İlahiyat Dayatması...! Haspolat Meslek Lisesi'ne “İmam Hatip Bölümü” açmak için harekete geçti. Bakanlığın konuyla ilgili okul yönetimine bildirimde bulunduğu iddia edildi. Ancak okul müdürü “İmam Hatip Bölümü” açılması gibi talepleri olmadığını, bu kararın kendilerinin görüşü alınmadan verildiğini savundu. Bu Devamı sayfa 2'de... kararın Bakanlar Kurulu'nun...
ARALIK 2011
SAYI: 16
Ezilen İçin Fark Yok...! Kasım ayı geride kalırken en önemli gelişmelerden biri de Kıbrıs Türk Petrolleri hisselerinin satılması oldu. Kıbrıs Türk Petrolleri'nin Türkiye'deki OMV şirketine ait yüzde 52 hissesinin ve Türk Cemaat Meclisi Konsolide Fonu İnkişaf Sandığı'na ait yüzde 48 hissenin 38'inin satılması için açılan ihalede en yüksek teklifi Devamı sayfa 3'de... veren Levent Sanayi...
Suriye'ye Baskılar Sürüyor...! Arap Birliği Suriye'de Beşar Esad yönetimine karşı yaptırımlar paketini onayladı. Esad'ın hükümetinin ülkeye gözlemci kabul etmemesi üzerine verilen önergenin çıkması sırasında bazı tartışmaların yaşandığı biliniyor. Arap Birliği üye ülkeler ekonomi bakanlıklarının hazırladığı tasarı dışişleri Devamı sayfa 6'de... bakanları toplantısında...
http://www.barikatgazetesi.com
FİYAT: 2TL
YİNE YENİ BİR YILA GİRİYORUZ AMA...!
İŞÇİ SINIFI VE EZİLENLER, PATRONLAR VE EGEMENLER TARAFINDAN KURULAN BU BOZUK DÜZENDE SÖMÜRÜLMEYE DEVAM EDİYOR...! HALBU Kİ; - ÜRETEN SENSİN...! - YÖNETEN DE SEN OLMALISIN...! - BUNUN KAVGASINI VERELİM....! - DEVRİMCİ MÜCADELEYE OMUZ VERELİM...!
GÜNDEM
ARALIK 2011
SAYFA 2
Öğretmen Sendikalarımız Gericiliğe Karşı Direnişte..! KTOEÖS ve KTÖS, İşgalci T.C. Devleti'nin okullarda dayatmaya çalıştığı İlahiyat bölümlerinin açılmasına karşı mücadelesini sürdürüyor... Bazı okullarda greve giden sendikalarımız halkı gerçekleri görmeye çağırdı...! Eğitim bakanlığı, Haspolat Meslek Lisesi'ne “İmam Hatip Bölümü” açmak için harekete geçti. Bakanlığın konuyla ilgili okul yönetimine bildirimde bulunduğu iddia edildi. Ancak okul müdürü “İmam Hatip Bölümü” açılması gibi talepleri olmadığını, bu kararın kendilerinin görüşü alınmadan verildiğini savundu. Bu kararın Bakanlar Kurulu'nun bir süre önce aldığı gizli karar olduğu belirtilirken, okul bünyesinde açılacak imam hatip bölümüne 30 öğrencinin alınacağı ve öğrencilerin Lefkoşa'daki Kaymaklı Camisi yurdunda yatılı olarak kalacakları da ileri sürüldü. Olay üzerine KTOEÖS Genel Başkanı Tahir Gökçebel, İlahiyat bölümü açılmasının çağdaş eğitime ters olduğunu, UBP hükümetinin yeni bir talimatı yerine getirme çabasında olduğunu ifade etti. Konuyla ilgili bilgi sahibi olmadıklarını, gizli pazarlıklar yapıldığını, Haspolat Meslek Lisesi'ne gidip öğretmenlerle toplantı yapacaklarını ve durumu değerlendireceklerini belirtti. Gökçebel bu sorunun sadece öğretmenlerin sorunu olmadığını, toplumsal bir sorun olduğunu, toplumun kültürel yapısının değiştirilmesinin hedeflendiğini, bu nedenle, bu saldırıya toplumun sessiz kalmaması gerektiğini savundu.İlahiyat Bölümüne ihtiyaç olmadığını, hükümetin kararnamelerle oldu bittiye getirerek bu uygulamaya gittiğini, bunun yeni uygulamaların habercisi olduğunu kaydetti. KTOEÖS'nın devlet okulları ile ilgili projeler ürettiğini, çalışmalar yaptığını ama bakanlığın bu projelere cevap bile vermediğini, gençler arasında yayılan kötü alışkanlıklara ve maneviyatın azaldığına dikkat çekmeye çalıştığına işaret etti. Hükümetin ihanet içinde olduğunu, bıçağın kemiğe dayandığını, halkın gereken cevabı vermesi gerektiğini belirtti. Ayni konuyla ilgili açıklama yapan KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil ise, Haspolat Meslek Lisesi'nde açılması planlanan İlahiyat bölümünde okumak üzere Türkiye'den öğrenci getirileceğini söyledi. Bunun insanların dini inançlarının siyasi amaçlar için kullanıldığını ve kabul edemeyeceklerini belirtti. AKP'nin ABD destekli olduğunu, Eğitim bakanı Kemal Dürüst'ün de şeriat hayalleri içinde olanların isteklerini yerine getirdiğini ifade etti. Bakan'ın kendisine tepki koyanları da tasvip etmediğini, 24 Kasım gününde açılan pankartlardaki mesajları hazmedemediğini belirtti. Bu güçlerin işbirliği içerisinde olduklarını ve toplumu yok etmek istediklerini vurguladı. Diğer örgütler ise, Kuran kurslarına ve İlahiyat fakültelerine karşı olduklarını, bu uygulamanın AKP'nin dayatması olduğunu, bunun açık bir asimilasyon olduğunu, halkla birlikte direneceklerini ve bu uygulamayı boşa çıkaracaklarını ifade ettiler. KTOEÖS ise Haspolat Meslek Lisesi'nde ilahiyat fakültesi açılmasını protesto etmek amacıyla söz konusu okulda uyarı grevi yaptı. Sendikal Platform ve bazı örgütlerin
24 Kasım’a Hayır KTÖS, 24 Kasım’ın Öğretmenler günü olarak kutlanmasının dayatma anlayış ve cunta yaklaşımı olduğunu belirtti. KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil, yazılı açıklamasında, Kıbrıslı Türklerin Ankara’nın memuru olanlara değil, siyasi iradesi olan yöneticilere ihtiyacı olduğunu belirtti. Elcil, yazılı açıklamasının devamında, 12 Eylül Cuntası’nın öğretmenleri hapse atıp,
destek verdiği greve katılımın yüzde 90 civarında olduğu bildirildi. KTOEÖS Başkanı Tahir Gökçebel, grev sırasında okul önünde yaptığı açıklamada, İlahiyat bölümünün okulu Meslek Lisesi konumundan çıkararak, dini esaslara göre eğitim veren bir okula dönüşeceğini ifade etti. Bu sorunun sadece okulun değil, tüm toplumun sorunu olduğunu savundu. Toplumun sendikal platforma ve öğretmenlere destek vermesi gerektiğini söyleyen Gökçebel, amaçlarının bu konuda sürekli grev yapmak değil, diyalogla sorunu çözmek olduğunu vurguladı. Bakanlık ile görüşmeye hazır olduklarını, ancak gelecek baskıları kabul etmeyeceklerini ve mücadelelerini sürdüreceklerini vurguladı.
Evet toplumumuzun İslamlaştırılmasına karşı çıkılmalıdır. Bu sorun sadece Sendikal Platformun değil toplumun her kesiminin bir sorunudur. Açık bir saldırı vardır. Ama bu saldırıya karşı çıkarken Kıbrıs'a gelip, yerleşmiş insanları karşımıza almamalıyız ve işgal rejiminin ayrımcılık yapmasına, bu insalarımızla bizi karşı karşıya getirmesine izin vermemeliyiz. İşgal rejimi sadece Kıbrıslı Türklere değil,söz konusu olan tüm kesimlere de baskı yapmaktadır. İlerleyen günlerde baskıları artırıp, İslami bir yaşama tarzını dayatacaklardır. Toplumumuzu aydınlatan çalışmalar yapılmalı, bu konuda toplumumuz bilinçlendirilmelidir. Konferanslar, paneller yapılmalı,broşürler dağıtılmalı, halk komiteleri oluşturularak, halkla temas kurulmalı, onlarla birlikte toplantılar yapılmalı, işgal rejiminin saldırılarına karşı uyarılmalıdır ve mücadele etmesi için çağrı yapılmalıdır. Toplumun desteği ancak bu şekilde kazanılır. İnsanımızın inançlarını zor ve baskıya dayanarak değiştirme anlamına gelen sistemin ve bekçileri olan egemenlerin bu uygulaması insanlık dışıdır. Toplumumuzun sosyal ve kültürel yapısına uygulanmış açık bir saldırıdır. Ülkemizde okumaya muhtaç yüzlerce çocuk varken, parası olmadığı için çocuğunu okula gönderemeyen aileler varken, onlara çocuklarını okula göndermeleri için yardım etmek yerine, hacılara, hocalara göndermesini teşvik etmek, sistemin ve “sistemin yürütme kurulu olan” hükümetin toplumun geleceğini hiç düşünmediğini, sömürgeci efendilerine itaat etme derdinde Sendikal Platform adına konuşan KTÖS Genel Sekreteri olduğunu göstermektedir. TC devleti bu uygulamayla, Şener Elcil ise, halkın kimliğine, kültürüne, sosyal yaşamına saldırılar olduğunu, Haspolat Meslek Lisesi'nde halkımızın inançlarına müdahale ederken, ayrımcılık yaparken, yurduna, emeğine, sahip çıkan, direnen ve YDÜ'nde açılan İlahiyat Fakültesi gibi, topluma “suni İslam”ın dayatılmak istendiğini belirtti ve buna karşı çıktı. halkımızı yok etmeyi amaçlamaktadır. Gerçekte her türlü din “halka sunulan bir afyonudur”. Din her yerde Sendikal Platformun verdiği mücadelenin toplumu da egemenler tarafından kullanılan ruhsal baskı araçlarından ilgilendirdiğini ifade eden Elcil, toplumun biridir. Bu dünyada yokluk çeken insanların iyiliksever ve İslamlaştırılmasını kabul etmeyeceklerini, bu girişime karşı çıkacaklarını ve geri adım atmayacaklarını vurguladı. itaatkar oldukları takdirde tanrısal bir ödül alacakları vaad Öte yandan KTOEÖS başkanı Tahir Gökçebel, bir süredir edilir ve cennette mutlu olması için bilet kesilir. Böylece sömürenler egemenliklerini haklı çıkaracak ucuz bir yol sürdükleri direnci büyüteceklerini ve değişik okullarda bulur. Din öyle bir ruhsal sarhoşluk sunar ki yoksulların grev yapabileceklerini açıkladı. KTOEÖS Haspolat Meslek Lisesi'ndeki greve ek olarak Lefkoşa Sedat Simavi insanca düşüncelerini, insanca yaşama arzularını tetikler. Kısacası din insanları köle haline getirir. Ama dinsel Endüstri Meslek Lisesinde greve gitti. Sedat Simavi'de inançları yüzünden insanlar arasında fark gözetmek, greve çıkan öğretmenlerde destek amacıyla Haspolat ayrımcılık yapmak en kötüsüdür. Dinin devletle bir bağı Meslek Lisesi'ne taşındı. Gökçebel grev yerinde yaptığı olmamalı, dinsel cemaatlerin yönetimle ilişkileri açıklamada, ilahiyat fakültesinin yasadışı bir kararla kesilmelidir. Herkes dilediği herhangi bir dine inandığını açıldığını savundu. Bu işin o kadar masum olmadığını, söyleyecek kadar veya bir dine inanmadığını, tanrıtanımaz egemenlerin toplumu yok etmeyi amaçladığını belirtti ve olduğunu söyleyecek kadar da özgür olmalıdır. Böyle bir Sendika olarak buna karşı çıkacaklarını ve direnci artırıp düzen kurmak için sistem kökten değişmelidir.Bu da diğer okullara yayacaklarını ifade etti. Gökçebel ayrıca, emperyalizme karşı birleşik cephe temelinde sınıfsal okullarda öğretmen eksikliği ve eğitimle ilgili ciddi duruşa sahip işçi sınıfı öncülüğünde tüm ezilenlerin sorunlar varken, bakanlığın bunlarla uğraşmak yerine kavgası ile gelecektir..! toplumda kaos yaratmaya çalıştığını kaydetti.
işkenceden geçirdiğini ve örgütlerini kapattığını ve bunun gizlenmeye çalışıldığını savundu. “Ülkemizi sömürge haline getirenlerin, talimatlar vererek, kukla yöneticileriyle bu günü kutladıklarını savundu. Okullarda öğretmen eksikliği yaşanırken, “salonlarda nutuk atmanın, okulları tatil ederek kutlama yapmanın erdem sayıldığına işaret eden Elcil, Milli
Eğitim Bakanlığının aldığı talimatla, okulları tatil etmeyi ve kutlama yapmayı nasıl değerlendirdiğini merak ettiklerini” ifade etti. Elcil TC Lefkoşa Büyükelçisi’nin bu günü kutlamak için resepsiyon düzenlemeye çalıştığını, bu uygulamaların, ülkedeki demokrasi gerçeğini ortaya koyduğunu, Türkiye’de en büyük üyeye sahip Eğitim-Sen’in bile bu günü
kutlamadığını, bu günü zorla öğretmenlere kutlatmaya kalkmanın cunta yaklaşımı olduğunu iddia etti. Bu etkinliklerin UBP’nin ve rejimin gerçek yüzünü gizleyemediğini, Kuran kursları, imam hatip okulları açma çabası ile, bilimden ve aydınlanmadan yana olan öğretmenleri kandıramayacağını belirtti ve öğretmenin bu dayatmalara, toplumun eğmediğini ve eğemeyeceğini vurguladı.
ARALIK 2011
GÜNDEM
SAYFA 3
K-PET De Gitti..! "Dayatılan özelleştirmelere alışır" bir toplum haline getirilmek isteniyoruz yavaş yavaş....! Etimizi, budumuzu, konserve kutusu içerisinde ton balığı satar gibi pazarlayıp duruyor İşgalci T.C. Devleti..! İşte bu da son eseri..! adamızın kuzeyindeki devlet yapısının patronlara ve para babalarına nasıl hizmet ettiğidir. Gerek KTHY, gerek DAİ ve DAK gerekse diğer sıraya konulan kurumların özelleştirilmesi ile bunun örnekleri sergilenmiştir.
başından beri şaibeli olduğuna dikkat çekti. Açıklamayı yapan DEV-İŞ Başkanı Mehmet Seyis, 1.5 aydan beri Kıbrıs Türk Petrolleri'nin hisselerinin satılması konusunda yaşanan bir süreç olduğunu ve sonunda apar topar bir ihale ile bakanlar kurulundan onay alındığını dile getirdi. İktidar cephesinde durum böyleyken, muhalefet tarafından yapılan açıklamalar, yıllardır süregelen Seyis, doğru olmayan olguları tespit ederek ara emri talebinde bulunduklarını, inkişaf sandığının anlayışın devamını getirmiş ve herhangi bir halkın olduğunu, halkın yararına kullanılması iktidar değişikliğinin, sistem adına pek bir gerektiğini ve kimsenin halkın malını satmaya farklılık getirmeyeceğini bir kez daha gözler hakkının olmadığını ifade etti. önüne sermiştir.
Kasım ayı geride kalırken en önemli gelişmelerden biri de Kıbrıs Türk Petrolleri hisselerinin satılması oldu. Kıbrıs Türk Petrolleri'nin Türkiye'deki OMV şirketine ait yüzde 52 hissesinin ve Türk Cemaat Meclisi Konsolide Fonu İnkişaf Sandığı'na ait yüzde 48 hissenin 38'inin satılması için açılan ihalede en yüksek teklifi veren Levent Sanayi Şirketi Ltd ile Mustafa Hacı Ali Ltd ortaklığının teklifi kabul edildi. İhaleye sokulan Kıbrıs Türk Petrolleri'nin hisselerine yönelik teklif veren Levent Sanayi ve Mustafa Hacı Ali Şirket ortaklığı 62 milyon TL olarak açıklanırken, Türkiye'de bulunan FTZ Grubu'nun verdiği rakamın 47 milyon 778 bin 458 TL ve son olarak işadamı Şemsi Kazım'a ait Sealand Development Ltd. 46 milyon 158 bin TL teklif sunmuştu. İhalenin sonuçlanmasıyla yüzde 48 hisseye sahip Türk Cemaat Meclisi Konsolide Fonu İnkişaf Sandığı'nın, Kıbrıs Türk Petrolleri'nde geriye yüzde 10 hissesi kalmış oldu. Böylelikle, “özel sermayeye hizmette” sınır tanımayan bozuk düzenin egemenleri birer birer sürdürmekte olduğu özelleştirme zincirine bir halka daha eklemiş oldu. K-PET'in hisselerinin satılması, gerek sendikalar gerekse çalışanlar tarafından tepki ile karşılanmış olsa da medyada yer alan haberler, UBP hükümetinin umursamaz tavrını bir kez daha ortaya koydu. İhalenin sürülmesinden kısa bir süre sonra açıklamalarda bulunan İrsen Küçük, K-PET konusunda basına yansıyan haberlerin gerçeği yansıtmadığını ifade etti. Gelişen süreçte yetkililerin basından hiçbir şey saklamadığını ifade eden Küçük, ülke menfaatlerinin dikkate alındığını ve şeffaf bir şekilde hareket edildiğini iddia etti. Küçük, Kıbrıs Türk Petrolleri'nin, yönetimdeki çoğunluğunun OMV Petrol Ofisi A.Ş'ye ait profesyonelce yönetilen, azınlık hisseleri kamuya ait olan özel bir şirket olduğunu ifade etti. Böylelikle Küçük, özel bir şirketin yönetim şeklini “profesyonelce” diye nitelendirerek, devlete ait kurumların yönetilemediğini, başka bir anlamda ise “yönetilmediğini” bir kez daha göstermiş oldu. Ayrıca, bu görüşmelerin şeffaflığı, durumun şeklini hiçbir şekilde değiştirmemiştir. Burada önemli olan, halkın bilgisinin olup olmaması değil, UBP hükümetinin başta olmak üzere
Süreç devam ederken CTP tarafından yapılan açıklamalarda K-PET'in peşkeş çekilmesine müsaade edilmeyeceği beyan edilmiştir. Özkan Yorgancıoğlu, yaptığı açıklamada, ihalenin göstermelik olduğunu ve K-PET'in bu göstermelik ihale aracılığı ile UBP'ye yakın kişilerin eline geçeceğini ileri sürmüştür. Yorgancıoğlu, Bakanlar Kurulu toplantısında alınan bir kararla UBP hükümetinin yangından mal kaçırırcasına özelleştirmeye gittiğini belirtirken, ihale süresinin kısa olduğuna dikkat çekti. İhale süresinin bilinçli olarak kısa tutulduğunu ve hükümetin, bu süre içerisinde ihale için teklif hazırlanamayacağını bildiğini dile getiren Yorgancıoğlu, bunun ihaleyi önceden bilen kişilere avantaj sağlandığını ifade etti. Esasta Yorgancıoğlu, hisselerin satılmasından daha çok, hisselerin “UBP'ye yakın kişilere” satılmasına dikkat çekti..! Özelleştirilen bir kurumda önemli olan, kurumun kime satıldığı değildir.
Dört bir yandan, özelleştirme ile saldırmakta olan UBP hükümetine karşı DEV-İŞ'in ve PETROLİŞ'in başlattığı mücadele yalnız bırakılmamalıdır. Gerek K-PET'in gerekse diğer kurumların özelleştirilmesi konusunda alınması gereken tavır, toplumsal bir meseledir. Özelleştirmelerin, yağmanın ve bütün dayatmaların önüne geçilmelidir ve bunun için emekçilerin birbirinden ayrı hareket etmemesi gerekmektedir. Bütün bu uygulamaların sorumlusu T.C. Devleti, burada yarattığı bozuk düzen ve iktidarı ve muhalefeti ile işbirlikçileridir..! Bu düzenin işçi-emekçi sınıfa sağlayabileceği, sömürüden başka hiçbir şey değildir…! Bu noktada, bir yandan başlatılan yasal süreç, eylemsellikle beslenmeli ve pekiştirilmelidir.
