YDi-HG-8

Page 1

kapak25_Layout 2 9/30/11 4:09 PM Page 1

Uşak efendinin huzurunda

GÜNCEL Kürecik halkından direniş çağrısı SF 7-8

Ortadoğu’nun son ‘halifesi’ TC Başbakanı R.T. Erdoğan, Birleşmiş Milletler 66. Genel Kurulu’na gittiği New York’ta ABD Başkanı Barack Obama ile uzun bir görüşme yaptı. Bu görüşme efendi ile uşağın buluşması olarak okunmalıdır. SF. 17

EMPERYALİZME KALKAN OLMA NATO’nun Füze kalkanlarına karşı anti-emperyalist mücadeleyi yükseltelim

Emperyalizmin bölgesel ihtiyaçları doğrultusunda ülkemiz topraklarının talan edilerek, emperyalizme peşkeş çekilmesine son olarak füze kalkanı halkası eklendi.

YENİ DEMOKRASİ İÇİN

Halkın Günlüğü 1-10 EKİM 2011 Yıl: 1 Sayı: 8 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

Ulucanlar direnişi

yolumuzu aydınlatıyor fGÜNCEL 2-3

26 Eylül 1999’da Ulucanlar Hapishanesi’nde yapılan katliamda 10 devrimci katledildi. F Tipi hücrelerin provası olan Ulucanlar Katliamıyla devrimcilerin teslim alınması politikasına karşı, ON’ların direnişiyle devrimci iradenin teslim alınamayacağı gösterildi .

Nepal devriminin sorunları Çeviri Sayfa 19

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

HAKLARIMIZ İÇİN 8 EKİMDE ALANLARA Emperyalizmin uşağı Türk hakim sınıflarının saldırıları tüm toplumsal muhalefeti ve emek güçlerini hedef alıyor. Bu saldırılar emperyalist politikalardan bağımsız gelişmiyor. Emekçilerin bedel ödeyerek kazandığı tüm haklar tek tek gasp ediliyor.

EMEĞİMİZE SAHİP ÇIKMAK İÇİN Ülkemiz ezilen emekçileri her geçen gün sömürü düzeninin saldırılarına maruz kalıyor. Uğruna bedeller ödeyerek kazandığı haklar gasp ediliyor. Yaşamı çekilmez hale getiren burjuva feodal sistemdir. Bu sistemin dönen çarkları arasında ezilen emekçi halkın kurtuluşu yine kendi elleriyle olacaktır. Bağımsızlık, halk demokrasisi ve insanca bir yaşam için mücadeleyi yükseltelim. 8 Ekim’de alanlara çıkarak sistemin bu saldırılarına dur diyelim.

Dersim- Hozat ve Mazgirt Belediye Başkanları bir açıklama yaparak KCK operasyonlarına karşı mücadele çağrısı yaptı.

Kadınlar ‘maça yenik’ başladı fkadın 10-11 20 Eylül’de Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’nda Fenerbahçe-Manisaspor maçına Fenerbahçe’nin ‘seyircisiz oynama’ cezası Futbol Federasyonu’nun kararıyla maçı ‘kadınlar ve çocuklar seyretsin’ cezasıyla düzeltildi.

KCK operasyonları yaygınlaşıyor Devletin, BDP’ye ‘Meclise dönüp siyaset yapın’ çağrıları eşliğinde başlatmış olduğu ‘Kürt avı’ kesintisiz devam ediyor. KCK operasyonları adı altında seçilmiş belediye başkanları birer birer tutuklanarak hapishanelere dolduruluyor. Kuzey Kürdistan’da ise devlet terörü hız kesmiyor. SAYFA 04-05

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş yaptığı açıklamayla 1 Ekim tarihinde meclise döneceklerini söyledi. KCK yaptığı açıklamayla yaşanan çatışmalarda sivilleri hedef alma gibi bir politikalarının olmadığını ifade etti.


2-3_Layout 2 9/30/11 12:57 PM Page 1

02 güncel

Halkın Günlüğü 1-10 EKİM 2011

ON’ların direnişi yolumuzu

F tipi hücrelerin ilk provası olan Ulucanlar ON’ların direnişine karşılık, faşist TC devletinin Ankara merkezinde ‘devrimci tutuklular teslim olmayarak devleti acze uğratıyorlar’ diyerek gerçekleştiriliyor 26 Eylül 1999’da devrimci tutsaklara faşist diktatörlük tarafından yapılan katliamla toplum ve yaşam ‘tecrit’leştirmeye çalışıyor. F tipi hücrelerin ilk provası olan Ulucanlar katliamı, faşist TC devletinin Ankara merkezinde ‘devrimci tutuklular teslim olmayarak devleti acze uğrattıyorlar’ diyerek gerçekleştiriliyor. Ulucanlar’da 40 kişilik koğuşta 120 kişi bir yıl boyunca birlikte kalmaya zorlanıyor. Faşist diktatörlük yapacağı katliama zemin hazıramak için binbir türlü manipülasyonları medya aracılığıyla topluma duyururken, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun’un “uygun bir çözüm bulacağız. Endişeye gerek yok” demeciyle katliam kurnazca ilan ediliyordu. Bunların ‘Uygun çözüm’leri; halkları mengenede sıkıştırarak, nefes almalarını yasaklayıp ekonomik, siyasi olarak kuşatma katliamdır Ulucanlar... Başbakan Bülent Ecevit’in ekonomik istikrar paketlerini emperyalist ağa-babalarına yaranmak için ABD’ye hareket ederken talimatla gerçekleştirdiği tarihsel, sınıfsal ve ‘karaoğlan’ diyerek kendisini iktidara getiren Alevi-Kürt evlatlarına yönelik gerçekleştirilen siyasi olduğu kadar etnik de bir katliamdır. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Emniyet Genel Müdürü Kemal İskender, Jandarma Binbaşı ‘minik’ lakaplı DAL işkencecisi Zahit Engin, Jandarma Genel Komu-

tanlığı Şube Müdürü Jandarma Yüzbaşı Mustafa Koç ve bunların emrindeki paralı güruh tarafından gerçekleştiriliyor. 26 Eylül 1999 tarihinde dışarıda bir hafta boyunca ‘Ulucanlar hapishane parkı’nda gece-gündüz bekleyen tutsakların sesi olan toplam 41 ana ve tutsak yakını saat 02.00 civarı polis otolarıyla Ankara Terörle Mücadele Şubesi’ne götürülüyor. Ardından saat 04.00 sularında ellerinde silahlar, coplar, tüfek ve bombalarla “Allah Allah” nidalarıyla kuleler ve çatıdakiler taş, kiremit ve kurşun yağdırıyor içerideki 80 yüreğin tek vücut olmuş, teslim alınamayan devrimci iradelerinin üzerine. Katliam sırasında Ulucanlar Hapishanesi’nde MKP önceli TKP(ML) 12’si erkek 1’i kadın 13, DHKP-C 19’u erkek 11’i kadın 30, TKP/ML 12’si erkek 4’ü kadın 16, TKİP 11’i erkek 3’ü kadın 14, TİKB 8’i erkek 3’ü kadın 11 ve MLKP tutsakları bulunuyordu. Sabahın kör karanlığında başlayan ve yaklaşık 7 saat süren katliam vahşeti kadınlara görüş kabinlerinde, erkeklere ise hamam, odunluk vb. yerlerde tutularak işkencelerle sürdürülüyor. F tipi projeleri için ön prova olan en kanlı operasyon sonrası devrimci-komünist tutsaklar, Ankara Numune ve İbn-i Sina hastanelerine kaldırılıyor. Yaklaşık 30 tutsak dışındakiler de hedef alınarak kafalarına sıkılan kurşunlarla, akla gelmeyecek işkencelerden geçirilerek, kemiklere paslı çiviler çakılarak, flora-

san lambasıyla taciz ve tecavüzlerle akşam 19.00 civarında türlü türlü işkencelerden sonra ring arabalarına taşınıyor, sevklere çıkarılıyor. Devletin F tipi plan ve projesi kapsamında ‘pilot hapishane katliamı’ sonrası yapılan otopsi raporunda, "Ölümlerin çoğunun kafa ve kalbe sıkılan kurşunlarla meydana geldiği, cesetlerde ağır darp izleri bulunduğu, kemiklerinin kırık olduğu, yedi kişinin yivli silah, üç kişinin de av tüfeğinden çıkan saçmalarla hayatını kaybettiği" belirtiliyor. Meclis Araştırma Komisyonu'nca hazırlanan raporda, "asker ve polisin ölüm ve yaralanmaya sebebiyet veren aşırı güç kul-

landığı" ifade edilerek, suçluların yargılanması isteniyor. Olayla ilgili Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanan askerler beraat ediyor ve başta Yarbay Ali Öz olmak üzere, katliamı yöneten komutanlara dava açılmıyordu. Mahkumlara açılan davalar ise halen sürüyor. Kesintisiz süren devlet katliamları Diyarbakır, Buca, Ümraniye, Burdur, Bergama, Metris, Mamak uygulamalarıyla ustalaşmasında 19 Aralık için alt provadır Ulucanlar... Açılan davalar da devlet kendi katillerini aklamaya çalışırken her savunma aşamasında on yıllardır katliamı nasıl gerçekleştirdiğinin inkarında itiraf etmeye devam

Hapishanelerde tecridin her türlüsü var Siyasi tutsaklara yönelik tecrit uygulamalarında her yöntem kullanılıyor. Sürgün sevk ve davalar sırasında daracık hücreleri bulunan ring araçlarında götürülen tutsaklara bir de kelepçe takılıyor Tecrite Karşı Mücadele Platformu (TKMP) F tipi hapishanelerde derinleşerek sürdürülen tecrit uygulamalarına ilişkin eylül ayı içerisinde yaşanan hak ihlalleri raporunu açıkladı. Taksim Tramvay Durağı’nda yapılan açıklamada hak gasplarıyla kimliksizleştirme, teslim alma ve katletme politikasında hiç bir değişiklik olmadığına değinilerek, hapishanelerde inceltilmiş yöntemlerle işkence ve baskıların sürdüğüne dikkat çekildi. TKMP adına yapılan açıklamada, görüş yasakları, onur kırıcı aramalar, disiplin ve iletişim cezaları, soruşturmalar sürdürülürken, dergi,

kitap, araştırma inceleme yazıları vs. keyfi bir şekilde yasaklanırken, hapishaneye giden ailelerin ve görüşmecilerin de payına düştüğünü aldığını belirtti. Açıklamada genel olarak sürgün sevklerde, hastanelere, mahkemelere götürülürken tutsakları havasız bırakma, ring araçlarını bölümlere ayırarak tecrit etme, küçücük hücrelerde kelepçe takılması işkencelerin devam edildiği belirtildi. Adana Karataş Kadın Hapishanesi’nde 9 Eylül 2011 tarihinde MKP dava tutsağı Özlem Aydın’a verilen hücre içinde hücre hapsinden hemen sonra kaçırılırcasına Denizli D Tipi Kapalı Hapishanesi’ne sürgün edildiği ifade edildi. Ayrıca Hopa eyleminde tutuklananların hapishane kapasitesinin doluluğu gerekçesiyle havalandırması olmayan “geçici koğuş”a konuldukları ve günde en fazla 3 saat havalandırmaya çıkarıldıkları da raporda yer aldı. Hopa tutsaklarının 19 Eylül’e kadar taleplerinin karşılanmaması durumunda 21 Eylül’de açlık grevine başlayacakları

belirtildi. İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan’ın ve MKP dava tutsağı Hakkı Alpan ile birlikte 6 tutsak aileleriyle ve avukatlarıyla görüştürülmemekte, tecrit edilmektedir. Tutsak mektuplarının ve günlük gazetelerin verilmemesi, geciktirilmesi, süreli devrimci yayınların ve kimi mektupların “örgütsel haberleşme” gerekçesiyle, kitap, gazete ve dergilerin ya geç verildiği ya da hiç verilmediği ve “üçlü protokol” ile tutuklulara işkenceyle gündemden düşmeyen jandarmaya sözlü izinle yeni saldırı ve katliam yetkilerinin verildiği açıklandı. Tecrit hücrelerinde devrimci tutsaklara yönelik saldırı ve işkencelere karşı sessiz kalınmadığı, kalınmayacağı ve tüm devrimci, demokrat, ilerici kurum ve kişileri de yaşanacak hapishane saldırılarına karşı sessiz kalmamaya çağıran TKMP; “Devrimci tutsaklar onurumuzdur”, “Tecride son”, “İçeride-dışarıda tecridi parçala” sloganlarıyla basın açıklamasını sonlandırdı.


2-3_Layout 2 9/30/11 12:57 PM Page 2

güncel

1-10 EKİM 2011 Halkın Günlüğü

03

aydınlatıyor

5 bin TL tazminat ödemesine karar veriyor. Adalet ve İçişleri Bakanlığı tarafından temyiz edilince, dosya Danıştay 10. Dairesi'nin gündemine geliyor. Danıştay, idare mahkemesinin kararına karşı olayı hizmet kusuru değil "cezaevinde yıllarca birikmiş yapısal sorunların bir sonucu" olarak değerlendiriyor. Danıştay’ın bu kararına iki bakanlık da itiraz ediyor, bu kez Daire, tam tersine devletin bir kusuru olmadığına hükmediyor. Mahkeme ilk kararında direnince dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'na taşındı. Kurul da "mahkumların müdahaleye zemin hazırladığını" savunarak idareyi aklıyor. "Cezaevinde asayişin sağlanması amacıyla zorunlu hale gelen müdahaleyi idarenin hizmet işleyişinde kusurlu davrandığının bir göstergesi olarak kabul etmeye olanak yoktur" diyen yargı, ikiyüzlülüğünü iyiden iyiye açığa çıkarıyor.

ediyor. F tipi hapishanelerde ‘çıldırtarak öldürme’ tecrit hücrelerinde hala sürüyor. Son süreçte F tipi hapishanelerinde tedavisi engellenerek katledilen tutsaklar ve intihar edenlerin yanı sıra, yapılan hak gasp ve ihlalleri ‘yüksek güvenlik’li yerlerde ağırlaştırılmış müebbet tutsaklarının havalandırmaya çıkarılmamaları dahi tecridin boyutunu gösteriyor. Ulucanlar direnişinin 12. yıldönümünde de katliamda şehit düşen İsmet Kavlaklıoğlu'nun ailesinin açmış olduğu ve daha önce açılan tüm davalarda mahkemelerin kararları niyeti çok iyi açığa çıkarıyor. İdare Mahkemesi, "mahkumların yaşam hakkının devlet yükümlülüğü altında olduğunu" ve idarenin "ağır hizmet kusuru" nedeniyle ailenin

TC yargısı Danıştay 10. Dairesi, şehit İsmet Kavlaklıoğlu için açılan davanın kararında 57 kişiden oluşan kurul “aileye tazminat verilmesin” derken 12 hakim ise verilen karara muhalif kalarak karşı oy yazısında “müdahale esnasında kullanılan gücün ölçülülük ilkesine uygun olmadığı görülmektedir”şeklinde yazıyor. Ulucanlar şehitlerinden Önder Gençaslan ile Habip Gül’ün ailesinin tazminat davası da geri çevrilirken, aynı Danıştay daha önce şehit Ahmet Savran için ailesine tazminat ödenmesine karar veriyor. Ulucanlar direnişinin ölümsüz devrimcileri: Mahir Emsalsiz, Önder Gençaslan, Ahmet Savran, Aziz Dönmez, İsmet Kavlaklıoğlu, Ümit Altıntaş, Habip Gül, Halil Türker, Zafer Kırbıyık, Abuzer Çat ise geleceği kazanmanın iradesi olarak teslimiyeti, inkarı, imhayı, asimilasyonu tek silahları bedenleriyle tuz-buz ettikleri için ezilen emekçilerin ve halkların evlatları olarak tarihe geçiyor ve yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.

Unutanlar olmayacağız Nicesi ölümsüzleşti altınçağ mücadelesinde, kimilerimizin oğulları, kimilerimizin kızları, kimilerimizin eşleri, dostları ve kimilerimizin ise yoldaşlarıdır, ölümsüzlüğe uğurladıklarımız. Gittiklerinde ardıllarına ezilen halkların kurtuluşu olacak bir miras bıraktılar, bıraktıkları mirası ardılları kırkıncı yılına taşımaktalar. Kırk yıllık zengin bir mirasa sahip olan bizlere, sistem tarafından yalnızlaştırma, kişiliksizleştirme, yabancılaştırma çabalarıyla, belleği silikleştirilmek ve tarihi unutmak dayatılmıştır. Peki hakim sınıfınların bu saldırı çabaları ne derece başarılı oldu, bizlerin belleklerini silip, tarihimizi bize unutturabildiler mi? Tabii ki hayır. Kırk yıllık tarihi silemeyecekleri için bizlere tarihimizi unutturamayacaklar, fakat her birimiz tarihimizi ne kadar bildiğimizin ve tarihimizi ne kadar öğrendiğimizin muhasebesini yapmalıyız.

ÇHD eyleme devam ediyor

Buna karşı, bizler yitirdiklerimizin, aileleri, dostları, eşleri ve yoldaşları olarak güçlü bir şekilde haykırmalıyız, BELLEĞİ SİLİK VE UNUTANLAR OLMAYACAĞIZ.

imleri daha sonra sivil polisler avukatlara engel olmaya çalıştı. Yasak olmasına rağmen adliye içerisinde sivil polislerin video ve fotoğraf çekimi yaparak kendilerini fişlemesine avukatlar tepki gösterdi. Yaşanan arbedede çevik kuvvet polisleri adliye içerisine alındı. Avukatların “Polis dışarı adalet içeri”, “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganlarıyla tepki göstermesi üzerine polisler dışarı çıkartıldı.

Kırk yıllık bir mücadele tarihinde yüzlerce yoldaşımız mücadelemizde ölümsüzleşti. Biz Yeni Demokrasi Aileleri Birliği olarak oğullarımızı, kızlarımızı ve can yoldaşlarımızı artık bedenen anmak için değil, onların bizlere bıraktığı düşüncelerini, mücadelelerini anlatmak ve neden öldüklerini öğrenme bilinciyle, düşünceleriyle sahiplenmenin elzem olduğunun tekrardan altını çiziyoruz.

ÇHD, Çağlayan Adliyesi'nde avukatların üstlerinin aranmasını protesto etmeye devam ediyor Yeni yapılan Çağlayan Adliyesi’ne girişlerde avukatların da aranmasına tepki gösteren Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), yasal hiçbir dayanağı olmayan aramaya tepki gösteren avukatların kolluk kuvetleri tarafından tehdit edildiğini açıkladı ÇHD arama uygulamasına tepki gösteren avukatlar hakkında soruşturma açıldığını belirtti. Çağlayan Adliyesi önünde bir araya gelen ÇHD üyesi avukatlar kendilerine dayatılan üst aramasına tepki göstermeye devam etti. ÇHD adına açıklama yapan Avukat Fatma Elver, kanunsuz aramaya itiraz eden avukatların hakarete maruz kaldıklarını vurguladı. Elver, avukatlık mesleğinin yürütülmesine ilişkin ilkelerin uygulanmasını talep eden meslektaşları hakkında soruşturma açıldığını kaydetti. Açıklamanın ardından ÇHD üyeleri ve diğer avukatlar çantalarını X-RAY cihazına koymadan sadece kimliklerini göstererek adliyeye toplu giriş yaptı. Giriş sırasında önce Özel Güvenlik Bir-

‘Vesayet altına girmeyeceğiz’ Yaşananlara ilişkin açıklama yapan ÇHD İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay şunları söyledi: “İçeriye kameraların girmesi yasak olmasına rağmen polislerin çekimine izin verilerek bizleri fişliyorlar. Bu suçu işleyen kamu görevlilerinin isimlerini, sicil numaralarını istememize rağmen vermediler. Ancak Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğü öncülüğünde suçlu icra müdürlüğünün camından kaçırdılar. Avukatlara karşı çevik kuvveti kullananlar, avukatlara karşı suç işleyenleri camlardan kaçırdılar.” Tanay, “Avukatlar ağır cezayı gerektiren suç üstü halleri dışında aranamazlar. Avukatların, Adalat Bakanlığı'nın, Türkiye Barolar Birliği'nin, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın vesayeti altına alınmasına izin veremeyeceğiz.” dedi.

Değerli ailelerimiz, dostlarımız, yoldaşlar, bir şeyin daha altını çizmek gerekiyor ki, ölümsüzlüğe uğurladığımız yoldaşlarımızın ölümsüzlük kervanına dahil olmaları asla bir tesadüf değildir ve kırk yıllık şanlı tarih asla bir tesadüfün ürünü değildir. Ölümsüzlükleriyle mücadele tarihimizi taçlandıran ve bir birlerinden değerli olan, her bir yoldaşımızın bir değer olduğu, gönüllü ve kararlı bir şekilde sürdürdüğü o mücadele sürüyor. Bizler değerlerimizi bilince çıkartıp, o değerli köklerimize sarıldıkça geleceğe yürüyüşümüz daha kararlı olacaktır. Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB) olarak, BELLEĞİ SİLİK VE

UNUTANLAR OLMAYACAĞIZ şiarıyla, daha önce yerlerini tespit edemediğimiz, ölümsüzleşen yoldaşlarımızın mezar ve mezar yerlerinin tespit edilmesi ve adreslerini bilmediğimiz ailelerimizin adreslerinin tespit edilmesi, daha önce ulaşamadığımız ailelerimize ulaşmak için, ölümsüzleşen yoldaşlarımızın yaşamları boyunca bıraktıkları izleri güne ve yarınlara taşımak ve yoldaşlarımızın bıraktıkları görsel vb. anılarını, yaptıklarını ifade eden ne varsa ulaşmak için kampanya çalışmalarına başlamış durumdayız. BELLEĞİ SİLİK VE UNUTANLAR OLMAYACAĞIZ şiarıyla başlattığımız kampanyamızın daha güçlü ve verimli olabilmesi için, ölümsüzleşen yoldaşlarımızın ailelerine, eşlerine, dostlarına, yoldaşlarına kampanya çalışmaları içerisinde ellerinde yoldaşlarımızı anlatan ne varsa bizlere ulaştırmaları için çağrı yapıyoruz. Hep birlikte tek yürek olup kampanyamızı sahiplenmeye ve kampanya çalışmalarına katılmaya çağırıyoruz. Amacımız; zengin bir tarihin ve mirasın sahipleri olarak, köklerimiz olan tarihimizin yolumuza tuttuğu ışıkla, o şanlı tarihimizi her yönüyle yarınlara taşımak ve bilince çıkarmaktır. Tarihsel tecrübeler bizzat o tarihsel kavganın sıra neferi olan insanlar tarafından aktarılır yeni nesillere ve yeni kuşağın mücadelesine ışık tutar. Bu nedenle bütün emek ve yeteneklerini ortaya koyan ve bu çabalarını ölümsüzleşmekle taçlandıran düşenlerimizin her bir değerini bulup ortaya çıkarmalıyız ve bu insanlarımızın bir ideali olan ve bizimse önümüzde görev olarak duran altınçağı yaratma mücadelesinde kullanmalıyız. Bu konuda her bir yoldaşımızın, kitle ilişkimizin, ailelerimizin ve örgütlü, örgütsüz her insanımızın üzerine düşen görevler vardır; Ölümsüzleşen yoldaşlarımızın mezar yerlerinin tespit edilmesi Ölümsüzleşen tüm yoldaşlarımızın ailelerinin adreslerinin tespit edilmesi Yoldaşlarımızın görsel ve yazınsal tüm eserlerinin tespit edilmesi

Yeni Demokrasi Aileleri Birliği


4-5_Layout 2 9/30/11 1:45 PM Page 1

04 güncel

Halkın Günlüğü 1-10 EKİM 2011

Kürtler sorgusuz sualsiz KCK adı altında Kürt siyasetçilerine yönelik yapılan gözaltı ve tutuklama terörü hız kesmeden devam ediyor. Gözaltı ve tutuklamalara gerekçe olarak yine KCK yapılanması öne sürülüyor. KCK’ya üye olmak ise halk toplantıları düzenlemek, basın açıklamaları ve cenazelere katılmakla delillendiriliyor. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla Şırnak Belediye Başkanı Ramazan Uysal, Silopi Belediye Başkanı Emin Toğurlu ve İdil Belediye Başkanı Resul Sadak ile BDP Silopi İlçe Başkanı Bahattin Alkış evlerine yapılan polis baskınlarının ardından tutuklandı.

suç unsuru sayıldı. Uysal'ın Kürtçe ifade verme istemi de reddedildi. Belediye başkanlarıyla birlikte Şırnak ve ilçelerinde eylül ayının son iki haftasında gözaltına alınan 63 kişiden 51'i tutuklanmış oldu.

melik yargılamada "Örgüt yöneticisi olmak" ve "Örgüt propagandası yapmak" iddialarıyla tutuklanarak hapishaneye gönderildi.

rak katılırken, Ceylan gibi katledilen Kürt çocuklarımızın fotoğrafları da taşındı. MAZLUM-DER Diyarbakır Şube Başkanı Abdurrahim Ay, Ceylan'ın şahsında yaşanan bütün çocuk ölümlerini kınadıklarını belirterek, yekilileri göreve çağırdı. Önkol'un ağabeyi Rıfat Önkol, kardeşinin faillerinin bulunmamasını kınadığını ifade

ederek, faillerin bulunması ve cezalandırılmasını istedi. Önkol, “Bizim Ceylanımız gitti başka Ceylanlar gitmesin. AKP iktidar olduğundan beri birçok Kürt çocuğu katledildi. Başka ülkelerin çocukları için timsah gözyaşı döken Erdoğan, Kürt çocukları katledilirken sesini çıkarmıyor" dedi.

Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Kimse bizden iyi niyet beklemesin” sözünden sonra Kürt illerinde yoğunlaşan ve tüm ülkeye yayılan baskı teröründe 2 bin 343 Kürt siyasetçi gözaltına alınırken, bunlardan 880’i tutuklandı.

İzmir, İstanbul ve Dersim’de tutuklama terörü

Şırnak’ta 2 haftada 51 kişi tutuklandı

İzmir’de BDP Siyaset Akademisi’ne ve Kürt siyasetçilerin evlerine yapılan baskınlarda gözaltına alınan 34 kişiden 30’u ise tutuklanmaları talebiyle İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi nöbetçi hakimliğine sevk edildi. Geç saatlere kadar devam eden ifade işlemlerinin ardından 30 kişi “örgüt adına eğitim vermek” ve “örgüt üyeliği” iddialarıyla tutuklandı. Savcının, iddialarında BDP Siyaset Akademisi’nden alınan sertifikaları “suç delili” olarak sayması da dikkat çekti.

