Yaşasın Genel Grev..! Sendikal platformumuz geçtiğimiz Ekim ayının son günü genel grev düzenledi ve meclis önünde eyleme gitti… Birçok sendika ve sivil toplum örgütü eyleme destek verdi. Sendikal Platform maalesef eylemde “pankart yasağı” uyguladı… Pankart nedir ? Naylon, kumaş veya bazen levha ile yapılan, üzerinde Devamı sayfa 2'de... resim veya/ve ifadelerin...
KASIM 2011
SAYI: 15
New York'da Yalan Rüzgarları...! Eroğlu, Hristofyas ve Ban Ki Moon Amerika'da tekrardan biraraya geldi... Yapılan görüşmeler sonrasında senelerdir alıştığımız "masalvari" söylemler tekrardan dile getirildi..!! 2012'de çözüm umutları dağıtan BM yetkilileri ve EroğluHristofyas işbirlikçileri, yine halklara yalandan umutlar Devamı sayfa 3'de... yaymaya devam ettiler...!
Kürt Öğrenciler Sınırdışı...! Ülkücü Katiller Serbest..! Geçtiğimiz ay Yakın Doğu Üniverstesinde faşist ülkücü katiller, Kürt öğrencilere ve ilerici demokrat kesimlere saldırdı. Saldırıdan sonra ülkücülere polis hiçbirşey yapmazken, 16 tane Kürt öğrenci sınırdışı edildi..! Faşist ülkücüler halen ülkemizde hayatlarına devam ediyor...! Devamı sayfa 4'de...
http://www.barikatgazetesi.com
SENDİKAL PLATFORMUMUZUN HEDEFİ HÜKÜMET'İ DEĞİŞMEK DEĞİL
EMPERYALİZM OLMALIDIR...!!!
FİYAT: 2TL
KASIM 2011
GÜNDEM
SAYFA 2
Sendikal Platform Genel Grevdeydi..! İşgalci T.C. Devleti'nin dayatma yasaları olan özelleştirme, ihtiyat sandığı ve sosyal güvenlik yasalarının hükümet tarafından meclise getirilmesi sebebiyle sendikal platform genel greve ve meclis önünde haklı bir eyleme gitti.. Sendikal Platformumuz'un Çağrısı ile Çalışlanlar Genel Grev'deydi..! Sendikal platformumuz geçtiğimiz Ekim ayının son günü genel grev düzenledi ve meclis önünde eyleme gitti… Birçok sendika ve sivil toplum örgütü eyleme destek verdi. Sendikal Platform maalesef eylemde “pankart yasağı” uyguladı… Pankart nedir ? Naylon, kumaş veya bazen levha ile yapılan, üzerinde resim veya/ve ifadelerin, fikirlerin yazıldığı bir “araçtır”..! Bu eylemde “pankart” aracı yasaklandı…! Peki neden ? Neydi yasaklanmasının sebebi ? “Emekten yana, işgal karşıtı, emperyalizm karşıtı, emeğin ve ezilenlerin birleşmesini haykıran” bir pankartı “emekçilerin sendikal platformu” neden yasaklama ihtiyacı hissetti ? Amaç “maksimum kitleye ulaşmak” olacaksa ama ortaya “içi boş” mesajlar çıkacaksa, o kalabalık kitlenin orada olmasındaki amaç ne ? Hükümeti değiştirmek için mi toplumsal varoluş eylemleri yapıldı? O zaman “hükümeti yıkmak için varoluş” konulması gerekmez miydi geçmişte yapılan eylemlerin “adı” ? “Eğri otur doğru konuş” der eskiler…! Kim ne mesaj çıkartabilmiş emekten yana bu yapılan eylemde ? İnsanların birçoğu hatta sendika yöneticilerinin birçoğu erkenden eylemden ayrıldı…
DAĞITTIĞIMIZ EL BİLDİRİMİZ Biz Barikat Gazetesi olarak o gün yasaklı pankartını bildiri haline getirip emekçilere dağıttık; sendikal platformdaki haklı taleplere destek olmak ve oradaki emekçilere “yasaklanan siyasi duruşumuzu içeren” mesajımızı vermek için her zamanki gibi meydandaydık…! Neredeyse eyleme katılan insanların %90'ına yakın bir kitleye bildiri dağıtmayı başardık ve İŞGALEEMPERYALİZME-SÖMÜRÜYE karşı hiçbir zaman susmayacağımızı bir kez daha ortaya koyduk… Bu defa bildirimize bir sendika başkanımızın tepki koyduğu istihbaratını aldık… Yani aslında olay tam da tahmin ettiğimiz gibi..! Biz bilmekteyiz ki bu “yasakların” sonu gelmeyecek…!! Esas olan yasak “pankartımıza” değil işgal karşıtı fikirlerimizedir..! Emperyalizme karşı emeğin birleşik cephesinden yana mücadele veren sloganlarımızadır…! “Pankart açmayın” dendi gazetemize…! Sendikal Platformun genel grev çağrısı bildirisine, toplantılara katılmamıza rağmen imzamız atılmadı… Hatta bize
uygulanan bu yaptırımın bile bile gazete çalışanlarımız Genel Grev'e destek için AÖA önündeki çemberde TEL-SEN ile bildiri dağıtımı yaptı…! “İmzamız atılmadığını bilerek” bunu yapan gazetemiz bugün böyle bir çalışmayı tekrardan yapmak için hazırdır…! Neden ? Çünkü biz devrimciyiz..! Emeğin haklı mücadelesinin hep yanında olduk..! Olmaya devam edeceğiz..! Neden ? Çünkü sendikal platform'da bize pankart yasağı getiren mücadele yoldaşlarımız YAZbizlerin I asla düşmanı veya karşı cephemize koyduğumuz insanlar değildirler , olmadılar ve olmayacaklar…! Bizim sadece bazı noktalara eleştirimiz vardır…! Nasıl ki sendikal platform içerisinde, sendikalarımızın kendi içerisinde bile biribirlerine karşı eleştiriler varsa, bizim de bu yanlış uygulama olan “pankart yasağına” açık eleştirimiz ve itirazımız vardır…!
Bırakın herkes istediği fikri savunsun..! Yasak getirilecekse eğer “imzasız” , “küfür” içerikli veya “ulusal bayrak” içerikli pankartlara yasak getirilsin…! “Sınıfsal temelde, emperyalizme karşı örgütlenme” mesajları içeren; pankartlara yasak getirecek “birileri varsa” bırakın sadece bu bozuk düzenin “egemenleri” bu işbirlikçi görevi yapacaklarsa yapsınlar…!! ONLARI TEŞHİR EDELİM..! ONLARIN MASKELERİNİ HEP BERABER DÜŞÜRELİM..! Sendikalarımız “olaysız” eylem geçirmek adına “egemenlerin istediği tipte eylemler yapalım” dedikleri sürece, sadece “hükümeti eleştiren” eylemlerden öte bir ses çıkmayacak….! Emeğin örgütleri “devrimci fikirleri yasaklama” görevini üslenirse, ülkemiz ezilenlerinin bağımsızlık mücadelesinde; “sendikalarımız” nasıl ileri adım atabilirler ki? Yada soruyu tersten soracak olursak; “sendikal platform” emperyalizme karşı sınıfsal temelde, Anadolu'daki Yunanistan'daki, İngiltere'deki işçi sınıfı ve ezilenlerle beraber bu mücadelede ülkemizi bağımsızlaştırma mücadelesi vermeksizin; “nasıl bir toplusal varoluşu” hedeflemektedirler…!!!???? Biz bunları eleştirerek sendikal platformla adımlarımızı atmaya devam edeceğiz…!! Yapılan yanlışlara kuyrukçuluk etmeden ve atılan doğru adımları onlarla beraber kalıcılaştırarak..!!! Ama emeğin mücadelesinin ortak olması gereken yerde, emperyalizme, gericiliğe ve patron sınıfına karşı mücadele içerisinde “yasaklanmaya devam
edersek” bundan sonra “pankart açmayacağız” diye bir garanti de kimselere vermiyoruz…! Biz bunu söylerken kimseyi tehdit etmek için asla söylemiyoruz..! Hele “pankartımızı” bir “koz” gibi de kullanmak derdinde değiliz.. Ama ülkemiz emekçilerinin “emperyalizme karşı mücadele etmesi gerektiğinden dolayı” mesajımızı “sansasyon” yaratarak verebileceğimizi gördüğümüz anda yada bu alanı sendikal platform bizlere vermediği anda pankartlarımızın her zaman dolapta bekleyeceğinin de garantisini kimseye vermiyoruz…! Biz “bildiri” dağıtarak fikirlerimizi anlatmanın pankart dışındaki başka bir yöntemini kullanarak mesajımızı ilettiğimize inanmaktayız…. Emekçilerin ise gözü kulağı sendikal platform'dadır… Sendikal Platform sınıfsal temelde mesaj verebildi mi ? Bizce 31 Ekim eyleminde veremedi..! Vermemeye devam ederse, pankartımız dolaptan inecektir..! T.C. Devleti'ni ve arkasındakileri hedef göstermezse Pankartımız dolaptan inecektir…! Sendikal Platform'daki yoldaşlarımız bizleri “elleri ile polise vereceğini” bilsek bile bunu yapmaktan zerre kadar çekinmeyeceğiz…! Biz sendikal platformumuzla beraber hareket etmek istiyoruz ama İŞGALİ de VURGULAYACAĞIZ…! EMPERYALİZME DE VURACAĞIZ…! SINIFSAL TEMELDE BİRLEŞİK CEPHEDE MÜCADELEYİ DE ÖRGÜTLEYECEĞİZ…!
Bizim talebimiz budur…! Biz devrimciyiz…! Sendikal platformumuz; KAMU-SEN gibi HÜRİŞ gibi UBP'ye yakın, elçilik emri ile hareket eden sendikaların bile fikirlerine ambargo koymazken, biz devrimcilere sendikalarımız neden ambargo koyuyor ??? "Gidin kendi pankartınızı kendi eyleminizde açın..!” bakış açısı ne kadar “emekten yanadır” ??? Eylem'in içeriğine dönecek olursak eğer; Eylemde Sendikal Platform adına konuşmayı KTOEÖS Genel Başkanı Tahir Gökçebel yaptı. Gökçebel konuşmasını yaparken, konuştuğu yerin yaıkınına “ses bombası” atıldı. Afrika Gazetesi'nin pankartına ise sivil polisler faşist bir saldırıda bulunup el koydu…! Polis meclis önünü zincirli,demir tellerle kapattı..!! Yaklaşık İki saat süren eylem sessiz bir şekilde sona erdi..! O gün meclis'deki çalışma ertesi güne
KASIM 2011
Özelleştirme, ihtiyat sandığı ve sosyal güvenlik yasası gazetemiz matbaa'ya verilmezden önce geçip geçmediğini bilmiyoruz. Ama muhtemelen bu yasa da nisap sağlanabildiği için ve düzenin meclis'teki partilerinin işbirlikçi tutumları devam ettiği ve edeceği için geçecek…!! Sadece iktidarı için bahsetmiyoruz…! Muhalefeti de ayni durumda olduğu için hepsinden kastediyoruz…! ( CTP-TDP-DP üçlüsü şuan iktidar derdindedir..! İktidara gelecekleri ilk gün yapacakları iş UBP'ninki gibi elçiliğe hizmet ve sistemin korunmasından öte hiçbirşey olmayacaktır… Bunun bilinci içerisinde bu iddiayı savunuyoruz…! ) Bizler bildiğimiz doğru yoldan yürümeye devam edeceğiz..!
GÜNDEM
SAYFA 3
Sesimizi yükseltmek için emekçilerin her alanda içlerinde olmaya, onları emperyalizme karşı sınıfsal temelde örgütlemeye, birleşik cephe şiarını benimsetmeye devam edeceğiz..! Sendikal platformumuz'un haklı eylemlerinde emekçilerle iç içe olmaya devam edeceğiz…! Kendi eylemlerimiz ve yoldaş örgütlerle düzenleyeceğimiz eylem ve etkinliklerimizle egemenlerin karşısında dimdik durup onlara boyun eğmeyeceğimizi haykırmaya ve onlara karşı mücadele etmeye devam edeceğiz…! Daha sınıfsal, daha anti-emperyalist, daha fazla emekten yana eylemleri düzenleyip, doğru mesajları verebilmek adına mücadeleye devam…!
New York'da Yalan Rüzgarları...! Eroğlu, Hristofyas ve Ban Ki Moon Amerika'da tekrardan biraraya geldi... Yapılan görüşmeler sonrasında senelerdir alıştığımız "masalvari" söylemler tekrardan dile getirildi..!! 2012'de çözüm umutları dağıtan BM yetkilileri ve EroğluHristofyas işbirlikçileri, yine halklara yalandan umutlar yaymaya devam ettiler..! Gazetemizin bu ay bir gün geç çıkarttık. Bunun sebebi bu haberdi. New York'da sonuçlanan görüşmelerden az çok ne çıkacağını bilsek bile, az sayıda olan sayfa sayımıza ayın en önemli haberlerini koyarken böyle bir haber için bir gün beklemeye değeceğini düşündük... Dediğimiz gibi az çok ne çıkacağını biliyorduk. KKTC kuruldu kurulalı, hükümete veya cumhurbaşkanlığına kim gelirse gelsin, siyasal hedef hep ortadaydı... Bölünmüşlüğün kalıcılaşması, adamızdaki Türkleştirme politikalarının devamı, garantörlüklerin, işgal askerlerinin adada konuşlandırılmasının devamı ve istenildiği an düğmeye basıldığı zaman biribirine düşürülmeye müsait bir ortam yaratmak...! İşte adamıza emperyalizm tarafından çizilen kalıcı zemin budur... Geçtiğimiz günlerde yine üçlü görüşme gerçekleşti.. AlVer süreçlerine girildi..! Bu al-ver'ler yapılırken, emperyalistlerin alacakları ve biz Kıbrıs'ın kardeş halklarının verecekleri yine bizden saklandı..! İç güvenlik konusunda anlaşmışlar diyorlar...! E peki mülkiyet konusu ne olacak ? Toprak meselesini bu zihniyetler çözebilecek mi ? Hepsi birkenara emperyalist çerçevede bir çözüme ulaşıldığı anda İŞÇİ SINIFININ, EMEKÇİLERİN halini soran varmı ? AB uyum yasaları özelleştirmeleri beraberinde getiriyor...! Bunlardan neden
bahsetmiyor bu beyfendiler? Neden sendikal haklarda göstermelik maddelerin varlığından; ama gerçekte AB normlarına dayalı federasyonlarda aynen diğer kapitalist şartlarda olduğu gibi bütün iplerin patron sınıfının elinde olduğundan bahsetmiyorlar? Hristifyas da Eroğlu da emperyalistlerin istediği şekilde bizlere masallar okumaya devam etmektedirler...! Ocak'ta gidip tekrar görüşeceklermiş...! Buyursunlar görüşsünler...! Malum 50 yıla yakındır sürekli sözde "toplum liderleri" sıfatını taşıyan bu insanlar görüşmeye devam ediyorlar...! Sonuç ne ? Sıfıra sıfır elde var sıfır...! Beklemeyin ey halkımız...! "Çözemeyecekler" değil "ÇÖZMEYECEKLER...!" Bunlar bizlerin liderleri değildirler...! Bunlar bu adayı bölen, adamızın bölünmüşlüğünden faydalanmak isteyen emperyalizmin maşası, fedaisi bireylerdirler...! Adamız birçok doğal ve tarihsel zenginliğe sahip ve bölünmüşken, bunlardan T.C. Devleti, Yunanistan, İngiltere, AB, ABD veya BM kurumlarının faydalanması çok kolaydır... Yarın bizlerin özgür halk irademizle onların
dayatmalarını, baskılarını, her türlü güçlerini adamızdan atacağımızı, kendi ülkemize kendimiz sahip çıkacağımızı, her şeyden çok daha iyi bilmektedirler...! İnannayın bunlara..! Değil New York'a, uzaya bile çıksalar bunlar bu işi ÇÖZMEYECEKLER...! Çünkü maşadırlar..! Çünkü emperyalizmin kuklasıdırlar...! Çünkü memurdurlar...! Çünkü Anavatanlarının kusursuz hizmetkarıdırlar...! İhanet etmeyecekler...! Çıkabilecekleri en yüksek nokta, ancak ve ancak emperyalizmin tamamen istediği bir şekilde bölünmüş, garantörlüklü, işçi sınıfını ezen yasalara sahip, emperyalizmin bir düğmeye basması ile yok olmaya müsait bir ortamda sözde "ortak" bir devlet yaratmak olacak... Bunu bile 50 senedir yapamıyorlar...! Bundan dolayı anahtar bizdedir..! Biz işçi sınıfındadır...! Ezilenlerdedir..! "Maşalar" barış yolunu asla açmazlar...! EMPERYALİZME KARŞI SINIFSAL TEMELDE MÜCADELE ETMEMİZ GEREKLİDİR...! YA BU MÜCADELEYİ VERECEĞİZ, YADA KADERİMİZİ BAŞKALARI BELİRLEMEYE DEVAM EDECEK...! SEÇİM BİZİM...! YA KURTULUŞ...! YA YOKOLUŞA DEVAM..!
KASIM 2011
GÜNDEM
SAYFA 4
T.C. Devleti Emretti..! Gençler Sınırdışı Edildi..!! Geçtiğimiz ay Yakın Doğu Üniverstesinde faşist ülkücü katiller, Kürt öğrencilere ve ilerici demokrat kesimlere saldırdı. Saldırıdan sonra ülkücülere polis hiçbirşey yapmazken, 16 tane Kürt öğrenci sınırdışı edildi..! Konu ile ilgili Elçilik önünde toplanıp bir basın açıklaması yapan örgütler şunları vurguladı: SINIRDIŞILARI DURDURUN !
beslenen ve şiddet içeren hareketlere taviz vermemeli, ‘’ Katliam yapacağız’’ gibi provakatif yaklaşımlara karşı gereken tedbirler alınmalıdır.
