ydi_hg_sayi_03

Page 1

kapak 14_Layout 2 5/20/11 10:52 AM Page 1

Düzeni ve düzen partilerini teşhir et! Sf. 12-13 TMMOB’un Ankara’da düzenlediği ve kitlesel katılım sağlanan mitingde, hak kazanımları için adres olarak sokaklar gösterildi. sf. 8

Şırnak kırsalında yaşanan çatışmalar sonrası ayağa kalkan Kürt halkı yaşamını yitiren 10 gerilla için 3 günlük yas ilan etti. sf. 6-7

Halkın Günlüğü YENİ DEMOKRASİ İÇİN

20-31 MAYIS 2011 Yıl: 1 Sayı: 3 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

savaşın savaşımızdır Komünist önder İbrahim Kaypakkaya, katledilişinin 38. yılında Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın dört bir yanında yapılan eylem ve etkinliklerle anıldı.

l İstanbu

Çorum

KADIN Kadın cinayetleri üzerine sf 14-15

Dersim

Ülkemiz devrimci mücadele tarihinin mihenk taşı olan komünist önder İbrahim Kaypakkaya ülke genelinde düzenlenen eylemlerle anıldı. 18 Mayıs 1973'te, faşizmin işkencehanelerinde, aylar süren işkenceler altında katledilen komünist önder İbrahim Kaypakkaya için DHF ve Partizan tarafından düzenlenen ortak eylemlerde yer alan işçiler, köylüler ve emekçiler hep bir ağızdan “O nu savunmak onurdur” diyerek, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” sloganını haykırdı.

f

ÇEVRE Siyanür tehdidi sürüyor sf 20-21


2-3_Layout 2 5/19/11 11:21 PM Page 1

02 güncel

Halkın Günlüğü 20-31 MAYIS 2011

Komünist önder Kaypakkaya Ankara’da anıldı

Ankara’da ‘İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür’ şiarıyla anma yürüyüşü düzenlendi. “İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür” ana pankartı arkasında Yüksel Caddesi’nden toplanarak Sakarya Caddesine yürüyen DHF, Partizan, Alınteri, BDSP, SP, SDP, TÖP, ÖGD, DevGenç Birliği, BDP Ankara İl Örgütü, Dev-Lis ve 78’liler Girişimi üyeleri, İbrahim Kaypakkaya posterlerini taşıdı. EHP, EMEP, ESP, İHD Ankara Şube ve Kaldıraç’ın da destek verdiği yürüyüşte Haki Karer ve Dörtler’in resimlerinin olduğu pankart da açıldı. Yürüyüş boyunca “Faşizmi döktüğü kanda boğacağız”, “İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür”, “Haki Karer, Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık, Mahmut Zengin, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ölümsüzdür”, “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” sloganları atıldı. Kaypakkaya Kemalizm’den köklü kopuştur Sakarya Meydanı’nda İbrahim Kaypakkaya şahsında devrim ve komünizm şehitleri için yapılan saygı duruşunun ardından ortak açıklamayı 78’liler Girişimi temsilcisi Ali Özkan gerçekleştirdi. Hakim sınıfların Kaypakkaya’yı katletmesinin “Onun fikirlerinin yarattığı devrimci kopuşun halk nezdinde yok edilmek istenmesi” olarak tarif eden Özkan, Kaypakkaya’yı hakim sınıflar cephesinde ‘tehlikeli’ kılan en önemli nedenin, “Onun proleter ideolojiden beslenmesi, sınıflar gerçekliğini Marksist

Yeni Demokrasi için

bir şekilde ele alması ve bunun gereği olarak hakim sınıf ideolojisi Kemalizm’den köklü bir kopuş sergilemesidir” dedi. Bunun ülkemiz devrim mücadelesine son derece önemli katkılar sunduğunu hatırlatan Özkan, Kaypakkaya’nın bu fikirlerini sınıf bilinci ve devrimci bir pratikle uyguladığını aktardı. Enternasyonal mücadele bilinçlerini onurla taşıyoruz Kaypakkaya’nın, Kürt ulusuna uygulanan imha, inkâr ve asimilasyon politikasını net bir şekilde ifade ettiğinin altını çizen Özkan, Kaypakkaya’nın başta Kürtler olmak üzere ulusların kendi kaderini tayin hakkını kesin çizgilerle çizdiğini ifade etti. Kaypakkaya’nın fikirleriyle bugün hala işçiler, köylüler, emekçiler, kadınlar, gençler, Kürtler ve Alevilerin mücadelelerinde yaşadığını sözlerine ekleyen Özkan, “Babekler, Şeyh Bedrettinler, Nesimiler, Torlak Kemaller, Pir Sultanlar, Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar, Mazlum Doğanlar, Haki Kararler, Dörtler ve İbrahim Kaypakkayalar ezilen milyonların eşit özgür bir yaşam kazanmasının, zafer halaylarını çekmenin öncü ve önderleriydi. Denizleri, Mahirleri, İbrahimleri katlederek devrimci mücadeleyi bastırabileceğini düşünenler, yüz binlerce, milyonlarca Mahir’in, Deniz’in, İbrahim’in, alanları doldurmasıyla gerici emellerine ulaşamadılar.” dedi. Anma programı okunan Kaypakkaya şiirlerinin ardından Bakış Müzik Grubu’nun seslendirdiği marşlarla sona erdi.

Kaypakkaya’yı Ülkemiz devrimci mücadele tarihinin mihenk taşı olan komünist önder İbrahim Kaypakkaya ülke genelinde düzenlenen eylemlerle anıldı. 18 Mayıs 1973'te, faşizmin işkencehanelerinde, aylar süren işkenceler altında katledilen komünist önder İbrahim Kaypakkaya için DHF ve Partizan tarafından düzenlenen ortak eylemlerde yer alan işçiler, köylüler ve emekçiler hep bir ağızdan “O nu savunmak onurdur” diyerek, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” sloganını haykırdı. İSTANBUL- Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ve Partizan’ın çağrısıyla Taksim Tünel önünde bir araya gelen yaşlısıyla genciyle 2 binden fazla kişi Taksim Meydanı’na doğru yürüdü. Yürüyüşe birçok aydın ve sanatçı katılırken, yürüyüş boyunca, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Kaypakkaya yaşıyor, yaşayacak”, “Şehit namirin”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür”, “Yaşasın devrimci dayanışma”, “Gerillalar ölmez yaşasın Halk Savaşı”, “Ağa Patron devletini yıkacağız, halk iktidarı kuracağız”, “Kahrolsun faşist Kemalist diktatörlük”, “Katil devlet hesap verecek”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganları atıldı. Tünel’de başlayan yürüyüş büyük bir çoşkuyla Taksim Meydanı’na kadar sürdü. Meydana gelindiğinde ise Kaypakkaya şahsında devrimci mücadele ölümsüzleşenler için saygı duruşunda bulunuldu. Ardından kurumlar adına ortak açıklamayı yapan Selma Şahin, devletin İbrahim Kaypakkaya’yı “suçlu” ilan etmeye devam ettiğini hatırlatarak, Kaypakkaya’yı “suçlu” ve “tehlikeli” gördükleri için katleden hakim sınıfların şimdi de Kaypakkaya’yı ananları, onun türkülerini söyleyenleri, sloganlarını atanları ve fotoğraflarını taşıyanları “suçlu” ilan ettiğini dile getirdi. Şahin konuşmasını şöyle sürdürdü:

O nun yarattığı değerleri sahiplenmek “suç” değildir! “Kaypakkaya, özellikle Kürt ulusal sorunu ve Kemalizm konusunda ortaya koyduğu analizleriyle ülkemiz devrim mücadelesine son derece önemli katkılar sundu. Kaypakkaya, ideolojik-teorik alandaki keskin sınıf

bilincini, devrimci mücadele konusunda da gösterdi. Kaypakkaya’nın; görüşlerini, devrimci bir pratikle buluşturma kararlılığı, O nun ‘suçlu’ ilan edilmesinin en başat nedeniydi. Yargılandığımız çeşitli davalarda İbrahimleri, Mahirleri, Denizleri, Mazlumları ‘suçlu’ ve ‘terörist’ ilan eden; on yıllara varan cezalarla mücadelemizi engellemeye çalışan hakim sınıflar, ezilen milyonların mücadele tarihinden ve onun devrimci, komünist önderlerinden duyduğu korkuyu dışa vurmaktadırlar. Halkın devrimci mücadele tarihi ‘suç’ değildir! Emperyalizme karşı olmak, insanca yaşamak istemek, bütün uluslar ve inançlar için eşit haklar talep etmek, iş hakkına sahip çıkmak ‘suç’ değildir! İbrahim Kaypakkaya’yı ölümsüzlüğünün 38. yıldönümünde özlemle ve saygıyla anıyoruz. Kaypakkaya’nın, ezilen milyonlara bıraktığı mücadele bilincini ve kararlılığını onurla taşıyoruz.” Açıklamanın ardından Pınar Sağ ve yurt dışından anmaya katılan Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK) temsilcisi ise, Türk hakim sınıfların Kaypakkaya korkusunun halen sürdüğünü belirterek, Kaypakkaya’nın ideolojik çizgisinin doğruluğunun bu korkuyu doğurduğunu belirtti. Açıklamaların ardından anmaya katılan sanatçılar İbrahim Kaypakka için bestelenmiş marşları seslendirdi.

Halkın Günlüğü

KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Yayın Türü: Bölgesel Süreli Yönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 ABlok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

BÜROLAR

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EURO HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 İZMİR: Şehit Fethi Bey Cadde No: 13 Eski Eshot İşhanı Kat:4 Konak/İzmir Tel-Fax: (0232) 482 01 63 ● MERSİN: Çankaya Mahallesi 4702. Sok. No:8 KAt:3 Akdeniz/Mersin ● AMED: İskender Paşa Mah. İnönü Cad. MA-GÜL İşhanı Kat:4 No:10 Dağkapı/Amed ● ATİNA: Spiro trikoupi 21 10683 eksarxia GREECE/Yunanistan e-mail: devrimcidemokrasi_yunanistan@yahoo.com.tr ● YD TEMSİLCİLİĞİ: Kaiser-Wilhelm Str. 275 47169 Duisburg/DEUTSCHLAND e-mail: d.demokrasi@googlemail.com


2-3_Layout 2 5/19/11 11:21 PM Page 2

güncel

20-31 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

03

savunmak onurdur

Kaypakkaya coşkuyla anıldı Kaypakkaya’yı sahiplenmek suç değildir İZMİR- İzmir’de DHF ve Partizan’ın çağrısıyla Gümrük Telekom’da bir araya gelen kitle, İbrahim Kaypakkaya’nın büyük fotoğrafını açarak Konak eski Sümerbank önüne yürüdü. 2. Kordon’dan yol kapatılarak yapılan yürüyüşe, ESP, SDP, Kızılbayrak ve BDSP’nin de içinde olduğu siyasi partiler ve demokratik kitle örgütü üyeleri de katıldı. DHF ve Partizan adına ortak açıklama yapan Şenol Akyıldız, İbrahim Kaypakkaya’nın bugün de suçlu ilan edildiğini belirterek, “Kaypakkaya’yı devlet nazarında ‘suçlu’ ve ‘tehlikeli’ kılan ve katledilmesine gerekçe olan en temel neden, O nun ülkemizin tarihi gerçeklerine yaklaşı-

mındaki bilimsel sosyalist perspektifti. Kaypakkaya, bu perspektife bağlı kalarak devletin resmi görüşlerine karşı cepheden mücadele etti” dedi. “Ezilenlerin mücadele tarihini ve onun yarattığı değerleri sahiplenmek suç değildir” diyen Akyıldız, “Bizler, mücadele tarihimizin ve devrimci, komünist önderlerimizin suçlu olmadığını bir kez daha haykırıyoruz. Kaypakkaya’nın ezilen milyonlara bıraktığı mücadele bilincini ve kararlılığını onurla taşıyoruz” diye konuştu. Açıklamanın ardından saygı duruşunda bulunan kitle, İbrahim Kaypakkaya için bestelenmiş marşları seslendirerek anmayı sonlandırdı.

Kaypakkaya ve Mayıs şehitleri anıldı AMED- 18 Mayıs 1973’de Amed zindanlarında işkencede katledilen komünist önder İbrahim Kaypakkaya ve Mayıs ayı şehitleri, 78’ liler Diyarbakır Girişimi tarafından Diyarbakır Hapishanesi önünde yapılan basın açıklaması ile anıldı. Diyarbakır Hapishanesi önünde yapılan açıklamada; “Mayıs, Denizlerin, Hakilerin,

İbrahimlerin ölüme yiğitçe meydan okumanın adıdır. Bugün ser verip sır vermeyen büyük devrimci önder İbrahim Kaypakkaya’ yı , Haki Karer’ i, Ferhat Kutay’ı Eşref Anyık’ı , Necmi Öner’ i, Mahmut Zengin’ i kaybettiğimiz gün. Onların bıraktıkları miras bugün ardıllarının ilham kaynağıdır.” ifadeleri kullanıldı.

DERSİM- Komünist önder İbrahim Kaypakkaya Dersim’de halkın kabaran öfkesi ile anıldı. DHF ve Partizan tarafından düzenlenen anma etkinliği coşkulu bir şekilde gerçekleşti. Demokratik Haklar Derneği önünde bir araya gelen yüzlerce DHF taraftarı buradan toplanma yeri olan devlet hastanesi önüne geldi. “İbrahim Kaypakkaya’yı savunmak onurdur” pankartı arkasında bir araya gelen DHF ve Partizan taraftarları buradan sloganlar eşliğinde yürüyüşe geçti. Yürüyüşe Hozat ve Mazgirt belediye başkanları ile BDP Milletvekili Şerafettin Halis’te katıldı. Yürüyüş boyunca “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür”, “Yaşasın devrimci dayanışma”, “Halk savaşçıları ölümsüzdür” sloganlarıyla Seyit Rıza Parkı’na gelindi. Devrim ve komünizm şehitleri adına yapılan saygı duruşunun ardından DHF ve Partizan adına ortak açıklama yapıldı. Açıklamada “ İbrahimleri, Denizleri, Mahirleri katlederek devrimci mücadelelerini bastırabileceğini, yok edebileceğini düşünen sömürü düzeninin sahipleri; yüz binlerce, milyonlarca İbrahim’in, Deniz’in, Mahir’in kavga alanlarını doldurmasıyla gerici emellerine ulaşamadılar. Ulaşamayacaklar! İbrahim Kaypakkaya’yı ölümsüzlüğünün 38. yıldönümünde özlemle ve saygıyla anıyoruz.” denildi. Anma etkinliğine katılan BDP Milletvekili Şerafettin Halis de egemenlerin Kaypakkaya korkusuna değinerek: Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’yı anmanın suç olmadığını söyledi. İbrahim Kaypakkaya’nın Kürt ulusal sorunu ve Kemalizm noktasında bilincimizi aydınlattığını vurguladı. Anma etkinliği sinevizyon gösterimi ve müzik dinletisinin ardından son buldu.

Kaypakkaya ölümsüzdür DENİZLİ- Birlik ve Kardeşlik Platformu’nun örgütlediği Kaypakkaya anma yürüyüşü Candoğan Parkı’nda

başladı. Burada toplanan kitle “İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür”, “Yaşasın devrimci dayanışma”, “Katil devlet hesap verecek”, “İbrahim, Mahir, Deniz; sürüyor, sürecek mücadelemiz”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları atarak Belediye Sanat Merkezi önüne yürüdü.

Zulüm düzenine son vermek istiyordu BURSA- Bursa’da bir araya gelen DHF, Partizan, BDSP, ESP, SDP, BDP ve SODAP Kaypakkaya için anma yürüyüşü düzenledi. Osmangazi Metro İstasyonu önünde bir araya gelen kitle “Kaypakkaya’yı savunmak onurdur” pankartı arkasında Kent Meydanı’na doğru yürüdü. Burada tüm devrim ve komünizm şehitleri adına yapılan saygı duruşunun ardından ortak açıklama okundu. Açıklamada, “Kaypakkaya bir kahraman değildi. Kaypakkaya ezilen milyonlardan; işçilerden, köylülerden, gençlerden, kadınlardan, Kürtlerden, Alevilerden, Çingenelerden, Ermenilerden, Süryanilerden, Lazlardan, Abhazalardan sadece birisiydi. Kaypakkaya, gerçek kahramanların ezilen milyonlar olduğuna inanan ve ezilen milyonların örgütlü mücadelesiyle sömürü ve zulüm düzenine son vermeyi amaçlayan bir devrimciydi, komünistti.” İfadeleri kullanıldı.

Devrim şehitleri ölümsüzdür EDİRNE- DGH ve DHF üyelerinin de aralarında bulunduğu devrimci, demokrat ve yurtsever öğrenciler Kaypakkaya ve Haki Karer için anma yürüyüşü düzenledi. Antik Parkı’nda başlayan anma yürüyüşü Saraçlar Caddesi’ne kadar sürdü. Yürüyüş sonunda, Kaypakkaya ve Haki Karer şahsında devrim şehitleri için saygı duruşu yapıldı ve marşlar söyledi ve şiirler okundu. Eylemde sık sık, “Devrim şehitleri ölümsüzdür”, “ Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez”, “Biji bratıya gelan“, “Devrim şehitleri onurumuzdur” sloganları atıldı.


4-5_Layout 2 5/20/11 10:44 AM Page 1

04 güncel

Halkın Günlüğü 20-31 MAYIS 2011

Sevdalınız

“İbrahim’in öldürülmeden önce notlarını aldığı kareli defteri vardı. Orada mahkemede yapacağı siyasi savunmanın ana başlıkları vardı. İbrahim’in öldürülmesi, tarihten silinmesi, unutturulmaya çalışılması için aslında o savunma taslakları bile yeterli”

Kaypakkaya etkinliklerle anıldı ANTALYA- Antalya’da Kaypakkaya için anma yürüyüşü düzenlendi. DHF tarafından organize edilen yürüyüş “Onuruna sahip çıkmak istiyorsan Kaypakkaya’ya sahip çık” şiarıyla gerçekleşti. Belediye iş hanı önünde toplanarak sloganlar ve sesli ajitasyonlarla SaatKulesi’ne doğru yürüyüşe geçen DHF üyeleri, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür”, “Gün gelecek devran dönecek katiller halka hesap verecek”, “Bedel ödedik bedel ödeteceğiz”, “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” sloganları attı. Attalos Heykeli’nin önünde sonlandırılan yürüyüş sonrasında, komünist önder İbrahim Kaypakkaya şahsında tüm devrim şehitleri anısına saygı duruşu gerçekleştirildi. Saygı duruşunun ardından hep bir ağızdan İbrahim’e Ağıt türküsü okundu. Daha sonra ise Kaypakkaya dair şiirler okundu.

Parlayan meşale KOCAELİ- Komünist önder İbrahim Kaypakkaya Kocaeli’de yapılan yürüyüş ile anıldı. Fethiye Caddesi girişinde okunan basın açıklamasıyla gerçekleştirilen eylemi, DHF, Partizan, BDSP, ESP, EHP, SDP, Emek Gençliği, Gençlik Muhalefeti, KESK Kocaeli Şubeler Platformu örgütledi. Eylemi örgütleyen kurumlar adına yapılan açıklamada; ülkemizde işçiler, köylüler, gençler, kadınlar nezdinde gerçekleştirilen türlü yıkım politikalarına karşı, sorunlardan çıkış yolunu gösteren Kaypakkayaların devlet tarafından suçlu ilan edilmesinin manidar olduğu belirtildi. Kaypakkaya’ nın “suçlu” ve “tehlikeli” ilan edilmesinin en başat nedenleri olarak, Kaypakkaya’nın ideolojik-teorik alandaki keskin sınıf bilincini dev-

rimci mücadele konusunda da göstermiş olması ve görüşlerini, devrimci bir pratikle buluşturma kararlılığı ve ülke tarihi gerçeklerine yaklaşımındaki bilimsel sosyalist perspektifi gösterildi. Açıklama şu ifadelerle son buldu: “İbrahimleri, Denizleri, Mahirleri katlederek devrimci mücadelelerini bastırabileceğini, yok edebileceğini düşünen sömürü düzeninin sahipleri; yüz binlerce, milyonlarca İbrahim’in, Deniz’in, Mahir’in kavga alanlarını doldurmasıyla gerici emellerine ulaşamadılar. Ulaşamayacaklar! İbrahim Kaypakkaya’yı ölümsüzlüğünün 38. yıldönümünde özlemle ve saygıyla anıyoruz. Kaypakkaya’nın, ezilen milyonlara bıraktığı mücadele bilincini ve kararlılığını onurla taşıyoruz.”

18 Mayıs’ı unutma ADANA- Adana’da devrimci kurumlar tarafından İbrahim Kaypakkaya şahsında devrimci mücadelede ölümsüzleşenler için anma yürüyüşü düzenlendi. 5 Ocak Meydanı’nında toplanan kitle buradan İsmet İnönü Parkı’na kadar yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş sırasında sık sık, “Mahir, İbo, Deniz sürüyor sürecek mücadelemiz”, “Yaşasın devrimci dayanışma”, “Faşizmi döktüğü kanda boğacağız”, “Biji bıratiya gelan”, “18 Mayıs’ı unutma unutturma”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları atıldı. Yürüyüş sonrası İsmet İnönü Parkı’nda basın açıklaması yapıldı. DHF temsilcisinin yaptığı açıklamada, Kaypakkaya’nın ezilen milyonların örgütlü mücadelesiyle sömürü ve zulüm düzenine son vermeyi amaçlayan devrimci bir komünist olduğu vurgulandı.

Ölümsüzlüğünün 38. yılında ülkenin dört bir tarafında düzenlenen etkinliklerle anılan Kaypakkaya ülkemiz devrimine ışık tutmaya devam ediyor. Kaypakkaya’yı yaşadığı dönemin içerisinde öne çıkaran tarihsel gerçeklik onun salt direngenliği ve militan duruşu değildi. Kuşkusuz bu durum, onu var eden koşulların bir sonucu olarak devrim tarihine pozitif olarak yazıldı. Ancak ne varki bütünü oluşturan mesele onun teorik düzlemde yapmış olduğu tespitlerin bugün hala geçerliliğini koruyan objektif belirlemeler olmasıdır. Kaypakkaya sadece Kemalist devlete karşı bir tutum belirlememiş, ayrıca bulunduğu dönem içerisinde Kemalizme ilericilik atfeden kesimleri de karşısına almıştı. Bu karşı koyuş Marksizm’in coğrafyamızdaki temsilini en üst düzeye çıkarmış ve örgütsel kimliğe büründürmüştü. ‘Somut koşulların somut tahlili’ Marksizm’in yaşayan canlı yanı oluşturmaktadır. Kaypakkaya’yı Marksizm’in bu topraklardaki somut temsili olarak yükselmesini sağlayan bu ruhun ta kendisidir. Bir çok yerde yapılan etkinliklerinde Kaypakkaya ve devrim şehitleri anıldı. Bir taraftan bu etkinliklerde Kaypakkaya’ya dair tümceler ifade edilirken, O’nu tarihe damgasını vuran düşüncelerinin yarattığı etkiyi birde aile çevresinden dinledik. Ali Ekber Kaypakkaya ile yaptığımız söyleşide, kardeşinin Kaypakkaya’ya dair fikirlerini konuştuk.