Savcılık ifadesinde, BDP'nin tüzüğünde yer alan Kent Meclisi yasadışı, saygı duruşu ise

Dersim’de aralarında DAKAD Başkanı Aysel Doğan’ın da bulunduğu dört Kürt siya-

KCK soruşturması gözaltına alınan belediye başkanları özel yetkili Cumhuriyet Savcılığı'na ifade verdi. İfadelerinin ardından üç belediye başkanı ile BDP Silopi İlçe Başkanı Bahattin Alkış, 'Yasadışı örgüte yardım etmek', Suç ve suçluyu övmek" ve 'Yasadışı örgüt propagandası yapmak' iddialarıyla tutuklandı.

setçi gözaltına alındı. Malatya’da bulunan özel yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı'nda ifadeleri alınan dörtkadın Kürt siyasetçi 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen göster-

Ceylan devleti yargılamaya devam ediyor Ceylan’ın yaşamı da nice Kürt çocuğumuzun yaşamı gibi devletin kan kusan silahlarıyla sonlandı. Ceylan’ın geride kalan resimdeki sorgulayan gözleri devletin Kürt ulusuna uyguladığı milli zulmün yaşattığı acıların ifadesi. Tıpkı bilincimize kazınan Uğur Kaymaz ve sayıları 400’ü bulan diğer Kürt çocuklarımız gibi Tayyip Erdoğan’ın “kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yapın” emrinin ardından erken yaşlarda devletin milli zulmüyle tanışan Kürt çocuklarımızın arasına parçalanmış bedeniyle katılan Ceylan Önkol, halen sorgulayan bakışlarıyla devleti yargılamaya devam ediyor.

Devlet bilinen failleri gizliyor Amed’in Lice ilçesi Şenlik Köyü Xambaz Mezrası’nda 28.09.2009 tarihinde hayvanları otlatırken havan topuyla Ceylan Önkol’u katleden devlet, katliamı gerçekleştiren askerlerden oluşan tetikçilerini korumaya devam ediyor. Patlamanın ardından annesinin kucağında korunan Ceylan’ın parçalanmış bedeni, ‘güvenliğinin olmadığını’ bahane edip inceleme yapmak için gelmeyen savcılığa götürülmesinin üzerinden iki sene geçti. Savcılar iki sene boyunca yapmadığı inceleme üzerinden olayı önce PKK’nin üzerine ardından mayın pat-

laması olarak kapatmak istedi. Yapılan baskıların ardından kolluk kuvvetleri patlamanın mayından meydana geldiğini iddia eden düzmece bilirkişi raporu hazırladı. Savcı ise bu fırsatı değerlendirerek, Ceylan’ın mayına basarak öldüğünü ve bu nedenle soruşturma yapılmasına gerek yoktur kararı verip süreci kapattı. Oysa Ceylan’ın ölümünü araştıran İHD heyeti Ceylan’ın ölümüne neden olan patlamanın bıraktığı izler ve bulguların, Ceylan’ın yakın mesafeden ve hedef gözetilerek Tapantepe Taburu’ndan açılan ateşle vurulmuş olduğunu açıklamıştı.

Ceylan mezarı başında anıldı Bingöl'ün Genç İlçesine bağlı Demirlibağ (Dolek) Köyü'nde Önkol'un mezarı ziyaret edildi. Mezar ziyaretine, köylülerin yanı sıra, Ceylan'ın arkadaşları Ceylan'ın fotoğraflarından hazırlanan maskeler taka-


4-5_Layout 2 9/30/11 1:45 PM Page 2

güncel

1-10 EKİM 2011 Halkın Günlüğü

Mazgirt ve Hozat Belediyeleri’nden açıklama

tutuklanıyor İstanbul Esenler ve Bağcılar'da yapılan ev baskınları sonucu BDP üyesi 15 kişi gözaltına alındı. Baskın düzenlenen evlerde yapılan aramalardan

sonra gözaltına alınan 15 kişi, Vatan Caddesi'nde bulunan polis merkezine götürüldü.

Sınır ötesi kara saldırısına hazırlanan Türk devleti içeride polis ve yargı gücünü kullanarak Kürt siyasetçilerini, siyasi arenadan tecrit etmeye çalışıyor. Devletin son saldırısında üç BDP’li belediye başkanı tutuklanarak hapsedildi

İHD toplu mezarlar

raporunu tamamladı İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi tarafından çalışması yürütülen "Türkiye'de Toplu Mezarlar Raporu" tamamlandı

alanlarda, ya da sahipsiz bir mezarlıkta. Kimi ise Bitlis’te olduğu gibi insanlık onurunu ayaklar altına alan bir şekilde çöplüklerde ortaya çıkıyorlar. Yoğunluklu olarak 90’lı yıllarda yaşanan bu insanlık dışı uygulamalar, başta ulusal mevzuata, uluslararası sözleşmelere ve savaş hukukuna aykırıdır. En önemlisi de insan hakları ve onuruna aykırıdır." dedi.

İHD Diyarbakır Şubesi'nin bilgi, belge ve tanıkların ifadesiyle hazırladığı rapor 22 Eylül'de yapılan basın toplantısıyla kamuoyuyla paylaşıldı. Hazırlanan rapora göre Türkiye-Kuzey Kürdistan'da 253 toplu mezarda 3 bin 248 kişi bulunuyor.

Hazırlanan rapora göre, Van'da 18 toplu mezarda 257 kişi, Şırnak'ta 14 toplu mezarda 204 kişi, Batman'da 11 toplu mezarda 198 kişi, Mardin'de 14 toplu mezarda 259 kişi, Dersim'de 5 toplu mezarda 259 kişi, Elazığ'da 3 toplu mezarda 55 kişi, Ağrı'da 2 toplu mezarda 53 kişi, Iğdır'da 1 toplu mezarda 14 kişi, Ardahan'da 1 toplu mezarda 19 kişi, Kars'ta 1 toplu mezarda 7 kişi, Adıyaman'da 1 toplu mezarda 17 kişi, Malatya'da 1 toplu mezarda 5 kişi, Antep'te 1 toplu mezarda 10 kişi, Hatay'da 1 toplu mezarda 8 kişi, Urfa'da 2 toplu mezarda 16 kişi tespit edilerek, 253 toplu mezarda toplam 3 bin 248 kişinin bulunduğu belirtildi. Ayrıca basın toplantısında tanıtımı yapılan İnteraktif Toplu Mezar Haritası sayesinde internet üzerinden toplu mezarların bulunduğu yere yakın koordinatlara ulaşılabiliyor.

Yapılan basın toplantısında konuşma yapan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, JİTEM’in kurucularından Arif Doğan’ın, ‘PKK’lilere bir de mezar mı yapacaktık. Tabii ki toplu halde gömdük’ sözlerinin Türkiye-Kuzey Kürdistan'daki toplu mezar gerçeğini pekiştirdiğine dikkat çekerek, "Aslında yapılan bu itiraflar, toplu mezarlarla ortaya çıkan bu vahşetin bir devlet politikası olduğunu gözler önüne sermiştir. Raporumuzda da göreceğiniz üzere, binlerce insan toplu halde halen toprak altında. Kimi bir dağın yamacında, kimi bir derenin kenarında, kimi yakılan ormanlık

05

Mazgirt ve Hozat Belediyesi Şırnak’ta BDP'li belediye başkanlarının tutuklanmasını kınayarak, “Demokratik haklarımıza ve halkın mevzilerine sahip çıkacağımızı ilan ediyoruz” açıklamasında bulundu DHF'li Mazgirt ve Hozat belediyeleri, üç BDP'li belediye başkanının tutuklanmasına karşı bir açıklama yayımlayarak, dayanışma ve destek mesajlarını kamuoyuyla paylaştı. Hozat Belediye Başkanı Cevdet Konak, Dersim-Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel, Dersim Merkez Belediye Meclis Üyesi Ali Mükan, Dersim Merkez Belediye Meclis Üyesi Yaşar Oğuz tarafında yapılan ortak açıklamada, "Belediye başkanları şahsında saldırıya uğrayan, tutuklanan Kürt ulusunun haklı ve meşru mücadelesinin yanındayız!” denilerek Kürt ulusu üzerindeki baskılara dikkat çekildi. ‘Demokrasi’, ‘açılım’ söylemleri eşliğinde yapılan saldırıların, mücadeleyi bitiremeyeceği vurgusu yapılan açıklamada “Demokrasi söylemi arttıkça tırmanan saldırılara yenileri eklenmeye devam ediyor.” denildi. Açıklamada “Şırnak Belediye Başkanı Ramazan Uysal, Silopi Belediye Başkanı Emin Toğurlu ve İdil Belediye Başkanı Resul Sadak ile BDP Silopi İlçe Başkanı Bahattin Alkış şahsında saldırıya uğrayan Şırnak halkının iradesidir. Ve tarih tanıktır ki hiçbir zulüm politi-

kasının halkın iradesini ve örgütlü gücünü tutsak etmeye gücü yetmemiştir, yetmeyecektir de. Daha birkaç gün önce, ‘Arap Baharı’nı selamlayan ‘ileri demokrasi’ mimarı Başbakan Erdoğan BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada şöyle diyordu: ‘Halkınızın demokrasi yönündeki çağrılarına ve sesine kulak verin, zira her türlü iktidarın meşruiyetinin kaynağı, her şeyden önce halktır, halkın iradesidir. Halkın meşru talep ve beklentilerini karşılamayan, kendi halkına silah doğrultan, adalet ve hakkı tutup kaldırmak yerine, zulmü esas alan yönetimlerin devri kapanmalıdır.’ Peki, soruyoruz, ‘bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’. Aynı anda yaşanan bu saldırılarda neyin nesi? Halkın iradesini her geçen gün zindanlara tıkarak yapılmak istenen nedir. Başbakan unutmamalıdır ki o da elindeki silahı Kürt halkına doğrultmuştur. Ezilen halklar ve onların demokratik kurumları, Başbakan’ın sözlerine aynen uyacak ve kendi halkına silah doğrultan zülümkarlara karşı mücadeleyi büyüteceklerdir. Belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri olarak, Şırnak’ta halkın temsilcilerine yönelik gerçekleştirilen tutuklama saldırısını, onlar şahsında tüm devrimci, demokrat, yurtsever belediyelere yapılmış sayıyoruz.” denildi. Açıklamada son olarak saldırılara karşı tüm devrimci, demokrat ve yurtsever kurumların birlikte mücadele etmesi gerektiği vurgusu yapılarak, duyarlılık çağrısında bulunuldu.


6-7_Layout 2 9/30/11 1:05 PM Page 1

06 güncel

Halkın Günlüğü 1-10 EKİM 2011

Çatı partisinden kongre hareketine... Çatı Partisi ya da bugün tartışılan Kongre Hareketi gibi birliktelikler kabul etmek lazım ki; ilkeli bir tarzda, devrimci bir program etrafında bir araya gelmiş, hedefleri, mücadele yol ve yöntemleri net olan bir anlayışla mümkün olacaktır Sınıflı toplumlarda her sınıf kendi siyasi ve sosyal örgütlenmesiyle beraber varlığını korumaya çalışır. Aynı sınıfsal mekanizmaya dahil olanlar çeşitli ortaklıklarla bir araya gelir, çeşitli çalışmalar yaparlar. Burjuvazi ve proletarya arasındaki keskin sınıf mücadelesi de bu realiteden bağımsız değildir. Proletaryanın varlığı burjuvazinin yok oluşuna, burjuvazinin varlığı da proletaryanın sömürüsüne vesiledir. Her iki sınıfta kendi iktidarları için mücadele ederken çeşitli ara katmanlarla ilişkilenerek, ortaklıklar kurarlar. Her ortaklığa damgasını vuran ise hangi ideoloji çerçevesinde bir araya gelinip o ortaklığa hangi sınıf ya da sınıfların önderlik ettiğidir. Komünist partileri için de aynı durum geçerlidir.

ku; Demokrasi İçin Birlik Hareketi (DBH) ile gündeme gelen Çatı Partisi girişimlerini yeni bileşenleriyle birlikte sürdürüyor. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun 20 Ağustos’ta Kongre Hareketi’ne dönüşmesinden sonra, Ekim ayı ortalarında yapılması planlanan kongre hazırlıklarına hız verilmiş durumda. 15-16 Ekim 2011’de Ankara’da toplanacak olan Kongre Hareketi karara bağlanmak üzere bir program taslağı hazırladı. Ortak mücadele platformları oluşturmak adına olumlu bir çalışmayla karşı karşıya kalsak da; birlik-ortak mücadele konularının ele alınışı ve sürecin anlayış-işleyiş boyutunun oldukça yanlış bir tarzda kavrandığını ifade edebiliriz.

Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketi ortak mücadele- birlik konularında pek parlak bir geçmişe sahip değildir. Geçmişten günümüze ortaklaşılan yönlerden çok ayrılıklar gündemleşmiş ve şiddet boyutuna varan çatışmalar yaşanmıştır. ‘71 devrimci çıkışının en büyük özelliklerinden olan, farklılıklara rağmen devrimci dayanışma çizgisi, maalesef sonrasında işletilememiş, çoğu örgütsel meselelerden kaynaklı, devrimci hareket sürekli olarak bölünmeler yaşamış ve her ayrışma sonrası karşılıklı suçlamalarla, şiddet boyutları da gelişmiştir. Tarihimizde devrimci dayanışma örnekleri olmakla beraber bu örnekler yukarıda çizdiğimiz olumsuz tablonun gölgesinde kalmıştır. Böylesi bir duruma yol açan ana etken MLM bilimi kavrayamama-eksik kavrama ve küçük burjuva dargrup hesaplarıdır. Bu duruma paralel olarak birlik-ortak mücadele platformları da sürekli gündeme getirilmiş, çeşitli öneriler ve çalışmalar yapılmıştır. Fakat arzu edilen ortak mücadele platformlarını bir kenara bırakalım, lokal bazı önemli meselelerde dahi ortaklıklar yaratmak oldukça zor bir hale gelmiştir. 1996 yılında Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP)’nin kuruluş sürecinde hedeflenen “solda birlik”de gerçekleştirilememiştir. Son yıllarda ise Çatı Partisi olarak tarif edilen ve esas olarak Kürt Ulusal Hareketi’yle “dayanışma” pratiğine bürünen bir çalışmaya tanıklık etmekteyiz. 2011 genel seçimlerinin ardından Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blo-

1-Söz konusu parti girişimi kendisini sistem içi mücadeleyle sınırlayan, iktidar hedefi taşımayan, merkezine burjuva-liberal reformları koyan bir oluşumdur. Kongre Girişim Programı olarak açıklanan metnin ilk maddesinde “Bizler, halklarımıza yöneltilmiş tüm baskı ve haksızlıkları ortadan kaldırmak, barış içinde ve insanca yaşayabileceğimiz bir Türkiye’yi kurmak üzere bir araya geldik.” denilerek neden bir aradayız? Sorusunun cevabı verilmektedir. Ülkemizdeki baskı ve haksızlıkların yegane sebebi askeri faşist diktatörlük gerçekliğidir. Zor aygıtı üzerine ülkemiz halkının sömürüsüyle şekillenen böylesi bir aygıtı “ortadan kaldırmanın” yegane yolu da zor aygıtına başvurarak radikal-devrimci-illegal-silahlı bir mücadele yürütmekdir. Bu perspektifi merkezine almayan her hareket, oluşum sistemin sınırları içinde “demokrasicilik” oyunu oynamaktan başka bir misyona sahip olamaz. Gerek program metninde gerekse bu oluşumun bileşenlerinin program ve politikalarından devlet mekanizmasını “ortadan kaldırma” nın yolu olarak parlamento seçimleri gösterilmektedir. Ufku burjuva demokrasisi sınırlarını aşmayan her hareket devrime değil nihai olarak kapitalist sisteme hizmet eder.

Kısa maddeler halinde özetlemeye çalışırsak;

2-Demokrasi, emek mücadelesi, kadın ve gençlik, ekolojik sorunlar vb. birçok başlıkta an itibariyle mevcut olan bütün meselelere değinen Girişim Metni’nde onca “mücadele edeceğiz” söylemlerine rağmen bu mücade-

lenin hangi araçlarla nasıl yürütüleceğine dair ise tek bir açıklama bulunmamaktadır. Hedeflerin muğlak bırakıldığı, genel söylemlerle geçiştirildiği böylesi bir deklarasyonun baştan bir ayağı sakat doğmuştur. Liberal çevrelerin sıklıkla dile getirdiği taleplerin ötesine geçmeyen ve ilk maddede de belirttiğimiz gibi burjuva ufku aşmayan bu hareket halkımıza özgürlük ve demokrasinin yolu olarak parlamentoyu işaret etmekte ve böylelikle devrimci mücadeleyi ötelemektedir. Devrimci-komünistler parlamentonun bir mücadele aracı olarak kullanılmasına karşı çıkmamakla beraber kendisini bu alanla sınırlayan politikanın da karşısındadır. Parlamentarizm bataklığına saplanan reformistrevizyonist hareketlerin devrim mücadelesine katkıları artı değil eksi yöndedir. Ki EDP ve ESP’yi aynı potada eritecek olan şey de bu metinde yazılanlardan başkası olamazdı. Yine 2010 yılında yapılan referandumda EVET cephesinde yer alan ve yaptığı açıklamalarla devrimci hareketin altını oymaya çalışan DSİP ile BDP’yi aynı potada eriten nedir acaba? 3-Uzun süredir solda tartışılan Kürt Ulusal Hareketi’yle ilişkilenme meselesinde de istisnalar dışında sol-devrimci örgütlenmeler pragmatist-kuyrukçu bir politika izlemektedir. Kürt ulusunun devrimci-ilerici her talebi desteklenip güçlendirilmelidir. Bunun yegane yolu da ulusal hareketle ortak mücadele alanlarını yaratmak, diğer yandan ise devrimci iktidar mücadelesini güçlendirmektir. Fakat destekçilik yarışına girenlerin meseleye yaklaşımı oldukça faydacıdır. Komünist ideoloji doğrultusunda mücadele ettiği iddiasında olanların ülke devrimini ulusal harekete havale etmesi, önüne esas görev olarak Kürt işçi ve köylülerini örgütleyip devrimci mücadeleyi geliştirme yerine ulusal harekete destek sınırlarını aşamayanların komünistlik iddiaları da tartışılmalı bir durumdur. Yapılan tartışmalar ve çalışmalarla ilişkilenmemiz göz önüne alındığında “ayrık otu” muamelesiyle karşı karşıya kalmaktayız. Kırk yıllık tarihimizle ulusal sorun ve Kürt ulusal sorunu ve hareketiyile ilişkilenmemiz orta yerde duruyorken ve bugünde örmeye çalıştığımız devrimci mücadeleyle meseleye

yaklaşımımız net iken, kimi “güler yüzlü” dostlarımızla aynı ortamda, yanlış bir takım anlayışlarla uyuşmadığımız için ideolojik eleştiri sınırlarını aşan saldırılara muhatap olmamız bizleri pek şaşırtmamaktadır. Bizler faşizme karşı ülkemiz devrimci-demokratik-yurtsever güçlerinin ortak-birleşik mücadelesinden yanayız. Bu mücadelenin ve birlikteliğin ancak ve ancak ilkeli bir tarzda, devrimci bir program etrafında bir araya gelmiş, hedefleri, mücadele yol ve yöntemleri net olan bir anlayışla mümkün olacağını düşünmekteyiz. İktidar mücadelesine tekabül eden görevleri bir kenara koyarak ilkesiz bir tarzda birlik adı altında devrimci mücadelenin altını oyan pratiklere dahil olmayacağımız gibi devrimci eleştiri silahını da en etkin şekilde kullanacağız. Farklılıklara çokça vurguların yapıldığı böylesi bir oluşumun temel omurgasını oluşturan güçlerin en yakın örneğiyle parlamento seçimlerinde kendilerini desteklemediğimiz için eleştiri niyetine ortaya koydukları pratikler hafızalardadır. Farklı amaçlar ekseninde farklı birliktelikler mutlaka kurulabilir-kurulmalıdır. Fakat ülkedeki iktidar sorununa çözüm iddiasıyla yola çıkmak ve bunun üzerinden bir program etrafında bir araya gelmek oldukça farklı bir iddiadır. İdeolojik-politik hat olarak tamamen zıt kutuplarda duran bazı dostlarımızın birbirlerine yönelik eleştiri oklarını kör mahzenlere saklayarak böylesi bir birlikteliğe imza atmaları uzun soluklu bir çalışma olmayacaktır. En basitinden son referandum ve seçim süreçlerinde birbirlerine hakarete varan ithamlarla süren tartışmalar nasıl bir anlayışla sonlandırıldı? Buna benzer belirli sorunların üstü çizilerek ileride daha büyük sorunlara da kapı aralanmış olmayacak mı? Önemle takip ettiğimiz bu çalışmaya ilişkin kısa bir giriş niteliğinde olan bu yazımız dışında devrimci eleştirilerimizi sunmaya devam edeceğiz. Devrimcilerin görevi sadece eleştirmek değildir. Bizler sisteme karşı olan devrimci dostlarımızla beraber sokaklarda, barikat başlarında, dağlarda mücadele siperlerini örmenin sorumluluğunu da sürekli bir şekilde omuzlarımızda hissederek bu görevi yerine getirmeye çalışacağız.


6-7_Layout 2 9/30/11 1:05 PM Page 2

güncel

1-10 EKİM 2011 Halkın Günlüğü

07

Kürecik halkı Füze Kalkanı istemiyor devrimci mücadeleyle ilişkilerini sürdüren köylülerle buluşarak, anti-emperyalist mücadele bayrağını yükseltme çağrısını yineledi.

ABD ve AB'nin askeri örgütü NATO'nun şemsiyesi altında İsrail'i korumak ve bölge halklarına saldırmak amacıyla kurulmak istenen füze kalkanına karşı anti-emperyalistler ve Kürecik köylüleri mücadele ediyor

Kürecik halkıyla ve çeşitli kesimlerle temaslarını tamamlayan DHF, Yeni Demokrasi güçlerinin anti-emperyalist mücadelesini anlatarak, güncel gelişmeler üzerine tartışmalar yürüttü. Geçmiş dönemde devrimci faaliyetlerin yoğun olduğu bölgede DHF ve Kaypakkaya geleneğini yakından tanıyan Kürecik halkı, haklı mücadelelerinin yanında olduklarını belirterek, DHF faaliyetçileriyle sohbetler geliştirdi. Yapılan sohbetlerde köylüler tarafından şu vurgular öne çıkartıldı:

Emperyalizmin bölgesel ihtiyaçları doğrultusunda ülkemiz topraklarının talan edilerek, emperyalizme peşkeş çekilmesine son halka olarak Malatya-Kürecik’te kurulması için anlaşma sağlanan Füze Kalkanı sistemi oldu. ABD öncülüğünde Ortadoğu üzerinde planlanan politikaların yaşam bulması için TC devleti taşeron olarak kullanılarak, topraklarımız emperyalizmin üssü haline getirilmeye çalışılmaktadır. Açık ve gizli birçok askeri üssün varlığı tartışma ve tepkilere sebepken sözde güvenlik adı altında İsrail’i korumak amacıyla Kürecik’e kurulması kararlaştırılan Füze Kalkanı projesine karşı tepkiler de gecikmedi.

Sadece Kürecik halkı değil dünya halkları füze kalkanı istemiyor! “ABD ve AB’nin uşaklığını yapan AKP hükümeti ülke topraklarını emperyalizme peşkeş çekiyor. Bizler Kürecik halkı olarak Füze Kalkanı Projesi’nin savaş ilanı olduğunu düşünüyoruz. AKP hükümeti kendi topraklarını ABD’ye peşkeş çekerek İran üzerine saldırmayı planlıyor ve İsrail siyonizminin uşaklığını yapıyor. Başbakan da çıkıp füze ‘kalkanın’ kumandasının bizlerin elinde olduğu palavralarını dillendiriyor. Malatya, Kürecik halkı olarak bizler bu füze kalkanına karşı eylem ve etkinlikler düzenliyoruz.

Füze Kalkanı Projesi’nin Malatya-Kürecik’e kurulacağının açıklanmasından hemen sonra başta kürecik köylüleri olmak üzere devrimci-demokrat-ilerici kesimlerden ilk tepkiler de gelmeye başladı.

Füze kalkanına hayır “Kürecik’te Füze Kalkanına Hayır İnisiyatifi”nin çağrısıyla 25 Eylül’de bir araya gelen yüzlerce kişi Taksim Meydanı’ndan Galatasaray Meydanı’na kadar yürüdü. Antiemperyalistler “Füze kalkanına hayır”, “Kürecik’te füze kalkanı istemiyoruz” yazılı pankart açtılar. Kitle adına açıklama yapan İbrahim Duman, bölge halkı olarak füze kalkanına karşı olduklarını belirtti. Füze Kalkanı Projesi’ni ülkenin ulusal çıkarları için imzaladığını ifade eden AKP hükümetinin yalan söylediğini aktaran Duman, ulusal çıkarlar kisvesi altında savaşla korunan şeyin halkların çıkarı olmadığını vurguladı. Kürecik'te yaşayan halkın bu gelişmelere sessiz kalmadığını belirten Duman, halkın tepkisini ortaya koymak için eylemlere devam edeceklerini belirtti.

Ortadoğu halklarına kan kusturacak bir sistemin ülkemiz topraklarında kurulmasına izin vermeyeceğiz diyen köylüler başta ülkemiz halkı olmak üzere dünya halklarının buna karşı gelmesi gerektiğini ve 2 Ekim de yapılacak olan mitinge katılımın sağlanmasını söylediler.

DHF Kürecik’te çalışmalarını yoğunlaştırıyor

Demokratik Haklar Federasyonu’da 2 Ekim’de yapılacak olan protesto eylemine başta Malatya olmak üzere diğer çevre illerden kitlesel katılarak ülkemiz topraklarını ABD ve AB’ye peşkeş çeken yerli uşaklarına karşı tüm faaliyetçi ve kitlesiyle karşı koyacak.

İlk sınav 2 Ekim’de Emperyalistlerin “Füze Kalkanı Projesi", kurulması planlanan Kürecik’te 2 Ekim günü büyük bir mitingle protesto edilecek. Kürecik köylüleri ve aralarında DHF'nin de bulunduğu devrimci, demokratik ve ilerici güçler birçok ilden bölgeye gelerek, NATO ve AKP’ye karşı “Füze kalkanı istemiyoruz” protestosu gerçekleştirecek.

Geçtiğimiz aylarda ülke genelinde Füze Kalkanı'na karşı bir siyasi kampanya sürdürmüş olan DHF, Kürecik köylüleriyle buluşarak, Kaypakkayalardan günümüze

Emperyalizme kalkan olmayacağız NATO ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik Malatya Kürecik’te kurulacak olan füze kalkanlarına karşı eylemlerini sürdürüyor

Siyonizme kalkan olmayacağız” yazılı pankart arkasında kortej oluşturan kitle buradan Dolmabahçe’ye doğru yürüdü. Yürüyüş boyunca “Emperyalizme kalkan olmayacağız”, “Katil ABD, uşak AKP”, “Emperyalizm yenilecek direnen halklar kazanacak” sloganları atıldı.