Kıbrıs’ın kuzeyinde kurdurulan ayrılıkçı rejimde 1 Mayıslarda, 1 Eylüllerde Kıbrıs’ın kuzeyinde 21 Ekim Cuma günü insan hakları adına kaygı Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler olarak verici olaylar yaşanmıştır. düzenlemek istediğimiz eylemlere polisin , ‘’Yalnız yurttaş olanlar Kıbrıs’ın kuzeydi Yakın Doğu Üniversitesi ‘nde yaşanan olayların eylem yapar ve eylemlere katılır.’’deyip ardından bazı öğrencilerin tutuklanması ve YAbirçok eğitim hakkının hiçe sayılarak sınırdışı edilmesi, müdahale etmesi doğallaştırılırken, Zayrımlar I üyesi vatandaş olmayan, kafatasçı ve etnik Kıbrıs’ın kuzeyindeki hukuksuzluğu ve polis üzerinden beslenen hareketlere ise istedikleri devleti mantığını bir kez daha gözler önüne yerde eylem yapmasına göz yumulmasını da sermiştir. kınıyoruz. Tamamen hukuk dışı ve keyfi olarak sınırdışı Bizler, ne üniversite içinde , ne de mahkemede edilen öğrencilerin sayısının artacağı doğru düzgün yargılanmadan hukuksuzca kamaoyunda sürekli işlenmektedir ve bizler sınırdışı edilen öğrencilerin ülkeye dönmesini ve bunun endişesini taşımaktayız. eğitim haklarının engellenmemesini , başka Üniversitelerde demokrasi , bilimsel eğitim bir sınırdışı işlemin yapılmamasını ve öğrencilerin tarafa itilerek, ciddi bir baskı ve huzursuzluk baskı altında tutulmamasını talep ediyoruz. yaşatılmak istenmektedir. Üniversitelerin içi, bu Bizler, halkların kardeşliğine inanan örğütler yaşananlar gerekçe gösterilerek kışla olarak tıpkı ülkemizde olduğu gibi Türkiye ve görüntüsüne bürünmüştür. Üniversitelerde Ortadoğı coğrafyasında da silahların susmasını, yaşamın hemen normale dönmesi , tüm askeri barış gelmesini diliyoruz… personel ve polis üniversitelerin dışına çıkarılmamalıdır. Demokrasinin, bilimin olduğu yerde gerici bir zihniyetin baskı unsuru olması KTÖS , KTOEÖS, DAÜ-BİR-SEN, YKP, kabul edilemez bir durumdur. BKP, Baraka Kültür Merkezi, Barikat Milliyetçilik ve etnik ayrımlar üzerinden
Gazetesi, Gelecek Gazetesi
AYIN KARİKATÜRÜ
İLETİŞİM
KASIM 2011
SAYFA 5
ANİBAL RESTORANT MÜCAHİTLER SİTESİ
BARİKAT
AKKAVUK MESCİDİ
ESKİ HAS-DER BİNASI
BARİKAT: CELALİYE SOKAK NO.67 AKKAVUK / LEFKOŞA / KIBRIS TELEFON: 0548 878 40 01 / MAIL: info@barikatgazetesi.com NOT: TİYATRO ÇALIŞMALARIMIZ, FİLM GÖSTERİMLERİMİZ, KÜLTÜREL-SANATSAL FAALİYETLERİMİZ VE TÜM SİYASAL İŞLERİMİZ BURADAKİ BİNAMIZDA YAPILACAKTIR...
KASIM 2011
Bu sayıda gazetemiz Grup Yorum üyesi Cihan Keşkek ile bir röportaj yaptı. Röportajımız geçen ay düzenlenen Grup Yorum konserinden birkaç saat önce Gelecek Gazetesi'nin malesef rekabetçi, bireysel hırslara dayalı engellemelerine rağmen gerçekleştirilmiştir. Sizlere bu röportajı yayımlamak istedik. İşte Grup Yorum ile kısa bir söyleşimiz: BARİKAT: Grup Yorum’un 26 yıllık bir mücadele tarihi var. Bizlere bu mücadele tarihini bir kez daha değerlendirebilirmisiniz ? GRUP YORUM: 1985’ten buyana 100’e yakın eleman değişti; ama her şeye rağmen her gelen arkadaşımız ayni çizgide fikirleri savundu. Grup Yorum; ayni mücadeleye ilk günkü heyecanı ile devam ediyor… Hem günümüz koşullarına karşı, hem de dünyadaki gelişmelere karşı verilmesi gereken mücadeleyi veriyor. Sadece müziği ile değil, mücadele içerisindeki pratiği ile de bunu göstermeye çalışıyor. Bakıldığında dünyanın birçok yerinde politik müzik üreten sanatçılar vardır. Ama bunların içerisinde Yorum’un ayrı bir yeri olduğunu düşünüyoruz. Ayrı bir tarih olduğunu düşünüyoruz. Ve yapmaya çalıştığımız şey de dünyada “emekçilerin kurtuluşu için” sosyalizm kurulması için mücadelemizi sürdürüyoruz…
BARİKAT: Yıllardır devrimci kesimlerin aynası ve sözcüsü oldunuz, bizler de mücadelenizi başarı ile yaptığınızı ve sürdürdüğünüzü düşünüyoruz. Bizler bir kurum olarak “dernekleşme” süreci içerisindeyiz; ve buna yönelik adımlar atmaya çalışıyoruz. Bizler de Grup Yorum kadar mücadele içerisinde “başarıyı sağlamak” istiyoruz. Bizlere kendi mücadelesinden bir “ders” olarak Grup Yorum’un aktarmak istediği bir şeyler var mıdır ? GRUP YORUM: Biz mücadelemizde hep şunu tartışırız:”halka sırtını yaslanamıyan bir yapılanma hiçbir zaman tutunamaz… İstediği kadar doğru olsun, istediği kadar ekonomik olarak sağlam bir yapıya sahipo
RÖPORTA J olsun fark etmez… Stalin’in yazdığı bir örnek vardır. Eski Yunan mitolojisinde Anteus adlı ünlü bir kahraman vardır. Anteus, denizler tanrısı Poseidon ve yeryüzü tanrıçası Gea'nın oğluydu. Kendisini doğuran, emziren ve yetiştiren anasına çok bağlıydı. Anteus'un altedemediği tek kahraman yoktu. Herkes onu yenilmez sayıyordu. Onun gücü nerede yatıyordu? Onun gücü, bir döğüşte ne zaman hasmı tarafından sıkıştırılırsa, yere, onu doğuran ve besleyen anaya dokunmasında ve ondan yeni güç almasında yatıyordu.
YAZI
SAYFA 6
Meclis çıkarttığı yasalarla da bunu yapar. Karşısındakileri insan saymaz. Yok sayar. Mücadeleyi yok etmek ister. Biz bunlarla da mücadele ediyoruz. BARİKAT: Emperyalist güçler ülkemiz Kıbrıs’ta doğal kaynaklara sahip çıkmak için kampanyalar başlattılar. Bu konu hakkında söylemek istedikleriniz nelerdir? GRUP YORUM: Bizce halkın gündelik yaşamında böyle bir şey yok. TV’ ler de gündeme gelen bazı şeyler var. Ama halklar arasında böyle bir durum yok. Sadece emperyalizm bu olayları kendine çekmeye çalışıyor. Tamamen T.C.’deki tekellerin ve dolayısıyla da İsrail ve Amerika tekellerinin yararına emperyalizm buradaki kaynakları kullanmaya çalışıyor… BARİKAT: Son olarak sizlere bir soru daha sormak istiyoruz. Yaz aylarında sizleri yine ülkemizde şerefle ağırlamıştık. Bizler bugün düzenlediğiniz konserin yapılacağını ilk duyduğumuz olay tamamen şans eseriydi. Organizasyona girmek istedik fakat daha sonra saf dışı bırakıldık. Bugün röportaj yapmak isterken yine engellendik. Sizce bu “devrimci dayanışma” etiğine sığar mı? Gelecek Gazetesi’nin burjuva temeldeki bu rekabetçi anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ama Anteus'un bir zayıf yanı vardı: şu veya bu şekilde yerle bağının koparılması tehlikesi. Düşmanları bu zaafından yararlanarak Anteus'u atletti. Bu, Herkül’dü. Herkül, Anteus'u nasıl alt etti? Onu kaldırıp havada tuttu, yere dokunmasını önledi ve böylece onu havada boğuyor. Stalin de “bizim toprağımız halktır” diyor… Esas olan “pratiktir” bence.. Halkın dili ile konuşmuyorsak, yok oluruz… İstediğimiz teorik donanıma sahip olalım, “tepeden inme” bireyler olarak kalırız… BARİKAT: Biraz da Türkiye’deki olaylardan bahsedelim. Devrimci kesimlere her zamanki gibi yapılan açık bir saldırı var. Özellikle son dönem Kürt, Türk ve her etnik kökenden emekçilere yapılan saldırılar var. Bunlar için neler söylemek istersiniz? GRUP YORUM: Bütün dünyadaki egemen güçler –ki kapitalizmin hakim olduğu bir dünyadayız- ister istemez; tekeller ve kapitalizm kendisine karşı büyüyen bir gücün var olmasını istemez; o nedenle de ayni şey her yerde geçerli. Kürt halkı özgürlük mücadelesi ve toprak mücadelesi veriyor. Ayni şekilde Türkiye’deki tüm emekçiler ayni mücadeleyi veriyor. Bugüne kadar birçok şey yaşadık biz. Birçok arkadaşımız gözaltına alındı, eylemlerde insanlara kurşunlar sıkıldı. Kültür merkezlerine gece yarısı helikopterle, bombalarla saldırılar yapıldı. Bu durum ancak faşizm koşullarında olabilir. Faşizm sadece halka, tanklarla saldırı değildir.
GRUP YORUM: Buradaki durumu ayrıntılı olarak bilmiyoruz. Ama böyle bir durum yaşamış olmanız sıkıntılı ve üzücü bir durum. Ama bizim devrimci duruşlara Grup Yorum olarak duruşumuz ayni. Bizim muhatap olduğumuz Gelecek Gazetesi değil başka bir yoldaşımızdır. Bizim buradaki muhatabımız o yoldaşımızdır. Burada sizlerin tartışması ve konuşması gerekir. Ama her koşulda birliğin korunması gerekir. Devrimci mücadele’de “kapsayıcı” olmak lazım… BARİKAT: Sizlerin eklemek istediği herhangi başka bir şey var mı? GRUP YORUM: Bizler de teşekkür ederiz. Sizlere de mücadelenizde başarılar dileriz. Bizler dünyanın her yerinde ve böyle küçük bir adada bile herkesin örgütlü olmasını isteriz. Mücadelemiz bu yöndedir…
KASIM 2011
Apple Patronu Steve Jobs Öldü Steve Jobs'un Apple'ın yaratıcısı olduğu belirtiliyor. Gerçekten Apple'ın ürünleri arasında dünya piyasasını bu kadar ele geçiren ürün az olmuştu. Fakat “mucit” denilen Jobs'un icadı bilim ve teknoloji dünyasında “devrim” niteliğinde bir buluş değildi. Dünyada önemli değişikleri beraberinde getiren bir buluşta değildi. Jobs'un başarısı gelinen teknolojik seviyede kullanım bakımından üstün bir ürün sunmuş olmasıydı. Dünyada önemli değişiklikleri beraberinde getiren bir buluş değildi, zira İ Phone sahibi olanlar ile olmayanların arasında derin uçurumlar var. Steve Jobs, bir mucit değildi. Dünyanın dev şirketlerinden birinin kurucusu, patronuydu. Şirketin bulduğu, tasarladığı, ürettiği her şeyde, çalışanların emeği var. Jobs'un yarattığı tek şey, İ Phone ve benzerlerinin kapitalist tüketim çılgınlığının en parlak metalarından biri olarak tam bir tutku nesnesi halini almasıydı. Bu tutku nesnesine sahip olmak için insanlar çılgınca şeyler yapıyorlardı. Örneğin Çin'de 17 yaşında bir genç, ipad 2 almak için bir böbreğini satmıştı. Apple'ın ürünlerini Çin ve diğer üçüncü dünya ülkelerindeki tedarikçi firmalarda çalışanlar üretiyordu. Apple 100 kadar çocuk işçi çalıştırıyordu. Çalışma koşulları insani değildi. Gerekli sağlık önlemleri alınmadığı için işçiler sürekli zehirleniyordu. Örneğin şirketin Çin'deki en büyük tedarikçilerinden Foxconn'da işçiler insanlık dışı koşullardan bunalan işçiler, şirket binasının camlarından atlayarak intihar ediyorlardı. Şirket bu sorunu çözmek için iki bina arasına ağ gerdirdi. Daha sonra imajını tazelemek için zam yapacağını duyurdu. Ama dört ay boyunca hiçbir işçinin intihar etmemesini şart koştu. Şirket bazı ülkelerde kullanıcıların özel hayatını da zedelediği için cezalar aldı. Örneğin Güney Kore'de “Locationgate” olarak bilinen skandalda, Apple'ın iOS 4.0 veya daha üstün sürümler kullanan ürünlerinin, kullanıcının adresini ve bulunduğu yeri de dahil her şeyini kaydettiği anlaşılınca devlet şirkete ceza vermişti. Ayrıca şirket açık yazılım gereklerini de ihlal ediyordu. Onun ölümü burjuva medyaya gündem oldu. Onu “büyük bir mucit” “yaratıcı bir bilim adamı” olarak gösterenler oldu. Neredeyse “aziz” ilan ediliyordu. Steve Jobs bu kadar masum ve zeki değil. Onun en büyük başarısı, tüketim piyasasına yeni ürünler sürmüş olmasıydı. Steve Jobs neden bu kadar el üstünde tutuluyordu? Apple denince akla iPhone, iPod,
BİLİM-TEKNOLOJİ iPad gibi, cep telefonu, müzik ve video çalar, tablet bilgisayar ürünleri öne çıkıyor ve bu ürünler yaygın bir şekilde tüketiliyor. Çünkü üretim araçlarına sahip sınıfın sistemi kendi kurallarıyla işler. Dünyanın genelinde şuan sistem kapitalizmdir. Kapitalizmin her zerresinde özel mülkiyet vardır. İhtiyaçlar kullanım ve değişim değeri taşıyan nesnelerle karşılanır. Yalnızca teknoloji ürünleri alırken değil, temel ihtiyaçlarımızı karşılarken Pazar dolaşımına tabi kalırız. Yani kapitalizm pazara sunduğu ürünlerle, üretim sırasında el koyduğu artı-değerle, ölçüsü değişken de olsa temelinde mutlaka emek sömürüsüyle, hammaddeden mamule geçiş işlemelerinde ve piyasaya sunumunda kâr hedefine odaklanan kapitalistin hükmettiği sistemdir. O yerle bir edilmezse günlük hayatta yeniden üretilir. Jobs ürünlerini pazara şirketinin kar etmesi amacıyla sürüyordu. İhtiyacın tartışılır olduğu noktalarda, her kapitalist gibi ürettiklerini zorunlu ihtiyaçlar gibi algılatıyordu. Bir meta üreticisiydi. Onun şirketi, çocuk emeği kullanmayı meşru görüyor, insanları tüketim budalasına çeviriyordu. Bunların faturasını sadece Steve Jobs'a çıkarmak doğru değil. Onun yaptıkları içinde yaşadığımız kapitalizmin karakterini yansıtıyordu. Apple firması “Tasarım, sadece görünüş değil, nasıl çalıştığıyla ilgili bir şeydir” derken genel kalitenin sistem ve donanım uyumuyla sağlanabileceğini kastediyordu. İşte bundan dolayı Apple markasının unutulup donanımın da işletim sisteminin adıyla anılacağı yeni bir strateji kurdu. Bu tüketim pazarında geride kalmayı göze alan bir hamleydi. Her bakkalda parçası bulunan, bir standart gözetmeyen parçaların bulunduğu bilgisayarlar, sık sık bozulmaları, yenilenme gerektirmeleriyle, tüketimi artırarak ucuzluk yanılsamasını kullanan, piyasa işi bir mantığa otururken, Apple, bozulmak bilmiyordu. Böyle bir ürünün pazar payı uzun yıllar çok sınırlı kaldı. Hem sık sık tüketilecek nitelikte olmayışı, hem fiyatının yüksekliği, işletim sistemine bağlı Microsoft tekeline ait yazılımlarla uyumsuzluğu, Apple'ı defalarca batma noktasına getirdi. Haliyle, büyük reklamlarla kendisine adını veren '95 versiyonunu duyurup, komut satırından pencereye geçmesi de işe yaramadı. Çünkü bu Macintosh sisteminin kötü bir kopyasıydı. Jobs kurallarını, sistemini tasarımını dayattı ve başarılı oldu. Başarılı olmasının en büyük payı, kapitalizmin, özellikle iletişim
teknolojileri ve dijital dünya “çağı”nda “ürettiği” birey ve ihtiyaçların eğrisini iyi hesaplaması ve bu “hazırlanmış kitle”nin eğilimlerini, piyasanın geldiği ve geleceği noktayı görmesiydi. Ama Jobs sadece yiyordu. O aletleri mühendisler tasarlıyor ve koca bir çalışan ordusu üretiyordu. Jobs oyunu kurallarına göre oynuyordu. Yani bir tekeli eline alma, hakimiyet kurma savaşı veriyordu. Kapitalizmin rekabet mantığı her yerde olduğu gibi, burada da işliyordu. Kapitalizmin bütün kötülüklerinden YAZI faydalanmıştır. Bu ürünlerin yaygın bir şekilde kullanıldığına ve tüketildiği düşünülürse, bu ürünleri kullanan ve tüketen insanları, hatta bu ürünlere sahip olmak uğruna ölmeyi göze alacak kadar çılgınlık yapmaktan kurtarmak için, kendileriyle yüzleşmeleri sağlanmalıdır. “Apple” ın elinden kurtarıp başka bir markanın kölesi yapmakla insanlık kurtulamaz. Bu sistem bireylerin hayallerini, isteklerini belirliyor. Onların tüketim çılgınlığından kurtuluşu tek tek markalar zincirini kırarak sağlanamaz. Buna Jobs'un eseri gibi bakmak, meseleyi hafife almak demektir. Kapitalizm gündelik hayatta burjuva üretimini her yerde yaygınlaştırır. İnsanlar arası ilişkilerden, davranışlara, ihtiyaçlardan, bilime ve teknolojiye kadar her şeyi belirliyor. İnsanların hayallerini ve ihtiyaçlarını tüketim nesneleri üzerinden belirlemeleri, güçlü bir tüketim tutkusu yaratmaları, insanların bu ürünlere sahip olmak için intihar etmek de dahil her türlü çılgınlığı yapmaları, düşünen, sorgulayan, eleştiren ve değiştiren bir neslin oluşmasına engel oluyor. Bu sistem kültürel yozlaşmayı da beraberinde getiriyor. Her şeye rağmen, kapitalizm alternatifsiz ve devrilmez değildir. Her sistem karşıtını içinde barındırır. İnsanların ihtiyaçlarını tüketim nesneleri üzerinden değil, insan emeğine saygı duyan, bu emeği kendisi ve toplum için kullanan ve ihtiyaçları bu düşünceden yola çıkarak belirleyen bir sistem vardır. Bu sistemde yaratıcı emek vardır. İşçiler yaratıcıdırlar. Yaratıcılıklarını geliştirirler ve sonuna kadar kullanırlar. Meta üreticilerinin söz hakkı olmadığı gibi, yaşama hakları da yoktur. Onların çalışmadan yaşadığı, sahip olduğu üretim araçlarının mülkiyeti, esas sahiplerine, yani işçilere geçmiştir. Bu sistemin adı Sosyalizm'dir. Böyle bir sistemi kurmak ve uygulamak asla ve asla imkansız değildir. İnsanlığın kurtuluşu sosyalizmdedir. İnsanoğlu olarak hayatta kalmak için başka şansımız yoktur....!