Mevcut sistemin yıkılması için işçi sınıfı öncülüğünde tüm ezilenlerin vereceği ve tüm emekçileri kapsayacak örgütlü mücadele sınıfsal temelde yürütülmediği sürece sadece “hükümeti değiştirme derdi” ile sınırlı kalacaktır... Bu Zarar “her türlü özelleştirmede” emekçiyedir…! sömürünün devam etmesine daha fazla izin CTP'nin derdi ise “özelleştirmeyi” muhalefette verilmemelidir…! olduğu için; kendisi yapamayışından ve Yıllardır süregelen emperyalist kuşatmanın UBP'nin yapışından ibarettir..! Halbuki CTP altında ezilen bir ülkede, gerçek hedefin UBP hükümette olsa İşgalci T.C. Devleti ile “iyi ilişkiler kurma” politikası ile o da UBP ile ayni hükümeti veya “yalnızca Ankara yani AKP hükümeti” olarak da belirlenmesi yersiz ve siyasetleri gütmeye bu düzen bozulmadıkça yanlıştır. Hedefimiz “BAŞTA T.C. DEVLETİ ve mecburdur…!! CTP ve Başkanı Yorgancıoğlu ARKASINDAKİ TÜM EMPERYALİSTLER” bunu gözardı etmeye,süslü laflar ile takiye olmalıdır… yapmaya çalışmaktadır…! “Ankara”, T.C. Devleti'nin yönetildiği yer olan K-PET'in hisselerinin satılmasının ardından, başkenti simgeler yani “hükümeti yada burjuva satılan hisselerin yerli yatırımcılar tarafından iktidarı ve muhalefeti ile meclisi” demektir..! Bu alınmasını gurur olarak nitelendiren kesimler siyaset hedef olarak altı dolu olmadıkça T.C. olmuştur..! Sanki “özelleştirmenin yerlisi veya Devleti'ni eleştiren bir çizgiyi savunan bir söylem yabancısı varmış” gibi bir imaj ortaya olamaz… Ve ayrıca altı dolduruluabilecek bir çıkartılmak istenmektedir..! zemini de yoktur…! Patronlar için önemli özel sermayelerin artacak Hedef “T.C. Devleti” olmalıdır..! Hedef olan şuursuz geliri ve işçinin emeği üzerinden “EMPERYALİZM” olmalıdır..! kazanacağı “maksimum kar'dır”…! CTP, TDP ve DP bu ülkenin muhalefeti falan değildir..! Hele bu Barikat'ın en baştan beri söylediği hep bu düzeni değiştirme derdinde hiç değillerdir..! Bu olmuştur…! Olmaya da devam edecektir…! partiler dışındaki örgütler de çözümü ya ülkemizin güneyindeki burjuva cumhuriyete bağlanışta, ya da Avrupa Birliği'ne girmekte gösterirler…! Bu örgütler de gerçek anlamda revizyonist örgütlerdir..!! Çünkü dertleri sadece düzene maske takıp onu şirin göstererek, patronlar düzenini ayakta tutmaya devam ettirmektir…! İhalenin sonuçlanmasının ardından yargıya başvuracağını beyan eden DEV-İŞ'e bağlı PEROL-İŞ 16 Kasım itibarı ile bunu gerçekleştirdi. Hisse devrine karşı ara emri başvurusunda bulunan PETROL-İŞ, mahkeme önünde yaptığı basın açıklamasında sürecin
ARALIK 2011
KÜLTÜR-SANAT
SAYFA 4
Noel Baba Bize Gelmez Mi? Yatağından titreyerek kalkıp hızla elbiselerini giyindi Hasan. Ayaz rüzgar, pencere camını titretip, ince perdeyi sallandırarak girdiği evin içinde kol geziyordu. Soğuğun karşısında kırılan cesaretiyle yatağın içinde gereğinden fazla vakit geçirmiş, evden çıkmakta gecikmişti. Biraz daha oyalanırsa otobüsü kaçıracak, bir sonraki otobüs gelene kadar yarım saat karın altında beklemek zorunda kalacaktı. Karın altında beklemesi çekilirdi belki ama işe geç kaldığında patrondan işiteceği hakaretler çekilmezdi... Bu yüzden elini çabuk tutup, akşamdan hazırlayarak poşete koyduğu öğle yemeğini de alıp hızla çıktı evden. O çıkarken karısı kömür ve kuru odunlarla doldurduğu tenekeler ellerinde, kömürlükten dönüyordu. "Haydi, hoşçakalın" diyerek uzaklaştı evden. En dipte her yanı bürümüş karın göz alıcı parıltısı vardı. Onun üstündeyse yeni yeni yakılan sobaların bacalarından tüten dumanların grisi. Ayaz rüzgarın dağıttığı sis gitgide yukarı çekiliyordu ama yine de havaya hakim olan sarımsı sisti. O daha yukarı çekildikçe, boşluğunu gri duman dolduruyordu. Saat henüz çok erken olmasına karşın, koca mahallede bacasından duman tütmeyen gecekondu kalmamıştı neredeyse. Hasan otobüse yetişmek için hızlı, buz tutmuş yolda düşmemek içinse ihtiyatlı adımlar atıyordu. Yine her sabah adet olduğu üzere yürüdüğü yola, nefesini kesen dumana, titreyen soğuğa küfredip, lanet okuyordu yürürken. Küfretmesi yolların buz tutmasından şikayetçi olduğu için değildi. Aksine kardan ve buzdan memnundu. Çamurlu yolda yürümekten daha iyiydi böylesi. Onun küfürleri ve lanet okuması, alışkanlıktandı. Sırada tıklım tıklım otobüslere, surat yapan patrona ve en nihayetinde kadere edilecek oturaklı küfürler vardı. Sokağın köşesine geldiğinde, arkadaşı Kadir'in, üşüyen ellerini ovuşturup olduğu yerde yaylanarak kendisini beklediğini gördü. Hazır hızını almışken, içinden bir küfür de ona savurdu. Sonra kendi kendine kızdı. Bu soğukta onu bekletmiş olmanın mahcubiyetiyle yüklü "Günaydın." dedi. Kadir'in "Günaydın"ı aldırışsızdı... Yan yana, konuşmadan yürümeye devam ettiler. Her sabah böyle konuşmadan yürürlerdi bu yolu. Dilleri ancak otobüs durağına vardıklarında çözülür, otobüse yetişmiş olmanın rahatlığıyla konuşmaya başlarlardı. Sokakta yalnız değillerdi. Otobüs durağına çıkan uzun sokak boyunca, aralıklı bir insan kalabalığı, adeta akıyordu tek yönde. Yürüyen insanların hepsi birbirine benziyordu. Başlarında kasket ya da bereleriyle, elleri cepte, başları önde yürüyen, esmer, çoğu bıyıklı ve kirli sakallı insanlar... Birden garip sesler kapladı ortalığı. Kulakları tırmalayarak birbirine karışan sesler... Hasan başını kaldırıp Kadir'e baktı. Aynı anda Kadir'in de gözleri ona dönmüştü. Ne olduğu anlaşılmayan, karmakarışık seslerin şaşkınlığıyla etrafa bakındılar. Hiçbir şey yoktu ortalıkta. Çevredeki diğer insanlar da aynı sesleri duyuyor olmalıydılar ki, herkes etrafına bakıyordu merakla. Sesler iyice yakından geliyordu artık. Hasan kafasını kaldırıp yukarı baktı. Şaşkın bakışları gerilen yüz hatlarıyla dona kaldı. Gözlerini aynı yere çeviren Kadir'in "La bu ne?" diyen şaşkın sesiyle irkilip kendine geldi. Gökyüzünde, iyiden iyiye birbirine karışarak yükselen sis ve dumana bata çıka, sendeleyerek giden bu sürü, bu araba... Tüm bunlar gerçek miydi? Birbirlerinin yüzüne hayretle baktılar. İkisi de inanmıyorlardı gördüklerine ama ikisi
birden, aynı hayali görüyor olamazlardı. Hasan kendi kendine sert bir tokat atıp yeniden kaldırdı bakışlarını. Sonra eliyle de işaret ederek bağırdı: "La bu Noel Baba!"... "Koş la koş, yakalayalım gavatı." dedi Kadir. Aynı anda koşmaya başladılar. Başkaları da görmüş, arkalarına takılmıştı. Gitgide kalabalıklaşıyorlardı Noel Baba'nın peşinde. Noel Baba'nın devasa arabasını çeken geyikler, dumandan nefes alamıyor olacaklar ki oldukları yerde sendeleyip garip sesler çıkarıyor, çaresiz alçalıyorlardı gitgide. Ardından bir hamleyle yükselmeye çalışıyorlarsa da başaramıyor, daha da alçalıyorlardı. Düşe kalka peşlerinden koşan kalabalık ise bağırışlar eşliğinde arabayı taşlıyor, düşürmeye çalışıyordu. Hasan da ara verdiği küfürlerine şimdi yüksek sesle, Noel Baba için devam ediyordu. Bu arada koşarken yerden birYsopa AZalmış, I artık iyice alçalmış olan arabaya vurmaya çalışıyordu. Kalabalık önce geyiklerin ayaklarından, sonra arabanın tekerleğinden tutup çekerek indirmeyi başarmıştı. Hemen etrafını sardılar arabanın. Ne olduğunu anlamayan Noel Baba, gözlerini korkuyla etrafında gezdirip, nerede olduğunu, bu insanların kim olduğunu anlamaya çalışıyordu.
doğrudur. Çünkü sen her yıl bugün, dörtnala giden geyiklerinle üzerimizden geçtin de, bir kez olsun başını çevirip aşağı bakmadın. Bir kere olsun bakmış olsaydın, o zaman bilirdin bizim kim olduğumuzu... Ama biz seni gördük, hem de kaç defa... Kaç defa bağırdık arkandan ‘Noel Baba, Noel Baba...' diye. Dönüp bakmadın hiçbirinde." Eliyle Kadir'i göstererek devam etti: "İlk biz, ikimiz gördük seni. O zaman çocuktuk. Başımızı kaldırıp ufukta senin geçtiğini görünce koştuk peşinden. Sesimizi duyuramadık sana ama gördük ya bir kere; ‘Noel Baba bize de gelecek.' dedik, umut ettik... Her yılbaşı seni bekledik Noel Baba. Bacadan giremezsin diye soğuk kış günlerinde camları aralık bırakıp da yattık. Sabahları kalktık ki, gelmemişsin yine. Başımızı kaldırıp gökyüzünden geçmeni bekledik; belki sesimizi duyururuz diye." Kadir de arabanın üstüne çıkıp Noel Baba'ya doğru bir adım attı ve: "Hadi bize gelmedin, bizim gözlerimiz her yılbaşı şu gökyüzüne asılı kaldı da... Bari çocuklarımız için bir kez gelseydin. Arkadaşlarından senin adını duyan çocuklarımız okul kitaplarındaki resimlerine bakıp bakıp her yılbaşı seni beklediler, gelip onlara da bir hediye bırakırsın diye. ‘Üstümüzden geçen Noel Baba inip bize de hediye bırakır di mi baba?' diye sordular... Ne ‘bırakmaz' diyebildik, ne de biz bir hediye alıp başuçlarına koyabildik. Hep boynumuzu büktük." dedi. Kalabalığın öfkesi yerini hüzne bırakmıştı artık. Noel Baba'nın yüzündeki korkuya ise, alabildiğine şaşkınlık karışmıştı. Yeniden Hasan devam etti konuşmaya: "Yaa Noel Baba... Anladın mı biz kimiz? Bir kez olsun kapısını çalmadığın, bacasından aşağı bir küçük hediye bile bırakmadığın yoksullarız biz. Sen hep şömine bacalarından inip, zenginlerin evine bıraktın hediyelerini. Biz de böyle uzaktan izledik geçişini, sesimizi duyurmaya çalıştık. Önce umutla, sonra umutsuzca... Ama kabahat sende değil, senden medet umanda. Ne yapalım, kusurumuza bakma, çaresizliğimizden..." Şimdi yüzündeki öfke, alaylı bir mahcubiyete dönüşmüştü. Hasan elindeki sopayı karın üzerine atıp arabadan aşağı atladı. Son kez Noel Baba'nın yüzüne bakıp bir şeyler söylemek istedi. Söyleyemeden arkasını döndü, ağır adımlarla yürüdü. Kadir de indi arabadan, hayretle yüzüne bakan Noel Baba ile göz göze geldiler. "De git Noel Baba, de git." dedi. "Mahallemizden Hasan elindeki sopayı havaya kaldırıp, Noel Baba'nın de, hayallerimizden de uzak dur!" Ağır ağır dağıldı boğazına yapıştı: "Gel buraya deyyus, sonunda elimize düştün." dedi. İyice korkuya kapılan Noel Baba'nın beyaz kalabalık. Yanından her geçen aşağılayan gözlerle bakıyordu Noel Baba'ya, kimse tek söz olsun sakalları titriyordu. Ürkek sesiyle "Ne oluyor? Siz söylemiyordu. İlk kez böylesine ezen bakışlarla kimsiniz? Ne istiyorsunuz benden?"dedi. Kelimeler aralıksız dökülmüştü dudaklarından. Bu sefer Kadir yapıştı karşılaşıyordu Noel Baba. Bir an önce uzaklaşmak istedi yakasına Noel Baba'nın: "Biz kimiz haa? Ne istiyoruz, he oradan. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Sis ve duman dağılmıştı. Geyikler sıraya dizilmiş, onun işaretini mi gavat? Bilmezsin tabii. Ne bilecen! Bilmezsin de o yüzden şimdi böyle titriyon. Titre bakalım... Sana ne bekliyorlardı. Dizginlerini çekip gökyüzüne yükseltti yapsak haktır..." Kalabalıktan biri Kadir'in arkasından arabasını... sıçrayarak bir yumruk savurdu Noel Baba'ya ama denk Onun uzaklaşmasını seyreden Hasan ve Kadir birbirlerine gelmedi. "Gebertelim bu pez…ngi!" diye bağırdı. Hasan baktılar. O an ne kaçırdıkları otobüs, ne de patronlarından geri itti onu. Kalabalıktan uğultuyla sesler yükseliyordu. işitecekleri hakaretler vardı akıllarında. "Noel Baba Yüksek sesle haykırılan küfürlere "Öldürelim.", dedikleri de adam olsa, yüzünde meymenet yok." dedi "Kemiklerini kıralım şerefsizin." , "Taş yok mu taş?" Kadir. "Öyle." diye onayladı Hasan, "sokakta görsem nidaları eşlik ediyordu. Hasan arabanın üzerine çıkıp yüzüne tükürmem..." kalabalığa döndü. İki eliyle yaptığı yatıştırma hareketleri Acılı birer tebessüm yerleşti yüzlerine. Sonra tebessüm ağır ağır da olsa kalabalığın uğultusunu kesti. Herkes çekildi, acı kaldı... susmuş, meraklı gözlerle onu izliyordu. Kalabalığın sustuğunu gören Hasan, Noel Baba'ya döndü: "Bizim kim Can YILDIRIM olduğumuzu bilmiyon he mi Noel Baba? Bilmezsin Kültür Sanat Yaşamında TAVIR Dergisi
Barikat Film Gösterimlerine söyleşinin ardından, katılımcılar Başladı. ve Barikat üyeleri çay içip, sohbet ettiler. Memnuniyetlerini dile getiren katılımcılar, bu Her ayın ikinci cumartesi etkinliklerin devamlı olmasını Barikat’ın düzenlediği “izletartış-paylaş” etkinliğinde Kasım istediler. Sinema gösterimlerimiz ayının ilk filmi “Germinal” halkımıza açıktır ve ücretsizdir. gösterildi. “Sinema Emeği Anlatırsa Güzeldir” sloganıyla ilk Her şeyin parayla olduğu ve parası olmayanların kez gösterilen filmde, gösterim faydalanamadığı bu sistemin öncesi kısa bir sunuş yapıldı ve yozlaşmış kültürüne-sanatına film izlendikten sonra karşı emekten yana, ezilenden katılımcılarla birlikte yana bir kültür-sanat yaratmak yorumlandı. Film hakkında için yola çıktık. Birlikte katılımcıların görüşleri alındı. izlemek,üretmek ve paylaşmak Katılımcıların fikirlerini için herkesi her zaman paylaştılar… bekliyoruz… Samimi bir ortamda yapılan
T A K İ R A I B S A M E N İ S
ARALIK 2011
MERHABA YAZIMIZ Merhaba arkadaşlar Barikat Gazetesi'nde bu sayfayı ilk kez bu ay görüyorsunuz biz aynı sıkıntılarla boğuşan belkide hergün aynı şeyleri yaşayan aynı ülkeyi paylaşan ama birbirinden haberdar olmayan gençleriz. İşte bu sayfalar bizi birbirimizden haberdar edecek seni bana beni de sana anlatacak. Aynı adayı paylaşan gençleriz kimimiz ögrenci kimimiz işçi kimimiz işsiz. İşte bu sayfalarda bulacağız birbirimizi bu sayfalarda büyüyeceğiz. Gençlik olarak belki de en büyük sorunumuz yalnızlık.
