BASIN-SEN 18. Olağan Genel Kurulu Yapıldı… 27 Ağustos 2011 tarihinde KTOEÖS lokalinde yapılan genel kurulda Hasan Kahvecioğlu başkanlığındaki divanın oluşturulmasının ardından Kemal Darbaz bir konuşma yaptı. Sendikal Platform adına KTOEÖS Başkanı Tahir Gökçebel’ in Devamı sayfa 2'de... konuşmasının ardından....
Yaşasın Taşel İşçileri’nin Onurlu Direnişi..! Geçtiğimiz ay Birleşik Kamu, Kooperatif, Tarım ve Diğer Sanat ve Hizmetler Emekçileri Sendikası (EMEK-İŞ), Türk Alkollü İçki ve Şarap Endüstrisi TAŞEL’ de süresiz grev başlatmıştı. 4 İşçinin sendikalı olma girişimini mazaret göstererek onları işten attı. TAŞEL yönetimi Devamı sayfa 2'de... geçmişte yapılmak istenen...
EYLÜL 2011
Somali'de İnsani Dramın Perde Arkası Somali bir kez daha kıtlıkla karşı karşıya. Özellikle ülkenin güneyini vuran kıtlık nedeniyle başkent Mogadişu'ya kaçan yüz binlerce kişi yolda yakınlarını kaybettiler. Mogadişu'ya varanların oluşturduğu mülteci kamplarında yiyecek sıkıntısı var. Ülkede 12 milyon kişi yiyecek sıkıntısı Devamı sayfa 13'de... çekiyor. BM'nin sözde...
SAYI: 13
FİYAT: 2TL
EMPERYALİZME KARŞI FAŞİZME KARŞI GERİCİLİĞE KARŞI
SAVAŞ Kİ BARIŞ GELSİN..! Engelleyemediler, Engelleyemeyecekler…! 1981 yılında BM yaptığı bir genel kurulda, öncelikle Eylül ayının üçüncü Salı gününü “Sözde” Dünya Barış Günü ilan etmesinin ardından, bir sonraki kararı ile 21 Eylül tarihini Dünya Barış Günü olarak kabul ettirmeye çalıştı. Yani gerçek barış günü tarih olarak sabote edilmeye çalışıldı. Halbuki günün esas anlamı farklıdır… SSCB ve Varşova Paktı üyesi ülkeler barış içinde bir dünya mücadelesi görevini hatırlatmak amacıyla Hitler faşizminin 1939 yılında Polonya'yı işgal ederek ikinci dünya savaşını başlattığı tarih olan 1 Eylül'ü “Dünya Barış Günü” olarak ilan etmişti. O gün bugündür 1 Eylül Dünya Barış Günü olarak kutlanmaktadır… Bu anlamda her yıl ülkemizde yapılan Dünya Barış Günü etkinliklerine, bu yıl, ülkemizdeki emperyalist kuvvetlerin ordularını barındırmakta olan BM tarafından gölge düşürülmeye çalışıldı. Her yıl ara bölgede yapılan etkinliler, BM'nin herhangi bir yazılı belge ortaya koymaksızın, izin vermemesinden dolayı, daha sonra oluşturulan bir komite tarafından gerçekleştirildi. Eyleme katılan örgütler, saat 18.30'da Kuğulu Park önünde toplanarak, kortej yürüyüşü yaptıktan sonra, Ledra Palas sınır kapısına giderek, ara bölgeye giriş yaptılar. Ara bölgede her yıl organize edildiği gibi herhangi bir sahne veya stant olmayışından dolayı, örgütler, kendi imkanlarını kullanarak eylemi gerçekleştirdiler. Yaklaşık 400 kişilik bir grup eyleme destek verdi. Eylem boyunca “British Bases Out” , “United Nations Out”, “Ankara Elini Yakamızdan Çek”, İşgallere Son”, “Yaşasın Bağımsız Birleşik Kıbrıs” gibi sloganlar atıldı. Barikat Gazetesi ekibi elinde, “İşgalci-Sömürgeci TCYunanistan-İngiltere-AB-BM-ABD, Emperyalist Devletleri, Kıbrıs'tan DEFOL…!” yazılı pankartı gözlerden kaçmadı… Baraka Kültür Merkezi ve sendikaların kitlesel olarak ağırlıkta olduğu eylem coşkulu bir şekilde devam etti. Dünya'nın en büyük emperyalist ve sömürgeci birliği olan BM, Kıbrıs'taki hedefinin yıllardan beridir ne
olduğunu, böyle bir günün organize edilmesine izin vermeyerek bir kez daha göstermiş oldu. Eylem sırasında, oluşturulan komite tarafından basın açıklaması yapıldı. Basın açıklaması esnasında, BM'nin etkinliğe izin vermemesinden dolayı BM Barış Gücü kapısı önüne siyah bir çelenk bırakılarak, protesto edildi. Yapılan basın açıklamasında ilk konuşmayı yapan KTÖS Genel Sekreteri Şener Elcil, organizasyonun yapılmamasının gerekçesi olarak, gereken müracaatın geç yapıldığına dair söylentilerin ortaya çıkması üzerine, pratik olması açsından bu etkinliğin ara bölgede olması için çalışma başlattıklarını, Mayıs ayından beri de ara ara BM yetkilileriyle resmi temaslarda bulunarak toplantılar yaptıklarını anlattı. 1964 yılında beridir BM'nin görevinin adada barışa katkı yapmak olduğuna dikkat çeken Elcil, “Barışa Katkı Yapamayacakları Takdirde Ada'da Olmalarının Hiçbir Anlamının Olmadığını” dile getirdi. Elcil' in açıklamalarının ardından, 1 Eylül için bir araya gelen Dünya Barış Günü Tertip Komitesi'nin ortak yayınladığı 1 Eylül Deklarasyonu okundu. PEO örgütünden Pampis Kritis'in ve Kıbrıs Türk Barış Örgütü'nden Doğan Arşehit'in okuduğu deklarasyonda, adadaki en acil ihtiyacın, ülkedeki sınırların derhal ortadan kaldırılabilmesi için mücadele etmenin en acil ihtiyaç olduğu vurgulandı. Bununla birlikte Alman Nazizmi'nin katlettiği milyonlarca insanın anısına bu günün Dünya Barış Günü olarak kabul edildiğini hatırlattıktan sonra, hem ülkemizde hem de dünyamızda barışın hakim olabilmesi için, üzerimize düşen görevleri yerine getirmemiz gerektiği konusunda çağrı yapar nitelikteydi. Deklarasyonda ayrıca, dünya barışının, dünyanın büyük bir nüfusunun, eşitsizlik, sömürü, sefalet ve yoksulluk yaşamakta olduğundan dolayı tehlikede olduğunu vurgulandı. Deklarasyona KTOEÖS, KTÖS, GÜÇ-SEN, DAÜBİRSEN, TIP-İŞ, BASIN-SEN, Baraka Kültür Merkezi, YKP, Barikat (Barikat Gazetesi), Gelecek gazetesi, Pir Sultan Abdal Derneği, KGP, Çağ-Sen imza attı. Bunun dışında Ayrıca, Feminist Atölye, Sınırı Aşan Eller, Yurtsever Kadınlar Birliği de ara bölgedeki eyleme
katıldı, "Barış Sadece Erkeklere Bırakılmayacak Kadar Kıymetlidir" diyerek, basın açıklamasını okudu. Etkinlikte son olarak Sol Anahtarı Müzik grubu çok güzel bir müzik dinletisi verdi ve eylem sona erdi… Mücadelemiz, çeşitli oyunlar ve senaryoları kullanarak, gölge düşürmek isteyen emperyalist güçlerin gölgesi altında kalmayacak, hedefe ulaşıncaya kadar devam edecektir…! Yıllardır, ülkemize barış getirme vaatleri ile adamızda konuşlanmış olan kuvvetler, bunca yıldır barış adına hiçbir adım atmamış, aksine, barış umutlarının tükenmesine sebep olarak, göstermelik barışçıl yaklaşımları ile ikiyüzlü bir siyaset ortaya koymuşlardır. Emperyalist çerçevede “ÇÖZÜM” gündeminin var olduğu 2004 yılında yapılan referandumun ardından, ne AB, ne BM, ne de diğer emperyalist güçlerin, hiçbir adım atmamış olmaları, bunun bir örneğidir. Günün sonunda zaten referandum döneminde iki taraftan evet çıkmış da olsaydı zaten yine önümüze koyulan plan da bu adımlardan birisi olacaktı…! Yıllardan beridir bu karanlık güçler, ülkemizdeki çözümsüzlük ve belirsizlikten, rant elde etmektedirler. Onların bu adaya getirecekleri “BARIŞ” , çıkarlarının değişmesi durumunda ve yine kendi istedikleri koşullarda şekilde sözde ve sahte bir “ÇÖZÜM ve BARIŞ”. Bu noktada barışa inanan halkların, bu gibi güçlerden medet ummaları yersizdir. Bu gibi emperyalist, işgalci güçlerin boyunduruğu altında hareket etmekte olan “SÖZDE” ilerici ve düzene yama olmuş olan partiler, bugün hala daha bu emperyalistleri görmezden geldiklerinden dolayı, bu davanın sonunda sorumlu durumda olacaktırlar. CTP de TDP de; BM eyleme “AMBARGO” koyunca, 1 Eylül eylemine kendi kitlelerini göndermemiş, etkinliğe tıpkı UBP gibi DP gibi katılmamıştırlar… 1 Eylül Eylemine kitleleri ile katılım gösterip siyasal ve pratik anlamda orada var olan örgütler bu ülkedeki barış mücadelesinin onurudur ve şerefidir…! Emperyalizme karşı mücadelede yine bu örgütler bayrağı daha ileri taşıyacak, mücadeleyi yükselteceklerdir..! (Gazetemiz bu haber için bir gün geç çıkmıştır. Özür dileriz)
EYLÜL 2011
GÜNDEM
SAYFA 2
BASIN-SEN Genel Kurulu Yapıldı...! 27 Ağustos 2011 tarihinde KTOEÖS lokalinde yapılan genel kurulda Hasan Kahvecioğlu başkanlığındaki divanın oluşturulmasının ardından Kemal Darbaz bir konuşma yaptı. Sendikal Platform adına KTOEÖS Başkanı Tahir Gökçebel' in konuşmasının ardından diğer sendika ve örgütlerden gelen mesajlar okundu. BASIN-SEN başkanı Kemal Darbaz yaptığı konuşmada, gerçeklerin halka ulaşması, halkın en doğal hakkı olan, bilgi alma hakkının kaynağı olan basın özgürlüğünün hayata geçirilmesi için verilen mücadelenin bundan sonra da devam edeceğini belirtti.
Darbaz “Sendikayı Herhangi Bir Oluşumun Maşası Yapmamak İçin” basın emekçilerinin üstüne düşen görevi yapmasını istedi. Darbaz ayrıca mevcut yönetim döneminde uygulanan “Basın İş Yasası'nın'' daha çok kabul edilebilir bir çalışma yaşamı ve basın emekçilerine birçok kapıyı açacak anahtar görevi üstleneceğini” söyledi. KTOEÖS Başkanı Tahir Gökçebel, dünyanın ve Kıbrıs'ın kuzeyinin yeni bir
dönemden geçtiğini, dünyanın yeniden dizayn edilmek istendiğini, BASIN-SEN' in bu yeni dizayna destek vereceği kesimlere yeni yönetimin karar vereceğini, basın emekçilerinin oluşturulmak istenen bu sistemin ya destekçisi ya da karşıtı olacağını söyleyen Gökçebel, kurulun basın emekçilerine ve adaya hayırlı olmasını diledi. Yapılan konuşmaların ardından Uluslararası Gazeteciler Birliği Federasyonu, Güneydoğu Avrupa Medya Birliği, Turizm ve Çevre Gazetecileri Birliği, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Güney Kıbrıs Gazeteciler Birliği'nin mesajları okundu ve mali raporun aklanmasına geçildi. Mali raporun aklanması sırasında yoğun tartışmalar yaşandı. Rapor, kitap halinde “260 Sayfayı Aşkın Olması” “Başkanın ve üyelerin istifa yazılarını içermemesi ve bazı bilgilerin eksik olması” nedeniyle eleştiri almasına ve tartışmalar yaşanmasına rağmen onaylanarak aklandı.Genel Kurul'da üye sayısı olan 520'nin dörtte biri oranında, 131 ''EVET'' oyu gerektiren 12 tüzük değişikliği maddesi ise katılımın bu rakama ulaşmaması sebebiyle, gerçekleşemedi. Raporların aklanmasından sonra 15 adayın 7 yönetim kurulu üyeliği için yarıştığı oy verme işlemine geçildi. BASIN-SEN'in 18. Olağan Genel
Kurulu'ndaki seçimin ardından yeni yönetim belli oldu. Sendikanın yeni yönetimi, Kemal Darbaz (82 oy), Canan Onurer(82 oy), Hüseyin Yalyalı, (75 oy), İlke Davulcu (73 oy), Pelin Şahin (70 oy), Ali Kurtoğlu (70 oy), Meltem Sakin (65 oy) isimlerinden oluştu. BASIN-SEN'e başarılar diliyoruz. Geçmişte mücadele içindeki pasifliği ve duyarsızlığı nedeniyle yoğun eleştiriler alan BASIN-SEN'de istifalar yaşanmış, ne yapacağı merak konusu olmuştu. Genel Kurul yaparak yeni bir yapılanmaya giden BASIN-SEN'in bundan sonra ne yapacağını hep birlikte göreceğiz. Umarız BASIN-SEN tüm basın emekçilerini kucaklar, onların sorunlarıyla yakından ilgilenir bundan sonraki süreçte daha yakından ilgilenir. BASIN-SEN'in basın emekçilerinin sorunlarının ülkenin mevcut koşullarından bağımsız olmadığını bilerek toplumsal mücadele içindeki yerini “daha fazla” alacağına inanıyoruz. BASIN-SEN geçmişte zaten bunun örneklerini vermiştir. BASIN-SEN Afrika gazetesinin kurşunlanmasına tepki göstermiş, gazeteyle dayanışma içine girmişti. 19 Temmuz'da faşist TC Devleti'nin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan adamıza geldiğinde, Polis'in Erdoğan'ı protesto eden halka
uyguladığı şiddete karşı duyarsız kalmamış, diğer örgütlerle beraber bu şiddeti protesto etmişti. BASIN-SEN vakit kaybetmeden basın emekçilerine ve halka verdiği “Sahipsiz Bırakmama Adına”sözlerini tutmalı hayata geçirmek için daha fazla mücadele etmelidir…. BASIN-SEN bu kez verdiği sözleri tutmazsa, toplumsal mücadele içerinde yer alamayacak, yalnız bir sendika olacaktır. En az KTÖS veya KTOEÖS kadar BASIN-SEN de sendikal platformda aktif olmalı ve hatta daha da öteye giderek sosyalist sendikacılık adına adımlar atan devrimci bir yapıya sahip olmalıdır… Gazeteciler Birliği tarafından CTP-TDP güdümlü “Ismarlama Liste” olarak gönderilen listeye karşı bu genel kurul Basın Emekçileri için ciddi bir galibiyettir.. Ama BASIN-SEN'in yeni yönetimi bu galibiyetin hakkını vermelidir… Bizler BASIN-SEN'in Genel Kurulunda Kemal Darbaz'ın listesine desteğimizi verdik. Verdiğimiz destek BASIN-SEN'in CTP-TDP güdümlü işbirlikçilerin eline geçmemesi adına bir destektir… Ayni zamanda hataların düzeltilmesi, yanlışların yapılmaması içindir… Gelişmeleri izlemeye, izlerken de mücadelede BASIN-SEN'in daha aktif olması için rol alması için desteğimize devam edeceğiz….
KTAMS Vurguladı: Asimilasyona Hayır…
KTAMS'ın 2009 öncesine neden değinmediğini merak ettiklerini,
KTAMS yayınladığı yazılı açıklamayla, işbirlikçi UBP hükümetini
ifade etti. KTAMS'ın AKP hükümetiyle olan ilişkilerini entegrasyon
asimilasyon politikaları uyguladığı için protesto etti. KTAMS yazılı
ve asimilasyon politikası olarak yorumlamasını, çarpıtma olarak
açıklamasında, UBP'nin ülkeyi yönetecek siyasi iradeye sahip
değerlendirdi ve sendikayı toplumsal konularda siyaset yapmayı
olmadığını, Kıbrıs Türk Halkını yok etme noktasına getirdiğini
bırakıp sağduyulu davranmaya çağırdı. Foyası ortaya çıkan UBP,
savundu. KTAMS' a göre, iktidara geldiği günden beridir halk
kendini aklamaya çalışmaktadır. Yalana ve çıkara dayalı siyaset
düşmanlığı yapan ve bu düşmanlığını aralıksız sürdüren UBP
yapan UBP geçmiş hükümet dönemlerinde olduğu gibi, halen
hükümeti, Kıbrıslı Türkleri yok etmek için her türlü politikayı, AKP
Ankara hükümetlerinden aldığı talimatlarla yok etme ve entegrasyon
hükümetinden aldığı icazetle hayata geçirdiğini, iktidara geldiği
politikalarını sürdürmektedir ve sürdürmeye devam edecektir. UBP
2009 yılından itibaren dağıttığı vatandaşlıklarla koltuğunu koruma
zaten, hedefinin TC Devletiyle bütünleşmek olduğunu, tam
gayreti içinde olduğunu, diğer taraftan AKP'nin entegrasyona dayalı
entegrasyon olduğunu açık açık söylemektedir. Müzakerelere bile
politikalarına hizmet ettiğini iddia etti. KTAMS açıklamasının
aldığı direktifler doğrultusunda katılmaktadır. Sorunun çözümü için
devamında, İşbirlikçi UBP hükümetinin Temmuz ayında 125
iki ayrı egemenliğin BM tarafından tanınmasını istiyor. TC
vatandaşlık dağıttığını, bu vatandaşlıklardan 7'sinin de Bakanlar
Devletinin etkin ve fiili garantisinden yana olduğunu söylüyor ve
Kurulu kararı ile yapıldığını belirtti. Durumun çok ciddi olduğunu ve çözüm uğruna egemenlikten asla vazgeçilemeyeceğini söylüyor. Boş kendilerinin bu yönde verdikleri mücadelenin ne kadar haklı
laflarla halkı kandırmaktadır. Tüm devlet dairelerine yandaşlarını
olduğunu vurguladı. Vatandaşlık dağıtmanın esas amacının Kıbrıslı
istihdam eden ve yandaşlarına arsa dağıtan, halka ait işletmeleri
Türklerin siyasi iradesini ortadan kaldırmak olduğunu ve bu yolla
batırıp satan, Kuran Kursları adı altında yapılan din sömürüsünü
entagrasyonu gerçekleştirmek olduğunu belirtti. KTAMS, işbirlikçi
destekleyen , TC Devleti'nin Başbakanı Erdoğan'ı protesto eden
UBP hükümetinin entegrasyon politikalarına karşı mücadelelerinin
halkın kafasına copla vurulmasını savunan UBP hükümetinin
devam edeceğini belirtti ve halka bu konuda duyarlı olması için ve
telaşını anlamak zor değildir. Toplumsal desteğini kaybetmektedir.
UBP'nin alaşağı edilmesi mücadelesine katkı koyması ve katılması
Kaybettiği imajını tazelemek ve makyajlamak derdindedir. Ama bu
için çağrı yaptı.
kokuşmuş düzeni UBP yaratmadı. Geçmiş yıllarda hükümette olan
İçişleri ve Yerel Yönetimler Bakanlığı, basın bürosu yaptığı yazılı
partilerin de bu düzenin oluşmasında payı vardır. Söylemleri farklı
açıklamayla, KTAMS' ın iddialarına cevap verdi. KTAMS'ın
olsa da, politikalarında büyük bir fark yoktur. İşgal kelimesini
vatandaşlık konusundaki açıklamalarının yanlış ve kamuoyunu
kullanmaktan korkan, hatta işgalci TC Devletinin çıkarlarını
yanıltma gayreti içinde olduğunu iddia etti ve KTAMS'ın vatandaşlık savunan ve zaman zaman bu devletin kanatları altına giren sol üzerinden siyaset yapmaya çalıştığını, 125 vatandaşlık verilmediğini, görünümlü, neo-liberal partiler , kuru bir UBP muhalefetiyle halkın KKTC vatandaşlığı alanların eş durumundan dolayı vatandaşlığa
gözünü boyamaktadır. Ama halkın boş laflara karnı toktur. Halkın
kabul edildiğini, KTAMS'ın eş durumundan vatandaşlığa karşı ise
tepkisini düzene karşı örgütleyecek birleşik, devrimci bir örgütlenme
bunu açıkça ifade etmesini istedi. Eş durumundan vatandaşlık
henüz oluşturulmamıştır. Oluşturmak için gerekli adımlar
hakkının tüm dünyada olduğu gibi, KKTC'de de “evliliklerin
atılmamaktadır. Böyle bir örgütlenme için adım atılmadığı her gün
paravan olmaması” şartıyla uygulandığını belirtti. UBP hükümeti
bizim zararımızadır. Halkımız örgütlenmeyi beklemektedir. İşgalciler
açıklamasının devamında, 2009'dan önce de CTP iktidarları
ve kuklaları, iktidarlarına son vermediğimiz sürece istemediğimiz ve
döneminde de altı binin üzerinde kişinin vatandaş yapıldığını,
arzu etmediğimiz şeylerle karşılaşacağız.
EYLÜL 2011
AÇIK İŞBİRLİĞİ ÇAĞRISI
SAYFA 3
Barikat gazetesi olarak komünizm yolunda Marksizm-Leninizm
Kongre sonunda enteresan bir açıklama daha yapılır ve yeni
Barikat, dar kadrosu ve kurulduğu tarihten işçi sınıfına
ışığı ile Kıbrıs Komünist Partisi’nin bizlere bıraktığı miras ile
görev alacak olan MK’nın ileri dönemde önünde duran bu
verebildiğine oranla KSP’den çok daha fazla şeyi ülkesine ve
birinci yılımıza girdiğimiz bu dönem ülkemiz devrimci solunda
görevleri tüm partililerin en iyi şekilde göğüsleyeceğine ve lafta
dünyaya vermeyi başardı. Barikat “Kıbrıs Komünist Partisinin
enteresan olaylarla rastlaşıyoruz…. Öncelikle bizim Haziran
değil, çelikten bir ağ gibi örülmüş gerçek anlamda bir işçi sınıfı
sahibiyim ben…!” diye sadece manifestoyu tercüme ederek
2011 sayımızda yani 10. Sayımızda KSP’nin III. Kongresi
Partisi’nin örgütlenmesi yönünde inanç belirtildiği “sözde”
partisini sahiplenmedi…. Risk aldı; kılık değiştirdi; bilgisini
döneminde yazdığımız yazımızı buraya tekrardan aktararak;
vurgulanır…
elde etti; para buldu tercüme etti, mücadele etti..! Barikat bir
sözlerimize başlamak isteriz… Lütfen dikkatle okuyalım:
Peki bu kadar zaman yapılan neydi ? Tekrar tekrar soruyoruz:
gazete olarak bir parti olan KSP’nin ve alt kuruluşu Ekim
Eğer bu kadar zaman yapılan şeyler yanlış ise bunların en açık
Kültür Derneğinin atamadığı (baskıda “attığı” diye çıktı özür
– HAZİRAN 2011 – SAYI 10 BARİKAT GAZETESİNDE
şekilde özeleştirisi kongrede neden yapılmadı ? İşçi sınıfından
dileriz) birçok cesur adımı kuruldu kurulalı atmaya devam
ÇIKAN YAZI -
ve halktan neden saklandı ?
ediyor. Üstüne üslük KSP ile bile; (Ki o KSP Barikat üyelerine
Kısacası kendine “atılım yapacağım” diyen yeni kadro, sadece
küfüre varacak derecede parti genel sekreterince yapılan
“Atılım Kongresi?” mi?
eski ideolojik-siyasi yanlışlarda direkt olarak imza sahibi olan,
saldırılara maruz kaldı) işbirliği için anlaşma imzaladı; hemde
Geçtiğimiz ay KSP III. Olağan Kongre’sini gerçekleştirdi.
eski kadrodaki elemanlar ve eskiler tarafından yetiştirilen
KSP’nin “iş yapmamak için ilişki dondurma” kararını KSP’ye
Yapılan açıklamada “geçmiş zamanda gerek Annan Planı
birkaç kişiden öte bireyler değildir…
hatırlatmadan…!
dönemi sonrası kitlelerde ortaya çıkan moral çöküntüsü ve
Mentalite değişmedikten sonra isimler değişmiş ne fayda ?