SAYFA 7 Işık Hızı Aşıldı mı? Geçtiğimi ay çıkan haberlerde Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN)'NDEN İtalya'da bulunan Gran Sasso laboratuarına gönderilen nötronların yaklaşık 730 km'lik mesafeyi beklenenden 60 nano saniye erken kat ettikleri duyurulmuştu. İki yıl boyunca yapılan çalışmalardan elde edilen verilerin, tespit edilen tüm hata kaynaklarından yola çıkarak yapılan analizlerden yola çıkan bu ilginç sonuç bilim dünyası ve kamuoyuyla paylaşıldı. Söz konusu çalışmayla ilgili yayınlanan makalelerin sayısı sekseni aştı. Ancak son günlerde konuyla ilgili yayınlanan başka bir çalışmada, OPERA deneyinden elde edilen sonucun mevcut anlayışla basit bir şekilde açıklandığı iddia edildi. Çalışmayı yapan Van Elburg'un iddiasına göre, mesafe ve zaman ölçümlerinde, referans sistemlerinin birbirine göre hareketinden kaynaklanan farkların yanlış şekilde hesaba katıldığı yönünde. Nötrinoların 730 km'lik yolculuğunun başlama ve bitiş zamanları ile “730 km”'nin ölçümü, dünya yörüngesinde bulunan uyduların taşıdığı cihazlar sayesinde yapılıyor. Dolayısıyla Elburg'un iddiasına göre, OPERA grubunun eline geçen verilerde, gerekli düzeltme yapılmadı. Daha da önemlisi, Elburg'un hesapladığı düzeltmenin 64 nanosaniye olması. Bu hatanın anlamı nedir? Deneylerde yapılan ölçümler hiçbir zaman yüzde yüz kesin sonuçlar vermez. Bilim adamları ölçümlerinde en fazla ne kadar hata yapılmış olabileceğini hesaplar. Her ölçüm, ölçülen niceliğin içinde bulunduğu aralığı ifade eder. 60=14 nanosaniye, ölçülen zaman aralığının 46 ile 74 nanosaniye arasında olduğunu ifade eder. Bu sonuç söz konusu ölçüm ile tutarlıdır. Hesaplardaki nicelikler, deneylerde ölçülen niceliklerle ilişkileneceğinden, hesaplamalarda belirli bir hata yapma payı vardır. Ainstein'ın ünlü “görelilik kuramına” na göre, hareket halindeki gözlemciler, ışığın boşluktaki hızını ölçmek istediklerinde aynı değeri bulurlar. Örneğin yerde durup bir uçağın geçişini izleyen bir gözlemci, uçağın üzerinde yanıp sönen kaynaklardan yayılan ışığın hızını, yaklaşık 300.000 km/saniye olarak ölçerken, uçağın içindeki başka bir gözlemci'de aynı değeri ölçer. Ancak Ainstein'a göre, uçağın hızı örneğin 150.000 km/saniye de olsa,durum değişmeyecektir. İki gözlemci de aynı 300.000 km/saniye yi ölçecektir. Ainstein bu düşünceye James Clerk Maxwell sayesinde vardı. 19.yy sonlarında, James Clerk Maxwell tarafından formülasyonu tamamlanan elektromanyetik teorinin bir özelliği, elektromanyetik dalgaların boşluktaki hızının, tüm gözlemciler için aynı olması gerektiğini, yoksa kuramın içeriğini oluşturan denklemlerin, farklı gözlemciler için farklı fiziksel durumlar tarif edeceğini ortaya çıkarmış olmasıdır. Yani Maxwell'in son halini verdiği ve birbiriyle ilişkilendirdiği, elektrik ve manyetizma olaylarını açıklayan, aynı zamanda birleştiren denklemler doğruysa, elektromanyetik dalgaların hızı tüm gözlemciler için aynı olmalıdır. Maxwell'in kuramının anlaşılması, Ainstein'ın ünlü 1905 makalelerinden “Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği Üzerine” ile mümkün oldu. Elektro manyetik dalgaların hızının tüm gözlemciler için aynı olması, bu hızın tüm cisimler için bir üst limit olmasını da beraberinde getiriyor. Hiçbir deneyde fiziksel nesnenin, ışığın boşluktaki hızından daha yüksek bir hızla hareket etmesi beklenmediği için OPERA nötrinolarının ışıktan hızlı hareket etmiş olacağı iddiası büyük bir tartışmaya sebep olabiliyor. Bilimde ve teknolojide her gün büyük değişiklikler yaşanıyor. Ancak bilim ve teknoloji gerici iktidarın, yani burjuvazinin tekelinde olduğu için, işçi sınıfı ve halk bilgi sahibi olamıyor ve bu gelişmelerden faydalanamıyor. İşçi sınıfı sömürü çarkının altında hayatta kalma kavgası veriyor. Bilimin ve teknolojinin gerçek anlamda ilerlemesi, insanlığa hizmet etmesi ve burjuvazinin tekelinden kurtulması, işçi sınıfının örgütlü mücadelesine bağlıdır. İşçi sınıfı örgütlü mücadelesini iktidarla taçlandırdığında, sömürülmekten ve ezilmekten kurtulacak, bilim ve teknolojiyle ilgilenmeye fırsatı olacaktır. Hatta bilim adamları yetiştirip, bir avuç azınlığın yararına değil, insanlığın yararına teknolojik buluşlar gerçekleştirebilecektir. Bu bir ütopya değildir. Tarihte böyle bir gelişme yaşanmıştır. Şanlı Ekim devrimiyle iktidarı ele geçiren işçiler, bilim ve teknolojiye de ayıracak zaman bulmuşlar, bilim adamları yetiştirmişler ve dönemin en önemli bilimsel çalışmalarını gerçekleştirmişlerdir. Yeter ki işçi sınıfı örgütlensin ve sabırla tüm engelleri aşarak bu hedefe kilitlensin.
KASIM 2011
HATA VARDIR; HATA VARDIR.. - J. STALINMuhalefet burada tek tek MK üyelerinin hatalarından söz etti. Elbette tek tek hatalar yapılmıştır. Tamamen '' hatasız'' olan insan yok. Böyle insanlar hiç yoktur. Fakat hatadan hataya fark vardır. Hatalar vardır, inatla savunulmaz ve platformların, akımların, fraksiyonların oluşmasına neden olmaz. Bu hatalar çabuk unutulur. Ama başka türden hatalar da vardır, inatla savunulan ve fraksiyonların, platformların ve Parti içinde mücadelenin çıkmasına neden olan hatalar. Bu tür hatalar kolay unutulmaz. Bu iki kategori hata arasında sıkı bir ayrım yapılmalıdır. Örneğin Troçki, benim zamanın birinde dış ticaret tekeline ilişkin bir hata yaptığımı söylüyor. Bu doğrudur. Gerçekten de ben, tedarik organlarımızda tam bir yıkımın hüküm sürdüğü bir zamanda,limanlardan birini tahıl ihracatı için geçici olarak açmayı önermiştim. Ne var ki, bu hatamda ısrar etmedim ve Lenin'le konuştuktan sonra hemen düzeltti. Teoçki'nin , MK tarafından düzeltilen ve daha sonra onun ısrarla savunmadığı böyle yüzlerce hata sayabilirim. Troçki'nin MK'ndeki çalışması sırasında yaptığı, ama ısrarla savunmadığı ve unutulan çok ciddi, daha az ciddi ve hafif hataları sayacak olsaydım, bu konuda birçok rapor sunmak zorunda kalırdım. Ama ben, siyasi mücadelede, siyasi polemikte bu tür hatalardan değil, tersine, üzerinde daha sonra platformların oluştuğu ve Parti içinde bir mücadeleye sebebiyet veren hatalardan söz edilmesi gerektiğini düşünüyorum . Ama Troçki ve Kamenev tam da muhalif akımlara yol açmamış ve çabuk unutulmuş olan hataları ele alıyorlar. Muhalefet tam da bu sorunlara değindiği için, izninizle ben de bir zamanlar muhalefet liderleri tarafından işlenmiş olan bu türden bazı hataları anımsatmayacağım. Belki bundan sonra çoktan unutulmuş hatalara sarılmamaları için kendilerine bir ders oluyor. Vaktiyle Troçki, Partimiz MK'nde, Sovyet ikdidarının varlık yokluğunun pamuk ipliğine bağlı olduğunu, '' ölüm borusunun çalmaya başladığı''nı, Sovyet ikdidarının ancak birkaç aylık, beklide birkaç haftalık ömrü kaldığını iddia etmişti. 1921 yılında oldu bu. Bu birçok tehlikeli bir hataydı, Troçki'nin tehlikeli ruh halinin kanıtıydı. Ama MK bu yüzden onu alaya aldı, Troçki kendisinin bu hatasında ısrar etmedi, ve hata unutuldu. Vaktiyle Troçki --- yıl 1922--- , Kredi almak için sayi işletmelerimize ve tröstlerimize, ana sermaye de dahil olmak üzere devlet mülkiyetini özel sermayeye rehin verme izni verilmesini önermişti. ( Yaroslavski yoldaş: ''Bu yol temsiliyet yoludur.'' ) Her halükarda bu, işletmelerimizin gayrimillileşterilmesinin (Dena-tionalisierung) ön koşulu olurdu. Ama MK bu planı reddetti, Troçki vazgeçmek istemedi, ama hatasında daha fazla ısrar etmedi, ve bu şimdi unutulmuştur. Vaktiyle Troçki ---yıl 1922--- , sanayimizin fevkalede yoğunlaştırılmasını tavsiye etmişti, öyle çılgınca bir yoğunlaştırılma ki kaçınılmaz olarak işçi sınıfımızın yaklaşık üçte biri işsiz kalacaktı. MK Troçki'nin bu önerisini skolastik, saçma ve poletik olarak tehlikeli bir öneri olarak reddetti. Troçki bir kez MK'ni, gelecekte yine de bu yolun tutulmak zorunda kalacağına inandırmaya çalıştı. Ama biz bu yolu tutmadık. ( Bir ses:'' Ozaman Putilov İşletmelerini kapatmakzorunda kalırdık.) Evet, olacak olan buydu. Fakat sonra Troçki hatasında ısrar etmedi, ve bu hata unutuldu. Ve saire ve saire Ya da Troçki'nin dostlarını, Buharin'in bir zamanlar '' Zenginleşin!'' dediğini sürekli anımsatmayı pek seven, ve bu '' Zenginleşin!'' lafını ağızlarından
TEORİ-PRATİK düşürmeyen Zinovyev ve Kamenev'i alalım. Yıl 1922 , Urguhart imtiyazını, bu imtiyazın köleleştirici koşullarını kabul etmeyi önerdikleri ,ve önerilerinde ısrar ettikleri olgu değil mi acaba ? Ama MK Urguhart imtiyazını reddetti, Zinovyev ve Kamenev hatalarında ısrar etmekten vazgeçtiler ve hata unutuldu. Ya da örneğin Kamenev 'in bir başka hatasını alalım, bunu hakkında konuşmak istemiyordum ama Kamenev beni bunu anımsatmaya adeta zorluyor, ÇÜNKÜ HEP Buharin'in hatasının anımsatılmasından, Buharin'in çoktan düzeltip tasfiye ettiği bir hatasının anımsatılmasından bıktık artık. Kamenev'in Sibirya'da sürgündeyken başından geçen bir olaydan söz ediyorum, Şubat Devriminden sonra bir dizi ünlü Sibiryalı tüccarla YAZI kutlama birlikte Meşrutiyerçi Mihail Ramanov'a telgrafı çekmesinden söz ediyorum (sesler: ''Rezalet!'') , tahttan feragat eden Çarın'' tahta çıkma hakkını'' devrettiği şu aynu Michael Romanov'a . Elbette gayet aptalca bir hataydı bu , ve bu hatasından dolayı Kamenev, 1917 Nisan Konferansında Partimizden adamakıllı bir zılgıt yedi. Ama hatasını kabul etti, ve hata unutuldu. Bu tür hataları anımsatmaya gerek var mı ? Elbette gerek yok, çünkü unutulmuş ve çoktan düzeltilmiştir. O halde , Parti içinde kendilerine muhalefet edenlere karşı neden Kamenev Ve Troçki onların bu hatalarını hep yüzlerine vurup duruyorlar? Bununla bizi de ,muhalefet liderlerinin sayısız hatalarını anımsamak zorunda bıraktıklarını görmüyorlar mı* Muhalefeti mızmızlanma ve dedikodu yapma alışkanlığından vazgeçmek amacıyla da olsa ,bunu yapmak zorunda kalıyoruz. Fakat başka türlü hatalar da vardır, ısrarla savunulan ve bunlardan fraksiyoncu platformların geliştirdiği hatalar. Bunlar tamamen başka nitelikli hatalardır artık. Partinin görevi, bu tür hataları açığa çıkarmak ve aşmaktır.
Çünkü bu tür hataların aşılması, Marksizmin ilkelerine Partide sağlam bir şekilde kök salmasını sağlamanın,Partinin birliğini korumanın, fraksiyonculuğu tasfiye etmenin ve bu tür hataların tekrarlanmasına karşı bir güvence yaratmanın biricik aracıdır. Örneğin, Brest barışı sırasında Troçki'nin, Partiye karşı tüm bir platforma gelişen hatasını alalım. Bu tür hatalara karşı açık ve kararlı biçimde mücadele edilmeli midir.? Evet,mutlaka edilmelidir Ya da Troçki'nin Partiye karşı tüm bir platforma gelişen hatasını alalım . Bu tür hatalara karşı açık ve karalı biçimde mücadele edilmeli midir? Evet , mutlaka edilmelidir. Ya da Troçki'nin bir başka , bir başka hatası , tüm – Rusya çapında bir Parti tartışmasına yol açan,sendikalar tartışması sırasındaki hatası. Ya da örneğin Zinovyev ve Kamenev'in, Ekim 1917'deki ayaklanma öncesinde Prti içinde krize yol açan Ekim hatası. Ya da örneğin fraksiyoncu bir platform oluşmasına ve Partiye karşı mücadeleye yol açan, muhalefet blokunun bugünkü hataları. Ve saire, ve saire.