Bireyin özgür hareketi Söyleşimize öncelikle, İbrahim’le ilgili kişisel anılarınızla başlasak... Kaypakkaya’nın ailesinden olmak, O’nun gibi komünist bir önderin kardeşi olmak konumu yaşamınızı olumlu ya da olumsuz yönde nasıl etkiledi? g İbrahim Kaypakkaya’nın kardeşi olmak, doğal ki, yaşamımızın yönünü büyük oranda belirledi. Her şeyden önce, devrimci sosyalist düşünce ile tanışmamız onun sayesinde oldu. İçinde yer aldığımız yaşamı sorgulama ve başka türlü yaşamın da mümkün olduğunu kavrama bilinci, bize, onun bıraktığı bir miras... Ancak, İbrahim’in kardeşi olmaktan kaynaklı önyargılarla kuşatılmış olmak, bunun yarattığı olumlu/olumsuz beklentiler, bireyin özgür hareketine vurulan bir prangaya dönüşüyor. İbrahim Kaypakkaya’nın kardeşi olmanın verdiği gurur duygusunu yaşamama karşın, bu durum, aynı zamanda gizli bir utanma duygusunun ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu cümleye daha şimdiden birçok eleştirinin, itirazın yükseldiğini duyabiliyorum. Ama, Ali Ekber olarak, yaptıklarıma/yapamadıklarıma, bende varolan niteliklere göre sevilmek, nefret edilmek, saygı görmek ya da görmemek isterim. Kardeşiniz Elif Güneş’in CHP’den milletvekili adaylığı basında sansasyonel biçimde yer aldı ve çeşitli tepkiler geldi. Yine aynı çerçevede, Denizlerin idamı yönünde kampanya sürdüren Süleyman Demirel’in önerdiği adaylara kontejan tanınmasını

nasıl görüyorsunuz? g Aslında bu soruyu da, yukarıdaki soru ve verilen yanıt çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Bilimsel bir dünya görüşünü savunduğumuzu ileri sürüyoruz ancak, söz konusu önderler ve onların yakınları olduğunda, idealist değerlendirmelerde bulunuyoruz. Elif, sosyalist düşünceye sempatiyle bakmasına karşın, şimdiye kadar hiçbir devrimci-sosyalist bir örgütlenmenin içinde yer almadı. İlle de bir değerlendirme yapmamız gerekirse, dünya görüşünü batı tipi sosyal-demokrat anlayış çerçevesi içerisine yerleştirebiliriz. Elif’in CHP adaylığını eleştirirken, bunları da göz önüne almamız gerekiyor. Elif’in adaylığını eleştirirken, onun kişisel duruşu ve olaylara bakış açısında köklü bir değişim gerçekleşmediğini; kişiliğini ve kimliğini değiştirerek aday adayı olmadığını, dürüst, çalışkan bir insan özelliğini yitirmediğini anlamamız gerekiyor. Ama durduğu yerin yanlışlığını eleştirmememizi gerektirmiyor bu durum. Ki, bu konuda onunla en çok tartışanlardan biri ben oldum.

‘Suçluyu övmek’ Dünyada ve ülkemizde devrimci önderlerin simgesel olarak, “metalaştırılma”, vb. biçimlerde düzen-içileştirme çabalarına tanık olurken, İbrahim Kaypakkaya’yı andığı, sevdiği ve övdüğü gerekçeleriyle birçok sanatçı, aydın, devrimci-demokrat kişi hakkında davalar açıldı, cezalar verildi. Bu konuda neler söylemek istersiniz? g İbrahim Kaypakkaya, birçoklarının ileri sürdüğü gibi, İbrahim “direniş”in adı değildir tek başına. O, daha çok, ağır ve uzun bir işkence sürecinde bile, karşıtlarına “saldırı”nın simgesidir. Bu yönüyle, egemen sınıflar açısından, sistemle uzlaştırılacak hiçbir yönü bulunmamaktadır. Neresinden tutsalar ellerine batan, onlara acı veren dikenli bir güldür o. Kemalizm, ulusal sorun ve Türkiye tarihine ilişkin değerlendirmeleri onu çağdaşı devrimci önderler-


4-5_Layout 2 5/20/11 10:44 AM Page 2

20-31 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

güncel

komünisttir

den farklı bir konuma oturtmuştur. Birçok kez söylendi belki, ama, ben bir kez daha yineleyeyim: Yaşadığı dönemde, dünyadaki devrimci durumdan etkilenmesine karşın sistemin temel argümanlarıyla bağlarını koparmamış, (başlarda onun da dahil olduğu) halen kendisini Milli Kurtuluş Savaşı’nın devamı olarak gören ve baskın esen bir rüzgara karşı, kökten bir kopuşu içeren bir tavır sergilemiştir. Bu da yetmemiş, “Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiçbir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım.” diyerek, teslim olmayı reddetmiş, inatçı bir tutum sergilemiştir. İbrahim’in öldürülmeden önce notlarını aldığı kareli defteri vardı. Orada mahkemede yapacağı siyasi savunmanın ana başlıkları vardı. İbrahim’in öldürülmesi, tarihten silinmesi, unutturulmaya çalışılması için aslında o savunma taslakları bile yeterli. Böyle bir insanın, mevcut devlet yapısı için son derece tehlikeli olarak görülmesi kaçınılmazdı ve öyle de oldu. Unutturulması, yok sayılması, toplumsal hafızadan silinmesi gerekiyordu. Anmak, onu hatırlatmak, ona övgüler düzmek bu nedenle suç sayıldı. Hatta (ironik bir durum) yargılaması sürerken infaz edilmiş ve mahkumiyet kararı almamış, dolayısıyla yasal anlamda dahi suçlu sıfatı taşımayan bir insanı övmek “suçluyu övmek” olarak değerlendirildi mahkemelerde. Aydın ve sanatçıların onu andıkları için cezalandırılmalarının temelinde bana göre bu yatıyor. Burada bir noktanın daha altını çizmek gerekiyor: Mahir, Deniz ve adını burada sayamadığım diğer devrimci önderlerle ilgili olarak yürütülen metalaş-

tırma çabalarına karşı, onların devrimci özünü daima ön plana çıkarmak gerekiyor. Çünkü onlar da, bana göre, Türkiye tarihine ve Kemalizm’e ilişkin bütün yanlış tezlerine karşın, Türkiye devriminin büyük önderleri oldular. Lenin’in Rosa Lüxemburg için söylediği bir sözü onlara ithaf etmek istiyorum: (anımsadığım kadarıyla) “O bir kartaldı. Kartallar bazen tavuklardan daha aşağıda uçabilirler. Ama tavuklar hiçbir zaman kartalların yüksekliğine erişemezler.” Türkiye devriminin önderleri birer kartaldılar ve kartal olarak kalacaklar. Bütün küçültme, ehlileştirme çabalarına rağmen... Son dönemlerde bazı burjuva-liberal gazeteci ve yazarların Kaypakkaya’nın düşüncelerine yönelik ilgi gösterdikleri görülüyor. Örneğin burjuva-feodal medyanın temsilcilerinden gazeteci Avni Özgürel, 68’kuşağı içerisinde İbrahim’in özgün bir yere sahip olduğunu belirterek, orducu-darbeci olarak nitelediği kesimlerden ayırmak yoluna gidiyor; Murat Belge, İbrahim’in “Kürt Sorunu” ve Kemalizm eleştirileriyle özgünlüğüne dikkat çekiyor, vb. Bu tür yaklaşımlar, Kaypakkaya’nın politik görüşlerini bütünselliği içerisinde kavramaktan uzak kalmıyor mu? g Bence, Kaypakkaya’nın düşüncelerinin tartışılması, tartışılmak zorunda kalınması önemli bir gelişmedir. Bunda, son dönemde, egemen sınıflar arasında yaşanan iktidar savaşlarının payı büyük oldu. Kemalizm’in ideolojik boyutları ve pratikleri bakımından yoğun olarak tartışıldığı bu süreçte İbrahim’i görmemek, ondan söz etmemek elbette olanaklı değildi. Doğal ki, Kürt sorununun kendisini yakıcı bir şekilde ortaya koyduğu bu aşamada, İbrahim’in 40 yıl önce bu konuya ilişkin öne sürdüğü tezler de artık görmezden gelinemez. Ancak, İbrahim’in tezlerini parçalamak, bütünselliğinden ayrıştırarak ele almak, (bu konuda kendimi bir otorite olarak görmememe karşın), onun için de “metalaştırma” ve “ehlileştirme” tehlikesini yaratıyor. Aslında, bir önceki sorunuzda dile getirilen ve yanıtlamaya çalıştığım “metalaştırma” ve “ehlileştirme” çabalarına karşı son olarak Nazım’ın şiirinden bir dize aktarmak istiyorum: “Sevdalınız bir komünisttir.”

UFUK ÇİZGİSİ

bakış can

BİRLİK DEVRİMİN İHTİYACIDIR zun yılların en sevindirici gelişmelerinden birini yaşadık. Pek sevindik! Sevincimizi paylaşmaktan geri tutamadık kendimizi. Çünkü, bu sevinç vesilesi salt pozitif enerjisiyle kalmamakta, geleceğe dair müspet işaretler vermektedir. Teorik kılıflara rağmen gerçeğin dili pratiğin kendisidir ki, bu pratik teorinin en hasıdır ve zımnen teorik kabule ışıktır. “Her şey bitti“ havasında değiliz, paçaları erken sıvamadık, zili erken çalmadık. Bilakis gerçeğin masum ama bir o kadar da inatçı ruhuna hapsolduk. Bizce suni asla dayalı gerekçelerle ayrı duran, ya da ayrı durmayı benimseyenlerle, bunu sindiremeyen Kaypakkaya ardıllarını teşkil eden omurga güçler, Kaypakkaya geleneğine yakışır ve olması gerektiği biçimde özlenen o Kaypakkaya nümayişini birlikte gerçekleştirdiler. Makul olan budur-buydu da. Umudumuz daha ileri adımlara vesile olmasıdır bu gelişmenin. Ama bu pratiğin kendisi bile çok anlam ifade etmektedir. Harcımızın Kaypakkaya olduğu bu pratik tarafından beyan edilmiştir. Elbette bu kadarı yetmez; gerçeği özüne uygun olarak ilerletmek ve geliştirerek mantıki sonucuna taşımak durumundayız. Stratejik ödev budur! Maoist güçlerin kulak ardı edemeyeceği görev bu doğrultunun bilinçli olarak sürdürülmesidir. Ki bunun önünde bir engel yoktur. Günümüzde unutturulmak istenen ve hırpalanıp yok edilmek istenen salt Kaypakkaya ismi değil, onun Komünist çizgisidir. Dün olduğu gibi, bugün de korkulu tehlike Kaypakkaya’nın temsil ettiği siyasal-ideolojik çizgi ve onun görüşleridir. Bundan daha açık bir gerçek yoktur. Tam da tasfiyeciliğin geliştirilip devrimci sınıf tavrı ve devrimci mücadelenin erozyona uğratılarak yok edilmek istendiği şartlarda Kaypakkaya’ya yönelik saldırıların yoğunlaştırılması anlamlıdır. İsminin anılması dava konusu yapılıp burjuva mahkemelerde cezaların kesilmesi bu saldırıların ve gerici korkuların çıplak kanıtıdır. Kaypakkaya’ya asla tahammül edilmediği somut saldırılarla (isminin anılmasının yasaklanılması, bundan ötürü yapılan yargılama ve cezalar verme tutumunda) olduğu gibi, her bakımdan ve her vesileyle yansımaktadır. Bu tablo bizlere birçok şeyi öğretmektedir. Ama bunların içinden bir şeye dikkat çekmek siyasal bakımdan oldukça önemlidir. Kaypakkaya’nın ideolojik-siyasi temeliyle maruz kaldığı saldırı, hiç şüphesiz ki O’nun en yüksek seviyede ve güçlü olarak sahiplenilmesini gerektirir. Güçlü ve gerekli sahiplenmenin sağlanabilmesinin koşulu ise, O’nun ardılı olan güçlerin yükümlülüğü olup, bu güçlerin birliği ile mümkündür. Elbette ki, sahiplenme siyasi-ideolojik temsilde gerçek anlamını bulur ve bu noktadaki sahiplenme her şartta sağlanabilir. Fakat örgütsel bakımdan güçlü sahiplenişin sağlanması özellikle günümüz şartlarında Kaypakkaya ardıllarının birleşmeleri ile olanaklıdır. Bu birlik yalnızca Kaypakkaya’nın güçlü sahiplenilmesinden feyz almaz elbette. Bu birlik, Kaypakkaya şahsında komünist çizginin savunulması anlamına geldiği gibi, en özlü olarak devrimin geliştirilip gerçeklestirilmesi için gerekli olan adımdır. Halk Savaşı’nın geliştirilip Yeni Demokratik Cumhuriyet’e geçilmesi, Sosyalizmin inşa edilerek komünist topluma doğru yol alınması için Kaypakkaya zemininde birliğin saglanması, Maoist Kaypakkaya ardıllarındaki dağınıklığın nitel güce dönüştürülmesini gerektirmektedir. Bugün gelinen nokta veya atılan somut adımlar olumlu olup, bilinçli bir plan dahilinde yürütülmesi ve nihayete vardırılması gereken adımlardır. Ki ancak tutarlı çizgi üzerinde yaşanan gelişmeler gerçekte anlamlı sonuçlar verebilirler. O halde bugün yakalanan olumlu halka aynı bilinçle ilerletilip ileri hedeflere kilitlenmek ve o atılım düzeyine vardırılmak durumundadır. Hiç bir şey kendiliğindenciliğe bırakılamaz. Her şeyi bilinçli ve planlı olarak yönetmek, belirlenmiş hedefler doğrultusunda ilerletmek tek doğru tutumdur. Aceleciliğe gerek yok, ama acele etmek şarttır. Sınıf mücadelesinde kaybedilecek zaman yoktur. Sınıf mücadelesinin ileri mevzisi olan Maoist Kaypakkaya güçlerinin dağınık kalmasına ise sınıf mücadelesinin tahammülü kalmamıştır. Sınıf mucadelesi açısından olumsuz bir realite olan Kaypakkaya güçlerinin dağınıklığı elbette en kısa sürede giderilmeyi talep etmektedir. Bu devrimin ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç keyfiyet ve kendiliğindenciliğe bırakılamaz. Sevindiricidir ki Kaypakkaya güçleri bu kavrayışı yakalamış ve pratikleştirme noktasında adımlar atma durumuna gelmiştir. Henüz yetersiz olan bu gelişme ileri adımlarla taçlandığında devrimin somut siması değişecektir. Gelişme dalgası Halk Savası’ndaki atılımlara bile yol açabilecektir. Açık ki hiç bir Kaypakkayacı bu gelişmeden ötürü mutluluk duymaktan başka bir duygu tadamaz.

U


6-7_Layout 2 5/19/11 11:23 PM Page 1

06 güncel Gözaltılar protesto edildi Ankara’da Yüksel Caddesi’nde “Baskılar, gözaltılar, tutuklamalar bizi yıldıramaz” pankartı açan Halk Cephesi üyelerine aralarında DHF’nin de bulunduğu çok sayıda kitle örgütü de destek verdi. Halk Cephesi adına HakanYılmaz, göz altıları, büyük bir saldırı furyası olarak tanımladı. İstanbul’da yasal derneklerin ‘hücre evi’ ilan edilerek, devrimci sanatçıların dahi ‘terörist’ yaftasıyla gözaltına alındığını hatırlatan Yılmaz, arama ve göz altıların hukuksuzca yapıldığını ekledi. Arama adı altında aynı anda girilen evlerin talan edildiğini, toplatma kararı olmadığı halde, bulunan kitap ve dergilere keyfi biçimde el konulduğunu ve evlerde bulunan herkesin polisin tehditkâr konuşmalarıyla taciz edildiğini söyleyen Yılmaz, saldırıların sebebini “Annelerimizin, kardeşlerimizin hapishanelerdeki devrimci tutsakları sahiplenmeleri, parasız eğitim, parasız sağlık istemek, barınma hakkını savunmak, 1 Mayıs’ta örgütlü halkın gücüyle umudu büyütmektir” şeklinde tanımladı. Yılmaz, “Polis arama için gittiği Bayram Dalyan’ın evinde telefonunu unuttuğunu iddia etmiş, bu polisler ellerinde hiçbir arama kararı olmadan evi dağıtarak telefonu aramış tehditler savurarak gitmişlerdir. Saat 13.30 sularında bu defa 15 kişilik bir polis grubu eve gelmiş, telefonu sormuş bulmamaları halinde ev halkına zarar verecekleri tehdidinde bulunmuştur. Kendi aralarında ‘canlı bomba düzeneği yapar kullanırlar’ gibi sözlerle saldırılarına kılıf bulmaya çalışmışlar. Herkese telefon bulunana kadar bir yere gitmeyeceklerini söyleyerek keyfi dayatmalarda bulunmuşlardır. Gözaltına alınan Bayram Dalyan ve evindeki misafirlere yönelik bu taciz ve tehdit nedeniyle yaşanacak her türlü olaydan TEM polisleri sorumludur.” dedi. KESK Genel Sekreteri Kasım Birtek’in saldırılar karşısında sosyalistlerin dayanışma ve mücadeleden başka seçeneği olmadığına vurgu yapan konuşmasının ardından Grup Yorum solisti Eren Olcay’ın seslendirdiği marşlarla yarım saat oturma eylemi yapılarak eylem sonlandırıldı.

Halkın Günlüğü 20-31 MAYIS 2011

Sınır ötesi direniş

Yaklaşan genel seçim öncesi Türk devleti, PKK’nin tek taraflı ateş kes ilan etmesine rağmen gerilla alanları başta olmak üzere Kürt ulusunun bütün demokratik ve meşru eylemlerine saldırarak, Kürtlerin iradesini kırmaya çalışıyor

Devletin Kürtlere karşı giriştiği savaş aralıksız devam ederken, askeri ve siyasi boyutta yapılan açıklamalar, katliamcı geleneği alenen icra ediyor. Demokratik meşru mücadelelere dahi gerçek mermi ile saldıran devletin kolluk güçleri, diğer taraftan da gözaltı ve tutuklamalarla halkı baskı altına almaya çalışıyor. Gerilla alanlarında da aralıksız devam eden saldırılarda onlarca gerilla şehit düştü. Son bir aylık tabloda saldırının bilançosu, onlarca kişinin ölmesi, yüzlerce kişinin gözaltına alınması ve tutuklanması oldu.

10 HPG’linin yaşamını yitirmesi ile ayağa kalkan Kürt ulusu, binlerce şehit de versek taleplerimizden vazgeçmeyeceğiz dedi.

Devlet bu saldırılar ile Kürtlerin iradesini kırarak yapılacak seçimlerde ele aldığı tasfiye sürecini derinleştirmeyi hedefliyor. Kürt ulusunun meşru demokratik haklarını yok sayarak teslim almayı hedefleyen hakim sınıflara binlerce kişi sokaklara çıkarak cevap veriyor. TSK’nın düzenlediği son saldırıda ölümsüzleşen 10 HPG gerillası halk tarafından sahiplenildi. Halk şehitlerini çatışma bölgelerinin içerisinden etten duvar örerek çıkardı.

Saldırı sonucu yaşamını yitiren HPG’lilerin cenazelerini almak için 2 gün boyunca yoğun askeri bombardımana karşı direnen halk yazdığı direniş tarihine bir yenisini daha ekledi. Köylerden, ilçelerden, illerden sınıra akın eden halk, çatışmaların yaşandığı yer olan Bilican Tepesi’nde tank, top ve silahlara karşı bedenleriyle direndi. Üstüne yağan kayalara, kurşunlara aldırış etmeyen halk, cenazelerini omuzlayarak getirdi. Binlerce kişinin çatışma alanına doğru başlattığı yürüyüş, askerler tarafından engellendi. Tüm baskı ve engellemelere

rağmen 300 kişilik grup, çatışmaların yaşandığı araziye ulaşmayı başardı. Bomba ve kurşun yağmurları altında sınırı geçerek çatışma bölgesine giden 300 kişilik grup, burada yaşamını yitiren 5 HPG gerillasının cenazesine ulaştı. Sınırı geçerek cenazeleri ulaşan grup, cenazeleri omuzlarına aldıkları cenazeleri Şırnak sınırına getirdi.

Halk gerillaları sahiplendi Şırnak kırsalında yaşanan çatışmalar sonrası ayağa kalkan Kürt halkı yaşamını yitiren 10 gerilla için 3 günlük yas ilan etti. KCK çağrısıyla gerçekleştirilen 3 günlük yas boyunca başta Şırnak, Batman, Hakkari, Ağrı, Van ve Diyarbakır başta olmak bir çok il ve ilçede esnaf kepenk açmadı, araçlar kontak kapattı, öğ-

‘Saldırı furyası devam ediyor’ Adana’da Çakmak Caddesi Kültür Sokak önünde yapılan açıklamada ise, “AKP’nin ortaya attığı ileri demokrasi pervasızca sürüyor. Bir hafta önce İstanbul’da evler, iş yerleri demokratik kurumlar talan edilerek, işkencelerle 46 kişi gözaltına alınmış 9 kişi tutuklanmıştı. 17 Mayıs’da Ankara’da demokratik kurumlar basılarak 12 kişi gözaltına alındı. Son aylarda Kürt açılımı, Alevi açılımı, ileri demokrasi denilerek, Alevi dernek yöneticilerine, Kürt yurtseverlerine, devrimci, demokrat kişi ve kurumlara yönelik gözdağı, sindirme politikaları AKP’nin ilgili savcıları ve polisleri tarafından sürdürülüyor.” ifadelerine yer verildi.

Kürtçe şarkıya kurşun

Ankara’daki bir kafede yaklaşık 2 yıl önce arkadaşının doğum gününde Kürtçe şarkı söylediği sırada, bir özel harekât polisinin tahammülsüzlüğüyle yağdırdığı kurşunlara hedef olan ve yaşamını yitiren Emrah Gezer davasının karar duruşması görülerek, 7 Temmuz tarihine ertelendi. Ankara 9’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ardından Emrah Gezer’in avukatı mahkeme heyetinden iki talepte bulundu. Avukatın birinci talebi, “Emrah Gezer öldürüldüğünde yanında olan ve ağır yaralanan Zafer Şimşek’in davaya katılması, diğerinin de Zafer Şimşek hakkında

verilen çelişkili raporların Adli Tıp tarafından tekrar incelenmesi” olurken, ikincisi ise Şimşek hakkında tutulan “hem hayati tehlikesi vardır hem de yoktur” şeklinde düzenlen iki raporun tekrardan gözden geçirmesi oldu. Mahkeme heyeti iki talebide kabul ederek, davanın 7 Temmuz tarihine ertelendiğini duyurdu. Emrah Gezer’in babası Celal Gezer ise aynı olayda ağır yaralanan ve şimdi “polise ağır tahrik” suçlamasıyla hakkında 8 yıl hapis istenen Emrah’ın ağabeyi ile ilgili iddiaların hiçbir somut temeli olmadığını söyledi.


6-7_Layout 2 5/19/11 11:23 PM Page 2

20-31 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

güncel 07

YÖNELİM

SEÇENEK

çağrısında bulundu. Askeri operasyonların hükümetten bağımsız ve Başbakan’ın bilgisi dışında olamayacağını belirten Demirtaş, “Ölümler hükümetten bağımsızdır veya Başbakan’ın bilgisi dışındadır diyemeyiz. Varsa böyle bir şey, Başbakan’ın çıkıp açıklaması lazım. ‘Ben bu ülkede Başbakanım ama ordu benim talimatımı emrimi dinlemiyor’ desin. Ama bunu yapmıyorsa da Milli Güvenlik Kurulu’nun son toplantısında ne plan, program yaptılar, bu operasyonları orda planladılar mı planlamadılar mı onu açıklasınlar. Gençlerin kanını dökecek, hem de meydanlarda çıkıp BDP’yi suçlayacak, ‘bunlar kandan besleniyor’ diyecek. Bu iki yüzlülüktür” dedi.

“Öfkeyle karşı karşıya...” Halkın öfkesininin artık kontrol edilemediğini ifade eden Demirtaş, Başbakan Erdoğan’a da artık kimsenin inanmadığını savundu. Hükümetin kendi cephesinde Kürt sorununu çözdüğünü ifade eden Demirtaş, “Halkın öfkesi taşmıştır. Kimse Başbakanın tek bir sözüne inanmıyor. Başbakan, kendi cephesinden Kürt sorununu çözmüştür. Bu halkın AKP’ye de ihtiyacı yoktur. AKP’nin de herhalde bu halka ihtiyacı yoktur ki, halkı gözden çıkarmıştır. Halkın öfkesiyle kendisi arasında demokratik siyaset olarak biz duruyoruz. Bizi de aradan çıkarırsa, Başbakan halkın öfkesiyle karşı karşıya kalacak, bunu da bilmesinde fayda var. Dökülen kanlardan kim ki bir tek oy nasipleniyorsa, haram olsun diyorum. Elli bin defa burnundan gelsin, hangi partinin çıkarınaysa bu dökülen kanlar, o partiye haram olsun, parti yetkililerinin de burnundan gelsin. Başbakan da bunu anlıyordur. Bu Kürt gençlerinin kanını dökerek Türkler’in oyunu almayı hesaplıyorsa, Başbakanın hesabı buysa bunun siyasi olarak altında kalacaktır” diye konuştu.