Neden çünkü devrimci olan Barikat’tır… KSP ise sadece diğer
dağınıklık, gerekse de örgüt içi yaşanılan bazı sorunlar,
Bizler KSP’nin geçmişteki gibi korkak siyasetler üreten,
örgütler boy gösterirse; ortalarda boy gösterme ihtiyacı
partinin yürüttüğü mücadele açısından önemli zaaflar
hatalarını hasıraltı eden, düzgün bir şekilde dürüstçe
hisseder…
yaratmakta olduğunu ancak artık bu engeller aşılmak
özeleştirisini ne kendine nede işçi sınıfına veremeyen, popülist
Kısacası önce kongre değil..! Önce herkes kendi içinde adam
durumunda olduğu” söylendi..
yaklaşımlardan uzaklaşamayan, aile şirketi profilinden hiçbir
olacak… Önce herkes ülkesi için, işçi sınıfı için mücadele
(Hani gören de zannedecek ki “Annan Planı süreci” daha dün
zaman çıkamayıp bu ülkede devrimcilerin örgütü olamayacak
edecek…! Doğru bir şey yapılırsa takdir etmeye, yanlış veya
yaşandı ve bu moral çöküntüsü daha yeni varmış sanki..!! Veya
bir örgüt olduğunu, kendi içinde ideolojik takıntılarını
eksik bir şey yapılırsa teşhir edip doğrusunu göstermeye devam
KSP’nin dağınık ve kendi içindeki sorunları sanki çok
“ideolojisini koruma altına alma adında uygulayan ama günün
edeceğiz..!
yeni..!!!!)
sonunda ideoloji katliamından öteye gidemeyen” bir yapılanma
***
Ne gariptir bir süre önce de KSP’nin yıllardır yayın yapan
olduğunu zaten biliyoruz… Hatta KSP’yi şuan KSP’de aktif
Bunun ışığında geçtiğimiz günlerde KSP’li birkaç yoldaşın III.
gazetesi “Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek” gazetesi kapatılmış adına
görev yapan birçok insandan çok daha iyi tanıyan insanlarız…
Kongresinden sonra aradan tam 3 ay geçmesinin ardından istifa
da “kapatılmadı, sadece farklı bir kadro ile Gelecek ismi ile
Bizler diyoruz ki; Kıbrıs’ta yaşayan Komünistlerin halen daha
dilekçelerini buraya aktarıyoruz… Bunu da dikkatli bir şekilde
yayın yapacak” söylemi parti tabanınca yaydırıldı…
komünist bir partisi yok… Kıbrıs Komünist Partisi’nin
okuyalım:
Kongre sonrasında da parti içindeki eski akım yöneticilerin
ideolojisi yolunda, devrim ve sosyalizm mücadelesinde, anti-
--
tasfiyesi uygulanarak kongre sonlandırıldı. Her şeyden önce
emperyalist birleşik cephe mücadelesinde halen daha gerçek bir
Tüm ilerici, demokrat kamuoyuna;
farklı bir yapı olarak AKEL gibi bu ülkede kendine komünist
Marksist-Leninist parti bu ülkenin en büyük ihtiyacıdır..
KSP, kurulduğu gün itibarıyla ülkedeki devrimci harekete önemli
diyen KSP’yi yerden yere vurmak nasıl ki bugüne kadar işimiz
Barikat birgün bu hedefine ulaşacak. KSP gibi sidik yarışını
bir ivme kazandırmış, Kıbrıs sorununun çözüm yolu başta olmak
olmadıysa yada onların geçmişte KSG üzerinden yaptığı gibi
seçerek değil…
üzere sosyalizm ve komünizmin inşasına değin yürütülen burjuva
polemik yaratarak devrimci kesimleri birbirine düşürerek
KSP kendi içerisinde durduk yerde “kahramanlar ve hainler”
aldatmacalara açık parti çalışması alanında Marksist-Leninist bir
mücadeleye zarar vermek işimiz olmadıysa da bu yazıda ufak
üretip sonra da odası içinde sosyalizmi kurup içinde yaşayan
direniş göstermiştir.
tefek bazı noktalara fikir belirtmek isteriz… Bugün kongre
bir partidir…
KSP, Kıbrıs sorununun çözüm yolunun BM gözetiminde, AB
YAZI
sonrasında başa gelen kadro, geçmişte bu “özeleştiri niteliği
üyesi, garantörlerin varlığının korunduğu, büyük sermayedarların
taşımayan” ama parti içindeki “sözde” sorunların olduğunu
sınıf egemenliğini devam ettirdiği, kısacası emperyalist-kapitalist
kabul eden açıklamasında neyi hedeflemiştir ? Neden partideki
sistemden kopmadan bulunacak bir uzlaşma, empoze veya savaş
eski kadroları geri plana itip kendileri ön saflarda bu
ile mümkün olamayacağını, bu siyasetin iflasının 40 yılı aşkın
mücadeleyi götürmek istemişlerdir ? Yada geçmişte yapılan
süredir kanıtlandığını savundu.
yanlış işler varsaydı bunları neden parti kongresinde derin
KSP, birçok işgalci emperyalist ve devreye giren diğer
detaylı şekilde teşhir etmemiş, bunun yerine kısa kısa
emperyalist güçler ile yerli burjuvazinin çıkarlarının
geçercesine “yönetici kadroların değişimine” direkt olarak
uyuşturulması için işçi ve emekçilerin güç ve enerjisinin sözde
giderek kendine “atılım yapmış” sözü vermek istemiştir ?
bir “barış-çözüm” uğruna heba edilmemesi gerektiğini, ulusal bir
Başka bir açıdan daha bakalım… Bugün başa geçen kadro
sorun olan Kıbrıs sorununun yaratıcılarının sorunu
partinin dışında yaşayan bir kadro muydu ? Yada parti içinde
çözemeyeceklerini savundu, bu da yaşam tarafından kanıtlandı.
var olup yanlışların üzerine gidebilen bir yapısı varmıydı ?
KSP, Kıbrıs’ın kurtuluşunu emperyalist anavatanlarda, burjuva-
Eğer böyle bir durumları varsaydı ve gerçekten partilerinin
Çünkü KSP her şeyden önce Marksist-Leninist bir parti
emperyalist anlaşmalarda gören, bir emperyalistten kurtulmak
gidişatından şikayetçi olup sayıları da parti içinde baskın
değildir… Revizyonist bir örgütlenme, ezilen halktan kopuk,
için başka bir emperyaliste yamanan sağ ya da sol görünümlü
iselerdi; partilerini çok seven “Marksizm-Leninizm ilkelerine
işçi sınıfından kopuk, teorisyen-akademisyen, devrimcileri
tüm işçi-emekçi düşmanı siyasetleri açık parti çalışması alanında
gönülden bağlı..!!!!” bu dostlar neden olağanüstü bir kongre
örgüt dışına atıp, aile şirketi gibi hareket eden bir örgüt
teşhir etti, bunlarla siyasi-ideolojik mücadele verdi.
kararını daha önceden almayı gerçekleştirmediler ve daha fazla
komünist bir yapı olamaz….
KSP, Kıbrıs’ın kurtuluşunun Türkiye-İngiltere-Yunanistan işçi ve
partilerinin kan kaybetmesine sebep oldular veya seyirci
KSP; bir eyleme gittiğinde, diğer örgütlerin “devrimcilik
emekçileriyle Kıbrıs işçi ve emekçilerinin kuracağı, tüm
kaldılar ?
şiarını” o örgütteki insan sayısına bakarak nitelendiren bir
emperyalist üs ve askerlerin adadan atılıp, Kıbrıs’taki hak
Günün sonunda bugün başa geçirilen ekip ne derece parti
örgüttür. Ne 3. Kongre ne 33. Kongre nede 333 kongre de
iddialarına son verecek, başta Kilise ve Vakıf olmak üzere büyük
içinde geri plana itilmiş ekipten kopuk hareket edebilecek
geçirse KSP’nin mentalitesi değişmediği sürece KSP gerçek bir
özel mülkiyete son verecek Anti-Emperyalist Birleşik Cephe
dinamizme sahiptir ? Veya eskilerle duygusal bağlarını
atılım yapamaz; toplumu da ilerletemez…
Hükümeti Programı ile gerçekleşeceğini savundu.
ideolojik bağlarının gerisinde bırakabilmiştir ? “Duygusallık”
Bizler “atılım yapmazdan önce” onlara önce kendi içlerinde bir
KSP, ülkede işçi sınıfı olmadığını savunanlardan tutun, tek
diyoruz; çünkü KSP’nin bir aile şirketi olduğunu ve biribirleri
atılım yaparak; iki ellerinin aralarına kafalarını sokmalarını ve
ülkede sosyalizmin ve hatta komünizmin kurulamayacağını
ile olan bağlarının tamamen ailevi ilişkiler ve arkadaşlık-
yanlışı nerede yaptılarsa oradan düzelmeye başlamalarını
savunan akımlara, işçi sınıfını milli temelde bölecek
dostluk bağları üzerinden geldiğini gayet iyi biliyoruz.
tavsiye edebiliriz” ancak.. Marksizm-Leninizm mücadelesi
siyasetlerden sendikal bürokrasiye kadar bir çok zararlı tutuma
Popülizm’den vazgeçip, duygusallıktan vazgeçip, aile şirketi
herkesin harcı hiçbir zaman olmadı…
karşı mücadele verdi.
olmaktan vazgeçip, Marksist-Leninist bir disipline sahip bir
İşçi sınıfı içinde ve ezilenler içinde örgütlenmek demek;
KSP, faşist örgütlenmelere, saldırılara karşı birlik ve mücadele
örgütün özeleştirisi bu kadar basit mi olur bir Komünist parti
tutuklanınca sadece kendi “boy gösterisini yaparak haneye
bayrağını elinden hiç bırakmadı.
kongresinde ? Yada kongrede geçmişte yapılan veya
adam yazmakla” olmaz… Toplumsal olaylara toplumsal ve
KSP, halkların birliği ve kardeşliği bayrağını en önde taşıdı.
yapılmayan şeylerden hiç bahsetmemek KSP’nin ML temelde
ortak tepkiler verilir…
Kıbrıslı Türklerin barış istencine destek verdi, barışın elde
özeleştiri anlayışı mı ?
Barikat gazetesine kimliği belirsiz kişiler (ki zaten kim
edilmesinin yolunu, onlarla birlikte sokakta mücadele ederek
KSP; II. Kongresini de bu derece özensizce ve hazırlıksız bir
olduklarını hepimiz bilmekteyiz..) defalarca eylemlerde saldırı
anlatmaya çalıştı.
şekilde gerçekleştirmişti. III. Kongresinde de bu şekilde
düzenlendi. Barikat tüm basın açıklamalarında kendi kendini
Ancak Annan Planı ve referandum sürecinin ardından toplum
yürüdüğü apaçık ortaya çıkmıştır… Bu tavır Marksist bir
reklam etmedi..! Barikat olaylara her zaman toplumsal açıdan
genelinde oluşan moral bozukluğu KSP’ye de yansıdı. Önder
partinin tavrı olamaz…
bakar.. KSP ile en büyük farklarından biri budur…
kadrolara dek sirayet eden bu ruh hali, örgütün içe kapanmasına,
EYLÜL 2011
AÇIK İŞBİRLİĞİ ÇAĞRISI
SAYFA 4
pasif, eylemsiz, kendi kabuğunda, sınıfla bağ kurmaya
platformlarda açıkça dile getirdiler.
verildiği koşullarda kapıldıkları burjuva-emperyalist çözüm
çalışmayan ve kendiliğindenci bir yapıya neden oldu. KSP'nin
MK'nın Leninist örgüt ve örgütlenme anlayışını, demokratik
umutlarının yıkıntısıyla nasıl Marksist-Leninist bir örgüt inşa
devamlı propaganda ettiği “emperyalistler Kıbrıs sorununu
merkeziyetçiliği yine Leninizmin adını kullanarak yıkmaya,
edecekler görmek ve göstermek istiyoruz.
çözemezler” tezinin pratikte ispatlandığı o koşullarda moral
birimler temelinde örgütlenmeyi lafta kabul edip dahil edildikleri
Parti içinde Parti programı ve tüzüğüne karşı işledikleri suçlar
bozukluğu değil kendine güven, pasifizm değil stratejinin
her birimde hakaret, saldırı, provokasyon ve yıkıcı çalışma
nedeniyle bu ekibi ihraç etmek bir haktı ancak kolay yoldu; iflas
doğruluğunun kanıtlanmış olmasının verdiği enerji olmalıydı.
yaparak, dar dernekçi zihniyeti tekrar partide hakim kılmaya
etmiş bir hizbin ihraç halinde “düşmanlarla” savaşarak bir
Burjuva-emperyalist çözüm için verilen mücadeleye halktan
çalıştılar. Hizip kurmak, provokasyon yaratmak, yıkıcı eylem ve
süreliğine de olsa siyasi yaşamını devam ettirememesi için doğru
kopmamak ve “çözemezler” tezinin ispatının halkla birlikte,
parti yönetici organlarını tanımamak gibi suçların altına imza
yol, bizlerin istifa etmesiydi; biz kullanılmaz hale gelmiş bir aracı
halkın kendisinin yaşayarak görmesini sağlamak ve bu sürecin
attılar.
terk ederek, fikir ve eylem birliği içerisinde, yoldaşça bir
vebalinin KSP'nin üzerine atılması yönündeki anti-propagandaya
Kariyerizm, konformizm ve KSP siyasetine inançsızlığın teorik
mücadele için kendi araçlarımızı yaratıp, kendi yolumuzu
müsaade etmemek için gösterilen desteğin özü unutuldu.
kılıflara büründüğü bir dönemden geçildi/geçiliyor. Siyasi çöküş,
çizmeyi tercih ediyoruz; biz partinin kurucu üyeleri, parti
İdeolojik bulanıklık, KSP 2. Kongresi ve Annan Planı sürecine
ideolojik belirsizlik ve inançsızlık tüm partide olmalıymış gibi
organlarının aktif militan çalışanları ve III. Parti Kongresi'nde
dair verilen özeleştiri ile aşılmaya çalışıldı. Bu girişim, partinin
hareket edilerek kendi tükenmişliklerini Marksizm diye
göreve getirilen Merkez Komitesinin tüm üyeleri olarak, artık
belli kesimleri üzerinde etkili olurken, belli kesimleri üzerinde ise
yutturmaya çalışıp hizipleşerek yıkıcı adımlar atmak, KSP
KSP'de yokuz, asıl şimdi ne yapacaklar görmek ve göstermek
etkili olmuş izlenimi verilmesine rağmen aynı ideolojik
tarihinde bir ilkti. Leninist bir partide böylesi durumlara izin
istiyoruz.
bulanıklığın, burjuva-emperyalist çözüme olan inancın yıkımının
verilemesi elbette mümkün değildir.
Bizler, bir kısmı KSP'nin kuruluşundan beri, bir kısmı ise
YAZI
verdiği pasifizm ve konformizmin hüküm sürmeye devam etti.
Bizler, aslolanın komünizm olduğunu çok iyi biliyoruz. Ve bizler,
sonradan dahil olarak en aktif şekilde çalıştığımız, tüm
Burjuva-emperyalist “çözüm” sürecinin etkileri ise ne yazık ki
bir araç kullanılmaz hale geldiğinde mücadelenin önünde engel
organlarında yer aldığımız ve bugün sahip olunan değerlerin elde
halen geçmiş değildir. KSP içerisinde; oluşturulan doğru siyasetin
teşkil ettiğinde onu terk edip yeni araçlarla mücadeleyi
edilmesine katkı koyan kişiler olarak komünizm haricinde hiçbir
kitlelere götürülmesi, sendikal ve sınıfsal bağlar kurulması,
yükseltmek gerektiğini de çok iyi biliyoruz. Tüm yaşananların
şeyin kutsallığına inanmıyoruz. KSP Merkez Komitesi ve militan
hareketin örgütlenmesi, birimler temelinde çalışma yürütülmesi,
ardından açıkça görülmektedir ki bu ekiple yürünecek yol,
çoğunluğu bugün itibarıyla KSP'den istifa etmiştir. KSP, Kıbrıs
etkin, Leninist anlamda militan bir partinin yaratılması, kısacası
paylaşılacak nokta kalmamıştır. Bir arada bulunulan her dakika,
ve dünya devrimci hareketine 9 yıla yakın bir süredir yaptığı
her Marksist-Leninist partinin yürütmesi gereken çalışmaları
birilerinin kariyer hırslarıyla, küçük burjuva hezeyanlarıyla,
teorik ve pratik katkıyla her zaman anılacak olmasına rağmen
yürütmek isteyen ekiple, kendiliğinden harekete bel bağlamış,
pasifizm ve konformizmlerine Marksizm-Leninizm'i alet
miadını doldurmuştur. Bizler, partinin krizden çıkması, yeniden
sınıf içinde en gerici koşullarda dahi yapılması gereken
etmeleriyle vakit kaybı anlamına gelmektedir. Bir zamanlar
inşa edilmesi, kitlelerle artık bağ kurması için elimizden geleni
çalışmaların önüne set çeken, bunu da ülke ve dünya
yazıldığı gibi; “Dünya sosyalist hareketinin tarihsel pratiği ve
yapmış olmanın rahatlığı içindeyiz. Artık kaosa boğulmuş, erimiş
hareketindeki gerilemeyle teorileştirmeye çalışan, enerjisi,
bizzat ülkemizin sosyalist hareket pratiği, sosyalistlerle küçük-
ve sorunları aşmak için mücadele edenlere karşı her türlü
maneviyatı ve belki de inancı çöktüğü için kendilerinin yapmaya
burjuvazinin aynı siyasi çatı altında birlikte yürüyemeyeceğini
iğrençliğin sergilendiği, kendi kendini yiyen bir örgütte
dermanlarının ve isteklerinin olmadığı her işin bu dönemde
göstermiştir. Siyasi mücadele içerisinde küçük-burjuvazinin
debelenmektense, oluşturacağımız yeni devrimci araçlarla
kimse tarafından yapılamaz olduğunu savunan, dernekçi
gidebileceği sınırlar belidir. Onun ötesinde, küçük-burjuvazi
yolumuza devam edeceğiz. Bizler, örgüt fikrinin önemini, örgütlü
anlayıştan çıkamamış, birimleri hiçbir zaman oluşturamamış bir
devrimci hareket içerin bırakınız bir engel oluşturmayı, yıkıcı
olma zorunluluğunu çok iyi biliyoruz. Ve kısa sayılacak bir
ekibin mücadelesi baş gösterdi. Bu ekip, getirilen çoğu projeye,
konuma girer. Bu bakımdan sosyalist hareketler, küçük-burjuva
zaman dilimi içerisinde gerçek bir Marksist-Leninist partinin inşa
öneriye teorik kılıflar uydurarak pratiğin önünü kesti. Bu ekip, o
siyaset ve hareketlerden arındığı ölçüde güçlenebilir, gelişebilir
edileceğini duyuruyoruz. Kıbrıs Komünist Partisi'nin siyaseti
derece tutarsız bir yol izledi ki, örneğin 3 ay önce feryat figan
ve kitlelerin beklediği farklı politikaları ortaya koyabilir.”
nasıl KSP'de yaşadıysa, aynı miras KSP mirası ile birleşerek
karşı çıkıp anti-Leninist ilan ettikleri projelere 3 ay sonra her ne
Görülmektedir ki bu metne bir zaman imza atanların bugün
bizlerde yaşamaya devam edecektir.
hikmetse sarıldı. Bu ekip, kendi konformizmleri ve burjuva-
geldikleri nokta, bizlerin de onlarla ayrışmamızı dayatmaktadır.
Tüm bu olgular ışığında aşağıda imzası olan bizler, KSP'den
emperyalist anlaşmanın gerçekleşmemesinin verdiği siyasi-
Bize düşen bu görev yanında diğer bir görev ise gelecekte
istifa ettiğimizi işçi sınıfı ve emekçi halkımıza duyurur, örgütlü
ideolojik moral yıkıntısının sorumluluğunu kendi kafa
bizlerin de aynı konuma gelmememiz için bir o kadar daha
mücadelemizin devam edeceğini ilan ederiz.
karışıklıkları, stratejilerine olan güvensizlikleri ve verilen
dikkatli olmamızdır.
Aslolan komünizmdir.
özeleştiriye olan inançsızlıklarında aramak yerine, devrimci, anti-
Bu noktada önümüze iki yol çıkmıştı. Ya kariyerist yılgınları
Ve komünizm kazanacaktır.
emperyalist siyasetin kitlelere götürülmesi için yapılan
partiden atmak, ya da zaten ana gövdesini bizlerin oluşturduğu
***
girişimlere, projelere, önerilere saldırdı.
ekibimizle örgütlü mücadelemize KSP dışında devam ederek, bu
Öncelikle biz bugün gelişen olaylar sonrasında hem yıllar önce,
Örgütü kemirip dağılmasına neden olan anlayış, KSP siyasetinin
ekibi bizlerin ayrılmasıyla birlikte KSP enkazının altında
şuan Barikat bünyesi içinde bulunan ama o dönem KSP'de
Annan Planı sürecinin yenilgiye uğramasıyla haklılığının
bırakmak.
görev alan birkaç yoldaşımızın partiden atılma ve/veya istifa
kanıtlandığı ortamda, bu siyaset kitlelere götürülüp
Bizler, ikinci yolu seçiyoruz.
etme sebepleri olarak ortaya koyduğu siyasi ideolojik sebepleri
benimsetilmedikçe yıkıma uğrayacağını, birileri yıllar sonra
Konuşmaktan, kelime cımbızlamaktan, devamlı düşman yaratıp
tekrar tekrar ortaya koyalım…
bayrağı devralana kadar silineceğini görmedi, gösterildiğinde de
onunla savaşarak hayatta kalmaktan ve gerçek bir parti
1-
görmek istemedi. Dernekçi, küçük grupçu anlayış; eleştiri adı
oluşturmak için kılını dahi kıpırdatmayıp taşın altına elini
olması (veya olamaması)
altında saldırı ve hakareti, tartışma adı altında karşı grubun altını
koyanlara saldırmaktan, demokratik yolla seçilen Merkez
2-
oymayı, ideolojik hassaslık adı altında niyet okumayı, “öküz
Komitesi'ni kelleci, onu destekleyenleri de 'kelle' olarak
olaylarda pratik anlamda pasifistliği…
altında buzağı aramayı”, cımbızlama metotlarını, yalan ve iftirayı
nitelemekten başka bir işe yaramayanların nasıl partili olduklarını
3-
seçti. Parti krizi derinleşti.
görmek ve göstermek istiyoruz.
çerçevede, kibirli ve parti içindeki bireylerin ahbap-çavuş
Yaklaşık üç ay önce yapılan KSP 3. Kongresi de bu krize çare
Bizler, onların tabiriyle küçük burjuva, maceracı ve parti
ilişkileri çerçevesinde örgüt bireylerinin örgüt ile temasının
olamadı. Kongre sonucunda yeni Merkez Komitesi (MK),
düşmanıysak, ve bizlerin ayrılmasıyla önleri açılacaksa
sağlanması veya sağlanamaması….!
