve birikim t›kan›r. 1970’lerin krizleri de derin kriz evreleridir ve düzenleme tarz›ndaki dönüflüm (parasalc›l›¤›n önce ‹ngiltere’de sonra Amerika’da hâkimiyeti; 1993: 69) ve birikim rejiminde esnek üretim örgütlenmesine geçiflle karakterize olmufltur. Birikim rejimi ve düzenleme biçimi kategorileri, istikrarl› geliflme evreleriyle uzun tarihsel süreçlerin ve kapitalist krizlerin dinamiklerinin çözümlenmesinde, kapitalist üretim tarz›n›n birbirinden farkl› nitelikteki evrelerinin ayr›flt›r›lmas›na olanak vermesiyle ifllevseldir. Kavramlar, geliflmekte olan kapitalist süreçler için de geçerli bir çerçeve sunmaktad›r. Bu do¤rultuda, özellikle Uzak Do¤u Asya ülkelerinin, yukarda bahsedilen kriz sonras› döneme denk düflen h›zl› büyüme evrelerinin analizi için alt kategoriler gelifltirildi¤ini görmekteyiz. Geliflme süreçlerinin incelenmesinde daha s›k kullan›lan kavramlar ise ithal ikameci birikim rejimi ve ihracata dayal› birikim rejimi kavramlar›d›r. Bu kavramlar, Türkiye deneyiminin ele al›naca¤› ileriki bölümlerde ayr›nt›l› olarak aç›lacakt›r.

1-3. Jessop’un “Birikim Stratejisi” ve “Hegemonik Proje” Kavramlar› Jessop, devleti ve siyaseti aç›klayabilmek için, Antonio Gramsci’nin “tarihsel blok” tezlerinden hareketle ve Gramsci’nin hegemonya kavram›na göre somut düzeylerin analizi için daha kullan›fll› (Tünay, 1993: 15) iki kavram gelifltirmifltir: birikim stratejisi ve hegemonik proje. Bunlardan ilki sermayeye dair, ikincisi de devlete dair çözümlemelere olanak tan›maktad›r (Gülalp, 1993: 88). Devlet ayg›t›, toplumca onaylanan, amac› genel ç›kar ad›na toplum üyelerini ba¤layan kararlar al›p uygulamak olan kurum

253


254

Yi¤it Karahano¤ullar›

ve örgütlenmelerden oluflur (Jessop, 1990: 341). Buradaki genel ç›kar niteli¤i, devlet sistemini, do¤rudan politik hükümranl›k ya da fliddet (bask›) iktidar›ndan farkl›laflt›r›r. Jessop’ta devlet, ifllevselliklerin ve olumsall›klar›n tan›mlad›¤› bir ayg›tt›r ve sermaye kuramsal-s›n›f kuramsal yaklafl›mlar›n sentezi ile türetilir. Jessop, sermaye kuramsal analizi Düzenleme Okulundan, s›n›f kuramsal çözümlemeleri de, Gramsci ve Poulantzas’›n ideolojik hegemonya yaklafl›mlar›ndan alm›flt›r. Sermaye alan› “birikim stratejisi” kavram› ile s›n›f mücadelesi alan› ise “hegemonik proje” ile tan›mlan›r (Gülalp 1993: 88). Jessop’un birikim stratejisi, sermayenin çeflitli fraksiyonlar›n›n ç›karlar›n› farkl› flekilde etkileyen ve bir tercih olmas› itibariyle alternatifleri de olan, ekonomik bir büyüme modelidir. Veri konjonktür için birden çok strateji ve her bir strateji için de, çeflitli taktikler mevcut olabilir. Bu stratejiler, sermaye kesimlerden çeflitli düzeylerde destek ald›klar› için bask›n birikim stratejisi, ikincil birikim stratejisi olarak farkl›lafl›rlar. Sermayenin ekonomik ç›karlar›, veri olarak de¤erlendirilemez, konjonktüre göre de¤iflebilen geçerli birikim stratejisi dahilinde belirlenir (Jessop, 1990: 160). Modelin baflar›s›, tercih do¤rultusunda, çeflitli fraksiyonlar›n, bir tek fraksiyonun hegemonyas›nda birleflmesine ba¤l›d›r (Gülalp, 1993: 88). Yani, birikim stratejisinin baflar›s›/prati¤e geçirilebilme flans›, di¤er sermaye kesimlerini stratejiye “dahil edebilme” yetisine ba¤l›d›r. Bu noktada Jessop’un gelifltirdi¤i kuram›n ikinci aya¤›n› oluflturan “hegemonik proje” kavram› devreye girer. Hegemonik proje, hegemonyan›n, tekil ç›kar ile genel ç›kar çeliflkisini, bütünlü¤ün lehine çözmeyi vaat etti¤i somut bir tasar›d›r (Jessop, 1990: 208) ve “hegemonik s›n›f›n ahlaki ve entelektüel öncülü¤ünü sürdürebilmesi için önkofluldur”. “Hegemonya, ‘s›n›f ba¤lant›l›’ (ama mutlaka s›n›f bilinçli olmayan) farkl› güçlerin, belli bir s›n›f›n (ya da s›n›f fraksiyonunun) ‘politik, entelektüel ve ahlaki önderli¤i’ alt›nda konumlanmas› ve örgütlenmesini gerektirir” (Jessop 1991: 171). Hegemonya, k›sa vadeli ç›karlar› feda edebilir; projeye ayk›r› düflenleri, ahlak d›fl›, ak›ld›fl› ve kanun d›fl› ilan edebilir. “Jessop’a göre, hegemonik proje, halk gruplar›n›, çeliflkileri çözen ve sonuçta esas olarak hegemonun ç›kar›na olan tan›ml› bir sona yönlendirme yetisine sahip askeri müdahaleleri, sosyal reformu, siyasi istikrar› ya da ahlaki yeniden üretimi kapsayabilir” (Tünay 1993: 15). Hegemonyan›n temel olarak iki farkl› biçimi belirmektedir:


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

pasif devrim ve yay›lmac› hegemonya. ‹lki, belirli bir s›n›f›n (fraksiyonun) di¤er s›n›f ve gruplar›n ç›karlar›n›n siyasi, iktisadi ve ideolojik olarak bast›r›lmas› ile (bast›r›lmas›na ra¤men) kurulan hegemonyay› tan›mlar. Yay›lmac› hegemonya, ise ulusal bir irade yaratarak s›n›fsal bölünmeleri bunun etraf›nda eritmekte, ulusal mutabakat› bunun etraf›nda sa¤lamaktad›r (Tünay 1993: 14; Kaya 2002: 4). Bu kavramlar, Türkiye üzerine yorumlar yap›l›rken biraz daha aç›lacakt›r. Birikim stratejisi ile hegemonik proje aras›nda zaruri bir iliflki yoktur; geçerli birikim stratejisi ile hegemonik proje çeliflebilir. Proje ile strateji iliflkisi olumsald›r. Bir baflka ifadeyle, sermaye birikimi, yap› ve strateji diyalekti¤inin olumsal bir sonucudur (Jessop 1990: 162, 205, 346). Jessop’un bu kavramlar› bize, kapitalist geliflim süreçleri ile s›n›fsal iliflkileri iliflkilendirebilen bir analitik yap› sunmaktad›r.

2. Türkiye’de Devletin Mali Krizleri: Üç Hegemonik Proje O’Connor, mali kriz olgusunu, devlet harcamalar›n›n, gelirlerini aflma e¤ilimi olarak tan›mlamaktad›r (1973: 2). Bu tan›mda dikkat edilmesi gereken ilk nokta, “devletin mali krizinin”, anl›k bir olgu olmad›¤›, bir e¤ilim olmas› itibariyle bir dönemi tan›mlad›¤›d›r.8 ‹kinci nokta ise, bu e¤ilimin harcama, gelir ve aç›k finansman› bileflenleri/göstergeleri ile çözülebilece¤idir. Bu tan›mdan hareketle, Türkiye’de “devletin mali krizleri”, bütçenin gelir, gider ve finansman mekanizmalar› ele al›nacak, bunlar›n dönüflümleri çerçevesinde dönemsel e¤ilimler olarak belirlenecektir. Bu dönemler, birikim rejimi ve bunu tesis eden hegemonik projelerle birlikte bütünlüklü bir süreç olarak yorumlanmaya çal›fl›lacakt›r. 2-1. ‹thal ‹kameci Birikim Rejimi (1963-1980) Devlet Planlama Teflkilat›’n›n kurulmas› ve Befl Y›ll›k Kalk›nma Planlar›n›n devreye sokulmas›, ithal ikameci sanayileflme modelin bafllang›c› olarak al›nabilir.9 Galip Yalman, 1961-1980 dönemi için “planlama” ya da “planl› kalk›nma”n›n hegemonik projenin ayg›t›/ simgesi oldu¤unu belirtmektedir (Yalman, 2002). Bu süreçte büyüme, büyük burjuvazinin öncülü¤ü ile “kalk›nmac›” devlet ittifak›na dayal› bir birikim modeli olarak flekillenmektedir (Keyder, 2001; Bu¤ra 1997: 192). Muharrem Tünay’a göre, bu hegemonik proje, s›n›fsal ayr›m› reddeden ve

255

8 1954 y›l›nda uygulanmaya konulan korumac› d›fl ticaret düzenlemelerine referansla, ithal ikameci birikim rejimi için farkl› bir bafllang›ç tarihi seçmek mümkündür. Ancak bu çal›flmada dönemin bafllang›c› olarak, bu sanayileflme modelinin tan›mland›¤› Birinci Befl Y›ll›k Kalk›nma Plan› seçilmifltir. 1950 süreci ile 1960 süreci aras›ndaki farklar için Boratav (1989)’a bak›labilir. 9 Devletin, tüketim mal› sektöründeki giriflimleri ise, tekstilde oldu¤u gibi, ucuz ürünler ile hem genifl kesimlerin tüketim giderlerini azaltma, hem de daha önce piyasas› olmayan tekstil gibi ürünler için –ev içi üretim ve tüketime tabi mallar için- piyasa iliflkisini kurma anlam›nda ifllevselli¤i de düflünülebilir.


256

Yi¤it Karahano¤ullar›

ulusal, halkç›, geleneksel kolektivizmi öne ç›karan yay›lmac› bir hegemonyad›r. Birikim rejiminin yap›s› itibariyle, s›n›flar aras› iliflkilerde ekonomik gerilimler dengelenebilmekte, iliflkiler kalk›nmac› bir anlay›fl içinde planlanmaktad›r. Türkiye’de oldu¤u gibi, ithal ikameci birikim, yurt içi/yerli pazara yönelik üretimle s›n›rl› kald›¤› sürece, yurt içi talep, sermayenin gerçekleflmesinin ve kârlar›n temel belirleyicisi olarak kalmakta ve bu nedenle ücretlerin artmas›, yurtiçi fiyat hadlerinin tar›m sektörü lehine gerçekleflmesi, birikim için bir çeliflki do¤urmamaktad›r. Böylece, ücretliler ve genifl halk kesimleri hegemonik projeye dahil olabilmektedir. Büyük sanayi ile küçük üreticinin, tar›m kesiminin ve ticaret sermayesinin iktisadi ç›karlar›, birikimin süreklili¤ini zedeleyecek biçimde çeliflmemekte/hatta bir anlamda tamamlay›c› bir iliflki arz etmektedir. Birikim modelinin temel kurucu unsurlar›ndan biri, ithal ikameci sanayi ve büyük burjuvazidir. Bu sanayiler tekelci ve oligopolist nitelikte flirketlerden oluflmakta; rekabetin olmad›¤›, himayenin getirdi¤i yüksek rantlarla biçimlenmifl piyasa yap›s›nda kur ve faiz politikalar› ile yat›r›m ve kârl›l›k koflullar›n›n desteklendi¤i bir ortam söz konusudur (Keyder, 2001: 236). ‹thal ikameci sanayi yap›s›n›n di¤er bilefleni ise büyük sanayie ara girdi üreten, bu anlamda büyük sanayie ba¤l›-ba¤›ml› olan çok say›da imalathane ve küçük ölçekli firmadan oluflan rekabetçi küçük sanayii sektörüdür (Keyder, 2001:237). Sektörün rekabetçi yap›s› itibariyle kâr oranlar› büyük sanayie göre daha düflüktür. Bu sektör, devletin tahsis ve di¤er kaynak aktar›m mekanizmalar›ndan do¤rudan yararlanamamakta, geliflebilmesi büyük sanayinin geliflimine ba¤l› kalmaktad›r. Rekabetçi sektör, yerli girdi kullanan, ifllenmifl g›da ve tekstil gibi alanlarda üretim yapan ve hatta ihracatlarla, ithal ikameci sanayilerin ihtiyaç duydu¤u dövizin bir k›sm›n› karfl›layan bir sermaye kesimi olarak ortaya ç›kmaktad›r (Gülalp, 1993: 38). Bir bütün olarak bu sektörde üretim yapan küçük iflletmelerin tan›mlay›c› niteli¤i; kay›t d›fl› istihdam, örgütsüz emek, düflük ücret, ç›rakl›k kurumu ile çocuk eme¤i kullan›m›d›r (Keyder, 2001: 238). Tekelci sektör ile rekabetçi sektörün, istihdam, ücret ve iflçi örgütlülü¤ü koflullar›nda farkl›laflmalar›, O’Connor’›n birinci bölümde de¤inilen tespitlerine benzer bir tabloyu ortaya ç›kartmaktad›r. Birikim modelinin di¤er bir temel unsuru ise yabanc› sermayedir. ‹thal ikameci dönemde yabanc› sermayenin, birikim ile


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

ba¤lant›s› yurtiçi piyasa için dayan›kl›-dayan›ks›z tüketim mal› üreten büyük sermayenin ara girdi ve yat›r›m mal› ihtiyac›n›n ithalat yolu ile karfl›lanmas› noktas›nda kurulmaktad›r. Bu iliflki, teknoloji ve döviz ba¤›ml›l›¤› getirmekte ve bu nedenle birikimin sürdürülebilirli¤i aç›s›ndan stratejik bir öneme sahip olmaktad›r. Bu ba¤›ml›l›k iliflkisinin k›r›labilmesinin koflulu, sanayi üretiminin ihracat yapabilir konuma gelebilmesinde yatar. Birikim rejiminin ithal ikameci olarak adland›r›lmas›, yabanc› sermayenin, yerli ittifakça d›fllanmas› anlam›na gelmemektedir. 1960’lardan bafllamak üzere birikim, Türkiye’nin Amerika ile ticaret ba¤› arac›l›¤›yla kurulan montaj sanayii üzerinden flekillenmifltir (Tünay, 1993) ve bu anlamda yabanc› sermayenin hegemonyaya içsel oldu¤u söylenebilir. Birikim rejiminin önemli bir di¤er unsuru ise kamu iktisadi teflekkülleridir (K‹T). Türkiye’de serbest piyasa içinde önemli bir pay› olan K‹T’lerin daha kurulufl y›llar›ndan itibaren, nihai tüketim mallar›ndan çok, yüksek sermaye oran› gerektiren ve kârl›l›k koflullar› bar›nd›rmamas› itibariyle özel teflebbüse “çekici gelmeyen” ara mallar›n üretiminde yo¤unlaflmas› ve özel sanayie düflük fiyatland›rma ile teflvik sa¤lamas›, sermaye birikim sürecinin önemli bir belirleyicisi olmufltur (2001: 230). Devlet teflebbüslerinin, fleker ve tekstil d›fl›nda, tüketim mallar› üretimine girmemesi devletin özel sermaye ile rekabet de¤il, tamamlay›c›l›k iliflkisi içinde oldu¤unun bir göstergesidir (2001: 228).10 Yukar›da da de¤inildi¤i gibi, tar›m kesimi de, hegemonik projenin içinde yer almaktad›r. Tar›m kesiminin, projeye, yurt içi piyasa için bir talep unsuru olmas› itibariyle ve ihracattaki pay› ile birikimin sürdürülebilirli¤i için gerekli olan dövizin sa¤lanmas›n›n araçlar›ndan biri olarak dahil oldu¤u belirtilebilir. Tar›m ürünlerinin ihracat içindeki pay› dönem içinde yüksek düzeylerde seyretmektedir (Keyder, 2001: 235).

2-1.1 Birikim Rejiminin Krizi, Da¤›lan Hegemonya ve Devletin Mali Krizi Tünay, 1970’lerin sonunda yaflanan hegemonya krizini, ekonomik kalk›nman›n d›fla ba¤›ml› olmas› nedeniyle burjuvazinin ideolojik zay›fl›¤› gruplar›n ç›karlar›n›n birlefltirilmesinde güçlük ticari sermayenin sanayi sermayesine dönüflmesini tamamlayamamas› ile iliflkilendirmektedir (1993: 17-19). Birikim rejimi süreci ise, kârl›l›k koflullar›n› ve birikimi sürdürebilme maliyetinin dev-

257

10 D›fl ticaret dengesi için bu olumlu koflullar 1974’te son bulur. Petrol krizi ile birlikte d›fl ticaret a盤› tekrar önemli oranlarda art›fl gösterir (Sönmez, 1998: 462).


258

Yi¤it Karahano¤ullar›

11 ‹thal ikameci dönem içerisinde, ilk istikrar program› 9 A¤ustos 1970’te Süleyman Demirel’in Baflbakanl›¤› s›ras›nda uygulamaya konmak durumunda kal›nm›flt›r; ancak bu daralma evresi ithal ikameci birikimin büyük krizini do¤uracak kadar derin olmam›flt›r.

lete “y›k›lmas›na” ra¤men, bunlar›n devlet üzerinden tekrar bölüfltürülme koflullar›n›n daralmas› nedeniyle (yani maliyetin toplumsallaflt›r›lamama tehlikesi ile) t›kanm›flt›r. Bu dönemde, yurt içi pazar›n koruma alt›nda tutulmas›, aramal› ve hammadde ithalat›nda büyük sermayeye ucuz girdi sa¤layan de¤erli kur politikas›, K‹T’lerin fiyat politikalar› ile ithal ikameci sanayiinin sübvanse edilifli bu maliyetlerin tan›mlay›c›lar›d›r. Ara mal› ve yat›r›m mal› üreten sanayii kollar›n›n ço¤unda ithalata olan ba¤›ml›l›k artm›flt›r (Y›ld›r›m, 1978). Sanayi üretiminin dövize ba¤›ml› olmas›, ihracat›n art›r›lamamas› ve devletin toplumsal yat›r›m harcamalar›n›n giderek artmas›, ithal ikameci birikim rejiminin 1970’lerin sonunda iki aç›kl› bir modele dönüflmesine neden olmufltur. D›fl aç›k sorunu, 1973-1974 döneminde, yurtd›fl›nda çal›flan iflçilerin döviz kazançlar›n› Türkiye’ye tafl›malar› sayesinde bir süreli¤ine11 ertelenebilmifltir. ‹flçi dövizlerindeki art›fl› destekleyen önemli bir faktör 1970 devalüasyonu olmufltur (Pamuk 1987: 64). 1975-1977 döneminde derinleflen ticaret a盤›, Merkez Bankas›’n›n döviz rezervlerinde önemli oranlarda erime yaratm›fl, bu durum 1977 sonunda tehlikeli boyutlara ulafl›nca, 1978’de tahsisli ithal mallar› listesi s›n›rlanm›fl ithalat k›s›tlanmaya çal›fl›lm›flt›r (Olgun, 1978: 92). Ayn› dönemde ikili anlaflmalar arac›l›¤›yla dövize çevrilebilir mevduat (DÇM) uygulamas›yla d›fl borçlanma olanaklar› yarat›lmaya çal›fl›lm›flt›r (Pamuk, 1987: 65-66; Olgun, 1978). Bankac›l›k sektöründe önemli bir kredi-mevduat genifllemesi yaratan ve Hazinenin kur garantisi ile sa¤lanan bu uygulama (Ekzen, 1984: 176), özel sektör finansman a盤›n›n bütün risklerinin Hazine arac›l›¤› ile toplumsallaflt›r›lmas› anlam›na gelmektedir. Özel iflletmelerin d›fl kredi ile getirdikleri döviz Merkez Bankas›’nda tutulmakta ve bunun karfl›l›¤› olan TL. miktar› iflletmelere kur garantisi ile verilmektedir. Bu flekilde özel sektörün k›sa vadeli d›fl borçlar› devlet borçlar›na dönüfltürülmüfltür. 1978-1980 y›llar› aras›nda d›fl borç geri ödemelerinin sürdürülemez hale gelmesi ile d›fl borç faizleri tekrar anaparaya dönüfltürülerek, yani ödenmeden çevrilerek, vadeleri 1980’li y›llara yay›l›p önemli ölçüde ertelenmifltir. Ertelenen borç miktar› 9 milyar 710 milyon dolar kadard›r –GSMH bu y›llarda yaklafl›k 58 milyar dolar seviyelerindedir- (bkz. Bal, 2001: 208). Bir bütün olarak ithal ikameci birikim döneminde ortaya ç›kan mali tablo flu flekildedir: Toplam konsolide devlet harcamalar›n›n GSMH’ya oransal de¤eri, 1974’ten itibaren art›fl e¤ilimine girmifl, ayn› dönemde gelir-gider fark› da aç›lm›flt›r.


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

Yüzde Oran›

Toplam Harcama ve Gelirler ile Ekonomik Tasnife Göre Harcama Alt Kalemlerinin GSMH’ye Oranlar›

Kaynak: Maliye Bakanl›¤› Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlü¤ü verileri

Birikim rejiminin koflullar›n›n, devlet harcamalar›n› ne yönde flekillendirdi¤inin ortaya ç›kar›lmas› için harcamalar›n alt kalemlerine inilmelidir. Cari harcamalar içinde en önemli kalem personel harcamalar›d›r; bu nedenle, kamu kesimindeki ücretlerin özel kesim ücretleri için yönlendirici etkisinin varl›¤› ve s›n›fsal dengelerin, siyasi iktidar için meflruiyet sorununun yans›malar›n› tafl›d›¤› göz önüne al›n›rsa, bölüflüm dinamiklerinin önemli bir göstergesi olarak de¤erlendirilebilir. ‹thal ikameci dönemde, cari harcamalar›n, 1973-74’teki düflüflü d›fl›nda –bu kalemin toplam harcamalardaki pay› de¤erlendirildi¤inde ayn› y›llarda art›fl yafland›¤› görülmektedir- dönem boyunca belirli bir ortalamay› korudu¤u gözlenmektedir. Devletin reel harcamalar›n› kapsayan ve temel olarak kamunun mal ve hizmet üretiminde kapasite art›fl›n› belirleyen yat›r›m harcamalar›n›n ise, 1970’lerin sonlar›nda düflük de olsa bir art›fl kaydetti¤i ve tekrar azald›¤› gözlenmektedir. Konsolide harcamalardaki art›fl›n en önemli belirleyicisi ise, transfer harcamalar›ndaki yüksek oranl› art›fl olmufltur. Sosyal transfer harcamalar›n›n, K‹T’lere transferlerin, kamu borç geri ödemesinin bu kalemde kapsamas› itibariyle bu art›fl, krizin hem neden hem de sonuçlar›n›n etkilerinin ortaya ç›kt›¤› bir e¤ilim olarak görülebilir. 1974 y›l›ndan itibaren harcamalarda yaflanan art›flla birlikte gelirlerin de artt›¤›n› ancak bu art›fl›n harcamalar› giderek daha az oranlarda karfl›lad›¤› görülmektedir. Bu dönemde devletin gelir politikalar›n›n, ücretli kesim üzerindeki vergi yükünün artt›r›lmas›na dayand›r›ld›¤› anlafl›lmaktad›r (Saybafl›l› 1986: 114). ‹thal ikameci rejimin “maliyetleri” a¤›rlafl›p maliyetlerin toplumsallaflt›r›lmas› geçerli sosyal da¤›l›m içinde sürdürülemez ha-

259


260

Yi¤it Karahano¤ullar›

12 “Belirli bir teflvikten yararlanan mallar›n listesi ve belli mallardaki teflvik oranlar›, Baflbakanl›k, DPT, Maliye Bakanl›¤› veya Merkez Bankas› gibi farkl› kurumlar taraf›ndan de¤ifltirilebil[mekte]” (Bu¤ra, 1997: 218) ve bu karmafl›k –ayn› zamanda esnek- mekanizmalar ile sermayenin devletle iliflkisi iyi olan kesimlerinin istifade edebildi¤i bir kaynak transferi mekanizmas› yarat›lmaktad›r.

le geldikçe, hegemonyan›n sonunu ilan eden siyasi istikrars›zl›k gündeme gelmifltir. Bir planl› kalk›nma modeli olarak kurulan hegemonya, 1970’lerin sonlar›nda uzun süreli siyasi krizler ile sars›lm›flt›r: 9 Eylül 1977, 1 Mart 1978, 21 Mart 1979 ve son olarak 24 Ocak 1980 tarihleri, Milliyetçi Cephe (Demirel, Türkefl, Erbakan), Ecevit ve Demirel hükümetlerince istikrar programlar›n›n devreye sokulmaya çal›fl›ld›¤› tarihler olmufltur.12 Siyasi krizin uzun sürmüfl olmas›, siyasi ve iktisadi t›kan›kl›klara çözüm öneren hiçbir projenin tek bafl›na di¤er s›n›flara kabul ettirilememesiyle ve yeni hegemonik projenin k›sa sürede kurulamamas›yla iliflkilidir. Bu süreçte 24 Ocak Kararlar› ithal ikamecilikten ihracata dayal› birikime geçiflin düzenlemelerini ortaya koymufl, ancak krizden ç›k›fl ve yeni hegemonyan›n kurulmas›n›n koflullar› askeri darbe ile yarat›labilmifltir. Askeri hükümet dönemi, yeni hegemonyan›n kurulabilmesi için gereken siyasi istikrar› ordunun “zor” gücü ile sa¤lam›fl; hegemonik proje, daha önce ithal ikameci rejiminin öncü s›n›f› olan büyük sermaye ile (kaç›n›lmaz olarak) uluslararas› sermayenin temsilcilerinin birikim stratejileri etraf›nda kurulmufltur. Yeni projenin krize getirdi¤i ilk “çözüm”, ithal ikameci dönemin birikmifl maliyetlerinin uluslararas› krediler ile ertelenmesi olmufltur. Birikimin kârl›l›k koflullar›n›n yeniden yarat›labilmesi ve “büyüme sürecinin” yeniden yap›land›r›labilmesi için büyük sanayi burjuvazisinin önerdi¤i ve uluslararas› finans kurulufllar›nca desteklenen proje “ithal ikameci sanayileflmenin terk edilip sanayi sektörünün önderli¤inde ihracata dönük bir yap›ya geçilmesi” (Gülalp, 1993: 39) ve ithal ikameci birikim rejiminin düzenlemelerinin tasfiye edilerek yerine “serbest piyasaya” ad› alt›nda yeni düzenlemelerin kurulmas› olmufltur.

2-2. Krizle Birlikte Yeni Birikim Modeli: ‹hracata Dayal› Büyüme (1980-1989) ‹thal ikameci birikim rejiminin krizi ile yaflanan t›kan›kl›k, ihracata dayal› büyüme modeli ile çözülmeye çal›fl›lm›flt›r. 1980 sonras› dönemde, sermaye birikim modeli, uluslararas› kapitalizme, “dünya ekonomisi ile bütünleflme” yönündeki yap›sal tercihle, serbest d›fl ticaret rejimi üzerinden eklemlenmifltir (Oyan, 1998: 6-13). Büyüme modelindeki de¤ifliklik, yeni bir hegemonyan›n kurulmas› ile uygulanabilir hale gelmifltir. Bu hegemonya, bir önceki hegemonik projeden farkl› olarak “yay›lmac›” nitelikli de¤ildir. Tünay’›n “Yeni sa¤›n hegemonya kurma çabas›” ola-


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

rak adland›rd›¤› bu süreç, toplumsal s›n›flar›n hepsinin deste¤ini alma ve s›n›flar aras› parçalanm›fll›¤› eklemlenmeler, tavizler yolu ile çözme gibi bir “sorunla” karfl›laflmad›¤› için “yay›lmac› hegemonya” de¤il, bir “pasif devrim” olarak belirmifltir (Tünay 1993: 13). 1961-1980 döneminde hegemonik projenin ayg›t› ve simgesi olan “planlama ya da planl› kalk›nma” yerine, 1980 sonras›nda “piyasa”, hegemonyan›n temel mekanizmas› olarak kurulmaya çal›fl›lm›flt›r (Yalman, 2002). Yeni hegemonik projenin kurucu unsurlar› ile temel düzenlemeleri flu flekilde s›ralanabilir: Bir önceki birikimin öncü sermaye kesimi olan büyük burjuvazi, kendi hegemonyas›n›n krizinden, yine hegemonyan›n kurucu unsurlardan biri olarak ç›km›flt›r (Gülalp 1993: 25). ‹stanbul Sanayi Odas›’n›n 1988 y›l›nda yay›nlanan en büyük 500 firma anketinde, 5 büyük holdingin 500 en büyük firma içinde 85 tanesinin hissesine sahip oldu¤unun görülmesi, ba¤›ms›z firmalar›n yo¤un olarak son 100 firma içinde yer almas› (Bu¤ra, 1997: 257) bir önceki birikim rejiminin güçlü holdinglerinin pozisyonlar›n› koruyor olduklar›n›n bir göstergesidir. Bir önceki birikimin korumac› düzenlemeleri, üretimde ithalata ba¤›ml›l›¤›n azalt›lmas›, d›fl rekabet gücünün ve üretim etkinli¤inin art›r›lmas› gerekçeleri ile tasfiye edilmifl ve beklenen ihracat art›fl›, ihracat teflvikleri ile elde edilmeye çal›fl›lm›flt›r. ‹hracat teflviki politikas› kapsam›nda, vergi iadesi 1980’de uygulamaya konulmufltur. 1980’lerde ihracat hamlesinin temel aktörleri olan “22 d›fl ticaret flirketinin 21’i büyük holding firmalar›n›n kurulufllar›”d›r (Bu¤ra, 1997: 257). Böylece, ihracat teflviklerinden en büyük pay› alan, büyük sermaye gruplar› olmufltur (Sönmez, 1992: 136). ‹hracatta, baflta pirimler, istisnalar, vergi iadeleri üzerinden çal›flt›r›lan teflvik mekanizmas› ile, ihracatç›n›n gelirinin ortalama olarak % 40-44 dolaylar›nda artt›¤› hesaplanmaktad›r (Sönmez, 1992: 136, 137). Devletin teflvik politikas› ile yapt›¤› müdahaleler, küçük üretici kesimden ziyade ihracatç› kesimi, ya da ticari sermayeyi desteklemektedir. Bu anlamda üretim, ticaret, finans sektörlerinin tümünde birden holding olarak örgütlenmifl büyük sermaye yeni düzenlemelerden geçmifl dönemde oldu¤u gibi yine en fazla pay alan kesim olmaktad›r.13 Uluslararas› sermaye, hegemonyan›n kurucular› aras›nda14 yine vard›r. 24 Ocak istikrar program›, uluslararas› sermayenin “teknik” ve “maddi deste¤i” (ve dolayl› olarak “dayatmas›”) ile oluflturulmufltur.15 Bir önceki birikim rejiminde önemli rantlar elde eden büyük burjuvazinin “üstlenmek istemedi¤i” birikim

261

13 1980 sürecinde siyasi gerilimi “ortadan kald›rmas›” noktas›nda ordunun üstlendi¤i rol itibariyle, dolayl› olarak, hegemonyan›n kurucular› aras›na ordu da dahil edilebilir. Ordunun hegemonik projelerle iliflkisi için, ordu mensuplar›n›n iktisadi bir giriflimi olan OYAK’›n serüveni belki bir ipucu verebilir: 1 Mart 1961’de, ordu mensuplar› aras›nda sosyal güvenlik hizmeti vermek, yard›mlaflmay› sa¤lamak amac› ile kurulan OYAK (Sönmez, 1992: 22) istikrarl› bir flekilde büyüyerek Türkiye ekonomisinin önemli kurumlar›ndan biri haline gelir. 1969’da OYAK- Frans›z Renault ortakl›¤› kurulur (Sönmez, 1992: 227) ve Türk otomobil piyasas›nda Koç grubu ile birlikte iki büyük firmadan biri haline gelir. ‹SO 500 büyük firma anketinde 1997’de 11 inci, 1998’de 8 inci, 2000’de 3 üncü büyük firma olma baflar›s›n› göstermifltir. Sönmez’in tespitine göre, “Oyak, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi, gelir vergisi, damga vergisi ve gider vergisi[nden muaft›r].” (Sönmez, 1992: 230). OYAK as›l önemli at›l›m›n›, bir sonraki birikim rejiminde, 2000-2001 krizinden hemen sonra finansal alanda pay›n› çok büyük oranda artt›rarak yapacakt›r. 1980’deki gibi bir IMF istikrar program› olan 1999 ve 2001 programlar›na verdi-


262

Yi¤it Karahano¤ullar›

¤i “dolayl› destek ile” bu at›l›m aras›nda dikkat çekici bir paralellik vard›r. Süreç sonunda kurum, otomotiv, çimento, g›da-kimya, hizmet sektörleriyle birlikte finans sektöründe de flirket ve ifltirakleri ile ülkenin güçlü sermaye gruplar›ndan birine dönüflmüfltür (Kaynak: http://212.15.12.1 96/oyak_grubu.asp). 14 Tünay, sadece hegemonyan›n kuruluflunda de¤il, hegemonik projenin 1983-1987 aras›nda pasif devrim stratejisi fleklinde sürdürülebilmifl olmas›nda da, IMF deste¤inin önemli pay› oldu¤unu vurgulamaktad›r (Tünay, 1993: 23). 15 Bu iddia, finans sermayenin dönem içinde flekillenmekte olan kendi “birikim stratejisi” için üretken sermayeden destek alma çabas›n›n bir parças› olarak yorumlanabilir.

maliyetleri kriz sürecinde devlet borçlar›na dönüfltürülmüfl ve uluslararas› sermayenin hegemonya içindeki konumu borç iliflkisi etraf›nda güçlenerek süregitmifltir. Hegemonik projede, ithal ikameci dönemden farkl› olarak, iflçi s›n›f›n›n ve tar›m kesiminin “yer bulamamas›” (1989’a kadar sürekli düflürülmesi, iç ticaret hadlerinin tar›m kesiminin aleyhine dönüflmesi bunun göstergesidir) iflçi s›n›f›n›n ve toplumsal muhalefetin askeri rejim ile siyasi alanda “bast›r›lm›fl” olmas› ile iliflkilendirilebilir. Bu kesimlerin dönüflen konumlar› yeni birikim rejimini tan›mlamaktad›r: ekonominin d›fl rekabete aç›lmas›yla, tar›msal girdiler ve emek bask› alt›nda tutulmas› gereken maliyet unsurlar›na dönüflmüfltür. Bu kesimlerin gelirlerinin reel olarak bast›r›lmas›, ayn› zamanda, iç talebin daralt›l›p, ihracat›n dolayl› olarak teflvik edilmesini de sa¤layacakt›r (Oyan 1987: 53). Yeni hegemonik projede “pozisyon kaybeden” bir di¤er unsur ise küçük sermayedir. “Bu süreçte en çok zarar gören unsur, koruma duvarlar› ard›nda büyüyen bir ekonomi ortam›nda ithalikameci sanayilere ba¤l› olarak palazlanm›fl küçük sermayedir” (Gülalp, 1993: 40). Hegemonik projenin baflar›s›n›n ard›ndaki di¤er bir unsur da, projenin güçlü bir “ikna” söylemi ile beslenmifl olmas›d›r. Serbest piyasa ekonomisi kavram›, sürekli planl› ekonomiye karfl› yüceltilmifl, sermaye ve piyasa kutsanm›flt›r. “Piyasa söyleminin do¤rular›n›n otoriter bir devlet biçimi alt›nda, mutlak do¤rular olarak yüceltilmesi” ve “halk›n r›zas›n› kazanmak için kullan›lacak olan ithal tüketim maddelerinin yayg›nl›¤›”n›n artmas› hegemonyan›n belirleyicileri olmufltur (Yalman, 2002). Hegemonyan›n söyleminde ekonominin teknik bir olgu oldu¤u tezi de sürekli ifllenmifltir (Tünay, 1993: 22). Buna göre, ekonominin kendi kanunlar› vard›r ve ancak ekonomi bu teknik boyutu ile ele al›nd›¤›nda istenilen do¤ru sonuçlara ulafl›labilir. Böylece ekonomi siyasi kimli¤inden ar›nd›r›lm›fl ve yarat›lan yan›lsama ile olas› elefltirilerin büyük bir k›sm› “ba¤lam d›fl›” b›rak›lmaya çal›fl›lm›flt›r. Genifl halk kitlelerinin lehineymifl gibi gösterilerek enflasyonla mücadele temel strateji olarak ortaya ç›kar›lm›flt›r. Ancak enflasyon bir talep olgusu olarak alg›lanarak, çal›flanlar›n gelirleri bast›r›lm›flt›r. Piyasan›n kendi içinde rekabeti bar›nd›rd›¤›, rekabetin ise hem sermaye hem de tüketici için etkin oldu¤u imaj› yarat›lm›fl, ancak piyasalar eksik rekabet ve tekelci yap›lar›n› korumufltur. Genifl bir zaman sürecine yay›lan finansal yap›lanma, 1980


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

sonras› dönemin en önemli düzenlemesi olmufltur. Bunlar k›saca; 1980-82 döneminde “düzenlemeden ar›nd›rma” (deregulasyon) ve bankac›l›k-finans sektöründe rekabetin serbest b›rak›lmas›; 1982’de finansal kriz sonras› yeni kurum ve kurallar ile bankac›l›k sisteminin “yeniden düzenlenmesi” (reregulasyon); 1983’te menkul k›ymetler piyasas› yaratabilmek için SPK’n›n kurulmas›; 1985’te mali sistemin en büyük kesimi olan bankac›l›k için Bankalar Kanununun ç›kar›lmas›; 1984’te kambiyo rejiminin serbestlefltirilmesi (Türk Paras›n›n K›ymetini Koruma Hakk›nda 30 say›l› karar) -bankalar›n döviz ifllemi yapmas›n›n önü aç›lm›flt›r, pratikte bu karar yerlefliklerin yabanc› paray› mali bir araç olarak kullanmalar›na izin verilmesi anlam›na gelmektedir-; 1984’te Merkez Bankas›’n›n Aç›k Piyasa ‹fllemleri yapmas›na olanak sa¤lanmas›; 1985 Hazine borçlanmas›nda ihale sistemine geçilmesi; 1986’da ‹stanbul Menkul K›ymetler Borsas›’n›n kurulmas›; 1988’de MB’nin döviz piyasas›n› faaliyete geçirmesi, 1988’de MB alt›n piyasas›n›n faaliyete geçirilmesi; 1989’da ödemeler dengesinde sermaye hareketlerinin serbest b›rak›lmas› olarak s›ralanabilir (Ersel, 1999: 117-118). Günümüz mali piyasas›n›n hemen hemen tamam›yla bu dönemde flekillendirildi¤i bu listede görülebilmektedir. Yeni mali araçlar›n ve kurumlar›n devreye sokulmas› ile finansal serbestleflmenin, mali piyasalarda derinleflme yarataca¤›, bunun da yat›r›m maliyetlerini düflürece¤i beklentisi yarat›lm›flt›r.16 Ancak beklenti gerçekleflmemifl, reel faizler pozitif ve yüksek de¤erlere ulaflm›fl ve mali derinleflme sadece devlet aç›klar›n›n finansman›n›n bir fonksiyonu olarak kalm›flt›r.17 Bu anlamda, bir sonraki dönemde yeni bir hegemonik proje olarak flekillendi¤i iddia edilecek olan finansal yap› ile maliye iliflkisinin temellerinin 1980’lerde aranmas› gerekir. Finansal alan›n en büyük sektörü olan bankac›l›k sektöründe banka say›lar›, dönem içinde, yükselen sermaye gruplar›n›n yeni bankalar› ile h›zla artm›flt›r.18 Bununla birlikte büyük sermaye gruplar›, 1980’lerin hemen bafl›nda, ekonomide uzun y›llardan beri faaliyet göstermekte olan çeflitli bankalar› “ifltirakleri aras›na katarak” sektördeki yerlerini güçlendirmifltir. Yine bu dönemde sektördeki yabanc› banka say›s›, ortakl›klarla birlikte, h›zla artm›flt›r (Sönmez, 1992).19 Sistemde, yeni kurulan bankalara ra¤men, kamu bankalar›n›n hâlâ önemli bir paya sahip olmalar› ve büyük holdinglerin pek çok bat›k flirketinin “maliyetlerinin” devletlefltirilmesinde kullan›lmalar›, ifllevsel bir iliflkiyi tafl›mas› anlam›nda dikkat çekicidir (bkz. Sönmez 1992: 137-139).

263

16 1985’te borç ihale sisteminin devreye sokulmas› (Ar›n, 2000: 277) bunun en belirgin örne¤idir; 1980’lerin sonunda ‹stanbul Menkul K›ymetler Borsas›’ndaki ifllem hacminin %90’›n›n devlet ka¤›tlar›ndan oluflur hale gelmesi (Bu¤ra, 1997: 209) ise sürecin niteli¤i konusunda ayd›nlat›c›d›r. 17 1984-90 döneminde kurulan 13 yeni bankan›n kurulufl y›l› ve ana hissedar grubu flu flekildedir: Impexbank 1984 Eliyeflil; Adabank 1984 Uzan; ChemicalMitsui 1985 Enka ve Chemical Mitsui; Testilbank 1986 Ak›n Grubu; Koç-Amerian Bank 1986 Koç ve Amerikan Express; BNPAK-Dresdner 1986 Sabanc›, BNP, Desdner; Türkiye Turizm Yat›r›m ve D›fl Ticaret Bankas› 1988 Lapis; Net Bank 1988 Net Holding; Interbank 1988 Çukurova; Birleflik Türk Körfez Bankas› 1988 Do¤ufl ve Katarl› Yat›r›mc›lar; Tekfenbank 1989 Tekfen; Birleflik Yat›r›m Bankas› 1989 Kavala ile Ürdün, Kuveyt, Suudi Arabistanl› Yat›r›mc›lar; The First National Bank of Boston 1990 Alarko ve Cerraho¤ullar› ile OYAK ve Bank of Boston Co. Kaynak: Banks and Banking System (‹stanbul: IBAR Co., Inc., 1991) 18 1985 itibariyle faaliyet göstermekte olan 15 yabanc› bankan›n sadece 4’ü 1980 öncesin-


264

Yi¤it Karahano¤ullar›

den beri sektördedir (Abaç ve IBAR Group, 1986: 21). 19 Vergi yükleri konsolide bütçe vergi gelirlerinin GSMH’ya yüzde oran› olarak 1975-1979, 19801984 ve 19801988 dönemleri için s›ras› ile %14,5- % 13,2 ve %12,4 de¤erlerinde gerçekleflmifltir (Kaynak: DPT verilerinden hesaplanm›flt›r). 20 Mal ve hizmet vergilerinden, kurumlar vergisinden ve stopaj yolu ile toplanan gelir vergisinden, sosyal güvenlik sigorta kesintilerinden oluflan büyük bir fonun, vergi dairelerine yat›r›lmadan önce iflletme taraf›ndan tasarruf edilebilmesi (yani kullan›labilmesi) sa¤lanm›flt›r. Oyan, bu fonun, vergisel ödemelerin dörtte üçü civar›nda oldu¤unu belirtmektedir (Oyan, 1987: 65). 21 1984-1989 y›llar› aras›nda, toplam 28 milyar dolar yat›r›m kredisi al›nm›flt›r (Bal, 2001: 211).

2-2.1 Devletin Mali Krizi 1980 sonras› döneminde sermaye birikim süreci için tasarlan›lan mekanizma, özel sermaye üzerindeki vergi yüklerinin hafifletilerek özel sektörde tasarruf fazlas› yarat›lmas› ve bu fazlan›n özel yat›r›mlar ile sermaye birikimine dönüfltürülmesi beklentisine dayanmaktad›r. Vergi yükü bu dönemde önemli oranlarda azalm›flt›r.20 Bununla birlikte, yeni vergi düzenlemeleri ile, özel iflletmeler “vergi mültezimleri” statüsüne sokularak iflletmelerde, “vergi fonlar›” ile dolayl› olarak kaynak yarat›lmas› sa¤lanm›flt›r (Oyan 1987). 21 Tüm bunlara ra¤men, özel kesimin tasarruf fazlas› beklenilenin aksine reel yat›r›mlara dönüflmemifl, vergi gelirleri azalan devletin borçlanma gereksiniminin karfl›lamas›na yönelmifltir. Vergi yükleri hafifletilen dolay›s› ile tasarruf fazlas› verir hale getirilen sermaye gruplar› ile gelirleri azalan ve aç›k veren devlet aras›nda ba¤›ml›l›k iliflkisinin temelleri bu dönemde at›lm›flt›r. Toplam yat›r›mlarda kamunun pay›, 1988’e kadar artmaya devam etmifltir. Sabit sermaye yat›r›mlar›nda kamu ve özel kesimin pay›n› gösteren afla¤›daki flekilden de izlenebilece¤i gibi, ithal ikameci dönemde kamu yat›r›mlar› özel yat›r›mlar›n hep gerisinde kal›rken, 1980 sonras› 1988’e kadar kamu yat›r›mlar› h›zla artarak özel yat›r›mlar› aflm›flt›r. Toplam Sabit Sermaye Yat›r›mlar›nda Özel ve Kamu Kesiminin Yüzde Oranlar›

Kaynak: DPT 1993 Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-1992)

Yap›lan kamu yat›r›mlar›n›n özellikle ulafl›m, iletiflim ve enerji alanlar›nda yo¤unlaflmas›, yat›r›m politikalar›n›n dönüflümünü ortaya koymaktad›r.


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

Kamu Yat›r›mlar›n›n Sektörel Da¤›l›m› (Yüzde Oranlar›)

Enerji ve E¤itim Ulafl›m ve Sa¤l›k Tar›m ‹malat 1963-1979 Ortalama ...................37,3 .................11,2 ....................13,4 ..............19,3 1980-1989 Ortalama ...................50,5.....................6,2 .......................9,0 ..............13,6 Kaynak: DPT verilerinden türetilmifltir

‹hracata dayal› birikim rejiminde, devletin enerji ve ulafl›m alanlar›na yapt›¤› yat›r›mlar›n toplam devlet yat›r›mlar›n›n yar›s›na ulaflm›fl olmas› ve e¤itim, sa¤l›k gibi toplumsal yat›r›m harcamalar› ile tar›m-imalat alanlar›ndaki yat›r›mlar›n ithal ikameci döneme göre önemli oranlarda azalt›lmas› (bu dört yat›r›m alan› için toplam %15 oran›nda) dikkat çekicidir. Bu tablodan da görülmektedir ki politika tercihi, O’Connor’›n toplumsal yat›r›m harcamalar› olarak adland›rd›¤›, özel sektör yat›r›mlar›n›n kârl›l›¤›n› art›r›c› harcamalar do¤rultusunda flekillenmifltir. Bu dönemde yat›r›m harcamalar› için yo¤un olarak uluslararas› kredilere baflvurulmas› maliyetlerin ertelenmesini ve yabanc› finans›n mali yap›daki pay›n›n artmas›n› sa¤lam›flt›r (Bal 2001: 210).22 Kamu finansman biçiminde önemli dönüflümler yaflanm›flt›r. ‹ç borçlanmada, konsolide borçlar›n pay› azalm›fl, tahvil ve bono piyasas›n›n tesisi ile 1985-1988 y›llar› aras›nda devlet hisse senedi ihraçlar›n›n pay› artm›flt›r. Bu dönemin kamu mali yap›lanmas›n› tan›mlayan önemli bir düzenleme de, K‹T’ler, mahalli idareler, kalk›nma bankalar› olmak üzere konsolide bütçe d›fl› “di¤er kamu kurumlar›n›n” 1985 y›l›ndan itibaren, finansman ihtiyaçlar›n› uluslararas› piyasalarda tahvil ihrac› yolu ile karfl›lamalar›n›n yasallaflmas› olmufltur (Bal, 2001: 218). Böylece, kamu kurumlar›, Hazine garantisi alarak, bireysel borçlanmaya yoluna gitmifl ve bu düzenleme k›sa vadeli sorunlar›n çözülmesini sa¤layan bir “kamu kesimi finansman modeli” olarak iflletilmeye bafllam›flt›r. Mali yap›da, hegemonyan›n de¤iflimine paralel olarak yaflanan dönüflümler flu flekilde özetlenebilir: Askeri müdahale ile meflruiyet sorununun devlet üzerindeki yükü hafifletilmifltir; ücretler reel olarak düflürülerek, devletin emek verimlili¤ini art›racak harcamalarda bulunmas› ihtiyac› hafifletilmifltir ve bunun sonucu olarak e¤itim, sa¤l›k yat›r›m ve harcamalar› giderek azalm›fl, özel sermaye birikimini teflvik edici altyap› yat›r›m harcamalar› artt›r›lm›flt›r. Bu yap›lanma etraf›nda 1980-89 döneminde, birincil bölüflüm probleminin, yeni birikim tarz› için “sorun yaratmad›¤›n›,” bu yüzden kamu mali düzenlemelerinin a¤›rl›kl›

265

22 Finansal sermayenin reel ile iliflkisini giderek koparmas›, uluslararas› kapitalist sistem içinde 1970’li y›llardan itibaren önemli bir olgu haline gelmifltir. Sweezy’in tespitine göre, 1970’lerde merkez kapitalist ekonomilerde girilen durgunlukla birlikte art›k, kârlar, “eksik tüketimi” derinlefltirece¤i için tekrar üretime dönüfltürülemez hale gelmifl ve büyük bir fon finansal kesime kaym›flt›r (Sweezy, 1999). Minsky’e göre de, 1980’lerde bafllayan finansal genifllemeyi olanakl› k›lan unsurlar, kapitalizmin alt›n ça¤›nda yarat›lan “fazla” ve sosyal devlet politikalar› etraf›nda geniflleyen emeklilik, bireysel sigorta, yat›r›m türü büyük fonlar olmufltur. (Minsky 1989: 398). 1980’li y›llar, çevre ülkelerin liberalleflen ticaret politikalar› benimsedi¤i ve sermaye hareketlerine ekonomilerini açt›klar› y›llar olmufl, finansal sermaye çevre ülkelerde gittikçe güçlenmifl, 1990’l› y›llarda ise bu hareketlilik, tüm dünyada egemenli¤ini pekifltiren yeni kapitalist dinamik haline gelmifltir (‹nsel, 2001: 10).


266

Yi¤it Karahano¤ullar›

23 ‹stanbul Menkul K›ymetler Borsas›, bu düzenlemeyi flu flekilde aç›lamaktad›r: “Türkiye dünya üzerindeki en liberal döviz rejimine sahip ülkelerden biridir. Türk Liras›’n›n tam konvert›bl olmas›n›n yan› s›ra 1989 y›l›ndan beri yabanc› bireysel ve kurumsal yat›r›mc›lar›n ‹stanbul Menkul K›ymetler Borsas›’nda menkul k›ymet al›m sat›m›n› serbest b›rakan bir politika da izlenmektedir. Türk menkul k›ymetleri üzerine yabanc› portföy yat›r›mc›lar›n›n yapt›klar› ifllemlere hiçbir s›n›rlama getirilmemifltir...Bu düzenlemeyle, Türk hisse senetleri ve tahvil piyasalar›, sermayenin ve kârlar›n yurtd›fl›na ç›kar›lmas›na hiçbir engel getirilmeksizin yabanc› yat›r›mc›lara aç›k hale gelmifltir.” (http://www.imkb.g ov.tr/yabanci/portfoy.htm).

olarak “toplumsal yat›r›m harcamalar›na” kayd›r›ld›¤›n› söyleyebiliriz. Bu dönemde kamu aç›klar›n›n finansman biçimi, vergi almak yerine borçlanmaya gitmek olarak belirmifl ve bu düzenleme birikim rejiminin de temel belirleyeni olmufltur. Özetlersek, serbestleflme ve uluslararas› kapitalizme serbest bir piyasa olarak eklemlenme tercihi, önce ticaretteki düzenlemelerle bafllam›fl, daha sonra finansal piyasalar yap›land›r›lm›fl, iç ve d›fl aç›k “probleminin çözüm mekanizmas› olarak gündeme gelen” finansal unsurlar›n hâkimiyeti giderek artm›fl ve bu noktada 1989 düzenlemeleri gündeme gelmifl, bütün bu unsurlarla birikim rejimi ve hegemonya yeniden flekillenmifltir.

2-3. Finansal Birikim Rejimi 1989 Sonras› O’Connor'›n mali kriz çözümlemeleri, hâlâ geçerlili¤ini koruyan reel unsurlar›n analizine dayanmakla birlikte, mali serbestleflme ve küreselleflme konjonktürü etraf›nda giderek önemi artan finansal sermayenin23 do¤as›ndaki çeliflkiyi içsellefltirmemektedir (Ar›n, 2001: 18). Finansal geniflleme ve finans›n reel ile iliflkisine dair devletin üstlendi¤i yeni “ifllevlerin” anlafl›labilmesi için birikim iliflkileri ve finans sermayenin kazand›¤› yeni pozisyon analize dahil edilmelidir. Bu do¤rultuda, Türkiye’nin 1980 sonras› dönemine dair yap›lacak tespitlere kuramsal bir zemin haz›rlayabilmek için, önce finansal birikimin ve “finansal birikim rejiminin” tan›m› yap›lmaya çal›fl›lacakt›r. Finans sermaye, soyut haliyle, üretken sermayenin, kendi çevrimini tamamlamay› (yani sat›fl ile meta formunun tekrar para formuna dönmesini) beklemeksizin üretimine kesintisiz biçimde devam edebilmesine olanak tan›yan bir fondur. Bu fonun üretken sermayeye devri karfl›l›¤›nda, finans sermaye, üretilen art› de¤er üzerinde bir hak talep etmektedir. Bu çerçevede, finans sermaye ile üretimde bulunan sermaye aras›ndaki iliflki, reel art› de¤er etraf›nda kurulmakta ve tamamlanmaktad›r. Ancak, finans sermaye sadece üretken sermaye ile iliflki kurmamaktad›r; finans kendi içinde (borsalar/ikincil piyasalar/portföy hareketleri) geniflleyebilmekte, finansal araçlar bafll› bafl›na bir yat›r›m unsuruna dönüflebilmektedir. Finansal genifllemenin süregitmesi, finans sermaye için kârl›l›k koflullar›n›n geçerlili¤ini korumas›na ba¤l›d›r. Bu ise, yukar›da da aç›kland›¤› gibi, “reel birikimden” ve “finansal genifllemenin kendisinden” olmak üzere iki olas› kaynaktan beslenebilmektedir. Bunlardan ikincisi, toplam ölçekte bak›ld›¤› zaman, fi-


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

nansal birikim ile reel birikimin birbirinde kopma riskini gündeme getirmektedir. Bu risk, finansal aktörlerin hareketlerini “ba¤lamayan”, toplam ölçekli bir sorundur ve finansal de¤erlerin bütününün de¤ersizleflmesi ile çözülme tehlikesini ifade etmektedir. Finansal ile reel aras›ndaki iliflkiyi tan›mlayan iki mekanizmadan biri piyasa fiyat hareketleridir. Finansal birikim, fiyat hareketleri üzerinden (döviz kuru, enflasyon, faiz hadleri) üretilmifl art› de¤erin yeniden bölüflümü ile reel birikim ile iliflkisini kurabilir. Di¤eri ise devlet müdahaleleri/düzenlemeleridir. Bu mekanizmalar finansal sermaye için “birikim stratejilerini” tan›mlamaktad›r. Burada kullan›lan “birikim” kavram› art› de¤erin birincil ve özellikle ikincil bölüflüm iliflkileri arac›l›¤›yla finans kesiminde toplanmas›n› anlatmaktad›r. Finansal de¤erlerin reel ile ba¤›n›n kurulabilmesi ve finansal genifllemenin artmas› finansal birikimin göstergeleri olarak de¤erlendirilebilir. Bu birikimin süreklili¤i ve istikrar›nda, finansal genifllemenin gerçekleflebilmesi ve bu genifllemenin reel ile “beslenebilmesi” için devletin yeni ifllevler yüklendi¤i görülmektedir.

2-3.1 Türkiye’de Finansal Birikim Rejimi ve Finans›n Hegemonyas› Daha önceki bölümlerde aç›kland›¤› gibi, Türkiye’de, serbestleflme tercihinin bir yans›mas› ve 1980’lerin sonunda yaflanan devletin mali krizine bir çözüm aray›fl› olarak gündeme gelen mali kurumsal yap›lanma süreci 1980’lere yay›lm›flt›r. 1989 y›l›nda, bu sürecin bir parças› olarak, sermaye hareketlerinin serbestlefltirilmesine dair kararnamenin kabulü24, (uluslararas› sermayenin de dayatmalar› ile) bu yap›n›n dünya finans sistemine eklemlenmesinin koflullar›n› gerçeklefltirmifl ve finansal birikim rejimini kuran temel düzenleme olmufltur. Bu düzenlemeden beklenilen, uluslararas› fon ak›mlar›n›n, hem büyümenin finansman›na hizmet edece¤i, hem de kamu aç›klar›n›n finansman›n› kolaylaflt›raca¤›d›r. 1980 sonras› ihracata dayal› sanayileflmenin geliflememesi ve zay›flamas› ile “giderek kötüleflen koflullar içinde Türk devleti, büyük hacimli yabanc› sermaye giriflini ekonomik büyümeyi tekrar sa¤layabilmenin kilit mekanizmas› olarak alg›la(m›flt›r)” (Önifl, Aysan, 2000: 126). Bu düzenlemeyle, ekonomik büyümenin makro nedensellik mekanizmas› de¤iflmifltir. 1970’lerde büyüme süreci geniflleyici politikalarla bafllamakta, büyüme sonras›nda da cari aç›k meydana gelmekte, bu aç›k da sermaye hareketleri ve d›fl borçlanma ile kapat›lmaktayken, 1989 sonras›nda

267

24 1991 y›l›nda da, özel iflletmelerin d›fl kredi kullan›m›n›, fon muafiyetleri ve bürokratik s›n›rlamalar›n kald›r›lmas› ile kolaylaflt›ran yasal düzenlemeler yap›lm›fl (Bal, 2001: 219, 220) ve böylece sadece kamunun de¤il özel kesim aç›klar›n›n da d›fl finansman yolu ile kapat›labilmesinin önü aç›larak ekonomide rahatlama sa¤lanmaya çal›fl›lm›flt›r.


268

Yi¤it Karahano¤ullar›

25 Finans sermayenin tam ak›flkanl›¤›n›n sa¤land›¤› bir ortamda, finans sermayeye vergi koyma ve parasallaflma teflebbüsünün baflar›s›zl›¤›na bir örnek 1994 krizinin hemen öncesinde devletin tahvil ve bono gelirlerine stopaj vergisi koymas› ve borçlanma ihalelerini iptal etmesidir bkz. Sak (1995). (Görünüflte) finans hegemonyas›n› “zorlamay›” amaçlayan bu ç›k›fl “beklenenin” tam tersi sonuçlar do¤urmufltur. Yeni düzenleme hamlesine, sermayenin tepkisi fliddetli olmufl, faizler yükselmifltir. Kriz sonras›nda devalüasyon, d›fl borcun reel yükünü artt›rm›fl ve devalüasyon ile kurun yeniden de¤erlenmesinin koflullar› yarat›lm›flt›r. Kriz ile birlikte uzun bir süredir IMF’siz sürdürülen dönem kapanm›flt›r.

büyüme yabanc› sermaye girifline ba¤›ml› hale gelmifltir (Boratav 2001, Yeldan 2001: 37). Bu anlamda “fon ak›mlar›na dayanan" yeni bir büyüme modeli tercihi benimsendi¤i söylenebilir. Türkiye’yi uluslararas› finans sermayenin spekülatif hareketleri için “serbest” bir piyasa haline getiren düzenleme ile finansal birikimin uluslararas› unsurlar›, daha önce oldu¤u gibi sadece borç25 iliflkisi ile de¤il, portföy hareketleri üzerinden de büyüme projesine girmifl olmaktad›r. 1980 sonras› üretken ve ticari sermayenin birikim stratejisinin bir parças› olan de¤eri düflük kur düzenlemelerine ve d›fl ticaretin teflvik ve kur politikalar› ile desteklenmesine 1989’dan sonra son verilmifl, yukar›da tan›mlanan amaçlar ve uluslararas› finans sermayenin gereksinimleri do¤rultusunda de¤erlenmekte olan kur politikalar› benimsenmifltir. 1989 y›l›, ayn› zamanda ücret politikalar›n›n da dönüfltü¤ü bir y›l olmufltur. 1980’den beri bask› alt›nda tutulan iflçi ücretleri, artan toplumsal muhalefet ile birlikte, önce kamu kesiminde olmak üzere tekrar 1970’lerin sonundaki seviyesine ç›kar›lm›flt›r. Bu ise, ücret bask›s› ile maliyetlerin “yapay” olarak düflük tutuldu¤u ihracata dayal› birikim rejiminin sonunu tan›mlayan bir baflka düzenleme olmufltur (Yeldan, 2001: 75,76). Tüm bu unsurlar, 1980 sonras›nda devreye sokulan büyüme modelinin “beklenen performans›” sergileyememesine karfl›l›k ve aç›klar›n artmas›na bir çözüm olarak, finansal sermayenin birikim stratejisinin bir büyüme modeli olarak benimsendi¤inin göstergesi olmaktad›r. Bu noktada finansal sermayenin önderli¤inde yeni bir hegemonik projenin kuruldu¤u tespit edilmektedir.

2-3.2 Hegemonyan›n Unsurlar› ve Devletin Mali Krizi Türkiye’de finansal sistemin hacminin dar oldu¤u ve kamu borçlar›n›n finansal sisteme göre çok büyük boyutlara ulaflt›¤› görülmektedir (Bal, 2001: 199). Türkiye’de finansal sistemin milli gelire oran› düflük olmakla birlikte, kamu borçlar›n›n finansal sisteme oranla yüksek düzeylerde seyretmesi, finansal geniflleme dinami¤inde mali aç›klar›n önemine iflaret etmektedir. Bu olgu, hisse senedi piyasalar›nda devlet menkul de¤erlerinin a¤›rl›¤›n›n, uluslararas› finansmana ba¤›ml›l›¤›n ve finans sermayenin elde etti¤i yüksek getirinin aç›lay›c›s›d›r. 1989 sonras›nda finansal genifllemenin devlet aç›klar›n›n finansman› üzerinden flekillenmesi ve finansal ile reel de¤erler aras›ndaki ba¤›n kurulmas›n›n yine


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

borçlanma iliflkisi üzerinden sa¤lanmas› finansal birikimi tan›mlamaktad›r. Devlet aç›klar›n›n finansman biçimi, geçerli hegemonya ile tan›mlanan, siyasi bir tercih olarak belirir. 1980 sonras› mali yap›lanmada sermayenin vergi yükü azalt›lm›fl ve oluflan kamu aç›klar› da sermayenin tasarruf fazlas›ndan borçlan›larak ve bununla birlikte Merkez Bankas› kaynaklar›ndan yararlan›larak finanse edilmeye çal›fl›lm›flt›r; yani sermayeden vergi almak yerine, sermayeden borç alma politikas› tercih edilmifltir. 1989 dönüflümü ile d›fl tasarruflar da devlet borç finansman›n bir arac› haline gelmifltir. Yeni düzenlemeler dahilinde, “... ne borcun parasallaflmas›, ne sermaye üzerine bir vergi, ne de rantiyer s›n›f üzerine a¤›r bir yük bindirebilecek herhangi bir di¤er önlem, sermaye hareketlerinin serbest b›rak›ld›¤› ve ulusal paran›n konvertible oldu¤u bir ortamda baflar› ile uygulan[abilir hale gelmifltir]” (Akyüz ve Boratav, 2001: 32).26 1994 krizi sonras›nda kamu aç›klar›n›n Merkez Bankas› kaynaklar›na baflvurularak finansman›na son verilmifl ve aç›klar hemen hemen tamam› ile borçlan›larak kapat›lm›flt›r. Özel finans kurumlar›n›n uluslararas› piyasadan ald›¤› kredilerin devlet borçlanma araçlar›na yat›r›lmas›, devletin d›fl piyasadan do¤rudan borçlanmas› yerine özel sektörün arac›l›¤› ile borçlanmas› anlam›na gelmektedir. 1990 sonras› bütün bir dönem için, orta ve uzun vadeli borçlanmada kamu sektörünün pay› azal›rken özel sektörün pay› sürekli artm›flt›r. (1990’da bu oranlar s›ras› ile %76,9 ve 3,6 iken 2000’de %53,5 ve %31,9 olmufltur). Devletin 1989 sonras› finans sermaye ile kurdu¤u borç iliflkisi ayn› zamanda bir transfer iliflkisine dönüflmüfltür. Devletin borç faizi olarak ödedi¤i tutar ile devletin borçland›¤› kesimlerden elde etti¤i vergi gelirleri karfl›laflt›r›ld›¤›nda finans sermayenin sadece kendi vergi ödemelerine de¤il, di¤er s›n›flar üzerinden al›nan vergilere de, devletle girdi¤i kredi iliflkisi üzerinden “el koyar” hale geldi¤i görülmektedir (bkz.Yerci, 2001: 64, 65). Bu olgu, borçlanma iliflkisinin, vergi yap›s› ile birlikte ele al›nd›¤›nda, bir net de¤er transferi mekanizmas› haline geldi¤inin göstergesidir. Finansal birikim rejiminin ekonomik gücü elinde tutan unsurlar›, rantiyeye dönüflen büyük sermaye ve uluslararas› finans sermayesi olarak belirir. 1981’deki finansal serbestlefltirmeden beri, Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluflunun kazançlar›n›n ortalama %55’ini faaliyet d›fl› alanlardan sa¤l›yor oluflu finansal birikim stratejisinde büyük sermayenin konumunu tan›m-

269

26http://www.spk.gov.t r/HaberDuyuru/aylikbul ten /2003/ Ocak/default_tr.html


270

Yi¤it Karahano¤ullar›

27 Kriz sonras›na denk gelen 2000 Aral›k ay› ç›kar›ld›¤›nda, 1989-2000 dönemi için, bono ve tahvil ihraçlar›ndan oluflan devlet iç borçlanma senetleri al›mlar›nda bankac›l›k kesiminin %84,3, resmi kurumlar›n %8,9, özel sektörün %3,2 ve hane halk›n›n da %3,7 paya sahip olduklar› görülmektedir (Kaynak: Hazine Müsteflarl›¤›). 28 Kaynak: www.tbb.org.tr 29 1973 y›l›ndan beri Ziraat Bankas› vergi daireleri ile birlikte vergi tahsilat› yapmaya yetkili tek bankayken bu yetki, 1993’te Halk Bankas› ve 1995’te Emlak Bankas› ile ‹fl Bankas›’n›n da dahil edilmesi ile bankac›l›k sektörünün di¤er kamusal bankalar›n› kapsayacak flekilde geniflletilmifltir. 1996’dan itibaren vergi tahsilat yetkisi özel bankalara da verilmifltir. Devletin vergi tahsilat›n› kolaylaflt›raca¤› düflünülen bu uygulama, ayn› zamanda bankac›l›k kesimine de “hizmet” edecektir. 1996’da 6 banka, 1998’de 10 banka, 1999’da 5 bankaya daha izin verilmifltir. Kriz sonras›nda devir, tasfiye, birleflme nedeniyle 8 bankan›n izinleri iptal edilmifl ve 2002 y›l›nda toplam 16 banka bu izni kullanmaktad›r. Kaynak Gelirler Genel Müdürlü¤ü Faaliyet Raporlar› 1999, 2000, 2001.

lamaktad›r. Büyük burjuvazinin giderek reel yat›r›mlardan uzaklaflarak finans sermayeye dönüflmesi, kamu aç›klar›n›n finansman›nda, 1980’den beri süre gelen politik tercihle örtüflmektedir. Finansal birikimin unsurlar›, kurumsal olarak bankac›l›k sektörü, sermaye ve menkul k›ymet piyasalar›nda izlenebilmektedir. Bunlar flu flekilde aç›labilir: Sermaye piyasas›nda yeni ihraçlar içinde devlet borçlanma senetlerinin piyasan›n neredeyse tamam›n› oluflturmas›, devlet borçlar›n›n finansal alan üzerindeki tamamlay›c›l›¤›n›n boyutuna iflaret etmektedir. 1994-2002 y›llar› aras›nda, sermaye piyasas› menkul k›ymet stok miktarlar›nda kamu kesimi menkul k›ymetlerinin toplamdaki pay›, dönem ortalamas› olarak % 87,7’si gibi önemli bir seviyede gerçekleflmifltir.27 Finansal sektörün di¤er unsurlar›ndan biri olan ikincil menkul k›ymet piyasas›nda ifllem gören kamu menkul k›ymetlerinin oran› da hayli yüksek de¤erlerde seyretmektedir. Finansal sektörün üçüncü bilefleni olan bankac›l›k kesimi, devlet borçlanma senetlerinin en büyük al›c›s› olmufltur.28 1989 sonras› süreçte kamu kesimi borçlanma gere¤inin h›zla artmas› ile bankac›l›k sektöründe finans sermayenin, reel üretimi finanse etme özelli¤ini giderek yitirdi¤i görülmektedir. Bankalar kesiminin toplam varl›klar› içinde, menkul k›ymetler cüzdan›nda tutulan Devlet ‹ç Borçlanma Senetleri ç›kar›l›nca geriye kalan miktar›n küçüklü¤ü ve mevduat kredi oran›n›n azalmakta oluflu bankac›l›k kesiminin giderek “normal” çal›flma mekanizmalar›ndan uzaklaflt›¤›n›n göstergesidir. 1994 krizinden sonra mevduatlara devlet garantisi getirilmesi, “bankac›l›k sistemi aç›s›ndan ‘pasifin yükümlülü¤ünün devlete, aktifin kullan›m›n›n sahip ve yöneticilere b›rak›ld›¤›’ ya da bir baflka deyiflle “zarar›n kolektif kâr›n bireysel oldu¤u” (Karacan 1996: 180) bir yap›ya dönüflmüfltür. Bu garanti ile finans sektörünün arkas›nda devlet deste¤i oldu¤u ve tasarruf sahiplerinin paralar›n› bankalara “güvenle teslim edebilecekleri” konusunda piyasalara yasal güvence verilmifltir. Bununla birlikte sektörün kârl›l›¤›na bakt›¤›m›zda, Türkiye Bankalar Birli¤i’nin 1998 tarihli raporuna göre, Türkiye’de 1994 krizi sonras› dönemde, beklenenin aksine, “ortalama özkaynak kârl›l›¤›”n›n özel bankalar için artt›¤› görülmektedir.29 Bu olgu, krizlerin finansal kesimin toplam› için olumsuz bir etki yaratmad›¤›n›n bir göstergesidir. Bu dönemde gündeme gelen ve bankac›l›k sektörünün geliflimini destekleyen bir düzenleme devlet maliyesiyle do¤rudan ilintili olmas› itibariyle dikkat çekicidir. Bu dönemde, devletin vergi


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

gelirlerini tahsil etme yetkisi, vergi dairelerinden özel bankalara geniflletilmifltir. 1980 sonras› sürecin en belirgin mali düzenlemesi, üretken sermaye ve iflletmelerin önceki bölümlerde ele al›nd›¤› gibi “vergi mültezimi” haline getirilmesi iken, 1989 sonras› finansal birikim modelinde, vergi toplama yetkisinin do¤rudan bankac›l›k sektörüne geniflletilmesi, iki birikim rejimi aras›ndaki de¤iflimin çok önemli bir göstergesi niteli¤indedir.30 Bu düzenleme ile, 2001 y›l›nda vergi tahsilat›n›n % 51’lik bir bölümünün bankac›l›k kesimi arac›l›¤› ile yap›ld›¤› görülmektedir.31 Kur, faiz de¤iflimi ile sermaye hareketleri finansal yap›n›n di¤er unsurlar›n› tan›mlar. Kamu aç›klar›n›n vergilerin artt›r›lmas› ya da Merkez Bankas› kaynaklar›na baflvurularak yani borcun parasallaflt›r›larak finansman› yoluna gidilmemesi ve a¤›rl›kl› olarak yurt içi piyasalarda borçlan›larak finansmana bafl vurulmas› yurtiçi piyasalarda reel faizleri yükseltmifltir (Sak, 1995: 37). Bununla birlikte dönem içinde enflasyon hadlerinin de yüksek seyretmesi itibariyle nominal faiz de¤erleri yüksek oranlara ulaflm›flt›r. Bunun yabanc› yat›r›mc›lar için önemi unutulmamal›d›r. Çünkü, yerleflikler, finansal yat›r›m kararlar›n› reel faiz de¤erine göre al›rken, uluslararas› finans sermaye için arbitraj, girifl-ç›k›fl›n yap›ld›¤› kura ve faizin nominal de¤erine göre oluflmaktad›r.32 Bu dönemde de¤erli kur politikas›, finansal hareketlerin serbestleflmesi sonucu spekülatif s›cak para girifline dayanmakta, kurun de¤erlenmesi ve yüksek faiz ile birlikte oluflan arbitraj koflulu sermaye hareketlerini tekrar ülkeye çekerek kendi kendini besleyen bir de¤erli kur-sermaye girifli döngüsü yaratmaktad›r. Bu döngü, uluslararas› yaz›nda “yükselen piyasalar” olarak an›lan, finansal hareketler için yüksek kâr olanaklar› sa¤layan “gözde” ekonomileri tan›mlamaktad›r.33 Kurun d›fl ticaret deseni ile iliflkisi ortadan kalkm›fl ve dövizin finansal bir araç haline dönüflmesi itibariyle de kur, finansal piyasalardaki spekülatif ifllemleri de kapsayan arz ve talebe göre belirlenir hale gelmifltir. “Finansal piyasalarda ifllem hacmi d›fl ticaret hacmi karfl›s›nda çok yükselmifltir” (Sak, 1995: 51). Sermaye hareketlerinin serbestlefltirilmesi ve kurun de¤erlenmesine izin verilmesi, ihracata dayal› sanayileflme birikim modelinin önemini yitirdi¤inin ve ticaret fazlas› hedeflerinin yerini s›cak para politikalar›na b›rakt›¤›n›n bir göstergesidir. Nurhan Yentürk, Türkiye’nin spekülatif sermaye ataklar›na aç›k hale gelmesi ile bu dönemde art›k kur politikas›n›n d›fl ticaret dengesi için bir araç olmaktan ç›kt›¤›n› belirtmekte ve bu dönemde Tür-

271

30 Vergi Dairesi Tahsilat› 16,8 Katrilyon TL ile toplam vergi tahsilat›n›n %48,17’si oran›nda gerçekleflmiflken, Vergi Dairesi Otomasyon Projeleri (VEDOP) Kapsam›ndaki Vergi Daireleri Ad›na Yap›lan Banka Tahsilatlar› 18,1 Katrilyon TL. ile t o p l a m › n %51,83’ünü oluflturmufltur. VEDOP kapsam›ndaki tahsilat (yukar›daki iki de¤erin toplam›) ise toplam vergi gelirleri tahsilat›n›n %88.2’sini oluflturmaktad›r (Kaynak: Maliye Bakanl›¤› Gelirler Genel Müdürlü¤ü 2001 Faaliyet Raporu). 31 Her ikisinin de enflasyonu içermesi nedeniyle, nominal faiz ve döviz kuru aras›nda da iliflki vard›r. 32 Yeni uluslararas› düzenleme söyleminde de bu dönüflüm izlenebilmektedir. “Azgeliflmifllik” kavramlar› yerine art›k, bu ülkelerin finansal liberalleflme tercihlerinin derecesi do¤rultusunda, “yükselen piyasalar” (emerging markets) kavram› kullan›lmaya bafllanm›flt›r. “Dolay›s›yla azgeliflmifllik bir sorun olmaktan ç›km›fl, (az)geliflmekte olan ülkeler de art›k yükselen piyasaya dönüflmüfllerdir” (Yeldan, 2002: 20). 33 1998 y›l› sonunda kullan›lmakta olan kredi kart› say›s› da 7,1 milyon iken, bu say› 2002 y›l›nda 15,7 milyona ulaflm›flt›r. Ayn› tarihler için, kredi kartlar›n›n yurtiçi kullan›m say›s› 241 milyondan, 638 milyona; kullan›m cirosu ise 2 Katrilyon TL’den 25 Katrilyon Tl’ye yükselmifltir.


272

Yi¤it Karahano¤ullar›

34 Siyasetin tek tiplefltirilmesi tespiti için (Yeldan ve Cizre, 2000: 495) ve olguyu küresel boyutta yorumlayan (‹slamo¤lu, 2002: 21)’e bak›labilir. 35 Krizlerle birlikte en büyük tasfiyenin bankac›l›k sektöründe yaflanmas› temel çeliflkinin finans sermaye içinde bir paylafl›m çeliflkisi oldu¤unu ve bunun krizin ise bir düzenlenme biçimi oldu¤unun göstergesidir.

kiye imalat sanayiinin ihracat ve üretiminde yaflanan azalmay› dönüflümün göstergesi olarak ortaya koymaktad›r (Yentürk, 2001). Y›lmaz Akyüz ise, ayn› süreci tahlil ederken reel olandan kurgusal olana kayan politika tercihini elefltirmektedir: “Hiçbir para, dünya piyasalar›na yap›lan ihracattan daha k›ymetli olamaz. Yat›r›mlar ve ihracat›n, k›sa dönemli sermaye ak›mlar›, döviz kuru ve faiz oranlar›ndaki dalgalanmalar taraf›ndan engellenmesine izin verilmemelidir” (Akyüz, 1995: 16). Hegemonyan›n “baflar›s›n›” tan›mlayan unsurlar ise flu flekildedir: Sermaye girifli, “derin bölüflüm probleminin bask›s›n› [k›sa dönemde Y.K.] hafifletebilmifltir” (Önifl ve Aysan, 2000: 126), bu anlamda yeni finansal hegemonyan›n ilk etapta bütün toplumsal unsurlardan destek bulabilmesi ya da almas› kolaylaflm›flt›r. 1990’larda sermaye hareketlerini serbestlefltiren bütün ülkelerde finansal piyasalarda banka kredilerinin geniflledi¤i görülmektedir (Önifl ve Aysan, 2000: 128). Buna bir de s›cak para hareketleriyle oluflan portföy yat›r›mlar› eklenmektedir. “K›sa vadeli, spekülatif sermaye ak›mlar›, bir yandan ekonominin d›fl aç›klar›n› finanse ederken, di¤er yandan da ulusal tasarruf e¤ilimini düflürerek tüketim ve ithalat hacmini geniflletmektedir” (Yeldan 2001: 40). Banka kredileri ve fon ak›mlar› ile beslenen bu k›sa dönemli “kurgusal’ canlanma, finans›n hegemonik projesine orta s›n›f›n, ücretli kesimin “dolayl›” deste¤inin koflullar›n› oluflturmaktad›r. Finans sermayenin hegemonik projesi, yayg›nlaflan kredi kartlar› ve artan tüketici kedileri34 ile orta s›n›f›/ücretli kesimi, finansal genifllemenin bir parças›; yaratt›¤› maddi ve “davran›flsal ba¤›ml›l›k” ile adeta “tutsa¤›” haline getirmifltir. Ücretli kesim de art›k, repo, faiz, döviz, fon, hisse senedi gibi finansal araçlar›n getirisini yak›ndan takip etmekte ve finansal piyasay›, ücret gelirleri d›fl›nda “ek bir kazanç” elde edebilme “kap›s›” olarak görmektedir. S›cak para hareketlerinin koflulu ve sonucu olan de¤erli kur politikalar› da, ithalat›n ucuzlamas›n› ve tüketim mallar› çeflitlili¤ini artmas›n› sa¤lamakta, bu da ücretli kesimin tüketim olanaklar›n› zenginlefltirmektedir. Bütün bu unsurlar birleflince finans›n hegemonyas›na, orta s›n›ftan gelen/gelecek deste¤in koflullar› oluflmaktad›r. Yeni hegemonyan›n bir di¤er tan›mlay›c›s› ise “siyasetin tek tipleflmesi”, “içinin boflalmas›”d›r.35 Uluslararas› bileflenleriyle birlikte finansal sermayenin egemenli¤i alt›nda alternatif politikalar art›k üretilememektedir. 1999 seçimleri sonras›nda milliyetçi sa¤, orta sa¤ ve orta sol koalisyon partilerinin birbirine z›t


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

söylemlerine ra¤men ayn› siyaseti paylaflmalar› ve Türkiye tarihinin en “üretken” meclisini oluflturmalar› da finansal birikim rejiminin hegemonyas› etraf›nda yukar›daki tespite bir örnek teflkil etmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, homojenleflme ve alternatifsizlik durumunun siyasi bir t›kan›kl›¤a de¤il, finansal hegemonyan›n siyaset formuna iflaret etmesidir. 2000-2001 krizleri, finansal birikim stratejisinin, egemen konumunu sürdürmesi, finansal sermayenin pozisyonunu güçlendiren yeni düzenlemelerin getirilmesi, finansal sermayenin reel ile ba¤›n› garanti alt›na alan yeni düzenlemelerin getirilmesi, uluslararas› finansal kurulufllara ba¤l›l›¤›n ve güvenin süregitmesi itibariyle, hegemonya krizi olarak belirmemifltir. Kriz, finansal unsurlar ars›nda artan rekabetin, tasfiyelerle birlikte bir çözüme kavuflmas›36 ve devletin mali yap›s›na dair yeni düzenlemelerin getirilmesi ile sonuçlanm›flt›r. 1998 Haziran IMF ‹zleme Program›’yla (Staff Monitored Programme) ön haz›rl›k evresi tamamlanan, 1999 Aral›k “Enflasyonu Düflürme Program›” ile bafllayan ve 2000-2001 krizlerinden sonra h›z kazanan yap›sal uyum süreci, bu düzenleme sürecinin ana patikas›n› oluflturmaktad›r. Sosyal güvenlik reformu, fon sisteminin neredeyse tamamen tasfiyesi, döner sermayeli kurulufllar›n say›lar›n›n azalt›lmas›, iflletmeci K‹T’lerin özellefltirilmesine devam edilmesi, kamu bankalar›n›n yeniden yap›land›r›lmas›, kamunun elinde kalan K‹T’lerin faiz d›fl› fazla verir hale getirilmesi, yerel yönetimlerin mali yap›lar›n›n yeniden tan›mlanmas›, kamu istihdam›n›n daralt›lmas›, özel emeklilik sigortas› uygulamas›na bafllan›lmas›, Hazine’nin yükümlülüklerinin izlenilebilir hale getirilmesi, görev zararlar› uygulamas›n›n yeniden düzenlenmesi, devletin yeniden yap›land›r›lmas› sürecinin mali kurumsal düzenleme boyutunu oluflturan bafll›ca unsurlar olarak belirmektedir.37 Bu süreçte temel olarak kamu maliyesinin borç yükümlülüklerinin yerine getirebilmesi için gerekli olan disiplin sa¤lan›lmaya çal›fl›lm›flt›r.38 Uluslararas› finans kurumlar›n›n “yükselen piyasalar”da geçerli k›lmaya çal›flt›¤› temel düzenlemelerden biri olan devletin “fleffaf hale getirilmesi”nin temel gerekçesi, “uluslararas› alacakl›lar›n etkin denetimi[nin] mümkün k›l[›nmas›]” (‹nsel, 2001: 17) ve hukuksal düzenlemelerle bürokratik süreçlerin uluslararas› sermaye için daha anlafl›l›r bir hale getirilmesidir (Ar›n, 2001). Olgusal olarak kimsenin karfl› ç›kmayaca¤› “kamuda idari ve mali etkinli¤in art›r›lmas›, fleffafl›k” talepleri, kamu mali sisteminde gerçeklefltirilmeye çal›fl›lan yap›sal dönüflüme kamuoyu deste¤i sa¤lamak

273

36 Enflasyonu düflürme program›n›n bafllat›ld›¤› süreçle birlikte, meclisin 21. yasama y›l›nda, “verimli” bir performans sergilemesi ve 2001’in bafl›na kadar geçen süreçte kabul edilen yasalar aras›nda, uluslararas› anlaflmalara göre yap›lan düzenlemelere öncelik vermesi dikkat çekicidir (Kaynak: Onur Karahano¤ullar›’n›n yay›mlanmam›fl çal›flmas›). 37 Dünya Bankas›’n›n “De¤iflen Bir Dünyada Devlet” bafll›kl› 1997 y›l›nda yay›mlanan Dünya Kalk›nma Raporu’nda, ülkelerin (liberalleflme, mali ve finansal yeniden yap›lanmay› kapsayan) reformlarakarfl› direncinin k›r›lma ve reformu kabul etme koflullar› olarak d›fl tehdit ve ekonomik kriz verilmektedir (World Development Report 1997, s. 151’den aktaran Akman, 2001: 38). 38 1999 sonras›, niyet mektuplar›nda yap›sal kriter haline getirilen tasfiye süreci, 4 adet bütçe d›fl› ve 1 adet de bütçe içi fon kalacak flekilde devam etmifltir. Sosyal Yard›mlaflma ve Dayan›flmay› Teflvik Fonu, Savunma Sanayii Destekleme Fonu (SSDF), Tan›tma Fonu ve Özellefltirme Fonudur. Faal kalan fonlar dönüflüm sürecinde ifllevsel olabilecek fonlard›r: fonlardan son ikisi yap›sal dönüflüm arac› olmalar› ve SSDF milli savunma için ifllevsel olma gerekçesi ile kapat›lamam›flt›r.


274

Yi¤it Karahano¤ullar›

amac› ile kullan›lm›flt›r. Ayn› sürecin bir parças› olarak fonlar›n tasfiyesi, kamu mali hesaplar›n›n birlefltirilmesi ve mali izlenilebilirlik de önemli bir düzenleme olarak belirmektedir. 1980’lerin mali yap›land›rmas› içinde geliflen “çoklu hazine sistemi” (E¤ilmez, 2001), “kamu tüzel kiflili¤inin parçalanmas›” (Oyan 1998: 38-39) olarak tan›mlanan meclis denetimi d›fl›nda h›zla büyüyen fon uygulamas›n›n yeniden bütçe kapsam›na al›nmas› h›zla gündeme gelmifl ve gerçeklefltirilmifltir. Bütün bu sürecin ve dönüflümün temel hedefi, kamu kesiminin denetimli ve istikrarl› biçimde birincil fazla vermesinin garanti alt›na al›nmas›d›r. Güçlü Ekonomiye Geçifl Program› ile bafllat›labilecek “kriz yönetim sürecinde” üzerinde ›srar edilen ve adeta taviz verilmeyen tek politika de¤iflkeninin büyüme ya da enflasyon de¤il, faiz d›fl› bütçe fazlas› olmas› (Oyan, 2002) da finansal kesimin bu bölümde tan›mlanma çal›fl›lan “birikim stratejisinin” en temel koflulu olmaktad›r.

Sonuç Bu çal›flmada, ulusal büyüme modellerinin, hegemonik proje olma vasf›n› kazanan egemen birikim stratejileri olarak kuruldu¤u; her bir hegemonik proje evresinde birikim sürecinin “maliyetlerinin” devletin mali aç›klar› olarak yeniden bölüflüme tabi tutuldu¤u, bunun dönemsel süreçler etraf›nda “devletin mali krizi” olarak belirdi¤i yorumu yap›lm›flt›r. Buna göre, Türkiye’nin 1960’tan günümüze yaflad›¤› kapitalist geliflme sürecini aç›klayan üç büyük hegemonik proje evresi tan›mlanm›fl ve bu evrelerde geçerli olan birikim rejimleriyle birlikte, kamu mali yap›s›n› flekillendiren dinamikler ve e¤ilimler ele al›nm›flt›r. ‹thal ikameci sanayileflme evresinde kamu harcama politikalar›, ihracata dayal› büyüme evresinde gelir politikalar› ve 1989 sonras›n› tan›mlayan finansal birikim rejiminde ise kamu borçlanma politikalar›, bu dinamiklerinin okunabildi¤i düzeyler olarak ele al›nm›flt›r. 1989 tarihinden itibaren bafllat›lan finansal hegemonik projenin, hâlâ süregitmekte oldu¤u, 2000-2001 krizlerinin bu proje için gerekli düzenlemeleri sa¤lad›¤› yorumu yap›lm›flt›r. n


Türkiye’de “Devletin Mali Krizleri”

275

Kaynakça

Gülalp, H. (1993), Kapitalizm S›n›flar ve Devlet, ‹s-

Abaç ve IBAR Group (1986), Turkey’s Banks and

tanbul: Belge.

Banking System.

http://www.bkm.com.tr/istatistikler/ist_ygi..html

Akman, C. (2001) “Devletin Borç Çukuru”, Birikim,

http://www.imkb.gov.tr/yabanci/portfoy.htm

145: 32-46. Akyüz, Y. (1995) “Globalleflme: Risklerin Belirlenmesi”, ‹flletme ve Finans, 110: 12-17. Akyüz Y. ve K. Boratav (2001), “The Making of The Turkish Financial Crisis”, www.bagimsizsosyalbilimciler.org Ar›n, T. (2000) “Financial Markets and Globalization in Turkey: Fiscal Crisis of the State”, ‹stanbul Üniversitesi ‹ktisat Fakültesi Prof. Dr. Yüksel Ülken’e Arma¤an içinde. Ar›n, T. (2001) “Krizin Yap›s› ve Gelece¤i”, ‹ktisat Dergisi, 410-411. Arrighi, G. (2000) Uzun Yirminci Yüzy›l, Ankara: ‹mge. Aybar, S. ve C. Lapavitsas (2001), “The Recent Turkish Crisis: Another Step Toward Free Market Authoritarianism”, Historical Materialism, 8. Bal, H. (2001) "Uluslararas› Finansman, D›fl Borç Yönetimi ve Türkiye", ‹stanbul: Türkiye Bankalar Birli¤i. Boratav, K. (1989) Türkiye ‹ktisat Tarihi 1908-1985, Gerçek. Boratav, K (2001) “Türkiye Ekonomi Politikalar› Uygulamalar›nda De¤iflmeler” T.C. Baflbakanl›k Devlet

http://www.spk.gov.tr/HaberDuyuru/aylikbulten/2003/Ocak/default_tr.html http://www.tbb.org.tr “The Turkish Banking Sector in 1999” http://212.15.12.196/oyak_grubu.asp ‹nsel, A. (2001) “Mali Sermaye ve Birikim Rejimi”, Birikim, 145. ‹slamo¤lu, H. (2002) “Yeni Düzenlemeler ve Ekonomi Politik: IMF Kaynakl› Kurumsal Reformlar ve Tütün Yasas›”, Birikim, 158. Jessop, B. (1990) State Theory-Putting the Capitalist System in its Place, The Pennsylvania State University. Jessop, B. (2001) “Bob Jessop ile Görüflme” Mürekkep. Jessop, B. (2001b) Regulation Theory and the Crisis of Capitalism, Edward Elgar. Karacan, A. (1996) Bankac›l›k ve Kriz, Finans Dünyas› Yay›nlar› (1). Kaya, R. (2002) “Ad›n› Koyal›m: Tutmayan Hegemonya”, Liberalizm, Devlet, Hegemonya içinde. Keyder, Ç. (2001) Türkiye’de Devlet ve S›n›flar, ‹stanbul: ‹letiflim.

Planlama Teflkilat›’n›n 41. Kurulufl Y›ldönümü Pane-

Keyman, F. (2002) Liberalizm, Devlet, Hegemonya

li, Ankara.

içinde, Keyman Fuat (der.) Everest.

Boratav, K. vd. (1987) Kriz, Gelir Da¤›l›m› ve Türki-

Lipietz, A. (1993) "Uluslararas› ‹flbölümünde Yeni

ye’nin Alternatif Sorunu, ‹stanbul: Kaynak.

E¤ilimler: Birikim Rejimleri ve Düzenleme Tarzlar›",

Bu¤ra, A. (1997) Devlet ve ‹fladamlar›, ‹stanbul: ‹letiflim. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, ‹stanbul: Milliyet. E¤ilmez, M. (2001) Hazine, ‹stanbul: Alfa. Ersel, H. (1999) “1980 Sonras› Serbestleflme Deneyimi”, Bilanço 1923-1998 II.Cilt içinde, Rona Zeynep (der.), ‹stanbul: Tarih Vakf›. Gülalp, H. (1980) “Türkiye’de ‹thal ‹kamesi Bunal›m› ve D›fla Aç›lma”, ODTÜ Geliflme Dergisi 1980 Özel Say›s›.

Toplum ve Bilim. Lipietz, A. (2001) “Rebel Sons: The Regulation School”, Jessop (2001b) içinde. Maliye Bakanl›¤› Gelirler Genel Müdürlü¤ü 1999, 2000, 2001 Faaliyet Raporlar›. Minsky, P. H. (1998) “Financial Crises and the Evolution of Capitalism: The Crash of ’87- What Does it Mean?”, Gottdiener ve Komninos (der.), Capitalist Development and Crisis Theory: Accumulation, Regulation and Spatial Restructuring içinde,. O’Connor, J. (1973) The Fiscal Crisis of The State, New York: St. Martin’s Press.


276

Yi¤it Karahano¤ullar›

O’Connor, J. (1987) The Meaning of Crisis: A Theore-

veni içinde, Tarih Vakf› Yay›nlar›.

tical Introduction, UK: Oxford New York: Blackwel.

Sönmez, S. (1998) Dünya Ekonomisinde Dönüflüm-

Olgun, H. (1978), “1978 Y›l›nda Türk Ekonomisinde

Sömürgecilikten Küreselleflmeye, ‹mge.

Ana Geliflmeler”, ODTÜ Geliflme Dergisi, 20: 91-106.

Sweezy, P. (1999) “Finans Kapitalin Yükselifli ‹le

Oyan, O. (1987) 24 Ocak Ekonomisinde D›fla Aç›lma

Güç Oda¤› Yer De¤ifltirdi”, ‹ktisat Dergisi, Aral›k

ve Mali Politikalar, V Yay›nlar›.

1999.

Oyan, O. (1998) Türkiye Ekonomisi: Nereden Nere-

Tünay, M. (1993) “The Turkish New Right’s Attempt

ye?, Ankara: ‹maj.

at Hegemony”, Eralp A.; Tünay M., Yeflilada B.

Oyan, O (2002) “‹kisi Kat› Biri Esnek”, 19 Nisan

(der.) The Political and Socioeconomic Transformation

2002 Dünya Gazetesi.

of Turkey içinde. (Makale, Praksis’in 5inci say›s›nda,

Önifl, Z. ve A. ve Ahmet Faruk (2000) “Neoliberal

Güvelo¤lu ve Dinler’in çevirisiyle yay›mlanm›flt›r).

Globalisation, Th Nation-State and Financial Crises

Yalman, G. (2002) “Tarihsel Bir Perspektiften Türki-

in the Semi-Periphery: A Comperative Analysis”,

ye’de Devlet ve Burjuvazi: Rölativist Bir Paradigma

Third World Quarterly, 21.

m› Hegemonya Stratejisi mi?” Praksis 2 (5): 7-23.

Pamuk, fi. (1987), “‹thal ‹kamesi Döviz Darbo¤azlar›

Yeldan, E. (2001) Küreselleflme Sürecinde Türkiye

ve Türkiye 1947-1979”, Boratav K., Keyder, Ç., Pa-

Ekonomisi-Bölüflüm, Birikim ve Büyüme, ‹letiflim.

muk, fi. (der.) Kriz, Gelir Da¤›l›m› ve Türkiye’nin Al-

Yeldan, E. (2002), “Neoliberal Küreselleflme ‹deolo-

ternatif Sorunu (1987) içinde, , ‹stanbul: Kaynak.

jisinin Kalk›nma Söylemi Üzerine De¤erlendirmeler”,

Sak, G. (1995), “Konsolide Bütçe Aç›klar› ve Kamu

Praksis, 2 (7): 19-34.

Aç›klar›n›n Finansal Piyasalardaki A¤›rl›¤›n›n Faiz

Yeldan, E. ve Ü. Cizre (2000) “Politics, Society and

Oranlar› ve Döviz Kurlar› Üzerindeki Etkileri: S›cak

Financial Liberalization: Turkey in the 1990s”, Deve-

Para Politikalar› m› ‹zleniyor?”, ‹flletme ve Finans,

lopment and Change, 31: 481-508.

110: 36-53.

Yentürk, N. (2001) “Türkiye Ekonomisinin Son Yir-

Saybafl›l›, K. (1986) Türkiye’de Planl› Ekonomik Kal-

mi Y›l›: Yang›n Söndü, Arsay› Kurtard›k”, www.ba-

k›nma Döneminde Devletin Ekonomiye Müdahalesi

gimsizsosyalbilimciler.org

(1963-1985), Ankara: Birey ve Toplum.

Yerci, C. (2001) Vergi; Kim Ödüyor? Kim Kaç›r›yor?

Sönmez, M. (1992) Türkiye’de Holdingler: K›rk Hara-

Kim Yak›n›yor?, Gözlem.

miler, Ankara: Arkadafl.