40 günde 42 kişi öldü Demirtaş, Şırnak’ın Uludere ilçesinde yaşananların çatışma sonucu olmadığını, doğrudan öldürmeye yönelik bir plan olduğunu ifade etti.

renciler okulları boykot ederek gerilla cenazelerine sahip çıktı. Çatışmalarda yaşamını yitiren gerillalar için Hakkari, Muş, Şırnak, Mardin, Bingöl başta olmak üzere birçok ilde eylemler yapıldı. Gerillalar için yapılan cenaze törenleri ve eylemlerde yüzbinler sokaklara çıkarak gerillaları sahiplendiğini bir kez daha gösterdi.

Mehter marşlı saldırı Tekçiliğin ve kafatasçılığın hortladığı ülkemizdeTürk polisinin davranışları, devletin karekterini çok iyi yansıtıyor. Amed Silvan İlçesi’nde şehit düşen 10 gerilla için yapılan eylemlere Mehter marşı eşliğinde saldıran polis, hem bir nevi kendini “gaza” getirdi hem de bölgede savaşa çıktığını ifade etti. Yaşanan olayları değerlendiren Demirtaş, hükümeti eleştirerek, askeri operasyonların sona erdirilmesi

Selahattin Demirtaş, “Ortada çatışma falan yok. Tunceli, Uludere ve Şırnak’ta yaşananlar, doğrudan nokta operasyonlarıdır. Yani öldürmeye dönük, imha etmeye dönük, nokta operasyonlarıdır. 40 günde 42 kişi yaşamını yitirdi. Ama Başbakan sadece dikkat edin sadece, kendi konvoyuna yönelik saldırıyla ilgili kıyameti koparıyor. Silopi’de de iki polis yaşamını yitirdi. Kıyameti koparıyorsan derdin cansa, canlara kıymet veriyorsan, Silopi’de yaşamını yitiren polisler can değil mi?” diye konuştu. 10 PKK’linin Kürt gençleri olduğunu, bunların da yüreklerde acı yarattığını dile getiren Demirtaş, “Bu 10 insan, Kürt gencidir. Bu yurttaşlar, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı değil mi? Bunların acısı yok mu? Dağa çıktı diye ailesiyle bütün toplumu halkla birlikte cenazesine mi saldıracaksın, taziyesine mi saldıracaksın? Hakaret mi edeceksin acılarına, ondan sonra da, ‘din kardeşiyiz’ bilmem neyim diyeceksiniz. ‘Ne kadar çok PKK’li öldürürsem o kadar çok oy alırım’ hesabı yapıyorlar. Ben böylesi bir siyaseti, açıkça reddediyorum.” dedi.

CHP belediyesi işçilere saldırdı 83 gündür Konak Belediyesi önünde talepleri için ve taşeron çalıştırmaya karşı direnişlerini sürdüren Konak Belediyesi işçileri, açlık grevi eylemlerinin 6. gününde, çevik kuvvet ve zabıtanın saldırısına uğradılar. 9 işçinin işe alınmayacağı, geriye kalan işçilerin ise şartlarının kabul edildiğinin kendilerine bildirildiğini söyleyen direnişçi işçilerden 4’ü, belediye binasının çatısına çıkarak işgal etti. İşçiler, Belediye Başkanı Hakan Tartan’ın gelip kendilerine bir açıklama yapmasını, aksi takdirde çatıdan inmeyeceklerini belirttiler.

Üzerlerindeki giysileri de çıkartan işçilere, belediye önündeki arkadaşları sloganlarla destek verdi. İşçilerden birisi, belediyenin ön cephesindeki demirlere inmeye çalışırken düşme tehlikesi geçirdi. Bu sırada eyleminin 4. gününde bulunan Ahmet Yıldırım adlı işçi fenalaştı. Olay yerine giden sağlık ekibi, Yıldırım’ın tedavisini gerçekleştirdi. Aynı gün akşam saatlerinde işçilere çevik kuvvet polisi ile zabıta saldırarak, bütün malzemelerine el koydu.

kazım cihan

evletin ”açılım”cı tasfiyeci planları gibi ”müzakere”ci inkar ve stratejik operasyonunun mahiyeti açıktır. Zulme meşruiyet cilası için ”buyrun seçime” diyorlar. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) 12 adayı veto kararıyla, seçimlerden çekilmeyi tartışan Kürt ulusal hareketi karşısında Firavun-Tiran T.C rejiminin derin tedirginliğini hatırlatmak isteriz. Seferber olan emekçiler ve ezilen Kürt ulusu gerçekliğinde devrimci bir ayaklanma durumunu idrak eden egemenler, cumhurbaşkanlarıyla devreye girip, ”tartışılamaz” adettikleri YSK kararını geri çektiler. Hele bir de Kuzey Afrika-Ortadoğu Arap halkları ayaklanması ortadayken bilinç-örgütlülük düzeyiyle Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında halkların devrim tehdidi ”seçimlere davet”i acil kılıyordu. Halkların ”seçimleri” reddetmesi durumunda, rejimlerinin meşruiyeti geri kamuoyu nezdinde bile çökecekti. Ne ki yanlış çizgilerin stratejik kırılganlığı fırsatları anlayamazdı. Öyle de oldu. Evet, seçimlerde ne yapılmalı? Taktik bir meseleydi. Stratejinin hizmetinde, devrimin başarısını işlevselleştirmede somut durum, bir analiz gerektirir. Bir plan olarak taktik gerekir. Oysa zaten strateji devre dışı bırakılmış, üstelik ortada reformist de olsa taktik bir başarı bile olmadan strateji heba edilmiştir.

D

T.C’nin ”bekası” için Türk-İslam bayrağı altında tıpkı İttihhatçıların yaptıkları gibi, Cemaat-i müslim yine cihada çağrıldı. Kök kazıma operasyonları, KCK ”eylemsizlik” kararlarına rağmen onlarca Kürt gerillasının katledilmesi, Sivil Cuma ve çadırlara saldırı örneklerinde fütursuzca sürdürüldü. Türk egemenlik sisteminin inkar-ilhakını aşmayan, tek millet-devlet-bayrak tekeline meydan okumayan ”ortak vatandemokratik ulus-demokratik cumhuriyet” seslerine bile tahammül edemeyen T.C yine Tiran’ca haykırdı! ”Mevzu bahis olan vatansa, gerisi teferruattır.” Bu temeli ve ona göre şekillenmiş durumu anlamamakta ısrar eden ”hukuk-vicdan” dilenciliği, trajedi-komikliği bile aratmamaktadır. T.C’nin soykırım-inkar-tehcir içerikli kanlı ulus-devlet tarihi, Teşkilatı Mahsusa eksenli hep ”derin” olmuştur. Türk etnisite, sünni-hanefi olmayan inançları süpürme gerçeği ile yüzleşmemek bugünün de güncel konusudur. Egemen ulusinanç imtiyazıyla şovenizmle zehirlenme ve yanılsama ikliminin cenderesinde kendileri de asla özgür olamayacak durumunda bırakılan Türk emekçileri değil, suçlu olan Türk sömürücü egemen güçleridir. T.C. ”vatandaş”ı olan herkes ”Türk’tür” örtüsüyle, ezme, katletme, soykırımdan geçirme hedefi haline getirilmiş ezilenler, şimdi de aynı operasyonun kıskacındadırlar. Tarihsel koşullara bağlı olarak İslam ümmeti, T.C. medeniyeti, Orta Asya ırkçılığı ile biçilen ezilenler gerçeğiyle yine yüz yüzeyiz! Kemalist-Musoloni’ci korparatif, herkesi tek ulus ve inançta birleştirme, ”kaynaşmış kitle” yaratma tekçiliği, merkeziyetçi, üniter devlet paradigması ve onun gerçeği olan, riayet etmeyeni terbiye etme ve imha da dahil ders alma durumu, ”barbar”lara karşı, Türk ”üstün ırkı”nın, doğallaştırılmış, Türk sömürücü-egemen devlet gerçekliğidir. Tam da bunun için uydurma resmi tarih tezleri devreye girer. Sümerler, Etiler herkes ”Türk” kökenlidir. Çin, Roma, Yunan gibi tüm ”uygarlık”lar ”Türk yardımı” ile ”medeniyetle buluşmuş”lardır. Efsane dün de, bugün de aynı! Kapitalizmin ürünü olan uluslar olgusunun, ezen-ezilen uluslar gerçeğinin acılı tanığı coğrafyamızdır. Emperyalist kumandalı, Turan imparatorluk stratejilerinizin kıyımdan geçirdiği Ermeni’lerle ”gülistan” Anadolu, ”kabristan”a dönüştürüldü. Ölüm makinası yine işbaşında! Mezalimin adı, evini eşkiyadan temizleme(!) olmuş. Geno-cide meşru(!) uymayan ”hain” ilan edilmiş. Adına da medeniyet-kardeşleştirme planı denilmiş. Yani çıbanbaşı ezilenleri temizleme! Alman Kaiserlerin Berlin’i Bağdat’a bağlama konsepti, Amerika kumandalı üretimi yine gündemdedir. Marks’ın deyimiyle gericiliğin ”ölmüş bir atın leşini muhafaza etme” girişimindeki dünya karşı-devrimi ölüm kusuyor. Kürdistan’da yaşananlar da bunun bir halkası. Yeni Osmanlı’cı özel savaş hükümeti AKP’nin Türk ordusu ile ittifak zemininde sürdürdüğü ve okyanus ötesi Gülen koordinatörlüğü ve emperyalizm kurmaylığındaki İslam’a, Türkleştirme eksenli ”bütünleştirme” yönelimi görülmelidir. ”Kuva-i Milliye” diye sunulan Nasyonal Sosyalizm, ıskartaya çıkmış klasik bir faşizimdir. AKP eksenli emperyalist neo liberal faşizm demokrasisi de ortada! ”İleri demokrasi” denilen budur. Kızıl elma-Ergenekon, Yeni Osmanlıcı neo-liberal faşizm ya da burjuva diktatörlüğünün hiç bir biçimi, ezilenlerin, emekçilerin seçeneği olamaz. Egemenlerin ”eylemsizlik süreci”ne cevabı, Kürt ”sorunu yoktur”, müzakereler mesajı onlarca Kürt gerillasının katledilmesi, Sivil Cuma’lara, çadırlara vahşice saldırı, gerillayı bertaraf etme, gaz makinalarıyla durdurma gayreti olmuştur. Devrimden başka seçenek yok! 19 Mayıs değil, 18 Mayıs ruhuyla bu seçenek kuşanılabilinir!


8-9_Layout 2 5/20/11 10:46 AM Page 1

08 emek

Halkın Günlüğü 20-31 MAYIS 2011

Tek çözüm sokak

Nereden nereye

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ülke genelinde, bağlı oda ve şubelerinin katılımıyla, “Haklarımız, geleceğimiz ve halkımız, ülkemiz için” şiarıyla Sıhhiye Meydanı’na aktı. Ankara Garı önünde toplanmaya başlayan TMMOB, bağlı oda ve şubeleriyle birlikte Sıhhiye Meydanı’na yürüdü. KESK, DİSK, TTB, Türk-İş, çeşitli siyasi parti ve demokratik kitle örgütlerinin de katılarak destek verdiği miting; havasına, suyuna, doğasına, sağlık, eğitim hakkı, güvenceli yaşam hakkına sahip çıkanların sloganlarıyla başlarken, mühendis ve mimarlar da mesleğine, onuruna sahip çıkmak için sloganlarını haykırdı.

Patron ağa mezara halk iktidara Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun, “İşsizliğe, zamlara ve yoksullaştırmaya karşı; emeğimiz ve geleceğimiz için Yeni Demokrasi bayrağını yükseltelim” şiarlı pankartıyla katıldığı mitingde, DHF kortejinden sık sık, “Patron ağa mezara halk iktidara”, “Emperyalizm yenilecek savaşan halklar kazanacak”, “Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” sloganları yükseldi. Sendikalı oldukları için işten atılan MAS-DAF işçileri, işsiz ve güvencesiz çalışan mimar ve mühendislerin de kendi döviz ve pankartlarıyla katıldıkları miting Sıhhiye Meydanı’nda, Teoman Öztürk şahsında emek ve demokrasi mücadelesinde ve işleri başında yaşamını yitiren çalışanlara adanan saygı duruşuyla başladı. Miting alanında, mitingin ana konuşmasını gerçekleştiren TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, tüm katılımcı kurumları selamlayarak gericiliğe, emperyalizme, ırkçılığa karşı Kürt sorununun

barışçıl ve demokratik çözümünü savunduklarının altını çizdi. “Her türlü cinsiyet ayrımcılığına karşı, özerk demokratik üniversite için, güvencesiz çalışmanın kaldırılması, ormanların, meraların, doğanın, kentlerin yağmalanmasına karşı buradayız” diyen Soğancı konuşmasına şöyle devam etti:

‘Çözümü sokakta arayacağız’ “Tüm düzen partileri emperyalizm ve sermayenin hizmetindedir. Tüm talan ve yağmanın sebebi onlardır. Maraş, Çorum, Gazi ve Sivas’ı yaratanlar onlardır. AKP ise kendinden önceki tüm iktidarlara rahmet okutuyor. Çalışabilir her 5 kişiden 1’i işsizken işsizlik fonları bile sermaye kesimlerine aktarılırken emperyalizm ile birlikte ‘Altta kalanın canı çıksın’ anlayışı uygulanıyor. 12 Eylül Referandumu ile birlikte AKP kendi 12

Eylül’ünü yarattı. Bu düzen gittikçe daha otoriterleşiyor. AKP ve cemaatlerin gittikçe derinleştirdiği bu düzene karşı tek çözüm alanlar ve sokaklardır. Bize şimdi düşen sürdürülen askeri ve siyasi operasyonlara karşı kardeşlik ve bir arada yaşam barikatını güçlendirmektir.” AKP ve burjuvazinin başta ‘YSK eliyle yürüttüğü kirli siyasi oyunlar’a karşı ezilenlerin tek yolunun sokaklar ve meydanlar olduğunu tekrarlayan Soğancı, seçim bildirgesini okudu. Bildirgede ‘başta çalışma yaşamı ve Kürt sorunu olmak üzere, sağlık, eğitim, kadın sorunu, dışa bağımlı enerji politikaları üretenlere, 12 Eylül kurumlarını kaldırmayanlara, TMMOB’u düşman ilan edenlere oy verecek miyiz’ sorusuna miting alanından güçlü bir ‘HAYIR’ sesi yükseldi. Miting, sanatçı Sevinç Eralatay’ın konseriyle ve çekilen halaylarla sona erdi.

Eğitim-Sen 8. Olağan Genel Kurulu Ankara’da Anadolu Gösteri Merkezi’nde yapıldı. Sıkıntıların damgasını vurduğu olağan kurul iki gün sürdü. Katılımın az ve coşkunun eksik olduğu genel kurulda birçok anti-demokratik uygulama göze çarptı. Delegasyonun söz hakkının engellenmesi, divanın tarafsız davranmakta zorlanması, gruplar arası çekişme ve pazarlıklar göze çarpan sorunların temelini oluşturuyordu. İki gün boyunca süren genel kurul sürecinde emekçilerin çıkarlarından çok grupların ve gruplar içindeki kliklerin çıkarları ve birbirleriyle olan mücadeleleri ön plana çıktı. Demokratik Emek Platformu (DEMEP) ve Demokratik Sendikal Dayanışma (DSD)’nın asıl bileşeni olduğu ittifak, koltuk pazarlığını 3+2+1+1 şeklinde başlattı. Emek hareketi bu formülasyona karşı çıkarak bu sendikanın sadece üç renkten oluştuğunu ve pazarlıkların 3+2+2 şeklinde sonlandırılması gerektiğini savunarak görüşmeden çekildi. Bu üç grup dışında iradenin kendisine tam olarak söz hakkı bulamadığı genel kurulda DMH, Sosyalist İşçi Meclisleri kendi adaylarını çıkarırken “kendi içlerinden çakma bir sendikal birliğin” oluşturulduğunu iddia eden sendikal birlik grubu oy kullanmayacağını belirterek çekildi.

Emekçilerin öfkesi raya taştı Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) üyesi demiryolu emekçilerinin ‘Ayrımcılığa ve keyfi uygulamalara karşı hakları için’ başlattıkları yürüyüş TCDD önündeki oturma eylemi ile başarıya ulaştı

“Görevde yükselme hüllesine hayır”, “Esnek ve kuralsız çalışmaya hayır”, “Ayrımcı ve keyfi uygulamalara hayır” dövizleri taşıyan demiryolu emekçileri TCDD Genel Müdürlüğü önünde oturma eylemi başlattı. Demiryolu emekçileri adına BTS Genel Başkanı Yavuz Demirkol, yaptığı açıklamada, TCDD yönetiminin yıllardır sürdürdüğü hukuk tanımazlık ve keyfi tutumla çalışanlar arasında adaletsiz ve ayrımcılık yapan yönetimi eleştirdi.

Edirne, İzmir, Gaziantep, Kars, Samsun ve Amed’de demiryolu emekçileri, 11 Mayıs’ta başlattıkları yürüyüşü, Ankara Gar’ına doğu ve batı yönünden girerek TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü önünde oturma eylemi ile sonlandırdı. Raylardan yürüyen demiryolu emekçileri Ankara’da KESK ve çeşitli şubelerinin alkış ve sloganlarıyla karşılandı. Ellerinde

155 yıllık deneyim yok sayılıyor ‘Demiryollarının Yeniden Yapılandırılması’ adı altında kadrolu çalışan sayısının azaltılırken taşeron çalışan sayısının hızla arttığına dikkat çeken Demirkol, ‘Demiryolları Yasa Tasarısı ‘ ile topyekûn bir tasfiyenin yolunun açıldığını söyledi. Mevcut anlayışla demiryollarında güven ve trafik emniyetinin tehlikeye girdiğini sözlerine ekleyen

Demirkol, siyasi iktidar eliyle 155 yıllık işletme deneyiminin yok sayılarak, çalışma koşullarının ağırlaştırıldığını ve çalışma barışının emniyeti tehlikeye atacak düzeyde bozulduğunu ifade etti. Demirkol, “Ayrımcılığı da beraberinde getiren keyfi uygulamalar, kadın çalışan sayısında yaşanan ciddi düşüşle birlikte kadın üst düzey yöneticiler yok sayılacak kadar azalmıştır. Bütün personelin eşit yararlanması gereken lojman, nakil, bir üst göreve atanma, kursa çağrılma, eğitimden yararlanma gibi olanaklar yandaş sendikalara verilmiştir. Nakil ve benzeri taleplerde bulunan çalışanlarımızdan ‘BTS’den istifa etmeleri’ istenirken TCDD yönetimince BST üyesi olmak adeta bir cezaya dönüştürülmüştür.” dedi.

Mücadele zafere dönüştü TCDD yönetimi ve iktidara ‘adaletsiz ve ay-

rımcı uygulamalardan vazgeçin!’ çağrısı yapan Demirkol, talepleri şöyle sıraladı: “Personelin sendikası, kimliği, cinsiyetine bakmadan bütün haklardan eşit yararlandırın. Daha adil, demokratik ve eşitlikçi bir yönetim için sendikamız temsilcileri de hak temelli bütün kurullarda yer almalıdır.” TCDD önünde talepleri kabul edilinceye kadar oturma eylemi başlatan demiryolu emekçilerinin, çadır kurma girişimi kolluk güçlerinin engeline takıldı. Uzun süren gerginliğin ardından TCDD Genel Müdürü, müdür yardımcısı ve bütün daire başkanları ile BTS bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda TCDD idaresini ilgilendiren taleplerin kabul ettirildiğini söyleyen BTS Genel Başkanı Demirkol, eylemin başarıya ulaştığını, iktidarı ilgilendiren yasal düzenlemeler ile ilgili mücadeleyi sürdüreceklerini kaydetti.


8-9_Layout 2 5/20/11 10:46 AM Page 2

emek 09

20-31 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

Hemşireler taleplerini haykırdı

‘Köle değil sağlıkçıyız’ Ebe ve hemşireliğin ‘ağır ve tehlikeli işler” kapsamına alınmasını isteyen hemşireler taleplerini şu şekilde sıralıyorlar; 4 Tüm sağlık emekçilerine fiili hizmet süresiyle erken emeklilik hakkı tanınmalı, 4 Performans uygulanması kaldırılarak, temel ücret insanca yaşayacak düzeye yükseltilmeli, 4 ILO Hemşirelik Antlaşması imzalanarak, gerekleri yerine getirilmeli, 4 Hastayı müşteri, çalışanı köleye dönüştüren ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ durdurulmalı, 4 4B, 4C, taşeron, sözleşmeli tüm güvencesiz hemşireler kadroya alınmalı, 4 Gece çalışması, meslekte artan yıl sayısına göre azaltılmalı, 4 Doğum izinleri ücretli hale getirilmeli, 4 Cinsiyetçi iş bölümüne son verilmeli, 4 24 saat çalışılan yerlerde ücretsiz Kreşler açılmalıdır. 4 İşyeri sağlık birimleri açılarak, iş kazaları ve meslek hastalığı tanımlarının yapılması

Her yıl tüm dünyada 12-18 Mayıs tarihleri arasında kutlanan Hemşireler Haftası nedeniyle, sokağa çıkan hemşireler, “Hemşirelik yardımcılık değil bağımsız bir meslektir” diyerek tüm arkadaşlarını mücadeleye çağırdılar. Sorunlarının tartışılmasını ve taleplerinin dikkate alınmasını isteyen hemşireler Taksim’de Galatasaray Lisesi önünde toplanarak Taksim Tramvay Durağı’na kadar yürüdüler. Yürüyüş sonrası hemşireler adına açıklamayı SES üyesi Pınar Ersunar yaptı. Her yıl mayısın ikinci haftası Hemşirelik Haftası kapsamında yapılan etkinlikleri hatırlatan Ersunar, bunun bir kutlama olmadığını ifade ederek, sorunlarının görmezden gelindiğini söyledi. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın mesleki bağımsızlıklarını yok ettiğini hatırlatan Ersunur, hemşirelik mesleğininde yardımcılık gibi tanımlarla mesleki kavramdansoyutlandığını belirtti. Sağlık

f

sisteminin piyasalaşmasıyla birlikte, kendini müşteri zanneden hasta ve hasta yakınlarının sözlü ve fiziksel tacizine maruz kaldıklarını dile getiren Ersunar, tüm meslektaşlarını hakları için, mesleklerinin onuru ve insanca yaşayabilecek bir gelecek için “Çok ses tek yürek” olmaya çağırdı.

‘Yardımcı eleman değiliz’

tanesi önünde “Kutlama değil haklarımızı istiyoruz. Haklarımız için susmayalım, mesleğimize sahip çıkalım. İşimiz iş güvenliğimiz, geleceğimiz için çok ses tek yürek, birlikte mücadeleye” yazılı pankart arkasında bir araya gelen SES Anadolu Şubesi üyesi hemşireler, “Hemşirelik ağır ve tehlikeli işler kapsamına alınsın” dediler.

Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Has-

Hemşireler adına açıklama yapan SES Anadolu Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Ha-

tice Yayla, mesleklerini icra edebilmek içi gösterdikleri özveriden bahsederek hemşireliğin, “Hoşgörü, şefkat ve sabır gerektiren onurlu bir meslek olduğunu” ifade etti. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın yaratmış olduğu algıya değinen Yayla, “Sağlıkta Dönüşüm Programı’yla hekim merkezli planladığınız ve hekim emeğini değersizleştirmeye çalıştığınız ülke sağlık ortamında yönetmelikle tanımladığınız bu kadar işi hangi hemşirelere yaptıracaksınız?” şeklinde konuştu.

