EKİM 2011
SAYI:14
www.barikatgazetesi.com
FİYAT: 2 TL
ÜLKENE EMEĞİNE KURUMLARINA DOĞAL KAYNAKLARINA TOPLUMSAL VARLIĞINA
SAHİP ÇIK...! - Adamızın doğal kaynakları sadece ülkemiz kardeş halklarının ve emekçilerinindir…! - Yaşadığımız işgal rejimi altında bu kaynakların kullanıma açılması; sadece emperyalist güçlerin ve sömürücülerin bizlerin bölünmüşlüğümüzü daha da kalıcılaştırmasını kolaylaştıracak ve bizleri dünyanın daha büyük emperyalist güçlerinin çok daha belirgin bir hedefi haline getirecektir..! - Özelleştirmelere karşı verdiğimiz çetin direniş kadar “doğal kaynaklarımızı kullandırmama” adına da direniş göstermeliyiz…! - Ülkemize sahip çıkalım..! Emeğimize sahip çıkalım…!
GÜNDEM
EKİM 2011
SAYFA 2
KORKUYORLAR...! Geçtiğimiz ay Barikat Gazetesi mücadeleyi yükselten bir eyleme daha imza attı. Meclis'in önünde gerçekleşen eylemde devrimci Barikat “özelleştirmeye HAYIR, Bu memleket satılık DEĞİL” yazılı pankartı ile süreç içerisindeki siyasi tavrını bir kez daha ortaya koydu… Eylem yapmanın yasal bir hak olmasına rağmen polis duvarı ile karşılaşan devrimci Barikat, polis kordunu, sivil polis ve üniformalı polislerin her türlü yasağına rağmen eylemini gerçekleştirdi… T.C. Devleti'nin bir dayatması halinde olan “özelleştirme, sosyal güvenlik ve sosyal sigortalar yasa tasarılarının” protestosunu gerçekleştiren devrimci Barikat, ülkemizi emperyalizme peşkeş çektirmeyeceklerini, her türlü emperyalist baskıya ve şiddete rağmen; hem kendileri direneceklerini, hemde ülkemiz kardeş halkları ve emekçilerinin direnişi için mücadele edeceklerini vurguladı… Özelleştirmeye ve her türlü dayatma yasaya karşı emekçileri ve ülkemiz halklarını mücadeleye ve ortak direnişe çağıran Barikat gazetesi; mücadelenin sınıfsal temelde, “emeğin kurtuluşu” temelinde yürümesi gerektiğini vurguladı… Gazete kurulduğundan beri Sendikal Platform ve sivil toplum örgütlerinin “toplumsal varoluş mücadelesinde” verdiği kavgaya açık destek olduğunu ve olmaya da devam edeceğini belirten Barikat Gazetesi yetkilileri,
eylemi olaysız bir şekilde sonlandırdı. Barikat gazetesi yetkilileri eylemlerini devam ettirecekleri ve işçi sınıfının, ezilen halkların kurtuluş mücadelesinde her zaman onların yanlarında olacaklarını belirtti.. İşte basın açıklamasının tam metni: Değerli Basın Emekçileri: Biz Barikat Gazetesi olarak KKTC Meclisi'nin yeni yasama yılına girdiği bu günlerde; tasarı olarak ezilen halklarımıza ve ülkemiz emekçilerine dayatılan “özelleştirme, sosyal sigorta ve sosyal güvenlik yasalarını” geçirmeye çalışan tüm sorumluları şiddetle kınıyoruz… Bu dayatma yasalar ön planda; T.C. Devleti'nin ülkemizdeki siyasal, askeri, kültürel, stratejik ve sosyal çıkarlarını koruyan; arka planda ise T.C. Devleti ve onun da arkasındaki emperyalist devletlerin ülkemizdeki jeopolitik, askeri, siyasi ve stratejik çıkarlarını daha kolay uygulayabilmelerine yarayacak olan yasalardır… Hem KKTC'de; hem de ülkemizin güneyinde bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti'nde hem de dünyanın tüm kapitalist ülkelerinde “özelleştirme” adı altında uygulanan bu peşkeş yasalarının tek hedefi ülkemizdeki ve dünyadaki tüm kardeş halkların arasına nifak
tohumları serpmek daha sonra bölmek ve çalışanları yani emekçileri aç, işsiz ve yoksul kılmaktır… Devletin başındaki iktidar zaten emperyalizmin kukla bir iktidardır… Muhalefet ise “özelleştirmeye tamamen karşı çıkıyorum ve mücadele ediyorum” demekten korkan; “özelleştirmeyi yabancı sermayeye sözde satmayıp, yerli sermayeye satmayı kahramanlık zanneden” sahte bir muhalefettir… Son tahlilde meclis'te tüm partiler “özelleştirmeci” ve “peşkeş yasalarına boyun eğen” sistemi koruyan düzen partileridirler… KTHY ve DAİ-DAK'tan sonra şimdi sıra Elektrik Kurumu, Telefon Dairesi, Koop-Süt ve daha nice kamu malı; yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekmek için sıraya konulmuştur…! T.C. Devleti bu dayatma yasaların birebir sorumlusu ve yaratıcısıdır…!! T.C. Devleti ezilen halklarımızı ve emekçileri aç, yoksul, ve işsiz bırakıp ülkemizi parsel parsel satın almak derdindedir…! Sigortalı ise; yeni yasa tasarıları ile tamamen ömür boyu güvencesiz, yoksul yaşamaya mahkum bırakılmış; “kaliteli yaşam standartlarından” yoksun bırakılmak istenmektedir…! Bu dayatmalar ülkemizde
yaşayan kardeş halklara ve emekçilere yapılan açık bir KATLİAMDIR..! Başta tüm emekçiler olmak üzere emperyalist dayatmalar karşısında ezdirilmeye çalışılan ülkemiz kardeş halkları bu sömürüye DUR demelidir ve diyecektir..! T.C. Devleti bu ülkede meydanı boş zannetmekte, ülkemizin sahipsiz olduğunu sanmaktadır..! Biz BARİKAT GAZETESİ olarak buna İZİN VERMİYORUZ…! DİRENECEĞİZ…! ÜLKEMİZ KARDEŞ HALKLARINA VE EMEKÇİLERİNE SAHİP ÇIKACAĞIZ…! 40Gerek sendikal platformumuzun gerekse tüm devrimci, ilerici, demokrat örgütlerimizle beraber vereceğimiz bu kavgada herkesi duyarlı olmaya çağırıyor; “ÜLKENİZE SAHİP ÇIKIN” çağrımızı yineliyoruz…! Biz kazanacağız…! Kıbrıs'ta yaşayan her etnik kökenden tüm emekçiler kazanacak…! Ezilenler Kazanacak…! Emperyalizme karşı sınıfsal temelde mücadele eden kazanacak…! Haydi kavgaya..! Haydi emperyalist işgale karşı sınıfsal temelde tüm dayatma yasalara, baskılara karşı DİRENİŞE ve ORTAK MÜCADELEYE…! Barikat Gazetesi
EKİM 2011
GÜNDEM
İşgalci Bakanlar Yine Adamızdaydı...! Cemil Çiçek, Beşir Atalay ve Egemen Bağış, memurlarını denetlemek için adamızı ziyaret etti..! Son derece itaatkar olan "memurlar" hizmette kusur etmedi...! Geçtiğimiz ay Cemil Çiçek, Beşir Atalay ve Egemen Bağış adamızı ziyaret etti. İşgalci T.C Devleti'nin adamızın geleceğini belirlemekle yetkilendirdiği sözde “Kıbrıs İşlerinden Sorumlu” Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, ülkemize bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret süresince Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, Başbakan İrsen Küçük ve bazı CTP yetkilileri ile bir araya gelen Beşir Atalay, verdiği mesajlarla, adaya geliş sebeplerinin ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koydu. Ziyaret trafiğine öncelikle cumhurbaşkanlığından başlayan Atalay, yaptığı konuşmada, T.C Devleti'nin, Kıbrıs Türk halkına, “hizmet” adı altında gerçekleştirdiği yaptırımlar, “faydalı olmuş gibi” ifadeler kullanarak, her türlü hizmeti vermenin kendisi için bir onur olduğunu söyledi. KKTC'nin her daim yanında olacaklarını belirtirken Atalay, aynı zamanda “ülkemizin kaygılarının kendi kaygıları olduğunu sözlerine” ekleyerek, KKTC vatandaşlarının hiçbir zaman yalnızlık çekmeyeceklerini ifade etti. Burada yürütülen ekonomik program, onun verimi ve diğer alanlardaki gelişmelerin, çalışma programının temel konuları olacağını da anlatan Beşir Atalay, “KKTC'de ekonominin daha iyi olması ve hayat standardının daha yükselmesi, bizim ana hedefimizdir. Bu konularda hangi desteği verebilirsek bundan her zaman memnuniyet duyarız” şeklinde konuştu. Ülkemizde “T.C Devletinin yaptırımları ve dayatmaları ile emellerine ulaşmak adına yürüttüğü çalışmaların başarıya ulaşmasından mutluluk duyacağını”, “belli başlı ekonomik standartlara ulaşıldığı taktirde” diye adlandıran Atalay, T.C Devleti'nin yaptırımlarının ülkemizde nasıl lanse edilmeye çalışıldığını bir kez daha göstermiş oldu. Çeşitli yaptırımlarla, kamuya ait olan değerlerin elimizden alınması, dayatılan kemer sıkma politikaları, emek sömürüsü, işsizlik ve ülkemiz kardeş halklarının yok oluşu ile sonuçlanan işgalci T.C Devleti'nin acımasız saldırıları, basın-yayın önünde hala daha “destek ve işbirliği” olarak tanımlanmaktadır. Bugün, sürdürmekte olduğumuz ve zafere ulaşıncaya kadar sürdüreceğimiz mücadelemizi görmezden gelenler, halkı hala kandırdıklarını sanmakta ancak yanılmaktadırlar. Ülkemizin standartlarını daha ileriye götüreceklerini iddia eden işbirlikçiler, ülkemizdeki emek sömürüsünün başını çekmekte, özelleştirme, sosyal sigortalar ve sosyal güvenlik yasalarını hükümet aracılığı ile dayatmakta ve kendi çıkarlarına ulaşmak adına sahtekar politikaları ile göz boyamaktadırlar…! *** Görüşme sırasında söz alan Cumhurbaşkanı Eroğlu ise, “gerçek görevini” yerine getirerek, işbirlikçi pozisyonunu perçinlercesine konuştu ve “size inanıyor, güveniyoruz” ifadelerini kullandı. Geçmiş görevlerinden tanıdığı Beşir Atalay'ın “Kıbrıs'la ilgili yüklendiği görevi de en iyi şekilde yapacağından emin olduğunu” belirten Cumhurbaşkanı Eroğlu, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin sorunları Anavatan Türkiye'nin de sorunları. Anavatan Türkiye'deki sıkıntılar bizi de etkilemesine rağmen güçlü bir birliktelikle bugünlere kadar gelmiş bulunuyoruz. Her devlette olduğu gibi zaman zaman bazı sıkıntılar olabilir. Bu sıkıntıları da yıllardan beri Türkiye ile işbirliği halinde aşmaktayız” dedi. Bugün var olan sıkıntıların da TC Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın gerçekleştirdiği ziyarette ele alınıp gerekenlerin yapılacağını kaydeden Eroğlu “Biz size inanıyoruz güveniyoruz, hükümetinize güveniyoruz” şeklinde konuştu. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı, kendi ülkesinin geleceğini belirlemekle görevlendirilen bir bakan için, görevini yapacağından emin olduğunu dile getirerek, destek vermekte ve açık bir ifade ile ülkesinin geleceği hakkında karar almasını doğal olarak karşılamaktadır..! Bu anlayış ile hareket eden bir cumhurbaşkanının ülkesini ne derece temsil ettiği net bir biçimde ortadadır…! Ancak, söz konusu hükümetin değişmesi durumunda düzen adına herhangi bir şeyin fazlaca değişmeyeceği de açıktır. Bugün T.C Devleti'nin işbirlikçiliğini yapmakta olan hükümet ve cumhurbaşkanı, yalnızca göstermeliktir. İktidardaki yüzlerin değişmesi, düzenin değişeceği anlamına gelmemektedir. Bu noktada “sözde” yapıcı işbirliği
olarak adlandırılan bu yaptırımların tümünü kapsayan “düzen” hedef alınmalıdır. Görev Yinelendi: Yaptırımlar Tam Gaz..! Beşir Atalay, ziyareti esnasında yaptığı bir konuşmada, Türkiye ile KKTC arasındaki ilişkilerin en iyi şekilde sürdürülmesinin de kendisinin görev alanında olduğunu belirtirken, “ekonomik reformların” devam etmesi gerektiğini söyledi. “Ekonomik reformlar” adı altında, özelleştirme, sosyal sigortalar ve sosyal güvenlik yasalarının dayatılması ile gerçekleştirilen, kamuya ait kurumların özelleştirilmesinin devam etmesi gerektiğini söyleyen Atalay, hükümete yeni görevi hakkında gereken notayı vererek, özelleştirilmek için sıraya konulduğu açık olan kurumların da hemen özelleştirilmesi yani “peşkeş çeilmesi” gerektiğini belirtti. Böylelikle, uzun bir süredir özelleştirilmesi gündemde olan, Telekomünikasyon Dairesi, Elektrik Kurumu, Koop Süt ve daha birçok kurumun, özelleştirilmek için gün saydığını bir kez daha hatırlatmış oldu. Bir sonraki durağında Başbakan İrsen Küçük ile görüşen Atalay, bu kez de ülkede “istikrarlı ve başarılı bir dönem” yaşandığını dile getirdi. Geçtiğimiz süreçte ortaya konulan yaptırımların, halkımızı nasıl etkilediğini görmezden gelen Atalay, “KKTC, şu andaki hükümetle, sizin başbakanlığınızda çok istikrarlı ve başarılı bir dönem yaşıyor. Hem ekonomik program hem diğer konular başarılı gidiyor” dedi. Bütçe ve Ekonomik Program'ın önemli gündem maddeleri olduğunu vurgulayan Beşir Atalay, ekonomik programın çok verimli gittiğini ve 2010 yılının sonuç verdiğini ileri sürdü…! (Doğrudur sonuç vermiştir…! Ülke daha da fazla batmış, yoksulluk,işsizlik ve bunalımlar daha da çoğalmıştır) Atalay ile görüşmesinde söz alan İrsen Küçük, Atalay'ın bu ziyaretinin Güneye bir uyarı niteliğinde olmasını ümit ettiğini dile getirerek, petrol arama çalışmaları kapsamında gerçekleşen durumdan bahsetti. Böylelikle, adada doğal gaz arama çalışmalarının başlatılmasına yönelik tavrını ortaya koyan Türkiye'nin, tehdit unsuru oluşturması gerektiğini açık açık dile getirdi..! Kısacası “savaş çığırtkanlığı” yaparken rahat bir tavır izledi…! Atalay'ın son durağı ise muhalefet oldu. CTP'ye yaptığı ziyarette Atalay bu kez destek belirtmedi, “destek istedi”. Ancak, CTP'nin, ikili oynamaya yönelik tavrı her zamanki gibi yine değişmedi ve açık bir dille eleştiri getirmeksizin, üstü kapalı eleştirilerle yetinildi. CTP Genel Başkanı Özkan Yorgancıoğlu da CTP'nin “her anlamda bir çok şey yapılması gerektiğini düşündüğünü” dile getirmekle yetinerek, ne yapılması gerektiği konusuna açıklık getirmedi. Böylelikle Cumhuriyetçi Türk Partisi, bir kez daha sistem partisi olduğu kanıtlandı… CTP'nin sadece kuru bir muhalefet partisi olduğunun ve tek derdinin KKTC Hükümeti'nin başına gelip, bu sefer de UBP'nin yerine kendisinin bu köhne düzene bekçilik yapmak istediği bir kez daha kanıtlandı..! Bizler, devrimci kesimler olarak, ülkemizdeki varlığımızı her koşulda sürdürmek için giriştiğimiz toplumsal varoluş mücadelemizi sonuna kadar sürdürmekte kararlı ve inançlıyız. Bunu dile getirmekten çekinen veya üstü kapalı ifadelerle, sırf siyasi rant elde etmeye çalışan yapılanmalardan farklı, açık sözlü ve kesin duruşumuzla direnişimizi sürdürmekteyiz sürdüreceğiz..! İlerici devrimci tüm kesimlerle birlikte, işbirliği içerisinde onurlu direnişimizi sürdürecek ve bugün ülkemize gelip sermayedar çizgide söz sahibi olmak isteyenler karşısındaki dimdik duruşumuzu sergilemeye devam edeceğiz..! Mücadelemizi zafere götürecek olan, bilimsel sosyalizm çerçevesinde kavgamız, inancımız ve direnişimizdir..! Tüm emek kesimleri ile birlikte ve omuz omuza kavga etmek, sisteme karşı dirayetli mücadelemizi sürdürmek hepimizin görevidir…! Bu noktada, tüm emek kesimleri ile birlikte, ortak bir savaşımın temellerinin atılması, ortak bir zeminde, bu kavgayı güçlendirmenin yolları ve yöntemleri geliştirilmesi gerekmektedir…! Barikat gazetesi bu anlamda tüm solu kucaklayan duruşu ile dimdik yürüyüşüne devam edecektir
SAYFA 3 Ortak Hareket Kararı Alındı…! Sendikal Platform'un çağrısı üzerine geçtiğimiz ay bir toplantı gerçekleştiren bazı siyasi parti, sendika ve sivil toplum örgütleri, ekonomik pakete karşı ortak mücadele verme konusunda görüş birliğine vardı.. Örgütler hükümetin Meclis'e havale ettiği Özelleştirme Yasa Tasarısı, Sosyal Sigortalar Değişiklik Yasa Tasarısı, Sosyal Güvenlik Değişiklik Yasa Tasarısı ile kararnameler Meclis gündeminden çekilinceye ve buna bağlı olarak ekonomik paket bütünlüklü olarak uygulamadan kaldırılıncaya kadar her türlü eylemi hayata geçirmeye karar verdiğini kaydedildi. Toplantıya katılan örgütler şöyle açıklandı: “Sendikal Platform, Kamu - Sen, CTP - BG, TDP, BKP, YKP, Lefke - Güzelyurt Bölgesi Narenciye Üreticileri Birliği, KTEZO, KTMMOB, Baraka, Barikat (BarikatGazetesi).”… EL-SEN'den Son Uyarı: Özelleştirilmek için sıraya sokulan kurumlardan bir tanesi olan Elektrik Kurumu'nun çalışanları sendikası EL-SEN'den hükümetin icraatlarına yönelik bir açıklama yapıldı. Sendika Başkanı Tuluy Kalyoncu, herhangi bir şekilde, herhangi bir yasal düzenleme halinde, KIB-TEK'in özelleştirilme konusunun meclise götürüldüğü taktirde, meşru direnişin başlatılacağını belirten Kalyoncu, yaptığı yazılı açıklamada, hükümetin -tıpkı diğer özelleştirilen bütün kurumlarda yaptığı gibi- zarar ettirerek batırmak için uğraş vermekte olmasına rağmen KIB-TEK'in ayakta kalmayı başardığını ifade ederken “Kamu alanından olan alacaklarının devletin çeşitli kurumlarınca ödenilmemesi hatta bazılarının sahiplenilmemesi nedeni ile KIB-TEK yüksek borç faizi altına sokulmaktadır. Kamu veya özel bankalara ödenen faizler devletin kuruma olan borcunu ödememesinden kaynaklanmaktadır” ifadelerini kullandı. Sendika, hükümet sözcüsünün “Özelleştirme Yasa Tasarısı Bakanlar Kurulu tarafından onaylanıp Meclis'e sevk edildi” ifadeleri üzerine yapılan bu “tahrik edici” açıklamalara rağmen, bu açıklamaların doğruluğunun araştırıldığını ve gerçek dışı olduğunu tespit ettiklerini konu ile ilgili herhangi bir yasa tasarının meclise götürülmediğinin anlaşıldığını belirtirken, her şeye rağmen sendikanın hassasiyetini koruma kararı aldığını ve alarm halinde olma halini sürdürme kararı aldıklarını ifade etti. Ayrıca Kalyoncu, yapılan açıklamalarda gerçeklik payının bulunmamasına ilişkin, hükümeti, ilgili sözcü veya bakanların açıklama yapma durumlarında daha dikkatli olmaya davet etti. Kalyoncu son olarak, amaçlarının ille de grev yapmak olmadığını, krizin geçici olarak aşıldığı bu sürecin avantaja dönüştürülebileceğini söyledi. Ayrıca bu süreçte, kurumun nasıl daha verimli bir hizmet verebileceğinin nasıl daha iyi bir duruma getirilebileceğinin yollarının aranması gerektiğini, kendi alternatiflerinin de “özerklik” olduğunu ifade etti ve ekledi: “Bu direniş, toplumsal varlıklarımıza, anayasal güvencelere, uluslararası hukuka ve en önemlisi insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkma direnişi olacaktır. Her kişi, örgüt ve kuruluşun bu direnişte ilk dakikalardan itibaren El-Sen'in yanında olması halkımızın toplumsal duyarlılık ve dayanışmasının da bir göstergesi olacaktır.” Öte yandan yaklaşık bir hafta sonra Ekonomi ve Enerji Bakanı Sunat Atun, özelleştirilmek için sıraya konulan KIB-TEK'in durumunu yalanladı ve kurumun özelleştirilme durumunun gerçeği yansıtmadığını söyledi. İddialarının hemen ardından ise kurumun yalnızca dağıtım ve tahsilat işinin özel sektöre devredileceğini dile getiren Atun, özelleştirmelerden korkulmaması gerektiğini, özelleştirmelere, birilerinin tekeli altına girecek gözüyle bakılmaması gerektiğini ve esas hedefin, daha kaliteli ve makul fiyatlarla halka hizmet vermek olduğunu ifade etti. Özelleştirme gibi bir saldırının ve yağmanın “normal” bir durum olduğunu iddia eden bakan, istihdam sahalarının genişleyeceğinden bahsetmekteyken, daha önce özelleştirilen kurumlarda çalışan insanların nasıl işsiz bırakıldığını resmen göz ardı etmektedir..! Halkın önünde KTHY, DAİ-DAK örnekleri mevcuttur. Bugüne kadar özelleştirmenin topluma hiçbir faydası olmamış, aksine, buradaki sermayedarların lehine olan, “daha az insan ve daha çok üretim” mantığı özelleştirme sonucu iş yerlerinde hakim olmuştur. Ayrıca sermayedarlar, kar paylarını artırabilmek adına, çalışanlarını emek sömürüsüne maruz bırakmış ve hak ettiklerinde daha düşük ücretlere ve insanlık dışı özlük haklarına dayalı olarak çalıştırmıştır. Bu noktada devlet bakanının, özel sektörü savunan, özelleştirmeye dayalı politikaları, sistem yanlısı ve sisteme yama olmuş olan hükümetin bir parçası olduğu kaçınılmazdır. Sisteme yama olmuş bu oluşumlar, özel sektör üzerinden çıkarları olan, bir şekilde bu çıkarlarına ulaşabilmek adına, yüzlerce insanın ekmeği ile oynamaktan çekinmeyen yapılanmalardır. Özelleştirmenin, hiçbir türlüsü, hiçbir koşulda kabul edilebilir değildir. “Bu kurumun yalnızca şu birimleri özelleştirilecek ama kurumu özelleştiremiyoruz” diye bir mantık yoktur..! Özelleştirme ya vardır ya yoktur…! Bu gibi açıklamalar, direniş göstermekte olan halkı sindirmeye, susturmaya yöneliktir. Ancak halk daha önce yapılanları da bundan sonra yapılacak olanları da göz ardı etmeyecek ve direnişini sürdürecektir..! İster KIB-TEK olsun, ister Telekomünikasyon Dairesi olsun, özelleştirilmek için sıraya sokulan bütün kurumlarda direniş sürmelidir ve sürecektir..!