Kendi dertlerimizle boğuşurken unutuyoruz aslında yalnız olmadığımızı. Dertleri aynı insanların bir araya geldiklerinde nelerin üstesinden gelebileceklerini. İşte biz gazetemizin gençlik sayfasını bu şiarla oluşturuyoruz. Ve tabii bu sayfaları oluştururken de yalnız kalmamayı umuyoruz. Sizlerinde paylaşımlarına açıktır sayfamız. Birlikte üreteceğiz. Yeri gelecek hicvederek gülecek, yeri gelecek karşılaştığımız sorunları nasıl aşacağımızı düşüneceğiz... hepimize kolay gelsin... Barikat Gençlik Editörleri: Derya Aydoğan- Çağdaş Cem
GENÇLİK
SAYFA 5
GENÇLİĞİN ANLAMI Nedir genç olmak diye araştırılırsa karşımıza gençliğin anlamları olarak şunlar çıkıyor; gelişmemiş toy, ihtiyar karşıtı, akılca eksik... Kalan anlamlarda esas olarak bu eksende. Ama gençliğin dinamizmini gücünü zekasını ve hayal gücünü anlatacak harhangi bir kavram yok. Gençliğin ''sözlük anlamı'' çok dar bir alanda kalmışken dönüp günlük hayata baktığımızda sahiplenebileceğimiz herhangi bir anlamla karşılaşmıyoruz. Belki genç olmanın anlamı yaşadığımız dünyada ne yazık ki hemen büyümek isteyişimizde saklı. Zira hayal kuruyoruz, bir ''İŞ'' sahibi olacağız. Yada işçiysek büyüyüp usta olmak süslüyor hayallerimizi. Aslında anlamımızın üstünü büyümek kapatıyor. En haklı isteklerimize kavuşmak için yılların bir an evvel geçmesine odaklanıyoruz. Halbuki bunlar hayal olmaktan çıksa yani nasıl bazı şeyler ''hayatın doğalında oluyorsa zaten'' bu da öyle olsada daha iyi yaşayabilseydik gençliğimizi. Paylaşmadan üretmeden yanımızdakini geçmeye hedeflenerek heba olmasaydı gençliğimiz. Ama ne yapalım şartlar bu başka ne olabilirki diyoruz. Diyoruz ama bunu diyerekte birşey geçmiyor elimize... Hem böyle diyerek kendi işlevselliğimize deli kanımıza haksızlık etmiyor muyuz? En başta yapmamız gereken değişimi kabul etmek. Nasıl ki dünya hergün yeni sabaha bambaşka başlıyor gece öten baykuş gundüz susuyor. Bizde aynı aynı aynıya odaklanıp dünya hiç dönmüyormuş gibi yaşamayalım. Ama unutmayalım ki biz istemezsekte kimse lütfetmez gençliğin anlamını. Yarınımızı ellerimizle şekillendirebilirsek işte o zaman gençlik gerçek anlamını kazanır. Eee bizler boşuna delikanlı kızlar deli kanlı erkekler değiliz. Gelecek elimizde şekillenecek. Derya Aydoğan MUTASYON MAĞDURİYETİ Antarktikalı bilim insanları son zamanlarda yeni bir araştırma gündeme getirdi. Hepimizi ilgilendiren bu araştırma bi hayli ilginç. Konu ise; ” öğrencilik insanın evriminde bir basamak mı oluşturuyor?” İçeriğe bakacak olursak öğrencilerin öğrencilik döneminde yediği, içtiği, gördüğü şeylerden bir çeşit mutasyona uğradıklarını, daha sonra ise sivil hayata dönerken çok zorlandıklarını tespit etmişler. Hatta bazıları bu evreden çıkamayıp, gizli gizli okul kantinlerine gidip ceplerindeki üç kuruşun hesabını yapıyor, “ bunu mu yesem yoksa bunumu yiyemesem, eğer bunu yersem yarın aç kalırım” diye düşünüyorlarmış. Öğrencilik dönemlerinde, aşırı karbonhidrat (makarna,hazır çorba, ekmek,simit,lemar böreği,simit, simit, simit...) yüklenmesinden dolayı bir sonraki dönem olan iş hayatında da çok büyük sıkıntılar yaşıyor ve bunu hayatları boyunca yaşıyorlarmış. Bu dönemde, çok sevmeseler de hayatlarının bir parçası olan makarna ve hazır çorbayı, daha sonra yemek zorunda kalmasalar da eksiklik hissediyorlarmış. Bu araştırmada sadece karbonhidrat tüketimi değil başka faktörler de öne çıkıyor. Örneğin bazı kişiler öğrencilik dönemlerinden sonra kollarını her hangi bir şey için öne uzattıklarında baş parmak da otomatik olarak havaya kalkıyor ve otostop pozisyonu alıyormuş. Bilim insanları bunun nedenini zaten cebinde parası olmayan öğrencinin bedava ulaşımdan faydalanmak istemesine bağlıyor. Bu araştırmada Kıbrısta yaşayan öğrencilerin de unutulmadığını görüyoruz. Yüksek dozda okul otobüsü kalabalığına mağruz kalmış öğrencilerin ilerleyen zamanlarda boş otobüslerden rahatsız oldukları ve ayakta gitmekte ısrar ettikleri ortaya çıkmış. Bu otobüslerde vücutlarının basınç ve sıcaklık değerleri değişen öğrencilerin normal koşullarla karşılaştıklarında tansiyonlarında ve çeşitli vücut fonksiyonlarında problemler yaşandığı gözlenmiş. Öğrencilerin mutasyonunu etkileyen bir diğer unsur ise barınma. Sokakta yürürken başlarını yukarıya kaldırıp caddedeki bütün binaları es geçmeden pencerede ilan aramaya alışan öğrenciler, sonraları da böyle gezmeye devam ediyor ve bunlardan bazıları boyun fıtığı geçiriyormuş. Yurtlarda kalan öğrenciler ise daha sonraki yıllarda odada çorap kokusu olmadan uyuyamama rahatsızlığı ve odada yalnız kalma fobisi baş gösteriyor. Yurt öğrencilerinin bir diğer sorunu ise; yurt odalarında, tuvaletlerde, banyolarda bozuk olan aletlere alışma sonucu, sağlam eşyaların olduğu yerlerde rahat edememek. Öğrencilik döneminde yurtta kalmış bir gurupla yapılan deneyde, öğrencilerin odada sağlam sifon, musluk, klima vb. Eşyaları kullanamadıkları ortaya çıkmış. Daha sonra bu aksamları bozuk olan bir odaya alınan kişiler, hiç sıkıntı yaşamamış. Araştırmanın sonunda ise bilim insanları bu kişilerin herhangi bir tedavi ile düzelmeyeceğini belirtiyor ve uyarıyorlar. Bu şekilde evrilen bireyler toplumda sağlıklı barınamıyor ve sık sık mutasyondan kaynaklanan sıkıntılar yaşıyorlar. Bu problemlerin gelecekte yaşanmaması için acil önlem alınması gerektiğini söyleyen bilim insanları, ulaşımın, barınmanın, beslenmenin ücretsiz ve herkes tarafından yararlanabilinir hale gelmesi gerektiğini vurguluyorlar. Aksi taktirde bu kişiler gelecek nesillere sağlıklı genler aktaramayacak ve insan insanlıktan çıkacak. Çağdaş Cem
AYIN KARİKATÜRÜ
ARALIK 2011
DÜNYA
SAYFA 6
YAZI
Arap Birliği'nden Suriye'ye “Yaptırım…!” Arap Birliği Suriye’de Beşar Esad yönetimine karşı yaptırımlar paketini onayladı. Esad’ın hükümetinin ülkeye gözlemci kabul etmemesi üzerine verilen önergenin çıkması sırasında bazı tartışmaların yaşandığı biliniyor. Arap Birliği üye ülkeler ekonomi bakanlıklarının hazırladığı tasarı dışişleri bakanları toplantısında oylamaya sunulmuştu. Dışişleri Bakanları toplantısına başkanlık eden Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Hamad Bin Casım, düzenlenen basın toplantısında, Arap Birliği yaptırımlarını 22 üye ülkenin 19'unun desteklediğini söyledi. Casım, Arap Birliği'nin Suriye konusunda başarısız olması durumunda soruna yabancıların müdahale etmesinden kaygı duyduğunu ifade etti. Halbuki daha önceki örneklerde zaten Arap Birliği'nin kendisi müdahaleler için bir meşru zemin yaratmıştı. Üye ülkelerden Suriye ile tarihi bağları da son derece kuvvetli olan Lübnan ve Ürdün’ün yanı sıra Irak’ın da bu kararların uygulanmasına karşı çıktığı söyleniyor. Yaptırımlar neleri içeriyor? Arap birliğinin oy çokluğu ile aldığı kararlar ekonomik ve diplomatik bazı yaptırımları içeriyor. Özellikle lojistik ve finansal noktalara vurularak hükümet halkına karşı güç durumda bırakılmaya çalışılıyor. Yaptırımlar şu şekilde sıralandı: 1- Suriyeli yetkililer ve büyük şahsiyetlerin Arap ülkelerine seyahatlerinin yasaklanması. Arap ülkelerindeki mal varlıklarının dondurulması. Teknik heyetin bu kişilerin isimlerini belirlemesi. 2- Suriye merkez bankasıyla ilişkilerin durdurulması. 3- Suriye halkını etkileyen stratejik malların dışında hükümetle devlet düzeyinde ticaretin durdurulması. 4- Suriye hükümeti mal varlıklarının dondurulması. 5- Suriye ile parasal ilişkilerin durdurulması. 6- Suriye Ticaret Bankası ile işlemlerin durdurulması. 7- Yurtdışında çalışan Suriyelilerin ailelerine gönderdikleri havaleler ile Suriye’deki Arapların gönderdiklerinin dışında tüm havale ve ticari akreditlerin denetimlerinin Arap merkez bankalarından talep edilmesi. 8- Arap ülkelerinin Suriye topraklarındaki projelerinin finansmanının dondurulması. 9- Teknik icra komitesinin bir hafta içinde Suriye’ye çift yönlü havayolu seyahatlerinin durdurulması için tarih belirlemesi. Katar Başbakanı Şeyh Hamad, Mısır'ın başkenti Kahire'de düzenlenen Arap Birliği dışişleri bakanları toplantısından sonra yaptığı açıklamada, alınan kararın derhal uygulanmaya başlaması gerektiğini belirtti. Esad Kaddafi'nin hatasına düşmedi Suriye yönetimi, Arap Birliği'nin kararına saatler kala Arap bankalarında varlıklarının yüzde 95'ini çekti. Arap Birliği'nin Suriye Merkez Bankası'na yaptırım kararını kendilerine karşı "ekonomik bir savaş ilanı" olarak gördüklerini belirten Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, "Yaptırımlar çift şeritli bir yol gibi. Tehdit etmiyorum ama halkımızın çıkarlarını savunacağız ya da
başka bir deyişle halkımızın çıkarlarını savunmak zorundayız" dedi. Esad'dan Kürt açılımı Suriye yönetiminin giderek artan baskı karşısında aldığı bir diğer önlem, ülkede yaşayan Kürt nüfusa anadilde eğitim hakkı verilmesi sözü oldu. Geçen sene Şubat ayında başlayan eylemlerden önce ülkede vatandaş dahi sayılmayan 500 bin civarındaki Kürt'e Esad yönetimi kimlik verilmesini kabul etmişti. Şimdi ise yasak olan Kürtçe eğitim çerçevesinde Suriye-Irak sınırında yıllar sonra ilk kez Kürt Enstitüleri ve okullarına faaliyet izni verildi. Halep ve Şam'daki Kürt okullarına yasal statü de verilecek. Davutoğlu:“Arap Birliği’nin sürecine destek veriyoruz“ Toplantıda hazır bulunan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Kahire’de birliğin Suriye komitesine bir konuşma yaptı. Konuşmasının ardından hemen Türkiye’ye dönen Davutoğlu’nun Arap Birliği’ne şu mesajı verdiği öğrenildi: “Önlemler kesinlikle Suriye halkını hedef almamalı. Türkiye olarak Arap Birliği’nin sürecine destek veriyoruz. Bundan sonra da adımlarımızı Arap Birliği ile temas halinde kalarak atacağız. Suriye yönetiminin halkına yaptığı eziyeti sona erdirmek için tüm gücümüzle çalışmalıyız.” Yaptırımların ilk önce sivilleri vurduğu ise bilinen bir gerçek iken Davutoğlu’nun bu açıklamaları gelişmelerde takınacağı tutum itibari ile ilgi çekiyor. Yaptırımlar ne işe yarıyor? İnsan hakları ihlallerini engellemek için yaptırım uygulanması ise bir süredir tartışılan bir konu. Bir grup yaptırımların iktidarları yıldırmak için etkin bir yöntem olduğunu savunurken, UNICEF, Human Rights Investigations gibi kurumlar böylesi hamlelerin daha çok halkı cezalandırmak anlamına geldiğini söylüyorlar. Daha önce de Clinton tarafından dillendirilen yaptırım açıklamasının ardından konu ile ilgili görüş bildiren Human Rights Investigations adlı insan hakları grubu, ABD'yi Irak'a 1990'da uygulanan ambargo ve sonrasında yaşananlardan hiç ders almamakla suçlamıştı. Saddam Hüseyin'i devirmek için 13 yıl boyunca uygulanan petrol ambargosu, ülkeyi açlık ve salgınlara sürüklemişti. 5 yaş altı ölümlerde oranlar 1999'da on yıl öncesinin iki katını aşmış durumdaydı. Herhangi bir olumlu sonucun alınamadığı yıllar süren ambargo hiçbir şeyi değiştirmemiş, Saddam Hüseyin yönetimi ancak Irak'ın işgali ile devrilebilmişti. Yaşananlara BM yetkilisi Dennis Halliday, "soykırımdan geri kalır yanı yok" yorumunu yapmıştı. ABD'nin şahin kanadının uzun süre sözcülüğünü yapmış Madeleine Albright katıldığı bir televizyon programında "Hiroşima'da ölenlerden daha fazla çocuk ambargo esnasında canını yitirdi, sizce buna değdi mi?" sorusuna "Bizce değdi" cevabını vermişti. Libya’da da yaptırım kararı ile ülkenin çok büyük bir finansal kaynağına adeta el konulmuş ve bu paralar iç savaşın muhalif güçlerini ve Libya’yı kana bulayan batılı orduları finanse etmek için kullanılmıştı. Arap Birliği de
yine bu süreçte Libya'ya muhaliflerin taleplerini karşılamaması gerekçesiyle toplantı yasağı koymuş ve daha sonra Libya'nın hava sahasının kapatılması çağrısında bulunmuştu. Daha sonra da NATO’ya gereken meşruluğu sağlayan grup yine Arap Birliği, arkalarındaki en önemli isimlerden biri ise yine Davutoğlu olmuştu. Şiar: "Arap toplumu yaptırımdan etkilenecek» Suriye'nin El Vatan gazetesine verdiği demeçte Arap Birliği'nin yaptırımlarıyla ilgili soruları cevaplayan Suriye Ekonomi Bakanı El Şiar, Suriye'nin diğer Arap ülkeleriyle uzun yıllara dayanan ekonomik ilişkisinin bulunduğunu, bu yüzden bütün Arap toplumunun bu yaptırım kararlarından etkileneceğini belirtti. El Şiar, Suriye'nin bir an önce halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak için yerli üretime geçmesi gerektiğini, bunun için elinde yeterli imkanın bulunduğunu ifade ederek, "Durumumuz geçmiş on yıllardan daha iyi, çünkü şimdi kendi kendimize yetebilmemiz için fabrikalarımız ve üretim alanlarımız mevcut" dedi. (soL - Dış Haberler) Barikat’ın Yorumu: Yıllardır “Arap Birliği” adı altında petrol krallarının birliği olarak görev yapan bu birlik zaten herkesin bildiği gibi Amerika’nın güdümündeki bir birlik şeklindeydi… İslam ülkeleri ile de güçlü bağları vardı. Ama şimdi ne oldu ? İşte şimdi “parsadan hisse kopartma” zamanı geldi.. Sözde “din kardeşlikleri” de vardı…! O “kardeşlik” de aynen “Filistin Halkına yaptıkları” gibi; şimdi de Suriye’ye karşı yok oldu gitti..!! (Bizce normal..! Para’nın dini imanı yok malum…!) Aynen Avrupa Birliği’nde emperyalistlerin Yunanistan’ı bitirdiği gibi şimdi de Arap Birliği Suriye’yi bitirecek… Yani “emperyalizmin karakteri” biraz daha farklı bir şekilde ama ayni hedefte yine kendi kendini bir kere daha gösterdi…! Ve tabi klasik olarak da T.C. Devleti gibi bir ABD yarı sömürge devleti de bu emperyalist sömürüye tam destek verdi.. Artık sıra kan emicilerin Suriye’yi tamamen bitirmesine geldi..! Tabi öbür yandan da Esad “sütten çıkmış ak kaşık” değildir..! Ama Arap Birliği’ne de; “Suriye’yi feraha kavuşturmak” elbette ki düşmez…! Suriye’deki emekçiler, devrimciler, ilericiler süreci çok çok iyi analiz etmeli ve tüm dünyadaki emekçilerin de desteği ile bu çarkı kırmalıdırlar..! Suriye; Suriye’de emek veren her etnik kökenden emekçilerin olmalıdır..! Devrimciler her koşulda birleşik cephe çizgisinde sınıfsal temelde sendikaları harekete geçirmek için faaliyet göstermeli; ezilenleri mücadeleye çekmelidirler…! Suriye artık Ortadoğu’daki hedeflerin en büyüğüdür..! Emperyalizm hem batıdan, hem Arap yarımadasından saldırmakta belli ki ısrarcıdır…! Irak’ta yaşanan senaryo yakın zamanda Suriye’de de yaşanacak gibi görünüyor…! Gelişmeleri izlemeye, izlerken de gerçekleri anlatmaya devam edeceğiz…!
ARALIK 2011
DÜNYA
SAYFA 7
Wall Street'de Mücadele Sürüyor..! ABD'nin Olympia şehrinde sokağa çıkan ihlal ettikleri gerekçesiyle dava açacaklarını yüzlerce Wall Street karşıtı, bütçe kesintisi belirtti. Avukatların yardımıyla 2 yetkili hakkında planına karşı öfkelerini dile getirmek için suç duyurusunda bulunan işgal eylemcileri, vali Washington şehir meclisini işgal etti. Eyleme Antonio Villaraigosa ve polis şefi Charlie Beck'i daha fazla sayıda eylemcinin katılmasını anayasanın birinci ve ondördüncü maddesini engellemek için binanın tüm kapılarını kilitleyen ihlalden dava açacaklarını bildirdiler… güvenlik güçleri, gece boyunca binada nöbet tuttu. Ayrıca binanın dışında da bir grup tarafından eylem yapıldı ve Olympia'yı İşgal Et eylemcilerinin bulunduğu Heritage Park'ta kesinti karşıtı eylem vardı. Eylemde 4 göstericinin gözaltına alındığını belirten muhalifler, meclis binasından da bazı göstericilerin gözaltına alındığını, 3'ünün de üzerinde şok tabancası kullanıldığını belirttiler… Binanın içinde kalma kararı aldıklarını belirten eylemciler, yanlarında uyku tulumu ve ihtiyaç duyacak her şeyi getirdiklerini belirttiler... Öte yandan Los Angeles valisi ve polis şefi 2 yetkilinin ellerinden bulundurduğu gücü kötüye hakkında yasal işlem başlatma kararı alan işgal kullandığını belirten LA işgalcileri, kendilerine eylemcileri, 2 yetkili hakkında insan haklarını işgal eylemini bitirmeleri için ültimatom Berna Yılmaz’ın Peşini Faşizm Bırakmıyor..!
İran'da İngiliz Büyükelçiliği'ne saldırı!
"Parasız eğitim istiyoruz" pankartı açan ve örgüt üyeliğinden 19 ay tutuklu yargılanarak geçen ay tahliye edilen öğrencilerden Berna Yılmaz, 17 Kasım Cuma günü Halkalı'da bir protesto eylemi sırasında gözaltına alındı. Götürüldüğü karakolda polis tarafından darp edilen Berna Yılmaz, “Bir polis memuru elinin tersiyle yüzüme vurdu. ‘Daha yeni çıktın, rahat durmuyorsun. Böyle yaparsan daha çok işkence görürsün’ dediler. Burnum kırık, yüzümde, omuzlarımda, dizlerimde morluklar var” dedi.
İran'ın başkenti Tahran'da İngiltere karşıtı gösteriler, İngiliz Büyükelçiliği'ne saldırıyla sonuçlandı. Büyükelçilik binasına giren İranlı gençler, İngiliz bayrağını yaktı, memurlar kaçtı.İran Dışişleri Bakanlığı, bazı göstericilerin yaptıklarından "üzüntü duyduğunu" söyledi.İran'ın başkenti Tahran'da bugün büyük bir protesto gösterisi düzenlendi. Pazar günü İran Meclisi'nin İngiltere ile diplomatik ilişkilerin seviyesini düşürme kararı almasının ardından, bugün de İranlı gençler Tahran'daki İngiltere Büyükelçiliği'ne taş ve molotof kokteylleri ile saldırdı, İngiltere bayrağını yaktı ve elçilikteki dökümanları ateşe verdi. İran polisi göstericileri elçilikten çıkartmak için yoğun çaba sarf etti. İşgalci gençlerin, "Amerika'ya ölüm, İngiltere'ye ölüm, İsrail'e ölüm" diye slogan attıkları, Fars Haber Ajansı tarafından bildirildi.
verildiğini ancak talepleri karşılanıncaya kadar eylemi sürdüreceklerini dile getirdiler. İşgal meydanını boşaltamayan polisin dört kişiyi sert müdahaleyle gözaltına aldığını belirten eylemciler, polislerin başarısızlığının ardından kitlenin "Biz kazandık, biz kazandık" şeklinde slogan attığını kaydetti. Günün sonunda gerçekleşen bu eylemler yine maalesef sınıfsal temelden uzak bir çizgideydi… Rejimi değiştirme hedefinden uzak, sınıfsal bir nitelik taşımayan bu eylemlerin tam başarıya ulaşması için devrimciler kitle çalışması yürütmelidir…! Burada bir ayaklanma; hatta dünyaya yayılan bir ayaklanma söz konusudur…! Amerika’da başlayıp tüm dünyaya yayılan bu hareket kesin bir sınıfsal şekil almalı; hedef emperyalist zincir ve burjuvazi olmalıdır…! Bu da ancak işçilerin; emekçilerin sınıfsal temelde mücadelesi ile gerçekleşebilir..!
Portekiz’de 24 saat hayat durdu Portekiz’de haziran ayında iktidara gelen Pedro Passos Coelho liderliğindeki sağ koalisyon hükümetinin Avrupa Birliği ve IMF’nin talimatıyla hazırladığı kemer sıkma politikaları, ülkenin iki büyük işçi sendikası tarafından genel grevle protesto edildi. Greve yüz binlerce emekçi katıldı. Portekiz’in iki büyük işçi sendikası, Genel İşçi Birliği ve Portekiz Genel İşçi Konfederasyonu, ülkenin son 20 yıldaki en büyük genel grevine imza attı. Çoğu mavi yakalı olmak üzere 1 milyondan fazla işçiyi temsil eden sendikalar, yükselen vergi oranlarını ve sosyal harcamalardaki kesintileri protesto etti. Okul ve hastaneler başta olmak üzere kamu kuruluşları, metro, otobüs ve bazı küçük işletmeler hizmet vermezken, ülkede 500’den fazla uçuşun da iptal edildiği açıklandı. Hükümetin paketinde, emeklilere ve memurlara ekstra ödemelerin kaldırılması, özel sektörde çalışma saatinin yarım saat uzatılması, vergilerin yükseltilmesi, devlet yatırımlarında ve sosyal harcamalarda kesintiler yapılması gibi maddeler bulunuyor.