Çok sayıda kurumun bir araya gelerek oluşturduğu “NATO ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik” geniş katılımlı bir yürüyüş gerçekleştirdi. İçerisinde DHF’nin de yer aldığı birlik bileşeni kurum üyeleri Galatasaray Lisesi önünde toplandı. “Emperyalizme ve

TC “kalkan” olmakta kararlı! Birlik adına yapılan açıklama da füze kalkanı projesine imza atan AKP hükümetinin, ülke topraklarını emperyalizmin ve siyonizmin ön cephesi haline getirdiği ifade

edildi. Açıklamada, TC’nin Ortadoğu’da yürütülen kirli savaşa “kalkan” olmakta oldukça gönüllü olduğunu ortaya koyduğu vurgusu yapıldı. Açıklamada emperyalistlerin füze kalkanını kurdukları topraklarda tehdit istemediğini ve bu nedenle Kürt hareketini tasfiye etmek konusunda TC’ye destek sunduğu ifade edildi.

Füze kalkanına karşı mücadele Ankara Nato ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik, Malatya Kürecik’e kurulacak Füze Kalkanı’nı protesto ederek, kalkan projesine

karşı Kürecik halkının yanında alanlarda olacaklarını duyurdu. Kurulması planlanan füze kalkanına karşı Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde bir araya gelen birlik bileşenleri “Füze kalkanına hayır” pankartı arkasında toplandı. “Emperyalizm yenilecek direnen halklar kazanacak”, “Füze kalkanı istemiyoruz”, “Kahrolsun ABD emperyalizmi” sloganları atan birlik bileşenleri, tüm halkı kalkan projesine karşı tek yumruk mücadele etmeye çağırdı. DHF Ankara örgütlülüğünün de destek verdiği eylem sloganlarla sona erdi.


8-9_Layout 2 9/30/11 1:06 PM Page 1

08 emek haber 8 Ekim’de Ankara’ya DHF, 8 Ekim’de TMMOB, KESK, DİSK ve TTB öncülüğünde Ankara’da gerçekleştirilecek eyleme merkezi katılım sağlayacağını yaptığı yazılı açıklamayla kamuoyuna duyurdu Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), 8 Ekim’de TMMOB, KESK, DİSK ve TTB öncülüğünde Ankara’da gerçekleştirilecek olan mitinge tüm ülkedeki örgütlü güçleriyle katılacağını açıkladı. DHF yaptığı açıklamasında “TMMOB, KESK, DİSK ve TTB öncülüğünde devrimci, demokratik ve ilerici güçler 8 Ekim 2011’de Ankara’da bir kez daha halkın haklı muhalefetinin sesini yükseltecek. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF), tüm ülkedeki örgütlü güçleriyle ve bağrında bir araya getirdiği tüm kurumlarla birlikte, alandaki yerini alacak ve bağımsızlık, halk demokrasisi ve sosyalizm için demokratik haklar mücadelesinin mücadele bayrağını bir kez daha yükseltecektir!” dedi. Ülkemizde ABD ve AB eliyle yaratılan yıkımlara değinilen açıklamada, “HES, RES, Termik Santral vb. sebeplerle evimize, toprağımıza, ormanımıza, dağımıza göz dikiyor! Yabancı şirketlere sattığı toprağımızı, polisin, jandarmanın copu, kalkanı, gazı ve silahıyla elimizden almaya çalışıyor!” denildi. Birçok yerde yapılan yıkımları hatırlatan DHF şu ifadelere yer verdi: “Biz DHF’li topraksız ve yoksul köylüler, üretimimizi çökerten ve elimizde kalan son topraklara gözünü diken emperyalistlere ve uşaklarına karşı mücadelemizi bir kez daha en güçlü şekilde haykırmak; toprak ve hürriyet kavgamızı büyütmek için tüm topraksızları ve HES karşıtı direnişçileri 8 Ekim’de Ankara’ya DHF saflarına çağırıyoruz!” DHF açıklamasında tüm kesimlere, işçi-emekçi, gençler, kadınlar, ezilen ulus mensuplarına tek tek seslenerek 8 Ekim’de Ankara’da olunması gerektiğini vurguladı.

Halkın Günlüğü 1-10 EKİM 2011

KIDEME KILIF

İşçilerin kazanılmış hakkı olan kıdem tazminatı sisteminin kaldırılması ve yerine fona dayalı yeni bir sistem kurulması yönündeki tartışmalar devam ediyor

AKP hükümetinin önümüzdeki dönemden itibaren uygulayacağı yeni sisteminin ana hatları netleşmeye başladı. AKP hükümeti kıdem tazminatını kaldırmak için Avusturya modeli olarak bilinen sistemi uygulayacağı ifade ediliyor. Patronların beklentileri ve talepleri doğrultusunda şekillenmesi beklenen kıdem tazminatı konusu, görünen o ki açıklanacak istihdam paketinin en önemli gündemi olacak. Yıllardır işçi haklarıyla ilgili olarak üzerinde en çok tartışılan konu, kıdem tazminatlarının durumu. Sermaye güçleri ve hükümetlerin üzerinden ince hesaplar yaptığı bir konu olan kıdem tazminatı, işçiler için temel bir hak, işverenler için ise işgücü maliyetini yükselten, işçilerin işten çıkarılmasını zorlaştıran bir uygulama olarak görülüyor.

AKP’nin model oyunu İşçi ve emekçilerin bedel ödeyerek kazandığı kıdem tazminatının kaldırılmasına dönük adımlar atılırken, AKP hükümetinin Devlet Bakanı olan Cevdet Yılmaz, geçtiğimiz günlerde bir gazeteye verdiği röportajda; kıdem tazminatı fonu tartışmalarında Avusturya modelini tercih ettiklerini, her işçinin kendisine özgü hesaplar olacağını ve kişiye özgü hesap olduğu zaman bu hesapların kötüye kullanılmasının önüne geçileceğini iddia etti. İşçilerin kendi hesabında biriken tutarları uygun şartlar oluştuğunda kullanabileceğini, kişisel hesaplardaki parayı, kamunun yönetiminde kurulacak bir fon aracılığıyla yöneteceklerini söylüyor. Hükümet temsilcileri kıdem tazminatı ile

ilgili olarak gerçeği yansıtmayan bilgiler vererek kamuoyunu yönlendirip, milyonlarca işçiyi yapacakları kıdem tazminatı gasbına ikna etmeye çalışıyorlar.

Eylemler genişletiliyor Hükümetin kıdem tazminatını kaldırılmasına dönük adımlarına karşı çıkan sendikalar, bu oyunu boşa çıkaracaklarını ifade ederek, Ankara, Antalya, Edirne, İstanbul, Eskişehir ve Mersin gibi ülkenin birçok yerinde on binlerce işçi alanlara çıktı. ANKARA- Genel-İş üyesi işçiler, PTT binası önünde bir araya gelerek, kıdem tazminatının kaldırılmasına dönük adımları protesto ederek, milletvekillerine mektup gönderdi. PTT müdürlüğü önünde toplanan işçiler adına Genel-İş Ankara 1 No’lu Şubesi adına basın açıklaması okundu. Kıdem tazminatı, işçi sınıfının geleceğidir

denilen açıklamada şu ifadelere yer verildi; “Kıdem tazminatının bugün işçilerin büyük bir çoğunluğu tarafından alınamadığını, kıdem tazminatı fonunun kurulmasıyla işçilerin hiçbir ekonomik kaybı olmayacağı yalanının arkasına sığınılmaktadır. Medya ve yandaş basın kuruluşlarının, hükümet ve sermaye çevrelerinin faşizan yaklaşımlarını şirin göstermeye çalışmalarına rağmen işçi ve emekçileri mücadeleyi büyüteceklerdir” denildi. ANTALYA- AKP hükümetinin kıdem tazminatının kaldırılmasına dönük adımları, Antalya Su ve Atıksu İdaresi (ASAT) Genel Müdürlüğü işçileri tarafından protesto edildi. Genel-İş Sendikası önünde toplanan işçiler, attıkları slogan ve kıdem tazminatının kaldırılmasına dönük uygulamaları teşhir eden dövizler açarak Attalos Heykel alanına kadar yürüyüş gerçekleştirdi.

Ankara’da buluşalım Açıklamanın devamında şu ifadeler yer aldı: “Ülkenin dört bir yanından işçiler, köylüler, emekçiler, ezilenler Ankara’da buluşuyor! ABD ve AB emperyalistlerinin Ortadoğu’daki işgal ve siyasi ilhaklarına karşı! ABD ve AB emperyalistlerinin Ortadoğu’da işbaşına devşirdiği burjuva-feodal faşist diktatörlüklerin zulmüne karşı! Ülkemizde Ortadoğu halklarına ve ülkemiz emekçilerine karşı kurulan Füze Kalkanları’na karşı! Toprağımızı gasp eden ve emperyalistlere peşkeş çeken HES yağmasına karşı! Emeğimizi ve geleceğimizi gasp eden “Ulusal İstihdam Stratejisi”ne karşı! Kürt ulusuna ve azınlıklara dönük imha ve tasfiye saldırılarına karşı! 8 Ekim’de Ankara’da, tüm operasyonlara, tutuklamalara ve baskılara karşı, DHF saflarında, çok daha güçlü bir demokratik haklar mücadelesini büyütmek için buluşuyoruz!”

Sendikalardan Ankara mitingine çağrı DİSK, KESK, TMMOB ve TTB son dönemlerde emekçilere yönelik artan saldırıları Dersim’de yaptığı yüryüşle protesto etti Son zamanlarda artarak devam eden saldırıları protesto etmek amacıyla DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, AKP önünde basın açıklaması yaptı. Dersim’de Sanat Sokağı’nda bir araya gelen ve aralarında YDSB faaliyetçilerinin de bulunduğu kitle AKP binası önüne gelerek basın açıklaması gerçekleştirdi. 8 Ekim’de Ankara’da gerçekleştirilecek olan mitinge çağrı yapılan açıklamada baskıların her geçen gün biraz daha arttığı dile getirdi. Açıklamada “Tür-

kiye’de son dönemlerde emek ve demokrasi mücadelesi yürüten kesimlere, özellikle Eğitim Sen şubelerine yönelik yoğun polis baskısı ve gözaltı uygulamaları yapılmaktadır. Geçtiğimiz aylarda Eğitim Sen Van Şubesi ve ardından Şırnak şubemize yönelik olarak gerçekleştirilen baskılar ve antidemokratik uygulamaların son durağı Şanlıurfa şubemiz olmuştur ve yapılan baskında 5 kişi gözaltına alınmıştır. Bizleri baskı altına almaya çalışan, haklı mücadelemizden döndürmeyi amaçlayan bu tür hukuk dışı fiili uygulamaları geçmişte olduğu gibi, bu günde her türlü baskıcı otoriter uygulamaya karşı duracağımızın bilinmesini istiyoruz.” ifadelerine yer verildi. Atılan sloganların ardından açıklama sona erdi.


8-9_Layout 2 9/30/11 1:06 PM Page 2

1-10 EKİM 2011 Halkın Günlüğü

emek 09

-

HAZIRLIGI

o kadarını da bu işsizler ordusuna eklemiştir. Şimdi de 166. maddeyle 51 bin işçiyi başka illere sürgün etmek için yeniden çalışmalara başlamış, valilikler aracılığıyla da bu süreç hızlandırılmıştır” sözlerine yer verdi. İSTANBUL - Nakliyat-İş üyesi işçiler Saraçhane Parkı’nda bir araya gelerek, kıdem tazminatının kaldırılmasını yaptıkları yürüyüşle protesto etti. Saraçhane Parkı’nda toplanan Nakliyat-İş üyeleri sloganlarla SGK Çalışma Bölge Müdürlüğü önüne yürüdü. İşçiler adına basın açıklamasını yapan DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, kıdem tazminatı gaspsının tek başına işçilerin sorunu olmadığına dikkat çekerek, bu soruna karşı tüm işçi konfederasyonlarının, halk örgütlerinin, gençlik örgütlerinin birlikte mücadele etmesi gerektiğini belirtti.

ESKİŞEHİR – DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikasına üye işçiler gelecekleri için yürüdü. Eskişehir Yediler Parkı’nda bir araya gelen işçiler açtıkları döviz ve sloganlar eşliğinde Adalar'a kadar yürüyüş yaptı.

Yapılan yürüyüşün ardından işçiler adına basın açıklamasını okuyan Genel- İş Antalya Şube Başkanı Cemal Aybar, hükümetin işçilerin yıllarca bedel ödeyerek kazandığı kıdem tazminatının kaldırılmasına dönük çalışmalarını eleştiren Aybar, “75 yıllık hakkımız, son kalemiz, kıdem tazminatımızı vermeyeceğiz. Bu nedenle, tüm sendikaları, demokratik kitle örgütlerini ve siyasi partileri yarın çok geç olmadan hep birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz." dedi. EDİRNE- Genel- İş Sendikası Trakya Şubesi'ne üye belediye işçileri iş bırakarak, kıdem tazminatının kaldırılmasını ve yapılmak istenen sürgünleri protesto etti. DİSK Genel İş Sendikası Trakya Şubesi’nin çağrısıyla işçiler iş bırakarak Keşan Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü'nde bir araya geldi. İtfaiye müdürlüğü önünde bir araya gelen işçiler adına basın açıklamasını okuyan Salim Şen "Hükümet özelleştirme ve taşeronlaşma adı altında on binlerce işçiyi işsiz bırakırken, kriz bahanesiyle bir

İşçiler adına basın açıklamasını okuyan Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, devletin kıdem tazminatları konusunda Avusturya'nın kıdem tazminatları modelini örnek alması yerine oradaki sendikal hak ve özgürlüklerini örnek alması gerektiğini söyledi. MERSİN - AKP hükümetinin kıdem tazminatını kaldırmaya dönük çalışmaları, DİSK'e bağlı Genel-İş Sendikası ile Liman-İş Sendikası tarafından protesto edildi. Genel-İş Sendikası ve Liman-İş Sendikası’nın çağrısıyla Genel-İş Mersin Şubesi önünde bir araya gelen işçiler Taş Bina önüne yüründü. İşçiler adına Taş Bina önünde açıklama yapan Genel-İş Mersin Şube Başkanı Kemal Göksoy, AKP hükümeti ve sermaye el ele vererek işçilerin kazanılmış haklarına karşı topyekün bir saldırı başlattığını ifade eden Göksoy, "AKP hükümeti sömürüyü alabildiğine dizginsizleştirdiği gelir dağılımında uçurumun, adaletsizliğin derinleştiği ve işsizliğin yoksulluğun yoğunlaştığı kör bir sürecin önünü açmıştır. AKP hükümeti sermayenin emrinde işçileri güvencesiz, sigortasız çalıştırmayı, taşeronlaştırmayı, sendikasızlaştırmayı resmi bir politika haline getirmiş durumdadır." dedi.

DEDAŞ işçileri haklarını istiyor Diyarbakır Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (DEDAŞ) İl Müdürlüğü'nde çalışırken işten atılan Enerji-Sen üyesi işçilerin direnişi 2. haftasında

Taşeron firmanın ihaleyi kaybetmesinin ardındanişsiz kalan işçilerin direnişi tüm kararlılığıyla devam ediyor. DEDAŞ bünyesindeki taşeron firmada arıza bakım, onarım ve sayaç okuma işlerinde çalışan işçiler,

ihale yenilenmesinin ardından işten atılmışlardı. İlk olarak 7 taşeron işçiyi işten atan DEDAŞ, arkadaşlarına destek olmak amacıyla iş bırakan işçilerden 21'ini daha işten atmıştı. İşten atılanlardan 26’sı, 19 Eylül’de DEDAŞ Genel Müdürlüğü önünde direnişe başladılar. Günlerdir direnişte olan DEDAŞ işçilerini çalışan arkadaşları yalnız bırakmayarak destek sunuyorlar. Direnişlerini kararlı biçimde sürdüren işçilere, DİSK'e bağlı sendikalar ve demokratik kitle örgütleride destek veriyor.

EMEĞİN KÜRSÜSÜ ≫ dursun baştuğ DEVRİMİ HEDEFLEYEREK MÜCADELEYİ BÜYÜTELİM fendisinden uşağına, işbirlikçisine kadar, sömürücüler bir araya gelerek servetlerinin geleceğini konuştular. Yeni stratejilerini, taktiklerini konuşup planlarını yaptılar. Yapacakları bütün saldırıları öncesinden başlayan kulis faaliyetleriyle toplantıda netleştirdiler. Şimdi daha hızlı ve koordineli saldırılar için düğmeye basıldı. Dünya halkları ise ideolojik poltik saldırılar altında ciddi bir bombardımanla manipüle ediliyor. Tüm bu saldırıları göğüsleyecek örgütlülük ve önderlikten yoksun bir şekilde bu mülkiyet tutkunu, sömürücü sınıfların egemenliği altında yok edilmeye çalışılıyor. Bugün bu saldırıların hedefinde olan emekçi kiteleri devrim mücadelesinde birleştirmek zaruri bir ihtiyaçtır. Devrimimizin sosyal ve sınıfsal tabanını oluşturan halk kitlelerinin kendi kurmaylarıyla buluşması ve sınıf mücadelesine kanalize olması en temel ve somut görev olarak icra edilmeyi beklemektedir. Ülkemiz halklarının maruz kaldıkları-kalacakları saldırıların önümüzdeki dönemde daha bir artacağı, efendi uşak ilişkisindeki gelişmelerden okunmaktadır. Ortadoğu’da yapılacak düzenlemelerde aktif rol alan Türk devletinin İsrail ile yaşadığı suni gerilim ve Erdoğan-Obama görüşmesi; bu saldırıların boyutunu ve geleceği noktayı işaret ediyor. Keza yine ülkemizdeki hak gaspları en üst seviyeye çıkmıştır. Kıdem tazminatlarının kaldırılması, meslek örgütlerini işlevsizleştirecek düzenlemeler, sendikaları bulunduğu zeminde tasfiye etme çabası, demokratik kitle örgütlerine karşı gelişen saldırılar vs. işte tüm bunlar planlanan politikaların boyutunu resmetmekte. Ortaya çıkacak tablo bugünden belli. Zira bu oyunu yeni sahnelemiyorlar. Çeşitli dönemlerde oynadıkları oyunun başka bir tiradı, bugün sergilenen. Süre gelen bu durum karşısında yürüteceğimiz mücadelenin birlik ve örgütlülük zemini güçlü olmak zorunda. Efendisiyle, uşağıyla, işbirlikçisiyle halklara karşı birleşen ve ortak hareket eden sınıf düşmanalarımıza karşı, halkın safında yer alan tüm dost devrimci-demokrat kurumlar ve bireylerle birlikte mücadeleyi yükseltmek elzemdir. Bugün dünya gericiliğini alt etmek için atılan her adım önemlidir. Niceliğine bakılmaksızın kurulacak nitelikli birliktelikler sürecin akışını belirleyecektir. Başkan Mao’nun dediği gibi dünya gericiliğine ve ülkemiz uşak iktidarına karşı cepheyi geniş tutmalıyız. Bu cephe içerisinde yer alabilecek herkesle, bağımsız tutumumuzu koruyarak ve ilkelerimizden taviz vermeden eylem birliktelikleri ve platformlar örgütlemeliyiz. Bu birliktelikler kuşkusuz devrimimiz için önemli olmakla birlikte, bizim çalışmalarımızda süreklilik tayin edicidir. Devrim salt bir araçla ilerlemez, ilerlemiyor. Onlarca araç, taktik, politika ve yöntemin yaşam bulacağı somut pratikler, işte devrimin ilerlemesinin temel dinamikleri... Bunu hayata geçirecek ise alternatif olmadaki izlediğimiz yöntemle, önderlik çizgisindeki pratiğimizdir. Kitlelere önderlik etmek, onlarla aynı alanlarda buluşmakla olur. Bu alanlar ve politik atmosfer ise fazlasıyla mevcut. Asıl mesele ise devrimin öznelerinin özne olma yükümlülüğünü yerine getirip getirmeme meselesidir.

E

Evet, önderlik meselesi tayin edicidir. Her alanda önderleşmek ve devrimin görevlerini yerine getirmek için oldukça uygun zeminler mevcut. Atılacak olumlu somut adımlar güvenin pekişmesine yol açacak ve kitleyle birleşmenin kanallarını genişletecektir. Evet ideolojimiz ve yönelimimiz kitleleri örgütleyecek olgunluğa ve güce sahiptir. Pratik içerisinde daha da güçlenecek ve olgunlaşacaktır. Ülkemiz siyasal atmosferini doğru okuyarak taktik manevralar yapmak, tüm emekçileri ortak bir zeminde harekete geçirmek, kitleler içerisinde önderliğin tesis edilmesi görevinin yerine getirilmesine bağlıdır. Bu görev ise tüm faaliyetçi kitlesinin üzerinden yükselecektir. Tayin edilen yönelimin başarısı ve devrimin gelişmesi; işçi, köylü kitleleri içerisinde yaratacağımız kurumsal faaliyetlerin başarısına bağlıdır.


10-11_Layout 2 9/30/11 11:07 AM Page 1

10 kadın

Halkın Günlüğü 1-10 EKİM 2011

Resmi ideolojinin kadını makbuldür Orantılı güç, makul seviye, normal vatandaş, olağan üstü, olağan hal, olağan dışı ve sıradan gibi kelimelerin ne kadar masum sözcükler olduğunu söyleyebiliriz. Ancak mevcut sistemin her bir sözcükle ve kullandığı yer, mekan, zaman, kişiyle bağı düşünüldüğünde de bir o kadar yaşamımızı ne kadar etkilediğini söylemek mümkün Medyanın siyaset dili İnsanın yaşamını belirleyen bir yerde duran görsel medyanın kullanıcısı tarafından etkisinin ne olduğunu egemen feodal sistemin yaratmak istediği gündemden bilmekteyiz. Hizmeti yeniden üreterek tüketime sevk ettiği toplumu istediği konularda günlerce tartıştırıp, kararlarında da bir o kadar belirleyici rol oynuyor. Bunun en güzel örneğini ‘ılımlı islam’ projelerinin yürürlüğe konulduğu günlerdeki “mahalle baskısı” tartışmalarında çok somut yaşadık. Ancak devrimci-sosyalist basında, tartışılan meselenin arka planında neler olduğu sorusu hep hatırlatıldı. Yapılan araştırmalara ve anketlere göre neredeyse okumanın hiç olmadığı bir toplumda televizyon; yaşamda hem kimlik belirlemede, hem değişimde hem de meşruluk kazandırmada kitlelerde düzenleyici bir denetim mekanizması aracı olarak en büyük yerini almış bulunuyor. İzlediği televizyon kanalı, okuduğu gazete, dergi, bültene göre düşünce belirleyen, fikir üreten bir toplumda yaşıyoruz. Yazılı ve görsel medya; mevcut gerici burjuva feodal sistemin ihtiyaçları doğrultusunda gündemi belirlerken diğer yandan bunun diğer tamamlayıcı öğelerini de sırada hazır bekletir. Toplumsal değişimin okur-yazar oranı düşük olduğu bizimki gibi yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerde etkisi son yıllarda büyük şehirlerdeki şekilsel değişimi olan kılık-kıyafetin en küçük-uzak köylerde de özentili bir şekilde uygulanıyor olması dikkat çekicidir. Bu durum birçok konu için söylenebilir. Çocuk bezi reklamına özenip, çocukları olmasına rağmen tekrar çocuk doğuran kadının kararını etkileyen ve gittikçe uydu ve dijital yayıncılığın gelişmesiyle de dünya toplumlarını aynı benzer etkileşimini söylemek mümkündür. Gittikçe apolitikleşen, edilgenleştirilen bir toplamda popüler kültürün gelişmesiyle de ‘tekçi resmi ideoloji’nin etkisi bütün amacı ticaret olan ve bu yaklaşımla yüksek izlenme rekorları kaygısıyla ‘tek kanal TRT’ dönemini Özal’ın rekabetçi dönemiyle geride bırakarak ‘star kanal’larla ‘çoklu tekçi’ biçimci algı yaratmada oldukça etkili ‘star, popçu, topçu kültürü’ yaygınlaştırıldı. Toplumun nabzını tutan medya, geleneksel değerleri değiştirme fonksiyonuyla beslendikçe, merkezi yönetimi elinde bu-

lunduran hükümetlerin diliyle, siyasetiyle bütünleşmektedir. Kadın-erkek, iyi-kötü, normal-anormal, makul olan-olmayan, başörtülü-örtüsüz, mahalle baskısı, yemek programları, izdivaç, küçük kadınlar, sihirli annem, sabahların sultanı, adab-ı muaşeret gibi dizilerle rekorlar en üst seviyeye ulaştırıldı. Normalleştirme süreci sivil itaatsizlik, bekaret testi, kadın-kız tartışmalarını toplumun gündemine sivilleşme peçesiyle iktidarı elinde bulunduran savaş kışkırtıcısı ırkçı, faşist söylemlerle ‘linç kültürü’ne dönüştürüldü. Hem seyreden, hem rahatsız olan yaklaşım her konudaki ikiyüzlü yaklaşımı ‘ticari medya’da da karşımıza çıkmaktadır. Buna bilinçli bir geri kültür yaratmayı da eklediğimizde devletin sınır berisi- sınırsız ötesi yaptığı haksız savaşların jet operasyonların canlı yayının 12 Eylül askeri faşist cuntadan beri iyice kullanılır hale getirmesi aşılanan şiddetin dozajını göstermektedir.

Kıyafete atfedilen cüretkarlık kadının iç dinamizmidir Derecelendirilerek kademe kademe uyguladıkları “yeniden yapılandırma” şiddetini, dönemsel politikalarını toplumu dizayn etmek için gündeme alır tartışırlar, tartıştırırlar. Devletin geleneksel ayrımcı, ırkçı yaklaşımı kimi zaman asker kabzasıyla topluma kabul ettirilir, kimi zaman moda üniformasıyla uygulamaya konulur, kimi zaman da içi boşaltılmış reklamı etkili kadın görselliğinde sunularak sistemin gerici rolü hep çok bilinçli işletilir. Tutarsızca hareket eden sistem söz konusu baskı, şiddet aygıtları olunca, kıyafetlere atfettiği moda defilelerinde ise “gözalıcı”lığıyla cesur, cüretkar nitelemelerle mücadeleye ilişkin sözlerin de içini ustaca boşa çıkarma ‘ahlaksızlık’ını gayet iyi başarmaktadır.

Kadınlar 1-0 kulüplerin maçlarını tribünden izleyecekleri ve bunun da futbolda dünyada bir ilk olduğunun afişe edilmesinin gerçek karşılığı: 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası döneminden bu yana toplumu apolitikleştirmek için ‘spor’un siyasetin karşısına çıkarıldığı ve orada faşizmin şiddetinin yaratıldığı gerçekliğidir.