GÜNDEM
EKİM 2011
Mücadele Ölümüne…! KTHY ve sonrasında DAİ ve DAK ile başlayan özelleştirmelerin yeni hedefi Telekomünikasyon Dairesi. Hükümetin özelleştirmek için sıraya soktuğu kurumların başında gelen Telekomünikasyon Dairesi çalışanları, direniş için her şeyi göze almış durumda. Kıbrıs Türk Telekomünikasyon Çalışanları Sendikası (Tel-Sen) Başkanı Tamay Soysan, 11 Eylül tarihinde yaptığı açıklamada, her şeyi göze aldıklarını, gerekirse süresiz greve kadar gideceklerini belirterek, toplumun da buna olumlu bir bakış sergilediğini ve bu nedenle halka teşekkür ettiklerini dile getirdi. Soysan ayrıca, özelleştirme ve sosyal sigortalar yasa tasarıları üzerine hükümetin aldığı kararlara yönelik, “öleceksek öleceğiz, sonuna kadar direneceğiz” sloganı ile yola çıktıklarını, ayrıca süresiz grev dahil, herhangi bir eylem kararları söz konusu olduğunda da toplumun duyarsız kalmayacağını bildiklerini ve inandıklarını söyledi. Soysan, gerek sendikaların ve partilerin gerekse sivil toplum örgütlerinin almış olduğu güç ve eylem birliği kararlılığının yanında halktan aldıkları izlenimin ve desteğin, ortaya koydukları direnişin, toplumun direnişi olduğunu dile getirdi. Yazılı açıklamasında özelleştirmeyi reddetmenin kaçınılmaz olduğunu dile getiren Soysan, hükümet tarafından hazırlandığı iddia edilen özelleştirme yasasının, bu hükümetin karnesine bakıldığı zaman reddedilmesinin kaçınılmaz olduğunu,
bugüne kadar ne çalışanına ne de halka verdiği hiçbir taahhüdü yerine getirmeyen bir hükümetin hazırladığı yasaya iyi niyetli bir yasa gibi bakmalarını, bu şekilde kabul etmelerini kimsenin beklememesi gerektiğini söyledi. Özelleştirme yasasının, toplumun elinde kalan ve toplumsal varoluş meşalesi olarak gördükleri Elektrik Kurumu, Telekomünikasyon Dairesi, Ercan Havaalanı gibi varlıklarında birilerine peşkeş çekilmesi için aracı olması için hazırlandığını dile getiren Soysan, özelleştirmeyi de şirketleştirmeyi de kabul etmediklerini ifadelerine ekledi.
SAYFA 4
aşsız kalan insanlarımız da olacaktır. Ancak kavgamız topraksız varlıksız halk olmamız yolunda bize yaptırılmak istenilenlere karşı dik durma ülkemize sahip çıkma kavgasıdır. Bu bağlamda bir kez daha belirtmek isterim ki Tel-Sen'in kavgasının El-Sen'in kavgası olduğunu bildiğimiz gibi El-Sen'in vermiş olduğu kavga da bizim kavgamızdır.Bu aşamada şunu da söylemekte fayda var her ne hikmetse birileri sendikaların süresiz grevde kaç gün dayanabileceğini ortaya atarak ortaya konulan direnişi yıldırmaya bölmeye çalışmaktadır. Bilinmesini isteriz ki ortaya konulan direniş vatan sevgisi ile ortaya konmuştur ve bizler söz konusu vatan olunca gerisinin teferruat olduğunu bilen kişileriz. Öleceksek öleceğiz ama sonuna kadar direneceğiz” İfadelerini kullandı. Bıçak Kemiğe Dayandı..! İşgalci T.C Devleti'nin dayatmaları ile hazırlanan ve hükümetin aracılığı ile hayata geçirilen özelleştirme ve sosyal sigortalar yasa tasarılarının hedefleri olan kurumlar, direniş için birçok şeyi almış durumda. Daha önce kamuya ait kurumların özelleştirilmesi ve şimdi de Soysan son olarak: Telekomünikasyon Dairesi, Koop Süt, “Yinelemekte fayda görüyoruz ki; Elektrik Dairesi ve daha birçok özelleştirme ile ilgili kavgamız sadece kurumu özelleştirmek için sıraya Telekomünikasyon Dairesi ile sınırlı sokan hükümet, gün geçtikçe değildir. Bizler Toplumun varoluş karşısında daha sağlam bir direniş meşalesi gördüğümüz bu tür kitlesi bulmalıdır ve bulacaktır. kurumların bir bir elden çıkarılmasına Ülkemizde bulunan tüm ilerici karşı çıkma kavgasıdır. Kavgamız devrimci kesimlere, bulunduğumuz bu işsiz kalacağız, aşsız kalacağız süreç içerisinde çok önemli bir görev kavgası değildir inanın işsiz kalan, düşmektedir. Bu noktada direniş
Eğitim Sorunlu Başladı: Hükümetin başarısız icraatları sebebi ile tıpkı her alanda olduğu gibi, eğitimde de sorunlar bitmek bilmiyor. Yeni eğitim yılı birçok eksiklerle başladı. Öncelikle öğrenciler sokağa çıkmış ve okullardaki ulaşım maliyetlerinin kendilerine yüklenmesini protesto ederek hak arayışına gitmişlerdi. Eğitimin öğrenci ayağı protestolarını sürdürme kararı almışken, öğretmen ayağında da protesto eylemleri yapılmaya başlandı. Öğretmenlerin gerekçesi ise Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığının yeni eğitimöğretim yılı başlamadan gereken hazırlıkları yapmamış olmasıydı. Öğretmen sendikaları KTÖS ve KTOEÖS'ün gerçekleştirdiği ortak eylemi Milli Eğitim Bakanlığı önünde gerçekleştirildi. “Evine Dön Kemal” ve “İşin Değil Be Kemal” gibi pankartların açıldığı eylemde öğretmen sendikaları, Eğitim Bakanı Kemal Dürüst ve bakanlık müdürlerinin yeni açılan eğitim döneminde sınıfta kaldıklarını ileri sürerek, bakanlığa son olarak bir ek sınav hakkı tanıdıklarını ve bakanlıktan çalışmasını beklediklerini aksi taktirde okuldan atılacaklarını dile getirerek, bakanlığın eksiklerini gidermesi için son şanslarının olduğunu ima ettiler. Eğitim yılının eksiklerle başladığını dile getirirken, 110 öğretmen açığının bulunduğunu söyleyen sendika temsilcileri, her şeyin bununla da kalmadığını, okullarda yapılması gereken tadilat çalışmalarının sonlandırılmadığını, yarım bırakıldığını ve ayrıca müdür ve müdür muavinliklerindeki atamaların da geciktiğini belirttiler. Ülkemizdeki işsizlik oranının bu derece yüksek olduğu dönemlerde 110 kişilik bir açığın olması, abestir, saçmadır…! İşsizlik bu kadar yaygınken, bu kadar fazla öğretmen açığının bulunması, bunun bilinçli bir şekilde yapıldığının ve devlet okullarında sorunlar yaratılarak özel sektöre bilinçli olarak kapı açıldığının en büyük göstergesidir..! Eylemde açıklama yapan KTOEÖS Başkanı Tahir Gökçebel, “okullardaki açıkların giderilmesi konusunda takipçi olarak, bunun peşini
bırakmayacaklarını dile getirirken, mücadele ortaya koyacaklarını ve Eğitim Bakanlığı'nın Kıbrıs Türk Eğitimi'ne katabileceği hiçbir şeyin kalmadığını” ifade etti. KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil ise konuşmasında, “Eğitim Bakanı'nın geçen yılki öğretim yılını bir ağustos böceği misali geçirdiğini ve böylelikle okulların yeni öğretim yılına yöneticisiz, öğretmensiz ve yetersiz bir alt yapı ile başlamasına sebep olduğunu, bunun da eğitime çok büyük bir zarar verdiğini” dile getirdi. Devlet okullarındaki bu gibi yetersiz uygulamaların, devlet okullarındaki öğrencilerin, özel okullara ve özel derslere kaymasına sebep olduğunu dile getiren Elcil, gösterdikleri hoşgörü ve sabra rağmen bu gibi yanlış uygulamaların devam ettiğini, bunun için de bakanın ve on arkadaşının kaderini toplumun belirleyeceğini ifade etti.
Özele Hizmet Sınırsız: Bir yandan ülkemizdeki özelleştirme çalışmaları hızla sürdürülürken bir yandan da devlet kurumlarına verilen önem günden güne azalarak, toplumun özel şirketleri tercih etmesi sağlanarak, özel sektöre ciddi anlamda destek verilmektedir. Özellikle DAİ ve DAK'ın özel şirketlere peşkeş çekilmesinin ardından, yeni başlayan eğitim-öğretim yılında ciddi eksikliklerin görülmesi bunun en büyük göstergesidir. Özel bir okulun sunduğu, taşımacılık, tam gün eğitim ve öğrencinin temel ihtiyaçları gibi hizmetleri devlet okullarındaki öğrencilere sunamayan devletin, özel sektörle kıyaslandığı zaman ne derece “devlet olma görevini” yerine getirdiği tartışma konusudur. Bütün eksiklikler, eğitim kalitesini düşürmekte ve tıpkı birer yarış atı gibi eğitim sürecinin her döneminde
çerçevesinde, kolektif bir çalışmanın yürütülebilmesi adına, ortak zeminde mücadelenin yolları ve yöntemleri belirlenmeli ve tek yumruk halinde toplumsal var oluş mücadelesinde omuz omuza mücadele edilmelidir. İçinde bulunduğumuz dönem, birlikteliğin, dayanışmanın ve birlikte mücadelenin şart olduğu bir dönemdir. Bu ülkenin sahipsiz olduğunu düşünenler, vereceğimiz mücadele ile zafere ulaştığımız gün bu ülkenin sahipsiz olmadığını göreceklerdir..! Özel mülkiyeti dayalı olan, emek sömürüsünün tek hedef olduğu bu sistem, işçi-emekçi haklarını gasp etmekle kalmayarak, ülkemize ait olan son değerleri de yağmalayarak, satmaya devam etmektedir. Artık buna bir “dur” denilmeli ve gerçek hedefin, yalnızca ülkemizdeki emperyalist güçlerin maşası konumundaki hükümetin olmadığı artık göz ardı edilmemelidir. Gerçek hedef, emperyalizm ve emperyalizmin ülkemizde ayakta tutmaya çalıştığı bu çökmüş sistem ve bekçileri olmalıdır. Bugün ülkemizde gerçekleşebilecek herhangi bir hükümet değişikliği veya düzene yama olmuş herhangi bir düzen partisinin muhalefetten iktidara gelmesi, köklü bir değişikliğe asla sebep olmayacak, ancak ve ancak sistemi revize edip, sömürünün "iktidar rengi" değişecektir…! Tek çözüm, emperyalizme ve her türlü gericiliğe karşı birleşik cephede işçi sınıfı önderliğinde tüm ezilenlerin savaşım verilmesi ve yeni bir ülke kurulması için mücadele vermektir…! Başka yolumuz yoktur..!
geleceğini sınav sistemi ile belirlemek durumunda kalan öğrencilere, özel dershanelere veya özel derslere, büyük ücretler karşılığında eğitim açığını kapatmaları, devlet tarafından dayatılmaktadır. Bütün bu eksiklikler bilinçli bir şekilde giderilmeyerek, günün sonunda özel sektör büyütülmekte ve bu sermayedarlara teşvik artırılmaktadır. Sonuç olarak, öğrenciler arasında bir bölünme ve toplum içerisinde sınıfsal bir farklılık yaratılmaktadır. Parası olan aileler, çocuklarının daha iyi eğitim alabilmesi için çocuklarını tonla para ödenen özel eğitim kurumlarına gönderirken, parası olmayan aileler, kalitesizleştirilen devlet okulu ile yetinmek zorunda bırakılmaktadır... Sorunun temelinde yine özel mülkiyet kavramı yatmakta ve sınıfsal anlamda bir bölücülük, bir ayrım yaratılmaktadır. Özel mülkiyete dayalı olan bu sistem, bu ülkede yaşayan insanlara “fırsat eşitliği” adı altında aslında eşitsizliğin ta kendisini dayatmaktadır. Oysa “eğitim”, bu ülkede yaşayan tüm insanların ücretsiz bir şekilde faydalanması gereken bir haktır..! Yalnızca eğitim alanında değil, akla gelebilecek tüm alanlardaki tüm kuruluşları sistem, sermayenin esiri haline getirmiş durumdadır. Özel mülkiyet sorunu, bugün eğitim bakanının veya iktidarda bulunan partisinin değişmesi ile düzeltilebilecek bir sorun değildir. Eğitimde yıllardır yapılan değişiklikler, çeşitli yamalarla giderilmeye çalışılmış, ancak her yıl düzeltilmeye çalışırken, sürekli bir değişikliğe uğratılarak daha da kötü bir hale bırakılmıştır. Bütün bunlar, köklü bir değişikliğin gerektiğinin en büyük göstergesidir..! Bu noktada, tüm insanlara eğitim hakkını sunabilmekten aciz olan bu sistem yıkılmalıdır, yıkılacaktır..! Gerek eğitimde, gerek sağlıkta gerekse sektörlerdeki kurum ve kuruluşlarda, özelleştirmeye karşı verilen mücadele zafere ulaşmalıdır…! Hedefimiz yeni bir düzen olmalıdır…! Aksi taktirde ülkemizde bulunan hiçbir kurum veya kuruluş, sermayedarların “malı ve mülkü” edilmekten kurtarılamayacaktır..!