Yılmaz, Malatya Kürecik’te kurulması planlanan füze kalkanını protesto etmek için Liseli Dev-Genç olarak “Füze kalkanı değil, demokratik lise istiyoruz” adlı bir kampanya başlattıklarını anlattı. İran 'hükümet destekli gösteri' Yılmaz “Savcı, yüzümün halini iddialarını reddetti gördü ama hastaneye sevk etmedi. Elçilik işgalinin Besiç militanlarının (Evrensel- DIŞ HABERLER) Adliyeden sonra kendi imkanlarımla gençlik kolu tarafından yapıldığı Şişli Etfal Hastanesi’ne giderek rapor iddia edilirken, gösterinin İran devletinin bilgisi dahilinde aldım. Hem savcı hem de polis memuru hakkında suç duyurusunda gerçekleştirildiği savunuldu. İran Dışişleri Bakanlığı tarafından bulunacağız” dedi. yapılan açıklamada ise, "birkaç göstericinin yaptığı kabul edilemez davranışlardan dolayı" üzüntü duyulduğu belirtilirken, saldırının devletin bilgisi ve kontrolü dahilinde olduğu iddiaları reddedildi. Bakanlık, diplomatik misyonun da koruma altında olduğunu bildirdi. (soL - Dış Haberler)
Yunan işçilerden hükümete devrimci yanıt Yunanistan'da Devlet Elektrik Teşkilatı işçileri, ek vergilerin elektrik faturasına yansıtılmasını protesto etmek amacıyla kuruma borcu olan Sağlık Bakanlığı'nın elektriğini kesti. İşçiler, faturalar ödenmediğinde halkın elektriğini kesmeyeceklerini söylediler. Yunanistan'da ekonomik krizin faturasını halka yıkmak amacıyla kararlaştırılan ek vergilerin faturalara yansıtılması ve bu yolla halkın vergileri ödemek ya da elektrik, su ve doğalgaz gibi gereksinimlerini karşılayamama durumunda bırakılmasına elektrik işçilerinden çok anlamlı bir tepki geldi. Devlet
Elektrik Teşkilatı (GENOP-DEH) işçileri, kuruma yaklaşık 3.8 milyon dolar borcu bulunan Sağlık Bakanlığı'nın elektriklerini kesti. Bugün yapılan elektrik kesme işleminde işçiler Sağlık Bakanlığı'nın elektriğini 4 saatliğine keserken, borçlu olan diğer bakanlıkların da elektriklerini keseceklerini söylediler. Elektrik işçilerinin örgütlü olduğu sendikanın başkanı Nikos Fotopulos 141 milyon euro elektrik borcu bulunan devletin, işsizlerin ve yoksulların elektriklerinin kesilmesini istemesinin kabul edilemez olduğunu söyledi. İşçiler, ek vergilerin yansıtıldığı faturaları ödemeyen vatandaşların elektriklerini kesmeyeceklerini de ilan ettiler. (soL - Dış Haberler)
ARALIK 2011
KTAMS Genel Sekreteri İbrahim Gencal İle Röportaj Bu ayın röportaj sayfasını, özellikle son dönemlerde Sendikal Platformumuz içerisinde önemli bir yeri olan KTAMS'a ayırdık. Toplumsal Var Oluş Mücadelesinde önemli bir yeri olan ve kamuda birçok yerde örgütlü olan KTAMS'ın Genel Sekreteri İbrahim Gencal, sorularımızı yanıtladı. Barikat: Sendikanızın tarihçesini ve bugüne dek geçirdiği süreçleri anlatabilir misiniz? İbrahim Gencal: Kıbrıs Türk Amme Memurları Sendikası'nın (KTAMS) çok eskiye dayanan bir geçmişi var. Şöyle ki 1950'li yıllarda, İngiliz sömürge döneminde, Türk ve Rum memurlar tek bir çatı altında, Kıbrıs Memurin Cemiyeti adında bir örgütlenme içerisindeydiler. 14 Kasım 1956'da Kıbrıs Memurin Cemiyeti'nden bir araya gelen 8 tane Türk memur, Kıbrıs Türk Memurin Cemiyeti'ni kurmaya karar verdi. Yani daha önce Kıbrıs Memurun Cemiyeti iken bu cemiyetten ayrılan 8 Türk, Kıbrıs Türk Memurin Cemiyeti'ni kurma ihtiyacını hissettiler. Bu oluşum da bugün, içerisinde oturduğumuz KTAMS binasının kuruluş sürecinin başlangıcı oldu. 14 Kasım 1956'da Çetinkaya Türk Spor Birliği Lokali'nde bir araya gelen Asım Behçet, Cemal Müftüzade, Cahit Hüseyin, Fuat Sami, Hüseyin Veysi, Mehmet Selahattin, Mustafa Şükrü ve Rüstem Tatar, bahsettiğimiz 8 kişiyi oluşturuyordu. Hükümetin Türk memurlarının gelir durumu, hak ve menfaatlerinin korunması, şikâyet ve dertlerinin hükümete münasip bir tarzda sunulabilmesi için gereken vasıta ve liyezonun yaratılması ve icap ederse Kıbrıs Türk Memurin Cemiyeti'nin kurulmasına yönelik müteşebbis heyet çalışmalarına başladılar. 2 Aralık 1956'da Çetinkaya Spor Kulübü Lokali'ndeki toplantı için tüm Türk memurlara 20 Kasım 1956 tarihinde heyet tarafından el davetiyesi gönderilir. Bu çalışmaların sonucunda 417 Türk memur toplantıya katılım göstedi. Toplantı sonucunda; Kıbrıs Türk Memurin Cemiyeti'nin kurulması, müteşebbis heyetin derhal cemiyetin tüzüğünü hazırlaması, kuruluşun valiye bir telgrafla bildirilmesi, kararları oy birliği ile alındı. Burada enteresan bir durum vardır. Valiye bildirilmesi, şimdiki duruma baktığınız zaman, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi bir his veriyor. Barikat: Peki başlangıçta kurulan bu cemiyet daha sonra sömürge devletine karşı da bir mücadele verdi mi? İbrahim Gencal: Evet, şimdi onu da söyleyeceğim. Valiye çekilen telgrafta: “Bu sabah Lefkoşa'da yer alan 417 görevlinin katıldığı genel bir toplantıda size bu telgrafın gönderilmesi ve aşağıdaki kararların verilmesine bildirilmesine karar verilmiştir.” deniyor. a) Türk memurların haklarını ve çıkarlarını korumak için bir birliğin kurulması gerektiği, b) Birlik ve bugün seçilen komiteye, gerektiğinde hükümetle temasa geçip, Türk görevlilerin servisi etkileyen konular hakkındaki görüşlerini iletmesi için yetki verilmesi gerektiği, c) Toplantıda Türk görevlilerin anahtar konumlarındaki görünürdeki eksikleri ve atamalar, terfiler ile özel raporların hazırlanması ile ilgili genel kuralların provizyonları hakkında belirtilen kaygı yüzünden konunun hükümete birlik oluşur oluşmaz iletilmesi gerektiği, Burada anlaşılıyor ki aslında o dönem bu kuruluş, sömürge yönetimine karşı değildi. İlk oluşturulan Türk ve Rum memurların birlikte, bir çatı altında bulundukları yapılanmada, belli oluyor ki burada Türk memurlar bir takım eksiklikler hissetiler. Daha fazla sömürge yönetimine karşı bir oluşum değildi, ancak daha sonraki dönemlerde gündeme geldiğini
İŞÇİ-SENDİKA düşünüyorum. Birliğin kurallarını oluşturmak ve kuruluş kaydı ile ilgili ayarlamaları yapmak için yedi üyeden oluşan bir komite seçilmiştir. 2 Aralık 1956'da Kıbrıs Türk Memurin Cemiyetini kurarlar ve hazırlanan tüzük 20 Ocak 1957 tarihinde oylanarak kabul edilir. Ve başkan Cemal Müftüzade, sekreter Mehmet Selahattin, veznedar ise Asım Behçet olur. Bu Genel Kuruldan sonra yapılan çalışmalar yasalara göre bir cemiyetin değil, sendikaların faaliyet alanına girmesi nedeni ile mukayyit tarafından uyarılarak sendikalaşmaları istenir. Bu uyarı sonucu tüzükteki gerekli değişiklikler yapılarak 1 Aralık 1957 tarihinde 500 üyenin katılımı ile “Kıbrıs Hükümeti Türk Memurları Kurumu” ismi ile sendika kurulur. Lefkoşa, Mağusa, Limasol, Larnaka, Baf ve Lefke'de şubeler AZI açılarak, örgütlenir. 14 Ocak 1973'teYKadro-Barem konusundaki çalışmalar değerlendirilmiş ve 24 saatlik, 3 günlük veya süresiz grev konuşulmaya başlanmıştır. Ancak Genel Sekreterin (İbrahim Ramadan) bu tüzük ile grev yapılamayacağı uyarısı üzerine tüzük tadili gündeme gelmiş ve grev yapılabilmesi için tüzük tadili yapılması kararı alınmıştır. Tüzük değişikliği sonucu 11 Mart 1973 tarihinde sendikanın adı Kıbrıs Türk Amme Memurları Sendikası olarak değiştirilir ve grev yapabilme yetkisi alınır. Demek ki KTAMS, 1973 tarihi itibarı ile isim değişikliğini gerçekleştirdikten sonra faaliyetlerine başladı. Kuruluşu ile tarihçe özet olarak budur. Az önce sorduğunuz soruya dönecek olursak: “Sömürge yönetimine karşı bir tepki var mıydı?”, ben açıkçası ratlamadım. Bundan emin değilim. Yalnız sanıyorum ki, başka kaynaklardan da edindiğim bilgilere göre, o dönem Kıbrıslı Türklerin ve Rumların birlikte kurdukları Memurin Cemiyeti faaliyet gösterirken, Türkler, öyle anlaşılıyor ki bir takım eksiklik ve ihtiyaçlar hissettiler. Dolayısı ile belki de o dönemin yönetimleri tarafından da yönlendirilmiş olabilirler. Çünkü isimlere baktığınız zaman bugün, Rüstem Tatar'lar ve bir takım kişiler vardır. Belki de yönetim tarafından da bir yönlendirilme yapılmış olabilir. Bir ayrıma gidilmesi yönünde yapılmış olabilir. Biliyorsunuz aynı durum işçi sendikalarında da söz konusuydu. Dolayısı ile bunun da bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. Ben açıkçası, sömürge yönetimine karşı ayrılıp da bir mücadele verme niyeti içerisinde olduklarını sanmıyorum. Barikat: Yani o dönem faaliyet alanları sadece memurların sendikal hakları ile ilgili mi oldu? İbrahim Gencal: Öyle anlaşılıyor ki benim de buradan anladığım odur. Ayrıca isimlere baktığınız zaman da yönetime yakın kişiler olduklarını görüyorsunuz. Dolayısı ile İngiliz sömürge yönetimine karşı bir ayrılma veya bir mücadele başlatma amacı ile ayrılmış olmadıklarını düşünüyorum. Tamamen Kıbrıslı Türklerin o Memurin Cemiyeti içerisinde bir takım haksızlıklara uğradıklarını düşündüklerinden dolayı ve buna ilaveten yönetimin de muhtemelen bir takım telkinleri sonucu olduğunu düşünüyorum. Barikat: Peki sendikanızın gerek güneyde, gerekse dünyada iş birliği yaptığı, dayanışma içerisinde olduğu sendikalar var mıdır? İbrahim Gencal: Elbette vardır. İsterseniz öncelikle buradan başlayalım. Tabi ki kuzeyden çok fazla bahsetmeye gerek yok. Biliyorsunuz Sendikal Platform içerisinde ta baştan beri sendikamız rol oynuyor. Etkili bir rolü var. Bunun yanında bizler şu oluşuma da gitmek kararı aldık. Bundan önce yapılan geçtiğimiz Genel Kurulda geçirilen bu karar, konfederasyon şeklinde bir örgütlenmeye gitme ihtiyacını duyduk. Bu konuda diğer sendikalara da çağrı yaptık. Dev-İş federasyonu bu konuda karar üretti. Fakat çağrı yaptığımız iki öğretmen sendikası bu kararı üretemedi. Sebebi de aslında şuydu. Sıcak bakmadıklarından değil de Genel Kurul kararı gerektiği için olmadı. Öğretmen sendikalarının tüzükleri üyeye yöneliktir, delege usulü
SAYFA 8
değildir. Dolayısı ile öğretmenlerin tek liste çıkılan seçimlerinde hiçbir zaman üye sayısı eğer 1000 ise 501 üye katılmaz. Yani aşağı yukarı 300 üye katılır. Bu nedenle çoğunluğu sağlayamadıklarından dolayı bu kararı üretemediler. Biraz da tabiî ki şartlar da bu noktaya getirildi ve bu konfederasyon projesini hayata geçiremedik. Aslında bizim isteğimiz o dur ve bu isteğimiz hala sürmektedir. Dev-İş ile birlikte tüzüğünü bile hazırladık. Bir konfederasyon kurulsun, bu konfederasyon içerisine öğretmen sendikaları, DEV-İŞ Sendikası, diğer işçi sendikaları, diğer bağımsız işyeri sendikaları, GÜÇ-SEN olsun, KOOP-SEN olsun, üstte bir konfederasyon yapı oluşturulması yönünde biz çok çaba harcadık. Hala daha da gündemimizden düşmüş değildir. Bununla birlikte güneyde bizim muadilimiz olan bir sendika ile işbirliğimiz vardır. Tabi ki bu sendika ile zaman zaman, ilişkilerimiz çok iyi, ortak bir takım hareketlerimiz de oluyor, görüşmelerimiz de oluyor. Ancak bazı noktalarda çok da ayrıldığımız konular olabiliyor. Özellikle Kıbrıs sorunu konusunda ayrı görüşlerimiz var. Çünkü sendikanın yönetimi sağ görüşe biraz daha meyillidir. Hak arama söz konusu olduğunda oturup konuşulabiliyor ama ayrıldığımız birçok nokta vardır. İlişkilerimiz genel olarak iyidir. Zaman zaman görüşüyoruz. Bunun yanında PEO sendikası ile ilişkilerimiz çok iyi durumdadır ve üst düzeydedir. Çünkü gerçekten PEO sendikası ile hem çalışma hayatı ile ilgili hem de Kıbrıs sorunu ile ilgili birçok konuda ortak çalışmalarımız oldu, görüşmelerimiz oluyor. Daha geçen günlerde bir görüşmemiz oldu. Bu bir nedendir. İkincisi de uluslararası platformda PEO'nun üye olduğu yerlere biz de üyeyiz. Örneğin, Dünya Sendikalar Federasyonu'na üyeyiz, Avrupa Sendikalar Birliği'ne üyeyiz ve Avrupa Kamu Görevlileri Federasyonuna üyeyiz. Bunlar bizim içerisinde olduğumuz uluslararası kuruluşlardır ve sürekli olarak bu kuruluşlardan bize davetler geliyor. Gidiyoruz, kongrelerine katılım gösteriyoruz. Özellikle Dünya Sendikalar Federasyonu'nda oy hakkımız vardır ve bize sürekli olarak bilgileri aktarıyorlar. Yapılan kongrelerden, seminerlerden, eylemlerden haberimiz oluyor. Zaman zaman biz gidiyoruz, arkadaşlarımızı gönderiyoruz, zaman zaman mesajla iletişim kuruyoruz. Örneğin en son Portekiz'de hareketlenmeler oldu. Kamu görevlileri ile ilgili alınan ekonomik tedbirlere karşı bir grevleri oldu. Onlara mesajımızı ilettik. Gitmesek bile destek mesajımızı buradan, Dünya Sendikalar Federasyonu üzerinden gönderdik. İlişkilerimiz iyidir. Ancak bizim sıkıntılarımız, sendika olarak, KTAMS olarak, uluslararası alana çıktığımız zaman, bayağı iyi bir konumda olmamıza rağmen, buraya döndüğümüz zaman sıkıntılarımızın çok daha büyük olmasıdır. Çünkü öyle bir yapı kurgulandı ki burada, bilerek ve isteyerek, öyle bir sistem oluşturuldu ki, düşünün ki biz kamuda örgütlü en büyük sendikayız. 3000 küsur üyemizin olmasına rağmen, ki büyük bir sayı gibi görünmektedir ama aynı şekilde yaklaşık 1000 küsur da bizimle birlikte kamuda örgütlü KAMU-SEN vardır, etti 4000. KAMU-İŞ sendikasındakiler biliyorsunuz otomatik olarak oraya örgütlüdürler. Yani yüzde ile bakıldığı zaman demek ki %60'ın üzerinde sendikasız bir çalışan vardır. Bazı iş yeri sendikaları vardır. Örneğin GÜÇ-SEN vardır, gümrük çalışanlarının örgütlü olduğu ki o bizim alanımız olduğu halde GÜÇ-SEN bizim müttefikimiz olan bir sendikadır. Hep birlikte hareket ediyoruz. Dolayısı ile biz o alana girmedik. Üyemiz var ama azdır. Oradaki kitle GÜÇ-SEN'e aittir. Aynı şekilde mecliste MEC-SEN diye bir sendika vardır. Yaklaşık 80 tane üyesi vardır. Yani iş yeri sendikacılığını hükümet edenler burada, bir şekilde öne çıkarmaya çalışmaktadır. Böyle bölük-pörçük her yerde küçük bir sendika, kontrolü daha kolay olan, otur dediğin zaman oturacak, kalk dediğin zaman kalkacak bir sendika yapılanmasını özendiriyorlar.
ARALIK 2011
Barikat: Yani emekçileri, işçileri, sendikasızlaştırarak, pasif duruma getirmeye çalışıyorlar. İbrahim Gencal: Aynen öyledir. Hem sendikasızlaştırarak, hem de böyle. Örneğin ben Maliye Bakanlığı'na bağlı vergi dairesinde çalışıyorum. Bir zamanlar, ortaya DERGİ-SEN diye bir sendika ismi çıkarıldı. Hala bu sendika varlığını sürdürmektedir. Fakat üye sayısı yaklaşık bir 40 kişiden oluşmaktadır. Üyelerinin hepsi memurdur. Bize üye olan, KTAMS'a üye olan bu insanlar, bir baktık ki DERGİ-SEN bünyesinde. Soruşturduğumuz zaman ise müdüriyet tarafından teşvik edilen bir sendika olduğunu öğrendik. Müdüriyet tarafından teşvik edilen, işte “siz kendi sorunlarınızı hükümete veya Maliye Bakanlığı'na iletmek için sizin sorunlarınız ayrıdır” diyerek, onları kanalize ettiler. Kurdukları bu sendika da şu anda faaliyettedir. Ben o zamanlar bunun mücadelesini çok verdim. “DERGİ-SEN olarak siz belli ki müdüriyet tarafından, hükümet tarafından kurulan bir sendikasınız, haklarınızla ilgili oturup ilgili kim isterse olsun, onun karşısına geçip hak talebinde bulunabilecek misiniz? Gerekirse elinizi masaya vurabilir misiniz? Hayır. Yapamazsınız. Çünkü orada çalışıyorsunuz ve sizi onlar kurdurdular.” Bu şekilde arkadaşlarla bunu uzun süre konuştuk ve sonra şu anda üye sayıları bayağı azaldı. Çünkü herhangi bir faaliyette bulunmuyorlar zaten. Bunu da örnek verirken, çok yakından yaşadığım için söylüyorum. Dolayısı ile biz, böyle bölük-pörçük sendikalar yerine ta başta söylediğim konfederasyonu önerdik. Fakat onu şu anda başarmış değiliz. Söylediğim gibi sistem öyle bir kurulmuştur ki, örneğin biz uzun zamandır yapamadık ama her yılbaşı, her yılsonu geldiğinde biliyorsunuz biz hükümet ile masaya oturuyoruz. Özlük hakları ile ilgili veya bir takım başka konularla ilgili. Epeyi zamandır oturmadık ama çağırılmadığımız için. Zaten öyle bir kararımız, yönetim kurulu kararı olmasa bile konjektörden dolayı kafamızda öyle bir karar var. Çağırılsak da bu gitmeme gibi bir karardır. Çünkü KTAMS olarak açıkçası öyle bir siyasi irade görmüyoruz. Yani şu anda hükümet bizi temsil etmiyor. Bunu söylüyoruz. Dolayısı ile bizim oraya giderek bir şey görüşmemizde bir fayda yok. Ama işin diğer tarafına bakıldığı zaman, üyelerimize baktığınız zaman, üyelerden baskı görüyorsunuz. Çünkü bizim KTAMS olarak yapımız homojen değildir. Heterojen bir yapımız vardır. Yani yelpazenin en solundan en sağına kadar, üyemiz vardır. Üyemiz bir kenara, yönetim kurulu üyemiz vardır. Sağ değil ama solun belli yerlerinden üyelerimiz vardır. Yani örneğin belli siyasal partilere, sempati duymakta olan yönetim kurulu üyelerimiz vardır. Bu çok doğaldır. Bu da bize renk katıyor. Farklılıklar bizim için çok büyük bir renk. Ama iş o noktaya geldiği zaman, yani orada gidip görüşme noktasına geldiği zaman tartışma yaşayabiliyoruz. Barikat: Ama iş eylem yapma noktasına geldiğinde tıkanıklık olabiliyor. İbrahim Gencal: Olabiliyor. Çünkü örnek de verebilirim size. Örneğin Sendikal Platform'un kararı ile biz Brüksel'e gitmiştik. Bu eylemden sonra bizim yönetim kurlumuzda bulunan bir veya iki arkadaşımız, tepki gösterdiler. İşte, Türkiye'yi şikayet ettiniz diyerekten şikayetleri oldu. Bunlar T.C kökenli arkadaşlarımızdı, ancak iyi arkadaşlarımızdırlar. Uzun yıllardır kamu görevlisi olup, burada yaşamakta olan arkadaşlarımızdır. Çoluk çocukları ile burada yaşayan iyi insanlardır. Fakat öyle bir noktada, işte “Türkiye'yi şikayet etmeye gittiniz” diyerek bize yönetim kurulunda tepki gösterdiler. Oturup onu izah ettik, “bizim şikayet ettiğimiz Türkiye değil, bunu sizlere hep böyle söylüyorlar, siz de öyle algılıyorsunuz” diye. Türkiye'deki yönetimin, AKP hükümetinin politikalarına karşı bizim bir sözümüz var. Yoksa biz tabi ki Türkiye'yi şikayet edecek değiliz. Türkiye ile biz