Y›ld›r›m, N. (1978) “Türkiye Ekonomisinin ‹thalata

Sönmez, M. (1998) “Sermaye Birikiminin 75 Y›ll›k

Ba¤›ml›l›¤›: 1968 ve 1973 Y›llar›”, ODTÜ Geliflme

Geliflimi: Kilometre Tafllar›”, 75 Y›lda Paran›n Serü-

Dergisi, 20: 120-153.


Praksis 9

| Sayfa:

277 - 300

Küreselleflen Tar›m ve Türkiye’de Tar›m Reformu Hülya Kendir

on y›llarda, küreselleflme konusunda tart›fl›l›rken, tar›m sektöründe de bir ‘küreselleflme’ süreci yafland›¤›ndan bahsedilmektedir. Türkiye’de de son istikrar program› çerçevesinde bir tar›m reformu gündeme gelmifl, devletin ‘s›rt›ndaki a¤›r yük’ olan tar›m sektöründen çekilece¤i ve tar›mdaki küreselleflme sürecine uyumu sa¤layacak dünya standartlar›n›n yakalanaca¤› yönünde hedefler dile getirilerek çeflitli düzenlemeler hayata geçirilmifltir. Küreselleflme sürecinde, birçok baflka sektörde oldu¤u gibi, tar›m sektöründe de, uluslararas› sermaye belli bir a¤›rl›k kazanm›fl, bu alanda faaliyet gösteren dev çok uluslu flirketler oluflmufl ve dünya çap›nda belirleyici olmaya bafllam›flt›r. Türkiye’de 1980’li y›llar›n bafl›ndan itibaren hayata geçirilen liberalizasyon temelindeki ihracata dönük kalk›nma, devletin küçültülmesi ve yap›sal uyum politikalar›, tar›m sektörünü küresel düzeydeki bu de¤iflime paralel bir flekilde dönüfltürmektedir. Bununla uyumlu bir flekilde, Türkiye’de, çok uluslu tar›m ve g›da sermayesinin ve uluslararas› sermaye ile iliflkiye geçmifl sermaye kesiminin faaliyetlerinin ve ç›karlar›n›n tar›m reformu politikalar›nda etkili oldu¤u görülmektedir. Dolay›s›yla, tar›m reformu politikalar›n›n uluslararas› sermayenin ve onunla iliflki içinde yerel sermaye kesimlerinin taleplerini büyük ölçüde yans›tt›¤›n› söylemek mümkündür. Ancak, tar›m sektöründeki di¤er sermaye gruplar›n›n ve çal›flan kesimlerin tümünün bu politikalardan ayn› flekilde etkilendi¤ini söylemek mümkün de¤ildir. Köylerde yaflayan nüfusun büyüklü¤ü, çal›flan kesimin neredeyse yüzde 45’inin tar›mda istihdam edilmesi, kentlerde yaflayan alt ve

S


278

Hülya Kendir

orta kesimlerin tar›msal üretime do¤rudan ba¤l›l›¤› gibi koflullar da dikkate al›nd›¤›nda, tar›m sektöründe devletin küçültülmesi ve tar›m reformu politikalar›n›n çeliflkilerle ilerledi¤i ve baz› s›n›fsal çat›flmalar› a盤a ç›kard›¤› ifade edilebilir. Dolay›s›yla, Türkiye tar›m›n›n, küreselleflme sürecine uyumunu hedefleyen reform politikalar›n› genifl bir kapsam›n içinde de¤erlendirmek gerekmektedir. Bu çal›flmada, öncelikle yirminci yüzy›l boyunca uluslararas› tar›m ticaretinin geçirdi¤i aflamalardan söz edilerek 1994 GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaflmas›) Tar›m Anlaflmas› ile birlikte, küreselleflen tar›m olgusuna nas›l ulafl›ld›¤› anlat›lmaya çal›fl›lacakt›r. ‹kinci bölümde, bu geliflmelerin içinde, uzun y›llar devlet taraf›ndan korunan ve desteklenen tar›mda ‘kendi kendine yeten ülke’ olarak nitelendirilmifl bir Üçüncü Dünya ülkesi olarak Türkiye’de, küreselleflmenin somut bir flekilde dile getirilmeye baflland›¤› 1980’li y›llardan itibaren, devletin uluslararas› finans kurumlar›n›n eflli¤inde yürüttü¤ü yap›sal uyum politikalar› çerçevesinde giderek tar›m sektöründen çekilmesinin ve küreselleflen sermayenin taleplerine göre yeni düzenlemelere giriflmesinin ayr›nt›lar› tart›fl›lacakt›r. Sonuç olarak, tar›mdaki politikalar›n dönüflümünün ve düzenlemelerin ulusal ve ‘küresel’ boyutlar›yla incelenmesinin, kapitalizmin krizleriyle birlikte devlete yüklenen ifllevlerin nas›l de¤iflti¤ini görmemize yard›mc› olaca¤› umut edilmektedir.

1. Uluslararas› Tar›m Ticaretinden Küreselleflen Tar›ma: Korumac›l›ktan Liberalizasyona Tar›m›n küreselleflmesine dair tart›flmalara girmeden önce, yirminci yüzy›l boyunca uluslararas› alanda tar›m sektörünün nas›l düzenlendi¤ine bakmak gerekmektedir. Yirminci yüzy›l›n bafllar›nda, Birinci Dünya Savafl› ve Büyük Bunal›m y›llar›nda yaflanan s›k›nt›lar›n etkisiyle ülke içi g›da güvenli¤i düflüncesi egemen olmufl; uluslararas› tar›m ticaretinde korumac› politikalar ve ülke içinde destekleme politikalar› bafllam›flt›r (Aruoba, 1989: 82-83). Bu geliflmenin, Keynesyen ekonomi politikalar›yla ve refah devleti uygulamalar›yla paralel geliflti¤inin de gözden kaç›r›lmamas› gerekir. ‹kinci Dünya Savafl› sonras›nda, savafltan en güçlü biçimde ç›kan ülke olan Amerika Birleflik Devletleri (ABD), uluslararas› ticaretin yap›s›n› yeniden, kendi istek ve beklentileri do¤rultusun-


Küreselleflen Tar›m ve Türkiye’de Tar›m Reformu

da oluflturmaya bafllam›flt›r. Uluslararas› tar›m ticareti de, ABD’nin azgeliflmifl ülkelere yapt›¤› g›da yard›m› çerçevesinde örgütlenmifltir. Bu yard›m›n ana amac›, Amerikan tah›l stoklar›n› eritmek ve ABD’nin afl›r› üretimi için istikrarl› bir pazar oluflturmakt›. Yeni rejim, bafllang›çta Avrupa ülkelerine yeniden yap›lanma için verilen Marshall yard›m›yla s›n›rl›yd›. Zamanla Avrupa ülkeleri g›da üretimi konusunda kendi kendilerine yeterli hale gelince, Amerikan g›da yard›m›, 1954’de onaylanan PL 480 Yasas› (Public Law 480) çerçevesinde azgeliflmifl ülkelere yönlendirilmifltir. A¤›r olmayan ödeme koflullar›yla Amerikan bu¤day› sat›fl›n› öngören bu yard›m, Marshall yard›m›ndan farkl› olarak, ilgili ülkelerde tar›msal yap›n›n dönüflümüne dair bir plan içermemektedir. Böylece, Üçüncü Dünya ülkelerinin geliflmemifl tar›msal yap›lar› ve üretimleri d›flardan gelen daha ucuz tar›m ürünleri karfl›s›nda giderek zay›f kalmaya bafllam›flt›r. Bu durum, daha sonralar› Üçüncü Dünya ülkelerinin tah›l ithalat›na ba¤›ml› hale gelmelerine katk›da bulunmufltur (Yenal ve Yenal, 1993: 95). Örne¤in, 1950’lerden itibaren azgeliflmifl ülkelerin yapt›¤› ithalat içinde g›da ürünlerinin oran› giderek artm›flt›r. 1950’de azgeliflmifl ülkelerin toplam ithalat›nda bu¤day ithalat› yüzde 10 düzeyinde iken, 1980’de yüzde 57 gibi bir düzeye yükselmifltir. Bu çok belirgin art›fl, dünya g›da pazar›ndaki tekelci e¤ilimin art›fl›na paralel ve birkaç çok uluslu flirketin bu alandaki hâkimiyeti ile birlikte seyretmektedir (Ayd›n, 2000: 115). Bu yeni sistemin temel kurallar›n›, 1947 y›l›nda haz›rlanan ve dünya ticaretinin tamam›n› gerçeklefltirmekte olan seksen ülke taraf›ndan imzalanan GATT anlaflmas› oluflturmufltur. Uluslararas› tar›m ürünleri ticareti de¤iflik ve çok say›da yollarla GATT genel kurallar›n›n d›fl›na çekilmifltir. Bunlardan en önemlisi ve etkilisi, ABD’nin tar›m ürünleri ithalat›na miktar k›s›tlamalar› koyabilece¤ine dair anlaflma maddesidir. Bu kural, 1950’li ve 1960’l› y›llarda ABD tar›m sektörü aç›s›ndan olumlu sonuçlar do¤urmufl; dünyan›n baflka ülkeleri ve ülke gruplar›n›n benzer koruma önlemleri almalar› için de aç›k kap› sa¤lam›flt›r. (Aruoba, 1989: 83-87). 1960’l› y›llarda, uluslararas› ticarette, Avrupa Toplulu¤u (AT), ABD’nin yan›s›ra ve zaman zaman ondan daha etkili olacak bir biçimde ortaya ç›km›flt›r. Bu geliflmelerin dünya tar›m ürünleri aç›s›ndan belirleyici özelli¤i, bu iki gücün ç›karlar›n›n, beklentilerinin ve politikalar›n›n birbiriyle çat›flmaya bafllamas›d›r. AT’nun tar›m ticaretinde bu kadar güçlenmesinin, ABD’nin

279


280

Hülya Kendir

1

Cairns Grubu’nu, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Arjantin, Brezilya gibi tar›msal üretimi çok büyük olan 14 ülke oluflturmaktad›r.

1960’l› y›llarda uygulad›¤› ve AT’nin tar›m aç›s›ndan k›sa bir korunma dönemine gerek duydu¤u düflüncesinden hareket eden politikan›n bir sonucu oldu¤u iddia edilmifltir. Bu politikan›n sonuçlar›, GATT Kennedy Turu görüflmelerinde ortaya ç›km›fl, AT’nin –pamuk ve soya fasulyesi konusunda baz› tavizler vermekle birlikte– tar›m ürünleri ticareti söz konusu oldu¤unda kendisine uygun politikalar uygulayabilece¤ine dair anlaflmaya var›lm›flt›r (Aruoba, 1989: 89). Bu dönemde, ABD’de ve daha sonra Avrupa’da ‘kitlevi’ ve dayan›kl› g›da maddelerinin tüketimi artm›fl, Üçüncü Dünya ülkelerinde de g›dan›n metalaflmas› h›z kazanm›flt›r (Yenal ve Yenal, 1993: 95). Ancak, kitlevi üretim ve tüketim, görüntüde ulusal ekonomiye içsel olarak örgütlenmifl olmas›na ra¤men, girdiler ve piyasalar uluslararas› alanda örgütlenmifl durumdad›r. Tar›m 1950’lerde ve 1960’larda geliflmifl kapitalist ülkeler aras›nda s›n›rlar ötesinde ve sektörler aras›nda entegre olmaya bafllam›flt›r (Yenal ve Yenal, 1993: 98). Bu dönem, Avrupa’n›n tah›l ihracat› alan›nda ABD’ye karfl› daha ciddi bir rakip haline geldi¤i 1960’larda sars›lmaya bafllam›flt›r. ABD ve AT aras›nda uluslararas› tar›m ticareti konusunda, 1970’lerin ortas›nda gerçekleflen ticaret patlamas› nedeniyle bir süre su yüzüne ç›kmayan mücadele, 1980’li y›llarda iktisadi büyümenin yavafllamas›, uzun süren durgunluk, dünya ticaretinin gerilemesi, bütün bunlara ba¤l› olarak ülke içi tar›m sorunlar›n›n giderek önem kazanmas› gibi geliflmelerle a盤a ç›km›flt›r. GATT Tokyo Turu ve ard›ndan Arjantin Turu görüflmelerinden itibaren tar›m sektörü önemli bir tart›flma ve pazarl›k konusu haline gelmifltir (Aruoba, 1989: 89-90). Öte yandan, 1973’te, Sovyet pazar›n›n Amerikan tah›l›na aç›lmas›yla, Üçüncü Dünya ülkelerine yönelik g›da yard›m›, ABD aç›s›ndan önemini yitirmifl ve dünya piyasas›nda bu¤day fiyatlar›n›n yükselmesiyle birlikte azgeliflmifl ülkeler tah›l d›flal›m›n›n bedelini ödemekte zorlanmaya bafllam›flt›r (Yenal ve Yenal, 1993: 97-98). Benzer flekilde, ulusal ve küresel düzeyde tar›msal yap›lardaki bu dönüflümün Keynesyen ekonomi politikalar›n›n sona ermesiyle paralelli¤ine de dikkat etmek gerekir. 1986 y›l›nda bafllayan GATT Uruguay Turu’nun ana gündem maddesi tar›md›r; bu görüflmeler tar›mdaki küreselleflme süreci aç›s›ndan çok önemli bir ad›m olmufltur. Uruguay Turu, büyük ölçüde ABD, Avrupa Birli¤i (AB) ve Cairns Grubu1 ülkelerinin çekiflmeleri ve pazarl›klar› ile devam etmifltir. Özellikle, do¤al kaynaklar› ve iklimleri sayesinde tar›msal üretimi büyük olan ve


Küreselleflen Tar›m ve Türkiye’de Tar›m Reformu

tar›mda daha az korumac› politika izleyen Avustralya, Yeni Zelanda, Arjantin ve Kanada gibi ülkeler, tar›m ürünleri ticaretinin serbestlefltirilmesini ve gelirlerini art›rmay› amaçlam›flt›r. Dolay›s›yla, ‘karfl›laflt›rmal› üstünlükler’ liberal teorisine dayanarak serbest ticareti savunmufllar; ABD de bu görüflün savunucusu olmufltur. Tar›m sektöründe, ülke içi ve s›n›rdaki korumalar› yüksek olan AB ve Avrupa Serbest Ticaret Birli¤i (EFTA) gruplar›ndaki ülkeler ve Japonya, bu görüfle muhalefet etmifltir (Özkaya vd., 2001: 47). Tura kat›lan 125 ülke, belli bir süre içinde, tar›m sektörüne yönelik tarife d›fl› engellerin gümrük tarifelerine çevrilmesi, ihracata sa¤lanan sübvansiyonlar›n azalt›lmas›, desteklemelerin kald›r›lmas› ve ithalat›n art›r›lmas›na iliflkin Marakefl fiart›’n› (RG, 25.2.1995, 22213, Mükerrer) imzalam›flt›r. Anlaflma üretici gelirlerine yap›lan do¤rudan yard›mlarla, tar›msal araflt›rma, hastal›klarla mücadele, altyap›, bölgesel yard›m ve çevre koruma programlar›na yap›lan harcamalar› indirilmesi gereken desteklerin d›fl›nda tutmaktad›r (fiengül, 1998: 12). Ayr›ca, Anlaflma, ithalat sübvansiyonlar›, ihracat vergileri, devlet-d›fl› ticaret tekelleri ya da tar›m› dolayl› olarak vergilendiren politikalar› d›flar›da b›rakm›flt›r (Akder, 1998: 25). Bu ba¤lamda, kapitalizmin aflamalar› aç›s›ndan, 1970’lerden itibaren sermaye birikiminin dünya ölçe¤inde etkin ifllemeye ve bu anlamda sermayenin merkezileflme, yo¤unlaflma ve geniflleme e¤iliminin dünya ölçe¤inde belirleyici olmaya bafllad›¤›n› belirtmemiz gerekmektedir (Ercan, 2002: 49). 1980’lerden itibaren tar›mda da yeni bir birikim rejiminin olufltu¤u öne sürülebilir. Bir yandan, dünya tar›m› art›k çok uluslu g›da üreticisi flirketlerin taleplerine göre örgütlenmektedir. Di¤er yandan, Üçüncü Dünyada, hükümetler uluslararas› piyasalar›n dayatt›¤› talepler karfl›s›nda ulusal tar›m ve g›da sektörlerini yaratmada baflar›l› olamam›fl ve 1970’lerden itibaren birçok azgeliflmifl ülke hükümeti, büyük bir borç krizi içine girerek g›da ve g›da ithalat› faturalar›n› ödeyemez hale gelmifltir. Sonuç olarak, bu ülkelerinin ekonomilerinin ihracata yönelik olarak yeniden yap›land›r›lmas›n› talep eden uluslararas› finans kurumlar›, bu devletlerin tar›m› örgütlemedeki rollerini afl›nd›rm›flt›r (Friedmann ve McMichael, 1989’dan aktaran: Yenal ve Yenal, 1993). Bu kurumlar›n verdi¤i yap›sal uyum kredileri yoluyla, çok uluslu finans sermayesi ihracata yönelik tar›m› desteklemektedir. Böylece devletin tar›msal üretimi iç g›da taleplerinin tatmini için yönlendirebilece¤i politikalar› ve kurumlar› infla edebilme gücü de k›s›tlanmaktad›r

281


282

Hülya Kendir

(McMichael ve Myhre, 1991: 99). Ancak, tar›mda yeniden yap›land›rmay› talep eden bu politikalar ayn› zamanda, özellikle Üçüncü Dünya ülkelerinde, devletin bu dönüflümü büyük ölçüde yönlendirmesini gerektirmektedir. Üçüncü Dünya ülkeleri, hem ihracata yönelik tar›msal üretim aç›s›ndan hem de üretimin örgütlenme biçimi aç›s›ndan Bat›’n›n üretici sermayesi ile ba¤lant›l› hale gelmifltir. Bir yandan, Latin Amerika örne¤inde oldu¤u gibi, tar›msal üretim ve Bat›’daki tar›msal g›da sanayileri aras›nda dikey entegrasyon ve koordinasyon, yani sözleflmeli çiftçilik yang›nlaflmaktad›r. Di¤er yandan, Üçüncü Dünyan›n ihracata yönelik tar›m›, sermaye-yo¤un niteli¤iyle, yerli sermayeyle oldu¤u kadar yabanc› sermaye ile ba¤lant› içindedir. Tar›m-sanayilerin bask›s› alt›nda, devletler, yeni yabanc› biyoteknolojiler için pazar haline gelen büyük ölçekli ve sermaye-yo¤un tar›m› teflvik etmektedir. Bu geliflmeler sonucunda, Üçüncü Dünya ülkeleri tar›m›nda ortaya ç›kan e¤ilim, ölçek büyümesi ve sermaye yo¤unlaflmas›d›r; bu k›rsal kesimdeki yoksul üreticilerin daha da marjinalleflmesine yol açmaktad›r (Sorj ve Wilkinson, 1990: 26). Dolay›s›yla, 1980’lerde ulusal düzenlemenin zay›flamas›, genelde Üçüncü Dünya ülkeleri için geçerli olmufltur. Bat›l› devletlerin (Japonya dahil), tar›m sektörlerini koruma konusunda karar verebiliyor olmalar›, bu ülkelerin tar›mlar›n› hala ‘ulusal’ düzeyde düzenleyebildiklerini göstermektedir (Yenal ve Yenal, 1993: 112). Bu noktada, tar›mda devlet korumac›l›¤›n›n ve desteklemesinin azalt›lmas›n›n ve liberalizasyona geçilmesinin Üçüncü Dünya ülkelerinin azgeliflmiflli¤ini derinlefltirdi¤ini, ancak tar›mdaki nüfusu azalm›fl, tar›m sektörleri belli bir düzeyin üzerinde verimli ve k_rl› olan geliflmifl ülkeler için ayn› sonuçlara yol açmad›¤›n› belirtmemiz gerekmektedir.

2. Türkiye’de Tar›m ve Devlet: Destekleme Politikalar›ndan Yap›sal Uyum Politikalar›na Türkiye kapitalizminin içe yönelik sermaye birikim modeli, 1920’lerden itibaren devletin etkin müdahaleleri ile belirlenmifltir. “Bu süreçte, devlet çifte ifllev yüklenmifltir; bir yandan müdahaleler ile tüccarl›ktan sanayicili¤e geçifli h›zland›r›rken, di¤er yandan ülke içinde uluslararas› sermaye ile iflbirli¤i içinde olan geliflmekte olan yerel sermayeyi genel olarak uluslararas› sermayenin olumsuz etkilerinden korumaya yönelmifltir” (Ercan, 2002: 56). ‹çe yönelik sermaye birikim süreci içinde, Türkiye’de tar›m


Küreselleflen Tar›m ve Türkiye’de Tar›m Reformu

sektörü gereken ve beklenen h›zla kapitalistleflme sürecine entegre olamam›flt›r. Tar›m sektörü sürekli olarak devletin korumas› alt›nda olmufl, tar›msal girdiler devlet taraf›ndan destek görmüfltür. Bu aç›dan tar›msal mallar›n sanayi mallar› karfl›s›ndaki konumu ve iç ticaret hadleri sürekli olarak tar›m lehine geliflmifl, yani tar›mdan sanayiye kaynak aktar›m› gerçekleflmemifltir. Türkiye’de tar›m-sanayi aras›ndaki iliflkinin niteli¤ini anlamak için Kurtulufl Savafl›’ndan itibaren ekonomik ve siyasi yap›da büyük etkinli¤e sahip olan toprak sahiplerinin varl›¤› ve varl›k nedenleri çok önemlidir (Ercan, 2002: 66). 1930’lu y›llardan itibaren tar›m, destekleme al›mlar›, girdi sübvansiyonlar› ve düflük faizli kredilendirme ile devlet taraf›ndan desteklenmifltir. Ayr›ca, tar›m kesimine yönelik bu hizmetleri gerçeklefltirecek genifl çapl› bir devlet örgütlenmesi oluflmufl, 1940’lardan itibaren birçok tar›msal K‹T kurulmufltur. Ayr›ca tar›msal araflt›rma, yay›m ve sulama hizmetleri de devlet eliyle yürütülmüfltür.2 ‹kinci Dünya Savafl› sonras› dönemde Türkiye’de tar›m ve g›da sektörü da¤›n›k ve küçük ölçekli bir yap›ya sahiptir. Demokrat Parti döneminde say›lar› art›r›lan K‹T’ler var olan pazar yap›s›n› dönüfltürmek yolunda üretim ve da¤›t›m faaliyetlerinde bulunmufl, ancak etki alanlar› s›n›rl› olmufltur. Öte yandan, uluslararas› sermayenin Türkiye’deki g›da ve tar›msal girdi pazar›na girifli de 1950’li y›llara kadar uzanmaktad›r; ancak faaliyet alanlar› belli bafll› birkaç sektörle s›n›rl› kalm›flt›r. Örne¤in, bu dönemde Unilever’in nebati ya¤ üretimine bafllamas›n›n yan› s›ra, Coca Cola da gazl› meflrubat üretimi ve da¤›t›m› yapm›flt›r. Ayr›ca, CibaGeigy, Bayer, Sandoz ve Pfizer gibi uluslararas› flirketler de gübre ve tar›m ilaçlar› üretiminde faaliyet göstermeye bafllam›flt›r. Ancak, Unilever ve Coca Cola haricinde, Türkiye’de tar›m, g›da iflleme ve içecek imalat› sektörlerinde bulunan toplam 13 yabanc› flirketin pazar paylar› 1980’lere kadar önemsiz bir düzeydedir (Yenal, 2001: 37). Küçük ölçekli ve yerel özelliklere sahip tar›m ve g›da sektörünün, bu niteli¤inin 1980’lere kadar çok de¤iflmemesi, nebati ya¤ sektörü d›fl›nda uluslararas› yat›r›mlar›n önemsiz miktarlarda olmas›n›n yan› s›ra, özel sektöre ait ulusal flirketlerin bu sektörde faaliyet göstermemesiyle aç›klanabilir (Yenal, 2001: 38). 1980 y›l›, Türkiye’nin ekonomik ve siyasal yaflam›nda önemli bir dönüm noktas›d›r. 1980 y›l› Ocak ay›nda yürürlü¤e konan ve 24 Ocak Kararlar› olarak an›lan istikrar program›, o güne kadar izlenen kalk›nma stratejisinin terk edildi¤ini göstermektedir. ‹stikrar program› ile Türkiye’nin korumac›, ithal ikameci politika-

283

2 Tar›msal araflt›rma, e¤itim ve yay›m hizmetlerinin, 1930’lu y›llarda devlet eliyle bafllat›lmas› ve yürütülmesi konusunda ayr›nt›lar için bkz. ‹lhan Tekeli ve Selim ‹lkin (1988: 37-89).


284

Hülya Kendir

larla sanayileflmeye dayal› kalk›nma politikas› bir yana b›rak›lm›fl, onun yerine liberal politikalar›n öne ç›kt›¤› d›fla aç›k, ihracata dayal› yeni bir kalk›nma stratejisi çizilmifltir. 1980 istikrar program› çerçevesinde Uluslararas› Para Fonu’na (IMF) verilen niyet mektubu ve Dünya Bankas›’na sunulan taahhüt mektubunda serbest piyasa güçlerine dayanan bir ekonomik düzen oluflturulaca¤›, devletin birçok sektörden el çekece¤i, sanayi, tar›m ve petrol alanlar›n›n yabanc› sermayeye aç›laca¤›, K‹T’lerin bütçeye yük olmaktan ç›kar›laca¤› belirtilmektedir (Sezen, 1999: 207). D›fla aç›lmay› gerçeklefltirebilmek için devlet müdahaleleri en aza indirilmifl, K‹T’lere fiyat belirleme yetkisi verilmifl, döviz kurlar›nda sabit kur politikas› terk edilerek esnek kur politikas›na geçilmifl, faiz oranlar› enflasyonun üzerinde ve serbestçe belirlenmifl, fiyat denetimleri ve sübvansiyon uygulamalar›n›n azalt›lmas› amaçlanm›flt›r. Bu genel yaklafl›mlar çerçevesinde, ihracata yönelik sektörlerde yat›r›m yap›lmas› ve yabanc› sermaye yat›r›mlar›, ekonomik büyümeye h›z kazand›raca¤› gerekçesiyle teflvik edilmifltir. Döviz kurlar›ndaki serbestleflmeye paralel olarak, ithalat rejiminde de de¤iflmeler ortaya ç›km›flt›r (Baray ve Ergun, 1990: 69-70). 1980’den itibaren, tar›m sektöründe politikalar belirlenirken, tar›msal ürün fiyatlar›n›n yüksek tutulmas›n›n, tar›msal girdilere verilen sübvansiyonlar›n ve düflük faizli kredilerin parasal geniflleme üzerindeki etkisinin yaflanan enflasyonlara neden oldu¤u görüflü, gerekçe olarak gösterilmifltir. Bir baflka deyiflle, tar›m sektörü, enflasyonun bir kayna¤› olarak de¤erlendirilmeye bafllanm›flt›r. Öte yandan, tar›msal destekleme politikalar›ndan hangi kesimlerin en çok yararland›¤› konusunda çeflitli araflt›rmalar gündeme gelmifl, bunlar›n geçimlik kesimdeki üreticiden çok, ticari kesimdeki üreticiye ve büyük tar›m iflletmelerine yarad›¤› ileri sürülmüfltür (Köymen: 1999: 29). ‹kinci olarak tar›msal altyap› çal›flmas›n›n h›zland›r›lmas› (sulama, drenaj, toprak koruma ve tarla içi gelifltirme gibi), tohum ve tar›msal girdi ithalinde getirilen kolayl›klar ile tar›mda verimin artaca¤› iddia edilmifltir. Son olarak, sa¤lanan teflvikler ve kur uygulamalar›yla artan ihracat›n, tar›m sektörü üretimi üzerinde uyar›c› etki yarataca¤› beklentisi gündeme getirilmifltir (Baray ve Ergun, 1990: 89; Ören, 1998: 85). 1980’li y›llar›n bafl›nda ithal ikameci sanayileflmeye dayal› kalk›nmac› politikalar›n yerini ihracata dayal› büyüme politikalar›n›n almas›na paralel olarak, tar›m ve g›da sektörünün bir yeniden yap›lanma sürecine girdi¤i söylenebilir. Bu dönemde Türkiye’de tar›m politikas›ndaki dönüflümlerin, dünyadaki uluslararas› g›da


Küreselleflen Tar›m ve Türkiye’de Tar›m Reformu

düzenindeki deregülasyon ve uluslararas›laflma e¤ilimlerine koflut bir flekilde geliflti¤i belirtilmelidir. Dünya tar›m ürünleri piyasas›ndaki elveriflli koflullar›n da yard›m›yla Türkiye’de tar›m ürünlerine uygulanan fiyat sübvansiyonlar› 1970’lerin sonlar›na kadar sürdürülebilmifl; 1980’lerin bafllar›nda dünya piyasalar›nda hububat fiyatlar›n›n ciddi miktarda düflmesiyle birlikte, ülkenin d›fl borç ödemelerinde ciddi zorluklar yafland›¤› bir konjonktürde tar›ma uygulanan sübvansiyon politikalar›n›n maliyeti çok yükselmifltir. Ayn› dönemde, Dünya Bankas› ve IMF’nin kamu harcamalar›n›n k›s›lmas› için Türkiye’ye uygulad›¤› bask›y› ve uygulanmaya bafllanan yap›sal uyum politikalar›n› da unutmamak gerekir. 1980’lerden bu yana, Türkiye’de tar›msal üretim ve g›da sanayinde uluslararas› sermayenin rolü önemli ölçüde büyümüfltür. Türkiye’nin önde gelen yerli sermaye gruplar› (Sabanc›, Koç, Yaflar, Tekfen vs.) giderek büyüyen ölçeklerde, çok uluslu flirketlerle ortakl›klara girerek et, süt ve sütlü mamülller üretimi, g›da paketlemesi, sebze ve meyve ifllenmesi ve dondurulmas›, çay üretimi, tam ve yar› haz›r g›da üretimi, g›da pazarlamas› ve perakendecili¤i gibi alanlarda faaliyet göstermeye bafllam›flt›r. Köy-Tür ve Piyale gibi g›da üreticileri de yabanc› flirketlerle ortakl›klar kurarak üretim hacimlerini ve ürün çeflitlerini art›rm›flt›r. Ayn› dönemde, dünyada catering (haz›r yemek) alan›nda önde gelen Sodexho ve Marriott gibi çok uluslu flirketler ile McDonald’s, Pizza Hut ve Burger King gibi fast-food devleri Türkiye piyasas›na girmifl ve büyük yat›r›mlar yapm›flt›r. Kimi Bat›l› flirketler ise kendi alt flirketlerini kurmak yoluyla Türkiye’de üretime bafllam›flt›r. Bu geliflmelere karfl›n, Türkiye’de küçük ölçekli g›da üretimi hala yayg›n bir flekilde sürmektedir. Ancak, çok uluslu g›da flirketlerinin büyük ölçekli ve yüksek teknolojili tesislere yat›r›mlar›n›n artmas›yla birlikte, Türkiye’deki g›da üretim yap›s›n›n uluslararas› tar›m ve g›da endüstrisinin bir parças› olmas› yönünde h›zla dönüfltü¤ü ifade edilebilir (Yenal, 2001: 42-43).

3. Tar›m Sektöründe Yap›sal Uyum Süreci: Yerel ve Uluslararas› Sermayenin Ç›karlar› Aç›s›ndan Dünya Bankas›’n›n Rolü Tar›m sektöründe yap›sal uyum süreci, Dünya Bankas› ile yap›lan anlaflmalarla büyük ölçüde yönlendirilmifltir.3 Yönlendirmede birincil rolü, tar›ma iliflkin Sektörel Kredi Anlaflmas› (SECAL) (RG, 13.7.1985) oynam›flt›r. 27 Haziran 1985’de Türkiye

285

3 1980-2001 y›llar› aras›nda Dünya Bankas› ile tar›m sektörüne iliflkin olarak Sektörel Kredi Anlaflmas› ile birlikte toplam 13 tane kredi anlaflmas› imzalanm›flt›r. Bu anlaflmalar kronolojik olarak flu flekildedir: 1)Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararas› ‹mar ve Kalk›nma Bankas› Aras›ndaki (‹kinci Meyve ve Sebze Projesi) ‹kraz Anlaflmas›, Tarih: 6 Nisan 1981, BK Karar›: 8/2977, 18.5.1981; RG: 25 Haziran 1981, 17381; 2) Türkiye Cumhuriyeti ile Milletleraras› ‹mar ve Kalk›nma Bankas› Aras›nda Akdedilen 18 May›s 1982 Tarihli ‹kraz Anlaflmas› (‹kinci Gübre Rasyonalizasyon ve Enerji Tasarrufu Projesi), BK Karar›: 8/4885, 16.6.1982; RG: 15 Temmuz 1982, 17755; 3) Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararas› ‹mar ve Kalk›nma Bankas› Aras›nda Akdedilen 27 Haziran 1983 Tarihli Garanti Anlaflmas› (‹kinci Tar›msal Kredi Projesi), BK Karar›: 83/7095, 14.9.1993; RG: 20 Ekim 1983, 18197; 4) Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararas› ‹mar ve Kalk›nma Bankas› Aras›ndaki (Tar›msal Yay›m ve Uygulamal› Araflt›rma Projesi) ‹kraz Anlaflmas›, BK Karar›: 84/8250, 27.6.1984; RG: 5 A¤ustos 1984, 18480; 5) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararas› ‹mar ve Kalk›nma Bankas› Aras›ndaki ‹kraz Anlaflmas›n› ve


286

Hülya Kendir

Uluslararas› ‹mar ve Kalk›nma Bankas› ve Toprak Mahsulleri Ofisi Aras›ndaki Proje Anlaflmas›n› (Tah›l Depolama Projesi) Birlikte De¤ifltiren Anlaflma, Tarih: 29 Mart 1985, BK Karar›: 85/9460, 8.5.1985; RG: 27 Haziran 1985, 18794; 6) Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararas› ‹mar ve Kalk›nma Bankas› Aras›ndaki (Tar›m Sektörü Uyum ‹kraz›) ‹kraz Anlaflmas›, Tarih: 27 Haziran 1985, BK Karar›: 35/9659, 7.7.1985; RG: 13 Temmuz 1985, 18810; 7) Türkiye Cumhuriyeti (Borç Alan) ile Milletleraras› ‹mar ve Kalk›nma Bankas› (Dünya Bankas›) Aras›nda 27 Mart 1986 Tarihinde Yap›lan Anlaflma (Drenaj ve Tarla ‹çi Gelifltirme Projesi), BK Karar›: 86/10680, 15.5.1986; RG: 25 May›s 1986, 19117; 8) Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararas› ‹mar ve Kalk›nma Bankas› Aras›nda 28 Haziran 1989 Tarihli ‹kraz Anlaflmas› (Tar›msal Sanayi Projesi), BK Karar›: 89/14350, 27.7. 1989; RG: 2 A¤ustos 1989, 20240; 9) Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararas› ‹mar ve Kalk›nma Bankas› Aras›ndaki (Tar›msal Araflt›rma Projesi) ‹kraz Anlaflmas›, 12 Haziran 1992, BK Karar›: 92/3397, 6.8.1992; RG: 9 Eylül 1992, 21340; 10) Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararas› ‹mar ve Kalk›nma

ile Dünya Bankas› aras›nda “tar›m sektörünün yap›sal uyumu”nun sa¤lanmas› amac›yla bir sektörel kredi anlaflmas› imzalanm›flt›r. Türkiye, bu kredi anlaflmas›ndan daha önceki ve sonraki tarihlerde de, Dünya Bankas› ile sektöre iliflkin çeflitli projeler hakk›nda kredi anlaflmalar› imzalam›flt›r. Tar›m yönetiminin ve genel olarak kamu yönetiminin de¤iflimi aç›s›ndan “ … bu anlaflmalar›n iki belirgin özelli¤i vard›r: (1) Ulusal plan ve programlar›n hedef ve stratejilerini yönlendirme özelli¤i, (2) Do¤rudan kamu sektörü ve kamu yönetiminin örgütlenmesi çal›flma iliflkileri, istihdam biçimleri ve ifllevlerini de¤ifltirme etkisi.” (Güler, 1995: 28). Sözü geçen anlaflmalar incelendi¤inde, 1980 sonras› tar›m sektörüne yönelik politikalar›n ve yönetimin de¤iflimi üzerinde önemli etkileri oldu¤u görülmektedir. Sektörel kredi anlaflmas› ile birlikte bütün anlaflmalarda, tar›ma yönelik olarak, devletin belirleyicili¤inde destekleme al›m›, fiyat ve girdi sübvansiyonlar› ve kredilendirme boyutlar›nda sürdürülen politikalar›n her aflamas›na iliflkin çeflitli öneriler ve kredinin kesilmemesi için yerine getirilmesi beklenen koflullar vard›r. Bunlar, içerikleri ve beklentileri aç›s›ndan bir bütün oluflturmaktad›r. Kredi anlaflmalar›n›n ayr›nt›lar›na girildikçe, söz konusu bütünsellik net bir flekilde a盤a ç›kmaktad›r. Yap›lmak istenen, yap›sal uyum çerçevesinde tar›m yönetiminin yeniden yap›land›r›lmas›d›r. Tar›m sektörüne çizilen yol, devletin rolü farkl›laflt›r›larak serbest piyasa koflullar›n›n oluflturulmas›, uluslararas› sermayenin önündeki engellerin kald›r›lmas›, ilgili kamu kurumlar›n›n çeflitli yöntemlerle ifllevsizlefltirilmesi ve özellefltirilmesi fleklindedir. Bir baflka deyiflle, tar›m sektöründe devletin küçültülmesi istenmektedir. Ayn› zamanda, bütün anlaflmalarda göze çarpan baz› ortak noktalar bulunmaktad›r. Bunlardan en dikkat çekeni, projelerde yer alan kamu kurum ve kurulufllar›n›n y›ll›k programlar›, bütçeleri, faaliyetleri, personeli gibi önemli konularda ço¤u zaman Dünya Bankas› ile görüfl al›flveriflinde bulunulmas›, bu konularla ilgili Banka’ya raporlar ve bilgiler sunulmas›d›r. Adeta, söz konusu kurumlarla ilgili kararlar Banka ile birlikte al›nmakta, hatta ço¤u zaman Banka’n›n görüflleri do¤rultusunda planlar yap›lmaktad›r. Projelerde, Dünya Bankas›’n›n uygun buldu¤u niteliklerde ve koflullarda eleman görevlendirilmekte ve ilgili kamu personelinin e¤itiminde yine Banka’n›n tercihleri belirleyici olmaktad›r. Ayn› flekilde proje koordinatörü ve dan›flman› olarak adland›r›lan elemanlar da Banka’n›n öne sürdü¤ü nitelikler ve istih-


Küreselleflen Tar›m ve Türkiye’de Tar›m Reformu

dam koflullar›nda ifle al›nmaktad›r. Genellikle kredi tutar›n›n da¤›l›m›nda personel e¤itimi, dan›flmanl›k ya da müflavirlik hizmetleri gibi kalemlerin yüzde 100 kredilendirilmesi, Banka’n›n sözü geçen konular› ne derece önemsedi¤ini göstermektedir. Benzer flekilde, Dünya Bankas›’n›n verdi¤i kredilerin ve dolay›s›yla Türkiye bütçesinde söz konusu projelere ayr›lacak paran›n ne flekilde harcanaca¤› anlaflma koflullar›yla belirlenmifl olmaktad›r. Burada, dikkat çeken bir baflka nokta, özellikle ithalat›n teflvik edilmesidir. Anlaflmalar›n ço¤unda d›flar›dan mal ve hizmet al›m› yüzde 100 kredilendirilmektedir. Ayn› zamanda, pek çok mal ve hizmet al›m› için uluslararas› ihale flart koflulmaktad›r. Baz› anlaflmalarda, belli koflullar dahilinde yerli imalatç›lara ayr›cal›k tan›nmas› kabul edilmektedir. Projelerle ilgili raporlar›n ve hesaplar›n ba¤›ms›z denetçiler taraf›ndan denetlenmesi de bütün anlaflmalarda yer alan bir kofluldur. Bir baflka deyiflle, projede yer alan kamu kurum ve kurulufllar›n›n ilgili raporlar›, bütçeleri ya da faaliyetleri ço¤u zaman yabanc› dan›flmanl›k flirketleri taraf›ndan denetlenmifl olmaktad›r. Türkiye ile Dünya Bankas› aras›nda imzalanan Sektörel Kredi Anlaflmas› ile Türkiye’ye 300 milyon dolar tutar›nda kredi verilmifltir. Anlaflma, Bakanlar Kurulu’nda kredinin “tar›m sektörünün gelifltirilmesi maksad›yla” al›nd›¤› ifadesiyle 7 Temmuz 1985’de onaylanm›flt›r. Anlaflma imzalanmadan önce Türkiye, tar›m sektörünün yap›sal uyumunu amaçlayan faaliyetler, amaçlarla ve politikalarla ilgili program› aç›klayan bir mektubu Dünya Bankas›’na sunmufltur. Mektupta program›n uygulanmas› s›ras›nda acilen gerekli ithalat ve hizmetlerin finansman› için Türkiye’nin Banka’dan yard›m talep etti¤i ifade edilmektedir. Kredi anlaflmas›nda sözü geçen ve ayr›nt›lar›yla tan›mlanan program tar›m sektörünün kapsad›¤› alanlar›n hemen hemen hepsini ilgilendirmekte ve sektöre hizmet veren kamu kurumlar› için önemli de¤ifliklikler getirmektedir. Program, Devlet Su ‹flleri Genel Müdürlü¤ü (DS‹) ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlü¤ü’ne (KHGM) iliflkin de¤ifliklikler getiren sulama ve drenaj çekirdek program›n›, Tar›m ‹flletmeleri Genel Müdürlü¤ü (T‹GEM) ve Türkiye Zirai Donat›m Kurumu (TZDK) için yönetsel ve mali kontrol sistemleri kurulmas›n›, tar›msal araflt›rma faaliyetlerinin planlanmas›n› ve ilgili kurumlarda çal›flan personelin e¤itilmesini içermektedir. Program›n yürütülmesi için Banka’n›n onay›yla görevlendirilen dan›flmanlar›n, DS‹ ve KHGM’nin çal›flma programlar›n›n, T‹GEM ve TZDK için yönetim gelifltirme

287

Bankas› Aras›ndaki (Do¤u Anadolu Su Havzas› Rehabilitasyon Projesi) ‹kraz Anlaflmas›, 25 Mart 1993, BK Karar›: 93/4540, 12.6.1993; RG: 5 Temmuz 1993, 21628; 11) ‹kraz Anlaflmas› (Sulama Yönetimi ve Yat›r›mlar›nda Kat›l›mc› Özellefltirme Projesi) Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararas› ‹mar ve Kalk›nma Bankas› Aras›nda, Tarih: 28 Ekim 1997, BK Karar›: 98/10623, 2.2.1998; RG: 27 fiubat 1998, 23271; 12) Ürün Borsalar› Planlama Projesi, 1998 (Bu anlaflma için bkz. World Bank Office Ankara, World Bank Program in Turkey, Ankara, 2000, s.1617.) 13) Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararas› ‹mar ve Kalk›nma Bankas› Aras›ndaki 12 Temmuz 2001 Tarihli Kredi Anlaflmas› (Tar›m Reformu Uygulama Projesi), BK Karar›: 2001 /2707, 12.7.2001; RG: 13 Temmuz 2001, 24461.


288

Hülya Kendir

çal›flmalar›n›n ve Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤› için bir pilot yönetim bilgi sisteminin haz›rlanmas›, Bakanl›¤›n tar›msal araflt›rma faaliyetlerinin gözden geçirilmesi, Tar›m Sat›fl Kooperatiflerinin etkinli¤inin art›r›lmas› konular›nda çal›flmas› öngörülmüfltür. Bankan›n kredinin kullan›l›fl flekli için öngördü¤ü da¤›l›m ve mal ve hizmet al›m›na iliflkin öne sürdü¤ü koflullar, daha çok uluslararas› piyasalara yönelik ticari ba¤lar›n kurulmas›n›n beklendi¤ini göstermektedir. Dünya Bankas›, kredinin planlanan takvime uygun olarak kesintisiz flekilde verilmesi için baz› konularda ‘kan›tlanm›fl’ geliflmeler beklemektedir. Bunlar, Türkiye’de perakende gübre fiyatland›rma politikas›n›n programda belirtildi¤i flekilde yürütülmesi, gübre üreticilerine, özel sektör toptanc›lar›na ve perakendecilerine gübre da¤›t›m›n›n aç›lmas›, TZDK için yönetim gelifltirme program›n›n oluflturulmas›, sulama ve drenaj çekirdek program›nda geliflmeyi gösteren önlemlerin al›nmas› ve son olarak tar›m sektöründe pozitif reel faiz oranlar›n›n gerçeklefltirilmesinde ‘tatminkar’ geliflme sa¤lanmas› fleklinde ifade edilmektedir. Sektörel kredi anlaflmas›, hem program çerçevesinde belirledi¤i çal›flmalar hem de kredinin kesilmemesi için öne sürdü¤ü koflullar ile tar›m sektörü yönetiminde özellikle gübre sübvansiyonu politikas›n› hedef alan, gübre piyasas›na özel sektörün hâkim olmas›na ve bu konuda tekel niteli¤inde bir kamu kuruluflu olan TZDK’nin ifllevsizlefltirilmesine neden olan önemli de¤iflikliklere yol açm›flt›r. Ayr›ca, tar›msal kredi ve sulama politikalar›nda de¤iflimin yönü, Sektörel Kredi Anlaflmas› ile çizilmeye bafllanm›flt›r. Anlaflman›n kapsam› ve ayr›nt›lar›, yap›sal uyum sürecinin ne derece planl› iflledi¤ini ve bir yandan devletin tar›mdan el çekmesi talep edilirken di¤er yandan da devletin düzenleyici gücüne ihtiyaç duyuldu¤unu göstermektedir.

4. Destekleme Politikas›nda De¤iflim: Özel Sektöre Bir Kâr Transferi Mekanizmas› Olarak Tar›m Politikalar› 1980 sonras› tar›m sektörü yönetiminde önemli de¤iflikliklerden biri, destekleme politikas›nda ortaya ç›km›flt›r. Öncelikle, destekleme al›mlar›n›n finansman›nda kullan›lan Merkez Bankas› ve Ziraat Bankas› kaynaklar› daralt›lm›flt›r. Ard›ndan, Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) ve TEKEL d›fl›nda Merkez Bankas›’n›n do¤rudan kredi uygulamas› kald›r›lm›flt›r. Zamanla bu kurulufllara da kredi verilmemeye bafllanm›flt›r. Bu uygulaman›n gerekçesi olarak, destekleme al›mlar›nda bulunan kurulufllar›n özkaynak


Küreselleflen Tar›m ve Türkiye’de Tar›m Reformu

katk›lar›n›n art›r›lmas›n›n amaçland›¤› ileri sürülmüfltür. ‹kinci olarak, bu dönemde destekleme al›m koflullar›n› belirlemede Para Kredi Kurulu, fiyatlar›n belirlenmesinde ise Ekonomik ‹fller Koordinasyon Kurulu görevlendirilmifltir. Üçüncü olarak, destekleme politikas›n›n enflasyonist etkiler yaratt›¤› iddias›yla, desteklenen ürün say›s› azalt›lm›flt›r. Planl› dönem sonunda 26 ürün destekleme politikalar› kapsam›nda iken, 1980’den itibaren bu say› gittikçe azalmaya bafllam›flt›r. Desteklenen ürün say›s› 1980’de 22’ye, 1985’de 13’e, 1990 y›l›nda 9’a inmifltir. 1991’de ise tekrar 24 ürün destekleme kapsam›na al›nm›fl, 1992’de bu say› 25’e ç›km›flt›r (Abay vd., 1995: 55-56). 5 Nisan 1994 Ekonomik Önlemler Kararlar› ile destekleme politikas›nda köklü de¤ifliklikler yap›lm›fl; Tar›m Sat›fl Kooperatifleri ve ald›klar› ürünler destekleme kapsam› d›fl›nda b›rak›lm›flt›r (TZOB, tarihsiz: 211). 1994’den beri sadece tah›l, tütün, fleker pancar› ve haflhafl kapsülü destekleme kapsam›ndad›r (Kepenek ve Yentürk, 2000: 352). Öte yandan, çay ve tütün gibi baz› ürünlerin ifllenmesinde devlet tekeli kald›r›lm›flt›r. Destekleme politikas›yla ilgili olarak belirtilebilecek bir di¤er nokta, destekleme al›m fiyatlar›n›n genellikle enflasyonun alt›nda belirlenmesidir. 1980’li y›llarda uygulamaya konan ürün bedellerinin peflin ödenmemesi yönteminin de destekleme ödemelerinin al›m gücünü azaltmas›nda büyük etkisi vard›r (Baray ve Ergun, 1990: 96). Ço¤u zaman, ürün bedeli k›smen peflin ödenmekte, ödemenin geri kalan k›sm› ürün fiilen sat›ld›ktan sonra yap›lmaktad›r. Geçti¤imiz dönemlerde destekleme al›mlar›n›n özellikle politikac›lar aç›s›ndan cazip olmas›n›n nedeni, yat›r›m ve kamu hizmetlerinin etkilerinin daha uzun sürede ortaya ç›kmas›na karfl›, destekleme al›mlar›n›n çok h›zl› ve görülür bir flekilde gelir art›fl› do¤urmalar›d›r. Bu nedenle, politikac›lar özellikle seçim dönemlerinde destekleme al›mlar›na ilgi göstermektedir. Destekleme politikas› yoluyla köylerde yaflayan nüfusun oylar› elde tutulabilmektedir. Bu haliyle destekleme al›mlar›, bu y›llara kadar statükodan yarar sa¤layan kesimlerin uzun vadeli ç›karlar› ile uyum içinde olagelmifltir (Gürbüz, 2001: 48-49). Destekleme politikas›ndaki de¤iflimde Dünya Bankas› ile imzalanan anlaflmalar›n etkili oldu¤u görülmektedir. Örne¤in, Dünya Bankas› ile 1985’te imzalanan Tah›l Depolama Projesi Kredi Anlaflmas›’nda (RG, 27.6.1985), TMO’ya sa¤lanan kredilerin tümüne uygulanan faiz oran›n›n, en düflük, Ziraat Bankas›’n›n saptad›¤› politikalar gere¤ince çiftçilere sa¤lanan cari faiz oran›nda olmas› gerekti¤i belirtilmifltir. Ayr›ca, kurum için, bir

289


290

Hülya Kendir

iflletme planlama komitesi kurulmas› ve alt› ayda bir depolardaki stoklar›n kayd›n› sa¤layacak bir envanter kontrol sistemi oluflturulmas› istenmektedir. TMO’nun yürüttü¤ü bu¤day destekleme politikas›n›n de¤ifliminde ve kurumun depolar›n›n kullan›m›n›n özel sektöre aç›larak umumi ma¤azac›l›k uygulamas›n›n bafllat›lmas›nda bu projenin yönlendiricili¤ini yads›mak mümkün de¤ildir. Destekleme politikas›ndaki de¤iflimin bir di¤er boyutu, tar›msal girdilere yönelik sübvansiyonlara iliflkindir. Giderek azalan oranlarda sübvansiyon verilmeye devam edilmifltir, ancak girdi fiyatlar›n›n çok yüksek oranlarda artmas› karfl›s›nda bu uygulaman›n etkinli¤i azalm›flt›r. Örne¤in, 1980 y›l›na kadar sübvanse edilen gübrede, fiyatlar hammadde fiyatlar› ve dünya fiyatlar›n›n artmas› gerekçe gösterilerek serbest b›rak›lm›fl ve büyük art›fllar olmufltur. 1986’da gübre tekelinin kald›r›lmas›yla, TZDK’nin bu alandaki neredeyse yüzde100 oran›ndaki belirleyici rolü giderek küçülmeye bafllam›flt›r. TZDK ve Türkiye fieker Fabrikalar› A.fi. (TfiFAfi) taraf›ndan kullan›lan gübre da¤›t›m› yetkisi, Tar›m Sat›fl Kooperatifleri Birlikleri ile Tar›m Kredi Kooperatifleri Merkez Birli¤i’ne de tan›nm›flt›r (Güler, 1996: 113). Haziran 1986’dan itibaren gübre da¤›t›m› yapan kurulufllara Bakanlar Kurulu’nca belirlenen miktarlarda, kilogram bafl›na ödeme yap›lmas› öngörülmüfltür. 1988 y›l›nda özel sektöre gübre ticareti yapma yetkisi tan›nm›flt›r. Ayr›ca, destekleme ödemeleri özel sektör kurulufllar› için de geçerli olacakt›r. Böylece, 1980 istikrar program› çerçevesinde oluflturulan Destekleme ve Fiyat ‹stikrar Fonu’nda (sadece tar›msal ürünlerle s›n›rl› de¤ildir) toplanan paralar›n önemli bir k›sm› gübre için yap›lan sübvansiyonlara harcanm›flt›r (Dinler, 1988: 296). 1988’e kadar, gübrenin pazarlanmas›n› kendisi yürüten TZDK, daha sonra bayilik sistemine geçmifltir. Kurum sat›fllar›n› art›rmak gerekçesiyle bafllat›lan uygulama, sat›fllardaki düflüflü durduramam›flt›r (Güler, 1996: 119). May›s 1982’de Dünya Bankas› ile imzalanan ‹kinci Gübre Rasyonalizasyon ve Enerji Tasarrufu Projesi de (RG, 15.7.1982) gübre sübvansiyonu politikas›nda yaflanan de¤iflimde belirleyici olmufltur. Proje, ‹skenderun, Mersin, Foça ve Samsun’daki kamuya ait gübre fabrikalar›n›n rehabilitasyonu ve modernizasyonunu içermektedir. Ayr›ca, proje kapsam›nda, Hükümetin bir gübre hammaddesi kaynaklar› araflt›rmas› yapmas› talep edilmifltir. Ancak, Anlaflmada as›l ilginç olan nokta, Dünya Bankas› ile baflka bir anlaflma yap›lmad›kça, Hükümet taraf›ndan belirlendi¤i süre boyunca, gübrenin fabrika ç›k›fl fiyat›n›n ayn› cins ithal


Küreselleflen Tar›m ve Türkiye’de Tar›m Reformu

mal› mamullerin CIF gelifl fiyatlar›n›n alt›nda olamayaca¤› koflulunun getirilmesidir. Devletçe sübvanse edilen tohumluk ve fidan üretimi çal›flmalar› y›llar içinde önemli geliflmeler göstermifltir. Ancak, 1982 y›l›ndan itibaren kamu kurulufllar›n›n yetersiz kald›¤› gerekçe gösterilerek, söz konusu girdilerin ithalat› serbest b›rak›lm›flt›r. Buna paralel bir flekilde, 1983 y›l›ndan sonra, getirilen yasal önlemler ve teflvikler sonucunda özel sektör tohumculuk alan›na girmifltir. Yabanc› tohumculuk flirketleri de ya yüzde 100 kendi sermayeleri ya da Türk ortaklar› ile kurduklar› ortakl›klarla bu alanda yat›r›m yapm›flt›r (TKB, 1997: 75-76). Bu flirketlere, 1985 y›l›ndan itibaren destekleme kapsam›na al›nan tohum cinslerine göre belirlenen miktarlarda destekleme ödemesi yap›lm›flt›r (Olhan, 2000: 13). Yurtd›fl›ndan getirilen tohumluklarla baz› ürünlerde verim art›fl› sa¤lanm›fl; ancak, örne¤in domates, patates ve Trakya’da kullan›lan bu¤day tohumlar›nda denetimsizlik nedeniyle zararlara yol açm›flt›r. Di¤er yandan, tohum ve fidan fiyatlar›ndaki art›fllar ve sübvansiyonlar›n yetersizli¤i, kaliteli tohum kullan›m›n›n gerekti¤i ölçüde artmas›n› engellemifltir (Baray ve Ergun, 1990: 100). 1980 y›l›na kadar yem fiyatlar›n›n belirlenmesinde Yem Sanayi A. fi. (YEMSAN) etkili olurken, bu tarihten itibaren fiyatlar serbest b›rak›lm›flt›r (Say›n, 1998: 19). Ard›ndan, yem fiyatlar›ndaki büyük art›fllar olmufltur. 1985’de Para Kredi Kurulu’nun bir karar› ile sanayi yemi kullananlara vergi iadesi ad› alt›nda yüzde 20 oran›nda destekleme ödemesi yap›lmas› uygulamas› bafllat›lm›fl; ancak uygulamaya 1989 y›l›nda son verilmifltir (Olhan, 2000: 13). Yem fabrikalar› kapasiteleri yeterli oldu¤u halde, yem fiyatlar›n›n yüksekli¤i nedeniyle at›l kapasite ile çal›flm›flt›r (Baray ve Ergun, 1990: 101). YEMSAN’›n özellefltirilmesiyle, yem sanayinde s›n›rl› olan kamu sektörü etkisi bütünüyle ortadan kalkm›flt›r. Fiyatlar› yüksek oranda artan tar›msal girdiler aras›nda tar›m ilaçlar› da yer almaktad›r. Türkiye’de özel firmalar taraf›ndan üretilen ve ithaline izin verilen tar›msal mücadele ilaçlar›n›n fiyatlar›, döviz kuru politikas› nedeniyle yüksek art›fllar göstermifltir (Baray ve Ergun, 1990: 102). Ayr›ca, özellikle terbiyevi ithalat olarak tan›mlanan uygulama ile tar›msal girdilerin ithalat› kolaylaflt›r›lm›flt›r (Abay vd., 1995: 52). Daha sonraki y›llarda da, ithalat rejimi kararlar›yla tar›msal girdi ve ürünlerin ithal edilmesi yayg›nlaflan bir uygulama olmufltur. Yap›sal uyum sürecinin önemli bir parças› olan özellefltirme uygulamalar› tar›msal K‹T’leri de içine alm›flt›r. 27 May›s

291


292

Hülya Kendir

1992’de Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu (TSEK), Et ve Bal›k Kurumu (EBK) ve YEMSAN’›n özellefltirilmesine karar verilmifltir. Bat›daki benzerleri gibi TSEK’in kurulufl yasas›nda da ifllevlerini tamamlad›ktan sonra üretici birliklerine sat›lmas›n› öngören bir madde vard›r. Ancak, bu madde bir yasa de¤iflikli¤iyle kald›r›lm›fl, kurulufl sat›fla haz›r hale getirilmifltir. TSEK, EBK ve YEMSAN’›n sat›fl ihaleleri birkaç kez bozulmas›na karfl›n, sonuçta bu üç kurum özel sektör firmalar›na devredilmifltir. Bu kurumlar›n sat›fl›, sat›fl bedellerinin arsa fiyatlar›n›n bile alt›nda kald›¤› öne sürülerek çok elefltirilmifltir. Piyasalarda rekabet ortam› yaratan SEK, devletin elinden ç›k›nca, üreticiden süt al›m fiyatlar› düflmüfl, süt sat›fl fiyatlar› yükselmifltir. Ayn› durum et piyasas› için de geçerli olmufltur (Usumi, 1999: 41-42).

5. Tar›msal Kredi Politikalar›nda De¤iflim: Eflitsiz S›n›f ‹liflkilerinin Yeniden Üretildi¤i Bir Alan Olarak Tar›msal Kredi Projeleri 1980 sonras›nda, tar›m sektörüne sa¤lanan düflük faizli kredi uygulamas› daralt›lm›fl ve kredi kullan›m› koflullar›n›n a¤›rlaflt›r›lm›fl olmas›, özellikle küçük üreticinin kredi kullan›m›n› olumsuz yönde etkilemifltir. Tar›msal kredi politikas›, kredi faiz oranlar›n›n yükseltilmesi ve tar›msal sanayi iflletmelerinin kredilendirilmesinin teflvik edilmesi ile üreticilere de¤il, sektörde çal›flan özel sektör kurulufllar›na destek sa¤layan bir uygulamaya dönüfltürülmüfltür. Tar›m sektörüne kredi sa¤layan Ziraat Bankas› çeflitli politikalarla zarar eden bir banka haline gelmifl ve tar›m kesimine kredi sa¤lama ifllevi eritilmifltir. Benzer flekilde Tar›m Kredi Kooperatifleri de, uygulamalar›nda özel sektörün hâkim olmas›n› sa¤layacak yasal ve yönetsel de¤iflikliklerle küçük üreticiye de destek sa¤layan yap›s›ndan giderek uzaklaflt›r›lm›flt›r. Tar›msal kredi alan›nda Dünya Bankas› ile üç tane kredi anlaflmas› imzalanm›flt›r. 1983’de Dünya Bankas› ile Ziraat Bankas› aras›nda imzalanan ‹kinci Tar›msal Kredi Projesi (RG, 20.10.1983), Tar›m Kredi Kooperatifleri sistemi ile ilgilidir. Ayr›ca, Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤›’dan, anlaflmada ad› geçen çeflitli tah›llar›n üretim maliyetlerini, bunlardan baz›lar›n›n desteklenmesinin ekonomik gerekçelerini ve tah›l pazarlama olanaklar›n› inceleyen bir raporu Dünya Bankas› ve Ziraat Bankas›’na sunmas› istenmifltir. 1989’da imzalan Üçüncü Tar›msal Kredi Projesi (RG, 2.8.1989), Ziraat Bankas›’n›n tahsilat› gecikmifl zirai kredilerin analizini de kapsayan bir kurumsal geliflme program›-


Küreselleflen Tar›m ve Türkiye’de Tar›m Reformu

n› ve Tar›m Kredi Kooperatiflerinin kredi ifllemleri ile ilgili çal›flmalar› içermektedir. Bu anlaflman›n yürürlü¤e girmesi için, zirai kredi faiz oranlar›n›n incelenmesi ve ayarlanmas›nda Dünya Bankas›’n›n kabul etti¤i yöntemi öngören talimat›n yay›mlanm›fl olmas› koflulu getirilmifltir. Görüldü¤ü gibi, bu proje, y›llar içinde tar›msal kredi faiz oranlar›n›n sürekli yükseltilerek çiftçileri kredi kullanamaz hale getiren dönüflümün önemli bir ad›m›n› oluflturmaktad›r. 28 Haziran 1989’da imzalanan Tar›msal Sanayi Projesi’nde (RG, 2.8.1989) ise tar›msal sanayi yat›r›m projelerine sabit yat›r›m, sürekli iflletme sermayesi ve teknik hizmet ihtiyac› için kredi sa¤lanmas›, Ziraat Bankas› ve Halk Bankas› personelinin e¤itimi, tar›msal sanayi yat›r›mlar›n›n de¤erlendirilmesi ve denetlenmesi için mali paketler haz›rlanmas›, bal›kç›l›k sanayiinin gelifltirilmesine dönük uzun vadeli bir araflt›rma yap›lmas› ve tar›msal sanayi ürünlerinin ihracat›na iliflkin olarak uluslararas› pazarlama konusunda e¤itim için paket programlar haz›rlanmas› çal›flmalar› yer alm›flt›r. Sözü geçen kredi anlaflmalar›n›n ve tar›m sektörüne iliflkin Sektörel Kredi Anlaflmas›’n›n hedefledi¤i flekilde, tar›msal kredi sisteminde de¤ifliklikler olmufltur. Öncelikle tar›msal kredi faiz oranlar› art›r›lm›flt›r. Ayni iflletme kredileri uygulamas›na son verilerek, yerine nakdi kredi kullan›m› getirilmifltir. Ayr›ca, serac›l›k, çiçekçilik, sulama, ipekböcekçili¤i gibi ve üreticilerin s›n›rl› bir k›sm›n›n u¤rafl› olan, ihracata dönük tar›m çal›flmalar› kredilendirilmeye bafllanm›flt›r. Bu geliflme, çiftçiden çok tar›msal sanayi iflletmelerinin kredilendirilmesi politikas› ile birlikte de¤erlendirilmelidir (Güler, 1996: 130-135).

6.Tar›m Reformu: Tekelci Sermayenin Yükselen Gücü Tar›m reformu 1999’da uygulamaya bafllanan istikrar program› ile gündeme gelmifltir, ancak reformun ilk iflaretleri 1990’l› y›llarda verilmektedir. Nisan 1994’de ilan edilen ve ‘5 Nisan Kararlar›’ olarak an›lan ekonomik istikrar önlemleri, ekonomik dengesizlikleri gidermek yan›nda, büyük ölçüde sermayenin yeniden yap›lanmas›nda yeni bir evreyi geçifli sa¤layacak yap›sal uyum politikalar›n› h›zland›rmak amac›yla kabul edilmifltir. Bu önlemler, tar›msal deste¤in azalt›lmas›n› içeren tar›msal reform çal›flmalar›n›, yani do¤rudan fiyat desteklemeleri kald›r›larak çiftçilere do¤rudan gelir deste¤i sa¤lanmas›n› ve kay›t sisteminin gelifltirilmesini hedeflemifltir (Alt›ok, 2002: 111-112). Benzer flekilde, dönemin siyasi belgelerinde, örne¤in Yedinci Befl Y›ll›k

293


294

Hülya Kendir

Kalk›nma Plan›nda (DPT, 1995) tar›mdaki politika de¤iflikli¤inin hedeflendi¤i görülmektedir. Ancak, önemli bir oy potansiyelini oluflturan tar›m kesiminin ç›karlar›n› önemli ölçüde zedeleyecek bu kararlar›n hayata geçirilmesi uzun zaman alm›flt›r. Ayn› tarihte, Türkiye, GATT Uruguay Görüflmeleri Nihai Senedi’ne imza atm›fl ve 1995 bafl›nda faaliyete geçen Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kurucu üyeleri aras›nda yer alm›flt›r. Türkiye’nin bu kapsamda, 2004 y›l›na kadar, tar›m sektöründe gümrük tarifelerini ve ihracat sübvansiyonlar›n› indirmesi gerekmektedir. Türkiye’nin destek harcamalar›na ay›rd›¤› kaynak, tar›msal üretim de¤erinin yüzde10’unun alt›nda kald›¤› için yurt içi desteklerin kald›r›lmas› konusunda yapaca¤› bir fley yoktur (Ertu¤rul ve Günayd›n, 1999: 53) Ancak, tar›m sektörünün ç›karlar› aç›s›ndan bak›ld›¤›nda, GATT kapsam›nda Türkiye’nin taahhütlerinin çok fazla ve geriye dönülemez oldu¤u, bu çerçevede canl› hayvan ve hayvanc›l›k ürünleri –özellikle et ithalat›n›n– koruma oranlar›n›n yetersizli¤i tart›fl›lmaktad›r (Do¤ruel, 1998: 60). Tar›m reformunda kökten bir k›r›lma, 1999 y›l›nda IMF ile oluflturulan istikrar program›na denk düflmüfltür. Türkiye bir stand-by anlaflmas› imzalamak üzere 9 Aral›k 1999’da IMF’ye bir niyet mektubu (http://www.hazine.gov.tr, 2.4.2000) göndermifltir. Mektupta, destekleme uygulamalar›n›n, piyasadaki fiyat sinyallerini bozarak kaynak da¤›l›m›n› kötü etkiledi¤i, fakir çiftçilerden çok zengin çiftçilere yarar sa¤lad›¤›, GSMH’n›n yüzde 3’üne denk gelen maliyetiyle vergi mükellefleri için a¤›r bir yük oluflturdu¤u ve tar›m› destekleme kapsam›nda en düflük maliyetli yöntem olmad›¤› ifade edilmektedir. Bu nedenle, aflamal› bir flekilde destekleme politikalar›n›n kald›r›laca¤› ve yerine fakir çiftçileri hedef alan do¤rudan gelir deste¤i sisteminin koyulaca¤› aç›klanmaktad›r. 2000 y›l›nda bir pilot program ile bafllat›lacak olan sistem, 2002 sonunda tüm Türkiye’de uygulanacakt›r. Do¤rudan gelir deste¤i sistemi Mart 2001’de tamamlanacak çiftçi kay›t sistemi üzerinden yürütülecektir. Destekleme politikalar› ba¤lam›nda, ayr›ca, tar›m alan›ndaki karar verme mekanizmalar›, bir çok Bakanl›k ve kamu kurumu aras›nda da¤›lmas› ve tutars›z sonuçlara yol açmas› bak›m›ndan elefltirilmektedir. Hedeflenen sisteme geçmeden önce, tar›m politikalar›n›n rasyonalize edilece¤i belirtilmektedir. Bu kapsamda, hububat ve fleker pancar› destekleme fiyat› uluslararas› fiyatlar ve bütçe dengeleri gözetilerek belirlenecektir. Çiftçilere verilen kredi sübvansiyonlar› uygulamas› da aflamal› bir flekilde sona erdirilecektir. Bu amaçla, Ziraat Bankas› ve Halk Bankas›’n›n tar›msal kredi ifllemlerinde de¤ifliklikler yap›lacakt›r. Bunun yan› s›ra, gübre ve di¤er girdi sübvansiyonlar› da 2000 ve 2001 y›llar›nda nominal olarak sabit tutulacakt›r.


Küreselleflen Tar›m ve Türkiye’de Tar›m Reformu

Stand-By Anlaflmas› uyar›nca IMF’ye gönderilen daha sonraki niyet mektuplar› ve gözden geçirme çal›flmalar›nda da tar›m politikas›nda yap›lacak de¤ifliklikler üzerine yeni taahhütlerde bulunulmufltur. Bu belgelere göre, TfiFAfi, ÇAYKUR, TEKEL gibi K‹T’ler özellefltirilecek, bunlar›n ilgili oldu¤u üretim alanlar›nda sübvansiyonlar kald›r›lacakt›r. Türkiye IMF ile yürüttü¤ü istikrar program›n›n finansman›nda kullan›lmak üzere Dünya Bankas› ile 759,6 milyon dolar tutar›nda bir ekonomik reform kredi (ERL) anlaflmas› imzalam›flt›r. Kredi sa¤lanmas›n›n amac›, IMF ile imzalanan stand-by düzenlemesi çerçevesinde uygulanan programa destek olmak fleklinde ifade edilmifltir. Tar›m Sat›fl Kooperatifleri Birliklerine iliflkin yasan›n Banka taraf›ndan uygun bulunacak bir flekilde ç›kar›lmas›, anlaflman›n yürürlü¤e girmesi için bir ek koflul olarak belirtilmektedir. Ayr›ca, tar›m reformuna iliflkin olarak 2001 y›l› içinde Dünya Bankas› ile bir kredi anlaflmas› imzalanm›flt›r. Tar›m Reformu Uygulama Projesi (RG, 13.7.2001, 24461), do¤rudan gelir deste¤i için bir tar›msal iflletme ve arazi kay›t sisteminin tasarlanmas›, f›nd›k, tütün gibi ‘sürdürülemeyen’ ürünlerden daha sürdürülebilir ürünlerin üretimine geçen çiftçilerin desteklenmesi, Tar›m Sat›fl Kooperatifleri ve Birliklerinin yeniden yap›land›r›lmas› konusundaki düzenlemeleri bir programa ba¤lamaktad›r. Bu noktada, niyet mektuplar› ve anlaflma metinlerinin hükme ba¤lad›¤› reformlar›n niteli¤ini vurgulamak gerekmektedir: Niyet mektuplar› ve IMF ve Dünya Bankas› reform paketleri, “ … küresel piyasa düzeninin oluflumu için öngörülen yönetimsel ve siyasi yap›n›n irdelenmesi mahiyetindedir. Burada ‘reform’ yerel ile ulus-ötesi aktörlerin karfl› karfl›ya gelip ç›karlar›n› müzakere edebilecekleri yasal ve idari alanlar›n oluflmas›d›r. Bu alanlar … küreselleflme veya küresel piyasa toplumunun oluflma süreçlerine iflaret eder” (‹slamo¤lu, 2002: 22-23). 2001-2005 y›llar›n› kapsayan Sekizinci Befl Y›ll›k Kalk›nma Plan› (DPT, 2000), IMF ile yürütülen program ve Dünya Bankas› ile yap›lan anlaflmalarla neredeyse ayn› ifadeleri tafl›yacak kadar uyum içerisindedir. Ekonomik, sosyal, çevresel boyutlar› ve uluslararas› geliflmeler boyutunu bir bütün olarak ele alan sürdürülebilir bir tar›m sektörünün oluflturulmas› temel amaç olarak konulmufl; tar›m politikas›n›n esaslar›n›n GATT Tar›m Anlaflmas›’n›n öngördü¤ü yükümlülükler, AB’ye tam üyelik sürecinde Ortak Tar›m Politikas›’na uyum ve uluslararas› geliflmeler çerçevesinde belirlenece¤i ifade edilmifltir. Destekleme fiyatlar›n›n, dünya fiyatlar›n›n üzerinde belirlendi¤i, ekim alanlar›n›n ve üretim fazlas›n›n genifllemesine ve devletin yüksek stok maliyetine katlanmas›na neden oldu¤u vurgulanarak, do¤rudan gelir deste¤i uygulamas›na geçilece¤i belirtilmifltir.

295


296

Hülya Kendir

4 Tar›mda do¤rudan gelir deste¤i pilot uygulamas› Nisan 2000’de bafllat›lm›flt›r. Uygulama tebli¤ine göre, pilot uygulama için Türkiye’nin farkl› bölgelerinden dört ilin baz› köyleri, tesadüfen örnekleme yoluyla Tar›mda Yeniden Yap›land›rma ve Destekleme Kurulu taraf›ndan seçilecektir. Bunlar, Ankara’n›n Polatl› ilçesinin 8, Antalya’n›n Manavgat ilçesinin 6, Serik ilçesinin 8, Ad›yaman’›n merkez ilçesinin 8, Kahta ilçesinin 2, Trabzon’un Akçaabat ilçesinin 10, Sürmene ilçesinin 11 köyüdür. Uygulamaya kat›lacak olan çiftçiler baflvuranlar aras›ndan, tapu kadastro ve TZOB kay›tlar› ile Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤› il ve ilçe müdürlüklerinin yapaca¤› anket çal›flmalar›na göre belirlenecek, hedef çiftçi listeleri haz›rland›ktan sonra, Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤›nda de¤erlendirilerek kesin hali Ziraat Bankas›’s›na bildirilecek ve toplam ödeme miktar› Hazine Müsteflarl›¤›na gönderilecektir. Ödemeler, Hazine bütçesinin “Tar›msal Destekleme Politikalar›n› Gelifltirme Projesi Giderleri” harcama kaleminden ve Dünya Bankas› kredisinden yap›lacakt›r. Seçilen çiftçilere dekar bafl›na 5 dolar olmak üzere, 1-199 dekar aras› tar›m arazisi için ödeme yap›lacakt›r. Bir baflka deyiflle, bir çiftçiye en fazla 995 dolar ödenecektir. 500 m2 ye

Stand-by program› ve kredi anlaflmalar› ile öngörülen de¤ifliklikler hayata geçirilmeye bafllanm›flt›r. Destekleme fiyatlar› bu hesaplamalara göre belirlenmifl; girdi desteklerinin düflük tutulmas› ve destekleme fiyatlar›n›n s›n›rland›r›lmas› ile tar›m sektörüne ayr›lan kaynak pay› k›s›lm›flt›r. Tar›m Sat›fl Kooperatiflerine özerklik sa¤layan yasa, bütün gecikmelere ra¤men 16 Haziran 2000’de yürürlü¤e girmifltir. Ayn› zamanda, bankac›l›k reformunun da bir parças› olarak, Emlak Bankas› ve Halk Bankas› ile birlikte Ziraat Bankas›’n›n özellefltirilmesi gündeme gelmifltir. Tar›mda do¤rudan gelir deste¤i pilot uygulamas› Nisan 2000’de (RG, 04.04.2000, 24014) bafllat›lm›flt›r.4 Do¤rudan gelir deste¤i, tek bafl›na hiçbir ülkede uygulanmayan, gerekçesi önceki destekleme uygulamas›n›n mali yükü olmas›na ra¤men kamu maliyesi üzerine daha büyük bir yük getiren, ayr›ca kadastro çal›flmalar›n›n tamamlanmad›¤›, ürün al›m sat›m›nda, girdi ve emek kullan›m›nda kay›t sisteminin büyük oranda geçerli olmad›¤› bir tar›m sektöründe uygulanma koflullar› bulunmayan bir tar›m politikas› arac›d›r (Oyan, 2001: 131-132). Asl›nda, do¤rudan gelir deste¤i uygulamas›n›n, tar›m sektöründeki “reformlar›n getirdi¤i yap›sal de¤iflimin sonuçlar›na yönelik” bir çözüm oldu¤u 1994 tarihli bir OECD raporunda vurgulanmaktad›r (OECD, 1994: 21). Dolay›s›yla, bu uygulaman›n, mevcut destekleme sisteminin kald›r›lmas›yla oluflabilecek s›k›nt›lar› hafifletmek için geçici bir çözüm olarak gündeme getirildi¤ini ifade etmek mümkündür. Tar›m reformu sürecinde, Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤›’n›n sorumlu ve yetkili oldu¤u bir çok alanda karar verme ve yönlendirme yetkisi tan›nan bir kurul oluflturulmufltur. Kurulun amac›, tar›m ve tar›msal destekleme politikalar›n›n yeniden yap›land›r›lmas› ve tar›msal veri taban› çal›flmalar›n›n yürütülmesi olarak ifade edilmifltir (RG, 21.12.1999). Tar›mda Yeniden Yap›land›rma ve Destekleme Kurulu’nda çeflitli kamu kurumlar›n›n ve Türkiye Ziraat Odalar› Birli¤i’nin (TZOB) temsilcisi yer almaktad›r. Kurul, toplant›lar›na görüfl almak ve bilgisine baflvurulmak üzere ilgili kurulufl temsilcilerini davet edebilecektir.5 Ayr›ca, ilgili yasal çerçeveleri k›sa sürelerde haz›rlanarak, genifl yetkilerle donat›lm›fl tütün ve fleker üretimi ile Tar›m Sat›fl Kooperatifleri Birliklerinin yap›land›r›lmas› ile ilgili kurullar›n oluflturulma çal›flmalar›na bafllanm›flt›r.

De¤erlendirme ve Sonuç Tar›m sektöründe yap›sal uyum ve reform politikalar›n›n sonuçlar›, ulusal ekonominin ve sektörün dinamikleri aç›s›ndan iç aç›c› sonuçlar do¤urmam›flt›r. Nüfusun yüzde 2’ler dolay›nda artt›¤› 1980-2000 döneminde tar›mda y›llk büyüme yüzde 1.3 düzeyinde kalm›flt›r. Nüfus pay› önemli ölçüde korunmas›na ra¤-


Küreselleflen Tar›m ve Türkiye’de Tar›m Reformu

men, sektörün GSMH pay› h›zla azald›¤›ndan, genelde kifli bafl›na milli gelir 3000 dolar/y›l civar›nda oluflurken, tar›mda 13001400 dolar/y›l düzeyinde olmufltur (Gürbüz, 2001: 25). Tar›msal üretim de¤eri art›fl› 1980-1995 aras›nda ortalama olarak bitkisel üretimde y›lda yüzde 1.77, hayvanc›l›k üretiminde yüzde 1.5 olmufl, sonraki y›llarda süreç daha da olumsuz seyretmifltir (Gürbüz, 2001: 25). 1980’li y›llarda tar›mdaki çöküflün bafll›ca nedenlerinden biri, iç ticaret hadlerinin tar›m aleyhine dönmesi, fakat hükümetlerin IMF’ye ve Dünya Bankas›’na verilen taahhütlerden ötürü bu gidifli iyilefltirmek için hiçbir fley yapmam›fl olmas›d›r. Ticaret hadleri d›fl pazarlarda ve onu izleyerek iç pazarda 1980’li y›llara kadar gerilemesini sürdürmüfl, 1989’a gelindi¤inde tar›m ürünlerinin 1977’deki sat›n alma gücü neredeyse yar›ya inmifltir. Türkiye, serbest piyasa ekonomisine geçme taahhüdü nedeniyle tar›m sektöründe korumac›l›¤› azaltarak ithalat› kolaylaflt›rm›fl, buna ayn› taahhüdün getirdi¤i di¤er olumsuz etkiler eklenmifltir (Kazgan, 1996: 1343). 1980’li y›llarda tar›mda gözlenen duraklama ve baz› alt sektörlerde ortaya ç›kan gerileme, tar›msal ihracata yönelebilecek fazlay› azalt›rken, ithalat gereksinimini art›rmaya bafllam›flt›r. 1980’de yüzde 57.4 olan toplam ihracattaki tar›m pay›, 1999’da yüzde 10’a düflerken, 1980’de yüzde 0.64 olan ithalattaki tar›m ürünü pay›, 1999’da yüzde 5’e yükselmifltir. Türkiye, 1990’dan beri net tar›m ürünü ihracatç›s› bir ülke olmaktan ç›k›p net tar›m ürünü ithalatç›s› bir konuma girmektedir. Bu, 1980’li y›llarda meydana gelen yap›sal de¤iflimin 1990’l› y›llarda ortaya ç›kard›¤› ciddi bir tehlike olarak de¤erlendirilmektedir (Kazgan, 1999: 35-36). Bir baflka deyiflle, eflitsiz koflullarda girilen serbest ticaretçi rekabetin sonuçlar›n›n en aç›k biçimde tar›mda yafland›¤›n› söylemek mümkündür (Köymen: 1999: 29). Son y›llarda yaflanan uluslararas›laflma ile ulusal piyasalar› düzenlemede devletin rolünün farkl›laflmas›, g›da üretimi, da¤›t›m› ve tüketiminde katmanlaflman›n artmas›n› beraberinde getirmifltir. 1980 sonras› tar›m ve g›da sektöründe, ulusal kalk›nmac› döneme damgas›n› vurmufl homojen bir yap›n›n yerine daha heterojen ve hatta polarize bir yap› ortaya ç›km›flt›r (Yenal, 2001: 33). Bu durum, tar›m üreticilerini ve özellikle de aile eme¤ine dayal› küçük iflletmeleri büyük bir erime sürecine getirmifltir. Bir yandan tar›m ürünlerine verilen ve ço¤u hallerde maliyetin alt›nda olan taban fiyatlar›, di¤er yandan serbest b›rak›lan ve astronomik düzeylerde art›fllar gösteren tar›msal girdi fiyatlar› milyonlarca üreticiyi büyük zorluklarla karfl› karfl›ya getirmifltir. Tar›m üreticilerine düflük fiyatlar verilirken, mazot, gübre, tar›m ilac› ve di¤er girdilerin fiyatlar›n›n serbest piyasa fiyatlar›na göre belirlenmesi, örgütsüz ve güçsüz milyonlarca tar›m üreticisini çok güçlü

297

kadar olan araziler hesaba kat›lmam›fl, daha büyükler dekara tamamlanm›flt›r. Söz konusu do¤rudan gelir deste¤i, Ankara ve Antalya’daki köylerde arazi sahiplerine, Ad›yaman ve Trabzon’da ise arazisini iflleyen ya da kiralama yoluyla üretim yapan, üretici belgesine sahip kiflilere verilecektir. Ödemeler, Hazinenin belirleyece¤i tarihlerde nakden ve iki eflit taksit halinde yap›lacakt›r. Uygulaman›n Dünya Bankas› kredileriyle tüm Türkiye’ye yay›lmas› hedeflenmektedir. Pilot uygulama s›ras›nda merkezde bir proje koordinatörü ve iki ulusal dan›flman görevlendirilecektir. 5 Kurulun çal›flma usulleri hakk›nda 23 fiubat 2000’de Resmi Gazete’de bir tebli¤ yay›mlanm›flt›r. Buna göre, kurulun kurulufl amaçlar› aras›nda “tar›m hizmetlerinin düzenlenmesiyle ilgili yeni politikalar›n belirlenmesi” de vard›r. Kurulun görevleri flu flekilde aç›klanm›flt›r:“ a)Tar›m politikalar› konusunda kurulufllar aras› koordinasyonu gerektiren ve tar›mda yeniden yap›lanman›n esaslar›n› ortaya koyan planlar›n haz›rlanmas› ve uygulanmas›na iliflkin konularda kararlar almak, uygulamalar› izlemek ve de¤erlendirmek; b)Kamu kurulufllar›n›n uygulanmas› planlanan destekleme politikalar›n› incelemek, karar vermek ve bu


298

Hülya Kendir

çerçevede ilgili kurul ve kurulufllara teklifte bulunmak; c)Tar›m sektöründe düzenli bir kay›t sistemi ve veri taban› ile çiftçi kay›t sisteminin oluflturulmas›n› sa¤lamak; d)Tar›mla ilgili kanun tasar›lar›, teklifleri ve di¤er mevzuat düzenlemelerini incelemek, görüfl bildirmek ve tavsiyede bulunmak;e)‹ç ve d›fl piyasalarda dikkate al›narak tar›msal üretim ve pazarlama konular›nda uygulanacak tar›m politikalar›n› ve ilkelerini belirlemek, tar›msal üretimde verimlili¤i sa¤layacak gerekli tedbirleri almak; f)Desteklemede uygulamaya konulacak kararlarla tar›m›n alt sektörleri aras›ndaki dengeyi sa¤layacak tedbirleri almak, destek ve teflvikleri verimli k›lmak, destekleme amac›yla yap›lan harcamalar›n hedef kitleye ulaflmas›n› sa¤layacak tedbirler almak; g)Tar›msal üretimle ilgili ileriye dönük ürün desenlerinin uygulanmas›n› sa¤layacak teflvik ve desenlerle üreticinin yönlendirilmesini sa¤layacak tedbirleri almak.” 6 TÜS‹AD Raporu’nda bir alternatif tar›m politikas› önerilmifltir. Bu politikan›n, üretimde ve tüketimde kaynak kullan›m›n› daha etkin hale getirmeye çal›flt›¤› için üretken politikalar olarak adland›r›lan ilk grubunun, öncelikle kurumsal yap›n›n

ve örgütlü olan uluslararas› flirketlerle eflitsiz koflullarda karfl› karfl›ya b›rakmaktad›r (Ayd›n, 2001: 13). 1980’li y›llarda Türkiye gibi ülkelerde gerçekleflen dönüflümün temelinde sermayenin küreselleflmesi yani “ … `dünya ölçe¤inde belirleyici` olmas› yatmakla birlikte, dünya ölçe¤inde iflleyen sürece her bir ülke sahip oldu¤u kapitalist iliflkilerin ulaflt›¤› aflamaya ba¤l› kendine özgü bir dizi mekanizmayla eklemlenmektedir. Bu anlamda belirleyici olan sadece d›flsal faktörler de¤il, ayn› zamanda d›flsal faktörlerle iliflkiye giren içsel dinamiklerdir. Geç kapitalistleflen ülkelerde, ülke içi kapitalist iliflkilerin geliflmesi belirleyici bir öneme sahiptir ve zaten kapitalizmin dünya ölçe¤inde belirleyicili¤inin artmas›nda bu de¤iflimin özel bir katk›s› olmufltur” (Ercan, 2002, 43). Dolay›s›yla, Türkiye’de 1980’lerden beri yap›sal uyum politikalar› ile tar›mda devletin küçültülmesi ve son tar›m reformu politikalar›, küreselleflen yabanc› ve yerli sermayenin tar›mda liberalizasyon talebinin yans›malar›d›r. Türkiye Sanayici ve ‹fladamlar› Derne¤i’nin (TÜS‹AD) 1999 tarihli Tar›m Raporu, Türkiye’de tar›m politikas›nda kullan›lan araçlar›n etkisini kaybetmifl oldu¤u, desteklemenin getiri ve yükünün eflitsiz da¤›l›m›n›n sektördeki as›l sorunu oluflturdu¤u, destekleme al›mlar› politikas›n›n siyasetin do¤rudan olumsuz etkileri alt›nda uyguland›¤› ve uluslararas› alanda tar›m›n rekabet gücünün kalmad›¤› gibi sonuçlara ulafl›larak ve çeflitli politika önerileri gelifltirerek bu talebi dillendirmektedir.6 Sonuç olarak, daha önceleri, ülke içi g›da güvenli¤i temelinde d›fla karfl› korumac›l›k ve destekleme politikalar› ile büyük ölçüde devlet eliyle kapitalist iliflkilere eklemlendirilen tar›m kesimi, yeni düzenlemelerle bütünüyle dönüfltürülmeye u¤rafl›lmaktad›r. Sermaye birikiminin bugün ulaflt›¤› aflamada s›n›flararas› iliflki ve çat›flmalar›n da yo¤unlaflmas›, devletin farkl› biçimlerde yeniden düzenlenmesine neden olmufltur (Ercan, 2002: 56). Uluslararas› sermayenin ç›karlar›n› koruyan IMF ve Dünya Bankas› ile Türkiye’deki sermaye çevrelerinin ç›karlar› aras›ndaki paralellik, toplumdaki alt ve orta tabakalar›n aleyhine iflleyen politikalar›n uygulanmas›na ve övülmesine ve söz konusu politikalar›n tek kurtar›c› gibi görülmesine yol açm›flt›r (Ayd›n, 2001: 29). Türkiye’de tar›m reformu, tar›mdaki milyonlarca üreticinin, özel gübre üreticisi, kimyasal madde üreticisi, gelifltirilmifl tohum üreticisi, tüccar, ihracatç› fleklindeki yerel ve küresel/çok uluslu sermaye karfl›s›nda yaln›z ve korumas›z kalmas› anlam›na gelmektedir. Bu durum, küçük ve orta ölçekli tar›m›n tasfiye edilece¤i, üreticinin tar›mdan uzaklaflmak durumunda kalaca¤›, kentlere yeni bir göç dalgas›n›n oluflaca¤› ve bütün bunlar›n var olan çarp›k kentleflme, yoksullaflma ve iflsizlik sorunlar›n› a¤›rlaflt›raca¤› yönündeki çeflitli öngörüleri de güçlendirmektedir.n


Küreselleflen Tar›m ve Türkiye’de Tar›m Reformu

Kaynakça Abay, C., S. Akgüngör, M. Artuko¤lu, N. Demirbafl, ve L. Ça¤layan (1995), “Planl› Dönemde Tar›m Politikalar›”, Türkiye Ziraat Mühendisli¤i IV. Teknik Kongresi, 9-13 Ocak, Ankara: Ziraat Bankas› Kültür. Akder, A. H., H. Kasnako¤lu, (tarihsiz), "Tar›m", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Yüzy›l Biterken, c.15, ‹stanbul: ‹letiflim, 1336-1345. Alt›ok, M. (2002) “Yeni Liberal ‹stikrar ve Yap›sal Uyum Programlar›: Türkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi ve Kriz”, Praksis, 5: 77-130. Aruoba, Ç. (1989) Türkiye ve Avrupa Toplulu¤u Aç›s›ndan Uluslararas› Tar›m Ürünleri Ticareti, Ankara: A.Ü. Avrupa Toplulu¤u Araflt›rma ve Uygulama Merkezi (No: 4). Ayd›n, Z. (2000) “Genetik Mühendisli¤i, Azgeliflmifl Ülkelerde Yoksulluk ve G›da Sorunu” Toplum ve Bilim, 85: 108-132. Ayd›n, Z. (2001) “Yap›sal Uyum Politikalar› ve K›rsal Alanda Beka Stratejilerinin Özellefltirilmesi: Söke’nin Tuzburgaz› ve Sivrihisar’›n K›n›k Köyleri Örne¤i”, Toplum ve Bilim, 88 : 11-31. Baray, ‹. ve T. Ergun (1990) 1980 Sonras› Dönemde Türkiye’nin Tar›msal Yap›s›nda Ortaya Ç›kan De¤iflmeler, ‹stanbul: Friedrich Ebert Vakf›. Çakmak, E., H. Kasnako¤lu, H. Akder (1999) Tar›m Politikalar›nda Yeni Denge Aray›fllar› ve Türkiye, ‹stanbul: TÜS‹AD. Dinler, Z. (1988) Tar›m Ekonomisi, Bursa: Uluda¤ Üniversitesi Güçlendirme Vakf› (Yay›n No.3). Do¤ruel, F. (1998) “Toplant› Sonuç Raporu”, Dünya Ticaret Örgütü’nün Tar›m Anlaflmas› ve Türkiye, ‹stanbul: Friedrich Ebert Stiftung: 27-62. DPT (Devlet Planlama Teflkilat›)

(1995) Yedinci Befl Y›ll›k Kalk›nma Plan›, 1996-2000, Ankara: DPT. DPT (Devlet Planlama Teflkilat›) (2000) Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Befl Y›ll›k Kalk›nma Plan›, 20012005, Ankara: DPT. Ercan, F. (2002) “Çeliflkili Bir Süreklilik Olarak Sermaye Birikimi (1), Türkiye’de Kapitalizmin Geliflme Dinamiklerinin Anlafl›lmas› ‹çin Marksist Bir Çerçeve Denemesi”, Praksis 5 (K›fl), 25-75. Ertu¤rul, C. ve G. Günayd›n, (1999) “Dünyada ve Türkiye’de Tar›m Politikalar›na Yeni Yaklafl›mlar”, Dünyada ve Türkiye’de Tar›msal Desteklemelere Yeni Yaklafl›mlar Sempozyumu, 7-8 Ocak, Ankara: TMMOB Ziraat Mühendisleri Odas›. Güler, B. A. (1995) “Kamu Yönetimi ve Dünya Bankas›”, Amme ‹daresi Dergisi, 28/3: 19-29. Güler, B. A. (1996) Yeni Sa¤ ve Devletin De¤iflimi, Yap›sal Uyarlama Politikalar›, Ankara: TODA‹E. Gürbüz, M. (2001) “Türkiye ve Tar›m: ‘Bir Özet Tan›m’”, ‹ktisat Dergisi, 412 (Nisan): 25-26. ‹slamo¤lu, H. (2002) “Yeni Düzenlemeler ve Ekonomi Politik: IMF Kaynakl› Kurumsal Reformlar ve Tütün Yasas›”, Birikim, 158: 20-27. Kazgan, G. (1996) “Tar›mda Geliflme ve Gelece¤e Bak›fl”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Yüzy›l Biterken, I. Bask›, ‹stanbul: ‹letiflim, 13421343. Kazgan, G. (1999) "1980'lerde Türk Tar›m›nda Yap›sal De¤iflme", 75 Y›lda Köylerden fiehirlere, ‹stanbul: Tarih Vakf›, 31-36. Kepenek, Y., N. Yentürk (2000) Türkiye Ekonomisi, Gelifltirilmifl 10. Bas›m, ‹stanbul: Remzi Kitabevi. Köymen, O. (1999) "Cumhuriyet Dö-

299

de¤ifltirilmesini ve örgütlenmede kamu kaynaklar›n›n kullan›lmas›n› gerektirdi¤i belirtilmifltir. Da¤›l›m politikalar› olarak adland›r›lan ikinci grup politikalar ise, fiyat ve girdi desteklemeleri alan›nda acil düzenlemelerin yap›lmas› gereklili¤i üzerine infla edilmifltir. Bu ba¤lamda IMF ve Dünya Bankas›’n›n tar›m destek sistemi önerilerinin, hayata geçirilmeleri için gereken kurumsal ve örgütsel altyap›n›n k›sa sürede oluflturulamayaca¤› vurgusu yap›lmakla birlikte, uygun öneriler oldu¤u belirtilmifltir (Çakmak vd. 1999: 115, 122).


300

Hülya Kendir

neminde Tar›msal Yap› ve Tar›m Politikalar›", 75 Y›lda Köylerden fiehirlere, ‹stanbul: Tarih Vakf›, 130.

mation in Developing Countries”, International Sociological Science Journal, 124, 125-133.

Mc Michael, P., ve D. Mhrye (1991) “Global Regulation vs. the Nation-State: Agro-Food Systems and the New Politics of Capital”, Capital and Class, 43: 83-105.

fiengül, H. (1998) “Küreselleflme ve Türkiye’nin Ekonomik Geliflmesinde Tar›m Sektörünün Yeni Rolü”, Türkiye Üçüncü Tar›m Ekonomisi Kongresi, 7-9 Ekim 1998, Ankara: T.C. Ziraat Bankas› Kültür Yay›nlar›, (No. 35), 11-20.

OECD (1994) Ülke Tar›m Politikalar› ve Ticareti Ülke Raporu, Türkiye, Ankara: Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤›.

TKB (Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤›) (1997) I. Tar›m fiuras› Sonuç Raporu, Ankara: Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤›.

Olhan, E. (2000) Türkiye’de Gübre Sübvansiyon Politikalar›-‹çel ‹li Turunçgil Üreticileri Aç›s›ndan Bir De¤erlendirme, Ankara: Türkiye Ziraat Odalar› Birli¤i.

Tekeli, ‹ ve S. ‹lkin (1998) “Devletçilik Dönemi Tar›m Politikalar› (Modernleflme Çabalar›)”, Pamuk, fi.ve Z. Toprak (der.), Türkiye’de Tar›msal Yap›lar (1923-2000), Ankara: Yurt.