EMEĞİN KÜRSÜSÜ

dursun baştuğ

Meşru zeminde ısrar

Y

asallık ve meşruluk iki karşılıklı gücün birbirlerinin sınırlarını ne kadar zorladıkları ile ilgili bir durumdur. Nihayetinde bu güçler kendi varlıklarının meşruiyetini mümkün olduğunca genişletmeye çalışırlar. Ve bu durumun sınıfsal bir mesele olduğunu unutmamak gerekir. Ancak, insanlık için iyi ve doğru olan her zaman için ezilen sınıfların devrimci pratiğidir. Bu açıdan bizler açısından meşru ve haklı olan kendi devrimci mücadele pratiğimizdir. Egemenlerin yaptığı pratiklerin hem insanlık açısından hem de bizler açısından haklı ve meşru bir yanı yoktur. Burjuva hukukunun, özel mülkiyet dünyasının korunması üzerine kurulduğunu düşündüğümüzde yasaların sınırlarının da neye göre belirlendiğini görmüş oluruz. Özellikle ülkemizdeki gibi feodal faşizmle belirlenen bir hukuk yapısı bu sınırları daha fazla daraltmaktadır. Bu hukuk yapısı, esas itibariyle mevcut düzenin bekasını korumak için, düzene yönelmiş hareketleri bastırmanın araçlarından biridir. Niyet olarak her zaman için karşısındaki direnç nok-

talarını yok etmeye çalışır. Bunun için dönemsel olarak değişen politikalar devreye sokar ve kendi hukukunu da buna göre şekillendirir. Öyle olur ki, işine geldiği zaman kendi yasaları bile saldırıları dizginleyemez olur. İşte son dönemlerde demokratik haklar mücadelesine yönelik artarak yaygınlaşan saldırılar, düzenin kendi bekası için dönemsel olarak devreye soktuğu saldırı konseptlerinin ürünüdür. Demokratik zeminde mücadele yürüten birçok kurum saldırıya uğramış, ev ve kurumlar basılmış, onlarca insan gözaltına alınmış ve tutuklanmış. Cezai bir sonuç olmasa bile birçok faaliyet es geçilmemiştir. Hatta öyle ki 72 günlük büyük direnişlerinden dolayı TEKEL işçilerine bile soruşturma açılmış durumda. Verilmek istenen mesaj açıktır: Fiili ve meşru zemindeki her türlü hak arayışı benim gözümde suçtur ve cezasız kalmaz. Soruşturma şeklinden sorgulama yöntemlerine, sorulan sorulara kadar birçok örnek mevcut yönelimin mahiyetini de belirlemektedir. Ancak dikkat çeken bir noktada esas itibarıyla yasal ve meşru olan ve özellikle yasal olan birtakım

eylem, etkinlik veya faaliyetlerin suç kapsamına alınarak değişik bağlantılar üzerinden tanımlanmaya çalışılmasıdır. Verilmek istenen mesaj devrimci çizgide ısrar ettiğiniz sürece, sizin için hiçbir şey o kadar kolay olmayacaktır. Faşizmin sopası her zaman için ensenizde olacaktır. 12 Eylül döneminde genel bir yönelimle yok edilmeye çalışılan devrimci hareket bugün ise telli dikenlerle çevrilmiş düzenin sınırlarına mahkum edilerek yok edilmeye çalışılıyor. Ve en az o dönemdeki kadar ciddi bir yönelim uzun zamandır uygulanıyor. Her yönüyle halk kitlelerinin üzerine çöreklenmiş bir baskı mekanizması mevcut durumda. Öyle ki girdiği internet siteleri bile suç sayılarak insanların bilgilenme hakları kontrol edilmeye çalışılıyor. Burada esas olarak üzerinde durulması gereken nokta bu saldırılar karşısında alınması gereken tavırdır. Bu noktada ciddi kafa karışıklıkları olduğu görülmektedir. Ve çoğu zaman da doğru olan tavrın, bu alanlardan geri çekilmek olan, “daha dikkatli olmak”, “akıllı davranmak” şeklinde temellendirilen anlayıştır. Bu anlayış ciddi

bir şekilde mahkum edilmelidir. Demokratik ve meşru anlamda yapılan toplantıların savunulamaması, bilgilenmek için girilen herhangi bir internet sitesinin bilgi alma hakkı temelinde savunulamaması, yapılan eylem ve etkinliklerin sahiplenilememesi, demokratik anlamda var olan örgütsel işleyişin savunulamaması, hatta bu zeminde kullanılan iletişim adreslerinin savunulamaması, meşru çizgiyi ve bununla birlikte de yasal zemini oldukça geriye çeker. Sistem, kitlelerin zihinlerine de yapılan pratiklerin yasa dışı olduğunu inceden, sezdirmeden yerleştirmektedir. Bunun karşısında takınılması gereken tavır kesinlikle sistemin de isteyeceği geri adım olmamalıdır. Meşru ve demokratik zemin korunarak her türlü faaliyet ısrarla savunulmalıdır. Unutmayalım ki eğer biz sisteme geri adım attıramazsak veya mevcut durumu koruyamazsak geri adım atan biz oluruz. Elbette ki bu durum bedelleri de gerektirir. Ancak bu bedelleri de ödemekten korkmayarak cüretle, kararlılıkla meşruluğumuzu ve haklılığımızı savunmalıyız.


10-11_Layout 2 5/19/11 11:24 PM Page 1

20-31 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

“Ermeni Soykırımı sonrası bölgede sağ kalan ancak varlığını ‘gizlemek’ zorunda hisseden pek çok Ermeni aile, onunla başlayan bir uyanışın içerisinde bulur kendini, bu hem ulusal olarak kendilerine yapılan zulme karşı tavır almanın zorunluluğu, sınıfsal olarak ezilmişlikleriyle de birleştirir. O, ülkemizde yaşayan çeşitli milliyetlerden emekçi halkın kurtuluşunun sosyalizmle olacağına beyni ve yüreğiyle sarsılmaz bir inançla inanmaktadır.

Hayali gönlümde yadigar kalan!

Sarkis HATSPANIAN “Vardaşen” mahpusanesi Partisinin İzmir Tariş fabrikasında çalışan işçilerin sendikal örgütlenme çalışmalarını koordine etme ve Ege Bölgesi’nde devrimci kadrolardan oluşan bir ağ yaratmayı becermeye muktedir aday arayışı probleminin Armenak sayesinde çözülmesi sevindiriciydi. Tariş, işçi mahalleleri ve kirada kalınılan iki ev arasında mekik dokuyor, başını kaşıyacak kadar vakti olmadığı halde, örgütleme çalışmalarında eksikliği çok hissedilen onlarca kadronun yapması gerekeni tek başına üstlenip yapmaya çalışıyordu. Devrimci örgütlenmelerde o dönemler işlerin çoğunlukla parasızlık nedeniyle aksamasının alternatif çözümü olarak banka soygunlarıyla telafi edilebileceği fikri hayat buluyor, kabul ediliyordu. Ancak, T.C. tarihinde hiç, ama hiç kimsenin aklından arka oturağında iple bağlanmış tahtadan bir sebze sandığı olan bir bisikletle, tek başına bir bankaya girip soygun yapıp dışarı çıktıktan sonra naylon torbaya doldurduğu paraları bisikletinin arkasındaki karnabahar dolu sandığa koyup da aynı sokağın yaklaşık üç-beş yüz metre ötesindeki bir başka bankaya daha girip veznedeki bayana, “Bacım şu torbaya sığacak kadar parayı koy da ben gideyim, fazlasını yerleştirecek yerim yok, üstü sizde kalsın” dedikten sonra, elinde para dolu naylon torbayla, soyduğu bu ikinci bankanın önüne bıraktığı bisiklete binip de kayıplara karışan Armenak’tan başka bir soyguncu daha olmadığı ve olamayacağı da bilinmelidir

mutlaka ! İzmir’de polis tarafından gerçekleştirilen bir ev baskınında yaralı olarak yakalanıncaya kadar, şehirde yapılan banka soygunlarından birkaçının, pratik zekası tartışma götürmez Armenak’ın işi olduğunu tarihe not düşmek gerekir... Ancak bu böyle olduğu halde, onun dürüst kişiliği sayesinde partisinin gereklerini karşılamak için “kamulaştırılan”(8) paraya hiç el atmadan günlerce aç kaldığına şahitlik edecek onlarca insan hâlâ sağ olup aramızda yaşamaktadır. Bu, 1970’li yılların devrimci kadrolarında varolan fedakârlık ve idealistliğin, püritanizme varan böylesi bir dürüstlüğün takdir edilmesi için hem çok önemli ve gereklidir, hem de Armenak nezdinde o neslin özverili, pak yürekli, vicdanı temiz tüm insanlarını layık oldukları gibi anmamız anlamında insani bir görevdir de !... ... Uzun zamandan beri bölgede faşist terör estiren jandarma binbaşısı ve gaddarlıkta ondan geri kalmadığını her fırsatta günahsız köylülere katmerli işkenceleriyle sergileyen yaverinin karakol baskını sırasında birlikte cezalandırıldığı olayda ağır yaralanan yaver yüzbaşının Armenak’ın ayaklarına düşüp “Hayatımı bağışla Ali Ağa, çoluk-çocuğuma acı, vurma beni” türü yalvarış-yakarışlarına “Bizde düşene vurulmaz kuralı hep yürürlükte yüzbaşı, ama Munzur vadisinde dolaşan kurda kuşa yem olup olmaman bizim elimizde değil ki” diyerek onu

kaderine ve işlemiş olduğu ağır suçlarıyla kendi vicdani muhasebesini yapmaya mahkûm etmek gibi bir cezalandırmayla olduğu yerde terkedip gittiklerine dair etkileyici haber, birkaç gün zarfında Dersim dağ köylerine ulaştığında, insanlar mutluluktan havalara uçmuş, ziyarete çevrilen yıkık Ermeni kiliselerine adaklar adamış, “helal süt emmiş” TİKKO komutanının sağlığı için hayır duaları etmişlerdi. Haydar iki aydan fazla zamandır Ali Ağa olarak bildiği Armenak’tan tek adım olsun ayrılmamış, onun tüm bölge insanlarının olağanüstü büyük sevgisine layık görülmesinin ‘ilk elden’ şahidi olmanın manevi doyumuna varmasının tadını çıkarıyordu. Türk olduğunu sandığı, Zazaca bilmeyen Armenak’ın dünyada sırf adalet için yaşayan çok az insandan biri olduğuna yürekten inanıyor ve kendi kafasında efsaneleştirdiği kahramanıyla geçirdiği her anı doyadoya yaşamaya çalışıyordu. Onunla ilgili kendisine soru soranlara, bir yerine iki olumlu bilgi iletmek, hatta abartılı eklemelerde bulunmaktan da geri kalmıyordu. Çok yorgun oldukları bir gün, Mazgirt(9) yakınlarında Bağin/Pağin(10) Köyü’nde, yerel halkın Çermik(11) olarak adlandırdığı, hem ılık su pınarı, hem de çok eski tarihlerden kalma üç metrelik kalın ve düzenli olarak örülmüş taş duvarlarla çevrili, her yanı çalılık ve adam boyu yaban otlarıyla örtülü metruk bir yerde dinlenmek için mola vermek,

2 uyuyup dinlenmek durumunda kalmışlardı. 6 kişilik Partizan grubunun 4 üyesi duvar dibine kıvrılıp uyurken, 2 yoldaşı güvenlik nöbeti tutuyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber ayağa kalkan grup, komutanlarının yerdeki taşlar üzerindeki anlaşılmaz işaretleri sanki okuyabiliyormuşçasına, elindeki küçük not defterine bir şeyler çiziktirdiğini görmüşlerdi. Epeyi zaman sonra, işini bitirip, cep defterini iç cebine yerleştirirken bakışlarıyla kendisini sorgulayan gençlere dönüp “Ne yaptığımı merak ettiğinizi görüyorum yoldaşlar, bu taşların üzerinde benim anadilimde yazılar görünce, doğal olarak ne olduğunu anlamak istedim ve 7.inci yüzyıldan kalma bu yer hakkında bilgi sahibi oldum. Ben Ermeniyim, asıl adımı bilmenizin bir yararı olduğunu sanmadığım için onu es geçmeyi doğru buluyorum. Önemli olan asıl, bu topraklarda ezelden beri yaşanmış adaletsizliklere, zulme, katliamlara, yani haksızlıklara maruz kalmış, mağdur edilmiş her halktan insanların eşit olarak, özgür yaşayacağı yarınlar için bugün omuz omuza birlikte mücadele etmekte olmamızın anlaşılması ve halklarımızın devrimci kavgada bizimle olmasını sağlamak için elimizden geleni yapmaya çalışmaktır” içerikli bir konuşma yapmıştı. Duyduklarından heyecan duyan Partizan grubuna sadece 6 ay önce katılan Ali Rıza, “Benim köyümde de çok Ermeni, onların evlerinde de bu taşlardaki yazılarla yazılmış kitaplardan var. Senede iki defa bayramlarını


10-11_Layout 2 5/19/11 11:24 PM Page 2

kutlamak için köyümüze gelen, onları ziyaret eden dedelere o kitaplar üzerine dua etmelerini istiyorlar. Eğer uygunsa gece karanlığında köye gider, çocukluk arkadaşım Ermeni Musa’larla görüşebiliriz, onun çok yaşlı dedesi hâlâ sağ ve Dersim hakkında her meseleyi bilen çok bilgili biridir” deyince, beklenmedik bu öneri üzerine Armenak’ın istemiyle tüm grup, güneye Pertek’in(12) Sürgüç(13) Köyü’ne doğru yola koyulmuştu.

umut etmek istiyorum. ... 2004 Aralık’ında yeğenimin düğününe katılmak için Amerika’dayım. Fırsat bu fırsat, Tıbrevank’tan sınıf arkadaşlarımın bir akşam yemeği davetine katılmak üzere eski okul arkadaşlarımla okyanusun dalgalarına nazır küçük bir “kendin doldur-kendin ye” aşevinde toplanıyoruz. Bir, iki, beş, on... derken masamız kalabalık bir grup can yoldaşıyla doluyor. Armenak’ın sınıf arkadaşla-

güncel 11

sur ve korkusuz... Birlikte, o an orada bulunan tüm Tıbrevanklılarla doğup-büyüdüğümüz topraklara, Kilikia’ya, Batı Ermenistan’a, Medzgerd’e, Faraç’a(18) doğru kanatlanıp uçuyoruz. Orada, her zamanki gülen yüzüyle Armenak’ı görüyoruz... Sıcak, çocuk kadar masum, bildiğimiz, tanıdık tebessümüyle bize bakıyor... yüreğimiz yerinden oynuyor, kalkıyor, yükseliyor ve hayali gönlümüzde yadigâr kalıyor !...

Keşke O’nun gömülü olduğu topraklarda bir gün Orhan’lar kadar Armenak’lar da doğabilseler de, özlenen güzel günlerin güneşi tüm halkların eşit ve özgürce yaşayacağı yarınlarımızı da tüm sıcaklığıyla ısıtabilse ne iyi olurdu diye düşünmek, aynı zamanda ortak geleceğimize birlikte yürüyebilmenin tek şartını adil olarak yerine getirme görevimizi, bilinçle, insana olan inanç ve güven temelinde yükseltmeyi becermemizi de

9- Mazgirt : Batı Ermenistan’ın Ermenice aslıyla Medzgerd (Büyükhisar, Büyükşehir) anlamıyla adlandırılan şehridir. 10- Bağin/Pağin : Urartu Krallığı döneminden kalma kalesi ve ortaçağdan beri işletilen ılıcası olan çok eski bir Ermeni yerleşim yeridir. Bağnadun / Pağnik / Pağin / Bağin Ermenicede Hamam, yıkanma yerine verilen addır. 11- Çermik : Ermenice’deki telafuzuyla Çermuk, Sıcak Su, Ilıca, Kaplıca anlamında kullanılmaktadır.

Yazımın en başında bahsini ettiğim yazıda, mutlaka alıntılamayı istediğim ve kısmen doğru bulduğum önemli bilgiler barındıran başka bölümler de vardı. Orada ; “Ermeni Soykırımı sonrası bölgede sağ kalan ancak varlığını ‘gizlemek’ zorunda hisseden pek çok Ermeni aile, onunla başlayan bir uyanışın içerisinde bulur kendini, bu hem ulusal olarak kendilerine yapılan zulme karşı tavır almanın zorunluluğu, sınıfsal olarak ezilmişlikleriyle de birleştirir. O, ülkemizde yaşayan çeşitli milliyetlerden emekçi halkın kurtuluşunun sosyalizmle olacağına beyni ve yüreğiyle sarsılmaz bir inançla inanmaktadır. Hayrabet Hançer(14), Nubar Yalımyan(15)(*) ve Manuel Demir(16) gibi pek çok Ermeni devrimci TKP/ML saflarında mücadele eder ve hayatlarını bu uğurda kaybederler. Aklımızda Armenak ve yoldaşlarını alıp, bize ne kadar güzel değerler bıraktıklarını, bunları daha da geliştirmemiz gerektiğini düşünerek, millet, dil, din farkı gözetmeksizin insan olmanın, devrimci olmanın güzelliğini daha da bir hissederek…” deniyor ve hemen ardından da “Ölümünden sonra özellikle faaliyet yürüttüğü Elazığ, Tunceli, Bingöl çevresinde doğacak olan pek çok çocuğun adı da Orhan olacaktır” diye bir iyi niyet eklemesinde bulunuluyordu. Burada bir parantez açarak, önemli bulduğum bir konuya değinmek, daha doğrusu hâlâ kanayan bir yaraya parmak basmak istiyorum. Armenak’ın okuldan yakın arkadaşı olan Hrant Dink’in “Türk Solu” hakkındaki eleştirel anlatım ve yayımlanan söyleşilerinden, 12 Mart döneminin baskı ve şiddet ortamında, henüz TİKKO sempatizanı oldukları zaman, örgüt yeraltına çekildiğinde Ermeni cemaatinin başına kendi eylemlerinden ötürü kötü bir şey gelmesin diye, üç okul arkadaşının mahkemeye başvurup Ermeni isimlerini nasıl değiştirdiklerini, Orhan, Fırat ve Murat yaptıklarının acı öyküsünü bilmeyen kalmamıştır sanıyorum. Hrant, yaşadığı yıllarda nüfus cüzdanında Fırat olarak kayıtlı olduğu halde, tek defalığına bile olsa Türkçe o ismi hiç kullanmadı ve bunu çok bilinçli olarak yapıyor, bu topraklarda Fırat değil, HRANT olarak yaşayabilmenin mücadelesini verdiği için böyle davranıyordu. Bu bağlamda, yiğidimiz Armenak’la ilgili herhangi bir anlatı, söyleşi, şiir, yazı, kitap, ağıt, türkü yazıldığında, “12 Mart mirası” Orhan yerine bundan böyle onu sadece kendi adı Armenak(17) olarak anmak ve yeni nesle de onu asıl adıyla, gerçekte olduğu gibi tanıtmak gerektiğinin çok daha doğru olduğuna inanıyor, bu satırlarımın bir öneri olarak kabul görmesini diliyor, duyarlı Ermeni yüreklerine dert olan bu acının hafifletilmesi için bu yönde belirgin adımlar atılmasını arzuluyorum.

KAMO/Simon Der-Bedrosyan’ın yaşamları şaşılası bir benzerlik gösterirler.

12- Pertek : Batı Ermenistan’da asıl adı Pertak/Pertag olan ve (Küçük kale, Kalecik) anlamını taşıyan önemli bir şehridir. 13- Sürgüç : Ermenice Surp Pırgiç (Kurtarıcı, Aziz/Kutsal İsa -peygamber-) anlamını taşıyan ve aynı adla anılan bir de Ermeni kilisesi olan Pertak yakınlarında bir köydür. Sürgüç, bozuk ağızla telaffuz edilen şeklidir. 14- 1957, Sivas-Gemerek doğumlu Hayrabet Hançer (Honca), 1969-1975 yılları arasında S.H.Tıbrevank’ta okudu. İleriki yıllarda TKP/ML Hareketi safında politik çalışmalarda bulundu, çok aktif ve göze çarpan bir militandı. “Halkın Birliği” gazetesi editörlüğünü yaparken, 1 Mayıs 1980 günü Kayseri’de faşistler tarafından güpegündüz sokak ortasında hunharca katledildi. 15- 1958, Mardin Silopi kırsalında yaşayan Ermeni Varto Aşireti doğumlu Nubar (Reşo) Yalımyan, 1970-1973 yılları arasında S.H.Tıbrevank’ta okudu. İleriki yıllarda TKP/ML safında politik çalışmalarda bulundu, İstanbul’da yayınlanan Ermenice günlük MARMARA gazetesinde çalıştı. 1977’de 1 Mayıs katliamında Kontr-gerilla kurşunlarıyla yaralandı. 1978’de politik ilticacı olarak Hollanda’ya göç etti. Yurtdışında olduğu yıllarda da çok aktif ve göze çarpan çalışmalarda bulundu. Ermenice-Türkçe dilinde “BAYKAR-Mücadele” adlı bir derginin kuruculuğu ve başyazarlığını yaptı. 5 Kasım 1982 günü Utrecht’de kaldığı evde Türk devletinin gizli ajanları tarafından delik deşik edilerek katledildi.

rından, Hrant’ın anlatımlarında “kutsal üçlü” olarak anılan ve Ermeni isimlerini değiştirmek için mahkemeye başvuran yoldaşlardan üçüncüsü Stepan’la, bir diğer sınıf arkadaşı Zadik tam karşımdalar. Anadolu, Tıbrevank, Diaspora, Ermenistan, Karabağ ve daha nice konu hakkında konuşuyor, tartışıyor, boğuşuyoruz... Yiğidimiz Armenak da tabii bizle beraber, yanımızda, içimizde, hatta başucumuzda ama hiçbirimiz adını vermeye cesaret edemiyor gibi... Adı dilimizin ucuna geliyor da yutkunup, boğazımızda düğümleniyor sanki... bir türlü ağzımızdan çıkmıyor, çıkamıyor nedense ! Çok aktif, gürültülü koyu sohbet gırla giderken, bir an beklenmedik, hiç nedensiz bir sessizlik oluyor her nasılsa... Stepan’la göz göze geliyoruz, Zadik de bakışlarıyla sessizce bize katılıyor... İçimiz içimize sığmıyor artık... Stepan barut gibi, patladı patlayacak... Zadik ateş sanki, yanıp tutuşuyor... Dayanamıyorum artık, dayanamıyor hiçbirimiz... Ve bizden kim başlıyor hatırımda değil ama, Armenak’ın anısına hep bir ağızdan, hep beraber güzel bir Anadolu türküsü söylüyoruz... HAYALİ GÖNLÜMDE YADİGÂR KALAN ! Sesimiz olabildiğince gür, sesimiz pek ce-

DİPNOTLAR: 8- “Kamulaştırma” denilince akla ilk olarak, “Lenin’in fedaisi” Bolşevik kahraman, KAMO devrimci adıyla tanınan Simon Der-Bedrosyan gelir. O, tarihe meydan okuyan, onu değiştirmek için kurbanı olacağı tarihsel güçlere dayandıran efsanevi devrimci bir kahramandır. 15 Mayıs 1882’de Tiflis yakınlarında, Stalin’in de doğum yeri olan Gori Kasabası’nda dünyaya gelmesinden, 18 Temmuz 1922’de trajik ölümü sonrası Yerevan’ın kenarındaki ebedi huzura çekildiği güne kadar süren 40 yıl gibi kısa hayatına olağanüstü çalkantılı, devrimci bir yaşamı sığdıran bu Ermeni enternasyonalistin tıpkı bir mermi gibi akıl almaz yaşamı, sırf kendine özgü bir çizgi izler. Devrim için hayatını defalarca hiçe sayarken Çarlık, Avrupa ve Osmanlı zindanlarından vakurla geçen bu efsanevi devrimci, ender görülen bir fiziksel cesarete, az bulunur bir irade ile bir halk kahramanının, bir adalet dağıtıcısının tüm özelliklerini kendinde toplamıştır. Efsanevi devrimci Simon Der-Bedrosyan’ın ölümünden 50 yıl sonra bile Bakülü taksi söförü, Tiflisli meşrubat satıcısı ya da Batumlu çay toplayıcısı kadın Simon Yoldaş’ı sadece tanımakla kalmayıp ondan sevgiyle söz etmesi olağandışı olmakla birlikte, anlamsız değildir. (Bu efsanevi devrimcinin yaşam ve mücadelesiyle ilgili Jacques Baynac’ın pek değerli bir incelemesi “KAMO Lenin’in fedaisi” adıyla Kaldıraç Yayınları tarafından yayınlanmıştır.) Armenak ile soydaşı ve yoldaşı

16- 1963’de Kayseri-Bünyan-Gigi Köyü’nde doğan Manuel Demir, 1974-1980 yılları arasında S.H.Tıbrevank’ta okudu. İleriki yıllarda TKP/ML safında aktif politik çalışmalarda ve 1987 sonrasında MK üyeliğinde de bulundu. 1981-1985 yıllarını hapiste geçiren, özgürlüğüne ulaştıktan sonra çok daha aktif ve illegal örgütleme çalışmalarında önder kadro konumunda bir militanken, Kandıra Piyade Alayı’na karşı yapılan askeri bir operasyon sonrası polislerce takip edilerek Sefaköy’de kaldığı evde tutuklandı ve çok ağır işkencelerden geçirildi. Yiğitçe direnişini hazmedemeyen devlet güçleri tarafından İstanbul-Sefaköy yolunda boş bir arsaya götürülüp kurşuna dizilerek, 24 Ocak 1988 günü hunharca katledildiği halde, bu cinayeti gizlemek için “çatışmada ölmüş” süsü verildi ve Türk basını da bu yalana çanak tuttu. 17- Armenak, Ermenice “Küçük Ermeni”, “Ermenicik” anlamını taşımaktadır. 18- Armenak’ın kendi vasiyeti üzerine yoldaşları tarafından Faraç’ta gömülmesi de bizleri tarihin bir başka önemli olgusuyla, çok anlamlı bir şekilde karşı karşıya getirmiştir. 1915’te kırımdan kaçan Palu Ermenilerinden yüzlercesi Alevi İzol Aşireti’nin yaşadığı Peri suyunun iki yakasına dizili onlarca köyde sığınak bulmuş ve 1916’da devletin bu bölgelere askeri harekat yapması üzerine Dersim içlerine çekilmişlerdir. Bu Ermeni kaçaklar ve direnişçilerinin bir yıl kadar barındıkları köylerin bir kısmı bugün Karakoçan’a (Ermenice Oğu/Ohu), bir kısmı ise Mazgirt’e (Ermenice Medzgerd) bağlıdır ve Faraç da o köylerden biri olarak, Armenak’ı “kendi vasiyeti üzerine” atalarının ruhuyla buluşturmuştur. Bu vesileyle, hem 1915’te mazlum Ermenilere sahip çıkan, hem de 65 yıl sonra Armenak’ın cenazesini layık olduğu büyük bir kitle katılımıyla kaldırıp, düşmana inat, ebediyen bağrına basan dost ve yoldaş bölge insanlarına teşekkürü borç bilir, saygı ve sıcak selamlarımızı sunarız.