KSP'nin bir aile şirketi halinde çalışması ve organize Revizyonist, teorisyen bir çizgiyi savunup, toplumsal Örgütlenme konusunda tamamen oportunist bir
çoğunluğun desteğiyle yeni bir ekipten oluştu. Yeni MK'nın
buyursunlar yapsınlar. 30 sene sonra başladıkları yere dönmenin,
4-
hedefi, doğru temelde iş yapmak, kendileri ve parti kitlesinin
bu süre içerisinde kendi yapılanmalarına tek bir kişiyi dahi
satıcılaştırıp” kafasına göre “örgüt önderliği ve kahramanlar”
siyasi-ideolojik eğitimini hızlandırmak –ki bu eğitim hayat boyu
kazanamamalarının sorumluluğunu bizlere, dürüst devrimcilere
ile sıfatlandırılması –Parti içi popülizmine uyan şekilde yine
devam eder. Bir Marksist, kendisi için 'ben oldum' diyemez-
veya o hiç ümit beslemedikleri işçi sınıfına tekrar tekrar yükleyip
ahbap-çavuş ilişkisi üzerinden-
Kafasına göre adam “ajanlaştırıp, hatta ve hatta
KSP'nin pratik alandaki açmazlarını çözüme kavuşturmaktı. Yeni
yüklemeyeceklerini görmek ve göstermek istiyoruz.
5-
MK, doğru temelde iş yapıldıkça sorun yaşanan arkadaşlarla da
Düşman üreterek ve kendi kendine o “düşmanlarla” savaşarak
devrimci mekanizmalarla tüm cephelerden kavga içerisinde
ortak bir zeminde buluşulacağına, tekrar birlikte ve yoldaşça
siyasi anlamda hayatta kalmayı strateji haline getirmiş zihniyet,
hareket edilip hepsine “ideolojik kılıf” uydurulması
mücadele edileceğine inanıyordu. Ve KSP'yi birlikte iş yapmanın
kendi dar grupları dışında kimsenin kalmadığı KSP'yi nasıl idare
6-
zemini olarak görüyordu.
edecek görmek ve göstermek istiyoruz.
nitelendirdiğimiz burjuva kültüre dayalı bir şekilde parti
Ancak süreç beklenildiği gibi ilerlemedi. Sorun yaşanan
Artık önlerinde sözde ideolojik sapkınlar da olmadığına göre
kadrolarının tüketilmesi ve içi boş, saçma sapan iddialarla
arkadaşlar, kurdukları hiziple yeni MK'ya karşı programatik
KSP'yi işçilerle, emekçilerle, kadınlarla, köylülerle, gençlerle
sıfatlandıralarak; verimsiz şekilde kadroların yok oluşa terk
Hepsinden önemlisi işçi sınıfından, kitlelerden kopuk,
Parti içinde adamına göre hatta “tipe göre muamele” diye
şekilde saldırıya geçtiler. Hedefleri yeni MK'yı gözden
nasıl buluşturacaklarını görmek ve göstermek istiyoruz.
edilmesi…
düşürmek, altını oymak, etkisini kırmak, sürekli boş tartışmalar
Partinin inançlı militanlarını hizip, kariyer ve hırslar uğruna
7-
ve provokasyonlarla iş yaptırmamak, yalan ve iftira üzerine
kaybedenler, nasıl yeni insan kazanacaklar, kazandıklarını da
Marksist-Leninist değerlere de saldırıp giden adamları hem
kurulu etiketlerini yapıştırarak MK'yı destekleyenlerin desteğini
“gözünün üstünde kaşın var” diyerek nasıl bir kalemde
partiye tekrar çağırıp üst düzey yerlere atanması; partiyi içten
kırmaktı. Çoğunluğu elde ettikleri anda da derhal kongre
harcayacaklar görmek ve göstermek istiyoruz.
içe yok eden adamların ise parti üst düzey kadrolarınca (ki o
toplayarak yeni MK'yı partiden tasfiye edeceklerini ise çeşitli
Devrimci siyasete hayatın bizzat kendisi tarafından zafer payesi
üst düzey kadrolarda bugün topluca istifa eden bazı arkadaşlar
Parti'den kopup, hatta parti'den istifa ederken tüm
EYLÜL 2011
AÇIK İŞBİRLİĞİ ÇAĞRISI
SAYFA 5
da mevcuttur) kayırılıp, tekrardan yüksek yetkilerle
İcraat olarak son kongre sonrası KSP 3 aylık kısa süreçte çok bir
tüm dünya işçi sınıfı, emekçilerini ve devrimcilerini kucaklayan
donatılması; öbür taraftan da sadece devrimci mücadele
değişim gerçekleştirmedi. “Bandista Konserine Destek vermek” ;
bir yapılanmadır…
içerisinde olan militanların, en örgütlü şekilde kavga yürüten
değişimin bir göstergesi olamadı. Çünkü toplantılarda bile
Bu bir pazarlık çağrısı değildir…Bu tüm ML ideolojiye sahip
insanların ise partiden “aforoz” edilmesi, kariyerist, ajan,
açılacak olan pankartlara “karşıyım” bile demekten korkan
olan kesimlerin yapması gerekenlerdir… Bize devrimci tarihimiz
satıcı, oportunist hatta insanların kişiliğine, karakterlerine
KSP’liler, siyasi muhalif politikalarını sözde “direniş şeklile karşı
ve ideolojimiz bu görevi vermiş, bu teklifi yapma ihtiyacı
küfür edecek kadar noktalara vardırılması….!
olmak yada oradaki devrimcilerin polise saldırma riski ve hukuki
hissettirmiştir…Eski defterler halk önünde açılsın…!
8-
meşruluğun ortadan kaldırılması” olarak koydular…! Daha dün
Neden örgüt içerisindeki militanlar “satıcı, ajan, hain” ilan edildi;
olmayan şekilde, tüm devrimci demokrat kesimlerle birçok
yerden yere vurarak “anarşist” diye nitelendirdikleri ve
neden örgütlü militanlar partiden dışlandı; neden parti pasifize
“ideolojik kılıflar uydurularak” iş yapılmak istenmemesi ve
eleştirdikleri Sol Anahtarı veya Bandista gibi grupların içinde
edilirken “şuan istifa eden kadrolar” da kararların altına imza attı;
saldırılması…
bulunduğu “anti-militarist harekat” isimli eylemde var olmaya
neden özeleştiri verip yapıcı fikirleri ortaya koyma konusunda
9-
çalıştılar….
halen daha cesaretsiz davranılıyor; hep birlikte görelim….
kapatılması (Yada başka bir deyişle, disiplinsiz parti iç işleyişi
Bunların hepsini yapan tıpkı tasfiye edilen gruptaki gibi bugün
Barikat buradadır…
ve tutarsızlığı)
topluca istifa eden arkadaşlardı….
Bu sadece bu arkadaşlara yukarıdaki şartları göz önünde
10- Parti içi özeleştirinin hiçbir şekilde olmayışı, tam tersine
Yani bu hesaplara göre KSP’de değişen ne oldu ?
bulundurarak masaya oturacaklarsa yaptığımız bir çağrıdır…
“işgüzar” bir çerçevede, şımarık, devrimci etikten uzak, popülist
Tıpkı kongre sürecinde söylediğimiz gibi “bir grup ihtiyar dar
Çünkü sicilleri temiz değildir… İsimler değişince, politikalar
yaklaşımlarla boş icraatlar üretilmesi
zihniyet geldi” yerine de “bir grup genç dar zihniyet geldi”…!
aklanmaz…! Günah böyle kolay kolay çıkarılmaz…!
11- Kararların uygulanmasında ve denetlenmesinde; parti içi
Gönül isterdi ki KSP’den zamanında doğru fikirleri ortaya
Biz işgüzar insanlarla, kibirli, hatalarından vazegeçemeyen,
disiplinin çalışmayışı gereği, oluşan büyük boşluklar ve
koyarak atılan, aforoz edilen yoldaşlarımız ve istifa edilen
korkak yapılarla devrimci bir birliktelik elbette ki kuramayız….
boşluklardan bahsedenlerin ve doğru yol gösterenlerin
yoldaşlarımız; “yalancı” çıksalardı…!
Çağrımız ortadadır….
“örgütten aforoz” edilişi ve parti mekanizmalarının keyfi
Ama üzgünüz…! Olmadı…!
Elimizi, geçmişte yapılan birçok affı olmaz yanlışlara rağmen,
kullanılarak sağlam kadroların partiden dışlanması….
Yıllarca söyledikleri ve parti içinde değişmesi için mücadele
işbirliğini kesme imzalarını atan adamlar olmalarına rağmen,
12- İşçi sınıfının içinde mücadele etmeyi veya “işçilerin
ettikleri her nokta harfiyen çıktı ve bugünkü noktaya gelindi…
provakatör, ajan, satıcı diyen grububun içlerinde olmalarına
içerisinde aktif faaliyet yürütmeyi” “troçkist hareketler” diye
Biz istifa dilekçelerini detaysız bir şekilde gözucu ile okuyunca
rağmen yine bir kez daha uzatıyoruz…. Üstüne üslük bunu
veya farklı ideolojik kılıflar olarak nitelendirilmesi…
bunun bir “özeleştiri” olduğunu düşündük… Fakat dikkatli
geçmişte onların yaptığı gibi yalandan dolandan politikalarla
13- Hatta ve hatta parti içerisinde bile ülkede gelişen belli
inceleyince bunun sadece kongrede “sözde tasfiye ettikleri” fakat
değil; herkesin önünde yapmaya çalışıyoruz…
başlı olayları kendi içinde komplo teorileri olarak yorumlarıp;
istifalarından da anlaşılacağı gibi “edemeyip, kaçmayı tercih
“Silemezsem karalarım” felsefesinden ne kadar uzaklaştılar veya
kamuoyuna “faşizmin etkileri” diye yansıtılması…! (Örneğin
ettikleri” yoldaşları ile tartışmalarının özetini yazmışlar…
nasıl bir gerçek siyasi-ideolojik özeleştiri verip el uzatacaklar;
parti içerisinde Işık Kitap Evinin yakılmasını CTP işi
Biz bu istifa bildirisinde biraz daha fazla kendilerine yönelik
hep beraber görelim….
hesaplaşma diye nitelendiren KSP; basın açıklamasında güya
siyasi-ideolojik özeleştiri görmek ve hesap vermelerini
Umudumuz, doğru ve duygusallıktan uzak bir şekilde akıllarını
faşist saldırıya duyarsız kalmadığını göstermek amaçlı
beklerdik….
başlarına toplayıp önce kendilerine sonra işçi sınıfına sonra da
yalandan yaptığı basın açıklaması gibi)
Hemde geleceğe yönelik projelerini ortaya koyarken ideolojik
bize karşı hayatlarında yapamadıkları yada yapmaya cesaret
14- Sürekli hem teorik hem pratik sorunlarını 3 tane kongre
anlamda altı dolu bir şekilde “gerçekten tüm solu tek çatıya
edemedikleri “onurlu ,dürüstlük ve şerefli” bir hareketle
gerçekleştirmesine rağmen; hiçbirisinde mevcut sorunun tüm
toparlama hedefleri varsa” bir zemin görmek isterdik…
karşımıza iş yapmak isteyen adamlar olarak çıkmalarıdır…
çıplaklığı ile gün yüzüne çıkartılmaması ve sürekli hasıraltı
Fakat bunu da göremedik…
Bu bir işbirliği ve uzun vadeli süreçte bir birleşme çağrısıdır….
edilmesi…. Böylelikle de partinin daha da fazla hantal bir
Biz KSP eski MK üyesi Derviş Bilge ve eski Genel Sekreteri
Biz geçmişte ister KSP den atılmazdan, aforoz edilmezden ve
yapıya sahip bir hale getirilmesi…
Yusuf Alkım’a tüm bunlara rağmen işbirliği çağrısı yaptık…
istifa etmezten önce ve sonra söylediğimiz ve yaptığımız her
15- Büroların –daha doğrusu göstermelik büroların- keyfi
Bizlerin de Kıbrıs Komünist Partisi’nin kurulumu yolunda
teorik bulgu ve pratiğin altında alnımız ak, yüzümüz yüreğimiz
işletilmesi….
adımlar atan bir yapı olduğumuzu ve onların da artık herhangi bir
açık imza atarız…. Onlar ise geçmişte yapılan; partiden tasfiye
16- Kültür sanat alanında parti altındaki Ekim Kültür
partiden şuan üye olmayışlarını göz önünde bulundurarak
ettikleri kadro ile işbirliği içerisinde yanlışları gerçekleştirip
Derneğinin ve parti gazetesi olan KSG’nin kültüre ve yayım
işbirliği çağrımızı tüm istifa edenleri kucaklamak adına yaptık…
sonradan kendilerini aklamaya çalışan ama gene de düzelmek
politikalarında tamamen disiplinsiz ve kendinibilmez şekilde
Ve bunu da gazetemizde şuan okuduğunuz yazımızdan sonra
isteyen yoldaşlarımızdırlar…. Bu çerçevede buyurun işbirliğine
keyfi idare edilmesi ve pasifleştirilmesi…
oturup görüşelim dedik… Yalnız şartımız şuydu: Biz bu
girelim….
Ve daha tonla uzaktan yakından Marksizm-Leninizm’le alakalı
görüşmelerin ve geçmişe dair hesapların hepsinin teker teker tüm
Yalancılar da dürüstler de öncelikle ortaya çıksın…!
Birleşik Cephe şiarı ile uzaktan yakından alakası
Durmadan sözde “birimler” oluşturup, kısa süre sonra
YAZI
olmayan birçok teori ve pratiğin örgüt içerisinde
işçi sınıfı, örgütler ve ezilenler önünde yapılması şartını
Önce kirli çamaşırları temizleyelim…!
gerçekleştirmesinden bahsetmek mümkündür….
koyduk…
Önce geçmişteki defterleri sayfa sayfa, satır satır açalım…!
Atılım kongresi olarak adlandırdıkları “III. Kongre” sonrasında
Bunu kabul edip etmemek bu arkadaşların kendi tercihlerine
Haksız olan mücadeleyi bıraksın…!
herkese “ben değiştim, ben düzeldim, ben artık devrimcileşmeye
kalmıştır… Barikat dernekleşme sürecinde büyümeye çalışan,
Haklılar da bu yolda devam edip yolunda yürümeye devam
başlayacağım” imajı yaratma hedefi ile piyasaya çıkan ve o
kadrosu şimdilik dar, yüreği mücadele dolu, geçmişi tertemiz, bu
etsin….!
kongrede tasfiye edilen grubun öğrencileri olarak yıllardır bilinen
ülkenin devrimci solu içerisinde Marksizm-Leninizm mücadelesi
Bu işbirliği çağrımızdır…!
kişiler; parti içi iktidarı ele geçirdiler….
vermeye çalışan ayakları yere basan, başta ülkemiz olmak üzere,
Güzel günler görmek dileğiyle…
EYLÜL 2011
KÜLTÜR-SANAT
SAYFA 6
9. KIBRIS TİYATRO FESTİVALİ Lefkoşa Türk Belediyesi’nin düzenlediği 9. Kıbrıs Tiyatro Festivali 6-30 Eylül 2011 tarihleri arasında, YDÜ Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi’nde saat 21.00 de başlayacak. Festival biletleri kişi başı 15TL. olup, kombine bilet fiyatları 100 TL. olarak belirlendi. Fakat biletler piyasaya çıkar çıkmaz, 10 gün içerisinde kombine biletler tükendi. Hatta ve hatta 8 tane oyunun 4 tanesinin tekli biletleri Eylül ayı başında tükendi, geriye kalan oyunların biletleri ise, arka sıralarda ki koltukların biletleri idi. Dar gelirli bir işçi kombine bilet alıp 4 kişilik ailesi ile oyunları izlemeye kalksa , vereceği bile parası 4x100 = 400 TL ‘dir. Kombine bilet alamayıp tekli bulsa, 4x 8 ( OYUN SAYISI ) x15 ( TL OLARAK BİLET ÜCRETİ) = 480 TL’dir. Acaba emekçi kesimlerden insanlarımız, ulaşım ücretinin hariç olduğu, bu miktarları tiyatro görmek için , bilet ücreti olarak verirse , geriye kalan maaşı ile ay sonunu nasıl getirecek ?... !!! Cami yapmak için oraya buraya yalakalık yapıp, para dilenen Lefkoşa Belediyesi yaptıracağı camilerin parasının bir kısmınıda satacağı pahalı biletlerden mi karşılamayı planlıyor ?… !!! Neden yılda bir kez düzenlenen, devlete bağlı belediye tarafından organize edilen, festival çerçevesinde sahne alacak oyunların, tamamı ücretsiz olup, topluma izletilmiyor ?... !!! Bu sistemde Lefkoşa Türk Belediyesi bu ücretli kültür – sanat anlayışı ile , emekçi halka mı yoksa zenginlere mi hizmet ediyor?...!!! Ücretli bir şekilde gösterilecek olsa da, biz yinede ülkemize gelen kıymetli oyunların, ufak bir tanıtımını yapmak istiyoruz.
Nurettin Özkönü Giysi Tasarımı: Gülümser Erigür Işık Tasarımı: Önder Arık Müzik: Cenap Oğuz Yönetmen Yrd.: Gülen Çehreli Asistan: Tuğçe Şartekin Karasu Sahne Amiri: Reşit Arslan Kondüvit: Emre Akgül Işık Kumanda: Serdar Yaman Dekor Sorumlusu: Taner Tan Serdar Erman
YAZI
Oyuncular: Bülent Emin Yarar, Yetkin Dikinciler, Gülen Çehreli Cenap Oğuz, Dünyaca ünlü Sırp yazar Duşan Kovaçevic, Yugoslavya'daki büyük dönüşümden önceki ve sonraki toplumsal-politik yaşamı, bir entelektüelin yaşam öyküsü içinde, kara-komedi türünde ve ironik bir üslupla anlatıyor. 40 yaşlarında bir edebiyat adamı, bir sekreter ve bir gizli polisin sürprizlerle dolu soluk soluğa izlenecek hikayesi… Gülerken bizi düşündürecek ve totaliter rejimin Oyuncular: Musa Uzunlar, Salih Dündar Müftüoğlu, Civan sorgulamasını yapan bir oyun. Canova, Erdal Bilingen, Ali Fuat Çimen, Ömer Hüsnü Turat, Cengiz Daner, Ali Ersin Yenar, Ekrem Tuna Öztunç, Murat Barış Kavrukkoca, Umut Tabak, Cenk Demirel, Can Baykan, Emre Emin Aravi, Ozan Özcan, Berrin Arısoy Akhasanoğlu, Yasemin Atasu, Hilal Özbay, Gözde Okur, Pelin Gülmez, Burcu Salihoğlu, Ediz Baysal, Erdinç Tok, Alper Saylık, Ebru Kaymakçı, Seda Çavdar, Cansu Dağdelen, Yasemin Yalçınkaya, Ahmet Taşdemir, Birol Engeler, Ersin Umut Güler, Burak Yıldız, Mehmet Onur Büyüktopçu, Serkan Özcan, Alper Saylık, Fatih Koşkan, Gökhan Türkal, DULLAR İstanbul Şehir Tiyatroları Can Güvenç, Akın Altın Dünyanın her tarafında sürüp giden savaşların birinde Yazan : Fitzgerald Kusz, Çeviren : Sibel Arslan vurulan askerler gömülmeyi reddederek mezarlarından Yeşilay, Yöneten : Hülya Karakaş, Sahne Tasarımı : kalksalar ve savaşı durdurmaya kalksalar neler olurdu? Rıfkı Demirelli, Işık Tasarımı : Cengiz Özdemir, Ordu, hükümet, silah tüccarları, politikacılar, iş Kostüm Tasarımı : Eylül Gürcan, Müzik: Selim adamları, din adamları, medya ve sıradan insanlar bu Atakan, Koreografi : İbrahim Ulutaş, Efekt : Ersin alışılmadık ve inanılması güç isyana nasıl tepki Aşar, Yönetmen Yardımcısı : Yonca İnal Eğilmezbaş verirlerdi? Ya kocalarını, sevgililerini, babalarını ve Burcu Çoban - İbrahim Ulutaş oğullarını kaybedenler ne hissederlerdi? Birkaç kişinin Oyuncular: Güzin Özyağcılar, Hale Akınlı, Hülya Karakaş, direnişi gerçekten bir şeyler değiştirmeye yeter mi? Tüm bunlar ancak “gerçekten savaşsız bir dünyayı Neslihan Ayşe Öztürk, Süeda Çil istiyor muyuz?” sorusuna samimi bir yanıt aramakla Ünlü ve ünsüz dul kadınların DULLUK üzerine yanıtlanabilir. Süper Güç hakimiyetinin, bölgesel savaş hikâyelerini eğlenceli bir şekilde anlattıkları, "Dul" ihtimallerinin, iç savaşların her an gölgesini hissettiren olmanın nasıl bir durum olduğunu sorguladıkları bir coğrafyada yaşayan bizler için Ölüleri Gömün oyun... Sözün özü; Fitzgerald Kuzs'un yazdığı, Sibel gündemimizin tam da ekseninde oturan ürkütücü, Arslan Yeşilay'ın Türkçeleştirdiği "DULLAR" keyifli bir revü... düşündürücü ve kışkırtıcı bir oyun. ÖLÜLERİ GÖMÜN İstanbul Devlet Tiyatrosu Yazan: Irwin Shaw Çeviren: Coşkun Büktel Rejisör: Şakir Gürzumar Dekor: Behlüldane Tor Kostüm: Nalan Alaylı Işık:Yakup Çartık Müzik ve Efektler: Cenk Taşkan Hareket Düzeni: Alparslan Karaduman Dramaturg: Selen Korad Birkiye Reji Asistanları: Ezgi Yentürk, Başak Özyönüm
Oyuncular : M.Fatih DOKGÖZ, Fatih TOPÇUOĞLU, Zeynep Ekin ÖNER, Ufuk ŞENER, M.Ceyhun GEN Şevki ÇEPA, Erşan Utku ÖLMEZ, Duygu DOKGÖZ Yavuz TOPÇUOĞLU, Ömer OKATAN, Nihat BIYIK Müzisyenler : Tunay UZUNER, E.Serdar KURUTÇU, O.Onur SARI, Aleyna MACİT, Uğur ÖKSÜZ, Barış TURAN, Olgun Can ÜÇÜNCÜ Hikayemiz odur ki Sultan Abdülhamit tahta çıktı bir yaz gecesi, iktidarın büyüsü kaybetmenin korkusu böyledir işte istibdat döneminde bir tiyatronun öyküsü…
GİDERAYAK Ankara Sanat Tiyatrosu Yazan : Bülent Usta, Yöneten : Dersu Yavuz Altun Reji Asistanları : Gizem Aldemir Özge ArslanMüzik : Ali Seçkiner Alıcı, Sahne ve Kostüm Tasarımı : Gazal Erten, Işık Tasarımı : Murat Atmış Oyuncular Mehmet ULUSOY, Hakan GÜVEN, Yıldırım ŞİMŞEK, Mete AYHAN, Erdem ULUSAL, Şayan NOYAN, Mustafa BİLGİN, Gökçen CAVGA, Gizem ALDEMİR, Cem OKYAY "Aç kalan insan onurunu yer..." "Rantı elde etmek isteyenlerin bir tek vatanı vardır; Rantistan..." Oyundan iki tümce..."Yeni Dünya Düzeni" diye başlayan , "Büyük Ekonomik Kriz" le sonuçlanan, insanın daha çok rant elde etme isteğinin trajikomik sonuçlarını yaşıyor dünya... Sermayeyi elinde bulunduran ve büyük bir açgözlülükle dünyanın tüm kaynaklarını sömüren "500 Büyük Aile" , 500 büyük- uluslararası sermaye gurubu yönetiyor dünyayı. Hükümetlerin, meclislerin, yerel-genel yönetimlerin yalnızca onaylama mercileri olduğu bir demokrasicilik oyunu sürüp gidiyor... Herkesin asgari ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabileceği bilimsel -teknolojik gelişmeye ulaştık; Kaynakların çoğunu uluslararası rant didişmelerine harcadığımız için, dünyanın % 40'ı açlık sınırında ve dünyanın % 1 i bile olmayan"Rantatörler" tüm insanlığın geleceğini tehlikeye sokacak rant elde etme projelerini ardı ardına devreye sokuyor. Kutsal kitapların cehennem kehanetlerini doğrulamak için çalışan zebaniler bunlar... "Giderayak" oyunu ile tüm bu tablonun ülkemize yansımalarını tartışmak istedik. Ülkemizde olup biteni sanatın -tiyatronun ve mizahın diliyle sahneye taşımak istedik..Bu oyun güldürü, ama "Kara Güldürü".. Hani şu; "Güleriz ağlanacak halimize.." deyimini tam anlamıyla İSTİBDAT KUMPANYASI karşılayacak bir güldürü... Elimizde kalan son özgürlük Trabzon Devlet Tiyatrosu Yazar : Uğur SAATÇİ, Yönetmen : Barış ERDENK kırıntılarıyla , söylenecek bir çift sözümüzü, Yönetmen Yrd. : Zeynep Ekin ÖNER Dekor : Aytuğ söyleyebileceğimiz en etkili kürsüden; Sahneden PROFOSYONEL DERELİ Kostüm : Medine YAVUZ Işık : Nihat söylemek istedik... Aklı ve vicdanı iğdiş edilmeyenleri, İstanbul Devlet Tiyatrosu hala insandan, insanlıktan umutlu olanları oyunumuza Yazan: Duşan Kovaçevic Çeviren: Başar Sabuncu – BAHAR Müzik : Engin BAYRAK bekliyoruz.. Bilge Emin Yöneten: Işıl Kasapoğlu Dekor Tasarımı: Dans : Sibel ERDENK
EYLÜL 2011
KÜLTÜR-SANAT öfke, sevgi üzerine duygusal bir çatışma yaşanırken; karı koca arasında da yıpranmış bir ilişkinin hesaplaşması sürer. Sosyalist dünya görüşünden ödün vermeyen savaş muhabiri Kadın; bugünkü var oluşunu liberalizmin evrilmesine borçlu olan Adam; ailesiyle bir yaşam paylaşmanın ötesine geçemeyen Arkadaş; varoluşunu acımasızca sorgulayan Oğul ve İstanbul kenti, “Karşılaşma”, “Uzlaşma”, “Çatışma”, “Vedalaşma”, “Ayrılma” olmak üzere beş bölümden oluşan oyunun figürleridir. Her biri, yaşananların dayanılmaz ağırlığında amansızca çıkış yolu ararlar. Geçmişin kirli sırları ve yazgılarını belirleyen darbe, bir kez daha yaşamlarını alt üst edecektir. Oyun, demokrasinin kırılma noktası olan 1980 YAZI günümüz Türkiye'sinin sancılı dönemiyle yüzleşen aydın insanlarını konu alır. Her bölüm, özgün çekim film kesitleriyle birbirine bağlanmaktadır.