Oyan, O. (2001) “Tar›mda “Yap›sal Uyarlama” Türkiye’nin Ç›kar›na m›?”, Emek Politikalar› Sempozyumu, 24-25 Mart 2001, Ankara: TMMOB, 124-135 Ören, N. (1998) “Cumhuriyet Dönemi Tar›m Politikalar›”, Cumhuriyet’in 75. Y›l›nda Türkiye Tar›m› Sempozyumu 15-16 Ekim 1998, Ankara: Ziraat Bankas›, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odas›, TÜB‹TAK, 83-90. Özkaya, T., O. Oyan, F. Ifl›n ve A. Uzmay (2001) “Türkiye Tar›m Ekonomisi Nereye Götürülüyor?”, ‹ktisat Dergisi, 412 (Nisan): 47-58. Sezen, S. (1999) Devletçilikten Özellefltirmeye Türkiye’de Planlama, Ankara: TODA‹E, (No.293). Sorj, B. Ve J. Wilkinson (1990) “From Peasant to Citizen: Technological Change and Social Ttansfor-

TZOB (Türkiye Ziraat Odalar› Birli¤i) (tarihsiz), Zirai ve ‹ktisadi Rapor, 1994-1996, Ankara: Türkiye Ziraat Odalar› Birli¤i. Usumi, S. (1999) "75 Y›lda Hayvanc›l›k: Geliflmeden Çöküfle", 75 Y›lda Köylerden fiehirlere, Ankara: Tarih Vakf›, 37-42. World Bank Office Ankara (2000) World Bank Program In Turkey, Ankara. Yenal, D., Yenal, Z.(1993) “2000 Y›l›na Do¤ru Dünyada G›da ve Tar›m”, Toplum ve Bilim, 56 (Bahar): 93-114. Yenal, N. Z. (2001) “Türkiye’de Tar›m ve G›da Üretiminin Yeniden Yap›lanmas› ve Uluslararas›laflmas›”, Toplum ve Bilim, 88 (Bahar): 32-54.


Praksis 9

| Sayfa: 301 - 319

1980’den Günümüze Sa¤l›k Politikalar› Ata Soyer

a¤l›k hizmetlerinde 1980’den bu yana gerçeklefltirilen de¤ifliklikler, dönem boyunca yürürlükte olan neoliberal politikalar›n önemli bir aya¤›n› oluflturmufl, sa¤l›ktaki uygulamalar devletin sosyal nitelikli hizmetlere iliflkin ifllevlerindeki de¤iflikliklerin izlenebilece¤i önemli bir alan olma özelli¤i tafl›m›flt›r. 1980 sonras›nda sa¤l›k alan›ndaki de¤ifliklikler birbiriyle iliflkili iki temel süreçle ba¤lant›land›r›labilir. Bir yandan sermayenin kamu finansman›na katk›s›n›n azalt›lmas›yla birlikte devletin sosyal harcamalara ay›rd›¤› kaynaklar afl›nd›r›l›r ve do¤rudan sermayeye aktard›¤› kaynaklar art›r›l›rken, bir yandan da sermayenin elinde biriken kaynaklar yeni yat›r›m alanlar›na yay›larak geçmiflte kamu taraf›ndan yürütülen sosyal hizmetlerin özellefltirilmesi yönünde bask› yaratmaktad›r. Böylece, bir yandan borç krizine giren devletin mali kaynaklar›n›n iyice daralmas›yla ortaya ç›kan finansman sorunlar› hizmetlerin fiyatland›r›lmas› ve yararlananlar›n mali katk›s›n›n zorunlu k›l›nmas› ile afl›lmaya çal›fl›rken, bir yandan da “kamunun sa¤l›k hizmetlerinde b›rakt›¤› bofllu¤u özel sektörün doldurmas›” olarak sunulan bir süreçte, kamudan özel kesime kaynak aktarmas› yap›lmaya bafllanm›flt›r. Birbiriyle iliflkili bu iki e¤ilim, sa¤l›¤›n da aralar›nda yer ald›¤› kamu hizmetlerinin bir yandan afl›nd›r›lmas›n› bir yandan da özellefltirilmesini gündeme getirmektedir. Neoliberalizmin sa¤l›k sektöründeki temel yaklafl›m›, sa¤l›¤› devletin sorumlu oldu¤u temel bir insan hakk› olarak gören anlay›fl› y›karak, fiyatland›r›larak piyasada arz-talep koflullar›nda üretilmesi gereken bir hizmet olarak ele almakt›r.

S


302

Ata Soyer

Neoliberalizme göre, kamusal sa¤l›k hizmetlerinde verimlilik, etkenlik, yüksek maliyet gibi sorunlar bulunmakta, bu sorunlar›n çözümü de aflamal› bir özellefltirme süreci sonucunda hizmetin tamamen piyasa mant›¤› ile üretilmeye bafllanmas›nda yatmaktad›r. Hizmetin kamu eliyle yerine getirildi¤i durumlarda da uygun çözüm hizmetin fiyatland›rarak “kullanan öder” yaklafl›m›n›n uygulamaya geçirilmesi olmal›d›r. Sa¤l›k hizmetlerine iliflkin bu neoliberal yaklafl›m sorunlar›n nedeni olarak “devlet müdahalesi”ni göstermekle ve çözüm olarak sa¤l›k hizmetlerine piyasa mant›¤›n›n egemen k›l›nmas›n› sunmakla beraber, uygulama ile söylem aras›nda önemli farklar bulunmaktad›r. 1980’den bu yana Türkiye’de sa¤l›k alan›nda yaflanan geliflmeler, devletin sa¤l›k hizmetlerini aflamal› olarak özel kesime aktararak bu alandan çekilmeye bafllamas› ve hizmet üretenlerle hizmetten yararlananlar aras›nda “nötr” bir konum kazanmas› biçiminden çok, devletin bizzat özel kesimin desteklenmesinde aktif rol almas› biçiminde olmufl; sa¤l›k alan›nda sermayenin egemenli¤inin art›fl› anlam›na gelen süreç bizzat devletin aktif yönlendirmesi eliyle gerçeklefltirilmifltir. Bir baflka deyiflle, sa¤l›k hizmetlerindeki sorunlar›n kayna¤› olarak “kamu hizmeti” yaklafl›m›n›, çözüm olarak da “özel giriflimi” gösteren neoliberal yaklafl›m, artan sa¤l›k sorunlar›n›n kayna¤›nda bizzat neoliberal politikalar›n yatt›¤›n› gizlemekte, liberalizasyonun daha da ilerletilmesini meflrulaflt›rmaya çal›flmaktad›r. Bu yaklafl›m›n özlü bir ifadesini Dünya Bankas› raporlar›nda bulmak olanakl›d›r. Sa¤l›ktaki özellefltirme ve yeniden yap›land›rma sürecini yönlendiren Dünya Bankas›’na göre, azgeliflmifl ülkelerde sa¤l›k hizmetlerinde yaflanan sorunlar temelde, devletin artan sa¤l›k hizmeti talebini karfl›layacak mali olanaklardan yoksun olmas›ndan kaynaklanmaktad›r. Ayr›ca, devletin sa¤l›k hizmetlerini bütçe yoluyla finanse etmesinin “sa¤l›ktaki eflitsizlikleri derinlefltirdi¤i” ileri sürülebilmektedir. Banka çözümü ise, “devlet üzerindeki yükün azalt›lmas› ve özel kesimin katk›s›n›n al›nmas›nda” bulmaktad›r. Buna göre, sa¤l›ktaki yeniden yap›lanma süreci, hem hizmetten yararlananlar›n hizmetin bedelini ödemesini, hem de sa¤l›k hizmetlerine “özel kesimin katk›s›n›n al›nmas›n›” öngörmektedir. Dünya Bankas›’n›n, “özel kesimin katk›s›n›n al›nmas›”ndan anlad›¤› ise, kamuya ait sa¤l›k kurulufllar›n›n özellefltirilmesi, sektöre yat›r›m yapacak özel kesime teflvik ve muafiyetler sa¤lanmas› ile teknik ve finansal destek verilmesidir (Dünya Bankas›, 1986; World Bank, 1990; Belek, 1994;


1980’den Günümüze Sa¤l›k Politikalar›

Soyer, 1995; Güler, 1996). Böylece, sorunlar›n kayna¤›nda kamunun mali olanaklar›n›n k›s›tl›l›¤›n› gören Dünya Bankas›, çözüm olarak kamu kaynaklar›n›n özel kesime aktar›lmas›n› sunabilmektedir. Bankan›n sorunlar› ele al›fl biçimi ve sundu¤u çözüm önerileri, as›l hedefin kamuya ait sa¤l›k kurulufllar›n›n özellefltirilmesi ve kamu olanaklar›n›n özel kesime sunulmas› oldu¤unu aç›kça sergilemektedir. Bu çal›flmada, 1980 sonras› dönemde sa¤l›k sektöründe yaflanan geliflmeler incelenmektedir. Çal›flman›n ilk bölümünde sa¤l›ktaki politikalar dönemin genel özellikleri çerçevesinde ele al›narak sa¤l›k hizmetlerindeki özellefltirme uygulamalar›n›n ülkedeki neoliberal politikalar›n önemli bir boyutunu oluflturdu¤u gösterilmeye çal›fl›lmaktad›r. Bu bölümde, sa¤l›ktaki geliflmeler 1980-88 ve 1989’dan bu yana olmak üzere iki ana döneme ayr›larak incelenmektedir. Çal›flman›n ikinci bölümünde ise, ele al›nan dönemde sa¤l›k politikalar›nda ortaya ç›kan e¤ilimler ana özellikleriyle ortaya konmaya çal›fl›lmaktad›r.

1. 1980’den Günümüze Sa¤l›k Alan›ndaki Temel Düzenlemeler 1980 sonras› dönem ekonomi politikalar› aç›s›ndan bütünüyle neoliberal ve d›fla aç›lmac› olarak nitelense de farkl› alt dönemlerden oluflmufltur. ‹lk dönem olarak ele al›nabilecek olan 198088 dönemine damgas›n› vuran özellik dünya ekonomisi ile “ticaret yoluyla bütünleflme”dir. 1980-88 dönemi, as›l olarak ticari serbestleflmenin önkoflullar›n›n haz›rland›¤› dönem olmufltur. 1989 sonras› dönemde ise, “finansal serbestleflme” politikas› belirleyicilik kazanm›flt›r. 1989 sonras› ve özellikle 1999 sonras› dönemde, gerek genel ekonomi politikalar›nda gerekse sa¤l›k politikalar›nda liberalizasyonun daha da ilerletilmeye çal›fl›ld›¤› görülmektedir. 1-1 1980-1988 Döneminde Sa¤l›k Politikalar› A. 24 Ocak Kararlar› ile bafllayan dönemde neoliberal politikalar›n egemenlik kazanmas›n›n sa¤l›k politikalar› aç›s›ndan da önemli sonuçlar› oldu. Emek ile sermaye aras›ndaki bölüflüm iliflkilerinin belirgin bir biçimde emek aleyhine bozuldu¤u bu dönemde, kamusal sa¤l›k hizmetleri de önemli oranda afl›nd›r›ld›. Dönemin istikrar ve yap›sal uyum politikalar› temelde iç pazar›n daralt›lmas›na, bunun için de ücretlerin ve tar›msal desteklerin k›s›lmas›, düflük de¤erli TL ve düflük ücretlerle ihracat›n

303


304

Ata Soyer

teflvik edilmesine dayan›yordu. Ancak, sa¤l›k politikalar› aç›s›ndan daha da belirleyici etkileri olan geliflme “devletin yeniden yap›land›r›lmas›” do¤rultusunda uygulanan yap›sal uyum politikalar› oldu. Devletin yeniden yap›land›r›lmas› do¤rultusundaki temel tercihlerden biri devletin imalat sanayiinden çekilmeye bafllay›p, a¤›rl›¤› altyap› hizmetlerine vermeye bafllamas›yd›. Bu do¤rultuda ikinci önemli uygulama, sermaye üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi, buna karfl›l›k sermayeye sa¤lanan do¤rudan ve dolayl› desteklerin art›r›lmas› idi. Sermaye üzerindeki vergi yükünün az›lt›lmas›, kamu finansman› aç›s›ndan önemli sorunlar do¤urdu ve öncelikle sosyal harcamalara ayr›lan kaynaklar›n afl›nmas›na, ikinci olarak da kamu hizmetlerinin özellefltirilmesi do¤rultusunda bask›lar›n art›fl›na yol açt›. Bu dönemde gerek bütçe harcamalar›n›n gerekse kamu yat›r›mlar›n›n bilefliminde önemli de¤ifliklikler ortaya ç›kt›. 1980 öncesinde bütçe harcamalar› içinde a¤›rl›¤›n› personel giderlerinin oluflturdu¤u cari harcamalar kalemi yüzde 46.4’lük bir paya sahipken, bu oran 1988’e gelindi¤inde yüzde 37.5’e kadar düflürülecek, 1989-1993 döneminde yeniden yükselifle geçip yüzde 46.7’ye kadar yükseldikten sonra 1994 krizi ertesindeki dönemde yeniden yüzde 36.2 seviyesine düflecektir. Bunun sa¤l›k hizmetleri aç›s›ndan en önemli sonuçlar›, gerek sa¤l›¤a ayr›lan paylar›n gerekse sa¤l›k personelinin de içinde yer ald›¤› kamu çal›flanlar›n›n reel ücretlerinin büyük oranda gerilemesiydi. Ayn› dönemde bütçe harcamalar› içinde yat›r›mlar›n pay› da neredeyse üçte iki oran›nda gerileme gösterdi. Ayr›ca, kamu yat›r›mlar› içinde e¤itim ve sa¤l›k gibi sosyal hizmetlerin pay› önemli oranda azald› (Boratav, 1995; Oyan, 1998). Bu dönemde, özellikle düflük ücret politikas›, nüfusun önemli bölümünün yaflam koflullar›n› olumsuz etkilemesi nedeniyle toplum sa¤l›¤›n› bozan en temel etmen olmufltur. Gelirleri gerileyen genifl toplumsal kesimlerin kötü beslenmesi ve sa¤l›k hizmetlerine erifliminin zorlaflmas› dönemin temel bir özelli¤idir. ‹kinci önemli de¤iflim, sermayenin vergi yükünün azalt›lmas›n›n vergi gelirlerinde azalmaya yol açarak bütçenin sosyal harcamalar kaleminde büyük düflüfllere neden olmas›d›r. Bu dönemde, sa¤l›¤›n da aralar›nda yer ald›¤› sosyal harcamalar›n büyük ölçüde k›s›ld›¤› görülmektedir. Dönemin ekonomi politikalar›n›n sa¤l›k alan›ndaki etkilerinden üçüncüsü, kamu sa¤l›k personelinin reel ücretlerinde büyük oranl› gerilemeler ortaya ç›kmas›d›r. B. 1980-83 döneminin Milli Güvenlik Konseyi yönetimi al-


1980’den Günümüze Sa¤l›k Politikalar›

t›nda geçen y›llar›nda sa¤l›k politikalar› alan›nda önemli de¤ifliklikler gerçeklefltirildi. Sa¤l›k politikalar›n› etkileyen ilk önemli de¤ifliklik, yeni Anayasa ile devletin sa¤l›k alan›nda üstlendi¤i görevlerin yeniden tan›mlanmas›yd›. 1961 Anayasas›’n›n “Devlet, herkesin beden ve ruh sa¤l›¤› içinde yaflayabilmesi ve t›bbi bak›m görmesini sa¤lamakla ödevlidir. Devlet, yoksul ya da dar gelirli ailelerin sa¤l›k flartlar›na uygun konut ihtiyaçlar›n› karfl›lay›c› tedbirleri al›r” (madde 49) hükmüyle sa¤l›¤› temel bir insan hakk› olarak gören ve bu hakk›n devlet taraf›ndan güvence alt›na al›nmas›n› öngören “sosyal devlet” anlay›fl›, devletin sorumlu de¤il “düzenleyici” oldu¤unu ifade eden bir anlay›flla de¤ifltirildi: “Herkes, sa¤l›k ve dengeli bir çevrede yaflamak hakk›na sahiptir. Çevreyi gelifltirmek, çevre sa¤l›¤›n› korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandafl›n ödevidir. Devlet, herkesin hayat›n›, beden ve ruh sa¤l›¤› içinde sürdürmesini sa¤lamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artt›rarak, iflbirli¤ini gerçeklefltirmek amac›yla sa¤l›k kurulufllar›n› tek elden planlay›p hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sa¤l›k ve sosyal yard›m kurumlar›ndan yararlanarak, onlar› denetleyerek yerine getirir. Sa¤l›k hizmetlerinin yayg›n bir flekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sa¤l›k sigortas› konabilir” (madde 56). Anayasa’daki bu de¤ifliklik, temelde “sosyal devlet” anlay›fl›n de¤ifltirilmesi anlam›na geliyordu. Gerçi 1980 öncesi dönemde de Bat› ülkelerindeki gibi geliflkin bir “sosyal devlet”ten söz etmek olanakl› de¤ildi, ancak “sosyal devlet” uygulamalar› 1980 sonras› döneme k›yasla daha güçlü idi. Bu temel politika de¤iflikli¤i dönem boyunca baflta MGK Hükümeti Program› olmak üzere tüm resmi belgelere yans›d›. Bu dönemde sa¤l›kla ilgili hukuksal altyap›, devletin yeniden yap›lanmas›n›n gereklerine uygun olarak önemli ölçüde de¤ifltirildi. Gülhane Askeri T›p Akademisi Yasas›, Organ Nakli Yasas›, Adli T›p Kurumu Yasas›, Nüfus Planlamas› Hakk›nda Yasa, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Yasas›, Kan ve Kan Ürünleri Yasas› gibi onlarca yasa ç›kar›ld›. Bu yasal de¤iflikliklerde sa¤l›k çal›flanlar›n›n örgütlerinin görüfllerine baflvurulmas› ise düflünülmüyordu bile... Kamu hizmetlerini çökertici ve özel sermayeyi destekleyici ilk önemli kararlar da MGK yönetiminin bafllar›nca demagojik “paras›z hizmet olmaz” söylemleri eflli¤inde bu dönemde al›nm›flt›r. 1981 y›l› sonunda al›nan bir Bakanlar Kurulu karar› ile, sa¤l›k yat›r›mlar› teflvik kapsam›na sokulmufl, sa¤l›kta kamu fonlar›n›n

305


306

Ata Soyer

özel sektöre ak›t›lmas› dönemi bafllat›lm›flt›r. Yine 1983 tarihinde, Sa¤l›k Bakanl›¤›’na ba¤l› kurumlarda döner sermayenin kapsam› geniflletilmifltir. Böylece, daha sonra bütçeden ayr›lan pay›n azalt›lmas› yoluyla çökertilecek olan sa¤l›k kurumlar›na ayakta durman›n yolu olarak hizmetlerini fiyatland›rmalar› yolu gösterilmifl, sa¤l›k hizmetleri paral›laflt›r›lmaya bafllanm›flt›r. Finansman› halktan al›nacak ek primlerle sa¤lanacak Genel Sa¤l›k Sigortas› ile ilgili yo¤un çal›flmalar da ilk kez bu dönemde bafllat›lm›fl, ancak daha sonra tamamlanamam›flt›r. Hekimlere ve sa¤l›k personeline yönelik en düflmanca ifade ve uygulamalar da yine bu dönemde bafllad›. ‹lk olarak kamuda çal›flan sa¤l›k personelinin özlük haklar›n› düzenleyen “Tam Gün Yasas›”n›n ücret ve mali düzenlemeler ile ilgili hükümleri yürürlükten kald›r›ld›. Ama çal›flma süresi ile ilgili (di¤er memurlara k›yasla günde 1 saat fazla çal›flma zorunlulu¤u getirilmesi gibi) hükümler aynen korundu. Üstelik tüm hekimlere dört y›l “zorunlu hizmet” getirildi. Bu dönemde özellikle MGK Baflkan›n›n a¤z›ndan, hergün hekimlere ve sa¤l›k personeline hakaretler ya¤d›r›ld›. Böylece, daha sonra “sa¤l›k hizmetlerindeki olumsuzluklar›n sorumlusunun kamu sa¤l›k hizmetleri ve hekimler oldu¤u” fikrini yaymay› üstlenen medya için de yol aç›lm›fl oldu. Bu dönemde tüm muhalif örgütlere ve özel olarak sola sald›ran cunta, do¤al olarak sa¤l›k çal›flanlar›n›n demokratik örgütlerine de sald›rm›fl, yöneticilerine bask› uygulam›flt›r. Türk Tabipleri Birli¤i (TTB), Tüs-Der, Has-‹fl, Devrimci Sa¤l›k ‹fl vb. örgütlerin kapat›lmas›n›n yan› s›ra, TTB Baflkan› Erdal Atabek 3 y›l cezaevinde kalm›fl, TTB yöneticilerine “gizli örgüt” üyesi olmaktan dava aç›lm›flt›r. Bask›lar bunlarla da kalmam›fl, zaten s›n›rl› yetkiler içeren TTB Yasas› ve di¤er meslek örgütleri yasalar›, 1982 Anayasas›’nda yap›lan de¤iflikliklere paralel olarak de¤ifltirilmifl, yetkileri daralt›lm›fl, üzerlerine devlet vesayeti getirilmifltir. C. ANAP’›n 1983-87 ve 1987-91 olarak tek bafl›na iktidar oldu¤u iki dönem bulunmakla birlikte, uygulanan ekonomik politikalar itibar›yla, 1989 öncesi ve sonras› diye dönemlefltirerek bir de¤erlendirme yapmak daha uygun olacakt›r. 1989 öncesi dönem için, gerek 1983 Hükümet Program›, gerekse V. Befl Y›ll›k Kalk›nma Plan› ANAP’›n sa¤l›kla ilgili yaklafl›m›n› yans›tmas› aç›s›ndan ele al›nmas› gereken ilk önemli belgelerdir. “Bütün vatandafllar›m›z›n sa¤l›k sigortas›na kavuflturulmas›n›, herkesin istedi¤i hastaneden faydalanmas›n› sa¤layacak bir sistemin geliflti-


1980’den Günümüze Sa¤l›k Politikalar›

rilmesini hedef al›yoruz” diyen ANAP Hükümet Program›, bütün bir 1980’li y›llar boyunca kamu sa¤l›k hizmetlerine yöneltilecek neoliberal elefltirinin habercisi olmufltur. Bu ba¤lamda, programda yer alan “Devlet ve Sigorta Hastanelerinin yükünü hafifletmek ve daha iyi hizmet verebilmelerini temin etmek için bu kurulufllar d›fl›nda çal›flan doktor ve sa¤l›k personelinden belirli esaslar dahilinde faydalan›lacakt›r” ifadesi, sa¤l›¤› özel sermayenin kâr alan› haline getirmeyi hedefleyen ANAP sa¤l›k politikas›n›n temel anlay›fl›n› da ortaya koyuyordu. Yine ayn› programda yer alan “ilaç sektörünün ve özel sa¤l›k müesseselerinin teflvik edilmesi” ifadeleri çerçeveyi tamamlamaktad›r. Ve yine ilk defa, bir befl y›ll›k planda “kamu sa¤l›k kurumlar›nda rasyonellik ve verimlilik sa¤lanmas›”, “sa¤l›k kurumlar›na iflletmecilik anlay›fl›n›n getirilmesi”, “özel sa¤l›k müesseselerinin ve hastanelerin desteklenmesi”, “özel sa¤l›k kurumlar›n›n ücretlerinin serbest b›rak›lmas›”, “kamu sa¤l›k kurulufllar›n›n özel sa¤l›k kurumlar› ve özel hekimlerden hizmet almas›” gibi görüfller yer alm›flt›r. Ancak, 1983 sonras› y›llar›n, hatta son 20 y›l›n mant›¤›n› en iyi anlatan belge, 1987 tarih ve 3359 say›l› Sa¤l›k Hizmetleri Temel Kanunu’dur (SHTK). Kamu sa¤l›k hizmetlerinin ticarileflmesi ve piyasaya aç›lmas›, devletin bu alandaki sorumlulu¤una son verilmesi, sa¤l›k personeli üzerinde piyasa mant›¤› ile oluflturulan bask›n›n meflrulaflt›r›lmas› ile SHTK, kendisinden sonraki tüm yasa giriflimlerinin/tart›flmalar›n›n öncüsü olmufltur. Söz konusu yasa ile kamu ve özel sa¤l›k kurulufllar› ayn› yaklafl›mla ele al›nm›fl, devletin her iki sa¤l›k kurulufluna ayn› mesafede yaklaflmas› anlay›fl› egemen k›l›nm›fl, kamu sa¤l›k kurulufllar› statü olarak iflletme haline getirilmifl, gerek özel gerekse kamu sa¤l›k kurulufllar›n›n hizmetleri fiyatland›r›lm›fl, sosyal güvenceye sahip olan herkesin kamu ya da özel istedi¤i sa¤l›k kuruluflundan yararlanabilmesi olanakl› k›l›nm›flt›r. SHTK’nun sa¤l›k personeline getirdikleri ise, Sa¤l›k Bakanl›¤›’na “geçici ve daimi meslekten men etme yetkisi verilmesi, yabanc› sa¤l›k personeli çal›flt›r›lmas›na izin verilmesi, özel ya da kamu sa¤l›k kurulufllar›nda zorunlu hizmet yapt›rma yetkisi” ile tüm sa¤l›k personelinin sözleflmeli hale getirilmesidir. Ek olarak, yukar›da ifade edilen Genel Sa¤l›k Sigortas›’n›n oluflturulmas›n› içeren SHTK, sa¤l›kla ilgili 22 yasa ve 54 yönetmelik, tüzük, yönergeyi ilgilendirmesine karfl›n, toplumda aç›k bir tart›flmaya sokulmam›fl, tümüyle yukar›dan bir dayatma ile ç›kar›lm›flt›r. Ancak, tabip odalar› (özel olarak Ankara Tabip Odas›’n›n) ve sa¤l›k çal›flanlar› örgütleri ile baz› siyasi

307


308

Ata Soyer

partilerin (özel olarak SHP’nin) tepkisi ile, Anayasa Mahkemesi SHTK’nun baz› maddelerini iptal etmifl, ANAP da bu kanunu uygulama olana¤›n› önemli ölçüde yitirmifltir. ‹lginç olan ise, 1995 y›l›nda ayn› yasaya dayanarak Yüksek ‹htisas ve Kofluyolu hastanelerinin iflletme haline getirilmesinin SHP’nin de içinde oldu¤u koalisyon hükümeti döneminde gerçekleflmifl olmas›d›r. ANAP hükümetleri dönemi ülkede “pembe” reform rüzgarlar›n›n estirilmesiyle geçmifltir. “Sa¤-Kur Yasa Tasar›s›”, “Türkiye Milli Sa¤l›k Politikas›” ve 1990’›n de¤eriyle 1,2 milyar TL’ye Price Waterhouse firmas›na haz›rlat›lan “Sa¤l›k Master Plan›”... ‹flte ANAP dönemi, bir yandan fiilen sa¤l›kta piyasa egemenli¤ini tesis etmek do¤rultusunda ilk ad›mlar› atarken, gelecekteki ad›mlar›n da ideolojik ve hukuksal altyap›s›n› oluflturmufltur. ANAP, gerek sosyal güvenlik gerekse sa¤l›k alan›nda çok kapsaml› bir ideolojik sald›r›y› birkaç koldan harekete geçirmifl, bunun için de medyay› çok iyi kullanm›flt›r. ANAP’›n tekrarlaya tekrarlaya halk›n zihnine kaz›nan ideolojik sald›r›s›n›n en önemli motifleri flunlard›: “Türkiye’de t›pk› di¤er devlet kurumlar›nda oldu¤u gibi sa¤l›kta da afl›r› merkeziyetçilik, bürokrasi, hantal›k sorunlar› bulunmaktad›r. Bu durum hizmetlere verimsizlik olarak yans›maktad›r. Ayr›ca, sa¤l›k hizmetleri gerçek de¤erinin alt›nda fiyatland›r›ld›¤› için hizmetin finansman›nda sorunlar yaflanmaktad›r. Hastane yönetimlerinde iflletmecilik ilkelerini uygulayacak yönetimler yoktur. Bürokrasi, kötü yönetim ve rekabetin bulunmamas› iyi hizmet sunulamamas›na yol açmaktad›r. Di¤er yandan, sosyal güvenlik kurulufllar›na tabi olanlar istedikleri kurumdan hizmet alamamakta, kamunun kalitesi düflük hizmetlerine mahkum olmaktad›r” (). Bu ideolojik sald›r›n›n anlam› fluydu: Kamu sa¤l›k hizmetlerinde t›pk› piyasa hizmetleri gibi fiyatland›rmaya gidilmeli, sosyal güvenlik kurulufllar› hizmeti sunan sa¤l›k kurumlar›na bu fiyatlar üzerinden ödeme yapmal›, sosyal güvencesi olmayan yurttafllar için de ayr› bir fon oluflturulmal›. Buna göre, devlet yaln›zca bu en yoksullar›n yükümlülü¤ünü almal›yd›. K›sacas›, tüm yurttafllara de¤il, en yoksullara sorumlu bir sosyal güvenlik sistemi! ANAP iktidar› bu anlay›fl do¤rultusunda, ça¤dafl sosyal devlet anlay›fl› yerine ortaça¤›n “yoksullara yard›m” modelini geçiren Sosyal Yard›mlaflma ve Dayan›flma Yasas›’n› ç›karm›flt›r. Bu yasa ile bir fon oluflturulmufl, her il ve ilçede Sosyal Yard›mlaflma ve Dayan›flma Vak›flar› kurulmufl, bu vak›flar “fakir ve muhtaç” kiflilere yard›m etmeyi amaçlam›flt›r. Ancak bu yasa, neoliberal


1980’den Günümüze Sa¤l›k Politikalar›

politikalarca bozulan bölüflüm iliflkilerine karfl› oluflan toplumsal tepkileri azaltmak amac› ile maliyeti düflük, reklam› bol bir giriflim olmaktan öteye gidememifltir. Böylece, bir yandan dinsel mesajlarla süslenen “halk›n› düflünen iktidar” imaj› yarat›lmaya çal›fl›lm›fl, di¤er yandan da yerel güçlerin devreye sokulmas› yoluyla ANAP’›n yerel güç odaklar› ile bütünleflmesi ve “partileflme”si de sa¤lanmak istenmifltir. Sa¤l›k ve e¤itim hizmetlerindeki kayg› verici gerilemeleri görünürde “telafi etme” amaçl› bu uygulama, “Fak-Fuk-Fon” gibi “küçümseme” içeren bir ifade ile an›lmaktan kurtulamayacakt›r. SSK konusunda da günümüzde yaflama geçirilmeye bafllanan de¤iflikliklerin temeli, ilk olarak ANAP iktidar› döneminde at›lm›flt›r. 2000 y›l›nda gazetelere manflet olan “SSK’n›n sa¤l›k hizmeti üreten de¤il, sat›n alan bir müessese olmas›” anlay›fl›, tam 15 y›l önce, SSK 40. Genel Kurulu’nda ifade edilmiflti. “Kamu hastaneleri özel hastane statüsünde çal›flacak, hastane yönetimleri verimini art›racak flekilde personel istihdam edecek, sa¤l›k tesislerindeki tüm personel sözleflmeli olacak, baflar›s›z ve verimsiz hekim ve di¤er personel hastane yönetimince uzaklaflt›r›lacak...” sözleriyle 40. Genel Kurul’da dile getirilen anlay›fl daha sonra tüm kamu hastaneleri için geçerli k›l›nm›fl, özellikle DYP-SHP koalisyon hükümeti döneminde “reform” olarak sunulmaya çal›fl›lm›flt›r. ANAP hükümetlerinin sa¤l›k politikalar› konusunda dikkat çekilmesi gereken bir baflka önemli nokta, yeni yeni oluflturulmaya çal›fl›lan “birinci basamak sa¤l›k hizmeti ve sa¤l›k oca¤› anlay›fl›”n›n çökertilmesidir. 1985’de bafllat›lan “H›zland›r›lm›fl ve Geniflletilmifl Afl› Kampanyas›” uygulamas›, sürekli ve düzenli birinci basamak faaliyetinin özverili yaklafl›m›ndan vazgeçilerek, onun yerine reklam› bol, kal›c› olmayan ve birinci basamak sa¤l›k hizmeti fikrini yok eden “kampanyalar” (taramalar, “flov” a¤›rl›kl› uygulamalar vb.) dönemini açm›flt›r. Bu yolla “sa¤l›k oca¤› ve toplum hekimli¤i” anlay›fl›na karfl› “aile hekimli¤i” fikrini gündeme getiren kifli ise ‹hsan Do¤ramac› idi. Sonuç olarak, kamu sa¤l›k hizmetlerine belki de Cumhuriyet tarihinin en az bütçe pay›n› ay›rarak sa¤l›k hizmetlerini çökertmeye bafllayan ANAP hükümetleri, bu çökertme operasyonunu meflrulaflt›rmak için büyük bir özveri ile hizmet veren sa¤l›k kurum ve personelini hedef tahtas›na oturtmaya da özel bir önem verdi. Sa¤l›k hizmetleriyle ilgili sorunlar›n kayna¤›nda hizmetin “kamu” taraf›ndan verilmesinin bulundu¤unu ileri süren ANAP, çözüm olarak da özellefltirmeyi gösteriyordu.

309


310

Ata Soyer

1. 2. 1989 Sonras› Dönemde Sa¤l›k Politikalar› A. 1980-88 dönemi, esas olarak çal›flanlar›n ve üretici kesimlerin dayanma s›n›rlar›na kadar ekonomik (ve siyasi) bask› alt›na al›nmalar› biçiminde geçmiflti. Dönemin sonunda, yeniden aç›lan sendikalar›n da etkisi ile çal›flanlar›n gösterdi¤i tepkiler, ekonomik bask›n›n s›n›r›na gelindi¤ini göstermekteydi. Gerek sendikalar›n 1989 y›l›nda gerçeklefltirdi¤i “bahar eylemleri”, gerekse sa¤l›k çal›flanlar›n›n “beyaz eylemler”i tahammül s›n›rlar›n›n sonuna gelmifl kitlelerin art›k neoliberal politikalar›n uygulanmas›na r›za göstermeyece¤inin göstergesi olmufltu. Buna, politik düzlemde kitlelerin ANAP’a karfl› tepkilerinin yükselmesi ve 1989 yerel seçimlerinde bunun sonuçlar›n›n görülmesi de eklenince, 1980’le bafllayan dönemin bitifli ilan edilebilmifltir. 1980-88 y›llar› aras›nda çal›flanlar›n reel ücretlerinin gerilemesi, bunun telafi edilmesini zorunlu k›lm›flt›. 1989-93 döneminde hükümetlerin, çal›flanlar›n reel gelirlerinin düzelmesini de sa¤layan temel politika tercihi k›sa vadeli sermaye hareketlerinden yararlanmak oldu. 1989 sonras› dönemin temel özelli¤i, sermaye hareketlerinin h›zla serbestlefltirilmesidir. Bu süreçte kur politikas›nda düflük de¤erli TL’den yüksek de¤erli TL’ye geçilerek ülkeye “s›cak para” giriflinin koflullar› haz›rlanm›flt›r. Bu uygulamada önemli bir d›fl etkenin, özellikle geliflmifl kapitalist ülkelerde büyüme oranlar›n›n ve faiz hadlerinin düflmesi nedeni ile kendine yeni yat›r›m alanlar› arayan spekülatif sermayenin çekilmesinin de etkisi oldu. Bu yolla, sermaye-emek aras›nda bozulan bölüflüm iliflkilerinin, sermayeye daha fazla vergi yüklemek yerine, d›flar›dan akan sermayenin iç borçlanmada kullan›lmas› yoluyla düzeltilmesi sa¤land›. Bu süreç, ayn› zamanda, büyük sermayenin, giderek devlet borçlanmas›ndan rantlar elde etmeye yönelmesini de güdüledi. Bu yönelim, 1994 krizi ve 5 Nisan Kararlar›’na kadar sürmüfltür. S›cak para, rant gelirleri ve kay›t d›fl›l›k politikalar›nda de¤ifliklik yapmayan 5 Nisan Kararlar›, bütünüyle ücretlerin bast›r›lmas› ve kamu harcamalar›n›n k›s›lmas› anlam›na gelmifltir. Böylelikle, çal›flanlar›n ücretleri 1989-93 döneminde s›cak para ak›mlar›yla sa¤lanan yapay ekonomik genifllemenin etkisiyle art›fl gösterdikten sonra, 1994’den itibaren yeniden eritilmeye bafllanm›flt›r. Böylece emek kesimi için, ücretlerde düflme, kazan›lm›fl haklar›n gasp›, iflsizli¤in artmas›, sendikalaflma oran›nda düflme gibi olumsuzluklar yaflanmaya bafllam›flt›r (Boratav, 1995; Oyan, 1998). Kamu finansman›nda 1994 sonras› yaflanan geliflme, devletin


1980’den Günümüze Sa¤l›k Politikalar›

toplad›¤› vergileri a¤›rl›kl› olarak iç ve d›fl borçlar ve faizlere aktarmas›, bir baflka deyiflle bütçenin bir “aktarma arac›na” dönüflmesi olmufltur. 2000 y›l›nda borçlar›n ve faizlerinin vergi gelirlerini aflmas› ise bütçenin art›k aktarma organ› olma ifllevini bile gerçeklefltirememesi anlam›na gelmeye bafllam›flt›r. Bir yandan sermayenin vergi yükünü azaltan devlet, toplanan vergileri de daha çok sermayeye aktar›c› bir tercih içindedir. 1989 sonras›nda 1994’e kadar olan dönemde ekonomik genifllemenin etkisiyle gerek toplumun genifl kesimlerinin yaflam koflullar›nda, gerek kamu sa¤l›k harcamalar›nda, gerekse sa¤l›k çal›flanlar›n›n yaflam koflullar›nda göreli bir iyileflme ortaya ç›km›flt›r. 1994 sonras›nda ise tablo tam tersine kötüleflmeye bafllam›flt›r. Bu dönemin toplum sa¤l›¤› aç›s›ndan en temel özelliklerinden biri gelir da¤›l›m›n›n iyice bozulmas›d›r. Bu durum çal›flanlar›n temel gereksinimlerini karfl›lamakta iyice güçlü¤e düflmesine ve yaflam koflullar›n›n iyice kötüleflmesine yol açm›flt›r. Ayn› sürecin bir baflka boyutu, kamu maliyesindeki krize ba¤l› olarak kamu hizmetlerinin iyice gerilemesi ve sosyal harcamalara ayr›lan paylar›n büyük ölçüde erimesidir. Böylece, giderek yoksullaflan çal›flanlar devletin sosyal politikalar›ndan da yoksun kalm›fl, “hizmetin bedelini yararlanan öder” uygulamas› ile karfl› karfl›ya b›rak›lm›fllard›r. Sonuçta, bir çok kamu hizmeti “kamusall›k” niteli¤ini bütünüyle yitirmifltir. B. 1980’lerin neoliberal politikalar›na yönelik toplumsal tepkiler üzerinde yükselerek iktidara gelen DYP-SHP koalisyon hükümeti, toplumsal taleplere uygun “sosyal” söylemlerle bafla geçmesine karfl›n, uygulamada zaman zaman ANAP’› bile aratacak ölçüde “piyasac›” bir görünüm sergilemifltir. Hükümet’in “küreselleflmenin gerçekleri” ile “kendisini seçenlerin sosyal talepleri” aras›na s›k›flm›fl durumu, en iyi 1991 Hükümet Program›’na yans›m›flt›r. Program›n sa¤l›kla ilgili k›sm›n›n ilk yar›s› Sosyallefltirme Yasas› a¤›rl›kl› ve muhtemelen SHP damgal›yken, di¤er yar›s› finansmanda ANAP’›n Sa¤l›k Sigortas› modelini ve sosyal güvenlikte yine ANAP’›n “Fak-Fuk-Fon”unu ça¤r›flt›ran “Yeflil Kart uygulamas›”›n› içermekteydi. Hükümet program›n› tamamlayan Ocak 1992 “Ekonomik Paket”i ise, DYP-SHP Hükümeti’nin “mu¤lakl›klar›”na bir netlik kazand›rd›: “Devletin sa¤l›¤a ay›racak çok paras› yok”, “bütçe ve kamu yat›r›m› bofllu¤u, özel sa¤l›k sektörüne verilecek teflviklerle kapat›lacak”, “yeflil kart uygulamas› ile sosyal sigorta sistemi yayg›nlaflt›r›lacak”, “sa¤l›k sektörü yabanc› sermayeye aç›lacak”...

311


312

Ata Soyer

* Dünya Bankas› ile yap›lan kredi anlaflmalar› ile yürürlü¤e konan üç tane sa¤l›k projesi bulunmaktad›r. Bunlar, s›rayla 7 Ekim 1990 tarih ve 20658 say›l›, 22 Aral›k 1994 tarih ve 22149 say›l›, 17 Aral›k 1997 tarih ve 23203 say›l› Resmi Gazete’lerde yay›mlanm›flt›r. Bu projelerin temel amac› 1993’te gündeme getirilen ve yukar›da da sözedilen Sa¤l›k Reformu Tasla¤›’yla ayn›d›r.

Ancak, DYP-SHP hükümeti, daha çok 1992 ve 1993’te gündeme getirdi¤i “sa¤l›k reformu” tart›flmalar› ile hat›rlanmal›d›r. 1980 sonras› uygulanan “istikrar program›”n›n uzant›s› olarak uygulanagelen piyasac› sa¤l›k anlay›fl›n›n özünü hiçbir flekilde de¤ifltirmeden, biraz parlatarak toplumda bir “uzlaflma” aray›fl› havas› ile gündeme getirilen “sa¤l›k reformu” tart›flmalar›, Y›ld›r›m Aktuna-Serdar Savafl ikilisinin “baflar›l›” gündem oluflturuculu¤uyla kamuoyunu uzun süre iflgal edebilmifl ve toplumu oyalayabilmifltir. “Birinci basamak sa¤l›k hizmetlerinin özellefltirilmesinin bir arac› olarak aile hekimli¤inin gündeme getirilmesi”, “kamu hastanelerinin iflletmelefltirilmesi/özellefltirilmesi”, “sa¤l›k finansman› konusunda genel sa¤l›k sigortas›na geçifl”, “sa¤l›k hizmetlerinde yerel güçlerin söz sahibi k›l›nmas›” ve “sa¤l›k personelinin sözleflmeli hale getirilmesi”, “sa¤l›k reformu” tart›flmalar›nda öne ç›kan temel noktalard›. DYP-SHP döneminin “sa¤l›k reformu” çal›flmalar›n›n önemli bir boyutu da, bakanl›k bürokrasisinin devre d›fl› b›rak›larak sa¤l›k alan›nda giriflimleri Dünya Bankas› politikalar› do¤rultusunda yapan Sa¤l›k Reformu Proje Genel Koordinatörlü¤ü’nün kurulmas› ve bu yap› arac›l›¤› ile “sa¤l›k projeleri”nin yaflama geçirilmesi idi. Asl›nda bu do¤rultuda ilk ad›m ANAP hükümetleri döneminde, 1990’da Dünya Bankas› ile imzalanan Sa¤l›k Projesi Kredi Anlaflmas› ile at›lm›flt›*. Bu anlaflmayla verilen kredi Dünya Bankas›’n›n Türkiye gibi azgeliflmfl ülkelerde sa¤l›k hizmetlerinin özellefltirilmesini desteklemek ve yönlendirmek amac›yla uygulamaya koydu¤u program›n bir parças› idi. Anlaflma, Dünya Bankas›’n›n temel yaklafl›m› do¤rultusunda, devletin rolünü “koruyucu sa¤l›k hizmetleri” ile s›n›rl›yor, “tedavi edici hizmetlerin” ise özel sektör taraf›ndan yerine getirilmesini öngörüyordu. Anlaflmaya göre, sa¤l›ktaki özellefltirme üç aflamada gerçekleflekti. ‹lk olarak hastanelere daha genifl iflletme özerkli¤i verilerek “yerelleflme” sa¤lanacakt›. Bu ad›m, “hizmetlerin etkinli¤inin” ve “hizmetten yararlananlar›n denetimi”nin sa¤lanmas› gerekçesiyle savunuluyordu. ‹kinci olarak kamu kurulufllar›nca verilen sa¤l›k hizmetlerinin “fiyatland›r›lma”s› isteniyor, bu ad›m sosyal güvenlik sistemindeki düzenlemelerle pekifltiriliyordu. Sosyal güvenlik sisteminde getirilen yeni anlay›fl ise, prim ödeme yükümlülü¤ünün bütünüyle çal›flanlara yüklenmesi ile sosyal güvenlik fonlar›n›n mali pyasalara aç›lmas›yd›. Üçüncü ad›m ise do¤rudan “özellefltirme” olacakt›r. Bu süreçte, Sa¤l›k Reformu Proje Genel Koordinatörlü¤ü’nün etkisi artmaya bafllayacak, sa¤l›k hizmetleri-


1980’den Günümüze Sa¤l›k Politikalar›

nin ticarilefltirilmesi/özellefltirilmesi süreci bu birim taraf›ndan yönlendirilecektir (Güler, 1996: 110-112; Kutbay, 2002). Bu dönemde haz›rlanan VII. BYKP, di¤er planlarda da yer alan sa¤l›¤›n piyasalaflt›r›lmas› anlay›fl›n› daha aç›k ifade eder biçimde kaleme al›nm›flt›r. VII. BYKP Strateji’sinde, “Ana-çocuk sa¤l›¤›, bulafl›c› ve salg›n hastal›klar ve di¤er koruyucu sa¤l›k hizmetleri ile muhtaç ve güçsüzlerin ihtiyaç duydu¤u sa¤l›k hizmetlerinin d›fl›nda sunulan hizmetlerin bedelinin yararlananlar taraf›ndan ödenmesi esas olacakt›r” sözleriyle, sa¤l›ktaki piyasac› yaklafl›m aç›kça dile getirilmifltir (DPT, 1994). Böylece, devletin sa¤l›k hizmetindeki görevini “koruyucu sa¤l›k hizmetleri” ve “muhtaç durumdaki yurttafllara destek” ile s›n›rlayan bir yaklafl›m ortaya konmufl, bunun d›fl›ndaki hizmetlerin piyasa mekanizmas› arac›l›¤›yla sa¤lanmas› öngörülmüfltür. Ancak DYP-SHP hükümetinin en y›k›c› ad›m›, 5 Nisan 1994 kararlar› ile kamu sa¤l›k hizmetleri ve kurumlar›n›n çökertilmesi sürecini son noktaya yaklaflt›rmas›d›r. 5 Nisan kararlar› ile, kamu sa¤l›k kurumlar›na devlet katk›s› sadece personel giderlerini karfl›lamak düzeyine indirilmifl, özellikle devlet hastaneleri en basit harcamalar› için bile ödenek bulamaz duruma sokulmufltur. Sa¤l›k ocaklar› da, verdikleri hizmetler karfl›l›¤›nda yurttafllardan ücret talep etmek zorunda b›rak›lm›fllard›r. Bu süreçte mülkiyet devri yoluyla özellefltirme konusundaki ilk ad›m da at›lm›fl, ülkemizdeki döner sermayesi en kârl› devlet hastaneleri aras›nda yer alan Yüksek ‹htisas ve Kofluyolu hastaneleri, 1987 tarihli 3359 say›l› yasaya dayanarak ve 11.1.1995 tarihli yönetmelikle iflletme haline getirilmifltir. 1995 sonras› dönemde de sa¤l›ktaki özellefltirme politikalar› sürdürülmeye devam edilmifltir. 1995 sonras›nda, SSK’n›n tasfiyesi do¤rultusunda yeni ad›mlar at›lm›fl, 1999 y›l›nda ç›kar›lan yasa ile bu konuda ilerleme sa¤lanm›flt›r. Son dönemde at›lan en önemli ad›mlardan biri de SSK hastanelerinde “toplam kalite yönetimi”nin uygulanmaya bafllanmas›yd›. Bu do¤rultuda, SSK kurumunu ve hastanelerini parçalayarak hizmetleri parçal› olarak yap›l›r duruma getirme ve ISO 9000 standartlar›na geçifl süreci bafllat›lm›fl bulunuyor. ISO 9000 standartlar›yla her fleyin ISO’ya göre belirlendi¤i görülüyor. Örne¤in bir serviste kaç doktorun olaca¤›, her hastaneden ne kadar kâr elde edilece¤i, hemflirenin ve hastabak›c›n›n görevleri gibi tüm kurallar› belirleyen bu kalite sistemi, “kalite” söylemi eflli¤inde özellefltirme ve çal›flanlar üzerindeki denetimin art›r›lmas›n›n meflrulaflt›rmas›n› hedefli-

313


314

Ata Soyer

yor. Birkaç pilot hastane ve dispanserde ve hastanelerin baz› k›s›mlar›nda daha önceden bafllayan çal›flmalar, hasta-doktor-ilaç iliflkilerinde k›smi özellefltirmelerin yafland›¤› bir süreçten sonra tümüyle ticarilefltirilmifl iliflkilere aç›lmak üzere daha kapsaml› uygulamalara geçifl sa¤lamay› hedefliyor. Bafllat›lan bu çal›flmalarla “etkili yönetim anlay›fl›” iddias›yla “kalite yönetimi” ve “kalite konseyi” oluflturuldu¤u, yönetimlerde de¤ifliklikler yap›ld›¤› dikkat çekiyor. Bunlarla birlikte SSK hastanelerinde toplam kalite yönetimine ve ISO standartlar›na geçifl ad› alt›nda pekçok uygulama yürürlü¤e konuyor (KESK, 2003). Son dönemde gündeme gelen ve sa¤l›k alan›n› da etkleyen bir baflka ad›m Uluslararas› Tahkim Yasas›’n›n kabulü ile uluslararas› sermayenin sa¤l›¤a yapaca¤› yat›r›mlar›n önünün aç›lmas›d›r. Ayr›ca, GATS’›n da sa¤l›k hizmetlerine önemli etkileri bulunmaktad›r. GATS ile Türkiye’nin DTÖ’ye sundu¤u taahhüt listesindeki hizmet sektörleri aras›nda sa¤l›k ile ilgili sosyal hizmetler (hastane hizmetleri) de bulunmaktad›r. Türkiye, GATS ile birlikte taahhüt etti¤i sektör ve alt sektörlerde sa¤l›k hizmetlerini serbestlefltirecek ve yabanc› sermaye bu alanlara yat›r›m yapma hakk› kazanacakt›r. Örne¤in yabanc› firmalar Sa¤l›k Bakanl›¤›’n›n izniyle özel hastane kurabileceklerdir (Özen, 2002). Bu ad›m da, sa¤l›k hizmetlerinin özellefltirilmesini gündeme getirerek, devletin hizmetin “kamu hizmeti” anlay›fl› do¤rultusunda yerine getirilmesi yönünde önlemler alabilmesini bütünüyle engellemektedir. Son olarak, AKP hükümetinin program› ve Acil Eylem Plan›’nda da sa¤l›¤› etkileyecek unsurlar bulunmaktad›r. Özellikle hükümet program›nda sa¤l›k personeliyle ilgili olarak, “Kamuda yöneticiler ile çal›flanlar aras›nda yap›lacak sözleflmelerle performans yönetimi gelifltirilecek, uzun vadede performansa dayal› ücret sistemine geçilecektir” (www.akp.org.tr) denmesi, kamu sa¤l›k sektöründe esnek çal›flma biçimlerinin egemen k›l›nmas›n›n hedeflendi¤ini göstermektedir.

2. Sa¤l›k Politikalar›ndaki Dönüflümlerin Temel Özellikleri Buraya kadar olan bölümde, 1980’den günümüze sa¤l›k alan›nda yaflanan geliflmeler ana hatlar› ile incelenmeye çal›fl›ld›. Bu bölümde ise uygulanan politikalar›n somut sonuçlar› temel boyutlar›yla ele al›nacakt›r. A. Son 20 y›lda gerek sa¤l›¤a ayr›lan kamu kaynaklar›n›n da-


1980’den Günümüze Sa¤l›k Politikalar›

ralt›lmas›yla sonuçlanan politikalar›n, gerekse sa¤l›k alan›nda gündeme getirilen yasal-yönetsel de¤iflikliklerin en önemli sonucu kamu sa¤l›k hizmetlerinin tam anlam›yla çökertilmesi olmufltur. 1980 sonras›nda sa¤l›¤a bütçeden ayr›lan paylar oldukça düflük düzeyde seyretmifl, kamu yat›r›mlar›n›n erimesine paralel olarak kamu sa¤l›k yat›r›mlar› da büyük ölçüde gerilemifltir. Bütçeden sa¤l›¤a ayr›lan paylar›n azalt›lmas›, devlet ve üniversite hastanelerini döner sermaye benzeri araçlarla ayakta durabilme noktas›na getirmifltir. 1989 sonras›nda t›p fakültesi hastanelerinin giderek döner sermayeye ba¤›ml› hale getirilmesi bugün bu hastanelerin fiilen özel hastaneler gibi çal›flmas›na, e¤itim amaçl› t›p fakültelerinin de “ticari” temelli kurumlara dönüflmesine yol açm›flt›r. Devlet hastaneleri ise, özellikle 1994 krizinden sonra Sa¤l›k Bakanl›¤›’ndan neredeyse personel maafllar› d›fl›nda ödenek alamaz hale gelmifller, di¤er giderlerini yeflil kart a¤›rl›kl› döner sermaye gelirleri ile sa¤layabilir duruma düflmüfllerdir. Bu durum, öncelikle, kamusal sa¤l›k hizmetlerinin fiyatland›r›lmas›n› getirerek kamusal sa¤l›k kurulufllar›n›n finansman›nda bütçe ve sosyal güvenlik kurulufllar› d›fl› yollarla finansman›n (döner sermaye) a¤›rl›k kazanmas› anlam›na gelmektedir. ‹kinci olarak, bütçe ve yat›r›mlar›n iyice k›s›lmas›yla tüm kamu hastanelerinde verilen hizmetlerin niteli¤inin düfltü¤ü görülmektedir. B. Bu arada, neredeyse kamu sa¤l›k kurumlar›na personel giderleri d›fl›nda bir ödenek ayr›lmamas›, baz› hastane hizmetlerinin (özellikle yemek, temizlik, çamafl›r, güvenlik gibi destek hizmetlerinin) kamu hizmeti kapsam› d›fl›na ç›kar›lmas›n›, tafleron flirketlere ve vak›flara devredilerek özellefltirilmesini getirmifltir. Bu, sa¤l›ktaki özellefltirmenin en yayg›n biçimlerinden biri olmufltur. Bu geliflim, destek hizmeti veren kamu personelinin istihdam›n›n giderek azalt›lmas›yla birlikte seyretmifltir. Buna paralel bir baflka tür özellefltirme de, kamu hastanelerinde “paral› muayene”, “özel yatak” gibi uygulamalara geçilmesi, hastane içinde özel hizmet bölümleri açmak gibi uygulamalard›r. Bu uygulamalar kamu olanaklar› ile özel kazanç sa¤lanmas›na yol açmaktad›r. C. Sosyal güvenlik sisteminin sa¤l›k fonlar› özel sa¤l›k kurulufllar›n›n en önemli gelir kayna¤› durumuna getirilmifltir. Bunun en önemli boyutlar›ndan biri de, yeterli yat›r›m yap›lmamas› nedeniyle do¤an teflhis ve tedavi hizmeti a盤›n›n özel kurulufllara sevklerle afl›lmaya bafllanmas›d›r. SSK’li hastalar›n yaklafl›k yüzde 10’unu anlaflmal› özel sa¤l›k kurulufllar›na sevk eden SSK’nin

315


316

Ata Soyer

bunun karfl›l›¤›nda ödedi¤i bedel ise, toplam sa¤l›k harcamalar›n›n yüzde 22’sini bulmaktad›r. Bunun kadar yayg›n bir baflka uygulama da t›bbi malzeme, araç-gereç ve ilaç harcamalar›nda ortaya ç›kmaktad›r. Kamu sa¤l›k kurulufllar› gereksinim duyduklar› malzemeleri do¤rudan kendileri ithal etmek yerine bu malzemeleri ithal eden özel firmalardan sat›n almakta, bu firmalar›n inan›lmaz kar oranlar›yla kazanç sa¤lamas›na olanak sa¤lamaktad›r. Bu uygulamalar sonucunda, SSK’nin sa¤l›k harcamalar› içinde ilaca giden oran 1980’de yüzde 13.7’dan 1992’de yüzde 26.2’ye, anlaflmal› özel hekim ve hastanelere giden oran da 1980’de yüzde 6’dan 1992’de yüzde 22.4’e ulaflm›flt›r (Y›ld›r›m, 1994). D. Sa¤l›k Bakanl›¤›, devletin yeniden yap›land›¤› son 20 y›l boyunca ifllevsel ve teknik birikimi erezyona u¤rat›larak önemli ölçüde ifllevsizlefltirilmifltir. Teknik görünen yönü Dünya Bankas› ile anlaflma çerçevesinde oluflturulan Sa¤l›k Proje Koordinatörlü¤ü’ne, teknik iflleri de geleneksel bakanl›k bürokrasisi yerine “proje prensleri”ne aktar›lan Sa¤l›k Bakanl›¤›, ödenek yetersizli¤i ortam›nda hiçbir teknik birikimi olmayan siyasal kadrolarlarla doldurulmufltur. Parasal iliflkiler de, daha çok ifllerini döner sermaye gelirleriyle döndürebilen sa¤l›k kurumlar›n›n ve idari birimlerin ihalelerindeki rant bölüflümü biçimine bürünmüfltür. Böylece hizmet üretmek aç›s›ndan ifllevsizleflen sa¤l›k kurumlar›nda, “ifl yapar görünme” amaçl› “flov”lar d›fl›nda bir seçenek kalmam›flt›r. E. Kamu sa¤l›k sektörünün çökertilmesi bir yönü ile de “koruyucu sa¤l›k hizmetleri”nin iflas etmesi biçiminde yaflanm›flt›r. Toplum sa¤l›¤› aç›s›ndan büyük önem tafl›yan su ve kanalizasyon gibi altyap› yat›r›mlar› giderek k›s›l›rken, Sa¤l›k Bakanl›¤›’n›n yapt›¤› koruyucu sa¤l›k hizmetleri yat›r›mlar› da % 1’ler düzeyine gerilemifltir. Koruyucu sa¤l›k hizmetlerinin toplam sa¤l›k harcamalar› içindeki pay› da yüzde 1’lere kadar düflürülmüfltür. Kamu sa¤l›k hizmetlerindeki gerilemenin bir baflka sonucu, zaten s›n›rl› say›da olan sa¤l›k ocaklar›n›n halktan hizmetler karfl›l›¤›nda ücret almadan ayakta duramaz duruma gelmesidir. Ayr›ca, sa¤l›k ocaklar›n›n afl›lama, gebe-bebek izlemeleri benzeri yaflamsal ifllevleri de büyük gerileme göstermifltir. Buna karfl›l›k “tedaviye yönelik sa¤l›k hizmetleri”nin pay›nda önemli art›fllar ortaya ç›km›flt›r. Bu, sa¤l›k hizmetlerindeki ticarileflmeyle do¤rudan ba¤lant›l› bir e¤ilimdir. Çok daha düflük maliyetli koruyucu sa¤l›k hizmetlerinin gelifltirilmesiyle pekçok hastal›¤› daha bafltan önleyerek toplumun genel sa¤l›kl›l›k durumunu yükseltmek olanakl›yken bunun için gerekli daha küçük kaynaklar›n ayr›lmama-


1980’den Günümüze Sa¤l›k Politikalar›

s›, sonuçta sa¤l›k hizmetleri, malzemeleri, araç-gereç ve ilaç sektörlerine “talep yaratmak” anlam›na gelmektedir. Bir boyutuyla teknoloji odakl› olan bu geliflme, ülkedeki kaynaklar›n yurt d›fl›na akmas›na yol açan t›bbi araç-gereç ticaretini de yükseltmifltir. Öyle ki, t›bbi malzeme, araç-gereç ithalat›n›n toplam ithalat içindeki pay› 1980 ile 1993 y›llar› aras›nda yüzde 1.3’ten yüzde 4.2’ye ç›km›flt›r (fiemin, 1994). F. Kamu çal›flanlar›n›n reel ücretlerinin gerilemesinden daha fazla bir gerileme yaflayan kamu sa¤l›k personeli ise ek ifl yapmadan temel gereksinimlerini karfl›layamaz duruma düflürülerek özel sa¤l›k sektörünün ucuz emek pazar›n›n bilefleni durumuna getirilmifllerdir. Kamu sa¤l›k kurumlar›nda çal›flan hekimlerin reel ücretlerinin geriletilmesi, t›p fakültelerinin say›s›n›n h›zla art›r›lmas› ve mezun say›s›ndaki büyük yükseliflle birlikte yaflan›nca, mesle¤inden ve çal›flt›¤› ortamdan memnun olmayan bir vas›fs›z kitle ortaya ç›km›flt›r. 1980 y›l›nda 27 bin olan hekim say›s› günümüzde 80 bini aflm›fl, t›p fakültesi say›s› da 1980 sonras› aç›lan yeni fakültelerle 19’dan 47’ye yükselmifltir. Altyap›s› ve ö¤retim kadrosu oldukça yetersiz olan çok say›da yeni t›p fakültesinin aç›lmas› ve y›lda 5 bin civar›nda hekim mezun edilmesi, hekimler aras›nda var olan eflitsizlikleri daha da derinlefltirmifltir. Böylece, ülkenin “üst” tabakas›na Bat› ülkelerinde varolan teknolojik düzeye sahip bir ortamda hizmet veren hekim kesimi ile “alt gelir gruplar›na” s›n›rl› koflullarda hizmet vermek durumunda kalan hekimler aras›nda, sadece gelir anlam›nda de¤il, toplumsal statü, yaflam tarz›, sosyal olanaklar vb. düzeyde de eflitsizlikler artm›flt›r. G. MGK döneminde uygulamaya sokulan özel sa¤l›k sektörünün teflvik kapsam›na al›nmas› uygulamas›, ANAP ve sonraki iktidarlar dönemi boyunca da desteklenerek kamu fonlar› eliyle beslenen bir “özel sa¤l›k pazar›” yarat›lm›flt›r. Özel sa¤l›k sektörüne teflvik primi, destekleme primi, vergi muafiyeti, gümrük muafiyeti gibi flekillerle önemli miktarda kaynak aktar›m› yap›lm›flt›r. Temel olarak, pahal›-geliflmifl t›bbi teknoloji ve lüks otelcilik hizmetleriyle öne ç›kan özel sa¤l›k kurulufllar›, kamunun seçenek olmaktan ç›kar›lmas›na paralel olarak ve sosyal güvenlik sisteminden aktar›lan kaynaklarla yayg›nlaflm›flt›r. ‹nsanlar›n kamu sa¤l›k hizmetlerine ulaflamamas› ya da ulaflt›¤›nda istedikleri düzeyde hizmet alamamas›, özel-kiflisel sa¤l›k harcamalar›n›n art›r›lmas›n› da teflvik etmifltir. Günümüzde özel sa¤l›k sektörü, henüz büyük sermaye beklenen ilgiyi göstermese de önemli bir büyüklü¤e ulaflm›flt›r. Özel

317


318

Ata Soyer

sa¤l›k yat›r›mlar›n›n toplam sa¤l›k yat›r›mlar› içindeki pay› 1980’de yüzde 8.9 iken 1991’de yüzde 38.4’e, özel sa¤l›k yat›r›mlar›n›n toplam özel yat›r›mlar içindeki pay› da 1980’de yüzde 0.2’den yüzde 1.5’e yükselmifltir (Soyer, 1995: 43-45). H. Bütün bu süreçte halka yans›yan ise, gerek toplumsal yoksullaflman›n, gerekse sa¤l›k hizmetlerinden yararlanmada yaflanan yoksunlu¤un getirdi¤i eflitsizliklerdir. Neredeyse toplumun üçte birinin sosyal güvencesi bulunmuyorken, önce Fak-FukFon ile sonra Yeflil Kart ile boflluk doldurulmaya çal›fl›ld›. Ancak, 20 y›ld›r dillerden düflmeyen Genel Sa¤l›k Sigortas› gerçekleflemedi. Üstelik, Dünya Bankas› dayatmalar› sonucu varolan sosyal güvenlik sistemi, özellikle de SSK çökertilmeye devam edildi. Di¤er yandan, sa¤l›k harcamalar› içinde sosyal güvenceye sahip olanlar aras›nda bile kiflisel (cepten) harcamalar önemli oranlara ulaflm›fl, kiflisel harcamalar kamu ve sosyal güvenlik kurulufllar› kaynakl› harcamalar aleyhine büyümüfltür.

Sonuç Sa¤l›k alan›nda 1980’den bu yana yürürlükte olan politikalar›n, kamuya ait sa¤l›k kurulufllar›n›n mülkiyetinin özel kesime aktar›lmas› noktas›na ulaflt›r›lmas›nda henüz pek fazla ilerleme kaydedilemese de, sa¤l›k hizmetlerinin metalaflt›r›lmas› ve hizmetin sunumunda özel sektörün belirleyicilik kazanmas› anlam›nda önemli ad›mlar at›ld›¤›n› söylemek olanakl›d›r. Gelinen noktada, sa¤l›ktaki liberalizasyon bir yönüyle kamunun sa¤l›k hizmetlerine ay›rd›¤› kaynaklar›n azalt›lmas› ve buna karfl›l›k hizmetten yararlananlar›n özel katk›lar›n›n art›r›lmas› (hizmetlerin fiyatland›r›larak ücretlendirilmesi), bir yönüyle de özel sa¤l›k kurulufllar›na kamudan ve sosyal güvenlik kurulufllar›ndan büyük kaynaklar aktar›lmas› biçiminde gerçeklefltirilmektedir. Dolay›s›yla, sa¤l›k alan›nda “özellefltirme” ad› alt›nda gerçeklefltirilen uygulamalar daha çok kamudan özel kesime kaynak aktar›m› yap›lmas›ndan ibaret görünmekte, özel giriflimin sektöre yat›r›m yaparak isteyenlere özel sa¤l›k hizmeti sunmaya bafllamas› biçimindeki bir özellefltirme ise henüz ikincil bir e¤ilim olarak kalmaktad›r. Günümüzde sa¤l›k alan›nda yaflanan sorunlar as›l olarak neoliberal politikalar›n do¤rudan bir sonucu olarak ortaya ç›kmaktad›r. Sa¤l›¤a ayr›lan kamu kaynaklar›n›n azalt›lmas›na ve kamu kaynaklar›n›n özel kesime aktar›lmas›na dayanan neoliberal politikalar, günümüzde sa¤l›k hizmetlerinde yaflanan sorunlar›n da temelinde yatmaktad›r. n


1980’den Günümüze Sa¤l›k Politikalar›

319

Belek, ‹. (1994) “Sa¤l›k Hizmetlerinde Özellefltirme”, Toplum ve Hekim, 9 (62), 82-93.

Sa¤l›k Projesi Genel Koordinatörlü¤ü (1998) Avrupa Sa¤l›k Reformu: Mevcut Stratejilerin Analizi, Haz›rlayan: R. B. Saltman, J. Figueras, Ankara: Sa¤l›k Bakanl›¤›.

Belek, ‹. ve A. Soyer (1995) Sa¤l›kta Özellefltirme, ‹stanbul: Sorun.

Soyer, A. (1991) “12 Eylül Sonras› Sa¤l›¤›n Öyküsü”, 11 Y›l Yetmedi içinde, Ankara: ‹HD.

Boratav, K. (1995) “‹ktisat Tarihi (1981-1994)”, Bugünkü Türkiye (1980-1995) içinde, Yay›n Yön: S. Akflin, ‹stanbul: Cem.

Soyer, A. (1993) Dünyada ve Türkiye’de Sa¤l›k Personelinin Temel Sorunlar›, Ankara: TTB.

Kaynakça

DPT (1994) VII. BYKP Stratejisi, Ankara: DPT.

Soyer, A. (1994) “Sa¤l›k Alan›nda Yat›r›m Teflvik Belgeleri (1980-1992)”, Toplum ve Hekim, 9 (62), 94-105.

Dünya Bankas› (1986) Türkiye Sa¤l›k Sektörü Araflt›rmas›, Ankara.

Soyer, A. (1995) “Türkiye’de Sa¤l›kta Özellefltirme”, Birikim, 70, 40-53.

Güler, B. A. (1996) Yeni Sa¤ ve Devletin De¤iflimi, Ankara: TODA‹E.

Soyer, A. (1996) Darbe, Liberalizasyon ve Sa¤l›k: Türkiye Foto¤raf› (1980-1995), Ankara: kendi yay›n›.

KESK (2003) Kamuda Esnek Çal›flt›rma ve Toplam Kalite Yönetimi, Ankara: KESK.

Soyer, A. (1998) Kapitalizm, Sosyalizm ve Sa¤l›k, Ankara: Öteki.

K›l›ç, B. ve ‹. Sayek (2000) Mezuniyet Öncesi T›p E¤itimi Raporu-2000, Ankara: TTB.

Soyer, A. (2001) “1980 Sonras› Sa¤l›kta Neler Oldu?”, Toplum ve Hekim, 4, 259-264.

Kutbay, E. (2002) “Sa¤l›k Reformlar› Ekseninde Dünya Bankas› ve Türkiye”, Kamu Yönetimi Dünyas›, 11-12.

fiemin, S. (1992) “Ülkemizde Sa¤l›k Mevzuat› ve Sa¤l›kla ‹lgili Politikalar›n Genel De¤iflim Dinamikleri”, Hekim ve Yaflam, 2.

Oyan, O. (1989) “Sosyal Yard›mlaflma ve Dayan›flmay› Teflvik Fonu”, Ankara Tabip Odas› Bülteni, 1989/1. Oyan, O. (1998) Türkiye Ekonomisi: Nereden Nereye?, Ankara: ‹maj. Özen, M. (2002) “GATS ve Sa¤l›k Sektörü”, Kamu Yönetimi Dünyas›, 11-12. Petrol-‹fl (1999) 20 Bafll›kta 2000 Bütçesi, ‹stanbul: Petrol-‹fl. Price Waterhouse (1990) Türkiye Sa¤l›k Master Plan› Nihai Raporu, Ankara: DPT. Sa¤l›k Hizmetleri Temel Kanunu (1987).

fiemin, S. (1994) “Sa¤l›k Hizmetlerinde Artan D›fla Ba¤›ml›l›k: T›bbi ‹thalat›n ve ‹hracat›n Son Dönemdeki Geliflimi”, Halk Sa¤l›¤› Kongresi’ne sunulan bildiri, 1216.9.1994. TTB (1992) Sa¤l›kta Gündem: Herkese Eflit F›rsat m›? Serbest Piyasa Egemenli¤i mi?, Ankara: TTB. World Bank (1990) Strengthening Health Services in Developing Countries Through The Private Sector, Washington DC: World Bank. Y›ld›r›m, S. (1994) Sa¤l›k Hizmetlerinde Harcama ve Maliyet Analizi, Ankara: DPT.


Praksis 9

| Sayfa: 321 - 336

Yoksullu¤un Yönetilmesi ve Sosyal Güvenlik Hakk› Murat Özveri

Girifl Sosyal güvenlik sistemlerinin reform ad› alt›nda ad›m ad›m özellefltirilmesi, Türkiye‘nin gündeminden düflmeyen belli bafll› konulardan birisi olma özelli¤ini, bugün de sürdürmektedir. ‹lginç olan, bu güne kadar bu alanda at›lan her ad›m›n, “Reform” bafll›¤› alt›nda sunulmufl olmas› ve bu reform sayesinde de herkesin sosyal güvenlik flemsiyesi içerisine al›naca¤›; sosyal güvenlik hizmetlerinin mevcut sosyal güvenlik kurulufllar›n›n veriyor olduklar›ndan daha kaliteli, daha etkin bir flekilde verilece¤i iddialar›yla yola ç›k›lm›fl olmas›d›r. Oldukça olumlu ça¤r›fl›mlar yapan “reform”, “kalite”, “etkinlik”, gibi kavramlar› kazd›¤›n›zda ise alt›ndan sosyal güvenli¤in ancak piyasa koflullar›nda bir hizmet haline getirilirse verimli olaca¤› inanc›n› yerlefltirmeye ve bunun maddi koflullar›n› oluflturmaya yönelik uygulamalar ve piyasa fetiflizmi ç›kmakt›r. Verilmeye çal›fl›lan sosyal güvenlik hizmetlerinin kalitesi, içinde yer ald›¤› bütünsellikten kopart›l›p sisteminin kendi krizi çerçevesinde de¤erlendirildi¤inde, piyasan›n bir alternatif olarak belirmesi kolaylaflmakta; önemi yeterince kavranmam›fl olan sosyal güvenlik hakk›n›n sahipleri karfl›laflt›klar› pratik sorunlar karfl›n›nda sunulan piyasa alternatifine sempati duyabilmektedir. Daha somut söylemek gerekirse sabah beflten ö¤le on ikiye kadar SSK hastanesinde kuyrukta bekleyen, bu bekleme karfl›l›¤›nda, ço¤unlukla iki ya da üç dakikay› geçmeyen bir sürede muayene olan sigortal›lar›, banka kuyruklar›ndaki emeklileri “bu çileniz ancak sosyal güvenli¤in özellefltirilmesiyle çözülür” önerisine hak vermeye ikna etmek kolaylaflmaktad›r.


322

Murat Özveri

Sosyal güvenlik kurulufllar› hakk›nda bas›nda s›k s›k boy gösteren yolsuzluk haberleri, bu kurulufllar›n sürekli birer kara delik olarak tan›mlanmalar›, sosyal güvenlik kurulufllar›n›n hantal bürokratik yap›lar› kiflilerin sosyal güvenlikleriyle ilgili gündelik günlük sorunlar›na eklendi¤inde tek tek a¤açlar, orman›n görünmesini engellemektedir. Bu çal›flmada, sosyal güvenlik hakk› ve sosyal güvenli¤in özellefltirilmesi projesi yorumlanmaya çal›fl›lm›flt›r. Yaz›da, bireyin sosyal güvenlik hakk›n›n bilinçli bir tercihle erozyona u¤rat›lmaya çal›fl›ld›¤› vurgulanm›fl, sosyal güvenlik hakk›n›n ortadan kald›r›lmas›n›n ayn› zamanda “vatandafl” kavram›n›n da ortadan kald›r›lmas› sonucunu beraberinde getirece¤i, as›l amac›n kârl› bir alan olan sosyal güvenlik alan›na özel sektörün girmesi oldu¤u ortaya konulmaya çal›fl›lm›flt›r. Ad›m ad›m özelleflen sosyal güvenlik sisteminin yerini alacak olan mekanizman›n ise yoksullu¤un en az maliyetle yönetilmesi olaca¤›n›n gösterilmesi amaçlanm›flt›r.

Sosyal Güvenli¤in Geliflmesi ve Temel Bir ‹nsan Hakk› Olarak Tan›nmas› Sanayi Devrimi bireyi köyünden ve buradaki eski dayan›flma kurumlar›ndan kopart›p, fabrikalar›n etraf›nda oluflan kentlerde yaflamak zorunda b›rakm›fl; ancak onun “güven” gereksinimini karfl›layamad›¤› için de kendisine düflman bir kitle yaratm›flt›r. ‹ngiltere’de 19. yüzy›l›n bafllar›nda ad›na fabrika kentleri denen, iflçilerin ancak zar zor kar›nlar›n› doyurabilecek bir ücretle yaflam›n› sürdürmeye çal›flt›¤›; uzun çal›flma saatleri ve yetersiz ücretlerin pençesinde k›vrand›¤›, kendilerinin o zamana kadar bilinmeyen meslek hastal›klar›na, çocuklar›n›n ise kirli hava, is ve kurum yüzünden (‹ngiliz hastal›¤› olarak da an›lan) raflitizme yakaland›¤›, k›saca “Özgürlük, Eflitlik, Kardefllik” sloganlar›n›n iflçiler için kar›n toklu¤una çal›flma ya da aç kalma özgürlü¤üne dönüfltü¤ü sanayi flehirleri ortaya ç›km›flt› (Çelik, 2000: 4). Bu olumsuz koflullar iflçileri huzursuz ediyor, s›k s›k baflkald›r›lar yaflan›yor, yaflanan sorunlar›n kapitalizmin kendisinden kaynakland›¤›n› savunan sosyalistlerin iflçi s›n›f› içindeki etkisi art›yor. B etki kapitalist sistemi tehdit edici boyutlara ulafl›yor, bunun sonucu olarak yönetenler yeni aray›fllara itiliyor; gelecek güvencesi kalmayan huzursuz, asi iflçi s›n›f›n› düzen ve sistemle bar›flt›rmak gerekiyordu (Akkaya, 2000: 84). Nitekim, sanayi devrimini yapan Bat›, kendi iflçi s›n›f›yla sos-


Yoksullu¤un Yönetilmesi ve Sosyal Güvenlik Hakk›

yal refah devleti ve bu aflamada oluflturmufl oldu¤u sosyal güvenlik sistemi sayesinde bir anlamda bar›flm›fl, iflsizlerin örgütlenme haklar›n›, sosyal güvenlik hakk›n› tan›yarak kapitalist sistemin kendini yeniden üretmesini ve ulus devletini güvenceye alm›flt›r. Dolay›s›yla kapitalizm iflçileri düflündü¤ünden ya da sosyal güvenlik gereksinimini evrensel bir gereksinim olarak gördü¤ü için sosyal güvenlik kurumlar› yaratm›fl de¤ildir; bu kurumlar iflçilerin mücadelesiyle elde edilmifllerdir. Yönetenlerin ç›kard›¤› ders çok nettir. Sosyal güvenli¤in kapsam›na giren iflsizlik, özürlülük (sakatl›k) ve emeklilik (yafll›l›k) gibi sosyal riskler, önemli ve kendine özgü etkilere sahiptir. Gelirin yerine geçecek bir sistemin olmamas›, toplumda çok daha fazla insan› etkiler. Toplumlar›n kendilerini bu zararl› risklerden korumaya çal›flmas›n›n bu risklere sosyal riskler demesinin ve bireyin kendi inisiyatifi d›fl›ndaki zorunlu programlar kapsam›na al›nmas›n›n alt›ndaki sebep budur (Berghman, 1996). Ancak bu iflçi s›n›f›n›n siyasi bir güç olarak varl›¤›n› gücünü hissettirdi¤i ölçüde böyledir. Bir baflka anlat›mla, sermayenin topluma yararl› olmas› diye bir olgu tarihsel olarak hiçbir zaman var olmam›flt›r, olmayacakt›r da. Sosyal güvenli¤in ve sosyal haklar›n uluslararas› düzlemde tan›nmas› daha çok II. Dünya Savafl›’ndan sonra gerçekleflmifltir. Uygun bir yaflam standard›, yeterli beslenme, sa¤l›k hizmetleri, di¤er sosyal ve ekonomik göstergeler sadece geliflme hedefleri de¤il, insan haklar› olarak tan›mlan›r olmufltur (Schaffer, 2001: 2). Örne¤in ‹nsan Haklar› Evrensel Bildirgesi’nin 22. maddesinde sosyal güvenlik hakk› evrensel bir hak olarak tan›nm›flt›r: “Herkes toplumun bir ferdi olarak sosyal güvenlik hakk›”na sahiptir. Sosyal güvenlik bireyin onuru, kiflili¤inin gelifltirilmesi için kaç›n›lmaz ekonomik, sosyal ve kültürel haklar›n tatmin edilmesi temeline dayan›r”. Ayn› bildirinin 25. maddesi ise sosyal güvenlik hakk›n›n ayr›nt›lar›n› vurgulamaktad›r: Her kiflinin gerek kendisi gerekse ailesi için yiyecek, mesken, t›bbi yard›m ve gerekli sosyal hizmetler dahil olmak üzere, sa¤l›k ve refah›n› sa¤layacak bir yaflama düzeyine ve iflsizlik, hastal›k, sakatl›k, dulluk, yafll›l›k hallerinde veya geçim olanaklar›ndan iradesi d›fl›nda yoksunluk yaratacak di¤er bütün durumlarda sosyal güvenli¤e hakk› vard›r. Do¤um yapan kad›n ve çocuklar›n›n özel bak›m ve yard›m görme haklar› vard›r. Bütün çocuklar, her türlü sosyal yard›mdan yararlanmak hakk›na sahiptirler.

Uluslararas› Çal›flma Örgütü (ILO) ise, 1952 y›l›nda kabul et-

323


324

Murat Özveri

mifl oldu¤u, 102 Say›l› Sosyal Güvenli¤in Asgari Normlar› Hakk›nda Sözleflme’yle sosyal güvenli¤e iliflkin asgari normlar› belirlemifltir. Türkiye‘nin 29 Temmuz 1971 tarihinde onaylad›¤› 102 Say›l› Sözleflme, sosyal güvenli¤in dokuz temel dal›n› “hastal›k (t›bbi bak›m), hastal›kta yitirilen kazanc›n karfl›lanmas›, ifl kazas› ve meslek hastal›¤›, anal›k, sakatl›k, yafll›l›k, ölüm, aile yard›mlar› ve iflsizlik” olarak s›ralam›flt›r. 1968 y›l›nda yürürlü¤e giren ve Türkiye’nin 1979 y›l›nda onaylad›¤› Avrupa Kodu ve Sosyal Güvenlik Sözleflmesi ise, onay koflulu olarak ILO’nun 102 Say›l› Sözleflmesi’nde belirlenen dokuz sosyal risklerden en az alt›s›na yönelik olarak bir sosyal koruma mekanizmas›n›n kurulmufl olmas› koflulunu aram›flt›r (Özveri, 2000: 2). Türkiye’nin 1989 tarihinde baz› çekinceler koyarak onaylad›¤› Avrupa Sosyal Antlaflmas›’n›n (Avrupa Sosyal fiart›) Türkiye‘nin çekince koymad›¤› Sosyal Güvenlik Hakk› bafll›kl› 12, Sa¤l›k ve Sosyal Yard›m Hakk› bafll›kl› 13. ve Sosyal Refah Hizmetlerinden Yararlanma Hakk› bafll›kl› 14. maddelerinde de sosyal güvenlik hakk›na iliflkin temel ilkeler bir kez daha belirlenmifltir. Sosyal güvenli¤in bu belgeler taraf›ndan bir hak olarak tan›nmas› elbette ki geliflmifl kapitalist ülkelerde iflsiz, aç, gelecek güvencesi olmayan hiç kimsenin kalmad›¤› anlam›na gelmemektedir. Aksine hem tarihsel ve ülkeleraras› farkl›l›klar sözkonusudur; hem de sosyal güvenlik sistemleri önde gelen kapitalist ülkelerde bile düzenli bir geliri olmayan, evsiz gruplar›n ortaya ç›kmas› engelleyememifltir (Y›ld›r›m, 2000: 75). Bu ülkelerde sosyal güvenlik kurumlar›, mesleklerin giderek esneklefltirilmelerine uyarlanamam›flt›r. Giderek daha genifl bir kategori haline gelen “atipik” çal›flanlar ya hiç korunmamakta ya da pek az korunmaktad›r; yar›m zamanl› çal›flma, geçici çal›flma ya da evde çal›flma gibi esnek çal›flma türlerinin tümünde çal›flanlar sosyal güvenlik sistemindeki bu boflluklardan zarar görmektedir; esnek zamanl› sözleflmelerin güvensizlikleri, bu sözleflmelerle çal›flan iflçilerin emeklilik maafl›na hak kazanma, erken emeklilik ve iflsizlik güvencesinden yararlanma koflullar›n› zorlaflt›rmaktad›r (Hutsebaut, 1998: 19).

Neoliberalizm ve Sosyal Güvenli¤in Yok Edilmesi 1980‘li y›llarla birlikte artan neoliberal sald›r›, sosyal refah devleti kavram›yla birlikte sosyal güvenli¤i de kendisine hedef olarak seçmifltir. Neoliberal ak›m›n temsilcileri sosyal güvenlik fonlar›n›n yasal devlet tekelinde olmas›n›n ya da baflka bir ifadeyle kamu kontrolü alt›nda bulunmas›n›n sak›ncal› oldu¤unu ileri


Yoksullu¤un Yönetilmesi ve Sosyal Güvenlik Hakk›

sürmektedirler. Örne¤in Akal›n’a göre bu durum kaynaklar›n “piyasaya” göre de¤il “seçmen ço¤unlu¤unun tercihlerine” göre kullan›lmas›na yol açt›¤› için sak›ncal›d›r (Akal›n, 2003: 118). Mercedes-Benz Stattgat Yönetim Kurulu üyesi Dr. Kurt S. Coruk’un afla¤›daki sözleri, bu “sak›nca”n›n ne oldu¤u ve sermayedarlar›n sosyal güvenlik fonlar›na bak›fl›n› hiçbir kuflkuya yer b›rakmayacak aç›kl›kta göstermektedir: Asl›nda çok daha h›zl› küreselleflebilirdik, fakat iki önemli engelle karfl›laflt›k bu süreçte: demokrasi ve trilyonlarca dolar de¤erindeki emeklilik fonlar›n›n kamu, yani ulus-devletlerin kontrolünde olmas›. Do¤rudan yat›r›mlar›n veya bir baflka deyiflle sanayiin küreselleflmesi için gerekli ad›mlar› zaten y›llardan beri kat ediyoruz. Ama art›k, bizim için as›l önemli olan, finansal sermayemizi küresellefltirebilmek. Yani borsalarda ifllem gören hisse senetlerimizin prim yapmas› ve böylece bilanço varl›klar›m›z›n, sermayelerimizin bilanço de¤erlerinin giderek daha da büyümesi, büyümesi... Fakat bunun için borsalara sürekli para girifli yap›lmas› gerekiyor ve bu para da emeklilik fonlar›nda yat›yor. Bu emeklilik fonlar› (pension funds) özel arac› kurumlar›n emrine tahsis edilecek olursa, borsalara kanalize edilecek ve biz daha da zenginleflece¤iz (akt. Erdenk, 2002: 14).

Aktar›lan iki görüflten de aç›kça görüldü¤ü gibi, as›l amaç sosyal güvenlik sistemlerinde biriken fonlar› piyasa kanallar›yla sermayedarlara kanalize etmek, baflka bir deyiflle bu fonlara el koymakt›r. Zira uzun vadeli niteli¤iyle emeklili¤e yönelik fonlar, ekonomik geliflme için gereken kaynaklar› oluflturma aç›s›ndan çok önemlidir. Sanayileflmifl ülkelerdeki tasarruflar›n önemli bir bölümünü emeklili¤e yönelik fonlar (üçüncü basamak emeklilik fonlar› ile k›smen ikinci basamak prim esasl› fonlu emeklilik programlar›) oluflturur. Afla¤›daki tablo 1996 y›l› sonu itibariyle baz› OECD ülkelerinin emeklili¤e yönelik toplam fon miktar›n› ve bunlar›n Gayrî Safî Yurt ‹çi Has›la (GSY‹H)' lar›na oran›n› göstermektedir: Tablo.1- Sosyal Güvenlik Fonlar›n›n Büyüklükleri Ülkeler

Toplam Fon (Milyar $)

Toplam Fon/GSY‹H (%)

‹talya

36.3

3.0

Almanya

136.3

5.8

Hollanda

345.7

87.3

‹ngiltere

861.9

74.7

Japonya

1,919.7

41.8

ABD

4,303.0

58.2

Kaynak: www.sigortacity.com, 27.03.2003

325


326

Murat Özveri

Bu ifltah kabart›c› tablo karfl›s›nda neoliberal yaklafl›m sosyal güvenli¤in devlet tekelinde olmaktan ç›kar›lmas›n› ve piyasaya teslimini savunmaktad›r. Buna göre sosyal güvenlik sistemi “yeniden bölüflüm” için kullan›lmamal›; toplumsal de¤il bireysel sorumluluk esas›na göre yap›land›r›lmal›; sosyal yard›mlar tüm yoksullar› hedef almal› ve sosyal riskler karfl›s›nda toplum taraf›ndan asgari bir geçim düzeyi geçici olarak sa¤lanmal›d›r. (Akal›n, 2003: 4). fiili örne¤inden hareket eden bu görüfllerin en büyük destekçisi Uluslararas› Para Fonu (International Monetary Fund, IMF) ve Dünya Bankas› olmufltur. Örne¤in Dünya Bankas› 1994’te IMF’nin de deste¤iyle yay›mlad›¤› ve büyük yank› uyand›ran, taraftar toplayan raporunda sosyal güvenli¤in özellefltirilmesini ele alm›flt›r (Güzel, 1998: 275). Dayana¤›n› her sorunun piyasada, piyasan›n kurallar› çerçevesinde en uygun çözümünü bulaca¤› dogmas›ndan alan bu görüfllerin sosyal güvenlik sisteminin özellefltirilmesi için getirdikleri birinci öneriye göre kamu sadece en yoksul kesimlere asgari düzeyde yard›m yapmakla sorumlu olacak, buna karfl›l›k tüm sosyal riskler için sosyal koruma özel sigortalara devredilecektir. Özellefltirmeyi savunanlar›n daha yumuflak görünen ikinci önerilerini ise, özel sigorta flirketlerinin “sa¤l›k hizmetleri ya da hastal›k sigortas›n›n örgütlenmesine ve iflleyifline artan oranda kat›l›m›n› sa¤lamak” düflüncesi oluflturmaktad›r (Güzel, 1998: 282). Avrupa Birli¤i çerevesinde de esneklefltirme, sosyal güvenlik sistemlerinin reform ad› alt›nda bireysel sistemlere dönüfltürülmesi, iflçi ve iflverenlerin kat›l›m›yla özel emeklilik fonlar›n›n portföy yat›r›mlar›nda de¤erlendirilme uygulamalar› çal›flanlar aç›s›ndan büyük tehdit oluflturmaktad›r (Y›lmaz, 2002). ‹lk olarak Dünya Bankas›’n›n deste¤iyle fiili’de uygulanmaya bafllanan ve Emeklilik Tasarruf Sistemi (ETH) olarak adland›r›lan sistemde devlet tümüyle sosyal güvenli¤in d›fl›na ç›kart›lmakta, “çal›flan ya da iflveren, devlete herhangi bir sigorta primi ödememekte; di¤er taraftan da çal›flana devlet taraf›ndan herhangi bir emeklilik maafl› ödenmemektedir” (Jose, 1996: 3). Bunun yerine ücretin %10’u iflveren taraf›ndan kesilip çal›flanlar›n kiflisel ETH’lerine yat›r›lmaktad›r. fiili’de sosyal güvenlik sisteminin özellefltirilmesi, fiili Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakan› taraf›ndan emekli maafllar›n›n devlet meselesi, dolay›s›yla da “politikan›n esiri” olmaktan kurtar›lm›fl olmas› ve böylece bireylerin “kendi yaflamlar› üzerinde daha fazla söz sahibi” olmalar›n›n sa¤lanm›fl olmas› gerekçeleriyle savu-


Yoksullu¤un Yönetilmesi ve Sosyal Güvenlik Hakk›

nulmaktad›r (Jose, 1996: 3). Önce yap›lmamas› gerekeni yap›p sonra bunu kendisi yapmam›fl gibi gerekçe olarak kullanman›n tipik örne¤ini oluflturan bu söylemle fiili sistemi tüm dünyaya örnek olarak gösterilmeye çal›fl›lm›flt›r. Sistemin iflleyifline güvence olarak ise devlet denetimi gösterilmektedir. ‹lginç olan nokta “politikan›n esiri olmamas›” için devletin elinden al›nan sosyal güvenlik sistemlerinde çal›flanlar›n 15 adet flirket aras›ndan seçti¤i “Emeklilik Fonu Yöneticisi” ad› verilen özel flirketlerin denetiminin devlete b›rak›lmas›d›r. Bir baflka ifadeyle kendi kurulufllar›n› denetleyemeyen, politikan›n esiri haline gelen devlet taraf›ndan bu flirketlerin “portföylerinin düflük riskli olmas›n› temin etmek, h›rs›zl›k ve yolsuzluklar›n önlenmesini sa¤lamak amac› ile” denetlenmesinin beklenmesidir (Jose, 1996: 3). Devlet bu denetimi yaparken de bir anlamda tafleron kullanacak ve ba¤›ms›z çal›flan görevi denetim olan ancak devlete ba¤l› teknik bir müfettifllik arac›l›¤› ile denetim sa¤lanacakt›r (Özveri, 2000: 101). fiili sosyal güvenlik sistemi tüm iddialar›na karfl›n beklenilen sonuçlar› verememifltir. Uzmanlara göre, fiili’de gerçeklefltirilen de¤ifliklik (da¤›t›m sisteminden sermaye biriktirme sistemine geçifl) tasarruflar üzerinde saptanabilir olumlu bir etki yapmam›fl, tersine artan giderler nedeniyle milli tasarruflarda azalmaya neden olmufltur (Sözer, 2000: 191). Öte yandan son y›llarda sistemin “çat›rdamaya bafllad›¤›, yönetim giderlerindeki art›fllar yüzünden primlerin artt›r›ld›¤›, 13 y›l boyunca y›lda ortalama % 13 getiri sa¤layan fonlar›n yat›r›ld›¤› alanlarda ifllerin iyi gitmemesi nedeniyle aç›k vermeye bafllad›¤› belirtilmifltir (Tuncay, 1997: 349). Ayn› kayna¤a göre, sisteme dahil olan 5 milyon iflçiden sadece % 57’si prim ödemeye devam etmektedir ve iflgücünün % 30’u sigortas›z çal›flmaktad›r ki bu da üzerinde düflünülmesi gereken bir olgudur. Bu sistem, 1993 y›l›nda Peru, 1994 y›l›nda Arjantin ve Kolombiya’da da uygulanmaya bafllanm›fl, ama Dünya Bankas›’n›n tüm deste¤ine ra¤men bu dört Latin Amerika ülkesiyle s›n›rl› kalm›flt›r. Özellikle Thatcher dönemi ‹ngiltere’sinde ve Reagan dönemi ABD’sinde politikac›larca çok dillendirilmesine karfl›n çal›flanlar›n gösterdi¤i yo¤un tepkiler nedeniyle söz konusu sistem söylem düzeyinde kalm›fl, hayata geçememifltir. (Özveri, 2000: 101) Öte yandan sosyal güvenlik hakk›n›n gerçeklefltirilmesinin piyasaya b›rak›lamayaca¤›n› görmek için ABD ve ‹ngiltere’de, dünyan›n pazar ekonomisince en do¤rudan yönetilen bu iki ülkesinde, piyasan›n yaratm›fl oldu¤u sonuçlara bakmak yeterlidir. Yüksek vas›fla ve iyi ücretle çal›flanlarla düflük vas›fl› ve düflük ücret-

327


328

Murat Özveri

lerle çal›flanlar aras›ndaki eflitsizlik ABD’de son on y›lda, ‹ngiltere’de ise geçen yüzy›ldan bu yana artm›fl; yüksek istihdam oranlar›na karfl›n ekonomik güvensizli¤in de artmas› engellenememifl, düflük vas›fl› iflçiler için yeterli kazanç sa¤layacak ifller yarat›lamam›fl; düflük ücretlilerin reel kazançlar› ve (ABD’de) emeklilik ve sa¤l›k sigortas› güvenceleri belirgin biçimde azalm›flt›r (Freeman, 1998: 32). Piyasa güçlerine kurumsal müdahalenin azalt›ld›¤› ‹talya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde de eflitsizlik artm›flt›r (Freeman, 1998: 32). Piyasan›n yaratm›fl oldu¤u sonuçlar›n rakamlarla ifadesi sonuçlar›n daha somut görülmesini sa¤layacakt›r. ABD’de 1975-1995 döneminde ülkenin gayri safi yurtiçi has›las› iki misli artarken ücretler reel olarak % 13 gerilemifl; 40-50 milyon insan yoksulluk içerisinde yaflamak zorunda kalm›flt›r; her alt› çocuktan birisi afl›r› derecede yoksulluk koflullar›nda yetiflmektedir. Hem ABD’de hem de Avrupa’da iflgücü piyasas›ndan d›fllanan; iflsiz kalan ya da çok düflük ücretlerle piyasan›n k›y›s›nda çal›flanlar, toplam çal›flan nüfüsun %30’unu oluflturmaktad›r (Rocard, 1998: 47). ABD’de sosyal güvenlik sistemlerinde yaflanan zay›flaman›n toplumsal etkileri kendisini aratan oranda d›fllanma, psikolojik endifle ve kamu alan›n›n yok oluflu, siyasi kat›l›m›n giderek düflmesi, biçiminde gösterdi¤i vurgulanm›flt›r (Birnbaum, 1998: 438). Bu saptamay› yapan görüfle göre Amerikal›lar çal›fl›rken yurttafll›k haklar›n› emanet ya da teslim etmifl gibi davranmakta, baflka bir deyiflle ifl hayat›nda bu haklardan feragat etmektedirler” (Birnbaum, 1998: 438).