SAYFA 8
Bu tür hatalara karşı açık ve kararlı biçimde mücadele edilmeli midir ? Evet, mutlaka edilmelidir. Eğer Parti içindeki görüş ayrılıklarıyla ilgiliyse, bu tür hatalar sesizlikle geçiştirilebilir mi ? Geçiştirilemeyeceği açıktır. Doğru Olarak Önderlik Etmek - Bu Ne Demektir? Bu, asla yazıhanede oturup, direktifler sunmak demek değildir. Doğru olarak önderlik etmek demek: İlk olarak, sorunun doğru bir çözümünü ortaya koymaktır. Ama önderliğimizin sonuçlarını kendı sırtlarında deneyen yığınların deneyi hesaba katılmadığı sürece, doğru bir çözüme varılamaz İkincisi, doğru çözümün uygulamasını örgütlemektir ki bu, yığınların doğrudan yardımı olmadan gerçekleştirilemez. Üçüncüsü, bu kararın yerine getirilmesi üzerinde bir denetim örgütlemektir ki bu da gene, yığınların doğrudan yardımı olmadan gerçekleştirilemez. Biz önderler, yığınları olayları ve insanları sadece biryandan, denebilir ki yukardan görürüz; bunun sonucunda görüş 'alanımız az çok sınırlıdır. Yığınlar ise, tersine, şeyleri, olayları ve insanları diğer yandan, denebilir ki aşağıdan görürler; bunun sonucunda yığınları görüş alanları da belli bir ölçüde sınırlıdır. Sonuna doğru bir çözüm bulmak için, bu iki deney birleştirilmelidir. Ancak böyle bir durumda doğru önderlik yaratılmış olacaktır. Hem yığınlara öğretmek, hem de onlardan öğrenmek işte budur. Böylece sadece bizim deneyimimiz, önderlerin deneyimleri işlerimize kılavuzlu~ etmek için yeterli olmaktan çok uzak olduğu ortaya çıkar. Doğru olarak yol göstermek için önderlerin deneyimi, Partili yığınların deneyimi işçi sınıfının deneyimiyle, emekçilerin deneyle "küçük insanlar" denenlerin deneyimiyle tamamlanmalıdır. Bu ne zaman olanaklıdır? Bu ancak, önderler yığınlara sıkı sıkıya bağlıysa, Partili yığınlarla, işçi sınıfıyla, köylülükle, çalışan aydınlarla bağlantılıysa mümkün olur. Yığınlarla bağlantı, bu bağlantılara güçlendirme, yığınların sesini dinlemeye hazır olmadır. Bolşevik önderliğin gücü ve yenilmezliği burada yatar. Geniş halk yığınlarıyla bağlarını sürdürdükleri sürece. Bolşeviklerin yenilmez olacağı bir yasa olarak kabul edilebilir. Ve tersine, Bolşeviklerin tüm güçlerini yitirmeleri ve bir hiç haline gelmeleri için, bolşeviklerin yığınlardan kopmaları ve onlarla bağlarını kaybetmeleri yeter, bürokratik pasla kaplanmalan yeterlidir. Eski Yunan Mitoloji düşünüşünde, deniz tanrısı Poseidon ile · toprak tanrıçası Gaea'nın oğlu olan Anteus adlı ünlü kahramanı vardı. Anteus kendisini doğuran, besleyen ve büyüten annesine özellikle bağlıydı. Bu Anteus'un yenemediği kahraman yoktu. Yenilmez bir kahraman sayılıyordu . Anteus'un gücü ne de gizliydi? Bir düşmanla her kavgaya giriştiğinde toprağa', kendisini doğuran ve besleyen anasına dokunur ve yeni bir güç kazanırdı. İşte Anteus'un gücünün kaynağı. Ama gene de bir zayıf noktası vardı - topraktan herhangi bir biçimde ayrılma tehlikesi. Düşmanları Anteus'un bu zayıflığını hesaba ka tıp onu gözlemeye başladılar. Ve bu zayıflığından yararlanıp Anteus'u yenen bir düşman bulundular. Bu Herküldü. Herkül Anteus'u nasıl yendi? Anteus'u topraktan ayırıp havaya kaldırdı. Anteus'un toprağa dokunma olanağını ortadan kaldırıp boğuverdi. Sanırım Bolşevikler bize Yunan mitolojisi kahramanı Anteus'u hatırlatıyorlar. Tıpkı Anteus gibi, kendilerini doğuran, besleyen ve eğitem analarıyla, yığınlar ile bağlarını sürdürerek güçlüdürler. Ve analarıyla, halkla bağlarını sürdürdükleri sürece Bolşevikler yenilmez olarak kalmanın her olanağına sahiptirler. Bolşevik önderliğin yenilmezliğinin sırrı budur
KASIM 2011 RUS KOMÜNİSTLERİNİN STRATEJİSİ VE TAKTİĞİ ÜZERİNE - J. STALIN Bu yazının temelini, değişik zamanlarda Preznya semtindeki işçi kulübünde ve Sverdlov Üniversitesindeki komünist fraksiyonda, “Rus Komünistlerinin Strateji ve Taktiği Üzerine” verdiğim konferanslar oluşturmaktadır. Bu yazıyı yayınlamaya karar vermemin nedeni, sadece Preznyalı yoldaşların ve Sverdlov'lu öğrencilerin isteklerini karşılamayı bir görev saydığımdan değil, aynı zamanda, bu yazının, Parti işçilerimizin yeni yetişen kuşağına da yararı dokunacağındandır. Bununla birlikte, şunu da belirtmeyi gerekli görüyorum ki, bu yazı, yönetici yoldaşlarımız tarafından Rus Parti basınında birçok kez söylenenlerden farklı şeyler getirme iddiasında değildir. Bu yazı, Lenin yoldaşın temel görüşlerinin kısa ve şematik bir açıklaması olarak görülmelidir. TEMEL KAVRAMLAR 1. İşçi hareketinin iki yanı Siyasi strateji, tıpkı taktik gibi, işçi hareketi ile ilgilenir. Ancak bizzat işçi hareketi iki unsurdan oluşur: objektif ya da kendiliğinden unsur ve sübjektif ya da bilinçli unsur. Objektif, kendiliğinden unsur, proletaryanın bilinçli ve düzenleyici iradesinden bağımsız olarak cereyan eden süreçler grubunu oluşturur. Ülkenin ekonomik gelişimi, kapitalizmin gelişmesi, eski devlet iktidarının parçalanması, proletaryanın ve onu çevreleyen sınıfların kendiliğinden hareketleri, sınıfların çatışmaları vb. -tüm bunlar, gelişmesi proletaryanın iradesine bağlı olmayan görüngülerdir, hareketin objektif yanını oluştururlar. Stratejinin bu süreçlerle hiçbir ilgisi yoktur, çünkü bunları ne ortadan kaldırabilir ne de değiştirebilir, sadece bunları hesaba katabilir ve bunlardan yola çıkabilir. Bu, Marksizmin teorisi ve Marksizmin programı tarafından araştırılan bir alandır. Ancak hareketin bir de sübjektif, bilinçli yanı vardır. Hareketin sübjektif yanını, hareketin kendiliğinden süreçlerinin işçilerin düşüncelerinde yansıması oluşturur, proletaryanın belirli bir hedefe doğru bilinçli ve sistematik hareketi oluşturur. Bizi ilgilendiren, hareketin tam da bu yanıdır , çünkü objektif yanın tersine, bu tamamen strateji ve taktiğin doğrudan yöneltici etkisine tabidir. Strateji, hareketin objektif süreçleri üzerinde herhangi bir değişikliğe yol açamazken, burada, hareketin sübjektif, bilinçli yanında ise, tersine, stratejinin uygulanma alanı geniş ve çeşitlidir, çünkü strateji, hareketi hızlandırabilir veya yavaşlatabilir, stratejinin kendi üstünlük ve başarısızlıklarına bağlı olarak hareketi en kestirme yola yöneltebilir ya da onu daha zor ve daha acılı bir yola saptırabilir. Hareketi hızlandırmak veya yavaşlatmak, kolaylaştırmak veya zorlaştırmak -işte siyasi strateji ve taktiğin alanı ve uygulama sahası bunlardır. 2- Marksizmin teorisi ve programı Stratejinin kendisi, hareketin objektif süreçlerinin araştırmasıyla uğraşmaz. Bununla beraber o, eğer hareketi yönetirken büyük ve hayati hatalar işlemek istemiyorsa, bu süreçleri bilmek zorundadır. Hareketin objektif süreçlerinin araştırılmasıyla, herşeyden önce Marksizmin teorisi ve sonra da Marksizmin programı uğraşır. Bu nedenle strateji tamamen, Marksizmin teorisi ve programının sonuçlarına dayanmalıdır. Gelişmesi ve ölüp gitmesi içinde kapitalizmin objektif süreçlerini araştıran Marksizmin teorisi, burjuvazinin devrilmesi ve iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesinin kaçınılmaz olduğu, kapitalizmin yerini, zorunlu olarak, sosyalizmin alacağı sonucuna varmaktadır. Proleter strateji, ancak Marksizmin teorisinin bu en önemli sonucu çalışmanın temeli yapıldığında, gerçekten Marksist olarak adlandırılabilir. Teorinin vardığı sonuçlardan hareket eden Marksizmin programı; program maddelerinde bilimsel olarak formüle edilen proleter hareketin hedeflerini saptar. Program, ya kapitalizmin devrilmesi ve sosyalist üretimin örgütlenmesini göz önüne alarak kapitalist gelişmenin tüm dönemini hedef tutar, ya da kapitalizmin gelişmesinde sadece belirli bir aşamayı, örneğin feodal mutlakiyetçi sistemin kalıntılarının yıkılarak kapitalizmin serbest gelişme şartlarının yaratılmasını hedef tutar. Buna uygun olarak program, biri azami, biri asgari program olmak üzere, iki kısımdan oluşabilir. Programın asgari kısmını hedef tutan bir stratejinin, onun azami kısmını hedef tutan bir stratejiden mutlaka farklı olacağı açıktır. Stratejiye ise ancak, faaliyetinde Marksizmin programında formüle edilen hareketin hedeflerini kılavuz edinirse, gerçekten Marksist denebilir. 3- Strateji Stratejinin en önemli görevi, işçi sınıfı hareketinin tutması
TEORİ-PRATİK gereken, ve programda formüle edilen hedeflere ulaşmak için düşmana esas darbeyi indirmenin proletarya için en yararlı olduğu temel doğrultunun saptanmasıdır. Stratejinin planı, tayin edici darbenin, bu darbenin en kısa zamanda azami sonucu vereceği doğrultuda örgütlenmesi planıdır. Siyasi stratejinin ana hatları, örneğin içsavaş döneminde Denikin'e karşı savaş zamanında askeri strateji ile bir analoji yapılarak kolayca çizilebilir. Denikin'in güçlerinin Tula yakınlarında beklediği 1919 yılının sonunu herkes anımsayacaktır. O sıralar askeriye arasında; Denikin ordularına tayin edici darbenin hangi noktadan indirileceği konusunda ilginç tartışmalar oluyordu. Askeriyenin bir kesimi, esas darbenin doğrultusu olarak ÇariçinNovorossiysk hattının seçilmesini önerdi. Diğer kesim ise, tayin edici darbenin Voronej-Rostov hattı boyunca indirilmesini, bu hattan ilerleyerek Denikin ordularını ikiye bölmeyi ve sonra da parçaların her birini ayrı ayrı ezmeyi önerdi. Birinci planın, kuşkusuz, planın hedef tuttuğu Novorossiysk'in alınmasıyla Denikin geri YAordularının I vardı. Ama çekilme yolunu kesmek anlamında olumlu Z yanı bu plan bir yandan dezavantajlıydı, çünkü Sovyet iktidarına düşman olan illerden (Don Bölgesi) ilerlememizi öngörüyordu ve böylece ağır kurbanlar gerektiriyordu; öte yandan tehlikeliydi, çünkü Denikin ordularına, Tula, Serpuhov üzerinden Moskova yolunu açacaktı. Esas darbe için tek doğru plan ikincisiydi, çünkü bir yandan ana grubumuzun, Sovyet iktidarına dost olan bölgelerden (Voronej vilayeti -Donetz Havzası) ilerlemesini öngörüyordu ve bu yüzden de özel kurban gerektirmiyordu; öte yandan ise Denikin kuvvetlerinin Moskova üzerine yürüyen ana grubunun operasyonlarını baltalıyordu. Askerlerin büyük çoğunluğu, ikinci plandan yana olduklarını açıkladılar, ve böylece Denikin'e karşı savaşın sonucu belirlendi. Başka sözlerle: Esas darbenin doğrultusunu belirlemek, tüm savaş dönemi için operasyonların karakterini önceden belirlemek demektir, yani tüm savaşın sonucunu onda dokuz önceden belirlemek demektir. Stratejinin görevi budur. Aynı şey, siyasi strateji için de söylenmelidir. Rus proletaryasının siyasi önderleri arasında, proleter hareketin temel doğrultusu sorunu üzerine ilk ciddi çatışma, yirminci yüzyılın başlarında, Rus-Japon savaşı sırasında meydana geldi. Bilindiği gibi, o zamanlar Partimizin bir kesimi (Menşevikler), proleter hareketin Çarlığa karşı mücadelesin esas doğrultusunun, proletarya ile liberal burjuvazi arasında blok kurma çizgisi olduğunu savunuyorlardı, böylece son derece önemli bir devrimci faktör olarak köylülük plandan dıştalanıyor ya da hemen hemen dıştalanıyordu, genel devrimci harekete önderlik etme rolü ise liberal burjuvaziye bırakılıyordu. Buna karşılık Partimizin diğer kesimi (Bolşevikler) ise, esas darbenin, proletarya ile köylülük arasında blok kurma çizgisi üzerinde gerçekleşmesi gerektiğini, genel devrimci hareketin önderi rolünün proletaryada olması, liberal burjuvazinin ise tarafsızlaştırılması gerektiğini savunuyorlardı. Eğer Denikin`e karşı savaşla analoji içinde, yüzyılımızın ilk on yılından 1917 Şubat Devrimi'ne kadar -çarlığa ve çiftlik sahiplerine karşı işçilerin ve köylülerin mücadelesi olarak tüm devrimci hareketimizi karşılaştıracak olursak, çarlığın ve çiftlik sahiplerinin kaderinin, birçok açıdan, şu ya da bu stratejik planın (Menşevik ya da Bolşevik) kabul edilmesi, devrimci hareketin şu ya da bu ana doğrultusunun saptanmasına bağlı olduğu açıktır. Nasıl Denikin'e karşı savaş sırasında, askeri strateji, darbenin ana doğrultusunu saptayarak, Denikin'in yok edilmesine kadar tüm diğer operasyonların karakterini onda dokuz belirlediyse, burada da, çarlığa karşı devrimci mücadele alanında da, siyasi stratejimiz, devrimci hareket ana doğrultusunu Bolşevik plan doğrultusunda saptayarak, Rus-Japon savaşından 1917 Şubat Devrimi'ne kadar, çarlığa karşı tüm açık mücadele dönemi için Partimizin çalışmasının karakterini belirlemiştir. Siyasi stratejinin görevi, her şeyden önce, Marksizmin teorisi ve programından yola çıkarak ve tüm ülkelerin işçilerinin, devrimci mücadelesinin deneyimlerini hesaba katarak, verili tarihsel dönem için, verili ülkenin proleter hareketinin esas doğrultusunu doğru saptamaktır. 4 -Taktik Taktik, stratejinin bir parçasıdır, ona tabidir ve ona hizmet eder. Taktik, savaşın bütünüyle değil, onun tek tek parçalarıyla, mücadelelerle, çarpışmalarla ilgilenir. Strateji, savaşı kazanmayı, ya da diyelim ki, çarlığa karşı mücadeleyi sonuna kadar götürmeyi hedeflerken; taktik, her verili anda somut savaş durumuna azçok uygun, düşen şu ya da bu çarpışmayı, şu ya da bu mücadeleyi kazanmayı, şu ya da bu kampanyayı, şu ya da bu eylemi başarıyla gerçekleştirmeyi hedefler.
SAYFA 9 Taktiğin en önemli görevi, verili her anda somut duruma en uygun düşen ve stratejik başarıyı en emin şekilde hazırlayan mücadele yollarını ve araçlarını, biçimlerini ve yöntemlerini saptamaktır. Bu nedenle, taktik eylemler, onların sonuçları, kendi başına, dolaysız etki bakış açısından değil, stratejinin görevleri ve olanakları bakış açısından değerlendirilmelidir. Taktik başarıların, stratejik görevlerin gerçekleştiri1rnesini kolaylaştırdığı anlar vardır. Örneğin 1919'un sonunda, Denikin cephesinde askerlerimiz Orel ve Voronej'i kurtardığında, Voronej'deki süvarilerimizin ve Orel'deki piyadelerimizin başarıları, Rostov üzerine yürümek için elverişli bir durum yarattıklarında, böyle oldu. 1917 Ağustos'unda Rusya'da Petrograd ve Moskova Sovyetleri Bolşeviklerin safına geçerek, Partimizin Ekim hamlesini kolaylaştıran yeni bir siyasal durum yarattığında, böyle oldu. Dolaysız etkileri bakımından çok parlak olan, ancak stratejik olanaklara uymayan taktik başarıların, tüm savaş için felaketli sonuçlar getiren “beklenmedik” bir durum yarattığı anlar da vardır. Örneğin 1919 sonunda, Moskova üzerine hızla ve gösterişli ilerlemesindeki kolay başarıya kapılan Denikin, cephesini Volga'dan Dinyeper'e kadar genişletip böylece ordularının mahvına yol açtığında, böyle oldu. Örneğin 1920'de Polonyalılara karşı savaş sırasında, Polonya'da ulusal etkenin gücünü küçümseyerek ve gösterişle ilerlemenin kolay başarısına kapılarak, Varşova üzerinden Avrupa'yı zorlamak gibi, gücümüzün üzerinde bir göreve atıldığımızda ve Polonya nüfusunun büyük çoğunluğunun Sovyet güçlerine karşı ayağa kalkmasına ve Sovyet güçlerinin Minsk ve Şitomir önlerindeki başarılarını yok eden bir durum yaratılmasına ve Batı'da Sovyet iktidarının prestij yitirmesine neden olduğumuzda da böyle oldu. Son olarak, taktik başarıdan vazgeçilmesini, gelecek için stratejik avantajlar sağlamak üzere taktik dezavantajların ve kayıpların bilerek üstlenilmesini gerektiren anlar da vardır. Bu, savaşta sık sık olur; bir taraf, kendi birliklerinin kadrosunu kurtarmak ve üstün düşman güçlerinin darbesinden bunları sakınmak istediğinde, planlı bir geri çekilmeye başlar ve zaman kazanmak ve gelecekteki tayin edici savaşlar için güç toplamak amacıyla, koskoca şehirleri ve bölgeleri savaşmaksızın teslim eder. Rusya'da 1918'deki Alman saldırısı sırasında, barışa susayan köylülerle ittifakı korumak, bir nefeslenme molası elde etmek, yeni bir ordu yaratmak ve böylece gelecek için stratejik avantajlar sağlamak üzere Parti, andaki dolaysız siyasal etkisi bakımından muazzam bir dezavantaj olan Brest barışını kabule zorlandığında, durum böyleydi. Başka kelimelerle: Taktik, anlık çıkarlara tabi olamaz, dolaysız siyasal etki mülahazalarını kendine kılavuz almamalıdır, sağlam zeminden ayrılıp havada şatolar ise hiç mi hiç kurmamalıdır -taktik, stratejinin hedef ve olanaklarına uygun olarak inşa edilmelidir. Taktiğin görevi, her şeyden önce, stratejinin yönergelerini kılavuz edinerek ve bütün ülkelerin işçilerinin devrimci mücadelesinin deneyimlerini göz önüne alarak, her verili anda somut savaş durumuna en uygun mücadele biçim ve yöntemlerini saptamaktır. 5 -Mücadele biçimleri Savaş sevk ve idare yöntemleri, savaş biçimleri her zaman aynı değildir. Bunlar gelişme koşullarına uygun olarak, her şeyden önce de üretimin gelişmesine uygun olarak değişirler. Cengiz Han zamanında savaş, III. Napolyon zamanındakinden farklı sevk ve idare ediliyordu, yirminci yüzyılda da on dokuzuncu yüzyıldakinden farklıdır. Bugünkü koşullar altında savaş sevk ve idare sanatı, savaşın bütün biçimlerinde ustalaşmak ve bu alanda bilimin bütün kazanımlarını özümlemekte, bunlardan akıllıca yararlanmakta, bunları ustaca birleştirmek ya da duruma göre bunlardan birini ya da diğerini zamanında kullanmakta yatar. Siyasi alandaki mücadele biçimleri üzerine de aynı şey söylenmelidir. Siyasi mücadele biçimleri, savaş sevk ve idare biçimlerinden de çeşitlidir. Bunlar, ekonominin, toplumsal durumların, ve kültürün gelişmesine, sınıfların durumuna, mücadele eden güçlerin karşılıklı ilişkisine, devlet iktidarının karakterine ve nihayet uluslararası ilişkilere vb. göre değişir. Mutlakiyetçilik koşulları altında, kısmi grevlerle ve işçi gösterileriyle birleşen illegal mücadele biçimi, “legal olanaklar” varolduğunda açık mücadele biçimi ve işçilerin siyasi kitle grevi; örneğin Duma'da parlamenter mücadele biçimi ve zaman zaman silahlı ayaklanmaya kadar varan parlamento-dışı kitle eylemi; son olarak da proletarya iktidarı ele geçirdikten ve ordu da dahil olmak üzere devletin tüm kaynak ve güçlerinden yararlanma fırsatını sağladıktan sonra, devletsel mücadele biçimleri -proletaryanın devrimci mücadelesinin pratiği tarafından ortaya çıkarılan mücadele biçimleri aşağı yukarı bunlardır.