EKİM 2011
YOLDAŞIMIZIN KALEMİNDEN
T.C. Devleti ve Sınıflar…! 29 Ekim T.C.nin ilanının yıldönümü. Dönem dönem şaşaalı kutlamaların yapıldığı dönem dönem rutini aşmayan kutlamalarda cumhuriyetin kıymeti hep anlatıldı, cumhuriyetle demokrasi aynı şeymiş gibi sunuldu.23'ten 2011'e kurulan bütün hükümetler hep Cumhuriyetten, demokrasiden, bağımsızlıktan yana oldular. Sadece hükümet mi? Şeriat yanlılarından, "Türkiye laiktir, laik kalacak" diyenlere, işbirlikçi tekelci burjuvaziden küçük burjuva siyasetçilerine kadar hemen herkes cumhuriyetin demokratikleştirilmesini istiyor. Aslında cumhuriyetin demokratik olduğunu iddia edenler hiç de az değil. Elbette cumhuriyet kolay kazanılmadı, demokrasiyi kazanma mücadelesi ise sürüyor. Birinci Dünya Savaşı, Anadolu'da halk yığınlarının yoksulluğunu derinleştirirken, bir grup vurguncuyu da savaş zengini yapmıştı. Milyonlarca köylü ve zanaatkâr yoksulluk ve hayat pahalılığı altında inlerken, birinci emperyalist paylaşım savaşından yenik çıkan Osmanlı ülkesinden geriye kalan Anadolu toprakları da işgale uğradı. "Savaş meydanlarında ölmüş yüz binlerce asker, kurbanlarının sivil halk ve özellikle de Ermeni halkının olduğu kıyımlar, can alıcı salgınlar, iaşe sorumlularının ceplerini doldurmaları, kıtlıklar, karaborsa, sefalet..."(1) Osmanlı İmparatorluğu'ndan miras kalmıştı. Kurtuluş Savaşı'ndan önce büyük ticaret burjuvazisi, milliyeti çok önemli olmamakla birlikte, büyük ölçüde Rumlardan, Ermenilerden ve Levantenlerden oluşuyordu. Bunlar Avrupa'daki banker ve fabrikatörlerin ajanı ve uzantısı tefecitüccarlardı. Büyük ticaret (komprador) burjuvazisi ülkenin İngiliz, Fransız ya da Amerikan emperyalistlerinin sömürgesi olması veya paylaşılması konusunda kayıtsızlıktan öte taraftı. Onun tek isteği kârının zarar görmemesinin garantiye alınması ve bir an önce "barış" anlaşmalarının imzalanmasıydı. Gündemdeki barış ise, Sevr Anlaşması'ndan başkası değildi. Bir yandan komprador burjuvazinin, öte yandan da orta ve küçük burjuvazinin çıkarları arasındaki çelişkiler keskinleşiyor, büyük burjuvazi hariç tüm Türkiye halkı birlik ve beraberlik içerisinde emperyalist işgale karşı direnişe geçiyordu. Köylüler başta olmak üzere emekçi sınıfları da önderliği altına alan ulusal ticaret burjuvazisi, güdük de olsa anti-emperyalist bir cephede yerini aldı. Yoksulluk, işgalin bir sonucu olarak yağma, talan, kan ile birleşince Anadolu'da başta Türk ve Kürtler olmak üzere çeşitli milliyetlerden halklar kendiliğinden işgale karşı Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri'nde örgütlendiler. Daha Ankara hükümeti kurulmadan Anadolu'da işgalcilere karşı toplam sayıları 40 bini bulan savaş kümeleri vardı. Komünistler en önde Sevr Anlaşması'nın açıklanmasının ardından İstanbul'da on binlerce insan, ellerinde meşalelerle gece yürüyüşü düzenledi. Mitingi düzenleyenlerden ve en önde yürüyenlerden birisi de Topal Osman'ın çetelerince Karadeniz'de öldürülen 15 komünistten birisi, Ethem Nejat'tı. İngilizlerin desteğiyle kurulan Halife ordularına ve Anzavurlar, Delibaşlar gibi gerici ayaklanmalara karşı komünist Kürt Süleyman'ın, Geyveli komünist Tahsin'in, Rizeli Osman Kaptan'ın, Ardışenli komünist Laz Abdullah'ın, İstanbullu komünist Tornacı Şaban'ın, Affan Hikmet'in kahramanlıkları, Bolşevik Baba Mehmet'in İstanbul'dan Anadolu'ya silah, cephane ve asker kaçırmadaki yararlılıkları bağımsızlık savaşının çimentoları oldu. Çeşitli milliyetlerden emekçi halk sömürücülerden kurtulmak için ulusal savaşı kaçınılmaz olarak görüyordu. Türk ulusal burjuvazisi yalpalama ve kararsızlığıyla, kendi konumunu güçlendirme sömürü alanına kendisinin sahip olması ve kârını artırmak istemesinden dolayı ulusal savaştan yana oldu. İçlerinde ilk başta Osmanlı kimliğini, padişah ve halifeliği koruyan bir düşünce, eski ittihatçılarca (Refet Bele, Rauf Orbay, Kazım Karabekir...) temsil ediliyordu. Kendisini toparlayan ulusal ticaret burjuvazisi, aralarındaki çelişkileri kurduğu Ankara hükümeti aracılığıyla etkisizleştirerek, zamanla da giderek ulusal kurtuluş savaşının önderliğini ele geçirdi. Emperyalist işgale karşı birçok cephede kahramanca mücadeleler verildi, yurt, işgalden kurtarıldı. Ulusal savaşın sivri ucu emperyalistlere, onları destekleyen gericilere, padişahlığa yönelmişti. İstanbul hükümeti de Kuva-i Milliyeciler için ölüm fermanları çıkarmıştı. Kemalist burjuvazi bir yandan iç gericilik ve emperyalistlerle savaşırken, diğer yandan da emperyalist ve gerici güçlerle ilişkileri iyi tutmak, onlarla anlaşma yollarını aramak niyeti içerisindeydi. Daha cumhuriyet kurulmadan Şubat 1923'te İzmir'de tüccarların, bankerlerin, fabrikatörlerin büyük roller oynadığı İzmir İktisat Kongresi, Türk burjuvazisinin kendi konumunu güçlendirmek için kesin kararlılığını gösteriyordu. Sovyet desteği Ulusal ticaret burjuvazisi, Sovyetler Birliği'nin ulusal kurtuluş savaşlarını haklı savaş olarak destekleme politikasından azami ölçüde yararlanmıştı. Sovyetler Birliği'nin desteği moral ve politik olduğu kadar on binlerce tüfekten fişeğe, top mermisine, kılıçtan gaz maskesine, deniz avcı uçaklarından petrole, benzine, gazyağına kadar maddi destekti. Nisan 1921'de Sovyet Hükümeti, Türkiye Kızılay Derneği'ne işgalciler tarafından boşaltılmış olan bölgelerde yaşayan halkın gereksinimleri için 30 bin ruble altın armağan etti.(3) Kemalistler Bakü'de düzenlenen 1. Doğu Halkları Kurultayı'na "gözlemci" gönderdiler. Sovyetler'in güvenini kazanmak için Kemalistlerden oluşan sahte bir “komünist partisi” kuruldu. Bolşevikler gerçekleri bilmesine rağmen enternasyonal bir görev olarak haklı ulusal kurtuluş savaşı desteklediler. Dönemin Sovyet Halkları Komiseri olan J. Stalin, Kemalist devrimi şöyle değerlendiriyordu: "Kemalist devrim bir üst tabaka devrimidir, milli ticaret burjuvazisinin devrimidir. Bu devrime, yabancı emperyalistlere karşı mücadele içinde varıldı ve devrimin daha sonraki gelişmesi, esas olarak köylü ve işçilere karşı, evet, toprak devrimi imkânlarına karşı yöneliyor." (4) İşçi sınıfının az sayıda oluşu ve güçlü örgütlerinin olmayışı ulusal kurtuluş savaşını tek cephede sürdürmek isteyen Türkiye Komünist Partisi'nin 15 önder yöneticisinin Karadeniz'de katledilmesi, Çerkez Ethem ve Yeşil Ordu'nun tasfiyesi, müşterek menfaatlerde
SAYFA 5
Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri'nde bir araya gelen, omuz omuza savaşan Kürtlerin yok sayılarak temel hak eşitliğinden yoksun bırakılması ve burjuvazinin bir bölüm toprak ağasıyla ulusal hareketin tek örgütlü gücü olması, onu, "toprak devrimi imkânlarına karşı" yöneltiyordu. Bağımsızlık kazanıldıktan sonra ulusal politikalar uygulanmaya başlanmıştı. Sultanlık ve halifelik lağvedilmiş, aşar ve kapitülasyonlar kaldırılmış, dine dayalı eğitim yerine laiklik benimsenmişti. Madenler, limanlar, demiryolları yabancıların mülkiyetinden alınarak millileştirilmişti. İstanbul su şebekesi, telefon, elektrik şirketleri, tramvay ve deniz taşımacılığı, İzmir gaz ve telefon şirketleri ile büyük sanayi işletmeleri emperyalistlerden satın alınmıştı. "Türk hükümetinin aldığı önlemler sonucu, yabancı sermaye yatırımı tutarı göze çarpacak ölçüde kısıtlandı. 1923'te, Türkiye'de yabancıların yatırım tutarı 142 milyon sterlin iken, 1933 yılına doğru yüzde 82 oranında azalarak 26 milyona düşmüştür. Buna, 1923 yılındaki 63 milyon liralık düzeye inen (yüzde 72) Osmanlı borçları dahil değildir." (5) Tam bağımsızlık! Kurtuluş Savaşı'nın kazanımlarının bugün ne hale geldiği, daha da başına nelerin geleceği düşünülünce, egemen sınıfların nasıl bir ihanet içerisinde oldukları görülüyor. Sağcısından solcusuna, liberalinden dincisine düzen YA hepsinin I partilerinin Z "Atatürkçü" olduğu dillerinden düşmüyor.(AKP hükümeti sıkışmadıkça Atatürkçü olduğunu söylemek istemiyor. Takiye yapmak gerektiğinde alasını yapmasını bilirler. Kendileri laik değiller ama Mısır!a gittiklerinde ABD'nin isteği olsa gerek orada laikliğin erdemlerinden bahsettiler.) Ama yaptıkları özelleştirmelere, çıkardıkları yasalara bakılınca hiçbirinin Atatürkçü olmadığı ortaya çıkıyor. Keza ne ulusal savaşın burjuvazisi aynı burjuvazidir, ne de ordusu aynı ordudur. Köprülerin altından akan sular iktidardaki ulusal ticaret burjuvazisini bağımsızlık ve demokrasinin düşmanı ve emperyalistlerin ajanı olduğunu açığa çıkarmıştır. "Tam bağımsızlık demek, elbette siyasal, maliye, iktisat, adalet, askerlik kültür... gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir." (6) Mustafa Kemal'in sıraladıklarından hangisinde bağımsızlık kaldı? Artık ulusal savaşa önderlik eden ulusal ticaret burjuvazisi bugün işbirlikçi tekelci değil mi? Dün komprador burjuvaziyle savaşanlar bugün vatana ve halka ihanette aynılaştı, daha da ileri giderek tekelleşti. Bağımsızlık elden gitmiş, ülke büyük burjuvazi ve büyük toprak sahipleri ve bunlarla çıkarları iç içe geçmiş generaller, polis şefleri, militarist-bürokratik aygıt ve diğer kurumların bir araya geldiği oligarşiyle yönetiliyor. Kurtuluştan önce tankı, topuyla ülkeye giren emperyalistler, bugün çeşitli kurum ve anlaşmalarıyla girerek neredeyse ülkeyi tam sömürge haline getirmişlerdir. Özelleştirmeler, IMF reçeteleri liberal ve global ekonominin gerekleri sayılıyor. Askerlik ise 12 Eylül'den 28 Şubat'a yönetimde hep var olmak(şimdilerde hükümetle girdikleri mücadelenin rövanşını vermiş görünseler de cumhuriyeti “koruma ve kolama görevi” hep akıllarındadır herhalde), emekçi çocukları için ise askerlik vatan borcu, zaman zamanda şehitlik “mertebesi ,Kürt kökenli bir kısım asker için ise nöbette intihar vakası ya da eğitim zayiatı. Kore'de 10 sentlik ucuz asker,Kıbrıs'ta “barış kuvveti” İncirlik gibi birçok yerde ABD, NATO üssüne girmesi yasak! Gerektiğinde Kore'de, Somali'de, Kosova'da, Afganistan'da ,Kıbrıs'ta vatanı savunmak. Kültür ise, vay haline... "Ya İstiklal, ya ölüm" yerini, "Ya IMF, ya ölüm", "Ya NATO, ya ölüm, "Ya AB ya ölüm" gibi daha uzatılabilecek ihanetlerle yer değiştirmiş. Bir "idare" şekli Halk 88 yıllık cumhuriyetin içine düştüğü durumu, yeni dolar milyarderleri, Deniz Fenerleri, gemicikleri, en iyi yiyenlerin fotoğrafını iyi biliyor, tanıyor. Cumhuriyetin gücü tekelci burjuvazi içinde namuslu insanlar yetiştirmeye yetmiyor. Onurunu, bağımsızlığını, namusunu parayla trampa edenlere bu cumhuriyet ne yapsın? İşçi ve emekçilerden başka namuslu sınıf kalmamışsa cumhuriyet ne yapsın? Egemen sınıflar idare ediyorlar, içeride Çin usulü büyüme ile şahlanıyor, işçiler açlık sınırı altında yaşamaya çalışıyor, Kürtlerin demokratik özerklik talepleri bölücülük korkuluğuyla ezilmeye yok sayılmaya devam ediliyor, dışarıda yeni-Osmanlıcılık hayalleriyle ABD'nin dümen suyunda efeleniyor ,dış politikada “sıfır sorun”la başlayıp kendi gözündeki merteği görmüyor komşunun gözündeki çöpü sorun yaparak tehditler savurarak idare ediyor, ne de olsa cumhuriyet bir idare şeklidir. O da böyle oluyor... İş başa düşmüştür. İşçi ve emekçilerin iktidarını kurmak görevi sınıfın ve devrimci partisinin omuzlarındadır. Bağımsızlık, demokrasi ve siyasal özgürlüklerin kazanılması için, Mustafa Suphi'nin 1920'de söylediklerine kulak vermek ve gerekenleri yapmaktan geçiyor: Memlekete musallat olan harici düşmanları kovmak nasıl bir vazife ise, dahilde halkın sırtından geçinen yağmacı tufeyli sınıflarını da hazır yiyicilik halinden çıkarıp yumruk altında işletmek de, o derece esaslı bir vazifedir. (7) Mehmet Zengül KAYNAKLAR 1) P. Dumont, F.Georgeon, Bir İmparatorluğun Ölümü, s.124 2) Lenin, Stalin, Türkiye Üzerine, s.117 3) A. Şemsutdinov, Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkiye, Sovyetler Birliği ilişkileri, s. 66 4) Age..., S.140 5) Y.N. Rozaliyev, Türkiye'de Kapitalizmin Gelişme Özellikleri, s.68 6) Genelkurmay Başkanlığı... Atatürkçülük I, s.45 7) Birinci Doğu Halkları Kurultayı (Belgeler III.) s.60
EKİM 2011
TEL-SEN Başkanı Tamay Soysan İle Röportaj Barikat: Öncelikle sendikanın kurulduğu günden bugüne kadar kısa bir tarihçe niteliğinde ne günlerden ne süreçten geçtiğini özetleyebilirmiyiz? TS:Sendikanın kuruluş tarihi TÜRK-SEN'in kuruluş tarihiyle aynıdır. Yani 1954. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti antlaşmasında sita vardı. 1974 harekatından sonra biliyorsunuz ,kurum ve kuruluşlar bir şekilde ikiye ayrılır ve Kibris Türk Telekomünikasyon Dairesi, Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu kuruldu. Böyle bir şekilde toplumlar ikiye ayrılınca kurum ve kuruluşlar kendi yönetimlerini kurdular. TEL-SEN 1975 yılından sonra kurulan bir sendika. Telekomünikasyon dairesi çalışanları, özelde Telekomünikasyon Dairesi çalışanları, genelde Kıbrıs Türk halkı adına da çok önemli mücadeleler vererek bu sendikayı kurduk. Teşkilat yasamız yoktu. Mesela 1980 li yıllara kadar o teşkilat yasasının oluşturulması ve teşkilat yasasına gore, çalışma,çalışan sayısının belirlenmesi gibi konularda çok mücadeleler verdik.Çalışanlarımızın,dediğim gibi özelde emekçinin, işçinin çalışanımızın hakkını korumak kadar, ayrıca bizim görevimizi,ülkemizin de çıkarlarını koruyarak yapmaya çalışıyoruz. Ben TEL-SEN başkanlığını iki yıl önce devraldım. 22 yıldır Telekomünikasyon dairesinde çalışıyorum. Yalnız TEL-SEN olarak başkanlığı devraldığımız günden beri takdir edersiniz ki Telekomünikasyonla ilgili sorunlar bir yana, ülke sorunları yaşanan olumsuzluklar,ekonomik sosyal patlamalar ve bunun beraberinde uygulanan ekonomik politikalar bizleri de hem çalışanlar olarak, hem de emekçiler olarak çok zor durumda bırakmaktadır. Bunun mücadelesini vermekteyiz.
İŞÇİ-SENDİKA alternatif planlarınızı da sunmak zorundasız. Yoksa size karşı ekonomik yaptırımları uygulayan kim isterse olsun, siz bunu bir şekilde emir alan, emir veren konumunda kabul ederseniz, kendi argümanlarınızı ve alternatiflerinizi ortaya koymazsanız mutlaka size dayatılır. Bunu böyle görüyoruz. Barikat: TEL-SEN in “özelleştirmeye karşı siyasi duruşunu koruyan somut bir şekilde koruyan” bir yapısı var. Peki bir de değiştirilerek adına “özetleştirme” denen,devletin bazı organlarında bir takım kadroların sözde çalıştırılmayıp “performansı düşük” gibi gerekçelerle işten çıkarılmasının gerekçeleri yaratılıyor. Buna bakış açınız nasıldır?
YAZI
zaman destekleyebileceğimize ve bu bağlamda çalışma yaptığımızı da zaten daha önce basında ifade ettik. Buna örnek verecek olursak Kıbrıs'ın güneyine baktığınız zaman bir site var. Yani olması gerek. Aslında bu ülkede de Telekomünikasyon Dairesi için bir site yapısı olmalı diye düşünüyoruz. Barikat: Devletin yetkili kurumlarının, mesela BRT ve başka kurumların olayı şu: Yani bu gibi yapıların özelleştirilemeyeceği sanılıyor. Ama işte belli başli kadrolar aracılığıyla bu kurumların personelini, “çalışmazlar, fiilen fonksiyonları yoktur,oturdukları yerden maaş çekerler” gibi gösterip,bir şekilde pasifize edilerek işten çıkarılması ve geriye kalanlarla yola devam edilmesi tavrı da olabilir mi sizce (özetleştirme)? TS: Sermayenin ilk başta uygulayacağı en büyük sistem nedir? Tabi ki bu kurum ve kuruluşların sağlıklı bir şekilde çalıştırılmamasını sağlayacak ve bu da teknolojik yatırımların yapılmayışı, personele gerekli eğitimin verilmeyişi, bir şekilde gelirlerin zaman içerisinde eritilerek minimum düzeye indirilmesi ve oradaki yapının da işte kazanmayan üretmeyen bir yapı olduğunu gösterme adına bu sistematik bir şekilde yapiliyor Bu yolla politikalarını halka sonunda kabul ettirmeye çalışıyorlar. Barikat: Tabi oluşturulmaya çalişilan tabloda bu olduğu için akılları sıra sendikaların çalışan kesimin elini de zayıflatmaya giden bir taktiktir… TS:Doğrudur çünkü halkı yanlarına alıp bu gibi kurum ve kuruluşları sermayeye devretmenin veyahut bir diğer adıyla peşkeş çekmenin yollarıdır. Barikat:Derler ki artık bu kurum, personel çalışmaz, kendi kendini kaldıramaz. Ne yapacağız? İşte şartlı özelleştirelim de günün sonunda çözüme ulaşalım… Peki şöyle bir şey sorsam, bugün TEL-SEN in Sendikal Platform'da faal çalışmaları olduğunu biliyoruz. Sendikal Platformun çalışmalarının dışında, yurtdışındaki sendikalarla arası nasıldır?
Barikat: Telefon dairesi çalışanlarının genel sorunları nelerdir? Mesela güncel sorunları nasıl ele alabiliriz? hem de süreç içerisinde eskiye dayanan belli başlı problemlerinden bahsedebilirmiyiz ? Sendikanın kafa yorduğu çözmeye çalıştığı sorunlar nelerdir? TS: Sendikanın çözmeye çalıştığı sorunları biliyorsunuz . Aslında bu yeni bir şey değildir.Bu ülkede neo-liberal politikalar artık ağırlığını göstermeye başladığı zaman ki, biz hep sendika olarak ,bilhassa ben… sendika başkanı olarak dünya üzerindeki bloğun ve doğu bloğunun çökmesiyle birlikte batı bloğunun yani sermayenin, kapitalist sermayenin de dünya üzerinde yalnız kalmasından dolayı, acımasız faşizan baskılarla oluşturduğu bir neoliberal politika dalgası var. Tabi ki TEL-SEN'de bunlardan nasibini almaktadır, yani ülke aldığı gibi Telekomünikasyon dairesi çalışanları olarak,biz de sendikada bu görevi üstlenen sendika yönetim kurulu olarak , ben ve arkadaşlarım olarak da, son zamanlarda takdir edersiniz ki ortaya konulan, biraz önce de ifade ettim, çok yeni olmayan devamlı Türkiye üzerinden gelen bu neoliberal politika dalgaları TC ile KKTC arasinda iş birliği protokolleri de devam etmiştir. Aslında bu protokeller çok yeni bir olay değildir. Uygulanmak istenen ekonomik paketlerin iki tarafı var,iki ayağı var. biri dediğim gibi TC -KKTC ve her iki tarafın yöneticilerini tek taraflı olarak görmüyoruz. Bu ülkenin dokusuna yapısına örf, adet, gelenek ve göreneklerine sosyal ve ekonomik yapısına bakılmaksızın bir takım paketler ve ekonomik yaptırımlar uygulanmaya çalışılıyor. Tabi ki TELSEN, bunun her zaman karşısında olmuştur. Ancak TEL-SEN olarak bizim şöyle bir stratejimiz var. TEL-SEN olarak hiçbir zaman yalnız karşısında olmakla , bir karşı duruş sergilemekle kazanılacağını pek ihtimal görmüyoruz. Çünkü bir mücadele verilirse eğer o mücadeleyi verirken de, karşı
SAYFA 6
TS: Biz TEL-SEN olarak, bu yapının Telekomünikasyon dairesinin verdiği hizmette defalarca ifade ettik neden Telekomünikasyon dairesi gelir hizmetleri geri kalır? Çünkü bu ülkede Telekomünikasyon dairesinin gelirleri doğrudan Maliye bakanlığının hazinesine girmektedir ve bu da Telekomünikasyon dairesinin yapacağı hizmetleri, hamleleri teknolojik yatırımları o ülkede siyasi yapısının eline vermektedir. Tabi ki biz TEL-SEN olarak bunun bu şekilde sürdürülebilir olmadığını söylüyoruz. Özerk yapı olarak,devletin kurumlarının mutlaka ve mutlaka bir şekilde ekonomik yönden gücü yoksa eğer , bu ülkenin gerçeklerini görmek ve bazi noktalarda kabul etmek gerekir.Bir takım yaptırımlar ekonomik yaptırımlar vardır ve kendimizin iradesi olmadan her zaman dayatmalarla veyahut kullandığımız para dahi biliyorsunuz ki bu ülkede belli. Bu nedenle ekonomik bağımlılık söz konusu.Ancak bu ekonomik bağımlılık sürerken bir taraftan da hayat devam etmektedir.Yani bir şekilde bu kamusal kurum ve kuruluşları o ekonomik mali yapıya kurtarmak ve kamusal yapısı güçlü özerk bir kamu kuruluşu haline getirmenin alternatifleri de vardır.Bu da aslında bize göre siyasilerin de bir şekilde elinin ayağının azaltılması demektir. En azından özerk yapılarını koruyarak mali özgürlüklerini de kazanarak çok daha iyi hizmet verebilecek, yerine getirebilecek yapılar olabileceğine inanıyoruz. Bu bağlamda tabi TELSEN olarak biz kamusal yapısı güçlü, yani devletin elinde kalacak şekilde,yönetimi daha özel homojen ve kendi bütçesi olan, içerisinde de çalışanının, kamu görevlisi olarak çalışabileceği bir yapıyı her
TS: TEL-SEN şu anda ve 20 milyondan fazla üyesi bulunan Uluslar arası Telekomünikasyon Sendikasına sendikasına üyedir ve tabi ki bu ülkede şu anda bu sadece ve sadece çok geniş anlamda bir ilişki ağı olmamasıyla birlikte üyeliğimiz devam ediyor, çünkü bayağı aidat yatırıyoruz. Bu ülkeye bir anlaşma sonucunda gelecek barışta TEL-SEN çok önemli bir rol oynamaktadır. Biliyorsunuz TEL-SEN aynı zamanda, TÜRK-SEN'in de dahil olduğu Uluslar Arası İşçi Sendikaları Federasyonunun bir üyesidir bunula birlikte Türkiye de HABER-İŞ sendikasıyla da, HABER-İŞ sendikası TÜRK-İŞ e bağlıdır. Ancak iletişim sendikası olduğu için şu anda Türk Telekom da temsilci sendika durumunda olduğu için birtakım ilişkilerimiz var zaman zamanda bu ilişkileri iyi bir noktaya getirmeye çalışıyoruz Barikat: Annan Planı zamanında Bu Memleket Bizim Platformu vardı.O dönemde sendika bu platformun içinde miydi? TS: Biz o dönemlerde bu ülkeye barışın gelmesi adına platformun içerisinde yer aldık. Ancak benim sendika başkanlığı dönemim, dediğim gibi iki yillik bir sendika başkanlığı dönemim var, ancak o dönemlerde de yönetici olarak görev yapmaktaydım. Kısacası bu ülkenin bir an önce barışa, huzura ve uluslar arası statüye kavuşması için, TEL-SEN dediğim gibi yalnizca Telekomünikasyon dairesi çalışanlarını değil bu ülkenin geleceği ile ilgili bir sivil toplum örgütü olarak düşüncelerini rahatlıkla anlatabilecek bir sendikadır. Ancak takdir edersiniz ki bir siyasi yapı olamaz. Çünkü sendikaların kozmopolitik bir yapıları vardır. Sendikalar daha demokratik daha şeffaf ve çok daha huzurlu bir ülkenin oluşabilmesi için ortaya koyabileceği katkı bellidir
EKİM 2011
Barikat: O dönemdeki sendikal hareketin bu güne kadar geliş aşamasındaki genel durumunu nasıl değerlendirirsiniz? Mesela bugünkü özelleştirmeleri KTHY ve DAİ-DAK süreçlerini yaşadık. Şimdi yavaş yavaş Elektrik Kurumu,Telefon Dairesi, KOOP-SÜT'de elden gidiyor ve artık bu adamlar arkasını getirmeye çalişiyorlar.TC devletinin dayatmalarıyla sendikal hareket doğası gereği sınıfsal bir duruşa doğru ilerlemeye başlamak zorunda.Bu bağlamda düşünsel ilerlemeyi nasıl görüyorsunuz ? TS: Kişisel görüşümü söylemem gerekirse, bu anlamda sendikal hareketi aslında yalnızca Kıbrısta değil.Baktığınızda dünya üzerinde biraz önce dediğim gibi,neoliberal politikaların tek başına hakimiyet kurması sendikal hareketi de aslında bir yerde ekonominin şartlarının dönmesinin ve sendikal yapının da kurum ve kuruluşlarının da kendi kurumsal yapılarını koruması adına, maalesef eskisi gibi olduğunu savunamam. Yani bu zaten görünmektedir ancak benim bakış açım, hem ülke çıkarlarını, hem de çalışanlarının çıkarlarını korumakla birlikte,ancak çalışanların haklarından işçinin emekçinin ve üyenin de kazanımlarından haklarından geri adım atmadan bunu sürdürebilmenin de şu aşamada daha doğru olabileceği görüşündeyim.