NEREYE GİDİYORUZ Dostlar Tiyatrosu Uyarlayan / Yöneten / Oyanayan Sahne Tasarımı : Genco ERKAL Müzik: Arif ERKİN Giysi: Özlem KAYA Işık Tasarımı: Hakan ÖZİPEK Karagöz Tasvirleri: Haluk YÜCE Yönetmen Yardımcıları: Ece YASSITEPE, Emine KINACI Koreografi Danışmanı Ece GÖKTAY Oyun Fotoğrafları: Aylin ÖZMETE Işık: Cemal BAYKAL Ses: Mehmet DOĞAN Teknik: Seçkin OK Afiş Yaratıcı Yönetmeni: Uğurcan ATAOĞLU Afiş Fotoğrafı : Serdar TANYELİ : Afiş Tasarımı: Elif YALÇINKAYA Ölümünün 15. yılında büyük gülmece ustası Aziz Nesin'in öykü, şiir, masal ve taşlamalarından Genco Erkal'ın uyarladığı ve tek başına oynadığı bu çağdaş meddah gösterisinde bugünlerde herkesin birbirine sorduğu “NEREYE GİDİYORUZ” sorusuna yanıt aranıyor. İçinde yaşadığımız toplumun çelişkileri, çıkmazları vurucu bir dille güldürüyor, düşündürüyor. Yıllar öncesinde yazılmış metinlerin bugün ne kadar güncel olabildiği insanı şaşırtıyor. Büyük yazarlık böyle bir şey olsa gerek.
QUINTET BİR DÖNÜŞÜN BEŞLEMESİ Tiyatro Pera Yazan-Yöneten: Nesrin Kazankaya, Dramaturgi: Şafak Eruyar, Dekor-Kostüm: Nilüfer Moayeri Işık: Yüksel Aymaz, Yönetmen Yrd.: Zeynep Özden Görüntü: İlker Yiğen , Mehmet Aslan , Zeynep Özden Oyuncular: Nesrin Kazankaya, Defne Halman, Can Başak, Erdinç Anaz 1980 askeri darbesiyle yurt dışına iltica eden Kadın, geride yeni doğmuş oğlunu da bırakmak zorunda kalmıştır. Yıllar sonra İstanbul'a döner. Kadını havaalanında, artık genç bir delikanlı olan oğlu karşılar. Gerilimli karşılaşmanın ardından Kadın, üniversite yıllarından arkadaşını ziyarete gider. Öğrenci derneğinde birlikte çalıştıkları Arkadaş'ın kocasının eve gelmesiyle, üçlü tamamlanır. Yirmi yılı aşkın bir sürenin ardından, geçmişi hüzün ve çoşkuyla anımsarlar. Kadın ve Oğul arasında terk edilme, özlem,
VANYA DAYI Tiyatro Pera Yazan : Anton Çehov, Çeviren-Yöneten : Nesrin Kazankaya, Dramaturgi : Şafak Eruyar, Dekor: Başak Özdoğan, Kostüm : Fatoş Öztürk, Işık : Yüksel Aymaz, Müzik Yönetmeni : Ezgi Kasapoğlu Yön. Yrd. : Zeynep Özden, Işık Kumanda : Dilek Ünal Oynayanlar Levend Öktem, Selçuk Yöntem, Nesrin Kazankaya Linda Çandır, Can Kolukısa, Aysan Sümercan, İlker Yiğen, Zeynep Özden, Volkan Aktan, Ömer İvedi Oğuz Turgutgenç, Evrim Artut Rus yazar Anton Çehov'un yazdığı, klasik bir başyapıt olan “Vanya Dayı” 1900'lü yılların Rusya'sında, köyde bir çiftlik evinde geçer. Vanya, ölen kızkardeşinden miras kalan çifliği yönetmektedir. Yeğeni ve annesiyle birlikte, 25 yıldır köy yaşamına hapsolmuş Vanya'nın yaşamı, kızkardeşinin ilk kocası, emekli edebiyat profesörü Serebryakov'un, yeni karısı Yelena ile birlikte çiftliğe gelmesiyle alt üst olur. Çiftlik gelirinin tamamını, düzenli olarak, hayran olduğu profesöre gönderen Vanya, bir yandan da umutsuz bir aşkla Yelena`ya tutkundur. Yaşlı ve hasta kocasından ilgi görmeyen Yelena ise ailenin yakın dostu, çevreci doktor Astrov'la flört etmektedir. Vanya dayısıyla çiftlikte yaşayan profesörün kızı Sonya ise, doktor Astrov'a aşıktır. Konukların gelişiyle çiftlikte artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır. Herkes yaşamını sorgulamakta, yitirdikleri ve boşa harcadıkları geçmişleri için birbirlerini suçlamakta; yanlış kişiye aşık olup, yanlış kişiyi sevmekte ya da yanlış kişiden nefret etmektedir. Hemen hemen hiç kimse, bir adım ötesini görememekte ya da körleşmeyi seçmektedir. Çehov'un "Köy Yaşamından Sahneler" adını da verdiği oyunda, köy yaşamına mahkum bu insanlar monotonluk, umutsuzluk, eylemsizlik, tembellik ve mutsuzlukla kuşatılmıştır. Geçmişlerine sıkışan ve bugünü yaşamakta zorlanan Çehov'un figürleri, geleceklerine
SAYFA 7
yönelik umarsız bir bekleyiş içindedirler. Küçük çekişmeler, bireysel çıkarlar ve umutsuz aşklar içinde yaşamlarını boşa harcayan oyun kişileri, geçiş dönemi Rusya'sının sancılı yıllarının da bir izdüşümüdür. Öte yandan dünya tarihinin en büyük sosyal dönüm noktasını oluşturan büyük Rus devriminin provası kabul edilen 1905 Ayaklanması'na, “Kanlı Pazar”a bir y ı l k a l m ı ş t ı r. R u s i ş ç i l e r i v e k ö y l ü l e r i örgütlenmektedirler. 22 Ocak 1905 günü, yaşam koşullarının düzeltilmesi için Çar'a dilekçe vermek isteyen halkın üstüne ateş açılmış, binlerce kişi öldürülmüş, Petersburg sokakları kan içinde kalmıştır. Kanlı Pazar, yeni bir düzene, tarihin ilk sosyalist devletinin kuruluşuna giden yola ilk taşı döşeyecektir. Tiyatro Pera'daki sahneleyişte oyun 1904 yılında, iki günde geçer. Sonbahar başlamak üzeredir, ağustosun son günleri. Yaz sıcağının izlerini taşıyan, hafiften serinlemeye başlamış bir sabah vakti, pianissimo başlayan birinci perde, günü takip eder ve aniden patlayan, fırtınaya dönüşen yağmurla bir Nocturno gibi, gece sona erer. Ertesi gün sıcak bir öğle vakti evde yaşanan fırtınayla, allegretto başlayan ikinci perde, herşeyin başladığı hale dönüştüğü, aslında artık hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağı, sakin inen bir geceyle, gene pianissimo sona erer. Gerisinde gizli ve büyük patlamalar taşıyan, Pastoral bir senfonidir “Vanya Dayı”. Anton Çehov'un doğumunun 150. yıl dönümünde sahnelenen oyun, 15 Mayıs 2010'da, “17.Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali”nde prömiyer yapmıştır.
EYLÜL 2011
BARİKAT: Sendikanızın kurulduğu tarihten bu yana, hangi süreçlerden geçtiğinden ve bugün hangi noktaya geldiğinden bahseder misiniz? TEVFİK YOLDAŞ: Memnuniyetle. Sendikamız, DAÜ BİR-SEN 2002 yılının sonunda kuruldu ve 2003 yılının Nisan ayında da sendikalar mukayyitliğinden tescil edildi. Tabi ki yasalarımız gereği kuruluş dilekçesini verdiği tarihten beridir de faaliyetlerine başladı. 2002 yılı, hem ülke gündemindeki gelişmeler, hem de belki de ilk kez ciddi şekilde ülkenin gündemindeki sorunların arasında Doğu Akdeniz Üniversitesi'nin geldiği bir dönemdir. Geçmişte de üniversitede demokrasi sorunu olmuştu, başka sorunlar olmuştu ama 2000'li yıllardan başlayarak, üniversitede, üniversite içi güç kavgaları çok yoğun yaşanmaya başlanmıştı. Üniversite'nin 11 yıl rektörlüğünü yapan bir rektör, UBP hükümetinin, rektör yardımcıları ve vakıf yöneticilerine kurdurduğu bir cunta ile devrilmişti. Böylelikle UBP hükümetinin emri altında girmeyen ya da emrinden çıkan rektörü, tabiri caizse tertipleyerek, görevinden uzaklaştırıp, yerine kukla ve UBP' ye sıkı sıkıya bağlı bir yönetim getirmişti. O dönemlerden, geçildi ve o dönemlerde üniversitede o güne dek, DAÜ-SEN ve DAÜ PER-SEN olmak üzere iki sendika vardı. Biliyorsunuz DAÜ-SEN okulun en eski sendikasıdır. Üniversite'nin ve kuruluşunda, aslında tüm çalışanların örgütlü olduğu bir sendikaydı. Daha sonra akademik personel sendikasına dönüştü. Bundan sonra, çeşitli evrelerden geçildi ve bir süre sonra, yönetsel personelin örgütlü olduğu DAÜ PER-SEN adındaki sendika kuruldu. BARİKAT: Bu durumda DAÜ PER-SEN DAÜ-SEN' den koparak mı kuruldu? TEVFİK YOLDAŞ: Kopma değildir aslında. Çünkü çok uzun yıllar sonra, 1984'te sanıyorum DAÜ-SEN' in kuruluşu. Başlangıçta dediğim gibi tüm çalışanlar örgütlüydü. Bir süre sonra, akademik personel sendikası haline geldi ve sanıyorum işçi ve memurları da dışarıdan sendikalar örgütlediler. Dolayısı ile işçi ve memurlar sanırım YÖN-SEN üyesiydiler. Bir süre sonra üniversite yönetiminin dışarıdan sendikaların örgütlenme çalışması yapmasına müsaade etmemesi ile başlayan süreç içersinde bir ara KAMU-SEN örgütlemeye çalışmıştır. Ancak KAMU-SEN' e de dışarıdan bir sendika olduğu için üniversite yönetimi tepki göstermiş tavır sergilemiş ve başarısız olmasını sağlamıştır, dışarıdaki sendikalara üyeliğini çalışanların. Bunu takip eden dönem içerisinde de DAÜ PERSEN diye işçi ve memur, yani akademisyen dışında kalan çalışanların örgütlü oldukları bir sendika kurulmuştur. BARİKAT: Akademisyen dışında dediniz. Burada akademisyenlerin örgütlenmesini, üye olmasını reddeden bir pozisyon değil de daha çok çalışanların üzerinde duran bir pozisyonu mu vardır? TEVFİK YOLDAŞ: Tabi, şimdi DAÜ-SEN akademik personel sendikasına dönüştürüldüğü için o ihtiyaç doğdu. Bunun üzerine dışarıdaki sendikalara üye olmaya çalıştı DAÜ çalışanları. Fakat ona izin verilmeyince, kendileri DAÜ PER-
İŞÇİ-SENDİKA SEN adı altında bir sendika kurdular. Fakat bir süre sonra bu sendikanın yönetiminde bulunan insanlar, hem çok anti-demokratik tüzükle sendikayı çalıştırdılar, hem de dört yılda bir genel kurul yapan ve delege sistemi ile çalışan bir sendikaydı DAÜ PER-SEN. Oysa aynı iş yeri içerisinde delege sistemi ile çalışmanın pek de bir mantığı yoktu. Maalesef bu sendika yönetimini eleştirmek ve de değiştirmek isteyenlerin önünü tıkayan bir süreçti. Bu süreçte, gerek KAMUSEN' in gerek diğer sendikaların, üniversiteye girmesine izin vermeyen dönemin yönetimi, DAÜ PER-SEN'in kuruluşuna engel olamadı. Tabi biraz yönetimin, izni alınarak kurulan bir sendika oldu neredeyse.
YAZI
Sendika yönetimine gelenler, üniversite yönetimine gelenlerle çatışmayı göze alamadıkları için, bir süre sonra işbirlikçi bir sendikaya dönüştüler. Gerek yönetimden çekindikleri için gerek o çizgiye sahip insanlardan kurulduğu için yöneticiler, çalışanları temsil eden işler yapmak yerine, yönetimle sürekli uzlaşan, sendika yönetimindeki belli bir klik ve onların yakın çevresine bir takım menfaatler sağlayarak orada tutunan ama çalışanların haklarına gelen saldırılara göz yuman bir yapıya dönüştü DAÜ PER-SEN. Bu yapıya karşı çıkmak, sendika içerisinde mücadele etmek imkansızdı. Çünkü şu vardı: Delege sisteminde, delege seçildikten sonra 4 yıl boyunca yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu. Çünkü delege değilseniz, genel kurula katılamazsınız, katılamadığınız için de söz hakkınız bile yoktur.
Böyle bir anti-demokratik yapısı vardı sendikanın. Bunu izleyen dönem içinde ve üniversite içinde çelişkiler keskinleştikçe, çatışmalar yoğunlaştıkça, bir grup insan DAÜ PER-SEN' den ayrılarak, DAÜ BİR-SEN' i kurdular. Böylelikle DAÜ PER-SEN' e bir alternatif yaratmaya çalıştılar. Bu, 2002 Aralık ayında gerçekleşmiştir. Bunları izleyen dönemde de DAÜ BİR-SEN çeşitli aşamalardan geçmiştir. Şöyle ki üniversite yönetimleri her zaman kendi çizgilerinden çok sapmayan ve kendi sözlerinden çıkmayan DAÜ PER-SEN' i üniversitede söz sahibi olmasından hoşlandıkları için sürekli DAÜ BİR-SEN onlar için bir hedef oldu. Dolayısı ile
SAYFA 8
DAÜ BİR-SEN' in kurulduğu günden bu yana üye sayısı hep inişli çıkışlı oldu. Çünkü başlangıçta büyük bir grubun DAÜ PER-SEN' den kopmasına rağmen, bir süre sonra yapılan baskılar, okuldaki tehditler, üniversite yönetimi ile DAÜ PER-SEN yönetiminin birlikte yürüttükleri saldırılar karşısında tabi ki gerileyen insanlar oldu. Bu şekilde DAÜ BİR-SEN de başlangıcından itibaren hep tutarlı bir çizgi izleyerek üniversite yönetiminin bu saldırılarına hep karşı duran ve işbirlikçi DAÜ PER-SEN yönetimini eleştiren bir sendika oldu. Daha sonra üniversitede birkaç yıl sonra sözde ekonomik krizler patlak verdi. Bu dönemde de yine DAÜ PER-SEN yönetimi aslında UBP yanlısı bilinirken, bir anda CTP yanlısı gibi hareket ederek, yine çalışanlarına sırtını döndü ve yine çalışanlara karşı ihanet içerisinde oldu. Bu dönemde üniversite de hem DAÜ BİR-SEN üye sayısı bakımından yetkili sendika olmamasına rağmen önderliği eline almış ve işçi ve memurların yapılan haksızlıklara karşı örgütleyen sendika olmuştur. Bu süreç içerisinde DAÜ-SEN ile de dayanışma içerisinde mücadelesini sürdürmüştür. Üniversite yönetimleri, değişen rektörler ve üniversite yetkililerine, hatta hükümetlere rağmen, her zaman DAÜ PER-SEN ile işbirliği yapmış, DAÜ PER-SEN' i korumuş, DAÜ PER-SEN de bunun karşılığında üniversite yönetimlerinin toplu sözleşme ihlallerine, maaş indirimlerine sesini çıkartmamıştır. Ama DAÜ BİR-SEN' in çalışanlara öncülük etmesi ile onlarda zaman zaman bu mücadeleye katılmak durumunda kalmışlardır. Bir dönem DAÜ PER-SEN' in de katılımıyla üç sendika ortak mücadele vermiştir. Ancak yine bir aşamada DAÜ PER-SEN satın alınmıştır. Dolayısı ile o günden başlayarak DAÜ BİR-SEN, yetkiyi ele geçirememiştir. Girdiği iki referandumda çok yüksek oylar almasına rağmen. Ondan sonra da hem hükümetlerin, hem üniversite yönetimlerinin DAÜ PER-SEN ile yaptığı işbirliği sonucunda referandum yaptırabilir duruma bile gelememiştir, üniversitede. Her iki yılda bir yasal hakkı olmasına rağmen üniversite yönetimleri bu referandumları yaparak, yetkili sendikanın değişebileceği ortamları yaratmamıştır, yaratılmasını engellemiştir. Son dönemde açıkça, rektör tarafından da, referandum yapılmasını, okulda gerginlik olmasını istemediği, yüzümüze söylenmiştir. Bizler de gerginlik olmadan bunun yapılabileceğini, bunun yasal bir gereklilik olduğunu söylediğimizde, “ben bunu yaptırmıyorum” demiştir. Bizler de o zaman mahkemeye başvurup, yasal haklarımızı arayacağız dediğimizde ise “ben mahkemeye de müdahale ederim, ama bu referandumu yaptırmam!” demiştir. Neticede de dediği gibi olmuştur. Son derece yasalar açık olduğu halde, referandumun yapılması gerektiği halde, mahkemeden bile, “Hayır, itirazınız yersizdir..! referandum yapılmasına gerek yoktur” yönünde Mağusa Kaza Mahkemesi'nden karar çıkmıştır. BARİKAT: Sizce bu karar nasıl çıktı? TEVFİK YOLDAŞ: Bilmiyorum. Rektöre inanacak olursak, kendi müdahalesi sonucunda çıktı. Çünkü bize açıkça, “Ben gerekirse mahkemeye de müdahale eder, ama bu referandumu yaptırmam” dedi. Bunu da bütün sendikamızın yönetim kurulu üyelerinin önünde söyledi.
EYLÜL 2011
BARİKAT: Peki sizce bu nasıl bir yetkidir? Yani sonuçta o rektördür. Yargıya nasıl müdahale edebilir? TEVFİK YOLDAŞ: Tabi onu da rektöre sormak lazım, o gücü nerede buluyor diye ama yani ülkemizde maalesef içerisinde yaşadığımız koşullarda bu tip ilişkilerin, siyasal bazda bu tip ilişkilerin, mümkün olduğunu birçok olayda yaşayarak görüyoruz. Ne yazık ki gerçek bir hukuk ve yargı sistemi olmadığını, yargının çoğu zaman egemenlerin buyruklarına, kontrolüne girdiği ve buyruklarına boyun eğdiğini, birçok olayda görüyoruz. Herhalde benzer bir şekilde olmuştur. Belki hiç bağlantısı yoktur ama rektörün de bize kendi makamında verdiği böyle bir açıklama vardır. Dolayısı ile bu açıklamadan sonra böyle bir sonuç çıkınca ikisi arasında bağ kurmadan tabi ki edemeyiz. Buna rağmen DAÜ BİR-SEN kurulduğu günden beridir, hep çalışanların yanında yer almıştır. Çalışanların haklarını her ihlalinde sesini yükseltmiş, bundan dolayı yöneticileri defalarca tacize uğramış, haklarında soruşturmalar açılmış, çeşitli yöneticilerine birçok defa görev yeri değişiklikleri ile sürgünlerle, baskılar yapılarak, caydırılmaya çalışılmış, tehditlerde b u l u n u l m u ş t u r. Yi n e C T P h ü k ü m e t l e r i dönemindeki rektör, açıkça ya sendikayı bırakırsın, ya seni şöyle ederim, böyle ederim, diye defalarca tehdit etmiştir. Yalnız görevden uzaklaştırmakla değil, eğer bu çerçevenin dışına çıkarsan seni bu üniversiteden de atarım diye, tehditler de savurmuştur. Defalarca Vakıf Yöneticiler Kuruluna, Üniversite Yönetim Kuruluna, sendikacıların okuldan atılması konusunda öneriler götürmüştür. Yani böyle bir ortamda çalışanların haklarını savunmaya çalışan bir sendikadır DAÜ BİR-SEN. Çok ciddi baskılar, tehditler, görmüştür. Yalnızca yöneticileri değil, tek tek üyeleri, sırasında Vakıf Yöneticiler Kurulu Başkanları tarafından makamlarına çağırılarak, sırasında rektörler tarafından, sırasında diğer sendika, DAÜ PER-SEN tarafından bazen müdürleri, amirleri tarafından tehdit edilmiştirler. Ama buna rağmen sendika, varlığını sürdürebilecek kadar üyeye her zaman sahip olmuştur. Ve gördüğü zarara, her türlü zarara rağmen, çalışanlar, bu sendikanın varlığını sürdürebilmesi için gerekli katkıyı koymuştur. DAÜ BİR-SEN de bu çizgisini hiç terk etmemiş, her zaman çalışanlarının yanında yer almış, ülkedeki diğer sendikalarla, yalnızca DAÜ içerisinde kalmayarak, sendikacılık anlayışı gereği, ülkedeki mücadeleye her zaman destek vermiştir. Mücadeledeki bütün sendikalarla dayanışma içerisinde olmuş, gücü oranında onların mücadelesine katkı koymuştur. Bir dönem Kıbrıs Barış Platform'u adı altında kurulan birliğin içerisinde yer almıştır. Son dönem Sendikal Platform içerisinde yer almıştır. Dolayısı ile İki Toplumlu Barış İnisiyatifi diye bir inisiyatifin içerisinde yer almaktadır. Yani DAÜ BİR-SEN, DAÜ çalışanlarının haklarının sadece DAÜ' de mücadele edilerek kazanılabileceğini düşünmez. Ülkedeki genel baskıların, çalışan haklarına yönelik genel saldırıdan, DAÜ' de yaşayarak, etkilenilmeyeceğini düşünmez. Genel durumun DAÜ çalışanlarını da etkileyeceğinin bilincinde olduğu için, her zaman hem sendikal anlayışının gereği, hem de bunun DAÜ' nün ülke genelinden bağımsız yaşayamayacağını bildiği için her zaman ülke genelindeki mücadeleye de destek vermiştir. İttifaklar içerisinde yer almıştır ve diğer sendikalarla dayanışma içerisinde olmuştur. Ülke sorunları, yalnızca DAÜ içerisindeki sorunlara değil, ülke sorunlarına da duyarlı hareket etmiştir.