12-13_Layout 2 5/19/11 11:25 PM Page 1

20-31 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

Düzeni ve düzen pa Geniş çerçevede yükselen boykot eleştirisi yeni demokrasi güçlerinin kıyılarına kadar vurmuş, hatta geniş çeperlerin de içine sızmıştır. Bu noktadaki politik ve örgütsel duruşa yansıyan eğilim her bakımdan geri, yapı dışıdır. Belirlenmiş somut bir politikamız vardır ve bu geçerlidir.

zen içi yasalcı reformist kesimleri saymazsak, seçimlerin siyasi iktidar mücadelesinde ancak taktik bir araç olarak anlam taşıdığı kesindir.

Seçim süreci nasıl işliyor? Komprador düzen partileri arasında bildik senaryolar sahneleniyor. AKP ile CHP, bol projeli vaatler yarışı ve karşılıklı düellolarla meydanları dolduran kitlelere vaaz veriyorlar. Bu iki düzen partisinin büyük oy potansiyeline sahip olduğu açık. CHP’de belli oy artışı gözlemlenirken, bu artışın göreli olarak devam edeceği gelişmelerin mantığına uygundur. AKP’de belli bir oy yitimi görülmekle birlikte, bu oy kaybının ciddi oranlarda olmayacağı doğrudur. Seçimler klasiğinin başka bir yüzü de, parlamentoda temsil edilen MHP’ye ilişkin gelişmelerdir. MHP, özellikle sansürlü “kaset“ skandalları perdesiyle baraj altına itilerek burjuva siyasi yaşamdan silinmeye çalışılıyor. AKP/CHP koalisyon hükümetiyle emperyalist yapılanma sürecinin ilerletilmesi ve yeni anayasanın yapılması hedeflenmekle birlikte, bu planın burjuva cephenin mutabakatıyla uygulanmasında belli bir muhalefet engeli oluşturan MHP’nin paçavra edilmesi gerekiyordu ve bu yapılıyor. Bu burjuva yumağı çözmek ya da bu komprador döngüde cereyan eden gelişmeleri bu yazının konusu yapmadığımız için geçiyoruz.

Boykot taktiği en geniş kesimlerce eleştirilmekte, hatta siyaset adına horlanmaktadır. Boykot taktiğinin tutarlı gerekçeleri tarafımızdan açıklandığı için bunları tekrar etmenin gereği yoktur. Tasfiyeciliğe karşı stratejik tavır ve duruş özünde izah edilen bu temel gerekçelerin haklılığı bir yana, özellikle Kürt ulusal hareketine yönelik yaşanan saldırılar ve düzenin güvenoyunu tazeleme eylemi olarak yaşanan gelişmeler, boykot taktiğinin isabetini açığa çıkarmaktadır.

Geçmeden söyleyelim ki, bu kokuşmuş bataktan halklarımız adına bir müspet çıkmaz. Dahası seçimlerin proletarya ve halklarımıza, esasta ve stratejik değerde yarar sağlayan bir muhtevada olmadığı genel kabul gören doğrudur. Dü-

››

Seçimleri esasta taktik bir mücadele aracı gören devrimci hareket ile seçimlere mücadele esasları bağlamında daha ileri anlamlar (stratejik anlamlar) yükleyen Kürt ulusal hareketi, konsept olarak ulusal hareketin desteklenmesi ekseninde seçim ittifakı ile birleşmektedirler. Burjuva-feodal düzen partileri ötesinde, devrimci-demokratik güçlerin ezici çoğunluğu da seçimlere girmektedir.

Dolayısıyla, boykot taktiğini siyasetsizlik olarak horlayıp eleştiren yaklaşımların, kendilerinin stratejik siyaset ve öngörüden uzak olup formel siyasette kaldıkları doğrudur. “Demokratikleşme-çözüm-açılım“ teraneleri çalındığında da Yeni demokratik güçlerin siyasetleri aynı horlanmalara maruz kalmıştı. Fakat sosyal pratik yeni demokratik güçleri doğruladı. Bugün devrimci hareketin geleceği ile tasfiyecilik arasında bağ kuramayarak günübirlik ve biçimsel esaslar üzerinden siyaset yaparak boykot tavrını horlayanlar yine yanılgılarıyla baş başa kalacaktır.

Hedef düzen partileridir Seçimlerin ne Kürt ulusunun ve ne de Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının kurtuluş yolu olamayacağı devrimci açıdan kabul gören ortak doğrudur. İlkeli ve stratejik siyasetten kopmaktansa, devrimimizin geleceği uğruna

Taktik politika kitlelere taşınmalıdır

taktik-geçici zararlar görmek yeğdir. Bu yanlış taktik değil, tersine doğru siyasettir. Doğru siyaset olan boykot taktiğinin doğru anlaşılması ve doğru uygulanması önemli bir sorundur. Boykot taktiğimiz devrimci-demokratik güçlerin, ulusal hareketin çalışmalarımızla hedeflenip teşhir edilmesi anlamına gelmez. Devrimci-demokratik

Seçimlere yaklaşırken ilkesel ret mantığından hareket etmedik-etmiyoruz. En özlü ifadeyle; seçimlerin teşhir olmuş faşist düzenin güven tazelemesi ve buna bağlı olarak kitleleri düzen içine çekerek devletle barıştırılması içeriğinden ötürü: Tasfiyeciliğin derinleştirilip devrimci çizgi ve duruşun en azından uzun

güçlerin çalışmalarını engellememeye hassasiyet göstereceğimizi, bunları veya adaylarını hedef alıp teşhir etmeyeceğimizi beyan etmiştik. Buna karşın, bu dost güçlerin çalışmalarına karşı özel bir karşı çalışma yürütmesek de, kitlelere genel olarak yapacağımız boykot çağrısı bu dost güçlerin çalışmalarını elbette bir ölçüde etkileyecektir ki, bundan kaçınmak olası değildir ve bu, objektif bir yansıdır. Dost güçlerle aynı

bir süre olüm sesizliğine gömülmesi fonksiyonundan ötürü;

tüm bunlar somut tehlike durumundadırlar):

Devrimci direnç ve silahlı mücadelenin modası geçmiş bir maceracılık olarak marjinalize edilip, buna karşın yasalcı reformizm ve burjuva demokrasisinin çekim merkezi haline getirilmesiyle beliren büyük tehlikede oynadığı rolden ötürü (ki,

Ve tüm bunlara karşın devrimci çizgi ve duruş temelinde militan mücadelenin temsil edilmesi, devrimci hareketin sürüklenmek istendiği karanlıktan geri tutulması: Hakim sınıfların ve tüm emperyalist gericiliğin yaydığı ideolojik-kültürel


12-13_Layout 2 5/19/11 11:25 PM Page 2

perspektif

partilerini teşhir et! bu dolayımla kimi önemli hatalara davetiye çıkardığı görülmüştür. Örneğin kendisini “ilerici”, “demokrat” olarak nitelendiren birçok kişi Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP’de köşe kapma yarışına girişmiştir. Bu kişilerin; gerici faşistlerin, halkımıza şirin olarak gösterilmesinde payları son derece büyük olmuştur, olmaktadır. CHP ve gerici düzen bizzat bu kişiler eliyle aklanmakta ve ezilenlere “kendi cellâdınızı kahramanlaştırın” denilmektedir. Bu pratik sahipleri büyük bir vebal altına girmişlerdir. “İlerici”, “demokratik” kimliklerini son derece yanlış tutumlarıyla zedelemiş ve büyük bir aldatmacanın parçaları olmuşlardır. Ve bu saatten sonra onların dün ne yaptığı önemli değildir. Bugün ne yaptıkları ve neyi güçlendirdikleri belirleyicidir. Yeni demokrasi güçleri bu perspektifle hareket ederek bulunduğu bütün alanlarda yanlışlara karşı amansızca mücadele edecek ve etkili bir teşhir çalışması yürütecektir.

Politikamızda ısrar etmeliyiz

çalışma alanlarında kitlelere genel çağrılarımızı yapmaktan sakınmayacağız ki bunu da faşist düzen partilerini ve düzenlerini teşhir propagandasıyla dillendirmeliyiz. Boykot tavrımızın doğrudan hedefleri gerici düzen ve AKP, CHP, MHP gibi onun bütün siyasal partileridir.

va-feodal gericilik, ezilen milyonlardan “güvenoyu” alarak “istikrarı” sürdürmeyi hedefliyor. Tam da bu nedenle düzen partileri parlatılmakta, Kılıçdaroğlu örneğinde görüldüğü gibi piyasaya yeni kurtarıcılar sürülmekte ve böylelikle ezilenler kitleler halinde gerici-faşist düzene yedeklenmeye çalışılmaktadır.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi 12 Haziran genel seçimleriyle birlikte burju-

Hakim sınıfların güttüğü bu politikanın halk saflarında bilinç bulanıklarına ve

zehirlenme ve saldırılara karşı, sınıf çelişkileri zemininde proleter sınıf devrimi ve somutta halk iktidarı uğruna devrimci ilkelerin, devrimci teori ve pratiğin temsil edilerek korunması: Demagoji ve hileli tuzaklarlarla somut olarak uygulanan tasfiyeci saldırılara karşı devrimci tavrın geliştirilmesi vb. gibi saiklerle boykot taktiğini gerekli

ve doğru siyaset olarak uyguluyoruz. Sorunu salt Kürt ulusal hareketinin desteklenip desteklenmemesi bağlamında ele almıyor, bu darlıkta görmüyoruz. Türkiye-Kuzey Kürdistan halkları ve ezilen ulus ve azınlıklarının devrimci kurtuluşu bakımından geçerli olan güncel, politik taktik yönelim bağlamında ele alıyoruz. Ne de-

Önemli olan meselelerden biri de boykot tavrının siyasi kampanya ruhuyla pratikleştirilememesi-pratikleştirilmemesi eksikliğidir. Seçimlere yaklaşırken boykot performansının somut çalışmalara yeterince yansıtılmaması önemli bir zayıflıktır. Bu sorunun daha fazla savsaklanmadan giderilmesi gerekmektedir. Düzen ve siyasi partilerinin siyasal teşhiri, demokratik cumhuriyet programımızın somut gündeme uyarlanarak propaganda edilmesi ertelenemez bir görevdir. Yeni demokrasi güçleri zaman kaybetmeden seferberlik ruhuyla boykot taktiğini propaganda etmelidirler. Pratik çalışmalarla yürütülmeyen her hangi bir taktik salt belirlenmiş olmakla kalır ki, bu siyaset tarzı samimi olamaz. Boykot taktiğimiz samimi görüşlere oturan devrimci bir siyasettir. Bu siyaset sosyal pratikte uygulanmadan doğruluğu ispatlanamaz ve samimiyet tartışmalarına da muhatap kalır. Her şey-

mokratik partiler ve ne de demokratik adaylar boykot taktiğimizde belirleyici etken olamazlar. Seçimlere katılma taktiğinin gerekçeleri daraltılmış bir hedef ve öngörüye dayanmaktadır. Boykot taktiğinin gerekçeleri ise hem stratejik bakış açısına dayanmakta, hem de güncel politik durumdan beslenmektedir. İki taktik

den önemlisi de devrimci politikamızın hayata geçirilmesi tabii politik mücadelemizin ve siyasal hedeflerimizin gereğidir. Dolayısıyla iradi belirlemelerimiz uygulama aşamasıyla birleşen tutarlı bir zemine oturmalıdır. Yeni demokrasi güçleri boykot taktiğine uygun çalışmalarını hızlandırarak görsel, sözlü, yazılı ve çeşitli biçimlerde etkili bir ajitasyon-propaganda yürütmelidirler. Geniş çerçevede yükselen boykot eleştirisi yeni demokrasi güçlerinin kıyılarına kadar vurmuş, hatta geniş çeperlerin de içine sızmıştır. Bu noktadaki politik ve örgütsel duruşa yansıyan eğilim her bakımdan geri, yapı dışıdır. Belirlenmiş somut bir politikamız vardır ve bu geçerlidir. Taktik siyasetlerin önemi ve ele alınışları yeni demokrasi güçleri acısından açıktır. Genel doğru olarak taktik politikaların güncel siyasal gelişmeler ve konjonktürel koşullardaki değişikliklere paralel olarak değiştirilmesi her zaman mümkünken, bu doğrudan hareketle taktik siyasete ilişkin somut değişim algısıyla beklentiye kapılmak ve belirsizliğe girerek yürürlükte olan politikanın hayata geçirilmesinden geri durmak doğru olamaz. Taktik siyasetimizde net ve kararlı duruş sergilemek şarttır. Bunu somut pratikte sağlayacak olan, yapının tüm aktivistleridir. Her aktivist, bulunduğu her alanda boykot tavrını etkin olarak savunup uygulamak durumundadır. Eleştiriler, tartışmalar, farklı görüşler ve benzeri tutumlar, boykot taktiğinin esnetilmesi ve gereğinin yerine getirilmemesinin gerekçesi olamaz. Egemen atmosferin etkisinde kalarak sallantılı durmak asla devrimci yaklaşım olamaz. Belirlenmiş siyaset tüm güçlerimizi ve her bir aktivistimizi mutlak bir şekilde bağlamaktadır. Kişisel yaklaşım ve görüşler boykot taktiğinin savunulup örgütlenmemesine gerekçe olamayacağı gibi, eleştirilerin baskılanması altında kalarak liberal eğilimlere girmek de kabul edilemez.

arasında düzenin teşhir edilmesi anlamında uçurum olmasa da, somut durumun tahlili meselesi ve devrimci hareketin karşı karşıya olduğu tehdidin algılanmasına dönük öngörüde tamamen farklılıklar egemendir. Buraya oturan taktik siyasetin boykot tavrı biçimi hiç şüphesiz ki siyasi tutum ve tavır anlamında daha etkilidir.


14-15_Layout 2 5/19/11 11:26 PM Page 1

20-31 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

Kadın kanı durur mu? Son 7 yılda kadın katliamları yüzde bin 400 arttı. Ayşe Paşalı’da bu istatistik verini bir parçası ve onun gibi onlarcası. Ayşe Paşalı ile gündemi sarsan kadın katliamları ve sistemin bundaki rolü üzerine YDK ve DKH’den görüşler aldık. Bireysel değil toplumsal YDK: Kadına yönelik şiddetin, kadının direkt yaşam hakkını elinden alan bu çeşidi artık kimsenin gözlerinin kapatamayacağı bir boyuta ulaşmış, hatta kadın kıyımı/katliamı vb. şekillerde adlandırılmaya başlanmış durumda. Bunda elbette kadına yönelik şiddetin (özellikle de kadın örgütlenmelerinin konuyu gündeme taşımasından kaynaklı) genel olarak daha fazla görünür kılınmasının etkisi büyüktür. Ancak diğer yandan rakamların

Yeni Demokrat Kadın olarak, kadın cinayetlerinin failleri çok büyük oranlarda her ne kadar en yakınındaki erkekler olduğunu bilsek de, meselenin bireysel değil toplumsal, adli değil politik bir mevzu olduğunu düşünüyoruz. söylediklerine ve günlük gazetelere baktığımızda bunun bir gerçeklik olduğunu görmemek imkansız. Ayşe Paşalı davası da birçok yönüyle kadın cinayetleri konusunda önemli bir örnek teşkil ediyor. Bilindiği gibi Ayşe Paşalı, boşandığı İstikbal Yetkin’den ölüm tehditleri almaktaydı ve polise ve savcılığa yaptığı başvurulara rağmen Yetkin tarafından katledilmişti. Bu duru-

mun, kadın cinayetlerinde yaşanma oranı oldukça yüksek. Yani kadınlar, siseçtiğimiz günlerde eski eşi tarafından katledilen Ayşe tem tarafından göz göre Paşalı’nın davası sonuçlandı. Paşalı’yı katleden İstikbal göre ölüme terk ediliyorlar. Örneğin bir istatistik veri Yetkin davanın sonunda “ağırlaştırılmış müebbet hapse” olarak 2010 yılında öldürümahkum edildi. Paşalı’nın devletten koruma istemesi, len ya da şiddete uğrayan konunmanın sağlanmaması, yani Paşalı’nın katledilişinin göz göre kadınların yüzde 42’sinin göre seyredilmesi bir çok tepkiye de neden olmuştu. Çeşitli kadın ölüm tehdidi aldığı, can güvenliklerinin bulunmadığı örgütleri Yetkin’in de diğer kadın katliamlarında rol alan kişiler ya da şiddet gördükleri gegibi “tahrik indiriminden” yararlanmasının engellenmesi adına rekçesiyle karakola ya da eylemler yaptı. Nitekim dava geçmişteki kadın cinayeti davalarına Cumhuriyet Savcılıklarına nazaran daha “olumlu” bir kararla sonuçlandı. Paşalı davası başvuruda bulundukları özgülünde katil zanlısının ağır hapse çarptırılması bir anlamda elbiliniyor. Ayşe Paşalı da bunlardan biriydi. Yüzü betteki olumlu bir gelişme. Davanın ardından bu kararın diğer gözü mor fotoğraflarının kadın katliamlarında örnek teşkil edebileceği tartışıldı. Medya basına yansımasından Paşalı katliamını Yetkin’in sırtından alabildiğine kullandı ve davanın sonra kaybettik A. Paşasonucunu da “zafer” çığlıkları ile verdi. Peki Yetkin’in Paşalı’yı katlı’yı. Yani hepimiz başına gelebilecekleri tahmin ledene kadarki süreçte müdahale etmeyen, koruma talebini göredebiliyorken, katil Paşalı’yı öldürdü. İbrahim Yetkin’in yargılandığı davanın elimizden zaten en doğal hakkımız alınmış, ama yine yine en belirgin yanlarından biri olarak duruşma süde mücadele etmek zorundayız. reçleri kadın cinayetlerinde hep rastlanan bir örneği oluşturuyor. Yetkin, “ağır tahrik indirimi”nden yararBiz Yeni Demokrat Kadın olarak, kadın cinayetlerinin falanmak için elinden geleni yaptı bilindiği gibi. Suç aleti illerinin çok büyük oranlarda her ne kadar en yakınındaolan bıçağın uzunluğundan, “eşini aslında ne kadar ki erkekler olduğunu bilsek de, meselenin bireysel değil çok sevdiğine” kadar bir dizi yönteme başvurdular. toplumsal, adli değil politik bir mevzu olduğunu düşünüNormalde bu davanın daha önce görülen ve ağır tahrik yoruz. Dolayısıyla da mücadelenin de bu minvalde verilindirimi uygulanan onlarca-yüzlerce davadan hiçbir mesi gerektiğini düşünüyoruz. Yoksa tek tek erkeklerle farkı yoktu. Kıskandığını, aldatıldığını vs. ileri sürerek uğraşmak hem imkansız hem de öldürüldükten sonra onlarca-yüzlerce katil hakkında ağır tahrik indirimi katillerin hak ettikleri cezayı almalarını sağlamaktan öte uygulandı. Ancak bu kez olmadı. Bu davanın en önemli bir anlam ifade etmeyecek yaptıklarımız. mesajı da burada yatıyor diye düşünüyoruz. Çünkü ailesi, avukatı ve kadın örgütlenmeleri bu davanın takip- ‘Haksız tahrik’ çisi olarak bu insanlık dışı maddenin uygulanmasını DKH: Ayşe Paşalı, devletin kadına yönelik şiddete karşı engellediler. Bu elbette bir yanıyla da trajiktir, zira ölüç maymun tavrına çok somut bir örnek. Bir insanın dürüldükten sonra yaşam hakkımızı elimizden alan katledileceğini bile bile, bu katliamı önleyecek önlemkişinin hak ettiği cezayı almasını sağlamak için dahi ler alınmaması başka türlü nasıl ifade edilebilir ki? ciddi bir mücadele yürütmek zorunda kalıyoruz. Yani Dünyada özelde ülkemizde kadın birey kimliliğiyle de-

G


14-15_Layout 2 5/19/11 11:26 PM Page 2

ropörtaj maz çünkü hala yasalarda birey kimliğimizle değil ‘aile’ gibi kavramlar üzerinden tanımlanıyoruz. Bu ülkenin anayasaları bizi koruyamaz çünkü bizlere uygulan her türlü şiddete bir bahanesi vardır, bu bahane bazen ‘haksız tahrik’tir, bazen de bu düzence üretilmiş başka bir kavramdır. Sonuç olarak kadının yaşam hakkını tavuk keser gibi elinden almak, kötü kalpli bireylerin, canavarlaşmış ruhların saldırısı gibi ele almamak arka planında yatan sistemin, devletin, yasaların kadınlara karşı politik ve stratejik yönelimini, hedefini açığa çıkarmak gerekir. YDK: Sistem ve erkek egemenliğine karşı mücadeleyi bir bütün olarak almak gerektiğini düşünüyoruz bu meselede de. Yani sistemin kadına (ve de erkeğe) yüklediği rolü ortadan kaldırmadığımız sürece (bu durumda sistemin bir

nızı ve hedefinizi de ortaya koyuyor. Bugün kadınlara yönelik şiddete karşı mücadelede sonuç alabilmek için kadınların sadece cinsel şiddete değil, her türlü sömürü ve baskıya karşı yürütülen toplumsal mücadelelerin içerisinde aktif olarak yer alması, bu düzeni yıkmadan kadının kurtulamayacağını bilince çıkarması gerekir. Kadınların mağduriyetine karşı mücadeleyi aşan, kadını çok yönlü mücadelelerin örsünde çelikleştiren bir mücadele zemini zorunludur. Bu nedenle kadınların karşılaştığı şiddeti görünür kılmakla yetinmemek gerekiyor. Kadının tüm bu cendereye rağmen direndiği, hakkını aradığı, boyun eğmediği, başını dik tuttuğu örnekleri daha çok vurgulamakla başlayabiliriz. Bugün egemen sitemin saldırılarının bu

Devrimci kadınların bir araya gelerek, kadına yönelik her türlü şiddete karşı ortak bir mücadele hattı örmesi, erkek egemen sömürü düzenini köklerinden zorlaması, mücadelesini en geniş kadın kitlelerine yayması önemli.

meyenlere ne olacak? Bir kadın öldükten sonra arkasından katiline verilen ceza neyi değiştirecek? Kadın cinayetlerinin önünü Yetkin’e verilen ceza kapatacak mı? Ayşe Paşalı davasının sonuçlanmasının ardından davaya, kadın katliamlarına ve sürdürülmesi gereken mücadeleye ilişkin Demokratik Kadın Hareketi (DHK) ve Yeni Demokrat Kadın (YDK)’la görüştük.