Barikat: TC Devletinin sürekli bu dayatma uygulamalarına ve yaptırımlarına karşı sizin de içinde bulunduğunuz Sendikal Platformun belli başlı eylemsel ve siyasal anlamda gerçekleştirmiş olduğu birçok güzel eylem vardır. Bunlar olumlu hareketlerdir. Bunun doğru olan hareketlenmenin ileri gitmesi için başka neler yapılabilir? TS: Yani ben biraz önce de söyledim. Biz TEL-SEN olarak yalnızca çalışanın değil ülkenin de çıkarlarının korunması; yani sadece zümresel çıkarların değil, sendikacılık sadece ve sadece kendi yapınızda kendi üyenizin çıkarı ile değil,dediğim gibi, evet haklar ve kazanımlardan da geriye gitmemek. Onun mücadelesini vererek doğru noktaya taşımak olduğunu düşünürüm. Ben tabi ki sendikal platform içerisinde biliyorsunuz birçok sendika var ancak her sendikanın bulunduğu örgütlü olduğu kesim gereği bir pozisyonu var. Maalesef, üzülerek söylemek gerekirse, istenilen mücadele tam anlamıyla sergilenmemektedir . Barikat: Bunu neye bağlıyorsunuz? Sizce sebebi nedir? TS:Tabi ki bunun sebebi biraz önce de anlattığım gibi sendikalaşma ayni sektör içerisinde bile değil. Bir kaç sendikadan da fazla sendikalaşmanın olması ve sendikalaşmanın sektörler içerisinde sektörlere gore değil de, daha dağınık olması, mücadeleyi geriletmek anlamına geliyor . Barikat: Yani siyasi anlamda yapilmasi gereken elden geldiği kadar yapiliyor. Bundan ötesi olamaz. Yani bu duruş biraz daha sınıfsal bir çizgiye biraz daha anti emperiyalist bir çizgiye
İŞÇİ-SENDİKA çekilip çekilemeyeceği konusunu aslında ben düşünüyorum. Mesela bugün bildiğiniz gibi, bu dayatmaların hepsinin temelinde emperyalist devletlerin çıkarları vardır. Bunları biraz daha açabiliriz diye düşünürüm.Çünkü bu dayatmaların siyasi ve kültürel boyutu da vardır. Bu gibi konularda sendikal platformun asgari düzeyde yapabileceği bir şeyler var mıdır? Sizce ne yapılabilir bu dayatmaların önünü kesmek için? TS:Biraz önce de dediğim gibi sendikalar siyasi örgüt değildir.Tabi parti anlaminda da söylemiyorum, daha farkli anlamlarda da düşünecek olursanız, sendikaların içerisinde tek görüşten insanlar yoktur kozmopolitik bir yapısı vardır. Sendikaların bu anlamda siyasi bir duruş sergilemeleri veyahut da ideolojik Y birAduruş ZI sergilemelerini biraz beklemek… benim kişisel görüşüm ve bireysel görüşüm,bu anlamda doğru olmasa da,onu çok maksimum seviyede beklemek doğru değildir. Çünkü tabanların da sendikaların tek bir görüşten kişiler, üyeler yoktur.Sendikalarda 500 üyeniz varsa belki de bunu üçe bölseniz, işte farklı siyasi düşüncelerde olan insanlar vardır ve o insanlar farklı düşünceleri olmasına rağmen ekonomik özgürlüklerinin kazanımlarını korumak adına sendika çatısı altında birleşmişlerdir. Bu nedenle sendikalar güçleri oranında siyaset yapmaya veyahut düşüncelere gücü oranında katkı koymaya çalışıyor. Barikat: Mesela 1940 larda bilirsiniz bu ülkede bir maden grevi oldu bu örgütlenmenin hareketlenmenin başinda ülkemizin kardeş halkları ve emekçileri vardı. Daha öteye gidelim, mesela kısa bir süre önce toplumsal varoluş mitingleri yapıldı, gene bu işi yapan bu büyük direnişleri gösteren partiler değildi. Aslında sendikaların, işçi sınıfının isteyince yapabileceği bu örnek önümüzde duruyor. Bunu kalıcılaştırmanın yolunu düşünüyorum.Bugün meclise baktığımızda kendine hükümet diyen bir hükümetimiz var, o da başka yerden kumanda edilir muhalefete baktığımızda “özelleştirmeye tam olarak karşı çıkamam ama yabancı ya da yerli sermayeyi verirsem belki daha sempatik olurum” diyen bir komik bir muhalefet var.Bu durumda meclisin dışında sendikalar ve sivil toplum örgütleri kalır…! TS:Unutmayalım bu ülkede siyasi yapının tabanını oluşturan insanlar aynı zamanda sendikalara üyedir. Mesela bugün sendikalaşma bu ülkede şiddetle karşı olmama rağmen sadece kamuda vardır. Özel sektörde sendikalaşma yoktur. Sermaye buna izin vermiyor.Bunun örnekleri de vardir biliyorsunuz , yakın zamanda TAŞEL örneği var. Sermayenin olduğu yerde sendikalaşma olsa bile, oradaki sendikalaşmanın derecesi de çok önemli. Sendikalaşmaya kalkan üyeleri işçileri çalışanları hemen yasal bir dayanağınız da olmadığı için hemen işten durdurmaya gidebiliyor. Barikat: Bu anlamda özel sektör emekçisiyle,kamu emekçisinin sürekli dayanişma içerisinde olmasi gerekir ki bu memlekette bir şeyler elde edelim. TS: Evet ama tam bir ters bir anlayış var. Özel sektör çalışanlarına her zaman empoze edilen şudur: Siz özel sektörde çalışıyorsunuz, eziliyorsunuz ama kamuda çalışanlar çok rahattır, kamu da birçok hak vardır onun için bağırın çağırın ve onların haklarını da sizin seviyenize indirelim, bu da taktiksel olarak kullanılıyor aslında hiç de öyle değildir. Esas yapılması gereken, özel sektör çalışanlarının da sendikal haklarını, kazanımlarını ve üretimin daha iyi olabilmesi adına. Çünkü sendikalar nedir? Sendikalar her zaman demokrasinin birer argümanı idir denetleyicidir. Sendikalar her zaman için denge unsurudur. Esas yapılması gereken budur. Barikat: Peki özel sektörde çalışanların
SAYFA 7
örgütlenmesi için bu ülkedeki sendikaların hangi aşamadan geçmesı lazım ve önümüzdeki süreçte neler yapması lazım? TS:Sendikalar olarak özel sektörde de örgütlenme olması gerektiğini her zaman ortaya koyduk.Ancak bu ülkede takdir edersiniz ki değişik bir üretim ilişkileri var, yani bugün kaçak işçilik, nüfus yapısının kontrolsuz olması sayının bilinmemesi ve ucuz iş gücünün acımasızca sömürülmesi,iş gücünün acımasızca sömürülmesi ve sermayenin eline bırakılması sendikalaşmayı da bir yerde zorlaştırır düzeydedir.Bunun büyük mücadelelerle kazanılabileceğine inanıyorum. Ancak şu anda bu ülkede bunu görebiliyor musunuz derseniz hayır görmüyorum
Barikat: Yani sendikaların uzun bir mücadele sürecinden daha geçmesi şart sınıfsal mücadele verme dirayetine bağlı olarak..! Son olarak neler söylemek istersiniz? bizim okuyucu kitlemiz bellidir ama olabildiği kadar işçi emekçi kesime ulaşmaya çalışıyoruz. Bu ülkenin her işçisine, emekçisine etnik kökenden işçisine emekçisine vermek istediğiniz TEL-SEN olarak son mesaj nedir? TS:TEL-SEN olarak,bu ülkede nereden geldiği veyahut nerede çalştığı hangi etnik kökenden olduğu bizce önemli değildir. Önemli olan emeğin birliği, beraberliğidir.Emeğin her zaman için sömürülmeye karşı verebileceği birlikteliği çok önemlidir ancak dediğiniz gibi bir an önce bu ülkede sendikalaşma adına gerekli yasaların çıkarılması gerekir. Tabi ki bu mücadele ile kazanılır.Çünkü mücadele etmezseniz hiçbir şey kazanamazsınız. Ancak özel sektör de çalışanların milliyetleri ne isterse olsun kendi etnik kökenlerine, diline, dinine, ırkına hiç bakmadan mutlaka kendi aralarında da örgütlenmeleri ve sendikalaşmaları gerektiğine inanırım. O da bir mücadele gerektirir.Yoksa sadece kamuda sendikalaşma yasal olarak vardr diye sadece kamu çalışanlarını düşman gibi görmek ve onlar kazanıyor ama biz kazanamıyoruz anlamında mücadele edilirse,sermayeye ayak uydurulursa diyelim bu sendikalaşmanın da tek taraflı olarak kalacağını görmekteyim. Barikat: Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. TS:Ben'de size teşekkür ediyorum. Başarılar dilerim.
EKİM 2011 ÖZELEŞTİRİ ÜZERİNE ..Nihayet bizi özeleştiriye zorlayan bir başka durum daha vardır. Kitleler ve liderler sorununu düşünüyorum. Son zamanlarda bizde, liderlerle kitleler arasında belli garip ilişkiler oluşmaya başladı. Bir yandan bizde, tarihsel olarak otoritesi gittikçe yükselen ve kitleler için neredeyse ulaşılmaz olan bir grup lider oluştu ve gelişti. Diğer yandan, özelde işçi sınıfı kitlelerinin ve genelde emekçi kitlelerin yükselişi olağanüstü yavaş gerçekleşiyor, bunlar liderlere alttan hayranlıkla bakmaya başlıyorlar, pırıltıdan neredeyse gözleri kamaşıyor ve çoğunlukla liderlerini eleştirmekten korkuyorlar. Bizde çok yükselmiş olan ve büyük otoriteye sahip bir grup liderin oluşmuş olması gerçeği -bu gerçek aslında tabii ki partimizin büyük bir kazanımıdır. Böyle otorite sahibi bir lider grubu varolmaksızın, büyük ülkenin yönetiminin düşünülemeyeceği açıktır. Ama liderlerin yükselirken kitlelerden uzaklaşması ve kitlelerin onlara alttan hayranlıkla bakmaya başlaması, onları eleştirmeye cesaret edememesi gerçeği -bu gerçek liderlerin kitlelerden belirli bir kopma ve kitlelerin liderlerden uzaklaşma tehlikesine yol açmak zorundadır. Bu tehlike liderlerin kendilerini beğenmelerine ve kendilerini yanılmaz görmelerine yol açabilir. Ama tepedeki yöneticilerin kendilerini beğenmesinde ve kitlelere tepeden bakmaya başlamasında iyi olan nedir? Bunun Partinin yokoluşundan başka hiçbir şeye yol açamayacağı açıktır. Ama biz ilerlemek ve çalışmamızı iyileştirmek istiyoruz, Partiyi mahvetmek değil. Ve tam da ilerlemek ve kitlelerle liderler arasındaki ilişkileri iyileştirmek için, özeleştiri sübabı sürekli açık tutulmalı, Sovyet insanına liderlerine “bindirme”, hataları nedeniyle onları eleştirme olanağı verilmelidir ki, liderler kendini beğenmiş olmasın ve kitleler liderlerden uzaklaşmasın. Bazen kitleler ve liderler sorunu, yönetici fonksiyonlara yükselme sorunuyla karıştırılıyor. Bu yanlıştır yoldaşlar. Bu sorun Partinin en ciddi dikkatini hak etmesine rağmen, sözkonusu olan yeni liderlerin yükselmesi değildir. Yükselmiş olan ve büyük otoriteye sahip liderleri, onlarla kitleler arasında sürekli ve çözülmez bir bağ kurarak korumak sözkonusudur. Canlı ve uyanık moral denetim olarak, geniş, Parti kamuoyunu, geniş işçi sınıfı kamuoyunu, özeleştiri ve eksikliklerimizin eleştirisi biçiminde örgütlemek sözkonusudur; büyük otoriteye sahip liderler, eğer Parti'nin güvenini, işçi sınıfının güvenini korumak istiyorlarsa, bunların sesine dikkatle kulak vermek zorundadırlar. Bu ne anlama geliyor? Bu, inşamızın temel görevlerinden birinin işçi sınıfını, ülkeyi yönetmek, ekonomiyi yönetmek, sanayii yönetmek için gerekli olan beceri ve bilgiyle donatmak olduğu anlamına geliyor. İşçi sınıfı içinde bu beceri ve bilgiler, işçilerin güçleri ve yetenekleri özgür kılınmadan, işçi sınıfının en iyi insanları içinde hatalarımızı eleştirme, eksiklerimize işaret etme ve çalışmamızı ilerletme güç ve yeteneği geliştirilmeden şekillendirilebilir mi? Bunun yapılamayacağı açıktır. İşçi sınıfının ve genel olarak emekçilerin güç ve yeteneklerini özgür kılmak ve onlara, ülke yönetimi için gerekli becerileri kazanma olanağı vermek için ne gereklidir? Bunun için herşeyden önce özeleştiri sloganının dürüstçe ve bolşevikçe gerçekleştirilmesi, çalışmamızın hata ve eksikliklerinin alttan eleştirisi şiarının dürüstçe ve bolşevikçe gerçekleştirilmesi gereklidir. İşçilerin,
TEORİ-PRATİK çalışmadaki eksiklikleri açıkça ve doğrudan eleştirme, çalışmamızı iyileştirme ve ilerletme olanağını kullanmalarının anlamı nedir? Bunun anlamı, işçilerin ülkenin, ekonominin, sanayinin yönetimine aktif katılmalarıdır. Bu ise işçilerde ülkenin efendisi olma duygusunu güçlendirir, aktivitelerini, uyanıklıklarını ve kültürel düzeylerini yükseltir. İşçi sınıfının kültürel güçleri sorunu, tayin edici sorunlardan biridir. Neden? Çünkü şimdiye kadar var olan egemen sınıflar içinde,egemen sınıf olarak işçi sınıfı, tarihte belirli -ve, pek elverişli olmayan- özel bir konuma sahip olduğu için. Şimdiye kadar varolan tüm egemen sınıflar -köle sahipleri, toprak beyleri, kapitalistler-, aynı zamanda varlıklıların sınıflarıydı. Yönetim için gerekli bilgi ve becerileri çocuklarına YAonlardan, ZI sağlama olanağına sahiplerdi. İşçi sınıfı başka şeylerin yanı sıra, varlıklı bir sınıf olmaması, yönetim için gerekli bilgi ve becerileri çocuklarına sağlama olanağına eskiden sahip olmaması ile ayrılır, bu olanağı ancak şimdi, iktidara geldikten sonra elde etmiştir.Bizde başka şeylerin yanı sıra, kültür devrimi sorununa düşen aciliyet tam da buradan kaynaklanır. Gerçi SSCB işçi sınıfı, on yıllık egemenliği içinde bu bakımdan, toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin yüzyıllar içinde ulaştıklarından daha fazlasına ulaşabildi. Ama uluslararası ve iç durum öyledir ki, ulaşılan sonuçlar henüz yeterli olmaktan çok uzaktır. Bu nedenle işçi sınıfının kültürel güçlerinin gelişim düzeyini yükseltebilecek her türlü araç, ülkenin ve sanayinin yönetimi için gerekli olan beceri ve bilginin işçi sınıfı içinde eğitimini kolaylaştırabilecek her türlü araç -bu tür araçların her biri, bizim tarafımızdan eksiksiz kullanılmalıdır.