KASIM 2011
KÜLTÜR-SANAT
SAYFA 10
Berliner Ensemble Özellikleri ve Bertolt Brecht Tiyatrosu Bu ayki Kültür – Sanat sayfamızda Berlier Ensemble'nin tarihi geçmişi, özellikleri, Bertolt Brecht'in oyunculuk mesleği üzerine olan yaklaşımları ve oyuncunun kapılmaması gereken eğilimler gibi “sosyalizmin devrimci tiyatro üzerindeki değişikliklerini” ele alarak devrimci tiyatro ve sanatla ilgilenen yoldaşlarımıza, bu köşemde teorik içerikli bilgi vermek istiyorum… Berliner Ensemble tarihi geçmişine değinecek olursak, Almanya'nın tanınmış tiyatrolarından birisi olup, kurucusu Bertolt Brecht'in eserlerini sahnelemesiyle ünlenmiştir. Alman dilinin öncü sahnelerinden birisi olarak kabul edilen Berliner Ensemble, 1954 yılından bu yana Berlin merkezinde Fridrich Wilhelm Stadt mevkinde Schiffbauerdamm'daki eski tiyatro binasında (Thearteram Schiffbauerdamm) çalışmalarını yürütmektedir. Çalışmalar yürütülürken elbette sosyalizme geçiş döneminde yaşam, çalışma ve düşünme biçiminde köklü değişikliğin, sanat dallarında da olabileceği düşüncesi mevcuttu. Söz konusu değişikliklerden en çok TİYATRO etkilenecekti; bu biliniyordu . Nitekim Bertolt Brecht'in tiyatrosu ve etkilediği sanat dünyası bunun en büyük kanıtıdır. Bertolt Brecht'in tiyatro binası Berliner Ensemble 'sinin bazen yadırgatıcı görünen kimi özellikleri birçok çabalarından kaynaklanıyor. Bu özellikler; 1.Toplumu değişebilir bir nesne olarak sergilemek . 2.İnsan doğasını değişebilir bir nesne olarak sergilemek . 3.İnsan doğasını belli bir sınıfa bağımlı bir nesne olarak sergilemek. 4.Çatışmaları toplumsal çatışmalar olarak sergilemek . 5.Karekterlerin, durumların ve olayların gelişimini kesintili olarak sergilemek. 6.Diyalektik gözlemi bir zevk aracına dönüştürmek. 7.Klasik dönemin başarılı ürünlerini diyalektik açıdan koruyup saklamak 8.Gerçekçilik ve edebiyattan bir birlik oluşturmak. Sanat alanında gerçekleştirilen ve daha bir çok sayılamayan değişikliklerin hepsi seyircilerin tiyatro keyfini sınırlandırmadan ,yalnızca doğasını değiştirme hedefi üzerinedir. Bunun da gerçekleştirilebilmesi için Brecht , Berlin Ensemble' de genç oyuncuları genel bir eğitimden geçirerek, gerçekçi, gözleme dayalı doğal ve aynı zamanda artistik oyunculuk alanında yetiştirerek tiyatro konusunda
"Germinal" Barikat Film Kulübü Tarafından Gösteriliyor:
güçlendiriyor. Yazımın başında da belirttiğim gibi Bertolt Brecht'in Oyunculuk Mesleği Üzerine olan kuramlarına da yer vermek istiyorum. Oyunculuk mesleği her zaman ve her koşulda büyük bir heyecan ve/veya gerilim gerektirdiğinden oyuncu bu heycanı üzerinden nasıl atacağını çok iyi bilmelidir. Oyuncu mesleğini icra ederken ve/veya sahnede heycanını ve tam tersi fazla gevşemeden uzak durmalıdır. Oyuncu bu kontürolü çok iyi yapması gerekir, aksi taktirde sahnede verilmek istenen mesaj sağlıklı olmayacağı kanısındayım. Oyuncu tiyatronun kendisi için apayrı YAZI bir yerde olmasını istiyorsa, özel hayatında tüm teyetral dışavurumlarından uzak durmak zorundadır. Oyuncu bilmelidir ki ister kendisini seyreden biri olsun ister olmasın üslubuna özen göstermelidir. Mesleği oyuncuyu iki şeyin ayrımını yapmasını bekler. Kendini başkalarından ayırmak ve başkalarının boynuna sarılmak… Ayrıca oyuncunun sahnede sergilediği rolün etkisinde kalarak acıma hissine kapılmamalıdır, yoksa rolün gereğince seyirciden merhamet dilenir. Bunu ayrıştırması iyi yapılması gerekmektedir… Bence mesleğini ciddiye alan bir oyuncunun uyması gereken en önemli kurallardan bir kaçıdır… Oyuncu için en önemli dikkat edeceği noktalardan bir tanesi de ne çabuk incinen ne de hiç incinmeyen biri olacaktır. Bunun dengesini çok iyi kurabilmelidir. Oyuncu gözlem sanatına da önem vererek bir çok zorluktan kurtulacağı bir gerçektir. Bertolt Brecht'in Oyuncular İçin Temel Kuramlarına geçmezden önce konu ile ilgili düşüncerimi siz yoldaşlarımla paylaşmak istiyorum: Öyle ki bir oyuncu, üzerinde ki mücadele sorumluluğunun önemini kavrayarak mesleğini icra ederken sahnede ki tutumuna kurallar çerçevesinde özen göstermelidir. Tabi oyuncunun özel hayatı da önemlidir, ama bence özel hayatından daha da özen göstermesi gerekir sahneye… Çünkü mücadele için gerçekçi mesajlar verirken disipline ve çok çalışmaya ihtiyaç vardır… Oyuncular İçin Temel Kurallar; 1.Oyuncu sahnede yaşlıları , falcıları ve kötü kişileri oynarken sesini asla değiştirmemelidir. 2.Çabuk konuşurken sesini yükseltmemeli, yüksek konuşurken de kendini bir çoşkunluğa kaptırmamalıdır. 3.Büyük çaptaki oyunlarda oyun kişilerinin bir eğtim sürecinden geçmesi gereklidir.. Örneğin Ana'da Pawel Wlassaw , oyunculuk mesleğinden
hafta kala ekmek alacak para bile kalmıyor. Üstüne üstlük, bir de patron maaşları daha aşağı çekmeye çalışıyor. Bu insanlar TARİH: 12 KASIM 2011 'ekmek alacak kadar para' için CUMARTESİ ayaklanmayıp da ne yapsınlar? SAAT: 19.30 Emile Zola'nın kitabından YER: BARİKAT MERKEZ uyarlanan Germinal, yukarıdaki OFİSİ soruya bir çok yönden göz atıyor. KONUSU: Emile Zola'nın romanından sinemaya uyarlanan Ve grev başlıyor… Önce açlıkla mücadele ediyor insanlar, sonra Germinal, ekmek alacak parası devletin kolluk güçleriyle, sonra bile olmayan maden işçilerinin grev kırıcılarla. Tabii ki en acı grev deneyimini anlatıyor. veren mücadele kendi içlerinden Fransa'da bir kasaba. çıkan grev kırıcılar. Dün kendi Kasabadaki 8 yaşından büyük herkes maden ocağında çalışıyor. yanında olan bir arkadaşını, ertesi günü patronun tarafında Ailedeki herkesin çalışmasına rağmen, maaşların alınmasına bir görmekten daha acı ne olabilir ki
bir devrimciye dönüşür zamanla…. 4.Seyirciyi duygulandırmak isteyen oyuncu, kendisi duygulanması gerekmez. Gerçekçilik temeldir! Bu bağlamda oyuncunun seyircide acıma duygusu ya da hayranlık vb. uyandıracak duruşu, genel olarak her zaman gerçekçilikle nitelendirilir. 5.Toplumsallık duygusu bir oyuncu için mutlaka gereklidir. Oyuncu toplumsal durumlarla ilgili gelişmeleri sürekli takip edip , araştırıp incelemesi gerekmektetir. Unutulmamalıdır ki her oyun için oyun kişisi, yeni bir inceleme ve irdelemeyi yapması gerekmektedir. Yukarıda da açıkladığım gibi sosyalist bir tiyatroda, oyuncunun temelde GERÇEKÇİLİĞİ benimsemesi hayalperestlikten arınması verilecek olan mesajın, mücadelenin önemi açısından gerekli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca toplumsal sorunlarında oyuncu kişi tarafından incelenip takip edilmesinin önemini vurgulamak isterim. Bu sayıda köşe yazımızda ki, son konu başlığı olarakta Bir Oyuncunun Kapılmaması Gereken Eğilimleri inceleyeceğiz. Tiyatro oyunu esnasında sahnenin ortasına yönelmeye çalışmak, topluluklardan kendini sıyırıp yalnız kalmak, ki bunun çok önemli olduğu kanısındayım, bir oyuncunun oyunu canlandırırken rolün içerisinde olması kadar tiyatro da önemli bir kural yoktur bence… Eğilimlere devam edecek olursak, oyuncunun sahneyi paylaştığı oyuncu yoldaşına kesinlikle sokulmadan role devam etmesi, karşısındaki konuştuğu kişiden gözünü ayırmamakta yanlış bir eğilimdir. Bir oyuncu için ayrıca konuşan kişiye bakmamak ta ayırmamak kadar yanlış olan bir eğilimdir. Çünkü tiyatroda metne bağlı kalarak oyuncunun oyunu oynaması seyirciye, dolayısıyle de topluma verilmek istenen mesajın kurallar çerçevesinde olması gerekmektedir. Bunu dışında oyuncunun, sesini yükseltmesi gerekli yerlerde hızlı devinimlerle yapması gerekmektedir. Oyunun yazarının oyundaki amacının oyuncu tarafından iyi irdelenerek, kendi deneyim ve gözlemlerini yazarın olası amaçlarının buruğuna vermesi gerekmektedir. Sevgili yoldaşlar,bu sayımızda devrimci tiyatro anlayışı ile ilgili teorik bilgiler vererek, Bertolt Brecht'in tiyatrosunu incelemeye çalıştık. Yazıda ki konu ile ilgili daha detaylı bilgiye Bertolt Brecht Sanat Üzerine Yazılar kitabında bulabilirsiniz… Mücadeleyle kalın yoldaşlar, yeni sayıda buluşmak üzere…
grevdeki bir işçi için. Büyük umutlarla örgütlenen bu grev bir faciayla bitiyor. Sonuç böyle olunca da başlarken liderlerine destek olan işçiler, suçlu olarak gördükleri liderlerinin yüzüne tükürüyorlar. Duygularından sıyrılan, üç çocuğunu ve kocasını greve kurban veren kadından geliyor yanıt: "Suç sende değil, suç dünyaya ait." Yönetmen: Claude Berri Oyuncular: Gerard Depardieu, Jean Carmet, Miou-Miou Ülke: Fransa/İtalya/Belçika Yapım Yılı: 1993 Süre: 160 dk.
Özge Gülenyüz
KASIM 2011
KÜLTÜR-SANAT
Gelecek Gazetesi: "Barikat’ın pankartını içeriye almıyoruz...!" Geçtiğimiz sayıda Grup Yorum konseri ile ilgili haberin kısa detayını sizlere iletmiştik. Tüm devrimcilerin sesi olmayı başaran Grup Yorum ülkemizde geçtiğimiz ay yine çok güzel bir konser verdi. Kalabalık bir kitle gelmemesine rağmen devrimci müziğin tadına varan kitle, geceden memnun bir şekilde ayrıldı. Fakat Gelecek Gazetesi sempatizanı ve çalışanı olduğu bilinen bir güvenlik görevlisinin Barikat Gazetesinden gelen gruba pankartı içeriye sokmak isterken engel olmak istemesi adeta Grup Yorum konserleri gibi tüm devrimci grupları birleştiren bu konsere gölge düşürttü.. Konu ile ilgili bir açıklama yapan gazete yetkilimizin yazılı bildirisini aynen yayınlıyoruz:
koşmayan, herkesin beğendiği ve devrimci dayanışma ruhunu en yükseklere taşıyan bir grup olmayı bu şekilde başarmış, tüm devrimcilerin ve dünya kardeş halklarının sahibi olduğu bir gruptur…! Bizler Gelecek Gazetesi’ne mensup şahısların, Grup Yorum hakkında geçmişte birçok kez yaptığı karşıdevrimci propagandayı unutmadık (Kaynak: Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek Gazetesi’nde ülkemizde daha önce düzenlenen Grup Yorum konserleri ile ilgili yazılar) konu hakkında hiçbir özeleştiri vermeden ayni insanların üzerinden maddi çıkar sağlayarak şimdi günlük gazete çıkartma peşinde olduklarınu da unutmayacağız…! Unutturmayacağız…! Dün gece düzenlenen Grup Yorum Ama yine de onların günlük bir gazete olması yönünde asla hiçbir Konserinde, Gelecek Gazetesi engel olmadığımız gibi desteğimizi sempatizanı olduğunu bildiğimiz bir güvenlik görevlisi “Barikat’ın verip işbirliği çağrılarımızı pankartını içeriye almıyoruz” diye yinelemeye devam edeceğiz…! defa defa vurgulayarak üzerinde “Yaşasın Kıbrıs-Anadolu Halklaırnın Kardeşliği” yazılı pankartı görmesine rağmen içeriye girişinde Barikat Gazetesine engel olmaya çalıştı…! Benzer bir uygulama, gündüz Grup Yorum konserinden önce saat 16.30 sularında röportaj yapmak için müracaat eden çalışanlarımıza yine uygulanmıştı. Grup Yorum üyelerinin müsait olmasına rağmen “müsait Barikat Gazetesi kurulduğu olmadıkları gerekçesi ile” geriye günden beri devrimci sol’daki çevrilip daha sonrasında başka bir birçok yapılanma ile onur, şeref ve yoldaşımız aracılığı ile röportaj haysiyet gerektiren bu mücadelede bayrağını hep daha yukarıya yapmayı başaran Gazetemiz taşımış, dar kadrosuna rağmen çalışanları Gelecek Gazetesinin egemenlere karşı kimsenin “devrimci dayanışmadan uzak”, kuyrukçusu olmadan, devrimci “şahıscı” ve “menfaatçi” dayanışma içerisinde adımlarını tavırlarına bir anlam atmaya devam etmiş; ve etmeye veremediklerini açıkladılar…. devam edecek olan bir Konser tüm katılımcı örgütlerin (emek veren/vermeyen ki her Grup yapılanmadır…! Ne Gelecek Gazetesi; nede Yorum konserinde Barikat Gazetesi Grup Yorum konseri için içerisinde yaşadığımız işgal düzeni egemenleri bu sesi susturamaz…!! çalışan bir örgüttür) ismi tek tek okunmasına rağmen gazetemizin Grup Yorum’u tekrardan ayakta ısrarla telafuz edilmediği de adeta alkışlayarak selamlarken, Gelecek Gazetesine de “günlük gazete” yukarıda yazdığımız sebeplerin doğrulayıcısı bir etken olarak göze olarak bundan sonraki mücadelesinde başarılar diliyor, çaptı… mücadelede bizlere yapılan bu Grup Yorum devrimci bir “oportunist” ve “günübirlik gruptur… Tüm işçi sınıfına ve çıkarlara dayalı” uygulamalara dünya emekçi halklarına mal rağmen, düşmanın ortak olduğu, olmuş, devrimci sol içerisinde herkesin sesi olmayı başarabilmiş, kavganın süreç içerisinde ortak ülkemize gelişi ile şeref vermiş bir olduğu bilinci ile kendileri her süreçte işbirliği yapmaya devam gruptur. Anadolu’da ve dünyada ediyoruz ve edeceğiz..! düzenlediği konserlerde bile sol içerisinde her türlü farklı Barikat Gazetesi (a) fraksiyonu kucaklayabilen, “dar Görkem Eylem çıkarlar ve rantlar” peşinde
4 Uluslararası Kıbrıs İşçi Filmleri Festivali Geçtiğimiz Ay Yapıldı..! “Anlatılan Senin Hikayendir” sloganıyla bu yıl dördüncüsünü gerçekleştireceğimiz Uluslararası Kıbrıs İşçi Filmleri Festivali geçtiğimiz ay Gönyeli Belediyesi Konferans Salonu'nda düzenlendi. Yönetmenliğini ve kurgusunu Kıbrıslı Türklerin yaptığı “Sudaki Suretler” filmi için, Kıbrıs Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği lokalinde, tek günlük özel bir gösterim de gerçekleştirildi. Tamamen ücretsiz bir şekilde düzenlenen festivali BES, DAÜ BİR-SEN, DAÜ-SEN, DEV-İŞ, GÜÇSEN, KTAMS, KTMMOB, KTOEÖS, KTÖS, TIP-İŞ, Baraka Kültür Merkezi, Barikat Gazetesi, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği düzenledi… İşte gösterilen filmlerin ayrıntılı bilgileri: ANILAR, 35dk Yönetmen: Tony Angastiniotis, 2011 1974'te karşı karşıya gelmek zorunda bırakılan Fethi İzzet ve Ioannis Marathefthis anılarını anlatıyor… Çarpışma sırasında Marathefthis'i kafasından vuran Fethi, onu öldürdüğünü sansa da, yıllar sonra onun yaşadığını öğreniyor… Yapımcılığını Panikos Neokleus'un yaptığı film, yıllardır Kıbrıslı halkların umutla yolunu gözledikleri barış için bir ışık daha yakıyor. KAVŞAK, 15dk Yönetmen: Cigerxwin Sinema Atölyesi, 2010 Geçimlerini araba camı silerek sağlayan küçük Baran ve arkadaşları, bir kampanya sebebiyle işlerinden olmak üzeredirler. Kampanya, “Sildirdiğiniz arabanın camı değil, çocukların geleceğidir” yazılı pankart ve el ilanlarıyla sürücülere arabalarının camlarını sildirmemeyi telkin etmektedir. Çalışmak zorunda olan kavşaktaki çocuklar için bu bir “savaş” sebebidir. SESLER, 13dk Yönetmen: Filiz Işık Bulut, 2009 12 Eylül 1980 askeri darbesi döneminde Diyarbekir 5 No'lu Cezaevi'nden yükselen çığlıkların duyulmayacağı sanılmaktadır. Oysa yakınındaki bir gecekonduda bütün bu sesler kaydedilmektedir… BİSİKLET, 20dk Yönetmen: İ. Serhat Karaaslan, 2010 Babasıyla beraber çöp toplayarak yaşayan Fırat'ın en büyük hayali, bir bisiklete sahip olmak. Birgün çöplükte bir bisiklet bulur, fakat bisikletin bir tekerleği yoktur. Bisiklet tutkusundan bir türlü vazgeçmeyen Fırat, inatla tek tekerlekli bisikletine bir tekerlek uydurmaya çalışır. BEDENSİZ RUHLAR, 60dk Yönetmen: Sabite Kaya, 2011 Film, Türkiye'de genelevlerde çalışan seks işçilerinin yaşamlarını anlatmakta ve kadın sömürüsünü gözler önüne sermektedir. SUDAKİ SURETLER, 77dk Yönetmen: Erkal Tülek, 2011 Artvin'den Muğla'ya, Kastamonu'dan Dersim'e, dört bir yanda suya taarruz almış, yürümüş… Saldırı da, direniş de enikonu sert; belli ki daha da sertleşecek! Müphem bir sestir HES; karşısındaki ise inadına kararlı! Keşfedilmemiş nice adsız canlılarla konuşan, gezen, dinleyen ve taş atan bir belgesel… LOKAVT, 60dk Yönetmen: Joan Sekler, 2010 Bu, dünyanın en büyük üçüncü maden şirketi, multi milyar dolarlık, dev bir İngiliz-Amerikan ortaklığı olan Rio Tinto'ya karşı direnen Kaliforniya'nın Boron isimli çöl kasabasında yaşayan 560 sendikalı işçinin öyküsüdür. Çalışanların yaşamları, 31 Ocak 2010'da Rio Tinto'nun lokavt kararıyla, yaptığı işten çıkarmalarla değişmeye başlar. İşçilerin yaşamları sona mı erecek? Bu Davut ile Golyat mücadelesini kim kazanacak? BÖLGE, 40dk Yönetmen: Güliz Sağlam-Feryal Saygılıgil, 2010 Evde çocuğuyla ilgilenme, temizlik yapma görevi kendisine yüklenen kadın işçiler, çalıştıkları yerlerde de erkek iş arkadaşlarından daha az maaş alıyor, patronlarının tacizine uğruyor, saatlerce dinlenmeden iş yapıyorlar. Çalıştıkları yerden sendikalaşma konusunda tehditler alan kadınlar, yılmayacaklar… 1 MAYIS İLK DİLEĞİMİZ, 30dk Yönetmen: Turgut Yasalar, 2010 Türkiye'de 1 Mayısların ilk kez 1976'da yığınsal olarak kutlanmasının otuzuncu yılı münasebetiyle 1976, 1977 ve 1978 kutlamalarının düzenleyicileri ve katılımcılarının anlatımlarıyla hazırlanmış çarpıcı bir belgesel…