Çünkü tek amacı kar elde etmek olan burjuva feodal sistem, para babalarına hizmet sunmak için insanı metalaştıran, kadını-erkeği ve toplumu pazarlayan, metayı insanlaştırarak reklam eden, tüketiciyi nesneleştirerek pazara çıkaran bir düzen istemektedir. Kadın, insanların ticaret odasına dönmüş dünyasında, güzelliğiyle öne çıkarılan reklamda tahrik edilen, tahrik eden ve kullanılan nesne olarak makul seviyede sıradanlaştırılarak olağanlaştırılmış ve uygulanan şiddetle bir seviyeye çekilmiştir. İnsanlaşma mücadelesinde bile bu çoğu zaman dikkatten kaçabilmektedir. Hem öğretiriz, hem dayatırız, hem överiz, hem severiz, hem öldürürüz anlayışı tam da devletin imha, inkar ve asimilasyon politikasına paralel işlemiştir. Sınıflı toplumlarla birlikte en yakın burjuva yazılı tarihi de dikkate alındığında ülkemizde, 1870li yıllardan itibaren şekilsel değişimlerle birlikte kadın ve kadın kıyafeti de özde değişmeyen tartışmaların konusu olagelmiştir. Kadına ve tüm alanlardaki yaşamına ilişkin özlü değişim de, ancak öz örgütlülüklerin öncülüğünde doğru önderlikle verilecek mücadeleyle yürütülen bir devrimle çözülebileceğidir.

Maç başlamadan, başladıktan ve bittikten sonra “geyikler” aldı başını gitti. Burjuva feodel basın haberler yaptı, internetten “ekşi sözlükleri”, “twitterleri” kadınlara hakaret içeren yorumlarla doldu taştı… TFF’nin takıma “ceza” olarak kadınları tribüne “davet” etmesi tüm aşağılamaları da beraberinde getirdi. 20 Eylül’de Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’nda Fenerbahçe, Manisaspor’la maç yaptı. Fenerbahçe bu maçta seyircisiz oynama yasağı olduğu için Fener’in tribünleri boş olacaktı! Tabii takımlara verilen seyircisiz oynama cezasını Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) “cezalı takımların seyircisi kadınlar ve 12 yaş altı çocuklar olsun” deyince durum değişti... Fenerbahçe, Manisa ile yaptığı maçta tribünlerini kadınlara ve çocuklara açtı. Tabii çoğunlukda kadınlara… Sosyal Hizimetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesindeki veya denetiminde olan sosyal amaçlı çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtlarında kalan, korunmaya muhtaç 12 yaş ve altı çocuklar da resmi refakatçileriyle birlikte bu ceza alan

Öncelikle TFF maçta çıkan olaylar nedeniyle taraftarsız boş tribünlere oynama cezası veriyor. Bu yaşanan olay her ne ise bir defa belli ki “erkek” olayı. Burada bir cins ayırma başlıyor. Daha uysal, hanım hanımcık, efendi, sakin vs. olması gereken-olan kadın doğallığında alanda hemen ayrıştırıldı. Erkek sporu olan durumda olayı çıkaranlar, erkekler “cezalandırıldı”… Boş tribüne oynama cezası, maçı “kadınlar” seyretsin cezasına dönüştürüldü. Makyaj, temizlik, gezmek, dedi kodu, dırdır gibi “kadınlara özgü” şeylerden başka bir şeyden anlamayan kadınlar tribünlerde… “Ofsayt”, “penaltı”, “kale”, “gol”den bir şey “anlamayan” kadınlar tribünleri doldurdu.. Bundan daha büyük ceza var mıdır “erkek gibi erkek” sporu


10-11_Layout 2 9/30/11 11:07 AM Page 2

kadın 11

1-10 EKİM 2011 Halkın Günlüğü

ÖNCÜ KADIN

DEVRİMCİ KARARLILIK evrimci olan düşünce benimsenip, eylemiyle birleştiğinde burjuvaca-gerici olandan kurtulmak kolaydır. Ancak yorulmak bilmeyen kararlı bir çalışmayla yetenekler ortaklaştırıldığında; emperyalist-kapitalist sistemin karşısında davamızın kazanması mümkündür. Mücadele içerisinde güçlüklerin üstesinden gelebilme iradesi kadını hem ilerletir, hem de içi boş teorileştirilmiş soyut tanımlamalardan kurtarır. Devrimci hareketin saflarında çürümüşlüğün, zayıflığın, disiplinsizliğin ve denetimsizliğin yeri yoktur. Pratik çalışma içerisinde hem kendimizi hem de kitlelere yön vermemiz bilinçlerde açıklık yaratır, kitlelerin öğretici filtresi bizi ilerletir. Devrimci kadın kuru laf-sözle erkek egemen köhne sistemin topumsal ve cins ezilmişliğini bertaraf edemez. Yaşamın her alanında çöreklenmiş erk sisteme ait anlayışın kökünü kazımak isteyen kadın-erkek mücadeleyle bağını sınıf düşmanına karşı harekete geçirdiğinde, sınıfsız bir dünyanın penceresinden temiz bir soluk alacaktır. Bunun dışında hayatı öldüren edilgen-şematikbiçimsel-fanatik dokunuş, mücadelenin kıyısında, köşesinde dövünmeye devam ettirir. Kadın yaşamındaki özsel ve özgün niteliğini, devrimci-komünistmaoist özle buluşturdukça özgür olarak yolunu tayin eder, yön alır, yön verir ve ilerler. Pratik deneyimlerini mücadele içerisinde süzdükçe öğrenir-öğretici olur. Buna bağlı olarak da örgütlenir, örgütler, öncüleşir, önderleşir, savaşır, savaştırır. Kadının özgürleşmesi onu sistemin ağında oyalayan her gerici bağı görmesini ve çözülmesi için de savaşımını gerektirir. Özentitaklitle, doğrudan doğruya çalışma yöntem ve biçimlerini kopya ettiğinde; (bu ister komünist, ister komünist maoist yöntem olsun) şablon tutmaz, özgünlük korunmadıkça ve somut koşullara uygunluğu hesaba katılmadıkça yarar değil zarar görür, verim yerine de tüketir… Öğrenmemiz gereken palavracılığın, basmakalıpçılığın ve pragmatizmin düştüğü haldir. Bu hale düşmemek için sürekli olarak pratikte yer almak, yer alırken öğrenmek ve günden başlayarak mücadele pratiğimizde öğrendiklerimizi değişmek ve değiştirmek için kullanalım. Niteli nicelle buluşturamamız konusunda, erkek egemen sistemin tüm baskı-zulüm politikalarına rağmen ezilen milyonlarca kitleyi kendi ağında avutması ve bağımlı köleler olarak istediği her yöne yönlendirmesinden öğrenmemiz gereken çok derslerin mevcut olduğunu görmemiz gerekir. Esaslı ve programatik çalışma yöntemimizi kullanmayı gözden kaçırıyoruz. Hergün dayak yiyen kadın o ‘cehennem’e dönmüş sistem içi yaşamdan kopup devrimci mücadelede saf tutmuyorsa bu sadece onun ve ezenin sorunu değil, biz orada olmadığımızdandır. Ezilen emekçi kadın kitlelerle doğru bağ kuramdığımızdan, yaratıcı ve sebatkar çalışmaya yön verme politikalarımızı ve yeni demokratik cumhuriyet programını uygulayamadığımızdandır. Geleceğin özgür dünyasını yaratma özlemiyle yola çıkanlar olarak; her türlü engellerle karşılayacağımızı bilerek yürüyoruz. Farkındalığımızın zorunlu sorumluluklarını tercih ederken biliyoruz. Yolumuz futbol sahalarının sanal halı çimleriyle döşeli değildir. Örgütlü mücadelemiz, ölüm-kalım badirelerinden sınanmış tarihin binlerce muharebe tecrübeleriyle tayin edici önemdedir. Kitlelerin içi geçmiş robotlar misili sisteme gece-gündüz çalışması ve en sevdiğine, yakınına devletin öğrettiği şiddeti sistematik uygulaması üzerine bile düşünüldüğünde “yorgun demokrat”lardan sonra “kurtarıcı oblomov” teorileri üretilemez. Burjuva-feodal sistemin kadının yaşamına göz dikmiş canilerden kurtulması da devrimci-devrim sorunuyken… Devrimci eylem soyut tartışma oyunlarının uzlaşmaz düşmanıdır. Çalışmayla güven vermediğimiz pratiğimiz teoride kimseyle bizi buluşturamaz, buluşturduğunda da eylem kılavuzluğu yapamaz. Kadın-erkek ve toplumun gerçek özgürleşmesinin yolu; devrimci mücadele kararlılığında devrimci-maoist bilinçle donanmak ve devrimci karakterle özdeştirmek, pratikte cüretle daha daha ileri adımlar için öne çıkma arzusudur. Pratik karşılığı olmayan teorize edilmiş kalıpsal devrimci sözlerin öncelikle kadın açısından ve sonrasında ezilen halk kitleleri nezdinde hiç bir geçerliliği ne yazık ki yoktur. Kadın düşmanı her türlü gericiliğe karşı mücadele edelim mücadeleyi kadınlaştıran her türlü anti-maoist çizgi sapmalarına karşı pratik, disiplin ve Maoist çeliklik için çevikleşelim…

D

kaybetti olan futbola… Tribünleri doldurmadan, doldurduktan sonra, ekran başında küfürlerle, bağıra çağıra seyredilen ve böyle olmazsa “keyfi çıkmaz” deyi verilen futboldan kadınlar ne anlar? Küfürlü ağızların “malzemesi” olan kadınlar buralarda birinin anası, bacısı, eşi olduğu için küfürlerin doğrudan hedefi, sahibidir.

Toplumdaki kadın ve kadına bakış açısındaki aşağılama, sığlık, darlık ve yok sayma-küçümsemenin en çok göze çarptığı yerlerden bir tanesi futbol. Bir spor biçimi olmaktan öteye geçirilen, önce büyük bir kar kapısı olan bu alan sonra erkek egemenliğinin tavan yaptırıldığı yer… Erkek cinsiyle doğrudan özdeşleştirilen, erkek egemen anlayışıyla kuşatılan emekçi sınıfını uyutup egolarına tavan yaptıran, “deşarj eden” futbola, “elinin hamuruyla” kadın elinin değdirilmesi cezaların en büyüğü! Bu maçın ardından kadınlar bir kez daha bu kadar aleni ve “meşru” bir şekilde doğrudan çeşitli hakaretlere maruz bırakıldı. Başlı başına bir hakaret, küçümseme, yok sayma, ayrımcılığın ürünü olarak alınan TFF’nin kararını internetteki yorumlar takip etti: “Fenerbahçe-Manisaspor maçı girişinde yapılan aramalarda çok sayıda tığ ele geçirildi.”, “Fenerbahçe maçına harem ağası tarzı bir amigo alınsa bari!”, “Fener maçında kapıdaki görevlilere gaz maskesi dağıtsınlar. Parfüm kokusundan geçilmez...”, “Fener maçında futbolcu olmak istemezdim. Düşünsene her yer kız. Sevinemezsin, tüküremezsin, üzülsen ağlarlar falan.”, “Bu akşam Fenerium'da topuklu ayakkabı, babet ve çanta satarsa birkaç saat içerisinde Avrupa’nın en zengin kulübü olur. Bu fırsatı kaçırmamalı bence.”

Bu hakaretlerle dolu, kadınları aşağılayan, yok sayan, küçümseyen ifadelerin ebetteki temel zemini topluma empoze edilen ve en üstten gelen bir şey… Sistemin ısrarla varlığını koruduğu, erkekle kadını her alanda ayrıştırdığı, kadını cinsiyetiyle tarif edip yok saydığı, cinsini her yönü ile sömürü aracına dönüştürdüğü bir ortamda bu yorumların yapılması kaçınılmaz… Maçın diğer bir öne çıkan durumu ise bir kadının maç sırasında fotoğrafının çekilmesi “maça erkek sızdı” diyerek yalan yanlış haber yapılması. Birçok burjuva feodel medyanın internet sitelerinde fotoğrafı yayınlanarak, ok çıkartılarak “aslında erkek” denilen kişinin aslında kadın olduğu da sonradan anlaşıldı. Tabi fotoğrafları bu şekilde yayınlanan ve aşağılanan kadın “kapıdan dışarı çıkamıyorum“ diyor. Kadınların doğrudan kişiliklerine, varlıklarına, cinsiyetlerine hakaretlerle dolu bu yaklaşımların önünü açan TFF’nin bu yaklaşımı sessiz sedasız geçti… Hiçbir tepki gelmedi bu duruma… Fenerbahçe- Manisa Spor maçında takımlar ne kazandı ne kaybetti bilemeyiz ama bu “maçta da” kadınlar yine 1-0 yenildi, orası muhakkak…

Kadınlar ceza olsunlar, taraftar, karı, anne, sevgili, tecavüz edilen, öldürülen olsunlar… FenerbahçeManisaspor maçında takımlar ne kazandı ne kaybetti bilemeyiz ama bu “maçta da” kadınlar yine 1-0 yenildi, orası muhakkak…

≫ rojda demir


1-10 EKİM 2011 Halkın Günlüğü

TARİHTEN NOTLAR V Emperyalizm devrimci işçi sınıfının, halkların ve ezilen ulusların düşmanıdır. Devrimci geleceği büyük fedakarlık ve bedellerle ancak ve ancak kendi ellerimizle yaratabiliriz. Gerçekten barış ve kurtuluş istiyorsak savaşmayı öğrenmeliyiz!

Burjuva eko-politikçiler 20.yüzyılın son yarımını dünya kapitalizminin altın çağı olarak değerlendirirler. Haksız sayılmazlar! Fakat aynı burjuva liberaller bu altın çağın hangi büyük vahşet, ölüm, işkence, soykırım, uluslar ve halkların baskı altına alınıp sömürülmesi pahasına korunduğundan hiç bahsetmezler. Oysa altın çağın ışığı çoktan söndü…

sadece mali sermayenin küresel değişen ve gelişen ekonomik sistemi içerisinde daha vahşi ve acımasız hale geldiler. ‘Demokrasi’ ve ‘özgürlük’ maskesiyle dünya halklarına bahşettiklerini iddia ettikleri azgın saldırılarının kılıflanmasına kananların aksine emperyalist saldırganlık bugün daha pervasızca sürmektedir.

Zenginliğin bir avuç şirket ve tekelci devlete aktığı yoksulluğun ise dünyanın yüzde 80’nini oluşturan ülkelerin halklarına “bahşedildiği” sistem son sınırına vardırılmıştır. Dünya kapitalizminin doymak bilmez içsel karakteriyle beyni patladı. 2008’de ABD’de başlayan ekonomik krizin kapıya dayandığı, kitlesel işsizliklerin uç vermeye başladığı koşullar her geçen gün artıyor ve kitlesel isyanlar dünya tarihinde hiç olmadığı kadar hızla birbirine esin kaynağı oluyor. Evet, açlığın rengi yoktur, dili dünyanın her yerinde aynıdır ve dünyanın ezilen sınıfları kulaklarını açmış birbirlerini ilgiyle dinliyor. İsyan, mücadele ve gerilla savaşları kendi dilinden dünyayı dolaşarak birbirleriyle buluşacaktır.

Avrupa’nın en yoksulu sayılan Portekiz bile 1960’lı yıllarda Afrika’da ulusal kurutuluş mücadelesi veren gerillalara karşı savaşmaktaydı. Sadece Gine ulusal mücadelesi birçok vahşeti açıklar. Belçika’nın Kongo sömürgeciliği, filmlere konu oldu. Yine Güney Afrika’nın bağımsızlık mücadelesini vahşetle bastırmak için her yönteme başvuranlar kimlerdi? Fransa’nın 1960’larda Cezayir’de sömürge rejimi altında, bağımsızlık savaşı veren Cezayir halkına soykırım uyguladığını ne çabuk unutuyorlar. Kara Kıta’da Mozambik, Angola ulusal hareketlerinin sosyalizmden etkilenmelerinin karşılığı ABD’nin ortak müdahalesiyle kanlı, vahşi bastırmalara dönüşmedi mi? Peki bugün açlık soykırımına uğratılan Somali’nin geçmişinde ve günümüzde emperyalizmin rolünü hatırlayan var mı?

Avrupa demokrasisi ve altın çağı kanlı zalimce temel üzerinden yükselir. Egemen felsefi düşüncesini anti-komünizm üzerine kuran emperyalist dünyasal sistemin bugün AB demokrasisi olarak dünya ezilenlerine eşitlik ve özgürlük merkezi biçiminde sunulmasının cazibesi sonlanmıştır. İşgalci müttefik ordular ve NATO, AB demokrasisini, diğer deyişle tekelci burjuvazinin düzenini koruyabilecek mi? Unutmayalım emperyalist devletler sömürgeci geleneğini asla bırakmadılar,

Emperyalizm dünya halklarının düşmanıdır Fransa, İngiltere, Portekiz, ABD’nin, Afrika ve Asya’da ulusal bağımsızlığa ve komünist, devrimci gerilla hareketlerine karşı bir bütün olarak halk kitlelerini hedef haline getirdikleri yakın tarih bütün canlılığıyla yanı başımızda hafızalarımızdaki yerini koruyorken burjuvazi

Egemenlerden çözüm beklemek devrime ihanettir

tüm bunları unutturmaya çalışmaktadırl. Cezayir, Etiyopya, Angola, Mozambik, Somali, Kongo, G.Afrika vs. ülkelerde tekelci burjuvazinin düzenini sürdürme amacı doğrultusunda soykırımcı-kanlı bastırma tarihi asla unutulmamalıdır.

dece savaşan gerillalara karşı değil, bizzat Vietnam halkına karşı topyekün savaştıklarını bir kez daha dünyaya göstermişlerdi. Barbarca saldırıya karşı Vietnam halkı emperyalistleri yenilgiye uğrattı.

Asya’da Vietnam, Laos, Kamboçya’da emperyalizmin ‘demokrasi’ adına 194575 arası Fransa’nın, sonrasında ise ABD’nin doğrudan savaşa girerek öldürdükleri Vietnamlı sayısı iki milyonu geçmiştir. Kullanılan kimyasal silahlarla sa-

20. yüzyılda orduların ordulara karşı savaşma geleneğinin terk edildiği; emperyalist güçlerin ordulara karşı değil ülkeleri ve halk kitlelerini topyekün hedef haline getirip biyolojik ve teknolojik savaş araçlarıyla halkları soykırıma uğrat-

Dünya üzerinde emperyalizmle ilişkilenmeyen hiçbir olay yoktur. Nasıl ki dünyanın herhangi bir yerinde baş gösteren devrimci-komünist bir hareketlenme doğal olarak emperyalizme darbe vurup, emperyalist-kapitalist sistemin çıkarlarını zedeliyorsa, aynı şekilde emperyalizm de uşak iktidarları aracılığıyla dünyanın dört bir yanını kontrol altında tutmaya çalışıyor. Emperyalizmle dünya halkları arasındaki bu ob-

jektif çelişkili durumdan beslenmeyen, bu gerçekliği görmeyen her hareket yerel bir başarı kazanıp, kendi iktidarını kursa dahi nihai olarak emperyalizmin kucağına düşmek durumunda kalır. Ülkemizde dünden bugüne yaşanan her gelişmenin de emperyalizmle direkt bağı vardır. Kuruluşu itibariyle emperyalizme göbekten bağımlı, yarı-sömürge yarı-feodal yapı üzerine bina olan iktidar gerçekliği mevcutken dün yaşa-


perspektif

E GELECEĞİ KURMAK darbeyle yarım milyon insan komünist ya da komünist olduğu ileri sürülerek kitlesel bir şekilde öldürüldü, katledildi.

den korumak için”, bugün ise “diktatörlerden halkı korumak için” halkı bombalıyorlar!

Elbette küresel politikadan Türkiye-Kuzey Kürdistan ezilen sınıfları da payına düşeni aldı. Askeri darbelerde komünist, devrimci, yurtsever halk kitlelerinin yüz binlercesi işkenceden geçirildi, binlercesi katledildi. 20. yüzyılın son elli yılına baktığınızda, Asya, Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu’da faşist askeri darbelerin başlıca yönetim biçimi olduğu görülecektir. Dünya boyutunda darbe politikasının amacı sınıf hareketinin silahla, zorla ezilmesi, ulusal hareketlerin bastırılması; tekelci burjuvazinin ve yerel işbirlikçilerinin çıkarlarının korunmasıydı.

Ekonomik krizin ezilen sınıfları yüzde 50 daha yoksullaştırdığı ülkemizde hükümet İsrail ile savaşa tutuşacakmış gibi dikkatleri başka yöne çekmeyi başarıyor. Milliyetçiliği körükleyerek Kürtlere karşı savaşı daha da tırmandırıyor. Kürt ulusunu dört parçaya bölen emperyal güçler 21. yüzyılda da sağladıkları teknoloji ve verdikleri onayla kukla işbirlikçi devletlerle Kürtleri bombalamakta, katliamlarla tehdit etmektedirler.

Kürt ulusu ise dört ayrı ülkede ayrı faşist rejimler altında parçalanmış, Vietnamlılardan sonra kendilerine kimyasal gaz kullanılan tek ulus olma özelliğini taşıyor. Emperyalizmin 1988’de Saddam’a verdiği gazlarla Kürtlere Halepçe katliamı olarak bilinen saldırı başlatıldı ve toplam olarak 200 bin Kürt katledildi. Bu modern çağın vahşi soykırım biçimiydi. Kürt mücadelecilerin emperyalizm olgusunu çok erken unutur oldukları günümüzde tarih iyi bir öğretmen olabilir.

Saldırıların maskesi; ‘demokrasi’

ma seviyesine vardırdığı örneklerden bir tanesidir Vietnam. BM dünyadaki durum (1983) verilerine göre 1945-53 yıllarında ABD’nin doğrudan savaştığı, Türk devletinin de asker yolladığı Kore savaşında öldürülen 4 milyon Koreli tekelci kapitalizmin altın çağının madalyaları olarak tarihe kaydedildi. Bu sınıfsal vahşetin amacı Kore’de komünist güçleri ne pahasına olursa olsun ezmek, 1949’da Çin’de zafer kazanmış devrimin genişlemesini durdurmaktı.

nan bazı gelişmelerle bugün AKP tarafından hayata geçirilenleri alkışlayıp, kahramanlık olarak övenler emperyalizm gerçekliğini göz ardı eden liberallerin etkisinden kurtulamayan aklı evvel ‘devrimcilerimizdir.’ Burjuva iktisatçıların dünya ve ülkedeki duruma ilişkin şişirilmiş, yalan-yanlış bilgileriyle gökyüzüne saldıkları balonun patlaması an

20. yüzyılın son yarımında tekelci kapitalizm stratejisi anti-komünizme karşı savaşta kitlesel katliamlarla karakterize oldu. Elbette 1945’te Japonya’ya atılan atom bombalarını da unutmamak gerekir. Darbe rejimleriyle kitlesel kıyımları yapmayı başardılar. Ülkeleri doğrudan kimyasallarla bombaladılar. 1960-70’li yıllarda zirve yapan vahşi bir politika ve uluslararası komünist hareketin bastırılmasının küresel biçimi halini almıştır. 1965’te Endonezya’da emperyalist patentli askeri

meselesidir. Unutmamak gerekir ki emperyalist-kapitalist sistem yaşadığı her kriz sonrası dünya halklarına daha azgınca saldırmaktadır. Böylesi bir realite mevcutken hala emperyalizmden medet umanları bir kenara bırakarak, devrimci-komünist mücadelenin ivmelenerek dünya halklarına yol göstermesi gerekmektedir. Tüm tarihsel gerçekliklerden hare-

21.yüzyıl barışa değil bilakis 1929 ekonomik krizi sonrası emperyalistlerin birbirini takip eden işgalleriyle dünyayı içine çeken kapitalizm ile sosyalizm arasındaki savaşa varılan ikinci paylaşım savaşı öncesi koşulları anımsatırcasına işgaller ve bölgesel savaşlara, emperyalist devletlerin kutuplaşmasına açıldı. Ortadoğu ve Afrika yeniden şekillendiriliyor. Afganistan, Irak’ın işgal edilmesiyle yetinilmedi. Libya bombalanıyor, Suriye’yi ne zaman bombalayacaklarına karar vermeleri an meselesi… İran işgal planının devreye girmesi uzun sürmeyecek. İşte 21. yüzyılda demokrasinin temsilcileri olduklarını ileri süren bir avuç emperyal devlet eliyle 1960-70’lerde “komünizm-

ketle Kürt ulusal sorunu da bir an bile emperyalizmden bağımsız düşünülemez. Yerküre kaynıyor, uğuldayan sesler daha da netleşecektir. Komünist hareketin mücadeleyi geliştirmesi için şartlar her zamankinden daha olgunlaşıyor. Egemenlerden çözüm beklemek devrime ihanettir. Ulusların kardeşçe birliği; Kürt, Türk halkının kurtuluş yolu devrimci iktidardan

Emperyalist efendilerinin özel istihbarat örgütlerince yetiştirilen kukla-uşak iktidarlar tıpkı efendileri gibi ezilen halka karşı saldırılarını aynı sinsi ustalıkla, manevralarla sürdürmeye devam ediyor. ABD emperyalizminin öncülüğünde NATO şemsiyesi ile yapılan Afganistan ve Irak işgallerinde bura halklarına götürülen demokrasi ne ise, TC tarafından ezilen Türk, Kürt emekçilerine vaat edilen de aynı demokrasidir. ABD’den aldığı icazet ile Ortadoğu’da kahramanlık turları atıp bura halklarına diktatörlere, zorbalara karşı savaşmaları gerektiği naraları atan Erdoğan’ın Kürt ulusuna yönelik ise ‘kadında olsa çocukda olsa gereken yapılacaktır’ desturu tıpkı efendileri gibi uşaklarının da gerçek mahiyetlerini anlama noktasında iyi bir örnektir. Bölgede ‘komşularla sıfır sorun’dan neredeyse bütün komşu devletleriyle sorunlu bir evreye ulaşan dış politika, içte de halka bol demokrasili nutuklar eşliğinde sınırsız saldırı furyası olarak hayata geçiyor. Sadece son bir yıl içinde ezilen-emekçilerin en ufak bir hak alma talep ve eyleminin dahi zorbalıkla bastırıldığı, Kürt ulusal hareketine yönelik binlerce tutuklama, onlarca öldürme, katliam olaylarının yaşandığını göz önüne getirilince ‘açılım’ safsatalarına kanıp faşist devlet gerçekliğini görmeden, buradan barış ve demokrasi beklentisi içine girenlerin de içinde bulundukları acı durumu görmeleri lazım.

geçer. 1980’lerden sonra ulusal kurtuluş savaşları, gerilla ve halk savaşlarının tamamının sömürge ve yarı sömürgelerde olması ve 30 milyona yakın insanın öldürülmesinin tarihi anlamı vardır. Devrimci geleceği büyük fedakarlık ve bedellerle ancak ve ancak kendi ellerimizle yaratabiliriz. Gerçekten barış ve kurtuluş istiyorsak savaşmayı öğrenmeliyiz!