Ancak söylenenlerden, proletaryanın kültürel güçlerini geliştirmek ve işçi sınıfı içinde yönetim için gerekli becerileri şekillendirmek için, özeleştiri şiarının en önemli araçlardan biri olduğu sonucu çıkıyor. Buradan, özeleştiri şiarının pratikte gerçekleştirilmesinin, bizim için yaşamsal bir görev olduğunun lehinde, bir başka neden daha ortaya çıkıyor. ÖZELEŞTİRİ ŞİARININ BAYAĞILAŞTIRILMASINA KARŞI Ama özeleştiriyi geliştirebilmek için, herşeyden önce, Partinin önünde duran bir dizi engelin üstesinden gelmek gerekir. Kitlelerin kültürel geriliği, proleter öncünün kültür güçlerinin yetersizliği, hantallığımız, “komünistçe böbürlenmemiz” vs. bunlara dahildir. Ama eğer en ciddisi değilse, en ciddi engellerden biri, aygıtlarımızın bürokratizmidir. Burada sorun, Parti, devlet, sendika, kooperatif ve tüm diğer örgütlerimiz içinde bürokratik unsurların varlığıdır. Sorun, varlıklarını bizim zaaf ve hatalarımıza borçlu olan, kitlelerin eleştirisinden, kitlelerin denetiminden ateşten korkar gibi korkan ve bizim özeleştiriyi geliştirmemizi engelleyen, zaaflarımızdan, hatalarımızdan kurtulmamızı engelleyen bürokratik unsurların varlığıdır. Örgütlerimizdeki bürokratizm yalnızca kırtasiye ve yazışma bürokratizmi değildir. Bürokratizm, burjuva etkisinin örgütlerimize bir yansımasıdır. Lenin şöyle derken haklıydı:
SAYFA 8 “Bürokratizme karşı mücadelenin mutlak zorunlu bir mücadele olduğunu ve onun, küçük-burjuva unsura karşı mücadele gibi zor olduğunu kavramamız –zorunludur. Bürokratizm, devlet düzenimizde, Parti programımızda dahi kendinden sözettirecek kadar önemli bir çıban haline gelmiştir. Çünkü bürokratizm, bu küçük-burjuva unsurla ve onun parçalanmasıyla bağıntılıdır.”* (4. baskı. cilt XXXI, s. 167, Rusça.) * Altını ben çizdim. -J.St. Özeleştiriyi gerçekten geliştirmek ve inşamızdaki kusurlardan kendimizi arındırmak istiyorsak, örgütlerimizin bürokratizmine karşı mücadeleyi daha da büyük bir kararlılıkla yürütmeliyiz. Milyonlarca işçi ve köylü kitlesini, bürokratizme karşı en önemli panzehir olan tabandan eleştiri, tabandan denetim için daha da büyük bir kararlılıkla harekete geçirmeliyiz. Lenin şöyle derken haklıydı: “Bürokratizme karşı mücadele vermek istiyorsak, o zaman geniş kitleleri [işin içine -ÇN] çekmek zorundayız”... Çünkü “'bürokratizm, işçileri ve köylüleri çekme dışında başka herhangi bir tarzda ortadan kaldıriabilir mi?”* (4. baskı, cilt XXXI, s. 398, Rusça.) * Altını ben çizdim. -J.St. Ama milyonlarca kitleyi “çekmek” için, işçi sınıfının bütün kitle örgütlerinde ve herşeyden önce de bizzat Parti içinde proleter demokrasiyi geliştirmek gerekir. Bu koşul olmaksızın özeleştiri bir sıfırdır, bir hiçtir, boş bir laftır. Bizim herhangi bir özeleştiriye ihtiyacımız yok. Bizim, işçi sınıfının kültür düzeyini yükselten, mücadele ruhunu geliştiren, zafere inancını pekiştiren, gücünü artıran ve onun ülkenin gerçek efendisi olmasına yardım eden bir özeleştiriye ihtiyacımız var.Bazıları, özeleştiri olunca, iş disiplinine gerek olmadığını, işlerin ortada bırakılabileceğini ve her türlü şey üzerine gevezelik1e iştigal edilebileceğini sanıyorlar. Bu bir özeleştiri değil, tam tersine işçi sınıfıyla alay etmek olurdu. Özeleştiri, iş disiplinini yok etmek için değil, tam tersine sağlamlaştırmak için, iş disiplinini, küçük-burjuva baştan savmacılığa göğüs germe yeteneğine sahip bilinçli bir disiplin yapmak için gereklidir. Başka bazıları, özeleştiri olunca, artık önderliğe gerek olmadığını, o zaman dümenin başı boş ve herşeyin “kendi doğal akışına” bırakılabileceğini sanıyorlar. Bu bir özeleştiri değil, tam tersine bir rezalet olurdu. Özeleştiri, önderliği zayıflatmak için değil, tam tersine güçlendirmek için, kağıt üzerinde kalan ve pek otorite sahibi olmayan ; bir önderliği yaşama bağlı ve gerçekten otorite sahibi bir önderlik yapmak için gereklidir. Ama başka türden bir “özeleştiri”, Parti ruhunun yıkılmasına, Sovyet iktidarının gözden düşürülmesine, inşamızın zayıflatılmasına, ekonomi kadrolarımızın harap edilmesine, işçi sınıfının silahsızlandırılmasına, yozlaşma üzerine lafazanlığa götüren bir “özeleştiri” de vardır. Troçkist muhalefet dün bizden tam da böyle bir “özeleştiri” talep etti. Söylemeye gerek yok ki, Partinin böyle bir “özeleştiri” ile hiçbir ortak yanı yoktur. Söylemeye gerek yok ki, Parti böyle bir “özeleştiri”ye karşı bütün gücüyle, bütün araçlarla mücadele edecektir. Bize yabancı, yıkıcı, anti-Bolşevik bu “özeleştiri” ile, Parti ruhunu geliştirme, Sovyet iktidarını sağlamlaştırma inşamızı iyileştirme, ekonomi kadrolarımızı güçlendirme, işçi sınıfını silahlandırma hedefini güden bizim, Bolşevik “özeleştiri”miz arasında kesinlikle ayrım yapılmalıdır. J. STALIN
EKİM 2011
TEORİ-PRATİK
SAYFA 9
FAŞİZME KARŞI BİRLEŞİK CEPHE – G. DIMITROV
bir emperyalist savaş çıkarma olanağını da savaş karşıtı cephenin
Çünkü biz, ancak devrimci bir parti olarak gelişmesini engelleyen
BÖLÜM: XXI
güçlü baltası tarafından bu kötü niyetli ellerin koparılması imkanını
herşeyi ortadan kaldırdığı takdirde gelişeceğini, büyüyeceğini ve
KAPİTALİST ÜLKELERİN BUGÜNKÜ YÖNETİCİLERİ GELİP
belirleyecektir. Kongremiz, işçi sınıfının birliğini somutlayan,
ödevlerini yerine getirebileceğini bilen devrimci bir partiyiz.
GEÇİCİDİR DÜNYANIN GERÇEK SAHİBİ PROLETARYADIR
birleşik proletarya cephesi mücadelesinin Kongresidir.
Kongrenin kendi kendine yetinme politikası güden bağnazlığı,
(Komünist Enternasyonal Yedinci Dünya Kongresinin Kapanış
Sosyal Demokrat liderlerin gerici kesimi tarafından, birleşik
belirli kalıplara uydurulmaya çalışılan uygulamaları, düşünce
Konuşması)
proletarya cephesini gerçekleştirme yoluna çıkarılacak engelleri
dağınıklığını ve Parti yönetme yöntemlerini kitleleri yönetme
Yoldaşlar, Komünist Enternasyonalin Yedinci Kongresi, bütün
kolaylıkla yenebiliriz gibi bir aldatmacaya kapılmıyoruz. Ama bu
yönteminin yerine koymayı, amansızca eleştirerek gerçekleştirdiği
ülkelerin, bütün kıtaların Komünistlerinin Kongresi sona ermek
engellerden korkmuyoruz da. Çünkü biz, milyonlarca işçinin
işler, bütün partiler tarafından, hareketimizin bütün uzantıları
üzeredir.
isteğini yansıtıyor ve Birleşik Cephe için mücadele ederek
tarafından sürdürülmelidir. Çünkü bu, Kongre kararlarını doğru
Bu kongrenin sonuçlan nelerdir? Bu Kongrenin, hareketimiz
proletaryaya en yararlı hizmeti yapıyoruz. Çünkü, Birleşik Cephe,
uygulamanın ön koşuludur.
açısından dünya işçi sınıfı açısından, her ülkenin emekçi halkı
faşizmi ve kapitalist sistemi yıkmanın, emperyalist savaşı
Kongre, Yürütme Komitesinin raporu üzerine aldığı kararda,
açısından anlamı ve önemi nedir?
engellemenin en güvenilir yoludur.
hareketimizin günlük uygulamalardaki liderliğini her bölümün kendi
Bu Kongre, zafere ulaşmış sosyalizm ülkesi Sovyetler Birliğinin
Bu kongrede, sendikalar birliği bayrağını yükselttik. Komünistler,
içinde yoğunlaştırılması görüşünü benimsedi. Bu karar. Komünist
proletaryası ile, henüz kurtuluş savaşı veren kapitalist ülkelerin
ne pahasına olursa olsun Kızıl Sendikalar bağımsız kalmalıdır diye
Partilerin kadrolarını oluşturmak ve eğitmek. Partilerin politika ve
proletaryası arasındaki birliğin mutlak zaferi olmuştur. Dünya
diretmiyorlar. Komünistler, sınıf mücadelesine dayanan bir
taktik sorunlarıyla ilgili zor anlarda doğru çözümü Komünist
tarihinin önemli zaferi olan, sosyalizmin Sovyetler Birliğindeki
sendikalar birliği istiyorlar ve sendikalar birliği ile sınıf mücadelesini
Enternasyonal Kongreleri ve Yürütme Kurul kararları uyarınca kısa
zaferi, bütün kapitalist ülkelerde sosyalizme yönelik güçlü bir
savunanları, Amsterdam Uluslararası Sendikalar
zamanda ve kendi başlarına bulabilmeleri için gerçek Bolşevik
hareket doğurmaktadır. Bu zafer, halklar arasındaki barış davasına
Federasyonundan atan görüşe kesinlikle son vermeye çalışıyorlar.
liderler bulmak görevini pekiştirmektedir. Kongre, Komünist
güç katmakta, bunu yaparken de Sovyetler Birliği'nin uluslararası
Emek Sendikaları Kızıl Enternasyonaline bağlı sendikaların bütün
Enternasyonal yönetici kurullarını seçerken. Kongrenin yeni tutum
önemini ve emekçi halk kitlelerinin sermayeye, gericiliğe ve
yetkilerinin Kongremizde benimsenen bu tutumu
ve kararlarını benimseyen, bunları uygulamaya -salt disiplin
faşizme karşı mücadelelerindeki rolünü pekiştirmektedir. Bu zafer,
kavrayamadıklarını biliyoruz. Bunlar arasında bağnaz bir kendi
açısından değil, inançla- hazır kişileri liderliğe getirmeye çalıştı.
dünya proleter devriminin temeli olarak Sovyetler Birliğini
kendine yeterli olma görüşü sürmektedir. Kongremizin tutumu
Kongrenin aldığı kararların her ülkede doğru uygulanması da
güçlendirmektedir. Bu zafer, bütün dünyada, sadece giderek
kesinlikle yürürlüğe konulacaksa, bu yetkililer, bizim de
gereklidir. Bu da öncelikle, kadroları gereğince sınamaya, görev
çoğalan sayılarla Komünizme yönelmiş işçileri değil, aynı zamanda
desteğimizle, bu görüşlerinden vazgeçmelidirler. Biz bu tutumu ne
bölümü yapmaya ve yönetmeye bağlıdır. Bunun kolay bir görev
milyonlarca köylü ve çiftçiyi, emekçi küçük esnafı, aydınların büyük
pahasına olursa olsun sürdüreceğiz ve sınıfsal kardeşlerimizle,
olmadığını biliyoruz. Birtakım kadrolarımızın Bolşevik kitle
bir kesimini ve köle edilen sömürge halklarını da harekete
mücadeledeki yoldaşlarımızla, bugün Uluslararası Sendikalar
politikası deneyinden geçmediklerini, genel propaganda çizgisinde
getirmektedir. Bu zafer, onlara mücadele duygusunu aşılamakta,
Federasyonuna bağlı olan işçilerle aramızda ortak bir dil bulacağız.
yetiştiklerini unutmamak gerekir. Kadrolarımızın kendilerini yeni bir
onlarla bütün emekçi halkın büyük vatanı arasındaki birlik bağlarını
Bu Kongre, işçi sınıfının bir tek kitlesel siyasi partisinin kurulması,
ruha, bu Kongrenin kararlarına uygun bir ruha alıştırmalarına
güçlendirmekte ve onların bütün düşmanlara karşı proletarya
proletarya safları içindeki politik bölünmeye. Sosyal Demokratların
yardımcı olmak için elimizden geleni yapmalıyız. Eski şarap
devletini desteklemek ve savunmaktaki kararlılıklarını
sınıfsal işbirliği politikasından doğan bir bölünmeye son verilmesi
tulumlarının yeni şaraba uygun düşmediği durumlarda, yeni şarabı
pekiştirmektedir.
görüşü benimsendi. Bizim için, işçi sınıfının politik bütünlüğü bir
dökmemek ya da onu eski tulumlara boşaltarak bozmamak için
…
manevra değil, bütün emek hareketinin gelecekteki kaderi
gerekli kararlar alınmalı, eski tulumların yerine yenileri
Biz Komünistler, bir sınıf partisiyiz, proletaryanın partisiyiz. Ne var
sorunudur. Aramızda, işçi sınıfının politik birliğini bir manevra
konulmalıdır.
ki, proletaryanın öncüsü olarak, proletarya ile faşizme karşı
olarak yorumlayanlar çıkarsa, onlarla işçi sınıfına zararlı kişiler
Yoldaşlar, devrimci görüş konusunda parlak sözleri, Kongre
mücadeleye ilgi duyan emekçi halkın öteki kesimleri arasında ortak
olarak mücadele ederiz. Çünkü bu konudaki tutumumuz son
raporlarına ve kararlarına özellikle sokmadık. Bunu yapmamızın
eylemler örgütlemeye de hazırız. Biz Komünistler devrimci bir
derece ciddi ve içtendir; proletaryanın çıkarlarıyla belirlenmiştir.
nedeni, devrimci gelişimin temposunu eskisinden daha karamsar
partiyiz; ama faşizme karşı savaşan öteki partilerle ortak eyleme
Bizler, bu birliğin temelini oluşturacak koşullan yerine getiriyoruz.
bir görüşle değerlendirmemiz değil, Partilerimizi, Bolşevik eylem
girmeye de hazırız.
Bu temel koşulları biz icat etmedik. Bu koşullar, proletaryanın
yerine devrimci lafazanlık ya da dünya görüşünün değerlendirmesi
Biz Komünistler son aşamada bu partilerden farklı amaçlar
mücadelesi boyunca edindiği acı deneylerden doğdu. Bu koşullar,
konusundaki boş tartışmalar eğiliminden arındırmak isteğimizdir.
güderiz. Ama amaçlarımıza ulaşma savaşında, faşizmi
milyonlarca Sosyal Demokrat işçinin de acı deneyleriyle vardıkları
İşi oluruna bırakmaya karşı kesin mücadele veren bizler, devrimin
zayıflatacak, proletaryayı ise güçlendirecek durumlarda ortak
isteğe uygun düşmektedir. Bunlar, bütün devrimci emek
gelişme sürecini pasif gözlemciler olarak izlemiyor, bu sürece etkin
mücadeleye hazırız.
hareketinin deneyleriyle sınanmış koşullardır.
biçimde katılıyoruz. Hareketin her aşamasında devrimin çıkarına
Biz Komünistler, öteki partilerden değişik mücadele yöntemleri
Komünizm davası, sapmalara karşı soyut değil, somut mücadeleyi
uygun görevleri, belirli bir aşamanın özgül koşullarının gerektirdiği
uygularız. Fakat biz Komünistler, faşizme karşı kendi
gerektirir. Her türlü zararlı akıma karşı zaman kaybetmeksizin,
görevleri yerine getiren, geniş emekçi halk kitlelerinin politik
yöntemlerimizle savaşırken, öteki partilerin yöntemleri ne kadar
kararlı bir mücadeleye girişilmeli ve yanlışlar zamanında
düzeyini göz önünde tutan bir devrimci eylem Partisi olarak bizler,
yetersiz görünürse görünsün, eğer gerçekten faşizme
düzeltilmelidir. Sapmalara karşı bu gerekli somut mücadelenin
proleter devrimin zaferi için gerekli özel ön koşulların
yöneltilmişse, onları da destekleriz.
yerine -hayali sapmalar veya dönekler avına çıkmak gibi- bir çeşit
gerçekleşmesini hızlandırıyoruz.
***
spor merakı yaratmak, bağışlanmaz bir yanlıştır. Parti
Manx şöyle demiştir:
Emperyalist savaşların kapitalizmin ürünü olduğu, ancak
çalışmalarımızda, yeni sorunların formüle edilmesi için insiyatifin
"Olayları oldukları biçimde ele almalıyız; yani devrimci duyguları,
kapitalizmin yıkılmasıyla bütün savaşlara son verilebileceği
geliştirilmesi desteklenmelidir. Parti çalışmalarıyla ilgili sorunların
değişen koşullara uygun olarak kullanmalıyız."İşin özü budur. Bunu
doğrudur; ne var ki emekçi halk kitlelerinin militan eylemleriyle
her açıdan ele alınarak tartışılmasına yardımcı olmalı. Parti
hiç unutmamalıyız.
emperyalist savaşı önleyebilecekleri de bir gerçektir.
üyelerinin pratik sorunlarla ilgili her kuşkusunu veya eleştirisini bir
Yoldaşlar;
…
sapma olarak nitelememeliyiz. Yanlış yapan bir Yoldaşa, bu
Dünya Kongresinin kararları kitlelere iletilmeli, kitlelere açıklanmalı,
İnsanların savaşa duydukları nefret, sürekli olarak derinleşmekte
yanlışını pratikte düzeltmek olanağı verilmeli ve sadece
kitlelerin eylemine bir rehber durumuna getirilmeli, kısacası
ve yoğunlaşmaktadır. Burjuvazi, emekçi halkı emperyalist
yanlışlarında inatla direnenler, Parti içinde bozgunculuk yapanlar
milyonlarca emekçi halkın kanı ve canı niteliğine sokulmalıdır!
savaşların uçurumuna itmekle, kendi başını yemektedir. Bugün
acımasızca cezalandırılmalıdır.
Bu kararların uygulanmasında, işçilerin kendi çevreleri içindeki
sadece işçi sınıfı, köylüler ve öteki emekçi halk değil,
İşçi sınıfının birliği için çalışan bizler, Partilerimiz içindeki birliği
insiyatiflerini, Komünist Partilerin taban örgütlerinin ve emek
bağımsızlıkları yeni savaşlarla tehdit edilen ezilen uluslar ve
sağlamak için çok daha büyük güçle çalışmak zorundayız. Bizim
hareketinin insiyatifini artırmamız gerekir.
güçsüz halklar da, barışın korunması davasına dört elle
saflarımız içinde hiziplere ve hizip entrikalarına yer verilemez.
** *
YAZI
sarılmaktadır. Dünyanın yeniden paylaşılmasında zarara
Saflarımızın demirden birliğini hizipçilikle parçalamaya çalışanlara,
Devrimci proletaryanın temsilcileri buradan ayrılırken, biz
uğrayacaklarından korkan büyük kapitalist devletlerden bazıları da
Lenin'in bize öğrettiği Bolşevik disiplininin ne olduğu gösterilecektir.
Komünistlerin işçi sınıfı kaderinin sorumluluğunu taşıdığımız, emek
bugünkü durumda savaşı engellemekten yanadırlar.
Partiler içinde. Partilerinin karşılaştıkları güçlüklerden, düşmanın
hareketinin, kendi ulusumuzun ve bütün emekçilerin kaderinin
Bu durum, işçi sınıfının, bütün emekçi halkın ve ulusların,
açtığı yenilgi yaralarından yararlanarak, kendi hiziplerinin
sorumluluğunu yüklendiğimiz inancını kendi ülkelerine
emperyalist savaş tehlikesine karşı çok geniş bir Birleşik Cephe
tasarılarını gerçekleştirmek, kendi grup çıkarlarını sürdürmek
iletmelidirler.
kurmalarına olanak yaratmaktadır. Kongremiz, Sovyetler Birliği'nin
isteyenlere, bu sözlerim bir uyarı olsun. Parti herşeytn üstündedir!
Dünya, işçilerin elleriyle kurulmuş dünya, toplumsal asalaklara ve
barış politikasına ve milyonlarca emekçi halkın barış isteğine
Partinin Bolşevik birliğini gözbebeği gibi korumak Bolşevikliğin ilk
aylaklara değil, biz işçilere aittir. Kapitalist dünyanın bugünkü
dayanarak, sadece Komünist öncüler için değil, bütün dünyanın
ve en yüce kanunudur!
yöneticileri geçicidir.
işçi sınıfının ve bütün ülkelerin halklarını kapsayacak genişlikte bir
Kongremiz, bir Bolşevik özeleştiri. Komünist Enternasyonal ve
Dünyanın gerçek sahibi, yarının sahibi proletaryadır. Ve proletarya
savaş karşıtı Birleşik Cephe geliştirme görüşünü benimsemiştir. Bu
onun bölümlerinin liderliğini güçlendirme kongresidir.
dünyanın her ülkesinde kendi tarihi haklarını elde etmeli,
dünya çapındaki cephenin gerçekleşme ve eyleme geçme oranı,
Saflarımız arasındaki yanlışları, güçsüzlükleri ve eksikleri açıkça
egemenliğini kendi eline almalıdır.
faşistlerin ve öteki savaş kışkırtıcılarının yakın bir gelecekte yeni
ortaya koymaktan korkmuyoruz;
Yaşasın işçi sınıfının birliği!
EKİM 2011
Sanatta İdealizm, Postmodernizm ve Sosyalizm Günümüzde sosyalist sanatın ve sanatçıların sorumluluğu daha da artmaktadır. Bir dönem sosyalist sanatın karşısında apaçık sadece idealist sanat vardı. 1980'li yıllardan sonra kapitalizm idealist sanatı yeni bir vitrinle güncelleyerek sanki farklı bir şeymiş gibi postmodern sanat olarak namluya sürdü. Amacı yenilikçi gözüken çarpık anlayışla sosyalizmi ve sosyalist sanatı kıskaca almaktı. Bizim görevimiz elbette yanılgılara karşı kapitalizmin anlayış tarzlarını çözümlemek ve teşhir etmektir. İdealizm ve materyalizm arasındaki kavga, eski ile yeninin, yeni düşüncelerle eski düşüncelerin kavgasıdır. Eski ile yeninin bu mücadelesi elbette özü yönüyle sınıfsaldır. Son düzlemde ise emperyalizmin-kapitalizmin yeni kültürel ideolojisi postmodernizm karşımıza çıkar. Postmodernizm, sınıfsız iddialı bir bakışla eski ve yeni değil, insan benliğindeki sonsuz serüvenleri, insan benliğinin labirentlerini gezer durur. Sol maskeli postmodern yazarlar bu hâle kibarca “sıkışmışlığın sanatı” diyorlar. İnsanı kendi bireyine hapseden postmodernizmin bu duruşuyla hangi sınıfa hizmet ettiği açıktır. Bugün için idealizm, burjuvazinin safında, ona hizmet etmek demektir. Postmodernizm, emperyalizmin-kapitalizmin çeşitli olanaklarını kullanabilen daha örgütlü ve daha tehlikeli bir kültür öğütme makinesidir. Sosyalizm, dünyayı insanın mutluluğu için değiştirmeyi ve yeryüzünü bir aile hâlinde birleşmiş insanlığın güzelim yeri durumuna getirmeyi amaçlar. Sanatı zenginleştirebilecek ve insanın sanata saygısını pekiştirecek bu tutum, sosyalist sanatın temel programıdır.