İŞÇİ-SENDİKA niye kavga edelim ki? Öyle bir durumumuz olamaz. Türkiye ile kavgamız olmaz. Türkiye'deki AKP hükümetinin uyguladığı, ekonomik ve siyasi dayatma politikalarına karşı kavgamız var. Barikat: Evet. Hiç birimizin o insanlarla herhangi bir sorunu yok. İbrahim Gencal: Sorunu yok. Ayrıca şu şekilde de düşünmek lazım. Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, bizim gücümüz, T.C Devleti ile kavga etmeye yeter mi? Hayır. İster ekonomik anlamda, sermaye anlamında, ister siyaseten, isterse askeri anlamda. Türkiye halklarıyla veya diğer halklarla bizim bir kavgamız yok. Olamaz da. Şu şekilde de düşüne bilirsiniz. Şu anda yönetimde CHP olmuş olsaydı ve bu politikaları uygulayan, ekonomik dayatmaları veya siyasi dayatmaları CHP yapsaydı, ayni karşı duruş ona YAZI karşı da sergilenecekti. Barikat: Sonuçta parti isminin ne olduğu önemli değil. İbrahim Gencal: Değildir. Bize yapılan, Türkiye'de şu anda AKP tarafından yapılmaktadır. AKP yönetiminin bize karşı yapmakta olduğu ekonomik, siyasi dayatmalara da karşıyız. “Siz değil misiniz?” diye sorduğumuzda, kendilerinin de karşı olduklarını söylediler. O zaman, sizin bu “Türkiye'ye karşıdırlar” söyleminin arkasında yatan, hükümet edenlerin ve belli çevrelerin, sürekli olarak bunu sizin kafalarınıza arkadan sokmalarından kaynaklanmaktadır. Barikat: Evet, sistematik bir saldırı vardır. Bizleri o insanlarla karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. İbrahim Gencal: Kesinlikle doğrudur. KTAMS olarak biz katılıyoruz. Ancak ben de size şunu söylemek isterim. Benim KTAMS Genel Sekreteri olarak, sendikanın siyaseten, sol görüntüsünü, sol ideolojik yapısını, kaybetmemesi için büyük bir çaba sarf etmekteyim. Ama bundan sonra bu temelin sağlam temellere dayandırılması için, ideolojik temelde yapılanması için çaba sarf etmek gerekir. Çünkü bir takım yapay olgularla bunu siz örgütlemeye çalışırsanız, öyle bir zaman gelir ki bir anda yıkılır ve gider. Dolayısı ile temelinin, ideolojik olarak sağlam olması, ayakların yere sağlam basması gerekmektedir. Burada da en temel nokta, benim temel aldığım nokta, işçi sınıfının emek mücadelesine tamamen destek vererek, o temelde örgütlenme modelini geliştirmektir. Yani benim bütün amacım, emek mücadelesinin yanında yer almaktır, işçi sınıfının yanında yer almaktır. Bize şu soru da sorulabilir. Şu anda Kıbrıs'ın kuzeyinde işçi sınıfının ne kadar gücü vardır? Ne kadar varsa. İşçi sınıfı gelişmemiştir, olabilir. Bu gelişmeyeceği anlamını taşımamaktadır. Benim bütün isteğim, KTAMS'ın emekten yana tavrını hiçbir zaman bozmamasıdır. Bütün uğraşlarımız bu yöndedir. Ama tabi ki hükümet edenlerin, şu andaki hükümetin, geçmişteki hükümetlerin, yaptıkları saldırılar hep, özellikle kamu görevlilerine karşı yapılan saldırılardır. Tabiî ki yapılan bu saldırılar karşısında ve yoğun propaganda, manipülasyon neticesinde, halkın gözünde kamu görevlileri, çok iyi paralar kazanan, rahatlığı yerinde olan, fakat buna rağmen yine de daha fazla maaş, daha fazla ek mesai talep eden, kişiler olarak lanse ediliyor. Bizim sendikamızın kesinlikle böyle bir tavrı yoktur. İki örnek verebilirim. Örneğin ek mesaiye sıfır ek mesai önerdik. Hiç mesai yapılmaması konusunda biz açık kart, hükümete destek verdik. Açık desteğimizi ortaya koyduk. Artı, ikinci işe biz hayır dedik ve bu konuda birlikte yürüdüğümüz TIP-İŞ ile ters düştük. Fakat TIPİŞ ile kavga etme durumuna rağmen, hiçbir zaman bundan taviz vermedik. Kamu görevlisinin ikinci iş yapma yasağına, kesinlikle destek verdik. Çünkü bunun sonuçta kamunun yozlaşmasını getireceğini söyledik. Yani, örneğin düşünün. Maliye Bakanlığı'nda çalışan birisinin çıkıp, (ben de pek ala yapabilirim) tam
SAYFA 9
vergi dairesinin karşısında bir ofis açtığımı düşünün. Hangi muhasip benden geçmeyen bir işyeri için o dairede işini yapabilir? Şimdi bunu ters düşünüyorum. Aynı şekilde bu bütün meslekler için geçerlidir. Mimar olsun, mühendis olsun. Devlet dairesinde çalıştığını ve çıkıp dışarıda proje yaptığını düşünün. O zaman şehircilikte çalışan bir mimar, projeyi kendisine çizdirmeyen birine kolay kolay onay verecek midir? Hayır, vermeyecektir. Bu giderek, bütün sektörlerde bir kaosu yaratacaktır, diye düşünüyoruz biz. Barikat: Peki, gerek üyeleriniz, gerekse diğer sendikalar bu kararınızda size destek verdiler mi? İbrahim Gencal: Birçok sendika aynı fikirdedir ve destek verir. Fakat bunu tam olarak savunma pozisyonuna giremiyorlar. Barikat: Bunun sebebi üye kaybetmekten korkmaları olabilir mi? İbrahim Gencal: Evet doğrudur. Örneğin öğretmenleri ele alalım. Özellikle orta eğitim sendikası veya ilkokulda KTÖS ve KTOEÖS. Birçok öğretmen özel ders veriyor ve bunu biliyoruz. Sorduğunuz zaman ikinci işe karşı olduğunu söylerler. “Gereğini devlet yapsın” diyorlar. Yasaların olduğunu söyleyerek, gereğinin yapılmasını söylüyorlar. Ama direkt olarak kendileri üyelerine yönelik bunu dile getirmiyorlar. Çünkü sendika açık açık dile getirecek duruma gelirse üye kaybedebilme olasılığı vardır. Bu da işin bir diğer gerçek yanıdır. Bana göre de gerçek ama üzücü tarafıdır. Yani çok mu radikal olmak lazım? Barikat: Evet. Bazı durumlarda radikal olmak da gerekiyor sanırım. İbrahim Gencal: Evet, kesinlikle katılıyorum. Yani, bir de şimdi şöyle bir şey geliştirildi. KTAMS'tan biraz sapmış olacağız ama… Hep marjinal diye suçlanan bir takım insanlar oldu. Ben bunun sorusunu şu şekilde sordum birisine. “Marjinal dediğimiz, kime göre marjinaldir?” Marjinal, söyleyene göre marjinaldir. İkinci soru da şu: “ Eğer bugün, marjinal dediğiniz insanlar olmasalardı, bu birçok şey, elinizde kullandığınız veya günlük hayatta görebildiğiniz şeylerin hiçbiri olmayacaktı.” Soruyorlar mesela “nasıl yani?” diye. Bugün büyük sanatçıların hemen hepsi, marjinaldir. Marjinal dediğiniz zaman neyi kast edersiniz? Mevcut şeyin, üzerinde düşünen veya farklı düşünendir. Marks'ta marjinaldi. O dönemde böyle bir ideolojinin ortaya konulması, marjinallikti. Dolayısı ile ben bu marjinal suçlamasını çok fazla rahatsız edici görmüyorum. Biri de beni marjinal olduğum için suçlarsa açıkçası olumlu karşılarım. Çünkü bana göre marjinal olmak kötü bir şey değildir. Değişikliğin, ilerlemenin bir simgesidir. Ortaya çıkacak olan farklı olabilir. Sonuçta marjinal çıkıştan sonra, ortaya çıkanı beğenmeyebilirsiniz. Ama bir değişikliğin olacağı gerçektir. Ama marjinal dediğiniz kimselerin de, iddia ediyorum, bugün olmadığını düşünecek olursak, birçok şey, bugün olduğu gibi olmayacaktı. Dediğim gibi, birçok sanatçı, marjinaldi. Döneme göre, yaşadıkları döneme göre marjinaldiler. Barikat: Sendikanızın kaç üyesi var? Hangi kurumlarda örgütlüsünüz? İbrahim Gencal: Sendikamızın, tahmini rakam verecek olursam, 3500 civarında üyesi vardır. Bunun 600-700 civarı şu anda emeklidir. Ancak hala daha üyelikleri devam etmektedir. Hemen hemen bütün kurumlarda, bütün devlete ait kurumlarda ve dairelerde örgütlü üyemiz vardır. Yetki olarak da birçoğunda, hemen hemen %90'ında yetkili sendika biziz. Yetkinin KAMUSEN'de olduğu birkaç daire vardır. Gümrükte örneğin bizde değildir. Gümrükte GÜÇ-SEN'dedir. Aynı şekilde maliye de GÜÇ-SEN'dedir. Çünkü GÜÇ-SEN'in 250 tane üyesi vardır ve gümrük, maliyeye bağlıdır. Dolayısı ile maliyedeki bütün teknik kurumlardaki temsiliyet, GÜÇ-SEN'dedir.
ARALIK 2011
Barikat: Peki sendikanızda üyelerinize yönelik eğitim çalışmaları yapılıyor mu? Bu çalışmalara üyeleriniz katılım gösteriyorlar mı? İbrahim Gencal: Evet yapılıyor. Eğitim çalışması özellikle bu son dönemlerde, Genel Kurulun da ardından çok önem verdiğimiz bir konudur. Şöyle ki Eğitim Sekreterimiz ve Örgütlenme Sekreterimiz, bu konuda bayağı iyi çalıştılar. Gerek yurt dışından, gerekse burada birçok defa hem yöneticilerin eğitilmesi, hem de direkt üyeye yönelik olarak eğitim çalışmalarımız, hem sendika binasında yapıldı, hem de zaman zaman, bazı otellerle anlaşılarak, eğitim çalışmalarımızı sürdürdük. Örneğin geçenlerde burada, kadına şiddet yönünde bir panel düzenledik. Doğuş Derya geldi ve burada bir panel gerçekleştirdi. Sürekli olarak biz bunları gündeme getiriyoruz. Eğitime çok büyük önem veriyoruz. Özellikle, yurt dışı temaslarına da değişik arkadaşları göndermeye çalışıyoruz. Türkiye'de Birleşik METAL-İŞ ile ilişkilerimiz çok iyi, KESK ile ilişkilerimiz çok iyi. Her ikisi de DİSK'e bağlı. İlişkilerimiz çok iyi ve zaman zaman Birleşik METAL-İŞ'e buradan 10-15 arkadaşımızı İstanbul'a onların tesislerine gönderdik. Orada 3-4 günlük eğitim çalışması yapıldı ve akabinde onlar buraya geldiler. Biz de onları misafir ettik ve burada eğitim çalışması yaptık. Buradaki eğitim çalışmalarını yaparken biz destek de alıyoruz. Hizmet alanı gibi düşünüyoruz. Çalışma hayatı ile ilgili gerçekten bugün çok iyi bir donanıma sahip olan Hasan Sarıca'dan destek alıyoruz. Zaman zaman, gündemde olan konuları ele alıyoruz. Örneğin son dönemlerde ortaya çıkan sosyal sigortalarla ilgili, yöneticilerin bilgilendirilmesi gerekiyor. O şekilde dışarıya gönderilmeleri gerekiyor. Eskiden sosyal sigortalardan sorumlu olan, müdür olan Alper beyi çağırdık, burada yönetim kurulunu bilgilendirdik. Yani bu daha fazla gündemde olan konuları, ilgili kişileri bulup, burada eğitim veriyoruz. Tabi ki bu eğitimin yanında bir de sendikal çalışmalarımız var. Örneğin “sendika nedir? Sendikal Faaliyet nedir? Sendika ne yapar? Sendikalı kimdir? Grev nedir? Nasıl yapılır? Nasıl örgütlenir?” Bu gibi konuların da eğitimini biz arkadaşlara veriyoruz. Ama bizim örgütsel yapımızdan dolayı bu biraz bizi zorluyor. Çünkü belli bir yerde örgütlü değiliz. Örneğin ben bugün, üyelerime bildiri dağıtacak olsam, işin temsilcilerinin olmasına rağmen, onları sürekli olarak bulamayabiliyorsunuz. Ya da üyelerimizin şöyle bir de özelliği var. İlla ki Başkanı veya Genel Sekreteri görmek istiyorlar. Yani orada bir temsilci olmasına rağmen, onun vereceği bilgiye rağbet etmeksizin illa ki Başkanı ve Genel Sekreteri fiilen orada görmek istiyorlar. Dolayısı ile yapımız gereği bu böyledir. Örneğin biz, bir daire ziyareti başlattığımız zaman, Lefke'deki postanede üyelerimiz vardır, bize bağlıdır, aynı şekilde Dipkarpaz'daki sağlık ocağında bulunan hemşireler de bizim üyemizdir. Yani bir düşünün. Girne'si, Mağusa merkezi ve bütün köyleri ile birlikte olan yerler vardır. İskele'deki kamu kurumları vardır. Hepsinde üyemiz vardır. Dolayısı ile bizim zor bir durumumuz vardır. Örgütlenme modelimiz oldukça zordur. İşte biz bunu iş yeri temsilcileri ile çözmeye çalışıyoruz. Mümkün olduğu kadar her bölgede ve her dairede bir tane iş yeri temsilcisi seçiyoruz. Fakat buna rağmen zorlanıyoruz. Çünkü izin günleri oluyor, çağrılara cevap vermedikleri oluyor, bu şekilde zorluklarla karşılaşıyoruz. Lefkoşa zaten başlı başına bir problem niteliği taşıyor. Çok geniş bir alanda yayılmış olduğu için çok büyük bir problem oluşturuyor. Bir bildiri dağıtımı veya bir bilgi verme amaçlı Lefkoşa'da işe başladığımız zaman, bir haftada ancak tamamlayabiliyoruz. Çünkü gittiğiniz zaman, merhaba diyerek çıkamıyorsunuz. Bir odaya giriyorsunuz, 3-4 tane çalışanla karşılaşıyorsunuz. Her birinin bir soru sorması durumunda saatler alıyor. Gerçekten zor, çünkü çok geniş bir alanda örgütlüyüz. İşyeri sendikalarının işi çok daha kolay bir durumdadır. Örgütlenme ve eğitim yapabilmesi açısından daha kolay durumdadırlar. Öğretmen sendikalarının bu işleri yürütmesi çok kolaydır. Mesela bir okula gittiğiniz
İŞÇİ-SENDİKA zaman, bir arada, temsilci veya Başkan veya Genel Sekreter gider, ilk arada öğretmenlerin yarısını öğretmen odasında bulur. İkinci arada diğer yarısını bulursunuz ve bu iş biter. Bizim öyle değil. İzinlisi, boş gününde olanı v.s Düşünün geçtiğimiz haftalarda dolaşmaya çalıştık, örneğin orman dairesine gidilecekti. Bir köyde orman dairesine ait bir kulübe vardır, orada da iki tane çalışan vardır. Gidip onları bulmak durumu var Gitmediğiniz taktirde, “buraya kadar geldiniz ama bize gelmediniz” diye sitem edilebiliyor. Dolayısı ile gerçekten zor bir iş. Dilerim bu yeni dönemde, Nisan ayında yapılacak bu Genel Kurulun ardından, genç arkadaşlarımızı aramıza kazandırabiliriz. Yönetim Kurulu için daha genç ve daha dinamik insanları düşünüyoruz. Barikat: Kamu emekçisinin genel sorunları nelerdir? Bu bağlamda sendikanızın kafa yorduğu, çözmeye YAZI çalıştığı sorunlar nelerdir? İbrahim Gencal: Bir kere kamu emekçisinin sorunları şundan kaynaklanır. Mevcut olan kamu görevlileri yasası, uygulanmamaktadır. En büyük sorunumuz budur. Uygulanmıyor, bir de yasa maddesi aynı olmasına rağmen bir dairede bu uygulanabilirken bir dairede bu uygulanmıyor. Örneğin son 44/2006 sayılı yasayı biliyorsunuz. Şube amirlerinin, bunu tespit ederek, talep etmesi gerekmektedir. Bir amir bunu yaparken, başka bir yerdeki amir yapmıyor. Yani herkesin şikayetçi olduğu bürokrasi, bizim sendikamızı da çok büyük oranda olumsuz etkiliyor. Biri yaparken, biri yapmıyor. Kamu görevlileri yasasının tam olarak uygulanmaması çok büyük sorundur. Hani hep şikayet edilir ya, “kamu hantaldır, kamuda şişkinlik vardır” diye. Kamuda şişkinlik yoktur aslında. Sayıya baktığınız zaman, kamudaki görevlilerin sayısı AB standartlarının altındadır. Nüfusa göre altındadır. Organizasyon eksiliği vardır. Hükümetin organizasyon bozukluğu vardır. Örneğin istihdamları duyuyorsunuz. İhtiyaç olmadığı halde istihdam yapılıyor veya arka kapılardan istihdamlar yapılıyor. Kamu görevlileri yasası orada duruyor. İhtiyaç varsa münhal açılması gerekir. Münhal açılır, insanlar müracaat ederler, kamu hizmeti komisyonu sınav yapar, sınava göre çalışan alınır. Bunların hiçbiri uygulanmıyor. Sorun hükümettedir. Barikat: İhtiyaç fazlası istihdam yapıldığı zaman da hantallaşma söz konusu oluyor. İbrahim Gencal: Tabi ki hantallaşma oluyor. Sayı olarak hantallaşma oluyor, bir de işin ehli insanların alınmamasından dolayı işler haliyle yavaşlıyor. Yani siz bugün, şehircilik dairesinde, mimar istiyorsanız gidip şoför alamazsınız. Vergi dairesinde hesap uzmanı gereken bir yere, sırf UBP'li olduğu için tezgahtar alamazsınız. Sorun kamu görevlileri yasasının uygulanmamasıdır. Bu da hükümet kaynaklı bir sorundur. Barikat: Peki sendikanızın bu alanda kafa yorduğu, çözmeye çalıştığı sorunlar nelerdir? İbrahim Gencal: Şöyle söyleyeyim. Son gündemde olandan başlayacak olursak. Sosyal sigortalar yasası, değişiklik yasası ve kamu görevlileri yasası. Bunlara tabi basından da takip etmişsinizdir, bizim görüş bildirmemiz söz konusu değildir. Son meclis alt komitesine ben de katılmıştım. Oraya platform olarak gittik ve platform temsilcisi, TÜRK-SEN Başkanı Aslan Bıçaklı çıktı ve yasanın tümden geri çekilmesi talep ettiklerini dile getirdi. Çünkü sosyal sigortalar şu anda iddia edildiği gibi zor durumdaysa eğer, bunun kurtarılmasını istiyoruz. Ve sorunun, devletin yükümlülüklerini yerine getirmemesinden kaynaklandığına inanıyoruz. Bunlar da şu şekildedir. Devletin sigortalara olan borcunun ödenmemesi, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmaması, sigorta primlerine ihtiyaç olduğunun söylenmesine rağmen büyük oranda af getirilmesi. Bunların ortadan kaldırılması ile eğer sosyal sigortalar gerçekten hala daha zor durumda ise, bunu oturup konuşmaya hazırız. Ama öncelikle siz bunları yerine getireceksiniz. Bu nedenle bizim bu sigortalar yasasına ve getirilen ihtiyat sandığı değişikliği yasasına görüş verme niyetimiz
SAYFA 10
yoktur. Bu gerekçe ile biz toplantıyı terk ettik. Görüş vermek için bir siyasi partinin kalmış olması lazım. TDP'de görüş vermeyeceğini belirtti. CTP kalıp, birtakım görüşler sunacağını izah etti. Fakat biz toplantıdan çıktık. Yani şu anda sendikamızın yoğunlukla üzerinde durduğu sosyal sigortalar yasası, değişiklik yasası, ihtiyat sandığı değişiklik yasası, özelleştirme yasası, kamu görevlileri yasası ve son geçtiğimiz hafta içerisinde bir kampanya içerisinde başlattığımız 44/20065 sayılı kamu görevlilerinin derece terfileri ile ilgili bir çalışmamız vardır. Bu en son, mahkemede bir 10 dakikalık basın açıklaması ile basına da yansıdı. Merkezi cezaevinde bir eylemimiz oldu. Bu tüm dairelere aittir, yani, tüm kamu görevlilerini kapsamaktadır. Ama spesifik olarak bu iki yerde bir hareketimiz oldu. Özellikle son zamanlarda üzerinde durduğumuz konu bu meclis alt komitesinde olan yasalardır ve doğrudan direk kamu görevlilerini ilgilendiren 44/2006 sayılı derece terfileri ile ilgili çalışmalardır. Barikat: Peki bu yasalar tam olarak neyi öngörmektedir? Sendikanızın bu yasalar karşısındaki duruşu nedir? İbrahim Gencal: Bu yasalar, sosyal sigortalar olsun, değişiklik yasası olsun, ihtiyat sandığı değişiklik yasaları olsun, bahane edilen krizden dolayıdır. Bu kriz Sn. Ersin Tatar tarafından, “denk bütçe” veya “bütçedeki açığın azalması anlamında tasarruf” diye adlandırılıyor. Ancak her zaman olduğu gibi (ki bana da hiç yabancı değildir bu söyleyeceklerim) kapitalist sistemin ve neo-liberal politikaların bir yansımasıdır diye düşünüyorum. Yoksa bizde kriz olduğuna biz inanmıyoruz. Para olmadığına da inanmıyoruz. Aslında para vardır ve buna rağmen dayatılan bir de paket vardır. Bu paketten dolayı da direk, tasarruf hep çalışandan beklenmektedir. Yani, çalışanın priminin artırılması, çalışanın emeklilik yaşının yükseltilmesi, ihtiyat sandığı birikimlerinin bir şekilde heba edilmesi örnektir. Aynı şekilde özelleştirme yasası da meclistedir. Biz özelleştirmeye temelde karşı olan bir sendikayız. Yani, özelleştirmenin her türlüsüne karşı olan bir sendikayız. Kamusal alanların terk edilmesine şiddetle karşıyız. Dolayısı ile meclise özelleştirme yasası adında bir yasa getirildi. Peki, özelleştirme yasası çıkarsa, özelleştirmeye karşı çıkmayacak mıyız? Kesinlikle böyle bir durum söz konusu değildir. Bu bizim ideolojik olarak karşı çıktığımız bir şeydir. Özelleştirme yasası yoktur, olmadığı için özelleştirme yapamazsınız, olsa da yapamazsınız. Biz özelleştirmeye temelde karşıyız. Veya bu son yapılan K-PET'teki uyduruk ihale ile ilgili, “yerli sermayeye verildi, o zaman çok iyi oldu” diyerek alkış tutmamız bizlerden beklenmesin. Bize göre sermaye sermayedir. Sermayenin ne dili ne milleti ne de vicdanı vardır. Dolayısı ile bizi yerli sermayenin almış olması ilgilendirmemektedir. Ticaret odasının yaptığı gibi, “işte yerliler aldı, sevinelim”, gibi bir yaklaşımı bizden beklemesin. Ben elimizdeki %48 oranında olan hisselerin satılmasına şiddetle karşıyım. Ve karşı çıkmaya da devam edeceğiz. Dediğim bu yapılanlar, tümü çalışanların, dayatılan pakete göre, çalışanlardan bir takım şeylerin, hakların geri alınması anlamını taşımaktadır. Ve bizim, platform olarak da çıkış noktamız, zaten toplumsal varoluş dediğimiz nokta aslında budur. “Bu paketlerde bir takım iyileştirmeler yapalım da bu yasalar geçsin” noktasında değiliz. Paketin tümüne karşıyız. Biz iki şey söyledik. Ya bu paket geri geçilecek, ya da hükümet istifa edecek. Aslında ikisi de tektir, aynı anlama gelmektedir. Paketi geri çektim diye geri iade edecek olsa hükümet, bir sonraki gün iktidarı kaybeder. İstifa edeceğini söylese, zaten yine aynı şey olur. Paketi geri iade edeceğini söylediği taktirde, bir sonraki gün bulunduğu yerde duramaz. Çünkü bu paket, dayatılan bir pakettir, AKP hükümeti tarafından dayatılmıştır. Maalesef, ben 50 yaşını aştım, birçok UBP hükümeti gördüm ancak, bunlarınki kadar başını eğen, kendi halkının horlanmasına bu kadar müsaade eden bu kadar, kabiliyetsiz bir hükümet daha görmedim.