Sorular: 4 Ülkemizdeki kadın cinayetlerini Ayşe Paşalı katliamı üzerinden değerlendirirsek soruna nasıl bir tarif koyabiliriz? Sizce sorunun ele alış biçimi nasıl olmalıdır? 4 Kadın cinayetleri gün geçtikçe artıyor, kadın örgütleri farklı argümanlarla sorunu gündeme taşımaya çalışıyor. Sizin buna dair çözüm önerileriniz nelerdir? Kısaca özetleyebilir misiniz?

ğil, ‘eş’, ‘anne’, ‘sevgili’, ‘kız kardeş’, ‘namus’ kavramlarıyla ve erkek cinsi üzerinden tanımlanmaktadır. Kadına yönelik şiddet her şeyden önce ezilen emekçiler içinde ezilenin de ezileni olan kadına karşı erkek egemen sömürü düzenlerinin örgütlü bir saldırısıdır, yani tek tek kendini bilmez erkeklerin tek tek kadınlara karşı bir saldırısı değil, tüm kadınlara karşı, örgütlü, politik bir yönelimidir ve sonuç olarak hedefi kadın cinsini hizaya getirmektir, ola ki kadınlar cephesinden gelişecek bir isyanı korku salarak, önlemektir. Neredeyse her gün bir kadının katledilmesi haberiyle irkiliyoruz. Televizyonlarda, gazetelerde köşe yazarlarının ah vahlarıyla karşılaşıyoruz. Aynı gazetelerde, televizyonlarda

kadının birey kimliğini yok sayan, aşağılayan, kadının boynundaki urgan; geleneksel rollerin hatırlatılarak pekiştirildiği dizileriyle, sabah programlarıyla, reklamlarıyla da karşılaşıyoruz. Ne zaman bir kadın katledilse feodal-burjuva medyada eğitim, yoksulluk tartışmaları gündeme geliyor, Ayşe Paşalı’yla ilgili de çok yazan çizen oldu. Hepsi de kadın katliamlarının ardında saklanan erkek egemen sömürü düzenini, mevcut yasaların kadının yaşam hakkını güvence altına almamasının nedenini katliamın ardında yatan bu gerçeklikte aramadı aramak da istemedi. Bu ülkenin yasaları biz kadınları koruyamaz çünkü yasalara rengini veren ataerkil zihniyetin ta kendisidir. Bu ülkenin yasaları bizi koruya-

bütün olarak değişmesinden başka da bir yol görünmüyor) tüm şiddet vakalarında olduğu gibi kadına yönelik şiddet de var olacaktır. Ama elbette biz sistemin değişmesini beklemeyeceğiz/beklemiyoruz. Bu nedenle de öncelikle kadınların bilinçlenmesi ve şiddete karşı ortak bir mücadele hattının örülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Zira kadın cinayetlerinde kullanılan dile, sistem tarafından gündeme taşınma biçimine dikkat edildiğinde, kadının itaate davet edildiğini, karşı çıkmaktan korkutulduğunu vs. de görüyoruz. Kadın “kocasından” ayrılmazsa, dediğini yaparsa, ailesinin istediği gibi bir yaşam kurarsa öldürülmez! Bizler cinayetin anti-tezi olarak itaat dayatmasına karşı da kadınları bilinçlendirmek durumundayız. Bunun dışında elbette “ağır tahrik indirimi” gibi kadın karşıtı maddelerin kaldırılması, kadın cinayetlerinin “nitelikli insan öldürme” kapsamına alınması, kadın sığınma evlerinin tüm ayrıntılar düşünülerek çoğaltılması ve yaygınlaştırılması gibi talepleri benimsiyor ve kadın cinayetlerinin engellenmesi noktasında önemli adımlar olacağını düşünüyoruz. Yeni Demokrat Kadın olarak haziran ayının ilk haftasında başlayacak ve 25 Kasım sürecine kadar devam edecek “Kadına yönelik şiddeti” temel alan kampanyamız döneminde de kadın cinayetlerini özel bir başlık olarak alacağımızı da sizin aracılığınızla duyurmak isteriz.

Mücadele zorunludur DKH: Sorunun tanımlanışı önemli bir yerde duruyor; çünkü yaptığınız tanım aynı zamanda mücadele argümanları-

kadar çok olmasının bir nedeni de bu saldırıların meşrulaştırılması ve şiddete karşı mücadelenin de düzen içileştirilerek nedenlerinden koparılmasıdır. Yani kadınlara yönelik şiddetin en önemli tarafı da hem şiddete uğrayanı hem de şiddet göstereni etkisi altına alan, sistemin erkek egemen ideolojik saldırılarıdır. Bu saldırılara karşı durabilmenin, çözüm üretebilmenin en önemli ayağı, bu ideolojik saldırılara karşı ezilen sınıfın bilimsel ideolojisine sarılarak, bu güçlü zemine yaslanarak kadının özgün örgütlü mücadelesini politik bir güce dönüştürmek olacaktır. Bu hedef doğrultusunda da devrimci kadınların bir araya gelerek, kadına yönelik her türlü şiddete karşı ortak bir mücadele hattı örmesi, erkek egemen sömürü düzenini köklerinden zorlaması, mücadelesini en geniş kadın kitlelerine yayması önemli. Yüzyıllardır öğrendiğimiz, deneyimlediğimiz bilimsel bir gerçek var, sadece mevcut yasaları zorlamanın kadını kurtarmayacağı. Kadına yönelik şiddete karşı bu çaba bütünlüklü mücadelenin sadece bir yönü. Çünkü kadın ve kadına dair her şey kağıt üzerinde uçucu bir kalem gibi. İşte bu nedenle Ayşe Paşalı’nın öldürülmesi, sadece katil bir erkek ve mağdur kadın olarak ele alınamaz. Bu hem çok kolay olan, hem de sisteme hizmet eden bir anlayıştır. Tüm kadınlara çağrımız, uzun vadeli devrimci bir mücadele için sürekli, kesintisiz ve çok yönlü örgütlü mücadeleyi yaşamlarının her alanında açığa çıkarmaları, gizli enerjilerini kendi kurtuluşları için seferber etmeleridir.


16-17_Layout 2 5/19/11 11:27 PM Page 1

16 gençlik

Halkın Günlüğü 20-31 MAYIS 2011

Sınav, stres ÖSYM tarafından yapılan sınavlarda ortaya çıkan kopya skandalları, öğrencilerin günlük yaşamlarını derinden etkilerken psikolojilerinin de bozulmasına sebep oluyor.

Gençler geleceksiz gençler gözaltında ‘19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda devlet erkanı bayram havasında toz pembe mesajlar verirken sağlık emekçileri işsizlik, yoksulluk ve geleceksizlik içerisinde gençliğin ölüme mahkum edildiğini söyledi. KESK’e bağlı Sosyal Hizmet ve Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Genel Merkezi üyeleri, Başbakanlık ek bina önünde “Çatışmalar son bulsun, gençler ölmesin” pankartı açtı. Kolluk güçlerinin abluka uyguladığı bina önünde “Savaşa değil, sağlığa, gençliğe bütçe” sloganları atan SES üyeleri adına SES Genel Mali Sekreteri Şinasi Dursun konuştu. ‘19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’ kutlanırken günümüz şartlarında milyonlarca gencin işsiz, güvencesiz ve yoksulluk sarmalında, çatışma ortamında ölüme terk edildiğini söyleyen Dursun, son günlerde artan çatışma ve şiddet ortamında onlarca gencin yaşamını yitirdiğine dikkat çekti. Başta gençliğin hak taleplerine, devlet ve iktidar eliyle azgınca saldırıldığını sözlerine ekleyen Dursun şöyle konuştu: “Irkçı ve şoven histerinin yaratacağı toplumsal felaketleri biliyoruz. Sağlık iş kolunda örgütlenmiş bir sendika olarak gelişmeleri kaygıyla izliyoruz. Tüm üyelerimizi, kamuoyunu ve dostlarımızı yaşanan bu süreçten birinci dereceden sorumlu olan Başbakan ve hükümetin bu baskıcı, otoriter, tehlikeli yönetimine karşı mücadele etmeye çağırıyoruz.”

30 Nisan tarihinde Mersin’in Erdemli İlçesi’nde YGS’den aldığı düşük puana üzülen lise son sınıf öğrencisi Sıdıka Soydan, kendini iple asarak intihar etti. 6 Nisan’da da Kars’ın Kağızman İlçesi’nde YGS’yi kazanamayan lise öğrencisi bunalıma girince tabanca ile kendisini vurarak intihar etmişti. Bunlar ilk değil ve son da olmayacaktır. İlköğretime başladıkları günden beri yarış atına çevrilen, yap-boza dönen sınav sisteminde bir maşa olarak kullanılan öğrencilerin, önlerine sadece iki seçenek sunulmaktadır: Ya kazanacaksın ya da kaybedenlerden olacaksın. Eğitim sisteminin öncülüğünde ve ailelerin desteğiyle sürekli olarak kazanması gerektiği hatırlatılan, motivasyonu da buna göre şekillendirilen bireyin sınav endeksli hayatı onun gerçek anlamda sağlam bir kişilik yapısı oluşturmasını engellemektedir. Kişiliğin şekillenmesi için atılacak olan temel adımların evresi olan bluğ çağında (ergenliğin ilk evresi) bireyler baş etmeleri gereken sınav kaygısıyla mücadele içine girmeye başlıyorlar. Bunun yanında sürekli olarak çalışmak zorunda oldukları hatırlatıldığı için çoğu zamanlarını çalışmakla geçiren öğrenciler, sosyal hayattan tamamen kopuk, insanlarla iletişim kurmakta zorluk çeken, öğrenmeyi amaçlamadan ‘en kısa zamanda ne kadar çok soru çözerim’in yöntemlerini düşünen, araştırmayan, sorgulamayan bireyler haline gelmektedirler. Bu şekilleniş milyarlarca para akıtılan

dershaneler tarafından da desteklenmektedir. Özellikle psikolojik danışma ve rehberlik birimleri öğrencilerin temel sorunlarıyla ilgilenmekten ziyade sınav kaygısıyla başa çıkma yöntemleri, uzun süreli motivasyon teknikleri, sınav süresince rahatlama teknikleri, nefes egzersizleri gibi konularda öğrencilere seminerler vermektedirler. Hayattaki tek amaçları sınavları kazanmak olan öğrencilerin, üzerlerine yüklenen bu baskıdan kaynaklı yaşamları travmatik olaylara sahne olur. Küçük bir başarısızlıkta bile birey bocalamaya, özgüvenini kaybetmeye başlar. Başaramama korkusu, her başarısızlık sonrasında çevrenin baskısı, bireyde ‘dışlanma korkusunun’ nüveleri olarak ortaya çıkar; çünkü başarısız birey toplum gözünde işe yaramaz olarak görülmektedir. Daha kişiliğini bile tam anlamıyla oluşturamadığı bir dönemde, toplumsal dışlanma korku-

sunu yaşayan bireyin sağlıklı bir kişilik yapısı oluşturması çok güçtür. Bitmeyen ve sürekli olarak her evrede karşımıza çıkan sınavların bir başka etkisi de dönemsel olarak öğrencilerin çeşitli psikolojik sorunlar yaşamasıdır. Belçika’da, yapılan bir araştırmaya göre ülkede daha fazla öğrencinin çeşitli psikolojik sorunlar yaşadığını ortaya çıkardı. Öğrencilerin başta başarısızlık korkusu, depresyon ve kişilik krizi olmak üzere farklı psikolojik hastalıklar yaşadıkları belirtildi. Hasselt, Gent ve Anvers üniversitelerinde öğrenim gören öğrencilerde bahsedilen psikolojik problemlerin sayısının bu yıl içerisinde fark edilir bir şekilde arttığı, Leuven Üniversitesi’nde ise 1999 yılından bu yana psikolojik hastalıklara yakalanan öğrenci sayısının 4’e katlandığı ifade edildi. Belçika’da bir psikoterapi merkezinin yaptığı araştırma sonrası açıklama

Tam bir ikiyüzlülük KESK Genel Sekreteri Kasım Birtek de hükümet yetkililerinin “19 Mayıs vesilesiyle gençliğe övgüler düzerken; öte yandan geleceksizleştirmeye karşı koyan ve haklarını arayan gençlerin hapishanelere doldurulması ikiyüzlülüktür” dedi.

Gençlik Federasyonu’na gözaltı Aynı saatlerde Meclis Dikmen Kapısı önünde “Parasız eğitim istiyoruz alacağız” kampanyaları sırasında tutuklanan arkadaşları Ferhat Tüzer ve Berna Yılmaz için ‘serbest bırakılmaları talebiyle eylem yapmak isteyen iki Gençlik Federasyonu üyesinin gözaltına alındığı öğrenildi. Gözaltına alınan ve isimlerinin Sabri Demir ve Onur Kesimol olduğu öğrenilen gençlerin, Çankaya Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldükleri ifade edildi.

İbrahim Kaypakkaya ODTÜ’de anıldı

Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya katledilişinin 38. yılında Demokratik Gençlik Hareketi faaliyetçileri tarafından “Bu çelik aldığı suyu unutmayacak “ şiarıyla ODTÜ’de anıldı. Etkinlik diğer kampüslerden gelen öğrencilerinde katılımıyla Hazırlık Bölümü önünden Fizik Bölümü önüne kadar yapılan yürüyüşle başladı. Yürüyüşe başlamadan önce ve yürüyüş esnasında öğrenci kitlesini anma etkinliğine davet eden ve Kaypakkaya’nın adının dahi anılmasının

“suç” kapsamına alındığı günümüzde bu etkinliğe katılmanın ve Kaypakkaya’yı sahiplenmenin ülkemiz hakim sınıflarına en iyi cevap olacağı belirtildi. Fizik Bölümü önünde yürüyüş sonlandırılırken tüm devrim şehitleri adına saygı duruşunda bulunuldu. Daha sonrasında Demokratik Gençlik Hareketi adına Kaypakkaya’yı anmanın önemine dikkat çeken konuşma gerçekleştirildi. Yapılan konuşmada Kaypakkaya’yı, “suçlu” ve “tehlikeli” gördü-


16-17_Layout 2 5/19/11 11:27 PM Page 2

gençlik 17

ve ölüm

yapan yetkililer, sınav sisteminin öğrencilerin sinir sistemini bozduğunu, bunun psikolojik bir hastalık olarak ortaya çıktığını belirtti. Leuven Üniversitesi’nde bu yıl yaklaşık bin öğrencide bu tür hastalıklar görüldüğünü belirtti. Anvers Üniversitesi’nde ise bu zamana kadar yaklaşık bin 500 öğrencinin psikolojik destek için başvuruda bulunduğu belirtilirken en fazla psikolojik sorunun öğrencinin başarısızlıktan korkmasından kaynaklandığı ifade edildi.¹ Hayatlarında mutlak kazanılması gereken tek zafer olarak görülen sınavların kaygı ve gerginliğe yol açan bir diğer yanı ise sürekli olarak ‘kıyaslanmak’tır. Her sınav sonrası birey sınav sıramaları konusunda kendini önündekilerle kıyaslar ve sürekli olarak sıralamasını daha ileriye taşımaya çalışır. Tıpkı bir yarış atı gibi önündekilere yetişmeye ve yetiştiğinde onları geçmeye odaklanır, hırslanır ve is-

tediği hedefe ulaşamadığı anda bütün dünyası altüst olur. Bu altüst oluşlar onu zamanla depresyona iter. Üniversite kapısını hayata açılan altın anahtarmış gibi düşünen ve bu anahtarı elde etmek uğruna yaşamları bir maratona dönüşen öğrenciler, test kitaplarına gömülüp hayattan kopuk bir şekilde yaşıyorlar ve zamanla yalnızlaşıyorlar. Sistemin dayattığı, eğitim ve aile kurumlarının da desteklediği bu yapı bize sadece iki seçenek sunuyor: kazanmak ve kaybetmek. Bu durum öğrencileri daha derin sorunlara itiyor ve sonuç sadece bir başarısızlıkla kalmayıp intiharla sonuçlanabiliyor. Bu sonuçları gördükleri halde başbakanından cumhurbaşkanına herkes yaşanan skandallara rağmen ÖSYM Başkanının şifrelerle ilgili açıklamasından tatmin olabiliyorlar. 1) http://www.haberler.com/belcikaliogrencilerin-psikolojisi-gittikce-haberi

ğü için katleden hâkim sınıfların, şimdi de Kaypakkaya’nın ismini telefuz edenleri, O’nun türkülerini söyleyenleri, sloganlarını atanları, fotoğraflarını taşıyanları “suçlu” ilan ettiği ifade edilerek, “Eğer Kaypakkaya’nın anılması suçsa bu suçu işledik ve işlemeye devam edeceğiz” denildi. Kaypakkaya’yı övdüğü gerekçesiyle son yıllarda birçok aydın, yazar, sanatçı ve devrimci-demorat kişilere dava açıldığı ifade edildi.

onun bilimsel sosyalist İdeolojisine yönelttiği fakat başarılı olamayacakları vurgusu yapılan konuşmada, “Bütün bu saldırılar Denizleri, Mahirleri ve Kaypakkayaları sahiplenerek ve verdikleri mücadeleleri sürdürerek püskürtülebilecektir” ifadelerine yer verildi. Yapılan etkinlikte, 78’liler girişimi, Yeni Demokrat Gençlik, Sosyalist Demokrasi Partisi, Emekçi Hareket Partisi Gençliği temsilcileri de birer konuşma yaptılar.

Dün burjuva-feodal medyanın Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve yoldaşları için yapmaya çalıştığı ikonlaştırma çabalarını bugün İbrahim Kaypakkaya’ya ve

Yapılan konuşmalar sonrasında Kaypakkaya ve devrim mücadelesinde şehit düşenler için okunan şiir ve müzik dinletisiyle etkinlik sonlandırıldı.

GENÇ YORUM

sinan çakıroğlu

ÖFKE SINIR TANIMAZ eçimlere bir aydan az bir zaman kaldı. Hâkim sınıflar, sistemin tekrardan teyidi ve sürekliliği için “yarış” “siperlerinde”, ezilenlere en uygun sömürücü olduklarını icraatlarıyla -hayali ya da gerçekleşmiş- anlatıyorlar. ‘Üslup’ tartışmalarından çılgınlık dolu projelere kadar, halkın gündeminde “seçimler” var. Tamda bu “seçim” hengâmesi içerisinde, Kuzey Kürdistan’da askeri operasyonlar hız kazandı. Bazı aklıselimler, yapılmakta olan operasyonların “seçimler” sürecini gölgelediğini, bazı post modern “solcular” ise, bunun AKP’nin oy potansiyelinin yükseltmek için girişimde bulunduğu bir “taktik” olarak nitelendirdi. Her iki yorum oku hedefine yollamaktan çok uzaktır. Kuzey Kürdistan’daki gelişmelerin arkasında yatan sınıfsal nedenler, çiğ yorumlara heba olamayacak kadar, büyük bir muhteva taşımaktadır. Bunun ne olduğunu birkaç başlık altında özetlemeye çalışacağız.

S

Birincisi; bu gazete sayfalarından da defalarca aktardığımız gibi, TürkiyeKuzey Kürdistan’ın yeniden yapılandırılması babında, toplumsal muhalefetin tüm devrimci dinamikleri, çeşitli araçlarla tasfiye edilmek istenilmektedir. Muhalefetin en başında Kürt ulusunun gelmekte olduğu hepimizin malumudur. Gerici sınıflar, emperyalist üretim ilişkilerine entegre olmuşluğun sonucu olarak, “seçim” startıyla birlikte, tasfiyecilik sürecini derinleştirmek istemektedir. Halkların karşısına legalizm yekpare araç olarak sunularak, “değişimin”, yalnızca bu yolla mümkün olduğunu söylemektedir. Canlı bir örnek verecek olursak, YSK kararı ile birlikte, Kürt ulusunun tepkileri artmış, YSK aldığı kararı “bozduğunu” ilan etmiştir. Buda kitlelere, yasal olanaklar üzerinden tepkilerinin dile getirilmesi sonucunda, “değişimin” gayet doğal bir şekilde olduğu yalanını tekrarlamaktadır. Elbette kitlelerin haklı talepleri doğrultusunda ayaklanması sonucunda bazı haklarını aldığı ve alacağı bilinmektedir. Ama YSK saldırısı sonrası, bilumum burjuva medya aracılığı ile kitlelerin önüne geçer akçe olarak koyulan reformlar için mücadele değil, reformizmdir! Tasfiyeciliğin aktüel formu olan “seçimlere” tekrar dönecek olursak, ezilen halk yığınlarının haklı tepkilerinin, sistemin şu ya da bu gerici partisi tarafından kimi zaman dil ucuyla, kimi zaman ise “radikal” değinilerle söylendiğini görmekteyiz. Burada kendisini ifade eden gerçeklik, halk yığınlarının sefalet dolu yaşantılara bir nebzede olsa eğilmek değil, sömürü ve baskı dolu bu sistemin asla ortadan kaldırılamayacağı ama gerici sistemi sistemin şu ya da bu partisini “seçerek” kısmen de olsa “gevşeyebileceğini”, ama bunun yalnızca “seçim” yoluyla olduğu safsataları söylenmektedir. İkincisi; dünya gericiliğinin tasfiyeci yöneliminin asla ama asla vazgeçemeyeceği bir araç vardır ki, o da halk kitlelerini cebir yoluyla “hizaya” getirmektir. Burjuva anlamda en “demokratik” iktidar altında dahi, baskı araçları, halk yığınlarının güvenliği için değil, bilakis onları kontrol altında tutmak için kullanılır. Bu anlamda, Kuzey Kürdistan’da yapılmakta olan askeri saldırılar, “haklılık” sonucuna böyle varmaktadır. Kürt Halkının devrimci dinamiğini, sistem içi talepler sınırına

çekmek, önderliğinin girdiği reformist hatta rağmen, Kürt Halkının devrimci dinamiğini sönümlendirmek için yapılan saldırılar taktiksel değil, Türk hâkim sınıflarının vazgeçilmez yönelimidir. Özgür Politika gazetesi, bu durumu, ‘AKP-Ordu el ele’ başlıklarıyla aktararak, süreci anlatmaktan ziyade daha fazla kafa karışıklığı yaratmaktadır. Zira hâkim sınıflar, kendi aralarındaki tüm bölünmüşlüklerine rağmen, Kürt Halkının devrimci dinamiğini ezme, tasfiye etme boyutuyla her zaman ortaklaşırlar. AKP’nin bu durumda soyutlanarak, kitleler önüne “reformcu” bir parti olarak sunulması, tasfiyeciliğin halk saflarına kadar ne kadar nüfuz ettiğini göstermektedir. Bu alt başlığı özetleyecek olursak, tasfiyecilik saldırılarının diğer bir ayağı ise, fiili imhadır. İnkârın başka jargonla yapıldığı ama imhanın hala aynı araçları kullandığı değişik bir tasfiyecilik sürecidir “seçimler”! İmha, ne “seçimleri” gölgelemek için ne de oy potansiyeli uğruna yapılmaktadır. Bu durum kısmen de olsa, AKP’ye oy katabilir. Ama eylemin anatomisinde oy kazanmak değil, hâkim sınıfların iktidarlarını daha fazla pekiştirmeleri yatmaktadır. Kuzey Kürdistan’daki operasyonların arka planını açıklamaya çalıştıktan sonra, operasyon sonucunda bazı önemli gelişmelerin olduğunu söylemek gerekir. Halk kitleleri, 10 gerillanın öldürülmesini, kitlesel eylemliklerle kınamış ve önderlik beklemeksizin, gerici güçleri karşısına almıştır. Kendi çocuklarının cenazeleri almak için yüzlerce ezilen Kürt emekçisi, operasyon ve sınır tanımamış, tüm engellemelere rağmen cenazelerini sırtlayarak, ailelere teslim etmişlerdir. Bundaki en önemli faktör, 30 yıllık savaşın, ezilen Kürt köylüsü ve işçisini politize etmesiyle doğrudan bir bağı vardır. Önderliğinin “barış” için “mutabakat” zorlamalarına rağmen, halk yığınları ‘intikam’ yeminleri atmaktadır. Her ne kadar, Kürt halkının önderliği reformist bir eğilim içerisinde olsalar dahi, bu önderliğin üzerinden yükseldiği halk kitleleri, devrimci bir dinamik barındırmaktadır. Kürt halkının devrimci dinamiği, reformlar için heba edilmemelidir. Düşman ile tereddütsüz yüz yüze gelen halk kitleleri, intikam haklılıklarının da ötesinde, her türlü ulusal, sınıfsal, cins ayrımcılığı yaratan üretim ilişkilerinin olmadığı bir dünya için savaşacak güce sahiptir. Ezilen halk yığınlarının bu gücünü tasfiye etmek isteyen dünya gericiliğinin “seçim” aldatmacısını boşa çıkarmak için boykot tavrımız yerinde bir karardır! Boykot taktiği ile yapılması gereken, ilerici ve sosyalist adayların demokratik taleplerini, Kürt ulusunun haklı demokratik taleplerini boykot etmek değildir! Bizzat boykot taktiği ile demokratik taleplerin reel anlamda hayat bulabilmesi için, devrimci bir iktidarın Demokratik Halk İktidarının inşası için boykot anlamlı bir karardır! Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın tek gündeminin “seçim” olduğu bu günlerde, boykot seçiminin doğruluğunu harekete geçirmek, tasfiyecilik ile mücadelenin temel kıstasıdır. Devrimci siperleri tutarak, devrime sarılarak iktidarlaşmak, boykot taktiğinin yaratacağı etkiyle anlam kazanacağını anlamak gerekir. Öfkesi sınır tanımayan halk kitlelerinin dinamizmini, reformlarla heba yoluna değil, devrimci boykot taktiği ile Halk Savaşı’na hizmet etmek başlıca görevdir!