İdealist sanat, olay ve durumları betimlemekle yetinir. Postmodernist sanatın olay ve durumlarla işi yoktur. O, bireyin gizil dünyasını mıncıklayıp durur. Sosyalist sanat, somut durumların somut çözümlemelerini yapar; nesnel gerçekliği değerlendirir ve dönüştürür. İdealist sanat, nesnel gerçeğin yasalarını, bu gerçeğin görünen yüzünü etkin biçimde anlatmak için kullanır. Postmodernist sanatın nesnellikle işi yoktur. Nesnel gerçekliği kabullenmez. O, öznel durumların “benlik”teki yansımasıyla ilgilidir. Sosyalist sanat, nesnel gerçeğin yasalarını, bu gerçeği etkin bir biçimde değiştirmek için kullanır. İdealist sanat, dünyadaki sefaleti tarafsız bir bakışla betimlediğini iddia eder. Postmodernist sanat, sefaleti görmez, onun işi insan bilincindeki sefaleti körüklemektir. Sosyalist sanat, bu sefaletin ortadan kalkması için verilmesi gereken kavgayı ve bu kavgayı veren insanları gösterir. Bu konuda gereken eleştiri ve özeleştiriyi yapar. İdealist sanat, gerçeğin salt gerçek olduğunu söylemek demektir. Postmodernist sanat, gerçeklerle değil, gerçekliğin zihindeki yanılsamalarıyla ilgilenir. Gerçeklik alanını bilime terk eder. Sosyalist sanat, gerçeğin
KÜLTÜR-SANAT gerçekte nasıl olduğunu söylemek demektir. İdealist sanatta ilham ve doğaçlama öne çıkmaktadır. Postmodernist sanat, güdülenmiş bir sanat olduğu için olsa olsa yükleme vardır. Kültür emperyalizminin çıkarına bir yükleme. Sosyalist sanatta ise, önceden kurgulamak ve en küçük ayrıntısına kadar planlamak başattır. İdealist sanat, olay ve olguları görünen yüzüyle aktarır. Postmodernist sanat, olay ve olguların metafizik yansımasıyla ilgilenir. Gerçeğe dayalı olgulardan çok kurguya dayalıdır. Sosyalist sanat ise, olay ve olgulardaki sınıfsal çelişkileri; üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki çelişkileri inceler. İdealist sanat, olaylar ve olgular karşısında salt gözlerini ve kulaklarını açık tutar.YPostmodernist AZI sanat, olay ve olgulara gözlerini kapar, meditasyona dalar. Sosyalist sanat, olay ve olguların arka planındaki gerçeği araştırır, olay ve olguları diyalektik bir çözümlemeye tabi tutar. İdealist sanatta sanatçı, ilkece, kavramlarla ilişkidedir. Postmodernist sanatta kavramların içi boştur. Sosyalist sanatta ise, gerçekliği algılama ve anlatmada kavramların yardımına başvurulur. Postmodernizm, sanat ve edebiyatın başlangıçtan bugüne aştığı yolu, hemencecik sıçrayıp aşma çabası içindedir. Bunun sonucunda çılgın, ani, akıldışı, tepkisel fırça vuruşlarıyla ortaya çıkan tablolar, kapitalist sistem içinde yeni bir değişim ve yatırım aracı olarak ortaya çıkmaktadır. Edebiyatta ise, monologa dayalı, yazarın iç benliğine dönük her konuda oluşturduğu otomatik metinler, vitrinlerin başköşelerine oturtuluyor. Bu metinlerde, uzun araştırmalar, gözlem ve deneye dayalı çabalar çok azdır. Postmodernist edebiyatta yazar ve okur, her şeyden bağımsız bir olgu konumundadır. Topluma dair var olan olgular, yazarın kendi egosuna göre oluşturduğu kurgudan öteye geçmez. İdealizm, düzenin kalıcılığını sağlayacak, egemenlerin iktidarını güçlendirecek yapıtlar üretir. Postmodernizm, yüzyıllar boyu etkisi sürecek yazar ve yapıtlar yerine, kapitalizmin tüketimi tetikleme yasası gereğince bir çırpıda okunup sakız gibi çiğnenip atılacak yazar ve yapıtlar piyasaya sürülmektedir. Yapılmak istenen, “insan hayvandır” tezinde yeni bir edebiyat yaratmaktır. İnsanı hayvanlaştırma çabasındaki neoliberal saldırı sanatının karşısında sosyalist sanatçılar, bu etkilerden uzakta daha birleşik ve bilinçli bir sanat mücadelesi vermek zorundadırlar. Sonuç olarak, bugün idealist ya da postmodern burjuva sanatçılarının büyük çoğunluğu konformizmin etkisinde kalarak, kendisini öteleyerek, kendine yabancı “uslu” üretiyorlar. Yalnızca kendilerini ve kendilerine biat eden azıcık okuru ya da sanat izleyicisini tatmin edebiliyorlar. Postmodern burjuva şairler muhalif ve müdahil olamazlar. Çünkü muhalif ve müdahil şairler düzene göre “suç işleyen” eserler üretmektedirler. Bu sanatçılar, iktidarın dayatmalarından ve onların verebileceği acılardan korkmazlar. Egemen edebiyat ortamının tüm olanakları sanal bir elmadır. Bu elmayı yiyerek varlığını sürdüren ve ısmarlama eserler üreten “uslu şairler”, “elma kurdu” olarak şükredip duracaklar. Diğerleri de “kitap kurdu”, “hayat kurdu” olarak hayatın ve kavganın içinde olacaklar, inançla, hırsla ve aşkla! Sanat Cephesi Dergisi – Sayı 6
SAYFA 10
Grup Yorum Konseri Düzenleniyor… Daha önce Baraka Kültür Merkezi,Barikat Gazetesi, Gelecek Gazetesi ve YKP'nin katkıları ile düzenlenmesi adı altında yola çıkılan ve daha sonra Gelecek Gazetesi'nin tek başına alıp düzenlediği konser 1 Ekim gecesi saat 19.30'da Atatürk Spor Kompleksi antrenman sahasında gerçekleştiriliyor…! Grup Yorum konseri öncesi basıma giren gazetemiz hakkındaki detaylı haberimizi Kasım ayında çıkacak sayımızda ele alacağız… Herkesi bu konsere davet ediyor; Grup Yorum'un devrimci müziğini dinlemeye çağırıyoruz…
Kıbrıslı Rum Panikos kurbanlarının vicdan Neokleus'un Khora azabı ve ağırlığı altında Yayınlarından çıkan bir hayat sürdürüyorlar. son kitabı “Tarihe Yazar Panikos Işık Tutan Anılar”, Neokleus'un “1974'te İstanbul'daki Taksim Kıbrıs'ta Göz Ardı Hill Otel'de yapılacak Edilenler” adlı ilk bir etkinlikte kitabı da oldukça ilgi tanıtılıyor… görmüş ve tartışılmıştı. Kitap özeti şu şekilde “Tarihe Işık Tutan okuyuculara Anılar” da tarihimizin aktarılıyor: belli bir kesitini tüm Belki Suat, Petros ve gerçekliğiyle açığa daha niceleri katilleri çıkarması bakımından affetmiş olabilirler. güzel bir kitap…! Lakin ben bu insan kılıklı canavarların 36 yıldır serbestçe aramızda dolanıyor olmaları gerçeğini kabullenemiyorum. Onlar, annesinin kucağındaki 7 aylık yavrucağa hiç tereddüt etmeden kıyan canavarlardır. Şimdi ise ortalıkta serbestçe dolaşıyorlar ve hayatın tadını çıkarıyorlar. Kim bilir belki aralarından Yazar, “Dünyadaki bazıları kamuoyu hiçbir çocuğun tarafından saygıdeğer Kıbrıs'ta 1963 ve 1974 vatandaşlar olarak yıllarında çocukların benimsenmiş bile yaşadığı zulmün bir olabilir. Ne yazık ki benzerini hiçbir zaman bu insanların yaşamamasını dilerim” cezalandırılmaları sözleriyle başladığı için kimse bir çaba kitap Khora Kitap Cafe sarf etmedi. Sonuçta ve tüm seçkin cezalandırılmadılar kitabevlerinden temin ama muhtemelen edilebilir.
BİLİM-TEKNOLOJİ
EKİM 2011
ABD Telsiz Füzesi Üretti..! ABD; anavatan Sovyetler'e nükleer bomba atılması olasılığı için ürettiği 30 yıllık kıtalararası balistik bir füzeyi kullanarak, en son teknoloji ürünü askeri bir uyduyu uzaya gönderdi. TacSat-4 isimli uydu; (Taktik Mikro Uydu 4), ABD ordusuna “hareket halinde” iletişim sağlayacak. Bu kapsamda, tüm konuşmalar, veriler, ABD ordusunun herhangi bir üyesi tarafından kullanılan el telsizine doğrudan aktarılabilecek. Donanma Araştırma Bürosu (ONR) yetkilisi Larry Schuette, “Elimizde ihtiyacımız olmayan bir Minatour 4 tipi füze vardı ve ona savaş başlığı takmak yerine uzaya bir yolculuğa yolladık” dedi. Oldukça küçük olan ve mikro uydu sınıfına giren TacSat-4, 450 kilo ağırlığında. Alaska eyaletindeki Uzay Havacılık şirketinin Kodiak Ateşleme tesisinden fırlatılan uydu, 3.66 metre uzunluğunda yüksek frekanslı antene sahip. Türkiye'de yayım yapan bir
gazete'deki habere göre, TacSat-4, sahip olduğu teknoloji sayesinde ABD ordusundaki yüz binlerce telsize doğrudan erişim sağlayabilecek. Schuette, “Sürekli hareket eden bir ordu, hareket halinde iletişim gerektiriyor ve bunu başarmak için gereken altyapıyı kurmamız gereken yer uzay” dedi. Özellikle Afganistan işgalinde yüksek frekansa bağlı çalışan telsizleri kurmak için hareket imkânı oldukça zor arazilerde tepelere çıkmak zorunda kalan işgalci ABD askerleri, birçok defa militanların hedefi oldu. Ancak TacSat4 ile bu sorunun üstesinden gelmeyi planlıyorlar… Pentagon'un yakın dönemde sunduğu yeni uzay stratejisi kapsamında yapılan Tacsat-4, ABD ordusu için üretilen yeni nesil uydulardan en sonuncusu. Ordunun kullanımı için fırlatılan ilk mikro uydu 16 Aralık 2006'da uzaya gönderilen TacSat-2 olmuştu. Kısacası artık ABD dünyayı bölerken
“Devrim'i Tahmin Eden” Bilgisayar mı ? Emperyalizm'in en büyük korkusu işçi sınıfı öncülüğünde, ezilen halkların; “şamarı” sistemin ensesine indirmesi ve kurtuluşa doğru gitmeleridir.. ABD ise dünya'nın her köşesinde bu korku ile yaşamaya devam etmektedir.. Geçtiğimiz ay ABD'de bir bilgisayar yapıldı…! Illinois Üniversitesi Beşeri Bilimler Bilgisayar Enstitüsü'nde yapılan çalışmada bir süperbilgisayara dünyadaki önemli olay ve gelişmeleri içeren 100 milyon haber yüklendi. Bilgisayar, Libya ve Mısır'daki “sözde” devrimler öncesi “ulusal hassasiyetteki kötüleşmeyi” bir grafik çizelgesi ile ortaya koydu…! Emperyalizm'in piyon olarak kullandığı sözde “bilim adamları” haber kaynaklarını, ABD hükümetinin Açık Kaynak Merkezi, New York Times Gazetesi arşivi ve BBC medya takip merkezinden aldıklarını belirttiler… Haberler “ruh hali” ve “yer” şekline göre analiz edilirken “Ruh hali” haberin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu, “yer” ise olayların nerede geçtiği ve hikayede yer alan kişilerin bulunduğu mekanları temsil ediyor. Ruh hali kıstası, “korkunç,” “dehşet verici” ve “hoş” gibi kelimeleri arıyor. Bilgisayar algoritması “yeri” bulduktan sonra coğrafi kordinatlarına kadar hesaplayıp, “ruh halini” ise 100 trilyon ilişkiye göre hesaplıyor…Saniyede 1 trilyon kayar nokta işlemi yapan süperbilgisayar, Arap ülkelerinde yaşanan krizi ve “ruh halinin bozulmasını”
ister kırsal kesimde, ister şehir tipi bölgelerde, “telsiz” iletişimini uzayı da kullanarak yapacak…! Peki ya SSCB gibi güçlü sosyalist bir devlet bugün var olsaydı; sizce bu kadar rahat hareket edebilecekmiydi ABD? Uzay'daki uygusu ile bu kadar rahat işgalleri telsiz üzerinden yönetebilecek miydi?
YAZI Biz buna inanmıyoruz..! ABD, dünya'nın birçok yerinden; ister IMF aracılığı ile sömürdüğü her ülkeden, ister NATO üyeliği verdiği ve silah cephanesi haline getirdiği her
bulmayı başarmıştı… Şimdi aklımıza takılan birkaç nokta var…! Emperyalizm bu derece ileri bir teknolojiye ulaşmış ve hangi ülkede, hangi konuda, hangi mekanda ve hangi üretim koşullarında ne gibi krizlerle karşılaşabileceğini hesaplar konuma gelmiş olabilir..!
Buna karşı maksimum alabileceği önlem sizce nedir? Bu yukarıdaki bilgisayar'a benzer bir bilgisayar geçmişte yine ABD tarafından “ülkelerin ekonomik gidişatını” göze alan çerçevede ne zaman krizlerin kapıya dayanıp dayanmayacağını hesaplayan özel bir tasarım hazırlanmıştı… Bunun adı korkudur…! Bunun adı “halkların örgütlü mücadelesinden” o
Julian Assange İnternet'i Yorumladı..! WikiLeaks'in kurucusu ve başkanı Julian Assange 'tüm problemlerine karşın internetin insanlığın aydınlanmasına hizmet ediyor' dedi. “İnternet televizyonun pasifliğine karşı büyük bir panzehir” ifadesini kullanan WikiLeaks kurucusu, internette ise birikim ve paylaşım olduğunu vurguladı. Assange şöyle devam etti: “Öğrenilen dersler, edinilen bilgiler birikebilir, yani bir kişinin önceden söylediği ile şimdi söylediği birikebilir ve karşılaştırma yapılabilir; bu açıdan bakıldığında internet harika bir şeydir. Çünkü temelde, internette bilgi paylaşımı söz konusudur. İnternetin en büyük sorunu ise, dünyanın gördüğü en etkili casusluk makinesi olması. Biz tüm iletişimimizi, aile ile ilgili olanları, iş dokümanlarımızı, özel yazışmalarımızı internete koyuyoruz. Bunun sonucunda da, interneti dışarıdan kontrol edebilecek kadar güçlü bazı organizasyonlar, milyonlarca kişi ile ilgili emsalsiz bilgiye kolaylıkla ulaşabiliyorlar.” Süper güçlerin üstün bir ajanı olarak “interneti” tarif eden Assange bizce bu konuda çok haklıdır… Dünya üzerinde şuan var olan en büyük ve en geniş “ağa” sahip iletişim aracı internettir.. Birçok devlet veya devlet organı; kendi istihbarat örgütlerini ve ajanlarını kuşkusuz internet üzerinden başka ülkelerin ve/veya kitlelerin kurumsal sayfalarına sızdırmakta ve bilgi çaldırmakta ve hatta zarar vermektedir…! Her kurumun kendi iç ağı da; dış'a bağlı olarak internet üzerinde de faaldir.. Yani interneti kuran ABD aslında bu yolla dünyanın en bucak köşesinden her yeri bu büyük ağ sayesinde gözlemleyebilmektedir… Peki ne yapmalı? İnterneti kullanmaktan mı korkmalı? Bu çözüm olacak mıdır? Kimileri böyle hayaller peşindedir..! “Kapitalistlerin konrolü altında olan bir teknoloji ağında nasıl devrimci propaganda yapılabilir” demektedir.. Biz bu arkadaşlarımızla hemfikir olmadık olmayacağız…! İnternet kontrolü kapitalistlerin, emperyalist karanlık güçlerin elinde bile olsa, doğru kullanıldığı takdirde çok hızlı bir iletişim aracıdır ve faydalanmak gerekir..! Belki faşizm'in egemen olduğu ülkelerde devrimci kesimlerin internet kullanımlarındaki “karanlık güçlerin gözlemi” daha yoğun bir çizgidedir…! Mevcut düzende de internet, telefon, kablosuz ağlar v.s. herşey burjuvazinin elindedir…! Peki beklenti nedir? Burjuvaların elleri ile kurdukları internette, devrimcilere rahat nefes
SAYFA 11
ülkeden, isterse işgal ettiği her yerden; yeryüzünde karadan, denizden ve havadan askeri ve siyasal iletişimini son teknolojiyi kullanarak yapmakta ve bundan çekinecek bir gücü karşısında sezmemektedir…! Stalin dönemindeki gibi bir SSCB eğer bugün dünyada var olsaydı; ABD bunları hiçbir şekilde gerçekleştiremeyecek, ister yeryüzünü ister evrenin hiçbir köşesini bu kadar rahat kullanamayacaktı… Uzay'a değil ki asleri uydu gönderip, yeryüzündeki işgali yönetmek; ortadoğu'ya belki asker bile gönderemeyecekti… Fakat şuan meydan boş…! Bu gibi askeri uyduları ABD göndermeye belli ki devam edecek…! Ama elbet cevabını da alacak dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarından…! Elbet o kullandıkları teknoloji ve üretim araçları, ezilenlerin ve emekçilerin ellerine geçecek…!O zaman işler daha farklı olacak…! Hep birlikte yaşayıp göreceğiz…!
derece bir korkudur ki “artık masa başında elde kalem kağıt, önlerindeki 100 seneyi hesaplama işlerini de geçmişler; tamamen bilgisayar ortamına bilgileri yükleyip hesaplarını daha da teknolojik temellerde götürtüp hedeflerini belirlemeye çalışmaktadırlar…!” Peki ama öyle bir bilgisayar teknolojisi olabilirmi ki örgütlü bir halkı yenebilsin? Hangi bilgisayar mikroçip'i devrim'in önüne geçebilecek? Hangi bilgisayar işçi sınıfı ve ezilen halkların kendi kaderini tayin etmesine engel olabilecek? Bilgisayarda hesaplar doğru bile çıksa, bu bilgilerle yola çıkan hangi emperyalist veya gerici güç, herhangi bir devrim'in önüne geçebilecek? 1917 Sovyet Devrim'inde Burjuvazi yine teknolojik olarak çok daha güçlüydü…! Ama sonuç ne oldu? Demek ki ezilen örgütlü halk yığınlarına hiçbir üst düzey teknoloji engel olamıyor..! Bunları burjuvalar iyi hatırlar..! Unutmuşlarsa biz devrimciler günü gelir tekrar tekrar onlara hatırlatırız..! Varsın, üst düzey “ruh hali ve yeri” programlarını yazmaya, yeni yeni “kriz hesaplayıcı bilgisayarlar” üretmeye devam etsinler…! Hesabını günü gelir acı acı alırız…! Bakalım bakalım o bilgisayarlar ve programları onları kurtarabilecekmi örgütlü işçi sınıfı ve halkın onlara indireceği tokattan..! Hep birlikte göreceğiz..!