SAYFA 11 “Bir Adayı Paylaşmak” Belgeseli Seyirciyle Buluştu…! Birkaç Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum yönetmen, sosyolog ve müzisyenin oluşturduğu grup tarafından hazırlanan “Bir Adayı Paylaşmak” (Sharing An Island) isimli belgesel film Arap Ahmet Kültür Evi’nde gösterime konuldu. Belgeselin basına yansıyan özeti şu şekildedir: “Birbiriyle daha önce hiç tanışmamış, üçü BM kontrolündeki ara bölgenin kuzeyinde, üçü güneyinde yaşayan 6 Kıbrıslı, beş gün aynı evi paylaşmaya davet edilirler. Kıbrıslı kimliğinin boyutlarını keşfetmeleri beklentisiyle, bölünmüş Kıbrıs çapında hep beraber seyahat ederek, tarihin öğrenilmiş farklı perspektiflerini tartışacak, geçmiş hikayelerini paylaşacak ve beraber bir gelecek senaryosu kurgulayacaklar. Önyargıları kırmayı başarabilecekler mi? Miras aldıkları geçmiş zaman travmalarından özgürleşebilecekler mi? Daha önce hiç duymadıkları gerçekleri keşfedebilecekler mi? Barış çok mu uzaklarda?” Filmin bize yansıyan konusuna değinecek olursak, birbiriyle daha önce hiç tanışmamış altı gencin Kıbrıs’ın hem kuzeyini hem güneyini dolaşarak gözlemlediklerini birbirlerine anlatırlar. Örneğin kuzeye geçenKıbrıslı Rum genç, adanın kuzeyinde çok fazla T.C bayrağı gördüğünü arkadaşlarına anlatır. Buna bir anlam veremediğini ve işgalin ülkenin kuzeyine ne kadar hakim olduğunu ifade eder. Diğer bir önemli örnek yine Ada’nın Güneyi’nde yaşayan gencin örneklendirdiği, T.C. Devleti’nin Ada’nın Kuzeyine çok fazla nüfus aktarımı yaptığını ve Ada’nın Kuzeyinde yaşayan Kıbrıslı Türkler’in azınlık durumuna düştüğünü söyledi. Başka bir örnek ise kuzeyde yaşayan Kıbrıslı Türk gencin , Güney’de ırkçılığın yaygın olduğunu dile getirerek Ada’nın kuzeyinde bu kadar yaygın olmadığını ifade etmiştir. Ancak belgeselde Kıbrıslı Rum gençleri bu eleştiriyi cevaplayarak kendilerinin ırkçı olmadığını , sadece Kıbrıslı Türklerin “faşist propagandalardan” etkilendiğini ve bunun doğal bir sonuç olduğunu ifade etmişlerdir. Barikat Gazetesi olarak bizi bu belgeselde şaşırtan başka bir nokta, gençlerin Güney’de Hala Sultan Tekkesi’ni ve Kuzey’de Apostolos Andreas Manastırı’nı ziyaret ederek “Barışa giden yolu kilise-cami’den beklemelerini” belgeselin propaganda yapar şekilde vermesini yanlış buluyoruz…. Ayrıca 1974 T.C. Devleti işgali sonrası adamıza bugüne kadar aktarılan nüfusun ülkemize “zorla” getirilmesi konusu da ele alınmalıydı…. Basına yansıyan özette “Kıbrıslı Kimliği” denen birşeye vurgu yapılıyor…! Böyle bir kimlik var mıdır? Biz çok merak ediyoruz neyin nesidir bu kimlik? Dünyada geçerli olan tek bir kimlik vardır o da “insan olmaktır” ve rengi,dini, dili ne olursa olsun, kimlik kartındaki uyruğun ve etnik kökeninin önemli olmayışıdır…! Dünyada hiçbir halk kitlesi yoktur ki; o insanları kendi topraklarından kopartılıp “gönüllü” bir şekilde başka bir coğrafyaya aktarılsın ve insanlık dışı şartlarda yaşattırılsın…! Eğer “nüfus aktarımından” bahsedilecekse bunun daha açık şekilde altı çizilip anlatılmalıdır..! Anadolu ve Kıbrıs Halkları kardeştir ve kardeş kalacaktır..! 1974’ten sonra ülkemize zorla bizleri “Türkleştirmek” için bile gönderseler bu o halkların değil, o ülkenin egemenlerin suçudur…! Bunun altı ısrarla çizilmelidir..! Hele böyle bir belgesel hazırlanırken, halkların kardeşliğine vurgu yapılmak istenirken, “asimilasyon” ile “halkların zoraki bir şekildegöç ettirilip başka bir coğrafyaya aktarılması” arasındaki bağlantının altının daha iyi doldurulması gerekirdi..! Yukarıda vurguladığımız hatalarına rağmen bu belgesele emek veren herkesi kutluyoruz ve bu tarz etkinliklerin yaygınlaştırılmasını istiyoruz...
DÜNYA
KASIM 2011
SAYFA 12
Van'ı Vuran Esas Deprem "Kapitalizmdir...!" 23 Ekim günü Van’ın kent merkezi Erciş’te gerçekleşen 7.2 şiddetindeki depremde, şu ana dek 500’ün üzerinde insanın cesedi çıkarıldı. Binlerce insan yaralandı. Depremin meydana geldiği bölgede, halen enkaz altında binlerce insan var. Yaşamını kaybedenlerin sayısı her geçen dakika artıyor. Van Erciş ve çevre köylerde ise, yüzlerce bina çöktü. Ayakta kalan binaların ise çoğu hasarlı. Yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Depremin gün ortasında olması can kaybını azalttı. İlk 10 saat boyunca devlet bölgeye yardım göndermezken halk belediyelerin olanaklarıyla ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştı. 26 saniye süren deprem yüzlerce bina yıkıldı. Çürük durumda olan binalarla beraber, yeni inşa edilen binalar da yıkıldı. Van belediyesinin AKP’nin yönetiminde olduğu günlerde, Van halkına hizmet götürmek bahanesiyle inşa edilmiş TEDAŞ ve İmam Hatip Lisesi’nin yıkılması bu hizmetin niteliğini göstermektedir. Bugüne kadar yaşanmış büyük depremlerde aynı durumun yaşanması tesadüf değildir. Kendilerini, karlarını düşünen kapitalistlerin işçiler için sağlam binalar inşa etmesi beklenemez. Çünkü kapitalistler açgözlüdür. Onların açgözlülüğünün bedelini işçiler-emekçiler ödemektedir. Deprem duyulur duyulmaz, üniversite öğrencileri, siyasi partiler, sendikalar ellerindeki olanaklarla yardıma koştular. Aralarında BDP, TKP, ÖDP, EMEP, SDP, ESP gibi partilerle Halkevleri gibi derneklerin bulunduğu örgütler, dayanışma ağları ve kriz masaları kurarak Van'a yardım gönderiyorlar. Bunun yanı sıra DİSK, KESK, TMMOB ve TTB gibi sendikalar ve meslek odaları da, üyelerinin yardımlarını deprem bölgesine ulaştırıyorlar. Tıp öğrencileri, sağlık yardımında bulunmak için gönüllü olarak Van ve civarında çalışıyorlar. Bununla beraber Kıbrıs’tan bazı sendikalar ve sivil toplum örgütleri, Van depremzedeleri için yardım kampanyaları başlattı. Yardım kampanyasını yürüten örgütler vatandaşlardan, depremzedelerin kış koşullarında daha fazla mağdur olmamaları için ellerinde olan yorgan, battaniye elbise vs. gibi şeyleri, gönüllü olarak Van depremzedelerine göndermelerini istedi. Bu deprem operasyonun Kürtlerin yoğun “Parasız Eğitim” İstedikleri İçin Tutuklanan Devrimciler Serbest Bırakıldı 14 Mart 2010 tarihinde Abdi İpekçi Salonu’nda, Roman Çalıştayı’nda "Parasız Eğitim İstiyoruz Alacağız/Gençlik Federasyonu" pankartını açan devrimciler; Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Tutuklamalar büyük tepki almış ve tutuklanan devrimcilerin serbest bırakılması için, sendikalar ve sivil toplum örgütleri imza kampanyası başlatmıştı. İmza kampanyasına sanatçılar, aydınlar ve akademisyenler de destek vermişti. İmza kampanyasıyla beraber çeşitli eylemler yapılmış ve devrimcilerin serbest bırakılması istenmişti. Ama devlet kulaklarını tıkamış, bu talepleri görmezden gelmişti. Devlet faşizan tavrını ısrarla sürdürmüş ve gestapo mahkemelerinde, gençleri 19 ay hapse mahkum etmişti. Devrimcilerin tutuklanmasına ve hapislerde çürütülmesine göz yumulamazdı. Hak arama mücadelesi bitmedi, eylemler sona ermedi, devam etti. Tutuklanan devrimcilerin burjuva medya tarafından karalanması, gerçeklerin çarpıtılması sonuç vermedi. Yapılan eylemler, serbest kalmaları için yürütülen kampanyalar amacına ulaştı. Devrimciler artık özgür..! 6 Ekim’de İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada, Berna Yılmaz
yaşadığı illerde sürdürüldüğü bir dönemde meydana geldi. Egemen sınıf cephesi, yoksul işçi-emekçi insanların ölümüne sebep olurken, televizyon ekranlarından timsah gözyaşları döküp, birlik-beraberlik çağrısı yaparken, şovenizmi, milliyetçiliği yükseltiyor. “Kürtlerle kardeşiz” diyen egemenler, Kürt halkına kin kusuyor. Bu kini televizyon ekranlarında görüyoruz.
Örneğin, özel bir TV’de program sunan Müge Anlı’nın sözleriyse çok daha ileri düzeylerde şovenizm içeriyor. Enkaz altında kalan Kürt halkının adeta bu yıkımı hak ettiğini, büyük bir öfkeyle ifade ediyor: “Herkes haddini bilecek. Yeri geldi mi taş atacaksınız, kuş avlar gibi avlayacaksın, sonra yardım isteyeceksin. O polisler hemen yardımına koştu oradakilerin. O taş atanların eli kırılsın.” Daha ileri gidip, bu felaketi Kürtlerin hak ettiğini söyleyenler bile var. İnsanlıktan nasibini almamış, doğal bir felaketi bile milliyetçilik histerisine dönüştüren, ırkçıların, kafatasçıların başka türlü konuşmasını bekleyemeyiz. Depremden sonra ortaya çıkan acı tablonun sorumlusu, patronların açgözlülüğü ve onların kara dayalı düzenidir. Gerçekten önlemler alınmış olsaydı, binalar depreme göre inşa edilseydi, can kayıplarının önüne geçilecekti. Fakat gerekli yatırımlar yapılmadığı, sağlam binalar inşa edilmediği ve bu binalar denetlenmediği için, deprem büyük bir acıya yol açmıştır. İşin içine Kürt Sorunu da girdiği için durum vahimdir. Bu yaralar sarılacak mı? Devlet depremzedelere gerekli yardımları ulaştıracak mı? Devletten beklediği yardımı almayan depremzedeler soğukta donma tehlikesiyle karşı
karşıya. Vatandaşlar oraya ulaşan yardımları almak için kuyruğa giriyor. Kuyruklarda büyük bir izdiham yaşanıyor. Bu izdihamda yaralananlar oluyor. AKP şakşakçılığı yapan medya, devletin yardım elinin Van’a uzatıldığını söylese de, vatandaşlar bunu yalanlıyor. Van’a gideceğini söyleyen Erdoğan veya devlet erkanı vatandaşın gözünü boyamaya çalışacak. İçi boş vaatlerde bulunacak, tutmayacağı sözler verecek ve şov yapıp gidecekler. Vatandaş ise bu koşullarda nasıl hayatta kalacağını düşünecek. Varlığını sermayeye borçlu olan, halk düşmanı, etnik ayrımcılık yapan, bilimsel ve aydınlıkçı düşünceye düşman olan, şeriatçı ve emperyalizmin işbirlikçisi olan AKP’nin bu tutumuna yabancı değiliz.
Emekçilerin düşmanı Kürtler değil, onları sömüren patronlar sınıfıdır, kapitalizmdir. Kapitalizm emekçilerin mutluluğunu esas almaz. Emekçileri sömürü çarkının içinde ezer, yoksullaştırır. Kapitalizmin kendisine sunduğuyla yetinmek zorunda bırakır. Daha fazlasını istemeye hakkı yoktur. Değiştiremez, yaşamak için itaat etmek zorundadır. Ama birleşip kapitalizme karşı tek yumruk olduklarında değiştirecek gücü kendilerinde bulurlar. Bundan rahatsız olan Kapitalizm, ulus milliyetçiliği yaparak emekçileri bölmeye çalışır. Ama emekçiler çaresiz değildir. Van’da yaşananlardan emekçiler ders çıkarmalıdır. Emekçilerin acıları ortaktır, düşmanları tektir. Kürt Sorununu çözmeyen, yoksul halkın ölümüne sebep olan, şovenizmi yükselten devletin oyunlarını boşa çıkarmak için emekçiler sınıf dayanışmasını yükseltmelidir.
katıldı. Basın açıklamasında konuşan Berna ile Ferhat Tüzer tutuksuz yargılanmak üzere Yılmaz serbest kalmalarının ısrarlı serbest bırakıldı. “Parasız Eğitim Pankartı” mücadeleleri sonucunda gerçekleştiğini,bu davasında bir sonraki duruşma 8 Mart’ta eylemin kendilerinin eylemi olmadığını, görülecek. 19 ay tutuklu kalan devrimcilerin Gençlik Federasyonu olarak bu eylemi öğrenim hakları da ellerinden alınmış, gerçekleştirdiklerini, okumayan binlerce kişi okullarıyla ilişikleri kesilmişti. Mahkeme öncesi,davanın görüldüğü, Beşiktaş için bu eylemi yaptıklarını ve bu yüzden okuldan atıldıklarını söyledi. Adliyesi’nin önünde toplanan birçok kurum öğrencilerin serbest bırakılmasını istedi. Adliyenin dışında Gençlik Federasyonu üyeleri, KESK, Eğitim-Sen üyeleri ve Berna ile Ferhat’a destek vermeye gelen çok sayıda kişi toplanarak dava öncesi basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını Federasyon adına Gökçen Uludağ okudu. Anayasada var olan parasız eğitim hakkını savundukları için Berna ile Ferhat’ın yargılanamayacağını belirten Uludağ dünyanın her yerinde, öğrencilerin parasız eğitim için eylem yaptıklarını belirtti. KESK adına konuşan Mehmet Bozyiğit ise, KESK’in parasız, bilimsel, demokratik ve anadilde eğitim talebini her zaman savunduğunu, bu suçsa, bu suçu hep Berna’nın ardından konuşan Ferhat Tüzer ise,F tipi cezaevlerinde işkenceye maruz kaldığını, beraber işlediklerini belirtti. sürgün gittiği cezaevlerinde de aynı muameleyi Serbest kalan devrimciler, 7 Ekim’de basın gördüğünü, dışarıda duydukları işkenceye tanık açıklaması yaptılar. İstanbul Barosu Orhan olduğunu anlattı. Pankart açma eyleminin Apaydın Salonu’nda gerçekleşen basın açıklamasına Berna’nın babası Yusuf Yılmaz, arkasında olduklarını ve okuyamayan insanların, okuma hakkını talep ettikleri ÇHD İstanbul şube başkanı Taylan Tanay’da
eylemlerinin meşru olduğunu söyledi. Berna Yılmaz’ın babası, Yusuf Yılmaz ise yaptığı konuşmada, maddi olarak zorluk çektiklerini, yıllarca okutmak için çaba harcadıkları çocuklarının okullarından atılmasının doğru olmadığını söyledi ve çocukların okuma hakkının geri verilmesini talep etti. Bir gazetecinin, “yine tutuklanacaklarını bilseler bile, aynı eylemi yapıp yapmayacaklarını” sorması üzerine Tüzer, pankartı yine açacaklarını söyledi. Bu eylemin son derece meşru olduğunu, bu yüzden binlerce kişinin kendilerine destek verdiğini belirten Tüzer, “Anayasada yazan haklarını talep ettiklerini, bir daha açmaları gerekiyorsa, açacaklarını vurguladı. Öğrencilerin avukatı Taylan Tanay ise, öğrencilerin YÖK’ün disiplin yönetmeliğine göre, öğrencilerin terör suçundan yargılanmasının bile yeterli olduğunu, bu yüzden binlerce öğrenci gibi Ferhat ve Berna’nın okuldan atıldığını söyledi. Tanay, bir taraflarının buruk olduğunu, öğrencilerin 12 Eylül’den bu yana siyasetten uzak tutmak için yapılan hukuki uygulamalara göre okullarına geri dönmelerinin çok zor olduğunu belirtti. Öğrencilerin hem eğitim hakkının, hem de özgürlüklerinin çalındığını ifade etti.