18-19_Layout 2 5/19/11 11:27 PM Page 1

18 dünya analiz

Halkın Günlüğü 20-31 MAYIS 2011

Burjuvazinin pazar savaşı Önceleri Yahudileri hedef alan ırkçı milliyetçilik; Yahudilere nazaran Müslüman nüfusun artması, farklılıkların daha belirgin bir hal alması ve bunun üzerinden yapılacak politikaların Yahudiler üzerinden yapılacak politikalardan daha fazla prim sağlama şansı nedeniyle, yüzünü göçmenlere çevirmiş görünmektedir

A

vrupa’nın bu ırkçı temele dayalı ötekileştirme anlayışı yeni bir olgu değildir. Irkçılık, esasen, kapitalizmle birlikte yoğun olarak ortaya çıkan bir hastalıktır. Kapitalist üretim ilişkilerinin yoğunlaşması ve ortaya çıkan pazar sorunu uluslaşmayı yaratmıştır. Ortaya çıkan bu ikilem yani pazar sorunu ve uluslaşma, ırkçılığı da beraberinde getirmiştir. Kapitalizmin ve beraberinde tarih sahnesine çıkan uluslaşmanın çıkış yeri esasen Avrupa olduğundan, ırkçılıkla en çok tanışıklığı olan yer Avrupa olmuştur. Zira burjuvazi, ırkçılığı, pazarı elde etme aracı olarak kullanmak için üretmiştir. Ve bugün dünyanın her yerinde pazar savaşı yürüten burjuva sınıfı, ihtiyaç duyduğunda ırkçılığı yeniden ve yeniden ısıtıp ortaya çıkarmaktadır. Irkçılığın özellikle son yıllarda Avrupa’da

yeniden hortlamasının temel nedenlerinden birisi, hiç kuşkusuz, dünya çapında değişen dengelerdir. Tüm engelleme çabalarına rağmen dengeler aleyhte değişmektedir. Zira bu tarihin tekerinin ileriye dönük dönmesidir. Bunu hiçbir kuvvet geriye çeviremez. İşte son süreçte kuzey Afrika ve Arap yarımadasındaki devletleri yeniden düzenleme çabaları da buraların eskisi gibi kalmayacağının, emekçi halkların uyanıp başkaldırdığının ve buraların emperyalizmin elinden kayıp gittiğinin göstergesidir. Bu yeni süreçle beraber, belirsizlik ve gelecek korkusu giderek artan Avrupalılarca, ülkelerindeki refah üzerinde mevcudiyetleri bir yük olarak görülen, Avrupa Birliği üye devletlerinde “asimile” edilemeyen, din ve kültür açısından Avrupalılardan farklı olarak algılanan, zaman zaman da potansiyel köktendinci, terörist gibi damgalar yiyen göçmen Müslümanlar ve Av-

rupa’ya yerleşen diğer göçmen nüfus özellikle aşırı sağ milliyetçi kesimlerce bir iç siyaset aracı olarak görülmüş; Avrupa’nın yeni “diğer/öteki” si olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla da bu dönemde gerçekleştirilen seçimlerde bu mesele faşist partilere ciddi oy avantajı sağlamıştır. Önceleri Yahudileri hedef alan ırkçı milliyetçilik; Yahudilere nazaran Müslüman nüfusun artması, farklılıkların daha belirgin bir hal alması ve bunun üzerinden yapılacak politikaların Yahudiler üzerinden yapılacak politikalardan daha fazla prim sağlama şansı nedeniyle yüzünü göçmenlere çevirmiş görünmektedir. Bir taraftan Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmen nüfusa karşı ırkçı yaklaşımlar artıp saldırılara dönüşürken; bir taraftan da ülkeleri yine bu Avrupalı emperyalistler tarafından yağmalandığından buralarda yaşam şansı kalmayan, bundan dolayı da Avrupa’ya doğru göç yollarına düşen milyonlarca yoksul emekçi halk, ya insan tacirleri tarafından okyanuslarda ölüme terk ediliyor ya da hedefe varsalar da buralarda çıkarılan göçmen yasalarından kaynaklı karaya ayak basamadan geri gönderilip okyanusun ortasında ölüme terk ediliyor.

Göçmenlerin ölüm yolculuğu Bugüne kadar on binlerce insanı kıyılarında ırkçı politikalarına kurban eden Avrupalı emperyalistler, yeni kurbanlar almaya devam ediyor. Son yıllarda, ülkelerinde bilinçli olarak yükselttikleri ırkçı politikalarını göç yollarındaki mültecilere de uygulamaktadırlar. Geçtiğimiz Mart ayında ülkeleri Libya’dan, savaştan kaçıp yeni bir hayata, umuda, yolculuğa çıkan 72 mülteci, Akdeniz’de ülkelerindeki savaşın baş sorumlularından

Emperyalizmin açık av sahası Buradaki ‘halk ayaklanmalarını’ ‘demokrasi’ adına sahiplenip, işi ‘diktatörlüklere’ karşı fiili askeri müdahaleye vardırırken; işlerin yolunda gittiği, örneğin Bahreyn’de, tersten diktatörlüğü korumak için müdahalede bulunabiliyorlar. Yüzyıllarca Osmanlı feodallerinin sömürüsü altında kalan bu coğrafya halkı, son yüz elli yıldır emperyalizmin çeşitli boyutlarda saldırısına maruz kalmaktadır. İlk önce, İngiliz emperyalizmiyle başlayan ve Fransız emperyalizminin de dahil olduğu bir av (sömürü) sahası idi. Adını dahi İngilizler koymuştur. Zira burası İngiltere’nin Ortadoğu’suna düşmektedir. Bizden bakıldığında ise burası Güneybatı Asya olarak ancak tarif edilebilir. 1940’lardan sonra ise esasen Amerikan emperyalizminin hakimiyeti altındadır. Dolayısıyla da bugün, esasen, av (sömü-

rü) koşullarını o belirlemektedir. Tarihi İpek Yolu üzerindedir burası. Uzun yıllar buradan geçip Hindistan’a gitmek ve oradan ipek getirebilmek için, Avrupalı ipek tüccarları, çok mücadele etmişlerdir. Burada Osmanlı feodallerinin gücünü kırıp Hindistan’a gitme engelini aşamayınca, farklı yolları denemek zorunda kalan Avrupalılar, bu sayede yeni sömürge alanları keşfetmişlerdir. 1800’lerin ortalarına gelindiğinde zayıflayan Osmanlı feodallerinin engelini aşan İngiliz ve Fransızlar, bölgede, bir taraftan Osmanlıyla savaşırken diğer taraftan da kendi aralarında av sahasına (pazara) tek başına hakim olma savaşını uzun yıllar sürdürmüşlerdir. Osmanlının yıkılıp tarih sahnesinden çekilmesiyle bu bölge, yani İngilizlerin Ortadoğu’su, tamamen İngiliz ve Fransız emperyalizminin kontrolüne girmiştir. (Zira 1800’lerin sonlarına doğru av sahasında pay kapma yarışına katılan Alman emperyalizminin bu hevesi, rakiplerine yenildiğinden kursağında kalmıştır. Ve Alman emperyalizminin bu özleminin büyüklüğü Hitler’i yaratmıştır.)


18-19_Layout 2 5/19/11 11:27 PM Page 2

f

20-31 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

dünya 19

EKSEN

ahmet hacalişi k.

BİN LADİN’İN AFGANİSTAN JEOPOLİTİĞİNE ETKİSİ -II-

Ö

olan NATO tarafından ölüme terk edildi. İngiliz Guardian Gazetesi, İtalyan sahil güvenliğinin ve NATO’ya bağlı gemilerin, mültecilerin yardım çağrılarını görmezden geldiğini, 72 Afrikalı mültecinin ölüme terk edildiğini ortaya çıkardı. Gazetenin haberine göre, Libya’nın başkenti Trablus’tan Mart ayı sonunda Akdeniz’e açılan, ancak Lampedusa Adası’na ulaşamadan yolda tekneleri bozulan, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu

Yeniden Düzenleme Harekatı Evet, bu bölge son iki yüz yıldır Avrupalı, Amerikalı emperyalistlerin av sahasıdır. Bu av sahasının kontrolünü bir dönem kendi yarattıkları uşak diktatörlükler aracılığıyla sağlamaktaydılar. Gelinen aşamada değişen dengelere buna paraler olarak emperyalistler tarafından verimliliği ve sağlamlığı zayıflayan bazı uşaklarının yerine yenilerini getirme harekatı başlatılmıştır. 90’lardan bu yana hızlı bir şekilde uygulanmaya başlanan projenin adı, hepimizin bildiği, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)’ tur. Amacı ise uyumsuzluğu, (emperyalizmin çıkarlarıyla) uygun hale getirerek yeniden düzenlemektir. İlaç olarak, neo-liberal politikaların önünü açan demokrasi uygulanacaktır. Uymayanın hali ne olacak mı diyorsunuz? Fazla teferruata gerek yok; Irak’la, Afganistan’a bakın deriz. Evet, bu harekatın gösterilen amacı çok şirin; ama gerçekliği bir o kadar korkunçtur. Zira bu harekatın adını ve sonuçlarını bizler Irak’ta, Afganistan’da ve on yıllardır Filistin’de görmekteyiz. Şimdilerde bu demokrasi götürme hamlesi, başta ABD olmak üzere, Avrupalı emperyalistler tarafından Kuzey Afrika’nın Arap ülkeleri olan Tunus, Libya, Mısır ve Sudan’a kadar; buradan Arap yarımadasında istenilen kıvamda olmayan Yemen ve Suriye’ye kadar uzanmaktadır. Buradaki ‘halk ayaklanmalarını’ ‘demokrasi’ adına sahiplenip, işi

mülteciler İtalyan Sahil Güvenlik ekipleri ve NATO’nun Akdeniz’de görev yapan savaş gemileri ile irtibata geçti. Ancak tüm çabalara rağmen kimse mültecileri kurtarmaya gelmedi. 16 gün boyunca açık sularda sürüklenen tekneden sadece 11 kişi sağ kurtulabildi. 61 kişi ise açlık ve susuzluk nedeni ile hayatını kaybetti. Talihsiz mültecilerin 25 Mart’ta başlayan yolculuğu, teknenin 10 Nisan’da Libya’nın Misrata kenti yakınlarında bir kasabada kıyıya vurması ile son buldu.

‘diktatörlüklere’ karşı fiili askeri müdahaleye vardırırken; işlerin yolunda gittiği, örneğin Bahreyn’de, tersten diktatörlüğü korumak için müdahalede bulunabiliyorlar. Oradaki halkın tabiatı farklı olduğu için oraya demokrasi gerekmiyor olabilir. Yoksa demokrasi sevdalısı, insanlık aşığı (canavarı) ABD oraya da demokrasi götürürdü. Zira baş müttefiki Arabistan’da krallıkla yönetiliyor. Orada halkın (ABD) çıkarları noktasında bir sorun var mı? Yok. Demek ki oraya da demokrasi gerekmiyor. Her yere demokrasi gerekmez, işler yolunda ise bu demektir ki halk (ABD) mutludur. Halk da (ABD) mutluysa sorun yoktur. Başta da ifade ettiğimiz gibi, Ortadoğu, emperyalizm tarafından av sahasına dönüştürülmüştür. Ve bu av safarisinin karşılığı olarak iki yüz yıldır, buranın her anı, halklar açısından gözyaşı, kan ve ölüm olmuştur; olmaya da devam edecek bir dur diyen çıkmazsa. Bu da ayağa kalktığında yıkamayacağı engel olmayan halkın kendisinden başkası değildir. Tüm örgütsüzlüğüne rağmen, bu gücün etkisi, kendisini işte en son örnekleriyle Tunus’ta, Mısır’da, Suriye’de, Bahreyn’de göstermiştir. 30 yıllık Zeynel Bin Ali diktatörlüğünü yıktı, adı neredeyse Mısırla özleşen Mübarek diktatörlüğünü yıktı, 50 yıldır ülkeyi olağanüstü hal yasalarıyla yöneten BAAS diktatörlüğüne geri adım attırdı. Umut, halkın kendi örgütlü gücüdür. Bu zulme dur diyecek olan da ondan başkası olamaz.

nce Bosna sonra Kosova’da olup bitenlere tepki gösteren Rusya, ABD’nin Afganistan işgaline ses çıkarmadı. Aksine elinde olanak olmadığı için Rusya’ya en fazla menfaat sağlamak üzere bu dalganın üzerinde yer almayı tercih etti. Putin, işgali Rusya’yı küresel emperyalist sisteme entegre etmek için fırsat olarak gördü. Geçici olarak stratejik geri çekilmenin, ekonomisi çok zayıf olan Moskova’ya güçlenmesi için gerekli şartları sağlayacağını hesapladı (dış borcun yeniden vadelendirilmesi, ülke içinde Batılı yatırımların hız kazanması ve uluslararası kuruluşlardan yeni kredi temini vb.). Bunun yanında ABD ile işbirliği yaparak doğal bir nüfuz bölgesi olarak gördüğü Hazar havzası etrafındaki etkisini güçlendirme fırsatı yakalayabileceğini düşündü. Nitekim Bakü-Tiflis-Ceyhan projesine engel olamadıysa da Amerikan desteği ile CPC projesi sayesinde Kazakistan’ın şu anki petrol üretimlerinin ana transit geçiş ülkesi olmayı sağladı. Daha da önemlisi federasyon sınırları içerisindeki cumhuriyetlere örnek olabilecek Çeçenistan’daki özgürlük savaşına karşı askeri müdahalesini “uluslararası teröre” karşı seferberlik olarak kabul ettirdi. Rusya’nın yakın çevresini teşkil eden beş Müslüman cumhuriyete gelince; Güney kanadı için potansiyel bir tehdit oluşturan Taliban rejimi ile El Kaide’nin ortadan kaldırılmasına çok memnun olundu. Bununla birlikte Taliban’ın ortadan kalkması Moskova’nın güvenlik alanında işbirliği sahtekarlığı ile sağladığı Orta Asya’daki Müslüman cumhuriyetlere etkisini sürdürebilme bahanesini elinden aldı. ABD’nin Afganistan işgali ile Orta Asya’dan gelen ve Afganistan üzerinden Hint alt kıtasına doğru yönelen gaz ve petrol boru hatları projeleri, hidrokarbonların transit geçişi konusunda sağladığı avantaj Rusya’nın enerji sahasında oynamayı düşündüğü role zarar verdi. 11 Eylül’den sonra ABD’nin daimi askeri üsler kurarak bölgeye stratejik sızması da Rusya’nın kayıp hanesine yazılmalıdır. Sovyet işgalinden sonra Pakistan, Afgan direnişine karşı uluslararası yardımın geçiş noktası ve stratejik avantajlarını kullanarak Afgan siyaset sahnesinde vazgeçilmez bir aktör oldu. İslamabat’ın stratejisi savaş bittikten sonra Kabil’de kendisine bağlı bir iktidarın yerleşmesini temin etmekti. Afganistan’da dost bir rejimin kurulması bu ülke üzerinde sadece Sovyet nüfuzunu değil Hint nüfuzunu da kırmayı hedeflemekte ve Pakistan’ın Kabil’den kaynaklanacak toprak bütünlüğüne yönelik her türlü tehdidi (Peştunistan sorunu) bertaraf etmeyi sağlayacaktı. Ayrıca Afgan rejimiyle olan yakınlık sayesinde daha önce 3 kez savaştığı Hindistan’ın olası saldırısı karşısında çekilebileceği hinterlant yani “stratejik derinlik” elde etmeyi, Keşmir cihatında Afgan topraklarını askeri eğitim ve geçiş noktası olarak kullanmayı hesaplıyordu. Nitekim Taliban, Pakistanlı “cihatçılara” Jammu ve Keşmir’de Hint kuvvetleriyle çatışmaya gitmeden önce askeri eğitim alma olanağı sundu. Ekonomik alanda ise 1991’den sonra SSCB’nin yıkılmasıyla Orta Asya cumhuriyetlerinin Hint Okyanusu’na çıkışlarında ayrıcalıklı bir yol haline geleceği, petrol ve gaz kaynaklarına erişim koridoru açılmasına imkan vereceği hayalini kuruyordu. 11 Eylül saldırıları Pakistan’ın Afgan stratejisi-

ne ölümcül bir darbe vurdu. Stratejik alanda Afganistan’daki ayrıcalıklı konumunu kaybetti. Kabil ve ABD, Pakistan’ın en büyük düşmanı Yeni Delhi ile ilişki kurdu. ABD’nin askeri operasyonları ülke içinde ve aynı zamanda Keşmir meselesinde Pakistan için ağır sonuçlar doğurdu. 11 Eylül olaylarıyla zaten kırılgan olan Pakistan ekonomisi büyük darbe yedi. 11 Eylül saldırılarından sonra, yükselen bölgesel güç Hindistan hemen ABD’nin yanında yer aldı. Nitekim kısa sürede kazançlar da sağladı. Çünkü Amerikan baskısı sonucu Pakistan, Afgan politikasının dayanak noktası olan Taliban rejimini terk etti. Taliban rejiminin ortadan kalkması ve iç savaş sırasında desteklediği Kuzey ittifakı’nın ağırlıkta olduğu bir hükümetin iş başına gelmesi Yeni Delhi bakımından stratejik kazanç oldu. İslamcı militanların eğitim gördükten sonra Keşmir’e geçtikleri kampların kaldırılması Hindistan için rahatlama sağlamasının yanında Afganistan ile ilişki kurulması fırsatını verdi. Böylece Pakistan’ın Kabil’de olası bir nüfuz kazanmasını dengeleme imkanı oluştu. Daha da ötesi baş ağrısı Keşmir sorununu “terörizm” sorunu olarak kabul ettirmeyi önemli ölçüde başardı. Tacikistan’ın Afgan sınırına yakın bir bölgesi olan Farkhor’da kendi toprakları dışındaki ilk askeri üssünü kurarak uzun vadeli stratejik hesaplarında adım atmış oldu. Daha global düzeyde ise Hindistan uluslararası statüsünü güçlendirerek yeni bir üçlü ABD-Hindistan-Çin ilişkisi çerçevesinde Pekin’e karşı konumunu sağlamlaştırdı. 11 Eylül olayları sonucu genel oluşum açısından en önemli değişiklik SSCB’nin ortadan kalkmasıdır. Rusya şüphesiz zayıflamış olmakla beraber Orta Asya’da yine birinci güçtür ancak yalnız değildir. Çin, Hindistan gibi eski oyuncuların yanında on yıllarca Orta Asya işlerinde adı hiç geçmeyen başka oyuncular da ortaya çıkmıştır ve ABD öncelikli bir yer işgal etmektedir. 1991’de SSCB’nin dağılması ve Orta Asya’da beş devletin bağımsızlığına kavuşması Avrasya’nın jeopolitik biçimini değiştirmişti. On yıl sonra 11 Eylül olayları sonucu ABD elebaşılığındaki emperyalizmin Afganistan’a müdahalesi ve Taliban rejiminin çökmesiyle Orta Asya’daki siyasi-stratejik hesaplar bir defa daha büyük ölçüde değişti. ABD’nin Orta Asya’nın kalbine girmesi jeopolitik manzarayı alt üst etti. Stratejik özellikleri olan bölgeye (Çin, Rusya ve aynı zamanda Ortadoğu ile güney Asya’nın arka bahçesi) yerleşmekle, büyük bir deniz gücü olan ABD, Mackinder’in düşündüğü gibi daha çok karasal güce sahip ülkelere has olan, dünyanın her tarafında eylem yapma yeteneğine sahip olacaktır. Taliban’ın çökmesiyle geleneksel müttefiki Pakistan’ın stratejik konumu kırılgan hale gelmişken ABD ile işbirliğini geliştiren rakibi Hindistan, Çin’in konumunun zayıflamasından yararlanarak Orta Asya’daki pozisyonunu güçlendirmiş oldu. ABD’nin Afganistan işgalinin tek nedeni şüphesiz petrol ve gaz ile ekonomik nedenler değildir. 11 Eylül olaylarının sonucunda, dünyanın petrol ve gaz kaynakları üzerindeki kontrolünün daha da güçlenmesinin yanında Amerikan topraklarının dokunulmaz olduğu efsanesini çökertmesi ve “ulusal gururlarının” kırılması da işgalde mutlaka etmen olmalıdır.