aldıracaklarını mı düşünmeli? Bu saçmadır…! O zaman çözüm bizce şudur: Herşeyden önce yaşadığımız burjuva düzende nasıl üretim araçları burjuvazi'nin elinde olduğu için tüm devlet organları onların elindeyken; ülkemizde yaşamayı ve yaşama kavgası içinde mücadele etmeyi öğrendiysek; interneti de bu şekilde bir mücadele aracına çevirmeyi öğrenmemiz gerekir.. Bir “amaç” değilse ve olamazsa bile, internet ortamı çok güzel bir “araçtır” ve devrimcilerin arasındaki mesafeyi iletişim alanında kısaltabilen bir araçtır…! Devrimcilere gelen mail ve mesajların başka şahıslarca “mutlaka” okunup okunmadığını kestiremeyebiliriz…. Çünkü bunu yapacak olan “şahıs veya gruplar” muhtemelen işin uzmanları olacaklardır…! İz bırakmayacaklardır…! Ama devrimciler de bu gibi konulara karşı önlem almayı öğrenmişlerdir ve öğrenmeye devam etmelidirler..! Teknoloji çağındaki internet ortamında sınıf mücadelesini yürütürken de uyanık olmamız sorunu çözecektir…! Tanınmayan mailleri açmayalım…! “Şüpheli” bulduğunuz internetten inen dosyaları açmayalım…! Windows yerine olabildiğince Linux gibi “açık kod” işletim sistemlerini kullanalım…! Kişisel şifrelerimizi sürekli olarak değiştirip, bilgisayarın dahili değil, harici sabit disklerinde korumaya özen gösterelim -Hatta şifrelerimizi sadece aklımızda tutup herhangi bir elektronik ortamda tutmamak en garantilisi…!Birden fazla antivirüs programı kullanalım; böylelikle birinde olan güvenlik açığını öbürü kapatacaktır-...! Bu gibi önlemleri çoğaltmak mümkündür…! Bunları ve daha fazlasını yapalım…! Kısacası her türlü önlemi alıp bu aracı kullanalım..! Eğer önlemler gene de yetmeyecekse, zaten “üst düzey bilgileri” ulaştırma yolu internet değil farklı bir yol olabilir…! “İnternet üzerinden gitmesine güvenilmeyecek kadar gizli evraklar varsa” zaten bunu internet ile göndermemekte fayda vardır…! Bu yollar sadece üst düzey bilgiler için kullanılabilir… Veya günün sonunda biz devrimciler de “internetin arka yollarını öğrenip” kendi teknolojik güvenliğimizi sağlayabiliriz…! Yeter ki isteyelim ve bunun da mücadelesini verelim…
EKİM 2011
DÜNYA
SAYFA 12
Suriye'de Durum Vahim...! Suriye hükümeti geçtiğimiz ay, yeni bir reform paketi açıkladı. Sendikalarla birlikte yapılan belli başlı görüşmelerin ardından emperyalist kuşatmalar karşısında, geniş kapsamlı reformlarla, işçi kesiminin daha iyi yaşam koşullarına sahip olabilmesi için bir hareket başlatıldığı kamuoyuna yansıdı. Açıklanan reform paketinin temel aldığı konunun ekonomi olduğu belirtilirken, kamu sektörü ile ekonomik kalkınmanın en önemli dayanaklarından birinin oluşturulduğu ve hükümetin tarım sektörü yanında turizm ve sanayiye de kaynak arayışı içerisine gireceği belirtildi. Ayrıca reform paketi kapsamında, hükümetin, idareyi merkezden yerele doğru yapıldığı dönemde bunun genişletilmesinin sağlanacağı ve konut projelerine daha fazla önem verileceği kaydedildi. Emperyalist kuşatmaların gölgesinde varlığını sürdüren bir ülkenin, reformlarla emperyalist kuşatmayı durdurması veya önüne geçmesi mümkün değildir. Reformist bir yaklaşım, varlığını sürdüren emperyalist kuşatmaları tam anlamıyla durdurmayacak, ancak ve ancak belki biraz hızını kesmekle yetinebilecektir. Başlı başına değişmesi ve karşısında durulması gereken sistemin ta kendisidir ve bunun için sınıfsal bir savaşın ortaya konulması gerekmektedir. Özellikle işçi kesimin haklarının çiğnenmemesi adına reform yapma girişimde bulunan Suriye hükümeti,çok derin tartışmalara yol açmış dünyanın her yerinde ve her döneminde işçi hareketlerini zarara uğrattığını, işçi hareketlerinin önündeki en büyük engeli teşkil ettiğini devrimci kesimler asla unutmamalıdırlar..! Ekonomik anlamda bu gelişmelerin yaşandığı Suriye'deki bir başka gelişme ise “Özgür Subaylar” adlı bir grubun silahlı mücadeleye girişme karar oldu. Uzun bir süre gündemi meşgul eden muhalefetin konumunun ne olacağı, nasıl bir mücadele sürdüreceği tartışılırken, bir süre önce kuruluşunu ilan etmiş olan muhalif Özgür Suriye Ordusu, Libya örneği bir yapılanma ile silahlanacağını açıkladı. Esad yönetimi, hem emperyalist güçler tarafından hem de muhalif kesimler tarafından devrilmeye çalışılmaktadır. Elbette ki muhalifler ile emperyalist güçlerin Esad yönetimini devirmekteki amaçları birbirinden farklıdır. Ancak, emperyalist güçler zaman zaman muhalif kesim lehine zaman zamansa başka şekillerde açıklamalar yapmaktadırlar. Böylelikle emperyalist emellerine ulaşabilmek adında belli dönemlerde muhalefetten faydalanmak istedikleri görülmektedir. Oysa emperyalistlerin hedefi, sistem adına herhangi bir değişiklik yapmaksızın, daha önce sıkı fıkı ilişkileri bulunan Esad yönetiminin yalnızca yüzünü değiştirerek, Suriye'de yeni bir işbirlikçi yapılanma yaratmak ve daha sonra bunun, ülkeye özgürlük getirmeye yönelik bir hareket olduğunu ileri sürerek insanları kandırmaktır ve ülke kardeş halklarını ve emekçilerini yok etmektir. Bunların örnekleri daha önce de yaşanmıştır. Petrol rezervlerini ele geçirmek adına saldırdığı Irak için ABD, ülkeye özgürlük, huzur ve barışı getireceğini söylerken kan dökmüş, büyük kıyımlar gerçekleştirmiş ve buna henüz son vermemiştir. Böylelikle petrol rezervlerine sahip olmakla kalmamış, kendisine Ortadoğu'da kayda değer bir de büyük Pazar elde etmiştir. Muhalefetin, bu noktada bölünmüşlüğü ve dağınıklığı veya emperyalistlerden medet umarak özgürlük getirmesini beklemeleri emperyalist güçlerin işine gelecektir. Bu durumu, ABD Dışişleri Bakanı da verdiği bir demeçte açık bir şekilde ortaya koymuş ve kimi destekleyeceklerini bilemedikleri yönünde bir açıklama yapmıştı. Özgür Suriye Hareketi, silahlı mücadeleye başlama kararı aldıktan sonra bu silahlı hareketin başladığının haberini Washington Post aracılığı ile duyurdu. Telefon aracılığı ile açıklamalarda bulunan örgüt temsilcisi Asaad, mevcut Esad rejiminin yıkılması için silahlı mücadelenin kaçınılmaz olduğunu, bu yönetimin devrilmesi için güç kullanılmasının ve kan dökülmesinin gerektiğini belirtti. Ayrıca, Asaad, şu ana kadarki süreçte verdikleri kayıplara bakıldığı zaman silahlı mücadele sürecinde de pek bir fark olmayacağını, kayıpların sayısında ciddi bir artış olmayacağını ifade etti. Son olarak Asaad, silahlı mücadele başlatan örgütün, kısa vadeli hedeflerini şu şekilde ifade etti: “Suriye hakkında uluslararası uçuşa yasak bölge kararı çıkartmak, “dost” ülkelerden silah temin edip top yekun bir saldırı başlatmak ve en önemlisi de, Suriye'nin kuzeyinde bir tampon bölge oluşturmak.”
Silahlı mücadele koşulları, başlatılan bir mücadelenin hedefe ulaşmasından önceki son aşamasıdır. Bu aşamaya gelindiği taktirde, yıkılması hedeflenen düzenin veya rejimin yerine nasıl bir sistem getirileceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Suriye'de silahlı mücadele başlattığını beyan eden Özgür Suriye Hareketi, Esad rejimini devirmeyi hedeflediklerini açık bir şekilde dile getirirken, bundan sonraki yönetim şeklinden ve nasıl bir düzen kurulacağından söz etmemektedirler. Bu noktada hedef belirlenmesi için, mücadelenin bir zemine oturulması gerekmekte ve belirlenecekYolan AZhedefe, I rejim yıkıldıktan sonra ulaşabilmenin yöntemleri geliştirilmesi gerekmektedir. Kuşatmanı Yöntemleri Aranıyor: Suriye'de bu gelişmeler yaşanırken bir yandan da emperyalist kuvvetlerin ülke üzerindeki kuşatmalarına, yeni yöntemler geliştirilmeye çalışılıyor. Büyük devletler, Suriye konusunu gündemlerine son olarak BM Güvenlik Konseyinde alarak, adeta kendi aralarında bir yarışa girmiş durumda. Esad yönetimi için daha önce de ortaya konulması tartışılan çeşitli yaptırım önerilerine, 27 Eylül tarihi itibarı ile bir yenisi eklendi.
Daha önce Çin ve Rusya'nın açık bir ifade ile reddettikleri acil yaptırım önerisi geri çekildi. İngiltere, Fransa, Almanya ve Portekiz'in sunduğu önerinin, Rusya ve Çin'i ikna etmek adına zaman kazanma niteliği taşıdığı basına yansıyan haberler arasında yer aldı. Acil yaptırım önerisinin yerine getirilen yeni öneri ise,
sivillere dönük askeri şiddetin durdurulmaması durumunda yaptırım uygulaması olarak değiştirilerek sunuldu. Böylelikle, yaptırım uygulanabilmesi için daha uygun bir zemin hazırlayarak, amacına ulaşmak için farklı bir yöntem geliştirdiklerini göstermiş oldular. Avrupa Birliği ve ABD, Suriye'ye yönelik yaptırım kararlarını almış durumdayken Çin, Rusya, Güney Afrika ve Hindistan gibi ülkelerin şu an için yaptırıma yönelik tüm kararları veto ettikleri biliniyor. Ayrıca Türkiye'nin Suriye ile ilgili tutumunun ne olacağı merak edilirken Erdoğan, yaptırım kararı alınacağını ilan etti..! Dünya basınına yansıyan haberler genellikle bu yöndeyken, bir gelişme de Suriyeli Komünistler Birliği safında gerçekleşti. Suriye Halk Kurtuluş ve Değişim Cephesi'nin temsilcilerinin oluşturduğu bir grup, İstanbul'da bazı temaslarda bulunarak, Suriye'de yaşananlarla ilgili bilgi aktarmak amacı ile çeşitli sol örgütlerle iletişim kurdular. Temsilciler arasında Suriye Komünistler Birliği Genel Sekreteri Kadri Cemil, Suriye Ulusal Sosyal Partisi Genel Başkanı Dr. Ali Haydar, yazar Mihail Avad ve yazar Şeref Abaza bulundular. Yapılan basın toplantısında ilk olarak söz alan Suriye Komünistler Birliği Genel Sekreteri ve kurulan Cephenin yöneticisi Kadri Cemil, gerçekleştirdikleri ziyaretin amaçlarından bahsetti. Türkiye'de bulunan ilerici devrimci kesimlerle olan ilişkilerini güçlendirmek adına bu ziyaretleri gerçekleştirdiklerini belirten Cemil, batıdaki basının gerçekleri çarpıttığını ifade etti. Olayların çarpıtılmasının önüne geçmeyi hedeflediklerini aktaran Cemil, batının gerçek olmayan olayları gerçekmiş gibi yansıttığını ifade etti. Suriye'de bugün yaşanan gelişmelerin kapitalizmden bağımsız olmadığını ve bunun aslında Amerika'ya ait bir kriz olup, kendi ülkelerine ihraç edildiğini vurgulayan Cemil, bu ihraca da “yaratıcı anarşi” teşhisini koydu. Kapitalist ülkeler, ihtiyacın ötesinde üretim yapılmasını ön görmekte ve daha sonra talep olmaksızın yapılan gereksiz üretimin ürünlerini kendi sınırları içerisinde pazarlayamadığı için emperyalist savaşlar açarak kan dökmek ve toprak kazanmak derdindedirler..Böylelikle, gereğinden fazla üretimin sonucu olarak ortaya çıkan ürünleri, yeni pazarlar oluşturma amacı ile emperyalist politikaları ile birleştirmekte ve savaşlar, iç savaşlar, sorunlar icat etmektedir. Yani bu durumda, ürünlerini satmak uğruna farklı coğrafyalara savaş açarak ihraç etmekte, böylelikle suçsuz birçok insanın zarar görmesini sağlamaktadır..! Konuşmasının başında olayların saptırıldığından söz eden Cemil, buna bir örnek göstererek, 89 güvenlik görevlisinin nasıl katledildiğinden söz etti. Cemil, barışçıl bir gösteri yapıldığı sırada, insanların sistem karşıtı sloganlar atarak eylemlerini gerçekleştirmekte olduğu esnada, farklı bir grup tarafından başlatılan saldırılar 89 güvenlik görevlisinin katledilmesi ile sonuçlandığını anlattı. Barışçıl eylemi gerçekleştirmek isteyen insanların oradaki katliamı engellemeye çalıştıklarını dile getiren Cemil, sonraki gün, silahlı saldırılara engel olmaya çalışanların kaçırıldığını ve işkenceye maruz kaldığını söyledi. Bu hareketleri yapanları ise, dış ve iç güçlerin desteğini alanlar olarak tanımladı. Verdikleri mücadelenin kesinlikle dış müdahalelerden kurtarılması gerektiğini belirten Cemil, Suriye'de varlık gösteren, anti-emperyalist ve anti-siyonist ve yurtsever olmayan kesimlerin, iktidarda kalmayacaklarını belirterek, bunun yolunun dayanışmadan ve ilerici, öncü güçlerin etkinliğinden geçtiğini belirtti. Suriye'de komünistlerin öncelikli görevi, verilen mücadelenin önderliğini eline almak ve mücadeleyi gerek ülkedeki gerici kesimlerden, gerekse emperyalist kuvvetlerden arındırmaktır. Komünistler işçi sınıfı ve ülkedeki tüm ezilenleri kucaklayıcı temelde sınıfsal savaşımlarını vermelidirler...Enternasyonal bir dayanışma örneğinin sergilenmesi, yalnızca Türkiye ile sınırlı kalmamalı, dünya üzerindeki diğer devrimci kesimlerin de Suriye'deki devrimci hareketlerle dayanışma içerisine girmesi gerekmektedir. Emperyalizm zincirine karşı, devrimci güçlerin dayanışma içerisinde olması ve omuz omuza kavga vermeleri gerekmektedir..!
EKİM 2011
Kanlı Ellerinizi Dünya Halklarının Üzerinden Çekin…! Recep Tayyip Erdoğan emperyalizmin tam desteğini alarak Arap halklarının mücadelesinin seyrini değiştirmek, onların isyanını politik çıkarları için kullanmak amacıyla Mısır, Tunus ve Libya'yı kapsayan Ortadoğu turları yaptı. Bu turlar, yandaş medya tarafından abartılmış ve Erdoğan “Ortadoğu'nun Lideri” gibi gösterilmiştir. Ancak medyanın yansıttığı gibi olmamış, Erdoğan'ın bu ziyareti Arap halkları tarafından kuşkuyla karşılanmıştır. Göstermelik yardımlarla, insanlığa mal olmuş özgürlük ve adalet gibi kavramların içini boşaltmış, bu kavramları çıkar-menfaat ilişkilerine indirgeyerek kirletmiştir. Kısacası devlet ve medya emperyalizme uşaklıkta sınır tanımamıştır. Burjuva basında, “Arap baharı turu” başlamadan önce, Erdoğan'ın Gazze'ye gideceği ve Tahrir Meydanın'da kendisini binlerce insanın karşılayacağı haberleri yer almıştı. Ancak Erdoğan ne Gazze'ye gitti, ne de Tahrir Meydanın'da binlerce kişiye hitap etti..! Erdoğan gittiği ülkelerde şeyhlerle, müftülerle görüşmüş, onlara yeni vizyonunu anlatmıştır. Laikliğin ateistlik olmadığını, Türkiye'de laikliğin problem olmadığını söylemiştir. Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, devlet düzenine karşı ciddi bir tehdit oluşturmadığı sürece herkesin istediği dini ve inancı savunması olarak tanımlanıyor...! Laiklik problem değilse, 1993'te Sivas'ta 37 aydın neden öldürüldü? Bu insanlar ateist oldukları için mi öldürüldü? Yoksa bu kokuşmuş düzeni sorguladıkları ve bilimsel, akılcı düşünceyi insanlara ulaştırmak istedikleri için mi öldürüldüler? Onlar ölürken devlet seyretmişti. Devlet katillere ciddi bir ceza vermemiş, zaman aşımını bahane ederek katilleri serbest bırakmıştır. Katiller serbestçe dolaşmaktadır. 1978'de Maraş katliamında Alevi vatandaşlar vahşice öldürülmüş, devlet yine seyretmiştir. Olayların esas sorumluları halen bulunamadı. Ermeni olduğu için öldürülen Hrant Dink'in gerçek katilleri halen bulunmadı. İşçi hakkını aramak için, daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak için grev yaptığında polis copu kafasına iner. Vatandaş ana diliyle konuştuğu için kendi kimliğiyle, kültürüyle var olmak istediği için devlet mahkemelerinde yargılanır, hapse girer. Farklı cinsel kimliği olanlar ise yine devlet şiddetine maruz kalır. Toplumsal cinsiyet eşitliği yoktur. Resmi kurumlar tarafından tanımlanan haliyle, laikliğin farklı kimliklere, kültürlere ve inançlara açık olması gerekir. Ama yaşananlar, üstelik laik devlet eliyle yapılanlar, laikliği sorgulatıyor ve laikliğin kimler için olduğunu düşündürüyor. Laiklik sadece burjuva devletin “sözde” din ve devlet işlerini “farklı” göstermek için kendi ideolojisi çerçevesinde benimsediği ve dini devlet eliyle pompalamak için kullandığı bir araçtır…!! Bugün “laik” geçinen Türkiye,Azerbaycan, ABD, İtalya, Almanya veya İngiltere gibi ülkelerde “cami ve kiliselerin” toplum içinde kapitalist devlet tekeli tarafından ne kadar el üstünde tutulduğu apaçık ortadadır…! Esas olan bir ülkede herkesin “inançlarının olduğunu söyleyebilme cesareti var olması kadar, inançsız olduğunu söyleyebilme cesareti olabileceği” bir devlet modeli kurabilmektir…! SSCB bunun en bariz örneği olmuştu..! Erdoğan Mısır ziyaretinde devlet yetkilileri ve ulemayla bir araya gelmiş ve onlarla birlikte, “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” nin kurulması ile ilgili bildirgeyi imzalamıştır. Erdoğan bu
DÜNYA
yetkililere'de “Değişime direnmeyin, öncüsü olun” çağrısı yapmıştır. Onun değişiminin ne anlama geldiğini biliyoruz. Pişirilip kotarılmış İslam ve sos niyetine kullanılan liberalizm..! Kur'an kurslarını yaygınlaştrmış, cemaatlerin, tarikatların önünü açmıştır. Erdoğan yoksul, emekçi halkın kulağına hoş gelen söylevlerle, göstermelik projelerle gözünü boyamaktadır. Onlara güzel bir gelecek vaat etmektedir. İşçilerin ekmek teknelerini özelleştirme adı altında yabancı sermayeye peşkeş çekmiş, onları daha fazla yoksullaştırmıştır. Erdoğan'ın değişim dediği şey budur.İş adamlarını da beraberinde götüren Erdoğan, Kahire'de Türk-Mısır İş Konseyi Genel Kurulu Toplantısına katıldı. Mısır'daki görüşmenin ardından Tunus'a geçen Erdoğan, Tunus Geçici hükümet başkanı Beji Cihad Essebsi ile görüştü. Görüşmeden sonra yapılan basın toplantısında konuşan Erdoğan, yine laikliğe vurgu yaptı ve bu laikliğin batıdaki gibi bireylerin laik olması değil, devletin laik olması gibi düşünülmesi gerektiğini söyledi. Tunus ta da dostluk ve işbirliği anlaşması imzalandı.