İŞÇİ-SENDİKA
SAYFA 9
Bugüne kadar da bu şekilde gelmiştir sendikamız. etkileyeceğini bilerek mücadele etmiştir. Özlük Mücadelenin her zaman içerisindedir ve olmaya da haklarının geriletilmesi, öğretim üyelerinin, örneğin ders yüklerinin artırılmasının, dönüp devam edecektir. öğrencileri de olumsuz etkilediği bir gerçektir. BARİKAT: DAÜ-SEN ile ilişkileriniz nasıl? Dolayısı ile bu mücadelelerde ilerici öğrenci Birlikte mi hareket ediyorsunuz yoksa herhangi hareketi ile çalışanların hareketi hiçbir zaman ters düşmedi. bir noktada ayrılıklarınız oluyor mu? TEVFİK YOLDAŞ: Şimdi, tabiî ki iki ayrı Zaten burada esas olan, sendikayız. Dolayısı ile zaman zaman farklı BARİKAT: düşündüğümüz konular da olmuştur geçmişte. akademisyenlerin, işçi memur ve öğrencilerin Ama gerek Sendikal Platform içerisinde DAÜ- ortak kavgasını vermesi. SEN ile birlikte mücadele ettik biz, gerekse de şimdiki yönetim kurulundaki arkadaşlarımızla son TEVFİK YOLDAŞ: Bu anlamda ters hiçbir derece iyi ilişkiler içerisindeyiz. Her konuda aynı durum yaşanmadı aslında üniversitede benim düşünüyoruz diyemem. Ama temel prensiplerde, hatırlayabildiğim. Zaman zaman üniversite yani sendikaların, çalışanların üyelerinin hem y ö n e t i m i , k e n d i b u y r u ğ u n d a k i , k e n d i YAZenI ön planda güdümündeki bazı öğrenci gruplarını veya ekonomik, hem de siyasal haklarını tutarak, mücadele etmesi gerektiği konusunda, örgütlerini, kullanmaya çalışmıştır. Bunlar, üniversitedeki politikaların her zaman yönetim güdümündeki öğrenci grupları oldukları çalışanlardan yana politikalara zorlama için cılız hareketler olmuştur her zaman. Yoksa konusunda, üniversitedeki araştırma kalitesinin öğrencileri gerçek anlamda temsil eden, artırılması konusunda, bilimsel temelde eğitimin öğrencilerin haklı talepleri için mücadele eden yapılması konusunda ve ülkemizde yaşanan ilerici öğrenci hareketleri ile hiçbir zaman sıkıntılar ve uygulamadaki bu neo-liberal çelişmedi okuldaki sendikal mücadele. ekonomik politikalara karşı mücadele konusunda, Diğer okullardaki sendikal birlikte mücadele etmekteyiz, hareket etmekteyiz. BARİKAT: mücadeleleri nasıl görüyorsunuz? Bildiğiniz BARİKAT: Okuldaki öğrenci grupları vardır ki gibi 6 tane üniversite var ülkemizde. Ama ülkedeki birçok gelişmeyi de sorgulayan görebildiğimiz kadarıyla okul içerisindeki gruplardır bunlar. Bu gruplarla iletişiminiz sendikalarda, özellikle DAÜ' deki sendikalar, nasıldır? İşbirlikleriniz var mıdır? Varsa neyi aktif bir şekilde görev yapıyor. DAÜ-SEN ile önde tutuyorsunuz? Ne derece birlikte hareket DAÜ BİR-SEN' in pozisyonu, diğer okullarda çalışan sendikalardan daha önde gibi duruyor edebiliyorsunuz? şu anda. Bunu neye bağlayabilirsiniz? TEVFİK YOLDAŞ: Ben, DAÜ BİR-SEN'in ö ğ r e n c i h a r e k e t l e r i i l e i l e r i c i ö ğ r e n c i TEVFİK YOLDAŞ: Bunu tabi o kurumlardaki hareketleriyle, ters düştüğünü hiç hatırlamıyorum. işverenlerin çok acımasız baskılarına bağlıyoruz. Bir dönem DAÜ KÖB adı altında Kıbrıslı Aslında değil bir sendikal hareketin öne çıkması, Öğrenciler Birliği diye bayağı da güçlü olduğu sendikalaşmaya hiçbir şekilde izin verilmemiştir, dönemler olan bir örgüt vardı. O dönemden diğer üniversitelerde. Lefke' de biliyorsunuz bir başlayarak, ilişkilerimiz olmuştur. Daha sonra dönemde olaylar yaşanmıştı. DAÜ KÖB' ün dağılmasının ardından ise, çeşitli KTÖS' e üye olan akademisyenler üzerinden dönemlerde çeşitli öğrenci hareketleri olmuştur. yürütülen bir mücadelede. Çok şiddetle Özellikle DAÜ Kolektif Öğrenci Hareketi, adı bastırılmıştı. UKÜ' de yine bir dönem DEV-İŞ altında hareket eden öğrencilerle her zaman üyesi, daha doğrusu DEV-İŞ çatısı altında bir dayanışma içerisinde olduk. Onlar da çalışanların sendika kurulmaya çalışılmıştı. Ama orada da mücadelesi ile dayanışma içerisinde oldular. Yani işveren çok sert tepki göstererek çalışanlara DAÜ' deki ilerici öğrenci hareketi, zaman zaman saldırmıştır ve sendika kurma çalışması dışarıdan bakıldığında işçi, memur ve öğretim içerisindeki çalışanları işten atmıştır. Ülkemiz üyelerinin verdiği mücadele, onların aleyhine gibi yasalarında bunun açıkça yasaklanmış olmasına görünse veya gösterilse bile, DAÜ' deki ilerici rağmen, kimse, yine CTP iktidarı döneminde öğrenci hareketi her zaman bu mücadelede, olmuştur bunlar, Çalışma Bakanlığı en küçük bir çalışanların yanında yer almıştır. Dolayısı ile bizler müdahalede bulunamamıştır. Sonuç olarak orada de DAÜ çalışanları olarak, ilerici öğrenci da örgütlenme başarılamamıştır. Dolayısı ile Lefke' hareketini, her zaman için destekledik. İş birliği de şimdi vardır bir sendikal örgütlenme. Ama y a p t ı k v e b i r l i k t e e t k i n l i k l e r y a p t ı k , Lefke dışındaki hiçbir üniversitede sendikal organizasyonlar yaptık. Bunlar hem öğrencilerin ö r g ü t l e n m e y o k t u r. İ ş v e r e n l e r i z i n hem bizim sendikamızın içinde ortak olarak yer vermemektedirler ve yasalarımızı uygulamakla aldığı, şu anda aklıma gelen, bu İşçi Filmleri yükümlü olan hükümetlerde buna göz Festivalinin organizasyonudur. Türkiye'de yapılan yummaktadırlar. Çünkü DAÜ' deki sendikaların İşçi Filmleri Festivali'nin Kıbrıs'a diğer örgütlerle verdiği mücadelenin oralarda da çalışanları birlikte, birkaç kez getirilmiştir. Mağusa ayağında hareketlendirmesine karşıdırlar. Maalesef oradaki da oradaki örencilerle birlikte hareket ettik. Geçen çalışanlar, işçiler olsun, memurlar olsun, yıl da, ondan önceki yıllarda da vardı. akademisyenler olsun, son derece ağır şartlarda, Başlangıcından beri, ilerici öğrenciler de hiçbir sosyal hakları olmadan, bir çok hakları üniversitedeki mücadelenin içinde yer aldılar ve çiğnenerek ve gasp edilerek çalışmaktadırlar. Öyle sendikamız da her zaman onlarla işbirliği içinde üniversitelerimiz vardır ki yaz geldiği zaman olmaktan yana oldu. Çünkü üniversitenin genel çalışanlarını işten çıkartmakta, üç ay sonra da a n l a m ı y l a b i l i m s e l e ğ i t i m v e r m e s i y l e , tekrar almaktadır. Yaz aylarında maaş vermemek üniversitedeki eğitim ve araştırma kalitesinin için koskoca akademisyenlere işçi muamelesi artırılmasında hem çalışanların hem öğrencilerin yapmaktadırlar. Ya da hiçbirinin ihtiyat sandığını, yararına olan işlerdir. Aslında çalışan örgütleri, sigortasını yatırmamaktadırlar. Yani maalesef diğer üniversitedeki, eğitim kalitesinin ve imkanların üniversitelerde, sendikal örgütlülük açısından, geriletilmesine karşı mücadele ettiğinde, bunun ülkemizdeki genel olarak özel sektörde hakim olan öğrencilerin alacağı eğitimi de olumsuz örgütsüzlük ve zihniyet orada da vardır.
EYLÜL 2011
BARİKAT: Yani gidişat da zaten şu anda gösteriyor ki özel sektör bir çıkmazda bu konuda. Tabi ki diğer üniversitedekileri çalışanların hiç sorgulamadığını söylemek mümkün değil. Ancak sanki öncülük edebilen bir yapılanmanın da eksikliği var gibi. Bunun için ne söyleyebilirsiniz? Yani bunun sizce asıl sebebi nedir? TEVFİK YOLDAŞ: Ne yazık ki söylediklerinize katılamayacağımı söyleyemeyeceğim. Doğrudur, oralarda bu mücadele, başarıya ulaşamamıştır. Yani hiç denenmemiş değildir ama yapılan denemelerin, başarısızlıkla sonuçlanması ve orada sendika kurma girişiminde bulunan çalışanların, işsiz kalması açıkçası, işten atılması veya başka zararlar görmeleri, tabi ki yıldırıcı olmuştur. Diğer çalışanları etkilemiştir. Bunu kabul etmemek lazımdır. Ülkemizdeki yasalar, tamamen çalışanın bu anlamda yanındayken, yani sendika kurma özgürlüğü tamamen yasal olarak tanınmış bir hak iken, yılgınlıkla sonuçlanması ve birliktelik içerisinde o gerekli tavrı sergileyebilse çalışanlar bu konuda, işvereni geriletebilecektirler. Ama maalesef ülkemizin genel koşulları ve işsiz kalma korkusu ve işsiz kalınması durumunda, bir başka iş bulabilme imkanının çok az olması gibi nedenlerle, çalışanlar, hiç işimin olmamasındansa, haklarımın gasp edildiği, belki sömürülüyorum, bir çok hakkım tanınmıyor ama hiç olmazsa bir işim var, deme noktasına getiriyor çalışanları ve bu koşullara, mutlu olmamalarına rağmen razı olmak durumunda kalıyorlar. Buna tepki koymak istediklerini tabi ki ben de biliyorum. Çok sayıda arkadaşımız oralarda görev yapmaktadırlar, ama bugüne dek, mücadelede o başarı sağlanamadı. Bundan sonra umarım, illa ki bir gün bu konuda diğer üniversitelerin çalışanları da o örgütlülüğü sağlayıp, işverene karşı direnmeyi başaracaktırlar diye düşünüyorum. BARİKAT: Biraz da bu son dönemdeki sıcak gelişmelerden bahsedelim. Özellikle DAK'ın oluşum süreci mesela. Bunları tabi ki gündemde olduğu için sürekli olayların nasıl geliştiğini biliyoruz. Ama bir de bu işin sizin sendikanız açısından da bir bakış açısı vardır. Biz hep medyadan ve sivil toplum örgütlerinden takip edebiliyoruz ama biz bu olayların gelişimlerini, iç yüzlerini, siz daha fazla bu işin derin detayını bildiğiniz için kendi yorumunuzla, en son gelinen süreci değerlendirebilir misiniz? TEVFİK YOLDAŞ: Bunu biraz önce de dile getirdim. Sendikamızın bakış açısı hep böyle olmuştur. DAÜ, bu ülkenin içerisinde yer alan bir kurumdur. Dolayısı ile Kıbrıs'ın kuzeyinde, geçerli genel koşuşlardan bağımsız değil. Baktığımızda ülkemizdeki yapıya, ne yazık ki normal, batılı ülkelerde gördüğümüz anlamda dahil bir demokratik yapının olmadığı. Evet, bir parlamentosu olan, ama parlamentosunun göstermelik olduğu bir ülkede yaşamaktayız. Elçilik tarafından ve elçilikteki çeşitli birimler tarafından yönetilen bir yapılanma var. Dolayısı ile maalesef bunun sancılarını DAÜ'de de yaşamaktayız. Kurulduğu dönemde ülkemizdeki birçok sektör 1974'ten sonra Türkiye'deki yapının eksiklikleri ve aksaklıkları üzerine sektörler icat etmiştir. Bir dönem bavul ticareti diye Türkiye'ye girişi yasak olan ürünleri, uzak doğudan ithal ederek Türkiye'ye satarak ekonomi kurulmuştu. Bir süre sonra Türkiye'de bir karar alındı ve bir gecede bütün o ekonomik sektör çöktü. Buna benzer şekilde, sektörler yaratıldı çeşitli dönemlerde
İŞÇİ-SENDİKA Kıbrıs'ta. Şimdi de mesela, kumarhaneleri Türkiye'de kapatarak, Kıbrıs'ın kuzeyine getirerek kurdular. Bir başka, bu çizgide oluşturulmuş sektörler de üniversitelerdir. Türkiye'de üniversite eğitimi almak isteyen öğrencilerin talebini karşılayamadığı için, devlet veya kurulan genel sistem, Kıbrıs'ın kuzeyinde kurulan üniversitelere bu fazla öğrencilerin bir kısmının, orada eğitim görmesi, o dönem Türkiye'yi yönetenlerin işine geldi. Çünkü bir miktar daha öğrencinin eğitim alması demekti ve bir kısım baş ağrısından kurtulma anlamı taşıyordu. Bu kısa sürede burada bir sektör doğmasına sebep oldu. Yeni üniversiteler açıldı. Sayıları 5'e daha sonra Türkiye'den gelen ODTÜ ile 6'ya çıktı. Aslında bu sene İTÜ ile de 7'ye çıkacak. Şimdi başlangıçta Türkiye'de yeterli YAZI çok büyük kontenjan olmadığı için üniversitelerde, bir talep oldu. Belki DAÜ diğerlerinden farklı olarak başlangıçtan beri Türkiye dışından da hep öğrencisi olan bir üniversiteydi ama özellikle diğer üniversiteler, tamamen Türkiye'den gelen öğrenciye dayalı faaliyet gösterdiler. Türkiye bu eksiğini de şöyle veya böyle, iyi veya kötü kapatınca yeni kontenjanlar oluşturmayı da başarınca, Türkiye'deki öğrenci talebinin büyük çoğunluğu Türkiye içerisinde eğitilmeye başlandı. Kıbrıs'ın da kuzeyine gelen öğrenci sayısında da azalma görüldü. BARİKAT: Türkiye'deki bugünkü iktidar başa gelirken, üniversite sayısını dörde katlayacağını söylemişti ve hakikaten de bunu gerçekleştirdi. TEVFİK YOLDAŞ: Doğrudur, katlamıştır veya katlamaktadır zaten şu anda. Bu konuda çok hızlı bir şekilde yol almaktadır. Belki de iktidara geldikleri dönemde 40-50 olan üniversite sayısını bugün 170'lere, 180'lere çıkartmıştır. Ayrıca 250300 üniversite hedefleri olduğu da bilinmektedir. Bu yapılırken tabi ki maalesef uyduruk üniversiteler açılmıştır. Gerek özel üniversiteler, vakıf üniversitesi altında yetersiz kadro ve altyapıyla faaliyete geçmiştir. Gerekse devletin sadece tabeladan ibaret olduğu, personeli bile olmayan, kampüsü bile olmayan, binası olmayan üniversiteler kurulmuştur. Ama oralara yerleştirme yapmaktadır sistem. Dolayısı ile Kıbrıs'a gelen öğrenci sayısı azalmıştır. Vakıf üniversitesi adı altında kurulan ve hızla sayıları artan özel üniversiteler Kıbrıs'a öğrenci akışını kendilerine tehdit görmektedirler. Bu nedenle de özel kampanyalar düzenlenmektedir her sene Kıbrıs'a öğrencilerin gelmemesi için. Dolayısı ile bu gibi gelişmeler, Kıbrıs'taki üniversitelerin öğrenci akışında azalma yaratmış, bu da üniversiteleri bütçe ve ekonomik anlamda sıkıntıya girmesine sebep olmuştur. Tabi ki burada bir başka çarpık yapı çıkıyor ortaya. Çünkü DAÜ gibi kamuya ait, devlete ait bir üniversiteye buradaki devlet dediğimiz yapı, özel üniversite muamelesi yapmaktadır. Kısacası, “Bana ne, öğrenciden aldığın parayla geçin. Yatırım için dahi olsa ben bir kuruş para vermem.” Diye hareket etmektedir. Bundan dolayı da, sanki üniversite öğrenci gelirleri ile geçinmek zorundaymış gibi bir anlayışı, tüm ülkeye yayarak, devlet katkısını sıfıra indirmiştir. Oysa biliyoruz ki bütün dünyada devlet üniversiteleri hep vardırlar ve var olacaklardır. Devlet üniversitelerinin finansmanı da devlet tarafından karşılanacaktır. DAÜ tektir. Devlet üniversitesi olduğu halde, devletin katkı yapmadığı, devletin hiçbir şekilde bütçesine, yasal olarak bugün hala DAÜ yasası, tersini emretmesine rağmen, devlet tek kuruşluk yardım yapmamaktadır. Yani, DAÜ yasası başka bir
SAYFA 10
şekilde söyleyecek olursak, devleti DAÜ bütçesinin ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü tutmasına rağmen, devlet bu yükümlülüğü yerine getirmemektedir. Dolayısı ile bu hem üniversiteyi sık sık öğrenci harçlarını artırarak, öğrenci ailelerinin bütçelerine zarar vermesine yol açmaktadır. Öğrencilere bu şekilde zarar vermektedir. Daha az öğrencinin eğitim alabileceği koşulları dayatmaktadır. Hem de hiçbir zaman yeterli bütçesi olamadığı için ya yatırımlarını kısmaktadır, ya da çalışanların haklarına el uzatmaktadır, haklarını gasp etmektedir. Dolayısı ile öğrenciyi de başka tarafa kaçırmaktadır. Şimdi böyle bir resim vardır elimizde. Bu da yetmezmiş gibi elçilikteki çeşitli birimlerin talimatlarıyla yönetildiğimizi söyledik. Onlarda bir üniversitenin bütçesinin nasıl denkleştirileceğine, karışmaktadırlar. Son olarak da bu üniversiteye şu dayatılmıştır. Belli bir miktar, borç yükü vardır bu üniversitenin, devletin karşılamadığı yükümlülüklerinden dolayı. Bu borçla ilgili kaynak bulma konusunda şart getirmiştir üniversiteye. Şimdi biz hiç duyar mıyız Türkiye'de İTÜ'nün bütçesi, ekside mi artı da mı ya da ODTÜ'nün, hocaları kaç para alır ya da hocalarına şu kadar, devlet bütçesine yardım yapmıştır diye? Duymayız çünkü bütün giderlerin yüzde yüzünü devlet karşılar. Ama Kıbrıs'taki aynı konumda bulunan DAÜ için Türkiye'nin elçiliğindeki yetkililer, diyebiliyor ki, “Hayır, siz kimseden para almayacaksınız. Sizin açığınız vardır. Siz eksidesiniz. Dolayısı ile bunu da eğer bütçenizi dengelemezseniz, size öğrenci gelmesine bile izin vermeyeceğim.” Bu şekilde dayatma yapmaktadırlar. BARİKAT: Mesela Türkiye'de ODTÜ'den, İTÜ'den bahsettik. Ancak belki de o üniversitelerinde ciddi bütçe açıkları vardır. T.C Devleti'nin de kendi içerisinde tuttuğu konuda s ı k ı n t ı l a r ı v a r d ı r. T ü r k i y e b u g ü n , özelleştirmeler sürecini yıllardan beri yaşayan bir ülkedir. İMF' ye de ciddi miktarlarda borçları vardır. İlerde herhangi bir dayatma karşısında; “karşı bir duruş” sergileyebilecek bir gücü var mıdır sizce T.C Devleti'nin? TEVFİK YOLDAŞ: Aslında çok güzel bir noktaya değindiniz. Uzun vadede Türkiye'deki devlet üniversitelerinin de ya özelleştirilmesi, ya da eğitimin maliyetinin önemli bir kısmının öğrencilere yüklenmesine yönelik projeler vardır. Özel üniversitelerin açılmasına izin vermenin bir sebebi de budur. Öğrencileri ve halkı ücretli eğitime alıştırdıktan sonra, kendi devlet üniversitelerinde aslında ikincil öğretim adı altında akşam öğretimi de ücretlidir. Yani ikinci öğrenime yerleşmeyi kabul eden öğrenciler, ücret ödeyerek okumaktadırlar. Bunun yaygınlaştırılarak, devlet üniversitelerinin de giderlerinin bir kısmını halka ve öğrencilere ödetme planı mutlaka vardır. Ama şu aşamada şunu şimdi kimse sorgulamıyor Türkiye'de. Diyelim ki İTÜ'nün 70.000 öğrencisi var, bir miktar da bütçesi var. Peki geliri nerededir? Yoktur. Tabiî ki bir takım araştırma gelirleri olabilir ama o bütçesini karşılamaya hiçbir şekilde yeterli değildir. Veya tıp fakültesi olan üniversitelerin belki bir takım döner sermayeleri vardır. Techno Park'lardan gelirler elde eden bazı üniversiteler vardır ama hiçbirinin elde ettiği gelirler, bütçelerinin değil karşılanması, onda birini karşılamaz. Ama bu sorgulanmıyor. “Devlet üniversitesidir, devlet giderini karşılar.” denilip geçiliyor. Ama aynı şeyi buradaki devlet
EYLÜL 2011
üniversitesini neredeyse dizlerinin üzerine çökertiyor. Öğrenci akışını engellemekle tehdit ediyor. Bizim anladığımız kadarıyla, yaşadıklarımızdan edindiğimiz izlenim, DAÜ'nün biraz önce de belirttiğim bir takım mali sıkıntılarının karşılanması için kaynak yaratma karşılığında bu ilkokul ve kolejinin yani üniversite öncesi eğitim kurumlarının elden çıkartılması koşulu getirilmiştir üniversiteye. Bu kamuoyuna açıklanmasa da böyledir. Şarta bağlanmıştır. Üniversiteye bulunacak maddi kaynağın, üniversitenin bütçesini denkleştirmesi şartına bağlanmıştır. Denkleştirme önünde de engel gösterilmiştir, üniversite öncesi eğitim kurumları ve elden çıkartılmıştır. Ya bütçesini denkleştirirsiniz. Çalışanların maaşlarının yarısının kesilmesi veya çalışanların yarısının işten çıkartılmasıyla sağlanabilecek bir şeydir. Önce bunu yapmayı denediler, çalışanlar direnç gösterince, o zaman biz de bunları elden çıkarırız dediler. Böylelikle, özelleştirme de demeyelim, birilerine hediye etme ya da üniversitenin kafasına vurularak, üniversiteye ait bu kurumlar üniversiteden kopartılmıştır. Açıkçası yapılan budur. Bu ana hatlarıyla DAÜ'de yaşanan budur. Buna karşı çok doğal olarak, orada çalışanların örgütlü oldukları DAÜ-SEN'in öncülüğünde bir mücadele başlatılmıştır. Sendikamız da bu mücadeleye destek vermiştir. Yalnız sendikamız değil, ülkemizdeki bütün sendikal hareket destek vermiştir. Bütün sivil toplum kuruluşları, bütün kamuoyu aslında bu yapılanın yanlış, usulsüz ve hukuk dışı olduğunu görmüş, bilmiş ve buna karşı durmuştur ama ne yazık ki, diğer olaylarda yaşandığı gibi burada da bütün kamuoyunun tepkisine, herkesin yanlış bulmasına rağmen, bu peşkeş çekme olayı bu DAÜ'nün kurumlarının DAÜ'den koparılma olayı gerçekleştirilmiştir. Şimdi kendi kurallarına bile uymamıştır devlet bu işi yaparken. Kendi koyduğu kurallara bile uyma ihtiyacı hissetmemiştir. Ne bakımdan hissetmemiştir? Örneğin neden Doğa Eğitim Kurumlarına verilmiştir bu kurumlar? Bu sorunun cevabı yoktur. Başka kurumlar talip olduğu halde neden DOĞA'ya verilmiştir. Bunun açıklaması yoktur. Benzer şekilde. Örneğin açığı olduğu söyleniyor. O kadar küçük bir bütçe açığıdır ki açık, kapatılması içten bile değildir. Çok ufak hamlelerle çözülebilecek bir sorundu. En basit çözümü arayacak olursak, ücretlerde biraz artış yapılırdı ki DOĞA'da geldiği zaman bu artışı yapmıştır. DOĞA'nın yaptığı artışı üniversite yapsaydı zaten açık kapanırdı. Çalışanlar her türlü fedakarlığa razı olduklarını söylediler. Buna rağmen geri adım atmamıştır üniversite. Yani bütün bu mantıkla, akılla, ekonomiyle açıklanamayacak soruları gördüğünüz zaman demek ki bu peşkeş çekme olayı perde gerisinde, aslında gerçek sebebin ne bu yapıların ekonomik açıdan ekside olması veya zayıflığıdır, ne başka ihtiyaçtır. Bir başka ortaya atılan gerekçe, bu DOĞA bu alanda uzmandır, o yüzden ona veriyoruz denildi. Daha sonra öyle bir şey olmadığı da ortaya çıktı. Bir üniversitenin zaten bu gerekçeyi ortaya koyması, utanç vericidir. Çünkü kolej eğitimini yapamayan, üniversite eğitimini nasıl yapar diye sorarlar günün sonunda. Dolayısı ile bütün ortaya konan gerekçeler, saçma sapan gerekçelerdir. Hiçbir geçerli mazeret ortaya koyamamıştır. Ama göz göre göre insanların gözünün içine baka baka, çalışanların, öğrencilerin, gençlerin, hocaların, akademisyenlerin kafalarına copları vura vura bu kurumlar DAÜ' den koparılıp, DOĞA'ya hediye edilmiştir. Dolayısı ile bunun da bir talimatla yapıldığı açık ve nettir. BARİKAT: Tabi ki burada vakıfın ve okul rektörlüğünün bu piyonluğu gerçekleştirirken baş rolde oldukları da apaçık ortada. Elçilik ve hükümetten alınan talimatları uygulamayı da başarıyorlar. Özellikle vakıfın çok büyük bir rolü vardı. Bu işi ustalıkla yaptılar. TEVFİK YOLDAŞ: Tabi ki özellikle sürecin gizlilikle yürütülmesinde başarılı bir şekilde yaptılar. Ama uzmanlık mı emin değilim. Çünkü ortaya çıktığı zaman, ben burada uzmanlıktan çok güç görüyorum. BARİKAT: Bir de şunu düşünün KTHY özelleştirme sürecinde o kadar çok medya önünde