Türkiye’de Sosyal Güvenli¤in Tasfiyesi Ne yaz›k ki Türkiye’de de, devletin yeniden yap›land›r›lmas› ad› alt›nda “yönetiflim” ya da devletin özellefltirilmesi; “devlet et, süt üretmemeli” söylemiyle sanayisizlefltirme; “Sosyal Güvenlik Reformu” ad› alt›nda sosyal güvenli¤in özellefltirilerek tasfiyesi ad›m ad›m devreye sokulmufltur. Türkiye’de sosyal güvenlikle ilgili olan herkes sosyal güvenlik sisteminde bir krizin varl›¤›ndan söz ederek yak›nmaktad›r. Sisteme prim ödeyen aktif sigortal›lar ald›klar› hizmetlerin kalitesizli¤inden ve yetersizli¤inden; pasif sigortal›lar y›llard›r prim ödedikleri sistemin kendilerine ba¤lad›¤› ayl›klar›n azl›¤›ndan; iflverenler yüksek primlerin iflçilik maliyetini att›rd›¤›ndan; devlet sosyal sigortalar kurumunun aç›klar›n› kapamak için bütçeden yap›lan transferlerin bütçe aç›klar›na neden oldu¤undan, ekonomik istikrar›n bozulmas›ndan; sosyal sigorta yöneticileri ise siya-


Yoksullu¤un Yönetilmesi ve Sosyal Güvenlik Hakk›

si müdahaleler ve sistemin popülist politikalara kurban edilmesinden flikayetçi olmaktad›rlar. (Ekin vd., 1998: 75). Gerçekten de elli y›ll›k geçmifline karfl›n Türk sosyal güvenlik sistemi, 1990’l› y›llardan beri bir kriz içerisindedir; temel fonksiyonlar›n› bile zorlukla yerine getirebilmektedir (Tuncay, 1997: 349). Krizin birinci boyutunu finansman yetersizli¤i olufltururken ikinci boyutta sosyal güvenlik sisteminin kapsam›na girenlere yeterli düzeyde, gereken kalitede ve gerekti¤i ölçüde koruma garantisi verilmemesi yer almaktad›r. Krizden söz edildi¤inde sorun olarak kaynak yetersizli¤i, gelir gider dengesizli¤i gündeme getirilmekte; sosyal güvenli¤in temel amac›n›, yani flemsiyesi alt›na ald›¤› insanlar›n toplum içinde insan onuruna uygun bir yaflam sürmesini ne ölçüde yerine getirdi¤i gözard› edilmektedir1 (Ekin vd., 1998: 143). Oysa, gelir gider dengesini sa¤lamak için kapsam› ve etkinli¤i s›n›rlanarak temel amac›ndan uzaklaflm›fl bir sosyal güvenlik sisteminin de, sorunlar›n› çözmüfl bir sistem olarak nitelendirilmesinin mümkün olmad›¤› aç›kt›r. Öte yandan, sosyal güvenli¤in içinde bulundu¤u genel manzaraya bakt›¤›m›zda, karfl›m›za ürkütücü bir tablo ç›kmaktad›r. Sosyal güvenlik kurulufllar›n›n kuruldu¤u günden bugüne kadar kasalar›nda birikmesi gereken fonlar ne yaz›k ki kelimenin tam anlam›yla ya¤malanm›fl ve bugünkü noktaya gelinmifltir. Örne¤in, Sosyal Sigortalar Kurumu 1960 y›l›ndan sonra toplam›fl oldu¤u primleri enflasyonun sadece 2 puan üzerinde bir getiri getirecek flekilde de¤erlendirilebilmifl olsayd› 1997 y›l› itibar›yle SSK kasalar›nda 20 milyar ABD dolar›n›n üzerinde bir fon birikmifl olacakt› (Kocao¤lu, 1997: 235). Bu fon ya¤mas›na 5 milyonluk iflsiz kitlesinin varl›¤›ndan ve say›lar› 4,5-5 milyon oldu¤u kabul edilen iflçinin kaçak olarak çal›flt›r›lmas›ndan kaynaklanan (primlerin asgari ücret üzerinden kesildi¤i varsay›lsa bile) ve 1,9 katrilyon olarak hesaplanabilecek kay›plar da eklenince sistem kendi açmazlar› içerisinde yuvarlanmaya mahkum olmak zorunda kalmaktad›r. 1969 y›l›ndan bugüne kadar 11 kez hizmet borçlanmas› yasas› ç›kart›lm›fl, bu yasalara dayal› olarak hizmet borçlanmas› yapanlar›n borçlan›lan süreye iliflkin primleri borçlanma tarihindeki asgari ücret üzerinden ve %20 oran›nda al›nm›fl, 1992 y›l›nda ç›kart›lan 3786 Say›l› Yasayla iflverenlerin prim gecikme zamm› ve faizleri tamamen veya k›smen affedilmifl, SSK fonlar› ucuz kredi olarak, devlet tahvillerine, K‹T’lere ya da gelir olarak dahi nitelendirilemeyecek düzeyde kira getiren gayri menkullere yat›r›lm›flt›r (Süzek, 1997: 447). Sosyal Sigortalar Kurumu’nca emeklilere yap›lan toplam öde-

329

1 Sekizinci Befl Y›ll›k Kalk›nma Plan›n›n konuya yaklafl›m› bu aç›dan güzel bir örnek oluflturur: “Aktüeryal dengeleri bozulan sosyal sigortalar kurulufllar›na 1999 y›l›nda Bütçeden yap›lan transferler, Emekli Sand›¤›nda, fatural› ödemeler ve ek karfl›l›k hariç, 504 trilyon lira, SSK’da 1.105 trilyon lira ve Ba¤Kur’da ise 610 trilyon lira olmak üzere, toplam 2.219 trilyon liraya ulaflm›flt›r. Yap›lan toplam transferlerin GSMH’ye oran› yüzde 2.8 olarak gerçekleflmifltir” (DPT, 2000).


330

Murat Özveri

2 Bat› Avrupa’da devletin sosyal güvenli¤e katk›s›, Almanya’da % 25.66, Belçika’da % 31.11, Danimarka’da % 85.70, Finlandiya’da %44.66, Yunanistan’da % 12.41’dir. Bat› Avrupa ortalamas› ise % 38 dolay›ndad›r (SSK, 1995: 22). Öte yandan emeklilik yafl› bizden yüksek olan OECD ülkelerinde 60 yafl üzerinde emekli ayl›¤› alanlar 1997’de %18 iken, bu oran›n 2030 y›l›nda % 30 olaca¤› hesaplanmaktad›r. Bu oran Türkiye’de ise sadece % 8’dir (Kocao¤lu, 1997: 239). 3 TÜRK-‹fl’in 4447 say›l› yasan›n etkileri üzerine yapt›¤› bir araflt›rmaya göre emekli ayl›klar›na yap›lan zamm›n çok düflük oranda kalmas› ve prime esas kazanç s›n›r›n›n artt›r›lmas› SSK’n›n Hazinenin kaynaklar›na ihtiyaç duymadan ödeme yapmay› 2000 y›l› için kolaylaflt›rd›ysa da, uzun vadede yasa, çal›flanlar aç›s›ndan büyük sorunlar yaratacakt›r. Bunlar aras›nda emekli ayl›klar›n›n düflmesi, emeklilik yafl› yükseltildi¤i için çal›flanlar›n sisteme duyduklar› güvenin azalmas›, kaçak iflçi çal›flt›rman›n ve çal›flman›n primler yükseldi¤i için daha da yayg›nlaflmas› say›lmaktad›r. Yap›lan araflt›rmada bu etkilerin flimdiden hissedilmeye baflland›¤›, 2000 y›l›nda üretimde ve iflgücünde daralma olmamas›na ra¤men kay›t d›fl› iflçilerin say›snda %3 oran›nda bir art›fl gözlendi¤i belirtilmifltir.

melerin % 62’sini oluflturan sosyal yard›m zamlar› ise SSK’n›n mali dengelerini alt üst eden bir di¤er uygulamad›r. Bu uygulama, her fleyden önce, söz konusu ödemeler prim karfl›l›¤› olmayan ödemeler oldu¤u için, en temel sosyal güvenlik ilkelerine ters düflmektedir (Süzek, 1997: 451). Sosyal yard›m zamlar›n› devletin bütçeden karfl›lamas› gerekti¤i halde, bu zamlar›n ödemesi Sosyal Güvenlik Kurumu’nun s›rt›na y›k›lm›flt›r2. Sosyal güvenlik sistemimizin yeniden yap›land›r›lmas› tart›flmalar›, 1990’l› y›llar›n ortalar›ndan sonra ülkemizde de yo¤unluk kazanm›flt›r. Sosyal taraf olarak iflçi iflveren çevreleri, meslek odalar›n›n da kat›ld›¤› bu yo¤un tart›flmalarda ayr›ms›z tüm taraflar sistemin sorunlu oldu¤u konusunda hemfikir olmufllard›r. Hükümet sosyal güvenlik reformu konusunda hükümet çal›flanlar yerine daha çok Dünya Bankas› ve IMF uzmanlar›yla çal›flmay› tercih etmifl, kamuoyuna “Sosyal Güvenlik Reformu” ad› alt›nda sunulan 4447 say›l› yasa çal›flanlara ra¤men, onlar d›fllanarak ç›kart›lm›flt›r. 4447 say›l› yasa emeklilik için en az yafl s›n›r›n› kad›nlar için 58, erkekler için 60 olarak belirlemifltir. Emeklili¤e hak kazanmak için prim ödeme gün say›s›n›, prime esas kazanç s›n›r›n› ve prim pay›n› artt›rm›flt›r. Prim karfl›l›¤› oldu¤u için karfl›l›ks›z yararlan›lmas› gereken sa¤l›k hizmetleri için kat›l›m paylar› getirilmifl ve çal›flanlar›n ailelerinin sa¤l›k hizmetlerinden yaralanma koflullar› a¤›rlaflt›r›lm›flt›r. Ayr›ca emeklilik maafl› art›fl oran› TÜFE göstergesine ba¤lanm›flt›r. Bu uygulamayla “emeklilerin ulusal gelir art›fl›ndan pay alma beklentileri ortadan kald›r›lm›flt›r. Böylece ücretlerin belirlenmesi ile ilgili yöntem siyasal süreç d›fl›na ç›kar›lm›fl, bu aflamada olas› bir toplumsal bask›n›n etkileri ortadan kald›r›lm›flt›r” (Birleflik Metal-‹fl).3 10 Mart 2000 tarihinde Hazine Müsteflarl›¤› taraf›ndan Dünya Bankas›na verilen “Türkiye Ekonomik Reform Kredisi Kalk›nma Politikas› Mektubu” bafll›kl› mektup hükümetin “mali aç›dan sa¤l›kl› ve adil bir sosyal güvenlik sisteminin sa¤lanmas› konusunda” girdi¤i üç aflamal› taahhüdü içermektedir. Buna göre birinci aflamada sosyal güvenlik sisteminin mali güvenilirli¤ini sa¤lamak için politika reformlar› “Pay-As-You-Go (PAYG), ikinci aflamada varolan üç sosyal güvenlik kuruluflunun (yani SSK Ba¤-Kur ve Emekli Sand›¤›’n›n) birbirleriyle uyumlu hale getirilmesini sa¤layacak örgütsel reformlar, üçüncü aflamada da “iste¤e ba¤l› özel emeklilik sistemi”ni desteklemek için düzenleyici yasal çerçevenin oluflturulmas› gerçeklefltirilecektir (Hazine, 2000) .4 Bu reform program›n›n uygulanabilmesi için Dünya Banka-


Yoksullu¤un Yönetilmesi ve Sosyal Güvenlik Hakk›

s›’ndan yat›r›m finansman› fleklinde destek talep eden hükümet, yap›lan reformla emeklilik yafl›n›n büyütüldü¤ünü, ayl›k ba¤lama sisteminin de¤ifltirildi¤ini, bu reform sayesinde GSMH’nin %3’üne yaklaflan sosyal güvenlik sistemi a盤›n›n bast›r›lm›fl olaca¤›n› belirterek yeni reformlar yap›lmas›n›n gerekece¤ini bildirmektedir. Buna göre PAYG sistemi uzun vadede mali denge sa¤layarak çok tarafl› bir emeklilik sisteminin bafllat›lmas› için ortam yaratmak üzere tasarlanmaktad›r. Bu nedenle iflsizlik sigortas›n›n bütçeye yük olmadan ve iflgücü piyasas›n›n flartlar›n› bozmadan uygulanmas› gereklidir. Ayr›ca hükümet politika de¤iflikliklerini Dünya Bankas› ile iflbirli¤i içerisinde yapacakt›r. Mektupta “Sosyal güvenlik reformunun ikinci aflamas›n›n, 2000 y›l›nda bafllat›lacak olan idari ve kurumsal reformlardan olufltu¤u” anlat›larak söz konusu reformlar›n “mevcut sistemin kapsam›n›, verimlili¤ini ve fleffafl›¤›n›” gelifltirece¤i iddia edilmektedir (Hazine, 2000). Mevcut sistemin kapsam›n›, verimlili¤ini ve fleffafl›¤›n› gelifltirece¤i iddia edilen idari ve kurumsal düzenlemeler ise; “mevcut üç sosyal güvenlik kuruluflunun koordine edilmesi ve birbiriyle uyumlu hale getirilmesi ile emeklilik, sa¤l›k sigortas› ve iflsizlik sigortas›n›n muhasebe ve idari ifllevlerinin kesin olarak birbirinden ayr›lmas›” fleklinde s›ralanmaktad›r. Söz konusu mektupta, sosyal güvenlik sistemi reformunun üçüncü aflamas›n› “‹ste¤e ba¤l› ek emeklilik sistemi için yasal ve düzenleyici çerçevenin” kurulmas›n›n oluflturdu¤u söylenmektedir. Gönüllü özel emeklilik programlar›na iliflkin kanun tasla¤›n›n haz›rland›¤›, kanun tasla¤›n›n, “yeni gönüllü özel emeklilik programlar› ile kamu PAYG sistemi aras›nda uygun koordinasyonu” sa¤layaca¤› belirtilmektedir. Kanun kapsam›nda özel emeklilik fonlar›na izin veren ve bu fonlar› düzenleyen bir koordinasyon kurulu oluflturulaca¤›; bu kurulun söz konusu fonlar›n yapt›¤› yat›r›mlar› denetleyen SPK ile yak›n iflbirli¤i içerisinde olaca¤› ve eflanl› olarak ç›kart›lacak bir kanunla yeni planlar›n adil ve yeterli bir flekilde vergilendirilmesinin sa¤layaca¤› belirtilmifltir (Hazine, 2000). Yine Sekizinci Befl Y›ll›k Kalk›nma Plan›’nda “Bireysel Emeklilik sigorta programlar› uzun vadeli, sosyal güvenlik politikas› kapsam›nda, gönüllülük esas›na dayanan, devletin denetiminde, özerk, mali sektör içinde örgütlenen teflvik sistemleri ile donat›lan, kay›td›fl› çal›flmay› önleyen, zorunlu sigorta sistemini destekleyen ve tamamlay›c› bir fonksiyona sahip olacak flekilde uygulamaya konulacakt›r” denmifltir (DPT, 2000).

331

4 Mektubun tam metni için bkz. www.treasury.gov.tr, indirilme tarihi: 25.03.2003


332

Murat Özveri

Sosyal güvenlik alan›nda bu do¤rultuda at›lan somut ad›mlardan birisi 4632 Say›l› Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yat›r›m Sistemi Kanunu ile gerçekleflmifltir. 4632 say›l› yasa sosyal güvenlik sistemlerinin yetersizli¤inden bunalm›fl kitlelerin a¤z›na bir parmak bal çal›p, özel sosyal güvenlik sistemlerine bir anlamda gönüllü geçifli sa¤lamaya çal›flmaktad›r (Erdenk, 2002: 14). Yasa ile bireylere bireysel emeklilik hesaplar›na dayal› fonlu bir sistem oluflturmak ve fonlar›n mali sektörde de¤erlenmesini sa¤lamak amaçlanmaktad›r. Amac›n varolan sosyal güvenlik sistemine alternatif olmad›¤› ve bireylere ek gelir sa¤lamak oldu¤u söylense de, bu tarz uygulamalar›n dünyada kamu sosyal güvenlik sistemini zay›flatan sonuçlar yaratt›¤› ve sonradan uygulanacak sosyal güvenlikte özellefltirme uygulamalar›n›n ilk ad›m› oldu¤u belirtilmektedir (Birleflik Metal-‹fl). Fonlarda biriken hesaplar fon sahipleri taraf›ndan yönlendirildi¤i ölçüde kat›l›mc›lara atfedilen mülkiyet ve kontrol yetkisi, piyasan›n risklerine karfl› da kat›l›mc›lar› sorumlu hale getirmektedir. Borsaya ya da baflka alanlara yat›r›lacak fonlar bir anda de¤ersizleflti¤inde sosyal güvenlik tamam›yla yokolma tehlikesiyle karfl› karfl›ya kalacakt›r. Sosyal güvenlik reformlar›na bir bütün olarak bakt›¤›m›zda bu reformlar, hem “kamuda istihdam›n azalt›lmas›n› hem de sosyal güvenlik sisteminin aflama aflama özel sektöre devredilmesini amaçlamaktad›r” (Zabc›, 2002: 16). Art›k sosyal politikan›n yerini özel sektör ve sivil toplum örgütleriyle iflbirli¤i içinde oluflturulacak bir yoksullukla mücadele stratejisi alacakt›r (Zabc›, 2002).

Sosyal Güvenli¤in Tasfiyesi Yoksullu¤un Yönetilmesi Anlam›na Gelmektedir Sosyal güvenlik sisteminin özellefltirilmesinin en önemli destekleyicileri aras›nda IMF ve Dünya Bankas› bulunmaktad›r (Güzel, 1998, 275). Bu yolla bir yandan sosyal güvenlik kurulufllar›n›n fonlar›na el konulurken bir yandan da sosyal güvenlik sistemleri ad›m ad›m tasfiye edilerek yoksullu¤un yönetilir k›l›nmas› gerçeklefltirilmek istenmektedir. Örne¤in, sigorta veya sosyal güvenli¤in olmad›¤› durumlarda hane halk› yoksullaflma konusunda daha riskli bir duruma gelmektedir (Derkon, 2003: 2). Program asl›nda oldukça tutarl› bir flekilde birbiriyle ilgisizmifl gibi görünen ancak tam aksine birbirini tamamlayan ad›mlardan oluflmaktad›r. Bu yaklafl›ma göre; siyasal iktidar›n teorik düzeyde de olsa seçimle belirlendi¤i sistemlerde siyasetçiler, partizanca tutumlar›,


Yoksullu¤un Yönetilmesi ve Sosyal Güvenlik Hakk›

seçmen ço¤unlu¤unu memnun etme kayg›s›yla izledikleri popülist politikalarla piyasan›n iflleyiflini bozmaktad›r. Bu nedenle siyasilere hesap verme esas›na dayal› bürokratik devlet yap›s› “yönetiflim” yaklafl›m› temelinde yeniden yap›land›r›lmal›, devlet yönetimi ad›m ad›m siyasi otoriteden ba¤›ms›z kurullara terk edilmelidir. Siz buna yaflaman›n özellefltirilmesi ya da Güler’in sözleriyle “siyasal ve yönetsel iktidar›n bu kez aç›k biçimde sermaye kesimine [teslimi]” de diyebilirsiniz. Ayn› mant›¤a göre sosyal güvenli¤in kamusal bir faaliyet olarak yürütülmesi halinde kaynaklar›n piyasaya göre de¤il, sosyal seçime daha do¤rusu seçmen ço¤unlu¤unun tercihlerine göre tahsisi kaç›n›lmazd›r; bu nedenle de sosyal güvenli¤in varl›¤›, sosyal güveli¤e taraf olan ço¤unlu¤a (bu oran Türkiye’de nüfusun % 75’idir) kendilerinden daha zengin olduklar›na inand›klar› az›nl›¤›n gelirine el koyabilmek için yasal yani meflru bir gerekçe sa¤lamaktad›r. Bu nedenle devletin sosyal güvenli¤e müdahalesi, piyasa mekanizmas›n›n baflar›s›zl›¤›n› çözmek yerine, sosyal güvenlik sistemine sosyal seçim mekanizmas›n› yani genel oyu ikame ederek israfa yol açmaktad›r (Akal›n, 2003: 4). O halde sosyal güvenlik özellefltirilmelidir. Devletin üretim sürecinden çekilip asli görevlerine dönmesi tezi s›kça ifllenmifltir. Bunun yerini alacak olan yoksullu¤un en az maliyetle yönetimi hedefinin farkl› araçlar› olacakt›r: Küçük ölçekli üretim ve el zanaatlar› projeleri, ihracata dönük flirketlere tafleronlu¤un teflviki, cemaat sistemine dayal› e¤itim ve güvenlik gereksinimlerinin, mikro milliyetçilik, cemaatçilik, hemflehricilik gibi alt kimlik gruplar›na aidiyetle giderilmeye çal›fl›lmas›, yoksullukla mücadele ad› alt›nda, Fak-Fuk-Fon benzeri sosyal fonlar›n devreye sokulmas›, uluslararas› yard›m kurulufllar›n›n bu sosyal fonlar› projeler temelinde desteklemeleri ve bu yard›m kurulufllar› arac›l›¤› ile cemaat yönetimlerinin oluflturulmas›5. Filiz Zabc› (2002) Dünya Bankas›’n›n Sosyal Risk Yönetimi kavram›yla nas›l yoksullu¤u yönetmeye çal›flt›¤›n› çok iyi göstermektedir. Dünya Bankas›, Sosyal Riski Azaltma Projesi’yle krizden etkilenen yoksullara gelir deste¤i sa¤lamak, yoksullar için gelir ve istihdam yarat›c› f›rsatlar› artt›rma gibi önlemler önermektedir (Dünya Bankas› 2001’den aktaran Zabc›, 2002: 17). Zabc› “daha önce bir hak niteli¤inde olan ve devletin yerine getirmesi gereken hizmetlerin, flimdi bu tür projeler yoluyla birer yard›m niteli¤ine büründürülmüfl” oldu¤unun alt›n› çizmektedir (2002: 21). Ça¤dafl bir sosyal güvenlik sisteminin güvencesi alt›nda, bu

333

5 Bu projenin nas›l Afla¤› Sahra Afrikas›’nda, Güney-Do¤u Asya, Latin Amerika’da yaflama geçirildi¤ini izlemek için bkz. Chossudovsky (1999).


334

Murat Özveri

güvenceyi bir hak olarak gören, dolay›s›yla da kendisinde talep erki bulan, bu erki s›n›f temelli örgütlerde kullanabilme potansiyeli tafl›yan bireylerden oluflmufl bir toplumda yoksullu¤u yönetmek zordur. Buna mukabil, sosyal fonlara, dolay›s›yla ihsanlara muhtaç edilmifl, cemaatlefltirilmifl, mikro milliyetçilikten hemflehricili¤e kadar bir dizi kimlikle atomize edilmifl bir toplumda, yoksulluk en az maliyetle yönetilebilir hale gelebilir. Bu politika sayesinde yoksullu¤un nedenlerinin sorgulanmas›na izin vermeden; yoksullu¤un alt›nda yatan nedenleri, IMF ve Dünya Bankas›’n›n uyum politikalar›n› ve uluslararas› finans kurulufllar›na ödenen borç faizlerini hiç gündeme getirmeden; medya kampanyalar›yla yoksullu¤u yoksullar›n yeteneksizliklerine indirgeyerek yard›m kampanyalar› düzenleyip bu kampanyalarda kad›nlar›n çocuklar›n bir ekmek için nas›l birbirlerini ezdi¤ini televizyonlardan sergileyerek yoksullukla mücadele ediyormufl gibi görünüp, yoksullu¤u sür git en az maliyetle yönetmek olanakl› hale gelecektir. Nitekim bu süreçte Türkiye de h›zla yerini alm›flt›r. Fak-Fuk-Fon’un kurulmas›, yoksul mahallerinde yiyecek da¤›t›m› ad› alt›nda insanlar›n birbirine ezdirilmeleri, bu uygulamalar›n sürekli olarak televizyonlarda sergilenmesi düflünülen sosyal güvenlik uygulamalar›n›n somut örnekleridir (Akkaya, 2000: 90).

Sonuç Kapitalizm, eski kurumlar› yerle bir edip fabrika kentlerini yaratt›¤› yüzy›l›n bafl›nda insan yiyen bir deve dönüflmüfl ve sosyal güvenlik gibi bir kayg›s› da olmam›flt›r. Dolay›s›yla kapitalizm iflçileri düflündü¤ümden ya da sosyal güvenlik gereksiniminin evrensel bir gereksinim olmas› nedeniyle, sosyal güvenlik kurumlar›n› yaratmam›fl, bu kurumlar iflçilerin mücadelesiyle elde edilmifllerdir. Bu yaz›da kapitalist sermaye birikiminin 1990’larda geldi¤i noktada sosyal güvenlik hakk›n›n sermaye/emek iliflkisi aç›s›ndan nas›l bir anlam kazand›¤› gösterilmeye çal›fl›lm›flt›r. Bu durumu üç noktada özetlemek mümkündür: Sosyal güvenlik fonlar›nda biriken paralar ifltah kabartmaktad›r. Örne¤in fonlarda biriken para ABD’de GSY‹H’nin %58.2’ si düzeyine ulaflm›flt›r. Ancak bu fonlar finansal piyasalar›n k›r›lganl›¤› ve krize aç›k olufllar› nedeniyle çok kaygan bir zemindedirler. Mercedes Benz Yönetim Kurulu üyesinin sözleriyle “trilyonlarca dolar de¤erindeki emeklilik fonlar›n›n kamu, yani ulus devletlerin


Yoksullu¤un Yönetilmesi ve Sosyal Güvenlik Hakk›

kontrolünde olmas›” küreselleflmenin h›z›n› kesmektedir, ancak sosyal güvenli¤i özellefltirecek reformlar›n da yine devlet eliyle hayat geçirilmesi beklenmektedir. Sosyal güvenlik, hak kavram› üzerinden siyasallaflmay› beraberinde getiren, kendisinde talep erki gören bireylerin ortaya ç›kmas›na neden olan, dolay›s›yla da küresel kapitalizmin yönetim yetene¤ini tehdit eden bir unsurdur. Sosyal güvenlik hakk›n›n ortadan kald›r›l›p sosyal güvenlik kurulufllar› yerine sosyal fonlar›n devreye sokulmas›yla hak kavram›n›n yerini ihsan kavram› alacak, buradan da boyun e¤en, siyasallaflmaktan korkan bireye ulafl›lacakt›r.

Toplumun atomize edilmesiyle -tafleron iflçilerle daimi iflçiler aras›ndakiler gibi s›n›f içi bölünmelerin öne ç›kar›lmas›; etnik, yöresel farklar›n ön plana ç›kar›larak aidiyetlerin alt kimliklere yönlendirilmesi- birlikte, sosyal güvenli¤in tasfiyesi, yoksullu¤un yönetilmesinin temel araçlar›ndan birisi olarak tasarlanm›flt›r. Bu tasar›m›n sonuçta baflar›l› olup olmayaca¤›n› ise hiç kuflkusuz iflçi s›n›f›n›n siyasal bir güç olarak toplumda belirleyici bir konuma yükselip yükselememesi belirleyecektir.n

335


336

Murat Özveri

Kaynakça

www.treasury.gov.tr, indirilme tarihi: 25.03.2003.

Akal›n, G. (2003) “Sosyal Güvenlik Sistemimiz Sorunlar ve Çözüm Önerileri” www.liberaldt.org.tr/dergiler indirilme tarihi 10.01.2003.

Hutsebaut, M. (1998) Avrupa’da Sosyal Koruma, Ankara: Türk Harp ‹fl.

Akkaya Y. (2000) “Sosyal Güvenlik Tarihi Üzerine Notlar”, Toplum ve Hekim, 15(12).

Jose, P. (1996), “Çal›flanlar›n Güçlendirilmesi: fiili’deki Sosyal Güvenlik Sisteminin Özellefltirilmesi”, Cato Mektuplar›, no. 10, Cato Institute.

Berghman, J. (1996) “Avrupa Birli¤inde Sosyal Güvenlik”, Bosco, A. ve M. Hutsebaut (der.), Avrupa’da Sosyal Koruma, ETUC-ETUI Konferans›, Brüksel, Ankara: Türk Harp ‹fl Sendikas›.

Kocao¤lu, M.(1997) Sosyal Politika, Türk A¤›r Sanayi ve Hizmet Sektörü, Ankara: Kamu ‹flverenleri Sendikas›.

Birleflik Metal-‹fl, Sosyal Güvenlik, E¤itim yay›n no 4, www.birlesikmetalis.org.tr, indirilme tarihi: 17.04.2003. Birnbaum, N. (1998), Sosyal Güvenli¤in Gelece¤i: Rekabet mi Dayan›flma m›? Avrupa’da Sosyal Koruma De¤iflim ve Sorunlar, Ankara: Türk Harb-‹fl. Chossudovsky, M. (1999) Yoksullu¤un Küreselleflmesi, IMF ve Dünya Bankas› Reformlar›n›n ‹çyüzü, çev. N. Sapan, ‹stanbul: Çiviyaz›lar› Çelik, N. (2000) ‹fl Hukuku Dersleri, ‹stanbul: Beta Dercon, S. (2003) “Risk and Poverty: Can Social Protection Reduce Poverty?”, http://www.econ. ox.ac.uk / members/stefan.dercon/EUseminar /Risk andpoverty.pdf. indirilme tarihi 12.01.2003. DPT (2000) VIII.Befl Y›ll›k Kalk›nma Plan›, Resmi Gazete, 5.7.2000, say› 24100 mükerrer.

Özveri, M. (2000) Yarg› Kararlar› Ifl›¤›nda 506 Say›l› Yasa ve Sosyal Güvenlik, ‹stanbul: Selüloz-‹fl. Rocard. M, (1998) “Avrupa’da Eme¤in Gelece¤i ve Sosyal Güvenlik Üzerine Etkileri”, Avrupa’da Sosyal Koruma De¤iflim ve Sorunlar, Ankara: T.Harb-‹fl. SSK (1995) 35 soruda SSK Gerçe¤i, SSK Yay›n›, No:575. Süzek, S. (1997) “Sosyal Sigortalar Kurumunun Sorunlar› ve Yeni Tasar›” Kenan Tunçoma¤’ a Arma¤an içinde, ‹stanbul: ‹Ü, Hukuk Fakültesi E¤itim Ö¤retim ve Yard›mlaflma Vakf›. Süzer, A. N. (2000) “Sosyal Sigortalarda Yeniden Yap›lanma ve fiili Modeli”, Sosyal Politika Tart›flmalar› III içinde, T.Haber ‹fl. Tuncay C, (1997), “Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Reform ‹htiyac›”, Kamu ‹fl, 4 (2).

Ekin, N., Y. Alper, ve T. Akgeyik (1999) Türk Sosyal Güvenlik Sistemi’nde Aray›fllar: Özellefltirme ve Yeniden Yap›lanma, ‹stanbul: ‹TO.

TÜRK-‹fi, Sosyal Güvenlik Reformu Kanunu Olarak Adland›r›lan 4447 Say›l› Kanunun Sosyal Sigorta Kanunu ile ilgili 2000 Y›l› Uygulama Sonuçlar›, www.turkis.org.tr, indirilme tarihi 17.04.2003.

Erdenk, E. (2002); “Sosyal Güvenlikte Özel Model Kavram› ve Uygulamalar›”, Selüloz ‹fl Dergisi, 70.

UNDP (1998), Human Development Report 1998, New York: UNDP/ Oxford University.

Freeman, B. (1998) Emek,Sermaye ve Sosyal Güvenlik: 21.Yüzy›la Haz›rlan›rken”, Avrupa’da Sosyal Koruma De¤iflim ve Sorunlar, Ankara: T.Harb-‹fl.

Y›ld›r›m, E. (2000) “Küreselleflme, Refah Devleti ve Risk Toplumu”, Bozkurt, V. (der.), Küreselleflmenin ‹nsani Yüzü içinde, ‹stanbul: Alfa.

Güler, A. B. (2002) “Devletin Yeniden Yap›land›r›lmas› Üzerine” Oknos, 4(1).

Y›lmaz, G. (2002) “Uluslararas› Sendikal Hareketin Küreselleflmeye Cevab›na Elefltirel Bir Yaklafl›m”, Praksis, 7.

Güzel, A. (1998) “Türkiye’de Sosyal Güvenlik Sistemi ‹çin Yeni Bir Örgütlenme Modeli”, Cumhuriyetin 75.Y›l›nda Endüstri ‹liflkilerinde ve Emek Piyasalar›n›n Düzenlenmesinde Devletin Rolü ve ‹fllevleri, ‹stanbul: Türk Endüstri ‹liflkileri Derne¤i. Hazine (2000) 10 Mart 2000 tarihli Niyet Mektubu,

Zabc›, F. (2002) “Sosyal Riski Azaltma Projesi: Yoksullu¤u Azaltmak m›, Zengini Yoksuldan Korumak m›?”, Tart›flma Metinleri, 51, Ankara Üniversitesi: Siyasal Bilgiler Fakültesi, Geliflme ve Toplum Araflt›rmalar› Merkezi.


Praksis 9

| Sayfa: 337 - 356

Kemal Dervifl Mit(lefltirilmes)ini Tersinden Okumak 1 Yücel Demirer - Özgür Orhangazi

apitalizmin 1970’lerin sonunda içine yuvarland›¤› yap›sal kriz ile bafllayan ve “so¤uk savafl”›n sona ermesi ile dünya ölçe¤ine yay›lan yeniden yap›lanma süreci siyasal, ekonomik ve toplumsal ö¤eleri önüne kat›p sürüklerken, neoliberal politikalar birçok ülkede h›zla hayata geçiriliyor. Bu yönelim bir kriz laboratuvar› haline gelen Türkiye’de de bir dizi ideolojik, politik ve ekonomik uygulama ile karfl›m›za ç›k›yor. De¤inilen uygulamalar›n kritik tamamlayan› olarak ortaya ç›kan ve bunlar›n ideolojik meflruiyetini sa¤lamak amac›yla piyasaya sürülen araçlar› ve toplumsal "ikna" yöntemlerini irdeleyen de¤erlendirmeler yeterince yap›lmad›. Biz bu k›sa makalede söz konusu ideolojik destek araçlar›ndan birinin, Kemal Dervifl mitinin yarat›lma sürecini ve bu mitin ifllevini tart›flmay› amaçl›yoruz. 2001 krizi ile birlikte neoliberal gündemin tehlikeye düflen meflruiyetinin “d›fl bilgiye sahip yerli bir uzman” olarak Dervifl üzerine infla edilen bir mitle kurtar›lmaya çal›fl›ld›¤›n› gösterirken; kamuoyuna kurtar›c› olarak sunulmas›, IMF’nin dikte etti¤i neoliberal politikalara göbekten ba¤l› olmas› ve uzmanl›¤›n›n tarihsel arka plan› üzerinde duraca¤›z. Bunu yaparken de k›saca Türkiye’nin içinden geçti¤i krizi ortaya ç›karan nedenlerle Dervifl’in sözde yeni politikalar› aras›ndaki ayn›l›¤a ve devaml›l›¤a iflaret edecegiz. Türkiye ba¤lam›nda neoliberalizmin devlet-sermaye ve baflta onun kontrol alan› içindeki medya olmak üzere sistemli bir kampanyay› nas›l kotard›¤›n› ve bu kampanyan›n m›zrak ucu olarak ortaya ç›kar›lan Kemal Dervifl mitinin ayr›nt›lar›n› gözler önüne sermeye çal›flaca¤›z. Niyetimiz yüzeysel bir Kemal Dervifl elefltirisi kaleme

K

1 Yaz›m›za yapt›klar› katk›lardan dolay› Dr. Sibel Özbudun’a ve Praksis Yay›n Kurulu üyelerine, kalan eksikliklerin sorumlulu¤unun bizim oldu¤u kayd›n› düflerek, teflekkür ediyoruz.


338

Yücel Demirer - Özgür Orhangazi

almaktan çok, Dervifl üzerinden yarat›lan mitin tarihsel arkaplan›na, uluslararas› kapitalist düzen haritas›ndaki yerine ve do¤urdu¤u sonuçlara bakmak. Neoliberal yeniden yap›lan(d›r)ma politikalar›nda devletin rolünü tart›flanlar›n, iç içe geçmifl bulunan devlet ile büyük sermayenin bu politikalar› gerekti¤inde mitler arac›l›¤›yla nas›l tafl›maya çal›flt›¤›n› çözümlemelerini ve neoliberal mitleri deflifre etmelerini manzaran›n tümünü aç›mlamak aç›s›ndan zorunlu görmekteyiz. Dolay›s›yla bir bütün olarak yarat›lan Kemal Dervifl mitinin parçalar›na ayr›lmas›, Dervifl figürü üzerinden yürütülen çeflitli stratejileri anlamak aç›s›ndan önem tafl›yor. Dervifl’in Türkiye siyaset sahnesinde oynad›¤› rolü ekonomik ve kültürel aç›lardan de¤erlendirmek, bu kadar büyük bir krize yol açan neoliberal politikalar›n nas›l olup da yeniden galip gelerek yollar›na devam ettiklerini hatta daha da h›zland›r›ld›klar›n› anlaman›n ipuçlar›n› da sunuyor.

“Mit”in Farkl› Kullan›mlar› "Mit" kelimesi hangi dilde kullan›l›rsa kullan›ls›n, tarih boyunca farkl› anlamlar ça¤r›flt›ran, karmafl›k tepkilere yol açan bir kavram olarak karfl›m›za ç›k›yor. S›n›fsal aidiyetler, felsefi yaklafl›mlar ve disiplinler kavram›n farkl› tan›mlar›n›n nedeni oluyor. Kimileri için bu kavram kurgusal olan›, ak›ld›fl›n› ve gerçeklik ötesini niteliyor. Kimileri onun ideolojik önem ve ifllevini öne ç›kar›yor. Her türden miti, gözü kapal› bir toptanc›l›kla, ezilenlerin sesi sayma e¤iliminde olanlar yan›nda, onun popüler ça¤r›fl›mlar›n› öne ç›kararak, örne¤in politik alanda karfl› taraf›n tezini olumsuzlamak için kullananlar da mevcut. Kavram›n anlam bollu¤unu ve ço¤u zaman birbiriyle çeliflkili kullan›mlar›n› göz önünde tutarak, kendi kabul etti¤imiz tan›m› sunmadan önce, mit kavram›n›n tarihsel geliflimine ve onun üzerinden yürütülen araflt›rmalar›n evrimine de¤inmek istiyoruz. Bu s›n›rl› tart›flman›n hedefi, çizdi¤imiz bir alan haritas› üzerinde kendi tan›m›m›z›n yerini okura göstermek. Bu bafll›k alt›nda mit kavram›ndan ne anlad›¤›m›z, kavram› hangi anlamlar›yla Kemal Dervifl figürünü tart›flmak için kulland›¤›m›z› gösterecek, belli bafll› mit teorisyenleri üzerinden yapmay› uygun buldu¤umuz grupland›rmalar sunaca¤›z. Farkl› tarihsel ve disiplinler ba¤lamlarda derinlefltirilmesi mümkün teorik tart›flmam›z› makalemizin konusu ile paralel olacak bir biçimde kurgulad›k ve s›n›rland›rd›k. Sundu¤umuz teorik çerçevenin eldeki bütün teorik aç›l›mla-


Kemal Dervifl Mit(lefltirilmes)ini Tersinden Okumak

ra de¤inmek, onlar›n tamam›n› tart›flmak gibi bir iddias› yok. Okurun dikkatine sunaca¤›m›z ilk yaklafl›m mitlerin toplumsal ve psikolojik olgular› aç›klayabilme kapasitelerine iliflkin. James G. Frazer'in ilk bas›m› 1890'da yap›lan ve mit teorisinin temel tafllar›ndan olan The Golden Bough: A Study in Magic and Religion bafll›kl› uzun yap›t›nda mitler insan›n evreni, evrenin oluflumunu ve do¤ay› aç›klamak için ifllev gören hikâyeler olarak tan›mlan›yor. Derledi¤i etnografik veri üzerinden sihirden, dine ve oradan da bilime uzanan bir aç›klama yönteminin izini sürüyor. Yaklafl›m›n›n belkemi¤ini mitlerin de t›pk› sihirdeki gibi bilimin ilkel biçimleri oldu¤u inanc› oluflturuyor. De¤indi¤imiz yap›t›n›n bafll›¤›na da tafl›nan efsaneye göre, Roma civar›ndaki Nemi gölü yak›n›ndaki Ana Tanr›ça Diana tap›na¤›n› bir rahip kral yönetiyor. Bu erke sahip olman›n ise iki kural› var. Bunlardan birincisi görevdeki rahip-kral›n yerine göz diken aday›n, bulunmas›, eriflilmesi zor bir kutsal a¤ac› tap›na¤›n bahçesine dikmesi. ‹kincisi ise yerine geçmek istedi¤i rahip-kral› öldürmek zorunda olmas› (Frazer, 1990). Nemi gelene¤ini ve onunla ilintili efsaneleri incelemeye yaflam›n› adayan Frazer, neredeyse akademik yaflam› boyunca çal›flt›¤› efsanenin ilkel akl›n çal›flma biçimini ve insan›n do¤ay› ve çevresini nas›l düzenledi¤ini anlamak için ipuçlar› içerdi¤ini savunuyor. Frazer'e göre Nemi örne¤indeki krallar›n de¤iflimi örne¤i hem do¤al hem de toplumsal seleksiyonu aç›kl›yor. Kral›n ölümü ve bu ölümün yeni kral› do¤urmas›n› do¤al seleksiyon ile ba¤lant›larken, ayn› örnek üzerinden zay›f toplumun y›k›l›fl› ve yerini zinde olana b›rakmas› sonucuna ulafl›yor. Frazer'in çal›flmas› miti okuma biçimi, pratik ve mit teorisi aras›nda kurdu¤u ba¤lant› aç›s›ndan dikkate de¤er bir ilk ad›m ve burada de¤inilmeyi gerektiriyor. Mitlerin aç›klama kapasiteleri aç›s›ndan akla gelen bir di¤er isim Edward Evans-Pritchard. Güney Sudan'da Azande kabilesi üyeleri üzerine haz›rlad›¤› ve Evans-Pritchard uzmanlar› taraf›ndan bir bilgi sosyolojisi kitab› olarak kabul edilen (Douglas, 1970: xiv) Witchcraft, Oracles and Magic Among the Azande bafll›kl› kitab›nda Azande'lerin sihir eksenli mitsel inançlar›n›, bu insanlar›n gündelik yaflama biçimlerini ve düflünce kal›plar›n› anlamak için kullan›r. Azande'lerin cad›lar, büyücüler, kahinler ve tabularla dolu kimilerince irrasyonel bulunan inanç sistemleri Evans-Pritchard'a göre iç mant›¤› ve süreklili¤i olan, kapal› ama kendini yeniden üretme yetene¤ine sahip bir kültürel sistem olarak ortaya ç›kmakta. T›pk› Frazer gibi Evans-Pritchard da çal›flt›¤› mitlerin gündelik hayat›n iflleyiflini ve

339


340

Yücel Demirer - Özgür Orhangazi

dinamiklerini aç›klayan yönlerini öne ç›karan bir araflt›rma yöntemi kullan›yor. De¤indi¤imiz çal›flmas›n›n bilgi üretim ve dolafl›m sürecinde kabile içi hiyerarfliyi ve sömürgeci yönetimin bu süreçteki etkisini ihmal etmesi gibi zaaflar› yan› s›ra, Victor Turner taraf›ndan Azande mitsel inanç sistemine d›flardan bakt›¤›, kavramlar› birbirinden izole ederek bütünü gözden kaç›rd›¤› ve tek bir örne¤i genellefltirdi¤i fleklinde elefltirilmifltir (Turner, 1967). Tart›flaca¤›m›z bir di¤er mit yorumu da Bronislaw Kasper Malinowski’nin mitin toplumsal ve kültürel de¤erleri yans›tan bir sözleflme olarak kabul edildi¤i ifllevselci yorumu olacak. Trobriand adalar›nda karfl›laflt›¤› mitlerde önemli yeri olan köken ve tarihçe ba¤laml› noktalardan "mitolojik sözleflme" kavram›n› türeten Malinowski'ye göre mitler toplumlar›n varl›klar›n› ve üzerlerinde yükseldikleri de¤er sistemlerini meflrulaflt›rma yetene¤ine sahip (1926; 1954). Mitler toplumun devaml›l›¤›na, kendisini yeniden üretme kapasitesine ve istikrar›na, topluma yol gösterecek ahlaki rehberler, zihinsel yol haritalar› sunarak yard›mc› olma kapasitesine sahip. Malinowski'ye göre kozmolojik bir formüle etme ve aç›klama deposu olan mitler ve toplumsal gerçeklik aras›nda karfl›l›kl› etkileflim mevcut. Malinowski'de mit yaln›zca aç›klamakla kalm›yor, bunun yan›nda toplumun ana temas›n› do¤ruluyor, meflrulaflt›r›yor. Mit yaln›zca ilkel felsefe ve bilim olmakla kalmay›p insanlar›n gündelik yaflam›n›n›n ortas›nda yer alan, onu kolaylaflt›ran bir iflleve sahip. Burada Victor Turner'›n Malinowski'nin mit anlay›fl›na yöneltti¤i "mitler seküler davran›fl biçiminin modelleri gibi kabul edilemez" notuna burada iflaret etmek isteriz (Turner, 1968: 577). Malinowski'nin ifllevselci mit anlay›fl›n› elefltiren yap›salc› ard›llar›, ilginç bir biçimde onun teorik çerçevesini belki bir üst derecede soyutlayarak devam ettirdiler ve mitlerin toplumsal yaflam için kuralsal de¤il kavramsal destekler sundu¤unu savundular. Mitlerin entegrasyon ve toplumsallaflt›rma ifllevini öne ç›karan Durkheim (1964) ve onun devamc›s› Radcliffe-Brown'a (1968) aralar›ndaki pek çok farka ra¤men - miti daima ona yap›fl›k ritüelle birlikte ele ald›klar›n› an›msatarak - ayn› paragrafta de¤inmekte bir sak›nca görmüyoruz. Miti bir "kod" olarak aç›klayan yap›salc›lar›n en önde gelen temsilcisi Claude Levi-Strauss. Yap›salc›l›k kültürel formlar›n kavramaya dair karfl›tl›klar›, toplumdaki kategoriler aras›ndaki karfl›tl›klar› ve insan akl›n› yans›tt›klar›n› öngören bir teori. Bu yaklafl›ma göre de mitin temel ö¤esi hâlâ mitin öyküsü. Ancak burada mit bir bütün olarak de¤il, onu meydana getiren küçük


Kemal Dervifl Mit(lefltirilmes)ini Tersinden Okumak

ayr›nt›lar›n "yap›sal çeliflkileri" üzerinden anlam ifade ediyor. Yaklafl›m›n bir di¤er özelli¤i, verili "bir kültür alan›"nda mitin tek versiyonu ile yetinilmeyip farkl› versiyonlar›n›n karfl›laflt›r›lmas› ve di¤er mitlerin de dikkate al›nmas› (1967a). Yap›salc› metodun mite uygulanmas›n›n özgün bir örne¤i olarak burada Levi-Strauss'un "Aswidal" mitini iflleyifli gösterilebilir (1967b). Franz Boas'›n ve onun yerli asistan› George Hunt'›n ayn› konudaki araflt›rmalar›n›n elefltirisi olarak kaleme al›nan makalede Levi-Strauss, Boas'›n Aswidal mitini Tshimshianlar› temsil eden bir metine indirgemesini elefltirir (Boas ve Hunt, 1916). Aswidal mitinde kahraman›n dünya ve ötedünya aras›ndaki gidifl geliflleri, da¤lardan denizlere bitmeyen seyahatleri, bafl›ndan geçen maceralar, ölümlü ve ölümsüz kad›nlarla yapt›¤› evlilikler ve tanr›lar›n ona gönderdikleri sihirli nesneler anlat›l›r Levi-Strauss'a göre bu ayr›nt›lar Tsimhsian toplumunun yaflam biçimini, ona içkin iç çeliflkileri, deniz/do¤a, bat›/do¤u, kabileiçi evlilik/kabiled›fl› evlilik ve bitki/hayvan karfl›tl›klar› biçiminde somutlaflan ve anlafl›lmay› bekleyen bir koddan baflka bir fley de¤ildir. Levi-Strauss' a göre yukar›da de¤inilen mitin anlam› evlilik ya da öte dünya inanc› ba¤laml› basit bir ahlak ö¤retisi de¤il. Onun anlay›fl›na göre asl›nda miti oluflturan sembollerin önceden bilinen, sabit bir anlam› da yok. Mitleri oluflturan çeflitli elementler yeniden ve yeniden düzenlenerek basit insanal çeliflkilerin çözümlenmesini sa¤l›yorlar. Levi-Strauss’un teorisinin miti bir dil yerine koyup ondan bilgi aktar›m› kapasitesi beklemesi, dilbilime ait pek çok terimi içlerini dolduramadan cömertçe kullan›m›, mitler aras›nda neredeyse matematiksel bir simetri öngörmesi teorisinin zay›f yanlar›na dair düflülmesi gereken bir not. Bilinçalt›na, psikoanalitik teori alan›na geldi¤imizde karfl›m›za bir projeksiyon mekanizmas› olarak ç›k›yor mitler. Yap›salc›lar›n toplumsal çeliflkileri mit üzerinden tart›flt›klar› entelektüel egzersizlerin yerini burada duygular›n ve düflüncelerin mitler üzerinden anlafl›lmas› niyeti al›yor. Freud (1965; 1975) mitleri bu alanda kullanan ilk isim. Oedipus, Laius, Jocasta ve benzeri mit figürleri üzerinden Freud'un araflt›rd›¤› fley insanal çeliflkileri yans›tan bir kod de¤il, "gerçek" insanlar›n endifle ve huzursuzluklar›. Freud'a göre insan ruhu sürekli hoflnutluk peflinde hareket eden ve Freud taraf›ndan Libido olarak isimlendirilen enerji taraf›ndan yönlendirilen bir mekanizma. Ne zaman ki insan›n gereksinimi yaflad›¤› toplum içinde meflru görülüyor ve bunlar› serbestçe gideriyor, o zaman psikolojik olarak sa¤l›kl› bir yaflam sü-

341


342

Yücel Demirer - Özgür Orhangazi

rebiliyor. Bunun gerçekleflmedi¤i durumda “id”, bilinçalt› güç, kendisini “süperego”nun s›n›rlamas› ile farkl› sembolik formlarda ifade etmeye bafll›yor. Bu sembolik d›flavurumun insandaki ifade arac› rüyalar. Freud'un "bilinçalt›na giden en önemli yol" dedi¤i rüyalar ve rüyalardaki sembolizm, Freud’un mit kavram› ile aç›klad›¤› kolektif rüyalar›n da kayna¤›. Ona göre rüya, yüzleflilemeyen bir problemin sembollerin diline tercüme edilmesi. Freud'un mitlere bak›fl›n›n etkiledi¤i pek çok araflt›rmac› aras›nda, daha sonra farkl› bir noktaya savrulsa da Carl Gustav Jung burada de¤inilmeyi gerektiren bir isim. Jung'da mitler "kollektif bilinç"in temel ö¤eleri olarak karfl›m›za ç›k›yor (1976). T›pk› Freud'da oldu¤u gibi Jung’da da mitlerin anlamlar› kiflili¤in derinliklerinde olsa da, Jung’un anlay›fl› Freud’unkinden farkl›. Jung’da bilinç, bilinçalt›n›n yan›nda küçük bir yer iflgal ediyor. Bilinçalt› ise bireysel ve kolektif olarak ikiye bölünmüfl durumda ve kolektif bilinçalt› unuttuklar›n› mitlerle an›ms›yor. Mit kavram›n›n yukarda de¤inilen ve de¤inilmeyen farkl› kullan›fllar›na paralel bir de olumsuz kullan›m› gelene¤i var. Bernard F. Batto bu türden bir olumsuz kullan›m›, kavram›n Bat› dillerine girifliyle iliflkilendirir. Batto'ya göre Antik Yunanca'daki mythos teriminin kökeni “masal”a ya da “yüksek sesle söylenen”e dayan›yor. Tan›m›n içine nutuktan sohbete, atasözünden f›kraya pek çok söyleme biçimi giriyor. Süreç içerisinde kavram›n tan›m› giderek daral›yor. Milattan önce 5. yüzy›lda ürün veren flair Pindar’›n sat›rlar›nda kurgusal edebiyat› niteliyor. Sofist’ler mythos ve logos kavramlar›n› ay›rarak ifade etmeye bafll›yorlar. Logos gerçekli¤e iliflkin olan› ve mythos da kurguya, gerçeküstüne dair olan› ifade etmek için kullan›lmaya bafllan›yor. Benzeri bir çizgiyi izleyerek Plato da mythos kavram›n› insan ve tanr›sal iletiflimin iç içe geçti¤i antik Yunan efsanelerini tan›mlamak için kullan›yor (Batto, 1992: 4-5). Antik ça¤lardan günümüze kadar ulaflan bu negatif anlam yükünün bizim çal›smam›z› da etkileyen bir kavram erozyonunu da beraberinde getirmifl bulunmakta. Belli disiplinler d›fl›nda, pek az araflt›rmac›n›n bir tan›m aral›¤› olarak güvendi¤i bir kavram ile güncel bir durumu anlama çabam›z bizi önceden hesaplamad›¤›m›z teorik meflruiyet temelleri aramaya zorlad›. Olgunun capcanl› kalmas› ama onu çerçeveleyen kavram›n güvenilirli¤ini yitirmesi gibi bir garip durum, bizi yukarda okudu¤unuz yar›-ansiklopedik tarihçeyi bu sayfalara tafl›maya itti. Mit kavram›n›n erozyonunun sözlü kültür yaz›l› kültür ikilemi ba¤lam›nda nere-


Kemal Dervifl Mit(lefltirilmes)ini Tersinden Okumak

ye denk düfltü¤ü, kurumlarda oldu¤u kadar kavramlar düzeyinde de sürmekte olan s›n›f savafl›m›n›n ne derece mit kavram›ndaki içerik de¤iflmesi ile ilintilendirilebilece¤i, konu üzerindeki literatürün s›n›rl›l›¤›n›n nedenlerini yaln›zca sormakla yetinip bu çal›flmam›zda mit kavram›ndan ne anlad›¤›m›za geçelim.

“Mit”ten Ne Anl›yoruz? Mitden ne anlad›¤›m›z sorusu bizi do¤rudan do¤ruya mit, ideoloji ve politik mit ba¤lamlar›na getiriyor. Mit kavram›n›n antik ça¤lardan bafllayarak bugüne dek süren tan›m çeflitlili¤ini göz önünde tutarak bu noktada tart›flmam›z›n ayr›nt›lar›na girmeden önce, bu kavram› hangi tan›m aral›¤› içinde kulland›¤›m›z› k›saca aç›klamak ve politik mit ba¤lam›ndaki tart›flmam›z› sürdürmek istiyoruz. Bir önceki bölümdeki geleneksel mit tan›mlar› ve onlar›n arka plan›ndaki tarihsel ve sosyolojik noktalar göz önüne al›nd›¤›nda mit ve ideoloji kavramlar›n›n yan yana getirilmesi bir çeliflki gibi görülebilir. Mitleri ilkel toplumlar›n, ideolojileri de modern toplumlar›n ürünleri sayan dura¤an akl›n bu sorusu hem kavramlar› sürekli olarak dönüfltüren diyalekti¤i ve hem de politik alan›n kültür alan›na do¤ru gelifltirdi¤i taflmay› gözden kaç›rm›fl olur. Kenneth Burke’ün çok öncelerden gelen flu notu mit-ideoloji ba¤lam›nda aç›mlay›c›l›¤›n› korumaktad›r: “... miti politik olan›n politik olmayan alandaki zemini olarak, ama birbirinin tezat› olarak de¤il, politika öncesi kayna¤› gibi kabul edebiliriz” (1948: 201). Bu karmafl›k, ideolojik ve politik olarak yüklü mit sözlü¤ünde bizim kullan›m›m›z›n karfl›l›¤› pejoratif popüler kullan›ma denk düflen bir “ilüzyon” veya “yanl›fl” de¤il. Aksine bizim anlad›¤›m›z mit, toplumsal yaflam›n önemli bir parças› ve insanlar› yaflad›klar› dünyay› anlamland›rmaya, eyleme ve hatta uç örneklerde kendini fedaya ikna edebilen bir anlamland›rma mekanizmas› (Berger, 1986: 195). Kolektif tarihler olarak mitler, insani de¤erleri do¤uruyor ve kuflaklardan kuflaklara iletiyor. Mircea Eliade’nin deyifliyle bu “kutsal tarihler,” toplumsal yaflama yön verdikleri gibi, verili toplumsal de¤erlerin süzgecinden her defas›nda geçirilip yeniden flekilleniyor (1963: 6). Georges Sorel ise toplumsal ve politik olgular› potansiyel mitler olarak alg›l›yor (1972). Bizim tan›m›m›z, tüm bu de¤inilen zenginlik içerisinde mitlerin kitleleri harekete geçirme ve onlar›n aras›nda dayan›flma ba¤lar› kurma kapasitelerinin alt›n› çiziyor. Kemal Dervifl olgusunu aç›mlamada baflvuraca¤›m›z politik mit kavram›n› bir önceki paragraftaki mit kavram› ile ideoloji

343


344

Yücel Demirer - Özgür Orhangazi

2 Hegemonya kavram›na baflvuruldu¤unu gören okurun hakl› olarak tart›fl›lmas›n› bekleyece¤i Dervifl miti ba¤laml› iletici-al›c› iliflkisi, eldeki veri eksikli¤i nedeniyle bu makalede yer alm›yor.

aras›nda bir noktada düflünmek mümkün. Politik mitler, en yal›n söyleyiflle, politik bir amaca ulaflmak için üretiliyor. Geçmiflten devral›nan bir öyküsü olabilece¤i gibi, yeni ile eskinin biraraya getirilip uyarlad›¤› temas› olanlar›na da s›k s›k rastlan›yor. Bu uyarlama s›ras›nda dinsel bir mit, yeni politik ifllev ve ekleriyle seküler alana kayabiliyor. Dinamik bir müzakerenin parças› olarak yükselenlerine, gündemden düflenlerine, uzun bir aradan sonra yeniden istihdam edilenlerine rastlanabiliyor. T›pk› “politik olmayan” örnekleri gibi iktidar›n paylafl›m›nda ifllev sahibiler, ancak politik mitlerin di¤erlerinden fark› içinde daima herfleyin olmas› gerekti¤i gibi sunuldu¤u bir “cici tarih” içeriyor olmalar›. Politik mitler özgül bir gruba hitap edebildikleri gibi, di¤er edebi formlarla birarada da dolafl›ma sokulabiliyor. Politik mitin bir di¤er özelli¤i zamana ve mekâna ba¤l› olarak de¤iflik söylenebilmesi. ‹çeri¤in esnekli¤i politik mitin etkisini zaman ve durum de¤ifliklikleri içinde koruyabilmesini ve otoritesini korumas›n› sa¤l›yor. Bu sayg›nl›k politik miti Bruce Lincoln’ün sözleriyle hem “gerçekli¤in modeli ve hem de gerçeklik için model” yap›yor (1989: 24). Bir önceki paragrafta tarif edilen politik mit anlay›fl›n›, geçmiflin ve bugünün yar›na belli bir ideolojik kurgu içinde müdahale etmesi olarak alg›lamak gerekir. Burada politik mit, kendisi için varoldu¤u ideolojik bak›fl aç›s› ile uyum halinde bariz ya da örtülü bir daveti, o ideolojinin söylem kal›plar› içerisinde tafl›r, meflrulaflt›r›r ve iletir. Ak›ldan ç›kar›lmamas› gerekir ki, mit üretimi süreci son tahlilde bir iletiflim sürecidir. ‹letiflimin bir ucunda al›c›, di¤er uçta gönderici ile bu sürecin meflruiyetine iliflkin bir oydaflma gerektirir ki, bu nokta da Gramsci’nin Marksist teoriye büyük katk›s›na “hegemonya” kavram›na götürür (Gramsci, 1971).2 ‹zleyen bölümlerdeki Kemal Dervifl olgusu yukar›da çizilen politik mit kavram› çerçevesi içerisinde incelenecek. Gramsci’nin Modern Prens’indeki sözleriyle Kemal Dervifl projesi “so¤uk bir ütopya” ya da “rasyonel bir doktrin” olarak de¤il, “somut bir fantezinin üretimi” olarak incelenecek (1983: 135).

Bir Vatan Evlad›n›n Dönüflü 1980’den itibaren uygulanmaya bafllanan liberalleflme politikalar›yla birlikte, özellikle de 1989’da tüm sermaye hareketlerinin serbest b›rak›lmas›yla ekonomik ve finansal krizler Türkiye’nin s›radan gerçeklikleri haline geliverdi (Savran, 2002; Önifl, 2001). Nihayet 2001 y›l› da Türkiye’de muazzam derinlikte bir ekonomik, politik ve toplumsal krizin y›l› olarak tarihteki yerini ald›. Krizin derinli¤i ve süreklili¤i bir toplumsal krizi de tetiklerken


Kemal Dervifl Mit(lefltirilmes)ini Tersinden Okumak

halk› belki de hiç yaflamad›¤› bir umutsuzlu¤un içine sürüklüyordu. Krizin boyutlar›n›n tüm toplumsal alana yay›lmas› siyaset arenas›nda sorunlar yarat›rken Ecevit’in koalisyon hükümetini de zora sokmaktayd›. Bu koflullar alt›nda Dervifl, IMF’nin dikte etti¤i politikalar› uygulamak üzere Türkiye siyaset sahnesine girdi. Türkiye’deki hâkim sermaye çevrelerinin gözüyle dünya ekonomisi büyük de¤iflimler içinden geçerken Türkiye’nin bu ortamda önemli bir rol oynayabilmesi iktisadi yap›s›n› dönüfltürmesine (siz bunu “sermayeye daha da fazla alan açmak ve kapitalizmden kopmaks›z›n ayakta durabilmek” olarak okuyun) ve kendisini yabanc› sermayeye çekici k›lmas›na ba¤l› idi. ‹çinde bulunulan kriz ortam› hem bu yönelim için muazzam f›rsatlar sunuyor hem de derinleflen toplumsal ve siyasi kriz bu yönelimi zora sokuyor ve belki de yak›n bir gelecekte gerçekleflmesini imkâns›z hale getiriyordu. Gerek büyük yerel sermaye gerekse uluslararas› sermaye için bu, bir seçimden öte zorunluluk olarak tezahür ediyordu. Her ne kadar siyaset arenas›ndaki partiler aras›nda bu konuda afla¤› yukar› bir uzlaflma bulunsa da, hem reform yorgunu halk›n hem de belirsizlikten hofllanmayan uluslararas› mali sermayenin ikna olabilece¤i yeni bir “radikal reform dalgas›”na ihtiyaç duyuluyordu. Liberalleflme sürecinin bafllang›c›ndan bu yana uygulanan say›s›z reform program› ve takip eden “kemer s›kmalar” “yeni” bir ikna kampanyas›n› gerektiriyordu. Bu nedenle bir meflruluk ve güven zemininin oluflturulmas› kendisini bir zaruret olarak ortaya koymufltu. Bu meflruluk ve güven zemini, Kemal Dervifl üzerinden kurulacak olan etkin bir “üstün amaç”›n da temelini haz›rl›yordu. Di¤er taraftan, Kemal Dervifl’in sahneye sokulmas› da kendi bafl›na yeterli olamazd›. Bununla efl güdümlü olarak onun güvenilirli¤ini ve bir özne olarak kapasitesini artt›racak tamamlay›c› ad›mlar›n da at›lmas› gerekiyordu. Dolay›s›yla da bir mit yaratma sürecinin ilk ad›mlar› at›ld›. 1949 y›l›nda Alman bir anne ile Türk bir babadan dünyaya gelen Dervifl, lise e¤itimini Fransa’da tamamlad›ktan sonra prestijli London School of Economics’den ald›¤› derece ile Princeton’›n yolunu tutmufl ve orada iktisat doktoras›n› tamamlam›flt›.3 Zaman›n Cumhuriyet Halk Partisi lideri Ecevit’in ekonomi dan›flman› olan Prof. Besim ‹stünel’in davetiyle Türkiye’ye dönen Dervifl ODTÜ’de ders vermesinin yan› s›ra 1973-76 y›llar› aras›nda Ecevit’e ekonomi ve uluslararas› iliflkiler dan›flmanl›¤› yapm›fl ve baz› resmi uluslararas› ziyaretlerde ona yard›mc›l›k etmiflti. Bunlara ek olarak Özgür ‹nsan4 dergisinde de yaz›lar› ç›kmaktayd›. Ancak “hem baz› kiflisel ve ailevi nedenlerle, hem de Türki-

345

3 Dervifl’in biyografisine dair detaylar Kaplan (2001), Murado¤lu (2001) ve CNN’in web sayfas›ndan (http://cgi.cnn.com /interactive/profiles/dervis.kemal/frameset.exclude.html) al›nm›flt›r. Konu üzerinde yapt›¤› titiz ve nitelikli çal›flmas›ndan önemli ölçüde yararland›¤›m›z Kaplan’a teflekkuru borç biliriz. 4 Özgür Insan 197278’da Ecevit’in sosyal demokrat liderli¤inin ideolojik çerçevesini çizen etkili bir yay›nd› ve merkez solda bir dizi siyasetçi ve entelektüele okul oldu.


346

Yücel Demirer - Özgür Orhangazi

5 Terimi Aktüel’den (22-28 Mart 2001) Metin Münir kullanm›flt›. Aktaran Kaplan (2001:34). 6 Turgut Özal’in 1980’lerde ilk liberalleflme dalgas›n› yürütmek üzere yönetim kademelerine yerlefltirdi¤i ABD’de e¤itilmifl genç iktisatç›lar ve mühendisler grubu.

ye’nin 1977-79’daki giderek kötüye giden durumu yüzünden” (Uygur 1991: 21’den aktaran Kaplan 2001: 34) ABD’ye dönmüfl ve Princeton’da ders verdikten sonra Türkiye’ye tekrar gelene kadar çal›flaca¤› Dünya Bankas›’na geçmiflti. 24 y›ll›k “Washington sürgünlü¤ü”5 esnas›nda Türkiye ile ba¤lar›n› kopartmam›flt›. Yak›n arkadafl› Cengiz Çandar, kendi iddias›na gö Washington’da bulundu¤u 1999-2000 döneminde Türkiye ve Türkiye ekonomisi Dervifl’le yapt›¤› her sohbetin bafl konular›ndand›. (Murado¤lu 2001: 170). Ancak Türkiye’ye ve Türkiye siyasetine ilgisine ra¤men ne Özal zaman›n›n prensleri6 aras›nda yer almay›, ne de Çiller döneminde Merkez Bankas› Baflkan› olmay› kabul etmedi (Kaplan 2001: 40-74). 2001’de Türkiye’ye gelene kadarki dönemde siyasete dair tek giriflimi 1990’lar›n baflar›s›z Yeni Demokrasi Hareketi’ni desteklemesi oldu (Murado¤lu 2001: 169).

Dervifl’in Dönüflü ve Çeflitli Mit Üretimi Alanlar› Kemal Dervifl, Ertu¤rul Özkök'ün "tam ekonomik mesih ç›kar›lacak dönem," diye tan›mlad›¤› bir dönemin ürünü (Hürriyet, 23 fiubat 2001). Dervifl Türkiye’ye döner dönmez çok k›sa bir sürede toplumsal ve siyasal arenan›n odak noktas› haline geldi. 2001 Mart’›ndan 2002 Kas›m seçimlerine dek tüm siyasi sahne Dervifl taraf›ndan iflgal edildi. Dervifl ile ilgili say›s›z makale, TV program› ve kitap üretildi. Gerek ulusal gerekse uluslararas› medya ve akademisyenler mali ve iktisadi konularda usta, gerekli ba¤lant›lara sahip olan biri olarak lanse ederken, Dervifl Türkiye’nin gelece¤inin son umudu olarak sunuldu. Dibe vuran bir ekonomi ve genifl umutsuzluk ortam›nda Dervifl’in bir halk kahraman› haline getirilmesi uzun sürmedi. Tüm ülkede yemek masas› sohbetlerinin bafl köflesine yerleflti. Fakat bu yerli ama ayn› zamanda da Bat›l› kurtar›c›n›n promosyonunu kamusal alanda rastgele hâs›l olan birtak›m düflünce ve yaz› çizinin tesadüfi bir eseri olarak görülemez. Tam tersine bu süreç tekelci Türk medyas›n›n ve büyük sermayenin bir ekip çal›flmas› sonucu gerçekleflti. Dervifl daha Türkiye’ye ayak basmadan bir mesih olarak nitelenmeye bafllan›rken (Çongar, 2001’den aktaran: Kaplan, 2001: 46) göreve bafllamas›n›n üzerinden birkaç hafta geçmeden gazeteler Dervifl’in dudaklar›n› okumak, yüz hatlar›ndan, kafllar›ndan anlamlar ç›karmak için “yüz okuma uzmanlar›” tuttular (Kaplan 2001: 48). Örne¤in bu “uzmanlardan” Mehmet Auf, mit yaratma sürecinin küçük de olsa bir parças›n› üstleniyordu: Kemal Dervifl’in en dikkat çeken yönü kafllar›. Bu tip kas yap›s›na sahip kiflinin zihinsel odaklanma noktas› insan a¤›rl›kl›d›r… ‹yi bir


Kemal Dervifl Mit(lefltirilmes)ini Tersinden Okumak

öngörü ve yarat›c› düflünceye sahiptir. Düflünce üretmekle birlikte planlama konusunda da baflar›l› bir kiflili¤e sahiptir (Urus, 2001’den aktaran Kaplan, 2001: 48-49).

Dervifl’in burcunun o¤lak oldu¤u “keflfedildi” Ayr›ca y›ld›z fal›yla yetinilmeyip Çin astrolojisine göre Dervifl’in burcunun kriz zamanlar›n›n da burcu olarak da tan›mlanan “Toprak Faresi” oldu¤u anlafl›ld›. (Sabah, 22 Mart 2001’den aktaran Kaplan, 2001: 49-50) ‹fller fala bakmakla da s›n›rl› kalmad›. Örne¤in Gülay Göktürk flöyle yazacakt›; Bugün düflman IMF, Dünya Bankas› ya da yabanc› sermaye de¤ildir… Kemal Dervifl Türkiye’yi Türkiye’ye ra¤men kurtaramaz... Türkiye’nin güçlü ço¤unlu¤u her ne program gerekiyorsa onu uygulamakta isteklili¤ini ilan etmedikçe … gelece¤imiz gerçekten de karanl›kt›r (Sabah, 1 Haziran 2001).

Bunlar, Kemal Dervifl promosyonu için s›raya dizilmifl kampanyalar›n yaln›zca bafllang›c›yd›. Dervifl’in imaj› devlet kurumlar›, ifl dünyas›, medya ve eski yak›n arkadafllar› taraf›ndan cilaland›. Dervifl’in Türkiye’ye gelmesi operasyonu ayn› zamanda bir dizi eski arkadafl› da asl›nda siyaset sahnesine sokuyordu. Asaf Savafl Akat, Nilüfer Göle, Cengiz Çandar, Rüfltü Saraço¤lu gibi bir dizi eski arkadafl sistematik bir biçimde gerek röportajlarla, gerekse TV programlar›nda ve gazete köflelerinde Dervifl’i öne ç›kard›lar. Geleneksel arkadafl dayan›flmas› çerçevesini belirli bir siyasi gündemle yarat›c› bir biçimde birlefltiren bu çabalar gerçekli¤i ideolojik bir Dervifl perdesi ile ırtmeye çal›flt›. Kamusal ve özelin kesiflti¤i bu ince çizgide, bu eski “arkadafllar” Dervifl mitinin flekillenmesinde önemli bir rol oynad›lar. Kemal Dervifl’in Türkiye’nin gelece¤i için bir umut oldu¤unu iflleyerek onu Türkiye’deki popüler kültüre bir figür olarak sokup, beslediler. Bu özne “ekonomik kurtulufl”, “ulusal onur”, “d›fl dünya ile daha iyi bir ba¤lant›”, “daha iyi bir gelecek özlemi”, “yolsuzlu¤a direnifl” ve hatta “Türk kimli¤inin yeniden tahayyül edilmesi”ni içeriyordu. Kemal Dervifl’in aile tarihi, ald›¤› e¤itim, mesleki yaflam› ve hobilerinin her biri birer mit yaratma alan› haline geldiler. Dervifl’in ortaya ç›kmas›n›n önemi bir teknokrat›n geri dönmesinin ötesindeydi. Türkiye’nin umutlar› Dervifl flahs›nda vücut buluyordu. Bu sürecin bir ürünü olarak sadece uzmanl›¤a, siyasi güce ve zekâya sahip bir yerli evlat olarak de¤il, ayn› zamanda ülkenin ve de¤erlerinin gelecekteki potansiyel baflar›s›n›n da temsilcisi haline geldi. Yönetici seçkinler taraf›ndan üretilen ve bir bütün olarak desteklenen anlat›lar Kemal Dervifl’i teknik-iktisa-

347


348

Yücel Demirer - Özgür Orhangazi

di bir figürden siyasi kurtar›c›ya çevirdi. Dervifl mitlefltirilirken yaflam›n›n çeflitli detaylar› da kamuoyuna sunuldu: Osmanl› Paflas› olan alt›nc› kuflaktan dedesi, Dünya Bankas›’nda geçirdi¤i y›llar, 24 y›l yurtd›fl›nda kalmas›na ra¤men Türkçesinin bozulmam›fl olmas›, uluslararas› liderlerden ya da yabanc› devlet baflkanlar›ndan gelen telefonlar,bunlar›n hepsi, Dervifl’i kamusal akl›n ön s›ralar›na yerlefltirmede baflar›yla kullan›ld›. Dervifl miti, iyi düflünülmüfl ve örgütlenmifl bir halkla iliflkiler operasyonuyla siyasi ayg›t›n ihtiyaçlar›n›n yap›land›rmas›n›n bir bileflkesi idi. Bu mit yaratma operasyonunun ayr›nt›lar› bir kitab› dolduracak kadar çok olmas›na ra¤men bu yaz›n›n çerçevesi içerisinde üç ana hat öne ç›kar›labilir. Malum oldu¤u üzere Dervifl’in Türkiye’ye gelifli derin bir ekonomik ve siyasi krizin bir kurtar›c› aray›fl›n› devreye soktu¤u bir ortamda gerçekleflti. Dolay›s›yla ilk ad›m daha önceki “kurtarma operasyonlar›”ndaki uzmanl›¤›n› vurgulamak oldu. Dervifl’in kurtar›c›l›¤› onun daha önceki deneyimleri üzerinden infla edilmeye baflland›. Arkadafl-medya-yönetim üçlüsü onun 1990’lardaki krizden sonra Arnavutluk’u nas›l kurtard›¤›na dair bilgi aktarmaya soyundular (Cengiz Çandar, Habertürk, 17 Mart, 2001. Aktaran Kaplan 2001, s. 43). Sunulan imaj iç payandalarla desteklendi: "Piyasadan Dervifl'e güvenoyu" (Radikal, 21 Mart 2001), "Patronlar›n deste¤i Ecevit'i sevindirdi" (Fikret Bila, Milliyet, 21 Mart 2001). Siyasi sistemin geleneksel kurtar›c›s› ordu, dönemin Genelkurmay ‹kinci Baflkan› Yaflar Büyükan›t arac›l›¤›yla "TSK olarak say›n Dervifl'in çabalar›na destek veriyoruz" diyerek Dervifl kurtarma operasyonuna deste¤ini ilan etti (Hürriyet, 16 Mart 2001). Benzeri bir baflka haber için bkz. Radikal, 17 Mart 2001). Büyük iddialardan küçük detaylara kamuoyu Dervifl’in yapt›¤› iflin kalitesi ve stili ile beslenmeye devam edildi. Örne¤in ABD’den dönüflü sonras›nda yüksek bürokratlar› ertesi sabah 6:30’da toplant›ya ça¤›rmas›, bas›nda “‹fle Amerika’l› gibi bafllad›” (Hürriyet, 12 Mart, 2001. Aktaran Kaplan, 2001: 189) manfletiyle yer bulacakt›. Dervifl figürünün ikinci canal›c› veçhesi, onun genifl ve kimilerine gıre çok de¤erli ba¤lant›lar› oldu. Uluslararas› mali sermaye ve onun yerli temsilcileri de bofl durmuyor, neoliberalizmin krize düfltü¤ü bu ülkedeki “kurtar›c›”ya desteklerini esirgemiyorlard›. Dervifl mitinin yarat›lmas›nda uluslararas› mali sermayeden s›k s›k canal›c› katk›lar sa¤land›. Öncelikle uluslararas› bas›n sürekli bir destek sa¤lad›. Örne¤in kapitalist dunyan›n sözcülerinden The Economist dergisinde “The man Turks trust: Kemal


Kemal Dervifl Mit(lefltirilmes)ini Tersinden Okumak

Dervifl/ Türklerin güvendi¤i adam: Kemal Dervifl” (15 A¤ustos 2002) veya “A man for all Turks?/ Bütün Türklerin adami m›?” (29 A¤ustos 2002) gibi bafll›klara s›kl›kla rastland›. Dünya Bankas› Baflkan› James Wolfensohn "Türkiye'ye Kemal Dervifl'i biz gönderdik" aç›klamas›n› yaparken (James Wolfensohn, Hürriyet, 27 Nisan 2001), George Bush I, Rahmi Koç'un Hasköy'deki müzesinde verdi¤i yemekte Kemal Dervifl'e sahip ç›kt› ve "Dervifl gibi bir adam›n›z oldu¤u için flansl›s›n›z" dedi (Sami Kohen, "Baba Bush Ne Diyor?" Milliyet, 6 Nisan 2001). Müdahaleler medya arac›l›¤›yla dolayl› yoldan yap›lanlarla s›n›rl› kalmad›. Örne¤in, ABD’nin Türkiye büyükelçisi Robert Pearson Dervifl’in geriye dönüfl sürecinde o kadar yo¤undu ki, teamülleri aflan ve diplomasi s›n›rlar›n› zorlayan ziyaretleri Milliyet gazetesinin bile tepkisine ve flu manfleti atmas›na neden oldu: “Sömürge valisi gibi” (16 Mart, 2001. Aktaran Kaplan, 2001: 87).7 “… Dervifl-Robinson kuramlar›yla iktisat literatürüne geçmis, çok iyi derecede Almanca, ‹ngilizce ve Frans›zca bilen, dünyan›n dört yan›ndaki mali yöneticileri yak›ndan tan›yan, dostluk kurdu¤u kifliler aras›nda krallar, devlet baflkanlar›, baflbakanlar olan birisi” (Yasemin Çongar, Milliyet, 3 Mart, 2001. Aktaran Kaplan, 2001: 47) yorumunu do¤rular bir biçimde Dünya Bankas› baflkan yard›mc›lar›ndan Johannes Linn Nisan ay›nda Türkiye’yi ziyaret edecekti. Peflinden yay›nlanan Dünya Bankas› aç›klamas›nda ise Kemal Dervifl’in ekonomiden sorumlu bakan olmas›n›n Türkiye’de h›zla bir ekonomik toparlanmay› getirece¤i vurgulanacak ve program›n desteklenmesi gerekti¤inden bahsedilecek ve tabii Dünya Bankas›’n›n da Dervifl program›n›n arkas›nda oldu¤u belirtilecekti (World Bank News Releases. Ankara, 6 Nisan, 2001). ‹ki hafta sonra Uluslararas› Ticaret Odas› Baflkan› Richard D. McCormick Türkiye’yi ziyaret ederek ekonominin h›zl› düzelece¤ine olan inanc›n› ifade edecekti (International Chamber of Commerce News Archives, 18 Nisan, 2001). Dervifl mitinin üçüncü canal›c› boyutu ise onun kökeni ile ilgiliydi. Bu ba¤lamda halk onun esasen yerli oldu¤una ikna edilecekti. Dervifl’in Türklü¤ünü kan›tlamak ve vurgulamak için muazzam bir çaba sarf edildi. Die Zeit dergisinin Dervifl’le yapt›¤› mülâkatta flu diyalog geliflmiflti: SORU: Siz Alman annesi ve Amerikal› kar›s› olan bir Türksünüz. YANIT: Ve Türkiye’de bu, kimseyi rahats›z etmiyor! SORU: Seyrek de olsa, flöyle sesler duyuluyor: O baflbakan olacak kadar Türk degil.

349

7 Bu konuda ayr›ca bkz. Hürriyet, 16 Mart 2001 ve Belge (2001).


350

Yücel Demirer - Özgür Orhangazi

YANIT: Böyle sesler olabilir. Ama ço¤unluk onlar› dinlemiyor bile. Annem Almanya’dan, ama ailem, babam Osmanl› ordusunda hizmet etmifl bir kökene sahip. Türk halk›, benim her zaman Türkiye’nin en yüksek menfaatlerini kafamda tafl›d›¤›m› - ve bundan taviz vermedi¤imi görüyor (Jochen Buchsteiner, Die Zeit, 18-26 Nisan, 2001. Aktaran Kaplan 2001: 55).

Dervifl’in dönüflünden k›sa bir süre önce yaflanan Merve Kavakç› vakas›n›n an›lar› belleklerde tazeydi. Dervifl Türkiye’ye döndü¤ünde de onunla Kavakç› aras›ndaki benzerlikler sorguland› ve medyada s›cak tart›flmalar yer ald› (Necati Do¤ru, Sabah, 6 Mart, 2001. Aktaran Kaplan 2001: 85). Tart›flmalar› “çözen” bu kez Hürriyet gazetesi oldu ve kamuoyuna Dervifl’in Türk oldu¤unun garantisi verildi: “Baflbakan Bülent Ecevit, odas›nda sa¤ kolu Baflbakan Yard›mc›s› Hüsamettin Özkan ile birlikte sohbet ediyor. Bu s›rada, daveti üzerine ABD’den gelen Kemal Dervifl’in Baflbakanl›¤a ulaflt›¤› haberi iletiliyor. K›sa bir hoflgeldin konuflmas›ndan sonra Ecevit flu kritik soruyu kendisine yöneltiyor: “ABD vatandafll›¤›na geçtiniz mi? Veya baflvurunuz oldu mu?” Kemal Dervifl, bu soruya hiç al›nganl›k göstermiyor. Ecevit gibi o da do¤rudan yan›t veriyor: “Bülent Bey, ABD vatandafll›¤›mla ilgili söylentiler uydurma. B›rak›n geçmeyi, ABD vatandafll›¤›na müracaat etmeyi bile akl›mdan geçirmedim” (Muharrem Sar›kaya, Hürriyet, 4 Mart, 2001. Aktaran Kaplan, 2001: 85-86). Türkiye insan›n›n bilinçalt›nda önemli bir yeri olan "Osmanl› geçmiflimiz" ba¤lam›nda da gazeteci Cengiz Çandar, Safa Kaplan’›n Dervifl’in Arnavutluk üzerine ilgi ve çal›flmalar› üzerine bir soruyu yan›tlarken Dervifl’in evindeki Osmanl› elyazmalar›ndan bahsederek kamuoyunu ayd›nlat›yordu. (Kaplan, 2001: 71-72). Dervifl’in bir teknokrattan mite dönüfltürülmesi sadece basit bir romantizm de¤ildi tabii ki. Bilindi¤i üzere mitler çoksesliliklerinden ötürü zengin bir yorum içeri¤ine de sahiptir. Bununla tutarl› olarak Dervifl miti de yeniden ve yeniden önem kazand›. Bir süreli¤ine de olsa, ki ekonomik krizin toplumsal bir patlamaya dönüflmesi potansiyelinin birçoklar›n› korkuttu¤u bir süreçte bu sürecin önemi tart›fl›lamaz, s›n›flar-üstü bir birlik hissini besledi. Dervifl mitinin kültürel olarak yarat›lmas› süreci aktif ve yarat›c› bir süreç olarak sistem içinde bir “diyalog” kap›s›n› aç›k tuttu -ki bu öylesi bir sürecin eksikli¤inde neler olabilece¤i hakk›nda spekülasyonlarda bulunmak mümkündür. Ayn› zamanda da uluslararas› mali sermayenin istedi¤i düzenlemeler aksamaya u¤ramadan gerçeklefltirilerek neoliberal gündemin yara almas›-


Kemal Dervifl Mit(lefltirilmes)ini Tersinden Okumak

n›n önüne geçildi. ‹yimser bir Dervifl battaniyesi ile gerçekliklerin örtülmesi süreci, y›llard›r uygulanan neoliberal yeniden yap›lan(d›r)ma politikalar› için “taze bir soluk” oldu. Bu mit yaratma operasyonu tabii ki y›llard›r Türkiye’de neoliberal politikalar›n genifl çapl› bir biçimde sorgulanmamas›ndan da güç alarak böylesi bir sorgulamay› bir süre daha ertelemeyi baflard›. Sonuç olarak Dervifl operasyonu baflar›s›z olmas›na ra¤men, Dervifl’in politik arenadaki varl›¤› ekseninde oluflan konsensüs dikkatle incelenmeyi ve anlafl›lmay› gerektirmektedir. Türkiye siyaset sahnesinin parçal› niteli¤i dikkate al›nd›¤›nda Dervifl figürünün bir dönem için de olsa farkl› ideolojik kimlikleri bir araya getirebilme kapasitesi, özellikle politik alanda anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir duruflla politika yapanlar›n çözümlemesi gereken bir durum olma niteli¤ine sahiptir. Yaln›zca neoliberal gündemi canl› tutmakla kalmayan Dervifl miti Türkiye halk›n›n uzun süredir mevcut bulunan kimlik meselelerine de müdahalede bulundu. Çok dikkatli bir biçimde infla edilen Dervifl imaj› Türkiye’nin uzun süren bat›l›laflma ve modernleflme arzusunu da içeriyordu. Bir yandan Alman bir anneye sahip, Amerikal› bir efli olan, Dünya Bankas›’nda önde gelen bir Kemal Dervifl; öte yanda evinin duvar› Osmanl› elyazmalar›yla kapl› bir Dervifl.

Güçlü Ekonomiye Geçifl Program› Dervifl mitinin üstlendi¤i ifllev Türkiye’nin yeniden yap›lanma politikalar›n›n tarihsel süreci içerisinde düflünüldü¤ünde yerine oturacakt›r. Ertu¤rul ve Selçuk (2000), Boratav vd. (2000), Kepenek ve Yentürk (2001), ‹çer (1999) ve Yeldan (1992) gibi yazarlar›n ortaya koydu¤u gibi Türkiye’de 1980’lerde bafllayan liberalleflme ve serbest pazara teslimiyet politikalar› vaadettikleri ekonomik geliflmeleri sunamamakla kalmam›fl, aksine giderek daha da istikrars›z hale gelen bir ekonomi yaratm›fllard›r. 1980’lerin sonunda sermaye hareketlerinin de serbestlefltirilmesiyle birlikte ekonomi ciddi bir istikrars›zl›k sarmal›n›n içine yuvarlanm›flt›r. 1990’lar›n istikrars›z ortam›n›n arkas›nda bir yanda sermaye üzerindeki kontrollerin kald›r›lmas›yla ülke ekonomisinin genifl ölçekli sermaye hareketleri karfl›s›nda k›r›lgan hale gelmesi, öte yanda ise devletin stratejik bir seçimle bütçe aç›klar›n› sermayeden vergi alarak de¤il borçlanmayla kapatma tercihi ve bunun yaratt›¤› borç k›s›r döngüsü yer al›yordu.8 Arkaplandaki bu makroekonomik istikrars›zl›k tablosu yeni bir IMF destekli

351

8 Yeldan (2002b), Yeldan (2001), Boratav (2002), Boratav ve Yeldan (2002) denetim d›fl› sermaye hareketlerinin ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerini gözler önüne sermifltir.


352

Yücel Demirer - Özgür Orhangazi

9 Krizin geliflimi ve etkileri de yine birçoklar› taraf›ndan ayr›nt›l› bir biçimde incelendi: Akyüz ve Boratav (2002), Boratav ve Yeldan (2002), Yeldan (2002a), Celasun (2002), Cizre ve Yeldan (2002), Orhangazi (2002). Ba¤›ms›z Sosyal Bilimciler-‹ktisat Grubu’nun internet sitesinde de birçok çal›flmaya ulafl›labilir. 10 Öte yandan Oyan (2002) program›n yap›sal reformlar olarak adland›r›lan birçok ö¤esinin asl›nda krizle mücadele ba¤lam›nda hiçbir ifllevinin olmad›¤›n›, neoliberal gündemin birer tamamlay›c›s› olduklar›n› gösteriyor.

“istikrar program›”n› devreye soktu. Esas olarak y›llard›r uygulanan neoliberal yeniden yap›land›rma politikalar›n›n bir devam› olan bu program ise daha vadesi bile dolmadan ülkeyi bir uçuruma sürükledi.9 Krizin faturas›n›n hiç görülmemifl bir a¤›rl›kta oldu¤u biliniyor. Yüzde 9’dan fazla küçülen bir ekonomi, artan iflsizlik, yoksullaflma, iflaslar, ve di¤erleri. Bu noktada krizin resmi (resmi derken hem devlet kademelerinde kabul gören hem de uluslararas› mali sermaye ve iktisatç›lar›n kabul etti¤i) aç›klamas› dünyan›n di¤er yerlerinde görülene benzerdi: ‹stikrar program› baflar›s›z oldu, çünkü politikac›lar reformlar› gerçeklefltirmekte samimi olduklar›n› yabanc› sermayeye gösteremediler, program› idare etmekte beceriksiz davrand›lar ve yabanc› sermaye de ülkeyi terk etti. Halbuki bu iddialar›n aksine krizin tam da IMF idaresinde uygulamaya sokulan sözde “istikrar” program›n›n bir sonucu oldu¤u çeflitli iktisatç›lar taraf›ndan gösterildi. Örne¤in Yeldan (2002a) program›n döviz kuru, bütçe a盤› gibi temel hedeflerinin hepsine ulafl›ld›¤›n› göstererek politikac›lar› suçlay›p IMF politikalar›n› temize ç›karan bu yaklafl›m›n gerçe¤e ayk›r› oldu¤unu aç›k bir biçimde gösteriyor. Kemal Dervifl iflte böylesi bir ortamda Türkiye sahnesine ad›m at›yordu. Ülkedeki ekonomik kaos ve belirsizlik ve dahas› krize karfl› bir ekonomik programdan yoksunluk onun haz›rlad›¤› “Güçlü Ekonomiye Geçifl Program›”na (GEGP) dek sürecekti. Bu program›n yeni bir özellik tafl›mad›¤› ve daha önceki neoliberal politikalar›n bir devam› niteli¤ini arz etti¤i çeflitli iktisatç›lar taraf›ndan gösterildi.10 Dervifl, koalisyon hükümetinin dördüncü orta¤› ve hatta “ekonominin çar›” olarak nitelendirildi (Turkey’s Real Crisis, The Economist Global Agenda, May›s 15, 2001). Dünya Bankas›’ndan neoliberal politikalar› idare etmek için yeterli bir donan›mla gelmiflti ki bu gelifl ekonomi ve siyaset alanlar›n›n birbirinden kesin çizgilerle ayr› oldu¤u iddias›n› yeniden güçlendirmeye ve ilkinin ikincisi üzerindeki egemenli¤ini pekifltirmeye çok iyi hizmet ediyordu. Dolay›s›yla da resmi kriz aç›klamas› olan siyasetçilerin baflar›s›zl›¤› tezi ile de tutarl›yd›. Öte yandan, Türkiye’deki yönetici s›n›f›n ve sermayenin art›k kendi içinden hem yerel siyasi hem de uluslararas› iktisadi destek sa¤layacak ve yap›sal reformlar› devam ettirecek yeni bir özne yaratamamas›n›n da d›flavurumuydu. Gerçekten de son kriz ile neoliberal gündemin bir kurtar›c›ya ihtiyac› vard›. Dervifl, Dünya Bankas› eski baflkan yard›mc›s› olarak uluslararas› mali sermayenin gözünde


Kemal Dervifl Mit(lefltirilmes)ini Tersinden Okumak

güven telkin ederken üretilen Dervifl miti de yerli siyasi ve popüler deste¤i ya da en az›ndan bekleyelim görelim kabulünü yaratmaya çal›flt›. Dervifl’in adeta paraflütle Türkiye siyaset sahnesine sokulmas› ve herhangi bir partiye ba¤l› olmadan tek bafl›na süper güç olarak ifle bafllamas› (ve belki de koalisyon hükümetini istifa etmekten de kurtarmas›) bir yandan da Türkiye’deki siyasi yap›n›n halka de¤il sadece sermayeye hesap verir hale geldi¤inin de göstergesi oldu (Cizre veYeldan, 2002: 9-10). Bu yarat›lan atmosfere ra¤men Türkiye ekonomisindeki sorunlara bir çözüm getirmenin uza¤›nda kal›nd›. Ne ekonomik toparlanma sa¤lanabildi, ne kamu maliyesi problemleri ne de enflasyon sorunu ortadan kald›r›labildi. GEGP ile birlikte IMF’ye sunulan yeni "Niyet Mektubu" zaten eski politikalardan bir sapma olmayaca¤›n› da gösteriyordu (Ba¤›ms›z Sosyal Bilimciler, 2002). Tüm koflullar yerine getirildi¤i halde GEGP’nin ekonomik performansa dair öngörülerinin hemen hiçbirinin tutmam›fl olmas› da bu konuda ne kadar ciddi oldu¤unu gösteren bir delil olarak sunulabilir. Örne¤in bütçe üzerine konulan koflullar›n hepsinin neredeyse yüzde yüze yak›n bir baflar›yla uygulanmas›na ra¤men durumun düzelmesi bir yana daha da kötüye gitmesi bunun bir örne¤i. Tabii gözden kaç›r›lmamas› gereken bir di¤er yan Dervifl mitinin yaratt›¤› pembe bulutun (ya da toz bulutu mu demeliyiz) arkas›ndan parlamentodan geçirilen yap›sal reform kararlar›d›r. "15 günde 15 yasa" slogan› ile geçirilen bu reformlar Türkiye ekonomisini uluslararas› mali sermayeye daha da açarken neoliberal politikalar›n gündeminde uzunca süredir yer alan bu reformlar› nihayet hayata geçiriyordu. K›sacas› Dervifl’in GEGP’sinin “Üçüncü Dünya” ülkelerine dikte ettirilen neoliberal modelin Türkiye uygulamas› oldu¤u aç›kt›. Bu model Ba¤›ms›z Sosyal Bilimciler grubunun vurgulad›¤› gibi küçülme getiren mali ve parasal politikalar›n esas oldu¤u, d›fla aç›k ve sermaye ak›fllar›n› garanti alt›na alan bir çerçeveyi varsay›yor. ‹stikrardan anlafl›lan ise uluslararas› mali sermayenin rahatl›kla yüksek gelir sa¤layabilece¤i bir ortam›n yarat›lmas› (BSB, 2002). Dolay›s›yla Cizre ve Yeldan’›n (2002) s›n›fland›rmas›n› kullanacak olursak Özal’›n bafllatt›¤› piyasa reformlar› Türkiye’nin “birinci kuflak” ekonomik liberalleflmesi olarak adland›r›labilir.11 Kemal Dervifl operasyonu ile sürdürülebilirli¤i sa¤lanan bugünkü neoliberal politikalar da “ikinci kuflak” liberalleflme olarak nitelendirilebilir. Her iki reform kufla¤› da esas›nda tamam›yla serbest bir piyasa ekonomisinin kurulmas› ve bunun ulus-

353

11 Mal ve hizmet piyasalarinda serbestlesmeden baslayip mali piyasalardaki serbestlesmeye ve en son olarak da sermaye hareketleri üzerindeki tüm engellerin kaldirilmasina uzanan bir dizi “reform”. Daha fazla ayrinti için bkz. Cizre ve Yeldan (2002).


354

Yücel Demirer - Özgür Orhangazi

lararas› mali sermayeye aç›k olmas› perspektifinin parçalar›d›r. Türkiye’yi içine sürükledikleri büyük bunal›ma ra¤men ikinci kuflak reformlar›n devam ettirilmesinin gereklili¤inin meflru zemininin yarat›lmas›nda Dervifl miti ınemli bir rol oynam›flt›r. Dervifl miti siyasetin ekonomiden ayr›flt›r›lmas› ve teknokratik bir yınetimin gerekti¤i yınündeki sıylemin güçlendirilmesine katk›da bulunmufltur. Bunun güzel bir ırne¤ini seçimler ıncesinde bütün siyasi partilerin gündemdeki ekonomik program› devam ettireceklerine dair bir taahhütte bulunmalar›n›n istenmifl olmas› vermektedir.