14-15_Layout 2 9/30/11 11:17 AM Page 1

14 gençlik

Halkın Günlüğü 1-10 EKİM 2011

Gençik örgütleri Amed’de bir araya geldi Mezopotamya Sosyal Forumu’nun ikincisi Amed’de birçok konu başlığında yapılan paneller ve etkinliklerle gerçekleştirildi

G

eçtiğimiz yıl ilki düzenlenen Mezopotamya Sosyal Forumu (MSF)’nun ikincisi 21-25 Eylül tarihlerinde "İnsanlık için, kapitalizme ve sömürüye karşı, özgürlük kazanacak" sloganıyla Amed’de yapıldı. Yürüyüş ve konserlerle başlayan forumda, alternatif yaşam arayışları, Ortadoğu’da halkların başkaldırısı, Kürdistan’da mücadele yöntemleri, kadın özgürlük mücadeleleri, gençlik gibi çok sayıda konuya ilişkin başlıklar altında çeşitli oturumlar gerçekleştirildi.

Gençlik örgütleri tartıştı

Gençlik yalıtılıyor LAF temsilcisi gençliğin gelecek algısına değinerek sistemin gençliğin algılarını kapitalizm ve devletin bir parçası olma durumuna getirdiğini vurguladı. YDG temsilcisi, emperyalizmin yozlaştırma ve geleceksizleştirme saldırılarını toplumun bütün kesimlerine uyguladığını aktararak, birlikte mücadele hattının örülmesi gerektiği vurgusu yaptı. Daha sonra söz alan DGH temsilcisi konuşmasına MSF’yi değerlendirerek başladı. Yozlaştırma ve geleceksizleştirme saldırılarının sınıfsal yönünün üzerinde duran DGH temsilcisi, emperyalizmin yoğun saldırılarının gençliği toplumsal açıdan yalıtmasına dikkat çekti. Ankara Umut Kültür Derneği temsilcisi ve Emek Gençliği temsilcileri de konuya ilişkin değerlendirmelerini katılımcılarla paylaştılar.

‘119 Ermeni köyü yakıldı’ "Diyarbakır ve Ermenistan" konulu oturuma konuşmacı olarak Batı Ermenistan Ermeniler Meclisi adına Astğig Dağlıyan katıldı. Ermenilerin tarihi hakkında kısa bir konuşma yapan Dağlıyan, Ermenilerin bu toprakların kadim halklarından biri olduğunu ve bin yıllardır bu topraklarda yaşadığını dile getirdi. Dağlıyan, Diyarbakır'da Ermeni nüfusunun çok fazla olduğunu, 18941896 yılları arasında 119 köyün yakıldığını ve Ermeni kiliselerinin camilere dönüştürüldüğünü söyledi.

Ü

Forum boyunca çok sayıda konu başlıklarından bir tanesi de gençliğe ilişkindi. Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) de dahil çeşitli gençlik örgütleri forum boyunca birçok başlıklar altında bir araya gelerek oturum yaptılar. “Sistemlerin Oluşumunda Gençlik”, “Kürdistan’da Özgürlük Mücadelesi”, “Gençlik Demokratik Özerkliği Tartışıyor”, “Alternatif Sağlık Politikaları”, “Yozlaştırma ve Geleceksizleştirme Politikaları” başlıkları altında forum boyunca bir araya gelen gençlik örgütleri sunumlar geçekleştirerek tartışmalar yaptı. Demokratik Gençlik Hareketi, Demokratik Yurtsever Gençlik, Emek Gençliği, Yeni Demokrat Gençlik, SDP - Dev-Genç, Özgür Sağlık Öğrencileri, Lise Anarşist Faaliyet (LAF) çeşitli başlıktaki oturumlarda bir araya geldiler. DGH, YDG, LAF ve Emek Gençliği’nin katıldığı, “Yozlaştırma ve Geleceksizleştirme Politikaları” başlığı altında gerçekleştirilen oturumda da kapsamlı sunumlar yapıldı.

MSF başarıyla sona erdi İkincisi de başarıyla gerçekleştirilen MSF’de birçok konuya ilişkin sunumlar yapıldı, tartışmalar sürdürüldü. 250 kurum, inisiyatif ve oluşumun yer aldığı, yaklaşık 2 bin katılımcının katıldığı forumun ardından tartışılan konulara ilişkin sonuç bildirgeleri hazırlandı. Sonuç bildirgelerinin okunmasının ardından MSF Sosyal Hareketler Asamblesi'nin ortak taslak metni okundu. Taslağın okunmasının ardından, katılımcılar eksiklikler ve eklenmesini istedikleri konulara değinerek önerilerini dile getirdi.

'Dünyada ve Ortadoğu'da Yoksulluk' MSF’de 'Dünyada ve Ortadoğu'da Yoksulluk' başlığı altında düzenlenen panelde zorunlu göç ve neo liberalizm politikalarının yoksulluğu arttırdığına dikkat çekildi. BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Sarmaşık Derneği’nden Selçuk Mızraklı, Batman Belediye Başkan Vekili Serhat Temel’in konuşmacı olarak katıldığı panelde yoksulluğun hızla arttığına, ülkemiz özgülünde özellikle Kürtlerin yoksullaştırılarak kimliksizleştirilmeye devam edildiğinin altı çizildi. Ayrıca emeğin sermaye karşısındaki mücadelesinin son derece zayıflatıldığı da vurgulandı.

‘Dil ve Ulus’ "Dil ve Ulus" başlıklı panelde, demokratik özerklik ve eğitim sistemi tartışıldı. Panele, İsveç'te Kürtçe eğitmenliği yapan yazar Amed Tigris, yazar Behlül Zelal, Güney Kürdistan'dan gelen Can Ezin Xelo ve yazar Ahmede Bird ile KCK davası savunma avukatlarından Meral Danış Bektaş konuşmacı olarak katıldı. Ülkemizde Kürtçe’nin bir statüye kavuşturulması vurgularının yapıldığı dil panelinde, ulusal hareketin vermiş olduğu mücadelenin Kürtçe’nin kullanımında bir yaygınlaşma sağladığına değinildi. Kürtçe’nin dünyanın birçok ülkesinde hala yasaklı bir dil olduğu ifadelerinin yer aldığı panelde Kürtçe üzerindeki asimilasyon politikalarının sonlandırılması talep edildi. ‘Türkiye’de Barış ve Yeni Güvenlik Algılamaları’ başlıklı oturumda ise Ercan Aktaş, Rahşan Bataray, Gürşat Özdamar ve Alman delegasyondan Michael Backmund konuşmacı olarak katıldı. Otu-

rumda, ülkemizde barış ve “Yeni Güvenlik Algılamaları” masaya yatırıldı.

‘Mülteci ve Göçmen Hakları Sorunu’ ‘Mülteci ve Göçmen Hakları Sorunu’ konulu panele MAZLUM-DER yöneticilerinden Nesip Yıldırım ile Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi’nden Volkan Görendağ konuşmacı olarak katıldı. Mültecilerden sadece ölümler olduğu zaman haberdar olunduğuna vurgu yapılan mülteci panelinde, kitleleri olmadığı için devlet eliyle haklarının ihlale uğradığına dikkat çekildi. Mülteci tarifinden, mültecilere uygulanan yasal uygulamalara, haksızlıklara dikkatlerin çekildiği panelde, ülkemizde de mağdur grupların başında mültecilerin geldiği ifade edildi. Festus Okey’in katledilmesinin de hatırlatıldığı panelde, mülteci sorununun bir insan hakları sorunu olduğunun altı çizildi.

“Arap baharı” tartışıldı “Arap baharını okumak; olasılıklar ve sonrası” konulu oturumda Kürdistan’daki mücadele ve “Arap baharı” tartışıldı. Gazeteci-Yazar Yusuf Karadaş, Dicle Üniversitesi öğretim üyesi İrfan Açıkgöz, Özgür Gündem Gazetesi Editörü M. Ali Çelebi, Lübnan Komünist Partisi üyesi Nidal Chartouny, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi üyesi Osama Tamim ve Ürdün Halk Birliği üyelerinin katıldığı panelde Ortadoğu’daki tüm ayaklanmaların zulmü ve sömürüyü bitirmek için gerçekleştiğine dikkat çekildi. Halkın direnme hakkını kullandığı, toplumsal hareketin dönüşümünün devam ettiği ve halk ayaklanmalarının kazanacağı gibi birçok ifadelere yer verildi.

Toplumun en son sınıfı olduk ‘Gölge-görünmeyen emek ve arayışlar’ konulu panele, Atık Kağıt Toplayıcıları Girişimi’nden Can Baba, Genel-İş Sendikası’ndan Muharrem Tümür, İmece Kadın Sendikası Girişimi’nden Yıldız Ay, Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası’ndan (Dev-Sağlıkİş) Ferda Koç, İstanbul Anadolu’da Yaşam Tüketimi Kooperatifi’nden Hakan Karabulut konuşmacı olarak katıldılar. Atık kâğıt toplayan insanların yalnızlaştırıldığının ifade edildiği panelde, “Toplumun en son sınıfı olduk.” denildi. Görünmez kılınan kadın emeğine ilişkin sunumlar, kadınların aile içinde yakınlarıyla ilişkilerinde harcadığı emeğin görünmez olduğu vurguları yer aldı. Kadının emeğinin görünür kılınması için verilen mücadeleden aktarımların da yer aldığı panelde, Kürt işçilerin işçileşme sürecine ve bugün ki durumlarına dair aktarımlarda da bulunuldu.

‘Kadın Özgürlük Mücadeleleri’ MSF’nin son günü gerçekleştirilen panellerden biri ‘Kadın Özgürlük Mücadeleleri ‘başlıklı panel oldu. Panele, ülkemizden, Federal Kürdistan Bölgesi ve Ortadoğu coğrafyasından çok sayıda kadın katıldı. Kadının durumu, yaşadıkları sorunlara, devletin politikalarına ilişkin bir çok tespitin ortaya konduğu panelde, sorunların çözümünün kararlı, örgütlü mücadeleden geçtiği vurgulandı.


14-15_Layout 2 9/30/11 11:17 AM Page 2

1-10 EKİM 2011 Halkın Günlüğü

gençlik haber15

Üniversitelerde İzleme ve Gözleme Birimi Çeşitli üniversitelerden öğretim üyeleri, İstanbul Barosu'ndan avukatlar, Türk Tabipleri Birliği ve TİHV bir araya gelerek “Üniversite İzleme ve Gözleme Birimi” kurma kararı aldılar İstanbul, Kocaeli ve Marmara Üniversitesi'nden bazı öğretim üyeleri, İstanbul Barosu'ndan avukatlar, Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) temsilcileri, bir araya gelerek Üniversite İzleme Birimi'ni oluşturdular. Birim ilk olarak "Üniversite Öğrencilerinin İfade Özgürlüğünün Toplu Kullanımı" raporunu açıkladı. İstanbul Barolar Birliği salonunda yapılan basın toplantısında, platform adına açıklamayı Adli Tıp Uzmanlar Derneği'nden Dr. Ümit Ünüvar, avukat Yeşim Yeşilyurt, Arzu Becerik, TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı ve Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu gerçekleştirdi. Basın toplantısında öğrencilerin demokratik hak talepleri eylemleri nedeniyle şiddete uğradıkları ve tutuklandıkları ve eğitim haklarının ellerinden alındığı vurgusu öne çıktı.

“Şiddet belgelenemiyor” Üniversite öğrencilerine ÖGB, polis ve jandarma tarafından uygulanan şiddetin cezasız kalmasındaki en önemli faktörün "tıbbi belgelemedeki eksiklikler" olduğu ifade edildi. Dr. Ümit Ünüvar, öğrencilerin elbiseleri çıkarılmadan, hikayesi alınmadan yüzeysel olarak kontrol edildiğini söyledi. Ayrıca son zamanlarda çok sık ve yoğun kullanılan biber gazı gibi kimyasal gazların da insan sağlığına çok ciddi zarar-

Yeni dönem soruşturmalarla başladı İstanbul Üniversitesi (İÜ) yeni döneme soruşturmalarla başladı. Protesto eylemlerine katılan 23 öğrenciye İÜ Rektörlüğü tarafından soruşturma açıldı İstanbul Üniversitesi yeni döneme soruşturmalarla başladı. Soruşturmalara sebep olan konu ise Yüksek Öğretim Kongresi’ni potesto etmek. Bilindiği gibi geçtiğimiz mayıs ayında Swiss Otel'de “Uluslararası Yükseköğretim Kongresi: Yeni Arayışlar ve Sorunlar” başlıklı kongre düzenlenmiş ve toplantıya çok sayıda akademisyenin yanısıra sermayedar çevre de katılmıştı. Bologna Süreci dahilinde üniversitelerin ve liselerin adım adım nasıl özel sermayeye devredileceği görüşülmüştü ve DGH’nin de aralarına bulunduğu birçok devrimci, demokratik gençlik örgütleri bu kongreyi protesto etmişti. Öğrenciler, üniversitelerin, öğrenci ve akademisyenlerle birlikte, demokratik bir zeminde tartışılmasını talep etmişti. Bu protesto eylemlerine katılan öğrencilerden 23'üne, İstanbul Üniversitesi yönetimi tarafından soruşturma açıldı. Üniversite yönetimi, soruşturma gerekçesi olarak, "öğrencilik sıfatının gerektirdiği vakara yakışmayan tutum ve davranışta bulunmak" olarak gösterdi.

ları olduğunu belirten Ünüvar; "Bu gazların kısa dönemde göz, solunum ve deriyi etkilediği bilinse de yoğun kullanımda akciğer ödemi, kardiyak ve sinir sisteminde ölümcül derecede zararları var. Gazların uzun dönemdeki etkileri henüz bilinmiyor ama hayvanlarda yapılan testlerde kanserojen etkileri olduğu biliniyor" dedi.

“Öğrencilerin eğitim hakkı gasp ediliyor” Öğrencilerin eğitim haklarının gasp edildiğini belirten Yeşilyurt ise son dönemlerde insani taleplerini dile getirmek isteyen öğrencilerin "terör örgütü üyeliği" ile suçlandığına dikkat çekti ve "hükmün açıklanmasının geriye bırakılması" uygulaması ile öğrencilerin aklanma hakkının ihlal edildiğini dile getirdi. Yeşilyurt, 150 tane üniversite öğrencisinin davasına baktığını ve hepsinin de beraat ettiğini ifade etti. Ancak öğrencilerin bu sürede mağdur edildiklerini belirterek, "Senelerce yargılanan öğrenciler eğitim hakkından mahrum bırakılıyor. Beraat ediyor ama bu sürede kredisi kesiliyor, yurttan atılıyor." dedi. Korucu da öğrencilere uygulanan şiddetin hapishane ya da işkence hanelerde olmamasının bunun işkence olmadığı anlamına gelmediğini, sadece şeklinin değiştiğini söyledi. Kaboğlu ise üniversite öğrencilerinin ifade özgürlüğü kapsamında yaptıkları eylemlerin engellenmesi ve öğrencilerin tutuklanmasının beğenilmeyen yasaların dahi ihlal edilmesiyle gerçekleştiğini söyledi. Toplantıda 2011-2012 eğitim yılında üniversite öğrencilerine yönelik ihlalleri kontrol etmek için "Üniversite İzleme ve Gözleme Birimi" kurma kararı alındığı bilgisi verildi.

ÖGB artık bıçakta kullanıyor ÖGB terörü tırmanıyor, polisten sonra ikinci saldırı aracı olarak kullanılan ÖGB, İÜ’de bir öğrenciye bıçakla saldırdı Üniversitelerde adeta terör aracı olarak kullanılan Özel Güvenlik Birimi (ÖGB) fırsat buldukça öğrencilere saldırmaktan geri durmuyor. Üniversite idaresinden aldıkları “yetki” ile ÖGB terörü tırmandıkça tırmanıyor. Son örneği geçtiğimiz hafta İstanbul Üniversitesi’nde yaşandı. İÜ'de "Okula Hoşgeldin" standı açan devrimci, demokrat öğrencilerden biri, ÖGB saldırısı sırasında bıçaklandı. Öğrencilerle tanışma standı açan devrimci, demokrat öğrencilere ÖGB'ler saldırdı. Saldırı sırasında Ali Coşkun isimli öğrenci bacağından bıçakla yaralandı. Coşkun hastaneye kaldırıldı. Sivil polislerin öğrencilerin bulunduğu alanda yığınak yaptığı gözlemlenirken, çevik kuvvet de fakülteyi abluka altına aldı.


16-17_Layout 2 9/30/11 11:21 AM Page 1

16 analiz

-

EMPERYALİST POLİTİKALAR VE

ERDOGAN

OBAMA

GÖRÜŞMESİ Emperyalist-kapitalist kampta yaşanan gelişmelere karşı, dünya halklarının çeşitli coğrafyalarda ortaya koymuş oldukları kitle hareketlenmeleri iyi okunarak süreç devrimci mücadelenin lehine çevrilmelidir

O

rtadoğu’nun son ‘halifesi’ TC Başbakanı R. Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) 66. Genel Kurulu’na katılmak için gittiği New York’ta ABD Başkanı Barack Obama ile uzun bir görüşme yaptı. Efendiyle uşağın buluşması olarak okumamız gereken bu görüşme, Kürt ulusal sorunu, İsrail ile TC arasında yaşanan ‘gerginlik’, Suriye’de yaşananlar, Füze Kalkanı Sistemi’nin kurulum aşaması, Filistin’in devlet olarak tanınma başvurusu, Kıbrıs ve başka bazı gelişmeler göz önüne alındığında oldukça önem taşıyor. Zira Erdoğan’ın ülkeye dönüşte ayağının tozuyla Suriye’ye karşı yaptığı sert açıklamalar ve yaptırım kararları uygulanacağı sözleri önümüzdeki günlerde tüm bu meselelere ilişkin efendinin talimatları doğrultusunda yeni gelişmelerinsaldırıların olacağına işaret ediyor. Görüşme sonrası basına yapılan açıklamalardan da anlaşılmıştır ki; TC’nin bölgesel misyonu devam ettirilerek içte ve dışta yaşanan gelişmelere müdahale sınırı aşılacaktır. Bu görüşmenin içeriğinin daha iyi analiz etmek için belli başlı konuları kısa kısa değerlendirmeye almak gerekiyor.

İsrail-TC ilişkilerinde yaşanan ‘gerilim’ Ortadoğu’nun ‘şımarık çocuğu’ İsrail’in 60 yıldır devam eden ve emperyalizme tam hizmet ekseninde şekillenen jandarmalık rolü gelinen aşamada etki gücünü yitirmiştir. Özellikle ‘soğuk savaş’ döneminde ABD emperyalizminin bölgesel çıkarlarının en sağlam bekçisi olan İsrail, gün itibariyle emperyalizmin yeni dönem konseptinde eski politikalarla anlam ifade etmeyen bir yerdedir.

‘Arap Baharı’ olarak isimlendirilen kitle hareketleri neticesinde belirli değişimlerin yaşandığı Mısır, Tunus, Libya gibi ülkelerin emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden dizayn edilme süreçleri ve Suriye’de yaşanan gelişmeler ve hedefe İran’ın konması bir süreliğine de (özü itibariyle emperyalizmin askeri saldırı politikaları bakidir) olsa bölgede ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ kılıfıyla ‘barışçıl’ bir sürecin yaşanacağına işaret ediyor. Böylesi bir tabloda İsrail gibi, bölge halklarının gözünde teşhir olmuş, tepki çeken bir piyonun geri çekilmesi ve TC gibi hem sosyo-kültürel yapısı hem de yaşadığı re-organizasyonla bölgede ‘sempati’ toplayan bir piyonun öne sürülmesi emperyalizmin çıkarınadır. TC’nin, kadim dostu İsrail’e kafa tutarak hayata geçirmeye çalıştığı politikaların bir yanını efendinin emirlerini yerine getirip payına düşeni almak oluştururken, diğer yanının ise bu ‘sürtüşmenin’ sınırlarının yine efendi tarafından belirlenmiş olması oluşturuyor. Siyasi arenada süre giden TC-İsrail atışmaları kafaları karıştırıp Erdoğan’a alkış getirirken, alkışlayanların büyük yanılgı içinde olduklarını da belirtmek lazım. Zira TC-İsrail ilişkileri öz itibariyle tarihinin en parlak dönemlerini yaşamaktadır. İsrail ile ticaret hacminin 3 milyar doları geçtiği ve “Türkiye-İsrail Serbest Ticaret Anlaşması”, “Ticari, Ekonomik, Sınai, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşması”, “Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması” ve “Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi Anlaşması”yla hukuki ticaret anlaşmalarının ve resmiyete bağlanmayan askeri anlaşmaların boyutu milyar dolarları bulmaktadır. İsrail, ABD emperyalizmi için gözden çı-


16-17_Layout 2 9/30/11 11:21 AM Page 2

Halkın Günlüğü 1-10 EKİM 2011

kartamayacağı bir piyondur. Fakat dönemsel politikalar neticesinde geri planda tutulmaktadır. Gerçek böyleyken bu durumu TC’nin zaferi olarak lanse etmek en hafifinden faşizme hizmet etmekle eşdeğerdir. Her şey bir yana İsrail’e kafa tutan TC’nin aynı anda İsrail’in korunmasına yönelik NATO tarafından kurulan Füze Kalkanı Sistemi’ne ‘izin’ vermesi ilişkilerin gerçek amacını göstermektedir.

Kardeşlikten düşmanlığa; Suriye-TC ilişkileri Doksanlı yıllarda fiili savaş aşamasına varan sorunlu ilişkilenme sonrası AKP döneminde tamir edilen ve muazzam ilerlemeler sağlanan Suriye ile ilişkiler gelinen aşamada kopmuş durumda. 90’lı yıllarda PKK’nin Suriye’deki varlığı ve Abdullah Öcalan’ın bu ülkede konuşlanması Suriye-TC ilişkilerinde ciddi gerilimlere yol açmış ve iş karşılıklı nota verme boyutuna evrilmişti. 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çık(artıl)ması ile normalleşen ilişkiler AKP ile beraber ortak bakanlar kurulu oluşturmaya kadar ilerlemişti. Daha düne kadar Suriye Devlet Başkanı Esad’a ‘kardeşim’ diye hitap eden Erdoğan’ın Obama ile görüşmesinden sonra “Artık Suriye yönetimine güvenimiz kalmamıştır.” demesi oldukça manidardır. ABD’nin bölge politikalarının önünde İran’dan sonra en büyük engellerden olan Suriye; Mısır, Tunus ve Libya’da yaşananlara benzer şekilde mat edilmek isteniyor. İşte emperyalizme hizmet söz konusu olunca, ‘kardeşin’ düşman ilan edilmesi esasında ülkemiz iktidarının nasıl bir karaktere sahip olduğunun da göstergesidir. “Türkiye de ABD gibi Suriye’ye karşı bazı yaptırımlar uygulayacaktır.”sözleri önümüzdeki dönemde Libya benzeri askeri müdahalenin de gündeme getirileceğinin işaretidir. TC üzerinden yürütülen uzun ‘diplomatik’ baskıların sonuç vermemesi, ABD’nin askeri araçları sırada tuttuğunun uzak bir ihtimal olmadığını göstermektedir. Her ne kadar TC yetkilileri böylesi bir müdahalenin kabul edilemez olduğunu ifade etseler de Libya’ya yönelik NATO tarafından yapılan saldırılar öncesi ve esnasında TC’nin söyledikleriyle yaptıklarına baktığımızda, emperyalizmin çıkarlarının esas olduğu görülecektir. Suriye yönetimi emperyalizmin politikaları doğrultusunda bir ‘dönüşüme’ razı gelmediği takdirde işgal de dahil her türlü saldırıyla karşılaşacaktır. Ve bu saldırıların en etkin piyonlarından biri de TC olacaktır.