KASIM 2011
DÜNYA
SAYFA 13
Wall Street Eylemleri Dünyayı Sarsıyor New York’ta başlayan” Wall Street’i işgal et” eylemlerine dünyanın birçok ülkesinden emekçiler destek veriyor. Sokaklara çıkan kitleler kapitalizme olan tepkilerini dile getiriyorlar. Attıkları sloganlarla Kapitalizmi protesto ediyorlar. “Her yeri işgal edelim”, “Bankalar kurtarıldı biz batıyoruz” sloganlarıyla dünya meydanlarından ses veriyorlar. Eylemler dünyanın 82 ülkesinde yapıldı.
YAZI
ABD’nin 100 şehrinden işsiz gençler sokaklara çıktı. Yüz binler Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da, İspanya’da, İtalya’da, Avustralya’da, Fransa’da, Hong Kong’da, Japonya’da ve birçok ülkede, 15 Ekim direniş gününde Wall Street’de süren eylemlere destek verdi. Kapitalizm’den dolayı krizin faturasının emekçilerin sırtına yıkılmasına karşı öfke sesleri yükseldi. New York’ta 20 binden fazla kişinin katıldığı eylemler, şehrin kalbi Zuccotti Parkı’ndan Times Meydanı’na, oradan da tüm dünyaya yayılıyor. Polis Zuccotti Parkı’ndan kitleleri uzaklaştırmak için, mahkeme kararı almasına rağmen başarılı olamadı. New York’ta eylemlere katılanlar “bu eylemlerin kapitalistlere karşı yapılan en ciddi eylemler olduğunu, yaşananlara tepkisiz kalamayacaklarını, bu tepkilerin dünyaya yayıldığını, bunun büyük bir başarı olduğunu söylediler. ABD’nin finans merkezi Wall Street yakınlarındaki Liberty Park’ta nöbette olan Occupy Wall Street hareketi ise ABD’nin çürümüş, siyasi ve ekonomik sistemine öfke duyuyor. Ama bu öfkeden doğan hareket, nereye gideceği konusunda kararsız. Yaklaşık 200 kişinin konakladığı bu park her gün birkaç bin kişinin bir araya geldiği bir buluşma noktası. Parkın ortasına kurulan kitaplık ile grup üyeleri harekete nasıl katkı koyacakları konusunda fikir alışverişinde bulunuyorlar ve tartışıyorlar. Grup başlangıçta dikkat çeken afişlerle ve sosyal paylaşım siteleri üzerinden örgütlenerek seslerini duyurmaya çalıştı. Kamuoyunda ilerici görüşleriyle bilinen ünlü sanatçıların gruba destek ziyaretlerinde bulunmaları, eylemin ses getirmesinde etkili oldu. Eylemin medyada yer alması polisin eylemcilere karşı şiddet uygulaması sayesinde mümkün oldu. Brooklyn köprüsünü kapatmaya çalışan 700 kişi tutuklanınca, eylem kamuoyuna ulaştı ve tartışılmaya başlandı. Sendikaların eyleme destek vermesi, eylemin emekçiler tarafından benimsendiğini gösteriyordu. Eylemin medyada yer almasına rağmen, medya organları eylemi “New York
halkının eylemcilerden rahatsız olduğu” “Hippilerin sokağa indiği” gibi yansıttı. Oysa eylemciler, halkın kendilerine yiyecek ve su getirdiğini, eylemin medyanın yansıttığı gibi olmadığını, kamuoyu üzerinde ağırlığı olduğunu, İspanya gibi ülkelerde yapılanların kendilerine ilham verdiğini anlattılar. Ama hareket merkezsiz ve lidersiz…! Obama konusunda kafalar karışık. Eylemciler arasında az sayıda bile olsa, Obama’yı destekleyenler var. Eylem bir tepki hareketi. Eylemcilerin sınıfsal temelde ciddi bir hedefleri yok. Sistemin çürümüşlüğünün nedenini, ABD demokrasisinin gerektiği gibi uygulanmamasına bağlıyorlar. Demokrasinin özüne dönülmesini istiyorlar. Oysa emekçiler için demokrasinin olmayışı, kapitalizmin var olduğundan dolayıdır. Kapitalist sistemlerde; kriz ve buna bağlı olarak yoksulluk dönemi başlar. Wall Street eylemcileri ne yazık ki bunun farkında değiller.Onların hareketi kapitalizmi yıkacak ve dönüştürecek siyasal örgütsel alanda sınıfsal temelden yoksundur. Bu haliyle eylemler kapitalizm için bir tehdit oluşturmuyor..! Fransa’da Paris belediyesi önüne yürüyen kitleler, belediye binası önünde oturma eylemi yaptılar. Madrid’de “Öfkeliler” grubu 10 bin kişiyle “Güneşin Kapısı Meydanında” toplandı. Halk İspanya’nın kötüye giden ekonomisine ve kötü gidişatın bedelini ödemek zorunda bırakan patronlara karşı seslerini yükselttiler. Londra’da 2 binden fazla gösterici St Paul Katedral’i önünde toplandı. “Londra borsasını işgal et” şiarıyla toplanan kitleler taleplerini yükselttiler. Roma’da ise polis ve göstericiler arasında çatışma yaşandı. Polis göstericileri dağıtmak için göz yaşartıcı gaz ve tazzikli su kullandı. Polisin bu tavrına öfkelenen göstericiler, ana caddelerde gösteri yaptılar. Çöp kutularını deviren kitle AB ve İtalya bayraklarını yaktılar. Avrupa halkına “Avrupa Ayağa Kalk” çağrısı yaptılar. Obama’nın seçim döneminde
kullandığı “Yes we can (Evet yapabiliriz)” sloganını değiştirip, “Yes we camp (evet kamptayız)” şeklinde değiştirip meydanları terk etmeyeceklerini söylediler. Almanya’nın başkenti Berlin’de toplanan yaklaşık 4 bin kişi, halkı kapitalizme son vermeye çağırdı. Parlamento binasına yürümek isteyen kitle, polisle çatıştı. Frankfurt’da, Avrupa Merkez Bankası önünde, yaklaşık 5 bin kişi gösteri yaptı. “Şimdi devrim zamanı” “Artık bize köle gibi davranılmasına izin vermeyeceğiz” yazılı pankartlarıyla ve attıkları sloganlarla krizin tek sorumlusunun kapitalistler olduğunu haykırdılar. Saraybosna’da yaklaşık 1.000 kadar gösterici, Che Guevara’nın resimlerini taşıdılar ve “Kapitalizmin ölümü, insanlığın özgürlüğüdür” sloganını atarak, krizden çıkış yolu olarak, kapitalizmin yıkılması gerektiğini gösterdiler. İsveç’te 500 kadar gösterici, “ Dünyada, milyonlarca insanın yoksulluk içinde yaşarken, dünyanın zenginliğinden küçük bir azınlığın faydalandığını, sistemin bozuk olduğunu, bu sistemin zenginleri daha zengin yapmak için kurulduğunu” belirttiler. Filipinler’in başkenti Manila’da da eylemler yapıldı. Dünya’nın birçok ülkesinde emekçiler kapitalist sisteme karşı öfkelerini yükseltiyorlar, değişim isteklerini haykırıyorlar. Evlerini, ekmeklerini, geleceğe dair umutlarını kaybeden emekçiler, bunların bedelini ödettirmek için sokağa çıkıyorlar. Kapitalizmin merkezi ABD’de başlayıp dünyanın birçok ülkesine yayılan eylemler umut veriyor. Henüz kapitalizmi yıkacak “ideolojik siyasal duruşta ve kitlelere sahip güçte” olmasa da, kapitalizmin yerine, nasıl bir sistemin kurulacağı bilinmese de, bu eylemler gelecek yıllarda sınıf savaşımlarının keskinleşeceğini göstermektedir. Geleceğin proleterya’nın nasırlı elleriyle kurulacağını tarih bize kanıtlamaktadır. Gelecek proleterya devrimler çağı olacaktır...!
DÜNYA
KASIM 2011
Libya Özgür mü? Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi’nin yeri, Sirte’de tespit edilir. Karadan ve havadan kuşatılan Kaddafi kaçmaya çalışırken, yaralı olarak ele geçirilir ve öldürülür. Kalabalık bir grubun arasında linç edilmesi ve cesedinin zafer çığlıkları arasında gösterilmesi, dünya ve Türk medyasında geniş bir yer buldu. Kaddafi’nin cenazesi Misrata yakınlarındaki Afrika pazarında tutuluyor. Afrika pazarının bulunduğu sitede geniş güvenlik önlemleri alındığı ve binlerce UGK (Ulusal Geçiş Konseyi) askerinin sitedeki güvenliği sağladığı belirtiliyor. Kaddafi’nin öldürülmesini, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton “bir devrin kapanması” olarak yorumladı. UGK, Kaddafi’yi görülmemiş bir vahşetle öldürürken, Libya’nın birçok kentini siyah nüfustan temizlerken, NATO savaş uçaklarından yağan bombalarla ilerlerken, bir devir gerçekten kapanıyordu…!
Libya’nın artık özgür olduğunu söyleyen emperyalistler, Libya’yı sömürmek için önlerinde hiçbir engelin kalmadığını söylemek istiyorlar. Bu konuda Türkiye’deki burjuva medya her zamanki gibi iki yüzlü davranmıştır. Kaddafi’nin son anlarında, öldürülmemek için yalvardığını iddia etmiş, onun linç görüntülerini dakikalarca yayınlamıştır. Kaddafi’nin ölümünü kutlayan emperyalistler, düne kadar onunla sıkı bir çıkar ilişkisi kurmuşlardı. Libya silah tekelleri için oldukça iyi bir müşteriydi. 90’lı yıllarda, Libya’nın petrol kaynaklarını emperyalistlere açan, İtalya, Amerika, Fransa ve İngiliz şirketlerine peşkeş çeken de Kaddafi’nin kendisiydi. Ne Kaddafi’nin öldürülmesi, ne de uluslararası tekellerin Libya’yı ele geçirmesi, Libya’nın özgür olduğunu göstermez. Öte yandan sol’un bazı kesimleri Kaddafi’yi
Yunanistan Emekçileri Direnişe Devam Ediyor… PASOK hükümetinin açıkladığı son önlem paketine karşı iki günlük genel grev yapıldı. Ülkede hayat dururken, kent merkezlerinde kitlesel mitingler gerçekleştirildi. Atina’daki eylemlere yüzbinlerce kişi katılırken, Selanik’te on binlerce kişi yürüdü. Belediye işçilerinin grevi nedeniyle sokaklar çöp yığınlarıyla dolu. Toplu taşıma araçları çalışmıyor ve fırınlar, benzin istasyonları gibi pek çok küçük işletmenin de grevlere katıldığı belirtiliyor. PAME’ye bağlı sendikaların Sintagma Meydanı’nda düzenledikleri mitinge, büyük bir kalabalık katıldı. Meçhul Asker Anıtı’ndaki bölgede anarşist grupların Molotof kokteyli atarak parlamento binasına doğru yürümeye çalıştıkları, yer yer bu gruplarla polis arasında çatışmaların olduğu kaydedildi. Eylem için rekor düzeyde polisin görevlendirildiğini, çevik kuvvet polisinin kentin bütün merkezi bölgelerinde boy gösterdiği belirtildi Polisin anarşist grupların Molotof kokteyllerine göz yaşartıcı gaz ve bombalarla karşılık verdiği bildirildi. PAME İcra komitesi yaptığı açıklamada, krize karşı emekçilerin omuzlarında büyük bir sorumluluk olduğunu, bu krizin faturasını emekçilerin ödemeyeceğini, esas sorumların PASOK, diğer sermaye partileri ve AB
olduğundan farklı göstererek, abartılı ifadelerle onun ölümünden üzüntü duyduklarını açıkladılar...! Bizler merak ediyoruz..! “İslam sosyalizmi” adında bir ideoloji mi kuruldu? Bizim haberimiz yok. “İslam sosyalizmi” fikrini ortaya atanlar, bu ideolojinin nasıl bir şey olduğunu açıklayıp bizi aydınlatsınlar. Kısacası sol’un bazı kesimlerinde akıl tutulması yaşanıyor. Tarihi gerçekler çarpıtılıyor, kavramlar tersyüz ediliyor. Ne NATO işgaline karşı Kaddafi’yi savunmak, ne de Kaddafi’ye karşı NATO işgalini ve emperyalistlerin, sözde sol’un ortaya attığı “Arap Devrimini” savunmak, bu sorunu çözmez…!
Libya’nın özgürlüğüne kavuşması Marksist-Leninist bir Parti’nin önderliğinde, emperyalist işgale karşı, bilimsel sosyalizm temelinde yürüteceği bir mücadeleyle mümkün olacaktır. Kaddafi’yi özgürlük savaşçısı olarak göstermek solun mücadele pratiğini de bozacak, bütün acımasız, işbirlikçi sözde “Amerikan muhalifi önderlerin” özgürlük savaşçısı olarak görülmesi riskini doğuracak ve en büyük silahımız olan Marksizm- Leninizm’i, yanlış yorumlarla, algılarla ve yanlış algının, yorumun doğal bir sonucu olan, yanlış pratiklere sokacak ve mücadeleye zarar verecektir..! Sol içinde bu tartışmalar yaşanırken işgalciler Libya’da boş durmuyor. ABD’nin Libya’ya siber saldırı yapmayı planladığı basına düşen haberler arasında. ABD’nin amacının Libya’daki askeri iletişimin sağlandığı bilgisayar ağlarının kalkanlarını kırmak ve NATO uçaklarına karşı füze ateşlenmesi için bilgi sayan erken uyarıcı radar sistemini bloke etmek olduğu belirtilmişti. NATO’nun 31 Ekim’de operasyonları durduracağını açıklamasına rağmen, ABD’de “hızlı işgal” tartışması hız kazandı. Bu tartışmaya göre işgalin bazı müttefikleri savaşmazken,
olduğunu belirtti. Aynı saldırının diğer ülkelerde sermaye tarafından emekçilere karşı örgütlendiğini söyledi ve sendikal hareketin daha güçlü bir şekilde yeniden inşa edilmesi gerektiğini vurguladı. Türkiye’den TKP ve DİSK’e bağlı Metal-İş ve Bank-Sen sendikaları Yunanistan’da emekçilerin gerçekleştirdiği genel grevi selamladılar ve destek belirttiler. Yunanistan emekçilerinin sermayenin neo liberal saldırılarına karşı gerçekleştirdikleri genel grev ve eylemlerin işçi sınıfının özgür, sömürüsüz ve insanca bir gelecek kurma yönündeki beklentileri güçlendirdiğini, dünya emekçilerinin mücadelesine örnek teşkil edeceği ifade edildi. Sintagma Meydanın da gerçekleştirilen büyük mitinge önderlik eden Yunanistan Komünist Partisi ve Tüm İşçilerin Mücadele Birliği Cephesi(PAME), maskeli grupların saldırısına uğradı. Saldırgan grubun Molotof kokteylleri, ses ve gaz bombaları kullandığı saldırılarda 70’ten fazla PAME üyesi yaralanırken 53 yaşında PAME üyesi bir sendikacı yaşamını yitirdi. Uzun süren saldırıya rağmen PAME güvenlik görevlileri kitlenin dağılmasına engel oldular ve bir süre sonra saldırgan grupların alandan ayrılmasını sağladılar. YKP saldırıyla ilgili yaptığı açıklamada, “Saldırıyı gerçekleştirenlerin anarşistler olduğunu, işçilerin ve halkın toplandığı muazzam mitingi dağıtmak istediklerini, bu saldırıyla kimlerin tarafında
SAYFA 14 bazıları savaşacak. NATO; ordularını artık Libya’da konuşlandırmazken, havada ve karada ABD’ye istihbarat sağlayarak işgale katkı koyacak. Irak’tan çekileceğini duyuran Obama yönetiminin, siber savaş dönemiyle Libya’da yeni bir savaş daha başlatacağına işaret ediyor. Kaddafi’nin ardından, bazı ülkelerin liderlerinin, ABD ordusu karaya ayak basmadan Avrupa ve bazı Arap ülkelerinin işbirliğiyle denizden ve karadan ateşlenen silahlarla devrileceği, yani ABD’nin daha kolay ve hızlı öldürmek için yeni yollar araması gerektiği belirtiliyor. ABD ve NATO gibi barbarların askeri güçlerini harcamadan ve başını ağrıtmadan işgale devam etmesinin yeni adı “siber saldırı”…! Bir iddiaya göre, 30’dan fazla ülkenin ordularında siber birim kurmaya başladığını, siber saldırıların gelecekteki askeri çatışmaların önemli bir parçası olacağını öne sürüldü. ABD’nin siber gücünün tahmin edilenin üstünde olduğu, Çin ve Rusya gibi ülkelerle siber sistemlerle rekabet ettiği de gelen bilgiler arasında. Radyo kuleleri ve radarlar üzerinde etkili olan elektro manyetik dalgaların ABD’nin Libya’da ateşleyeceği siber saldırının araçları olabilir. Obama yönetimi ABD’nin siber alemde yetkinleştirilmesi çalışmalarına hız verdi. Siber saldırılar kritik ağların çökertilmesine, endüstriyel kontrol sistemlerinde tahribatlar yaratılmasına ve şifre sistemleri üzerinde değişikler yapılabilmesine neden olarak, ülkelerin dijital kontrol ağları için büyük bir tehdit oluşturuyor. ABD ve İsrail işbirliği ile üretildiği iddia edilen “Stuxnet” adlı bir bilgisayar solucanı, geçtiğimiz yıl İran’ın nükleer programını hedef alarak nükleer santrifüjleri bloke etmiş ve nükleer yakıt üretimine engel olmuştu.