ARALIK 2011 Barikat: Hükümet aslında Ankara'dan gelen talimatları uyguluyor. Bu saldırılar yıllardır çeşitli şekillerde devam ediyor. Özelleştirmeler de bu saldırıların bir parçası. Halka ait kurumlar, sermayeye peşkeş çekiliyor ve bu peşkeş çekilmeden önce, o kuruma gereğinden fazla istihdam yapılıp, çeşitli gerekçelerle batırıyor ve özelleştirmenin önünü açıyor. Peki, bu saldırılar sizce nasıl durdurulabilir? Yani farz edelim ki iktidarda bir değişiklik gerçekleşti, sizce bu saldırılar devam eder mi? İbrahim Gencal: Saldırılar devam eder. Önemli olan, aslında az önce söylediğiniz şeydir. Bizim, Kıbrıs Türk toplumunun, Kıbrıslı Türklerin, son zamanlarda hükümet görevini üstlenenler tarafından yine kafalarına sokulmak istenen bir söylemdir. O söylem de aslında çok tehlikelidir. Maalesef, hepimizin kafasına da bu yerleştirilmiştir. Biz işbirlikçi UBP hükümetini atalım. Peki, yerine kim gelecek? Geçmişte bir de deneyim yaşandı. CTP dönemi deneyimi yaşandı. O deneyimden sonra, insanlar, “kim gelirse gelsin bu sistem değişmez, bu yapı değişemez” diye bir anlayışa saplandı. Aslında bu çok kötü bir olaydır. Belki “kim gelirse gelsin değişmez” diye oturdu ama bana göre değişir. Bunun değişme koşulu da şu olmalıdır. Önce bundan kurtulmak gereklidir. Öncelikle bizim hedefimiz, bu paket ve bu siyasi ve ekonomik dayatmalardan kurtulmanın yolu, bu zincirin zayıf halkası olan UBP'yi oradan kaldırmaktan geçmektedir. Öncelikle bunu düşünmek gereklidir. Yoksa eğer bir sonraki adımı düşünecek olursak, “yani iktidar değişirse ne olur?” sorusunu da soranlar arasına eklersek, hareket edemeyiz. Kim gelecek? sorusunu bir kenara bırakmalıyız. Son platformda biz buna karar verdik. Çünkü bu tartışmalara girdiğiniz zaman, işin içinden çıkamazsınız. Dolayısı ile bizim ilk hedefimiz, bu işin zayıf halkası olan UBP'ni oradan çıkartmak olacaktır. Ondan sonra oraya gelecek olan çıkacak. Sonuçta bu bir süreçtir. Herhalde bizim, tabiri caiz ise burada hükümet kuracak veya sürgünde hükümet kuracak veya bir yapılanmaya gidecek bir durumumuz yoktur. En azından şu anda yoktur. Dolayısı ile bu süreç nasıl olacaktır? Seçim süreci yaşanacaktır. Peki, kiminle seçime gideceksiniz? Eğer sizin bir siyasal yapılanma diye bir derdiniz yoksa ki yoktur bu olmaz. Benim bildiğim kadarı ile platform olarak öyle bir yapılanmaya gitme gibi bir niyetimiz şu anda yoktur. O zaman biz bu UBP'yi oradan aldığımız zaman, ne olacak? Seçim süreci başlayacaktır. Seçim sürecine, mevcut siyasi partilerle gitmek durumundayız. İşte o zaman, bu mevcut siyasi partiler, çıkacaklar ve masaya koyacaklar. Bizler de neyin ne olduğunu göreceğiz. Peki, diyelim ki geldiler ve masaya neyin ne olduğunu koydular. Bu UBP'de olabilir. Eroğlu yazılı taahhütler verdi. İşte, “şunları reddedeceğim, şunları uygulamaya sokacağım” diyerek ve oyunu alarak iktidara geldiğini farz edelim. O zaman mücadele tekrar başlayacaktır. Bu böyledir. Bu mücadele durmaz. Bizler orada, çalışandan yana bir hükümet görünceye kadar bu mücadele sürecektir. Bu mücadele kolay mıdır? Değildir. Çünkü malum, yapılan, kurgulanan yapı parasal yapıda, bunları kırmak kolay değildir. Ama ben inanıyorum ki orada siyasi duruşu, iradesi olan bir hükümet veya kişiler olduğu zaman, olacaktır. Hiç kimse de şunu söylememiştir. En azından ben söylememişimdir. “T.C Devleti ile biz reddediyoruz, görüşmüyoruz.” Hayır, böyle bir şey söz konusu olmaz. Elbette ki görüşeceksin. Çünkü bugün Amerika ile biri görüşüyor, İsrail Türkiye ile görüşüyor. Bir sürü siyasi sorun yaşanmış olmasına rağmen yine de görüşülebiliyor. Ya da güneye gidin şimdi örneğin diğer tarafa gidin bir sürü Türk mühürlü mallar vardır. Yani, kavgalı pozisyonunda görünsek bile mallar oralara gidebiliyor. Örneğin İstanbul'a, İzmir'e gittiğinizde, bütün tavernalar bütün eğlence yerleri, onlarla doludur. Turistler akın etmektedir, Yunan gemileri gelip kıyıya dayanmaktadır. Ama nedir, bunlar düşman ülkeler pozisyonundadır. Aslında durum öyle değildir. Menfaatler vardır. O zaman biz de oturalım Kıbrıs Türk halkının, menfaatleri ne ise konuşalım. Yani gelecek olanlar şunu söyleyebilmelidir. Burada Kıbrıs Türklerinin horlanmayacağı, aşağılanmayacağı bir yapı kurulabilir. Bu çok kolay bir şey midir? Değildir. Öyle bir hükümet
İŞÇİ-SENDİKA bulabilir miyiz? Çok zor diye düşünüyorum, ama olamaz da değildir. Barikat: Peki, sorunun hükümetler sorunu olduğunu düşünmüyorum. Bu ülkede yıllardır seçimler yapılıyor, meclis var, meclis kararlar alıyor ama bir de bakıyorsunuz ki T.C elçisi bütün bakanlıkları dolaşarak, bu yasaları geçireceksiniz diye talimatlar veriyor. Özellikle, Ankara ve T.C Devleti ile ciddi anlamda bir hesaplaşmanın gerektiğini düşünüyorum. İbrahim Gencal: Bu konuda aynı fikirdeyiz, benim de kast etmeye çalıştığım şey buydu zaten. Yani, bırakın T.C Elçisinin bakanlıkları dolaşmasını, her T.C Elçiliği binası içerisinde bizim bakanlığımızın bir muadili var. Her birinin bir muadili var. Yani T.C Elçiliğinde Çalışma Bakanının bir masası vardır. Burası çalışma bakanlığı içindir. Bir adet Eğitim Bakanlığı için, bir adet Maliye Bakanlığı için vardır. Hepsi için bir masa YAkurulmuştur. ZI Aslında kabine karşıdadır. Kabine karşıdayken, uğurlayıcılar da yolun diğer tarafındadırlar. Bizim meclis olarak adlandırdığımız yerdedirler. Gerçek kabine oradadır. Söyledikleriniz doğrudur, katılıyorum. Bu yapı kırılabilir mi? O yüzden ben çok kolay değil, zor olduğunu söyledim. Çünkü sistem öyle bir kurgulanmıştır ki, hayatın her alanında, en önemlisi de zihinsel anlamda ve düşünsel anlamda bu yerleştirilmiştir. Biz bunu kafamızdan atamıyoruz. Sonuç olarak ben kolay bir şey olduğunu söylemiyorum. Hiçbir zaman söylemedim ama imkansız da değildir. Bunun için öncelikle az önce de belirttiğim gibi, hedef belirlemede daha net olmak gereklidir. Platformda da bu konu çok tartışıldı. Bu TDP Başkanı Çakıcı'nın dile getirdiğiydi, her ne kadar ben TDP'li olmasam da. Fakat doğruydu, TDP'li olmamama rağmen kendisine destek belirttim. Yani, bir hedef belirlenmesi gerekiyor. UBP'yi devireceğiz, yerine kim gelecek? Onu sorduğunuz anda bu birliktelik sağlanmaz. Çünkü bu yıllardır bizim kafamıza yerleştirildi. Bizler zihinsel anlamda istila edildik. Ben size bir örnek vereceğim, zihinsel anlamda bizim istila edildiğimizi, yani ülke olarak zaten istila edilmiş durumdayız ama zihinsel anlamda nasıl istila edildiğimiz yönünde bir örnek vereceğim. Bir ortaokul öğrencisine gitseniz ve şunu sorsanız: “Kıbrıs'ta üç tane dere ismi sayabilir misin?” diye sorsanız. Emin olun ki sayamayacaktır. Ama şu şekilde sorsanız: “Türkiye'de Ege Bölgesinde veya Karadeniz Bölgesinde üç tane nehir ismi sayabilir misin?” diye sorsanız, hepsini takır takır sayacaktır. Türkiye'de çayın nerede yetiştirildiğini soracak olursanız, Karadeniz Bölgesi olduğunu bilecektir, ama Kıbrıs'ta fıstığın nerede yetiştirildiğini soracak olursanız, belki de bu sorunun cevabının ne olduğunu siz de bilmeyeceksiniz. Çünkü bunları bilmiyoruz, bunlar bize öğretilmiyor. Yani bu durumun kaynağı, otuz yıllık hükümetten değildir. Bu 1950'lerden beridir süregelen bir yapıdır. Barikat: Evet. Yani Türk'ten Türk'e kampanyaları ile yürütülen bir strateji. İbrahim Gencal: Kesinlikle böyledir. Yani bugün bir ortaokul veya lise öğrencisine sorunuz, az önce sorduğum soruyu. Cevabını bilemez. Ama Türkiye'dekini sorduğunuz anda sayacaktır. Kıbrıs'ın dağlarını say deseniz, belki de size bir Trodos'u sayacaktır veya Beşparmak Dağını örnek verecektir. Ama emin olun Türkiye'dekilerin hepsini bilecektir. Geçitlerine kadar, her şeyiyle bilir. Söylemeye çalıştığım budur. Çünkü insanlar başka türlü düşünemiyorlar. Eğitim sistemi, aynı şekilde istila edilmiştir. Sağlık da aynı şekilde, bütün yapı olarak toplumumuz, düşünsel anlamda, zihinsel anlamda istila edilmiş bir toplumdur. Bu yapının değişmesi, çok da kolay değildir. Aslında görüldüğünden daha zor bir durum vardır. Belki biz bir Orta Amerika ülkesi olsaydık, bu iş başka türlü olacaktı. Başka türlü çözülmesi gerekecekti. Ama burada öyle bir durum olmayacağına göre, başka bir yolun olması gerekmektedir. Bu yol da nedir? Parlamenter sistem budur. Bu yapıda bizler nasıl daha başarılı oluruz? Gerçekten bize şu anda çok dirençli, dirayetli liderlik sorunu vardır. Liderlik sorunu da vardır. Barikat: Evet. Merkezden yönetilen bir mücadelemiz yok. Bizce böyle bir eksiklik söz konusudur.
SAYFA 11 İbrahim Gencal: Doğrudur, böyle bir eksiklik vardır. Son yapılan eylemlerimizde bunun örneğini yaşadık. 28 Ocak mitingi yapıldı, inanılmaz bir şeydi. Arkasından 2 Mart eylemi yapıldı. Çok daha muhteşem bir olaydı. Yalnız ben o 2 Mart eyleminden sonra şunu beklerdim. Muhalefetteki siyasal partilerimizin, isim belirtmeyeceğim, bu süreci bu ivmeyi yakalayıp, alıp kanalize edebilmesini beklerdim. Siyasal parti dediğimiz o dur. Çıktık, 50 bin kişi topladık ve geldik. Bu kendiliğinden bir halk hareketiydi. Bir takım nedenleri vardı. Ne isterse olsun bir halk hareketiydi. Biz de kitlemizi mitinge çağırdık. Kamu görevlisinin sayısı, toplum sayısı 5 bin kişiydi. Geriye kalan, diğer sendikalarla birlikte yaklaşık 10 bin. 10 bin kişi sendikalar getirirken daha geriye kalan kitleler vardı. Geriye kalan kitle, halktan oluşuyordu, halktı. Ve muhalefetteki siyasi partilerimiz bu ivmeyi alıp da kullanamadılar. Son yaptığımız mitingi de gördünüz. Gerçi oraya gelen kitle olarak iyi bir rakam ama yine orada da bir liderlik sorunu yaşandı. Orada da bir organizasyon sorunu yaşandı. İnsanlarımız, herhalde dünyada miting alanına gelerek en erken dağılan kitleydi. Herhalde bu toplum bizdik. Miting alanına Girne kapısından gelerek, diğer yönden de çıktık. Neredeyse orada durulmadı bile, alana girilip hemen çıkıldı. Çünkü insanlar kendilerine öyle bir görev addettiler. Bunu biz işleyemedik, ne siyasal partiler ne de sendikalar. Yani miting dediğiniz zaman, biz orada ne yapacağımızı, konuşmadık. Sadece konuşma yapılacağına karar verildi. Tamam, bu yapıldı. Ama kitle bize ne yapılacağını soruyor. “Meclisin önüne artık bizi çağırmayın” diyorlar. “Gelip orada bizler konuşmalar dinleyerek, ondan sonra da geriye dönüp, kola içip, kebap yiyerek, dairemize, işimize veya evimize geri dönüp, ondan sonra da o yasanın da meclis geçtiğini görmek istemiyoruz. Artık biz bunları yaşamak istemiyoruz. Sonuç alacağınız eylemler varsa bizi onlara çağırın” diye suçlamalar getiriyorlar. Ben bu suçlamayı çevirdim, aynısını siyasi partilere yönelttim. Bu onların zorlarına da gitti. Bu suçlamalar üyelerimizden bizlere gelirken onlara da sorduk. Ki bizim üyelerimiz, KTAMS'a üye olan, tamamı ile KTAMS'ın tüzüğünü okuyarak, sendikanın ilkelerini benimsemiş bir kitle değildir. 3500 üyenin belki de 500 kişisi bu şekildedir. Geriye kalan 3000 üyemiz, sadece güçlü bir sendika olduğu için, kurumsal bir yapısı olduğu için haklarını daha kolay alabileceğine inandığı için geliyorlar. Yoksa düşünsel anlamda, ben şu anda kişi olarak sosyalist bir insanım, benim görüşüm benimsendiğinden veya yönetim kurulunun sol görüşlü bir yapısı olduğundan dolayı değildir. Ama siyasi partilere üye olanlar, örneğin CTP'ye üye olan kişi, CTP'nin ne olduğunu bilerek üye olur. Aynı şekilde TDP'ye de, aynı şekilde insanlar YKP'ye de BKP'ye de üye olurken ne olduğunu bilerek üye olur. Özellikle meclis içerisindeki muhalefet partileri için de bu soruyu sorulmalıdır. Aynı soruyu ben onlara sordum. “Peki” dedim, “Sizin üyeleriniz, size sormuyor mu? “Meclisin içerisinde geçirilen yasalara, geçirilen paketlere her türlü muhalefeti yapıyorsunuz. Doğrudur, eleştirinizi yapıyorsunuz. Oylamaya geldiğinde de reddetmesini biliyorsunuz. Peki, ondan sonra ne oluyor?” “UBP iktidarı 27'ye dayalı bir aritmetik olduğu için, o yasa geçiyor, sizde dosyaları alıp kapatıyorsunuz ve partinize gidip bu yasaların geçmesine üzülüyorsunuz.” Aynı şey onlar için de geçerlidir. Onlara üyeleri o parlamentoda ne işlerinin olduğunu sormuyor mu? Çakıcı 13 saat konuştu. 13 saat daha konuşabilir. Bir başkası da konuşabilir. Ne yapıyorlar peki? Engelleyebiliyorlar mı? Hayır. O zaman sorun oradaki hükümetin, UBP'nin kırılması sorunudur. Ondan sonra da oturup konuşuruz. Peki, bunun örneği Türkiye'de de yaşandı. Bağımsız olarak çıkan adaylar, 3540 tane milletvekilini parlamentoya soktular. Belki de günün sonunda öyle bir yapılanmaya gidilmesi gerekecektir. Yani siyasal partiler, belli kişileri bağımsız olarak desteklerler, belki öyle bir yapılanma olur. Tam olarak ne olacağını bilemezsiniz. Dolayısı ile onu öne koyarak, “kim gelirse gelsin değişmez” derseniz, o zaman kapatıp eve gidin. O zaman mücadele biter.