Tunus'taki temaslarının ardından Libya'nın başkenti Trablus'a geçen Erdoğan Ulusal Konsey (NTC) Başkanı Mustafa Abdülcelil ile görüştü. Erdoğan burada yaptığı konuşmada Suriye'yi açıkça tehdit etti. Esad yönetimi zulmetmeye ve kan dökmeye devam ederse sonuçlarına katlanacağı uyarısında bulundu. UGK Başkanı Abdülcelil ile gerçekleştirdiği basın açıklamasında Tayyip Erdoğan, “ Libya halkının her alandaki ihtiyaçları konusunda, siyasi, askeri, ekonomik, ticari, altyapı, üstyapı bütün çalışmalarda Türkiye olarak yardımcı olacağız” dedi. Erdoğan ayrıca “Arap Baharı” na gönderme yaptı ve Libya'da, Tunus'ta ve Mısır'da sözde halkın verdiği özgürlük mücadelesiyle kurulan demokratik yönetimleri örnek gösterdi. Erdoğan gerçekleri çarpıttı. Libya'da güya Kaddafi'ye karşı muhaliflerin verdiği özgürlük mücadelesi palavradan başka bir şey değil. Muhalifler uluslararası savaş örgütü, haydutlar çetesi olan NATO'nun desteğiyle başarılı oldu. Muhalifleri NATO eğitti ve silahlandırdı. Savaş sırasında NATO uçaklarından atılan bombalarla yüz binlerce insan ölmüş, bir o kadar insan yaralanmış ve en az bir milyona yakın insan evsiz kalmıştır. Kanlı savaş sona ermedi, halen devam etmektedir. Emperyalizm girdiği yerleri bu hale getiriyor. Onlar için önemli olan insanlar değil, kanlı savaşlardan elde edecekleri dolarlar ve sterlinlerdir. Yani paradır. Bu amaçlarına ulaşmak için en kanlı planları bile uygulamaktan çekinmezler. “Arap Baharı” turunu tamamlayan Erdoğan ABD'ye gitti ve Barack Obama'yla görüştü. Suriye'ye karşı yaptırımlar, Filistin yönetiminin BM'ye sunacağı tanınma önerisi ve “Arap Baharı” nın gündeme geldiği görüşmenin ardından, basın toplantısı düzenleyen Erdoğan ABD'yle birçok alanda ortak hareket etmeye devam edeceklerini vurguladı. Erdoğan ayrıca ABD'nin Irak'ta kullandığı
SAYFA 13
insansız hava uçağı, “predatorler” ile ilgili açıklamalar yaptı. Erdoğan bu uçakların İsrail'den alınacağını, alınması ile ilgili bir sıkıntı yaşanacağını sanmadığını, sıkıntıları çözmeye çalıştıklarını, bu uçaklar alınmazsa geçici bir süre için yenilerini kiralayabileceklerini belirtti. PKK'yle mücadele konusunda taleplerinin olduğunu, bu taleplerini İsrail'e ilettiklerini ifade etti. TC devleti İsrail'den alınacak silahlarla, “Terörle mücadele” adı altında, varoluş mücadelesi veren bir halkın üzerine bomba yağdıracak. Kan dökülecek ve yeni acıların yaşanmasına neden olacak. Barack Obama Afganistan ve Libya konusunda verdiği destekten ötürü Erdoğan'a teşekkür ederken, PKK'yla mücadele konusunda, Türkiye'ye tam destek vereceğini ifade etti. Karşılıklı çıkarlar söz konusu olduğunda emperyalistler ve işbirlikçileri hemen devreye girip anlaşıyorlar. Öfkelenen, sömürüye boyun eğmeyen ve başkaldıran halkları başka türlü susturamazlar!! Erdoğan Obama ile görüşmesinin ardından BM'in 66. Genel Kuruluna katıldı. Genel Kurul'da konuşan Erdoğan İsrail, Filistin, “Arap Baharı”, Suriye, Kıbrıs gibi birçok konuya değinirken, BM'nin yeniden yapılandırılması gerektiğini ileri sürdü. Libya'ya NATO müdahalesine izin veren BM oylamasında evet oyu kullanan, Suriye, İran konusunda Batı'nın istediklerini yapan AKP'nin BM'yi sert bir dille eleştirmesi hayretle karşılandı. Siyonist İsrail'le ticaret ve silah anlaşmaları imzalayan, Erdoğan, Filistin halkına ekonomik ambargo uygularken, katlederken sesini çıkarmayan, hatta İsrail'e taraf olan Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'nda İsrail'i eleştirmesi ve BM'nin İsrail'in katliamlarına sessiz kalmakla suçlaması iki yüzlülüktür….! Somali konusuna da değinen Erdoğan, bu ülkede yaşananları insanlığın yüz karası olarak nitelendirdi. BM'in ve insanlığın tarihi bir sınavdan geçtiğini, BM'nin belli ülkelerin çıkarları ve istikametinde hareket eden bir kurum gibi değil, bütün insanlığın hukukunu korumak için bir misyon üstlenmesi gerektiğini ifade etti. Açlığın, yoksulluğun acil bir sorun olduğunu fark eden Erdoğan, yardımsever gibi görünüyor. Oysa yıllardır insanlar açlıktan ölüyor..! Erdoğan ,uluslararası kurumlar ve yardım kuruluşları bu insanların açlıktan ölmelerine neden göz yumdular? Timsah gözyaşları dökerek halkları kandıramazlar. İnsanların acılarından faydalanarak politika yapmak çok kolay. Günah çıkarıp, yardımsever rolleri yapmak bu sorunu çözmez, ancak sorunu gizlemiş olur. Ortadoğu'da emperyalist saldırganlığa karşı tutarlı mücadele, ABD'nin tetikçiliğini ve taşeronluğunu yapan, bölgesel gericiliğin simgesi TC sermayesini kapsamak zorundadır. Bu kapsamda olmayan mücadele tutarlı olmayacaktır.Emperyalizme durduracak ve yok edecek Marksist-Leninist partilere, her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Proleteryanın kurtuluş mücadelesini, emperyalizme ve kapitalizme karşı bütün dünyanın mücadele deneyimlerinden faydalanarak hazırlayan Komünist Partilerin yerini hiçbir şey tutamaz. Emperyalizmin savaşlar dönemi, proleterya ve ulusal kurtuluş devrimlerinin yeniden gündeme geldiği ve ortaya çıktığı bir dönem olacaktır. Bu kaçınılmazdır. Yenilmez, yıkılmaz gibi görünen imparatorluklar kumdan bir kale gibi yıkılır. Geriye onlardan hiçbir şey kalmaz. Sadece artıkları kalır. Artıkları zamanla silinir gider. Yeter ki komünistler elini masaya vursun..! Yeter ki ezilen halklara ve işçi sınıfına önderlik edebilsinler ve bilimsel sosyalizm temelinde mücadele versinler..!
EKİM 2011 Filistin,Filistin'de Üreten Emekçilerinindir…! Filistin Yönetiminin BM Genel Kurulu'na, Filistin'in bağımsız devlet olarak tanınması önerisini götürmüş olmasıyla ilgili tartışmalar bitmiyor. İsrail ve ABD'nin karşı çıktığı talep için, Filistin Yönetimi başkanı Mahmut Abbas, işgalin meşru olmadığını göstermek için bu yolu seçtiklerini belirtti. BM'ye başvurduktan sonra Filistinlileri çok zor günlerin beklediğini ifade etti. İngiltere eski başbakanı Tony Blair'in temsilcisi temsilcisi olduğu Ortadoğu Dörtlüsü, Filistin Yönetimi ile İsrail arasında yeni görüşmelerin başlaması için çalıştığı belirtiliyor.
Dörtlü İsrail başbakanı Netenyahuyla görüştüğü ve 1967 sınırları temelinde toprak değişimlerini içeren, ama 1967 ile aynı olmayan sınırların müzakere edildiği bildiriliyor. Filistin Yönetiminin kapsam ve nitelik bakımından aynı olmayan bu plana sıcak bakmadığı belirtiliyor. Kısacası ABD ve İsrail BM oylamasının ardından, Filistin Yönetiminin aleyhine olacak müzakere masası kurmak istiyor. Filistin solu
DÜNYA oylamanın Filistin halkının direnişini pasifize etme amaçlı yapılacağını düşünüyor. Başta Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) olmak üzere bazı sol örgütler, bu oylama ile ilgili çekincelerini şöyle sıralıyorlar:
Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) bütün Filistin halkının tek meşru temsilcisi olma durumu ortadan kalkacak. BM karar çıkarırsa Filistin halkının tek temsilcisi Filistin Yönetimi olacak. Bilindiği gibi Filistin Kurtuluş Örgütü Filistin'in bağımsızlığı için mücadele eden onlarca örgütü içinde barındıran bir örgütlenmedir. Filistin yönetimi ise, müzakereler sonucunda oluşturulmuş Filistin idaresinin yönetim organı ve bölünmüş bir Filistin'i temsil ediyor. Filistin solu, Filistin davasının temsiliyetinin FKÖ'den, işbirlikçi Filistin Yönetimine geçmesinin Filistin davasını tehlikeye atacağını, işbirlikçilerin uluslar arası desteği arkasına alarak, politikalarını daha rahat yürüteceğini ve Filistin için mücadele eden tüm direniş
örgütlerini ortak bir çatı altında toplama girişimlerini sekteye uğratacağı için karşı çıkıyor. BM 'den çıkan karar ise bağlayıcı olmayacak. Çıkacak kararın tek amacının, 20 yıldır ABD himayesinde sürdürülen ama sonuçlanmayan barış görüşmelerine dönülmesinin şarta bağlanmış olması Filistin solunun çekinceleri arasında…! ABD'nin kararı veto edeceğini bildirmesinin Filistin halkının haklı ve meşru davasına açıkça meydan okuma anlamına gelmesine rağmen, oylama sonrasında atılacak adımların ABD'nin kuracağı müzakere masasında aranması endişeleri artırıyor.
Bu endişelerin giderilmesi konusunda Filistin'in bağımsızlığı için mücadele eden tüm örgütlerin tek bir çatı altında birleşerek, ortak hareket etme imkanlarının sağlanması gerektiğine işaret ediliyor. BM'ye sunulacak talebin FKÖ'nün Filistin
AYIN KARİKATÜRÜ
SAYFA 14 halkının tek temsilcisi olarak tanınması hükmünü içermesi gerektiği belirtiliyor. FHKC BM kararlarını hiçe saymadıklarını, geçmişte BM'de bağlayıcı niteliği olan kararların alındığını, Özellikle mültecilerin statüsü ile 194 sayılı karar gibi belgelerin gündeme gelmesi önem taşıyor. BM kararlarının kazanılmış haklardan vazgeçilmesi anlamına gelmediğini, bu yüzden BM kararlarını dikkate aldıklarını ifade ediyor. Batı Şeria'da bulunan Yahudi yerleşimcilerin Filistinlileri protesto etmeye hazırlandığının duyurulması üzerine FHKC, Filistin halkına, Yahudi yerleşimcilerin insanlık dışı suçlarını, ırkçı faaliyetlerini ve zulmü önlemek için direniş komiteleri kurmaya çağırdı. Bu komitelerin kurulması için çalışacaklarını belirtti.İsrail solu, Filistin'in tanınması talebiyle, BM oylaması öncesinde eylem gerçekleştirdi. Eylem “İsrail Komünist Partisi” ve “Barış ve Eşitlik İçin Demokrasi Cephesi (HADAŞ)” öncülüğünde gerçekleştirildi. Eyleme Dünya Barış Konseyi ve Dünya Demokratik Gençlik Derneği Federasyonu temsilcileri de katıldılar. Eylemde, İsrail'le barış içinde yaşayan bir Filistin devletinin her iki halkın çıkarına olduğu vurgulandı. Çözüm için işgalin sonlandırılması gerektiğini, Filistin topraklarından Yahudi yerleşimcilerin çıkarılmasını, kan, nefret, şiddet ve gasp'ın yerini iyi komşuluk, toplumsal barış ve adalet'in alabileceği vurgulandı.
EKİM 2011
GENÇLİK
SAYFA 15
Okullar Açılırken…! Eğitim yılı Eylül ayı içerisinde başladı. Okullar açılırken, özellikle özel okullarda öğrenimini sürdürmekte olan öğrencilerin, sorunları da günden güne artıyor. Öncelikle henüz daha yeni eğitim yılı başlamadan büyük sermayelere peşkeş çekilerek özelleştirilen DAİ ve DAK operasyonu ile “mağdur bırakılan” birçok öğrenciye, okulların açılması ile onlarcası eklendi. Bu yıl okulların açılmasının kısa bir süre sonrasında gerçekleştirilen eylem, devlet okullarında, nasıl “sözde” bir ücretsiz eğitim verildiğinin bir kez daha altını çizdi. Devlet okullarında öğrenim görmekte olan öğrenciler, önce Mağusa bölgesinde sokağa çıkarak, ulaşım ücretlerini “ödememe” kararı alan hükümeti protesto ettiler. Eylem süresince öğrenciler, “müşteri değil, öğrenciyiz” ve “devlet, elini cebimizden çek” gibi sloganlar attılar. Anıt çemberi önüne gelen 400'ü aşkın öğrenci, çember etrafında birkaç tur attıktan sonra, bölgede eylemlerini; pankartlarını açarak sürdürdü. Eylemin sonlarına doğru, “tıpkı son dönem eylemlerin birçoğunda yaptıkları gibi” muhalefette bulunan bazı parti liderleri veya temsilcileri, “sözde” öğrencilere destek vermek amacı ile eyleme katılım gösterdiler.
devletin okullarında öğrenim gören öğrencilerin birçok ihtiyacı, ailesi tarafından karşılanıyor. Öğrencinin üniformaları, kitap, defter,çanta gibi araç gereçleri, okuldaki öğle arasında karnını doyurması için gıda ürünlerini ve bunun gibi tüm insani ihtiyaçlarının, öğrenci karşıladığı için özel okul anlayışından pek bir fark bırakılmamış durumda. Özetle bu bozuk sistem, bir öğrencinin temel ihtiyaçlarını dahi karşılamayacak; bunun yerine de alternatif olarak “özel okullara” öğrencileri adeta “sevk eder” konuma gelmiştir..!
Bu bir devlet eğitim politikasıdır..! Yani özel eğitim veren ticari kurumlara insanları “peşkeş” politikasıdır.. Üniversiteye giden öğrencilerin ise başlıca sorunu, ülkemizde tam anlamıyla devlete ait olan herhangi bir okulun olmamasından dolayı elbette ki her geçen yıl arttırılan okul harçlarının bu yıl nasıl olacağı sorunudur…! Bununla birlikte “özelleştirilme” için sıraya sokulduğu düşünülen Doğu Akdeniz Üniversitesi'nin öğrenim yılı içinde nelere maruz kalacağı bir başka soru işareti…! Özel mülkiyet kavramının “eserlerinden” biri olan, “parası olan okur” anlayışının öğrencileri getirdiği durum: “para ödememek”, “ya da daha az ödemek” seçenekleri adına bir yarış atı gibi Eylem sonunda öğrenciler, haklarını sınavlara sokularak, yarıştırılıp büyük elde edinceye kadar eylemlerini bir bölümünü özel sermayenin eline sürdüreceklerini duyurarak eylem alanından uzaklaştılar. Bir sonraki gün, bırakmak...! Bu durum, eğitimine konsantre olması gereken öğrencilerin, Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanlığı sürekli bir tedirginlik içerisinde, farklı bir önünde toplanarak bir başka eylem psikoloji içerisinde ve daha fazla para daha gerçekleştirdiler. Bu kez eyleme ödememek adına, kendisini baskı öğrencilerle birlikte velileri de gelerek altında hissetmesine ve gençlerin adeta destek verdiler. Veliler, hükümetin “yok olmasına” sebep olmaktadır. ulaşım maliyetini ailelerin üzerine Ayrıca işin ekonomik maliyetini yıktığını dile getirdi. düşünmek zorunda olan velilerin de Bakan Kemal Dürüst ile görüşme durumu öğrencilerinkinden pek farklı talebinde bulunan öğrencilerin talebi yerine getirilmedi ve Dürüst, öğrencileri değil. kendine muhatap etmekten bir kez daha Bu yıl okul harçlarına bakıldığı zaman, asgari ücretle geçinmek durumunda kaçtı. Eylem sonunda öğrenciler, olan bir ailenin, çocuğunu özel bir istediklerini elde edinceye kadar üniversitede okutmasının aslında eylemlerini sürdüreceklerini bir kez imkansız bir şey olduğunu rakamlarla daha yinelediler ve eylem alanından ortaya koyabiliriz. Okula kayıt olabilmek ayrıldılar. Devlet; “öğrencinin temel ihtiyacını” için ortalama 1500 ile 1800 TL güya karşılarken –yada karşılar gibi arasından bir miktar ödemek zorunda görünmeye çalışırken- özel okulların olan bir öğrenci, bununla da kan emici pahalı eğitim pratiğinden pek kalmayarak, her ay okuluna 500 ile 700 de farklı özelliklere sahip olmadığını TL arasında bir miktar ödemek zorunda. açıkça ortaya koyuyor..! Bir başka nokta ise bunun yalnızca Bugün, yalnızca ulaşım değil, “sözde” okulda ders alabilmek için ödemek
zorunda kaldığı para oluşu… Öğrencinin derdi, okul parasını ödeyebildikten sonra bitmemektedir. Çünkü katılacağı derslerin kaynakları, okullar tarafından dağıtılmak yerine, özel şirketlere verilerek, para karşılığı satılmaktadır. Temel ihtiyaçların karşılanabilmesi de, okulların içindeki, “yine” özel şirketlerin elinin altında bulunan kafeteryalar, restorantlar, kırtasiyeler, internet kafeler ve daha onlarcası ile sağlanmaktadır. Öğrencilerden alınan bu denli yüksek miktarlar söz konusuyken okulların, ekonomik sıkıntılar içine girmesi, bu kurumlarda çalışanların emeklerinin en aşırı derecede sömürülmesi ve hak ettikleri paraları alamıyor olmaları, en büyük çelişkilerden biridir. Ancak bu noktada gözden kaçmaması gereken bir şey var ki o da yine ülkemiz üzerindeki emperyalist güçlerin en büyük uygulayıcısı T.C. Devleti'nin eğitim sektöründe aldığı ekonomik roldür..! Nüfusa oranla daha fazla üniversite; dış sermayelerin öncülüğünde açılarak, Türkiye'den yıllarca ülkemize öğrenci aktarımı yapılmıştır. Böylelikle, eğitim ihtiyacını karşılayamadığı için burada, daha başka örneklerinin de bulunduğu gibi yeni bir sektör geliştirmiş ve bu şekilde kendi açığını kapatmıştır. Bütün bu sebeplerle, öğrenci sayısında bir patlama olmuş ve yerli nüfusa oranla fazla olmasına rağmen daha fazla üniversite ihtiyacı doğmuştur.
Ancak, ilerleyen süreçlerde, TC Devleti, kendi eğitim ihtiyacını karşılamayı başardıktan sonra ve öğrencilerinin büyük bir kısmının öğrenimini, Türkiye'deki okullarda gerçekleştirmesini sağladıktan sonra, kontenjanlarını ülkemizdeki üniversitelerden çekmiştir. Böylelikle, daha fazla üniversiteye karşılık, daha az öğrencinin olması, özel sektörlerin rekabetini arttırmış ve yine bütün bunların getirisi, omuzlarımıza yüklenmiştir. Öğrenci sayısının azalması, öncelikle okul harçlarının artmasına, daha sonra okullarda çalışan emekçilerin haklarının gasp edilmesine ve hatta en sonunda, okullarımızın büyük sermayelere peşkeş çekilmesine sebep olmuştur. İşgali altında olduğumuz dış kuvvetler, adamızda
yalnızca somut olarak asker bulundurarak eylemlerini sürdürmemektedirler. Özetle, özel okullarda büyük zorluklarla öğrenim görmekte olan öğrencilerin yaşadığı sorunların başında, yine genel anlamda ülkemiz mevcut koşulları gelmektedir. Mevcut ülke koşulları ve mevcut sistem, öğrencinin eğitim hakkını elinden almaktadır. Eğitim, kendisini Devlet olarak adlandıran bir yapılanmanın, karşılıksız verebilmekle mükellef olduğu bir hizmettir. Halkın hiçbir kesiminin birbirinden ayrılmaksızın, başkalaştırılmaksızın faydalanabilmesi gereken bir hizmettir. Bütün bu sorunlara çözüm üretebilme yolunda, öğrencilerin önündeki en büyük engellerden biri de özel okullarda örgütlenme sorunudur. Bu okullarda örgütlenmeye çalışan genç kitleler, okul içerisinde yasal bir örgüt kurmaya çalıştıkları taktirde, engellerle karşılaşmaktadırlar. Okul yönetimleri, hak arayışı içindeki sendikalara dahi, çeşitli tehditler, baskılar ve tacizlerde bulunmakla kalmamakta, öğrencilerin de örgütlü bir şekilde mücadele etmelerini engelleyebilmek adına, öğrencilerin demokratik düşünce ve fikir kulüplerinin açılmasına onay vermemektedirler. Ancak, engellerle karşılaşmaları, örgütlü mücadele amacını bir kenara bırakmaları anlamına gelmemelidir. Gençlerin, kendilerini doğrudan ilgilendiren ve etkileyen ülke koşulları karşısında bir tavrı ortaya koyabilmelerinin tek yolu, eğitim emekçileri ile beraber kolkola kavga vererek haklarını aramalarıdır. Çünkü öğrencinin en temel hakkı, parasız, demokratik ve bilimsel eğitimdir. Günümüz koşullarında bu hakkı edebilmenin tek yolu mücadeleden geçmektedir...! Çünkü “devlet” adı altındaki ülkemizdeki yönetim mekanizmasının derdi halkı soymak; arından da kalitesiz eğitim koşulları yaratarak, yarışmacı, ezberci bir şekilde eğitim vermektir..! Hemde kendi ideolojik duruşuna ve kendi burjuva eğitim anlayışına göre…! Eğitim emekçileri ve öğrenciler..! Birleşip tek bir cephe halinde egemenlere ve kukla okul yönetimlerine karşı beraberce kavga vermelisiniz…! Birinizin eğitim hakkı, diğerinizin de emeği sömürülmektedir…! Kavganız; ancak bu dayatmaları baskıları uygulayan egemenlere karşı “beraberce mücadele ederek” başarıya ulaşabilir..! Bizler de yeni eğitim yılı içerisinde ülkemizde yaşayacağımız yeni gelişmeleri dikkatle takip ederek, olaylara ışık tutmaya, gençlerimizi onların özgür gelecekleri için biliçlendirmeye devam edeceğiz…!