İŞÇİ-SENDİKA yapıldı ki bu olay, ardından DAK olayı geldiğinde sanki iş KTHY' deki gibi apaçık yapılmadı; ve gizliliğe daha çok önem verildi gibi.. TEVFİK YOLDAŞ: Tabi ki uzun bir süre gizli yürütüldü operasyon. O doğrudur. Ama açığa çıktıktan sonra, aslında çok büyük bir dirençle karşılaştı. Hem çalışanların, hem ülke kamuoyunun, hem sendikal hareketin, herkesin. BARİKAT: Peki olayın açığa çıktığı esnada her şey bitmemiş miydi? TEVFİK YOLDAŞ: Aslında bitmemişti. Bunu kaba kuvvetle yaptılar, döverek yaptılar, dayatmayla yaptılar, yasalara aykırı yaptılar. Bu konuda hukuki süreçten de bir sonuç çıkmayacağı başından beri belliydi. Beklenen de oldu. Hala daha da bugün, YAZIsözleşmeyi incelediğinizde zaten bunun bir ekonomik getirisinin olmadığı üniversiteye açıktır. Hatta götürüsü olduğu ortadadır. Bir sürü yükümlülükler getirmektedir üniversiteye bu anlaşma. Bir de yükümlülük dışı işler yapılmaktadır. Aylarca, bu özel şirketin yöneticilerine, eleman tahsis edilmiştir, araç tahsis edilmiştir, üniversitenin imkanları, kullandırılmıştır. Bugün hala daha devredilmiş olan bu kurumlarda, devredildiği halde, örneğin ilkokulda bilgisayar bozulsa DAÜ' nün personeli gidip tamir etmektedir o bilgisayarı. Hala daha bunlar yapılmaktadır. Şu vardır, hem üniversite yönetimi, vakıf yönetimi ve rektörü, kural tanımaz, keyfi bir anlayışla, yönetimlerini sürdürmektedirler. Bu konuda da, nereden güç aldıkları ortadadır. Kendileri de açıkça ifade etmektedirler zaten, bu üniversiteyi bu şekilde yönetebilmek için sırtlarını bir yere dayamak zorunda olduklarını. Başka türlü Türkiye'den öğrenci getiremeyeceklerini. Çeşitli ortamlarda, çeşitli defalarda ifade etmekte, dile getirmektedirler. Ve oradan güç alarak yaptıkları da bellidir. Bu nedenle ben bunun bir marifetten çok, güçle, halka rağmen, kamuoyuna rağmen, çalışanlara rağmen, iş adamlarına rağmen, zorla, döve döve yapıldığını düşünüyorum. Hala daha da yasa, kural tanımaksızın üniversitenin imkanlarını bu özel şirkete kullandırmaktadırlar. Suç işlemektedirler. Hukuk düzeni olan bir ülkede yaşıyor olsaydık, yaptıkları baştan aşağıya suçtur, ama işte bu içinde yaşadığımız koşullardan kaynaklanan nedenlerle, keyfi olarak, yasaya kurala rağmen görevlerini yürütmektedirler. DAÜ maalesef, buna benzer dönemleri geçmişte de yaşadı. Çok böyle, yöneticiler, göreve gelinceye kadar herkese kendilerini şirin gösterip, sanki kendilerinden önce yasaları, hukuku, kuralları çiğneyenleri eleştirip, bunun için sırasında tepki koyup, greve bile gitmiş insanlar, daha sonra kendileri yönetici oldukları zaman kendilerinden önceki yöneticileri aynen taklit edip ne yasa, ne tüzük, ne kural, ne hukuk, ne insanlık, ne akıl ne vicdan tanımamaktadırlar. Ve üniversiteyi bu şekilde keyfi olarak, babalarının çiftliklerini yönetir gibi yönetmektedirler. Ama işte, içerisinde yaşadığımız koşullarda, maalesef bu mümkün olmaktadır. Çalışanlar, direnmektedirler, direniş göstermektedirler. Ama bu direniş bu olayda en azından yeterli olmamıştır. İstenilen sonucu vermemiştir. Maalesef bu kurumlar, bu üniversiteden kopartılmıştır. Ama bunun DAÜ ile sınırlı kalmayacağı da gerçektir. DAÜ bu süreçte ne ilktir, ne de son olacaktır. BARİKAT: Şimdi bir de üniversitenin de özelleştirileceğine dair dedikodular vardır medyada yer alan. Bunun için ne söyleyeceksiniz? TEVFİK YOLDAŞ: Aksini düşünmememiz için bir sebep var mı? Geçmişte yaşanmış olan deneyimler vardır. Baktığımızda zaten bunun böyle olacağı, elçilikten verilen talimatın o olduğu da ifade edilmiştir. “Ya bütçenizi denkleştirirsiniz, ya özelleştireceğiz.” İfadesi çok sıklıkla dile getirilmiştir yöneticiler tarafından. Bu çalışanları sindirmek için kullanılan bir kozdur. Dolayısı ile bu yöntemle hedefe gitme, çalışanları geriletme hedeflenmektedir. Ama bir yandan bu hedeflenirken, eğer o olmazsa da aslında atılacak olan ikinci adımın o olduğu da açıktır. Tıpkı kolej
SAYFA 11
örneğinde olduğu gibi. Çok ilginçtir ki biraz önce Türkiye'den öğrenci akışının genel anlamda azaldığını söyledik. Ama buna rağmen her gün yeni üniversiteler açmaktadır Türkiye burada. Buna neden ihtiyaç duyulmaktadır? Madem Türkiye'de çok sayıda üniversite açılmıştır, üniversiteler kontenjanlarını arttırmıştır ve Türkiye'den üniversite eğitimi almak isteyen öğrencilerin talebini karşılamaya yeterlidir ve madem zaten burada 5 tane üniversite vardır. 6. Türkiye'den gelmiştir ODTÜ. Önce eğitim kalitesi düşüktür o yüzden öğrenci alamıyorsunuz denildi. ODTÜ gibi bir marka getirildi. Ama baktığınızda ODTÜ'nün de Türkiye'den öğrenci almakta başarısız olduğunu görüyoruz. Buna rağmen, İTÜ getirilmiştir. Buradaki üniversitelere ek olarak daha fazla üniversitenin de Türkiye'den getirilmesi gündemdedir. BARİKAT: Çukurova Üniversitesi hakkında da dedikodular vardı bir dönem. TEVFİK YOLDAŞ: Bunlar dedikodu değildir. Yani Çukurova'nın yetkilileri, rektörü tarafından yapılan açıklamalardır, Kıbrıs'a gelmek istedikleri, bunun için bazı girişimlerin yapıldığı. Bunlar bilinen şeylerdir. Buna rağmen, Kıbrıs'taki tek kamuya ait üniversite olan DAÜ' nün de elden çıkartılarak, belki onun görevini, Türkiye'den gelen ODTÜ, İTÜ, gibi kurumlara verilmesi de düşünülüyor olabilir. Ne yazık ki Kıbrıslı Türkler bu konuda söz sahibi değildirler. Yani geleceğimizle ilgili, yaşantımızla ilgili kararları biz alamadığımız için bizimle ilgili, birileri bir yerlerde bir takım kararlar alıp bize dayatıyorlar, dikte ediyorlar bize yapılmasını. İçinde bulunduğumuz şartlar bunlardır. BARİKAT: Son olarak gazetemiz aracılığıyla okurlarımıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mıdır? TEVFİK YOLDAŞ: Her şeyden önce Barikat Gazetesi'ne çok teşekkür ederim. DAÜ'de yaşananlarla ilgili gösterdiği duyarlılık ve dayanışma için. Her zaman her ortamda paylaştığımız şeyleri belki de bir kez daha Barikat okurlarıyla paylaşmak isterim. Biraz önce hangi şartlar içerisinde yaşadığımızı konuştuk. Peki biz ne yapacağız? Yani biz, bu ülkede yaşayan insanlar olarak, bu ülkenin emekçileri, çalışanları, işsizleri olacak ne yapacağız? Bize sunulan iki seçenek vardır. Ya deniliyor, size dayattığımız şartları kabul edin, geçmişten daha kötü koşullarda yaşamaya razı olun, kimliğinizi, kültürünüzü, kişiliğinizi, her şeyinizi unutun ve bizim size dayatacağımız kimliğe, kültüre, kişiliğe bürünerek hareket edin, ya da çekin gidin. Bize dayatılan, sunulan seçenek budur. Biz ne yapacağız? Ya razı olacağız bize dayatılana, ya da razı olmayacağız. Razı olmayacağız demek çekip gideceğiz demek değildir. Bunun için mücadele etmemiz gerekir. Eğer biz mücadele etmeye karar verirsek, bu mücadeleye niyeti olan bütün kesimlerle işbirliği ve güç birliği oluşturarak, birbirimizle dayanışarak, mücadele sırası geleni yalnız bırakmayarak, kime saldırılıyorsa onun yanında kenetlenerek, mücadele edersek, başarılı olacağımıza ben inanıyorum. Biz eğer hukuki olarak, dünyanın kabul ettiği hukuk içinde, burası Türkiye'nin bir parçası değil, bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti'nin topraklarıdır. Dolayısı ile biz Kıbrıslılar olarak, izin vermezsek aslında, bizim izin vermediğimiz hiçbir şeyi yapamazlar. Biz mücadele etmeye karar verir, haklarımıza sahip çıkmaya, kimliğimize sahip çıkmaya, geleceğimize sahip çıkmaya karar verir, bunun için mücadeleyi göze alırsak, başarılı olacağımızdan kuşkum yoktur. ben bu iki seçenekten, mücadele seçeneğini kullanalım derim. Ve kendimize bir gelecek yaratmak istersek, çocuklarımıza bir ülke, bir gelecek bırakmak istiyorsak, yaşanılacak bir dünya bırakmak istiyorsak, bu mücadelenin içerisinde olmamız gerekir diye düşünüyorum. Bu düşüncelerimi de bir kez daha Barikat okurları ile paylaşıyorum. Bu fırsatı yarattığınız için tekrardan teşekkür ederim. Mücadelelerinde, tüm vatandaşlarımıza, tüm halk kesimlerinde, işçisine, memuruna, akademisyenine, işsizine, gençlere ve herkese, bu mücadele başarılar diliyorum.
EYLÜL 2011 Libya'da Halk Değil, NATO Kazandı… Bir süredir Libya'nın başkenti ve Muammer Kaddafi' nin kalesi olan Trablusgarp'a ilerleyen muhalifler otomatik silahlarlar patlayıcılarla şehre saldırdılar. Kaddafi güçleri saldırıya karşılık verince çatışma çıktı. Trablus'un neredeyse bütün mahallelerinde çatışmalar yaşanıyor. Hükümet sözcüsü Musa İbrahim'de isyancıların şehre saldırdığını doğruladı. Ama sorunun üstesinden geldiklerini ve ortamın sakinleştiğini söyledi. Devlet televizyonunda bir ses kaydı yayınlanan Muammer Kaddafi, isyancıları püskürten hükümet yanlılarına teşekkür etti ve Fransa Devlet Başkanı Sarkozy'yi Libya'nın petrolünü çalmak istemekle suçladı. İsyancıların niyetlerinin Libya halkını yok etmek olduğunu söyleyen Kaddafi, yandaşlarına çağrı yaparak bu isyana son vermeye davet etti. Geçici Ulusal Konsey'den Abdül Hafız Ghoga ise yaptığı açıklamada, Trablus harekatının uzun süredir planlandığını ve doğudaki isyancılarla başkentteki isyancıların koordineli çalıştığını belirtti. Kaddafi yanlısı birlikler ve komutanların kaçtığını söyleyen Ghoga NATO uçaklarının Kaddafi kuvvetlerini dağıtmak için saldırılar düzenlediğini söyledi. Başka bir subay da Trablusgarp'taki harekat için gerekli silahların Bingazi'den gönderildiğini söyledi. Aylardır NATO desteğiyle karadan ilerleyen muhalifler başkent Trablus'u ele geçirerek 42 yıllık Kaddafi iktidarına son verdi. Muhaliflerin Trablus'u ele geçirmek için başlattıkları operasyon, büyük bir direnişle karşılaşmadan beklenenden daha kısa sürdü. Muhaliflerin girdiği Trablus'ta Kaddafi karşıtları sokaklara döküldü. Kaddafi'nin nerede olduğu bilinmiyor. Kaddafi'nin üç oğlu ise muhaliflerin elinde. Trablus havaalanı, televizyon ve radyosu da muhaliflerin eline geçti. NATO operasyonu öncesi, operasyona karşı çıkar gibi görünen, ancak daha sonra Kaddafi' ye karşı batılı ortaklarıyla birlikte muhalifleri destekleyen TC Devleti gelişmelerden memnun..! Libya'nın Ankara büyükelçiliğine, Ulusal Geçiş Konseyi'nin bayrağı çekildi. Başbakan yardımcısı ve hükümet sözcüsü Bülent Arınç gelişmeleri değerlendirdi ve Kaddafi'ye “Teslim Ol” çağrısı yaptı. Karargahının ele geçirilmesine rağmen, Kaddafi isyancılara meydan okudu ve “Ya zafer, Ya Ölüm” dedi. El Uruba adlı rejim yanlısı bir televizyonun haberine göre nerede olduğu bilinmeyen Kaddafi sesli mesajında, Bab-ı Aziziye karargahından taktik gereği geri çekildiklerini söyledi. İsyancılar karargahın ele geçirilmesinden sonra Yeşil Meydan'da sevinç gösterileri yaptı. İsyancılar Kaddafi'nin 42 yıllık iktidarının en önemli sembolü olarak görülen heykelini parçaladılar. İsyancılar Kaddafi'nin konutundaki kişisel eşyaları ve askeri üniformasını da yağmaladı. Karargahın ele geçirilmesine rağmen bazı bölgelerde direnişin devam ettiği bildiriliyor. Yabancı gazetecilerin kaldığı
DÜNYA
SAYFA 12
Rixos otelinin bulunduğu bölge Kaddafi güçlerinin denetiminde. Hükümet sözcüsü Musa İbrahim, El Uruba televizyonunda yayınlanan açıklamasında Libya'nın istilacılara mezar olacağını, Kaddafi için savaşmak üzere Libya'ya 6000 gönüllünün geldiğini iddia etti. Musa İbrahim ayrıca, büyük stratejik öneme sahip olması nedeniyle Batılı güçlerin bundan sonraki hedefinin Suudi Arabistan olduğunu, Türkiye ve İsrail'in Ortadoğu'da sinsi politikalar uyguladığını savundu. Muhalifler Trablus'u ele geçirdi ama ortada muhalefet yönetimi denilebilecek bir şey yok. Geçiş konseyi kendi içinde bölünmüş durumda. Trablus'u, ülkenin batısındaki dağlarda mevzilenmiş bulunan muhalif birlikler ele geçirdi.
sadece hava saldırılarıyla sınırlı kalmadı. Kara saldırısını da büyük oranda NATO ülkeleri üstlendi. Buna örnek verilecek olursa İngiliz “The Telegraph” gazetesi, muhaliflerin başarısının uluslarası destek olduğunu belirttikten sonra Libya'daki muhabirinin, Zintan'da bir grup üniformalı ve silahlı batılı askerler gördüğünü yazıyordu.
Batıdaki bu muhaliflerle, doğuda, Bingazi de konuşlanmış Ulusal Geçiş Konseyi arasında derin bir itilaf söz konusu. Trablus'u ele geçiren birlikler, doğudaki yönetimi, batılı ülkelerden büyük para yardımı almalarına rağmen kendilerine yeterince yardım etmemekle suçluyor. Ulusal Geçiş Konseyi Trablus'un alınmasına rağmen toparlanmadı. Eski muhalif Genelkurmay Başkanı Abdülfettah Yunus'un ölümünün ardından Konsey'in inandırıcılığı kalmadı. Konsey Kaddafi'nin oğlu Seyfülislam Kaddafi'yi yakaladıklarını açıklamıştı. Ama Seyfülislam Rixos Hotel'e elini kolunu sallayarak gelince herkes şaşırdı ve Konsey'in açıklamasının yalan olduğu ortaya çıktı. Bir diğer habere göre Kaddafi'nin diğer oğlu Hamis Kaddafi'nin öldüğü haberiydi. Üstelik iki kez Kaddafi' nin bu oğlunun ölü ele geçirildiği açıkladı. Muhalifler birkaç gün öncesine kadar küçük kasabaları almak için günlerce çatışıyor, ele geçirdiği yerleri tekrar kaybediyordu. Muhalifler Trablus üzerine 600-800 kişilik bir kuvvet göndermekten söz ediyordu. Ama Zaviye'nin düşmesinin ardından Trablus'da düştü. Bu kadar hızlı bir düşüş beklenmiyordu. Ama bir hafta içinde Kaddafi hükümetinin üç önemli isminin ülkeden kaçması çöküşü hızlandırdı. İçişleri bakanı Nasır El Mabruk Abdullah ailesiyle beraber Mısır'a, eski başbakan yardımcısı Abdülselam Cellud batı dağlarındaki bölgesine, rejimin petrol yöneticisi Umran Abukra ise Tunus'a kaçtı. Şüphesiz muhaliflerin zaferinde NATO'nun katkısı var. Yine NATO kaynaklarına göre Norveç gibi bazı küçük ülkelerin bomba stoklarının bitmesi sebebiyle oluşan boşluğu ABD uçakları kapattı ve son saldırıları ABD uçakları yaptı. Obama yönetimi, bu kararı alırken kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmadı. Ancak NATO'nun katkıları
Askerlerin kendisiyle konuşmaktan kaçındığını ve kim olduklarını söylemediğini de ekledi. Yine muhaliflere göre bu başarı, “Bu Danışmanların” planları sayesinde sağlandı. Yine aynı gazetede yer alan başka bir habere göre Muhaliflerin askeri gücünün Kaddafi ordusunu yenmekten aciz olduğunu, Batı ordularına sözleşmeli askerlik sağlayan şirketlerin muhaliflere destek ve eğitim verdiği belirtildi. “The Guardian” gazetesinde anlatılan bir olaya göre, Zlitan'da savaş esnasında muhalif güçlerin ağır kayıplar verdiğin ve NATO savaş uçağının muhaliflerin imdadına yetiştiğini ve Kaddafi kuvvetlerine ait T-72 tankı patlattığını yazdı.
Amerikan düşünce kuruluşu Straffor'da muhaliflerin dış destek olmadan, Trablus'u ele geçirmelerinin mümkün olmadığını doğruladı. Konuyla ilgili rapor yayınlayan Straffor, “Zaviye'den ilerleyen isyancıların kendi başlarına savaşıyor olma olasılığının çok düşük olduğunu, NATO ülkelerinin özel harekat birliklerinin saldırıyı yönettiklerini ve Kaddafi'nin yerini belirleyip ele geçirme operasyonları planladığını” belirtti. Yine rapora göre, özel harekat birliklerinin “özellikle yakın savaş hava desteği söz konusu olduğu için yapılan yardımların hayati” olduğu vurgulandı. Trabus'un düşmesinin en
önemli sebebi ise, Muhaliflerin Misrata'dan gemiyle Trablus'un doğusuna çıkartma yapması oldu. Bu çıkartma'da NATO gemileri ve uçaklarının eşliğinde yapıldı. İki gün süren bir şehir alma harekatının bu kadar koordineli olması, planlamanın NATO karargahında yapıldığını gösteriyor. Libya'da isyancılar NATO desteğiyle Kaddafi iktidarını devirdi. Ama isyancılar ülkede bulunan siyahlara karşı açıkça ırkçılık yapmaya başladı. Kaddafi karşıtları yolda gördükleri siyahları keyfi olarak çeviriyorlar. Hakaret edip, şiddet uyguluyorlar. Esir siyahların durumu daha kötü. İsyancılar sokaklarda barikat kurdular. Yiyecek ve su ihtiyaçlarını karşılamak için bile sokağa çıkmak mümkün değil. Özellikle Çad, Nijer ve Sudanlıların Kaddafi'ye yardım ettikleri gerekçesiyle ayrımcılık dahil her türlü şiddete uğradıkları Trablus'ta, bazı Afrikalılar ülkelerine kaçarken, birçoğu Libya'da bulunuyor. Siyah olan kim varsa saldırıya uğruyor. Özellikle Trablus'ta siyahlar potansiyel bir tehlike olarak görülüyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) adım atmak yerine itidal çağrısı yapmakla yetiniyor. Emperyalizm girdiği yerleri böyle kirletiyor. Görüldüğü gibi bu zafer Libya halkının değil, emperyalist savaş gücü NATO'nun zaferidir. Geçmişte Avrupa'da ve dünyada komünizm tehdidine karşı korumak amacıyla kurulan, kanlı askeri darbeler planlayan ve uygulayan ve bu darbelerin başarılı olmadığı yerlerde, elindeki tüm imkanlarla saldıran ve yüzbinlerce insanın ölümüne sebep olan NATO katliamlarına günümüzde devam ediyor. Dünya koşulları değişmiştir. Ama emperyalizmin sömürücü ve baskıcı karakteri özel mülkiyet dünyada var oldukça devam edecektir. Üstelik katliamları planlarken ve uygularken saklanma ihtiyacı bile hissetmemektedir. Katliamlarını dünya halklarının gözü önünde yapmaktadır. Bu saldırıyı başka ülkeler de izleyecektir. Bu saldırılara kayıtsız kalınmamalıdır. Dünyamızı kuşatan, doğal kaynaklarını tüketerek yaşam alanlarımızı daraltan bu haydutların saldırılarını durdurmak, işçi sınıfı ve ezilenlere düşer. Bu saldırılardan çıkarı olanlar, kar-zarar hesabı üzerinden saldırılara ortak olanlar, destekleyenler ve savunanlar bu savaşları durduramazlar. Bu savaşları durdurmak için emperyalizme karşı savaşılmalıdır. Emperyalizm ve onun özünü oluşturan kapitalist sistem ortadan kalkmadıkça bu savaşlar devam edecektir. Küresel saldırıya karşı, küresel sınıfsal temelde devrimci mücadele. Tek seçenek budur…!