Açılımdan imhaya uzanan kürt ulusal sorunu TC devletinin yukarıda ifade ettiğimiz ve bu yazıda yer ver(e)mediğimiz dış politika hamlelerini “başarıyla” yerine getirebilmesinin önündeki en büyük engellerden birini Kürt ulusal sorunu oluşturmaktadır. Bölge ve dünya devletlerine demokrasi ve insan hakları nutukları atan Erdoğan’ın Kürt halkına karşı her türlü devlet terörünün uygulanmasını salık vermesi aslında hedeflenenin nasıl bir demokrasi ve insan hakları olduğunun da resmidir. Açılım politikalarıyla “Kürt sorununu” çözeceği iddiasıyla kabaran Erdoğan’ın gelinen aşamada büyük bir çıkmaz içinde olduğu aşikardır. Tasfiye ve teslimiyet dayatmalarını boşa düşürecek hamleler geliştiren kürt ulusal hareketi’ne karşı tutuklamalar, parti kapatmalar, askeri operasyonlarla gerillayı katletme yönelmeleri ve daha bir çok sinsi saldırıyla tam bir imha hareketi başlatan hakim sınıflar PKK’ ye diz çöktürterek ‘müzakere masasına’ oturtmaya çalışıyor. MİT-PKK görüşmelerinin ses kayıtlarının internete sızdırılması sonrası alevlenen tartışmalarda göstermiştir ki; amaç minimum kı-

rıntılarla “Kürt Sorununu” çözmektir. kürt ulusal sorunu’nda 80 yıllık imha ve inkar politikası iflas etmiş durumdadır. Bu sorun devletin kırmızı çizgileri ihlal edilmeden en asgari hasarla ‘çözülmek’ durumundadır. Ki yukarıda ifade etmeye çalıştığımız, emperyalizmin bölgesel politikalarında etkin rol almak isteyen TC’nin iç sorunlarını da çözmesi gerekmektedir. Fakat evdeki hesabın çarşıya uymaması misali planlanan tasfiye saldırıları da boşa düşmüştür. Açılım sürecinde etkin bir inisiyatif geliştiren PKK, tüm saldırılara rağmen diridir. Politik ve askeri hamleler ile TC’yi zora sokan PKK, müzakere masasından istediklerini almak için çeşitli hamleler geliştirmektedir. Otuz yıllık zorlu bir mücadelenin, ödenen bedellerin ve savaş gerçekliğinin PKK’ ye kazandırdıkları küçümsenmeyecek boyutta bir başarıdır. Fakat ideolojik hattı itibariyle PKK de politik bir çıkmaz içindedir. Demokratik Ulus, Demokratik Özerklik vb. politik hamleler Kürt Ulusal Sorununun özlü çözümünden uzak, sistemin kırmızı çizgilerine dokunmayan reform talepleridir. Andaki durum göz önüne alındığında ileriyi temsil eden demokratik özerkliğin, sosyalizm ve kapitalizme alternatif tek çözüm adresi olarak gösterilmesi büyük bir gaflettir. Ulusal hareket için bir yere kadar anlaşılır olan demokratik özerkliğin, kendisine devrimci-komünist sıfatını yakıştıranlar tarafından kayıtsız şartsız savunulması ayrı bir yazının konusu olmakla beraber oldukça düşündürücüdür. Ulusal sorun özgülünde taraflar her alanda tam bir çatışma içindedir. Fakat bu çatışmalı ortam karşılıklı bazı tavizler verildiği anda ani olarak durma potansiyeli de taşımaktadır. Önümüzdeki dönemde sınır ötesi kara operasyonu hayata geçirilse dahi karşılıklı uzlaşı ihtimali yüksektir. Meclisin 1 Ekim tarihinde açılması ve BDP’nin meclise gidipgitme tavrı, yeni anayasa çalışmaları vb. meseleler tekrardan ‘müzakere’ sürecinin güçleneceğine işaret etmektedir. Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu üç başlık dışında TC-İran ilişkileri, Füze Kalkanı Projesi’nin, Malatya-Kürecik’te kurulması kararı, ABD’den predator uçaklarının alımında anlaşılması ve başka gelişmeler birlikte okunduğunda emperyalizmin TC üzerinden ülke ve bölge halklarına yönelik saldırılarını yoğunlaştıracağı görülmektedir. Erdoğan tarafından dile getirilen “Son dönemde Mısır, Tunus, Libya’yı kapsayan ziyaretlerimiz ve bunun dışında yine Afganistan’daki birlikteliğimiz, Irak’taki gelişmelerin değerlendirilmesi, bunlar bizim müşterek attığımız adımlar oluyor. Temennim odur ki Türkiye-ABD arasındaki bu model ortaklık neticesini vererek, bundan sonra da devam etsin” sözleri uşağın, efendiye hizmette daha cüretli adımlar atacağının göstergesidir. Emperyalist-kapitalist kampta yaşanan bu gelişmelere karşı, dünya halklarının çeşitli coğrafyalarda ortaya koymuş oldukları kitle hareketlenmeleri iyi okunarak süreç devrimci mücadelenin lehine çevrilmelidir. Avrupa ülkelerinde ekonomik kriz dolayısıyla yaşanan kitle eylemlilikleri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da baş gösteren kitlesel başkaldırılar, Hindistan, Nepal, Filipinler, Peru’da gelişen Maoist mücadele ve ülkemizde tüm tasfiye ve teslimiyet saldırılarına rağmen gelişmeye elverişli olan devrimci mücadele geliştirilmek, yaygınlaştırılmak durumundadır. Umutsuzluğun ve karamsarlığın yaygın bir ruh haline işaret ettiği şu günlerde yüzümüzü halk kitlelerine dönerek devrim davasını ileri taşımak elzem bir görev olarak omuzlarımızdadır.

EKSEN

≫ ahmet hacalişi k.

ERDOĞAN’IN FÜZE KALKANI GÖLGESİNDE TEHDİTLERİ arizmayı Mavi Marmara olayında çizdiren Erdoğan, İsrail’in de geri adım atmamasıyla sorunu tırmandırdı. BM Genel Kurulu’nda esip tehditler savurdu. Sıranın Ortadoğu’ya geldiğine kanaat getiren “sıfır soruncu” yeni “Nâsır” Erdoğan, Türkiye’yi birkaç cephede birden krizle karşı karşıya bırakmış durumda. İsrail ile ilişkilerin en alt düzeye indirilmesi ve askeri anlaşmaların askıya alınması (Nedense ticari ilişkilere dokunulmuyor) yanında Suriye ile ilişkilerin kopma noktasına gelmesi ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin adanın batısında doğalgaz arayacak olması başka bir krizin ayak seslerini de şimdiden duyuruyor. Rusya’nın Kıbrıs’a diplomatik destek verdiği bir an da Başbakan’ın “Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestliği sağlama” misyonuna soyunduğunu açıklaması ve tüm bunların biraz da utangaç bir şekilde “Füze Kalkanı” projesine katılmaya karar verildiğinin açıklandığı ana denk düşmesi ise işin içinde iş olduğu ihtimalini güçlendiriyor.

K

Son zamanlarda belirli çevrelerce imajı iyice şişirilen Erdoğan’ın, Ortadoğu’nun yeni Nâsır’ı olduğu hatta ondan da büyük olduğu ciddi ciddi söyleniyor (örneğin Türk büyüğü Ertuğrul Özkök vs). Kitleler Nâsır’ın bir zamanlar Arap dünyasının emperyalizme başkaldırışının simgesi, üçüncü yol arayan Bloksuzlar hareketinin liderlerinden olduğunu, İngilizlerin egemenliği altındaki Süveyş Kanal’ını millileştirdiğini, ABD emperyalizminin baskılarına karşın Assuan Barajını inşa ettiğini bilmedikleri için ABD elebaşılığındaki emperyalizmin Arap coğrafyasındaki operasyonlarına katılan, emperyalistler ve onun Ortadoğu’daki stratejik ortağı İsrail’in güya İran tehditlerine karşı güvenliği için AN/TPY 2 erken uyarı radarını konuşlandırıp ülkeyi olası bir savaşta cephe ülkesi yapan Erdoğan’ın pehlivan tefrikalarına inanıyor, Nâsır ile nasırı karıştırıyorlar. Kıbrıs Cumhuriyeti adanın batısında doğal gaz aramaya başlayacağını açıkladıktan sonra Erdoğan’ın etrafa tehditler yağdıran açıklamalarının ne uluslararası hukuk ne de fiiliyatta hiçbir kıymet ifade etmediği kısa zamanda anlaşılacaktır. Bizim Rum tarafı dediğimiz Kıbrıs Cumhuriyeti BM’de adayı temsil eden devlettir ve Türkiye’nin taraf olmadığı Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre Doğu Akdeniz’de münhasır bölge ilan edip doğalgaz araması ne kadar hukuki ise Türkiye’nin hukuken tanınmayan KKTC ile anlaşma yapıp Kuzey Kıbrıs bölgesinde arama çalışması yapacağını açıklaması da o kadar hukuk dışıdır. Diğer yandan Erdoğan’ın yeni yardım gemilerinin korunacağını ve her şeyin göze alındığını açıklaması da kof bir tehditten ibarettir. Pratikte iki donanmanın çatışması mümkün görülmese de silah teknolojisine bilgisayarlar kumanda ettiği ve onu yöneten “yazılıma” da İsrail hakim olduğu için muhtemel bir savaşta savunma ihalelerinde tercihini İsrail’den yana kullanan Türk ordusunun silah sistemleri çökebilecektir. 2010 kasım ayında hava tatbikatı ile gövde gösterisi yapmak isteyen İran bir anda kendisini casus yazılımlarla karartma altında bulunca bunu İsrail’in yaptığından kimse şüphe etmedi. 2011 ocak ayındaki siber tatbikatın ilk gününde Türk sistemleri çökünce İsrail teknolojisinin gelişmişliği ve yıkıcılığı bir kez daha anlaşılmış oldu. YAZILIMI YÖNETEN SİLAHI YÖNETİR. Ortadoğu Müslüman coğrafyasında iç ve dış politikalar anti-İsrail söylemler ile meşrulaştırılır. Bu söylem birçok şeyin üstünü örtmek ve muhalefet alanının tümünü doldurmak

için işe yarar araçtır. Anlaşılan Erdoğan’da bu yola girmiş görünüyor. Erdoğan’ın spektaküler çıkışlarına rağmen geçmişte İsrail iye ilişkiyi geliştirecek her fırsatı kullandığına tanık olunması, o “çıkışın” iç politikaya dönük olduğu kuşkularını güçlendiriyor. 2011 senesinde de iki yanlı ticari ilişkilerin her şeye rağmen gelişmesi, Davos’taki “one minute” krizi sonrası gittiği ABD’de ilk olarak Musevi kuruluşu yetkilileriyle görüşmesi, Amerikan Musevi Kongresi’nden aldığı Cesaret Madalyası’nı iadeye yanaşmaması birkaç örnektir. İsrail ile çekişme, gerginlik, Kıbrıs’a babalanma, sağa-sola tehditler yağdırma iç politika ve İslam dünyasında RTE’nin itibarını arttırma ve füze kalkanıyla ilgilidir. Şimdiye kadar “sıfır sorun” değil “bolca sorun” üreten Erdoğan’ın dış politikadaki başarısızlıklarının prestij kaybına neden olmaması, füze kalkanının alalanması, pehlivan tefrikalarının devamı için sert davranması gerekiyor. O da onu yapıyor. 11 Eylül saldırısından sonra Bush yönetimi yeni bir “savunma stratejisi” açıkladı. Bu yeni stratejinin üç ayağını, şiddete dayanan dış politika, soğuk savaş bittikten sonra dağılmaya başlayan Batı Bloku’nu küresel savaş yoluyla yeniden kanatları altına almak ve stratejik enerji bölgesi, jeopolitik alan olan Ortadoğu’yu yeniden ve İsrail’in güvenliğini güçlendirecek yönde yapılandırmak olarak özetlemek mümkündür. Bu ayaklardan birinci (Irak,Afganistan) ve ikincisinde başarılı olunamadı. Üçüncü ayak da, İran’ın bölgedeki etkisinin artmış olması karşısında çöktü. Bölgenin jeopolitik dengeleri ABD ve İsrail aleyhine değişti. ABD hegemonyasına ve onun bölgedeki işbirlikçilerine karşı genç ve öfkeli bir Arap dünyası şekillendi. Radikal İslamı dengelemek için öne sürülen ve desteklenen “Ilımlı İslam” fantezisi de genel olarak bölgede özel olarak da Türkiye’de siyasal İslamın manevra alanını genişletti, etkisinin artmasına neden oldu. Bu uğurda “stratejik derinlik”, “yeni Osmanlı barışı”, “sıfır sorun”, “Dünyanın akil adamı olmak” gibi tuhaflıklar da ABD tarafından desteklendi. Türkiye dış politikası kendisine verilen rol olan İran’ı dengeleme ötesine geçerek “Müslüman dünya” nın liderliğine oynama hayaline dönüşürken İsrail ile ilişkileri de bu hayalin gereği hızla bozuldu. Son 5-6 aylık süreçte Ortadoğu’da cereyan eden gelişmeler analiz edildiğinde kendiliğinden gelişen devrimci dalganın ABD elebaşılığındaki emperyalizm tarafından denetim altına alınarak liderliği belirlenip silahlı isyana dönüştürüldüğü, liderliğin NATO’dan yardım istemesiyle askeri müdahale ile otoriter-totaliter yönetimlerin devrilip yeni tipte sömürgeleştirme modelinin uygulandığı anlaşılıyor. Bu gelişmeler emperyalizmin enerji kaynaklarına, doğal zenginliklere ulaşmasının yanında Africa-Com’un Afrika topraklarında konuşlanmasına, Akdeniz Birliği’ne, NATO’nun Libya harekatına karşı çıkan Afrika Birliği Örgütü’ne ve Çin’in Afrika’da gelişmekte olan etkilerine karşı bir mevzi kurarken, İran-Suriye-Hizbullah’a karşı bir NATO-Sünni İslam ittifakı inşa amacını taşıdığını gösterdi. Ortadoğu’daki bu alt üst oluş sonucunda bölgenin günlük işlerinin yönetimi, kaynakların kullanımı için gerekli güvenlik emperyalizm adına taşeron bazı bölge devletlerine bırakılacaktır. Bu anlamda Osmanlı bakiyesinde hak iddia eden Türkiye’ye verilecek en büyük mükafat Erdoğan’ın babalanmasının aksine E.Yıldızoğlu’nun dediği gibi EMPERYALİZMİN bir tımarını yöneten, istendiğinde asker sağlayan “sipahi” olmak olacaktır.


18-19_Layout 2 9/30/11 11:25 AM Page 1

18 dünya

Halkın Günlüğü 1-10 EKİM 2011

HAYDUTLAR CEMİYETİ

Birleşmiş Milletler toplantısı emperyalist devletler ve onun yerli uşaklarının bir araya gelerek, efendi uşak ilişkisinde nasıl bir bütünlük içerisinde olduklarını göstermenin ötesine geçmedi. Hizmeti beğenilmeyenlerin de uyarılması unutulmadı. Filistin’in bağımsızlığı ve üyeliği de bu toplantıda görüşüldü Dünyanın leş kargaları bir araya gelerek toprakları üleşmeye başladıklarından beri dünya çürümüş etlerle doldu. Bir de bu haydutlar bir cemiyet kurarak bu üleşmeye “meşru”luk sağladılar. Kendi aralarında yap boz tahtası gibi ülkelerin ve bu ülkelerde yaşayan halkların kaderini tayin etmeye başladılar. Kimilerini bu cemiyetin dışında tutarak, kimilerini de bu cemiyetlerin içerisine katarak hizmetlerine aldılar. Dünyayı yöneten bir avuç haydut işine gelene evet derken, gelmeyeniyse kendi lütuflarından uzak tuttular, tutuyorlar. Bugün adına Birleşmiş Milletler (BM) denilen haydutlar topluluğu işte bu kuzgun ve çakallar sürüsünün içerisinde yer aldığı saldırı mekanizmasını oluşturuyor. Dünya barışı, bölgesel barış, demokrasi... Hepsi dünya halklarına bu haydutların lütfunda ve sadece onların tekelinde. Sermaye ve özel mülkiyeti tekelleştiren bu haydutlar, insanların yaşamlarını da tekelleştirmiş durumdalar. Onların dışında kimse barış ve demokrasiyi tesis edemez. Hele halklar asla bunu yapacak güce ve yeteneğe sahip değiller. Ortadoğu’da halk isyanlarının yıktığı ve bu bayların uşakları olan diktatörler, ülke içinde güçsüzleşip, gitmeleri lazım olunca hepsi koro şeklinde demokrasi taşımaya başladı. Libya, Tunus, Mısır bu haydutların mercek altına aldıkları ülkeler oldu. Ve

emperyalistler efendilerine hizmet yarışına giren uşak iktidarlar (Türk devleti ve temsilcisi Erdoğan) soluğu bu ülkeleride aldı. Geçtiğimiz hafta toplanan haydutlar cemiyeti ilginç tartışmalara sahne olurken hemen her ülke en demokratik ülke olduğunu bıkmadan usanmadan anlattı. Hatta yeryer efelenenler de oldu. Günler öncesinden başlayan kulis faaliyetlerinde aslında neyin nasıl resmedileceği belliydi. Toplantıda ise formalite yerine getirildi. Efendiler ve hizmetindeki uşaklar rollerini sahneleme şansı bulmalıydı ve bu BM genel kurulda bunun arenasıydı. Bu toplantıda öne çıkan konuların başında Ortadoğu yer aldı. Esas olarak da Filistin ve Filistin’in bağımsızlığı. Füze kalkanları, Oratoğu’nun markajını ve İran’ın tecridi bu sahnede sergilendi. İran ve Suriye’ye de mesajlar verildi; aklınızı başınıza alın! Yine bu sahneden Tayyip Erdoğan’ın efelenerek demokrasi havarisi kesilmesi alışılan bir şov halini aldı. Bugün ülkemizde katliamlardan, gözaltı, tutuklama gibi bir dizi saldırılar orta yerdeyken başkalarına önerilen nasıl bir barış ve demokrasidir, gayet kolay anlaşılmakta. Hatta bu süreçte Obama-Erdoğan görüşmesi olarak servis edilen durumda perdenin arkasında dönenlere işaret ediyor.

Filistin BM üyeliği için başvuru yaptı Emperyalizm ve onun Ortadoğu’daki baş jandarmalığını yapan Siyonist İsrail devletinin imha ve yok sayma politikalarıyla katli vacip ilan ettiği Filistinliler, BM’ye üyelik başvurusunda bulundular. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, üyelik başvuru mektubunu BM Genel Sekreteri Ban Kimoon’a sundu. Bunun ardın-

dan Genel Kurul’da konuşmasını yapan Mahmut Abbas, BM Güvenlik Konseyi üyeleri ve diğer BM üyesi devletlerin yönetimlerine seslenerek, Filistin’in BM’ye tam üyeliği için destek olma çağrısında bulundu. İsrail işgalinin sona ermesi, yerleşimlere son verilmesi ve 1967 sınırları temelinde bağımsız bir Filistin devleti talebini tekrarlayan Abbas, başvuru mektubunun bir fotokopisini konuşmasının sonunda Genel Kurul’dakilere sundu.

Krizin faturası emekçilere kesildi Krizin etkisiyle ekonomisi çöken Yunanistan, faturayı emekçilere çıkarıyor. Emekçiler ise grev ve eylemlerle duruma tepkilerini gösteriyor Yunanistan’da yaşanan ekonomik krizin ardından emekçilerin hükümete yönelik tepkisi devam ediyor. Krizin faturasını emekçilere çıkaran Yunanistan hükümeti, krizi bahane ederek ücretlerde kesintiye giderken, sosyal hakları da gasp etmye çalışıyor. IMF politikaları ekseninde hazırlanan ve tam bir çöküntüyü hazırlayan programa işçi ve emekçiler grev ve eylemlerle cevap veriyor.

Öğrenciler eylemde Hükümeti meydanlarda protesto eden öğrenciler “Suskunluk duvarını yıkıyoruz”, “Öğrencilerin zaferi, tüm toplumun zaferi” şeklinde slo-

ganların yazılı olduğu pankartlarla Devlet Radyo Televizyonu NET TV’yi bastı. Öğrencilerin canlı yayında spikerin arkasında dizilmesiyle televizyonun programı kesildi. Öğrenciler uzun zamandır üniversitlerde eylemlerini devam ettiriyordu.

Ulaşım felç oldu 27-28 Eylül tarihlerinde ulaşım sektöründe yaşanan krize yüksek katılım olurken, taksiciler de greve gitti. Grev başta ulaşım olmak üzere günlük yaşamı büyük oranda etkiledi. Hükümetin ekonomik politikalarına tepki gösteren emekçiler önümüzdeki aylarda da grevlerin süreceğini ifade ediyor. Hükümetin politikalarının yıkım politikası olduğunu dile getiren Yunanistanlı emekçiler, IMF’nin borç, yardım vb. politikalarla ülkeyi bataklığa sürüklediğini ifade ediyorlar. Yaşanan krizle birlikte birçok kişi işsiz kalırken, uygulanan IMF politikaları da daha çok kişinin işsizliğe itileceğinin sinyalini veriyor.


18-19_Layout 2 9/30/11 11:25 AM Page 2

1-10 EKİM 2011 Halkın Günlüğü

TOPLANDI

rüşmelerinden sadece birkaç hafta sonra İsrail tarafınca bozulduğunu hatırlatan Abbas şöyle konuştu: “Görüşmelerin kısa süre sonra akamete uğramasıyla müzakereleri yeniden başlatmak için yaptığımız girişimlere ise İsrail hükümeti yanıt vermedi. Sorun, İsrail’in uluslararası hukuka ve BM kararlarına uymamasından kaynaklanmaktadır. 1967 sınırlarının belirlediği ve Doğu Kudüs’ün başkent olduğu egemen bir Filistin Devleti için çağrımızı yineliyoruz. Bu bağlamda İsrail ile barış görüşmelerine de hazırız. Amacımız İsrail’i yalnızlaştırmak ve meşruiyetini gölgelemek değil, Filistin halkının meşruiyetini arttırmaktır.”

İsrail kınanmaktan rahatsızmış!

Filistin sorununun Birleşmiş Milletler’in 1948’den bu yana aldığı kararlara bağlı olarak uluslararası sorumluluk alanına girdiğini belirten Abbas, o tarihten başlayarak Filistinlilerin devredilemez hakları için BM’de daha etkin rol oynama çabalarının olduğunu sözlerine ekledi.

Filistin halkının meşruiyeti için İsrail ile barış görüşmelerine hazır olduklarını fakat geçen yıl Washington’da Ürdün ve Mısır yetkililerinin de katılımıyla başlayan barış gö-

BM Genel Kurul’una seslenen ve Filistin devletinin tanınmasına karşı çıkan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise BM tarafından İsrail’in sürekli olarak kınanmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. ‘Ortadoğu’ya barışın tek taraflı adımlarla değil, doğrudan görüşmelerle’ geleceğini iddia ederek, İsrail’in Batı Şeria’daki bir Filistin devletini tanımaya hazır olduğunu ancak Gazze’de ikinci bir devleti kabul etmeyeceklerini söyledi. İsrail’in sürekli barış için adımlar attığını ancak Hamas ve İran gibi İslamcı radikaller nedeniyle barış yerine savaşın meydana geldiğini de iddialarına ekleyen Netanyahu, Filistinlilerin bir devlete sahip olmadan önce İsrail ile barış yapmaları gerektiğini, ‘bu durumda İsrail’in, Filistin’i tanıyan ilk ülke olacağı’ ifadelerini kullandı. ABD Başkanı Barack Obama’nın da aynı Genel Kurul’da Filistin’in başvurusunu veto edeceklerini kesin bir dille ifade etmesi de Filistin halkının baş düşmanı emperyalist haydutluğun ve iş birlikçilerinin sorunun esas kaynağını teşkil ettiğini yeniden gözler önüne serdi.

Öğrenciler meydanlara indi Şili öğrencilerin eylemleriyle sarsılıyor. Yüz binlerce öğrenci ve öğretmen başkent Santiago’da alanlara çıktı Şilili öğrenciler eğitim hakları için yaklaşık dört aydır sokakları eylem alanına çevirdi. Eğitimde köklü değişimleri ve işsizliğin giderilmesini talep eden Şilili öğrenciler, 22 Eylül’de başkent Santiago’da alanlara çıktı. Kentin birçok yerinde yapılan eylemlere polisin saldırması sonucu çatışma çıktı. Yaşanan arbedede yaklaşık 50 kişinin gözaltına alındığı ifade edildi.

Cuntacı eğitim modeli Yüz binlerce öğrenci ve öğretmenin başkent Santiago sokaklarında özel okulların kapatılması ve eğitm sisteminde reform taleplerini tekrar dile getirdiler. Taleplerinin yalnız hükümeti değil, neo-liberal modeli hedef aldığını söyleyen öğrenci önderlerinden Camila Vallejo krizin diktatörlük döneminde yerleştirilen modelin krizi olduğunu belirtti. Ülke genelinde eylemler devam ederken Pinera hükümetiyse sözlü vaatlerin dışında adım atmamakta ısrarlı. Eğitime daha fazla bütçenin ayrılacağını söyleyen Pinera hükümeti öğrenci ve öğretmenlerin talebi olan özel okulların kapatılarak eğitimin tamamen ücretsiz hale getirilmesi talebine ise karşı çıkıyor.

dünya çeviri 19

Nepal’de durum ve Maoistleri

bekleyen zorluklar Hindistan Komünist Partisi (Marksist-Leninist)/Naxalbari’ Nepal’deki duruma ilişkin açıklama yaptı. Çevirisini yaptığımız açıklamanın metnini yayınlıyoruz BNKP(Maoist)’in kurucu meclis sürecinde ve hükümette yer alması, partinin önderliği tarafından, partinin devrimci doğasını tasfiye etmek ve partiyi parlamentarizm çukuruna sürüklemek için bir fırsat olarak değerlendirilmektedir. Uzun bir süredir, revizyonizmin vücut bulmuş hali olan bu tutum, partiyi yeni demokratik devrim güzergahında ilerlemekten alıkoymaktadır. Baburam Bhattarai’nin, Hindistan yayılmacılığının bir ajanı olan Madhesi1 cephesi ile imzaladığı bir antlaşmanın sonucu olarak başbakanlık koltuğuna oturması ile bu durum yeni bir derinlik kazanmıştır. Yeni hükümetin ilk icraatı, karşı devrimcilerce yazılmış ve BNKP(Maoist) önderliğince desteklenen bir senaryo ile Halk Kurtuluş Ordusu’nun silahlarının bulunduğu depoların anahtarlarını düzene teslim etmek olmuştur. BNKP(Maoist) önderliğinin son yıllarda izlediği yanlış politikaların bir sonucu olarak iyice yıpranmış olan HKO’ya karşı artık son bir tezgah kuruluyor. Amaç, 10 yıllık Halk Savaşı’nın en hayranlık uyandırıcı kazanımlarından biri olan halk ordusunun dağıtılması. Böylelikle, halkın karşı devrimci cellatlara karşı elindeki en güçlü silah ortadan kaldırılmış olacak. Halkın on yıl boyunca kanı ve canıyla verdiği yiğit savaş, Nepal Komünist Partisi (Maoist)’in uluslararası ölçekte tanınmasını sağlamıştı. Bir zamanlar, uluslararası komünist hareketin yiğit bir cengaveri olarak görülen örgüt, gelinen noktada egemen sınıfın parlamentosunda koltuk kapmaca oynayan alelade bir siyasi partiye dönüşmüştür. Bugün, bu örgütün liderleri halkın kurtuluş için çektiği acıları ve ödediği bedelleri, Hindistan yayılmacılığının takdiri ve üç beş meclis koltuğu karşılığında satma çabasına girmiş durumdalar. Attıkları her adım ile egemenlere, devrim yolundan ayrılacaklarını kanıtlamaya çalışıyor gibiler. Komünistler mücadeleyi satıp, çürümeye başladıklarında yayılan kokudan daha mide bulandırıcı bir şey yoktur. “Halka hizmet et” sloganı tepetaklak edilir ve “emperyalist-yayılmacı efendilere hizmet et” biçimini alır. Partinin sınıfsal yönelimi değiştikçe egemen sınıflarının takdirini kazanır. Burjuva ahlakının maskesi dahi bir kenara fırlatılır. Pervasız bir yozlaşma ve lüks tüketim mallarına duyulan açlık, mütevazi komünist yaşamın ve devrimci haysiyetin yerini alır. Revizyonistler, devrimci saflardaki karşı devrimci tohumları ve emperyalizm uşaklarıdır. Bunlar, kısa sürede örgütü ele geçirir, örgütün

ideolojik gücünü ve devrimci muhtevasını yok ederler. Leninist parti ilkelerinden iğrenen bu kesim, örgütü bir tartışma kulübüne çevirmek için canla başla çalışır. Bir süre sonra örgütün işleyişi komplolara ve manipülasyona sırt yaslamaya başlar. Bu özelliklerin tümü, bugün BNKP(Maoist) saflarında görülebilmektedir. On yıl süren Halk Savaşı ile kırlık bölgelerin çoğunu kurtaran, buralarda halk iktidarını kuran Maoistler, savaşın sonunda stratejik açıdan üstün durumdaydılar. Egemen sınıfların kendi aralarındaki krizler sayesinde devrimci sürecin daha da yoğunlaşması, emperyalist efendileri bir ikilemde bırakmıştı. Bu durum, 2006’daki barış antlaşmasına ve nefret edilen zorba kral Gyanendra’nın alaşağı edilmesine zemin sağlamıştı. Bu sürecin sonrasında da, Maoist parti ülkenin önderliğini ele almış, bitirilmemiş devrimci süreci sonuna kadar ilerleteceğine inanan geniş halk yığınlarının da kitlesel desteğini kazanmıştı. Ama parti önderleri, parti lehine olan şartları değerlendirmek ve halkın devrimci özlemlerini karşılayacak taktikler benimsemektense, stratejik görevleri olan devrimden sapmayı tercih ettiler. Bu sapmanın ideolojik ve politik kökleri Nepal Maoist hareketinin saflarında olduğu kadar uluslararası Maoist hareket arasında da ciddi tartışma konusudur. Partimizin bu konudaki görüşlerine dergimiz Naxalbari’nin üçüncü sayısında detaylı biçimde yer verilmiştir; (www.thenaxalbari.blogspot.com) Bu ideolojik mücadele, özellikle de Nepalli Maoistler tarafından derinleştirilmelidir. Ama Nepal’deki Maoistlerin ve devrimci halk yığınlarının önündeki başlıca görev, revizyonist karargahlara karşı isyan bayrağını göndere çekmek ve partiyi sağlam Marksist-Leninist-Maoist bir zemin üzerinde yeniden inşa etmektir. Hedef, Kurucu Meclis bataklığından çıkarak bir kez daha devrimin yolunda ilerlemek olmalıdır. 10 yıl boyunca, binlerce yiğit halk evladının kanı ve canıyla ödediği bedellerin sonucunda kazanılan Halk Savaşı, Nepalli Maoistlere zengin bir devrimci miras bırakmıştır. Bu mirasla ve dünya halklarının kararlı dayanışmasıyla hareket eden Nepalli Maoistlerin bu mücadeleye girişmekten çekinmeleri için hiçbir sebep yoktur. Güneydoğu Asya Maoist Parti ve Örgütleri Koordinasyon Komitesi’nin siyasi kararlarından birinde belirtildiği üzere, “Dünya halkları, Nepalli Maoistlerin bütün iç ve dış komploları parçalayarak yeni demokratik devrim güzergahında ilerlemelerini bekliyor.”