Sonuç Yerine ya da Dervifl Mitinin Ö¤rettikleri 2001 Türkiye için dibe vurman›n y›l› oldu. Türkiye ekonomisi IMF’nin 24 saat gözetimi alt›nda iken ve daha birkaç ay önce IMF’nin Türkiye temsilcisi Carlo Cotarelli ekonomik gidiflat›n iyi oldu¤unu söylemesine ra¤men herfley neredeyse bir gecede çöküverdi. Buna ra¤men krize yol açan ekonomi politikalar› gündemini sürdürmekte kararl› olan yerli ve uluslararas› sermaye bunun için yerli kurtar›c› Kemal Dervifl mitini devreye soktu. Bu gündemi sürdürmenin güçlü¤ü farkedildi¤inden Dünya Bankas›’ndan gelen Dervifl bir mit olarak infla edildi ve bir anda Türkiye’nin en güçlü siyasi figürü haline getirildi. Genifl yetkilerle donat›lm›fl bir süper bakan olarak sadece ekonomi ifllerine bakmakla kalmay›p “seçilmifl” siyasetçilerin üzerinde de hâkimiyet kurmaya yöneldi/yönlendirildi. Kapitalizmin bu yeniden düzenleme ça¤›nda özellikle de Türkiye gibi ülkelerde tahrip edici krizler yaflanmas› kaç›n›lmaz hale geliyor. Bu nedenle de her krizden sonra yeni bir dizi araca gereksinim has›l oluyor. Bu kez devreye Kemal Dervifl miti sokuldu. Ancak Dervifl mitini etkisini yitirdi¤i bir s›rada ziyaret etmemizin nedeni yaln›zca bu deneyimin özgüllü¤ü de¤il. Bu karar›m›z›n alt›nda yatan neden, bu deneyimden ç›kart›lacak politik dersleri bir kez daha tart›flmak ve belki de tarihe not etmek niyeti oldu. Birilerinin ›srarla “küreselleflme” olarak tan›mlad›¤› emperyalizm ça¤›nda Dervifl mitinin do¤uflu ve onun üretilme süreci bir rastlant› olarak alg›lanmamal›. Aksine uluslararas› mali sermayenin ulusal yandafllar›yla elele vererek yürüttükleri bu ekonomik, politik ve kültürel operasyon, kendi türünün en kapsamli yerel denemelerinde birisi olarak yorumlanabilir. Kemal Dervifl’in Türkiye’ye dönmesi sürecinde uygulamaya konulan ve bir noktaya kadar baflar›yla yürütülen mit eksenli politik tutundur-


Kemal Dervifl Mit(lefltirilmes)ini Tersinden Okumak

ma politikas› sonradan etkisini yitirmifl olsa da, operasyonel gücü ile unutulmamas› zorunlu bir miras› da gerisinde b›rakt›. 12 Türkiye siyasi tarihinde kurtar›c› imalat›n›n en geliflkin örneklerinden olsa da bir ilk de¤il Dervifl. Atilla Karaosmano¤lu’ndan Özal prenslerine Türkiye Cumhuriyeti tarihi benzeri operasyonlarla dolu. Dervifl mitinin farkl›l›¤› onu üreten operasyonun kapsaml›l›¤› ve geliflkinli¤inde sakl›. Dervifl örne¤inde oldu¤u gibi mit kavram› tarih boyunca güç mücadeleleri için bir alan olmufltur. Siyasi kurumsall›¤›n belkemi¤i olmaktan, susturulmufl az›nl›klar›n sesi olmaya kadar uzanan genifl bir yelpazede çeflitli biçimlerde ifllevli olan mitler, günümüzde de düflünme biçimlerini ve karar alma süreçlerini etkilemektedirler. “Mitlerin materyali yaflam›m›z›n, bedenimizin ve ortam›m›z›n da materyali” (Campbell, 1990: 1) oldu¤una göre mitlerin kullan›lmas› da siyasi sahnenin hiç de yabanc›s› olmad›¤› bir durum.13 Kemal Dervifl miti ve bu mit eksenli operasyondan geride kalan kaza yeri foto¤raflar›n›n ak›lda b›rakt›¤› önemli izler flunlar: Birincisi, Dervifl miti ve onu üreten operasyon, ulusal ve uluslararas› sermayenin kritik bir ortak harekat› olarak tarihe geçti. Bu operasyonun bir kez daha göz önüne serdi¤i yerel sermayenin yabanc› sermaye ile aras›ndaki özgül eklemlenme biçimi ve bu bireflimin bir sonucu olan hegemonya oluflturma süreci, Türkiye’de kapitalizmin niteli¤i üzerine kafa yoranlara önemli veriler sundu. ‹kinci nokta, bir önceki nokta üzerinden yükselen halkla iliflkiler kampanyas› ve medya olgusu üzerinde flekillendi. Politika ve kültürün bulufltu¤u noktada medyay› daha iyi anlaman›n ve evrildi¤i uluslarötesi etki çizgisine haz›rl›kl› olman›n gereklili¤ini gösterdi.n Kaynakça Akyüz, Y. ve K. Boratav (2002) The Making of the Turkish Crisis, Genova: UNCTAD. Ba¤›ms›z Sosyal Bilimciler (2002) “On the Letter of Intent and the Turkish Economy at the Beginning of 2002”, www.bagimsizsosyalbilimciler.org/iktisatg.htm. Batto, B. F. (1992) Mythmaking in the Biblical Tradition: Slaying the Dragon, Louisville, KY: Westminster/John Knox. Belge, M. (2001) “Emperyalizm ve Biz”, Radikal 2 (31 Mart). Berger, P. L. (1986) The Capitalist Revolution: Fifty Propositions about Prosperity, Equality and Liberty, New York: Basic Books. Boratav, K. (2002) “2000/2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”, www.bagimsizsosyalbilimciler.org/iktisatg.htm. Boratav, K. ve E. Yeldan (2002) “Turkey, 1980-2000: Financial Liberalization, Macroeconomic (In)-Stability, and Patterns of Distribution”, New York: CEPA and the

355

12 Okudu¤unuz makale tart›flt›¤› konuda son sözü söyleme iddias› tafl›m›yor. ‹deoloji, hegemonya, kültür, medya ve benzeri pek çok yöne do¤ru gelifltirilebilecek bu çal›flman›n ulaflt›¤› sonuçlar, baflta sorulan sorularla s›n›rl›.Tart›flmaya açt›¤›m›z sorunun önemi, devaml›l›¤› ve çeflitlemeleri ba¤lam›nda, Praksis’in editörlerinden birinden ald›¤›m›z de¤erlendirme raporunda yer alan ve konunun muhtemel aç›l›mlar› konusunda yarat›c› ipuçlar› içeren flu paragraf›, kendisinin hoflgörüsüne s›¤›narak, okurla paylaflmak istedik: “... Bunun yan›nda Dervifl mitinin asl›nda baflar›s›z oldu¤u bu mitin karfl›s›na yeni bir mit oluflturmak gere¤inin görülmesinden de anlafl›labilmektedir. AKP asl›nda anti-Dervifl bir duruflun temsilcisi, bu anlamda kitlelerin umudu olmuflken, asl›nda Dervifl’le ayn› ekonomik ve politik program›n yürütücüsü haline gelmifltir. Bu anlamda AKP mitinde Dervifl’ten daha baflar›l› bir yarat›m sürecinden bahsetmek mümkün olacakt›r. D›flar›dan ithal ve sorunlu bir mit yerine Türk-Erkek-Liberal-Muhafazakar-‹slamc›-Kas›mpaflal›Futbolcu imaj›na sahip, bu nitelikleriyle asl›nda Türk modernleflmesinin yönelimine daha uygun, toplumsal patlamay› daha ko-


356

Yücel Demirer - Özgür Orhangazi

lay ve baflar›l› bir flekilde frenleyebilecek ama sonuçlar› itibariyle Dervifl’in arkas›nda durdu¤u projeye hiç de ayk›r› olmayan yeni bir mitin yarat›lmas› gerçeklefltirilmifltir. Sonuç olarak denilebilir ki, bir mitin baflar›s›z bir kurgusunun yap›lmas› yeni ve daha baflar›l› bir mitin yarat›lmas›n› do¤urmufltur. Bu çerçevede Dervifl miti, yarat›m sürecinin de¤erlendirilmesinden çok baflar›s›zl›¤›n›n sonuçlar› çerçevesinde de¤erlendirilirse ulusal ve uluslararas› sermaye projeleri, genifl olarak politika ve kültür ve en nihayetinde bütün bunlar›n kamusal yayg›nlaflt›r›c›s› pozisyonundaki medya üzerine daha genifl ve etkin bir analiz imkân› bulmak mümkün olabilecektir.” 13 Tabii mitler yaln›zca kifliler üzerinden yarat›lm›yor. Örne¤in neoliberal yeniden yap›lanma politikalar›n›n devam›nda serbest piyasa ya da küreselleflme üzerinden yarat›lan farkl› mitlerin önemi ve bunlar› sürekli bir biçimde deflifre etmenin gereklili¤i de yads›namaz.

New School for Social Research, mimeo. Boratav, K., E. Yeldan ve A. H. Kose (2000) Globalization, Distribution and Social Policy: Turkey, 1980-1998, New York: Center for Economic Policy Analysis Working Paper Series I, Working Paper No. 20, February. Campbell, J. (1990) Transformations of Myth Through Time, New York: Harper and Row. Celasun, M. (2002) “2001 Krizi, Öncesi ve Sonras›: Makroekonomik ve Mali Bir De¤erlendirme,” Dikmen, A. (der..) Küreselleflme, Emek Süreçleri ve Yap›sal Uyum içinde, Ankara: ‹mge. Cizre, Ü. ve E. Yeldan (2002) “Turkey: Economy, Politics and Society in the Post-Crisis Era,” www.bilkent.edu.tr/~yeldane/umitcizre&yeldan_RIPE.pdf. Douglas, M. (der.) (1970) Witchcraft, Confessions and Accusations, New York: Tavistock. Durkheim, E. (1964) The Division of Labor in Society, New York: Free. Eliade, M. (1963) Myth and Reality, New York: Harper and Row. Frazer, J. G. (1990) [1913] The Golden Bough: A Study in Magic and Religion, New York: St. Martin's. (11 cilt).

ruptcy of Neoliberal Policies and the Possibility of Alternatives,” Review of Radical Political Economics,34 (3): 335–341. Oyan, O. (2002) “Krizin Y›ldönümü: Art›k Herfley Kontrol Alt›nda m›?” http://www.antimai.org/ekoindex.htm. Önifl, Z. (2000) “The Turkish Economy at the Turn of a New Century: Critical and Comparative Perspectives”, Abramowitz, M. (der.) Turkey’s Transformation and American Policy içinde, New York: The Century Foundation. Savran, S. (2002) “The Legacy of the Twentieth Century”, Savran, S. (der.) The Politics of Permanent Crisis: Class, Ideology and State in Turkey içinde, New York: Nova Science. Sorel, G. (1972) [1907] Reflections on Violence, London: Macmillan. Turner, V. (1967) "Witchcraft and Sorcery: Taxonomy versus Dynamics", The Forest of Symols: Aspects of Ndembu Ritual içinde, Ithaca, NY: Cornell University. Üçer, M. (1999), “Turkey, Monetary Policy from the 1980s to Now”, Emerging Markets Economic Research, Credit Suisse-First Boston. Uygur, E. (1991) ‹ktisat Söyleflileri, ‹stanbul: Bilgi.

Levi-Strauss, C. (1967a) Structural Anthropology, Garden City, NY: Doubleday.

Yeldan, E. (2002a). “On the IMF-directed Disinflation Program in Turkey: A Program for Stabilization and Austerity or a Recipe for Impoverishment and Financial Chaos”, N. Balkan (der..) The Ravages of Neo-liberalism:Economy, Society and Gender in Turkey içinde, New York: Nova Science.

_____________ (1967b) The Structural Study of Myth and Totemism, London: Tavistock.

__________ (2002b) “‹stikrar, Kim ‹çin? Kriz ‹daresi Üzerine De¤erlendirmeler”, Birikim, Kas›m 2002.

Malinowski, B. (1926) Myth in Primitive Psychology, London: Kegan Paul.

__________ (2001). Küreselleflme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, Ankara: ‹letiflim.

Kaplan, S. (2001) Kemal Dervifl: Bir ‘Kurtar›c›’ Öyküsü, ‹stanbul: Metis. Kepenek, Y. ve N. Yentürk (2001) Türkiye Ekonomisi, ‹stanbul: Remzi.

_____________ (1954) Magic, Science and Religion. Garden City, NY: Doubleday Anchor Books. Murado¤lu, A. (2001) Reformun Derviflleri, ‹stanbul: Bak›fl Kitapl›¤›. Orhangazi, Ö. (2002) “Turkey: Bank-

__________ (1992) Financial Liberalization and Fiscal Repression in Turkey: Policy Analysis in a CGE Model with Financial Markets, Bilkent University Discussion Papers No 92-7.


Praksis 9

| Sayfa: 357 - 377

Kapitalizmin Krizi ve Devlet Kuram›: Bob Jessop Üzerine Bir De¤erlendirme Atilla Güney

Girifl Toplumsal altüst olufl, bunal›m, yeniden yap›lanma gibi süreçlerin bulan›k ve kaygan niteli¤i, bu koflullarda serpilip yayg›n kabul gören kuramsal çal›flmalara da yans›r. Özellikle Marksizm gibi verili sosyo-ekonomik iliflkileri sorgulamakla yetinmeyip, bu iliflkileri dönüfltürmeyi de hedefleyen kuramsal yaklafl›mlarda pratik ile teori aras›ndaki bu iliflki çok daha net biçimde gözlenir. Marksizm, elefltirel niteli¤inden kaynakl› olarak her kriz-yeniden yap›lanma süreci sonras›nda siyaset ve ekonomiye iliflkin görüfllerini yeniden gözden geçirme ihtiyac› duyar. Ancak 1970’lerin sonundan bu yana kronikleflen kapitalizmin uzun erimli bunal›m› karfl›s›nda genelde sol düflünüfl özelde ise Marksizmin savunmaya çekilmek flöyle dursun mevzi kaybetti¤i bir gerçek. Bu mevzi kayb› kendisini bunal›m›n nedenleri ve bunal›mdan ç›kmada kapitalizmin kendi içinde üretti¤i çözüm yollar›n›n aç›klan›fl›nda göstermektedir. Buradan hareketle bunal›ma alternatif ç›kar›lamamas›, üstüne üstlük 1990’lar›n bafllar›nda reel sosyalizmin y›k›l›fl› ve Marksizm’in elefltirel niteli¤i ile birlikte ele al›nd›¤›nda genel anlamda bir düflünsel bunal›mdan bahsetmek de yanl›fl olmayacakt›r. Öte yandan sa¤ cenahtan gelen bütün aksi yöndeki söylemlere ra¤men, siyasal bir gerçeklik olarak devletin pratikteki etkinli¤i artarak sürüyor. Önce yeni sa¤ 1980’lerden bafllayarak yayg›n bir ideolojik sald›r›yla, devletin küçültülmesi, ekonomik yaflamdan çekilmesi gerekti¤ini dile getirerek hakimiyet kurmaya çal›flt›. Ard›ndan 1990’larda buna küreselleflmeye iliflkin görüfller ve devletin klasik etkinlik alanlar›n›


358

Atilla Güney

ve buna ba¤l› olarak ifllevlerini yitirmeye bafllad›¤› yönündeki ç›kar›mlar (sunumlar) düflünsel ortama hakim olmaya bafllad›. Bu söylem sunum ve temennilere inat, devletin toplumsal üretim iliflkileri içindeki yerini ve ifllevlerini korumakla kalmay›p daha da geniflletti¤i görülmektedir. Bütün bu geliflmelerin, devletin niteli¤i üzerine yürütülen akademik çal›flmalara yans›malar› nas›l ola ki diye bak›ld›¤›nda, onca küçülen devlet, ça¤r›lar›na inatla daha da aktif hale gelen siyasi bir mekanizma ve bu de¤iflimi aç›klamada zorland›¤› görülen kuramsal çal›flmalarla karfl› karfl›ya oldu¤umuz görülecektir. Bir baflka deyiflle, gerçekli¤i aç›klamada zorlanan, zorland›kça karmafl›k aç›klama biçimlerine saplanan, buna ra¤men özellikle akademik toplulukta kendisine yayg›n destekçi bulan kuramsal çal›flmalar bu döneme damgas›n› vurmufl durumda. Söz konusu tespiti belki de en aç›k biçimde ça¤dafl radikal devlet kuramlar›nda görmek mümkün. Özellikle son dönem Marksist devlet tart›flmalar› içinde, eklektik kavramsal ve kuramsal çerçevesi ile öne ç›kan, Marksizm d›fl›ndaki yaklafl›mlar›n kavram ve aç›klama biçimlerini tart›flma gündemine tafl›mak konusunda rahat davranan yaklafl›mlar dikkati çekiyor. Bu çal›flmada, son dönem Marksist devlet tart›flmalar› içerisinde üretkenli¤i, toplumsal de¤iflime paralel olarak devletin geçirdi¤i de¤iflimi aç›klamadaki kavramsal zenginli¤i ile dikkati çeken Bob Jessop’un devlet kuram› üzerine genel bir de¤erlendirme amaçlanmaktad›r. Kapitalizmin çeyrek as›rd›r süren bunal›myeniden yap›lanma-bunal›m sarmal›n›n bütün etkilerini tafl›yan Jessop’un devlet kuram› üzerine bir de¤erlendirme denemesi hiç de kolay olmayacakt›r. Bir baflka deyiflle yeniden yap›lanman›n bir bilefleni olan devletin yeni biçimleri üzerine yap›lan çal›flmalar, yeniden yap›lanman›n do¤as›nda var olan mu¤lakl›¤›, amorf niteli¤i aç›klamaya çal›fl›rken, bu kaygan zeminin üzerine kuram infla etme riskini de beraberinde getirebilmektedir. Hem güncelin dayatm›fl oldu¤u pratik engeller, hem de yazar›n kendisine seçmifl oldu¤u farkl› sorunsallardan kaynakl› s›k›nt›lar Jessop üzerine yap›lacak bir de¤erlendirmeyi zorlaflt›rmaktad›r. Buna ek olarak teknik anlamda da “Jessop’da devlet” konulu bir de¤erlendirme yazman›n zorluklar› bulunmaktad›r. Çal›flmalar›n›n genifl hacmi bir yana, özellikle 1980’lerden bu yana kapitalist devletin niteli¤ine iliflkin düflüncelerinde sürekli revizyona gitmesi, farkl› kuramsal yaklafl›mlardan yararlanma konusunda sahip oldu¤u esneklik hasebiyle, üzerine de¤erlendirme yaz›lmas› zor bir kuramc›.


Bob Jessop Üzerine Bir De¤erlendirme

Jessop’un kapitalist devleti anlamaya yönelik kuramsal çal›flmalar›n›n genel özelli¤i, sürekli de¤iflen siyasal gündemi aç›klayabilecek özelliklere sahip olmas› gerekti¤i kayg›s›d›r. Yazar›n genel olarak kapitalist devletin niteli¤i üzerine erken dönem çal›flmalar›ndan, ‹ngiltere güncelini aç›klamaya yönelik çal›flmalar›na ve son dönem küreselleflme, ekoloji, yönetiflim üzerine yaz›lar›na bak›ld›¤›nda bu kayg› aç›kça görülecektir1. Öte yandan, Marksist devlet kuramc›lar›n›n 1960’lardan bu yana tart›flt›klar› devlet ile iktisadi alan aras›ndaki iliflkinin niteli¤inin, Jessop’un bütün çal›flmalar›n›n örtük veya aç›k temel sorunsal› oldu¤u söylenebilir. Söz konusu sorunsal, Nicos Poulantzas’›n 1960’larda tekelci devlet kapitalizmi yaklafl›m›na yöneltti¤i elefltirilerle ça¤dafl Marksist devlet tart›flmalar›n›n merkezine yerleflmifltir. Daha çok görece özerklik kavramlaflt›rmas› ve iktisadi alan ile siyasal alan aras›nda iliflki ba¤lam›nda süregelen tart›flma Poulantzas - Miliband tart›flmas› ile kesintiye u¤ram›flsa da, 1980’lerden sonra Jessop’un özellikle Devlet Türetmeci Okul ile giriflti¤i tart›flma ile tekrar gündeme oturmufltur. Denilebilir ki, yazar›n Marksist kuram›n en can al›c› tart›flma konular›ndan biri olan iktisat ile siyaset aras›ndaki ayr›flma ve “s›n›fsal ve iktisadi belirlenimcilik” etraf›nda dönen tart›flmay› aflma düflüncesi bütün çal›flmalar›n›n neredeyse temel ç›k›fl noktas›d›r. Yine Marksist kuram›n merkezi tart›flma konular›nda bir di¤eri olan s›n›f mücadelesi ile kapitalist geliflimin nesnel yasalar› aras›ndaki iliflkinin de yeniden ele al›nmas› gerekti¤i fikri (1982: 222) Jessop’un en az ilki kadar önem verdi¤i sorunsallardan biridir. Buradan hareketle bu çal›flmada Jessop’un kapitalist devlet üzerine çal›flmalar›n›n betimleyici bir özeti veya de¤erlendirmesini yapmaktan çok, yukar›da belirtti¤imiz sorunsal›n yazar›n genel kuramsal perspektifi üzerine etkileri tart›fl›lmaya çal›fl›lacak. Bir baflka deyiflle ilkin siyasal alan-iktisadi alan ayr›m› sorununun Jessop’da ortaya konufl biçiminin devlet kuram›na yans›malar› üzerinde durulacakt›r. ‹kincisi kapitalist devletin s›n›fsal niteli¤i ve s›n›f mücadelesi-tarihsel de¤iflim sorunsal›n›n Jessop özelinde Marksist devlet kuram› üzerine yans›malar› ele al›nacak. Kuflkusuz böylesi bir de¤erlendirme betimleyici olmaktan çok elefltirel bir yaklafl›m içerisinde olacakt›r. Elefltiri, Jessop’un devlet kuram›n›n, yöntembilimsel aç›dan Marksist bütünsellik anlay›fl›ndan uzaklaflmak ve s›n›f mücadelesini kuramsal analizin içerisinden d›fllamak anlam›nda tarihsel materyalist yöntemden bir sapma oldu¤u ana fikri üzerine oturtulacakt›r. Buradan hare-

359

1 Jessop’un son dönem çal›flmalar› için bkz. www.comp.lanc. ac.uk/sociology


360

Atilla Güney

2 Buradan hareketle, Jessop sonuçta baflar›l› bir hegemonya projesi belirli bir birikim stratejisinin ihtiyaçlar›na tekabül eden sonuçlar do¤urur sonucuna var›r ki, bu da onu yine Poulantzasc›, kapitalist yeniden üretime iliflkin ifllevselci yaklafl›mla benzerlikler gösteren bir sonuca ulaflt›r›r.

ketle, siyasal alan ile iktisadi alan›n ayr›l›¤› kurgusunda yer alan iktisadi alan›n, teknik anlam›yla iktisadi iliflkileri tan›mlad›¤› söylenebilir. Üretim iliflkilerini bu biçimiyle kavrayan yap›salc› anlay›fltan hareket eden Jessop, s›n›f mücadelesi ve s›n›fsal çat›flmay› salt bir özne ve kimlik sorununa indirgeyerek, özellikle aç›k Marksizme s›n›f belirlenimci ve ekonomik indirgemecilik elefltirisini yöneltmektedir. Bu çal›flmada, Marksizmin toplumsal iliflkilerin bütünselli¤i temel önermesinden ve dolay›s›yla s›n›f mücadelesinin tarihsel geliflimin motoru oldu¤u düflüncesinden hareketle, Jessop’un söz konusu elefltirilerine kendi devlet kuram›n›n üzerine oturdu¤u sorunsallar ba¤lam›nda yan›t verilmeye çal›fl›lacakt›r.

Yap›salc› Yaklafl›m, Siyaset-‹ktisat ‹liflkisi ve Kapitalist Devlet Jessop’un siyasal alan ile iktisadi alan aras›ndaki iliflkiye dair de¤erlendirmelerinin yap›salc› bir perspektiften hareketle gelifltirildi¤i söylenebilir. Düzenlemeci iktisat okulunun belli bafll› argümanlar›ndan esinlenerek gelifltirdi¤i hegemonya projesi, birikim stratejisi gibi kavramsallaflt›rmalar› yap›salc› kuramsal gelene¤e ba¤l› kalarak devlet kuram›n›n merkezine oturtur. Örne¤in Jessop, kendi devlet kuram›nda kilit öneme sahip olan düzenleme kavram›n›n bizatihi kendisinin, yap›salc›l›¤›n yeniden üretim handikap›n› aflmak için sunuldu¤unu belirttikten sonra (1993: 84) strateji ve proje gibi terimleri yap›sal olarak verili koflullar›n kabulüne dayand›r›r (1985: 344). Ancak hala yap›sal belirlenim ve s›n›fsal konum gibi ikili bir perspektifi benimsemeyi sürdürür. Bir baflka deyiflle s›n›fsal belirlenim ve/veya s›n›f mücadelesi nosyonunu henüz sorgulamaya almam›flt›r. Fakat s›n›fsal belirlenim sorunsal›, Poulantzas’›n devleti de¤iflik fraksiyonlar›n stratejilerini hayata geçirmek için yap›sal olarak belirlenmifl savafl alan› olarak kavramaya yönelik bölgesel yöntemi yoluyla sorgulamaya al›nm›flt›r. Söz konusu sorgulama “alternatif sermaye mant›klar› vard›r ve dolay›s›yla alternatif hegemonya projeleri olacakt›r” fikri üzerine temellendirilen birikim stratejileri-hegemonya projeleri kavramlaflt›rmalar›yla güçlendirilir (Jessop, 1985: 344)2. ‹lerde görece¤imiz gibi bu yap›salc› kavray›fl, Marksist bütünlük anlay›fl›n›n reddine ve bunun sonucunda ekonomik belirlenim ve s›n›fsal mücadele gibi nosyonlar›n tart›flma d›fl› b›rak›lmas›na zemin teflkil edecektir. Jessop, s›n›fsal mücadelenin çeliflkilerini toplumsal formasyonun farkl› düzeylerindeki yap›sal çeliflkilerle ikame eder. Bu yer


Bob Jessop Üzerine Bir De¤erlendirme

de¤ifltirme en aç›k biçimde hegemonya projesi (veya hegemonik yap›) ve birikim stratejisi kavramlar›n›n kullan›l›fl›nda gözlenir. Werner Bonefeld’un belirtti¤i gibi birikim stratejisi, hegemonya projesi gibi terimler, toplumsal “vücut”un anlams›z-tutars›z, bir bütünlük oluflturmayan parçalardan olufltu¤una iflaret eder (1991: 46). Birbirinden ayr› duran bu parçalar gizli failler taraf›ndan bir strateji veya proje içinde koordine edilinceye kadar bir birli¤e sahip de¤ildir (Bonefeld, 1991: 46). Yap›salc› düflüncenin temel argümanlar›ndan olan toplumsal nesnenin birli¤inin ayr›flmas› gereklili¤i, bilindi¤i gibi Poulantzas taraf›ndan dile getirilmifltir. Poulantzas Siyasal ‹ktidar ve Toplumsal S›n›flar adl› çal›flmas›nda toplumsal teoriyi üç düzeyde s›n›fland›ran bir sunufl yapar: üretim tarzlar›n›n tarihsel materyalist genel kuram›; kapitalist üretim tarz›n›n partiküler kuram›; siyasal olan›n spesifik bölgesel bir analizi: kapitalist devlet kuram›. Toplumsal nesnenin yap›salc›l›¤› takiben parselizasyonu ve toplumsal iliflkilerin birbirinden ayr› yap›sal düzeyler olarak kavran›fl›, toplumsal araflt›rmalar›n ilgisini, “iliflkiler” sorunlar›ndan ve hareket tarzlar›ndan uzaklaflt›rm›flt›r. Art›k somut öznelerin eylemlerinin sonuçlar› olarak toplumsal iliflkiden, bilgi kuramsal bir kesintiyle, yap›lar aras› iliflkilere geçilmifltir. Modern kapitalist devleti biçimsel olarak belirlenmifl bir toplumsal iliflki alan› olarak tan›mlayan Jessop (1990: 209)3 bu iliflkileri analiz ederken yine yap›salc› bir mant›kla tan›mlad›¤› birikim stratejileri ve hegemonya projeleri aras›ndaki iliflkiyi referans al›r. Bunlar›n her ikisi de, bir yandan devletin biçimsel kuramsal özellikleri çerçevesinde gelifltirilen, öte yandan devletin biçimsel ve içeriksel birli¤inin ve etkinli¤inin kurulmas›n› sa¤layan projelerdir (Özkazanç, 1998: 17). Devlet, birikim stratejileri ve hegemonya projelerinin oluflturulmaya çal›fl›ld›¤› stratejik bir aland›r. Bir baflka deyiflle devlet s›n›flar aras› mücadelenin de¤il kuramsal olarak kurgulanm›fl strateji ve projelerin - ki bunlar da birer yap›d›r – mücadele alan›d›r. Ancak hangi faillerin birikim stratejisini koordine edece¤i ve hangi failin devleti gerçeklefltirmek için hegemonya projesini yerli yerine oturtaca¤› sorusunun cevab› verilmez (Bonefeld, 1991: 47). Kapitalist üretim tarz› kuram› ile kapitalist devletin yer ald›¤› alan›n kuram› aras›nda yap›lan ayr›m, yap›salc› eklemlenmeci düflünce biçimine özgüdür. Ve Poulantzas sonras› kuramc›lar›n bir ço¤u onun çal›flmalar›n›n sonuçlar›n› kendi çal›flmalar›na bafllang›ç noktas› yapt›lar. Esas olarak siyaset ve dolay›s›yla kapita-

361

3 Jessop toplumsal iliflki biçimi olarak devlet derken asl›nda strateji veya proje ve/hatta söylemsel anlamda bir iliflkiden bahsediyor. Yoksa üretim iliflkileri biçimindeki somut ve insani pratikleri de kapsayan iliflkiden de¤il. Bir baflka deyiflle iliflki ve iliflkisellik kavramlar› da yap›sallaflt›r›l›yor.


362

Atilla Güney

4 Bu noktada iktisat ve iktisadi iliflkiler tan›mlan›rken, yap›salc›lar, toplumsal iliflkiler bütünü olarak üretim iliflkilerinden de¤il de daha ziyade teknik anlamda iktisadi iliflkilerden bahsetmektedirler. Oysa iktisad›, “maddi yaflam›n üretilmesi, yeniden üretilmesi, üretici güçlerin toplam›, üretici ile ürün aras›ndaki tüm iliflkiler ve üretim süreci içindeki insan veya insan gruplar› aras›ndaki tüm iliflkilerin toplam›” (Tünay, 1994: 456) anlam›nda kullan›rsak iktisadi alan siyasal alan türü ayr›mlaflt›rmalar›n anlams›zl›¤› daha aflikar olacakt›r. 5 Üretim iliflkileri kavramlaflt›rmas›n›n yap›sal iliflkisellik biçiminde yeniden formüle ediliflini Marksist bütünlük kavram›n›n yeniden tan›mlan›fl› izlemektedir. Art›k toplumsal iliflki olarak sermaye iliflkilerinin bütünlü¤ünden de¤il, toplumsal örgütlenmede bütünlefltirici bir güç olarak rol oynayan sermaye birikiminden bahsedilmektedir (Jessop, 2001: 144).

list devletin Marksist düflünce içerisinde kendine özgü kavramsal aç›klamalara sahip ayr› bir alan olarak kurulmas› gerekti¤i düflüncesi, yine yap›salc›l›¤›n o çok iyi bilinen iktisadi alan ile siyasal alan› birbirinden ba¤›ms›z yap›lar olarak kurgulamas›ndan kaynaklanmaktad›r. Althusser’in temel ç›k›fl noktas› iktisat-siyaset iliflkileri, veya altyap›-üstyap› iliflkileri çerçevesindeki “ortodoks anlay›fl›” reddetmesiydi. Bir baflka deyiflle kural olarak iktisat her zaman siyaset, ideoloji, kültür veya hukuksal yap›lara göre daha üstün bir konumda de¤ildir (Althusser ve Ballibar, 1970: 98-100). fiöyle ki, ekonomi ancak en son kertede neyin baflka hangi güçlere egemen olaca¤›n› belirleyebilir4 (Tünay, 1994: 452). Althusser’in düzeyler anlay›fl›n›n dü¤üm noktas› iktisadi olan kavram›d›r. Althusser, iktisadi olan›, global yap›daki üretim tarz›n›n bölgesel yap›s› olarak görür (1969: 182-183). Ona göre Marx, Kapital’de kapitalist üretim tarz› için geçerli olan iktisat kavram›n› gelifltirmifltir. Yani, iktisadi olan, her üretim tarz› için önvarsay›labilecek bir kertedir. Oysa bu yaklafl›m bizatihi ekonominin kapitalizme özgü bir kategori oldu¤unu gözden kaç›rmaktad›r. Marx’ ›n yap›t›nda belirleyici iliflkileri ifade eden iki ayr› kavram vard›r. Üretim iliflkileri, insanlar›n maddi yaflamlar›n› yeniden üretirken birbirleriyle kurduklar› iliflkileri ifade eden genel bir kavramd›r; dar anlam›yla ekonomik iliflkiler ise, bu iliflkilerin kapitalist üretim tarz›nda büründükleri özgül biçimdir. Yap›salc› mant›k hem iktisadi olan› hem de siyasal olan› toplumsal iliflkilerin biçimleri, bir baflka deyiflle kapitalist toplumda temeldeki s›n›f çat›flmas›n›n büründü¤ü biçimler olarak görmek yerine, iktisadi olan› siyasal üstyap›y› belirleyen altyap› olarak görür. ‹flte bu söz konusu yap›salc› iktisat anlay›fl›n› benimseyen Jessop, iktisadi alan ile siyasal alan› bir bütünlük içinde de¤erlendirmek yerine, iki farkl› kurumsal alan olarak görür (2001: 84)5. Althusserci yap›salc›l›¤›n bilinen temalar›, üst-belirlenim veya olas› olan›n rastlant›sal zorunlulu¤u ve benzeri kavramlaflt›rmalar, Hegelci diyalektikten beslendi¤i iddia edilen Marksist hümanizme, bir baflka deyiflle s›n›f mücadelesini esas alan tarihselcili¤e karfl› gelifltirilmifltir. Jessop, Althusserci yap›salc›l›¤›, devlet kuram›na bir baflka deyiflle Marksist siyaset bilimine uygulamaya çal›flan Poulantzas’›n hem elefltiricisi hem de dikkatli bir takipçisi olmufltur. O devletin rolünün s›n›flara bölünmüfl toplumda birli¤i sa¤lamak ve güçlü olan s›n›f›n di¤er güçlerin deste¤ini almas›n› sa¤layacak uygulamalar oldu¤unu dile getirerek Poulantzas’›n ifllevselci kal›t›n› kabullenir (1990: 8). Poulantzas’›n özgün


Bob Jessop Üzerine Bir De¤erlendirme

formülasyonunda, kapitalist devletin göreli özerkli¤inin kökenleri a) kapitalist üretim tarz›nda politik kertenin ekonomik kerteden görece özerk olmas›nda ve b) egemen s›n›flar ve onlar›n fraksiyonlar› aras›nda yer alan ve devletin bütünlüklü bir iktidar blo¤una dönüfltürdü¤ü bölünme ve ç›kar çat›flmalar›nda yatar (Jessop, 1982: 154-155). Jessop bunu, “devlet kendi varl›¤› içinde, toplumsal formasyonda bütünlü¤ü sa¤layan faktör olarak hareket eder” (1985: 68-70) biçiminde yorumlayarak bir ad›m öteye götürür ki, bu ad›m›n iflaretleri Poulantzas’›n son dönem Foucault benzeri iktidar çözümlemelerinde de görülmekteydi. Buradan hareketle, Jessop toplumsal bütünlü¤ü sa¤layan faktör olarak, “devletin, saf kapitalist üretim tarz› de¤il, toplumsal formasyon temelinde yer alaca¤›n› ve s›n›f iliflkileri kadar s›n›f-d›fl› iliflkileri de..” (1982: 222) bar›nd›raca¤›n› görememenin ekonomik ya da s›n›f indirgemecili¤ine yol açaca¤›n› savunur6. ‹ktisadi alan ile siyasal alan›n ayr›l›¤› tart›flmas›, Marksizmin kendi içerisinde yap›salc›l›k, iktisadi belirlenimcilik sorunsallar› çerçevesinde dolan›yor görünmekle birlikte, bu tart›flman›n kökleri Max Weber’in Marx’la giriflti¤i tart›flmaya dayan›r. Weber’in yaz›lar›ndaki kilit temalardan biri iktisadi olan karfl›s›nda siyasi olan›n ba¤›ms›z bir etkisi oldu¤u konusundaki vurgusudur. Söz konusu vurgu onun siyaset ve özellikle devlete iliflkin yaz›lar›nda göze çarpar. Weber, çokça ifade edilen biçimiyle devleti, belli bir toprak parças› üzerinde kurulu, fliddet araçlar› üzerinde meflru bir tekele sahip iktisattan kurumsal ve örgütsel olarak ayr›flm›fl bir olgu olarak tan›mlar. Fakat Weber, güç kullan›m›n›n devletin tek ayr›cal›¤› olmad›¤›n› not eder. Ve devletin kendi varl›¤›n› koruyabilmek ve kontrol etti¤i topraklar içerisinde genel siyasal düzeni sa¤layabilmek için genellikle baflka araçlara baflvurdu¤unu ekler. Weber devamla, bir devletin siyasal bir topluluk s›fat›yla ortak ekonomik ihtiyaçlarla ilgilenmekten fazlas›n› yapmas› gerekti¤ini belirtir (Weber, 1968: 902). Weber’e göre devlet yönetti¤i s›n›rlar içinde yaflayanlar aras›ndaki karfl›l›kl› iliflkiyi daha de¤erler aç›s›ndan düzenlemeye çal›flmal›d›r. Benzer flekilde Weber, siyasal meflruiyetin sadece paylafl›lan de¤erler dikkate al›narak tan›mlanamayaca¤›n›, fakat ahlaki kurallar› düzene¤inin de dikkate al›nmas› gerekti¤ini vurgular. Bu ba¤lamda, meflruiyetin biçiminin ve do¤as›n›n ve buna paralel olarak devletin topluluk ad›na yürüttü¤ü ifllev ve etkinliklerin de de¤ifliklik gösterece¤ini vurgular (Weber, 1968: 54-56). Kendi varl›¤› içinde hareket eden ve toplumsal formasyonda

363

6 Bu noktada, Jessop’un siyasal alaniktisadi alan ayr›m›ndan yola ç›karak gelifltirdi¤i iktisadi indirgemecilik elefltirisinden, politik olan›n özgüllü¤üne nas›l ulaflt›¤›n› görebilmek için Gülalp’in de¤erlendirmesi aç›klay›c› olacakt›r: “‹ndirgemecili¤in ekonomik türünde politik üst yap› ekonomik temelin do¤rudan yans›mas› say›l›r. Böylece üst yap›da gerçekleflenler, temelde gerçekleflenlerin gölge fenomenleri olarak kabul edilir. Politik prati¤e hiç yer tan›mad›¤›ndan, son çözümlemede döngüsel ak›l yürütme hatas›na düfler: karmafl›k yap› belirlenmedikçe farkl› gölge fenomenleri birbirinden ay›racak bir yol kalmaz. .... Ayn› durum s›n›f indirgemecili¤i için de geçerlidir. Bu indirgemecilik türünde s›n›f ç›karlar›na do¤rudan ba¤lanamayan siyasal mücadelelerin sahte bilinç denilen bir çarp›tmaya u¤rad›klar› düflünülür. Ama burada da karmafl›k yap›n›n belirlenememesi son çözümlemede döngüsel bir ak›l yürütmeye yol açar: somut siyasal mücadele alan›nda ya da devlet eylemlerinde ortaya ç›kan her geliflme, niteli¤i ne olursa olsun, s›n›f mücadelesinin sonucudur diye kestirilip at›labilir. Oysa somut siyasal mücadele saf (yani soyut düzeyde beliren) s›n›f mücadelesini do¤rudan yans›tmad›¤› için, temel s›n›f


364

Atilla Güney

iliflkilerinin yüzeyde görünen siyasal biçim ve iliflkilere dönüflmesine arac›l›k eden faktörlere aç›kl›k kazand›rmak gerekir. Dolay›s›yla, bu dolay›m›n anlafl›labilmesi için “politik olan›n özgüllü¤ü”nü tan›mak zorunlulu¤u vard›r” (Gülalp, 1993: 81). 7 Burada hegemonya kavram› Gramsci’nin Poulantzasc› yorumuyla kullan›lmaktad›r. Gramsci, Poulantzas gibi yap›salc› Marksistler taraf›ndan ideolojiyi bir toplumsal s›n›f›n ifadesine ve egemen s›n›f› da toplumsal formasyonun özüne indirgeme gibi bir tarihselci hatay› sürdürmekle suçlan›r (Poulantzas, 1973: 111). Poulantzas’a göre toplumu bir arada tutan fley hegemonik s›n›f de¤ildir; tam tersine, toplumsal formasyonun birli¤i yap›sal bir meseledir; toplumsal yaflam›n çeflitli alanlar›n›n veya düzeylerinin bir üretim tarz›n›n nihai olarak belirleyici nitelikteki s›n›rlamalar›n›n etkisiyle birbirine kenetlenmesinin bir sonucudur.

bütünlü¤ü sa¤layan faktör olarak devlet projesi, bir baflka deyiflle bir proje olarak devlet kavramlaflt›rmas›, iktisadi alan - siyasal alan ayr›m› sorunsal› bak›m›ndan de¤erlendirildi¤inde, muhtemelen görülecektir ki Jessop, Marx ile Weber aras›nda gidip gelmektedir. Jessop’un gelifltirdi¤i “bir proje olarak devlet” kavram› Jessop’un Marksist siyasal teorisi içindeki Weberci yan›n› oluflturur. Jessop’a göre iktisadi alan ile siyasal alan, kurumsal olarak ayr›lm›fl ve farkl› iflleyifl mant›klar›na göre kurulmufl olduklar› için ikisi aras›ndaki uyumlu iliflkinin sa¤lanmas› kendili¤inden ve zorunlu de¤il, stratejik mücadeleler yoluyla oluflsal olarak gerçekleflir (Jessop, 1990: 206). Yukar›da baflka bir ba¤lamda vurguland›¤› gibi, yap›salc› kerteler düzenleme okulundan esinlenilerek iktisadi ve siyasal düzenlemeler olarak tan›mlan›r (Jessop, 2000: 17). Devlet projesi, hegemonya projesi gibi kavramlaflt›rmalarla kapitalist toplumda siyasal düzenin, devlet içi ve genifl anlam›yla devlet-s›n›f uyumunun nas›l kurulup istikrar›n sa¤land›¤›n›, bir baflka deyiflle devletin birlefltirici ifllevinin nas›l sa¤land›¤›n› aç›klamaya çal›fl›r (1990: 8-9)7. Jessop devlet ile ekonominin eklemlenmesini “yap›sal eflleflme” ya da “stratejik koordinasyon” kavramlar›yla ele al›r. Yap›sal eflleflme ayn› toplumsal uzam› paylaflan iki farkl› mant›¤a sahip özerk yap›n›n –devlet ile iktisadi alan›n– birbiri taraf›ndan koflullanarak evrilmesi demektir. Stratejik koordinasyon yoluyla farkl› kurum ve mant›klar aras›ndaki iliflki, birikim stratejileri ve hegemonya projeleri yoluyla kurulur (Jessop, 1990: 358). Ancak bu proje, strateji kuruluflu ve iflleyifli, stratejik eflleflme gibi iliflki biçimleri öznesiz ve fakat kendi yap›sal nedenselli¤i içinde devinen yap›lar aras› iliflkilerdir. Birinci yanl›fl yap›sal kategorileri stratejik kategorilere indirmek veya onlardan ç›karsamak olacakt›. ‹kincisi, verili bir yap›dan bir tek strateji ç›karsamak olacakt›r. Yap› ile strateji aras›ndaki diyalektik, biçimsel olarak türdefl iki kutup aras›ndaki sal›n›m› içermez. Daha ziyade, karfl›l›kl› tarihsel koflulland›rman›n karmafl›k sürecini ve karfl›l›kl› kendili¤inden ve sonsuza dek tekrarlanan dönüflüm süreçlerini içerir. Diyalektik, stratejilerin yap›sal koflulland›r›m ile yap›sal bütünlü¤ün stratejik dönüflümünden baflka bir fley de¤ildir (Jessop, 1993: 80).

Böylece yap›, yap›sal s›n›rl›l›klar›n kurumsallaflm›fl bir bütünlü¤ü ve farkl› toplumsal güçler için, verili uzamsal s›n›rlar içinde ve belli bir zaman aral›¤›nda, ortaya ç›kacak olan f›rsatlar olarak görülmektedir. Dolay›s›yla bir toplumsal güç için s›n›rl›l›k veya sorun teflkil eden di¤erleri için f›rsat, avantaj olabilir. Buradan


Bob Jessop Üzerine Bir De¤erlendirme

hareketle alternatif stratejiler, hesap yapabilen toplumsal güçlerin yap›yla iliflkilerinde farkl› konumlan›fllara sahip olmalar›na, farkl› zamansal ve mekânsal s›n›rlarda farkl› stratejik hesaplar yapmalar›na, genifl bir toplumsal alanda (bu alanlar iktisadi, siyasal, hukuki, ahlaki, e¤itim gibi de¤iflik ve ço¤ul eylem alanlar›n› kapsar) farkl› stratejik tav›rlara angaje olmalar›na ve di¤er toplumsal güçlerle farkl› ittifaklara girmelerine ba¤l›d›r (Jessop, 1993: 81) Dolay›s›yla “n” say›daki stratejinin baflar›s› yap›sal bütünlü¤ün içindeki di¤er stratejilerle olan tamamlay›c›l›¤a ba¤l›d›r. Bütün bu karmafl›k aç›klamalar›n ötesinde siyasal alan ve kurumsal reel-somut bir nesne olarak devlet, hem bütün bu stratejilerin hedefi olmak hem de bu stratejileri hayata geçirmek gibi bir ifllev ve niteli¤e sahiptir. Dolay›s›yla Jessop devleti toplumsal bir iliflki olarak tan›mlarken, hem onu hedef alan hem de onun taraf›ndan hayata geçirilecek stratejilerin mücadele alan› olarak devletten söz etmektedir. Bir baflka ifadeyle, devletin biçimi hem toplumsal iliflkileri kuran hem de onlar taraf›ndan kurulan bir nitelik tafl›r (Özkazanç, 1998: 16). Hem kendisi bir proje olan hem de farkl› strateji ve projelerin do¤rudan hedefi ve mücadele alan› olan devletin bu paradoksu, kendisi de toplumdaki kurumlardan biri olmas›na ra¤men, parças› oldu¤u toplumsal yap›n›n bütünlü¤ünü devam ettirme göreviyle yüklü olmas›ndan kaynaklanmaktad›r (Jessop, 1990: 363). Bir devlet projesi, Jessop’a göre, bu birli¤i sa¤lamada daha dar anlamdaki ereklere hizmet edecek bir düzenleme biçimi iken, hegemonya projesi hegemonik s›n›f (veya fraksiyonun) uzun dönemli ç›karlar›n› garantiye alabilmek için gelifltirilen ulusal program›n uygulanabilmesi için gerekli halk deste¤inin al›nabilmesini hedefler (1990: 161). Jessop’un oluflturdu¤u bu kavramsal çerçeve, kapitalist krizin baflar›l› bir biçimde idare edilebilmesinin devleti ve s›n›fsal güçleri bir hegemonya projesi alt›nda birlefltirme yetene¤i tafl›yan bir “yönetiflim projesine” ba¤l› olaca¤›n› anlamam›za izin verir. Fakat yine burada da baflar›l› bir hegemonya projesini destekleyen s›n›fsal ç›karlara ra¤men Jessop böylesi bir projenin siyasal do¤as› ile birikim projesinin iktisadi yönelimi aras›nda ayr›m yapma konusunda hassasiyetle durur (1990: 218). Marksist kuram›n en can al›c› tart›flma konular›ndan olan iktisat ile siyaset ayr›flmas›n› aflmay› hedefleyen Jessop (2001a: 1), gelifltirmifl oldu¤u kavramsal çerçeve ile, devlete, ayr›flmas›n› s›n›f ve fraksiyonlardan oluflan toplumda bütünlü¤ü sa¤lama ifllevini yükleyen Poulantzasc› devlet nosyonu ile Gramsci’nin hegemonya kavramsallaflt›rmas›-

365


366

Atilla Güney

n› harmanlayarak, siyasal alan›n özerkli¤inden siyasal olan›n belirleyicili¤ine do¤ru bir ad›m daha atm›flt›r. Bir baflka deyiflle, iktisadi alan-siyasal alan ikili¤ini ve iktisadi belirlenimcilik hayaletini bertaraf etmek üzere yola ç›kan Jessop siyasal olan›n önceli¤i ve belirleyicili¤ine yol açan bir konuma gelmifltir. Jessop kendi devlet kuram›n›n gelifliminde –özellikle sermaye siyasal alan aras›ndaki iliflki tart›flmalar› ba¤lam›nda– Aç›k Marksistlerle giriflti¤i polemi¤in katk›s›n› s›k s›k vurgular. Asl›nda devletin t›pk› para, de¤er, rant gibi toplumsal bir iliflki biçimi oldu¤u noktas›nda da Aç›k Marksistlerle hemfikirdir. Ancak o, bu iliflkilerin sab›rla kurulmufl, içsel ve özerk bir mant›k kazand›klar›n› söyler; dolay›s›yla bu toplumsal iliflki biçiminin kendi yönelimsel dinami¤i ve kurumsal mant›¤› vard›r (Holloway, 1993: 173). Bir kere genellefltirilmifl meta üretimine geçildikten sonra kapitalist tahakkümün gayr› flahsi ve yar›-do¤al toplumsal etkileflim a¤lar› arac›l›¤›yla gerçeklefltirildi¤ini söyler (Jessop, 1991: 153), ki bu vurgu bizim çal›flmam›z›n bundan sonraki bölümünün ana temas›n› oluflturmaktad›r.

Kapitalist Devletten Proje Olarak Devlete: Devletin S›n›fsall›¤› Sorunu? Jessop’un hemen hemen bütün çal›flmalar›nda siyasal alan ile iktisadi alan ikili¤i ve devletin s›n›fsal niteli¤i birer hayalet gibi peflini b›rakmaz. Bu hayaletlerden kurtulmak için son derece eklektik ve bir o kadar da farkl› (bir baflka deyiflle Marksist olmayan) yaklafl›mlar›n kavramsal çerçevelerini kendi devlet kuram›na ekler. Jessop, genel olarak siyasete, özelde ise kapitalist devlete iliflkin çal›flmalar›nda Marx’›n ekonomi politik elefltirisini kendisine referans alarak yola ç›kt›¤›n›; fakat Frans›z Düzenleme Okulu’nun ekonomiye iliflkin kuramsal çal›flmalar›, Niclas Luhmann’›n sosyoloji yaklafl›m› ve Sosyalist ‹ktisat Konferanslar› çerçevesinde yürütülen devlet tart›flmalar›n›n sonraki çal›flmalar› için yön tayin edici oldu¤unu vurgular (Jessop, 2001: 83). Jessop, Marksist kuram içerisinde kapitalist devlet ba¤lam›nda yürütülen tart›flmalardaki “sermaye mi/s›n›f m›?” ikilemini aflmak amac›yla stratejik-kuramsal yaklafl›m› önerir. Sermaye-kuramsal ve s›n›f kuramsal yaklafl›mlar aras›ndaki asl› olmayan ikilemi aflmak için strateji kavram›n› kullanmam›z gerekir, çünkü bu kavram soyut yap›sal belirlenim ile s›n›f mücadelesinin somut biçimleri aras›ndaki dolay›m› sa¤lar. Strateji burada verili bir yap› içinde geçerli olabilecek alternatiflerin oluflturulmas› anlam›n-


Bob Jessop Üzerine Bir De¤erlendirme

da kullan›lmaktad›r (Jessop, 1983: 91). Bu ba¤lamda Jessop birikim stratejisi kavram›n› ortaya atar. Sermaye birikiminin önceden belirlenmifl bir biçimi olmad›¤› için, tikel sermayelerin ç›karlar›n›n farkl› birikim biçimlerinde farkl› olaca¤›n› ileri sürer. Öte yandan birikim stratejisi denklemin yaln›zca bir yan›n› oluflturur. Toplumsal iliflkileri aç›klay›c› genel bir formülün tamamlanabilmesi için hegemonya projesi kavram›n› gelifltirir8. Hegemonya, erken dönem yaz›larda s›n›f ba¤lant›l› ama mutlak s›n›f-bilinçli olmayan farkl› toplumsal güçlerin belli bir s›n›f›n ya da s›n›f fraksiyonunun politik entelektüel ve ahlaki önderli¤i alt›nda konumland›¤›, tekil ç›karlar ile genel ç›karlar aras›ndaki çeliflkiler sorununu çözecek özgül bir proje olarak tan›mlan›r (Jessop, 1983: 100). Jessop bu kavramlar›n, birincisinin –birikim stratejileri– sermayenin alternatif mant›klar›n›, ikincisinin –hegemonya stratejileri- s›n›f mücadelelerinin alan›n› çözümlemede yararl› olduklar› için, birbirlerini tamamlad›klar›n› savunur. Ancak, yine de ekonomik bir yorumdan kaç›nmak için, kavramlar ayr› tutulmal›d›rlar. Bu ayr›m›n temeli, sermaye ile devlet, bir baflka deyiflle iktisadi alan ile siyasal alan aras›ndaki ayr›md›r. Sermaye nas›l biçim-belirlenimli bir toplumsal iliflkiyse, devlet de ayn› flekilde biçim-belirlenimli bir toplumsal iliflkidir (Jessop, 1983; 89, 98). ‹flte sermayenin biçimi birikim stratejileri, devletin biçimi de hegemonya projeleri temelinde çözümlenmelidir. Yani bir birikim stratejisi sermayenin çeflitli fraksiyonlar›n›n ç›karlar›n› farkl› flekillerde etkileyen özgül bir ekonomik büyüme modelini ifade eder. Böyle bir stratejinin baflar›l› olabilmesi için, sermayenin çeflitli fraksiyonlar›n› bir fraksiyonun hegemonyas›nda birlefltirmesi ve hepsinin ç›karlar›n› ilerletmesi gerekir. Görülece¤i gibi Poulantzasc› farkl› s›n›flar ve/veya fraksiyonlar aras›nda bütünlü¤ü sa¤lay›c› siyasal alan olarak devlet burada bir hegemonya stratejisinin bir parças› olarak devlet projesine dönüflmüfltür. Ancak burada hala varl›¤›n› koruyan s›n›f mücadelesi geç dönem çal›flmalar›nda ya hiç görülmez olur, ya da post yap›salc› bir anlay›flla “global bir özne” de¤il de yap›-strateji diyalekti¤i içinde devinen di¤er toplumsal öznelerle eflit “flansa” sahip herhangi toplumsal bir güç olarak sunulur. Jessop, birikim stratejileri kavram›n›, sermaye iliflkisinin temel çerçevesi içinde de¤erlendirilebilecek alternatif birikim kanallar›n›n varl›¤›na vurgu için gelifltirdi¤ini belirtir. Gerçekte bu kavramlaflt›rmay› kapitalist devleti sermaye-mant›ksal yöntemle aç›klayan anlay›fl› aflma amac› tafl›d›¤›n› vurgulamak istemektedir:

367

8 Jessop, Düzenleme Okulunun ekonomik iliflkileri tan›mlay›fl›n› neo-Gramscici bir perspektifle yorumlayarak, toplumsal iliflki olarak devlet ve proje olarak devlet nosyonuna ulafl›r. Gramsci’nin devlet= siyasal toplum + sivil toplum ve fliddetle donat›lm›fl hegemonya formülasyonunu ekonomi = birikim rejimi + ekonomik düzenlemelerin toplumsal biçimi ve sermayenin kendini yeniden de¤erlendirmesinin düzenleme biçimleri olarak yeniden formüle ederek, birikim rejimi + hegemonya stratejisinin yap›sal bir parças› olarak proje olarak devlet nosyonuna ulafl›r. Böylelikle tarihsel olarak belirli bir dönemde ortaya ç›kan birikim rejimlerine ve genel hegemonya projelerine denk düflen devlet projeleri tan›mlan›r: Refah devleti projesi, yeni sa¤ devlet projesi gibi.


368

Atilla Güney

* Vurgu bana ait.

Kapitalist geliflimin sadece bir tek nesnel mant›¤› yoktur. Bu nedenledir ki farkl› birikim rejimlerine, geliflme modellerine ve düzenleyici kal›plara tekabül eden alternatif kapitalist geliflme mant›klar› vard›r (Jessop, 1993: 71).

Bu mant›¤›n en önemli sonuçlar›ndan bir tanesi s›n›f mücadelesinin de yap›-strateji diyalekti¤inin olumsall›¤›na terkidir ki, bu yolla da Jessop s›n›f-belirlenimci kapitalist devlet aç›klamalar›n› aflmay› hedefler: Birikim stratejilerini, düzenleyici mekanizmalar› veya hegemonya projelerini planlayan baflar›yla uygulanmas›n› garanti alt›na alan global bir özne yoktur. Bunun yerine eylemleri az veya çok eflgüdümlü olan ve di¤er toplumsal güçler taraf›ndan az veya çok direniflle karfl›laflan, öteki toplumsal güçlerin stratejilerini kendileri için hem engelleyici hem teflvik edici olacak bir yap›sal ba¤lamda takip eden farkl› özneler buluruz (Jessop, 1993: 81)*.

Dolay›s›yla yap›-strateji diyalekti¤i içinde s›n›f mücadelesi, di¤er toplumsal güçlerin stratejileri gibi bir faaliyet alan›na sahiptir. Ancak bu, toplumsal s›n›flara s›n›f stratejilerinin belirleyici oldu¤u biçiminde asla iradi nitelik yüklenece¤i anlam›na gelmemelidir. Yap›/mücadele diyalekti¤i mücadeleyi yap›dan ay›rmaz fakat ikisi aras›nda karmafl›k etkileflimi gösterir. Jessop için yap›lar sadece mücadelelerin daima belirli konjonktürlerde ortaya ç›kmalar› anlam›nda, mücadeleye önceldir. Fakat bu konjonktürlerin kendileri de geçmifl mücadelelerin ürünüdür (Jessop, 1993: 82). Bu karmafl›k rastlant›sall›klara ra¤men, kapitalizmin nas›l yeniden üretildi¤ini anlamak için belirli birikim rejimleri, geliflim modelleri ve düzenleme biçimleri, stratejik seçicilik ve kurumsal etkileflim yöntemiyle incelenmelidir. Jessop, son dönem çal›flmalar›nda stratejik iliflkisel yöntemi kullanarak kapitalist devleti aç›klamada s›n›f-kuramsal ve sermaye kuramsal yönelimli aç›klama biçimlerinin içine düfltükleri ikili¤i aflmay› amaçlamaktad›r. Her iki yaklafl›m›nda kapitalist devleti aç›klamada sermaye mant›¤›n›n ve/veya s›n›fsal mücadelesini ç›k›fl noktas› alarak daha en bafltan iktisadi belirlenimcili¤e sapland›klar›n› söyler (Jessop, 2001a: 1). Stratejik iliflkisel yöntemde yap›lar ve onlar›n biçim ve içeri¤i ancak analitik olarak belirli bir strateji içerisinde kavranabilir. Jessop’a göre, toplumsal eylemler de bu stratejinin gerektirdi¤i içeri¤e dayal› analitik yap›lanmalard›r. Bu tür bir yaklafl›m arac›l›¤›yla, verili bir yap› içerisinde baz› toplumsal aktörlerin, kimliklerin, stratejilerin, ve baz› toplumsal eylemlerin nas›l öncelik ald›¤›n› ve bireysel veya kolektif aktörle-


Bob Jessop Üzerine Bir De¤erlendirme

rin bu stratejileri ve onlar›n içeri¤ini dikkate alarak hangi öncelikleri hesaba katt›klar›n› (e¤er varsa) inceleyebiliriz. Baflka bir deyiflle, bu yöntem yap›lar›n, bizatihi kendilerinin yap›da kay›tl› stratejiye ba¤l› seçicilik ve toplumsal eylemlerin yine yap›sal olarak yönelimli stratejik hesaplar dikkate al›narak incelenmesini içerir. Buna Jessop bir de söylem analizini ekler ki, söylemsel paradigmalar›n, söylemsel kimlik ve konumlar›n, söylemsel stratejilerin ve taktiklerin di¤er taktik ve stratejiler üzerindeki önceli¤i incelenebilsin (2001a: 1). Yap›sal ve söylemsel ilgilenimlerin stratejik iliflkisel yöntem çerçevesinde birlefltirilmesi, farkl› eylem alanlar› içindeki yap›sal olarak kay›tl› seçiciliklerin incelenmesinde dönüfllü bir yöntemin gelifltirilmesine olanak tan›r (ki bu söylemsel yap›lar›n, kendinden-dönüflsel kapasitelerini, bireysel ve kolektif ö¤renmeyi ilgi alan› içine al›r). Bu ba¤lamda, devlet art›k ne bütün toplumsal güçlerin eflit oranda ele geçirip kendi amaçlar› için kullanabilecekleri do¤al bir araç, ne de belli bir s›n›f›n ç›kar›na hizmet eden ak›lc› hesapç› bir öznedir. Devlet yap›sal olarak belirlenmifl stratejik iliflkiler bütününün bir bilefleni olarak bir iliflki biçimidir. S›n›f çat›flmas›, sadece sermayenin daha önce belirtmifl oldu¤umuz toplumsal biçimleri –birikim stratejileri– taraf›ndan yap›land›r›ld›¤›nda ve bu iliflki biçimleri içinde massedildi¤inde kapitalist geliflmenin motor gücü olur (Jessop, 1993: 153). S›n›f karfl›tl›klar›, sermayeye içsel olan s›n›fsal sömürünün ve tahakkümün çözümlenemez z›tl›¤›n›n iliflkisi oldu¤u için vard›r. Jessop bu noktada Türetmeci Okul’un biçim-belirlenimci mant›¤›ndan hareketle, kapitalizme uzlaflmaz çeliflkilerle donan›ml› özelli¤ini verenin kendilerini s›n›f güçleri olarak ifade eden kuvvetler aras› iliflkilerin çat›flma biçiminde ortaya ç›k›fl› olmad›¤›n›, aksine s›n›f mücadelesine atfedilen dinamik ve totalize edici niteli¤in, genelde bu mücadeleyi yap›land›ran ve s›n›fsal güçlerin arkas›ndaki etkilerin yönelimini belirleyen biçimlere dayand›¤›n› vurgular9. Bu demektir ki bizler s›n›f öznelerini, öznel s›n›f kimliklerini ve s›n›f bilinçli (s›n›f temelli) talepleri s›n›f mücadelesinin özelli¤ini yorumlarken tek referans noktas› olarak alamay›z. Jessop’a göre en önemli özneler, en önemli kimlikler ve temel talepler s›n›f terminolojisi ile aç›klanmaya ihtiyaç duymaz. Jessop’un Marksist devlet kuram›ndaki s›n›fsal-kuramsal/sermaye-kuramsal ikilemini aflma çabas›n›n sonucu gelifltirdi¤i kuram kendi içinde sorunludur. Jessop ilk önce iktisadi alan ile siyasal alanlar› ay›r›p, onlar› paralel kerteler olarak de¤erlendirme-

369

9 Jessop ile John Holloway ve Werner Bonefold aras›ndaki tart›flma için bkz. Bonefeld ve Holloway (1991).


370

Atilla Güney

10 Elefltirel gerçekçili¤in Marksizm ile örtük benzerliklerinin oldu¤una iliflkin iddialar›n elefltirisi için bkz. Roberts (1990).

yi önerir. Bunu takiben bu ayr› alanlar› çözümlerken “strateji” kavram›n› gelifltirir. Simon Clarke’›n da (1991: 131) belirtti¤i gibi söz konusu stratejileri ve projeleri kimin hangi flekilde oluflturup uygulamaya koydu¤u belirsizdir. Haldun Gülalp’in bu ba¤lamda Jessop’un strateji kavramlaflt›rmas› üzerine de¤erlendirmesi ilginçtir: Ya bir birikim stratejisini bilinçli olarak tasarlayan fraksiyon ayn› zamanda ona uygun bir hegemonik proje de tasarlar (bu yorum belirlenimsizlik sorununu çözebilir, ama Jessop’un kaç›nmaya çal›flt›¤›ndan daha indirgemeci bir çözüm oluflturur); ya da bu iki alan aras›nda eflzamanl› ve karfl›l›kl› uyuflan birer çözümün, bir flekilde belki rastlant› eseri olarak belirece¤i varsay›lmal›d›r (Gülalp, 1993: 89).

Jessop’un son dönem yaz›lar›nda Gülalp’in sundu¤u ikinci olas›l›¤› tercih etti¤ini görüyoruz. ‹ktisadi belirlenim ve devletin s›n›fsall›¤› hayaletinden bir türlü kurtulamayan Jessop, yap›sal belirlenim, yap›sal seçicilik gibi kavramlarla aflamad›¤› bu sorunu Marksizm d›fl› kuram ve kavramlardan yararlanarak aflmaya çal›fl›r. Bunlardan ilki yöntembilimsel anlamda Althusserci yap›salc›l›kla pek çok benzer noktas› olan elefltirel gerçekçiliktir. Elefltirel gerçekçilik, Jessop’un da teslim etti¤i gibi nedensellik düzeneklerinin ve insani prati¤in ürünü olan ancak bu pratikten ba¤›ms›z hareket eden yap›lar›n gerçeklikten soyutlanarak ç›kar›lan kavramlar arac›l›¤›yla incelenebilece¤ini savunur. Dolay›s›yla bireyler kendilerini sarmalayan ve içinde eyledikleri yap›lar› elefltirel biçimde anlayabilirler. Marx’›n da benzer flekilde yap›lar›n alt›nda yatan gerçekli¤i kavrayabilmek için bilimi kavramsal soyutlama olarak ele ald›¤›n› iddia ederler (Isaac: 1990: 18). Bir kay›tla ki; bütün sorun Marksist tarihsel materyalist yöntemdeki tarihselci vurgu ve bütünsellik kavram›na duyulan kuflkudur. Bir baflka deyiflle tarihte ve toplumsal yaflamda s›n›f iliflkileri ve/veya s›n›f çat›flmas› yap›salc› anlamda sorunsal olmaktan ç›kar›l›r yerini yap›sal nedenselli¤e, üst belirlenime b›rak›r. S›n›f savafl›m› ve s›n›fsal mücadeleye karfl› duyulan bu kuflkunun ikinci ve do¤al aflamas› ekonomik alan siyasal alan ikili¤inin sorunsallaflt›r›l›p nihayetinde devlet kuram›nda görüldü¤ü üzere hem s›n›f mücadelesinin hem de toplumsal üretim iliflkilerinin gündemden ç›kar›lmas›d›r. Jessop elefltirel gerçekçi yöntemin, Düzenleme Okulu’nun argümanlar›yla iliflkilendirilmesinin Marksizmi daha anlafl›l›r k›laca¤›n› savunur (Jessop, 2001d: 1)10. Bir baflka deyiflle düzenleme okuluna içkin olan elefltirel gerçekçi yöntem Althusser’in yap›salc›l›¤›ndan ç›kar›l›r. Yani, yap›sal olarak belirlenmifl bütünlük an-


Bob Jessop Üzerine Bir De¤erlendirme

lay›fl› ve yap›sal nedensellik, elefltirel gerçekçi yaklafl›m›n da genel olarak benimsedi¤i bilgi-kuramsal önermelerdir. Ki bu bilgi kuramsal ö¤eler, Düzenleme Okulu ile elefltirel gerçekçi okulu birbirine yaklaflt›rmaktad›r. Bir baflka ifadeyle, Düzenleme Okulu’nun kapitalist ekonomik iliflkilerin iflleyifline iliflkin savlar› elefltirel gerçekçi yöntemin bilgi-kuramsal önermeleri ile desteklenmelidir (Jessop, 2001d). Asl›nda elefltirel gerçekçi yöntem ile yap›salc› bir temele dayanan düzenleme okulu aras›ndaki benzerlikler bu deste¤in dozunu azaltmaktad›r. Öyle ki, Althusser’in yap›sal belirlenim olarak ifade etti¤i ile, elefltirel gerçekçi iktisat kuram›n›n yap›n›n olgusal biçimleri ile yüzeysel hareketlerinin yeniden-do¤urucu kabiliyeti olarak tan›mlad›¤› ve kapitalizmde gizli ve içsel olarak varolan biçiminde tan›mlad›klar› ayn› fleydir (Jessop, 2001d: 3). Jessop, Düzenleme Okulu ile elefltirel gerçekçi okul aras›ndaki iliflkiyi ve bunun kendi devlet kuram›na katk›s›n› üç bafll›k alt›nda özetler. Birincisi, Düzenleme Okulunun kapitalist ekonomik iliflkileri çözümlerken kulland›¤› stratejik iliflkisel yöntemdir. Yani sermaye, düzenleme kuram› çerçevesinde toplumsal bir iliflki –iliflkiler içindeki karmafl›k iliflkiler düzene¤i– olarak çözümlenir (Jessop, 2001d: 12). Bu iliflkiler, anlaml› toplumsal eylemler içinde ve onlar arac›l›¤›yla üretilir. Ayr›ca, elefltirel gerçekçilik arac›l›¤›yla, Jessop, kapitalist devlet çözümlemesine, içinde kapitalist yeniden üretim ve düzenlemelerin ortaya ç›kt›¤› “zamansalmekânsal sabitlikler”i dahil eder. ‹kincisi, çözümlenmeye eklenen gerçek mekanizmalar›n çift tarafl› e¤ilimselli¤idir. Elefltirel gerçekçi yöntemde, do¤a bilimlerindeki nedensel mekanizmalar, kendi gerçekleflimlerinden ba¤›ms›z olarak vard›rlar. Toplumsal bilimlerde ise bu nedensel mekanizmalar, içinde ve arac›l›¤›yla yeniden üretildikleri toplumsal eylemlerden ayr› var olamazlar. Yine bu nedensel mekanizmalar do¤adakine k›yasla daha k›sa ömürlü ve rastlant›sald›r. Bu noktada “zaman-mekânsal sabitlik” kavram›, bu yeniden üretilip düzenlenen, e¤ilim ve karfl› e¤ilimlerin özgül mekanizmalar›n›n içinde olufltu¤u özgül toplumsal ba¤lam› belirlemede yard›mc› olur. Üçüncüsü, Düzenleme Okulu daha çok toplumsal iliflkilerin dönüflümsel çözümlemesi ile -yani belirli bir düzenleme biçiminden baflka bir düzenleme biçimine geçiflin dönüflümsel dinamikleri ile – ilgilenirken, elefltirel gerçekçi yöntem sayesinde bu iliflkilerin yeniden üretim boyutu da çözümlemeye kat›lm›fl olur (Bhaskar, 1989: 76). Jessop buna toplumsal faillerin sermaye ilifl-

371


372

Atilla Güney

kilerinin yeniden üretimi süreci içindeki eylemlerinin stratejik bir boyutunun oldu¤unu ekler (Jessop, 1983, 1990, 1996). Çünkü, “toplumsal yap›lar idare ettikleri faaliyetlere bianen var olduklar› için, bu faaliyetleri yerine getiren aktörlerin yapt›klar› fleyi ifade etmek için sahip olduklar› kavramlaflt›rmadan ba¤›ms›z var olamazlar” (Bhaskar, 1989: 78). Yani Jessop’un strateji kavram› da t›pk› yap›, yap›sal belirlenim gibi tamamen bir soyutlamad›r. Bu soyutlama mant›¤›ndan hareketle Jessop siyasal alan ile iktisadi alan aras›ndaki iliflkiyi yap›sal olarak birbirinden ayr› fakat sermaye birikiminin sürdürülebilmesi için gerekli olan birikim stratejinin gerektirdi¤i devlet projesi çerçevesinde bir araya gelen farkl› yap›sal ba¤lanma süreçleri ba¤lam›nda aç›klar. Sermaye iliflkileri, oluflumsal olarak tamamlanmam›flt›r ve birikim süreci devam ettirilmek isteniyorsa, ekonomi d›fl› ö¤elerle desteklenmesi gerekir. Devlet bu destekleme sürecine hem do¤rudan hem de di¤er ekonomi d›fl› düzenleme tarzlar›n›n modülasyonu arac›l›¤›yla kat›l›r. Devletin bunu baflarmas› birikim sürecinden ç›karsanacak gelir ve kaynaklara ba¤l›d›r. K›sacas›, devlet-ekonomi iliflkisi kaç›n›lmaz olarak karfl›l›kl› birbirine ba¤›ml›l›¤›, stratejik koordinasyona yönelik aceleci teflebbüsleri içerir ve yap›sal ba¤lanmalar üretir (Jessop, 2001e: 6).

Marx’›n yönteminin elefltirel gerçekçi yöntemle ba¤daflt›rma girifliminin alt›nda, onun tarihselci niteli¤ine karfl› nefret ç›nlamalar› da iflitilir. ‹ddia edilir ki Marksizmin bu söz konusu tarihselci biçiminden kurtulup araflt›rma gelene¤inde bir ilerleme kaydedilecekse, “bunun dört aç›k seçene¤i vard›r: neo-pozitivist analitik Marksizm, Habermas’›n neo-Kantç› iletiflimsel eylem kuram›, Neo-Nietzscheci post-Marksizm veya diyalektik elefltirel gerçekçilik” (Bhaskar, 1993: 352). Bütün bu say›lan kuramsal yaklafl›mlar›n en çarp›c› ortak özelliklerinden bir tanesi tarihselli¤i bir baflka deyiflle s›n›fsal mücadelenin tarihin motoru oldu¤u fikrine karfl› tak›nm›fl olduklar› ortak reddiyedir. ‹kincisi ise Marksist bütünlük anlay›fl›n›n terk edilmesidir. Oysa Marx emek kuram›nda kapitalist gerçekli¤e iliflkin dört kesin yarg›da bulunur. Birinci bu kuram kapitalizmin nas›l kendi çat›flmac› ve sömürücü özünü yeniden üretti¤ini gösterir. ‹kincisi, kuram, bu özü tarihsel olarak belirli bir s›n›fl› toplum biçimi içinde konumland›rma çabas›n› içerir. Üçüncüsü, bu s›n›f iliflkileri, kapitalizm öncesinden kapitalizme geçifli aç›klar. Ve son olarak, eme¤in de¤er kuram› kapitalizme geçifle ve kapitalizmin dinamiklerini aç›klamaya yönelik alternatif bir kavramsal çerçeve sunar (Week, 1997: 91 ). Bu dört özellik birbiriyle bütünlük oluflturur.


Bob Jessop Üzerine Bir De¤erlendirme

Bu bütünlük anlay›fl› yap›sal nedensellik mekanizmas› ile afl›ld› ve böylece iktisadi alan ile siyasal alan ikili¤i veri kabul edildikten sonra, aralar›ndaki iliflki yap›sal nedensellik, son kertede belirlenim gibi kavramlaflt›rmalarla aç›klanmaya çal›fl›ld›. Ancak yap›sal nedensellik mekanizmas›n›n içine tarihsel özne fikrini sokmak her daim tutars›zl›kla sonuçlanm›flt›r. Bu tutars›zl›k “post-modern / post- yap›salc› ideoloji”nin büyük anlat›lara sald›r›s›nda ve paralel olarak söylem analizine sar›l›fl›nda ifadesini bulur. Jean-François Lyotard “birleflik bir bütün olarak toplum” fikrinin Horkheimer’in “akl›n paranoyas›” olarak tan›mlad›¤› durum oldu¤u inanc›ndad›r (Lyotard, 1984: 12). Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe toplumun söylemin geçerli öznesi olmad›¤›n› vurgularken (1985: 111) bütünlük kavram›na karfl› ç›kmaktad›rlar asl›nda. Bunu da toplumda bütün farkl›l›klar› kapsay›p sabitleyecek kurucu bir ilkenin olamayaca¤›n› vurgulayarak pekifltirirler. Bu yolla hem bütünlük fikrinden hem de kendilerince farkl›l›klar› kapsay›c› kurucu ö¤e olarak gördükleri s›n›f kavram›ndan ve s›n›fsal analizden kurtulmufl olurlar. Habermas, toplumsal etkileflimin insanl›¤›n üretim iliflkilerine indirgenemeyecek bir boyutunun oldu¤unu vurgular. Maddi üretim d›fl do¤a üzerinde artan bir denetimi amaçlarken, toplumsal etkileflim iç do¤an›n toplumsal yaflama uyumu düzenleyen normlar› düzenler. Ve iki alan birbirinden ayr› fleylerdir. Jessop da üretim alan› ile siyasal alan› yap›salc› bir mant›kla farkl› “kerteler” olarak ele alarak bütünlük kavray›fl›n› bertaraf edebilmifltir. Ancak tarihsel özne sorununu bu bütünlü¤ün yerine ikame etti¤i yap›sal belirlenim, yap›sal nedensellik gibi mekanizmalar›n içinden çözümlemeye kalkt›¤›nda tutars›zl›klar bafllar. Bu ba¤lamda Jessop’un kapitalist devlete iliflkin gelifltirmifl oldu¤u kuram›n içinden geçti¤i farkl› kuramsal mecralar› ve kuram›n eklektik yap›s›n› dikkate ald›¤›m›zda, söz konusu sürecin tarihsel özne sorununu bir türlü çözememenin Jessop’ta yaratt›¤› rahats›zl›¤›n izlerini tafl›d›¤›n› vurgulamak yanl›fl olmasa gerek. Bu rahats›zl›¤›, Jessop son dönem çal›flmalar›nda (2001c) Luhmann’›n toplumbilim kuram›ndan yararlanarak aflmaya çal›flmaktad›r. Luhmann, Talcott Parsons’›n sistem kuram›n› sibernetik ve otopoietik toplum anlay›fl› ile sentezlemifltir. Luhmann’a göre, –Habermas benzeri bir mant›ktan hareketle– bir iletiflim sistemi olarak toplumsal sistem, ve onun de¤iflken alt sistemleri do¤adaki genel evrim flemas›n›n içinde hayatta kalmak için mücadele eden sistemler gibi kendi kendini üretebilen (autopoietic)

373


374

Atilla Güney

bir sistemdir (1979: 6). “Autopoiesis kuram›” do¤ada varolan organik ve inorganik oluflumlar› kendi kendilerini yeniden üreten ve yeniden oluflturan sistemler olarak gören aslen biyolojide kullan›lan bir yaklafl›md›r. Luhmann, autopoetik kuram›n toplumsal sistemleri anlama ve aç›klamada da uygulanabilece¤ini savunmufltur. Bu tür sistemler kendi kendilerini yoktan var edemeyecekleri için kendinden-oluflumlu de¤il ve fakat kendi yerel sistemleri içinde yeni ö¤eler üretme yetene¤inde olduklar› için kendini organize edebilen sistemler olarak anlafl›lmal›d›r. Bu yaklafl›m toplumsal üretim iliflkilerini insan ürünü olan fakat insanlar›n içinde ona tabi eyledikleri yap›sal ve söylemsel oluflumlar olarak gören yap›salc› post-yap›salc› anlay›fla uygundur. Öte yandan bunun kadar önemli bir di¤er nokta kendini üretebilen, yenileyebilen bu sistemler, herhangi bir özneye gerek olmaks›z›n, genel de¤iflim (devrim de¤il evrim) sürecine do¤al bir itki göstererek uymaktad›rlar. Autopoietik sistem Luhmann taraf›ndan bir flebekenin bileflenlerinin üretiminin birli¤i olarak tan›mlan›r. Bu öylesine bir flebekedir ki bileflenler, kendi içsel etkileflimleri yoluyla kendilerini üreten bu flebekeyi vücuda getirip, gerçeklefltirirler (Luhmann, 1990: 23). Benzer flekilde Luhmann, iletiflimi autopoietik toplumsal sistemin yeniden üretimine örnek gösterir. ‹letiflim sistemi ve toplum içindeki söylemsel oluflumlar bu tür kavramsal yaklafl›mlar› aç›klamada, s›kl›kla baflvurulan örnekleme yoludur. Çünkü dilde ve söylemde konuflman›n öznesi bireydir ve bu yüzden dilsel yap›y› de¤ifltirme potansiyeli tafl›maz. Dilbilimin ve söylem analizinin bu biçimde yap›sal de¤erlendirmesi, kaç›n›lmaz olarak gösteren-gösterilen iliflkisinin toplumsal iliflkilere bir model olarak al›nmas› demektir. Bunun anlam› fludur: Toplumsal iliflkiler kendi içine kapal› bir göstergeler aras› ya da buna tepki olarak geliflen bir gösterilenler aras› iliflki türüne indirgenir. Gösteren ile gösterilen aras› iliflki keyfidir (contingent). Böylelikle önermeler ile gerçeklik aras›ndaki ba¤lant› kopar veya gösteren ya da gösterilen kendi bafl›na mutlaklaflt›r›l›r. Bu ba¤lant›n›n kopmas› do¤rulu¤un zay›flamas›d›r. Buradan nedensellik iliflkisinin ortadan kald›r›lmas›na ve tarihin rastlant›sallaflt›r›lmas›na varmak çok kolayd›r. Tarihsel olaylar› anlafl›l›r k›lan gereklilik iliflkisinin yerini keyfilik ve belirlenmemifllik al›r. Bir ad›m sonras›, yap›sal belirlenim veya yap›sal seçicilik veya rastlant›sal zorunluluk gibi kavramlar›n toplumsal gerçekli¤i aç›klamada kullan›lmas› ve radikal Marksist kuram içerisinde bu tür kavramlaflt›rmalar›n s›kça kul-


Bob Jessop Üzerine Bir De¤erlendirme

lan›l›r olmas›d›r. Söz konusu söylem ve autopoietik model kavramlaflt›rmalar› Jessop’un stratejik iliflkisel devlet kuram›nda devletin bütün s›n›f mücadelelerinden uzak, üretim iliflkilerinden özerk bir alan ve iliflkiler sistemi olarak kavramlaflt›r›lmas›na yard›mc› olacakt›r. Çünkü, autopoietik kuramc›lar, devletin en basitinden kendinden tan›ml› veya içsel siyasal sistem modeli oldu¤u fikrini gelifltirdiler. Burada autopoietik sisteme özgünlük kazand›ran, sistemlerin (burada devlet) kendi radikal eylemsel özerkli¤idir” (Jessop: 2001c: 1). Böylece Jessop, Poulanzas’›n iktisadi kerte ile iliflkisinde ayr›flm›fl siyasal alan ve toplumsal s›n›flar karfl›s›nda görece özerk devlet modelinden kendinden tan›ml› radikal eylemsel devlet modeline ulafl›r.

Sonuç Yerine Bu çal›flmada amaçlanan, Jessop’un kapitalist devlete iliflkin çal›flmalar›nda siyasal alan-iktisadi alan iliflkinin ve s›n›f mücadelesinin konumland›r›l›fl›n› tart›flmaya açmakt›. Kuflkusuz bu iki sorunsal, hem çal›flmalar›n›n hacimsel geniflli¤i hem de kulland›¤› kavramlar›n farkl› kuramsal dayanaklar› ve zenginli¤i de dikkate al›nd›¤›nda, Jessop’un devlet kuram›na iliflkin kapsay›c› bir betimleme ve/veya elefltiriyi sunamayacakt›r. Zaten çal›flman›n bafl›nda belirtildi¤i gibi hedeflenen de bu de¤ildir. Bu çal›flma çerçevesinde Jessop’un çal›flmalar›nda yap›salc› edinimin afl›lamam›fl bir sorun olarak varl›¤›n› sürdürdü¤ünü göstermeye çal›flt›m. Bu nedenledir ki kuram›nda aflmay› hedefledi¤ini iddia etti¤i sorunsallar farkl› biçimde yeni ve daha karmafl›k sorunlara yol açmaktad›r. Bir baflka deyiflle siyasetle iktisadi u¤raklar aras›ndaki ikilikler Jessop’un çal›flmalar›nda kendisini sürekli üretmekte, daha da önemlisi siyasal u¤rak iktisadi u¤ra¤›n önüne konulmaktad›r. Jessop gibi üretken sosyal bilimcilerin zengin kavramsal ve kuramsal çerçeveli çal›flmalar›na farkl› sorunsallar ba¤lam›nda yaklaflmak mümkündür. Benim tercih etti¤im bak›fl aç›s›n›n kuramsal oldu¤u kadar pratik kayg›lar tafl›d›¤›n› da belirtmekte yarar var. Jessop’un yaklafl›m›, her fleyden önce s›n›f mücadelesini tarihsel materyalist yöntembilimin merkezinden ç›kar›p, s›n›fsal iliflkileri tarihsel toplumsal gerçekli¤i aç›klamada, zahiri ve ikincil bir konuma itme sonucunu do¤urmufltur. Öte yandan kuramdan kovulan s›n›f mücadelesi ve s›n›fsal çat›flma yaklafl›m›na pratik siyasal mücadelede de art›k yer yoktur. Bu çal›flma çerçevesinde Jessop’un yaklafl›m›n›n kuramsal arkaplan›n› ve kuram› içerisinde yap›salc› edinimin izlerini sürme-

375


376

Atilla Güney

11 Negri, T. (1978) “Capitalist Domination and Working Class Sabotage”, CSE/Red Notes: Working Class Autonomy and the Crisis içinde, London, s. 116.

ye çal›flt›m. Ancak yaz›da de¤inilmeyen ve Jessop’un geçirdi¤i kuramsal de¤iflimde büyük etkiye sahip oldu¤unu düflündü¤üm bir di¤er nokta, çeyrek yüzy›ld›r devam eden kapitalizmin uzun erimli bunal›m›d›r. Denilebilir ki Jessop’un devlet kuram› bir bunal›m kuram›d›r ayn› zamanda. Salt bunal›m› aç›klamay› hedefleyen anlam›nda de¤il, bunal›m-yeniden yap›lanma-bunal›m sarmal›n›n bütün bulan›k, mu¤lak ve girift özelliklerini kuram›nda yans›tmas› itibariyle de bir bunal›m kuram›d›r. Asl›nda amiyane tabiriyle Jessop’un sermaye ve s›n›f mücadelesi sorununa bu denli takm›fl olmas› hiç de flafl›rt›c› de¤ildir. Yaz›n›n giriflinde belirtti¤imiz Marksist düflüncede kuram ile pratik aras›nda kurulan iliflkinin niteli¤i ve Marksizmin dünyay› aç›klaman›n yan› s›ra onu dönüfltürmeyi de hedefliyor olmas›n›n, özellikle bunal›m yeniden-yap›lanma gibi geçifl dönemlerinde bu gibi tak›nt›lar›n edinilmesinde oldukça önemli pay› var. Gramsci’nin hegemonya kuram›n› gelifltirirken bir yandan Sovyetler Birli¤i’ne bak›p hayal k›r›kl›¤› yaflamad›¤›n›, Almanya ve ‹talya’da sosyalist devrim beklenirken iflçi destekli faflist diktatörlüklerin kurulmas›n›n yaratt›¤› hezeyan›n kuram›na yans›mad›¤›n› iddia edebilir miyiz? Yine 1968 hareketi sonras› Frans›z Komünist Partisi içinde yaflanan iflçi s›n›f›n›n bu harekete neden öncülük edemedi¤ine iliflkin tart›flmalar›n, yap›salc› Marksizmin s›n›f mücadelesini ve özne sorununu bir tak›nt› haline getirmesinde etkisinin olmad›¤›n› söyleyebilir miyiz? Kuflkusuz yeni bilimsel geliflmeler, büyük oranda geçmifl kuramsal birikimin edinimlerine elefltirel bir tepkinin sonucu do¤arlar. Ancak prati¤in kuramsal geliflim üzerindeki refleksif etkisi de inkar edilemez. Jessop’un devlet kuram›nda s›n›f mücadelesinin ve s›n›fsal iliflkilerin tak›nt› haline geliflinde, 1980’li y›llar›n Thatcher hükümetlerinin ‹ngiliz iflçi s›n›f›ndan ve yoksullardan ald›¤› deste¤in, 1990’lar›n bafl›nda sosyalist dünyada yaflanan çöküntünün yaratt›¤› kuflkuculu¤un izlerini yakalamak pek de zor olmasa gerek. Ancak Jessop’un kuram›n›n geliflmifl son hali, bu tür kuflku, kayg› ve hezeyanlar›n, Marksizmin içinden tarihsel materyalist kavramlar›n Marksist olamayan bir anlay›fl ve yaklafl›m içerisinde, Marksist olamayan bir hedefe yönelebilece¤i gibi sonuçlar do¤uraca¤›n› göstermektedir. Antonio Negri’nin belirtti¤i gibi: ‹kimiz ayn› sözcüklerle farkl› fleylerden konufluyor olaca¤›z. Büyük Ay›’dan bahsediyoruz, ancak onun için Büyük Ay› uzay›n derinliklerindeki bir tak›m y›ld›z› ifade ederken bizim için bütün gerçek belirlenimleriyle var olan vahfli bir hayvan› ifade etmektedir11.


Bob Jessop Üzerine Bir De¤erlendirme

Kaynakça

kep, 15: 7-22.

Althusser, L. ( 1969) For Marx, London: Allen Lane.

Jessop, B. (2001), “Bob Jessop ile Görüflme”, Praksis, No: 1.

Althusser, L. ve E. Balibar (1970) Reading Capital, London: New Left Book.

377

Bhaskar, R. (1989) Possibility of Naturalism, London: Verso.

Jessop, B. (2001) “State Theory, Regulation and Autopoiesis: Debates and Controversies”, Capital and Class, 75. 83-92.

Bhaskar, R. (1993) Dialectic: The Pulse of Freedom, London: Verso.

Jessop, B. (2001a) “The Gender Selectivities of the State”, www.comp.lanc. ac.uk/sociology/soc073rj.html

Bonefeld, W. (1993) “Reformulation of State Theory”, Bonefeld, W. ve J. Holloway (der.), Post-Fordism and Social Form içinde, London: MacMillan, 6991.

Jessop, B. ( 2001b) Pre Disciplinary and Post-disciplinary Perspectives, New Political Economy, 6 (1). 89101

Bonefeld, W. Ve J. Holloway (der.), (1993) Post-Fordism and Social Form, London: MacMillan .

Jessop, B. (2001c) “Bringing the State Back in (Yet Again) : Reviews, Revisions, Rejections, and Redirections” , www.comp.lanc. ac.uk/sociology/soc070rj.html.

Clarke, S. (1991) “The State Debate”, Clarke S. (der.), The State Debate içinde New York: St. Martin’s, 1- 69.

Jessop, B. (2001d) “Capitalism, The Regulation Approach and Critical Realism” , www.comp.lanc. ac.uk/sociology/soc071rj.html.

Gülalp, H. (1993) Kapitalizm S›n›flar ve Devlet, ‹stanbul: Belge

Jessop, B. ( 2001e) “On the Spatio-Temporal Logic of Capitals Globalization and Their Manifold Implications for State Power”, www.comp.lanc. ac.uk/sociology/soc072rj.html.

Holloway, J. (1993) “The Great Bear, Post-Fordism and Class Struggle: a Comment on Bonefeld and Jessop”, Bonefeld, W. Ve J. Holloway (der) Post-Fordism and Social Form içinde, London: MacMillan, 92102. Holloway J. and S. Picciotto (1977) “Capital, Crisis and the State”, Capital and Class, 2. Jessop, B. (1982) The Capitalist State, Oxford: Martin Robertson. Jessop, B. (1983) “Accumulation Strategies, State Forms, and Hegemonic Projects”, Kapitalistate, 10/11. Jessop, B. (1985) N. Poulantzas, Marxist Theory and Political Strategy, London: Verso. Jessop, B. (1990) State Theory, Putting the Capitalist State in its Place, Pennsylvania: Pennsylvania University. Jessop, B. (1993) “Regulation Theory, Post-Fordism and Class Struggle: More than a Reply to Werner Bonefold”, Bonefeld, W. ve J. Holloway (der.), Post-Fordism and Social Form içinde, London: MacMillan, 145-169. Jessop, B. (1996) “Interpretive Socioology and the Dialectic of Structure and Agency: Reflection on Holmwood and Stewarts’ Explanation and Social Theory”, Theory and Society, 13(1): 119-128. Jessop, B. (2000) “Bob Jessop ile Görüflme”, Mürek-

Laclau, E. ve Mouffe C. (1985) Hegemony and Socialist Strategy: Towards a Radikal Democratic Politics, London: Verso. Luhmann, N. (1979) Trust and Power, Two Works by Niclas Luhmann, Chrichester: Cohn Wiley and Sons. Luhmann, N. (1990) Essays on Self-Reference, New York: Columbia University. Lyotard, J. (1984) The Postmodern Condition: A Report on Knowledge, Manchester: Manchester University. Özkazanç A. (1998) “Türkiye’de Siyasal ‹ktidar Tarz›n›n Dönüflümü”, Mürekkep, 10/11. Poulantzas, N. (1973) Political Power and Social Classes, London: Verso. Roberts,J. M. (1990) “Marxism and Critical Realism: The Same, Similar or Just Plain Different?”, Capital and Class, 68. 21-49. Tünay M. (1994), “Althusser ve Siyaset-Ekonomi iliflkisi”, ODTÜ Geliflme Dergisi, 21 (3). 449-464. Weber, M. (1968) Economy and Society, New York: Bedminster Week, B. (1997) “The Law of Value and the Analysis of Underdevelopment”, Historical Materialism I. 91112.


Praksis 9

| Sayfa: 379 - 410

Devlet Tart›flmalar›*(1) Simon Clarke Çeviri: ‹brahim Y›ld›z

Girifl Bu derlemede yer alan bildiriler kapitalist devlete yönelik belli bir yaklafl›m ortaya koymaktad›r; bu yaklafl›m 1970’lerde Sosyalist ‹ktisatç›lar Konferans›’n›n (CSE) çal›flma gruplar› içerisinde gelifltirilmifltir. Söz konusu bildiriler toplu müzakerelerden yola ç›k›larak haz›rlanm›flsa da, CSE içindeki ve hatta ilgili çal›flma gruplar› içindeki bir uzlaflmay› ifade etmekten uzakt›r. Bu bildirilerin seçilme nedeni de CSE içerisinde yürütülen çal›flmalar›n tipik birer yans›mas› olmalar› de¤il, devlet konusunda ayr›cal›kl› bir kuramsal yaklafl›m sergilemeleridir.1 1969’da kurulan CSE, önce iktisatç›lar› bir araya getirmeyi amaçlayan bir forum olarak ortaya ç›kt›; ancak tart›flmalar k›sa süre sonra ekonomik alan›n d›fl›na taflt› ve ekonomik geliflmeler kapitalist sistemin bir bütün olarak geliflmesinin bir yüzü olarak görülmeye çal›fl›ld›. 1970’lerdeki giderek keskinleflen siyasal ve ideolojik çat›flmalar ile giderek büyüyen ekonomik krizler ortam›nda ekonomik konular›n siyasal sorunlardan ayr› olarak ele al›nmas›n›n bir yolu yoktu. Kapitalist toplumun ekonomik ve toplumsal gelifliminin gelecekte izleyece¤i rotan›n, ister Marksist ister Neo-klasik olsun, ekonomik yasalar›n aç›kl›¤a kavuflturulmas› ile belirlenemeyece¤i giderek aç›kl›k kazan›yordu; geliflimin do¤rultusu toplumsal ve siyasal savafl›mlar›n sonucunda belirlenecekti. Öte yandan, bu savafl›mlar›n sonucunu yaln›zca oyunda rol alan güçlerin iradesinin ve kararl›l›¤›n›n belirlemeyece¤i de aç›kt›; içerisinde kavga verilen ekonomik, siyasal ve ideolojik çerçevenin s›n›rlay›c›l›¤› da etkin olacakt›. S›n›f savafl›m›n›n yeniden canlanmas› 1960’lar›n sonlar›ndan bafllayarak “ekono-

* Clarke, S. (1991) "The State Debate", Clarke, S. (der.), The State Debate, New York: St. Martin's Press,1-69. 1 Colin Barker, Joachim Hirsch ve Bob Jessop’un haz›rlad›¤› bildiriler bu tart›flman›n di¤er cephelerine zenginlik katm›fllard›r. Ne var ki, bu derlemedeki denge hesab› için ya da bu girifl yaz›s›n›n partizan karakteri için özür dileme gere¤i duymuyorum! Bu Girifl’in ilk müsveddeleri üzerine görüfllerini bildiren dostlar›ma (özellikle John Holloway, Werner Bonefeld, Sol Picciotto, Andrea Wittkowsky ve Joachim Hirsch’e), Warwick ve Coventry CSE Yerel Devlet Gruplar›n›n üyelerine ve hepsinden öte geçen onbefl y›l içinde süregelen devlet tart›flmalar›na kat›lan pekçok yoldafl›ma minnettar›m; tüm baflar› ve sorumluluk onlar›nd›r.