EYLÜL 2011
DÜNYA
SAYFA 13
Somali'ye yardım yapıldı. Din İşleri Başkanlığı'nın yanı sıra, BRTK ve Kızılay'da Somali'ye yardım kampanyası başlattı. Yapılan açıklamada, '' Tek bir kuruşun bile ziyan edilmeyerek oradaki insanlara ulaştırılacağı, böylece KKTC'nin de oradaki temsiliyetinin sağlanacağı” belirtildi. Hükümet halka Somali konusunda duyarlı olması ve yardımda bulunması için çağrı yaptı. BRTK ve Kızılay'ın yanı sıra bazı dini kuruluşlar ve sendikalar da Somali'ye yardım kampanyası başlattı. Hükümet vatandaşın ekmeğiyle oynarken, maaşını keserek yaşam standartını aşağılara düşürürken üzülmüyordu. Somali de insanlar açlıktan ölürken mi üzüldü? Samimi olmadıklarını, iki yüzlü olduklarını “malum” icraatlarından biliyoruz. Yine BM gıda ajansı geçtiğimiz ay Somali için, 84 milyon Avro'luk acil yardım talep etmişti. BM Tarım ve Gıda Örgütü(FAO)' nün açıklamasına göre, kriz koşullarında her gün yüzlerce insan hayatını kaybediyor. FAO' nun açıklamasında yalnızca Somali için 70 milyon dolara ihtiyaç duyulduğu, yardımın geri kalanının da Etiyopya, Kenya ve Cibuti için talep edildiği belirtildi. Afrika'da son 60 yılın en ağır susuzluk sorunu yaşanıyor. Fransa Tarım Bakanı Lemaire'in Afrika'da açlık sorununun çözümü için, FAO direktörü Dieouf ile birlikte Kenya'ya gitmesi, açlık sorununun bahane edilerek Afrika'ya yeni Erdoğan yapılacak ilk işin 20 yıldır Somali'de bulunmayan Türk Büyükelçiliği'ni açmak olduğunu müdahale yollarının aranmasının gündemde olduğunu düşündürüyor. Açlık konusunda söyledi. 400 yataklı kullanılmayan bir hastane “duyarlı” görünen Fransa Libya Devlet Başkanı restore edilecek, su sorunu olan Somali'de su Muammer Kaddafi' nin iktidardan düşürülmesi için kuyuları açılacak, enerji sıkıntısını gidermek için bu ülkenin bombalanmasında önemli bir rol belirli yerlere jeneratörler yerleştirilecek, yol oynamıştı. Zira Fransa NATO operasyonunda ilk kenarlarında ölmüş veya kesilmiş hayvanların bombardımanı başlatarak, savaşı tetikleyen ülke atıkları temizlenecek, çöplerin taşınması için çöp kamyonları gönderilecek ve şehirler temizlenecek. olmuştu. Somali'de okul ve toplu konutlar inşa edilecek. Somali'nin başına gelen felaketlerin en önemli Güvenlik için Hükümet ve Şabab örgütleri arasında sebebi, uluslararası tekellerin iştahını kabartan uzlaşma sağlanması için çaba gösterilerek petrol. Ülkenin bugünkü durumuna gelmesindeki emperyalist işgalci TC Devleti'nin bundan sonraki en kritik dönem 1991 yılında yaşandı. Bu yılda adımı muhtemelen kendi özel sermayesini ve Somali IMF tarafından başarısız bir devlet ilan pazarını Somali'ye yerleştirip, diğer emperyalist edildi. Bu ilanla birlikte ülke kaosa sürüklendi. Ama ülke başarısız ilan edilmeden birkaç yıl önce güçler gibi Somali'yi sömürüye çalışacak. Erdoğan Somali topraklarının üçte ikisinde petrol arama ve kendisini eleştirenlere, duygu sömürüsü yaparak, çıkarma izni dört büyük ABD şirketine verilmişti. İnsanlığın şeref, haysiyet ve vicdanının ciddi bir sınavdan geçtiğini, oradaki açlığın bütün dünyanın Bugün yaşanan kıtlığın en büyük sorumlusu sorunu olduğunu, dünyanın bütün anne babalarının ABD'dir. ABD yardım kuruluşu USAID, kıtlığın Fransa Bütçe Bakanı Valerie Pecresse, Fransa yaşandığı bölgenin İslamcı El Şabab militanlarının çocuklarının, parklarda oynamak hakkıysa, parlamentosunda operasyonun genişletilmesi Somali'deki çocukların da böyle bir hakkı kontrolünde olduğu gerekçesiyle yardım konusunda görüşmeler yapılırken, Libya göndermeyi reddediyor. Uluslararası kuruluşlar olduğunu” söyledi…!!! operasyonunun Fransa'ya 160 milyon Avro'ya mal Somali konusunda iki yüzlü davranmaya devam olduğunu açıklamıştı. Fransa'nın son yıllarda ediyor. Bunca yıl “Teröre Karşı Savaş” bahanesiyle Fildişi kıyısı başta olmak üzere, birçok Afrika ülkeye ekonomik ambargo uygulayarak açlığın ve ülkesine bombardıman, işgal veya başka yollarla kıtlığın yaşanmasında, büyük payı olan bu müdahale ettiği için, bu emperyalist ülkenin kuruluşlar, Somali'de açlığın yaşandığını resmen Afrika'da ki açlık sorunu konusunda, “Hassas” ilan ettiler. BM Somali'nin güneyindeki Bakul ve görünmesi tam bir iki yüzlülüktür. Somali'ye Aşağı Şabelle bölgelerinde açlığın yaşandığını “Yardım götüreceğim.” diye yollara düşen kabul etti. Bu bölgeler El Şabab militanlarının “emperyalist işgalci devletler” Somali'deki kontrolünde. BM Somali için İnsani İşler insanlık ayıbının birebir sorumlusudur..! Koordinasyon Ofisi'nin açıklamasına göre, ülke Emperyalizmi ve kapitalizmi sorgulamayıp, genelinde, 3.7 milyon insan açlıktan etkileniyor. Bu Kendi halkına temel hak ve özgürlükleri bile çok onların gerçek kimliklerine bakmadan; onlara karşı insanların 2.8 milyonu ise ülkenin güneyinde gören, anayasal hakkını kullanarak eylem sınıfsal temelde küresel bir mücadele yürütmeden yaşıyor. Açlığın yanında yaşanan kuraklık ve iç yapanların kafasına polis copu inerken alkışlayan, savaş uluslar arası yardım faaliyetlerini kendisini eleştiren, muhalefet eden herkese hakaret ne Somali, ne de dünyamız içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulunur..! Somali'deki emekçi halkın, güçleştiriyor. Şabab ile yardım kuruluşları eden, hapislere attıran, Kıbrıs'ın kardeş halklarına ölen insanların katili “Sözde Yardım Eden” BM ve arasındaki gergin ilişkiler nedeniyle bölgeye işgal yasalarını dayatan Erdoğan bir anda kurumlarıdır..! Vahşeti de açlığı da yaratan yardım ulaştırılmasında sıkıntılar yaşanırken, yardımsever oldu!!!... Yardımsever gibi havadan yardım ulaştırılmasına izin verildi. görünmesinin bir sebebi var. Çünkü TC Devleti'nin emperyalizmdir..! Somali'deki sendikalar ve sınıf örgütleri bu gerçeği en iyi şekilde teşhir ABD, Afrika Boynuzu nedeniyle Somali'ye ilgi bu ülkeden ekonomik ve siyasi çıkarları var. TC etmelidir… gösteriyor. Afrika Boynuzu Kızıldeniz'in kontrolü Devleti'nin yanında Kıbrıs'ın kuzeyinden de
Somali'de İnsani Dramın Perde Arkası Somali bir kez daha kıtlıkla karşı karşıya. Özellikle ülkenin güneyini vuran kıtlık nedeniyle başkent Mogadişu'ya kaçan yüz binlerce kişi yolda yakınlarını kaybettiler. Mogadişu'ya varanların oluşturduğu mülteci kamplarında yiyecek sıkıntısı var. Ülkede 12 milyon kişi yiyecek sıkıntısı çekiyor. BM'nin sözde verilerine göre 640 bin çocuk yetersiz besleniyor. Uluslararası yardımların büyük kısmı çeteler, askeri gruplar ve hükümet askerleri tarafından zorla el konuluyor. Ülkedeki dinsel iç savaş ve siyasi gruplara bağlı paralı milis kuvvetleri de açlığın yanına eklenince, ülkedeki kaos ürkütücü boyutlara vardı. Kıtlığın etkili olduğu ülkenin büyük kısmını kontrol eden İslamcı El Şabab örgütü bazı yardım kuruluşlarının bu bölgede faaliyet göstermelerine izin vermiyor. Fakat Kızılhaç, Unicef gibi “sözde” yardım kuruluşları tüm engellemelere rağmen, bölgeye yardım götürme çalışmalarını sürdürüyor veya yardım eder gibi görünmeye çalışıyor.!!! Bu kuruluşlarda çalışan kişilere göre en büyük sıkıntı isyancıların saldırıları olmadığını, asıl sıkıntının yurtdışından bölgeye yiyecek taşınması sürecinde yaşanıyor.
açısından taşıdığı önem nedeniyle, ABD'nin ilgisini çekiyor. Özellikle Cibuti'ye ABD ve Batı ülkeleri askeri olarak yerleşiyor. ABD'nin ve batı ülkelerinin bölgedeki varlığı çatışmaları körüklüyor. Bu durum insani krizi derinleştiriyor. Açlığın resmen ilan edildiği günden bu yana 50 bin kadar insan yiyecek bulamadığı için öldü. Halen on binlerce insan, yiyecek bulamadığı için ölüm sınırında yaşıyor. TC Devleti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'da iki yüzlülükte diğer ülkelerden geri kalmayarak, sanatçı ve devlet erkanlarıyla beraber Somali'ye gidiyor ve insanların acıları üzerinden politika yapıyor, reklam yapıyor. Yandaş basın Erdoğan'ı öve öve bitiremiyor. Erdoğan Somali'ye varır varmaz devlet başkanı Şeyh Şerif Ahmet ile görüşüp birlikte basın toplantısı düzenlediler.
EYLÜL 2011
DÜNYA
bir tampon bölge oluşturması için uygun bir bahane olacak. Ve günün sonunda verilen bilgiye göre Suriye'deki isyan bölgesel bir savaşla sonuçlanabilir. Son günlerde Suriye'den gelen haberlere bakılırsa isyan iyice kızışıyor. Hükümetin denizden Latakya kentine ateş açtığına dair iddialar gündeme düştü. Bu habere göre hükümete ait hücumbotlar Latakya'nın el Ramel mahallesine makineli tüfeklerle ateş açtı ve 21 kişi öldü. Suriye hükümeti bu iddiaları yalanladı. Suriye hükümetine göre, silahlı adamlar takip ediliyordu, takip edilirken el ramel mahallesindeki binalardan denize doğru makineli tüfek ve el bombalarıyla ateş açıldı ve mahalle bu silahlı kişiler tarafından terörize edildi. ABD hükümeti de Suriye gemilerinin Latakya'ya ateş açtığını doğrulayamadı. Ama 7 Ağustos'ta Lübnan'da Beyrut limanında silah dolu gemiyle yakalanan bir kişi Suriye'ye silah kaçırdığını daha önce 30 defa gidip geldiğini söylemişti. Bu kadar büyük miktarda silahın Suriye'ye sokulduğu düşünülürse muhalefeti emperyalistlerin desteklediği, bölgesel çıkarları için onlara her türlü yardımda bulunduğu düşünülebilir. Ama bu muhalefete karşı Suriye hükümetini destekleyeceğimiz anlamına gelmez. ABD Suriye'yi işgal etmek için acele etmiyor. Zira Obama yönetiminin elini güçsüzleştiren, zayıflatan faktörler var: İşgallerin beklediği gibi gitmemesi ve AKP Suriye'ye müdahale konusunda bir yol planı ekonomik kriz. Başkanlık seçimlerinin yaklaşması ve Obama'nın seçimleri kaybedeceğinin düşünülmesi bulunuyor… Esad, TC Devleti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Cumhuriyetçilerin muhalefetini sertleştirdi. Ama bir tarafından 9 Ağustos'da iletilen mektubunda yazıldığı ay önce Suriye'ye askeri müdahaleyi savunanlar, gibi, halkı üzerine ordu birlikleriyle, tanklarla gitme geleneksel olarak savaş cığırtkanlığı yapanlar Cumhuriyetçiler değil “insani müdahale” adı altında uygulamalarına son vermezse ve söz verdiği konuşan Demokratlar ve bunların liberal kanadıydı. demokratik adımları atmazsa TC devleti kademeli Ama son bir ayda Suriye'ye yönelik askeri müdahale olarak uluslararası müdahale aşamasına geçecek. sesleri yükselmiş durumda. Obama yönetiminin Tabi buradaki müdahale sözcüğü elbette ki işgal anlamına geliyor. Esad liderliğini cesaretle göstermez Esad'ı yasadışı ilan edeceğini duyurması iplerin kopma noktasına geldiğini gösteriyor. ve olumlu bir tutum almazsa TC devleti uluslarası yaptırımları uygulamaya başlamaktan diplomatik temasları düşürmeye, Suriye muhalefetine yardım etmeye ve sınırda askeri tampon bölge oluşturmaya dek varan önlemler alacak. İşgal seçeneğini ise, BM güvenlik konseyi kararları çerçevesinde “meşru” olarak uygulayacak. Zaten TC Devleti Mart ayında ilk olaylar başladığından beri Suriye ile 910 km'lik ortak sınır üzerindeki askeri kontrollerini artırmış bulunuyor. Suriye'den kaçan mülteciler TC topraklarında barındırılıyor. Esad yönetimi ise Ama müdahalenin içeriği konusundaki belirsizlik mültecilere geri dönmeleri için sürekli çağrı halen sürüyor. Yapılan yorumlara göre işgalden çok yapmaktadır. Emperyalist müdahaleye katılma Esad'ı köşeye sıkıştıracak bir askeri müdahale aşaması resmi kaynaklara göre, Erdoğan'ın 11 uygulanabilir. Tampon bölge veya uçuşa yasak hava Ağustos'da ABD başkanı Barack Obama ile yaptığı sahası kararı gibi. Bu kararlar Libya örneğinde telefon görüşmesinde ele alındı. ABD'nin Esad'a yapmayı planladığı çekil çağrısını ertelemesinde, TC görüldüğü gibi fiili işgalin kapısını açıyor. Suriye ya Irak'a yapıldığı gibi felç edilecek veya ikinci bir devleti nin Gül'ün mektubunda yapılan çağrının Libya trajedisi yaşanacak. sonuç alması için zaman tanıma düşüncesi etkili Yine yayınlanan bir rapora göre, ABD, Suriye'deki oldu. Mülteci sorunu ise en kritik sorunlardan biri. İlk Esad karşıtı muhalefet içinde, Müslüman Kardeşler'i , olayların başlamasının ardından Türkiye'ye yoğun bir demokrasi yanlısı muhaliflere tercih ediyor. Raporun mülteci akını olmuştu. Olaylar başlamadan önce en önemli noktası ise, ABD Müslüman Kardeşler ve sınırda Kızılay çadırları hazır edilmişti. Akınla Türkiye ile , Esad hükümetini ele geçirerek ülkeyi birlikte gelenlerin sayısı on bine ulaşmıştı. Şimdi ise sözde “istikrara kavuşturarak” veya bu hükümeti devirerek kendi kontrolünde yeni bir rejim kuracak. yedi bine düştü. Ama AKP benzer bir mülteci akını Raporu ABD Savunma Bakanlığı'nın danışmanlık planını uygulamaya hazır olduğu belirtiliyor. Hatta yakın bir zamanda 17 bin mültecinin akın etmesinin hizmeti aldığı Harold İnstute adlı bir kurum hazırladı. Enstitünün müdürü Herbert London'ın imzasını beklendiğini ve TSK'nın 5 yıl içerisinde emekli taşıyan rapor, ABD hükümetinin Esad rejiminin olmuş tüm subayları göreve çağırdı. Bu subaylar devrilmesinin ardından Müslüman Kardeşler ve Suriye sınırına yakın bölgelere yerleştiriliyor. Mülteci akını sadece Hatay üzerinden değil, Kilis ve Türkiye ile çalışmaya karar verdiğini belirtti. Yine raporun devamında ABD'nin Suriye muhalefetine Mardin üzerinden de gerçekleşecek. Tüm sınır ihanet ettiği kaydediliyor ve “zayıflıklarına rağmen boyunca mülteci akını, TC askerinin sınırı geçerek
Emperyalistler Suriye'ye Göz Dikti… Suriye'ye emperyalistlerin askeri müdahalesi tartışılırken, TC Devleti'nin de BM kararı olursa bu müdahaleye katılacağı konuşuluyor. Savaş hazırlıkları devam ediyor. Askeri müdahale olasılığı ABD ile görüşüldü. TSK yedek subayları göreve çağırdı. Askerler Suriye sınırına koşuyor. Gelinen aşamada, AKP Suriye'ye yönelik askeri bir müdahaleyi engellemeye, Esad yönetimini de dize getirmeye çalışan bir görüntü vermeye çalışıyor. Gülen cemaatine yakınlığı ile bilinen bir gazeteci, yazısında “ABD'nin askeri müdahale konusunda net bir kararı olmadığını, Türkiye'nin her denileni yapan değil, kendi bildiğini okuyan bir devlet olduğundan” bahsetti. Ama Aslan yazısının devamında, askeri müdahalenin de seçenekler arasında olduğunu, ABD'nin Libya, Fransa ve diğerlerini nasıl savaşa soktuysa, Türkiye'yi de savaşa sokacağını sürükleyebileceğini belirtti.
SAYFA 14
demokrasinin yerleşmesi ve kökleşmesi için, yetiştirmeye ve desteğe ihtiyaç olan örgütlenmelerin önünü açmak gerektiği vurgulanıyor ve gelecek için umudu Müslüman Kardeşler' in etkisine karşı bir ağırlık oluşturmak ümidini bu grupların temsil ettiği, ifade ediliyor. Londra ise ABD'nin Müslüman Kardeşler dışındaki muhalif grupları görmezden geldiğini belirtiyor.