ARALIK 2011 Barikat: Yeni alternatif siyasete ihtiyacımız var. Yeni yollar, yeni yöntemler uygulanmalı. İbrahim Gencal: Bana göre vardır. Ya alternatif siyasetlere, siyasi yapılanmaya, ya da şu andaki mevcut siyasal partilerimizden, muhalefetteki partilerimizden bahsediyorum, onların çok ciddi anlamda, daha net, daha açık politikaları ortaya koymak zorundadırlar. Barikat: Biliyorsunuz, din eğitimi altında Haspolat Meslek Lisesi'ne ilahiyat fakültesi bölümü planlanıyor. Geçmiş yıllarda çocuklarımız yaz aylarında Türkiye'ye kuran kurslarına gönderildiler. Yaz aylarında yasa dışı yollarla okullarımızda kuran kursları yapıldığı saptandı. Her bölgeye, her köye, cami yapılacağı ve imam hatip liseleri açılacağı iddia edildi. Türkiye'de dini cemaatlere mensup bir grup, Kıbrıs'a kadar gelip, ücretsiz Kur'an kitapları dağıttı. Aslında amaç din eğitimi değildir. Bizce amaç, yeşil sermayenin sınırlarını genişletmektir. Bunun planları T.C Devleti'nden yapılıyor. T.C Devleti yetkilileri de bunu çekinmeden dile getirebiliyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? İbrahim Gencal: Şimdi, az önceki konuşmamın içerisinde şunu söylemiştim. Hayatın her alanında, sadece klasik anlamda istila edilmiş kurumlar değildir. Hayatın her alanında da, düşünsel anlamda da, eğitimde olsun, sağlıkta olsun kurumlarımızın elden çıkarılması olsun, her alanda bir yeşil sermayenin bir hakimiyeti söz konusudur. Bu Kıbrıslı Türklerin burada asimile edilmesi entegre edilmesi ve uydurulması politikasıdır. Din de aynı şekildedir. Geçmişte de sendikamız buna şiddetle karşı çıkmıştır. Yine karşı çıkacaktır. Bu konuda öğretmen sendikaları ile birlikte hareket ediyoruz. Hiçbir şey sorulmadan, yani ihtiyaç var mıdır, yok mudur, sorulmadan icraatlar yapılmaya çalışılıyor. Türkiye'deki sermaye ihtiyaç olup olmadığına bakmaz. Ya da yeşil sermaye ya da AKP politikaları, bizim ihtiyacımıza bakmaz. Onlar, bu durumu bu şekilde görür. Bu, burada Kıbrıslı Türklerin Türkleştirilmesi veya Müslümanlaştırılması politikasıdır. Sanki böyle bir ihtiyaç varmış gibi. Bu da sizin söylediğiniz gibi, yeşil sermayenin, Türkiye'deki AKP'ye yakın olan sermayenin burada daha fazla uğraş verdikleri noktadır. Hayatın her alanında, eğitimde, sağlıkta, yeşil sermayeye yakın kişilere kurumların peşkeş çekilmesinde de bu anlayış vardır. Özellikle okulların da son zamanlarda, KTOEÖS'ün geçenlerde bir konuşması oldu. 100-150 arasında öğretmen bulunmaktadır, T.C kökenli olan. Ve buraya ihtiyaç olmadığı halde getirilmişler. Hem buradan maaş alıyorlar hem de Türkiye'den maaş alıyorlar. Bunlar bilerek ve isteyerek yapılan şeylerdir. Ben hiçbir zaman inanmadım. Yani ihtiyaç olduğuna falan hiçbir zaman inanmıyorum. Hayatın her alanında ihtiyaç olduğu öne sürülerek yapılıyor. Hayır, bu kabul edilemez. Bu tamamen bir topyekun her alanda, en üst birimden, meclisten en düşük birime kadar asimile politikasından başka bir şey olmadığını düşünüyorum. Şunu söyleyeyim son olarak, neden meclisin yapısı bu şekildedir? Mecliste neden T.C bunları yapmıyor? Bu da dış politikasından kaynaklanmaktadır. Yoksa şu andaki ortamda onu da çok büyük rahatlıkla, yapabilecek güce sahiptir. Yani oradaki bizim, 50 tane milletvekilinin 40'ını rahatlıkla kendi istediği şekilde yerleştirebilecek bir yapısı da vardır. Tabi ki bu çok büyük bir tehlikedir. Onun yapılmamasının sebebi bana göre, dış dünyaya karşı ve uluslararası topluma karşı bu kozu vermemek adınadır. Barikat: Bildiğimiz kadarı ile KTAMS'ın Sendikal Platform içerisinde faal çalışmaları var. hükümet T.C merkezli, her alanda sürdürdüğü saldırılarına devam ederken, Sendikal Platformumuzun önderliğinde sokaklara döküldü ve T.C Devletinden gelen bu dayatmalara ve toplumsal değerlere yönelik yapılan saldırılara hayır dedi. Atılan sloganlarda ve açılan pankartlarda bu tepkileri gördük.Ancak platformumuz içerisinde çatlak seslerin de olduğu biliniyor. Hatta bu çatlak sesler, T.C Devleti'ne ses çıkartılmasını istemiyorlar ve tepkileri yumuşatmaya çalışıyorlar. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz? İbrahim Gencal: Şimdi Sendikal Platform içerisinde yer alan sendikaların, hepsinin aynı sol görüşte olduğu ya da aynı düşünsel yapıda olduğunu söylemek mümkün
İŞÇİ-SENDİKA değildir. Haliyle doğrudur. Sendikal Platform içerisinde de bu çok tartışıldı. Hatta iki sendika bu sebepten, (HÜR-İŞ ve KAMU-SEN) platformdan ayrıldılar. Sebebi de sizin az önce belirttiğiniz gibi, T.C Devletine karşı yapılan bir takım söylemlerdi. Biz sendika olarak Türkiye'ye karşı o ilk başta söylediğim, “Türkiye'ye karşı değil, Türkiye'deki AKP politikalarına karşı olan” her türlü direnişe desteğimizi veririz ve bundan sonra da vereceğiz. Biz uzun zamandan sonra ilk kez bu dönem, mitinglerimizde iki pankart öne çıkardık. Bu geçmişte bu sendikada kullanılmıyordu. “Ankara Elini Yakamızdan Çek” pankartını taşıdık, “Asimilasyona Hayır” pankartını taşıdık. Direk Başbakan Tayyip Erdoğan'a söylemimiz oldu. Bu yüzden de burada çok büyük tartışmalar çıktı. “Bir Veriyorsun, Beş Alıyorsun. Bir de Utanmadan Besleme Diyorsun” pankartını açtık ve olaylar oldu. Bunu zaman zaman biz de öne çıkarıyoruz. Brüksel'e biz de gittik. Ancak, az önce YAZ I bazı de söylediğim gibi platform içerisinde yer alan sendikalar, hatta sağ görüşlü sendikalar da vardır. Örneğin HÜR-İŞ ve KAMU-SEN gibi sendikalar. Bunlar kendi tabanlarına yönelik olarak, rahatsızlıklarını ve sıkıntılarını dile getirdiler. Bu konuda aslında dikkatli olmakta fayda vardır. Düşünün, o zaman yapılan mitingde açılan iki tane pankarttan dolayı, bütün sağ basın, bütün Türkiye'deki sağ basında olmak üzere, ona odaklanıp, bütün mitingin genelini bir tarafa bırakarak, onun üzerinden propagandaya giriştiler. Ve bunda da başarılı oldular. Barikat: Pankartlardan bir tanesi Barikat'ın açtığı “İşgalci T.C Devleti Kıbrıs'tan Defol” pankartıydı. Ancak hemen yanındaki pankartımızda ise “Yaşasın Anadolu-Kıbrıs Halklarının Kardeşliği” yazmaktaydı. İbrahim Gencal: Tabiî ki. Ancak bazı şeyler, her ne kadar kişisel olarak veya şahıs olarak karşı olmasam da belirttiğim gibidir. Sendikaların yapıları, bir BKP'nin yapısı gibi veya bir YKP'nin yapısı gibi veya bir Barikat'ın veya Baraka'nın yapısı gibi değildir. Dolayısı ile heterojen bir yapımız vardır. Biz bununda hassasiyetlerini dikkate almak zorundayız. Bu çözülebilir mi? Formüle edilebilir mi? Edilebilir. Benim bunu illa ki o şekilde söylemem gerekmez. O zaman başka bir yolunu bulmak zorundayım. Neden? Bu insanları buraya örgütlerken, hassas ve titiz davranmak zorundayım. Bana sorarsan kişi olarak, tabi ki destekliyorum, sonuna kadar. Ama bu şekilde ben bunun hesabını yönetim kuruluna vermek zorundayım. Bunu da düşünerek, bunu başka türlü formüle etmek gerekir. Başka bir şekilde bunu dile getirmenin yolunu buluruz. Ama onların da orada olması beni rahatsız eder mi? Kişi olarak etmez. Beni şahsım adına asla rahatsız etmediler. Ama sendikal yapı içerisine girdiğiniz zaman, daha da büyüyerek bir platform haline gelindiği zaman, inanamayacağınız tartışmaların yaşandığını görürsünüz. Biz, KTAMS olarak kimsenin dışlanmasını istemedik. “Bunları da bırakmayalım, gitmelerine de izin vermeyelim, bir çözüm bulmak zorundayız” anlayışını savunduk. KAMU-SEN gelmeye başladı. Son yapılan mitingde arkadaşlarla iyi niyet çerçevesinde konuştuk, “sizin politikalarınız size aittir, bunu istediğiniz alanda, istediğiniz şekilde söyleyebilirsiniz, ancak bu gibi geniş kapsamlı eylemlerde bunu formüle edelim” diye dile getirdik. Arkadaşlar da buna olumlu tepki gösterdiler. Bunu başka türlü de formüle edebiliriz dedik ve bir şekilde bir orta yol bulundu. Yani ilk başta, söylediğimiz şeyler düşünün. Mesela marjinallik konusunu konuşmuştuk. Şimdi bunu ona bağlamak istiyorum. Bu döneme göre, içinde bulunduğumuz süreçte, o söylem veya pankartlar marjinal niteliktedir. Ama inanın ki öyle bir zaman gelecek ki, onlara birçok insan sahip çıkacak ve marjinallik ortadan kalacak. Ama bulunduğumuz döneme göre ki o soruyu da buna yönelik sormuştum: Kime göre ve neye göre marjinal? İşte cevap tam da budur. Bu sorunun cevabı, ona göre marjinal ise bizim yaptığımız doğrudur demektir. Yani bir sıkıntı var ama yani ben açıkçası bunun çok da büyük bir sıkıntı olacağını düşünmüyorum. Biz arkadaşlarımızı burada çok koruduk. Özellikle Afrika'nın durumu için çok uğraştık, çok fazla çaba harcadık. Onlar da sağ olsunlar, çok üstüne gitmediler. Tabii ki kendi politikasını herkes her yerde
SAYFA 12 savunabilir, buna kimsenin itirazı yoktur. Ama böyle bir işin içerisine giriliyorsa eğer, biraz da ona uymak durumunda olunmalıdır diye de düşünüyorum. Her ne kadar bundan biraz rahatsızlık duyuyor olsam da. Barikat: Halbu ki bizim orada esas vurgulamak istediğimiz , Anadolu'dan buraya gelmiş olan emekçilere karşı olmadığımızdı. Biz T.C Devleti'nin ülkemizde uyguladığı işgal politikasını protesto ettik.Üstelik Anadolu halklarıyla kardeş olduğumuzu vurguladık. İbrahim Gencal: İşte bu doğrudur ama onu öyle bir kullanıyorlar ki. Düşünün ki karşınız öyle bir basın var ki, devasa bir basın var ki, her yanda propaganda yapabilme araçları var. Televizyon olsun, kişiden kişiye olsun elçilik vasıtası ile. Karpaz köylerini düşünün. Onların yapacağı propagandanın karşısında kolay değil. Çok zor bir durumdur. Çünkü insanların kafasından bunu atabilmek o kadar kolay değildir. Yani, ben bunu hep söylüyorum. “Türkiye'ye karşı mısınız siz?” diye soruluyor mesela. Niye karşı olalım ki? Bizim Türkiye'deki insanlarla alıp veremediğimiz bir şey yoktur. Biz Türkiye'de bulunan AKP hükümetinin Kıbrıs'a yönelik olarak ürettiği politikalarını veya Ortadoğu'ya veya uluslararası arenadaki politikalarını önemsemiyorum, sevmiyorum, bize uyguladığı politikaları da kabul etmiyorum. Bizim söylediğimiz budur. Bunu alıyorlar, çeviriyorlar ve başarılı bir şekilde yapıyorlar. Yani Türkiye medyasının da yabana atılmaması gerekiyor. Çok büyük, devasa bir medyadır. Kesinlikle, reklamından tutun, her yerine kadar, bütün basını zaten AKP, elinde tutmakta. Yaptığı olaylara baksanız görürsünüz. Bir Ergenekon tutturdu bir gün Deniz Feneri çıktı. İnanılmaz olayları var. Türkiye'deki AKP politikalarına baktığınız zaman, onu da söyleyeyim, TSK ile olan AKP'nin didişmesini görünce, hoşumuza da gitti. Barikat: Hatta AKP bir anda “muhalefet cephesini” operasyonlarla etkisizleştirdi. Neredeyse kendine karşı olan herkesi hapse attı… İbrahim Gencal: CHP'yi ben muhalefetten saymıyorum. Ama AKP'nin TSK'ya karşı giriştiği bu didişmeden dolayı biz memnun da olduk. İşin bir de bu tarafı var. Milli Güvenlik Kurulu'ndaki sandalyesini alıp, başka yere koyması da benim hoşuma gitti. Yani Tayyip Erdoğan'ı sevmiyorum. Ama dünyanın hiçbir yerinde olmayan, Milli Güvenlik Kurulu diye bir kurul var. Başbakan oturur. Seçilmiş, ne isterse olsun. Yanında da Genel Kurmay Başkan'ı oturur. Ne münasebet. Genel Kurmay'ın sandalyesini alarak “buraya değil oraya oturacaksın” dedi. “Sen atanmışsın, benim memurumsun” diyebildi ve benim hoşuma giden bir şey yapmış oldu. Bugün asker sorgulanmaktadır. Türkiye tarihinde hiçbir zaman askerin ekonomik anlamda sorgulandığı görülmedi. Askerin hiçbir şeyi bugüne dek sorgulanmadı. Bu bir gün sorgulanmaya başlandı. Güzel de bir şey. Ama maalesef ne yazık ki bunu AKP yapıyor. Belki onun amacı askeri etkisiz hale getirdikten sonra AB'yi kullanarak, daha demokratik, bir yapı oluşturmak değildir. Askeri bir şekilde etkisiz hale getirdikten sonra, kendi istediklerini yapabilmektir. Barikat: AKP devlet kurumlarını ele geçirdi. İbrahim Gencal: Özellikle medyayı ele geçirdi. Barikat: Sendikal Platformumuzun geleceğini nasıl görüyorsunuz? Sizce Sendikal Platformumuz sermayeye, onun dayatmalarına ve toplumsal varlığımıza yönelik saldırılarını boşa çıkaracak uzun soluklu bir mücadele yürütebilir mi? İbrahim Gencal: Yürütebilir. Ancak şu anda görünen budur. Ben de hep bunu savundum. Sendikal Platform'un yapacağı mücadeleler, başlattığı toplumsal varoluş mücadelesi eğer bir siyasi bacağı olmazsa, eksik olur ve sonucunu göremez. Çünkü Sendikal Platform, az önce de belirttiğim gibi siyasal bir yapılanma değildir. Dolayısı ile bu mücadelenin sonunda, bir siyasal yapılanma da gereklidir. Şu anda da siyasi partilerimiz mevcuttur. Bu siyasi partiler, özellikle CTP ve TDP bu platforma ısrarla tutunmalıdır diye düşünüyorum. Bu işin bir noktadan sonra olacağını, bu direnişin süreceğini düşünüyorum. Ancak belli bir noktaya geldikten sonra eğer tırmandırılabilirse bu direniş yükseltilebilirse ve bu mücadele büyütülebilirse, bu mücadelenin siyasi partiler tarafından ele alınıp yürütülmesinde çok büyük fayda vardır. Başka türlü sonuç alınamaz.
ARALIK 2011 Barikat: Mücadelenin kitlesel sendikaları kamu sendikaları. Özel sektörde örgütlü bir sendika olmadığı için, özel sektör emekçileri gerek kendi hakları, gerekse toplumsal sorunlar için mücadele edemiyorlar. Yani tamamen mücadelenin dışında kalıyorlar. KTAMS özel sektör emekçilerini örgütleyebilmek adına bir çalışma yürütüyor mu? Ya da önünde böyle bir hedef var mı? İbrahim Gencal: Aslına bu güne kadar olmadı. Güzel bir soru sordunuz. Bugüne kadar öyle bir örgütlenme modelimiz olmadı. Çünkü özel sektörde, bir icraatımız yok. Zaten adımızdan da belli olduğu gibi biz bir kamu sendikasıyız. Tüzüğümüz buna el verir mi vermez mi bilmiyorum ama özel sektör çalışanlarını örgütleyen sendikalar mevcuttur. Mesela DEV-İŞ federasyonu daha fazla özelde örgütlenmiştir. Başka özelde örgütlenme çalışması olan HÜR-İŞ federasyonu vardır, TÜRK-SEN federasyonu vardır. Fakat onlar da başarılı mıdır? Bence değildirler. Barikat: Demek istediğim, KTAMS kendisini yeniden yapılandırarak böyle bir çalışma içine girebilir mi? Böyle bir hedefi var mı? İbrahim Gencal: İşte onu bugüne kadar yapmadık. Daha doğrusu düşünmedik. Çünkü tüzüğümüzün buna el verip vermediğini de bilmiyorum. Ama düşünmek de lazım “yapabilir miyiz?” diye. Yani düşündüğüm zaman özel sektör çalışanlarının çok büyük bir kesimi sendikasızdır. Özellikle inşaat sektöründe olsun, mağazalarda, marketlerde olsun, sanayi bölgesindeki çalışanlar olsun. Çalışan bir sürü insan vardır ama bunların çoğu sendikasızdır. Fakat işin en garip tarafı da bunlar T.C kökenli emekçilerdir ve kayıtsızdırlar. İşte bu insanları siz sendika çatısı altında birleştirmeye çalıştığınız zaman, bir resmi kuruma üye olması söz konusu oluyor. Bunun işvereni tarafından barındırılacağını da göz önünde bulundurursak, insanların ekmek parasıyla oynamak gibi bir durum söz konusu olacaktır. Dolayısı ile buradaki bu kayıt dışılığın, bu alanlara girilip örgütlenme çalışması yürütülebilmesi için, ortadan kalkması gerekir. Çünkü tehlikelidir. Yani insanları gidip örgütlemeye çalışırısınız, işverenin kulağına gider ve ertesi gün gittiğinizde onu orada bulamazsınız. Olacak olan bellidir, işveren, çalışanı işinden atacaktır. Siz de orada daha örgütlü değilseniz ne olacak? Bir zamanlar ben Türkiye'de öğrenciyken bir eğitim çalışmasına katılmıştım. Bir işçi sendikası yetkilisi şunu söylemişti: “Bana bir fabrikada bir işçi bulunuz. Ben onun üzerinden 1000 tane çalışan varsa o fabrikada onun üzerinden başlayacağım öğretmeye.” diyor. Yani işçi federasyonlarımızın ve bunu aslında sendikalarımızın yapması gerekiyor. Yapmaya başladıktan sonra da burada, kayıt dışı değil, vatandaşı olduğu için öyledir. Gittiğiniz zaman, iş mahkemeye intikal ettiği zaman veya başka yere intikal ettiği zaman, hakkını siz savunabilirsiniz. Ama burada, bir işçiyi örgütlemeye gittiğiniz zaman, kaçak olma durumu ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Ertesi gün gittiğiniz zaman onu bulamayacağınız bellidir. Barikat: Kıbrıs sorunu hakkında ne düşünüyorsunuz? Biliyorsunuz yıllardır devam eden görüşmeler var. Ama hem tarafların çözmeye niyeti olmadığı için hem de uluslararası güçlerin çıkarları söz konusu olduğu için bu sorunu halklar çözemiyor. Halkların kendi kaderlerini tayin etme hakları ellerinden alınıyor. New York zirvesine doğru devam eden görüşmeler sürecinde, bu zirveye büyük umutlar bağlandı. Bu iş bitti diyenler bile oldu. Sizce bu sorun nasıl çözülür? İbrahim Gencal: Şimdi Kıbrıs sorunuyla ilgili son süreci ele alacak olursak, bilmiyorum basında görmüşseniz, biz bir çağrı yaptık. Bu çağrı Cumhurbaşkanı Eroğlu'na yönelik bir çağrıydı. Bu çağrı 7-8 sendikanın birlikte yaptığı bir çağrıydı ve kaleme alan da bendim. Bize bilgi verilmesi yönünde bir çağrı yaptık. Çünkü biz öğrenmek istiyoruz: Neredesiniz? Ne yapıyorsunuz? Bize henüz cevap gelmedi. Az önce söylediğiniz şeyin doğru olduğunu düşünüyorum. Kıbrıslı Türkler, tarihte hiçbir zaman özne olmadılar, olamadılar. Hep birileri tarafından, başkaları tarafından, garantörlüktür, şudur budur denildi. Bunlar, ABD, İngiltere, Türkiye,
İŞÇİ-SENDİKA Yunanistan, her neyse, bize birileri tarafından dayatılan çözümler oldu. Fakat maalesef, öyle oldu ama AB süreci de başladı. Ben süreci çok fazla da iyi görmüyorum. Bir sonuca bağlanacağını da düşünmüyorum. Tehlikeli olan şudur. Bizim Türk tarafının dile getirdiği, ısrarla ve ısrarla budur. “BM Genel Sekreteri'nin çözüm olup olmayacağına karar vermesi lazım.” Böyle bir düşünce olamaz. Bu bir süreçtir. “Hayır, olmayacak” denilirse ne olacak? Bölecek misiniz yani? Onu mu demeye getiriyorlar? O yüzden bu çok tehlikelidir. Bizim burada, üzerimize düşen görev, bu süreci sonuna kadar cesaretlendirmek ve desteklemektir. Cumhurbaşkanı Eroğlu bu işi götürür mü götürmez mi, onun tartışmasını ben yapmam. Çünkü malum. Yapmayabilir. Ama sivil toplumun ve siyasi partilerin üzerine düşen görev, her iki tarafta da, hem güneyde hem kuzeyde, bu süreci sonuna kadar desteklemektir. Yani sürecin YAZbitmesini I engellemektir. Bizim üzerimize düşen görev sürecin son bulmasını engellemektir. Yani, “Ocak ayında, son kez bir araya geliyoruz ve karar verilmesi lazım. Genel Sekreter, çözecek mi çözmeyecek mi” ben Genel Sekreterin böyle bir karar vereceğine inanmıyorum. Böyle bir hatayı, böyle bir tarihi hatayı yapmayacağını düşünüyorum. Elbette, ben şunu söyleyeceğine inanıyorum. Yani basitçe, “Evet bir takım tıkanmalar vardır. Ama sizi geri gönderiyorum, görüşmelere devam ediniz. Ben sizi ileri bir tarihte yine çağıracağım” deyip göndereceğini düşünüyorum. Biz burada bunu koparır mıyız? Bunu sanmıyorum. Çünkü bunu koparmak bize bağlı değildir. Tamamen Türk dış politikasına bağlıdır. Türk dış politikası da bunu koparmaya şu anda müsait değildir. Aksak da olsa AB süreci devam etmektedir. “Bu defteri ben kapatıyorum.” diyebilir mi Tayyip Erdoğan? AB sürecini kapatacağını söylese ne olur? Bence kapatamaz diye düşünüyorum. Dolayısı ile bu süreç devam edecektir. Tehlikeli bir şey daha vardır. Bu bizim bu sürecin tıkanması ile ilgilidir. Yani tehlikeli gördüğüm, Türkiye'nin Shell ile olan anlaşmasıdır. Ne kadar gerçektir?, gerçekten Shell böyle bir şeye girişecek midir? Ben bunu tehlikeli olarak görüyorum. Bu, şu demek midir acaba? “Siz güneyde bu sondaj çalışmalarını yapıyorsunuz. Ben de yaparım bunu. Siz onları alırsınız biz bunları alırız bu iş de biter.” Bunu ben açıkçası çok tehlikeli görüyorum. Shell'in burada yapacağı bir çalışmaya müsaade edilecek midir? ABD buna nasıl müsaade edecektir? Bu soruların cevaplarını da bilmiyorum ve tehlikeli görüyorum. Barikat: Peki biz kaderimizi kendimiz tayin edemeyecek miyiz? İbrahim Gencal: Aynen öyledir. Maalesef şu anda kaderimiz onların elindedir. Bu konu çok zordur. Kıbrıslı Türkler kaderini maalesef kendileri belirleyemeyeceklerdir. Ne kadar iyi olur bilemem. 2004'ü hep birlikte yaşadık. Annan Planı dönemini yaşadık. Orada biz özne miydik? Hayır, aslında yine biz değildik. Bir takım etkilerimiz oldu. Ama tamamen bir etki olmadı. Garanti ittifak antlaşmaları, Türkiye'nin doğan garantörlüğü, İngiltere'nin buradan hiçbir zaman çıkmayan parmağı, ABD ve birtakım Avrupalı Devletler, emperyalist ülkeler. Hepsinin parmağı buradaydı. Biz özne değildik, bizim üzerimizden hepsi özneydiler. Kıbrıslı Türkler üzerinden herkes özne oldu ama biz özne olamadık. Annan Planı dönemini yaşadık. Orada bize bir referandum sunuldu. Bana göre bu da başka bir şeydi. Bizim elimizde olan bir şey değildi. Olacak mıyız peki? Kendi kaderimizi tayin etme hakkımız olacak mı? Ben aslında pek sanmıyorum. Ben öyle görmüyorum. Gerçekten, Kıbrıslı Türklerin bu hakkı kazanması zordur. Tarihe baktığınız zaman, özellikle o Annan Planı döneminde, dünyada bayağı ses getirmiştik. Gerçekten dünyada ses getirmiştik. Sesimiz duyuldu. Fakat süreç içerisinde biz yine kendi içimize döndük Bu da tabi ki bana göre çok kötü bir durum. Bilmiyorum ama bu konuda iyimser değilim. Barikat: Biz özellikle emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesini yükseltmemiz gerektiğini düşünüyoruz, kendi kaderimizi tayin etme hakkımızı söke söke alabilmemiz için.