380

Simon Clarke

mi” ile “politika”, “yap›” ile “savafl›m” aras›ndaki iliflkiye kapitalist devletin rolünün anlafl›lmas› kapsam›nda e¤ilen kuramsal çal›flmalar›n önemini art›rd›. Bu kitaptaki bildirilerin ay›rt edici özelli¤i, 1970’lerin ilk yar›s›nda hüküm sürmüfl ve 1980’lerde yeniden önem kazanm›fl olan yap›sal-ifllevci ortodoksiye karfl›, devlet konusunda s›n›f savafl›m›n›n belirleyici rolü üzerinde yo¤unlaflan bir yaklafl›m gelifltirmeye çal›flmalar›nda yatmaktad›r. Bu yap›sal-ifllevcilik 1970’lerde Britanya’da esas itibariyle Poulantzas’›n, 1980’lerde ise bir yandan Habermas ile Offe’nin çal›flmalar›yla, öte taraftan da Frans›z Düzenleme Okulu ile ba¤lant›l› oldu. Ancak; bu yaklafl›m en geliflmifl haliyle Joachim Hirsch’in yap›tlar›nda kendini göstermifltir. Hirsch, Marksist temeller üzerinde bir devlet kuram› oluflturmaya soyunurken yukar›da and›¤›m›z kaynaklar› kullanm›flt›r. Alman yazarlar›n devlet üzerine tart›flmalar› ile Hirsch’in erken dönem çal›flmalar› bu kitab› oluflturan bildirilerin kaynaklar›ndan biri olmufltur. Fakat bu bildiriler, devlet konusunda Alman yazarlar›n çal›flmalar›n›, derinleflen bir ekonomik kriz ile k›z›flan bir ekonomik ve siyasal savafl›m›n yafland›¤› ‹ngiltere örne¤inde ele alm›flt›r. Bu ba¤lamda, Frans›z ve Alman katk›s›n›n “yap›sal-ifllevci” e¤ilimleri s›n›f savafl›m›n›n rolünü küçük göstermeye yetmemifl görünmektedir. Öte yandan kriz ve s›n›f savafl›m›n›n ‹ngiliz yazarlarca gelifltirilen daha derinlikli çözümlemeleri, devletin ve siyasal savafl›m›n özgüllü¤üne yeterli dikkati göstermemifltir. Burada bildirilerin yeniden üretti¤i bu tart›flmalarda, Frans›z ve Alman yazarlar›n devlet tart›flmalar›ndan ç›kard›klar› dersleri ‹ngiliz yazarlar›n kriz çözümlemelerinin getirdi¤i kavray›fllarla kaynaflt›rma amac› gözetilmifltir. Söz konusu bildirileri yay›mlamam›z›n alt›nda, bir antikac› merak›yla geçmifli kurcalama güdüsü de¤il, tart›flman›n seyrinde ortaya ç›kan kuramsal sorunlar›n hiçbir flekilde kal›c› bir çözüme kavuflturulmam›fl olmas› gerçe¤i yatmaktad›r. Bunun da nedeni öncelikle de¤iflen siyasal koflullar›n kuramsal vurgulamalarda bir kaymay› dayatmas›d›r; 1979-81 y›llar› aras›nda yaflanan ekonomik durgunluk döneminden sonra kapitalizmin görünürde bir istikrar kazanmas› yap›sal-ifllevcilik ve sistemler kuram›n›n yeniden canlan›fl›na ve s›n›f temelli çözümlemelerin bir kenara itilmesine yol açm›flt›r. Kapitalizmin kriz e¤ilimleri yeniden belirdikçe ve s›n›f çat›flmas› yeniden bafl gösterdikçe bu istikrar›n geçici bir nitelik tafl›d›¤›n›n giderek a盤a ç›kmas›, egemen bütünlefltirmeci kuramlar›n geçerlili¤i konusunda kuflkular›n do¤mas›na ve es-


Devlet Tart›flmalar›

ki tart›flmalar yeniden alevlenmesine neden olmufltur. Bu tart›flmalara yap›lan katk›lar› uzun bir tan›t›m yaz›s›yla birlikte tekrar yay›mlamaktan kast›m›z, eski yan›tlar›n yeni sorulara uygun karfl›l›klar oldu¤unu göstermek de¤il, yaln›zca geçmiflten ç›kar›lacak derslerin gelecekteki savafl›mlar için önemli bir zemin oluflturdu¤una dikkat çekmektir. Önceki tart›flmalara yap›lan son katk›lardan birinde hayk›r›ld›¤› gibi “Keynesci politikalar›n uyguland›¤› on y›llar süresince kapitalizme ve devlete iliflkin olarak çok ac› bir biçimde edindi¤imiz kavray›fla sahip ç›kmal›y›z” (LondraEdinburg Weekend Return Group, 1980: 2’nci Bask›ya ek 143). Bu derlemenin bu kavray›fla, de¤iflen koflullar ›fl›¤›nda, elefltirel bir gözle yeniden bakmaya yard›mc› olaca¤›n› umuyoruz.2

Kapitalist Devlet Sorunu 1970’lerin devlet tart›flmas›, sol çevrelerde 1960’lar boyunca etkili olmufl iki ayr› devlet kuram›na karfl› geliflti. Tekelci devlet kapitalizminin ortodoks Marksist kuram›, devletin sermayenin ç›karlar›yla özdefl tutulmas› esas›na dayan›yordu; öyle ki “tekelci güç ile devlet iç içe geçip kaynaflm›fl”t› (Afansyev, 1974: 197). Bu özdefllefltirme, üretimin toplumsallaflmas›n›n ve bununla ba¤lant›l› olarak sermayenin yo¤unlaflmas› ve merkezileflmesinin, ekonomik krizden sak›nma ve s›n›f savafl›m›n› törpüleme gayreti içindeki devleti, sermayeye ait pek çok ifllevi yerine getirmeye zorlad›¤› yolundaki argümana dayanmaktad›r. Böylelikle para ve kredi sistemi, vergi sistemi, ulusallaflt›rma, planlama araçlar› ile devletin sivil ve askeri harcamalar›n›n tümü sermaye birikimini sa¤lamak ve dolay›s›yla da ulusal tekelci sermayenin stratejik nitelikteki ekonomik ç›karlar›n› güvence alt›na almak için kullan›l›r. Tekelci sermayenin hem rekabet halindeki ulusal sermayelerle hem de iflçi s›n›f›yla iliflkisinde devleti gerçekten de kendi ç›karlar›na hizmet etmeye koflturma becerisi göstermesi; ekonomik gücünün yo¤unlu¤una, yürütme organ›yla olan kiflisel düzeydeki ba¤lant›lar›na, yürütmenin yasama üzerindeki egemenli¤ine ve iflçi s›n›f›n› kontrol alt›nda tutmak için reformizm silah›n› kullanmas›na ba¤l›d›r. Devlete iliflkin sosyal demokrat kuram ise, devletin ekonomiden kurumsal olarak ayr› oluflu üzerinde odaklanm›fl ve böylece de devletin siyasal bir kurum olarak özerkli¤ini vurgulam›flt›r. “Siyasal” alan›n “ekonomik” alandan analitik bir tutumla ayr› tutulmas›, kuramsal yönden üretimin da¤›t›mdan ayr› olarak ele al›nmas›na dayanmaktayd›. Bu bak›fl aç›s›ndan devletin, kapitalist üretim art›fl›n› sürekli k›lacak koflullar› güvence alt›na almak

381

2 Bu tart›flma son zamanlarda Capital and Class’›n sayfalar›nda yeniden boy gösterdi (Bonefeld, 1987; Holloway, 1988; Jessop, 1988; Clarke, 1988b). Ayr›ca Toni Negri’nin kendi denemelerinden oluflan önemli kitab›na da bak›labilir (Negri, 1988).


382

Simon Clarke

için gerçeklefltirdi¤i müdahale, kapitalistlerin kâr kayg›s›n› ulusal zenginli¤in geliflmesi yönündeki ulusal ç›kar karfl›s›nda ikincil bir konuma itmekteydi. Devletin s›n›fsal karakterini üretime müdahale etmesi de¤il, da¤›t›mla olan iliflkisi belirlemekteydi: devlet, öncelikle vergilendirme ve harcama politikalar› arac›l›¤›yla da¤›t›mda de¤iflikli¤e gidebilirdi. Böylelikle de bir sosyal demokrat hükümet, ilkece kapitalist üretim tarz›n›n ekonomik verimlili¤ini adaletli bir da¤›t›m sistemiyle ba¤daflt›rarak devlet erkinin araçlar›n› sermayenin ekonomik erkini dengelemekte kullanabilirdi. Sosyal demokrat sol aç›s›ndan, devlet, kapitalist iflletmelerin kamu mülkiyetine geçirilmesi arac›l›¤›yla mülkiyet iliflkilerinin dönüfltürülmesini ve böylece sosyalizme geçifli sa¤layan bir araç olarak hizmet görebilirdi. Sosyal demokrat sa¤a göreyse “denetim ile mülkiyetin birbirinden ayr›lmas›” mülkiyet sorununu tart›flmay› yersiz k›lmaktayd›. Bu devlet kuramlar›n›n yetersizli¤i 1960’l› y›llarda giderek daha belirginleflti. Bir yandan özellikle Britanya ve Almanya’da olmak üzere, refah devletinin geliflme göstermesi ve sosyal demokrat hükümetlerin iflbafl›na gelmesi, devleti tekelci sermayenin ç›karlar›yla kabaca özdefllefltiren yaklafl›ma darbe vurdu. Sermayenin artan bir flekilde uluslararas›laflmas› ulus-devletle ulusal sermayenin ç›karlar›n› özdefllefltirmeyi tart›fl›l›r hale getirdi. Devletin giderek fliddetlenen ekonomik krizle bafla ç›kamamas›, onun, sermayenin emrinde bir araç olarak etkin bir ifllevi oldu¤u yolundaki görüflü zay›flatt›. Dahas›, Tekelci Devlet Kapitalizmi kuram›, ortodoks komünist hareketin politikas›yla ba¤lant›l› olmas› yüzünden de sorunlar yafl›yordu; ki bu politika 1960’l› y›llar›n sonlar›nda ortaya ç›kan toplumsal hareketler için pek çekici de¤ildi. Öte yandan yoksulluk, kötü bar›nma ve olumsuz sa¤l›k koflullar› gibi sorunlar karfl›s›nda refah devletinin pek bir varl›k göstermeyifli, parasal ve finansal istikrars›zl›kla kendini belli eden ekonomik sorunlar ve bunun sonucunda iflsizli¤in artmas›, toplumsal huzursuzlu¤un (özellikle gençler ve kenara itilmifl toplumsal kesimler aras›nda) giderek artmas› ve de sosyal demokrat hükümetlerin sermayenin gücünü ve ç›karlar›n› gruplar›n› etkili bir biçimde karfl›s›na alamay›fl›, 1960’l› y›llar›n sonuna do¤ru, sosyal demokrat görüflün devlete yönelik o iyimser bak›fl›n›n inand›r›c›l›¤›n› yitirmesini sa¤lad›. Tekelci devlet kapitalizmi kuram› devletin özerkli¤ini hafife alm›fl, buna karfl›l›k sosyal demokrat kuram ise bu özerkli¤in s›n›rlar›n› önemsememifltir. Bu noktada ge-


Devlet Tart›flmalar›

reksinim duyulan, kapitalist devletin gücünün do¤as› ve s›n›rlar›na iliflkin daha doyurucu bir kuramd›. Devletin kapitalist s›n›f›n bir gerecine indirgenemeyece¤i aç›kt›, ama s›n›f savafl›m›nda tarafs›z bir rolde oldu¤u da söylenemezdi. Siyasal savafl›mlar›n devletin niteli¤i üzerinde belli bir etkisi vard›, ama bu etki devlet ile toplum aras›ndaki yap›sal iliflkide, özellikle de devletin ekonomi ile olan iliflkisinde içerilen s›n›rlamalarla k›s›tl›yd›. Dolay›s›yla, sosyal demokrasinin siyasal baflar›s›zl›¤›yla ortaya ç›kan kuramsal sorun, “ekonomi” ile “politika” aras›ndaki iliflkiye dair bir sorundu. Bu sorun, yerel entelektüel gelenekler ile siyasal koflullar›n etkisiyle de¤iflik biçimlerde ortaya konmuflsa da metropolitan kapitalist dünyan›n her yerinde hemen hemen ayn› anda bafl göstermiflti. Yine de tart›flman›n ilk evresinde, yayg›n olarak bilinen temalar yeniden gündeme gelmifl ve böylece tart›flma k›sa bir süre sonra ulusal s›n›rlar› aflarak uluslararas› bir niteli¤e kavuflmufltur. Ortaya ç›kan yeni yaklafl›mlar, Marksizm’den esinlenmifl olmalar›na karfl›n, Tekelci Devlet Kapitalizminin Marksist kuram›n› kesin bir biçimde reddediyordu; amaç, “siyasal”›n özgüllü¤ünü ve onun ekonomik çat›flmalara indirgenemezli¤ini savunabilmek için sosyal demokrat anlay›fl›n devletin özerkli¤ine yapt›¤› vurguyu canl› tutmakt›. Öte yandan bu yaklafl›mlar, sosyal demokrat görüflün devletin tarafs›z oldu¤u yolundaki yan›lsamas›na da kesin olarak karfl›yd›; devletin s›n›f karakteri son tahlilde devlet ile ekonomi aras›ndaki yap›sal iliflki taraf›ndan belirlenmekteydi; bu da devletin bir bütün olarak sistem içerisindeki ifllevinin belirledi¤i biçiminde içeriliydi.

Almanya’daki Tart›flmalar Sosyal demokrasinin Almanya’daki elefltirisini, esas olarak Sosyal Demokrat Partinin sa¤a kay›fl› ile “yeni toplumsal hareketler”in dramatik yükselifli özendirdi. Ne var ki, Tekelci Devlet Kapitalizmi kuram› da ayn› ölçüde gözden düflmüfltü. Bu durum bir yandan Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (GDR) otoriter devlet sosyalizmiyle yak›ndan ba¤lant›l›yd›. Öte yandan da, Alman devleti iflçi s›n›f›n›n ekonomik özlemlerine endüstriyel iliflkiler ve sosyal güvenlik sistemleri arac›l›¤›yla karfl›l›k verebiliyor gibi görünüyordu. Bu yeni toplumsal hareketler iflçi s›n›f›n›n baflkald›r›s› olmaktan çok, gençlerin ve d›fllanm›fllar›n bir baflkald›r›s›yd›. Ancak söz konusu yeni toplumsal hareketler bir gençlik isyan› de¤ildi yaln›zca; devlet kurumlar›yla, özellikle e¤itim siste-

383


384

Simon Clarke

miyle ve ayn› zamanda da konut edindirme ve sosyal yard›m kurullar›yla ve savafl sonras› ekonomik büyüme döneminde giderek egemen hale gelen maddiyatç› kültürle olan yüzleflmeden do¤an ayaklanmalard›. Sonuç, Alman elefltirisinin, a¤›rl›kl› olarak, devletin hizmet etti¤i (ekonomik) kesimler üzerinde de¤il de, devletin hem ifade edip hem de yeniden üretti¤i bask›c› ve bürokratik kamu yönetimi ile burjuva kültürünün bireyci maddiyatç›l›¤› üzerinde durmas› oldu. Bu, sosyalizmin önündeki görevin devleti ele geçirmek de¤il de—ki hem sosyal demokratlar hem de ortodoks komünistler aç›s›ndan amaç buydu—devlet erkinin gayri insani ve yabanc›laflm›fl biçimini dönüfltürmek ya da y›kmak oldu¤u anlam›na geliyordu. Devlet kuram›n›n üstlendi¤i görev, belli bir kapitalist devlet biçimini aç›klamakt›. Habermas, Offe ve Frankfurt Okulu Alman elefltirisine kuramsal aç›dan ilk önce, Weber’den gelen bir sosyoloji gelene¤ini Marksizmle birlefltiren, sosyolojinin güncel Frankfurt Okulu gelene¤i kaynakl›k etti. Kapitalist devlet biçimi bir yandan Weberci bak›flla, ussal bürokratik bir tahakküm biçimi olarak nitelendiriliyordu; öncelikle hizmet etti¤i gruplar ya da yerine getirdi¤i ekonomik ifllevlerle de¤il de, tüm bir toplumsal sistemin istikrar›n› sa¤lamak durumunda olan özellikle siyasal bir kurum olarak gerçeklefltirdi¤i ifllevlerle aç›klan›yordu. Öte yandan da, daha genifl toplumsal sistem Marksist bir bak›fl aç›s›yla, ekonomik sömürü temelli s›n›fl› bir toplum olarak niteleniyordu; öyle ki modern devletin özgün siyasal biçimleri olan “Sosyal Demokrasi” ile “Keynesci Refah Devleti”; ekonomik, toplumsal ve siyasal çat›flmalar› zarars›z bir düzeyde tutmak amac›yla iflçi s›n›f›n›n toplumsal ve siyasal bütünleflmesini sa¤lamaya yönelik, az ya da çok baflar›l› giriflimler olarak alg›lanmaktayd›. Bu çerçevede devletin siyasal ve yönetimsel sistem biçimleri, en belirgin olarak Habermas ile Offe taraf›ndan aç›klan›yordu; bu biçimler, devletin bütünlefltirici ifllevleri ile uyum içinde, devletin maruz kald›¤› çeflitli ve birbiriyle çat›flan bas›nçlar›n uzlaflt›r›lmas› çabas› içerisinde ekonomik, toplumsal ve siyasal istemleri tart›flt›rma, yönlendirme, süzme ve yeniden düzenlemeyi sa¤layacak unsurlar olarak ele al›n›yordu. Dolay›s›yla devlet, sosyolojik bir bak›fl aç›s›yla, bir bütün olarak toplumun bütünleflmesi ve yeniden üretimi u¤runa, bireysel ve toplumsal istemleri ikinci


Devlet Tart›flmalar›

plana iten bir sistem olarak görülüyordu (Habermas, 1973; Offe, 1972, 1984). Bu yaklafl›ma göre devlet özerktir, fakat elbette ki tarafs›z de¤ildir. Belli ç›karlar›n temsil edilmesi, devletin siyasal bir kurum olarak oynad›¤› istikrar sa¤lay›c› role k›yasla ikincil önemdedir, öyle ki kimin ç›kar›n› temsil edece¤ini devlet belirlemektedir. Dolay›s›yla devlet, kendine yönelen istemleri kendi siyasal önceliklerini gözeterek “süzmesi”ne yard›mc› olan “seçici mekanizmalar›” sa¤layacak iç yap›lar gelifltirmelidir. Ne var ki, devletin üretim alan›ndan ayr›lmas› onun, bir bütün olarak sermayeye hizmet etmek, sermaye birikiminin koflullar›n› güvence alt›nda tutmak zorunda olmas› demekti (devletin “birikim ifllevi”); bunu yapt›¤› ölçüde devlet kaç›n›lmaz olarak sermayenin genel ç›karlar›na hizmet eder, hatta onu yap›land›r›r. Öte yandan, devlet herhangi bir tikel grupla kendisini özdefllefltirerek meflruiyetini tehlikeye atmaktan sak›nmal›d›r (devletin “meflruiyet ifllevi”); öyle ki bir bütün olarak sermaye birikimini destekleme gere¤inin s›n›rlar› içinde devletin yürüttü¤ü belli politikalar ve bu politikalar›n hizmet etti¤i belli ç›karlar, devletin kendi siyasal öncelikleri taraf›ndan belirlenen kendi siyasal süreçlerinin olumsal birer sonucu olacakt›r. Devletin “birikim” ve “meflruiyet” ifllevleri bir yönetim ve tahakküm biçimi olarak onun sahip oldu¤u ikili role iflaret etmektedir. Bu iki ifllev, birbiriyle çat›flan ç›karlar bir yönetim biçimi olarak devletin “ussall›¤›na” s›n›rlamalar getirdi¤inde, birbiriyle çeliflir duruma gelir. Ne var ki siyasal sistemin özgül ifllevi siyasal çat›flmalar›n yaln›zca ekonomik çat›flmalar do¤urmad›¤› anlam›na gelir; bu çat›flmalar belli bir devlet biçiminde içerilen özgül çeliflkilerden kaynaklan›r; devlet kendi faaliyet alanlar›ndan birinde ortaya ç›kan çat›flmalara çözüm bulmaya kalk›flt›¤›nda bir baflka alanda gerginliklere yol açarak çat›flmalar› h›zland›r›r. Siyasal bir kriz ya da “kriz yönetiminin krizi”, devlet ayg›t› birbiriyle çat›flan istemler aras›nda bir uzlaflma sa¤layamad›¤›nda ortaya ç›kar. Ekonomik bir kriz, devletin manevra alan›n› daralt›r; ancak siyasal bir kriz için ne gerekli ne de yeterli bir kofluldur. Dahas›, bir siyasal krizde rol alan siyasal güçlerin toplumdaki temel ekonomik ç›karlar›n temsilcisi olmalar› gibi bir zorunluluk da yoktur. Daha ayr›nt›ya inersek Offe’ye göre “meflruiyet ifllevi”, devletin popüler beklentileri tatmin etmesini gerekli k›lar; ki bunlar zorunlu olarak sermayenin ç›karlar›yla çeliflir. Bu yüzden devletin “birikim” ve “meflruiyet” ifllevleri aras›nda bir çeliflki vard›r. Dev-

385


386

Simon Clarke

letin bu çeliflkiyi çözmeye yönelik giriflimi yaln›zca yeni krizler ve yeni çat›flma biçimleri do¤urur. Refah devletini finanse etmek amac›yla vergilerin art›r›lmas›, kârlar› düflürür böylece yat›r›mlar azal›r ve bir siyasal direnç oluflturur. Devletin ekonomiye giderek artan bir flekilde müdahale etmesi, pazar kurallar›n›n yerine siyasal ölçütler koymas› nedeniyle kapitalizmin meflruiyetini; kendini belli ekonomik ç›karlarla do¤rudan özdefllefltirmesi dolay›s›yla da devletin meflruiyetini tehdit eder. Maruz kald›¤›, birbiriyle çat›flan çeflitli bask›lara çözüm aray›fl› da benzer flekilde devletin varsay›lan birlik ve tutarl›l›¤›n› parçalayarak ussall›k sav›na darbe vurur. Habermas ve Offe’nin kapitalist devlet anlay›fllar›ndaki ana kuramsal sorun, sermaye ile devlet aras›ndaki iliflkinin tamamen d›flsal bir iliflki olarak ele al›nmas›d›r. Devlet, kapitalist toplumu istikrar sa¤larken sermayenin ç›karlar›na hizmet eder; ancak Weberci bir yaklafl›mla ussal bir tahakküm ve yönetim biçimi olarak tan›mlanan devletin biçiminde özellikle kapitalist olan hiçbir fley yoktur. Devletin s›n›rlar› da, ayn› ölçüde, kapitalist üretim tarz›n›n s›n›rlar›yla iliflkilendirilerek de¤il, post-Weberci bir aç›dan “ussall›¤›n s›n›rlar›” ile tan›mlanmaktad›r; yönetim biçimi olarak devletin ussall›¤›, toplumdaki temel s›n›f ayr›mlar›yla bir iliflkisi olsun ya da olmas›n, siyasal ve bürokratik çat›flmalardan ibarettir. Offe’nin ilk çal›flmalar› Marksizm ile sosyolojinin eklektik bir kar›fl›m›d›r. Sonralar› düflüncelerini daha sistematik olarak gelifltirmeye giriflti¤inde bunu Marksizm’den ziyade sosyolojik sistemler kuram›n›n çerçevesi içerisinde yapmaya çal›fl›r. Ne var ki Offe’nin çal›flmalar›n›n çekicili¤i kuramsal aç›dan ince elenip s›k dokunmufl çal›flmalar olmalar›ndan de¤il yazar›n meflrulaflt›rd›¤› siyasal sonuçlardan kaynaklanm›flt›r. 1970’lerin bafl›nda Offe’nin yazd›klar›ndan ç›kar›lan somut ders fluydu: ‹flçi s›n›f›n›n sosyal demokrat eklemlenmesi kapitalist devleti istikrara kavuflturmufl ama bunu yaparken de çat›flman›n oda¤›n›n “yeni toplumsal hareketlere” kaymas›na hizmet etmifltir. ‹flçi s›n›f›n›n sosyal demokrat eklemlenmesi giderek artan bir bask›yla karfl›laflt›kça ve devletin yaflad›¤› kriz daha da fliddetlendikçe, Offe görüfllerini yeniden gözden geçirerek, Keynesci sosyal demokrasinin hedefini öngörmüfl, bu da geleneksel iflçi s›n›f› politikalar›n›n geleneksel biçimlerinin, art›k en alçakgönüllü reformist hedeflerine bile ulaflamayacaklar› gerekçesiyle s›k› bir elefltiriye tabi tutulmas›na yol açm›flt›r. Öte yandan refah devletinin içine düfltü¤ü kriz, “yeni toplumsal hareketler”in maddi kazan›mlar ya da siyasal ilerleme söz konusu oldu¤unda devletten çok az beklentileri oldu¤u anla-


Devlet Tart›flmalar›

m›na gelmekteydi. Böylece 1980’lere gelindi¤inde Offe’nin çal›flmalar›, ne sermayenin ne de devletin gücüyle yüzleflme peflinde koflmayan, fakat “sivil toplumun demokratikleflmesi” yoluyla “devletin çözünmesi”ne gözünü dikmifl bir politikay› meflru k›lan araçlar haline gelmiflti.3 Devlet Türetme Tart›flmas› Marksist kanad›n Offe ile Habermas’a yan›t› Tekelci Devlet Kapitalizmi kuramc›lar›ndan de¤il, Marx’a dönerek devlet konusunda daha yeterli bir kuram infla etme aray›fl›ndakilerden geldi. Devlet Türetme yaklafl›m›n›n ç›k›fl noktas›, ister Offe ile Habermas’›n ister Tekelci Devlet Kapitalizmi’nin olsun “ifllevci” devlet kuramlar›n›n kendisine yüklenen ifllevleri yerine getirebilen bir devletin varl›¤›n›, böylesi bir yap›n›n ilk elde nas›l olufltu¤unu aç›klama iflini bir yana b›rakarak, varsayan argümanlar›yd›. “Ekonomik” ve “siyasal”›n toplumsal varoluflun farkl› alanlar› olarak kuruluflu, ki bu kapitalist devlet biçiminin tan›m›d›r, ne insan toplumlar›n›n evrensel bir özelli¤idir ne de karmafl›k toplumlar›n “ifllevsel farkl›laflma”lar›n›n kaç›n›lmaz bir sonucudur; kapitalist üretim tarz› temel al›narak aç›klanmas› gereken kapitalist toplumlara özgü bir özelliktir bu. Dolay›s›yla devlet türetme yaklafl›m›, devleti mant›ksal ve tarihsel bak›mdan Marx’›n Kapital’de gelifltirdi¤i kategorilerden “türetme” aray›fl›na girer.4 Marx’›n de¤er kuram›n› tart›fl›rken önü aç›lan bu yaklafl›m, Kapital’in “ekonomik” olana iliflkin bir kuram olarak de¤il, bir bütün olarak kapitalist toplumun toplumsal iliflkilerinin kuram› olarak yorumlanmas›na dayan›r.5 Marx’›n Kapital’deki ekonomipolitik elefltirisi, ekonomik kategorilerin görünürdeki toplumsal iliflkilerin fetifllefltirilmifl biçimleri oldu¤u argüman›na dayan›r. Ücretli emek ile sermaye aras›ndaki dolays›z iliflki “ekonomik” bir iliflki olmay›p; ayn› anda sömürüyü, tahakkümü ve ideolojik savafl›m› içerdi¤inden birbirinden ayr›lamaz biçimde “ekonomik”, “siyasal” ve “ideolojik” boyutlar tafl›yan toplumsal bir iliflkidir. Bu boyutlar›n ideolojik ve kurumsal olarak birbirinden ayr›l›¤› toplumsal iliflkiye içkin de¤ildir; yaln›zca bu ayr›l›¤›n yeniden üretimi üzerinde verilen savafl›mlardan do¤ar. Ekonomik, siyasal ve ideolojik; böylece tek bir toplumsal iliflkinin tümleyici biçimleri olur. Burjuva devlet kuramlar›n›n, sosyal demokrat kuramlarca ve hatta Frankfurt Okulu’nun daha radikal analistlerince de paylafl›lan yan›lg›s› fluydu: Bu kuramlar kapitalist toplumsal iliflkilerin

387

3 Bkz. John Keane’in etkileyici metinleri (1988a, 1988b). 4 Tart›flmaya yap›lan belli bafll› katk›lar Holloway ve Picciotto taraf›ndan irdelenmifl ve yeniden yay›mlanm›flt›r (1978). 5 Bu konuda Hans-Georg Backhaus’un çal›flmalar› yol aç›c› niteliktedir (1969, 1974-8). En etkili kaynaksa I. Rubin’indir (1972, 1978). Ayr›ca flu önemli derlemeye de bak›n›z: Elson (der.) (1979a).


388

Simon Clarke

farkl›laflm›fl biçimlerini birbirinden ay›rarak “fetifllefltirmekte” ve bunlar› apayr› ve ba¤›ms›z toplumsal iliflkilermifl gibi ele almaktad›r, oysaki kapitalist üretim iliflkilerinin farkl›laflm›fl biçimleri ancak bunlar›n birbirleriyle olan iliflkileri göz önüne al›nd›¤›nda anlafl›labilir. Böylece, sözgelimi “ücret”, “fiyat” ve “kâr” gibi ekonomik kategorilerin özüne kapitalist üretim iliflkileri damgas›n› vurur ve “ekonomik” kategoriler ancak bu toplumsal iliflkileri bir bütün olarak de¤erlendiren bir analiz temelinde anlafl›labilir. Bunun sonucu “hukuk”, “yurttafll›k”, “haklar” gibi “siyasal” kategorilerin de ayn› flekilde kapitalist üretim iliflkilerinin fetifllefltirilmifl biçimleri olarak görülmesidir. Marx’›n de¤er kuram›, toplumsal varoluflun “ekonomik” biçimlerine iliflkin Marksist kurama oldu¤u kadar, devletin Marksist kuram›n›n da ç›k›fl noktas› olmufltur. Ekonomik ve siyasal iliflkilerin temelde üretim iliflkilerinin fetifllefltirilmifl biçimleri oldu¤u argüman›, bunlar›n bütünüyle bir yan›lsama oldu¤u anlam›na gelmez. Hiçbir fley hakikatten daha uzak olamaz; zira bu kategoriler, içindeki kapitalist iliflkilerin yeniden üretimi üzerinde bir s›n›f savafl›m›n›n verildi¤i kurumsal biçimlerin farkl›laflmas› olgusunu vurgulayarak gündelik toplumsal varolufla kurumsal bir biçim kazand›r›r. Ne var ki as›l nokta, bu kurumsal biçimlerin kendi içeriklerini ancak ifade ettikleri toplumsal iliflkilerden türetmifl olmalar›d›r; dolay›s›yla da kurumsal biçimler ancak bu toplumsal iliflkiler temelinde anlafl›labilir ve geliflimleri aç›klanabilir. Üretimin alt›nda yatan toplumsal iliflkilere ba¤l› olarak aç›klanmas› gereken, yaln›zca bu fetifllefltirilmifl kategorilerin içeri¤i de¤il ayn› zamanda biçimlerin kendileridir. Ekonomik ve politik kategoriler (ücret, fiyat, kâr, hukuk, siyasal partiler) her toplumda bulunmaz; bunlara yaln›zca kapitalist üretim tarz›na dayanan toplumlarda rastlan›r. Di¤er toplum biçimlerinde ekonomik ile siyasal aras›ndaki ayr›m ya hiç yoktur ya da oldukça farkl› biçimlerde vard›r. Bu nedenle ekonomik ve siyasal›n özgül biçimleri verili bir fley gibi ele al›namaz; ay›rt edici ve tümleyici özelliklerini ayn› anda saptamak amac›yla, bunlar›n daha temel kategoriler olan üretim iliflkilerinden türetilmesi gerekir. “Devlet Türetme” yaklafl›m› siyasal yaflam›n kategorilerini ve özellikle de asal bir kategori olan devleti, Marx’›n Kapital’de kapitalist üretim iliflkilerini çözümlemesinden yola ç›karak türetmeye çal›fl›r. Bu türetmenin ekonomik ile siyasal›n birbirinden farkl›laflmas›n›n kapitalist üretim biçiminin zorunlu bir sonucu oldu-


Devlet Tart›flmalar›

¤unu göstermek aç›s›ndan, mant›ksal; bu farkl›laflman›n tarihsel olarak bu mant›ksal zorunluluklar temelinde nas›l ortaya ç›kt›¤›n› göstermek aç›s›ndan da, tarihsel olmas› gerekti¤i ileri sürülmüfltü. Bu çerçeve içerisinde farkl› yaklafl›mlar devletin do¤ufluna yol açan mant›ksal zorunluluklar› farkl› belirlemifller, ancak hepsi de sorunu, az ya da çok, ifllevci bir yaklafl›mla ele alm›flt›r. Bask›n yaklafl›mlar, bireysel sermayelerin kendi kendini tahrip eden rekabetinin sermayenin yeniden üretimini tehlikeye sokmas›n› engelleyecek bir kuruma duyulan ihtiyaçtan devleti türetmifltir. Ne var ki, bu basit ifllevci yaklafl›m bir süre sonra yetersiz bulundu; çünkü devletin sermayenin “genel ç›kar›n›” belirleyip uygulamaya koyabilece¤i sav› devlete, ba¤›ms›zl›k, her fleyi bilme ve her fleye gücü yetme nitelikleri atfediyordu; ki devletin bu niteliklere sahip olmad›¤› apaç›k ortadad›r. Kapitalist üretim tarz›n›n çeliflik temellere dayand›¤› ve dolay›s›yla potansiyel olarak kendi kendini y›k›c› bir özellik tafl›d›¤› gerçe¤i, sivil toplumun üstünde duran bir kurumun bu çeliflkileri çözmek ve kapitalizmin kendi kendini y›k›c› e¤ilimlerine set çekmek üzere ortaya ç›kaca¤›n› ileri sürmek için yeterli bir gerekçe de¤ildir. Daha da esasa inersek, bu ifllevci yaklafl›m gerçeklefltirmesi beklenen türetmeyi önceden varsaymaktad›r. Devletin kaç›n›lmazl›¤›n› ekonomik geliflmenin kendi kendini y›k›c› e¤ilimlerinden türetirken, özerk bir “ekonomik” alan›n oldu¤u varsay›lmakta ve böylece aç›klanmas› amaçlanan “ekonomik” olan›n “siyasal” olandan ayr›l›¤› bafllang›çta varsay›lmaktad›r. Devletin türetilifline daha temel bir yaklafl›m Blanke, Jürgens ve Kastendiek ile Hirsh taraf›ndan getirilmifltir. Blanke, Jürgens ve Kastendiek ekonominin politikadan ayr›l›¤›n›, meta de¤ifliminin ikili karakterinden türetirler: Bu ikili karakter bir yanda de¤er yasas›na tabi fleyler aras›ndaki de¤iflim iliflkisini, öte yanda da de¤iflimin özneleri ile onlar›n sahip oldu¤u metalar aras›ndaki mülkiyet iliflkisini içerir. Mülkiyet iliflkileri mülkiyet haklar›n› yasalarla güvence alt›na alan bir hukuk sistemini ve dolay›s›yla “ekonomi d›fl› zorlay›c› bir gücü” gerekli k›lar; ki bu da devletin tarihsel gelifliminin esas›d›r. Politikan›n ekonomiden ayr›lmas›, mülkiyet haklar› üzerindeki çat›flmalar›n meta de¤ifliminden ayr›lmas›, sözleflmeyle gerçeklefltirilen de¤iflimin iflaret etti¤i karfl›l›kl› yükümlülü¤ün tan›nmas›nda “bir kereye mahsus olarak kendini gösteren tarihsel bir edim de¤ildir; sürekli olarak yeniden üretilir” (Blanke vd., 1978: 121); fakat bu; ancak böylesi bir tan›nma sürdürüldü¤ü ölçüde yeniden üretilebilir.

389


390

Simon Clarke

Ba¤›ms›z meta üreticileri aras›ndaki iliflkide bu tür bir tan›ma sorun yaratmayabilir. Ne var ki ücret iliflkisi durumunda kapitalist ile emekçinin de¤iflim iliflkisinde yer alan özgür ve eflit yurttafllar olarak birbirlerini tan›malar›, bunun olanakl› k›ld›¤› üretim alan›ndaki eflitsizlik ve zorlamaya ayk›r› düfler, dolay›s›yla de¤iflim iliflkisinin biçimi kendi içeri¤i ile çeliflir. Bu da bir yandan mülkiyet haklar›n›n s›n›rlar› içerisine s›k›flan de¤iflim flartlar› gere¤ince, siyasal ile ekonomik alan›n birbirinden ayr›lmas›n›n iflçi s›n›f›n› sermayeye tabi k›l›n›fl›n›n yeniden üretilmesine arac›l›k eden en temel biçim oldu¤unu gösterirken; öte yandan da bu ayr›l›¤›n ancak zor kullan›larak sürdürülebilece¤ini anlat›r. Blanke, Jürgens ve Kastendiek’in çözümlemeleri, yeterli ölçüde tarihsel göndermelerde bulunmaks›z›n kendilerini devletin mant›ksal türetilifliyle s›n›rlamalar›na ra¤men, incelikli ve derinlikliydi. Ne var ki bu çözümleme, kapitalist devlet biçimini kapitalist üretim iliflkilerinden de¤il de, meta de¤ifliminin biçiminden ç›kard›¤› için sert sald›r›lara u¤rad›. Blanke, Jürgens ve Kastendiek, meta de¤ifliminin ancak kapitalist sistem içerisinde eksiksiz bir geliflme gösterece¤ini öne sürerek kendilerini ustaca savundular. Üstelik kapitalizmin geliflmesi de¤iflim biçimi aç›s›ndan bir fark yaratmasa bile; biçim, iliflkinin konusuyla ancak sermayenin ücretli emekle de¤ifliminde çeliflkiye düflmekteydi; böylece devlet tart›flmaya yer b›rakmayacak bir flekilde s›n›fsal bir karakter ediniyordu. Blanke, Jürgens ve Kastendiek, devleti esas itibariyle meflru bir kurum olarak görmeleri sebebiyle de hücumlara maruz kald›lar; onlara göre devletin tipik müdahale araçlar› hukuk ve para biçiminde ortaya ç›kmaktayd›. Bu sorun, bir önceki sorun gibi, siyasal bak›mdan büyük yank› uyand›rd›; zira devlete iliflkin bu “biçimci” görüfl geleneksel olarak sosyal demokrat yan›lsamalarla ba¤daflt›r›l›yordu; bunun karfl›s›nda ise devleti egemen güç olarak gören ve geleneksel olarak hem sol hem de sa¤la ilintilendirilen alternatif görüfl vard›. Bu ikinci görüfl Hirsch’in, Frankfurt Okulu’nun yapt›¤› analize daha özenli bir Marksist temel kazand›rma girifliminin esas›n› oluflturmaktad›r; ki bu giriflim ‹ngiltere’deki tart›flman›n k›v›lc›m›n› çakm›flt›r. Hirsch’in Devlet Kuram›n› Yeniden Ortaya Koyuflu Devlet türetme tart›flmas›na önceden yap›lan katk›lara karfl› Hirsch, özerk bir güç olarak devletin biçiminin, böylesi bir güce herhangi bir asal ifllev bahfledilmeden önce, türetilmesi gerekti¤ini ileri sürdü. Argüman›n›n ilk biçiminde devletin özerkli¤ini ka-


Devlet Tart›flmalar›

pitalist üretimin anarflisiyle aç›klamaktayd›. Ancak sonralar› düflüncelerini yeniden gözden geçirdi¤inde bu aç›klama biçimini “ifllevci” diye niteleyerek reddetti. Onun yerine devletin özerkli¤ini, zor kullan›m›n› kapitalist sömürü iliflkilerinden ayr› tutma gere¤iyle aç›klad›; çünkü kapitalist sömürü, emek gücünün bir meta olarak özgürce al›n›p sat›labilece¤ini varsay›yordu.6 Devlet bir kere meflru olarak zor kullanma tekeline sahip özerk bir organ biçiminde kuruldu mu, daha ileri ifllevler yüklenebilir; yinede bu ifllevleri ancak kendi biçiminin s›n›rlar› içerisinde yerine getirebilir.7 Dolay›s›yla devlet, sermayenin genel ç›karlar›yla özdeflleflmemifltir; kendine özgü bir mant›¤› vard›r, bunu da belirleyen kendi biçimidir. Yinede devletin biçimi “ekonomik” ile “siyasal”›n öteden beri süregelen ayr›l›¤›n› varsayar; böylece devletin yeniden üretilmesi bu ayr›m›n sürekli yeniden üretilmesine ba¤l›d›r; dolay›s›yla da bu ayr›l›¤›n dayand›¤›, üretimin kapitalist sosyal iliflkilerinin yeniden üretilmesine ba¤l›d›r. Böylece Hirsch, devletin biçimini onun ifllevlerinden ç›karmak yerine, devletin ifllevlerini onun biçiminden türeterek biçim ile ifllev aras›ndaki iliflkiyi tersine çevirir. (Gerçi bu ters çevirme daha ziyade görünüflteydi, çünkü herkes gibi Hirsch de, devletin biçimini onun “asli” ifllevinden türetmifltir; burada söz konusu olan ifllev ise iflçi s›n›f›n› boyunduruk alt›na almakt›.) Hirsch’in analizi hem özgül bir tahakküm biçimi olarak devletin “özerkli¤i”ni, hem de devletin yeniden üretilmesinin temeli olarak devletin, sermayenin geliflkin haldeki yeniden üretimini koruma ihtiyac›nda içerilen bu özerkli¤in s›n›rlar›n› kavramsallaflt›rmay› olanakl› k›lar. Bu s›n›rlar devletin geliflmesinin, kapitalist üretim tarz›n›n geliflmesini sa¤layan dinamikler ve özellikle de sermaye birikiminin kriz do¤uran e¤ilimlerinin alt›nda yatan “kâr oran›n›n düflme e¤ilimi” taraf›ndan belirlendi¤ine iflaret eder. Bu yap›sal kriz tehdidine karfl› kapitalistler üretim ve de¤iflim iliflkilerini sürekli olarak yeniden organize etmek zorunda kal›rlar. Ne var ki, bu kriz e¤ilimleri ve kapitalistlerin bunlara verdi¤i tepkiler yaln›zca ekonomik alanda ortaya ç›kmaz; bunlar›n devletin sürekli yeniden üretimiyle de do¤rudan ilintili içerimleri vard›r. Dolay›s›yla da kapitalist üretim tarz›n›n tarihsel geliflimi, salt üretim iliflkilerinin ekonomik biçimlerini de¤il, ayn› zamanda devletin biçimini de etkileyen sürekli bir kriz ve yeniden yap›lanma sürecidir. Hirsch “kâr oran›n›n düflme e¤ilimini” belirleyici bir tarihsel yasa olarak görür; devlet bu e¤ilimin karfl›s›nda yeni ifllevler yük-

391

6 Bkz. John Holloway’in de¤erlendirmesi: Holloway (1988). 7 John Holloway, Hirsch’in devleti s›n›f mücadelesinin bir biçimi olarak türetmesi ile yine onun devletin ifllevlerini “yap›salc›” bir aç›dan ele almas› aras›nda bir çeliflki görmekle hataya düflmüfltür (Holloway ve Picciotto, 1978: 28; Holloway, 1988). Zira, Hirsch’e göre devletin “özerkleflmesi” s›n›f mücadelesinin süregelen bir veçhesi de¤ildir; özerk bir güç olarak devletin egemenli¤inde içkin ve onun fliddet kullanma tekelince desteklenen bir kereli¤ine gerçekleflmifl tarihsel bir olayd›r.


392

Simon Clarke

8 Hirsch’in “kâr oran›n›n düflmesi e¤ilimi yasas›”na gönderme yapmas›; bu yasan›n, birikim dinamiklerini devletin geliflmesiyle iliflkilendirmede merkezi bir rolü olmas›na karfl›n, retorik bir tutumdan öte anlam tafl›maz. Gerçekte Hirsch’in analizi, “kar oranlar›n›n düflme e¤ilimi” ile buna “karfl› e¤ilimlerin”sermaye birikim sürecinin birbiriyle çeliflen ama birbirinden ayr›lamaz veçheleri oldu¤unu göz ard› edip as›l sorumlulu¤u devlete vermekle istenççi bir politisizme saplan›r (Fine ve Harris ile karfl›laflt›r›n, 1979: 99-100).

lenir ve bu ifllevleri yerine getirmek için de birer dolay›m olarak uygun biçimler gelifltirir.8 Ancak devletin özgül politikalar› ve müdahale biçimleri basitçe sermayenin kâr oran›n› sürdürme ihtiyac›na indirgenemez; çünkü bunlar hem s›n›f savafl›m› hem de devletin tarihsel geliflmiflli¤iyle dolay›ml›d›r. Devlet, özellikle, iflçi s›n›f›n›n giderek artan siyasal ve ekonomik gücü karfl›s›nda “refah devleti”nin ifllevlerini yüklenme yoluna gider. Bu ifllevler iflçi s›n›f›n›n yapt›¤› bas›nca bir yan›t olarak geliflmekle birlikte, devletin bunlar› yerine getirme becerisi üretimin sürekli bir flekilde art›fl›na ba¤l›d›r; bu art›fl devletin refah› amaçlayan harcamalar›n› finanse edecek kaynaklar› sa¤layarak sermaye birikimini desteklemesi için devletin müdahalesi yönündeki bask›lar yo¤unlafl›r. Bu, Offe’nin, devletin “birikim” ile “meflruiyet” ifllevleri aras›nda gördü¤ü çeliflkinin temelidir ve “ekonomik krizler”in siyasal bir görünüme büründü¤ü biçimin belirleyicisidir: Bir ekonomik kriz bir yandan s›n›f savafl›m›n›n k›z›flmas›na yol açarken, öte yandan da devletin emrindeki, kendi refah ayg›t› arac›l›¤›yla bu savafl›m› kabul edilebilir ölçülerde tutmas›na yarayacak kaynaklar› s›n›rlar ve devleti, kendi siyasal yeniden üretimini güvence alt›na almak için giderek daha fazla bask› uygulamaya zorlar. Devletin maddi ve siyasal yeniden üretimini güvenceye kavuflturmak amac›yla sermaye birikimini desteklemeye duyulan siyasal ihtiyaç, “devlet müdahalesi”nin artmas›n›n ard›ndaki nedendir. Ne var ki bu müdahale, geniflletilmifl yeniden üretiminde sermayenin genel ç›kar›n› korumak için düzenlense de, bu ç›kara indirgenemez. Bir yandan, birbiriyle çat›flan kapitalist ç›karlar iflin içindedir, öyle ki devletin benimsedi¤i strateji belli sermayeler ve sermaye fraksiyonlar› aras›ndaki çat›flmalar›n devlet ayg›t›nda ifadesini bulan ve bu ayg›t taraf›ndan dolay›mlanan siyasal çözümüne ba¤l› olacakt›r. Di¤er yandan, devletin sermayenin ihtiyaçlar›n› karfl›lama becerisi, kurumsal biçimler taraf›ndan s›n›rlan›r. Bu kurumsal biçimler arac›l›¤›yla devlet, politikalar kurgulay›p uygulamaya koyar. Özelde, devlet ayg›t›n›n devlet müdahalesinin art›fl›yla birlikte geliflme göstermesi, onun giderek parçalanmas›yla ba¤lant›l›d›r; zira sivil toplum içerisinde birbiriyle çat›flan ç›karlar devlet ayg›t›nda temsil edilir. Dolay›s›yla devlet tepeden t›rna¤a ussal olan bir ayg›t de¤il, sivil toplumu imleyen ç›kar çat›flmalar›n› siyasal bir biçim içerisinde yeniden üreten bir düzenektir. Böylesi bir usd›fl›l›k bürokratik ve yönetimsel baflar›s›zl›k fleklinde kendini gösterse de, bu yaln›zca kapitalist üretim tarz›n›n çeliflkileri ile bu çeliflkilerin do¤urdu¤u s›n›f savafl›mlar›-


Devlet Tart›flmalar›

n›n devlet ayg›t› içerisindeki d›flavurumudur. Bu, Offe’nin çeliflkisinin temelidir: Bir yandan “ekonomik” ile “siyasal”› birbirinden ayr› tutma ihtiyac›, öte yandan da kapitalist iliflkilerin yeniden üretimini güvence alt›na almak için devlete, bu ayr›l›¤› ask›ya almas› yönünde uygulanan bask›lar söz konusudur. Hirsch’in ilk çal›flmas› çok önemliydi: Öncelikle devletin kurumsal özerkli¤ini onun sermayeye zorunlu ba¤›ml›l›¤›yla uzlaflt›rman›n bir yoluna iflaret etmesi bak›m›ndan. Bunu da devletin ekonomik, siyasal ve ideolojik olarak yeniden üretiminin kapitalist üretim iliflkilerinin yeniden üretimini varsay›fl›n›n somut yollar›n› söyleyerek yap›yordu. Dolay›s›yla Hirsch’in çal›flmas›, Frankfurt Okulu’nun devlete yaklafl›m›ndaki tart›fl›lmaz öngörülerini, kat› Marksist kuramla birlefltirmenin bir yoluna iflaret eder gibiydi. Ancak bu birlefltirme flematik ve mu¤lakt›; üstelik Offe’nin çal›flmas›n›n “politisizmi” ile “yap›sal-ifllevcili¤inin” üstesinden gelme amac›n› yerine getirdi¤i hiç de aç›k de¤ildi. Hirsch bir yandan s›n›f savafl›m›yla ifadesini buldu¤u üzere; ekonomik ile siyasal›n, sermayenin ifllevsel ihtiyaçlar›ndan kurumsal ayr›l›¤›n› türetirken Offe’yi aflm›fl gözükse de, bu ay›rman›n gereklili¤ini gerçekte hiç aç›klamam›fl, bunun tarihsel olarak nas›l gerçekleflti¤ini de göstermemifltir. Daha da önemlisi, Hirsch’e göre bu ay›rma ilk ve son olarak gerçekleflmifl tarihsel bir olayd›r; böylece devlet, özerk bir hükümran organ olarak bir kez kuruldu¤unda, kendini yeniden üreten bir niteli¤e de eriflir. Sonuçta Hirsch’in türetti¤i devlet bir antika merakl›s›n›n ilgisini çekebilirdi, ancak bunun kapitalist devlete iliflkin kuram aç›s›ndan kayda de¤er bir önemi yoktu. Bu nedenle de Hirsch sürekli biçimde Offe’nin politisizmine tak›l› kalm›flt›r. Öte taraftan, Hirsch kapitalist üretim tarz›n›n tarihsel gelifliminin s›n›f savafl›m›n›n bir ürünü oldu¤unu vurgulad›ysada bu savafl›m devlet taraf›ndan topluma dayat›lan yap›n›n s›n›rlar› içerisine s›k›flm›flt›r. Devletin sivil toplumdan ayr›lmas›, devletin bu savafl›m› ancak sermaye temelinde bir çözüme kavuflturabilece¤ine iflaret eder; devletin ifllevi iflçi s›n›f›n›n devlet politikas›n›n asla öznesi de¤il, nesnesi olmas› yönünde bir belirleyicilik göstermesidir. ‹flçi s›n›f›n›n talepleri devleti siyasal bir s›n›rl›l›k içine sokar, ama refah devletinin kurumsal biçimleri bu taleplere karfl›l›k verecek araçlar› sa¤lar, böylece Hirsch’in eserinde devlet ayg›t›na nüfuz eden “s›n›f savafl›m›”, esas itibariyle, belli sermayeler ile sermaye “fraksiyonlar›” aras›ndaki savafl›ma dönüflür; bu savafl›m devlet taraf›ndan, kendi yeniden üretimini güvence alt›-

393


394

Simon Clarke

9 Ayr›ca bkz. Bonefeld ve Holloway (1991).

na alma gereksinimi temelinde çözülmelidir. Oysa ki sermaye ile iflçi s›n›f› aras›ndaki savafl›m›n sonucu çoktan öngörülmüfltür; tek sorun iflçi s›n›f›n› boyunduruk alt›nda tutmak için ne kadar refaha ve ne kadar bask›ya gerek duyulabilece¤ine iliflkindir. Hirsch, Offe’den devrald›¤› yap›sal-ifllevci politisizmi ancak çal›flmas›n›n sonraki aç›l›m›nda güçlendirir; a¤›rl›kl› olarak Poulantzas’›n gelifltirdi¤i kuramlar ile Frans›z Düzenleme Okulu’na yaslanarak “fordist güvenlik devleti”nin bir analizine soyunur. Buna göre yap›, s›n›f savafl›m›n› so¤urma e¤ilimindedir ve devlet, bu analizin temel tafl› niteli¤indeki sermayenin analizdeki merkezi yerini alma e¤ilimindedir. Bu konuyu ayr›nt›l› olarak afla¤›da ele alaca¤›m9.

Poulantzas’›n Devlet Kuram› Almanya’daki Offe’ninki gibi Poulantzas’›n devlet kuram› da ç›k›fl noktas› olarak devletin özerkli¤i ile özgüllü¤ünü üzerindeki vurguyu al›r. Althusser’in toplumun ekonomik, siyasal ve ideolojik olmak üzere üç düzlemden olufltu¤u biçimindeki yap›salc› modelini izleyerek Poulantzas, Kapital’i yaln›zca ekonomik düzlemin kuram›n› yapan bir kaynak olarak gördü¤ünden Marx’›n Kapital’ini tamamlamak üzere, o güne dek es geçilmifl siyasal düzlemin kuram›n› vermeyi amaçlar. Offe ve kimi devlet türetme kuramc›lar› gibi Poulantzas da devletin ifllevini, kapitalist s›n›f›n ç›karlar› aç›s›ndan de¤il, toplumu bir bütün olarak bir arada tutmay› sa¤layacak bir kuruma duyulan gereksinim aç›s›ndan tan›mlar. Gerçekten kapitalist bireyler aras›ndaki rekabete dayal› iliflkiler, kapitalist s›n›f aç›s›ndan kendi ortaklafla ç›karlar›n› gerçeklefltirmek flöyle dursun, temsil etmek için bile gereken birli¤e ulaflmay› olanaks›z k›lar. Dolay›s›yla, Offe’nin yaklafl›m›nda oldu¤u gibi, devlet, kapitalist toplumun yeniden üretimini güvence alt›na almas› anlam›nda kapitalist bir devlettir; yaln›zca iflçi s›n›f›n›n de¤il, ayn› zamanda tek tek kapitalistlerin ç›karlar›na karfl›, bir bütün olarak sermaye s›n›f›n›n ç›karlar›n› temsil eder. Bu durum devlete sözde tarafs›zl›k kazand›rsa da onun s›n›f niteli¤i, yap›n›n bir bütün olarak yeniden üretiminde oynad›¤› ifllevsel rolde zorunlu biçimde içerilmektedir. Poulantzas Offe’den “s›n›f savafl›m›”na yapt›¤› vurguyla ayr›l›r. Ancak Poulantzas, yap›sal kuram›nda oldu¤u gibi, siyasal›n “özgüllü¤ü”nü ve “göreli özerkli¤i”ni ön plana ç›kar›r. Böylece siyasal savafl›mlarda yer alan taraflar›, onlar›n siyasal ba¤l›l›klar›n› ve de girdikleri ittifaklar› tan›mlamak için; ortak bir ekonomik


Devlet Tart›flmalar›

ç›kar›n tan›m› ne gerekli ne de yeterli olur. Dolay›s›yla Poulantzas’›n s›n›f kuram›, siyasal güçler olarak s›n›flar› oluflturmada ve böylece s›n›f savafl›m›n›n biçimlerini belirlemede ideolojinin ve devletin rolünü vurgular. Poulantzas’a göre s›n›f savafl›m›, yap›n›n yeniden üretildi¤i ve dönüfltürüldü¤ü araçt›r. Yap›, belli bir “konjonktür”ü anlat›r; bu konjonktür esas itibariyle s›n›f savafl›m›n›n nesnel olarak olas› sonuçlar›n›n bir alan›d›r. Bu olas›l›klardan hangisinin gerçekleflece¤i somut savafl›mlar›n sonucuna ba¤l›d›r. Ne var ki böylesi bir sonuç, basitçe oyunda rol alan kuvvetlerin göreli gücü taraf›ndan belirlenmez; zira devletin, kendi yeniden üretimini güvenceye kavuflturman›n bir arac› olarak kapitalist s›n›f›n egemenli¤ini sa¤lama almada ç›kar› vard›r. Dolay›s›yla ifllevini yerine getirmek için devlet, egemen s›n›flar›n siyasal örgütü ile iflçi s›n›f›n›n bunun karfl›s›ndaki ideolojik ve siyasal parçalanm›fll›¤›na el atar. Poulantzas daha sonraki çal›flmas›nda kendi yap›salc› kuram›n› gene kendisinin s›n›f savafl›m› kuram›yla daha bir bütünlefltirmeye kalk›fl›r; bunu yaparken de siyasal s›n›f savafl›m›n›n yeniden üretmeye mahkum oldu¤u yap›n›n içine s›k›flm›fl olarak görüldü¤ü önceki kuram›n›n kat› yap›sal belirlenimcili¤ini gevfletir ve kapitalist devletin ça¤dafl biçimleri ile krizlerinin çok daha somut bir analizini yapma pefline düfler. Ne var ki bu gevfletme onun kuram›nda esasl› bir de¤iflikli¤e yol açmaz, yaln›zca “konjonktür”deki olumsall›¤a düflen pay› artt›r›r. Poulantzas s›n›fsal güçlerin oluflumunu ve s›n›f savafl›m›n›n sonucunu belirlemede ideolojiye daha büyük güç atfeder ve Offe’nin izinden giderek kendi geliflimini belirlemede devlet ayg›t›n›n özerk dinamiklerine daha büyük bir rol verir. Miliband-Poulantzas Tart›flmas› Poulantzas’›n kuram› Tekelci Devlet Kapitalizmi kuram›n›n revaçta oldu¤u Fransa’da de¤il Britanya’da ses getirdi, Marksizan avangard›n impresariosu konumundaki New Left Rewiew büyük bir coflkuyla Poulantzas’a destek ç›kt›. 1960’lar›n sonunda Britanya’daki devlet tart›flmas›n›n oturdu¤u ba¤lam, ‹flçi Partisi hükümetinin yaln›zca sosyalizme do¤ru ilerleme kaydetmede de¤il; sa¤l›kl›, iyi e¤itimli bir emek gücü sa¤layaca¤› ve giderek k›z›flan uluslararas› rekabete dayanacak flekilde endüstriyi modernize edece¤i düflünülen, teknokratik reform program›n› uygulamaya koymada bile baflar›s›z olmas›yd›. Sol’un bu baflar›s›zl›¤a verdi¤i ilk tepki bu durumu ‹ngiliz toplu-

395


396

Simon Clarke

munun kendine özgü niteliklerine ba¤lamak oldu. Bir yandan egemen s›n›f›n köklü gücü ile sermayenin finansal gücü ‹ngiliz endüstrisinin ve kamu yönetiminin modernleflmesinin önünde bir engel oluflturuyor; öte yandan da sa¤ kanat sosyal demokrat liderli¤in demokratik olmayan bu güç yo¤unlaflmas›n› gö¤üslemek için gerekli olan ad›mlar› atamay›fl› ‹ngiliz emek hareketinin kuramsal ve siyasal zay›fl›¤› ile aç›klan›yordu. Bu analiz en etkili biçimde Perry Anderson ile Tom Nairn taraf›ndan New Left Rewiew’de yay›mlanan bir dizi makalede gelifltirildi. Onlara göre Britanya’da bir burjuva devrimi hiç olmam›flt›; bu burjuvaziyi toprak aristokrasisinin güdümündeki “güç blo¤unun” küçük orta¤› konumunda b›rakt›. Burjuvazinin baflar›s›zl›¤› iflçi s›n›f›n›n sermayeyle siyasal olarak hiçbir zaman hesaplaflmad›¤› anlam›na geliyordu ve dolay›s›yla da iflçi s›n›f› ne Marksist bir siyasal kültür ne de devrimci bir parti gelifltirebilmiflti. Bu analizin kuramsal çerçevesini “yeni-Gramsici” bir siyaset kuram› oluflturuyordu; buna göre “kendinde s›n›f”tan “kendi için s›n›f”a geçifl, s›n›f›n bir “hegemonik ideoloji” gelifltirmesine ba¤l›yd› (Anderson, 1967; Nairn, 1964a, 1964b). Kapitalist devletin daha gerçekçi bir analizi, egemen s›n›f›n kapitalist olmad›¤› yolundaki sanr›ya kendisini kapt›rmam›fl olan Miliband taraf›ndan sa¤land›. Miliband sermayenin siyasal egemenli¤i onun “hegemonik ideolojisi”ne de¤il, siyasal ve ekonomik gücü tekellefltirmesine dayand›r›yordu; bu da sermayenin, ekonomi üzerinde ve kendi yönetimine meflruiyet kazand›ran araçlar üzerinde oldu¤u kadar devlet ayg›t› üzerinde de dolayl› ve do¤rudan denetim kurmas›n› sa¤l›yordu. The State in Capitalist Society (Kapitalist Toplumda Devlet) (1969) adl› kitab›nda Miliband, sermayenin devlete nas›l egemen oldu¤unu ve bu egemenli¤ini nas›l yeniden üretti¤ini hayli ayr›nt›l› bir biçimde belgelemifltir; en radikal sosyal demokrat hükümetlere bile böylesi bir yap›da çok s›n›rl› bir yetki alan› kalabilirdi. Miliband’›n analizi fluna iflaret eder: Sosyalizme salt seçim yoluyla ulafl›lamaz; her cephede verilen demokratik savafl›ma önderlik edecek biçimde halk›n özlemlerini dillendirip, onlar› harekete geçirebilen kitlesel bir siyasal hareket gereklidir. Miliband’›n çizdi¤i tablo, Anderson ile Nairn’inkiyle k›yasland›¤›nda, kesinlikle daha az özgül ve belgelere daha iyi desteklenmiflti. Ne var ki, Tekelci Devlet Kapitalizmi kuram›yla paylafl›lan iki zay›f noktas› vard›. Bir yandan sermaye ile devletin fiili özdeflli¤ine dayanmakta, böylece devlet erkinin sermaye yarar›na


Devlet Tart›flmalar›

kullan›lmas›n›n, halk›n direnciyle karfl›lafl›lmas› durumu d›fl›nda, s›n›rlar›n› kavramsallaflt›ramamaktayd›. Bu durum Miliband’›, devleti nihayetinde kapitalist s›n›f›n bir arac›na indirgeyen “araçsalc›” bir devlet kuram› sundu¤u ve devlet erkine getirilecek k›s›tlar› ancak birbiriyle çekiflme halindeki s›n›flar›n örgütlülü¤ü, iradesi ve kararl›l›¤›nda bulan “istenççi” bir kuram sundu¤u yolunda birtak›m suçlamalara aç›k b›rakt›. Gerek New Left Rewiew’a gerek Miliband’a göre sivil toplum ile devlet aras›ndaki yap›sal iliflkiye de¤inen herhangi bir kuram›n olmay›fl›, devletin s›n›fsal karakterinin onun biçimine içkin olmad›¤›, s›n›f savafl›m›n›n olumsal bir ürünü oldu¤u anlam›na geliyordu. Bu “araçsalc›” devlet kuram›yla, “istenççi” s›n›f savafl›m› kuram›n elefltirisi ilk kez Poulantzas taraf›ndan ortaya kondu. New Left Rewiew’a yazd›¤› bir makalede, Anderson ile Nairn’in “tarihsicili¤i” ve “öznelcili¤ine” Althusseryan balyozuyla darbeler indiren Poulantzas’a göre, bir toplumsal formasyondaki farkl› “yap›sal düzlemler”in “özerkli¤i” ile bunlar›n birbirleriyle olan yap›sal ba¤lant›lar›n›n karmafl›kl›¤›, devletin s›n›fsal karakterinin ne siyasal iktidar› ele geçirmifl gözüken s›n›fla özdefllefltirilebilece¤i, ne de egemen ideolojinin s›n›fsal karakterinin, “hayat tarz›”yla bu ideolojiyi aç›kça d›flavuran s›n›f taraf›ndan tan›mlanabilece¤i anlam›na geliyordu (Poulantzas, 1967). Tam tersine, belli bir s›n›f›n ya da belli bir ideolojinin egemenli¤i, toplumsal formasyonun yap›s› taraf›ndan nesnel olarak belirlenmektedir. Dolay›s›yla ‹ngiliz devleti, aristokrat cilas›na ra¤men biçim olarak kapitalisttir ve egemen ideoloji, toplumsal formasyonun sermayenin güdümünde olacak biçimde yeniden üretilmesine hizmet etti¤inden kapitalisttir. Dahas›, egemen s›n›f›n çeflitli “fraksiyonlar›” aras›ndaki siyasal ve ideolojik iliflkilere özgü nitelikler, bir fraksiyonun kendi hegemonyas›n› di¤erleri üzerine kurma becerisi göstermesiyle de¤il; devletin, söz konusu s›n›f›n bir bütün olarak egemenli¤ini devam ettirme iflleviyle uyum içerisinde egemen s›n›f›n ideolojik ve siyasal hegemonyas›n›n devlet taraf›ndan örgütlenifliyle aç›klanabilir. Poulantzas’›n elefltirisi k›sa sürede etkiler yaratt›, fakat bu elefltiri Poulantzas’›n kendi düflüncelerinin özüne iliflkin neredeyse hiçbir ipucu vermiyordu. Miliband’la olan tart›flmas›na gelinceye dek Poulantzas’›n çal›flmalar›, avangard›n d›fl›nda, etkili olmad›. New Left Review’daki elefltirisinde de belirtti¤i üzere Poulantzas, hem ekonomik hem de s›n›fsal aktörlerle iliflkisi içerisinde devletin göreli özerkli¤ini vurgulamaktayd›. Anderson ile

397


398

Simon Clarke

Nairn gibi Miliband da, ortodoks Marksizmin ekonomik indirgemecili¤inden kaç›nm›fl, fakat onun yerine bir s›n›f indirgemecili¤i yerlefltirmiflti; egemen s›n›f kendi mührünü devletin üzerine buna göre vurmaktayd›. Bu, tüm bu yazarlar›n, burjuva sosyolojisinin kuramsal çerçevesi içerisinde kalmalar› demekti; ki bu sosyolojinin ay›rt edici özelli¤i toplumu, toplumsal gruplar›n birbiriyle olan etkileflimi temelinde ele al›p de¤erlendirmesidir. Burjuva ço¤ulculu¤undan kaç›nman›n tek yolu, böylesi gruplar› tan›mlarken ekonomik ç›kar›n tart›flmas›z önceli¤ini vurgulamak, böylelikle de ç›karlar› s›n›f savafl›m›nda üstün gelen s›n›fsal aktörlerin öznelli¤i üzerinden, ekonomik indirgemecili¤i yeniden ortaya koymakt›. Poulantzas bu yaklafl›m›n, s›n›f savafl›m›n›n biçimini ve geliflimini belirleyen kapitalizmin nesnel yap›sal özelliklerini göz ard› ederek s›n›f savafl›m›n› s›n›f bilincine indirgedi¤ini ileri sürüyordu. Ancak Poulantzas, o eski altyap›-üstyap› modeline geri dönmeyi savunmuyordu; bunun yerine Althusseryan modelin benimsenmesinden yanayd›. Bu modele göre karmafl›k bir bütün içerisinde ifllevsel olarak birbiriyle ilintili olan özerk düzlemlerden oluflan nesnel bir yap›n›n, s›n›fsal pratikleri s›n›rlamas› ve kendi içine hapsetmesi söz konusuydu. Her bir düzlemin ifllevi, ortodoks Marksizmdeki gibi ekonomik düzlemle olan iliflkisi aç›s›ndan de¤il, fakat bir bütün olarak yap›yla olan iliflkisi temelinde tan›mlanmaktad›r. Dolay›s›yla, ne yap›sal olarak ne de herhangi bir “s›n›f öznesi”nin eylemi arac›l›¤›yla, hiçbir düzlem bir baflka düzleme indirgenemez. Devlet kuram› aç›s›ndan bir sonuç fludur: “Siyasal”, devletin yap› içerisindeki iflleviyle olan ba¤lant›s› temelinde analiz edilmelidir. Bu ifllev, yaln›zca ekonominin gereksinimlerine hizmet etmek durumunda de¤ildir; “toplumsal formasyonu bir arada tutan etmen ve üretim koflullar›n› yeniden üreten bir etmen” olarak hizmet görmek durumundad›r (Poulantzas, 1969, Blackburn’den al›nt›, 1972: 246. Vurgulama Poulantzas’›n). Devletin “ekonomik” ifllevleri devletin sahip oldu¤u rolün yaln›zca küçük bir bölümüdür; Poulantzas da bu konuya pek az e¤ilmifltir. Çok daha önemli olan konu devletin “siyasal” ve “ideolojik” ifllevleridir; bunlar iflçi s›n›f›n›n parçalanmas›n› ve yönetici s›n›f›n “hegemonyas›n›” örgütleyerek, toplumun siyasal ve ideolojik olarak yeniden üretimini güvence alt›na almaktad›r. Poulantzas’›n çal›flmas›n›n uyand›rd›¤› yank›n›n nedeni aç›k yan›tlar sa¤lamas› de¤il; Britanya’da o güne de¤in üzerinde du-


Devlet Tart›flmalar›

rulmam›fl, ekonomi ile siyaset aras›ndaki ve yap› ile savafl›m aras›ndaki iliflkileri sorgulamas›yd›. Ancak, ne denli “son kertede ekonominin belirleyicili¤i”ne vurgu yapsada Poulantzas, esas itibariyle, s›n›f savafl›m›n›n ideolojik ve siyasal boyutlar›yla ilgiliydi. Üstelik, sonraki çal›flmas›nda kendi yap›sal determinizmini gevfleterek, “konjonktür”deki s›n›f savafl›m›n›n ne yönde geliflece¤ini belirlemede ideolojik ve siyasal faktörlere daha da büyük bir rol yüklemifl, “ekonomik” alan› biraz daha arka plana itmifl, böylece kuram›n›n ortadan kald›rmas› beklenen “istenççilik” ile siyasal oportünizme genifl bir yer açm›flt›r. Bu yönelim Poulantzas’›n izleyicisi olan çok say›da yazar taraf›ndan 1980’lerde nihai bir sonuca ulaflt›r›ld›. “Post-yap›salc›l›k”, siyasal güçlerin oluflumunda ve devlet politikas›n›n gelifliminde, “son kertede ekonominin belirleyicili¤i” ilkesini bir yana b›rakarak ideolojinin ya da “söylem”in belirleyici rol oynad›¤›n› savunuyordu. Bu da “yeni gerçekçiler”in; nesnelli¤in biricik temelinin ve biricik s›n›rl›l›klar›n›n metafizik, “tahakküm esas›na göre yap›lanm›fl ve son kertede ekonominin belirleyici oldu¤u karmafl›k bir bütün” taraf›ndan de¤il; bireysel aktörlerin öznelli¤ini bir bafl›na oluflturan ve bu aktörlerin toplumsal ve siyasal birer güç olarak üzerinde kurulabilece¤i temeli belirleyen, “söylem”in nesnel yap›s›yla tan›mlanabilece¤i yolundaki görececi (ve alabildi¤ine usd›fl›) argümana dayanarak, “konjonktür”ün getirdi¤i oportünist politikalar› ululamalar›n› sa¤lad›. Öyleyse s›n›f savafl›m›, söylemin kendi içinde ve söylemler aras›nda görülen yaln›zca bir tür savafl›m biçimidir; üstelik, üretimden çok tüketim, kolektivizmden çok bireycilik, korporatizmden çok ço¤ulculuk ve sosyalist anti-kapitalizmden çok demokratik anti-devletçilik üzerinde yo¤unlaflan yeni “söylemsel pratikler” eski söylemin yerini almaktad›r. Bu e¤ilimler Poulantzas’›n çal›flmas›nda bafltan beri içeriliyor olsa da, bu durum Marksistlere Poulantzas’›n katk›s›n› reddetmeye yeterli olacak bir gerekçe sa¤lamam›flt›r. Poulantzas devletin siyasal ve ideolojik ifllevlerini, s›n›f savafl›m›n›n siyasal ve ideolojik boyutlar›n› vurgulamas›yla önemli sorunlara parmak basm›flt›. Onun çal›flmas› bir çerçeve sunmaktayd›; bu çerçeve içerisinde devletin “göreli özerkli¤i”ne ve “ekonomi” ile “siyaset”, “yap›” ile “savafl›m” aras›ndaki iliflkiye dair temel sorunlar ele al›n›p tart›flabilirdi. Birçok Marksiste göre ileriye gitmenin yolu Poulantzas’›n yaklafl›m›n›, onun yap›sal determinizmini ya da siyasal istenççili¤ini bahane ederek reddetmekten de¤il; fakat bun-

399


400

Simon Clarke

lar›n “son kertede ekonominin belirleyicili¤i” ilkesine iliflkin olarak daha doyurucu bir aç›klama gelifltirmek suretiyle, daha uygun bir bütünleflmesini baflarmaktan geçiyordu. Devlet kuram› üzerine CSE’de gerçekleflen ilk tart›flmalarda Poulantzas’›n devlet kuram› içerisinde bu terimler baflrolü oynamaktayd›. Ancak bu tart›flmalar iyice t›kand›ktan sonra Poulantzas’›n sorunu ortaya koyufl fleklinin uygunlu¤u sorguland›.

CSE’deki Devlet Tart›flmas› Sermayenin Uluslararas›laflmas› ve Ulus Devlet Devlet sorunu Sosyalist ‹ktisatç›lar Konferans›’n›n daha Ocak 1970’teki ilk toplant›s›nda ortaya kondu: Robin Murray, sermayenin uluslararas›laflmas› ile ulus-devlet üzerine, tart›flmalar yaratan bir bildiri sundu (Murray, 1971). Bu bildirisinde Murray, sermayenin uluslararas›laflmas›n›n devletin “ulusal” sermayenin ç›karlar›na hizmet etme yetene¤ini tahrip etti¤ini ileri sürüdü. Murray’›n tezini didik didik eden Bill Warren, kapitalist flirketlerin sahip oldu¤u egemenlik alan› ile ulus-devletin görünürdeki “örtüflmezli¤i”nin, yaln›zca “devletin göreli özerkli¤inin –ki bu özerklik olmaks›z›n devlet kendi s›n›fsal ifllevlerini” bir bütün olarak sermayenin lehine “lay›k›yla yerine getiremez-” bir veçhesi oldu¤unu savundu (Warren,1971: 88). Bu tart›flma CSE’nin Ekim 1970’teki ikinci toplant›s›nda daha ileri bir noktaya tafl›nd›: “Modern kapitalizmde devletin ekonomik rolü” konusunda kendi görüflünü sunan Warren’a göre devletin “özerkli¤i” hiçbir flekilde onun sermayeden ba¤›ms›z oldu¤unu göstermezdi. Bunun yerine monolitik bir devlet bak›fl aç›s›ndan yana olan Warren, devletin s›n›fsal karakterinin onun, devletin sermaye yarar›na gördü¤ü ifllevin bir ifadesi olan, yap›s›nda içerildi¤ini belirtti. Bu argüman›n Warren’i götürdü¤ü sonuç fluydu: “Devlet ifllevlerinin ulaflt›¤› genifl yelpaze, devlet yap›lar› ile emperyalist toplumun ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel sistemlerin birbiriyle giderek daha s›k› bütünleflmesini içermifltir”, bu da demokratik kisve alt›nda devlet otoriteryanizminin artmas›na yol açm›flt›r (Warren,1972: 29). Bu bak›fl aç›s›na karfl› ç›kanlar aras›nda yer alan Michael Barratt-Brown, devletin halk savafl›m›yla ele geçirilebilecek unsurlar› için ve ilerici hedeflere yönlendirilebilecek en az›ndan kimi devlet politikalar› için bir etkinlik alan›n›n varoldu¤unu savundu. Bu anlamda sermaye ile devlet aras›ndaki iliflki monolitik de¤il, çelifliktir; sermayenin ifllevsel gereksinmelerini de¤il, s›n›fsal güç dengesini yans›tan bir iliflkidir.


Devlet Tart›flmalar›

Poulantzas ile Miliband aras›ndaki tart›flman›n belli bafll› temalar›n› yeniden üreten Warren ve Barratt Brown, sermaye ile devlet aras›ndaki iliflki sorununa getirilen geleneksel yaklafl›mlar›n temsilcisiydiler. Warren, devlet konusunda esas itibariyle “yap›sal-ifllevselci” bir görüfl ortaya koydu; buna göre devlet, do¤al ve kaç›n›lmaz bir biçimde sermayenin gereksinimlerine hizmet etmektedir. Buna karfl›n Barratt Brown devlete iliflkin olarak “araçsalc›” bir görüfl sundu; bu bak›fl aç›s›ndan devlet s›n›f savafl›m›n›n bir nesnesiydi; devletin politikalar› ve pratikleri, devletin kendi s›n›fsal karakterini tan›mlayan s›n›fsal güç dengesini ifade ediyordu. CSE’nin “Britanya ve AET ” konulu üçüncü konferans›na sunduklar› bildiriyle, Hugo Radice ve Sol Picciotto oldukça farkl› bir yaklafl›ma iflaret ettiler. Bu bildiri, sermaye ile devlet aras›ndaki çeliflik iliflkiye parmak bas›yor ve sosyalizm için uygun devlet biçimi ile sermayenin yeniden yap›land›r›lmas› üzerine verilen s›n›f savafl›m› aras›ndaki iliflki sorununu ortaya atmas› nedeniyle önem arz ediyordu. “Bunun kaba hatlar›yla gösterdi¤i devrimci perspektif, varolan devlet yap›lar›n› ele geçirmeye daha az önem vermeli ve tercihen, iflçi s›n›f›n›n devrimci etkinli¤ine dayanan alternatif biçimler infla etmeyi ön plana ç›karmal›d›r. Böylesi bir etkinlik ‘içsel olarak’ artarak çok renkli ve yayg›n bir karakter kazanacak, ayn› zamanda da ulusal s›n›rlar› giderek daha çok aflacakt›r” (Radice ve Picciotto, 1971: 52-53). Bu sonuç tümcesine s›k›flt›r›lm›fl analiz, “yap›” ile “savafl›m” aras›ndaki karfl›tl›¤›n reddine iflaret etmekteydi; zira “yap›” ve özellikle de devletin kurumsal biçimi, verili olarak de¤il, bizatihi s›n›f savafl›m›n›n bir nesnesi olarak al›nabilirdi. Ne var ki bu yaklafl›m›n içerimleri hemen ortaya konulamad›; çünkü tart›flman›n oda¤› sermayenin uluslararas›laflmas› ile ulus-devlet sorunundan, devlet harcamalar›n›n krizdeki rolü sorununa kaym›flt›. Devlet Harcamalar› Krizi ve Sosyal Demokrasinin S›n›rlar› Sermaye birikiminin kriz e¤ilimlerini çözmekten uzak olan, devlet harcamalar›ndaki art›fl›n, ortaya ç›kmakta olan ekonomik ve siyasal krizin asal bir parças› oldu¤u gerçe¤i, 1960’lar›n sonlar›ndan itibaren giderek netleflti. Büyüyen devlet harcamalar› krizi, ister “araçsalc›” ya da “yap›salc›”, isterse Keynesci ya da Marksist olsun, devlete dair her türden ifllevselci kuram üzerine hemen kuflku bulutlar› çekti. 1960’lar›n ortalar›ndaki devlet harcamalar›nda görülen art›fl›n büyük bir k›sm› sa¤l›k, e¤itim ve refah üzerine yap›lan “top-

401


402

Simon Clarke

lumsal” harcamalard›. Sosyal demokrat sol aç›s›ndan toplumsal harcamalardaki art›fl, iflçi s›n›f›n›n siyasal savafl›mlar›n›n do¤rudan bir getirisiydi. 1960’lar›n sonunda toplumsal harcama giderek artan bir siyasal bask›yla karfl›lafl›nca, solun verdi¤i ilk tepki “kriz”i, iflçi s›n›f›n›n kazan›mlar›n› tersine çevirmeye yönelik kapitalist bir giriflim olarak görmek oldu. Ne var ki ekonomik krizin giderek fliddetlenmesi, krizin s›rf bir “banker dolab›” de¤il, kapitalist birikimin çok daha temel çeliflkilerini d›flavuran bir olgu oldu¤unu ortaya koydu. Dahas›, söz konusu kriz, sosyal demokrat hareketin sicili üzerinde yeniden düflünmeye de yol açt›. ‹flçi s›n›f›n›n taleplerine yan›t olarak toplumsal harcamalar artm›fl olsa da, bu harcamalar›n hiç de¤ilse bir bölümü sa¤l›kl›, e¤itimli ve devingen bir emek gücü yaratarak sermayenin de ç›karlar›na hizmet etmiflti. Üstelik bu toplumsal harcamalar, sermayeden kopart›lan bir ödün olmaktan çok, faturas› büyük ölçüde iflçi s›n›f›na kesilmekte olan harcamalard›. Bu nedenle tart›flmalardaki vurgu, s›n›f savafl›m›n›n belirledi¤i devlet politikas› yaklafl›m›ndan, devlete ifllevselci bir bak›fl aç›s›yla bakan yaklafl›ma do¤ru kayd›; bu ikinci yaklafl›mda devletin rolü esas olarak sermaye birikiminin ifllevsel gereksinimleri taraf›ndan belirlenmekteydi. Ancak bu ifllevselci yaklafl›m, bu gereksinmelerin yaln›zca ekonomik olmad›¤›n›, ayn› zamanda toplumsal istikrar› korumak üzere gerçeklefltirilen toplumsal harcamay› sa¤lama amaçl› “siyasal” gereksinmeyi de içerdi¤inin fark›ndayd›. Dolay›s›yla devlet harcamalar›n›n düzeyi hala, en az›ndan dolayl› olarak, iflçi s›n›f›n›n ne ölçüde bir bas›nç uygulad›¤›n› göstermekteydi. Devletin sermaye aç›s›ndan ifllevselli¤i üzerinde genelde bir görüfl birli¤i olmas›na ra¤men, bu ifllevselli¤in s›n›rlar› konusunda temel bir anlaflmazl›k söz konusuydu. Bu görüfl anlaflmazl›¤› “neo-Ricardocular›” “köktencilerin”in karfl›s›na koymufltur. NeoRicardoculara göre devletin ifllevselli¤inin s›n›rlar›, siyasal aç›dan, s›n›f savafl›m›n›n bir sonucu olarak belirlenmekteydi. Köktencilere göreyse bu s›n›rlar, ayn› anda gerekli ve verimsiz olan devlet harcamalar›n›n çeliflik karakterine içkindi. Bu iki yaklafl›m aras›ndaki farkl›l›klar, bunlar›n krizi farkl› flekillerde analiz etmeleriyle yak›ndan ba¤lant›l›yd›; bu analizlerin gerisinde ise Marx’›n de¤er kuram›n›n önemine dair farkl› de¤erlendirmeler yatmaktayd›. Kârl›l›k krizinin Neo-Ricardocu analizi krizin do¤rudan uzun süreli tam istihdam›n bir sonucu olarak iflçi s›n›f›n›n kazanm›fl oldu¤u pazarl›k gücünden kaynakland›¤› görüflündeydi. Kriz, “da¤›t›mla ilgili” bir krizdi; zira ücretlerdeki art›fl verimlilik art›fl›n›n


Devlet Tart›flmalar›

önünde gidiyordu. Devlet harcamalar› üzerindeki savafl›m ücretler üzerindeki savafl›mla s›k› bir koflutluk içerisinde gerçekleflmekteydi; iflçi s›n›f› giderek artan refah pay›n› güvence alt›na alm›fl ve vergilerdeki art›fl karfl›s›nda talep etti¤i ücreti de artt›rarak, artan kamu harcamalar›n›n faturas›n› sermayeye yüklemeyi baflarm›flt›. Köktenciler ise ücretlerin “s›n›f savafl›m›” taraf›ndan de¤il, kapitalist üretim tarz›n›n nesnel yasalar› taraf›ndan belirlendi¤ini ileri sürüyorlard›. Krizin kayna¤› da¤›t›mda de¤il üretimdeydi; özellikle de “kâr oran›n›n düflme e¤ilimi”ndeydi. Krizin çözümü kârl›l›¤›n yeniden sa¤lanmas›na ba¤l›yd›; bu da ancak eme¤in yo¤unlaflt›r›lmas› ve üretimin yeniden yap›land›r›lmas›yla gerçekleflebilirdi. Sermaye birikimini desteklemek ve toplumsal bar›fl› korumak için gerekli olmas›na ra¤men, devlet harcamalar›n›n art›fl›, yaln›zca krizi daha da derinlefltirmeye yarar; çünkü bu harcamalar art›-de¤ere verimsiz bir yük bindirmektedir. Neo-Ricardocu Devlet Kuram› Neo-Ricardocular, Marx’›n de¤er kuram›n› ve ondan türetilen verimsiz emek kuram›n› reddederler ve dolay›s›yla da krizin köktenci analizini bir tarafa atarlar. Vergilendirmenin kapsam› ve sermaye için yap›lan kamu harcamalar›n›n ifllevselli¤i, verimsiz emek kuram› taraf›ndan de¤il; s›n›f savafl›m› taraf›ndan belirlenir. Bunun bir sonucu devletin, emek ile sermaye aras›ndaki da¤›t›m iliflkisini belirlemede, do¤rudan ya da dolayl›, etkin bir rol oynad›¤›d›r; böylelikle de biz, “kapitalist devletin burjuvazinin elinde edilgin bir araç oldu¤u yolundaki görüflü” reddetmek ve “devletin daha aktif ve özerk bir role sahip oldu¤unu” görmek durumunda kal›r›z (Purdy, 1973: 31). Devlet harcamalar›n›n neo-Ricardocu kuram› Ian Gough taraf›ndan gelifltirildi; bu kuram özellikle O’Connor’un, Offe’nin devlet harcamalar›n›n “birikim” ve “meflruiyet” ifllevleri aras›nda gördü¤ü ayr›m› “devletin mali krizi”ne etkili bir biçimde uygulamas›ndan yararlan›larak gelifltirildi (O’Connor, 1973). O’Connor’a göre devlet harcamalar›n›n art›fl› giderek büyüyen tekelleflmenin hem nedeni hem de sonucudur: Devlet giderek daha fazla ölçüde, tekellerin lehine olmak üzere, “sosyal yat›r›m” ve “sosyal tüketim” maliyetlerini üstlenmekte, bu da üretimin tekelleflmesini ve toplumsallaflt›rmas›n› kuvvetlendirmektedir. Ne var ki bu durum ancak durgunluk yarat›c› e¤ilimlerin güçlenmesine neden olur. Baran ve Sweezy’nin izinden giden O’Connor, bu e¤ilimlerin tekelci kapitalizmde örtük biçimde va-

403


404

Simon Clarke

roldu¤una inan›r. Buna göre devletin meflruiyetinin maddi temeli olarak, say›lar› giderek artan yoksullar› desteklemek ve tam istihdam› devam ettirmek için gerekli olan “üretimin sosyal harcamalar›n›” karfl›lamak üzere, devlet harcamalar›n›n daha da artt›r›lmas› yönünde bir gereksinme yarat›r. Devletin gelirleri harcamalara koflut biçimde artmad›¤›ndan “mali kriz” ortaya ç›kar; zira sermaye bu maliyeti karfl›lamak için özel kârlar›n vergilendirilmesine karfl› ç›kmaktad›r; ortaya ç›kan dengesizli¤i bütçe üzerindeki özel ç›karlar›n gelir beklentileri daha bir pompalamaktad›r. Gough, O’Connor’›n “sosyal yat›r›m”, “sosyal tüketim” ve “sosyal harcamalar” olarak devlet harcamalar›n› s›n›fland›rmas›ndan yararlanm›flt›r. Sosyal yat›r›m, verimlili¤i ve dolay›s›yla kapitalist kârl›l›¤› do¤rudan artt›rmakta; sosyal tüketim, ücret maliyetlerindeki a盤› kapatmaktad›r. Sosyal harcamalar ise, askeri harcamalar ve refah sa¤lay›c› harcamalard›r. Gough ve O’Connor’a göre ilk iki kategori verimlidir; çünkü birinci kategori kârl›l›¤› do¤rudan art›rmakta; ikinci kategori ise “sosyal ücret” olarak ücretin etkin bir parças› olmaktad›r. Geriye, art›-de¤er üzerinde verimsiz bir yük oluflturan etmen olarak yaln›zca son kategori kalmaktad›r. Ne var ki Gough, O’Connor’›n krize iliflkin olarak getirdi¤i “yetersiz tüketimci” aç›klaman›n yerine, Purdy’nin gelifltirdi¤i neo-Ricardocu kuram› koyar; buna göre O’Connor’›n ifllevselcili¤i onu “devlet harcamalar›n›n nereye ve hangi miktarda aktar›laca¤›n› belirlemede, s›n›f savafl›m›n›n rolüne ya da bu bask›lar›n üstesinden gelmek için politikalar gelifltirmede ve uygulamaya koymada, devletin göreli özerkli¤ine, yeterli a¤›rl›k vermemeye” götürür (Gough, 1975a: 5). Gough, bir yandan da Barratt Brown gibi devletin karakterini yaln›zca s›n›f savafl›m›yla aç›klayan yazarlar› da elefltirmifltir. Gough, devlet harcamalar›ndaki art›fl› aç›klarken, Poulantzas’›n ve daha az ölçüde olmak üzere Miliband’›n yap›tlar›na dayanarak, devleti ifllevsellik ve s›n›f savafl›m›n› baz alarak aç›klayan yaklafl›mlar›n bir “sentez”ini önerdi. Gough’a göre, hem Poulantzas hem de Miliband “kapitalist devletin, egemen s›n›flar›n siyasal ç›karlar›n› temsil eden ve s›n›f savafl›m›n›n alan› içerisinde yer alan, görece özerk bir varl›k” oldu¤una iflaret ederler. Devletin bu göreli özerkli¤idir ki iflçi s›n›f›n›, “sermayenin siyasal gücü ve onun dayand›¤› devletin bask›c› ayg›t›” tehlikeye atmadan, kapitalist s›n›f içerisindeki bölünmeleri bir dizi ekonomik ve sosyal reform elde etmek üzere kendi yarar›na kullanmaya muktedir k›lmaktad›r (Gough, 1975b: 58, 64).


Devlet Tart›flmalar›

Burada ayr›nt›lar›na inmeden söylersek Gough, devlet harcamalar›na iliflkin ifllevsel aç›klama ile bu harcamalar›n s›n›f savafl›m›nca belirlenifli aras›nda görece keskin bir ayr›m kurar. Bu ayr›m kuramsal olarak, üretimin da¤›t›mdan neo-Ricardocu ayr›l›¤›na dayan›r. Devletin “özerkli¤i” üretimin ifllevsel gereklilikleri taraf›ndan büyük ölçüde k›s›tlan›r ama gene ayn› özerklik, da¤›t›mla ba¤lant›l› olarak, s›n›f savafl›m› taraf›ndan belirlenmektedir. Dolay›s›yla verimli harcama, kapitalizmin ekonomik geliflimi aç›s›ndan ifllevsel olarak aç›klanabilirken; s›n›f savafl›m› vergilendirmenin kapsam› ile “sosyal harcama”n›n yap›s› ve büyüklü¤üyle ilintili olmaktad›r. Gough, Poulantzas’›n devlet kuram›n› benimsemifltir; çünkü bu kuram, devletin yap›sal-ifllevci analizlerince öne ç›kar›lan reformizmin s›n›rlar›n›n bir aç›mlamas›yla birlikte, devletin “s›n›f savafl›m›” analizlerince vurgulanan reformizm olanaklar›n› içeren aç›mlamay› sentezleyecek bir çerçeve sunar görünmekte ve böylece kriz sürecindeki alternatif stratejileri de¤erlendirmeyi sa¤layacak bir temel oluflturmaktad›r. Ne var ki Gough’un, “son kertede belirleyici olan” üretimin ifllevsel gerekliliklerinde d›flavurumunu bulan, devletin etkinli¤i üzerindeki “ekonomik” s›n›rlamalar ile da¤›t›m iliflkilerini belirlemede s›n›f savafl›m›n›n rolünde d›flavurumunu bulan, devletin “siyasal” özerkli¤i aras›nda yapt›¤› keskin ayr›m, yine kendisinin kriz kuram›yla çeliflmektedir. Söz konusu kuram, kapitalizmin ayakta kalmas›n›n iflçi s›n›f›n›n özlemlerinin, kârl›l›k s›n›rlar› içerisinde tutulmas›na ba¤l› oldu¤unu fark etmiflti. Dolay›s›yla Gough krizin, iflçi s›n›f›n›n de¤iflik kesimlerine hiçbir siyasal ayr›cal›k alan› ve dolay›s›yla da reformizme kap› aralayacak hiçbir olanak b›rakmayacak derinlikte oldu¤una inan›yordu. Köktencilik ve Devlet Kuram› Ian Gough’un devlete, neo-Ricardocu yaklafl›m›na köktencilerin yan›t› gecikmedi. David Yaffe ve Paul Bullock krizin köktenci çözümlemesini yaparlarken, devleti “toplumun yukar›s›nda durur görünen” bir güç olarak ele alan “sosyal demokrat” anlay›fla yüklenerek ve “burjuva devletin müdahalecili¤inin do¤rudan do¤ruya sermayenin gereksinmelerinden kaynakland›¤›” yönündeki düflüncelerini ilerleterek, Gough’un devlet harcamalar› çözümlemesine sald›rd›lar; “bu geliflmeler yöneten s›n›f aç›s›ndan siyasal bir zorunluluktur” diyerek, kendi görüfllerinin basitli¤ini de z›mnen sergileme yoluna gitmifllerdir (Bullock ve Yaffe, 1975: 33. Vurgu benim).

405


406

Simon Clarke

Ben Fine ve Laurence Harris, Gough’un devlet harcamalar›n› çözümleyifline daha derinlikli ve sa¤lam bir elefltiri yönelttiler. Gough’un devletin “göreli özerkli¤i”ni üzerine infla etti¤i, da¤›t›mla üretim aras›na koydu¤u neo-Ricardocu ayr›m› elefltiren Fine ve Harris’e göre birikimin krizce yönlendirilen örüntüsü “sermayenin iflleyiflinin zorunlu bir parças›d›r ve kapitalist devletin ekonomik müdahalesi temelde sermayenin ekonomik gereksinimlerince belirlenmektedir” (Fine ve Harris, 1976a: 99). Gough’un neo-Ricardocu yaklafl›m›, kriz karfl›s›nda, sermaye birikimine ve özellikle de sermayenin uluslararas›laflmas› ve yeniden yap›lanmas›na iliflkin olarak devletin oynad›¤› rolü tümüyle göz ard› eder. Üstelik devletin, sermayenin içine düfltü¤ü krizi çözme yetene¤ini abart›r. Devlet, ancak sermayenin krize karfl›l›k vermeye zorland›¤› koflullar› de¤ifltirmeye yönelik bir müdahalede bulunabilir. Bu, devletin nas›l olup da, sermayeyi gerekli yeniden yap›land›rmalar› üstlenmeye zorlamak için, krizi derinlefltirecek biçimde müdahalede bulunabilece¤ini aç›klar. Fine ve Harris devletin sermayenin güdümünde oluflunu, devletin de¤er yasas›n›n güdümünde olufluyla aç›klar: “Devletin etkinli¤i art›-de¤erin üretimine hem ba¤›ml›d›r hem de onun taraf›ndan belirlenir”; bu nedenledir ki devletin ekonomik müdahalesi “ekonomideki siyasal ö¤enin bir müdahalesi olarak düflünülemez; zira bu müdahale esas itibariyle ekonominin hareket yasalar› taraf›ndan koflullan›r”. Ne var ki de¤er yasas› ancak, içinde devletin önemli ölçüde (siyasal) bir özerklikle hareket etti¤i (ekonomik) s›n›flar› tarif etmektedir. Bundan dolay› Fine ve Harris, Gough’u “iktisatç›lar›n tart›flmalar›na Marksist siyaset kuramc›lar›n›n kapitalist devletin egemen s›n›flar›n ç›karlar›yla kurdu¤u iliflki içerisinde göreli özerkli¤i ve onun s›n›f savafl›m›n›n yöneldi¤i amaç olarak konumu” varg›s›n› tafl›yarak Yaffe’nin ötesine geçmifl olmas›ndan dolay› alk›fllarlar. Onlara göre, “devlet, kapitalist toplumsal iliflkileri muhafaza ederken, ekonomik rolünün yan› s›ra siyasal ve ideolojik rollere de sahiptir. Bu nedenle, devletin ekonomik müdahalesi siyasal ve ideolojik güç dengesi taraf›ndan koflullan›r... do¤rudan sermayenin kontrolünde olan üretim ve mal dolafl›m›n›n aksine, devletin ekonomik etkinli¤i esas olarak de¤iflim iliflkileri arac›l›¤›yla de¤il, siyasal (ve ekonomik ve ideolojik) boyutlu s›n›f savafl›m›n›n oluflturdu¤u denge arac›l›¤›yla kontrol edilir” (Fine ve Harris, 1976a: 103, 109-110, 107, 99, 103). Fine ve Harris, Gough’un neo-Ricardocu devlet kuram›na et-


Devlet Tart›flmalar›

kili bir elefltiri getirmifllerdir. Ne var ki ekonomik ile siyasal aras›ndaki iliflkiyi ya da devlet politikas›n› belirlemede yap› ile s›n›f savafl›m› aras›ndaki iliflkiyi kavramsallaflt›r›rken, temelde Gough’tan farkl› bir tutum almam›fllard›r. Poulantzas’›n devleti “afl›r› politize” olan kavray›fl›n› Gough’un da benimsemesini yaln›zca Gough’un neo-Ricardoculu¤unun devlete çok fazla özerklik verdi¤i gerekçesiyle elefltirmifllerdir. Dolay›s›yla, Poulantzas’la devletin “son kertede ekonomi taraf›ndan belirlendi¤i”, fakat “siyasal ve ideolojik güç dengesi taraf›ndan koflulland›¤›” üzerinde uzlaflabilirlerken, onu ekonominin s›n›rlamalar›na yeterli önemi vermeyiflinden ötürü elefltirirler; ancak “ekonomik” ile “siyasal” aras›ndaki iliflkiye hiçbir alternatif kavramsallaflt›rma önermemifllerdir. Fine ve Harris bir sonraki kitaplar›nda, temel belirsizliklerini koruyarak, kendi analizlerini daha da gelifltirdiler (Fine ve Harris, 1979). Bu analizde Poulantzas’›n s›n›f savafl›m›n›n; ekonomi, politika ve ideolojinin göreli özerkli¤ine dayanan, ço¤ulcu kuram›n› benimsediler; fakat bu kuram›, sermaye ile devletin kaynaflmas›na dayanan Tekelci Devlet Kapitalizmi kuram› biçiminde, içinde s›n›f savafl›m›n›n gerçekleflti¤i yap›sal s›n›rlamalar›n ekonomistik bir kuram›yla birlefltirdiler. Dolay›s›yla s›n›f savafl›m› ekonomik, siyasal ve ideolojik alanlar›n birbirinden ayr›lmas›yla kendisini gösterirken, yap› bunlar›n kaynaflmas›yla kendini belli eder. Öyleyse, bu kaynaflman›n oluflmas›na yönelik yap›sal e¤ilimler karfl›s›nda burjuva egemenli¤inin korunmas›, s›n›f savafl›m›na dair çeflitli düzlemlerin birbirinden ayr›l›¤›n›n sürdürülmesine ba¤l›d›r. Dolay›s›yla devlet müdahalecili¤i, birikimin, “kâr oran›n›n düflme e¤ilimi”nde ifadelerini bulan temel çeliflkilerine yan›t olarak geliflmifl, fakat bu müdahale üretimi denetlemek ve “ideolojik, ekonomik ve (öncelikle) siyasal iliflkilerin kristalleflmesi”ni sa¤laman›n “bask›n mekanizma”s› haline gelmifltir. Devletin sermayeyle bu kaynaflmas› s›n›f savafl›m› üzerinde ters bir etki yarat›r, “ilk evrelerde burjuva hegemonyas›n›n zeminini oluflturmufl olan; ekonomik, siyasal ve ideolojik savafl›mlar›n bölünmüfllü¤ünü” ortadan kald›rma tehdidinde bulunarak; “ekonomik savafl›m›n verildi¤i yeri üretim noktas›ndan ay›rmak... ve ona devlet kurumlar› içerisinde bir ifade kazand›rmak yoluyla... kapitalist yeniden üretime uygun düflen s›n›rlara s›k›flt›r›lm›fl” savafl›ma yönelik bir tepkidir bu.10 Dönüp dolafl›p neo-Ricardocu devlet kuram›na gelmifl görünüyoruz; bu kurama göre “ekonomi”, devletin etkinli¤inin siyasal aç›dan belirlendi¤i, d›fl maddi s›n›rlamalar› tayin etmektedir.