olduklarını belli ettiğini savundu. Bu saldırıda hükümetin de sorumluluğu olduğunu, hükümetin başaramadığını, sözde sistem karşıtı bu grupların terör, şiddet ve şantaj yoluyla emekçileri boyun eğdirmeye çalıştığını, emekçilerin bu oyuna gelmeyeceğini” belirtti. Saldırılar bununla sınırlı kalmadı. 48 saatlik genel grev nedeniyle işçilerin grevde olduğu birçok kentte PAME üyelerine yönelik saldırılar düzenlendi. YKP MK bu saldırıların ardındaki gerçekleri ve medya manipülasyonlarını anlattı. “İşçilerin ve halkın iki gün süren genel grev ve mitingle sermayenin çok yönlü saldırılarına, açık bir mesaj verdiklerini, muazzam bir kitleyi alanlarda topladıklarını, grevin başarılı olduğunu, sermaye medyasının grev sırasında yaşanan olayları çarpıttığını, bunun sorumlusunun anarşist gruplar olduğunu savundu. Bu grupların çevik kuvvet polisiyle, kedinin fareyi kovalaması gibi oyun oynadıklarını, dükkanları ve binaları tahrip ettiklerini, bazı ülkelerde göstericilerin parlamentoyu kuşatıp, ele geçirmek maksadıyla bu eylemlerin gerçekleştirildiğini, bunun gerçek olmadığı vurgulandı. Halk düşmanı tedbirlerin mecliste oylanacağı gün PAME’nin meclisi kuşatacağını ilan ettiğini, işte bu esnada anarşist grupların polisin kullandığı teçhizatları kullanarak saldırdığını, 80 PAME üyesi işçinin yaralandığını, 1
inşaat işçisinin ise hayatını kaybettiği vurgulandı. Amacın kitle eylemlerinin meşrutiyetini azaltmak olduğu kaydediliyor, sermaye sınıfının ve haydutların saldırılarına emekçilerin tek yumruk olarak karşılık vereceğini, sermayeye boyun eğdirene kadar asla vazgeçmeyeceklerini” belirtti. YKP ve ona bağlı sendikalar sermaye sınıfına karşı, başarılı grevler ve eylemler örgütlüyor. PASOK iktidarı emekçilerle baş edemiyor. Emekçilerin grev ve eylemleri amacına ulaşacak emekçiler kazanacak. YKP emekçileri örgütlü bir siyasi güce dönüştürmelidir. Emekçileri alanlarda buluşturmuş, ortak talepler etrafında birleştirmeyi başarmıştır. Mücadele sadece AB ve IMF’in programlarını uygulayan PASOK hükümetiyle sınırlı kalmamalıdır. Mücadele kapitalizmi hedef almalıdır. İşçiler, emekçiler öfkeleriyle kapitalizme saldırmalıdır. Kapitalizm emekçileri aç ve geleceksiz bırakıyor, insanca yaşama hakkını elinden alıyor. Kapitalizm emekçiyi yoksullaştırırken, işbirlikçi burjuvazi emekçinin aşından, cebinden keserek, halka sunduğu acı reçeteli faturalarla zenginliğine zenginlik katmaktadır. Kapitalizmin geleceği yoktur. Emekçiler muhakkak baş düşmanlarının kapitalizm olduğunu anlayacak ve kapitalizme karşı sınıfsal temelde mücadele edeceklerdir. Proletarya iktidarı kurulacak, kapitalizm çöpe atılacaktır.
DÜNYA
KASIM 2011
SAYFA 15
Şili Halkı, Daha İyi Bir Şili İçin Sokaklarda...! Şili’de öğrenciler eğitim sisteminin düzeltilmesi talebiyle Nisan ayından beridir sürdürdükleri eylemlerine devam ediyorlar. Öğrencilere aileleri destek veriyor. Ülkenin emek örgütleri ve sol partiler tarafından da destekleniyor. Bu eylemlerin bir parçası olarak, Eğitim Bakanlığını basan öğrenciler, binayı iki saat işgal ettiler ve zarar verdiler. Yetkililer binaya zarar veren öğrenciler için gerekenin yapılacağını belirttiler. Eğitim Bakanı’nın odasında bekleyen 50 kişilik grubu, öğrenci örgütünün liderleriyle Devlet Başkanı Sebastian Pinera arasında yapılacak görüşmeyi protesto etmek için bu eylemi gerçekleştirdiklerini belirttiler. Eylemciler İçişleri bakanını istifaya çağırdı. Daha önce yapılan protesto gösterilerinde 16 yaşındaki Manuel Gutierrez polis kurşunuyla öldürülmüştü. Lise öğrencisinin polis kurşunuyla vurulduğunu görenler olmasına rağmen Emniyet yetkilileri bu iddiayı reddetmiş, soruşturma açmamıştı. Liseli gencin öldürülmesi protesto gösterilerinin hız kazanmasına neden olmuş, İçişleri Bakanını geri adım atmaya zorlamıştı. Şili hükümeti olayla ilgili olarak Emniyet müdürünü görevden aldı. Emniyet Müdürü Sergio Gajardo cinayetin soruşturulmasını engellediği için görevini ihmalle suçlandı. Eylemlerin başladığı günden
beri, destek veren aydınlar, Kurucu meclisin toplanması için çağrı yaptı. Akademisyenler yaptıkları açıklamada, öğrenci hareketiyle beraber başlayan eylemlere, her alanda destek verildiği belirtilirken, neoliberal politikalara karşı güçlü bir muhalefetin oluştuğu vurgulandı. Aydınlar devam eden gösterilerin Şili’nin ekonomik ve idari yapısında değişiklik talebini yansıttığını belirttiler. Şili’nin en büyük işçi sendikaları öğrenci eylemlerini desteklemek için genel greve gitmişti.
Emekçilerin aynı zamanda milyarder bir patron olan Cumhurbaşkanı Sebastian Pinera yönetiminin uyguladığı neo-liberal politikalara karşı, yeni bir anayasa, yeni bir vergi sistemi talepleri ile yapılan genel grev Pinochet diktatörlüğünden bu yana yapılan iki büyük genel grev olmuştu. Kendi talepleri ile öğrencilerin söylemlerini dile getiren binlerce kişinin yaptığı genel grev iki gün boyunca hayatı durdurmuştu. Ancak greve çok sert müdahale eden güvenlik güçleri, 1400 kişiyi tutukladı, 200 kişiyi yaraladı. Ancak öğrencilerin aylardır
Şili Komünist Partisine Saldırı Yüz binlerce öğrencinin eğitim sisteminin düzeltilmesi ve parasız eğitim talepleriyle aylardır protesto eylemleri sürdürdüğü Şili’de, 40 kişilik faşist bir grup Şili Komünist Partisi Genel Merkezi’ne saldırdı. Komünist Parti karşıtı slogan atan faşistler, ellerinde sopalar ve taşlarla içeri girdi. Polisin izlediği, müdahale etmediği grup, bina içindeki eşyalara zarar verdi. Faşistler, komünist partililere fiziksel şiddet uygularken, onlara ait cep telefonları ve görsel işitsel cihazları da çaldı. Şili Komünist Gençliği tarafından yapılan açıklamada, yapılanın halk hareketi içinde yer alan örgüt ve kişilere yönelik planlı bir saldırı olduğu vurgulandı. Ayrıca 4 Ağustos da özel polisin zorla binaya girdiği ve 11 Eylül’de neo-nazi bir grubun, Iquique bölge komitesine saldırdığı hatırlatıldı. Şili Komünist Partisi MK tarafından yapılan açıklamada ise, “Saldırıların iyi bir eğitim için verilen toplumsal mücadeleyi durdurmayı ve halk içinde bu talepleri dile getiren komünistleri yıldırmayı amaçladığı belirtildi. Parti ve Genç Komünistlerin bu saldırılardan yılmayacağı, talep edilen köklü değişikliklerin zeminini hazırlayan siyasi bir güç olarak görevini yerine getireceği vurgulandı. Hükümet öğrenci hareketinin başını çeken örgütlenmeyi dağıtmak için bir yandan saldırılarını sürdürürken, öte yandan akıl almaz
sürdürdüğü eylemler medyada hak ettiği ilgiyi görmedi. Bu eylemlerde öğrenci lideri Camila Vallejo’yu magazin boyutunda ele alan dünya medyası, militan eylemleri amacından saptırmaya, romantikleştirmeye çalıştı. Camila Vallejo, Şili Öğrenci Federasyonu (FECH) Başkanı ve Şili Komünist Partisi üyesi. Camila mücadeleye koyduğu katkı ile öne çıktı. Camila aynı zamanda iki gün süren genel grevde bir konuşma yapmış, temel taleplerinin, herkesin okuyabileceği, parasız, nitelikli eğitim istediklerini, bunun en doğal hakları olduğunu, zira eğitimde uygulanan neo-liberal politikaların Şili halkına zarar verdiğini belirtti. Camila konuşmasının devamında, böyle bir eğitim modelinin kurulması için ülke sisteminin a’dan z’ye kadar değişmesi gerektiğini, adil, demokratik ve eşitlikçi bir ülke kurmak için mücadele ettiklerini söyledi. Hükümet neo-liberal politikaları uygulamaktan vazgeçmezse kavgayı büyüteceklerini, bu kavgayı her alana yayacaklarını, gerekirse referandum yaparak halkın siyasi iradesini ortaya koyacaklarını, örgütlü bir halkı hiçbir gücün yenemeyeceğini sözlerine ekledi. Öğrenciler devlet başkanı ve hükümetini seçim döneminde verdiği sözleri tutmaya çağırıyor. Protestolarda eğitime ayrılan bütçenin
yollara başvuruyor. Şili hükümeti 18 yaşında 57 bin genci zorunlu askerlik için başvuruda bulunmaya çağırdı. Şili’de askerlik hizmeti zorunlu olmasına rağmen, her sene gerekli kota doldurulduktan sonra kalan gençler askere alınmıyor. Fakat ordunun alacağı asker sayısında açık çıktığını söyleyen hükümet, 18 yaşında 57 bin genci askerlik için başvuru yapmaya çağırdı. Silahlı Kuvvetler Yardımcı Sekreteri Alfonso Vargas, bu sene kotanın dolmamasını öğrenci hareketine bağladı. Nisan’dan beri öğrencilerin boykotu nedeniyle, okulların açık olmadığını belirten Vargas, bu yüzden ordunun gönüllülere ulaşamadığını söyledi. Şili’de öğrenciler aylardır, Pinochet faşizmi zamanında kabul edilen anayasanın şekil verdiği eğitim sisteminin değişmesi için mücadele ediyorlar. Bir bakanın görevinden alınmasına kadar birçok kazanım elde etmiş öğrencilerin esas talepleri, eğitim sisteminin kamulaştırılması, bilimsel, parasız ve kaliteli hale getirilmesidir. Ordunun askere alma işlemlerinin başındaki isim olan Tuğgeneral Gunther Siebert De El Mercurio, her bir boş kadro için 2.5 kişinin başvurması gerektiğini, bu oranın sakatlar ya da başka hastalığı olan kişiler çıkarıldığında boşlukları doldurmaya ancak yeteceğini savundu. Ama Şili hükümeti geçtiğimiz yıl öğrenci hareketi başlamadan önce de kotayı dolduramamış ve 39 bin öğrenciyi orduya
artırılması ve Şili için yeni bir anayasa talep ediyor. Şili’de halen Pinochet döneminden kalan anayasa yürürlükte. Eğitimin bir sektör gibi algılanması, parasız, bilimsel, demokratik olması yeni bir müfredatın hazırlanması da öğrencilerin talepleri arasında.
Öğrenciler ayrıca eğitim kurumlarının özelleştirilmesini protesto ediyor. Üniversite düzeyindeki kurumların tamamının özelleştirildiği Şili, üniversite harçlarının en yüksek olduğu ülkeler arasında. Şili’li öğrencilere göre ortalama gelir düzeyine sahip olmayan bireyler tarafından ödenmesi mümkün olmayan harçlar nedeniyle birçok kişi üniversiteye gitmiyor. Devlet belli bir faiz ekleyerek yüksek okul harcı için öğrencilere kredi veriyor. Devlet üniversiteleri ile özel öğrenim üniversitelerinin aynı olduğu Şili’de vadeli ödemek üzere senet yapılıyor. Öğrenim kredileri özel bankalar aracılığıyla sağlanıyor. Hükümet eylemleri yatıştırmak için eğitimin anayasal güvence altına alınması ve öğrenim kredilerinin faizini %6.4’ten, % 2’ye düşürmek gibi girişimlerde bulundu. Fakat eğitime fazladan bütçe ayrılacağı sözü, eylemleri
başvurmaya çağırmıştı. Bu sene benzer durum karşısında hükümetin ve ordunun sürekli öğrenci hareketini suçlaması, 57 bin kişi arasından seçilecek öğrencilerin eylemlerde başı çeken öğrenciler olabileceği Şili kamuoyunda konuşuluyor. Hükümetin ve ordunun bu girişimlerine rağmen, öğrenciler eşit, parasız ve nitelikli eğitimin uygulanması için eylemlerini sürdürüyorlar. Bu amaçla başkent Santiago’da yapılan iki büyük mitinge polis saldırdı. İki farklı miting noktasında başlayan çatışmalar, tüm Santiago’ya yayılırken, çatışmalar sonucunda, 30’u polis 100’e yakın kişi yaralandı. 250’den fazla öğrenci göz altına alındı. 18-19 Ekim’deki iki günlük grevin ve iki büyük mitingin ardından devlet başkanı Pinera, yaptığı açıklamada, “öğrencilerle müzakereye hazır olduklarını, ama fazla hayalperest olduklarını, parasız eğitim talebini uygulamalarının mümkün olmadığını” söyledi. İki büyük mitingin ardından toplanan Eğitim Bütçe Komisyonu” 2012 yılı bütçesini konuşmak üzere Senato’da toplandı. Toplantı esnasında Senato önünde toplanan yüzlerce öğrenci ve veli, toplantıyı bastı. Özel Güvenlik ve polis saldırısına rağmen birkaç öğrenci Senatonun yapıldığı salona girmeyi başardı. Görüşme masasına çıkan öğrenciler “Referandum hemen şimdi” pankartını açtılar. Eğitime ayrılacak bütçe ile ilgili öğrencilerin de
yatıştıramadı. Öğretmenlerin de katılımıyla mücadele büyüyor. Eğitim alanında reform isteyen yüz binlerce öğretmen ve öğrenci başkent Santiago’da meydanlara çıktı. Şili polisinin kentin dört bir yanında, başlayan yürüyüşlere izin vermemesi üzerine çatışma çıktı. Polis kitleye gaz ve göz yaşartıcı bombalarla saldırdı. Öğrenciler polise taş atarak karşılık verdi. Polis çatışmalarda 50 kişiyi göz altına aldı.
Şili 2006 yılında da o döneme kadar ki en büyük öğrenci eylemlerine sahne olmuştu. Birkaç ay süren protesto gösterilerinde öğrenciler benzer taleplerini hükümete iletmişti. Protestolarda ayrıca ulaşım hizmetlerinin ücretsiz hale getirilmesi, üniversite giriş sınavı ücretlerinin düşürülmesi ve eğitim yasasının değiştirilmesi gibi talepler gündeme getirilmişti. 30 Mayıs’ta yapılan genel boykot ile 250’den fazla okulda eğitime ara verilmiş, ilerleyen günlerde Şili Üniversitesi, Catolica Üniversitesi ve Santiago Üniversitesi’nde de benzer bir eylem örgütlenmişti. Boykota katılım bir milyonu bulmuştu. Polis o dönem yapılan gösterilerde 200’den fazla kişiyi göz altına almış, pek çok kişiyi yaralamıştı.
söz, yetki ve karar hakkı olması gerektiğini söyleyen öğrenciler, bütçenin referanduma götürülmesini istedi. Muhalefet partilerinin temsilcilerinden halk oylaması için önerge sözü alan öğrenciler, toplantıdan ayrıldı. Bu eylemin ardından Eğitim bakanı Felipe Bulnes ve iktidar partisi üyeleri binayı terk ettiler. Onlar binayı terk ederken öğrenciler, bozuk para ve yumurta fırlattılar. Şili’li öğrencilerin taviz vermeden eylemlerini sürdürmesi olumludur. Bazı kazanımlar elde etmeyi başarmışlardır. Ama bu kazanımların sürekli olması gereklidir. Parasız, bilimsel ve demokratik bir eğitim sisteminin gerçek anlamda savunulması ve hayata geçirilmesi emekçilerin sınıfsal mücadelesiyle birleştiği zaman mümkün olacaktır. Öğrenci hareketi, işçi sınıfıyla buluşmalıdır. Ülke insanını yoksullaştıran neo liberal programları uygulayan ve ülkeyi Pinochet rejiminden kalma kanunlarla yöneten iktidar güç kaybettikçe saldırganlaşmaktadır. Saldırganlaşan iktidar, şiddetin yeterli olmadığı yerde, göreceli tavizler verecektir. İşçi Sınıfı ve öğrenciler bu tavizlere aldanıp mücadeleyi bırakmamalıdırlar. Mücadele işçi sınıfı zafer kazanana ve kesin sonuç alana kadar devam etmelidir. Emekçilerin lehine sonuç alınması, Komünist Parti’nin emekçilere doğru ve yerinde politikalarla önderlik etmesine ve bilimsel sosyalizm temelinde mücadele etmesine bağlıdır.