SAYFA 13 İbrahim Gencal: Şimdi, genel anlamda söylediğiniz doğrudur. Genel anlamda, emperyalizme karşı bir mücadele verilmesi şarttır. Fakat Kıbrıslı Türklerin, bunu nasıl yapacağı konusunda sıkıntıları vardır. Emperyalizme karşı mücadele derken, bu söylem basit bir şey değildir. Bugün, birçok ülke bunu yaparken, farklı yöntemlerle yaptı. Kavgalarla, şunlarla, bunlarla oldu. Çok da kolay değildir. Biz Kıbrıslı Türklerin, yapısını biliyoruz. Nüfus sayımızı biliyoruz. Gücümüzü biliyoruz. Siyasi gücümüzü biliyoruz. En önemlisi de ekonomik anlamdaki gücümüzü biliyoruz. Biz bunu nasıl formüle edeceğiz? Ben onun da çok kolay olduğunu sanmıyorum. Ama ben şu noktada da değilim. “Tamam, işte başımıza ne gelirse çekmeye mahkumuz.” Hayır değiliz! Sonuna kadar, yani nereye kadar giderse gidecek. Barikat: Son olarak gazetemiz üzerinden, okurlarımıza çağrı yapmak ister misiniz? İbrahim Gencal: Şunu söyleyeyim. Son zamanlarda Kıbrıslı Türklere yapılan baskılara ve dayatmalara karşı, ki bunu birçok yerde dile getirdim, bu sadece sendikaların veya siyasi partilerin çağrıları veya onların tabanları ile ilgili değildir. Herkesi ilgilendiren bir mücadeledir. Örneğin bugün sosyal sigortalar yasası olsun, muhaceret affı yasası özellikle olsun, özelleştirme yasası olsun, bunlar Kıbrıslı Türklerin tümünü ilgilendiren, herkesi ilgilendiren konulardır. Bizim buradaki varoluşumuzla ilgilidir, Kıbrıslı Türklerin varoluşu ile ilgilidir. Bütün insanların, ister Sendikal Platformu, ister muhalefetteki siyasal partileri, kendi birliklerinde olsun, burada süratle örgütlenmeleri ve evlerinde oturan ev kadınları da dahil olmak üzere, herkesin bu çağrılara uyması, yapılacak olan eylemlere katılması gereklidir. Bunlara destek versinler. Çünkü gidilecek daha çok yolumuz, verilecek daha çok kavgamız vardır. Teşekkür ederim. BARİKAT'IN GENEL YORUMU: Öncelikle mücadele sürecinde çok önemli bir yeri olan KTAMS'a örgütlü emekçilere bu yolda başarılar diliyoruz. Özellikle UBP hükümetinin iktidarının sona erdirilmesi ile bir başarı elde edileceği ve “demokrasi yolunda” önemli bir yol kat edileceği düşünülmektedir. Günlük yaşantımızda karşılaştığımız sorunları uygulamaya koyan “görünürde” UBP hükümetidir. Ancak, UBP hükümetinin, icraatlarının, başta T.C Devleti olmakla birlikte dış güçlerin talimatları ile gerçekleştirdiği kaçınılmaz bir gerçektir. Bu, UBP hükümetinin iktidarının sona ermesi ile sorunların çözülmeyeceği anlamına gelmektedir. Genel anlamda emperyalizme karşı bir duruş sergilenmesi zor olarak nitelendirilmiştir...! Esas anlamda hiçbir kurtuluşa “gül bahçesinden” gidilemez…! Evet bu mücadele zordur ve çetrefillidir…! Ama imkansız ve çaresiz de asla değildir. Bizim hedefimiz emperyalizmin işgalinden kurtulup özgür bir ülkede yaşamaksa ve bunu hayata geçirememişsek, bunun nedenini sorgulamalı ve bu hedefimizi hayata geçirmemize engel olan unsurları ortadan kaldırmalıyız. Sendikaların, kitlesel mücadele içerisinde belirledikleri siyasi hedef ve mücadele şekilleri çok önemlidir ve bu hedefe varırken izlediği yol da çok önemlidir. Ama bu mücadelenin yalnızca kamusal alanda verilmesi mümkün değildir. Mücadele emek sömürüsünün yapıldığı her yerde olmalıdır. Özel sektör emekçisinin örgütlenememe durumu göz önünde bulundurulmalı ve alternatif çözümler üretilmesi yönünde çalışmalar yürütülmelidir. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'deki sendikalar, devrimci-ilerici sivil toplum örgütleri başta olmak üzere demokrasi mücadelecisi veren kesimlerle birleşik cephe temelinde, sınıfsal temelde bağlar kurulmalıdır… Emperyalizme karşı ancak bu şekilde bir başarı sağlanırsa emekçiler kurtuluşa ulaşacaklardır..! Hükümetler değişebilir..! Esas olan hükümetlerin değişmesi değil; o mevcut bozuk düzenin, çarpık sistemin değişmesidir..!
ARALIK 2011
TEORİ-PRATİK
S S C B ' D E T A R I M P O L İ T İ K A S I N I N yerle bir etmeye hâlâ zaman bulamamış olmaları garip SORUNLARINA İLİŞKİN değil mi? Sosyalist kentin küçük köylü, bireyci kır karşısındaki II SOSYALİST İNŞADA "KENDİLİĞİNDENLİK" önder rolünün paha biçilemeyecek kadar değerli ve TEORİSİ büyük olduğuna kuşku yoktur. Sanayiin tarım üzerindeki dönüştürücü rolü buna dayanır. Ama küçük Politik ekonomideki ikinci önyargıya, burjuva tipi ikinci köylü kırın, sosyalist inşada kendiliğinden kenti teoriye geçelim. Sosyalist inşada "kendiliğindenlik" izlemesi için bu etken yeter mi? Hayır, yetmez. teorisini, Marksizmle hiçbir ortak yanı olmamasına rağmen, sağcıların kampındaki yoldaşlar tarafından gayretle propagandası yapılan teoriyi kastediyorum. Bu teorinin sahipleri yaklaşık şunları iddia ediyorlar: Ülkemizde bir zamanlar kapitalizm vardı, sanayi kapitalist temelde gelişiyor, köy ise kendiliğinden, otomatikman kapitalist kenti izliyor ve kapitalist kent modeline göre dönüşüme uğruyordu. Eğer kapitalizmde böyle oluyorsa, neden Sovyetler Birliği ekonomisinde de aynı durum sözkonusu olmasın? Neden köy, küçük YAZI köylü ekonomisi otomatikman sosyalist kenti izlemesin ve kendiliğinden sosyalist kent modeline göre dönüşüme uğramasın? Bu teorinin sahipleri bu nedenle, köyün otomatikman sosyalist kenti izleyebileceğini iddia ediyorlar. Sovyet çiftlikleri ve kollektif çiftliklerin oluşturulması için gayret göstermeye gerek var mı, köy Kapitalist düzende köy, kenti kendiliğinden izliyordu, zaten sosyalist kenti izleyeceğine göre bunun için gayret çünkü kentin kapitalist ekonomisi ile köylünün küçük meta ekonomisi, esasında aynı tipte iki ekonomiydi. göstermeye değer mi? sorusu bundandır. İşte size, objektif olarak, kırın kapitalist unsurlarının Elbette ki, küçük köylü meta ekonomisi henüz kapitalist eline, kollektif çiftliklere karşı mücadelesinde yeni bir ekonomi değildir. Ama temeli itibariyle kapitalist ekonomiyle aynı tiptedir, çünkü üretim araçları üzerinde silah vermeyi hedefleyen bir teori daha. özel mülkiyete dayanır. Buharin yoldaşın "Geçiş Bu teorinin anti-Marksist niteliği kuşku götürmez. Teorisyenlerimizin, kollektif çiftlik inşasının Dönemi Ekonomisi" adlı kitabına kenar notlarında pratisyenlerinin kafasını bulandıran bu tuhaf teoriyi Lenin, "proletaryanın sosyalist eğilimi"ne karşı (Komünist Gençlik Enternasyonalinin İtalyan faşizminin Habeşistan'a karşı hazırlaAltıncı Kongresindeki Açış Konuşması) makta olduğu saldırı ve Alman faşizminin giderek artan saldırganlığı ile iyiden iyiye Yoldaşlar, beliren emperyalist savaş tehlikesinin Sizlere, Komünist Enternasyonal Yürütme karşısına neyle çıkabiliriz. Komitesinin içten militan selamlarını Bu tehlikelere bütün anti-faşist güçlerin biriletirim.Uzun ve çetin yolculuğumuzdaki liğiyle, öncelikle de gençlerin işçi sınıfı hiçbir tehlike hiçbir faşist ya da polis mücadele-sindeki rollerini ve eylemlerini kordonu, emekçi halkın genç kuşağının bin kat çoğaltarak emekçi halkın genç güçlerini uluslararası kardeşlik ve dostluk kuşağının güç birliğiyle karşı koyabiliriz ve ailesi içinde birleştirmeyi görüşmek üzere öyle yapmalıyız. kızıl proleter başkentinde toplanmanızı Genç Komünist Enternasyonali Kongresinin engelleyemedi. bütün çalışmalarını, en ön plandaki bu temel Siz, bir Devrimci Gençlik Kongresi, bir güç amacın gerçekleştirmesine adayalım. v e e n e r j i k o n g r e s i y a p ı y o r s u n u z . Bugüne kadar edindiğimiz deneylere ve aynı Kongrenizde emekçi gençlik davasının en iyi zamanda Komünist Enternasyonal Yedinci ve en örnek savaşçılarından ne kadar da çoğu Kongresinin kararlarına dayanarak, bir araya gelmiş. hareketinizin en önemli ödevleri olan antiSizden yaşlı devrimci kuşağın adına, sizlerin faşist gençliğin tüm güçlerini, öncelikle işçi kişiliğinizde dünyanın bütün ülkelerindeki sınıfı gençlerinin gücünü birleştirmek, işçi sınıflarının şanlı genç muhafızlarını sosyalist gençlikle birlik kurmak sorununa gurur ve sevgiyle selamlarım. doğru çözümler bulmayı başaracağınıza Yoldaşlar, bundan bir ay önce, şu anda inanıyoruz. toplanmış bulunduğunuz salonda, Komünist Ne var ki, Komünist Gençlik Dernekleri Enternasyonalin Yedinci Dünya Kongresi daha önce yaptıkları gibi, kendilerini birer çalışmalarını tamamladı. Komünist Gençlik Partisine dönüştürürler ve Marx, Engels ve Lenin'in dehalarının yine eskiden yaptıkları gibi, kitlelerden öğretisini kendine rehber edinen Komintern kopuk, kendi içlerine kapanık bir çizgiyi Kongresi, Uluslararası İşçi Hareketinin benimserlerse bunu başaramazsınız. bütün temel sorunlarını tartıştı ve bu Anti-faşist gençliğin tümü, güçlerini hareketin bölünmesini engelleyecek, emekçi birleştirmek ve örgütlemek istemektedir. halkın güçlerini sömürücülere ve ezenlere Yoldaşlar, işte bu nedenle, kapitalist karşı faşizm ve savaşa karşı mücadelede ülkelerde emekçi gençliğin hayati birleştirecek yolu belirledi. Komünist çıkarlarından kopuk olmayan yeni bir tür Enternasyonalin Kongresi, uluslararası kitle örgütünün yaratılması için gerekli devrimci hareketin en önemli sorunlarından yollan, biçimleri ve yöntemleri bulmalısınız. biri olarak, emekçi halkın zaferinin gençlik Partinin yaptıklarını kopya etmeden, hareketinin doğru ve başarılı gelişimine ve gençliğin bütün çıkarları adına mücadele kitlelere yayılmasına bağlı olduğunun edecek, gençliği sınıf mücadelesi ruhuna, bilincinde olarak, gençlik hareketine özel proleter enternasyonalizmi ve Marksizmdikkat yöneltti. Leninizm ruhuna uygun tarzda eğitecek Faşizm bir yandan devrimci gençliğin en örgütler kurmalısınız. yiğit savaşçılarını gaddarca yok ederken, öte Bu durum da. Kongrenin Komünist Gençlik yandan da gençlerin giderek gelişen militan Derneklerinin çalışmasını ciddi biçimde eylemlerinden kendi adına yararlanmak, bu g ö z d e n g e ç i r m e s i n i , y e n i d e n e y l e m i c a n ç e k i ş e n k a p i t a l i z m i değerlendirmesini gerçekleştirmektedir. O desteklemeye dönüştürmek için, yozlaşmış zaman bu dernekler gerçekten yeniden demagojisiyle geniş gençlik kitlelerini kurulacak ve kitle eyleminin gelişimini. kendine çekmek için elinden geleni yapıyor. Birleşik Cephenin kurulmasını, gençliğin Faşist iktidar, emekçi halkın genç kuşağını güç birliğini engelleyen ne varsa korkusuzca bütün haklarından yoksun bırakarak, ortadan kaldıracaktır. gençliği mili-tarize ediyor ve onları gerek Komünist Gençlik Enternasyonalinin bütün emperyalist savaşta gerekse iç savaşta finans çalışmalarını, emekçi gençliğin bütün kapitale köle etmeye çalışıyor. profesyonel, kültürel, eğitsel ve spor
SAYFA 14
"köylülüğün kapitalist meta üretimine eğilimi"nden[17] sözederken, bin kez haklıydı.* "Küçük üretim(in), her gün, her saat, kendiliğinden ve kitlesel çapta kapitalizmi ve burjuvaziyi doğurması" [18] (Lenin) da bununla açıklanır. Köylülüğün küçük-meta ekonomisinin, temeli itibariyle, kentteki sosyalist üretimle aynı tipte olduğu söylenebilir mi? Besbelli ki, Marksizme karşı gelinmedikçe, böyle bir şey söylenemez. Yoksa Lenin, "bir küçük köylüler ülkesinde yaşadığımız sürece, Rusya'da kapitalizm için ekonomik temel, komünizm için temelden çok daha sağlamdır" [19] demezdi. Demek ki, sosyalist inşada "kendiliğindenlik" teorisi, anti-Leninist, çürük bir teoridir. Demek ki, eğer küçük köylü kır, sosyalist kenti izleyecekse, alınan başka önlemlere ek olarak, köylerde sosyalizmin üssü olarak, köylülüğün temel yığınlarına, başta soyalist kentle birlikte önderlik edecek durumda olan büyük sosyalist işletmeleri, Sovyet çiftlikleri ve kollektif çiftlikler kurmak ve teşvik etmek gerekir. Dolayısıyla sosyalist inşada "kendiliğindenlik" teorisi, anti-Marksist bir teoridir. Sosyalist kent, küçük köylü kıra, ancak kollektif çiftlikler ve Sovyet çiftlikleri kurarak ve teşvik ederek, yeni sosyalist biçimi yerleştirerek önderlik edebilir. Sosyalist inşada "kendiliğindenlik" anti-Marksist teorisinin, şimdiye kadar tarım teorisyenlerimizden hakettiği cevabı almamış olması gariptir. J. STALIN
örgütlerini birleştirecek bütün devrimci ve anti-faşist gençlik örgütlerini faşizme ve savaşa karşı mücadele ve genç kuşağın hakları adına bir araya getirecek bir amaca yönelmesini bekliyoruz. Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki genç yoldaşlarımızın, başarılı bir gelişme gösteren birleşik gençlik cephesine katıldıklarını ve daha şimdiden bu alanda büyük başarılar elde ettiklerini sevinerek görüyoruz. Komünist. Gençlik Enternasyonalinin bütün kesimleri, Fransız ve Amerikalı yoldaşlarımızın bu deneyinden ders almalıdır. Pek çok ülkede komünist ve sosyalist gençlik, giderek birbirine yaklaşmaktadır. Bunun en belirgin örneği de Komünist Gençlik Enternasyonalinin bu Kongresinde İspanya'dan sadece komünist gençliğin değil, sosyalist gençliğin temsilcilerinin de yer almasıdır.
kurulmasını beklemeyin. Korkusuz ve bağımsız olun ve insiyatifi ele alın! Sizler, bugünkü genç kuşağın en faal. en fedakar kesiminden oluşan bir Kongresiniz. İşçi sınıfı safları içinde giderek güçlenen birlik hareketinden uzak kalamazsınız. Birleşik Cephe ve emekçi gençliği tek örgütte birleştirme hareketini desteklemek için. Sosyalist Gençlik enternasyonalinin yaptığı gibi, "yukardan" izin beklemeniz gerekir. Komünist Enternasyonal Yürütme komitesi adına. Komünist Gençlik Enternasyonali saflarında birleşen gençlerin, kendi devrimci hareketlerini bağımsız olarak geliştirmek ve bu hareketin sorunlarını çözmek fırsatını elde edeceklerini belirttim. Gençlik örgütleri saflarındaki komünistler, örgüt üyelerine Parti adına buyruk vererek değil, on ları inandırarak örgütlerin kararlarını etkilemeyi bilmelidirler. Komünist Enternasyonalin gençlikle ve onun örgütüyle ilişkilerine temel olan büyük Lenin'in şu sözlerini hatırlatmak isterim: "Sık sık görülüyor ki, yaşlı ve orta yaşlı kuşak, sosyalizme kaçınılmaz olarak babalarının izlediği yoldan, onların uyguladığı biçimde, aynı koşullar altında değil, bir başka yoldan yaklaşacak olan gençlere karşı nasıl davranmak gerektiğini bilmiyor. İşte bu nedenle, gençlik birliğinin örgütsel bağımsızlığını kayıtsız şartsız desteklemek, hem de bu bağımsızlıktan sadece oportünistlere korkmak yakıştığı için değil, hareketin özü gerektirdiği için, tam bağımsızlık olmadan gençlik kendi içinden uzmanlar yetiştiremeyeceği ve sosyalizmin ilerlemesine liderlik etmeye hazırlanamayacağı için bu bağımsızlığı kayıtsız şartsız desteklemek zorundayız."(*) Yoldaşlar, öğrenmek zorundayız, savaşırken, öğrenmek zorundayız! Günlük çalışmalarımızı MarksizmLeninizmin temel kaynaklarının araştırmasıyla birleştirin. Çünkü devrimci teori olmadan, devrimci eylem olmaz. Faşizme, kapitalizme karşı örnek, dirençli ve korkusuz savaşçılar olun! İnsanlığın kapitalist boyunduruktan kurtuluş bayrağını; Komünist Enternasyonal bayrağını yükseltin!
İşte yoldaşlar, sosyalist gençlikle birlik yolunda böyle korkusuzca ilerleyin ve onlarla birlikte ortaklaşa, bütünleşen örgütler kurun. Anti-faşist gençliğin bütün güçleriyle birleşme yolunda korkusuzca ilerleyin. Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi, sizin emekçi gençliğin çıkarları adına, birlik için vereceğiniz mücadele ve eylemdeki insiyatifinizi bütün gücüyle destekleyecektir. Kapitalist toplumun olanaksız yaşam koşulları getirdiği veya her türlü örgütün dışında kalmış ya da sınıfsal düşmanın sultasındaki örgütlere girmiş milyonlarca genç erkek ve kadın, sizin kardeşlerinizdir. Dirençli çabalarınızla onları sosyalizmden yana çekebilirsiniz ve çekmelisiniz. Komünist ve Sosyal Demokrat Partiler ile öteki işçi sınıfı örgütleri arasında birliğin G. DIMITROV
İLETİŞİM
ARALIK 2011
SAYFA 15
ANİBAL RESTORANT MÜCAHİTLER SİTESİ
BARİKAT
AKKAVUK MESCİDİ
ESKİ HAS-DER BİNASI
BARİKAT: CELALİYE SOKAK NO.67 AKKAVUK / LEFKOŞA / KIBRIS TELEFON: 0548 878 40 01 / MAIL: info@barikatgazetesi.com NOT: TİYATRO ÇALIŞMALARIMIZ, FİLM GÖSTERİMLERİMİZ, KÜLTÜREL VE SANATSAL FAALİYETLERİMİZ VE GAZETEMİZİN TÜM İŞLERİ BURADAKİ BİNAMIZDA YAPILACAKTIR...
SİNEMA "EMEĞİ" ANLATIRSA GÜZELDİR...! T A K İ R A I B S A M E N Sİ
Yönetmen: Yılmaz Güney Oyuncular: Yılmaz Güney, Melike Demirağ, Kerim Afşar, Ahu Tuğbay, Azra Balkan, Semra Özdamar, Civan Canova, Nizam Ergüden, Yusuf Tunalıoğlu, Özden Yüce
Ülke: Türkiye Yapım Yılı: 1974 Süre: 95 dk. Gösterim Yeri: Barikat Çalışma Binası Tarih: 10 Aralık 2011 Saat: 19.30
İZLE - TARTIŞ - ÜRET - PAYLAŞ