10

407

Fine ve Harris (1979: 11, 15-126). Bu argüman, Offe ile Hirsch’in iktisadi çat›flmalar›n politizasyonunun, devletin yaflad›¤› kriz ve çözülmenin esas kayna¤› oldu¤u yolundaki argümanlar›yla ilginç bir karfl›tl›k oluflturmaktad›r.


408

Simon Clarke

11 Fine ve Harris (1979: 127). Laurence Harris, tart›flman›n ilk safhas›nda Poulantzas’›n Tekelci Devlet Kapitalizmi kuram›n›n devleti “ya proleterya ya da flimdi oldu¤u gibi tekelci sermaye taraf›ndan ele geçirilip kullan›labilecek nötr bir araç” olarak görmekle sosyal demokrat reformizmin izinden gitti¤i yolundaki suçlamas›n› fliddetle reddeder (Harris, 1976), ama karfl› argümanlar getirmez.

Gough ve Poulantzas’a yöneltilen tek elefltiri bu yazarlar›n bu ekonomik k›s›tlar›n erimini hafife almalar›d›r. Devletin s›n›fsal karakteri ancak burjuvazinin iflçi s›n›f›n›n ekonomik savafl›m›n› reformist siyasal kanallara yönlendirebilme becerisiyle korunabilmifltir. Buradaki siyasal içerim fludur: Devletin s›n›fsal karakteri “ekonomik savafl›m› fliddetlendiren ve savafl›m›n üstüne siyasal savafl›m›n fliddetlenmesini bina eden bir strateji” arac›l›¤›yla dönüfltürebilir.11 Fine ve Harris, Gough ve Purdy’nin neo-Ricardocu ekonomisini reddetmifl ve dolay›s›yla devletin etkinli¤i üzerindeki ekonomik s›n›rlamalar konusunda farkl› bir de¤erlendirme yapm›fl olsalar da; Gough ve Purdy’nin, devletin s›n›fsal karakterinin, sermayeyle olan d›flsal iliflkisi taraf›ndan belirlendi¤ini söyleyen, devletin özerkli¤ini anlay›fllar›na karfl› ç›km›fllard›r. Bunun nedeni Fine ve Harris’in de devleti, toplumsal iliflkinin belli bir biçimi olarak de¤il, özerk bir kurum olarak görmeleriydi. Böylelikle bu yazarlar›n hepsi de Poulantzas’›n devletin kurumsal özerkli¤ini fetifllefltirmesinin izinden giderek, kapitalist s›n›f›n egemenli¤inin bir biçimi olarak devletin biçimi sorusunu ortaya atmak üzere, devletin görünüflteki ba¤›ms›zl›¤›n›n ötesine nüfuz edememifllerdir. Devlet kuram›, Neo-Ricardocular ile köktenciler aras›ndaki tart›flmada bir ç›kmaza girmifl görünmektedir. Her iki taraf da devletin “özerkli¤ini” onun kapitalist s›n›fsal karakteriyle ba¤daflt›ram›yordu; çünkü her ikisi de kapitalist toplumsal iliflkilerin birer biçimi olarak ekonomi ile siyaset aras›ndaki iliflkiyi kavramsallaflt›rman›n bir yoluna sahip de¤ildi. Sonuç, her iki taraf›n da devleti, onun sermaye için gerçeklefltirdi¤i “ekonomik” ifllevlere indirgeyen bir ekonomizm ile, devleti “ideolojik, ekonomik ve (öncelikle) siyasal iliflkilerin kristalleflmesi” olarak alg›layan bir “politizm” aras›nda gidip gelmeleri oldu. Bu, basitçe bir kuramsal yan›lg› de¤ildi; tart›flmada birbirlerinin amans›z rakibi gibi görünen taraflar› birlefltiren, ortak siyasal bak›fl aç›s›n›n s›n›rl›l›klar›n›n bir göstergesiydi: Devleti, sosyalizme geçiflin bir arac› olarak ele alan ve dolay›s›yla sosyalist siyaseti, devleti ele geçirmeye yönelik devrimci veya reformist bir mücadeleye indirgeyen bir bak›fl aç›s›yd› bu. Neo-Ricardocularla köktenciler aras›ndaki kuramsal ayr›l›klar zorunlu olarak köklü siyasal ayr›l›klara iflaret etmez. Dolay›s›yla, 1973-74’te Heath hükümeti madencilerin greviyle alafla¤› edildi¤i zaman, her iki kamptaki sosyalistler, devrim hemen yar›n olacakm›fl gibi ultra-sol bir maksimalizmin sözcülü¤ünü yapt›lar.


Devlet Tart›flmalar›

Ancak, iki y›l sonra sendikal harekette görülen göreli gerileme, kendilerini bu kuramsal bölünmede hangi tarafa koymufl olurlarsa olsunlar, büyük ço¤unlu¤un, kendi sosyalist ihtiraslar›n› “gerçekçi” bir siyasal reformizmle ba¤daflt›rma aray›fl›na girmelerine yol açt›. “Toplumsal sözleflme”ye sosyalist bir içerik kazand›rma peflindeki neo-Ricardocu strateji, en etkili biçimde Dave Purdy ile Mike Prior taraf›ndan Out of the Ghetto (1977) adl› yap›tta gelifltirildi. (Diane Elson’un bu kitaba yönelik elefltirisi için bak›n›z (1979b). Bu strateji, Komünist Parti’ye en sonunda sayg›nl›¤›n› yitirten tart›flmay› atefllemede önemli rol oynam›fl, yeni Komünist Parti program tasla¤›n›n yay›mlanmas›na bir tepki olarak ortaya konmufltu. “Alternatif Ekonomik Strateji”ye sosyalist bir içerik kazand›rma peflindeki köktenci strateji ise, Fine ve Harris ile CSE Londra Grubu (1979, 1980) taraf›ndan gelifltirildi. Farkl›l›klar›na ra¤men her iki yaklafl›m da, kriz ve s›n›f savafl›m›yla ilgili olarak dar bir ekonomistik kavray›fla ve s›n›f konusundaysa monolitik bir görüfle dayan›yor, kriz esnas›nda geliflen farkl›laflm›fl s›n›f savafl›m› biçimlerini göz ard› ediyor ve hepsinden öte, iflçi s›n›f› ile devlet aras›ndaki çeliflkili iliflki sorununu bir yana b›rak›yordu. Bu bak›fl aç›s›, 1970’ler boyunca geliflen popüler savafl›mlar›n giderek uza¤›na düflmekteydi; ve a盤a ç›kmaktayd› ki, devlet, kurtuluflun müstakbel arac› de¤il, kitlelerin özlemlerini gerçeklefltirmelerinin önündeki en büyük engeldi. ‹ronik biçimde, ayn› 1975 CSE Konferans›, David Yaffe ile Dave Purdy aras›ndaki tart›flmada neo-Ricardocularla köktencilerin kozlar›n› son kez paylaflmalar›na tan›k oldu; Emek Süreci ve Konut gruplar›n›n çal›flmalar›ndan ba¤›ms›z olarak ortaya ç›kan yeni yaklafl›mlar atölye çal›flmalar›nda kat›l›mc›lar›n dikkatine sunuldu. Bu konferans›n kapan›fl oturumunda al›nan, eski tüfeklerin her iki kanad› taraf›n›n da fliddetle direndi¤i kararda tart›flmay› geniflletmek ve yeni yönleri araflt›rmak için 1976 konferans›n “emek süreci” üzerine olmas› ve gelecek y›l›n konferans›na haz›rlanmak için çal›flma gruplar› oluflturulmas› benimsendi.n (Yaz›n›n devam› Praksis’in gelecek say›s›nda yay›mlanacakt›r.)

409


410

Simon Clarke

Kaynakça

tal: A Marxist Debate, London: Edward Arnold.

Afansyev, L. et. al. (1974) The Political Economy of Capitalism, Moscow: Progress

Jessop, B. (1988) “Regulation Theory, Post Fordism and the State”, Capital and Class 34: 147-168.

Anderson, P. (1964) “Origins of the Present Crisis”, New Left Review, 23.

Keane, J. (1988a) Democracy and Civil Society, London: Verso.

Backhaus, H.-G. (1969) “Zur Dialektik der Wertform”, Schmidt, A. (der.) Beiträge zur Marxistchen Erkenntnistheorie, içinde Frankfurt: Suhrkamp.

London-Edinburgh Weekend Return Group (1980) In and Against the State, 2nd edition, London: Pluto.

Backhaus, H.-G. (1974- 1978) “Materialen zur Rekonstruktion der Marxschen Werttheorie”, Gesellschaft, 8/9. Blanke, B., U. Jürgens ve H. Kastendiek (1978) “On the Current Marxist Discussion on the Analysis of Form and Function of the Bourgeois State” Holloway, J. ve S. Piciotto, (der) (1978) State and Capital: A Marxist Debate içinde Lonon: Edward Arnold. Bonofeld, W. (1987) “Reformulations of State Theory” Capital and Class, 33: 96-128, t›pk›bas›m Bonefeld ve Holloway (1991) Bonofeld, W. ve J. Holloway, (der.) (1991) Post-Fordism and Political Form, London: Macmillan. Bullock, P. ve D. Yaffe, (1975) “Inflation, the Crisis and the Post-War Boom”, Revolutionary Communist 3/4 Clarke, S. (1988) Keynesyanism, Monetarism and the Crisis of State, Aldershot: Edward Elgar; Vermont: Gower. Elson, D. (1979a) Value, CSE Books; New Jersey: Humanities. Elson, D. (1979b) “Which Way ‘Out of the Ghetto’”, Capital and Class, 9: 97-117 Fine, B. ve L. Harris (1976a) “State Expenditure in Advanced Capitalism: A Critique”, New Left Review, 98: 97-112. Fine, B. ve L. Harris (1979) Rereading Capital, London: Macmillan. Gough, I. (1975a) “Review of the Fiscal Crisis of the State” Bulletin of the CSE, IV, 2(11). Gough, I. (1975b) “State Expenditure in Advanced Capitalism”, New Left Review, 92: 53-92. Gough, I. (1979) The Political Economy of the Welfare State, London: Macmillan. Harris, L. (1976) “State, Monopoly Capitalism and the Capitalist Mode of Production”, sunufl, CSE Theory of the State Group. Holloway, J. (1988) “The Great Bear, Post-Fordism and Class Struggle”, Capital and Class, 36: 93-104 t›pk›bas›m Bonofeld, W. ve J. Holloway (der.) Post-Fordism and Social Form Holloway, J. ve S. Picciotto (der.) (1978) State and Capi-

Milliband, R. (1969) The State in Capitalist Society, London: Weindefeld ve Nicholson Murray, R. (1971) “The Internationalization of Capital and the Nation State”, New Left Review, 67: 84-109, t›pk›bas›m Radice, N. (der.) (1975) International Firms and Modern Imperialism, Harmondsworth: Penguin. Nairn, T. (1964a) “The Nature of the Labour Party”, New Left Review, 27. Nairn, T. (1964b) “Labour Imperialism”, New Left Review, 28. O’Connor, J. (1973) The Fiscal Crisis of the State, New York: St. Martin’s. Negri, A. (1988) Revolution Retrieved, Red Notes, London Offe, C. (1972) Strukturprobleme des kapitalistisnhen Staates, Frankfurt. Poulantzas, N. (1967) “Marxist Political Theory in Great Britain”, New Left Review, 43. Poulantzas, N. (1969) ‘The Problem of the Capitalist State’, New Left Review, 58, t›pk›bas›m Blakburn, R. (der.) (1972) Ideology in Social Science, London: Fontana. Purdy, (1973) “The Theory of the Permanent Arms Economy”, Bulletin of the CSE, ‹lkbahar. Purdy, D. ve M. Prior (1977) Out of the Ghetto, mimeo. Radice, H. ve S. Picciotto (1971) “European Integration: Capital and the State”, Bulletin of the CSE, 1(1). Radice, N. (der.) (1975) International Firms and Modern Imperialism, Harmondsworth: Penguin. Rubin, I.I. (1972) Essays on Marx’s Theory of Value, Detroit: Black and Red. Rubin, I.I. (1977/1978) “Abstracts Labour and Value in Marx’s System”, Capital and Class, 5: 107-39. Warren, B. (1971) “The Internationalisation of the Capital and the Nation State: A Comment”, New Left Review, 68: 83-88, t›pk›bas›m Radice, N. (der.) (1975) International Firms and Modern Imperialism, Harmondsworth: Penguin. Warren, B. (1972) “Capitalist Planning and the State”, New Left Review, 72: 3-30.


Praksis 9

| Sayfa: 411 - 442

Devlet ve Gündelik Mücadele* John Holloway Çeviri: Attila Güney

Girifl Son y›llarda, iflçi s›n›f›n›n devlete iliflkin mücadele biçimlerinde h›zl› geliflmeler görülmektedir.1 Devlet ile iflçi s›n›f› aras›ndaki mücadele alan›, ücretlerin düflürülmesi ve çal›flma koflullar›na iliflkin düzenlemelerle, devletin bask›c› ayg›tlar›yla giriflilen çat›flmalar gibi, ço¤u zaman geleneksel çat›flma alanlar› olarak düflünülen alanlar› aflarak genifllemifltir. Özellikle “refah devleti” politikalar›nda kesintiye gidilmesi gibi geliflmeler, devletin konut, e¤itim, ulafl›m, sa¤l›k alanlar›ndaki rolüne iliflkin muazzam bir mücadelenin yükselifline sebep olmufltur. Bu mücadelelerin ço¤u, iflçi s›n›f›n›n geleneksel örgüt biçimlerinin d›fl›nda cereyan etmifltir. Parti ve sendikal örgütlerin söz konusu geliflmeler karfl›s›nda tali kald›¤› görülmüfltür. Öte yandan, devlete karfl› geliflen yeni mücadele biçimlerine iliflkin genel bir duyarl›l›¤›n yükseliflinin aksine, bu mücadelenin bir taraf› olan devletin nas›l anlafl›laca¤›na iliflkin dikkate de¤er bir kafa kar›fl›kl›¤› vard›r. ‹flçi s›n›f›n›n yeni mücadele biçimlerinin geliflmesi, devletin kendi geliflimini z›t yönde bütünleyen bir olgu, onun tamamlay›c› karfl›t›d›r. “Refah devleti” ve “devlet müdahalesindeki” büyüme, devlet sektöründe çal›flan say›s›ndaki art›fl, gündelik hayata devletin yapt›¤› müdahalenin artt›¤› anlam›na gelmektedir. ‹ngiltere’de çal›flan nüfusun yüzde 25’inden fazlas› devlet taraf›ndan istihdam edilmektedir ve bu insanlar iflverenleri olarak devletle gündelik hayat içinde sürekli iliflki içindedirler. Çünkü, bunlar›n birço¤u için -özellikle devletlefltirilmifl sanayi kollar›ndan çok kamu hizmetlerinde istihdam edilenler için- özel sermaye de¤il de devlet taraf›ndan is-

* Yaz›n›n al›nd›¤› kaynak: Holloway, J. (1991) “The State and Everyday Struggle”, Clarke, S. (der.), The State Debate (1991) içinde, New York: St. Martin’s, 225259. 1 Bu çal›flma CSE (Sosyalist ‹ktisatç›lar Konferans›) çerçevesinde ortaya ç›kan kolektif çal›flma ve tart›flmalar›n sonuçlar›n›n bireysel formülasyonudur. Asl›nda bu çal›flma, biri Edinburgh CSE grubunun “Devletin Krizi ve Burjuva Biçimlerine Karfl› Mücadele” ve benim bireysel çal›flmam olan “S›n›f Prati¤i Olarak Devlet” adl› iki erken çal›flman›n elefltirel bir yeniden gözden geçirilmifl biçimidir. Bu çal›flman›n ortaya ç›k›fl›nda Sol Picciotto, Edinburg CSE grubu (John Macdonald, Richard Paine, Olga Stassiopoulou) ve Londra-Edinburgh Grubu (Cynthia Cockburn, Neil McInness, Jeannette Mitchell, Kathy Polanshe) ile yap›lan ortaklafla çal›flmalara ve bundan önceki yaz›lar›ma elefltirel yorumda bulunan Simon Clarke, James Donald, Ben Fine, Bob Fine, Frankfurt State Grubu, Bob Jessop ve Mike


412

John Holloway

Williams’a olan borcumu inkâr edemem. Bu yorumlar›n niteli¤indeki katk›lar›n ço¤u elefltiri niteli¤inde oldu¤undan, yaz›n›n sorumlulu¤u tamamen bana aittir. Her ne kadar bu çal›flma erken dönem çal›flmalar›m›n baz› aç›lardan elefltirisi ise de, burada ele al›nan görüfllerin bir k›sm› Edinburgh (1978) LondraEdinburgh (1979) ve Holloway (1979) içinde daha detayl› olarak ele al›n›p gelifltirilmifltir.

tihdam ediliyor olmalar› gerçe¤i, onlar›n gündelik etkinliklerinin do¤as›n› ve niteli¤ini belirleme aç›s›ndan temel öneme sahiptir. Fakat, aç›kças› devletin geçirdi¤i de¤iflimden etkilenenler sadece devlet sektöründe çal›flanlar de¤ildir. Devlet taraf›ndan istihdam edilmeyen iflçiler de devlet araçlar›yla eskiden oldu¤undan daha yo¤un ve artan bir iliflki içine girmektedirler. Bu yo¤unluk daha çok, e¤itim, sa¤l›k, sosyal güvenlik, konut gibi, bir bütün olarak düflünüldü¤ünde iflgücünün yeniden üretimini etkileyen, iflçiyi devlet araçlar›n›n de¤iflik parçalar›yla sürekli ve do¤rudan temas kurmak zorunda b›rakan farkl› etkinlikler için söz konusudur. Bu durum ayn› zamanda do¤rudan üretim alan›nda çal›flanlar için de geçerlidir. Her ne kadar, bireysel sermaye taraf›ndan istihdam edilen iflçiler aç›s›ndan halihaz›rdaki çat›flma, bireysel sermayedarlar ile ise de, iflçi ile sermayedar aras›ndaki iliflki, ücret politikalar›, verilen teflvikler ve borçlanma flartnameleri, planlama anlaflmalar›, güvenlik düzenlemeleri ve benzer uygulamalar yoluyla devletin artan etkisi alt›ndad›r. Bu yüzdendir ki birçok sosyalist için devlet kuramsal oldu¤u kadar gündelik yaflam prati¤i aç›s›ndan da bir sorun haline gelmifltir. Devletin geçirdi¤i de¤iflime ba¤l› olarak devlet etraf›nda yürütülen s›n›fsal mücadeledeki bütün bu geliflmeler Marksist devlet kuram›nda son y›llarda görülen büyük ilgi dalgas›n› aç›klamaktad›r. Çal›flt›klar› ifl ve siyasal etkinlikleri, sosyalistleri devletin de¤iflik kurumlar› ile do¤rudan ve rutin etkileflim içinde b›rakt›¤›ndan, devlete iliflkin her türlü alg›lay›fl gündelik hayatlar› için do¤rudan pratik öneme sahip bir sorun halini al›r. Yine de hangi pratik kaynaklar›n onlar›n yak›n dönem devlet kuram› üzerine yapt›klar› tart›flmalar›n dilsel çerçevesini çizdi¤ini anlayabilmek kolay de¤il. Bu zorluk, sadece tart›flman›n en önemli kuramsal katk›lar› dahi eriflilemez k›lan bir etmen olan karmafl›k dilinden de¤il, ayn› zamanda kuramc›lar›n iflaret etti¤i sorulardan da kaynaklanmaktad›r: Bir devleti kapitalist bir devlet yapan nedir? Devlet faaliyetlerinin üzerindeki yap›sal s›n›rlamalar nelerdir? Sermayenin yeniden üretimi ile devlet harcamalar› aras›nda nas›l bir iliflki vard›r? Devletin geliflimi sermayenin hareket yasalar› taraf›ndan hangi yolla belirlenir? Bütün bu sorular çok önemlidir, fakat bu sorular›n sosyalistlerin devlet içinde ve etraf›ndaki siyasal pratikleri ile iliflkisi oldukça dolayl›d›r. Örne¤in, sermayenin yeniden üretiminde devletin hizmet sektöründeki harcamalar›n›n rolü üzerine tart›flman›n kesinlikle siyasal yans›malar› vard›r, fakat bu tart›flmayla hizmet sektörün-


Devlet ve Gündelik Mücadele

de çal›flan iflçilerin gündelik yaflam prati¤i aras›nda yar› yar›ya dahi bir iliflki görmek oldukça zordur. Yine benzer flekilde, devletin kapitalist bir devlet oldu¤una iliflkin bilginin ve devletin parçalanmas› gerekti¤ine iliflkin fikrin sosyalist e¤itimcilere ö¤rencileriyle kurduklar› gündelik iliflkide nas›l yol gösterici olaca¤›n› anlamak da kolay de¤ildir. Bu nedenledir ki, devlet üzerine yaz›lm›fl birçok yaz›, burjuva kuram›n›n cevab›n› bulamad›¤› sorular›n cevaplar›n› bulmaya çal›flarak, araflt›rma konusunu tepeden inceleme e¤iliminde olmufltur. Devlet üzerine flimdiye kadar yap›lan incelemelerin, iflçi s›n›f› eylemlili¤i üzerindeki etkileri aç›kça tart›fl›ld›¤› ölçüde de, iflçi s›n›f› mücadelesini yaln›zca parti stratejisi aç›s›ndan kavramlaflt›r›lma e¤iliminde olmufllard›r. Sonuç olarak her ne kadar Marksist devlet kuram›n›n yeniden canlan›fl›, kaç›n›lmaz olarak itkisinin ve deste¤inin büyük k›sm›n› genellikle devlet etraf›nda dönen mücadele biçimlerinden ve önemli say›daki sosyalistin devletle olan gündelik meflguliyetlerinden alm›flsa da, kuramc›lar›n çal›flmalar›n›n bu mücadele biçimlerinin geliflimine benzeri bir katk› yapmad›klar› görülüyor.2 ‹htiyac›m›z olan, burjuvazinin gündelik s›n›f prati¤i olarak tan›mlanan bir devlet kuram›d›r. Devlet kuram› devletle girilen bu gündelik iliflkilere iflaret eder bir özelli¤e sahip olabilmesi içinse, devlete içkin olan s›n›f pratiklerinin geliflimine ve onlara karfl› koyma olas›l›klar›na ›fl›k tutabilir olmas› gerekmektedir. Bu çal›flma bu sorunlar› çözmeyi amaçlam›yor: Devletin gündelik prati¤i ve sosyalistlerin devlete karfl› gündelik hayat içinde mücadeleleri üzerine konuflmaya bafllayabilece¤imiz ancak henüz olgunlaflmam›fl bir kavramsal çerçeve gelifltirmeyi amaçl›yor.

Toplumsal ‹liflkiler Biçimi Olarak Devlet 1. Bu soruyu cevapland›rabilmek için, bir baflka deyiflle, devleti burjuvazinin gündelik yaflam prati¤inin bir biçimi olarak anlayabilmek için, devlet içinde ve devlete karfl› olan yak›n dönem s›n›fsal mücadele deneyimleri üzerine yo¤unlaflmaya çal›flmal›y›z. Bu, kuram karfl›t› veya son y›llarda devletin do¤as› üzerine yap›lm›fl tart›flmalar› bütünüyle reddeden bir durufl önerdi¤im anlam›na gelmemelidir. Aksine, devlete iliflkin olarak yürütülen belirli mücadeleler üzerine yak›n dönemde yap›lm›fl analizlerdeki sorunlar, aç›kça, devlet çal›flmalar›na uygulanacak veya bu çal›flmalarda kullan›lacak, fetiflizm, devlet biçimi (state form) gibi kavramlar›n, devlet biçimi ile devlet ayg›tlar› aras›ndaki fark› vurgulayan kavram ve yaklafl›mlar›n gelifltirilmesinin önemine

413

2 Devlet kuram›ndaki geliflmeler ile devlet etraf›ndaki mücadelelerin geliflim aras›ndaki kopukluk devlete yönelik olarak son y›llarda ortaya ç›kan yeni s›n›fsal mücadeleleri inceleyen araflt›rmalarda öne ç›kar›lm›flt›r. Her ne kadar bu çal›flmalar belirli mücadele biçimlerine iliflkin olarak mükemmel bulgular sunmuflsa da, yazar kendi deneyimlerini kuramsallaflt›rmaya çal›flt›¤›nda, bu ba¤lant›n›n kopuk oldu¤u devlet kuramlar› çal›flmalar›na göndermede bulundu¤u için, sonuç kaç›n›lmaz olarak tatmin edici olmam›flt›r. Cynhia Cockburn’un (1977) Yerel Devlet Üzerine adl› popüler çal›flmas› Londra’da konut sorunu üzerine mücadeleye iliflkin önemli bulgular sunarken, Miliband ve Poulantzas kar›fl›m› kuramsal yöneliminin yetersizli¤i buna iyi bir örnektir.


414

John Holloway

3 Bu tart›flma ile ilgili olarak bu yaz›da yer verilmeyen ve tart›flman›n temel özellikleri üzerine de¤erlendirmeleri içeren ve tart›flmaya katk› yapan önemli çal›flmalar›n ‹ngilizce çevirileri için bkz. Holloway ve Picciotto (der.) (1978).

iflaret etmektedir. Dolay›s›yla burada hedeflenen, devlet kuram›n›n reddi de¤il, fakat yak›n dönemde ortaya ç›kan birtak›m geliflmelerin siyasal sonuçlar›n› vurgulamak ve onlar› yorumlamakt›r. Ben bu noktada özellikle Bat› Almanya’da gelifltirilen ve di¤er baz› ülkelerde ele al›n›p ileri götürülmüfl olan devlet türetme tart›flmas›n› iflaret ediyorum.3 Alman akademisyenler, tarihsel geleneklerinden de kaynakl› olarak, baflkalar›n›n somut mücadelelerini, oldukça soyut biçimde kuramsallaflt›rmada hayli maharetli olmufllard›r. Kendi çal›flmalar›n›n siyasal uygulamalar›n› vurgulamaks›z›n, devlet anlay›fl›m›zda yeni bir kavramsal çerçeve yaratm›fllard›r. Bu kavramsal çerçeve uygun biçimde gelifltirildi¤inde devleti s›n›f prati¤i olarak gören bir devlet anlay›fl›na sahip olmam›z›n yolunu açabilir. 2. Alman kuramc›lar aras›nda devlet tart›flmas›, siyaset analizini, sermaye birikiminin analizinden ay›ran kuramc›lar›n (Offe ve Habermas) elefltirisiyle bafllad›. Öte yandan, sadece sermaye ile devlet aras›ndaki ba¤lant›y› sürekli dile getirmek yerine, tart›flmaya katk›da bulunanlar, iktisadi olanla siyasal olan aras›ndaki ayr›m›n kabulünden hareketle, kapitalist üretim iliflkilerini niteleyen bu ayr›m›n tarihsel ve mant›ksal temellerini kurmaya çal›flt›lar. “Devletin göreli özerkli¤i”ni -daha do¤rusu devletin iktisadi alandan ayr›lmas› ve ayr›flmas›n›- anlayabilmek için göreli özerkli¤in (ayr›lma ve ayr›flman›n) kapitalist üretim iliflkilerinin temel yap›s›ndan ç›karsanmas› gerekti¤ini ileri sürdüler: Burada vurgu iki “fley” aras›ndaki iliflkiyi anlayabilmek için onlar›n birli¤inin anlafl›lmas›n›n zorunlulu¤u üzerineydi. Marx, Kapital’de burjuva ekonomi-politik elefltirisini, en temel kapitalist toplumsal iliflki biçimlerinden hareketle gelifltirmifltir. Devlet ile sermaye aras›ndaki iliflkiyi anlayabilmek için de bu mant›ksal prosedürü burjuva siyaset bilimi kategorilerinin elefltirisine do¤ru geniflletmek gerekir. Bu kategoriler de kapitalist toplumsal iliflkilerin temel yap›s›ndan ç›karsanmal›d›r. Devleti sermayeden türetmeye çal›flmak, siyasal olan› iktisadi olandan türetmek gibi bir çaba de¤il fakat, siyasal olan ile iktisadi olan aras›ndaki ayr›flmay›, kapitalist üretimin toplumsal iliflkilerinin yap›s›ndan, yani belirli tarihsel sömürü biçimlerinden türetmeye çal›flmak demektir. Siyasal ve iktisadi olan› “siyasal” ve “iktisadi” olarak flekillendiren sadece kendi ayr›l›klar› oldu¤u için, ikisini de bütünün ayr›flm›fl varoluflundan türetme giriflimidir. Dolay›s›yla amaçlanan “iktisadi” ya da “indirgemeci” bir devlet kuram› gelifltirmek de¤il, siyasal olan›n maddeci bir elefltirisini olufltur-


Devlet ve Gündelik Mücadele

mak için, Marx’›n maddeci ekonomi-politik elefltirisi yöntemini gelifltirmektir. Bir baflka deyiflle, devlet ekonomik temele gönderme yap›larak aç›klanabilecek bir üstyap› de¤ildir. T›pk› para, de¤er v.b. gibi, tarihsel olarak özgül bir toplumsal iliflkiler biçimidir. Siyaset biliminin bir kategorisi olarak devlet, toplumsal varl›¤›, burjuva toplumsal iliflkileri taraf›ndan ayr›ks› bir biçim özelli¤i gösteriyormufl gibi sunulan bir düflünce biçimidir : Burjuva iktisad›n›n kategorileri biçim benzeri fleyleri içerir (para, de¤er gibi). Bunlar asl›nda ve ancak, tarihsel olarak belirlenmifl bir üretim biçimine ait iliflkilerin ve koflullar›n aç›klanmas›nda geçerlili¤i olan düflünce biçimleridir (Marx, 1965: 80).

Alman devlet tart›flmas›, devlet biçiminin maddeci elefltirisi icin, Marx’›n de¤er biçimi, para biçimi gibi burjuva kategorilere yönelik elefltirisindeki yöntemi gelifltirmeye cal›flm›flt›r.4 Maddeci bir elefltiri yaln›zca devlet biçiminin iç yüzünü gösterme sorunu ya da devletin kapitalist devlet olarak içeri¤ini a盤a ç›karan analitik bir süreç de¤ildir. Rubin’in tan›mlad›¤› gibi (1978: 109) maddeci elefltiri, bunlar›n yan›nda devlet biçiminin köklerini tarihsel ve mant›ksal olarak türeten diyalektik bir süreçtir. Gerçekten de Marx, yöntemini burjuva ekonomi-politikçilerinden kesinkes bu temelde ay›rm›flt›r: Ekonomi-politik eksik aksak da olsa gerçekten de de¤er ve onun önemini incelemifl ve bu biçimler alt›nda yatan› keflfetmifltir. Fakat, bir kere dahi eme¤in neden ürünün de¤eri, emek-zaman›n neden bu de¤erin büyüklü¤ü olarak sunuldu¤u sorusunu sormam›flt›r (Marx, 1965: 84-85).

Sonuç olarak, Alman türetmecilerinin önlerine koyduklar› hedef, sadece kapitalist devlet biçiminin alt›nda yatan› (onun kapitalist devlet oldu¤u gerçe¤ini) keflfetmek de¤il, ayn› zamanda bu biçimi (iktisadi alandan ayr›flm›fl, belirli bir kerte olarak varolan devleti) kapitalist meta iliflkilerinden türetmekti. Bu tart›flma farkl› cevaplar›n üretilmesine neden oldu. Ancak içlerinden en verimli olan›, devletin toplumsal iliflkilerden ayr›flmas›n›, kapitalizmde iflçi s›n›f›n›n burjuvazi taraf›ndan sömürülmesinin emekgücünün bir meta olarak al›n›p sat›lmas› yoluyla dolay›mland›¤› gerçe¤inden ç›karsayan Hirsch’in (1978a) yöntemi olmufltur. Bu sömürü biçiminin do¤as› gere¤i, s›n›fsal tahakküm için gerekli olan toplumsal bask›, do¤rudan mevcut sömürü süreci içinde kurulamaz; fakat bireysel sermayeden ayr›lm›fl bir alan içinde –devlet– konumland›r›lmal›d›r. Devletin toplumdan ayr› bir kerte

415

4 Bu çal›flma boyunca kullan›lacak olan devlet biçimi (form of state) terimi demokratik devlet veya onun karfl›t› olarak kullan›lan faflist devleti tan›mlamakta kullan›lan devlet tipi (type of state) tan›m›ndan farkl› olarak bir toplumsal iliflkiler biçimi olarak devlet anlay›fl›n› belirtmektedir.


416

John Holloway

5 Bu, Alman tart›flmas›na dahil olanlarin kendilerinin de aç›k bir cevap bulamad›klar› bir sorudur.

olarak varl›¤› sermaye iliflkilerine ve dolay›s›yla yeniden üretimi de sermaye iliflkilerinin yeniden üretimine ba¤l›d›r. Bu bak›fl aç›s›yla, siyasal ve iktisadi olan›n varl›¤› – varl›klar›n› farkl› alanlar olarak kuran sey sadece birbirlerinden ayr›lmalar› oldu¤u için– belirli bir tarihsel sömürü biçiminin ifadesinden (sömürünün meta de¤iflimi yoluyla dolay›m›ndan) baflka bir fley de¤ildir. 3. Alman tart›flmas› ve onu izleyecek geliflmeler bizi nereye götürür?5 Bu tart›flma, yaflad›¤›m›z dönemdeki s›n›fsal çat›flmalar› da dikkate alarak daha aç›klay›c› bir devlet kuramsallaflt›rmas›na ne flekilde temel oluflturacakt›r? Alman devlet tart›flmas›n›n önemli sorunlar›ndan bir tanesi bu kuramsal tart›flmalar›n politik sonuçlar›n›n kat›l›mc›lar taraf›ndan asla gündeme al›nmam›fl olmas›d›r. Bu eksiklik, yazarlar›n “iktisadi olan›n belirleyicili¤i” ile “maddeci yöntem” aras›ndaki ayr›m› net olarak yapmamas› ile birleflince, bu tart›flmalar›, devlet ile sermaye aras›ndaki iliflkinin analizinin önemini ço¤unlukla bulan›klaflt›ran (ki bu bulan›kl›k, yaklafl›m›n destekçileri veya elefltirmenlerinden kaynakland›¤› kadar, tart›flman›n içinde yer alan kuramc›lar›n sonraki çal›flmalar›nda da mevcuttur) de¤iflik yorum ve geliflmelere aç›k b›rakm›flt›r. Bunlardan bir tanesi, devlet ile sermaye aras›ndaki iliflki üzerine yap›lan tart›flmay›, sadece devletin ekonomik rolüyle ilgiliymifl gibi görmektir. Bu yüzden örne¤in Poulantzas, türetme tart›flmas›n› ima ederek, “Almanya’da devlet üzerine yap›lan çal›flmalar› Avrupa’da devletin ekonomik rolü üzerine yap›lan Marksist tart›flmalar›n en geliflmifli” olarak övebilmektedir (1976: 81). Bununla ba¤lant›l› bir di¤er yanl›fl anlama da, türetme yaklafl›m›na getirilen “iktisadi belirlenimcilik” veya “iktisadi indirgemecilik” suçlamas›d›r. Bu görüfle göre, devleti sermaye ile iliflkilendirme çabas›, siyasal olan› iktisadi olana indirgeme çabas›d›r; ki bu da devletin göreli özerkli¤ini göz ard› eder. Alman tart›flmas›na iliflkin bu iki tepki, siyasal analizi devletin göreli özerkli¤i üzerine temellendiren bir yan›lsamadan kaynaklanmaktad›r. ‹kinci yaklafl›m “devlet türetme” yaklafl›m›n›n do¤rudan bir reddiyesi iken, birinci yaklafl›m daha sinsidir. “Devlet türetme” yaklafl›m›na, kendi ç›kar›mlar›yla uyuflmayan bir yaklafl›m olarak karfl› durmak yerine, onu devletin ekonomik rolüne vurgu yapan ve sadece bu özgül alanla s›n›rl› bir yaklafl›m olarak göstermeye çal›fl›r. Öte yandan her iki elefltirinin de ortak noktas›, bu yaklafl›m›n dar bir sermaye ve üretim iliflkileri kavramlaflt›rmas›ndan hareket ediyor olmas›d›r. Sermaye, tarihsel olarak belirlenmifl bir s›n›fsal tahakküm iliflkileri biçimi olarak de¤il, ol-


Devlet ve Gündelik Mücadele

sa olsa sadece teknik anlamda ekonomik bir iliflki olarak görülmektedir. Fakat Marx’›n belirtti¤i gibi: Sermaye bir “fley” de¤ildir. O daha ziyade belirli bir tarihsel toplumsal formasyona ait olan, eflyada a盤a ç›kan ve bu fleye özgül toplumsal karakterini veren bir toplumsal üretim iliflkisidir (1972: 184).

Bu yüzden devleti sermaye iliflkilerinin bir dura¤› olarak incelerken, asl›nda devletin kapitalist üretim iliflkileri içindeki yerini analiz etmekteyiz. Bu, devletin geliflimini kapitalist üretim tarz›n›n gelifliminin bütünsel bir parças› olarak inceleyebilmenin yegane yolu oldu¤u için çok önemlidir. Öte yandan, devleti üretim iliflkilerinin bir dura¤› olarak görmenin, devleti ekonomiye indirgemekle uzaktan yak›ndan ilgisi yoktur. Burada can al›c› nokta, “üretim iliflkileri” kavramlaflt›rmas›d›r.6 Marx için üretim iliflkileri basitçe halihaz›rdaki emek süreci iliflkilerini de¤il, fakat de¤erlenme (valorisation) süreci taraf›ndan flekillendirilen, bütünsel toplumsal iliflkileri ifade eder. Üretim iliflkileri toplumdan ayr› de¤ildir, daha ziyade: Üretim iliflkileri, kendi bütünselli¤i içinde, toplumsal iliflkileri ve özgül olarak da tarihsel geliflimin belirli bir aflamas›ndaki toplumu ifade eder (Marx, 1962a : 90).

Lukacs’›n belirtmifl oldu¤u gibi (1978: 20), Marx’›n ç›k›fl noktas› toplumsal iliflkilerin toplam bütünüdür. Ekonomi ile toplumun di¤er alanlar› aras›ndaki iliflki sadece II. Enternasyonal’den Stalin ve sonras›na uzanan bir dönemde hakim olan kaba maddecilik taraf›ndan tek tarafli ve do¤rudan nedensel bir iliflki gibi görülmüfltür. Birçok Marksist kuram bu kaba maddeci mirastan kaç›nma çabas› içinde olmufltur. Bu çaba sadece bir fikir hareketi ile s›n›rl› kalmam›flt›r. Girifl bölümünde belirtti¤imiz bütün yeni mücadele biçimleri, kendilerini bütünsel bir sistem olan kapitalizmin dinamikleri ile iliflkilendiren, ancak onlar› üretim içinde ortaya ç›kan rastlant›sal ve ikincil öneme sahip çat›flmalara indirgemeyen bir analizin gereklili¤ini de gündeme getirmifltir. Asl›nda devletin ve ideolojinin kapitalist birikimden “göreli özerkli¤ini” vurgulayan kuramlar›n yayg›n kabul görüflü ve popüler olmalar›n› da bu tür bir çaba ve sak›n›m ba¤lam›nda de¤erlendirmeliyiz. Ancak bu yaklafl›mda da, üretim iliflkileri kavram›, Marx’›n “do¤rudan üretim süreci” olarak tan›mlad›¤› do¤rudan meta üretiminin dar ve teknik alan›yla s›n›rlanm›flt›r. Bu kavramlaflt›rma (ki göreli özerklik savunucular›n›n elefltirdikleri kaba

417

6 Marx’›n üretim iliflkileri kavram› ile Poulantzas’›n bunu yorumlay›fl› aras›ndaki fark için, bkz. Clarke (1977).


418

John Holloway

7 Bundan önceki pasaj kendisinin izniyle bütünüyle Picciotto (1977) den al›nm›flt›r.

materyalist düflünceden türetilmifltir) veri al›nd›¤›nda, devlet, üretim iliflkilerine d›flsal olarak ele al›n›r ve analiz, devletin geliflimini kapitalist üretim tarz›n›n tarihsel gelifliminin bir parças› olarak kavramaya izin vermeyecek bir konumda b›rak›l›r.7 Devleti sermaye iliflkilerinin bir biçimi olarak ele alan çözümleme, bu yüzden ne özellikle devletin iktisadi rolüne vurgu yapar, ne de devleti iktisadi indirgemeci bir yöntemle çözümleme çabas›n› içerir. Bu yaklafl›m daha ziyade devletin konumunu, kendi devinim yasalar› olan, tarihsel olarak belirli bir s›n›fsal tahakküm biçimi olarak kavran›p tan›mlanan sermaye ile emek aras›ndaki iliflki içerisinde çözümleme çabas› içindedir. 4. Hem göreli özerklik okulu hem de kaba materyalistler taraf›ndan göz ard› edilen bir di¤er önemli sorun da biçim (form) kavram›d›r. Kapitalist üretim iliflkilerinin özelli¤i, kendilerini basit yoldan tahakküm iliflkisi olarak d›fla vurmamalar›d›r. Bir baflka deyiflle, kapitalist üretim iliflkileri, s›n›f tahakkümü biçiminde de¤il de daha ziyade meta, para, sermaye, rant ve benzeri gibi birbiriyle ba¤lant›s›z fleyler biçiminde görünen, ayr›ks› biçimler serisi bütünü içinde iffla edilir. Kapitalist üretim süreci, “....içinde içsel ba¤lant› a¤›n›n büyük oranda yitirildi¤i, üretim iliflkilerinin birbirinden ba¤›ms›zlaflt›r›ld›¤› ve birbiriyle ba¤lant›l› de¤erlerin ba¤›ms›z biçimler içinde kemiklefltirildi¤i biçimlenmelere (formation) yol açar” (Marx, 1972: 828). Marx’›n Kapital’deki kapitalizm analizi, bu “büyülü ve abart›lm›fl, birbiriyle ba¤lant›s›z gibi görünen biçimler dünyas›n›n analizini ve sadece içeri¤in iffla edilmesini de¤il, ayn› zamanda bu biçimlerin kökenine ve biçimler aras›ndaki içsel ba¤lant›lar› izlemeye yönlendirilmifl elefltiriyi de içeren bir ‘biçimler bilimi’”(Marx, 1972: 827) olarak tan›mlanabilir. Bu tema Kapital’in I. cildinin bafl›nda Meta Fetiflizmi bölümünde dile getirilir ve konunun üç cilt boyunca süren de¤erlendirme süreci, üçüncü cildin “üçlü formül” (özellikle 826-850 sayfalar aras›nda) üzerine olan bölümüne kadar ayr›nt›land›r›l›r. Bu elefltiri (biçimlerin içsel ba¤lant›lar›n›n ve köklerinin ç›k›fl noktalar›n›n anlafl›l›r k›l›nmas›) sosyalizm mücadelesinde oldukça önemli yere sahiptir. Sermaye, varl›¤›m›z›n bütünselli¤ini görünürde zamans›z ve tarih d›fl› parçalara bölerek yaflar. Sosyalist bir mücadele anlay›fl› bu ayr›flm›fl parçalar›n tarihsel olarak özgül ve geçici bir tahakküm biçimi olarak birli¤inin gözler önüne serilmesini gerektirir. Elefltiri flüphesiz ki bu biçimleri ortadan kald›rmaz, fakat toplumu dönüfltürme ve bu biçimleri ortadan kald›rma mücadelesinin ayr›lmaz bir parças›d›r. Elefltiri, biçimleri ortadan kald›rmaz, çünkü de¤er, para, dev-


Devlet ve Gündelik Mücadele

let gibi elefltiri konusu kategoriler sadece görüntüsel biçimler de¤ildir. Daha ziyade, kapitalizmde insanlar aras›ndaki belirli iliflkilerin ald›¤› özgül biçimleri ifade eden düflünsel biçimlerdir. Dolay›s›yla para-biçimi, bir “fleyi” ya da bir kavram› ifade etmez; meta üreticisi toplumlarda üreticiler aras›ndaki iliflkilerin hangi yoldan geliflti¤ini ifade eder. Bu ve di¤er biçimler, içinde kapitalist toplumsal iliflkilerin yeniden üretildi¤i, toplumsal yaflam biçimleridir (Marx, 1965: 75). Öte yandan, biçimler bofl mant›ksal soyutlamalar olarak da ele al›nmamal›d›r. Bunlar birer toplumsal yaflam biçimi olduklar› için sadece tarihsel olarak anlafl›labilirler. Toplumsal biçimlerin bilimsel çözümlemesi sadece mant›ksal egzersizler olarak görülmemelidir, “tarihsel bir süreç gerçeklefltikten sonra (post festum), bunun üzerine düflünme meselesidir” (Picciotto, 1979: 120). Marksist kategoriler, mant›ksal soyutlamalar de¤il, tarihsel süreci anlamaya yard›mc› olan kategorilerdir: Gerçek tarihten kopar›lm›fl bu kendinde soyutlamalar›n hiçbir flekilde bir de¤eri yoktur. Bunlar sadece tarihsel malzemenin düzenlenmesini kolaylaflt›rmaya yard›m edebilir (Marx ve Engels, 1976: 37).

Marx’›n yöntemi, temelde tarihsel bir yöntemdir. Gerçekten de, yalnizca bu tarihsel yöntemle, toplumsal iliflkilerin biçimlerinin, tarihsel olarak özgül toplumsal iliflki biçimleri oldu¤u a盤a ç›kar. Klasik burjuva ekonomi politikçilerinin anlay›fllar›n›n önündeki en önemli engel, de¤eri tarihsel olarak analiz edememeleri yani onu bir biçim olarak kavramlaflt›rmay› baflaramamalar›d›r: Klasik iktisatç›lar›n hiçbir zamanüustesinden gelemedikleri en önemli baflar›s›zl›klar›ndan bir tanesi metay› ve daha özelde de metan›n de¤erini incelerken, de¤erin hangi biçim alt›nda de¤iflim de¤erine dönüfltü¤ünü keflfedememifl olmalar›d›r. Klasik iktisad›n en önemli iki temsilcisi A. Smith ve Ricardo bile, de¤er biçimini metalar›n do¤as›yla hiçbir ilgisi olmayan önemsiz bir fleymifl gibi de¤erlendirirler. Bunun tek sebebi onlar›n dikkatlerini tamam›yla de¤erin büyüklü¤ünün incelenmesi üzerine yo¤unlaflt›rmalar› de¤ildir. Neden daha derindedir. Eme¤in ürünü olan de¤er biçimi sadece en soyut de¤il, ayn› zamanda burjuva üretiminin ald›¤›, bu üretimi belirli bir toplumsal üretim türü olarak damgalayan ve dolay›s›yla ona özgül tarihsel bir nitelik veren en evrensel biçimdir. E¤er biz bu üretim biçimini, toplumun her konumuna do¤a taraf›ndan ebediyen sabitlenmifl bir biçim olarak ele al›rsak, bunun kaç›n›lmaz sonucu olarak de¤er biçiminin ile meta biçiminin ve onun para biçimi, sermaye biçimi gibi daha sonraki aç›l›mlar›n›n ay›rt edici özelli¤ini göz ard› etmifl oluruz. (Marx, 1965: 80-81)

419


420

John Holloway

8

Rosa Luxemburg “Marx’›n de¤er kuram›n›n, para sorununa iliflkin çözümlemesinin, sermaye kuram›n›n, kâr oranlar› kuram›n›n, bir baflka deyiflle iktisadi sistemin bütünune iliflkin kuram›n›n ay›r›c› özelli¤i, kapitalizmin geçici özelli¤ine yap›lan vurguda yatmaktad›r. (...) Marx’› kapitalist ekonominin alfabesini çözmede bu denli baflar›li k›lan kapitalizme sosyalist bak›fl aç›s›yla, yani tarihsel bak›fl aç›s›yla bak›yor olmas›d›r” der (1899: 58).

9 Alman tart›flmas›n›n baz› katk›lar›n›n bu perspektiften elefltirisi için Holloway ve Picciotto (1978)’in Girifl bölümüne; Holloway ve Picciotto (1977) ve Picciotto (1979)’a bak›labilir. 10 Devletin tarihsel geliflimine iliflkin genel bir taslak için, bkz. Holloway ve Picciotto (1977).

Biçim çözümlemesi mant›ksal bir ç›kar›m süreci de¤il, tarihsel bir çözümleme olmal›d›r.8 Bu nedenle, bu yaklafl›m›n – kendisinin uygulamalar›n› daha da bulan›klaflt›ran üçüncü bir yanl›fl yorumlama olan – “sermaye-mant›¤›” yaklafl›m›yla pek de ilgisi yoktur.9 E¤er devletin do¤as›na iliflkin biçimsel argümanlar›n ötesine geçilecekse, tarihsel boyut asli öneme sahiptir. Ayr›ca bu, yaklafl›m›n elefltirel üstünlü¤ünün muhafaza edilmesi için de gereklidir. Bu tarihsel yaklafl›mda çözümleyici olan esas itibariyle biçim kavram›d›r. Marx’›n çözümlemesinin amac› burjuva kategorilerinin görünür kat›l›¤›n› çökertip bu biçimlerin do¤a taraf›ndan verili olmad›¤›n›, geçici ve özgül toplumsal iliflkilerin tarihsel d›flavurumu olduklar›n› göstermekti. Örne¤in Marx’›n para çözümlemesi göstermektedir ki, para bir “fley” veya do¤al bir olgu de¤il, meta üretimine dayal› toplumlara özgü olan tarihsel olarak belirlenmifl bir biçimdir. Benzer flekilde, bir toplumsal iliflkiler biçimi olarak devlete yap›lan vurgu da esas itibariyle önemlidir. Devlet sadece bir kurum veya bütün toplumlara mahsus bir olgu de¤il, tarihsel olarak belirlenmifl geçici bir iliflki biçimidir. Sonuç olarak, devlet sadece bir araç olarak tart›fl›lamaz veya ideolojik, kitleleri bütünlefltirici, bask›c› ve benzeri araçlar›n biraraya geldi¤i bir y›¤›na indirgenemez. Önemli olan yaln›zca devletin yerine getirdi¤i ifllevler de¤il, bu ifllevlerin yerine getirildi¤i tarihsel biçimlerdir. Marx’›n, biçimlerin kökenini ve dolay›s›yla biçimler aras› içsel ba¤lant›lar› inceleme yöntemi çerçevesinde bak›ld›¤›nda, bir biçim olarak devletin analizine yap›lan vurgu iki yönüyle burjuva kavramlaflt›rmas› olan “özerk bir kurum olarak devlet” tan›mlamas›ndan daha çözümleyicidir. Birincisi, biçim kavram›nda içsel olan, farkl› biçimler aras›ndaki iliflkiye, sermaye ile emek aras›ndaki iliflkilerce varsay›lan farkl› biçimlerin ayr›ks› birli¤ine (unityin-separation) ve dolay›s›yla kapitalist toplumda devletin kapitalist niteli¤i üzerine yap›lan vurgudur. ‹kincisi, biçim kavram›n›n devlet ile iliflkilendirildi¤inde, kapitalist devletin tarihsel ve geçici karakterine vurguda bulunmas›d›r. Göreli özerklik kavramlaflt›rmas›nda bu iki önemli boyut eksiktir.

Fetiflizm ve Fetifllefltirme 1. Bundan önceki bölümde, devlet çözümlemesinin, devletin kapitalist iliflkiler biçimi olarak geçirdi¤i tarihsel geliflim yoluyla incelenmesine iliflkin yaklafl›m›n öneminin alt›n› çizdik.10 Ancak, biçim kavram›, girifl bölümünde vurgulanan yeni s›n›fsal mücadele biçimlerini anlay›p aç›klamada geçerli bir çerçeve olarak


Devlet ve Gündelik Mücadele

kullan›lmak isteniyorsa, tarihi sadece geçmiflle ilintili olarak de¤il, devam etmekte olan toplumsal geliflim süreci olarak ele almam›z gereklidir. Toplumsal yaflama iliflkin biçimlerin geliflimi, kendi bilincinde, uyum içinde sona eren ideal bir süreç olmaktan çok, sürekli oluflum içinde olan ve devaml› yenilenen bir s›n›f mücadelesi sürecidir. Tarih, s›n›flar aras› cepheyi tan›mlayan ve yeniden tan›mlayan s›n›f mücadelesi deviniminden baflka bir fley de¤ildir. S›n›flar aras› iliflkiler, sermaye iliflkileri gelifltikçe sermaye iliflkilerinin d›fla vuruldu¤u biçimler de de¤iflir. Sermayenin kendisi s›n›f mücadelesi yoluyla de¤iflip dönüfltürüldükçe, sermaye biçimleri de de¤ifltirilir, öyle ki bu iliflkiler durmaks›z›n yeniden tan›mlan›p, yeniden kurulmal›d›r. Kapitalist toplumsal iliflki biçimlerini, kapitalizmin ortaya ç›k›fl›nda s›k› biçimde kurulmufl olan, sosyalizme geçiflle ortadan kalkacak, ancak kapitalizm içinde sabit olarak var olacak biçimler olarak düflünmek yanl›flt›r. Böylesi bir yanl›fl kavramlaflt›rma, kapitalizmi s›n›f iliflkilerinin aforoz edildi¤i bir tarih içine yerlefltirilecektir. Sermayenin belirli biçimleri sadece tarihsel olarak oluflturulmazlar, s›n›f mücadelesi arac›l›¤›yla kendi özgül belirlenimleri içinde sürekli yeniden kurulurlar. Örne¤in devlet ele al›nd›¤›nda, siyasal alan ile iktisadi alan aras›ndaki ayr›m›n kapitalist devletin ilk ortaya ç›kt›¤› biçimiyle kuruldu¤unu ve öyle sürdü¤ünü düflünmek yanl›fl olur. Blanke ve Kastendiek’in vurgulad›¤› gibi: Siyasal alan ile iktisadi alan aras›ndaki ayr›m, bir kereli¤ine kurulmufl tarihsel bir eylem de¤il, sürekli yeniden üretilen bir olgudur (1978: 121).

Öyleyse, e¤er devletin görünüflteki özerk kurum olarak varl›¤›n› meta fetiflizminin bir boyutu olarak düflüneceksek, fetiflizmi, bir kereli¤ine kurulmufl bir gerçeklik olarak de¤il, sürekli tekrarlanan bir fetifllefltirme süreci olarak kavramak önemli olacakt›r. 2. E¤er biçimlerin sadece soyut kategoriler olmay›p, sermayenin farkl› toplumsal yaflam biçimleri, örne¤in, s›n›f tahakkümü biçimleri oldu¤unu hat›rlarsak, fetiflizmin asla bir kereli¤ine kurulmufl ve de¤iflmez bir olgu olmad›¤› gerçe¤i de netleflir. S›n›f egemenli¤i kaç›n›lmaz olarak s›n›f mücadelesi demektir.11 Sermayenin kendini gösterdi¤i fetiflleflmifl biçimler, s›n›f egemenli¤i biçimleri olmalar› hasebiyle kaç›n›lmaz olarak dura¤an de¤ildirler. Bütün s›n›f iliflkileri düzene¤i; sömürü, çat›flma ve dolay›s›yla direnifl ve baflkald›r› üzerine temellendirildi¤i için içsel olarak dura¤an olamaz. Çat›flma üzerine kurulu böylesi bir sistemin, burjuvazinin bizim inanmam›z› istedi¤i gibi daima dura¤an ola-

421

11 CSE Londra grubunun bizim s›n›f tahakkümünü s›n›f mücadelesini d›fllamak pahas›na daha fazla vurgulad›¤›m›za dair iddias› (1979: 90) anlams›zd›r. Öte yandan Londra grubu s›n›f egemenli¤i ile s›n›f mücadelesinin ayr›lamazl›¤›n› kavramada baflar›s›z olmufllard›r. Elbette ki s›n›f egemenli¤i kaç›n›lmaz olarak s›n›f mücadelesini ima eder, ancak s›n›f mücadelesi s›n›f egemenli¤inin yoklu¤unda daha zor kavranabilir.


422

John Holloway

bilece¤ine, büsbütün rutin al›flkanl›klara indirgenebilece¤ine, düzen bozulmadan kendisini yeniden üretebilece¤ine inanmak safdillik olur. Etraf›m›zda normalmifl gibi görünen herfley bir düzensizlik içindedir: fabrikalar, aileler, okullar –hepsi çat›flma, bozulma ve kesintilerle parçalanmaktad›r– burjuvazinin iddia etti¤i gibi bar›fl ve sükûnet liman›ndan uzakt›rlar. Eflitlik ve uyum cilas›, devletin uygulad›¤› fliddeti ve ayr›mc›l›¤› bir yandan zorlukla gizlerken, di¤er yandan sermayenin sürekli kontrol alt›na almaya veya bast›rmaya çal›flt›¤› vandalizm, iflten kaçma, ifl aksatma gibi isyan›n milyonlarca türü yaflanmaktad›r. Öte yandan içinde kapitalist egemenli¤in belirdi¤i fetifllefltirilmifl biçimler, s›n›fsal sömürüyü muhataplar›ndan tamamen gizleyecek kadar tamamen kapal› ve geçirimsiz bir örtü sa¤layamaz. Bu biçimlerin görünürdeki parçalanm›fll›¤› ve tarafs›zl›¤›, anlafl›lmaz hale getirilmifl ba¤lant›s›zl›¤›, iflçilerin maruz kald›klar› topyekün s›n›fsal zulüm ile amans›z bir flekilde çeliflir. Öyle ki, para, sermaye, faiz, rant, kar, devlet gibi biçimler aras›ndaki aç›k ba¤lant›lar kavranamasa bile, bu biçimlerin tümü, genel bir zulüm ve bask› sisteminin boyutlar› olarak alg›lan›r. Marx’›n belirtti¤i gibi bu ba¤lant›lar, s›radan insan›n zihninde, burjuva kuramc›lar›n›nkinden daha aç›kt›r. Kaba iktisad›n bu ilk bak›flta anlams›z ve son derece çeliflkili olan yabanc›laflt›r›lm›fl ekonomik iliflkilerin d›flsal görünümlerini incelerken kendini rahat hissetmesi bizi flafl›rtmamal›d›r. S›radan insan akl›na anlafl›l›r gelebilecek bu iliflkiler aflikarlaflt›kça, üretim iliflkileri içinde birbirleriyle olan iliflkileri o derece gizlenir (Marx, 1972: 817).

Fetifllefltirilmifl biçimlerin görünüflleri hiçbir zaman deflifre edilemeyecek birer emareden çok, kaynayan bir çorban›n üzerindeki tahta kabuk gibi görülmelidir. “Popüler zihin” bu biçimleri anlamaya çal›fl›rken bir yandan burjuva kategorileri arac›l›¤›yla düflünürken, di¤er yandan gündelik eylem içerisinde durmadan burjuva kategorileri arac›l›¤›yla aç›klanan bu insani yaflam biçimlerine karfl› isyan eder. Bu yaflam biçimleri sürekli olarak görmezden gelinir, bu yaflam biçimlerinden sak›n›l›r ve bu yaflam biçimlerine karfl› direnilir. Ma¤aza soygunlar›, vandalizm, sabotaj, kaçak konut yapmak gibi eylemler, flöyle veya böyle kapitalist üretim iliflkilerine tâbi biçimlere karfl›, az ya da çok bilinçli eylemler olarak görülebilir. Örne¤in, ma¤aza soygunculu¤u, (bilinçli veya de¤il) ürünün meta biçimine yönelik bir karfl› koymad›r: okulu asmak, devletin toplumdan özerk bir kurum gibi sunulufluna karfl› bir eylemdir. Bu tür eylemler,


Devlet ve Gündelik Mücadele

politik bir yönelimleri olmad›¤› ve do¤rudan biçimin kendisine de¤il de belirli d›flavurumlar›na yönelmifl, izole ve bilinçsiz direnifller oldu¤undan, burjuvazinin bunlar› içinde eritmesi hiç de zor olmaz. Öte yandan son y›llarda, burjuva yaflam biçimlerine karfl›, komün, kooperatifçilik gibi alternatif yaflam biçimlerinin yan› s›ra, kamu sektöründe çal›flanlar›n kendilerinin toplumdan özerklefltirilmelerini kabul etmemeleri ve direnmeleri, fabrika iflçilerinin kullan›m de¤erinin üretiminin de¤er yasas› taraf›ndan yönetilmesini reddetmeleri ve bütün bu mücadeleler içinde yer alanlar›n mücadelelerini s›n›fsal bir birlik alt›nda ifade etmeye çabalamalari gibi daha bilinçli karfl› ç›k›fllar görülmektedir. Her ne kadar bu hareketlerin birço¤u burjuva biçimlerinin tan›mlad›¤› ve yeniden tan›mlad›¤› süreçlere karfl› durmak yerine bu biçimlerden sak›nmaya gayret ediyorsa da, yine de burjuva toplumsal iliflki biçimlerine içkin olan bask›ya karfl› örgütlenmifl bu yeni direnifl biçimlerinin gelifliminin önemi asla gözard› edilmemelidir. Bu farkl› biçimlerdeki direnifllerin özgül yan›, kapitalist egemenlik biçimlerinin yeniden üretiminin otomatik bir süreç oldu¤una iliflkin ön kabulün asla do¤ru olmad›¤›n› bizlere göstermifl olmalar›d›r. S›n›f egemenli¤ine karfl›, her zaman her yerde mevcut olan direnifli kontrol etmek için egemenlik biçimleri sürekli ve biteviye gelifltirilip yeniden üretilmelidir. 3. Kapitalist üretim iliflkileri bu direnifl ve sald›r›lar karfl›s›nda yeniden üretilmeye ihtiyaç duyar. Aç›kças›, sermayenin yeniden üretimi, önceden verili toplumsal iliflki biçimlerinin otomatik yenilenmesi biçiminde dura¤an bir anlamda de¤erlendirilemez. Bunun iki nedeni vard›r: Birincisi, daha önce görmüfl oldu¤umuz gibi, kapitalist egemenli¤in yeniden üretimine karfl› sürekli bir direnifl vard›r ve bu direnifl egemenlik iliflkilerini sürekli yeni biçimler almaya zorlamaktad›r, ve bu anlam›yla otomatik olan hiçbir fley yoktur. ‹kincisi, iliflkiler hiçbir zaman önceden verili de¤ildir: Sermaye içsel olarak dinamik bir toplumsal iliflki biçimidir. Art› de¤ere karfl› bast›r›lamaz susuzlu¤u, sermayeyi durmaks›z›n sömürüyü yo¤unlaflt›rmaya ve özellikle krizler yoluyla sermaye ile emek aras›ndaki iliflkiyi yeniden biçimlendirmeye sevk eder. Bu yüzden, sermayenin bir toplumsal iliflki biçimi olarak varl›¤›n›n devam edebilmesi demek, kapitalist toplumsal iliflkilerin varl›¤›n›n devam›, yeniden yap›lanmas›, emek ve sermaye aras›ndaki iliflkinin yol açt›¤› kriz yoluyla sürekli yeniden biçimlenifli demektir. Bu yeniden biçimlenifl süreci kaç›n›lmaz olarak, belirli toplumsal iliflki biçimlerini topluma yeniden daya-

423


424

John Holloway

12 Mücadele olarak sermaye ve mücadele olarak biçim-belirlenim nosyonlar›, Simon Clarke’›n, asl›nda di¤er yönleriyle mükemmel denilebilecek fraksiyonalizm elefltirisinde eksik görünmektedir: Clarke (1978). 13 Devlet ifllevlerinin biçimlenifli (Formierung) ile ilgili olarak Blanke, Jürgen ve Kastendiek flunu vurgulamaktad›r: “Bu biçimleniflin detayl› olarak nas›l vuku buldu¤u, nas›l yap›, kurum ve devlet süreci içine sokuldu¤u, art›k biçim çözümlemesinin cevaplayabilece¤i bir soru de¤ildir. Bundan sonra bu soru tarihsel analizin konusu olacakt›r” (1978: 19). Biçim çözümlemesini tarihsel çözümlemeden bu flekilde ay›rmalar›, (ki Holloway ve Picciotto tarf›ndan elefltirilmifltir, 1978, Girifl bölümü) biçim çözümlemesinin en önemli boyutunu çözümlemenin d›fl›nda b›rakt›klar›ndan, talihsiz sonuçlar do¤urmufltur. 14“Marx Hegel’in devletin ancak burjuva toplumunun devleti olarak göründü¤ünde, burjuva toplumunun d›fl›nda ve üzerinde siyasal devlet biçimine büründü¤ünde gerçek anlamda devlet olaca¤› düflüncesine kat›lmaktad›r “(Reichelt, 1970: 21).

tacak olan, yeni toplumsal eylemlilik biçimleri içeren veya toplumsal eylemlili¤i bu geliflmekte olan iliflki biçimlerine yönlendiren bir mücadele sürecidir. Yine kaç›n›lmaz olarak bu mücadelelerinin vuku bulabilece¤i tek yol ancak ve ancak sermaye iliflki biçimleridir. Bu nedenle, bu biçimleri, dura¤an oluflumlar olarak de¤il, sürekli de¤iflen ama daima parçalanm›fl halde varolan toplumsal iliflki biçimlerini, s›n›fsal bask› sonucu ortaya ç›kan direnifl üzerine dayatmaya cal›flan biçimlenme-süreçleri (form processes) (Sohn-Rethel, 1978: 17) olarak kavramam›z gerekmektedir. Belirli sermaye biçimleri sadece sermayenin varolufl biçimleri de¤il, ayni zamanda sermayenin bu yolla yeniden üretildi¤i biçimlenme-süreçleridir. Sermaye, toplumsal faaliyetlerin daimi biçimlenme süreci (yani belirli biçimler içinde ilerleyerek, biçimlenerek, Formierung) arac›l›¤›yla yeniden üretilir: Fakat, biçimlenmesürecinin bileflenlerinin de¤ifliminin gelifligüzel ve tarih d›fl› bir süreç olmad›¤›, bu de¤iflimin sermayenin çeliflkilerinden do¤an hareket yasalar›n›n yap›land›rd›¤› birbiriyle ba¤lant›l› tarihsel bir hareket olarak anlafl›lmas› gerekti¤i unutulmamal›d›r. Anlafl›laca¤› gibi, biçimlenme-süreci s›n›fsal çeliflkilerin do¤as› gere¤i asla tamamlanmayan fakat sürekli yenilenen, kapitalist toplumsal iliflkileri topluma dayatan, sermaye genifllemesi daha büyük oranda toplumsal iliflkinin kendi hükümranl›¤› alt›na girmesini talep ettikçe daha da kronikleflen bir mücadele sürecidir.12 E¤er biçim-çözümleme yönteminin siyasete uygulanabilirlili¤ini aç›kl›¤a kavuflturacaksak, toplumsal faaliyetlerin biçimlenifl süreci ve bu biçimlerin yeniden üretimini analiz etmek zorunlu görünmektedir.13 Bu çal›flman›n bundan sonras›, bu biçimleniflin devletle iliflkisi uzerine mütevazi bir de¤erlendirme sunacakt›r.

Biçimlenme-Süreci Olarak Devlet 1. Kapitalist devlet, siyaset ile iktisad›n farkl› toplumsal iliflkiler biçimi olarak ayr›flmas› üzerine temellenmifltir. Kapitalist devlete ay›r›c› özelli¤ini veren de budur.14 Söz konusu ayr›flma, siyasal olan›n önceden verili bir iktisadi alandan ayr›l›¤›yla de¤il; iktisadi ve siyasal olan›n ayr›l›¤›n›n, sermaye iliflkisinin parçalanmas› yoluyla kurulufluyla ilgilidir. Sermaye iliflkisinin birbirinden ayr› iktisadi ve siyasal alanlar olarak parçalanmasi belki de meta fetiflizminin en önemli yönlerinden biridir. Bu parçalanma arac›l›¤›yla kapitalizm öncesi toplumlara özgü bütünleflik s›n›fsal iliflkiler da¤›l›r/bozulur. Feodalizmden kapitalizme geçiflte serf, “ücretli” ve “vatandafl” olur [serf: burada ekonomik ve politik olarak


Devlet ve Gündelik Mücadele

bütünüyle lordun tahakkümü alt›nda olan anlam›ndad›r]. Bölünmenin her iki taraf›nda yer alan s›n›flar (oluflumu itibariyle uzlaflmaz bir üretim iliflkisi olarak) görünüflte ayr›, fakat karfl›l›kl› olarak birbirine ba¤l› ve etkileflim içinde olan kategorilere ayr›flm›flt›r. Siyaset ve iktisad›n ayr›lmasi, iktisadi ve siyasi iliflkilerin ayr›lma›ina, –emekçinin, mülk-sahibi (kendi emek gücü metas›n›n sahibi) ve vatandafl (genç Marx’›n terminolojisiyle Burger ve Citoyen [aktaran Reichelt, 1974: .xxiii]) olarak kurulmas› anlam›ndad›r. Öte yandan bu ayr›flma, bir kereli¤ine gerçekleflmifl bir olgu de¤il, sürekli tekrarlanan bir süreçtir. “Vatandafl” kategorisinin içerdi¤i s›n›fs›z belirlenimlerle donanm›fl statü, ayn› statünün tafl›y›c›s›n›n s›n›fsal deneyimleriyle sürekli olarak çeliflir. Blanke, Jurgen ve Kastendiek’in iflaret etti¤i gibi: Hukuki politik öznenin do¤uflu, mülkiyet sahibi ekonomik özneye denk düflerken, “iflçi-vatandafl” s›n›f savafl›m› yoluyla tamamlan›r. Çünkü, yüzeydeki kategoriler her zaman sadece biçimsel eflitli¤i olufltururken, art› de¤erin üretimi içinde tespit edilen maddi eflitsizlik sürekli olarak görünürdeki bu eflitli¤i yalanc› ç›kar›r. (1978: 142).

Ayr›lma, toplumsal faaliyetlerin iktisadi alandan ayr› bir siyasi alan olmas› ve toplumsal iliflkilerin ayr› ayr› zikredilen siyasal kategoriler olmas› süreçleri, s›n›fsal konumdan kaynakl› yaflant›n›n d›flavurumunu ve s›n›f temelli örgütlenmeyi bast›rmay› amaçlayan sürekli bir mücadeledir. Bu süreç, (siyasal olan›n sermaye iliflkilerinin farkl› bir biçimi olarak ayr›flmas› süreci, yani biçimlenme-süreci olarak devlet), sermayenin yeniden üretiminin sa¤lanmas›nda ola¤anüstü öneme sahiptir. Bu süreci ve onun geliflimini anlamaya yönelik bir çaba, sermayeye karfl› yürütülen mücadelenin de önemli bir parças›n› oluflturacakt›r. 2. Tarihsel olarak, iktisadi ve siyasal iliflkilerin ayr›lmas› devletin özerkleflmifl görünümüyle de örtüflür. Bu ayr›flma henüz kapitalist sömürü iliflkilerinin do¤rudan ücretli emek üzerinden gerçekleflmedi¤i, sermayenin ilkel birikim döneminde ortaya ç›kt›. Dolay›s›yla, kapitalist devletin ilk dura¤›, üretim ve tüketimi dolay›mlayan mübadeleyi kurup garantiye almak olacakt›r. Bu süreç, bireylerin ekonomik ve yasal özneler olarak, fleylefltirilmifl mülkiyet haklar›n›n tafl›y›c›lar› olarak kuruluflunu ve bu birey tasavvurunun devam›n›n sa¤lanmas›n› içerir (Picciotto, 1979). Mübadelenin kurulup garantiye al›nmas› ayn› zamanda, bu mübadele iliflkilerinin d›fl›nda duran ve toplumun üyelerini birey-özneler olarak alg›layan bask›c› bir kerteye de iflaret eder (Blanke, Jurgens ve Kastendiek, 1978; Perez Sainz, 1979). Tarihsel olarak Avru-

425


426

John Holloway

pa’n›n mutlak›yetçi devletleri, hem meta üretiminin yay›lmas›na ve hem de birey-vatandafl›n geliflimine gerekli zemini sa¤lam›flt›r: Rejimin mutlak›yetçi do¤as› ve devletin üniter niteli¤inden dolay› genel bir vatandafll›k fikri siyasal alan›n içine nüfuz etmeye bafllam›flt›. Yak›n bir gelecekte bu fikre genel vatandafll›k haklar› kavram› eklenecekti. Halk, devlet taraf›ndan emredilen, vergi verme, askere gitme, merkezi devletin memurlar›yla gündelik iliflki kurma gibi rutinleflmifl görevleri al›flkanl›k edindi. Ve sonuçta, kitleler siyasal bir ba¤l›l›k, geliflmemifl de olsa genel bir politik ilgi kazand›lar. Art›k, birleflik bir politik düzen fikri (...) halk›n en derindeki hayati ilgilenimlerinden biri olmufltu (...) Bireyler, halk olman›n bilincine vard›. Bundan önce yaln›zca yönetim nesnesi olan, s›n›f ve bölgesel olarak bölünmüfl bir kitleden baflka birfleyden söz etmek mümkün de¤ildi (Hinzte, 1975: 175, vurgu Holloway’e ait).

Feodalizmin “bölünmüfl egemenli¤inin” (Anderson, 1974: 19) yerini alan merkezileflmifl iktidar, ifadesini, kitlelerin ortak özellikleri olan çokluklara ayr›flmas›nda ve özel bireyin ortaya ç›k›fl›nda buldu. Bu bireyselleflme süreci, meta sahiplerinin ekonomik özneler olarak gelifliminin bir bilefleni olan ve ayn› zamanda bu geliflimi sa¤lamlaflt›ran devlet biçiminin ilk ve temel dura¤›d›r. Meta mübadelesine dayal› üretimin artarak genelleflmesiyle, bireyselleflme ilkesi, topluluk ve tabakaya dayal› temsil sistemiyle birlikte eski dünyan›n hiyerarflik düzenini tedrici olarak y›kt› (Beer, 1965: 17-18). Britanya’da, örne¤in, toplumun bir bireyler toplam› olarak yeniden tan›mlan›fl›, temsil sisteminin geniflleyifli ve yeniden örgütlenifli ile do¤rudan iliflkilidir (Beer, 1968: 16). Bu çal›flman›n öne sürdü¤ü argüman›n›n dört bafl› mamur bir hale getirilmesi için, devlet biçiminin bu temel dura¤›n›n ve dolay›s›yla bireyselleflmenin de¤iflen biçimlerinin gelifliminin -özellikle de refah devletinin ortaya ç›k›fl›yla iliflkilendirilerek- izinin sürülmesi gerekmektedir. Her ne kadar bu çal›flman›n do¤rudan konusu de¤ilse de, Bat› demokrasilerinde geçerli olan bireysellik biçimlerini parlamenter seçimlerle iliflkilendirmek, hukukun üstünlü¤üne dayal› düzeni bireyselleflmenin en mükemmelleflmifl biçimi veya normal kapitalist devletin d›fla vurumu olarak telaki etmek gibi bir büyük yan›lg›ya düflmemek için çözümlememiz içinde tarihsel yaklafl›m›n öneminin alt›n› çizmek zorunluluk arzetmektedir. Bireyselleflme biçiminin geliflimi ancak kapitalizmin tarihsel gelifliminin bütünselli¤i ba¤lam›nda anlafl›labilir. Buradan hareketle bireyselleflmenin devlet biçiminin temel dura¤› olarak tafl›d›¤› önemi vurgulamak mümkün. Denilebilir


Devlet ve Gündelik Mücadele

ki, bireyselleflme süreci devletin hukuk, yönetim, temsil sistemi, müdahale gibi bütün temel pratikleri içerisinde kutsallaflt›r›lmaktad›r. Tüm bu pratiklerde devlet insanlar› somut belirlenimlere sahip bireyler olarak de¤il de, soyut, genel bireyselli¤i çözülmez bireyler olarak telakki ederek izole eder: Meta üreten eme¤in soyut do¤as› burada soyut vatandafl olarak üretilir. Bu yüzden, bireyler aras› iliflki, içinde insanlar›n ne kendi özgüllükleri, ne de s›n›fsal konumlar›yla ay›rt edilebildi¤i genel bir iliflkidir. Bu bireyselleflme süreci en aç›k ifadelerinden bir tanesini yasal biçimde ve “yasal haklar” kavram›nda bulur: Hak her zaman birey olan öznenin hakk›d›r. Dolay›s›yla “haklar”›n yasal bir burjuva biçim içinde yayg›nlaflt›r›lmas› veya bu haklar›n halk için talep edilmesi kesinlikle bireyleri izole etmek anlam›na gelecektir (Picciotto, 1977: 3).

Söz konusu bireyselleflme ve izolasyon süreci devletin bütün yönetsel kurumlar› ile ‘halk’ aras›ndaki gündelik iliskilerde de ifl bafl›ndad›r. Okullar, toplu konut ve tapu gibi kurumlar, sosyal güvenlik kurumlar› gibi kurumlar›n tümü kendileriyle temasa geçen kiflileri izole eden bir ölçü içerisinde hareket eder, bu kifliler birer birey veya Cynthia Cockburn’ün belirtti¤i gibi (1977), bir ailenin parças› olarak de¤erlendirir. Foucault (1977) ve Poulantzas (1978) gibi yazarlar›n, temsil ile devletin di¤er pratikleri aras›nda çizdi¤i belirgin ayr›ma ra¤men, temsili seçimler de t›pk› bireyselleflme gibi devletin prati¤i içinde ifadesini bulan bu biçimlenme sürecinden baflka bir fley de¤ildir. Seçimlerde, insanlar herhangi bir toplulu¤un veya s›n›f›n üyesi olmaktan çok, say›sal olarak tan›mlanan birbirinden farks›z seçmenler olarak de¤erlendirilir. Benzer flekilde, oy verme sürecinin bizatihi kendisi, gizli oy verme kurumu, siyasal kanaatin gizlili¤inin en yüksek sergileniflidir. Oy sand›¤› kurumu ve gizli oy arac›l›¤›yla s›n›fsal tahakküme karfl› direnifl, iki veya daha fazla kifli aras›nda yapilan bir tercihe, bireysel bir eylemlili¤e kanalize edilir. Kuflkusuz bu tespit, hukuk devletinin ve temsili demokrasinin, iflçi s›n›f› için bunlardan hiçbirinin yürürlükte olmad›¤› bir rejimden daha elveriflli oldu¤unu inkar etmek anlam›na gelmez. Burada önemli olan, bunlar› her fleye ra¤men korunmas› gereken uygarl›k kazan›mlar› olarak temellendirmekten çok, bu biçimlerin s›n›rlar›n› ve bask›c› uygulamalar›n› vurgulamakt›r. Örne¤in, iflçi s›n›f›n›n genel oyun yürürlü¤e giriflinden önce devletin d›fl›nda tutulmas› ile iflçi s›n›f›n›n bu geliflmeden sonra devlet içinde

427


428

John Holloway

15 Poulantzas aç›k bir biçimde bireyselleflmeyi iktisadi (ki burada iktisat dar anlam›yla do¤rudan ve sadece teknik belirlenimleriyle kavramlaflt›r›lan üretim süreci anlam›nda kullan›lmaktad›r) alanda ortaya ç›kan ve devlet taraf›ndan maddilefltirilip kurumsallaflt›r›lan süreç olarak görür. Bu tür bir çözümlemenin yanl›fll›¤› Poulantzas’›n hala iktisadi olan ile siyasal olan›n ayr›l›¤›n› önceden verili kabul etmesinden kaynaklanmaktad›r. Onun bireyselleflme üzerine giriflti¤i tart›flma öylesine tarih d›fl› ve dura¤and›r ki, bu bireyselleflmenin ortadan kald›r›labilirli¤ine iliflkin bir tart›flmaya yer tan›maz (1978, 7374). Poulantzas’›n çözümlemesinde s›n›f mücadelesine iliflkin aç›k bir sonucun olmay›fl›n› veya temsili demokrasinin de¤erine iliflkin tutarli sonuçlar›n olmay›fl› ancak bu flekilde aç›klanabilir. Detayl› bir Poulantzas (1978) tart›flmas› için bkz. Barker (1979).

temsili aras›nda kat› bir ayr›m yapmak yanl›fl olacakt›r. Birinci olarak Foster’›n (1974) Oldham’da iflçi s›n›f› siyaseti üzerine yapt›¤› araflt›rmada gösterdi¤i gibi, iflçi s›n›f› henüz oy hakk› geniflletilmeden önce de devlet içinde temsilini sa¤layabilecek güçteydi. ‹kincisi, iflçi s›n›f›n›n demokratik seçimler yoluyla devlet içinde temsili, ayn› zamanda ve kendili¤inden bir biçimde, onun iflçi s›n›f› olarak d›fllanmas› ve parçalanmas› sürecidir. Dolay›s›yla, oy hakk›n›n genifllemesi d›fllanm›fll›ktan temsile do¤ru mutlak bir de¤iflimi de¤il, fakat normal olarak iflçi s›n›f›n›n d›fllan›fl ve temsil tarz›ndaki de¤iflimi ifade etmektedir. Dolay›s›yla Poulantzas’›n (1978: 73) belirtti¤i gibi, devletin gücünü s›n›rlayan temsili demokrasi de¤il, kurumsal d›flavurumu ne flekilde olursa olsun iflçi s›n›f›n›n direncidir. Hukuk, yönetim ve temsil; bütün bunlar, toplumsal s›n›flar› homojen insan y›¤›nlar› olarak gören, insan› bireysellefltiren pratiklerdir. Bu bireyselleflme kuruluflu bir kereli¤ine kurulmufl bir olgu de¤il, toplumdaki temel yap›lar› sürekli gizleyen bir süreçtir. Pannekoek bu noktay› flöyle belirtiyor: Demokrasi, halk taraf›ndan yönetimdir diyorlar, fakat bu tan›mlad›klar› anlamda halk yok ki; gerçekte toplum s›n›flara bölünmüfltür (1919/1969: 136).

Devleti bireyselleflme süreci olarak görmek, bu bireyselleflmenin yaln›zca politik alanda gerçekleflti¤ini, s›n›flar›n iktisadi alanda biçimlenip sonra siyasal düzlemde ayr›flt›klar›n› iddia etmek degildir. Ne de Poulantzas’›n iddia etti¤i gibi iktisadi alanda ortaya ç›kan bireyselleflmenin devlet taraf›ndan pekifltirildi¤ini iddia etmek anlam›na gelir.15 Bu daha ziyade, s›n›fsal iliflkilerin birbirinden ayr› fakat birbiriyle ba¤lant›l› iflleyen siyasal ve iktisadi biçimlere ayr›flmas›d›r ki bu da iflçi s›n›f›n›n birli¤inin çözülüflüyle birlikte yürüyen bir süreçtir. Bu nedenle, iflçi s›n›f› örgütlenmesini toparlamay› hedeflemifl mücadele, öncelikle bu biçimlere ve görünür ayr›mlaflmaya karfl› bir mücadele olmal›d›r. Bu, seçimlere kat›lmak gibi eylemlilik biçimlerinin önemini inkar etmek demek de¤ildir. Fakat, parlamenter sistem içindeki mücadeleler ancak bu biçim süreçlerinin bireysellefltirici, ayr›flt›r›c› sonuçlar›n›n fark›nda olunarak, toplumsal iliflkilerin bütüncül dönüflümünü hedefleyen, genifl bir eylemlilik perspektifinin parças› oldu¤unda anlam kazanacakt›r. 3. fiimdiye kadar, bireyselleflmenin devletin meta mübadelesini kurup garanti alt›na alma ifllevine denk düflen devlet biçimi-


Devlet ve Gündelik Mücadele

nin ilk dura¤› olarak görülmesi gerekti¤ini vurgulad›k. Kapitalist üretim tarz›n›n “özgür” ücretli emek temelinde kurulufluyla birlikte, devlet yeni ifllevler ve yeni siyasal oluflumlar gelifltirmifltir (Holloway ve Picciotto, 1977). Bir yandan genellefltirilmifl meta üretimi ve onun do¤urdu¤u bireyci ideoloji en aç›k ifadesini ondokuzuncu yüzy›l liberalizmi ve radikalizminde bulmufltur. Di¤er yandan, meta üretiminin yayg›nlaflmas› ve sermayenin kurulmas›yla birlikte, (...) metalar›n üretimi ve meta döngüsü üzerine temellendirilmifl art›¤a el koyma veya özel mülkiyet yasalar›, kendi içsel ve de¤ifltirilemez diyalekti¤inden kaynakl› olarak, kendi karfl›tlar›na dönüflmüfltür. (Marx, 1965: 583)

Meta döngüsü alan›ndaki görünüflteki de¤iflim eflitli¤inin alt› üretim eflitsizli¤i yoluyla sürekli olarak kaz›n›r. Bu yüzden, mübadele iliflkilerinin devlet taraf›ndan güvence alt›na al›nmas›, devletin emek gücünun al›m ve sat›m›n› belirleyen koflullar› aleni bir biçimde düzenlenmesi yoluyla olur. Böylece devlet müdahalesinin artmasiyla, liberalizmin en enerjik ça¤›n›n ta en bafl›ndan beri devletin iktisadi alandan özerk olmas› gerekti¤ini savunan liberal idealin alt› kaz›nm›fltir (Roberts, 1960). Öte yandan devletin faaliyetlerindeki bu geniflleme, devletin giderek artan say›da insanla daha do¤rudan iliflki içine girece¤i anlam›na gelir (1978: 123). Bu sadece devlet ile bireyler aras›ndaki iliflkilerin niceli¤inde ve yo¤unlu¤unda kaç›n›lmaz bir genifllemeyi ifade etmekle kalmaz, devlet ile halk aras›nda kurulmufl ve kurulacak yeni iliflki biçimlerinin oluflum sürecini de içerir. Yeni temsil / müdahale /yönetim biçimlerinin geliflimi –ki bunlar›n üçü de ayn› sürecin birbiriyle yak›ndan iliflkili boyutlar›ndan baflka bir fley de¤ildir– hem yönetenler hem de yönetilenler aç›s›ndan sorun teflkil edecektir. Bireycili¤in temelleri –kuruldugu andan itibaren- kollektif siyasal biçimlerin geliflimiyle birlikte aç›kça sars›lacakt›r. Devletin üretim sürecine müdahalesinin sürekli artmas›n›n temel nedeni, emek gücünün meta olarak yeniden üretimini garantiye alma ihtiyac›yd›. Boylece, “müdahale/yönetim/temsil”in yeni bileflenleri, emek gücünün al›m-sat›m› etraf›nda yap›land›r›lm›flt›r. Devlet müdahalesindeki art›fl, bir yandan devlet ile iflçiler ve sermayedarlar aras›nda daha do¤rudan iliflkilerin geliflimine neden olurken, di¤er yandan bu iliflkide iflçilerin ve sermayedarlar›n, toplumsal s›n›f veya birey olarak de¤il de, emek gücü metas›n›n al›c›lar› ve sat›c›lar›; veya iflçi sendikalar› ile iflveren örgütleri gibi farkl› gelir kaynaklar›n›n sahipleri olarak sunulup gö-

429


430

John Holloway

16 Bu çerçevede, Flatow ve Huisken’in çözümlemeleri bilgilendirici olabilir, ancak bu devletin gelir kaynaklar› sahipleriyle iliflkisini fetifllefltirme süreci olarak yeniden yorumland›¤›nda anlaml› olur. 17 Simon Clarke, üstbelirlenimci devlet bak›fl aç›s›nin etkisiyle, temsil sorununu devletin sermayeye tabi k›l›nmasinin ikincil boyutuna indirger. Böylesi bir mant›¤›n sonuçlar›ndan bir tanesi siyasal sistemi, sermayenin yeniden üretimde oldukça önemli ve sorunlu bir durak olarak görmek yerine sermaye ile devlet aras›nda ba¤lant›y› sa¤layan geçifl kay›fl› olarak de¤erlendirmek olacakt›r.

rülmeleri sonucunu do¤urmufltur. Artan meta mübadelesinin bireylefltirici etkisiyle çözülmeye bafllayan eski cemaatlerden farkl› olarak 19. yüzy›lda ortaya ç›kmaya bafllayan yeni siyasal kolektifler öylesine yap›land›r›lm›flt›r ki; birey- vatandafl, bireysel metasahibi kategorisinin bir bilefleni olarak telakki edildikçe bu kolektif biçimler gelir kayna¤› temelinde yapilan ekonomik kategorilefltirmelerle birbirine ba¤lanm›flt›r.16 Bu yüzden, kolektivizm s›kl›kla gösterilmeye çal›fl›ld›¤› gibi bireycili¤in mutlak karfl›t› de¤ildir. Daha ziyade bireycili¤i tamamlar, bireyselleflme sürecine içkin olan üretim iliflkilerinden soyutlanma ve bireysellesme temelleri uzerinde yükselir. “S›n›f” tan›mlamas›n›n 19. yüzy›l siyasetinin bir kategorisi olarak ortaya ç›kt›¤› do¤rudur (Beer, 1965; Poggi, 1978). Fakat bu siyaset çerçevesinde tan›mlanan s›n›f, uzlaflmaz üretim iliflkileri olarak bir s›n›f de¤il, ayn› gelire veya benzer gelir kaynaklar›na sahip bireyler toplam›n› ifade etmektedir. Kolektiflefltirme, en az bireyselleflme kadar toplumsal iliflkilerin gerçek yap›s›n› gizlemifltir. Her iki yolla da s›n›flar sadece atomize edilmekle kalmam›fl, parçalar öyle bir biçimde yeniden gruplaflt›r›lm›flt›r ki, ortaya ç›kan s›n›f kavram› art›k toplu mücadele aç›s›ndan bir anlam ifade etmeyecektir. Yine de, bir kez daha belirtelim, her ne kadar burada ele al›nm›yorsa da bu çal›flmada ileri sürülen temel tezlerin gelifltirilebilmesi için, de¤iflen kolektiflefltirme biçimlerinin, bir baflka deyiflle, kapitalizmin bizleri siyasal olarak grupland›rmas›ndaki de¤iflik yöntemlerin izlerini sürmek temel öneme sahiptir. Modern kapitalist devlet içinde vatandafllar her türlü grup içinde bir araya getirilir. ‹lkin ve her fleyden önce aileler biçiminde (Cockburn, 1977) s›n›fland›r›lan vatandafllar, ayn› zamanda, seçmen, vergi mükellefi, mülk sahibi, ebeveyn, maafll› çal›flan, sigara tiryakisi veya sigara içmeyen gibi say›s› art›r›labilecek biçimlerde s›n›fland›rmalara da tabidir. Belirli bir s›n›f›n üyeleri, kan-ba¤›, ikâmetgah, gelir düzeyi, ev sahibi mi yoksa kirac› m› oldu¤u, annelik-babal›k, sa¤l›k durumu, gelir biçimi ve kiflisel al›flkanl›klar gibi ölçütler temel al›narak kategorilefltirilir; fakat asla s›n›f temelinde tan›mlanmaz. Bu nedenle s›n›flar›n burjuva siyaseti içinde böylesi farkl› kategorilerle tan›mlanma sürecini anlamak, devlet kuram›n›n temel bir sorunudur.17 Çünkü, bu kategoriler sadece burjuva toplumundaki siyasal örgütlenme biçimlerine tekabül etmekle kalmaz, ayn› zamanda bu iliflkileri yeniden tan›mlarlar da. Kategorilefltirme sürecini, bireylerin en az›ndan potensiyel “ç›kar” gruplar› olarak, anal›k-babal›k, hastal›k-sa¤l›k, sigara içip içmeme


Devlet ve Gündelik Mücadele

tercihleri, ev sahibi olup olmama gibi belirli ölçütlere dayal› gruplaflma sürecini, birçok müntehibin oluflum süreci olarak de¤erlendirebiliriz. Gruplaflma (constituency) -hem gündelik hayatta belirli bir co¤rafyada oy kullanacak seçmenler toplulu¤u anlam›nda, hem de daha çok siyaset bilimcilerin kulland›¤› devlet ayg›tlar›yla gündelik yaflam içinde sürekli iliflki içinde bulunan ifllevsel insan gruplaflmas› (ç›kar grubu) anlam›nda– siyasal iliflkilerin içinde tan›mlan›p kuruldu¤u temel birim olarak görülebilir. Esas sorun bu oluflumlar›n tan›mland›¤› veya içinde kendilerini ifade ettikleri eylemlerin anlamland›r›ld›¤› hareket tarz› ve alan›d›r. Bu anlamland›rma süreci ve uzam› içerisinde s›n›f mücadelesinin yekpare bütünlü¤ü, devlet, yönetimi ve onun karfl›s›na gelen sorunlara göre ifllevsel olarak farkl›laflm›fl kurumlar› arac›l›¤›yla birbirinden ayr› ve ilgisiz problemler içinde parçalan›r –örne¤in sa¤l›k ve sosyal güvenlik kurumu karfl›s›nda hasta veya emekli olarak, e¤itim birimi karfl›s›nda ö¤renci, e¤itmen veya veli olarak bulunursunuz vb. gibi. Öyle ki bu temel birimlerin daha alt birimlerine inildikçe bu hareket tarz› ve alan› da daha alt birimlere parçalan›r. Devlet ayg›tlar›yla herhangi bir iliflkisi olanlar üzerine bu parçalanma ve ayr›flman›n zerk edildi¤i uzam “içinde devletin kurallar›na, bürokratik ciddiyete sayg› duyulan, ve dolay›s›yla muhatab›n›n da flekillendirildi¤i bir aland›r” (Wilensky ve Lebeaux, 1965: 240). Bu flekil verme süreci, s›n›fsal eylemlili¤i fetiflleflmifl burjuva siyasi biçimlerine kanalize eden, devlet biçimini tasarlay›p kuran bir savafl›m sürecidir. Bu mücadele, tekrar belirtmek gerekirse, sadece s›n›f mücadelesinin ve sermaye birikiminin yeniden üretiminin tarihsel geliflimi ba¤lam›nda anlafl›labilir. Kolektifleflme biçimlerindeki de¤iflim, kendili¤inden rasgele bir süreç de¤ildir; sermaye iliflkilerinin geliflmekte olan biçimleri olarak her biri farkl›laflt›r›lm›fl bir bütünlük oluflturur. Bu biçimleniflin d›flsal ve içsel süreçleri; bir baflka deyiflle, devletle ve onun araçlar›yla muhatap olanlar aras›nda etkileflimden dogan burjuva politik iliflkilerin oluflumu ile devlet araçlar›n›n kendi içinde burjuva iliflkilerinin kurgulan›fl› aras›nda bir ayr›m yapmak yararl› olabilir. Sermaye için, toplumsal iliflkilerin içsel oluflum süreci de d›flsal süreç kadar sorunludur: Her iki süreç de burjuva toplumsal iliflkilerinin sürdürülmesi/yeniden yarat›lmas›n› içerir. Öte yandan her iki süreç de iç içe geçmifltir ve birbirini tamamlar. S›n›f iliflkilerinin devlet ayg›tlar› arac›l›¤›yla de¤ifltirilmesi, burjuva toplumsal iliflkilerinin devlet ayg›tlar› içinde sürdürülmesine ba¤l›d›r. Bu, ilkin devlet ayg›tlar›nda çal›flan ifl-

431


432

John Holloway

18 Devletin içsel yap›lan›fl›na yönelik ilginin, ç›karlar›n kolektif örgütlendi¤i ve devlet ayg›tlar›n›n bürokratik yap›s›yla eklemlendi¤i bir zamanda artmas› dikkat çekicidir. Genel olarak, siyasal örgütleri ve fetifllefltirilmifl iliflki biçimlerini anlamada kaç›n›lmaz bir öneme sahip olan Kamu Yönetimi, Marksist kuram›n bakir alanlar›ndan biridir.