Krantipriya HKP(ML)/Naxalbari Sözcüsü 6 Eylül 2011 1

Madhesi haklarını savunan Madhesi Cephesi’nden söz ediliyor. Madhesiler Nepal’in güneybatı şeridinde yaşayan ve nüfusun yaklaşık %40’ını oluşturan, etnik olarak Hintli bir halk.


20-21_Layout 2 9/30/11 1:08 PM Page 1

20 güncel haber

Halkın Günlüğü 1-10 EKİM 2011

DEVLET FERMAN

meclise gideceğiz

Geçtiğimiz genel seçimler sonrası, AKP hükümetinin Kürt ulusal sorunundaki politikalarını eleştirerek meclise gitmeme kararı alan BDP milletvekilleri, DTK’nın da önerisiyle meclise dönme kararı aldı Bağımsız olarak seçimlere giren Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu milletvekilleri, 12 Haziran Genel Seçimleri sonrası kazanmış olmasına rağmen serbest bırakılmayan ve milletvekilliği düşürülen adayların hakkındaki karar kalkıncaya ve “Kürt sorununda” çözüme dönük adım atılıncaya kadar meclise gitmeme kararı almıştı. Dillendirilen talepler karşısında devletin kayıtsızlığına sürekli vurgu yapan blok vekilleri gelinen süreçte taleplere ilişkin mücadeleyi parlamentoda sürdürme kararı aldı. Konuya ilişkin basın toplantısı düzenleyen Selahattin Demirtaş 1 Ekim’den itibaren meclis çalışmalarına katılma kararı aldıklarını söyleyerek, “12 Haziran seçimlerinden hemen sonra yeni bir anayasa ve barış umutları o kadar güçlenmişken, kirli eller bir kez daha devreye girdi. Dicle'nin vekilliği düşürüldü. Tutuklu vekillerin tahliyeleri rededildi. Öcalan'ın protokolleri rededildi. Tasfiye hamlesi başlattılar. Bunun en öndeki aktörü ve sorumlusu AKP hükümetidir. Seçimden sonraki olumlu hava bir anda kaygılara yerini bıraktı" ifadelerine yer verdi. Boykot kararını haklı ve meşru bir zeminde aldıklarını söyleyen Demirtaş, “Meclis'e gitmek için icazet ve izin istemedik AKP'den. Meclis halkındır dedik ve Meclis'e gitmek için zaten halkımızdan yetki ve icazet almıştık. Boykot kararı nedeniyle BDP'ye saldırmak yerine AKP'ye pratik adım atması için baskı yapılsaydı daha iyi yapmış olurlardı.” sözlerine yer vererek şunları kaydetti; “Yeniden bir tavır duruş belirlemek istedik. Bugüne kadar Meclis'e dönmemiz konusunda yapılan bütün tartışmalara değer veriyoruz. Meclis'e dönmeme konusundaki kaygıları da anlıyor, hepsine değer biçiyoruz. Savaşa karşı barışı daha fazla savunmak için, bize güvenen ezilen bütün kesimlere verdiğimiz sözü daha iyi yerine getirmek için, direniş cephesini güçlendirmek için, Hatip Dicle ile bütün tutsakların özgürlüğü için, AKP'ye rağmen ve AKP'yi geriletmek için, 1 Ekim'den itibaren Meclis çalışmalarına katılma kararı almış bulunmaktayız.”

Alternatifsiz bir toplum sınıflar dünyasının temel arzusudur. Bu durumdan vazgeçmeleriyse imkansızdır. Yani özel mülkiyet dünyasının yarattığı toplumsal yönetim mekanizmaları ve bu mekanizmayı elinde bulunduran sınıf ya da sınıflar bu imtiyazın nimetlerini kimseye bırakmak istememektedir. Burjuva-feodal sistemin saldırılarındaki temel hedef de bugün bundan kaynaklanmaktadır... Esasında bu durum sürekli bir politik işleyiştir. Ve devlet özel mülkiyetin korunmasına ve kendi imtiyazlarını toplumun üzerinde bir baskı aygıtı olarak kullanmayı gerekli ve hatta somut ödev olarak görür ve uygular. Gelişebilecek hiçbir canlı mekanizma bu işleyişin dışında olamaz veya dışına çıkamaz. Çıkmak isteyenler de saldırının doğrudan hedefi halindedir. Hatta bu işleyiş içerisinde olarak dahi canlı bir dinamik yaratmak sistemi tedirgin eden ve onu kabule zorlayan bir tutumla karşılanır. Devletin bugün sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve meslek kuruluşları gibi oluşumlara saldırması da buradan gelmektedir. Sistem kendisinin yenilebileceği alanları açık tutarak en küçük demokrasi ve demokratik hak üzerine verilen mücadelelerin dahi büyümesi ve kendi kontrolü dışına taşmasına izin vermiyor. Aksi halde kendisine sağladığı meşru sınırlar bu gelişimin önünde ezilmek zorunda kalacaktır. Bu saldırıların boyutu şartlar ve koşullar tarafından doğrudan tayin edilmekte ve her koşula uygun bir metod ve yöntem geliştirilmektedir. Bazen gözaltı, tutuklama şeklinde cereyan eden durum bazı za-

f

kültürsanat

BDP: 1 Ekimde

Baskıların içeriği her ne kadar değişse de, yöntem aynı kalıyor; bütün toplumsal devrimcidemokratik dinamiklerin hareket alanını sınırlamak

manlarda ise doğrudan ortadan kaldırmayla; yani öldürme, infazlarla vuku buluyor. Bazı dönemlerde ise yasal mevzuatlarda yapılacak değişikliklerle bu kurumları işlevsizliğin içerisine iterek kendi tabanıyla olan bağını kesmiş oluyor. Alternatif örgütlenme modelleriyse zaten yasaklı sınırın içerisinde kalıyor. Hatta çoğu kurum bulunduğu zemin üzerinden yani yasal hukuksal zemin kullanılarak kapatılabiliyor, faaliyeti engelleniyor ya da üye ve taraftarları her türlü baskının hedefi halinde olabiliyor. Buradan yola çıkarak TMMOB üzerinden son süreçte yaşanan gelişmelere dair şöyle bir bakmak gerekiyor. Mesleki bir örgültenme olan TMMOB mimar, mühen-

dis, şehir planlamacısı vb. meslek dallarında tekenolojik gelişmelerin sosyolojik yansımalarına dair araştırma yapan ve bu dallardan birinde mesleki görevini icra eden bireylerin haklarını savunarak koordinasyonu sağlayan bir kurum işlevi görüyor. Aynı zamanda da bu kurum toplumsal muhalefetin de bir parçası. Her ne kadar geçmişte taban ilişkisiyle bugünkü durum arasında fark olsa da yani bugün kendi tabanını sahipleniş açısından geri bir noktada dursa da hala dinamik bir pozisyondadır. Tabanla arasında bir uçurum bulunmakla birlikte toplumsal dinamikleri tetikleyen ve muhalif kimliğini muhafaza eden bir yerde duruyor TMMOB. Kuşkusuz tabanıyla daha

Gefra yeni sezona Gefra Kültür Merkezi Stefri Parkı içerisinde Bufonata Tiyatro Grubu tarafından segilenen tiyatro gösterimiyle yeni sezona merhaba dedi Ülkemiz halklarıyla Yunan halkı arasında bir köprü kurma misyonunu üstlenen Gefra (Köprü) Kültür Merkezi çeşitli etkinliklerle Yunan halkıyla buluşuyor. Eylül ayında, önümüzdeki dönem için çeşitli etkinlikleri gerçekleştirme kararı alan Gefra Kültür Merkezi, ilk etkinliğini 27 Eylül günü Stefri Parkı içindeki açık hava tiyatrosunda gerçekleştirdiği tiyatro gösterimiyle hayata geçirdi. Yunanistan'da gittikçe derinleşen ekonomik kriz ve krizin faturasının her geçen gün daha ağır bir şekilde işçi ve emekçilere ödetilmesinden hareketle "Açık Denizde" isimli tiyatro oyunu tercih

edildi. Slawomir Mrozek’in yazdığı, "Açık Denizde" isimli tiyatro oyunu Bufonata Tiyatro Grubu tarafından sahnelendi. İlgiyle izlenen oyunun konusu ise deniz kazası geçiren üç kişinin çıktıkları sandal üzerinde yiyecek bulmak için içlerinden birini yemeye karar vermelerini konu alıyor. Zayıf, güçlü ve daha güçlü üç karakterden oluşan oyunda iki güçlü birleşerek zayıf olanını yemeye karar verirler. Zayıf olan ise her ne kadar bu karara karşı çıksa da sonrasında diğer iki kişinin yaşaması için kendisinin yenilmesi gerektiğine ikna edilir. Zayıf adamı ikna eden iki güçlü ağızlarını şapırdatarak tuz aramaya koyulurlar. Arama sırasında bir kuru fasulye ve sosis bulurlar. Zayıf adamı öldürmeye artık gerek yoktur. Ama güçlü adam, diğerine kutuyu saklamasını emreder. "Fasulye istemiyorum," diye mırıldanır, "hem zaten... Görmüyor musun? O çok mutlu!" der. Tiyatro gösteriminden sonra müzik dinletisiyle etkinlik sona erdi.


20-21_Layout 2 9/30/11 1:08 PM Page 2

1-10 EKİM 2011 Halkın Günlüğü

VERDi

21 parça da süreç içerisinde eritilerek veya alanları kısıtlanarak tamamen işlevsiz bir pozisyona düşecektir. Meslek odaları içinde durum bundan pek farklı değildir. TMMOB’un bulunduğu alandaki işlevini bitirmek, onu ihtiyaç olmayan bir kurum haline getirmek ve dolayısıyla hem tabanından hem de bulunduğu zeminin yok olması hesabıyla KHK’lerin çıkmış olması, diğer bir kısmının da yolda olması durumu özetliyor. AKP hükümetinin seçimlerden dört gün önce 08.06.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlatarak yürürlüğe koyduğu 3046 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin yürürlüğe giren 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’nin 2. Maddesinde ifade edilenler bu yasal mevzuatlarla toplumu dizginleme ve bunun içerisinde öne çıkan kurum ve kuruluşları yok etmeyi amaçlayan uygulamalar göze çarpmaktadır.

barışık olsaydı yine aynı saldırılarla karşılaşmakla birlikte daha güçlü bir karşı koyuş sağlayabilirdi.

Burjuva-feodal sistemin temel aynası, yaptığı icraatlardır. Bu icraatlarda bugün her alanda bir saldırı biçimi olarak ortaya çıkıyor. Örneğin son çıkarılan yasalar ve Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK), yeni bir saldırının parçası olarak okunabilir. Toplumsal anlamda pürüzlerin olmasını engellemek için kendisine yasal sınırlar tanıyan AKP hükümeti meslek kuruluşları ve sendikaları işlevsiz kılmayı hedefliyor. Keza sendikaların önemli bir kısmı hükümet yanlısı bir yerde duruyor. Geride kalan ve birazda olsa diri kalabilen çok küçük bir

Böylelikle muhalif olma, alternatif bazı politikalar geliştirme vb. şeklinde ortaya çıkacak küçücük bir dinamik dahi ortada kaldırılmalıdır ki ‘demokrasi oyunu’ rahat bir şekilde oynanabilsin. Aksi bir durum bu oyunun foyasını ortaya çıkarabilir. Bu KHK, Bakanlar Kurulu’nun, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nun (DDK) Meslek Kuruluşları Üzerine Araştırma ve İnceleme Raporu doğrultusunda TMMOB’un varlık durumunu ortadan kaldırabilecek bir hüküm anlamına gelmektedir. Böylece AKP hükümeti adım adım kendi dışında kalanları toplamda ortadan kaldırmış, bunu yapamamışsa da etkisiz bir pozisyona sürüklemiş olacak. Baskıların içeriği her ne kadar değişse de, yöntem aynı kalıyor; bütün toplumsal devrimci-demokratik dinamiklerin hareket alanını sınırlamak. TMMOB’la ilgili mevzuat da bunun yolunu açmaktadır.

merhaba dedi

TUTSAK PARTİZAN

≫ cafer çakmak

KÜRDİSTAN’DA KAYIP HALKA

S

aldırganlık, başka ulusların ezilmesi, baskı altına alınması, fethedilmesi, egemen ulusun kültür ve dilini diğer ulusların dil ve kültüründen üstün sayıp dayatma siyaseti ulusal çıkar adına yapılan milliyetçi burjuva ideolojisinin çerçevesini oluşturur. Elbette ulusal çıkarların sadece egemen gerici sınıfların çıkarı olduğunu da unutmamak gerekir. Emperyalizm çağında sınıf mücadelesi, burjuva milliyetçiliğin temelindeki ekonomik ve sınıfsal özü ortaya çıkarmıştır. Sosyalist uluslar çatışmasız ve kardeşçe yaşayabilineceğini dünyaya göstermişlerdir. Bunun dışında milliyetçilikten kaçınabilecek tek devlet dahi yoktur, olmamıştır.Türk egemen sınıflarının istilacı, yayılmacı, Türk ulusçuluğunun kutsanmış ruhuyla Kürt ulusu ve diğer azınlıkların asimile edilmesi ve katledilmesi politikası sistemlidir. Dünyada Türk egemenliğini kurmak, tüm dilleri Türkçeleştirmek isteğinin somutlaşmış ifadesi Kemalizm’dir. Türk devlet yapılanmasının resmi olarak sürdürdüğü politikanın tanımı kısa kelimelerle; Türk olmayan uluslara karşı katliam, soykırım, büyük zulümdür, anti-komünizm amacına uygun olarak dizginsiz şiddet ve tescillenmiş faşizmdir. Bilindiği gibi Türk milliyetçiliği, gerici sınıflar ve devlet bürokrasisi Türk ordusunun gücüyle, tecrübesiyle övünmektedirler. Tecrübesini hangi savaşlarda, hangi ülkelerle savaşarak elde ettiği ise hiç sorgulanmaz! O halde bu deneyim nereden geliyor, tarihi kökleri nerededir? Savaştan (1914-18) yenilgiyle çıkıp sömürge kertesine inen Osmanlı’nın saraylarına İngiliz, Fransız generalleri yerleştiğinde devlet yönetimini ellerine aldıktan sonra bu güçlerin denetiminde görevlendirilen Kemal, emperyalizme karşı savaşı değil, isyan eden Kürtlerin bastırılmasını örgütlüyordu. Sınıf hareketinin Komünist öncülerini nasıl yok edeceğini planlıyordu. Bazı tarihçiler ‘Lozan’dan hemen sonra Türk ordusunun gücünü (1925) Şeyh Said ayaklanmasında Kürtleri ezerek gösterdiğini söyleyerek Kemalizm’in başlangıcına işaret etseler de bu eksik bir tespittir. Çünkü milliyetçi ittihatçı Kemalistler 1920’lerden başlayarak geçiş sürecinde kendi rüştünü emperyalistlere kanıtladılar. Anti-komünist kimliğini acımasız azgın sınıf kinini TKP’nin önderi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşın katledilmesini (28-29 Ocak 1921) gerçekleştirdi. Bu birincisi. İkincisi ise 1920-22 arası Koçgiri isyanında Kürtlerin vahşi şekilde ezilmesi, köylerin yakılması, kitlesel katliama vardırılması aynı zamanda bu tarihten sonra olabilecek Kürt isyanlarına karşı izlenecek politikanın temelini oluşturmuş olmasıdır. Nitekim 1920 ile 38 arasında Türk ordusunun 20’ye yakın askeri harekatının Kürdistan’da gerçekleştiğini biraz tarihle ilgilenen herkes bilir.En açık ve anlaşılır haliyle söylersek 1920’lerden günümüze Türk ordusu Kürt ulusuna karşı fiili olarak savaşmaktadır. NATO bünyesinde çeşitli ülkelerin işgal edilmesinde “barış güçü” olarak belli düzeyde asker göndermesini ayrı tutarsak Kürdistan Türk ordusunun fiili olarak savaştığı başka savaş alanıdır. 1949-52 arasında Kore halkının devrimci mücadelesini bastırmak anti-komünist niteliğini tekelci burjuvaziye kanıtlamak ve görevini yerine getirmek için Türk

ordusu ABD ile Kore’de halka karşı savaştı. Kore halkını, devrimci ve komünistleri katletti. 1974”te Kıbrıs’ı işgal etmesinin dışında Türk ordusu 1920 sonrası başka savaşa katılmamıştır. Fakat Türk ordusu dünyada sayılı tecrübeli ordulardandır. Çünkü yüzyıldır Kürt ulusuna karşı fiili olarak savaşmaktadır. Türk egemen sınıflarının ve siyasi politik temsilcilerinin tarihi iki yönlü düşünülmek zorundadır. Birincisi emperyalist işbirlikçi niteliğiyken, ikincisi ise anti-komünizm üzerine şekillenen saldırganlıkla sınıf hareketini ezmek, Türk olmayan ulus ve azınlıkların yok edilmesi, asimile edilmesi, Türkleştirilmesi amacıdır. 1920’lerden 38’e 20’ye yakın askeri harekatla Kürt isyanlarını ya da isyan etme potansiyelinden dolayı Kürtleri ezen Kemalist diktatörlüğün imhacı, asimilasyoncu karakterinin görülmemesi demek sadece Türk ezen ulusçuluğu bakış açısıyla Türkçü ideolojinin yedeğine düşmektir. Bu anlamıyla Kemal’in bizzat (1920-38) askeri faşist rejimin katlettiği yüz binlerce Kürdü tarihin bir kenarına bırakarak Kemal’i-Kemalistleri “küçük-burjuva devrimcisi”, “anti-emperyalist, “halkçı” olarak görmeye devam edenler Kemalist Türkçü burjuva tarih anlayışını benimsemişlerdir. Ayrıca burjuva-feodal sınıfların iktidar olduğu hiçbir devletin emperyalizmden bağımsız olamayacağı anlayışının halen varlığını sürdürüyor olması işçi sınıfı hareketinin nasıl derin burjuva ideolojik etki altında olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Sınırları emperyal güçler tarafından çizilip parçalanan Kürdistan üzerindeki politikanın emperyalizmden bağımsız olduğunu kimse anlatamaz! Kemalist diktatörlük en azgın faşist karakteriyle emperyalist işbirlikçi bir rejimdir. Günümüzde sürdürülen politikanın kökleri 1920’lerde atılan ve devlet kimliği haline gelen 21.yüzyıla taşınan Kemalist siyasettir. 1920-38 arasında Kürdistan’da savaş uçakları Kürtleri bombalıyordu. (Ağrı-Dersim) Güney Kürdistan’da ise İngilizler Kürtlere hardal gazı kullandı. 1980’lerden sonra Türk ordusu 27 sınır ötesi askeri harekat yaptı. Şimdi kapsamlı bir askeri harekata hazırlandığını ilan ediyorlar. Bu arada Kürdistan bombalanmaya devam ediliyor. Savaş uçakları, Skorsky, Aphaçi, Kobra, helikopterleri ve üzerindeki roketler, uçaksavarlar, kimyasal taşıyıcı silahlar, Heronlar, termal donanımlı tanklar, uydu görüntüsü sağlayan ileri teknoloji tüm hepsi emperyalist güçlere aittir. Yani Türk ordusunun Kürt ulusuna karşı savaşı sürdürmesini tekelci burjuvazi 21.yüzyılda desteklemeye devam ediyor. Kandil’i bombalamak için bile ABD izni gereklidir.Ne dün ne de bugün Kürt ulusal sorunu bir dünya sorunu olarak emperyalizmden bağımsız düşünülemez. Tüm tarih bilge bir öğretmen gibi karşımızda dururken 1921 ya da 1924 anayasalarında reformların tarihi köklerini aramaya; gizli oturumlarda Kemal’in Kürtlere ne dediğini aramaya kalkanlar halkı kandırıp “entegre stratejisi”ne hizmet ediyorlar. Kemalist diktatörlüğün yaptıkları açıktayken “gizli” olanları aramak niye?! Seyirci ya da destekçi rolünü sonlandırmak, Kürdistan’da kayıp halka olan sınıf hareketini örgütlemek için öncelikle tarihi ezilen sınıfların devrimci bakış açısıyla değerlendirmeliyiz. Sınıf hareketi her türlü burjuva sosyal-şoven zehirden kurtulmadan ve ideolojik mücadeleyi süreklileştirmeden devrimci gelecek inşa edilemez.


22-23_Layout 2 9/30/11 11:27 AM Page 1

22

Halkın Günlüğü 1-10 EKİM 2011

ANTAGONİZMA

≫ muzaffer oruçoğlu

SANATSAL YARATICILIĞIN GÜCÜ

A

rkadaşlar, tümünüzü sevgiyle selamlıyor, bana burada konuşma fırsatı veren Karaburun Bilim Kongresi Düzenleme Kuruluna teşekkür ediyorum.