Temmuz 2011 de ABD Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton Müslüman Kardeşler' in temsilcilerini ABD'ye davet etti ve onlara Esad'ı devirmek için Türkiye ile birlikte çalışmalarını tavsiye etti. Kürt gruplar, Sünni Liberaller ve Hristiyan'lar Washington'a çağrılmadı. Öte yandan AB'ye bağlı hükümetler aldıkları karar ile Suriye'ye karşı yaptırımları arttırma kararını aldılar. Bu karar Suriye finans, enerji sektörü ve telekomünikasyon alanına yönelik çeşitli yaptırımların önü açılacak. AB üyesi ülkeler tarafından onaylanan ithalat yasağının da hayata geçirilmesi bekleniyor. Bu yaptırımlar ile AB vatandaşlarının Suriye petrol endüstrisine yapacakları yatırımları engellenmesi amaçlanıyor. ABD'nin bir süredir hayata geçirdiği bu yasaklar petrol hammaddeli ürünlerin ihracı için de geçerli olacak. İş dünyasına yönelik yaptırımlar AB'ye üyesi bazı ülkeler tarafından eleştiriliyor. Ticari kaygıları yüzünden eleştirdikleri bu yaptırım ve ambargolar, eleştiren çevrelere göre Suriye'nin AB'ye açılmış bazı pazarlarının Rusya ve Çin tarafından doldurulmasına yol açacak. Görüldüğü gibi bir ülkenin kaderini emperyalistler çiziyor. Bölgesel çıkarları için kendisine yakın olan grupları kullanıyor ve onlara her türlü desteği veriyor. Onların gücüne güç kattıktan sonra, işi kitabına uydurmak için, başlatacağı kanlı operasyonlara kılıf geçirmek için demokrasi, insan hakları ve özgürlük gibi meşru talepleri öne sürüyor. Operasyonlar için kamuoyu oluşturmak amacıyla, yandaş medya aracılığıyla uyduruk propagandalar yapıyor. Operasyonların ne için yapıldığını, acı görüntüler basında yer aldığında anlıyoruz. Parçalanmış cesetler, sakat kalmış, felç olmuş insanlar, yakılmış, yıkılmış harabeye dönmüş yerler ve uzun sürecek kıtlık ve yoksulluk dönemi. Bir ülkeyi yeniden kurmak yıllar alıyor. Savaşın acılarını sarmak kolay değil. Emperyalistlerin acıması yoktur. Onlar için aslolan bu işgalden elde edeceği maksimum kardır. Ülkenin doğal kaynaklarına el koyarak ekonomisine aktarıyor ve kapitalist sistemin devamı için kullanıyor. Kendi düzenini sınırsız ve sonsuz ilan ediyor. Karşısında hiç kimsenin duramayacağını düşünüyor. Emperyalist savaş bu bölgede Suriye ile sınırlı kalmayacaktır. Bunu başka ülkeler de izleyecektir. Emperyalist saldırganlığa karşı, tüm anti emperyalist, ilerici ve devrimci unsurlar tek yumruk olmalı, mücadele etmelidirler. Geleceğimizi çalmalarına izin vermeyelim. Geleceğimize sahip çıkalım, ülkemiz için ve insanlığın kurtuluşu için mücadeleyi yükseltelim. İşçi sınıfı öncülüğünde tüm dünya ezilenleri olarak bizlerin ortak bir cephede, birleşik bir cephede mücadelesi ile her ülkede ancak kurtuluşa ulaşılabilir… Aksi takdirde NATO ve ABD tüm dünyayı kasıp kavurmaya devam edecek…
EYLÜL 2011 “Londra'da İsyan Günleri… İngiltere'nin başkenti Londra'da dört çocuk babası Mark Duggan'ın polis tarafından yol ortasında öldürülmesi, yetkililer tarafından açıklama yapılmaması ve kimsenin ceza almaması üzerine başlayan protestolar, polisin sert müdahalesiyle birleşince isyana dönüştü. İsyan Londra'nın kuzeyine yayılmış durumda. Polis kontrolü sağlamaya çalışırken, İngiliz basını eylemcilere karşı kamuoyu yaratmaya çalışıyor. Semtten semte sıçrayan ayaklanmalarda kimse hayatını kaybetmezken, iki yüzün üzerinde isyancı tutuklandı. Onlarca yaralı var. Birçok bina ve mağaza hasara uğramış durumda. İsyan devam ediyor. İsyanın sıçradığı kentlerde, semtlerde polis araçları, yolcu otobüsleri ve mağazalar ateşe veriliyor. Mark Duggan'ın ölümü üzerine başlayan ve isyana dönüşen eylemler için ve Dugan'ın ailesinin ısrarlı başvurularına karşın polis net bir açıklama yapmadı. 29 yaşındaki dört çocuk babası Mark Duggan, nişanlısını görmek için taksiye bindikten bir süre sonra, araç polis tarafından durduruldu. Akşam saat altı civarıydı. Arabadan indirilen Duggan, aracı durduran polis tarafından sorgusuz sualsiz vurularak öldürüldü. Polisin iddiası, önce Duggan'ın kendilerine ateş ettiği ve polisin nefsi müdafa sonucu Duggan'ı vurduğu yönünde. Ancak görgü tanıklarının ifadeleri bunun aksine, "Duggan'ın yere yatırılıp sonra ateş edildiğini" söylüyor. Balistik rapor henüz çıkmış değil. Ancak iddia Duggan'ın “ölüm tehlikesi yaratacak şekilde dönüştürülmüş basit bir tabanca ile silahlı polislere saldırdığı” yönünde. Duggan'ın ailesi ise bu iddiayı reddediyor. Polis şiddetini örtbas etmekle görevli Bağımsız Polis Şikayetleri Konseyi'ne başvuran aileye açıklama yapılmadı. Göstericilerden biri Mark Duggan'ın cesedinin ailesi tarafından bile tanınmayacak hale getirildiğini söyledi. Polis Mark Duggan'a yönelik yapılan operasyonun önceden planlandığını belirtti. Ama operasyonun neden yapıldığını söylemedi.Duggan'ın sorgusuz sualsiz öldürülmesi üzerine yaklaşık 200 kişi Tottenham polis karakolu önünde eylem yaptı. Gündüz eylem sakin geçerken, akşamüzeri çatışmalar çıktı. Polis bu konuda kendini temize çıkarmak uyduruk bir açıklama yaptı. Polis,bir grup genç çevredeki mağazaları ve evleri ateşe vermeye başladığını ve bunun üzerine müdahale ettiklerini söylerken göstericiler 16 yaşındaki bir kadının polis tarafından darp edilmesi üzerine olayların büyüdüğünü belirttiler.Çatışma alanlarına çok sayıda polis ve araç sevk edilirken, havada polis helikopterleri uçuyor. İngiltere polisi bu şiddeti ilk kez uygulamıyor. 2009 yılının nisan ayında yapılan G-8 zirvesinde benzer uygulamalara imza atan polis Ian Tomlinson'ın ölümüne sebebiyet vermiş ve Nicola Fisher'a saldırmıştı. 5 Ocak 1985 yılında polis işsiz siyah bir genci araba
DÜNYA çalma suçundan vurmuş, bu gencin evini basarak annesinin kalp krizinden ölmesine sebep olmuştu. Polis 80'lerde Tratcher'in muhafazakar hükümetinin istihdam, işçi hakları, yaşam standardı ve gençlik politikalarına karşı gerçekleşen ayaklanmalarda da benzer bir vahşet sergilemişti.Eylemler başka şehirlere de sıçradı. Birmingham, Bristol ve Liverpool'da da eylemci gençlerin gösterileri kentlerin bazı bölgelerinde devam ediyor. Enfield, Wathamstow ve Brixton'da da isyanlar devam ederken Metropolitan polis komiseri Tom Godwin sanal paylaşım sitesi “twitter” üzerinden takibe devam ettiklerini, paylaşımlar üzerinden insanları tutuklayacaklarını söyledi. “The Guardian” gazetesi polisi şiddete çağıran haberler yayınlarken, Twitter, Messenger ve Blackberry üzerinden anketler düzenliyor. İngiliz devleti isyanları bastırmak için her tür baskı yöntemini deniyor. Yoksulluğa, işsizliğe, ayrımcılığa isyan eden gençlere faşizan yöntemler uygulayan polis toplu cezalandırma yöntemine başvurdu. Bir üyesi bile isyana katılmakla suçlanan ailelerin, belediyelerden ucuza kiraladıkları sosyal konutlardan atılması kararı alındı. İngiltere başbakanı David Cameron, söz konusu kişi ve aileleri konutlardan atmanın gerekli olduğunu söyledi. Londra'nın aralarında bulunduğu birçok il ve ilçe belediyesi bu konuda adım atmaya hazırlanıyor. İlk cezalandırma işlemi başladı bile.Olayların başından bu yana gerçek sorunları tartışmaktan kaçınan İngiliz hükümeti toplu tutuklama ve göz altılar, eylemlerin şiddetle bastırılması, polise plastik mermi kullanmasına izin verilmesi, medyanın ellerindeki görüntülerin polise verilmesinin talep edilmesi vs. gibi baskıcı yöntemlerin ardından, toplu cezalandırma yöntemi uygulanıyor. İngiliz hükümeti belediyelere, bir üyesi bile isyana katılmakla suçlanan aileleri sosyal konutlardan atma adımına onay verdi. Belediyelere ait bu konutlarda yoksul aileler ve göçmenler oturuyor. Belediyelerin bu adımı, binlerce kişinin sokağa atılması ve binlercesinin açıkça tehdit edilmesi anlamına geliyor. İngiltere Adalet Bakanlığı birçok kentte meydana gelen eylemlerin bilançosunu açıkladı. Göz altına alınanlardan 1400'ü hakim karşısına çıktı. 157 kişi hüküm giydi, 357 kişi kefaletle serbest bırakıldı. 800'den fazla kişinin tutuklu yargılanmasına karar verildi. Tutuklama oranının yüzde 10 olduğu İngiltere'de göz altına alınanların yüzde 62'si için bu kararın verilmesi yeni bir tartışma başlattı. Duruşmaları diğer mahkemelerin aksine jüri olmadan yargılama yapan Sulh Ceza Mahkemeleri'nde görülmesinin oranının bu kadar yükselmesinde etkili olduğu belirtiliyor. Adalet Bakanlığının göz altı ve tutuklamalarla ilgili basına sunduğu veriler, isyana karşı özel bir harekatın sürdürüldüğünü gösteriyor. Nottingham City Belediye Başkanı Joan
SAYFA 15 Collins isyana katılmakla suçlanan kişilere veya çocukları isyana katılmakla suçlanan ailelerin evlerine el koyacaklarını açıkladı. Collins'e göre, “aileler çocuklarını kontrol etmekle yükümlüdürler, bu ailelerin çocukları isyana karıştıysa, konutları risk altındadır.” Böylece hükümet, kendini kamuoyu nezdinde aklamak için, olayların sorumluluğunu yoksul ailelere ve göçmenlere yüklüyor. Belediyeler 2003 yılında yürürlüğe giren “Topluma karşı Davranışlar” yasasını toplu cezalandırma yöntemine yasal dayanak olarak kullanıyorlar. Bu yasanın sosyal konutun bulunduğu bölgelerde işlenen suçla sınırlı olması sebebiyle, belediyeler hükümetten yetkinin kapsamının genişletilmesini, suçun başka bir bölgede işlenmesi halinde, bu yetkinin kullanılmasına izin verilmesini talep ettiler. İngiliz hükümeti bu talebe olumlu yanıt verdi.İşçi Partili vekiller, göçmenlerin uygunsuz davranışları nedeniyle evlerinden atmanın sorunun başka bölgelere taşınması anlamına geldiğini belirttiler. Ancak başbakan Cameron göçmenlere, yanlış davranışlar içinde olurlarsa, evlerinden atılacaklarını söyleyerek sorunun çözüleceğine inandığını belirtti.
ise Londra gençliğin adalet ve gelecek için yaptığı çağrıyı desteklediğini ancak savunmanın dışına çıkan ve yağmaya, yakıp yıkmaya dönüşen şiddeti kınadığını açıkladı. Yaşananların kapitalizmin ürünü olduğunun altını çizen Genç Komünistler Birliği Genel Sekreteri Mick Carty örgütlenmenin önemli olduğunu vurguladı. Carty ayrıca birçok yorumda kendiliğindenliğin ön plana çıkarıldığını, insanlara değişim için örgütlenmenin bir gereklilik olmadığının öğütlendiğini, bunun Londra'daki yansımasının herhangi bir olay karşısında, toplumsal sorumluluk almak istemeyen bir özne yaratmaktan uzak, bireyci bir karakter yarattığını belirtti.Britanya Komünist Partisi'nin yayın organı Morning Star “Kurşunların hiçbir şeyi çözemeyeceğini, hükümetin toplumda güven kazanması için iş, hizmet ve toplumsal yarar için yapması gerektiğini ifade etti. Başbakan David Cameron'un hiçbir sorumluluk almadan Toscana daki lüks villasında kabadayılığa soyunarak halkı daha fazla şiddet ile tehdit ettiğini, bu yöntemin Kuzey İrlanda'da işe yaramadığını kanıtlandığını, böylesi yaklaşımlarla milliyetçi, faşizan grupları cesaretlendirdiğini ve gençlerin öfkesinin ülkenin işçi sınıfı ile mutlaka buluşturulması gerektiğini belirtti.Sosyalist Parti genel sekreter yardımcısı Hannah Hell yaptığı açıklamada olayların çıkmasından dört ay önce İngiltere sokaklarından Fransız banliyölerine kadar birçok yerde böylesi olayların yaşanacağını yazdıklarını söyledi. Gerçek Ayrıca yeni ceza yasası düzenlemesi ile ayaklanmacıların yağmaya “suç işleyenlerin mal varlıklarına el katılmadıklarını, yağmalanan şeylerin koyulması” gerektiğini belirten Cameron sadece lüks tüketim maddeleri değil, temel İngiltere'deki iktidarın faşist niteliğini gıda maddeleri de olduğunu belirten Hell gözler önüne serdi.Londra'da bulunan polis şiddetinin durması ve sosyal Wandsworth belediyesi, isyana katılmak programların uygulanması için 10 suçlaması ile yargılanan bir gencin maddelik bir talep listesi ile açıklamasını oturduğu eve el koymak için harekete sonlandırdı. Sosyalist Emek Partisi başkanı geçti. Aileyi evden atmak için resmi süreç Andrew Jordan yaptığı açıklamada başlatıldı. Belediye sözcüsü yargılanmanın yaşananların sorumlusunun kapitalist bitmesini beklemeyeceklerini açıkladı. sistem olduğunu vurgularken, geleceği Sözcü genç beraat ederse evden atma olmayan, işsiz ve yoksul gençlerin isyan işlemine son vereceklerini belirtti. etmelerinin doğal olduğunu, ülkenin içinde Hükümet toplumdaki milliyetçi tepkiyi bulunduğu çıkmazdan sosyalizm ile körüklemek için cezalandırma işlemiyle kurtulabileceğini söyledi. Sol partiler ve ilgili resmi siteden anket başlattı.Günlerdir sendikalar, ana muhalefet partisi olan İşçi devam eden isyanda tüm baskılara ve Partisi'nin yaşananlardan “yoksul ve işsiz cezalandırmalara rağmen hükümet göçmenleri sorumlu tutmasını” deşifre kontrolü sağlayamazken, İngiltere solu, ettiler.İngiltere Solunun tespitleri doğrudur. isyana dair yaptıkları açıklamalarda, Yaşanan olayların sorumlusu kapitalist örgütlenmenin ve siyasi hedefleri olan bir sistemdir. Yoksulların, işsizlerin, aç mücadelenin önemini vurguladılar. bırakılanların isyan etmesi doğaldır. Bu Sosyalist partiler ise olayların içinde yer tepkilerin işçi sınıfıyla mutlaka buluşması almamayı tercih ettiler. gerekir. Açıklamalarla yetinmemek gerekir. Britanya Komünist Partisi 1985'te Bu isyan siyasal hedefleri olan örgütlü bir yaşananlar ile kıyasladığı isyanın mücadeleye dönüştürülmelidir. Bunu kaynağının kapitalizm olduğunu sağlamak ülke devrimci solunun vurguladı. Sitelerinin ana sayfalarında görevidir...! Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yayınladıkları makalelerinde “Şiddete yenemez ama düzensiz ayaklanmaların da ortak olmayacaklarını, bu şekliyle disiplinli hareket edebilmesi için eylemlerin içinde yer alamayacaklarını, komünistler'in devreye girmesi gençlerin işçi sınıfıyla buluşması gerektiği gereklidir…! belirtildi. Genç Komünistler Birliği (YCL)
EYLÜL 2O11
Anti-Militarist Barış Harekatı Zaferle Sonuçlandı…! 14 Ağustos günü Selimiye Meydanında, geçen yıl da başarıyla gerçekleştirilen “Anti-Militarist Barış Harekatı” eylemi gerçekleştirildi. Baraka Kültür Merkezi, Barikat Gazetesi, BKP Gençlik, KSP Gençlik , YKP Gençlik ve KGP örgütlerinin organize ettiği ve Sendikal Platformdan bireylerin ve bağımsız genç aktivistlerin de var olduğu eylemde; Bandista, Sol Anahtarı, Ekim Müzik Grubu, Gommalar, ve Özgür güzel birer konser verdiler… Devrimci müzikler eşliğinde örgütler, emperyalizmin bayrağını ülkemizde taşımakla görevlendirilmiş olan işgal ordularına ve kuvvetlerine karşı bir kez daha “defol” mesajı verdi...!! Kitlenin geçen yıla oranla daha fazla oluşu, mücadelemizin her geçen gün büyüdüğünün en güzel göstergelerinden biri oldu. Barikat Gazetesi, Baraka Kültür Merkezi ve BKP Gençlik Örgütleri tarafından açılan işgal karşıtı pankartlar eylem standlarında gururla açıldı…! Eylem kazasız belasız bir şekilde tahmin ettiğimiz gibi sona ererken, herkes konser sonrası mutlu bir şekilde evine ayrıldı… Konser sonrası yapılan değerlendirmede; gazetemizin facebook profili üzerinden bir “yapılanmanın” profilinin yaptığı bir eleştiriye verdiği bir cevap bazı örgütlerimizin eleştirilerine yol açtı… Bizler bu profilimizde geçen diyaloğu aynen buradan yayınlıyoruz:
Yukarıda geçen diyalogda ne yazıldıysak biz altına imzamızı aynen atarız… Bizler “şu örgüt popülist değildir, bu örgüt şöyledir böyledir” diye bir diyaloğa orada o anki anlık alelade facebook yazışmamızda girmedik, hatta oradaki eleştiriyi detaylı ele dahi almadık… Bu karşımızdaki “yapılanmayı” hafife aldığımız için değil veya o fikirlere destek olduğumuz için değil; olayın bu derece büyüyeceğini bile düşünmediğimiz içindi… -Ki zaten büyütülecek bir durum da görüldüğü gibi söz konusu değil; çünkü internet ortamında yürütülen 2 satırlık bir cümle söz konusu, biz bizi eleştiren herkesi facebook'da bu kadar derin detay inceleyecek olsak herhalde işi gücü bırakıp bütün gün bunlara kafa yormamız gerekeceği fikrindeyizKeşke bizim kayale alıp da “yazmadığımız” cevap niteliğindeki yazıyı bizi eleştiren yoldaşlarımız tamamlasaydı da bu kadar gereksiz bir saldırı Barikat Gazetesi görmeseydi diyoruz…! Öyle bir şey olsaydı tavrımızın ne olacağını zaten herkes görecekti… Oradaki bize yapılan eleştirideki esas konu yani “dominant” konu Barikat Gazetesi üyelerinin “alkol” kullanmamasıydı… Bizde oradaki esas konuya bir cevap yazdık.. “Popülist olup olmaması” meselesine de zaten 1-2 kelimelik yazacağımız kısa cevapta da değinme ihtiyacı hissetmedik… Buradan çıkacak olan sonuç “bizim verdiğimiz cevap içinde oradaki örgütleri kollamamak” diye bir durum varsa, bu kadar “derin düşünmek” yani oradaki göreceli cümleyi bu derece
GENÇLİK
farklı noktalara çekmek biraz acımasız ve gereksiz bir eleştiridir diye düşünüyoruz… Buna bakacak olursak, o gece çekilen fotograflar ve facebook'a atılan fotograflardan hiçbirinde Barikat Gazetesi'nin gösterilmemesi veya “ışıkların hiçbir zaman Barikat Gazetesi tarafındaki standa doğru tutulmamasına” kadar birçok konuda bizde derin detay durup düşünmesini elbet bizde biliriz… Veya biz farklı “bazı politik ortamlarda” ; belli başlı göreceli pratik eylemsel meselelerde “Barikat Gazetesini şu şu şu örgüt ekarte edip pas geçiyor hatta ismini bile kısaltıp yazmamaya gayret ediyor, hatta pankartının milimetresine kadar büyüklüğünü küçüklüğünü vurguluyor” gibisinden art niyet görmeye çalışsak herhalde bol miktarda malezeme buluruz kendimize…. Hepsini geçtik; biz, Cemal Mert veya Başaran Düzgün gibi ülkemizde tanınmış burjuva yazarların ve rengi malum kalemlerin; bizlerin üzerine attıkları “kara lekelere” bile kayda değer bulup diyaloğa girmemeyi tercih ettik ve gazetemizde veya farklı ortamlarda ele almadık… -Sırf uğraşmaya değmez diye..!Biz mücadelede vakit kaybı istemiyoruz.. Barikat Gazetesi de birgün çıkar birilerine “sırf eleştiri yapmak için eleştiri yapar” noktasına gelecek ve bundan “rant sağlama hesabı yapacak” kadar küçük noktaya gelecekse; Tarih bizi yagılasın…! Boynumuz hep kıldan incedir…! Ve öyle de kalacaktır..! Günün sonunda 1 senesini daha yeni doldurup büyümeye çalışan bir örgütüz… Devrimci solda ne kadar “kardeş” de olsak –ki bizim için her örgüt geçmişte “bizi sırtımızdan vuranlarla” bile samimiyetle her zaman öyledir- “haneye adam yazma rekabeti” içerisinde olan örgütlerimiz “varsa”; elbet de belki Barikat'ın değil kendi örgütlerinin büyümesi için sadece kendi isimlerinin o gibi durumlarda olmasını isteyebilirler…!!” belki…!!! (Özellikle belki diyoruz yine yanlış algılanmaması için varsayım üzerinden…!) Şimdi ne yapalım ? Her göreceli meseleyi buna mı yoralım ?? Her sözün altında “art niyet” mi arayalım? Yoksa işi gücü bırakıp sabah akşam biri birimizi mi yiyelim ? Biz bu fikirde değiliz… Biz orada 6 örgüt olarak o gece güzel bir etkinlik çıkartılırken, elden geldiğince işe yarar emek verdiğimize inanıyoruz… Kimsenin içtiği alkol veya herhangi bir örgütün diğer örgütlere yapacağı eleştiri de ancak sözkonusu örgütleri bağlar… Biz yoldaş örgütlerimizle işbirliğimizi yaparız; işimize bakarız…! Bu gibi meselelerin şimdilik uluorta konuşulması taraftarı ve gereksiz polemik ortamları olmasına taraf olamayız ve olmayacağız…. Çünkü ne yeri nede zamanı değildir…! Zaman emperyalizme karşı; faşizme karşı ortak hareket etme zamanıdır… İdeolojik farklarımıza rağmen, tek yumruk olabilme zamanıdır… Biz bunu başarmaya çalışıyoruz… Ha birileri çıkar da derse ki “ben Barikat Gazetesi'nin facebook profilinde şu gün, şu tarihte yaptığı eleştiriyi şu şekilde anladım; bundan dolayı Barikat Gazetesi ile çalışmak istemiyorum…!” bunu da ele alır konuşur eleştirimizi koyarız…! Bundan sonraki dönemde de ayni çizgimiz devam edecektir… Yani yarın da bir “devrimci içerikli” konser olsa; biz kendi kişisel tercihimizi alkol içmeyerek kullanacağız… Ha içen içecekse; ona da mani olmayacağız elbet… Suçumuz “içki içmeyip, içene mani olmamaksa”; vay ne büyük suç işlemişiz…! diye gülüp geçmeye devam edeceğiz..! Gönül isterdi ki bize yapılan bu “talihsiz” eleştirileri keşke bu yoldaşlarımız yapmasalardı ama yine de önemli değildir diyoruz… Ha ille de eleştiri yapmak isteyen veya “kitlemiz az” olduğu için bizi “küçük” gören birileri varsa eğer; bizler bu
SAYFA 16
yoldaşlarımızı “kendi yayın organları üzerinden” bizlere “nicelik olarak az olduğumuzdan dolayı” eleştirmelerini de bekliyoruz… Muhtemelen cevap vermeyeceğiz; ama gene de tarih bunu yazsın insanlar da bunu görsün istiyoruz… Bunu yapan yoldaşlarımız görecektir ki biz “bize yapılacak olan olumsuz tavır hangi şekilde olursa olsun biz yine işbirliğine var olacağız..!” Çağrı yapılırsa her zamanki gibi fiili destek vereceğiz..! Yapılmazsa bile dıştan desteğimiz devam edecek…! Ama kimse de zannetmemelidir ki yapılan eleştirinin cevabı “sonsuza dek cevapsız kalacak..!” Biz sadece şuan gereksiz polemiklerden uzak duruyoruz… Bu bizim en temel politikamızdır… Bu çizgimizden hiçbir şekilde sapmadan ve hiçbir provakasyona gelmeden ayni şekilde devam edeceğiz… Tarih “haksız” olanı daima yargılayacaktır…! Bizler işimizi yapıp önümüze bakmaya devam edeceğiz…! İşimize geldiğinde “her örgüt kendi adına çalışır” işimize gelmediğinde de “herkes biribirini kollasın; yaşasın devrimci dayanışmamız” diyen bir yapıya sahip hiçbnir zaman olmadık; olmayacağız…! Bizler her zaman “devrimci dayanışma” adına hem bize ideolojik olarak yakın hemde kısmen uzak örgütlerle işbirliğinde var olduk; onlar da talep ettiği veya tarih bizi sürüklediği şekilde de bizce bu böyle devam etmelidir… Ötesinde de bir şey düşünmüyoruz… İş yapmaktan kaçan; silmeye çalışıp başaramayan sonra da karalamaya çalışan varsa da onları tarih nasıl olsa yargılayacaktır…! Gündelik hesaplar peşinde hiçbir zaman koşmadık; koşmayacağız…! Biz devrimci politika üretirken “bakkaldan sakız alır ve iki kuruş para verir gibi” siyaset üretenlerden değiliz… Yüreği olanlar; bedel ödeyip bedel ödetecek olanlar bu mücadeleyi götürecek…! Barikat da yapsa farklı örgütler de yapsa doğru yapılan şeyleri ayakta alkışlamayı herkes ister öyle ister böyle öğrenecek…! Bizim alnımız açıktır…! Bu söylediklerimizin dışında bir şey yaparsak dediğimiz gibi “boynumuz kıldan ince”…! Ama “eleştiri yapıp da kıldan ince boynu olmayanlar” varsa bu mücadelede; onlara ne olur onu bilemeyeceğiz..! Şimdi öğrenmek “istemeyenler” varsa; tarih gayet güzel öğretecektir..! Hiç sıkıntımız yok…! Herşeye rağmen yazımızın başında da söylediğimiz gibi çok güzel bir konser oldu… Birkaç gün önce de Sol Anahtarı Müzik Grubuna uygulanan faşizan yaptırımın da bir nevi “intikamını” da kitleler o gece sistemden almış oldu. Bu gibi eylemlerin çoğalması gerektiğine ve daha da kitleselleşmesi gerektiğine inanıyoruz… Ülkemizdeki tüm devrimci kesimlerin bu gibi organizasyonlarda faaliyet göstermesi gerektiğine ve güç birliği yapılması gerektiğine inanıyoruz… Yakında bir Grup Yorum konseri vardır… Bu konserde “kendine devrimci solun geneline hitap edeceğini söyleyen” bir gazetemiz “günlük gazete olma hedefi ile” çıkacağını beyan etti.. Tabi “bütün solun genelinin nasıl olunacağı konusunda herhangi bir siyasal zemin henüz ortada yok…!” Daha doğrusu; yapılan toplantılar sonucunda örgütlerle bir işbirliği “girişimi” var ama son dönemde gelinen bir süreç veya “örgütlerle” somut olarak varılan bir zemin noktası en son yapılan toplantılardan sonra yok…! Güzel bir konser olmasını diliyor; Grup Yorum'un ülkemizde vereceği bu konsere katılımın yüksek olmasını umuyoruz…! Elimizden gelen neyse de yapmaya hazırız… Tabi bu “hazırlanma” sürecinin nasıl olacağı da önemlidir…! Süreç neyi getirecek hep birlikte yaşayarak göreceğiz…!