çi-memurlar›n bürokratik kontrolünü gerekli k›lar. Devlet toplumsal iliflkilerin yeniden üretiminde daha önemli bir rol oynar hale geldikçe devlet içinde istihdam›n genifllemesi ve artan karmafl›kl›k önemli bir sorun halini al›r. Bu sorun, ikinci olarak ve ayn› zamanda en genifl biçimiyle s›n›f iliflkileri içinde varolan ve s›n›f iliflkileri üzerinde uygulanan parçalanmay› tamamlayan devlet ayg›tlar› içindeki parçalanmay› da gerekli k›lar. E¤er s›n›f iliflkilerinin bütünüyle parçalanma sürecinin, içinde devletin müflterilerinin (veya s›n›flar›n) biçimlendirildi¤i kurumlar› sarmalayan yasalar ve bürokratik ifllemlerin olgunlaflmas› sonucu baflar›ld›¤› (veya daha do¤ru bir deyimle dönüfltürüldü¤ü) söylenecekse, ayn› fley tersi içinde geçerlidir. Fetifllefltirilmifl meta üretiminin kategorileri, dönüfltürülmüfl biçimde nihayet bulup sunulur ve devlet ayg›t›n›n içsel örgütleniflini flekillendirir. Sonra devlet ayg›t›n›n bu içsel parçalan›fl› da, burjuva toplumunun fetiflleflmifl iliflkilerini flekillendirmek ve kuvvetlendirmek için nihayet bulup, bu halde sunulur. Dolay›s›yla devletin içsel örgütlenme sorunu, kamu yönetimiyle ilgili teknik bir sorundan daha fazla bir fleydir.18 Aristoteles, Yunan flehir-devletinde ifllevlerin da¤›l›m›yla iliflkili o ünlü sorusunu: “Bizler, ödevleri ele al›nan konular temelinde mi, yoksa ilgili kiflilerin s›n›flar›na göre mi da¤›taca¤›m›za karar vermek zorunday›z” (Politika, Kitap IV. Bölüm. XV) sorarken sadece bir yönetim sorununa de¤il, siyasal örgütlenmenin en önemli sorunlar›ndan bir tanesine vurgu yap›yordu. 4. Bireyselleflme ya da kolektifleflme fleklinde devletin kuruluflu, s›n›f iliflkilerinin s›n›fsal olmayan biçimler olarak parçaland›¤› bir fetiflleflme süreci, fliddet kullan›m› etraf›nda bir araya getirilen iliflkiler yap›s›n›n iktisadi alandan ayr› olarak kurulma sürecidir. Fetiflleflme burada sadece belirli düflünce biçimlerinin yarat›m›n› de¤il, burjuva “toplumsal yaflam biçimlerinin” oluflumunu ifade eder. Bu oluflum, insan yaflam›n›n, s›n›f mücadelesi ve sosyalizme geçifl gibi sorunlar›n asla aktif düzlemlerde dile getirilemeyecek biçimde örgütlenmesini içerir. Burada ‘örgütlenme ile anlat›lmak istenen fikirlerin telkini veya sirayetinden çok yaflam›m›z›n maddi örgütleniflidir. Heide Gerstenberger’in belirtti¤i gibi: Halk›n mücadele etmeyiflini, burjuva devleti ideolojisinin tuza¤›na kolayca düflmek olarak görmek yerine, bir burjuva toplumunda bilincin gündelik bileflenlerini incelemeye çal›flmal›y›z. Ve bunu yaparken... en k›sa zamanda bürokratik yap›lar›n dayan›lmaz mevcudiyeti ile karfl› karfl›ya gelece¤iz. Yaflam›n birçok yönü yönetim alt›na al›nmakla kalmamakta, daha da önemlisi, insanlar›n yaflamlar›n›n


Devlet ve Gündelik Mücadele

bütünlü¤ü ve kendi sorunlar›na iliflkin ilgileri de yönetimin fraksiyonel birimleri içinde bölüfltürülmüfltür (1977: 7-8).

Bu çerçevede Foucault’nun (1977) “iktidar›n mikrofizi¤i” ve “beden siyaseti”ne yapt›¤› vurgu, yak›n dönemde devlet üzerinde yap›lan çal›flmalar için yard›mc› bir panzehir olacakt›r. Öte yandan, devletin kuramsallaflt›r›lmas›na daha iyi bir katk›da bulunmak için, böylesi bir analizin devletle iliflkili daha az popüler olan alanlara do¤ru yay›lmas›na ve sermaye biçimlerinin geliflimini bir bütün olarak kavrayan tarihsel materyalist bir temelde kurulmas›na ihtiyaç vard›r. Bununla beraber, Foucault’nun devletin maddi pratiklerinin anlam› üzerine yapt›¤› vurgu önemlidir. Çünkü, bu vurgu devlete karfl› mücadelenin ne basitçe iflçi s›n›f›n›n kuramsal ayd›nlanma, ne de devlet ayg›tlar›n›n kontrolünü ele geçirme veya parçalama sorunu olmad›¤›n›, fakat bütün bir mücadelenin, karfl›-örgütlerin ve karfl›-eylemin maddi biçimlerinin geliflimini içermesi gerekti¤ini aç›kl›¤a kavuflturmufltur. Pannekoek’in belirtti¤i gibi: Örgütlenme, iflçi s›n›f›n›n kendi özgürleflimi için yapaca¤› mücadelenin temel ilkesidir. Bundan da anlafl›ld›¤› gibi pratik hareket aç›s›ndan en önemli sorun bu örgütlenmenin biçimleridir (1938/1969: 257, vurgu Holloway’e ait).

Bu noktada, fetiflleflme süreci olarak devletin oluflumu, toplumsal iliflkilerin belirli yollardan düzene sokuluflu, tamamlan›fl› ve sunuluflu sürecidir. Bu sürecin toplumun içine nüfuz ediflini büyütmek veya sözgelimi iktisadi iliflkiler karfl›s›nda, onun önemini abartmak kolayd›r. Tabii ki genel e¤ilim olarak, sermayenin genifllemesi, yaflam›m›z›n her alan›na sürekli artan bir nüfuz etmeye iflaret eder ve bu nüfuz bir ölçüde, ç›karlar›n daha mükemmel sunuluflu ve kategorilefltirilmesine duyulan ihtiyaca iflaret eden devlet müdahalesi arac›l›¤›yla gerçeklefltirilir. Fakat flimdilerde Britanya’da yaflanan deneyim, devletin rolünün artmas›n›n su götürmez ve geriye döndürülemez bir süreç olmad›¤›n› göstermektedir.

Baz› Sonuçlar Bu yaz› bir çal›flma tasla¤›d›r. Burada amaç belirli bir kuramsal yaklafl›mdan (devlet-biçim tart›flmas›) hareket ederek, devletin geçirdi¤i de¤iflimi ve devletin etraf›nda geliflen mücadele biçimlerini aç›klamada, bu yaklafl›m› nas›l daha geçerli argümanlar sunabilir hale getirebilece¤imize iliflkin baz› önerilerde bulun-

433


434

John Holloway

mak olmufltur. Temel argüman, devletin sadece varolan sermaye iliflkisinin bir biçimi olarak görülmemesi gerekti¤i, ayn› zamanda sermayenin s›n›fsal sömürü iliflkileri biçiminde yeniden üretilme sureci içinde bir durak - ki bu da meta olarak emek gücünün bireysel de¤iflim arac›l›¤›yla dolay›mlanmas› ile gerçekleflir-; s›n›flar›, atomize olmufl bireyler biçiminde yeniden üreten ve sermayeye karfl› s›n›fsal örgütlenme olas›l›¤›n› d›flar›da b›rakan toplumsal faaliyetin biçimlenme süreci olarak görülmesi gerekti¤idir. Sonuçta, en basit biçimiyle flu söylenebilir: s›n›fsal örgütlenme mücadelesi, bir toplumsal iliflki biçimi olarak tan›mlanacak devlete karfl› yönelmelidir ve karfl›-örgütlenmenin maddi biçimlerini gelifltirme amac› tafl›mal›d›r. Fakat bunu incelemeden önce, krizler ve devlet biçimi ile devlet araçlar› aras›ndaki ayr›ma iliflkin iki noktaya da de¤inmek zaruri görünüyor. 1. Kriz: Birçok ülkede yaflanan kriz devletin mali krizi biçiminde ortaya ç›kmaktad›r. Devletin bizatihi kendisi burjuvazinin sald›r›lar›na maruz kalmakta, devlet harcamalar›nda ve vergilerde kesintiler gündeme gelmektedir. Solun, devletin refah politikalar› yoluyla kutsanan iflçi s›n›f› kazan›mlar›n› savunmas› gerekti¤i aç›kt›r; ancak refah devletinin kapitalist niteli¤ini gözard› eden her türlü do¤rudan refah devleti savunusu bir hayli sorunludur. Birincisi, böylesi bir stratejinin genifl destek bulma olas›l›¤› yoktur. Burjuvazinin bu alana sald›r›s›nda sahip oldu¤u büyük güç devletin yo¤unlukla bask›c› olarak görülmesi gerçe¤inden kaynaklanmaktad›r. (Thatcher’in seçim kampanyalar› özellikle afl›r› güçlenmifl devlet üzerine kurmas›nda görüldü¤ü gibi.) Ve ikinci olarak bu tür bir strateji, s›n›fsal mücadele içerisinde devletin içsel olarak tafl›d›¤› istikrars›zl›k e¤iliminin kullan›lmas› f›rsat›n›n kaç›r›lmas›na yol açacakt›r. Sorun, kriz ve krizin kapitalist iliflkilerin istikrar› üzerindeki etkileri ba¤lam›nda ele al›nmal›d›r. Sermaye iliflkilerinin çeliflkileri kendilerini periyodik aral›klarla patlayan kriz e¤ilimi içinde d›fla vurur. E¤er kriz, kapitalizmin kendi çerçevesi içinde afl›lacaksa, kapitalist üretim iliflkilerinin yeniden yap›lanmas› zorunludur (Hirsch, 1978a). Sermaye ile emek aras›ndaki iliflki korunacaksa, sömürü oran›n› art›rmak, sabit ve de¤iflen sermaye aras›ndaki oran› de¤ifltirmek, sermaye döngüsünü h›zland›rmak v.b. yöntemlerle, yani sermaye ile emek aras›ndaki iliflki yeniden yap›land›r›larak korunmal›d›r. Öte yandan, sermayedar aç›s›ndan her ne kadar krizin atlat›labilmesi için yeniden yap›lanma zorunlu olsa da, bu yap›lanma ayn› zamanda varolan iliflkilerin devam-


Devlet ve Gündelik Mücadele

l›l›¤›n› tehlikeye sokabilme olas›l›¤› gibi bir sorunu da içinde tafl›r. Yeniden yap›lanma dönemlerinde, burjuva iliflkilerinin sürdürülmesi, bu iliflkilerin topluma yeniden empoze edilmesi biraz daha zor olur. Ekonomik iliflkilerin kasvetli zorlay›c›l›¤› (örne¤in halihaz›rda çal›flanlar için) öylesine sert olur ki karfl› etkiyi provake edebilir, ya da öylesine etkisiz olur ki (uzun zamand›r iflsiz olanlar için) bütün tesirini yitirir (Frith, 1978). Sermayesini Bat› Avustralya’ya tafl›yarak “yeniden yap›land›rman›n” daha kârl› olaca¤› karar›na varan zavall› Bay Peel’in birazc›k farkl›, ama kesinlikle çok ö¤retici durumunu ele alal›m: Bay Peel.... ‹ngiltere’den Bat› Avustralya’daki Swan Nehri’ne kendiyle birlikte 50.000 sterlin de¤erinde geçim ve üretim arac› götürür. ‹flçi s›n›f›ndan erkek, kad›n ve çocuk 3000 kifliyi de yan›nda götürecek denli ileri görüfl sahibidir. Gidecekleri yere vard›klar›nda “Bay Peel yata¤›n› yapacak veya nehirden su tafl›yacak bir hizmetçiden yoksun kal›r”. Biçare Bay Peel, Swan Nehri’nde herfleyi haz›rlam›flt›, ‹ngiliz üretim tarzlar› d›fl›nda! (Marx, 1965: 766).

Bir baflka deyiflle, sermaye iliflkilerinin varl›¤›n›n bizatihi kendisi yeniden yap›lanma süreci taraf›ndan tehdit edilmektedir. Yeniden yap›lanma ço¤unlukla, fliddetli gerilimler do¤urabilecek iliflkilerin sürekli tacizine muhatapt›r. Bu, örne¤in 1960’lar ve 1970’lerin bafl›nda ‹ngiltere’de yaflanan bütün grevlerin “rasyonalizasyon” ve “ücret s›n›rlamalar›” gibi tart›flmalar etraf›nda de¤erlendirilmesinde de görülür. Kriz sadece girdiyi üretim sürecinin içinde yeniden yap›land›rma gibi teknik bir sorun de¤ildir. Kriz kapitalist üretimin toplumsal iliflkilerinin bir krizidir. Üretim iliflkilerinin krizi olarak tan›mlanan kriz, sadece teknik anlamda halihaz›rdaki üretim iliflkilerinin içinde genifllemez, yay›lmaz, ayn› zamanda de¤iflik duraklar›nda devletin içine de sirayet eder. Düzenin devam› için burjuva iliflki biçimleri bu kriz koflullar›nda yeniden yap›land›r›lmal›d›r. Devlet biçiminin krizi sermaye iliflkilerinin krizi kadar kaç›n›lmazd›r ve bu nedenle genel krizin bir dura¤›d›r. Kriz süresince zuhur eden kâr oranlar›n›n azalma e¤ilimine karfl› giriflilecek seferberlik, Hirsch’in de belirtti¤i gibi, genel toplumsal üretim koflullar›n›n ve sömürü iliflkilerinin tarihsel düzene¤inin yeniden bütünsel örgütlenmesini içeren toplumsal iliflkilerin yeniden yap›land›r›lmas› anlam›na gelecektir (Hirsch, 1978a: 74). Gerçek flu ki, kâr oranlar›n›n azalma e¤ilimine karfl› al›nacak önlemlerin devlet arac›l›¤›yla yerine getirilmesi, kaç›n›lmaz olarak siyasal iliflkilerin bütün bileflenlerini gittikçe artan oranda ve do¤rudan genel üretim iliflkilerinin ye-

435


436

John Holloway

niden yap›lanma sürecinin etkisine açacak ve bu genel yeniden yap›lanman›n bir parças› haline getirecektir. Sermaye iliflkilerinin krizi -ve- yeniden yap›lanma süreci, ayn› zamanda bütünüyle ve kaç›n›lmaz olarak kurulmakta olan burjuva siyasal iliflki biçimlerinin yeniden yap›lanmas›d›r. Dolay›s›yla, Britanya sermayesinde de gözlenebilecegi gibi, sermayenin kâr oranlar›n› artt›rmaya yönelik çabas›, sadece bireysel sermayedarlar›n ücret indirimine gitmesi ve yeni teknolojinin uygulamaya konulmas› anlam›na gelmez. Bu, toplumun her düzeyinde yürütülen öylesine uzun ve oldukça karmafl›k bir süreçtir ki, devlet ile sendikalar aras›ndaki iliflkilerin, sendikalar›n kendi içindeki iliflkilerinin yeniden yap›lanmas›ndan tutun da enflasyon ve üretkenlik üzerine yürütülen ideolojik kampanyalar›, devlet harcamalar›ndaki de¤iflimi, vergilendirmeyi, siyasi partiler aras› karmafl›k karfl›l›kl› iliflkileri de kapsar. Sermayenin krizinin ayn› zamanda bir devlet biçimi krizi oldu¤una yap›lan vurgu, burada ele al›nmaya çal›fl›lan kuramsal çerçeveyi di¤er kuramsal çal›flmalardan ay›ran en önemli nokta olsa gerek. Birçok çal›flmada soruna daha çok, “ekonomik kriz” ile “siyasal kriz” aras›ndaki iliflki biçiminde bir tart›flma çerçevesinde yaklafl›lmaktad›r. Birçok yazar iktisadi krizin do¤rudan siyasal sistemin krizine yol açt›¤›na dair yayg›n ve basit yarg›ya karfl› ç›km›flt›r. (özellikle Gramsci’nin Rosa Luxemburg elefltirisi; 1971: 233). Öte yandan bu düflünceye karfl› argüman olarak da, ya siyasal alan›n göreli özerkli¤ine vurgu yap›larak sorun görmezden gelinmifl ya da bundan daha iyisi (Autorenkollektiv, 1976) iktisadi temeldeki krizin siyasal krize veya ideolojik krize sebebiyet versin ya da vermesin, do¤rudan sermaye biçiminden ç›karsanamayacak bir s›n›f mücadelesi örgütlenmesi ve militanl›¤›na ba¤l› oldu¤u fikri gelifltirilmifltir. Bu düflünce ilk bak›flta do¤ru görünmekle birlikte, birtak›m yöntemsel zay›fl›klar da içermektedir. Her fleyden önce bu yaklafl›m, temelde kapitalist krizi, sermaye iliflkisinin hem iktisadi hem de siyasi biçimde yeniden yap›lanma sürecini kaç›n›lmaz olarak içeren sermaye iliflkisinin krizi olarak görmek yerine, iktisadi bir kriz olarak de¤erlendirmektedir. Bunu takiben, siyasal kriz, siyasal biçimlerin kuruluflunun kaç›n›lmaz olarak yeniden yap›lanma süreci biçiminde de¤il, siyasal sistemin potansiyel olarak katastrofik özellikler tafl›yan krizi olarak sunulur. Böylesi bir yaklafl›m pratik aç›dan tehlikelidir, çünkü bu yaklafl›m›n kaç›n›lmaz sonucu olarak afla¤›dan yukar›ya do¤ru örgütlü bir mücadele içindeki iflçi s›n›f› perspektifine


Devlet ve Gündelik Mücadele

de¤il, fetiflleflmifl burjuva parti-siyaseti biçimlerine dayal› olarak yukar›dan afla¤›ya yürütülecek bir mücadele sistemati¤i sunulmaktad›r. Bu da mücadelenin yönelimini, sermayenin yeniden yap›lanmas›na ve krizine içkin, çok önemli bir süreç olan, siyasal alan›n yeniden yap›lanmas› sürecinden uzaklaflt›rma e¤ilimi tafl›maktad›r. Yeniden yap›lanma pratik aç›dan oldukça önemlidir. Çünkü sosyalist strateji için yeni sorular ortaya ç›kar ve eylemlilik için yeni f›rsatlara kap› aralar. Halk› içinde yaflad›¤› topluluk, bölge, ulus, tüketici olup olmamas›, ailevi durumu, bir ifl sahibi olup olmamas› temelinde sürekli ve yeniden kategorilefltirmeye çal›flmak siyasal biçimlerin krizi-ve-yeniden yap›lanma sürecini tamamlar; bunlar ister istemez yeni siyasal örgütlenme biçimleri yarat›r, yeni sorular sorar, iktisadi ve siyasal krizin indirgemeci özdefllefltirmesinin tart›flma d›fl› b›rak›lmas›yla sars›lmayacak yeni olas›l›klar› gündeme getirir. Önemli olan, ortaya ç›kan de¤iflimlerin, yeniden yap›lanma ve potansiyel istikrars›zl›k süreçleri oldu¤unu anlamakt›r. ‹çinde bulunulan dönemde, refah devleti gibi eski devlet biçimlerine vurgu yapmak veya bunlar› savunmak, yaln›zca yeniden yap›lanma karmaflas›nda ortaya ç›kacak f›rsatlar› kaç›rmaya yol açmaz, ayn› zamanda devletin tarafs›zl›¤› söylemi vurgusuyla s›n›fsal mücadeleyi de suland›r›r. 2. Devlet Biçimi ve Devlet Ayg›tlar›: Kapitalist toplumsal iliflkileri yeniden formüle etme mücadelesi sadece devlet ayg›tlar›n›n toplum üzerindeki etkinli¤i ve arac›l›¤›yla gerçekleflmez, ayn› zamanda bu ayg›tlar›n içinde de benzeri mücadele devam eder. Kapitalist toplumun bütününü sar›p sarmalayan çeliflki ve çat›flma ayn› ölçüde devlet ayg›tlar› içinde de varl›¤›n› sürdürür. Devlet biçimine atfedilen bask›ya yönelik direnç devlet ayg›tlar› d›fl›ndad›r, ama ayn› zamanda devlet ayg›tlar›n›n bizzat içinde vuku bulur; hem devlet sektöründe çal›flan iflçi-memurlar›n ve seçilmifl temsilcilerin eylemlerinde hem de devlet kurumlar›yla münasebetlerinde örtük olarak maruz kald›klar› bask›ya karfl› savafl›m veren insanlar›n davran›fllar›nda bu gözlenebilir. Bu çat›flmalar siyasi önemi olmayan bireysel isyan hareketleri biçiminde d›fla vurulsalar da, kimi zaman, ciddi biçimler alirlar. Her durumda bu eylemlerin her biri, devlet ayg›tlar›n›n içinde kalarak, devlete içsel olan bu bask›ya gö¤üs germek ve devlet biçiminin s›n›rlar›n› zorlama teflebbüsleri olarak görülebilir. Bu mücadeleleri kavramlaflt›rabilmek için devlet biçimi ile devlet ayg›tlar› aras›nda bir ayr›m yapmam›z kaç›n›lmaz görünmektedir. fiimdiye kadar devlet biçimi kavram›n›n türetilifl ve

437


438

John Holloway

kullan›l›fl amac› itibariyle, devletin özerk bir kurum olarak de¤il, geliflen sermaye biçimleriyle olan tarihsel etkileflimi ba¤lam›nda anlafl›lmas› için gelifltirilmifl onemli bir kavramlaflt›rma oldu¤unu gördük. Yine de bu, devletin kurum olarak var olmad›¤› anlam›na gelmez; biçim baz› kurumsal yap›lanmalara (organlara) sahip olmal›d›r. Bu yüzden devletin, biri kapitalist tahakküm iliflkileri, di¤eri kurumsallaflm›fl ayg›tlardan oluflan iki boyutundan bahsetmek daha do¤ru olur (Perez Sainz 1977 : 162). fiu halde, biçimin bedenden ayr›lm›fl bir varl›¤›n›n olmayaca¤› aç›kt›r. Biçim, devletin kurumsal geliflimi ve devlet birimlerinin eylemleri arac›l›¤›yla maddilefltirilir. Benzer flekilde, ayg›tlar›n kurumsal geliflimi de toplumsal iliflkilerin tarihsel gelifliminin d›flavurumundan baflka bir fley de¤ildir. Biçim ile devlet ayg›tlar› aras›ndaki ay›r›m, devlet kadrolar›nda çal›flan veya devletle gündelik hayatta karfl› karfl›ya gelen sosyalist bak›fl aç›s›ndan da önem arz eder. Özellikle devlet kurumlar›nda çal›flanlar aç›s›ndan bunun önemi flüphe götürmez biçimde ortadad›r. Öte yandan, sosyalistlerin temel sorunsal› gündelik yaflam içindeki faaliyetlerini kapitalist toplumsal iliflkilerin yeniden üretimine katk›da bulunan eylemlilikler olmayacak flekilde düzenlemek olacakt›r. Baflka bir deyiflle, sorun, devlet arac›l›¤›yla olan gündelik ifllerini sürdürmek (ki bu normal olarak politik bir zorunluluktur) ancak devlet eylemlili¤inde içsel olarak varolan toplumsal yeniden üretim sürecine karfl› mücadele etmek bir baflka deyiflle devlet araçlar› içinde devlet biçimine karfl› olarak çal›flmak- olacakt›r. Bunun ne ölçüde mümkün olabilece¤i s›n›f güçlerinin dizilifline ba¤l›d›r. Ancak kamu sektöründe çal›flan veya devlet ayg›tlar›yla günlük rutin temas› olan sosyalistlerin bunu baflarabilmelerinin yolu sosyalist olmay› bir akflam ve hafta sonu etkinli¤i olarak görmemekten (kendilerini Sisyphuss’un kaderine terk etmemekten, gece veya hafta sonu sosyalizm kayas›n›n tepesine kadar ç›k›p gün boyu tekrar afla¤›ya yuvarlanmamaktan) geçmektedir. Devlet ile gündelik iliflkiye girildi¤inde maruz kalaca¤›m›z sorunlar dikkate al›nd›¤›nda devlet ayg›t› finans–finans ve yönetsel denetimin kurumsal a¤› olarak– ile kapitalist toplumsal iliflkiler biçimi olarak devlet aras›nda ayr›m yapmak ve devletin bu ikili boyutunu ak›lda tutmak zorunlu görünmektedir. Ancak bu, kesinlikle devletin kurumsal ayg›t›n›n s›n›f mücadelesi için dikkate al›nmayacak nötr bir alan oldu¤u anlam›na gelmemelidir. Her ne kadar devlet biçimi ile devlet ayg›t› aras›nda ayr›m yapmak gere-


Devlet ve Gündelik Mücadele

kiyorsa da, devlet ayg›t›n›n genel biçimi ve önemsiz görünebilecek ayr›nt›lar› s›n›f mücadelesi alt›nda oluflmufl, geçmiflteki burjuva sermaye iliflki biçimlerinin bu ayg›tlara sirayeti ile flekillenmifltir. Devlet ayg›t› burjuva biçimlerini yeniden üretecek, geçmifl döneme ait s›n›f mücadelelerinin kurumsal fosili olarak görülebilir. Dolay›s›yla, devlet ayg›tlar›n›n hareket tarz›n›n burjuva biçimleriyle uyum içimde olmas› normal olarak sadece enformel davran›fl kodlar› ile de¤il, geçmifl döneme ait s›n›f savafl›mlar›n›n bir sonucu olan ve güçle desteklenen yönetsel ve finansal düzenlemeler çoklu¤u arac›l›¤›yla sa¤lan›r. S›n›f mücadelesi içerisinde bu örgütsel yap›n›n önemi sürekli de¤iflir. Öyle ki belirli koflullarda devlet biçimine, bir baflka deyiflle fetiflleflmifl toplumsal iliflkilerin bütününe karfl› devlet ayg›tlar› içinden mücadele etmek, az çok anlaml› olabilir. Böylesi bir mücadelenin baflar›s› veya hezimeti ço¤unlukla s›n›fsal güçlerin genel birli¤ine ve bu tür bir mücadelenin genel s›n›f mücadelesi ile bütünleflme düzeyine ba¤l›d›r. Bu nedenle, bu mücadelenin s›n›rlar›n› a priori tan›mlamak imkans›zd›r. Öte yandan, ak›lda tutulmas› gereken nokta, biçim ile onun kurumsal d›flavurumu aras›nda, giriflimci ile sermaye biçimi aras›ndaki iliflkiye benzer bir iliflki kurulamayaca¤›d›r. Devlet biçiminin devlet ayg›tlar› üzerine nüfuzu, do¤rudan de¤er yasas›n›n piyasa üzerinde iflleyifli arac›l›¤›yla ortaya ç›kmaz. O yüzden de burjuva biçimini aflabilmedeki s›n›rl›l›klar sorunu, devlet ayg›t› söz konusu oldu¤unda, bireysel giriflimcilikten farkl›l›k gösterir. Sermayenin sorunu, burjuva toplumsal iliflki biçimlerinin devam›n› temin etmektir. Bu da devlet araçlar› arac›l›¤›yla ve yine bu yüzden artarak devletin faaliyetleri içinde olur. Bu faaliyetler t›pk› bölgesel çat›flmalar ve siyasal ba¤›ms›zl›k (‹rlanda örne¤i) örneklerinde görüldü¤ü gibi, toplumsal iliflki biçimlerinin ve devlet biçiminin devaml›l›¤› için devlet ayg›tlar›n›n bozulmas›/da¤›lmas› anlam›na gelse bile, sosyalist bir mücadele, devleti kapitalist toplumsal iliflkilerin bütünsel bir parças› olarak de¤erlendirmeli ve gerek devlet ayg›t› içinde çal›flanlar olsun, gerekse gündelik hayat›n ak›fl› içinde devlet kurumlar› ile temas halinde olanlar olsun, sosyalistler devlet ayg›tlar› içinde veya onlar arac›l›¤›yla devlet biçimine karfl› mücadele etmelidir. ‹nsanlar›n devlet kurumlar›yla olan iliflkilerinde devletin s›n›flar karfl›s›nda tarafs›z olmad›¤› gerçe¤i göz ard› edilecek gibi de¤ildir. Devletle girilen gündelik iliflki biçiminde seçilebilecek tek yol vard›r: ya bu fetiflleflmifl toplumsal iliflkilerin bir parças› olursunuz, ya da onlara karfl› mücadele edersiniz. Son y›llarda devletin gündelik iliflkiler

439


440

John Holloway

içinde bask›c› niteli¤i özgürlükçü (libertarian) radikaller taraf›ndan, sosyalistlerden daha s›k vurgulan›r oldu. Ancak sosyalist düflünce aç›s›ndan bu radikal özgürlükçü prati¤in s›n›rlar› aflikard›r. Birincisi, bu mücadele uzun erimli bir s›n›f mücadelesinin bir parças› olarak kavranamamaktad›r. ‹kincisi, söz konusu radikal pratik s›n›ftan çok bireyin özgürlü¤üne yöneltildi¤i için kolayl›kla normal burjuva iliflki biçimlerine entegre edilebilmifltir. Sosyalistlerin belli devlet kurumlar› içinde, devlet biçimine yöneltilmifl –yani s›n›f örgütlenmesine yol gösterecek- bir tav›rla hareket edebilme ölçüleri her zaman taktik bir sorundur. De¤iflen s›n›f mücadelesi biçimleri ve dolay›s›yla de¤iflen burjuva siyasal iliflkileri, belirli kurumlar›n s›n›f mücadelesi için önemi de¤ifltikçe, sürekli olarak yeni eylem olanaklar› yarat›r ve eskilerini ortadan kald›r›r. Toplumsal iliflkilerin bir biçimi olarak devletin kati da¤›l›fl›, devletin bir ayg›t olarak parçalanmflfl olmas›n› gerektirse de, bundan, eylemlerimizi devlet biçimine içkin fetifllefltirilmifl süreçlere yönlendirmek için, ayg›t›n parçalanmas›n› beklememiz gerekti¤i soncu ç›kmaz. 3. Devlet Biçimine Karfl›: Bu çal›flmada vurgulanan bir di¤er nokta; yak›n dönemde gelifltirilen devlet kuramlar›n›n birço¤unun, yeni geliflen iflçi s›n›f› mücadelesine yan›t vermekte baflar›s›z oldu¤udur. Devlet ayg›tlar› içindeki fraksiyonel çeliflkilere, devletin eylemlerinin belirleyenleri ve s›n›rl›l›klar›na, devlet taraf›ndan yerine getirilen ifllevlerin analizine vurgu yapan devlet çal›flmalar› önemli olabilir, fakat devletle gündelik iliflki içinde olan sosyalistlere do¤rudan yol gösterici olmak anlam›nda fazla etkili olmayabilirler. Bu tür çal›flmalar, kamu sektöründe çal›flan iflçiler için, sosyal güvenlik talebinde bulunanlar için, devletin sosyal harcamalar›n›n sermayenin yeniden üretimindeki rolünü anlamak için önemli olabilir. Ancak böylesi bir analizin onlar›n gündelik eylemlerinde ne tür bir yol gösterece¤i asla aç›k de¤ildir. Daha önce belirtti¤imiz gibi, devletin kapitalist iliflkilerin gündelik prati¤i üzerindeki etkisini çözümlemeye kuramsal bir temel oluflturabilmek için, devletin ifllevine de¤il biçimine odaklanmam›z gerekmektedir. Bu da ancak yak›n dönem Alman devlet tart›flmas›nda ortaya ç›kan baz› bulgular›n gelifltirilmesi ve bu bulgular›n daha siyasal bir perspektif içerisinde de¤erlendirilmesi ile olacakt›r. Devlet sadece baz› ifllevleri yerine getirmez. O bu ifllevleri, toplumsal s›n›flar›, asl›nda her biri s›n›f iliflkilerinden soyutlanan, birey, aile gibi tamam› yüzeysel gruplamalar biçiminde kategorize etmek suretiyle ifa eder. Sosyalizmin gündeme ge-


Devlet ve Gündelik Mücadele

lebilmesi ancak bu kategorilefltirmelerin s›n›f iliflkileri biçiminde kavran›p dile getirilmesi yoluyla olacakt›r. Bu nedenle, görev, burjuva biçimleri yoluyla “iktidar” ve “etkinlik” konumlar› kazanmak de¤il (Avrokomunizmin y›k›c›, umutsuz yan›lsamas›), bu biçimlere karfl› çal›flmak; deneyimleme arac›l›¤›yla, s›n›f bask›s›na karfl› direniflin alt›nda yatan birli¤i ifade eden ve pekifltiren, burjuva “politika”s›n›n ve “ekonomi”sinin fetiflleflmifl ve fetifllefltirici biçimlerine karfl› duran maddi karfl›örgütlenme biçimleri gelifltirmektir. Devrim, burjuva iliflkilenme biçimlerini zay›flatma, sonunda bu biçimlerden kurtulma ve mücadeleyi kökten yeni bir temele oturtacak nihai çürüyüfl için zorunlu bir bafllang›ç olarak- bu burjuva biçimlerinin, gündelik de¤ersizlefltirilmesi süreci de¤ilse nedir?.19 Eski iliflkilenme biçimlerini, bu biçimlerin kendileri arac›l›¤›yla zay›flatabilece¤inizi hayal etmek saçmal›kt›r. Bu makalenin kendisinin hiçbir temel sa¤lamad›¤› bir fleyi, gündelik pratik içinde devlet biçimini aflmak için somut bir program ortaya koyma iflini, makalenin sonunda yapmak mümkün de¤il. Böyle bir çözümleme ancak burjuva biçimlerinin, bu makalenin kapsam›n›n ötesine geçen, tam bir tarihsel çözümlemesine dayand›r›labilir. Bununla beraber, s›n›f sömürüsünü bozguna u¤ratman›n tek yolunun s›n›f örgütlenmesi olmas›, tüm burjuva toplumlar› için geçerli olan, en temel noktad›r. Bu nedenle Pannekoek için proleter bir örgütlenme biçimi olarak konseyler hakk›ndaki kilit nokta, temsili demokrasinin burjuva biçimlerinin aksine, bu konseylerin özgül olarak s›n›f temellili¤i, “kiflilerin de¤il Eme¤in üzerine kurulmufl oluflu” idi. (Pannekoek, 1919/1969: 137).20 Bu nas›l baflar›labilir; “kiflilerin de¤il Eme¤in üzerine kurulmufl” örgütlenme biçimlerini en iyi nas›l gelifltirebiliriz; verili herhangi bir durumda kifli, topluluk, bölge, ebeveyn, kirac›, vergi ödeyen ve benzeri kategorilerin alt›n›n s›n›f örgütü taraf›ndan oyulmas› nas›l sa¤lanabilir gibi sorular, böyle genel bir makalede yan›tlanamaz. Zamand›fl› bir yan›t yoktur. Devrimci gelene¤imizin güçlendirilmifl kavramlar› konusunda gözümüzü dört açmal›y›z. Sosyalizm sabitlenmifl, de¤iflmeyen bir ö¤reti de¤ildir. Dünya gelifltikçe, insanlar›n kavray›fllar› artt›kça ve yeni iliflkiler olufltukça amac›m›z› gerçeklefltirmek için yeni yöntemler ortaya ç›kar (Pannekoek, 1919/1976: 52). n

441

19 Karfl›laflt›rma için: Pannekoek (1920/1978: 118): “Herhangi bir toplumda kolektif varoluflun ve toplumsal üretim sürecinin mümkün olabilmesi için, belirli koflullar yerine getirilmelidir; ve bu iliflkiler toplumun kendili¤inden al›flkanl›klar›n› ve ahlâki normlar›n› – görev bilinci, çal›flma azmi, disiplin, ilk aflamada devrim süreci bu eski iliflkilerin tavsamas›ndan ibarettir.” 20 Bu ifade, Pannekoek’in, Kurucu Meclis’in Bolfleviklerce da¤›t›lmas› hakk›ndaki tart›flmas›nda geçer. Pannekoek’in yaklafl›m›n› Poulantzas’›n ayn› konuyu ele al›fl›yla (1978: 253), ve daha genel olarak, ikincinin Rusya’da devletçili¤in gelifliminin Bolfleviklerin konsey demokrasisine olan d›fltalay›c› güvenine ba¤lanmas› gerekti¤i yolundaki saçma ve temellendirilmemifl argüman›yla karfl›laflt›rmak (Poulantzas, 1978’in son bölümünün ana temas›) ilginçtir.


442

John Holloway

Kaynakça

and the State”, Capital and Class, 2.

Autorenkollektiv (1976) “Klassenbewegung und Staat in der Bundesrepublik”, Gesellschaft, 8(9).

Holloway. J. ve S. Picciotto (der.), (1978) State and Capital: A Marksist Debate, London: Edward Arnold.

Barker, C. (1979) “A ‘New Reformism’”, International Socialism. Beer, S. (1974) Modern British Politics, Londra: Faber and Faber. Blanke, B., U. Jürgens ve H. Kastendiek (1978) “On the Current Marxist Discussion on the Analysis of Form and Function of the Bourgeois State” Holloway, J. ve S. Piciotto, (der.) (1978) State and Capital: A Marxist Debate içinde, Londra: Edward Arnold. Clarke, S. (1977) “Marxism, Sociology and Poulantzas’ Theory of the State”, Capital and Class, 2: 1-33. Clarke, S. (1978) “Fractionalism and the Crisis of Accumulation in South Africa”, Capital and Class, 5: 32-77. Cockburn, C. (1977) The Local State, Londra: Pluto. Edinburg CSE Group (1978) I. “State Form and State Apparatus”, II. “The Cuts and the Crisis of the State Form”, III. “State, Crisis and Transport”, IV. “The Crisis of the State and the Struggle Against Bourgeois Forms”; CSE Conference Papers. Flatow, S. ve F. Huisken (1973) “Zum Problem der Ableitung des bürgerlishen Staates”, Prokla, 7. Foster, J. (1974) Class Struggle in the Industrial Revolution, London: Weidenfeld and Nicolson. Frith, S. (1978) “Education, Training and Labour Process”, CSE State Expenditure Group paper, mimeo. Foucault, M. (1977) Discipline and Punish, London: Allen Lane. Gerstenberger, H. (1977) “Fetish and Control”, CSE Conference Papers. Gramsci, A. (1971) Selections from the Prison Notebooks, Londra: Lawrence and Wishart. Hintze, O. (1902/1975) The Historical Essays of Otto Hintze, New York. Hirsch, J. (1978) “The State Apparatus and Social Reproduction: Elements of a Theory of the Bourgeois State” Holloway, J. ve S. Piciotto, (der.) (1978) State and Capital: A Marxist Debate içinde, Londra: Edward Arnold. Holloway. J. ve S. Picciotto (1977) “Capital, Crisis

Lukacs, G. (1978) The Ontology of Being, Londra: Merlin. Luxemburg, R. (1899), Social Reform or Revolution, Londra. Marx, K. (1962) “Wage, Labour and Capital”, Marx, K. ve F. Engels, Selected Works içinde, cilt 1, Moskova: FLPH. Marx, K. (1965) Capital, cilt 1, Moskova: Progress. Marx, K. (1972), Capital, cilt 3, Londra: Lawrence and Wishart. Marx, K. ve F. Engels (1976) “The German Ideology”, Collected Works, cilt 5 içinde, Londra: Lawrence and Wishart. Pannekoek, A. (1919/1969) “Bolchevisme et Democratie”, Bricianer, S. (der.), Pannekoek et les Conseils Ouvriers, Paris: EDI. Pannekoek, A. (1920/1978) “World Revolution and Communits Tactics”, Smart, D. (der.), Pannekoek and Gorter’s Marxism, Londra: Pluto. Perez Sainz, J. P. (1979) “Commodity, State and Capital Reproduction: Basic Elements”, CSE Conference Papers. Picciotto, S. (1977) “Myths of Bourgeois Legality”, CSE Conference Papers, Poggi, G. (1978) The Development of the Modern State, Londra: Hutchinson. Poulantzas, N. (1976) “The Capitalist State: A Reply to Miliband and Laclau”, New Left Review, 95. Poulantzas, N. (1978) State, Power, Socialism, Londra: New Left Books. Reichelt, H. (1974) “Zur Staatstheorie im Frühwerk von Marx und Engels”, Henning vd. (der.), Karl Marx, Fredrich Engels: Staatsheoie içinde, Frankfurt: Ullstein. Rubin, I. I. (1978) “Abstract Labour and Value in Marx’s System”, Capital and Class, 5: 107-139. Wilensky, H. D. ve C. N. Lebeaux (1965) Industrial Society and Social Welfare, New York: Collier-Macmillan.


Praksis 9

| Sayfa: 443 - 457

Üçüncü Dünya Sosyal Forumu: ‹zlenimler, De¤erlendirmeler Cem Somel- Gökhan At›lgan

ünya Sosyal Forumu’nun üçüncüsü, 23-28 Ocak 2003 tarihlerinde gerçeklefltirildi. Foruma kat›lmak üzere gözlemci, kat›l›mc›, delege, gazeteci ve örgüt eylemcilerinden oluflan 100 bini aflk›n kifli, Um outro mundo é possivel (“Baflka bir dünya mümkündür”) slogan›yla dünyan›n dört bir yan›ndan Brezilya’n›n güneyindeki iflçi kenti Porto Alegre’ye ak›n etti. Dünya Sosyal Forumu, Le Monde Diplomatique yazarlar› ve Yurttafllara Yard›m Amac›yla Mali ‹fllemlerin Vergilendirilmesi Derne¤i (ATTAC) üyeleri taraf›ndan, büyük flirket ve bankalar›n baflkanlar›, siyasi liderler ve medyan›n ileri gelenlerinin birbirlerine dan›flmak, söylemlerini tertiplemek ve stratejilerini gözden geçirmek üzere Davos’ta gerçeklefltirdikleri Dünya Ekonomik Forumu’na alternatif olarak önerildi. Davos’un dünya çap›ndaki s›n›f mücadeleleri bak›m›ndan sembolik bir anlam› vard›. Dünya emekçilerinin mücadeleyle elde ettikleri kazan›mlar›n› yok etmeye yönelik neoliberal sald›r›, 1971 y›l›nda Davos Konferans›’n›n toplanmas›yla bafllat›lm›flt›. Dünya Sosyal Forumu, bu devasa sald›r› doru¤a ulaflt›¤›nda Güneydeki büyük bir iflçi kentinde neoliberalizm aleyhtarlar›n› bir araya getirerek bir karfl› hareketin simgesi oldu. Naomi Klein’e göre (2003) Dünya Sosyal Forumu’nun birincisinin anahtar kavram› “yeni” idi. Bir kez, dünyan›n her yan›ndan baflka bir dünyan›n mümkün oldu¤una inanan binlerce insan›n onca yolu kat ederek bir araya gelmesi bafll› bafl›na bir yenilikti. Yeni fikirler, öneriler, alternatifler öne sürülüyor, baflka bir dünya özlemi dile getiriliyordu. Dünyan›n efendileri bu yenilik karfl›s›nda tedirgin oldular.

D


444

Cem Somel- Gökhan At›lgan

1 Porto Alegre izlenimlerimiz esas olarak Evrensel Kültür dergisindeki ortak yaz›m›za dayanmaktad›r. Bkz. At›lgan ve Somel (2003).

Brezilya Sivil Toplum Örgütleri Birli¤i (ABONG), Yurttafllara Yard›m Amac›yla Mali ‹fllemlerin Vergilendirilmesi Derne¤i (ATTAC), Brezilya Bar›fl ve Adalet Komisyonu (CBJP), Brezilya Yurttafll›k ‹çin Giriflimciler Derne¤i (CIVES), Brezilya ‹flçileri Merkez Sendikas› (CUT), Brezilya Sosyal ve Ekonomik Analiz Enstitüsü (IBASE), Brezilya Topraks›z ‹flçiler Hareketi (MST), Adalet ve ‹nsan Haklar› Toplumsal A¤› gibi örgüt ve kurumlar taraf›ndan organize edilen Dünya Sosyal Forumu her y›l biraz daha büyüdü ve k›tasal, bölgesel forumlar halinde dünyaya yay›ld›. Bu y›l düzenlenen üçüncü Dünya Sosyal Forumu, birincisine göre en az befl kat daha fazla kat›l›mc› çekti. 20763 kay›tl› delege say›s›, ikinci Forumun delege say›s›n› ikiye katlad›. Kat›l›mc›lar›n geldikleri ülkelerin say›s›nda ve düzenledikleri etkinliklerde de bir art›fl gözlendi; bu y›l Porto Alegre’ye ulaflmak için 156 ülkeden yola ç›kan on binler, tam 1268 atölye çal›flmas› gerçeklefltirdi. Klein’›n belirtti¤i gibi (2003) bu bak›mdan bu y›lki Forumun bir di¤er anahtar kavram›n›n “büyük” oldu¤u söylenebilirdi. Kat›l›mc›lar›, toplant› say›lar›, eylemleri bak›m›ndan büyüyen Forumun geride b›rakt›¤› sorular da büyüktü. Bu yaz›da, Üçüncü Dünya Sosyal Forumu’na kat›lan Türkiye heyetinin üyeleri olarak Porto Alegre’den izlenimlerimizi aktaracak,1 Forumu emekçilerin iktidar ve sosyalizm davas› aç›s›ndan de¤erlendirmeyi deneyece¤iz.

Bafllang›ç: Görkemli, Coflkulu Bir Yürüyüfl Dünya Sosyal Forumu’nun üçüncüsü 24 Ocak akflam üzeri dünyan›n her taraf›ndan, türlü türlü örgütten, “Baflka bir dünya mümkündür” fliar› etraf›nda birleflen yüz bini aflk›n kiflinin kat›ld›¤› bir yürüyüflle bafllad›. Örgüt flamalar›, pankartlar›, dövizleri ile milli bayraklar rengârenk bir manzara oluflturuyordu. Tabiat›yla Latin Amerika ülkelerinin (Brezilya, Küba, Meksika, Arjantin, Venezüela, Uruguay’›n vs.) bayraklar› ço¤unlukta idi. Yine Latin Amerikal› örgütler ve hareketler (Brezilya ‹flçi Partisi, Brezilya Komünist Partisi, Brezilya Topraks›z ‹flçiler Hareketi, Meksikal› Zapatista hareketi, Venezüelal› Chavez taraftarlar›, fiilili sosyalistler) say›ca hâkimdi. Bunlar›n d›fl›nda en çok dikkati çeken bayrak, Filistin bayra¤› idi. Her yerde Filistin bayra¤› vard›, ama onlar› tafl›yanlar Filistinli de¤ildi (Porto Alegre’ye kaç Filistinli gelebilirdi ki?). Filistin halk›n›n ba¤›ms›zl›k timsalini tafl›y›p dalgaland›ranlar Latin Amerikal›lard›. Onlar, Orta Do¤u’daki Filistin halk›n›n ba¤›ms›zl›k mücadelesini kendi ba¤›ms›zl›k, toprak ve adalet mücadeleleri ile ayn› hasma karfl› yürüttü¤ünü biliyor ve destekliyorlard›.


Üçüncü Dünya Sosyal Forumu: ‹zlenimler, De¤erlendirmeler

Baz› bayrak sopalar›nda ikifler bayrak vard›: Venezüela bayra¤›n›n sopas›n›n ucunda küçük bir Küba bayra¤›, veya Arjantin bayra¤›n›n sopas›n›n ucunda küçük bir Filistin bayra¤› dayan›flma ve kardefllik duygular›n› yans›t›yordu. Latin Amerikal›lar Irak bayraklar› da tafl›yordu. Dövizlerin birço¤u ABD emperyalizmini lanetliyor ve Irak savafl› tehlikesine karfl› tav›r ilan ediyordu. Örgütler aras›nda çeflitli ülkelerin sendikalar›, ilerici ve devrimci partiler, topraks›z köylü hareketleri, Arjantinli May›s Anneleri (askerî diktatörlü¤ün yok etti¤i binlerce Arjantinlinin annelerinin örgütü), ›rkç›l›¤a karfl› mücadele eden örgütler göze çarp›yordu. Forumun tart›flma toplant›lar›n› da bu örgütler düzenlemiflti. Ö¤retim üyesi ve sendika uzmanlar›ndan oluflan 15 kiflilik Türkiye heyeti, yürüyüfle kendi pankart›yla kat›ld›. Pankartta ay y›ld›zl› bayrak, Forumun “Baflka bir dünya mümkündür” slogan› ve “Türkiye heyeti” ibareleri yer al›yordu. Tiflortlar›m›z›n gö¤sünde ayn› ibareler ve s›rt›nda ‹ngilizce “Savafla Hay›r! ABD Sald›rganl›¤›n› Durdural›m!” yaz›s› vard›. Uzun süren yürüyüfl, Porto Alegre’nin merkezindeki tarihi Mercado çarfl› binas›n›n önünden bafllay›p Anfiteatro Pôr-do-Sol meydan›na kadar uzanan yaklafl›k befl kilometrelik ana cadde boyunca coflkun bir flekilde devam etti. Latin Amerika ülkelerinde konuflulan ‹spanyolca ve Portekizce dillerinde her biri sanki birer flark›ym›flças›na at›lan sloganlar birbirini takip ediyordu. Siyasi stratejileri ve mücadele alanlar› örtüflmese de en az›ndan halklar›n kardeflli¤i, bar›flseverlik ve kapitalist dünya sistemine (emperyalist devletlere, uflaklar›na, çok uluslu flirketlere, uluslararas› finans ve ticaret kurumlar›na) karfl› mücadele konusunda anlaflan örgütlerin temsilcileri, ellerinde pankart, döviz ve bayraklar›, sloganlar›n› ba¤›rarak yürürken, emperyalist sistemin efendilerine karfl› bir saf oluflturmaya çal›fl›yorlard›.

Aç›l›fl: Bir Numaral› Haydut Amerika’ya Karfl› Forumun ikinci günü, büyük bir spor salonunda, konuflmac›lar› aras›nda M›s›rl› sosyal bilimci Samir Amin’in, 1968’de ‹ngiliz ö¤renci hareketinin önderlerinden Pakistanl› Tar›k Ali’nin ve Macar Marksist Istvan Metszaros’un bulundu¤u bir toplant› yap›ld›. Konuflmac›lar, ABD’nin dünyay› savafla sürükledi¤ini ve büyük bir tehlike oluflturdu¤unu vurgulad›lar. Tar›k Ali konuflmaya bafllad›¤›nda izleyicilerin bir k›sm› protestoya bafllad›. Tar›k Ali’nin ‹ngilizce yapt›¤› konuflmas›n› ken-

445


446

Cem Somel- Gökhan At›lgan

di dillerinde dinlemek istiyorlard›. Tercüman bulundu ve konuflmay› cümle cümle Portekizce’ye çevirmeye bafllad›. Bu olay, Brezilyal›lar›n ‹ngilizce bilmemekten kompleks duymad›klar›n› göstermesi bak›m›ndan dikkatimizi çekti. Tar›k Ali, kitleleri dalgaland›ran üslubuyla, ABD’nin ç›kar›n›n Arap dünyas›nda demokrasinin yeflermesine karfl› oldu¤unu, zira Arap ülkelerinde demokrasi gerçekleflse halklar›n ülkelerinin tabiî kaynaklar›n› emperyalist ülkelere talan ettirmeyece¤ini söyledi. Tar›k Ali, savafla karfl› mücadele ile neoliberalizme karfl› mücadelenin bir ve ayn› fley oldu¤unu vurgulad›. Tar›k Ali’den sonra konuflan Samir Amin de baflka bir dünya kurmak için halklar›n daha katedecek epey yolu oldu¤una, çünkü dünya halklar›n›n mücadelesinin çok bölünmüfl oldu¤una iflaret etti. Amin, ABD’nin dünyada bir numaral› haydut devlet oldu¤unu söyledi. Latin Amerika halklar›n› ülkelerindeki Amerikan askeri varl›¤›na son vermeye, Asya ve Afrika halklar›n› ‹kinci Dünya Harbinden sonra gerçekleflen ortak mücadele cephesini tekrar oluflturmaya ça¤›rd›. Istvan Metszaros ise, küreselleflme olarak adland›r›lan sürecin insanl›¤›n önündeki “Ya barbarl›k ya sosyalizm” seçene¤ini kesin bir biçimde öne ç›kard›¤›n› vurgulad›.

Ara: Lula ve PT Üzerine Gözlemler Ayn› günün akflam üzeri Brezilya devlet baflkan› “Lula” lakapl› Luiz Inácio da Silva’n›n konufltu¤u büyük bir miting yap›ld›. Miting, kimi yönleriyle Türkiye’dekilerden farkl›yd›. Lula’n›n konuflmas›, s›k alk›fl ve sloganlarla kesilip gürültüde bo¤ulmad›. Miting meydan› de¤iflik gruplar›n rekabet alan›na dönüflmedi¤i gibi, sohbet ve halay panay›r›na da çevrilmedi. Yaklafl›k yüz bin kifli, Lula’n›n tam k›rk befl dakika süren konuflmas›n› bafl›ndan sonuna kadar sessizlik içinde, dikkatle izledi. Gözyafllar›n› tutamayanlar, kürsüye umutla bakanlar, yüzlerinde belli belirsiz tedirginlik tafl›yanlar, sadece bir iki gerekli durumda alk›fl ve sloganla karfl›lad›lar Lula’y›. Lula da kalabal›klar› galeyana getirmeye çal›flmad›; karfl› karfl›ya oldu¤u sorunlar› ve yapmak istediklerini anlatt›. Biz Türkiye’den gelenler için Portekizce konuflan Lula’n›n söylediklerini anlamaya imkân yoktu. Fakat bir ara dile getirdi¤i “sosyal diyalog” sözlerinin meydanda huzursuz bir dalgalanmaya yol açt›¤›n› gördük. Sonradan ö¤rendi¤imize göre, ertesi gün Davos’taki toplant›ya giderek dünyan›n efendilerinin karfl›s›na


Üçüncü Dünya Sosyal Forumu: ‹zlenimler, De¤erlendirmeler

ç›kacak olan Lula, Porto Alegre ile Davos aras›nda bir köprü oluflturmak istedi¤ini, iki forum aras›nda sosyal diyalog kurmaya çal›flaca¤›n› söylemifl. Acaba birbirine alternatif olan bu iki forum aras›nda böyle bir diyalog kurulabilir miydi? Davos’taki forumun bafllad›¤›n›n ertesi günü Porto Alegre sokaklar›nda sat›lan gazeteler “Lula Davos’ta parlad›” diye yaz›yor, Mercado’daki lokantalarda Lula flerefine kadeh kald›ranlar onun flark›s›n› söylüyordu. Dünya Sosyal Forumu’nun gerçekleflti¤i üniversitede k›z›l bayraklar›yla yürüyen gruplar ise Lula’y› protesto ediyorlard›. Asl›na bak›l›rsa, Lula, ‘sosyal diyalog’ kavram› ile dünyan›n efendilerinden fedakârl›k, dünyan›n emekçilerinden ise feragat istiyordu. Bu önermeyi, biraz gerilere giderek açmak gerekiyor. Emperyalist ülkelerin siyasî liderleri, hayli zamand›r Lula’y› merkeze kayd›rmak için bask› yapmaktad›r. James Petras’›n belirtti¤i gibi (2003: 65), Latin Amerika ülkelerinde birçok eski solcu partinin geçirdi¤i dönüflüme Lula’n›n ‹flçi Partisi (PT-Parti do Trabalhadores) de geçirmifltir. Petras’a göre eski solcu partiler, politik mevzi kazand›kça halk›n mücadelesini terk etmeye bafllamakta, ama eski sol söylemlerini terk etmemektedir. Bu partiler kurumlaflt›kça seçim kampanyalar› için mali gereksinimleri artmakta ve bundan dolay› devlet bütçesinden yard›mlar›n yan› s›ra ifl çevrelerinden gelen ba¤›fllar› da kullanmakta; giderek ifl çevreleriyle bütünleflmektedirler. Bu partilerin önderleri ABD elçiliklerinin sayg›n konuklar› haline gelip bankac›larla dostane diyaloglara girer iken, yoksullara ve iflsizlere “bir milyon ifl” gibi vaatlerde bulunmaktan da geri kalm›yorlar. Lula’n›n baflkan yard›mc›s› olarak sendika düflman› bir fabrikatörü seçti¤i, IMF anlaflmas›n› ve ALCA’y› (Amerika K›talar› Serbest Ticaret Bölgesi Anlaflmas›n›) kabul etti¤i, Topraks›z ‹flçiler Hareketi’nin (MST) iflgallerine karfl› ç›kt›¤›, bankac›lara iktisadi politikalara devam konusunda teminat verdi¤i (Petras, 2003: 64-65) hat›rlan›rsa, PT’nin de di¤er eski solcu partilerinkine benzer bir yol izledi¤i ortadad›r. ‹flte Lula’n›n “sosyal diyalog” kavram›n› aç›klarken “iflçi-iflveren” benzetmesi yapmas› bu ba¤lamda anlaml›d›r. Lula’ya göre, dünyan›n efendileri ile dünyan›n sömürülenleri aras›ndaki iliflki, iflveren ile iflçinin iliflkisine benzemektedir; taraflar masaya oturana kadar aralar›nda hiçbir ortakl›k yokmufl gibi görünür, ama müzakereye bafllay›nca ne kadar benzedikleri ortaya ç›kar. Bu sav›n neyi ima etti¤i aç›kt›r: Mevcut dünya emperyalist ve az geliflmifl ülkeleriyle, iflçi ve iflverenleriyle yerli yerinde duracakt›r; fakat dünya çocuklar›n›n ço¤u Lula gibi ilk kez yedi yafl›nda ekmek yemeyecek, bir ya-

447


448

Cem Somel- Gökhan At›lgan

2 Burada bir noktaya iflaret etmek yararl› olabilir: Lula ve partisi halk›n “r›zas›n› sa¤lamak” bak›m›ndan önemli bir baflar› sa¤lam›fl olabilir ve öyledir; fakat bunu Gramsci gibi bir Marksist kuramc›n›n iflçi s›n›f›n›n sosyalist iktidar› için gelifltirdi¤i kavramlar ve stratejilerle iliflkilendirmek do¤ru olmaz. Gramsci’nin kavramlar›n› kullanarak siyasi bir durumu analiz etmek ile (baflar›l›) bir siyasi projeyi Gramscici olarak tan›mlamak birbirinden ay›rt edilmelidir. Halk›n r›zas› sa¤lanmaks›z›n, düflüngüsel, kültürel ve ahlaki bir önderlik tesis edilmeksizin iktidara gelmenin/kalman›n imkâns›zl›¤› bir yana, Lula’y› Gramsci’nin düflüncesinin baflar›l› bir gerçeklefltiricisi olarak kavramak, ifli, her baflar›l› siyasi projeyi Gramscici olarak nitelemeye kadar götürebilir. Sefa Feza Aslan, Türkiye sol hareketinin ve Marksistlerinin Lula ve PT deneyiminden ö¤renece¤i çok fley oldu¤unu söylerken hakl›d›r. Fakat fikrimizce, bu derslerden en önemlisi, vaktiyle emekçilerin mücadelesinden do¤mufl solcu, sosyalizan bir partinin reformculafl(t›r›l)ma ve dünya sistemiyle bütünlefl(tiril)mesinin ibret verici öyküsüdür. Brezilya gibi dünyan›n en büyük 20 ekonomisinden biri olan ülkenin devlet baflkanl›¤›na Lula gibi sosyalist kökenli bir iflçinin

fl›na gelmeden açl›ktan ölmeyecektir. Netice itibariyle Lula, baflka bir dünya de¤il, bu dünyan›n baflka türlü bir halini istemektedir. ‹fl çevreleri ve iflçiler aras›nda yap›lmas›n› istedi¤i “yeni sosyal anlaflmada” taraflardan biri biraz fedakârl›k yapacak, öteki ise yeni bir dünya iste¤inden feragat edecektir. O nedenle dünyan›n efendileri ve sermaye çevreleri Lula’dan de¤il, hâlâ baflka bir dünya isteyen yandafl kitlesinden endifle duymaktad›r. Lula’n›n partisi PT’nin Brezilya meclisinde ço¤unlukta olmamas› ve daha da önemlisi, Brezilya emekçilerinin ülkede emekçi iktidar› kuracak düzeyde örgütlenmemifl olmamas›n›n Lula’n›n hareket imkân›n› k›s›tlad›¤› do¤rudur. Ne var ki baz› solcular, gerçek bir emekçi iktidar›n› tasavvur edemedikleri (veya istemedikleri) için Lula’n›n durumunu genel olarak iktidar›n ç›kmaz› olarak görmektedir: “Tek bafl›na devlet gücünün ne k›ymeti vard›r ki bugün? Lula’n›n bafl dödürücü zaferine ra¤men, Brezilya’da görüyoruz ki, hükümet, uluslararas› güçler taraf›ndan (mali spekülatörler, IMF ve ulusötesi flirketler) neredeyse dört bir yandan abluka alt›na al›nm›flt›r...” (George, 2003). Buna mukabil baflka bir görüfl de Lula’n›n Brezilya Devlet Baflkan› seçilmesini “21. yüzy›l›n solunun sahneye ç›k›fl›n› simgeleyen zafer” olarak alg›lamakta ve “demokrasinin radikalleflmesi vurgusuna sahip olan Zapatistler ve PT[nin], hem yaz›l› metinleri hem de pratikleri ile Gramsci’den beslenen hegemonik siyaset anlay›fl›n›n baflar›l› örnekleri” olarak okunabilece¤ini iddia etmektedir (Aslan, 2003).2 PT bir yandan “doktriner olmayan, resmi ideolojisiz bir parti, yani ne Marksist Leninist ne Troçkist ne Stalinist ne Maoist ne de herhangi bir izmle tan›mlanabilecek bir parti” olarak tasvir edilirken, ayn› PT’nin Gramscigil s›n›fsal hegemonya kavram› ile (yani iflçi s›n›f›n›n siyasi iktidar›nda gerçekleflecek iflçi s›n›f› hegemonyas› ile) nas›l iliflkilendirilebildi¤ini anlamak zordur. PT’ye bu s›cak bak›fl, “Partinin büyük kitleselli¤inin ipuçlar›n›, Lula’n›n bu mu¤lak fakat güçlü ve doktriner geleneksel soldan tam bir kopuflu gösteren ifadelerinde bulmak mümkün” oldu¤unu iddia etmekte, PT’li bir düflünürün “yeni tarihsel blokun sosyalizme geçifl üzerine de¤il, demokrasi üzerine kurulmas› gerekti¤ini ve neoliberalizme, onun yaratt›¤› toplumsal ayr›mc›l›¤a karfl› durman›n tek yolunun program›n küçültülmesi oldu¤u”na dair görüflünü neoliberalizme karfl› kitleselleflmenin anahtar› olarak görmektedir (Aslan, 2003). Lula ve PT hakk›nda bu görüfller, Dünya Sosyal Forumu’nun belirli bir alg›lay›fl›yla örtüfltü¤ü için önemlidir. Bu yaklafl›m› yaz›m›z›n sonunda topluca de¤erlendirece¤iz.


Üçüncü Dünya Sosyal Forumu: ‹zlenimler, De¤erlendirmeler

Yüzlerce Oturum: Neoliberalizme Karfl› Dünya Sosyal Forumu, Lula’n›n yukar›da k›saca üzerinde durdu¤umuz mitinginden sonraki günlerinde Pontificia Universidade Catolica’daki (PUC) atölye çal›flmalar›, seminerler ve konferanslarla sürdü. Dünya Sosyal Forumu Uluslararas› Kurulu, 2003 Forumundaki çal›fltaylar (tart›flma toplant›s›) ve di¤er toplant›lar için befl ana tart›flma alan› belirlemiflti. Bunlar (1) demokratik sürdürebilir kalk›nma, (2) de¤erler, insan haklar›, çeflitlilik ve eflitlik, (3) medya, kültür ve bu alanda hegemonyaya karfl› mücadele, (4) siyasi iktidar, sivil toplum ve demokrasi, (5) uluslararas› düzende demokrasi, militarizme karfl› ve bar›fl için mücadele idi. Bu kapsamda 1286 çal›fltay, 114 seminer, 36 tart›flma paneli, 10 konferans ve dört “yuvarlak masa tart›flmas›” yap›ld›. Bunlara ilaveten 22 adet “mücadele tan›kl›¤›” -mücadelede sivrilmifl kiflilerin tecrübelerini naklettikleri sunufllar- vard›. Bu sunufllardan birini Arjantinli devrimci Ernesto (Che) Guevara’n›n k›z› Aleida Guevara yapt›. ‹zleyiciler, Forum boyunca, medyan›n ideolojik ifllevlerinden toplumsal s›n›flar üzerine yap›lan yeni tart›flmalara, iktidar ve mülkiyet iliflkilerinden neoliberal politikalar›n çeflitli yönlerine, yeni bir müzik anlay›fl›ndan emekçi kad›nlar›n örgütlenme sorunlar›na, sendikal hareketin krizinden devletin de¤iflen rolüne, savafllar›n y›k›c› sonuçlar›ndan demokrasi tart›flmalar›na kadar epeyce genifl bir çerçeve sunan oturumlar› izlediler, sorular sordular, tart›flt›lar, deneyimlerini ve birikimlerini paylaflt›lar. Forum, neoliberalizme karfl› dünyan›n farkl› bölgelerinde çok farkl› alanlarda benzer hedefler için mücadele eden örgütlerin deneyimlerini paylaflmak ve tart›flmak için büyük bir imkân sa¤l›yordu. Final: Filistinliler ile ‹sraillilerin Kucaklaflmas› Forumun son gününde savafl aleyhtar› paneller düzenlendi. Panellerde konuflmac›lar de¤iflik aç›lardan savafl›n getirdi¤i felaketleri anlatt›. Bir kad›n konuflmac› ‹kinci Dünya Harbi’nde Japon emperyalistlerinin iflgal ettikleri ülkelerde yerli kad›nlar› ve k›zlar› nas›l zorla Japon askerlerinin cinsel kölesi olarak kulland›klar›n› anlatt›. Irak’tan bir rahibe, Birleflmifl Milletler’in iktisadi yapt›r›mlar›n›n Irak toplumunu nas›l mahvetti¤ini ortaya koydu. Irak’›n yapt›r›mlardan önce müreffeh bir ülke oldu¤unu, halk›n paras›z ve nitelikli e¤itim ve sa¤l›k hizmetlerinden yararland›¤›n› söyledi¤inde, bu siyaset dinleyiciler taraf›ndan alk›flland›. Rahibe, yapt›r›mlar›n sadece Irak ekonomisini çökertmekle kalmad›¤›n›, toplumu ruhen de y›kt›¤›n› vurgulad›. “Irak’ta herkes

449

gelmesinden aceleci bir biçimde kötümser sonuçlar ç›kard›¤›m›z san›lmas›n. Latin Amerika’daki eski solcu partilerin geçirdikleri dönüflüm ile Lula’n›n devlet baflkan› seçildikten, hatta ondan daha önce eyledi¤i icra-i siyaset aras›ndaki paralelliklere iflaret etmenin, bunlar üzerinde düflünmenin, gözleri kapal› bir sevinçten daha gerekli oldu¤u kan›s›nday›z.


450

Cem Somel- Gökhan At›lgan

3

‹lkeler için bkz. http://www.forumsocialmundial.org.br/main.asp?id_menu=4&cd_language=2: 1 Nisan 2003

ayn› soruyu soruyor: ‘Biz bunu hak etmek için ne yapt›k?’ diyorlar,” dedi¤inde spor salonunu t›kl›m t›kl›m doldurmufl on binlerce dinleyici bu sözleri uzun uzun alk›fllayarak Irakl›larla duygudafll›klar›n› gösterdi. Ard›ndan Filistinli ve ‹srailli konuflmac›lar savafl aleyhtar› birer konuflma yapt›lar ve sahnede kucaklaflt›lar. Bu da çok alk›fllanan anlardan biriydi. O esnada takriben yirmi metrekarelik kocaman bir Filistin bayra¤›, dinleyicilerin ellerinde dalgalana dalgalana salonu dolafl›yordu. Canl›l›¤›, renklili¤i, var olana karfl› durma iste¤ini coflkulu bir biçimde yans›t›fl›yla görkemli bir manzara teflkil eden Dünya Sosyal Forumu, ard›nda dünyay› de¤ifltirme heyecan›na katt›¤› yeni ivme ve dünyay› de¤ifltirmenin nas›l olaca¤›na iliflkin temel sorular› cevaps›z b›rakarak önümüzdeki y›l 14-16 fiubat tarihleri aras›nda Hindistan’›n baflkenti Yeni Delhi’de toplanaca¤›n› ilan edip sona erdi.

Forumu Nas›l Kavramal›? Dünya Sosyal Forumlar›n› bir grup insan dünya düzenini de¤ifltirecek örgütün kendisi, de¤ifltirme eyleminin kendisi olarak görmektedir. Türkiye’de de bu görüflte olanlar bulunmaktad›r. Dünya Sosyal Forumu, bu kiflilere 1968’in devrimci dalgas›n› an›msatmaktad›r. Baflka bir grup ise Dünya Sosyal Forumuna kat›lanlar›n tümüyle reformcu, emek-sermaye çeliflkisinin uza¤›nda bir görüfl aç›s›na sahip oldu¤u, Forumun kendisinin sistemin ekme¤ine ya¤ sürdü¤ü, âdeta sermaye s›n›f›n›n icazeti ile yap›ld›¤› kan›s›ndad›r (örne¤in Y›lmaz, 2003). Dünya Sosyal Forumu’nu emekçi s›n›flar›n bak›fl aç›s›ndan de¤erlendirmek için, hangi tarihsel koflullar›n ürünü oldu¤una bakmak gerekir. Forum -ad› üzerinde- bir örgüt de¤ildir. Demokratik kitle örgütlerinin forumudur; yani tart›flma toplant›s›d›r. Forum, bir hareket olarak ivme kazanm›fl gibidir. Avrupa’da, Asya’da toplanan bölgesel forumlar, Türkiye’deki ‹stanbul Sosyal Forumu giriflimi, forumlara kat›lanlar›n say›s›nda görülen sürekli art›fl bu ivmenin göstergesi olarak de¤erlendirilebilir. Forumu düzenleyenlerin genel amac›n› anlamak için, Dünya Sosyal Forumu Uluslararas› Kurulu’nun 10 Temmuz 2001’de kabul etti¤i ilkelere3 göz atmakta fayda vard›r. Bu ilkeleri, asl›ndaki ifadelere sad›k kalarak, flöyle özetleyebiliriz: Forum, “neoliberalizme, sermayenin tahakkümüne ve her türlü emperyalizme karfl› olan, ve insanl›kla yerküre aras›nda üretken iliflkiler kurmufl


Üçüncü Dünya Sosyal Forumu: ‹zlenimler, De¤erlendirmeler

bir dünya toplumu yaratma iradesinde olan sivil toplum hareketlerinin” bir tart›flma, öneri gelifltirme, temas kurma toplant›s›d›r. Forumda gelifltirilen öneriler, çok uluslu flirketlerin ve onlar› destekleyen milli devletlerin ve uluslararas› kurulufllar›n emrindeki küreselleflme sürecine karfl› olacakt›r. ‹nsan haklar›na sayg›l›, sosyal adaleti, eflitli¤i ve halklar›n egemenli¤ini gelifltiren uluslararas› demokratik kurumlaflmay› savunacakt›r. Foruma devlet temsilcileri, siyasi partiler veya askeri örgütler kat›lamaz. Forumda tart›flan örgütler kararlar alabilir, beyannameler imzalayabilir; ama hiçbir kat›l›mc› grup, bütün Forum ad›na belge haz›rlayamaz; Forumda bir görüfl hakimiyeti mücadelesi olmayacakt›r. Forum ekonomi, kalk›nma ve tarih konusunda totaliter ve indirgemeci görüfllere karfl›d›r. Forum, devletin toplumu kontrol etmek için fliddet kullanmas›na karfl›d›r. Forum kat›l›mc› demokrasiyi, insan haklar›n›, bar›fl›, milliyetler aras›, cinsiyetler aras› ve halklar aras› eflitli¤i ve dayan›flmay› savunur ve insan›n insana tahakküm etmesine ve insan›n insan› kullaflt›rmas›na karfl›d›r. Forum, sermayenin egemenli¤inin mekanizma ve araçlar›n› tart›flma, ve kapitalist küreselleflmenin ülkelerde ve ülkeler aras›nda yol açt›¤› d›fllama ve toplumsal eflitsizlik, ›rkç›l›k, cinsiyetçilik ve çevre tahribi sorunlar›n› çözecek seçenekleri tart›flma alan›d›r... Bu özet, Forumun on dört maddeden oluflan ilkelerinin özünü vermektedir. Foruma kat›lanlar ço¤unlukla sendikalar, köylü örgütleri, meslek örgütleri, kad›n haklar› örgütleri, çevreci örgütler, sosyal yard›m vak›flar›d›r. Ancak resmen programlanm›fl çal›fltaylar›n ve di¤er toplant›lar›n d›fl›nda, Forum s›ras›nda yap›lan yürüyüfllerde, gösterilerde ve aç›k mekânlarda siyasi partiler de kendilerini göstermekte, propaganda yapabilmektedir.

Enternasyonallerden Foruma Dünya Sosyal Forumu’nu de¤erlendirebilmek için onu dünya kapitalist sistemine karfl› uluslararas› mücadele tarihinde bir yere oturtmak ve bu forum noktas›na nas›l gelindi¤ini saptamak gerekmektedir. Kapitalizme ve emperyalizme karfl› iflçi s›n›f›n›n uluslar aras› dayan›flma çabalar›n›n geçmiflinde öncelikle -as›l ad› “Uluslararas› ‹flçi Derne¤i” olan- Birinci Enternasyonali (1864-76), ‹kinci “Sosyalist” Enternasyonali (1889-) ve Üçüncü “Komünist” Enternasyonali (1919-1943) saymak gerekir. ‹kinci ve Üçüncü Enternasyonaller iflçi s›n›f› partilerinin ortak siyaset belirlemek için kurdu¤u örgütlerdi.

451


452

Cem Somel- Gökhan At›lgan

4 Konferansa Türkiye de temsilci gönderdi ve orada ABD’yi ve emperyalist bloku savundu.

‹kinci Dünya Harbi’nden sonra kapitalist dünya sisteminin merkez ülkelerine karfl› çevre ülkelerde devlet düzeyinde dayan›flma örnekleri görüldü. Bu ba¤lamda Bandung Konferans›’n› ve Ba¤lant›s›z Ülkeler Hareketi’ni hat›rlamak gerekir. ‹kinci Dünya Harbi’nden önce ve sonras›nda (sosyalist ülkelerin deste¤iyle) müstemleke halklar›n›n ba¤›ms›zl›k mücadeleleri dünyay› sarm›flt›. Harpten sonra ba¤›ms›zl›¤›na kavuflan ülkelerden yirmi dokuz Asya ve Afrika ülkesinin temsilcileri, dünya sisteminin bask›lar›na karfl› ba¤›ms›zl›klar›n› koruma ve kalk›nma ortak davas›nda dayan›flmak amac›yla 1955 y›l›nda Endonezya’n›n Bandung flehrinde bir konferansta topland›. Bu konferansta kalk›nmak için kendi aralar›nda yard›mlaflmaya karar verdiler ve dünya ticaretinde ortak menfaatlerini korumak için merkez ülkelere ortak taleplerde bulundular.4 1961’de Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri Ba¤lant›s›zlar Hareketi’ni bafllatt›. Ba¤lant›s›zl›k, ABD etraf›nda oluflan ittifak ile ve SSCB etraf›nda oluflan ittifak ile ba¤lant›l› olmamak anlam›na gelmekte idi ise de, dayan›flma esas itibariyle emperyalist devletlere karfl› idi. Bu hareketin bafl›n› M›s›r, Hindistan, Yugoslavya, Endonezya ve baz› Afrika ülkeleri çekti. Ba¤lant›s›zlar Hareketi, Bandung’da al›nan kararlar› uygulamaya koymak için gayret etti. Bu gayretlerin neticesinde Birleflmifl Milletler 1960’lar› “Kalk›nma Ony›l›” ilan etti ve 1961’de Birleflmifl Milletler’in birinci Ticaret ve Kalk›nma Konferans› (UNCTAD) topland›. Çevre devletlerinde egemen burjuva s›n›flar›n ba¤›ms›zl›k, kalk›nma, sosyal adalet gibi hedefleri benimsemesi ve emperyalizme karfl› ihtiyatl› tav›r göstermesi hem bu ülkelerin müstemlekelikten (siyasi ba¤›mdan) yeni kurtulmufl olmas›ndan hem de kurtulufl mücadelelerinin yükünü emekçilerin çekmesi sebebiyle onlar›n siyasî a¤›rl›¤›n›n artm›fl olmas›ndand›. Ancak burjuvalar›n emekçilerle bu hedeflerde uzlaflmas›nda sosyalizmin dünyada kazand›¤› baflar›lar da belirleyici bir önem tafl›yordu. Zira SSCB ve Çin’in sundu¤u örnekler, çevre ülke emekçilerinin gözünde cazip bir toplumsal proje teflkil etti¤inden çevre ülkelerinin burjuvalar› ülkelerinde sosyalizmi önlemek için kendi emekçi s›n›flar›n›n talep ve özlemlerini hesaba katmak mecburiyetini hissetmekte idi. 1973’te Arap ülkeleri, Yom Kippur Harbi denilen Arap - ‹srail Harbinde ‹srail’i destekleyen emperyalist devletlere petrol ihraç ambargosu uygulad›. 1973’te Petrol ‹hraç Eden Ülkeler Teflkilat›’n›n (OPEC) bundan yararlanarak petrol fiyatlar›n›


Üçüncü Dünya Sosyal Forumu: ‹zlenimler, De¤erlendirmeler

kontrol alt›na al›p art›rmas› di¤er çevre ülkelere örnek oldu. Yetmifl yedi çevre ülkesinden oluflan Yetmifl Yediler Grubu, dünya ticaretini fakir ülkeler lehine yeniden düzenleme ümidi ile bir “Yeni Uluslararas› ‹ktisadî Düzen” projesi gelifltirdi. Özetle, 1945-1970 y›llar› çevre ülkelerin dünya siyaset sahnesinde birlikte davrand›¤› ve dünya iktisadî sisteminin baz› etkilerini s›n›rlayarak iyi kötü millî kalk›nma politikalar› uygulayabildikleri bir dönemdi. Örne¤in çevre ülke devletlerinin ithalat› kontrol etmesine, yabanc› flirketlerin yat›r›mlar›nda flartlar koflmas›na merkez ülkeler itiraz edememekte idi. Ancak petrol ihracatç›s› çevre ülkelerin petrol zamlar›na ve merkez ülkelerde iflçi s›n›f›n›n 1968’de artan ücret taleplerine karfl› merkez ülkelerin sermayedar s›n›flar› 1970’lerde harekete geçti. ABD’de Reagan ve ‹ngiltere’de Thatcher iktidarlar›n›n uygulad›¤› ekonomiyi daralt›c› politikalar iflsizli¤i kasten art›rarak kendi emekçilerinin mücadelesini bast›rd›. Merkez ülkelerde iktisadi daralma ayn› zamanda dünya ticaretini durgunlaflt›rd› ve tar›m ve çevre ülkelerin ihraç etti¤i maden ürünlerinin fiyatlar›n› çökertti. Petrol zamlar›ndan zaten olumsuz etkilenen petrol ithal eden çevre ülkelerinin ihracat gelirleri de k›s›l›nca d›fl ödeme dengeleri bozuldu ve borçlar›n› ödeyemez duruma düfltüler. Çevre ülkeleri bu durumda yine iflbirli¤i yaparak borç ödemelerini ask›ya alabilir ve alacakl›lar› olan “uluslararas›” bankalara karfl› birlikte davranabilirlerdi. Ama (Türkiye’de 1980 darbesi ve Özal’›n uygulamalar›yla simgeleflen) siyasi de¤ifliklikler bütün çevre ülkeleri sarmakta idi. SSCB’nin tedricen zay›flamas› ve ani da¤›lmas›, Sovyet ülkelerinde ve Çin’de kapitalizme dönüfl, ve bu geliflmeler üzerinde yap›lan propaganda, emekçilerinin gözünde sosyalizmin bir toplumsal proje olarak cazibesini zay›flatt›, ve sermaye için sosyalizmi tehdit olmaktan ç›kard›. Bu sebeple çevre ülkelerde yerli burjuvalar›n, emekçiler ile milli kalk›nma hedefi etraf›nda oluflan siyasi uzlaflmay› devam ettirmeye ihtiyac› kalmad›. Milli kalk›nma do¤rultusunda uluslararas› ifl birli¤ine de ihtiyaçlar› kalmad›. Çevre ülke devletleri birer birer d›fl borçlar›n› idare etmek için Dünya Bankas›’na müracaat etti. Bu kurum da yap›sal uyum programlar› ad› alt›nda çevre ülkelerde kalk›nmac› ve dünya sisteminin etkilerini k›s›tlay›c› (ithalat kontrollar›, sermaye hareket kontrollar›, yabanc› sermaye yat›r›mlar›n›n denetimi, banka kredilerinin kontrolu gibi) hangi politika araçlar› var idiyse hepsini tasfiye eden süreci bafllatt›.

453


454

Cem Somel- Gökhan At›lgan

5 Bu sosyal hareketler çeflitli sermaye kesimlerince maddi olarak da desteklendi. Bu tür desteklerin Dünya Sosyal Forumu için de söz konusu oldu¤unu, kimi çokuluslu flirketlerin Foruma kat›lan gruplara maddi destek verdi¤ini de burada belirtelim.

Kimlik ve Farkl›l›k Siyaseti Bu k›sa tarihçe, günümüzde kapitalist dünya sisteminde çevre ülkelerde egemen burjuva s›n›flar›n milli kalk›nma davas›ndan neden vazgeçtiklerini ve çevre devletlerinin uluslararas› iktisadi iliflkilerde kendi aralar›nda dayan›flmaktan neden vazgeçip merkez ülkelerle iktisadi bütünleflmeye yöneldiklerini k›smen aç›klamaktad›r. Ama bu, dünyada kapitalizme karfl› mücadelede sosyalizm projesinin yerini neden kapitalizmin toplumsal ve iktisadi tahribat›na karfl› ç›kan “sosyal hareketlerin” ald›¤›n› izah etmeye yetmez. Bunun üzerinde ayr›ca durmak gerekmektedir. Burjuva s›n›flar, 1990’larda SSCB’nin da¤›lmas›n›n, Sovyet ülkeleri ile Çin ve Vietnam gibi ülkelerin kapitalizme dönmesinin yaratt›¤› etkiden yararlanarak hem emekçi s›n›flar›n iktidar› fikrine, hem de sosyalizm fikrine güvensizlik yaymay› baflard›. Burjuvalar, bu ülkelerin ak›betini örnek göstererek emekçi s›n›flar iktidar› alsa bile devlette görev yapacak kadrolar›n mutlaka tabakalaflaca¤›, imtiyazl› bir s›n›fa dönüflece¤i fikrini yayd›lar. Emekçi iktidar› fikrine karfl› yarat›lan kuflkuyu, ulus devlet ça¤›n›n geçti¤i ve egemenli¤in art›k ulus devletten mahalli idarelere ve uluslararas› (“ulusüstü”) kurumlara devredilmekte oldu¤u ve bunun demokratik bir geliflme oldu¤u yolundaki propaganda pekifltirdi. Düzenin yaratt›¤› sosyal sorunlara karfl› mücadele için “sosyal hareketler” önplana ç›kar›ld›.5 Sendikalar, çevreciler, kad›n haklar› savunucular›, milli, dinsel, ›rksal az›nl›k haklar›n› savunanlar vs., düzene karfl› mücadelelerini iktidara yönelerek de¤il, grev, boykot, kitle gösterileri düzenleyerek ve kapitalist toplumun ba¤r›nda almafl›k toplumsal projeler bafllatarak haklar›n› savunma ve taleplerini egemen s›n›flara kabul ettirme yöntemini esas ald›. Beri yandan emperyalist ülkelerde birçok sosyal bilimci, ço¤ulculuk, farkl›l›k ve kimlik siyaseti ad› alt›nda, kapitalizmin yol açt›¤› sorunlara karfl› mücadeleleri, mücadele alanlar›na göre bölmeyi baflard›. ‹nsanlar›n çok kimlikli oldu¤unu, s›n›fsal aidiyetin kimliklerden sadece bir tanesi oldu¤unu vurgulad›lar. ‹nsan›n ›rk›, dini, milliyeti, cinsiyeti vs. sebebiyle de ezilebilece¤ini ve mücadelesini ›rk, din, milliyet gibi kimlikler temelinde örgütlenerek yürütmesi gerekti¤ini savundular. Böylece kapitalizmin yol açt›¤› çeflitli sorunlar›n her birinin ayr› bir mücadele alan› olarak alg›lanmas›n› sa¤lay›p, kapitalizmin yaratt›¤› bütün toplumsal sorunlar›, s›n›f bilinci ile sosyalizme yönelerek tasfiye etme projesini zay›flatt›lar. fiüphesiz emperyalizmin bu baflar›s›nda yirminci yüzy›ldaki


Üçüncü Dünya Sosyal Forumu: ‹zlenimler, De¤erlendirmeler

sosyalizm tatbikat›n›n çeflitli zaaf ve hatalar› mevcuttur. SSCB’de ve Çin’de sosyalizmin rahatça tart›fl›l›p savunulamamas› (bu ülkelerde sosyalizmi rahatça tasfiye edebilecek bir hâkim s›n›f›n oluflmas› ve emekçi kitlelerin sosyalizmi savunamamas› bunu göstermektedir); SSCB’de ve baflka ülkelerde yetmifl y›ll›k sosyalist e¤itim ve kültürün milliyetçi duygular› tasfiye edememesi; çevre tahribat›na ilgisizlik gibi sorunlar sermayedar s›n›flara etkili propaganda malzemesi teflkil etti. Emperyalizmin bu baflar›s›n› Dünya Sosyal Forumu Uluslararas› Kurulu’nun yukar›da özetledi¤imiz ilkelerinde görmek mümkündür. ‹lkeler, emekçilerin geçim, demokrasi, özgürlük sorunlar›n›n sermayedar s›n›f›n düzeninden, ideolojisinden ve iktidar›ndan kaynakland›¤›n›n bilincini yans›tmaktad›r. Ancak ayn› ilkeler aras›nda çeflitli ifadeler, dünyay› gerçekten de¤ifltirmek için elzem olan asgari flartlar›n gerçekleflmesine muhalif bir tavr› Foruma kat›lanlara dayatmaktad›r. Dünya Sosyal Forumu Uluslararas› Kurulu Forumun, ekonomi, kalk›nma ve tarih konusunda “totaliter ve indirgemeci” görüfllere karfl› oldu¤unu kaydetmifltir. Tarihsel maddecili¤i totaliter veya tarihsel geliflmeyi tek sebebe indirgeyen bir görüfl olarak tarif etmek çok yanl›flt›r; ama Forumun ilkelerinde kastedilenin tarihsel maddecili¤i kapsad›¤› sezilmektedir.6 Pekiyi, gelecekte sosyal hareketlerin tecrübesinin artmas› ile Foruma kat›lanlar aras›nda tarihsel maddeci görüfl a¤›rl›k kazan›rsa ne olacakt›r? Ayr›ca, “küreselleflen kapitalizme” karfl› mücadele amac› etraf›nda toplanan Forumun ekonomi, kalk›nma ve tarih konusunda “indirgemeci görüfllere karfl›” oldu¤unu saptaman›n pratik faydas› nedir? Forumu düzenleyenlerin bir ilkesi de, devletin toplumu kontrol etmek için fliddet kullanmas›na karfl› olmas›d›r. Bu, devletin ve iktidar›n kendisine karfl› olmakt›r. Devlet bir s›n›f›n di¤er s›n›flar üzerinde hâkimiyet ayg›t›d›r. S›n›fsal hâkimiyet, siyasi ve ideolojik hegemonya gerektirir, ama son tahlilde devletin silahl› güç üzerindeki tekeline dayan›r. Liberal solcular bir emekçi iktidar›n›n gerçekleflmesine ihtimal vermediklerinden, devletin fliddeti dendi¤inde sadece kapitalist devletin fliddetini hat›rlamaktad›r. Emekçi iktidar›n› da (Brezilya örne¤inde oldu¤u gibi) burjuva devletin baz› makamlar›nda temsil edilme, mecliste temsil edilme ve belediyeleri kontrol olarak alg›lamaktad›rlar. Oysa emekçi iktidar›, ülkenin her yerinde toplumun kurumlar›na, toplumsal hayat›n her sürecine emekçilerin örgütleri vas›tas› ile hâkim olmas›d›r, hegemonya kurmas›d›r.

455

6 Burada gereksiz bir al›nganl›k içinde bulundu¤umuz san›lmamal›d›r. Söylemini, farkl› kimliklerin birlikteli¤i üzerine kuran Dünya Sosyal Forumu Uluslararas› Kurulu, tarihsel maddecili¤e karfl› hayli mesafeli tavr›n› yeri geldikçe sezdirmekte, ima etmektedir.


456

Cem Somel- Gökhan At›lgan

7 Bu görüfllerin Türkiye’deki yans›mas›n›n elefltirisi için bkz. Somel (2002).

Emekçi halk›n iktidar›n› böyle alg›lamay›nca, Brezilya’da PT’nin sermayedarlarla uzlaflarak siyasi mevziler kazanmas›n› iflçilerin s›n›f iktidar› sanmak mümkündür. Bu durumda “Lula, demokrasinin silahla savunulamayaca¤›n›, ... Brezilya’y› savunman›n ulusal ve uluslararas› sivil toplumun deste¤ini alarak, onu sald›r›lamaz bir demokrasi ve özgürlükler ülkesi k›larak mümkün oldu¤unu biliyor” (Aslan, 2003) cümlesinde önerilen iktidar savunma stratejisi, ülkede iflçi s›n›f›n›n ideolojik ve siyasi hegemonyas›n› pekifltirmeye dayanmamakta; bilakis iflçilerden feragat talep ederek, radikal demokrasiyle, özgürlüklerle, sosyal diyaloglarla dünya burjuva kamuoyuna sempatik görünmeye dayanmaktad›r. Zira kapitalist toplumlarda burjuvazi d›fl›ndaki “sivil toplumun” deste¤inin kimi ne kadar koruyabilece¤i ortadad›r: bütün çabas›na ra¤men “uluslararas› sivil toplum” Irak’a emperyalist tasallutu önleyememifltir. ‹flgalden sonra da Irak’› ba¤›ms›zl›¤a kavuflturacak olan, Irak halk›n›n silahl› mücadelesi olacakt›r. Özetle, Forumun ilkelerini kaleme alanlar, s›n›fsal siyasi iktidar kurmaya karfl› ç›kmakla, muhalefet mevziinden iktidardaki kapitalist s›n›fa kapitalizmi ›slah ettirme hayalini savunmufl olmaktad›r.7

Forumlar›n Gelece¤i Dünya Sosyal Forumu Uluslararas› Kurulu’nun 10 Temmuz 2001’de kabul etti¤i ilkelerdeki çeliflkiler, bunun bir uzlaflma metni oldu¤unu hissettirmektedir. Örne¤in Üçüncü Dünya Sosyal Forumu’nda baz› konuflmac›lar (örne¤in ‹sviçreli Jean Ziegler) Forumun kendisini yeni bir dünyan›n infla edildi¤i bir eylem olarak alg›lamakta idi. Buna mukabil M›s›rl› Samir Amin ve Hintli Prabhat Patnaik gibi baflka konuflmac›lar ise, iflçi köylü ittifak›n› infla etmenin gere¤ini ve çevre ülkelerinin dünya sisteminden huruç etmesi sorununu tart›flt›. Forumu düzenleyenlerin içinde kimlik siyasetini benimseyenler ve sosyal hareketlerin bölünmüfllü¤ünü ola¤an kabul eden reformcular besbelli ço¤unluktad›r. Ancak Foruma kat›lanlar›n ço¤unun s›n›f iktidar›, devlet ve sosyalizm konular›nda ne düflündü¤ü bilinmemektedir; bunu saptamak mümkün de¤ildir. Sosyal Forumlar bafllad›¤›ndan beri üç y›l içinde bu forumlara kat›lanlar›n kapitalist düzeni alg›lay›fl›ndaki de¤ifliklikleri izlemek için -hiç de¤ilse flimdilik- elde veri mevcut de¤ildir. ABD emperyalizminin Irak’a sald›r›s›ndan sonra Forumlara kat›lanlar›n birço¤unun kapitalist düzene ve s›n›f iktidar› meselesine yaklafl›m›n›n de¤iflmesi de muhtemeldir. Dünya Sosyal Forumlar›, dünyada s›n›f mücadelesine öncülük


Üçüncü Dünya Sosyal Forumu: ‹zlenimler, De¤erlendirmeler

eden Marksist-Leninist partilerin uluslararas› konferanslar›na almafl›k bir örgütlenme de¤ildir. Fakat Forumlar iflçi s›n›f›n›n ideolojisini dünya emekçileri aras›nda yaymak için verimli bir aland›r. Bunun için sosyalistlerin böyle bir mücadele yürütmek için Forumu de¤erlendirmesi ve Foruma haz›rl›kl› gitmesi gerekir. Forumu böyle bir gayrete de¤er k›lan, çok say›da emekçi kitle örgüt temsilcilerinin bir yerde toplanmas›, Forumun sa¤lad›¤› sesini duyurma ve tart›flma imkân›d›r. Sosyalistlerin yürütece¤i ideolojik çal›flman›n içeri¤i bellidir: kimlik siyasetini elefltirmek ve bölücü etkilerini teflhir etmek; kapitalist dünya sisteminin yol açt›¤› (ve Forumda tart›fl›lan) sorunlar›n›n çözümü için emekçi iktidar›n›n ve sosyalizmin gere¤ini anlatmak ve di¤er kat›l›mc›lar›n mücadele tecrübelerini ö¤renmek; onlar›n mücadelelerinden ders ç›karmakt›r. Bat›, Orta ve Kuzey Avrupa ülkelerinin emperyalist tek bir merkez olarak birleflmesi, ABD’nin cihan hâkimiyetini muhafaza etmek için giderek askerîleflen bir d›fl siyaset gütmesi ve sald›rganlaflmas›, gerek çevre ülkelerinde gerekse merkez ülkelerinde emekçilerin sorunlar›na daha gerçekçi ve kökten çözümleri benimseyecek hale gelmesine zemin haz›rlamaktad›r. Sosyalistlerin bu zemini de¤erlendirmesi gerekir. Öte yandan çokuluslu flirketler faaliyetlerini dünyaya yaymakta, merkez ülkeleri de “uluslararas› kurumlar” (Dünya Ticaret Örgütü, Para Fonu, NATO, OECD vs.) vas›tas› ile dünya sisteminin yönetimini birkaç örgütte toplamaya çal›flmaktad›r. Dünyada sermayenin iktidar›n› bu merkezilefltirme e¤ilimine karfl› emekçilerin sermayeye karfl› mücadelelerini eflgüdümünün ve birlefltirilmesinin önemi artmaktad›r. Bölgesel sosyal forumlar ve Dünya Sosyal Forumu sosyalistlerin, s›n›f bilinçli emekçilerin çal›flmas›yla, odaks›z, da¤›n›k tart›flma buluflmalar›ndan, kapitalist dünya sisteminin kendisine karfl› mücadelede etkili ve pratik eflgüdüm kararlar›n›n al›nd›¤› toplant›lara dönüfltürülebilir.n Kaynaklar Aslan, S. F. (2003), “Hakiki Radikallik Gözden Kaç›yor”, Radikal ‹ki: 16 fiubat. At›lgan, G. ve C. Somel (2003) “Bu Dünyan›n Baflka Türlü Hali mi, Baflka Türlü Bir Dünya m›?”, Evrensel Kültür, 135: 32-35. George, S. (2003) “‹ktidar›m›z Yok Ama Güç Bizde” [Dünya Sosyal Forumunda yapt›¤› konuflma] Siyasî Gazete, fiubat 2003. Klein, N. (2003) “More Democracy - Not More Political Strongmen”, The Guardian: 3 fiubat. Petras, J. (2003), “Neo-liberalizm Kriz ve Seçim”, Cosmopolitik, 4, 62-66. Somel, C. (2002), “Türkiye’de Küreselleflmeye Tepkiler Üzerine”, Praksis 2 (7): 35-56. Y›lmaz, G. (2003) “Sosyal Forumlara Elefltirel Bir Bak›fl”, Evrensel Kültür, 135: 30-31.

457


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.