Konuşmamı, Kongrenizin belirlediği konuyu dikkate alarak, biçimlendirmeye çalışacağım; yani, kendi yaşamımdan, sanat pratiğimden ve deneyimlerimden yola çıkarak, “sanat aracılığıyla sistem karşıtı bir dil üretmenin olanaklarına ve biçimlerine, elimden geldiğince değinmeye çalışacağım. Sanata veya sanatsal yaratıcılığın gücüne dair anlayışım, 1967’den bu yana değişimler geçirdi. 1966’da Rize Öğretmen Okulun’dan İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na geldim. İstanbul’un sanat iklimini tanıyıncaya kadar, yani 1970’e kadar, sanatın, özneyi değişime uğratan bir araç olduğunu düşünüyordum. İlk romanımı, kitle hareketlerinin yükselişe geçtiği ve okuma arzusunun hararetlendiği, 1967- 69 yılları arasında yazdım. O zamanlar Türkiye İşçi Partisinin ve Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun bir üyesiydim ve şöyle düşünüyordum: Eğer diyordum, yaşadığım köyün canalıcı gerçeğini, yani ağalar ile nökerler arasındaki çelişkiyi olduğu gibi anlatırsam, bu, okurların değişimine, tüm melanetlerin kaynağı olan bu sisteme karşı diklenişine hizmet eder. Estetik bilincim doğalcıydı. Gerçeğin sınırlarını aşma diye bir niyetim yoktu. Sanatın zengin iç dünyasına, çok işlevli, değişken doğasına henüz nüfuz edememiştim. Algılamam ve düşünmem imgesel değildi. Hayal dünyama, somut ve mantıki düşünme tarzının iklimi hakimdi. Biçimlendirmede teşbihi, eğretilemeyi, mübalağa sanatını kullanmıyor, düz, doğaçlama bir anlatıma yaslanıyordum. Tek avantajım, beni yazmaya mecbur eden, yaşadığım köy şartlarının zengin ve uzlaşmaz çelişkileriydi; Ekim Devriminden kaçıp gelen ve Ermenilerden boşalan evlere yerleşen, irili ufaklı Terekeme ağalarının çoğunlukta olduğu ve Kürtlerle iç içe yaşadıkları bir köyde doğup büyümüş olmamdı. Köyün estetiğini, Ekim Devrimi’ne, Kafkas Tarihine, Ermenilere, Kürtlere ve Malakanlara dair, sonu gelmez hikayeler, efsaneler, deyimler ve rengarenk yalanlar oluşturuyordu. 1970’den sonra, İstanbul’da, sanatsal yaratıcı etkinliğin alanına giren insanların, daha doğrusu, iki ayaklı nesnelerin, “kendinde şeyler” olarak kalmadıklarını, dönüştüklerini, incelip özneleştiklerini, daha bir insanileştiklerini görünce, sanatın, geniş bir sanat tüketen kitleyle birlikte sanatçıları da yaratmakta olduğunu fark ettim ve bu anlamda sanatın sıradan bir araç, hatta bir nesne olmadığını, etkin, yaratıcı bir özne olduğunu düşünmeye başladım. Arkadaşlarım, Nazım Hikmet’in, kitaplarından çıkıp, insan sıfatında hayata karışan şiirleri gibi görünür oldu. Bu benim, sanatsal yaratıcılığa olan ilgimi derinleştirdi. Gelgelelim ki ortam, oturup sanat üretmeye pek elverişli değildi. 1969’un sonbaharında, Çorlu’da topraksız köylülerin bir çiftliği işgallerine katılınca, bir arkadaşımla birlikte tutuklanıp Silivri Cezaevine konuldum. İç dünyam, birbirlerini tamamlayan, yutan, inkâr eden envai çeşit seslerle dolmuştu. Oturup yazmaya karar vermişken, tahliye edildim. Bir yandan sanat, diğer yandan ise profesyonel devrimci yaşam

bana göz kırpıyordu. İkincisini tercih ettim. Zaten kalcak yerim de yoktu. 1967’de, 6.filonun İstanbul’a gelişini kınayan bir bildiriden dolayı, Ahmet Kabaklı ile Nihat Sami Banarlı’nın içinde yer aldığı disiplin kurulu, bizi Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’ndan ihraç etmişti. 12 Mart darbesine kadar Trakya köylerinde siyasi faaliyet yürüttüm. Çeltik tarlalarında çalışan Romanların içler acısı durumu bana nökerlerin durumunu anımsattı. Roman işçilerin yaşamlarında alışılmadık tarzda gülümseyen ve estetik değer taşıyan her kıpırtıyla ilintili bir ruh baharına girince, kalemimin o ana kadar, kurallar, kalıplar, klasik tarzlar tarafından prangalanmış olduğunu sezinledim. Sanatsal algımın katı, sembolik doğası değişir gibi oldu ve o ana kadar benimsemediğim İkinci Yeni Akımı, çeltik tarlarında zahmete ve zillete meydan okuyan, çamurlu, şenşakrak Romanlar gibi sempatikleşti. Küllenmiş ama ateşini yitirmemiş vicdani hassasiyetlerimin açığa çıktığı, dil bilincimin filizlendiği bir anda yakalanıp, cezaevine konuldum. Bir baktım, Uzunköprülü ve Keşanlı köylülerle Romanların arasındayım. İnsanın içini gösteren gülümseyişler, bakışlar, arasında; gizemli, şeffaf ve şeytani davranışlar arasında üçbuçuk ay kaldıktan sonra tahliye oldum ve İstanbul’a geldim. İstanbul bu sefer kendini, bir kaos yumağı gibi hissettirdi bana. Görünmeyen ve hayatı kendi meşrebine göre kurmaya çalışan milyarlarca çelişkinin, inkâr çıngısının delirttiği bir boşluğa düşmüş gibi oldum. Bu Kaosun ya da boşluğun özündeki asli ve asil çabayı anlamak ve onu bir romana dönüştürmek isteği uyandı içimde. Ne var ki, 12 mart darbesi bu isteğimi dağıttı; kendimi Siverek’te ve daha sonra da Dersim mağaralarında buldum. Geniş bir alanda köyleri tek tek gezmeye başladım. Zengin bir kök-geçmişe sahip olan ve kömür gibi içten yanan, ak sakallıların, kocakarıların insana ve insanın mezalimlerine, kırımlarına dair anlattıklarını dinledim. İnsanın sahip olduğu yalın enginliği ve acısı karşısında suskunlaştım. Özlerini berrak bir şekilde gösteren ya da gizleyen sözcükler, güvensizlikler, korkular, kuşkular, acıma ve bağlanma duyguları, sahiplenmeler, özveriler, övgüler, beddualar ve ihbarlar aleminin işgaline uğramış gibi oldum. Onlara benzedim biraz, dağların anahtarını kaybetme kuşkusu içine girdim. Sonlu ile sonsuz, duyum ile duyumötesi arasında, belirsiz bir yere yerleştiğim sanısına kapılıyor ve oradan bakıp düşündüğümde, özgürlüğü acının bilinci olarak algılıyordum. Hiç mübalağa etmeden diyebilirim ki, sanatsal yaratıcılıkta şiirin, resmin, felsefenin, metaforik ve lirik anlatım dilinin önemini ben o bölgede daha iyi duyumsadım. Sanatsal yaratıcılık alanına, tüm varlığımla girdiğim dönem, 1973’de başladı. Edebiyata hasredilmiş 13 yıllık cezaevi yaşamım, biçimlenmemde tayin edici bir rol oynadı. Daha önceki kısa cezaevi yaşamlarım, adapte olma çabaları ve tahliye beklentileriyle geçmişti. Müebbet hapislik bana, kendimle baş başa kalma olanağını sağladı. Bu, sanatsal yaratıcılığın vazgeçilmez ilk şartıydı. Çünkü yaratıcılığın asıl alanı, insanın iç dünyasıdır. İnsan en güzel, en anlamlı yolculuğunu burada yapar. Kendi iç dünyasını ne kadar tanırsa, sanata da o kadar yaklaşır. Bu bakımdan, insanın sanatsal yaratıcılık alanına girmesi ve orada bir kazıcı, bir yaratıcı olarak çile çekmesi sorunu,

onun kendisini müebbet hapse mahkum edip etmemesine bağlı bir sorun olarak ortaya çıkar. Cezaevinde sanatsal yaratıcılığın, yaratıcıyı özgürleştirdiğini duyumsadım. Kendi iç dünyama doğru yola çıkınca, dışarı ile içeri arasındaki fark silinir gibi oldu. Organik ve inorganik dünyanın bir parçası, onun ruhunun bir parçası olarak, insan, kendi iç dünyasının estetik değer taşıyan ışıltılarını, alametlerini, sırlarını, çiçekten çiçeğe gezinen bir arı gibi devşirir, özümler ve onu kendi yaratıcı dehasının örsünde döver, biçimlendirir, bir üst seviyede yeniden yaratır ve sonra yaratılan bu deccal ateşini, kendine, kendini kuşatan zillete karşı diker. İnsanın, şirin ve derin cinnet halidir bu. Gerçek yaratıcının ya da büyücünün temel eğilimi, metaforlarını, doğanın derin, insani özüyle, gizemiyle biçimlendirmek, onları tuğla gibi kullanarak, doğal veya iğdiş edilmiş resmi gerçeğin üstünde, insan merkezci anlayışın üstünde, gerçeklikler kurmaktır. Cezaevinde, yaratıcının, dönüştürmek için yaratmaması, açık veya gizli vaazdan uzak durması gerektiğini anlamaya başladım. Duaların gökten değiştirmek için indiklerini, iner inmez de vaazcı ruhlarını dile dönüştürdüklerini ve dolayısıyla sanatın dua olmadığını düşündüm. Eğer yaratılan, adı üstünde, bir sanat eseriyse; kaliteli, derinlikli, berceste bir eserse; yaratıcı onu yaratırken ve onun tarafından yaratılırken, sadece kendi iç dünyasında değil, her yerde gezinmişse; ama öncelikle de varlığın sızlayan, kanayan vicdanında gezinmişse; ve yine yaratıcı onu yaratırken, malzemelerini sadece kendi iç dünyasından değil, varlığın can alıcı, iğfal edici sahalarından toplamışsa; ama öncelikle de varlığın ürkütücü derinliğinden, hassas kuğu çığlığından derip devşirmişse; tüm bunları, kendi vicdanının ateşinde eritip, estetik bir dehayla biçimlendirmişse, o eser değiştirir; istesek de istemesek de, o eser doğduğunda, yani büyük serüvenine başladığında değişim başlar. Evet, tüm bunları anlamaya başladım ama uygulayabildim mi? Uygulayamadım. Yaşamdan aldığım alışkanlıklarım vardı. Nasihatçı bir ailede yetiştim. Bu yetmiyormuş gibi nasihat eden, öğreten bir insan olmam için yatılı öğretmen okuluna gönderildim. Bu da yetmedi, geniş yığınları eğitmek, bilinçlendirmek, sevk ve idare etmek için siyaset ummanına daldım. Hiç kuşku yok ki bütün bunlar güzel şeylerdi ve beni ve ürünlerimi ruhen zenginleştirdi. Tabi bunun yanında, disiplin ve demokrasi sahasının, örgüt dünyasının, güdümleyici, vaazcı, idealci tarzları , alışkanlıkları, ilk döneme ait eserlerime sindi, onları şu veya bu ölçüde malül, inmeli duruma düşürdü. İyi eserler, derin ve yıkıcı eserler, genellikle, sanatçının varlık alemiyle ve kendisiyle barışık olmadığı, bağlılık ve sorumluluk duygusunu tamamen yitirdiği zamanlarda ortaya çıkarlar. Bu, özgürlük dediğimiz şeyin gülümsediği, gerçekleştiği andır. 1986’da, cezaevinden çıkar çıkmaz kelepçelenip, askere götürüldüm ve Firar ettim; cezaevi yaşamımın son dönemi firar teşebbüsleriyle geçtiği için alışmıştım. Tabi kendimi Yunanistan’da, Almanya’da ve Fransa’da buldum. Avrupa’da en önemli etkinliklerimden birisi, galerileri ve müzeleri gezmek oldu. Bu geziler bana, resmin görünmeyen edebi dilini, hikayesini berrak bir şekilde hissettirdi. Av-

rupa’da dolaşırken, Cezaevindeki 13 yıllık edebi çabanın beni örgüt dışı bir yaratık haline getirdiğini fark ettim. Arkadaşlarım da bunu fark etmiş olmalılar ki bana gayet anlayışlı ve incelikli bir yöntemle mesafenin yararlarını anımsattılar. Kendimi, örgütle özgürlük arasında bir yerde, işsizlerin, göçmenlerin, ilticacıların ve sahipsiz kedilerin kimseye hesap vermeden dolaştıkları hoş bir arafta buldum. İhtiyaç melaneti, sanat duygumu kamçıladı. Zengin semtlerin eşya çöplerinden çerçeveler, bezler, boyalar, fırçalar topladım ve dört ay sonra Köln’de, bir galeride ilk resim sergimi açtım. Yokluğu imkâna çeviren bir çabanın sonunda doğan sanat, insanı, kayıtsızlık duygusuna, kibire ve büyüklük gururuna karşı çok daha duyarlı hale getiriyor; onu, sadece, eşyaya verdiği emeğin vicdanıyla değil, aynı zamanda, eşyanın ona verdiği emeğin vicdanıyla da donatıyor; bununla da kalmıyor tabi, insanı, zorunluluğun bilgisine taşıyor, özgürleştiriyor, ve bu anlamda özgürlüğü yaratan bir eylem olarak görünüyor. Avrupayı terkedip, Avusturalya’ya yerleştiğimde, okaliptüs ağaçlarının kabuklarına, kayalara, bezlere ve çıplak gövdelere yaygın bir şekilde resim yapan, ressam bir halkla, Aborcinlerle karşılaştım. Her resmin, onların nezdinde, onların yaşamını anlatan birer hikaye olduğunu, kabukların, kayaların, bezlerin ve gövdelerin üzerinde, renklerin diliyle konuşan birer yaşam olduğunu gördüm. Ve kulübemi, resimle dilin, başka bir deyişle, resimle romanın kesiştiği yere kurdum. Dili, dini, ailesi, devleti ve vatanı yoktur resmin. Kendisine bakan bakmayan her canlıya, her cansıza gülümser, haz verir, düşündürür. Resim, benim roman dilimi etkiledi. Renklerin dil üreten güçlü bir gizeme sahip olduklarına dair düşüncem, biraz da burdan gelir. Evet sevgili arkadaşlar, sonuç olarak, sanatı, edebiyatı yüceltip, sidre makamına çıkarmanın, ona olağanüstü roller atfetmenin, onu ölümsüzlük payeleriyle taçlandırmanın da bir anlamı yok. Ne kadar güçlü olursa olsun, her canlı gibi her sanat da ölümlüdür. Toplumu sarsacak evrensel bir deprem etkisi yaratsa da, ruhlara derinlemesine işlese de, değişim, dönüşüm kaosunun içinde eskir, ölür, parçalanır, silinip gider. Önemli olan, ortaya çıkan sanat eserinin, dilini iyi kullanması; dilinden, bilincin ve hayalin sınırlarını aşacak, dilini bile şaşırtacak gizli anlamlar, kıvılcımlar çıkarması; eserini bunlarla yaratmasıdır. Sanatçı için dil çok önemlidir; çünkü eserini onunla yaratır. Yaratıcı dehanın vicdanı, sanatçının nasıl bir dil seçtiğine özellikle dikkat eder. Eser var ki, yaralı duygularla fire vermeden ağlayan, derisi kemiğine yapışmış aç bir çocuğun diliyle karşılaşır ve kendimizi o çocuğun yerinde hissederiz. Eser var ki, binlerce kez anlatılmış sıradan bir aşkın veya cinayetin sıradan diliyle karşılaşırız ve kendimizi o dilin, o eserin dışında hissederiz. Eser var ki onda keşfettiğimiz dil, bizi yaşamın pek bilinmeyen derinliğine, anlamına, şirin ve şedit, tutsak ve özgür yanına çeker. Eser de var ki, diline yapışırız, kurtarmak istesek de kurtaramayız kendimizi; o dil, emer özümüzü, tek boyutlu bir biçime dönüştürür bizi. 8-11 Eylül tarihde yapılan Karaburun Bilim Kongresi’ne M. Oruçoğlu tarafından sunulun metindir.


22-23_Layout 2 9/30/11 11:27 AM Page 2

1-10 EKİM 2011 Halkın Günlüğü

A

ramızdan ayrılışının 17.yılındayız. Yokluğuna alışamadık, alışmak niyetinde de değiliz. Sana dair hep yazmak istediklerim vardı. Ne zaman kâğıdı-kalemi elime alsam sözcükler hükmünü yitirirdi. Ölümsüzlüğünün 17.yılını bir milat kabul edip, başladım yazmaya… Seni anlatmanın ya da sana yazmanın ne kadar zor zanaat olduğunu bildiğimden nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Gidenin arkasından methiye dizmek bize göre değil. Böyle bir tercihim de yok zaten. Sadece sana yazmak geldi içimden. İnan her ölüm yıldönümünde yapmak isteyip de yapamadığım bir fiildi bu. Çünkü bir güvercin tedirginliğiyle seni eksik anlatmaktan çekindim. Ama duygularıma daha fazla gem vuramayacağımı da biliyorum. Sana yazmak isteğimin zamansız gidişinle doğrudan ilgisi vardı. Çünkü benim sana dair yazmak istediklerim kadar, özlemlerim de vardı. Bu özlemlerimin içimde ukde olarak kalmasını istemedim. Sana yazma isteği biraz da bu ihtiyaçtan doğdu. Çünkü ben vakitsiz bizi-bizleri terk ettiğinden beri seninle yaşayamadıklarımla/yaşıyorum. Belki ilk defa ifade edeceğim, ama ben bu yanımla hep eksik kalacağım. Bundan dolayı seni suçluyor değilim. Bunun kendini adadığın “partili yaşamın” doğal bir sonucu olduğunun da bilincindeyim. Benim sana olan özlemim de tam da buradan başlar. Yaşamının öncesi-sonrası vardı, her komünistin olduğu gibi. Zira sen de geleneksel ilişkiler içinde bir hayat idame etmiş olsaydın, Cömert olarak kalır, CENK olma erdemine nail olamazdın. Bunu sen yaşayarak göstermiştin. Senin, benim ve çevrendeki insanlar için bir model olman, partili olmanla başlar. Çünkü sen eski gömleği çıkarmış, yeni gömleği giymiştin. Kısacası sen CENK olmanı özdeşlik kurduğun ideolojiye ve onun yarattığı değerlere borçlusun. Bu senin politik tercihinden kaynaklanmıştı. İşte benim sana olan hayranlığımın dönüm noktası, senin bu düzen içi ilişkilerden radikal kopuşu gerçekleştiren cesaretin oldu. İşte ben de aidiyet kurduğum dünyanın değerleriyle özdeşim kurduğumdan beri sana olan hasretim zirveye ulaştı. Dedim ya, seninle yaşadığımız ülkenin-toplumun sorunlarını, çelişkilerini, bunun partimize yansımalarını, bu sorunların çözümünde partimizin stratejik-taktik hattı doğrultusunda üreteceği siyaseti vb. Konuşmak, tartışmak ve bunu birlikte somutlaştırmak isterdim. İşte ben bu eksik yanımla yaşamda özne olmaya çalışıyorum. Yaşamın nesnesi değil de öznesi olmayı sana borçluyum. Çünkü ben bunu senden öğrendim. Sen ve senin gibilerin en büyük farkı sadece öğreten değil, öğrettiğini uygulayan da olmasıdır. Hep derdin zaten yaşamadığın düşüncenin kağıt parçası olmaktan öte değeri yoktur diye. Bu konudaki dirayetinin ne kadarına sahip olduğum tartışılır. İşte böyle sevgili yoldaşım. Doğmamış kızına yazdığın mektup bu anımsıyorum. Birisi sorsa ne yapıyorsun diyi? Doğmamış kızıma mektup yazdığımı söylesem ‘deli misin sen’ derler diye yazmışsın. Ne güzel de vurgulamışsın bir devrimcinin duygusal derinliği farklı olur diye. Mantığın harmanladığı duygusallık bir savaşçıya doğmamış kızı için mektup yazdırır işte. Çok zor koşullar altında, sık ormanlıklarda, derin kuytuluklarda, sanki kızını göremeyeceğini bile bile yazmışsın mektubunu, o kadar dokunaklı, o kadar etkileyici, o ka-

tarih okur 23

Sınırlı bir yaşamı sınırsız bir davaya adayan

CENK’e

dar öğretici ki. Bilmeni isterim yazdığın mektubu kızın büyük bir kıskançlıkla koruyor. Korumakla da kalmıyor onu yaşam manifestosu olarak da içselleştiriyor. Mektubun kızın için iyi bir yol haritası rolü oynadı. Kızın mektubunda belirttiğin “bizler amacı belli olan seferileriz” tespitini o kadar benimsemiş ki yaşamanın bir amacı olmalı deyip duruyor. Bir mektup ancak bu kadar bir babanın erdemini taşıma aracı olabilirdi. Bunu da ancak savaşın sanatçısı olmuş, senin gibi komünistler başarabilirdi. Zira yazdığın mektuba ortalama bir baba olmaktan çok, komünist bir savaşçının notaları düşmüştü. Aynı duygusallıkla-mantığı Baba Erdoğan anısına yazdığın “yoldaşlara mektup” şiirinde de göstermiştin. Ya İstanbul 92’de katledilen Sabahat Karataş’lar için yazdığın besteye ne demeliydi? İsmail Bulut’u kaybederken ki ruh halini hiç unutmuyorum. Senin için ciddi bir değerdi İsmail. Her fırsatta anlatırdın, İsmail’i ve Komiser Memo’ya benzettiğin Topo’yu (Doğan Karadağ) bir de Hasan Toy’u. Feyz aldığın yoldaşlarındı bunlar. Hepsi de Karadeniz’de sonsuzluğa yol almışlardı. Onun için bir an önce Karadeniz’e gitme sabırsızlığına sahiptin, yoldaşlarının bıraktığı bayrağı şerefle taşımak ve değerlerimize kan taşımak için. Bir de ’94 ayrılığına dair anımsadıklarım vardı. O kaotik ortamda, granit gibi dik duruşunu anlatıyorlardı. 94’te parti güçlerinin bölünmesiyle doğan belirsizlik, bozgunculuk, dejenerasyon örgütsel ilişkilerde laçkalık ve bunun doğal sonucu kavgadan kaçkınlığın gırla gittiği bir koşulda, senin Parti’nin irade ve eylem birliği için nasıl da olağanüstü bir efor sarf ettiğini dinledim yoldaşlarından. Ökkeş (Ökkeş Karaoğlu) ile bir konuşmamızda konu senden açılmıştı. Ökkeş seni tanımadığını, ama hep tanımak istediğini söylemişti. Seninle alakalı bir anısını anlatmıştı. ’94 ayrılığında bütün örgütsel ilişkilerin, kadroların deşifre edildiği, herkesin mülteci olarak ülke dışına gitmenin yollarını aradığı, tasfiyeciliğin kol gezdiği, kimsenin kimseye güven duymadığı bir iklimde yurtdışında kaldığım evde CENK’in bir yoldaşımla telefonda yaptığı konuşmaya denk gelmiş. Ökkeş’in o ana kadar kaygı içinde bu işin sonu nereye varır diye düşünme karabasanını senin içten sesin, hayat dolu kahkahan ve partinin ideolojisine-değerlerine ilişkin yaptığın konuşma bozmuş. Kısacası enginleri fethetme ruhun bir yoldaşının mücadele azmini arttırmıştır. Bu senin için inandığın bir davanın insan için bir zorunluluk değil, gerekliliktir. Sen bu gerekliliği hangi şartlarda olursa olsun yerine getirmekten bir an bile imtina etmedin. Zaten hep derdin bir İbocu böyle olmalı, içten-naif-fedakar-sebatkar. Çünkü sen bin kılıç darbesiyle paramparça olmaktan korkmayan bir ideolojinin neferiydin. İşte böyle can yoldaşım, seni anlatmanın zor zanaat olduğunu söylemiştim. Zira ölümü tay dağından yüce olanların ardından bir şeyler karalamak meşakkatli bir iş olsa gerek. Biz sizleri anlatırken sizlerin yokluğuna kendimizi alıştıramadık, alıştırmanın anılarınıza ihanet olacağını da biliriz. Bu ihanet şerbetinden içmeye niyetimiz yok. Her 6 Ekim’de yoksunluğunu daha derinden duyumsuyoruz. Bizler ardıllarınız olarak sizlerin gökyüzünde bize yol gösteren birer kutup yıldızı olarak kaldığınızın bilinciyle bıraktığınız erdemlere sahip çıkmanın kavgasını vereceğiz. Hepinizin anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Yoldaşın


24_Layout 2 9/30/11 1:10 PM Page 1

YENİ DEMOKRASİ İÇİN Halkın Günlüğü

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EURO HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Bölgesel SüreliYönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

ROJANEYA GEL Hûn nikarin têkoşîna

mafdar ya gel berbest bikin

Êrişên dewleta tirk yên hember neteweyê Kurd berdewam dike. Operasypnên binçavkirinê ku binê navê operasyonê KCK’ê de didomînin de, di nava meha dawî de bi sedan rêveber, endam û serokên şaredariyên BDP’ê hatin girtin

A

rmanca dewleta tirk ewe ku têkoşîna neteweyê Kurd tasfiye bike. Ji ber vê yekê jî êrişên xwe bi lêz didomîne. Di nava meheke dawî de bi sedan siyasetmedarên Kur hatin girtin. Ji bilî vê oprasyonên leşkerî jî bi lêz berdewam dikin. Lê belê hember van êrişan jî bi derewên “açilim” û “demokrasî”yê ve jî hemû civakê dixapîne. BDP’ê û DTK’ê jî ji bo van êrişan daxuyaniyek dan û waha gotin: “Hûnê me hemûyan bigirên? Em bîst milyonin, bi girtinan ve hûn nikarin têkoşîna me rawestînin.” Ev êrişana bi hêla gelek saziyan ve bi daxuyaniyan hatin şermezarkirin. Şerokê Şaredariya Dêrsim-Xozat’ê Cevdet KONAK, Serokê Şaredariya Dêrsim-Mazgêrd’ê Tekîn TURKEL, Endamên Parlamentoya Şaredariya Navenda Dêrsim’ê Alî MUKAN û Yaşar OĞÛZ ji ber van êrişan daxuyanî pêk anîn. Di daxuyaniyê de hat gotin ku; “Yên

ku şexşê sekorên şaredariyê de li ser wan êriş pêk hatine û hatine girtin, em ba van û ba têkoşîna neteweyê Kurd ya meşrû û mafdar cîh digirên. Di gotinê ‘Açilima Demokratîk’ û ‘Açilima Kurd’ di wê rojê heta vê rojê nûnêrên Neteweyê Kurd yên meşrû û bijartî jî di nav de bi hezaran kes bi binçavkirinan ve hatin girtin. Di dîroka welat de tu demê de nûnêrên ku bi raya gel ve hatine bijartin li ser wan bi vî awayî êriş nemeşyabûn. Gotinên demokrasiyê çikas zêde dibin li hember vê li van êrişan êriş zêde dibin.” Di daxuyaniyê de hat îfadekirin ku “ev êrişên ku pêşve diçin nikarin têkoşîna me berbest bikin, ji bilî vê jî hat îfadekirin ku, yên ku dixwazin bi girtin û zordestiyê ve îradeya gel, têkoşîna daxwazên mafên demokratîk berbest bikin bila bizanibin heta nika çawa heviya wana dişikest wê dîsa heviya wan bişikê. Çimkî ya ku êriş li ser pêk hatiye di şexsê Serokê Şaredariya Şirnex’ê Ramazan Uysal, Serokê Şaredariya Girgê Amo Emîn To-

gûrlû û Serokê Şaredariya Hezex’ê Resûl Sadak û Serokê Navçeya Girgê Amo yê BDP’ê Bahattîn Alkiş de îradeya gelê Şirnexê ye. Û wê dîrokê govaniyê bike ku tu polîtîkaya zilmê îradeya gel û heza gela bi rêxistî têk nebiriye, têk nabe.” Daxuyaniyê de hat kirpandin ku dive li hember van êrişan hemû raya gelemperiya şoreşger, demokrat û peşveçûyî piştgiriyê bidin hev û hat îfadekirin ku “Rêveberiyên ku daxwazên gel yên meşrû pêşwazî nake,yên ku gula dibarine ser gel, yên ku dewsa dadî û maf de zordestiye ji xwe re dixe armanc dive dewra van rêveberiya bê girtin. Ev êrişên ku wek demê dijînê jî çinin. Ji ber çi îradeya gel her roj têdixin heps û zîndanan. Bi van kirinan ve dixwazin çi bikin. Bila serokwezîr birva neke ku ew çeka destê wî de ye, berbve gelê Kurd kiriye. Gelên bindest û saziyên wî yên demokratîk wê gotinên serokwezîr aynê bînin cîh û hemberê yên ku çeka berbve gelê xwe dike, hemberê zilmkaran wê têkoşînê mezin bikin.”

Kurdistan’ê

ji MSF’ê re mazûvanî kir Forûma Civakiya Mezopotamyayê di nava dîroka 21 û 25’ê Îlanê de li Amed’ê pêk hat. Forûma ku axa Kurdistanê jê re mazûvanî kir, di binê êrişên dewletê yên hemberê neteweyên Kurd de derbas bû. Mijarên civakî wek sernav hatin bikaranîn û di forûmê de atmosrefa gengeşiyên zindî hatin jiyan. Forûma ku beşdarên navnetewî jî tê de cîh girtin evan mijana hatin bikaranîn. Di Kurdistanê de Rêbazên Çareseriya Demokratîk û Nexşeya Rê, di Rojhilata Navîn de Pêşveçûyîna Çanda Komunala Demokratîk û Sazîkirina Nû ya Jiyanê, Teknolojiyên Ragîhandinê yên Nû û Şoreşên Civakî,Mafên Civakî û Pirsgirêkan-Av, Tenduristî, Ragîhanî, Hewîn… Di binê sernavên gelek mijarî de, li ser pêşveçûyînên di welat de, di herêmê de û di cîhanê de hevpevîn û panel pêk hatin. Forûmê de mijarên jin, ciwanî, tenduristî, têkoşîna ji bo sendîkayê, kêmaran û mijarên wek van di binê serenavên cuda de hatin bikaranîn û wek konser, meş û pêşanê jî gelek bername jî pêk hatin. Ji bilî vê Tevgera Ciwanên Demokratîk (DGH) jî di qada ciwaniyê de bi pêşgotina xwe ve beşdarê panel û bernameyan bûn.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.