20-21_Layout 2 5/19/11 11:28 PM Page 1

güncel 20

ANTAGONİZMA muzaffer oruçoğlu

DEVLET VE FİLOZOFLAR

H

er filozof bir devlettir; bilgisiyle ezer ve devlet olmak ister. Platon, antik bir devlettir. Ruhunu, yarattığı kendi teorik devletinin ruhu haline getirmiştir. Üç sacayağı, bilgi, ün ve para üzerine oturan bu devletin yöneticisi, filozoftur. Bilgisini, kişiliğini ve görkemli egosunu bu cihaz içinde gerçekleştirir. Yasa yapar ve uygular. Yaptığı yasa, “güçsüz ve çiğneniyorsa” yıkılacağından korkar; yok eğer, filozofun yaptığı yasa, filozofun üstündeyse, ve filozof o yasanın bendesiyse, devlet, dimdik ayakta kalır ve “Tanrıların kentlere verdiği tüm nimetlere kavuşur.” Platon’un şairlerden, ince duygulardan ari devleti, bu haliyle, Ortaçağlı Augustinus’un idealize ettiği, temiz, Tanrısal, gökyüzü devletine değil, kirli, dünyevi devletine benziyor. İncelmiş, hümanist duygulara, ya da dinin derin, insani yanlarına sahip olan sağlam kişilikler, dünyevi devletin gözeneklerinden kan ve yalan sızan ürkütücü cihazıyla yüz yüze geldiklerinde, Aquino’lu Thomas gibi vicdanlarıyla baş başa kalıyor ve bir çıkış yolu olarak, dünyevi devletin, gökyüzündeki kutsal devletin bir kopyası olması gerektiğini söylüyorlar. Bu durum tabii, insanın idealize edip gökyüzüne sürdüğü yeryüzü gerçeklerine ne kadar yabancılaştığını gösteriyor. Devletin özüne, görünen ve görünmeyen yüzüne, tarihte ilk ışık tutan siyaset filozofu, Machiavelli’dir. Dinden ve ahlaktan ayrılan, amacına ulaşmak için her şeyi mübah gören bir devlet. Skolastik sislerinden, kişi ve kilise ahlakından arınmış; iyi mi kötü mü diye sormayan, gerçek mi, değil mi diye soran bir devlet. Gökyüzü devletinin hükümranlığını kabul etmeyen, kendi mantığını yeryüzüne dayatan, kudretli, bağımsız bir devlet. Machiavelli’den sonraki siyaset filozoflarının, komünist ve anarşist filozoflar hariç, Machiavelist devlete, hiçbir yıkıcı eleştiri ve itirazı olmamıştır. Machiavelli gibi Tanrısal devletin dünyevileştirilmesini savunan Jean Bodin, dünyevileşen, bağımsız devleti, “Tanrıdan sonra, herşeyimizi kendisine borçlu bulunduğumuz varlık” olarak değerlendirir. İlkel komünal çağın, devletsiz, doğal eşitlikçi toplumunu cehennem hayatı olarak niteleyen Thomas Hobbes, özgürlüğü halktan alır, devlete ve devleti yönetenlere verir. Kralın kellesini götüren Oliver Cromwell’in önderliğindeki büyük İngiliz devrimine tanık olduğu için anarşiden korkar, insana güvenmez. Ona göre insanda rekabet duygusu, güvensizlik, şan ve şeref var. Bunları ceza tehditiyle korku içinde tutacak, yasalara uymaya zorlayacak bir ejderha şarttır. 18. yüzyıla geldiğimizde, Fransız aydınlanması ve devriminden dolayı ferahlar gibi oluruz biraz. Tabii, bu çağın en büyük filozofları da devletçidir. Bunların içinde, devletçi olmasına rağmen, yine en insaflıları Rousseau’dur. “Yönetim işi tüm halka ya da halkın büyük bir bölümüne bırakılabilir;” der; “öyle ki, yönetici yurttaşların sayısı, sıradan yurttaşlardan fazladır.” Doğal özgürlüğünü yitiren, ezilmiş insana, “medeni” özgürlüğünü böyle vermeye çalışıyor Rousseau. Kim ne derse desin, antik, skolastik veya modern biçimlerde ortaya çıkan ve günümüze kadar gelen, insanı cüceleştiren ve insana, sahte bütün değerlerini ve sahte gücünü veren büyük tarihsel devletin üç temel filozofik ayağı vardır: Platon, Machiavelli ve Hegel. Hegel’in büyüklüğü, devleti, bilimsel temellerine oturtarak yüceltmesinde değil, insanın içindeki gizli devleti keşfetmesindedir. Ona göre devlet, “örf ve adetlerde dolaysız olarak, bireyin kendilik bilincinde, bilgisinde ve faaliyetinde dolaylı olarak mevcuttur. Buna karşılık, birey de devlet de, kendi öz mahiyetine, gayesine ve faaliyetinin bir ürününe bağlanır gibi bağlanarak, onda kendi cevhersel özgürlüğünü bulur.” Marks’ın ve Engels’in, gençlik yıllarında Hegel’e hayranlık duyan bu iki komünist filozofun, modern komünizmin kurucularının, devlet sorununda, Hegel’den ne ölçüde kopup kopmadıkları merak konusudur. İşçi devrimlerinin, merkezi, güçlü devletlerle sonuçlanması, toplumun topyekûn devletleşmesi ve topyekûn, kapitalizme doğru yıkılması, bu merakı derinleştiriyor. Her aile, küçük bir devlettir ve orda yetişen her insan, yaşam tarzı, davranışları, hırsları, iç dünyasıyla, iki ayaklı bir devlet haline gelir. Aristoteles’in ve benzeri filozofların, aileyi, toplumun ve devletin oluşumu için ilk hareket noktası olarak görmesi boşuna değildir. Birey olarak, devletiz. Devrimciyiz ve devrimimiz, devlete doğrudur. Ve bu muhteşem durumumuzdan pek şikayetçi de değiliz.

Siyanür tehlikesi büyüyor

Özelleştirmelerle birlikte üretim kapasitesini 2 katına çıkaran ve aşırı kar hırsı yüzünden çöken siyanür barajı tehlike yayıyor. Kütahya’da bulunan ETİ Gümüş A.Ş’nin siyanür barajında 7 Mayıs’ta meydana gelen çökme sonucu oluşan tahribat ciddi boyutlara ulaştı.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, Kütahya’da gümüş üretilen tesisteki siyanürlü suyun bulunduğu barajda bir setin çökmesinin ardından, bölgedeki içme suyundan alınan numunelerin analiz sonucuna göre, kazanın 5. gününde siyanür sızıntısının 4,5 kilometre ötedeki Köprüören Köyü’nün su kaynaklarına ulaştığını bildirdi. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası tarafından yapılan açıklamada şöyle denildi; “Analiz sonucuna göre, kazanın 5. gününde siyanür sızıntısı 4,5 kilometre ötedeki Köprüören köyü su kaynaklarına ulaşmıştır. İçme suyunda normalde hiç bulunmaması gereken ancak en fazla 0,050 ppm (milyonda bir birim) düzeyinde olmasına müsaade edilen siyanür miktarının Köprüören Köyü çeşmesinden alınan su numunesinin analizi sonucunda 0,071 ppm olduğu görülmüştür. Müsaade edilen limit değerlerin yüzde 40 daha

üzerinde çıkan siyanürün halk sağlığı üzerinde etkisinin yadsınamaz ölçüde fazla olduğu düşünülmektedir. Daha önceki açıklamalarımızda belirttiğimiz üzere, kazanın 10. gününde siyanür miktarının yer altı suyunda belireceği ve ilerleyen her günde de yer altı suyundaki siyanür miktarının artacağı öngörülmektedir. Türk Gıda Kodeksi’ne göre bölgedeki yer altı suyu içilemez durumdadır. Konu ile ilgili bölge halkı muhtarlıklar aracılığı ile uyarılmıştır.”

Siyanür ölümcül tehlike oluşturabilecek düzeyde! Türk Tabipleri Birliği (TTB), Eti Gümüş’e ait baraj setinin çökmesi sonucunda siyanürlü suyun çevre ve insan sağlığına zarırının ölümcül boyutlarda olduğunu açıkladı. Böyle bir durumda ilk olarak yapılması gereken “kırmızı alarm” verilmesi iken, resmi görevlilerin

tavır ve tutumlarının şaşkınlık uyandırdığını kaydeden TTB, insan ve çevre sağlığına yönelik riski şöyle açıkladı: “Maden atık suyunda çevre ve insan sağlığına zararlı çok sayıda madde yoğun olarak bulunmaktadır. Bu maddelerin bir kısmı kanserojen olduğu kesin olarak bilinen kimyasal maddelerdir. Ayrıca bu kimyasal maddeler, kanser dışında solunum yolu hastalıklarına, karaciğerde ve bağırsaklarda hasar vb. sonuçlara neden olmaktadırlar. Bu maddeler arasında yer alan siyanür son derecede güçlü bir ayrıştırıcıdır ve kimyasal madde pazarında çok önemli bir paya sahiptir. Birçok toksik etkisi vardır ve geçmişte gerçekleşmiş olan ciddi kazalar da dikkate alındığında ağır yıkımlara yol açtığı görülmektedir. Siyanürün bazı formları birkaç saat ila birkaç gün içinde temas ettikleri neredeyse her kimyasalla reaksiyona girer ve yüzlerce çeşit

g MAS-DAF direnişi Sendikalı olmak anayasal hakkımız

sın açıklaması yaptı.

Düzce’de Anıt Park Meydanı’nda bir araya gelen Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye MAS-DAF işçileri Toplu İş Sözleşmesi aşamasında sendikalı oldukları için işten çıkarıldılar. İşten atılan arkadaşlarına destek veren 112 MAS-DAF işçisi de iş sırasında arkadaşları için işi yavaşlattıkları gerekçesiyle işten atıldılar. İşçiler 10 Mayıs’ta Düzce’den başlattıkları yürüyüşü MAS-DAF Genel Merkezi’nin bulunduğu İstanbul Ataşehir’de 18 Mayıs’ta sonlandırarak direnişe devam edeceklerini mesajını verdiler.

Akyan açıklamasında hükümeti eleştirerek, referandumda evet denildiği zaman bir değil iki sendikaya üye olacaksınız şeklinde vaadler verildiğini ancak bu söylenenlerin gerçeği yansıtmadığını ifade etti. Celalettin Akyan, “Yaklaşık bir yıldır, MAS-DAF işçileri sendikalı olabilmek için mücadele veriyorlar. Bu ülkede MAS-DAF işçileri anayasal haklarını kullandıkları için, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye oldukları için bir yıldır bunun mücadelesini veriyorlar. Geldiğimiz noktada yaklaşık 112 arkadaşımız, işveren tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden sadece sendikaya üye olduklarından dolayı tazminatsız

Yürüyüş öncesi işçiler adına Birleşik Metal-İş Sendikası Daire Başkanı Celalettin Akyan bir ba-


20-21_Layout 2 5/19/11 11:28 PM Page 2

güncel 21

20-31 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

Tecride karşı mücadeleyi büyütelim

yeni bileşik oluşturur. Bu durum başta insan olmak üzere doğadaki hemen her canlıya çok farklı biçim ve yollardan etki etmesi ve zarar vermesine neden olmaktadır.”

Bölge acilen boşaltılmalı! TTB, alınması gereken önlemleri şöyle sıraladı: -Bölgede kaza alanına yakın yerleşim birimleri tehlike geçinceye kadar ‘koruyucu önlem’ olarak acilen boşaltılmalıdır. -Bölgede ilgili uzmanlarca risk analizi yapılmalıdır. Çevresel değerlendirmeler ve ölçümler hızla gerçekleştirilmeli ve kamuoyu ile paylaşılmalıdır. -Maden atık havuzlarında çevre ve insan sağlığına aşırı derecede zarar verebilme tehlikesi olan çok çeşitli kimyasal maddeler bulunmaktadır. Bu kimyasal maddelerin kısa, orta ve uzun dönemli etkileri vardır. Bu nedenle izleme ve müdahaleler, kısa, orta ve uzun vadeli olarak planlanmalıdır. -Başta siyanür olmak üzere maden atık su barajında yer alan çeşitli maddeler solunum yolları hastalıkları, sindirim sistemi hastalıkları, karaciğer hastalıkları, kanser vb. birçok sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Bölgede etkile-

nen nüfusun özellikleri belirlenerek sağlık sorunlarının izlemine ve belirlenmesine ilişkin bir plan oluşturulmalıdır. -Başta içme suyu olmak üzere hava, su, toprak ve diğer alıcı ortam analizleri gerçekleştirilmelidir. Bölgenin içme suyu kaynakları belirlenmeli, içme suyunun kirlenme riski konusunda bir risk değerlendirmesi yapılmalıdır. -Bölgede oluşacak kirliliğin meteorolojik şartlarla tarım alanlarını etkileyeceği, çok geniş bir bölgeye kirliliğin taşınabileceği ve besin zincirinin de etkilenebileceği unutulmamalıdır. -Bölge halkının korku dolu bekleyişi psikolojik ve sosyal açıdan da olumsuzluklar getirmektedir. Kamu yetkililerinin güven verici tutum ve açıklama yapmamaları bu durumu yoğunlaştırmaktadır. Macaristan ve Romanya gibi ülkelerde yaşanan benzer kazalardan ders çıkarılmalı ve erken dönemde önlemler alınmalıdır. Gerekirse bu ülkelerdeki uzmanlardan yardım talep edilmelidir. Yaşanan basit bir maden kazası değil, bir çevre felaketidir. Dolayısıyla bu kapsamda yaklaşım, algı ve müdahaleyi gerektirmektedir.

eylemlerle sürüyor olarak işten atıldılar.” dedi.

Baskılara direneceğiz MAS-DAF Genel Merkezi önünde yapılan basın açıklamasını Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu yaptı. Yapılan açıklamada, sendikal hakları için 9 gündür sürdürdükleri yürüyüşü MAS-DAF Genel Merkezi önünde bitirdiklerini ifade eden Serdaroğlu, direnişlerine yeni bir halka eklediklerini söyledi. Mücadeleye haklarını alıncaya kadar devam edeceklerini açıklayan Serdaroğlu, işverenin çeşitli oyunlarla direnişlerini bitirmeye çalıştığını, Çalışma Bakanı’ndan Başbakan’a ve Jandarma Genel Komutanlığı’na kadar herkesin direnişlerine karşı bir-

leştiğini ve anayasal hakları olan sendika hakları için direnen bu işçilerin yetkililer tarafından ‘terörist’ ilan edildiğini ifade etti. Medyanın direnişlerine yaklaşımını ve yok sayma girişimini eleştiren Serdaroğlu, bundan sonraki protesto eylemlerini burjuva basınyayın organlarına yönelik yapacaklarını açıkladı. Serdaroğlu, “Nasıl Bericap işçileri işverenlere direnişi büyüterek geri adım attırdıysa nasıl Ontex-Canbebe PTT taşeron işçileri işverenlere geri adım attırdıysa, biz de anayasal hakkımız olan sendika hakkımızı savunmak için direnişimizi büyüterek işverenlere geri adım attıracağız” dedi.

Yeni Demokrasi Şehit ve Tutsak Aileleri Birliği “Köklerimize sarılarak umudu büyütüyoruz” şiarı ile Kemerburgaz’da bir piknik düzenledi. Saygı duruşu ile başlayan etkinlikte devamla şiir dinletisi yapılarak ve tutusakların mesajları okundu. Yeni Demokrasi Şehit ve Tutsak Aileleri Birliği adına yapılan açıklamada, umudun her zaman büyütülerek mücadelenin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi için MLM bilimi önderliğinde, sınıfsız, sınırsız toplumu yaratma mücadelesine vurgu yapıldı. Açıklamada devamla, “Vartinik’ten Mercan’a bu tarih bizim” mücadele şiarını benimseyenlerin yeni demokrasi, sosyalizm ve komünizm mücadelesine yönelik tarihsel katkıları hatırlatılarak, dünden bugüne mücadeleyi can bedeli yürüten devrimci kadrolar, Kaypakkaya şahsında selamlandı. Hakim sınıfların ve onların temsilcisi burjuva-feodal partilerinin demokratikleşme söylemleriyle devrimci-komünistlere ve muhalif kesimlere karşı saldırılarını giderek arttırdığına değinilen açıklamada, komünist ve devrimcilerin mücadelesinin liberalizmin saldırılarına karşı kendi yatağını bulacak dinamikleri taşıdığı belirtildi. Devrimci mücadelede okun sivri ucunun reformizme yöneltilmesi gerektiği vurgusunun yapılarak, hakim sınıfların her alanda ideolojik saldırılarına karşı halkın her kesiminin örgütlenerek mücadele vermesi gerektiği ifade edildi. Yeni Demokrasi Şehit ve Tutsak Aileleri Birliği’nin egemen sınıfların sömürü ve zulüm cenderesine karşı örgütlenen, mücadele eden ve yeni demokrasi mücadelesinde tutsak düşen yoldaşların, maddi manevi sorunlarına ve ölümsüzleşen yoldaşların ailelerinin sorunlarına çözümler üretmek için ortak bir çatı altında örgütlenme hedefi içerisinde olunduğunun dile getirildiği etkinlikte, yeni bir kampanyanın başlatılmış olduğu bilgisi verildi. 5 Eylül 2010 tarihi ile 9 Ocak 2011 ta-

rihleri arasında “İçeriden dışarıya açılan umut penceresine bir merhaba da biz söyleyelim” şiarlı bir kampanya örgütlendiği ve bu kampanya sırasında hapishanelerde yaşanan tecrit işkencesine, hak gasplarına, sürgün ve sevk saldırılarına dikkat çekilerek çeşitli etkinlik ve panellerle bu sürecin örüldüğü ifade edildi. 9 Ocak 2011 tarihinde sonlandırılan kampanyanın ortaya çıkardığı bilinç açıklığı ile yeni bir kampanyanın örgütlendiği bu kampanyanın “Köklerimize sarılarak içeride dışarıda umudu büyüteceğiz” şiarı ile 1 Mayıs’ta başlatıldığı ve 7 Ağustos’a kadar sürdürüleceği belirtildi. Kampanyanın temel hedefleri şöyle açıklandı: “Dünün, bugünle bağını kurup geleceğe yürümektir. Bu temelde komünizm mücadelesinde ölümsüzleşen ve tutsak düşen yoldaşlarımızın ailelerinin kendi aralarında güçlü bir bağ kurmasını, yoldaşlarımızın kavga ideallerini ortak bir mücadele mevzisi etrafında birleştirerek, sahip çıkacakları bir anlayış etrafında örgütlenmek elzemdir. “ Partizan Şehit ve Tutsak Aileleri adına yapılan açıklamada ise tecride karşı mücadele ve bu mücadelede yaşanan sürece değinildi. Ayrıca Munzurlarda şehit düşen 5 partizanın mücadele kararlılığı ve azminin büyütülmesi gerektiği ifade edilen açıklamada, “Sevdamızın vebali mahpus, kurşun ya da zulümlerden zulüm olsada ne yazar. Kulaklar ne kadar sağır, gözler ne kadar kör olursa olsun haykıralım ve gösterelim sevdamızı, umudumuzu, kinimizi ve inancımızı. Tohumlara can suyu olalım” denildi. Açıklamaların ardından Grup Düşler Vadisi, Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM) Halk Oyunları Topluluğu, YÇKM korosu sahneye çıkarak üretimlerini ve çalışmalarını kitleyle paylaştı. Etkinlikte son olarak Pınar Sağ sahneye çıkarak ezgilerini seslendirdi. Ayrıca etkinlikte açılan standlarda devrimci tutsakların üretimleri sergilendi


22-23_Layout 2 5/19/11 11:42 PM Page 1

22 güncel

Halkın Günlüğü 20-31 MAYIS 2011

MKP: Meydanlar 18 Mayıs ateşiyle aydınlanmaktadır Maoist Komünist Partisi, 18 Mayıs vesilesiyle bildiri yayınlayarak “Kaypakkaya yoldaş şahsında, parti ve devrim şehitlerini anıyor, kızıl anılarını selamlayarak önlerinde eğiliyoruz” açıklamasında bulundu

M

aoist Komünist Partisi (MKP ) Merkez Komitesi Siyasi Bürosu 18 Mayıs vesilesiyle bir bildiri yayınladı. Yayınlanan bildiride, devrim tarihinin tarihsel birikimine ve bu birikimi kanı ile yükseltenlere dikkat çekilirken, Mustafa Suphilere dayanan ülke devrim tarihinin kanla yazılmış bir tarihi olduğu belirtildi. ’71 devrimci çıkışının önemine vurgu yapılan bildiride, Mahir, Deniz ve İbrahim’i tarihsel çıkışın baş örgütleyicileri oldukları vurgulanarak, “Kurucu önderimiz Kaypakkaya sonrası dört genel sekreteri, onlarca önder kadro, komutan ve yüzlerce militanını Halk Savaşı’nda yitiren partimiz, ülke devrimci hareketinin en ileri mevzisi olma iddiasını koruduğu gibi, dünya proletaryasının coğrafyamızdaki kolu durumundadır. Emperyalist dünya gericiliğinin zayıf halkasından parçalanması perspektifiyle tutuşmuş olan bozkırı harlamak üzere, düşenlerin silahları elden ele geçmekte, savaş siperleri kızgın çatışmalara hazır-

Saray BİNİCİ Avrupadaki dostları adına Mulhaus ve Strasbourg Halkın Günlüğü Gazetesi okurları.

lanmaktadır. Gerilla savaşı düşenlerin omuzlarında ilerlemekte, Türkiye-Kuzey Kürdistan dağları ve işçi sınıfının doldurduğu meydanlar 18 Mayıs ateşleriyle aydınlanmaktadır. Yakın tarihimizde Halk Savaşında ölümsüzleşen TKP/ML’ den Sefagül Kesgin, Nurşen Aslan, Gülizar Özkan, Fatma Acar ve Derya Aras yoldaşları, Kaypakkaya güzergâhında doğru ve bilimsel mücadele ve ilerleyişimizle yaşatacağız” ifadelerine yer verildi. Verili durumda Halk Savaşı’nın tek alternatif olduğu ve bilimsel sosyalizm mücadelesinin Türkiye-Kuzey Kürdistan’da devrimin güzargahı olduğu dile getirilen bildiride şu ifadelere yer verildi: “Kaypakkaya’nın Maoist Halk Savaşı temelindeki gerilla savaşı çıkışı, coğrafyamız devrimci hareket tarihinde bir manifesto niteliğindedir. Kaypakkaya’nın Büyük Proleter Kültür Devrimi’nden ilham alarak ortaya koyduğu Maoist doğrultu ve bunu anlamlandıran kızıl direnme ruhuyla ölümsüz kıldığı Halk Savaşı çığırı bugün aktüalitesini koruya-

rak ışık olmaya devam etmektedir. Kaypakkaya’nın, özellikle Halk Savaşı Stratejisi, Kemalizm değerlendirmesi, Milli mesele, Maoist parti anlayışı ve genel olarak ülkemiz devriminin teoripratiği ekseninde ortaya koyduğu platform, O’nun güzergâhını Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketi tarihinde öne çıkarıp coğrafyamızdaki komünizm bayrağı haline getirir. Kaypakkaya’nın ülke devrimine ilişkin teorik tahlil ve tespitler ışığında ortaya koyduğu bu ileri nitel düzey, ülke proletaryası ve halklarının eline verilmiş komünizm mevzisi olarak tarihsel anlam taşır. İşte Kaypakkaya’yı diğer devrimci önderlerden ayıran temel özellikleri kısaca bu zeminde ifade bulur. O, devrimci bir önder olmanın ötesinde komünist bir önderdir. Onun her türden reformizm-revizyonizm, düzen içi yasalcılık ve tasfiyecilikle arasına kalın çizgiler çekerek komünist kulvardan yükselttiği proleter devrimci doğrultu, günümüzde ideolo-

Fransaya göç etmeden önce ülkesinde AleviBektaşi felsefesine ilgi duyan ve bu konuda sorgulayıcı yaklaşımından kaynaklı Ozan Mahsuni Şerif’in “komünist bacı”sı olan, 1975 yılında yurtdışına çıkan, okuma yazmayı Fransa’da kendi olanaklarıyla öğrendiktan sonra ilk okuduğu kitabın “İbrahim kaypakkaya’nın hayatı” olduğunu gururla dillendiren dostumuz-büyüğümüz Saray Binici, Fransa’ya geldiği günden itibaren devrimcilere kucak açmış, elinden gelen desteği sunmuş ve devrimcilere “ana”lık yapmış biri olarak, Partizancıların anası olarak sevilen biriydi. Dersim’den başlayarak Fransa’da devam eden yaşamını da okuma yazmayı öğrendikten sonra kendi diliyle kaleme döken ve “Haydi sende sarıl kaleme” başlığıyla kitaplaştıran Saray Binici dostumuzu-anamızı nisan ayında yitirdik. Saygı ve sevgiyle anıyoruz. Ailesinin, dostlarının ve sevenlerinin başı sağolsun.

jik-politik-örgütsel açıdan tehdit oluşturan tasfiyeciliğe karşı da mücadele silahı durumundadır. Bütün bunlardandır ki, kurucu önderimiz Kaypakkaya’yı anmak ve anlamak, algılamak ve kavramak önemli bir görev olup, devrim bilinciyle komünizm davasında sebat etmek demektir. O’nu anmak; derin halk sevgisiyle halkın kurtuluşu uğruna Maoist Komünist Partisi önderliğinde Halk Savaşı’nda ısrar etmek, gerilla savaşının sıra neferi olarak saflara katılmak demektir. O’nu anmak; anti-faşist, anti-emperyalist, anti-feodal olmak ve her türden gericiliğe karşı mücadelede yer almak demektir. Parti ve Devrim Şehitlerimizle şimdi başımız daha dik ve onurla yürüyoruz. Ölümsüzlüğünün 39. yılında Kaypakkaya yoldaş, yeni demokratik cumhuriyet, sosyalizm ve sınıfsız-sömürüsüz komünizm mücadelemizde yaşıyor! Kaypakkaya yoldaş şahsında, parti ve devrim şehitlerini anıyor, kızıl anılarını selamlayarak önlerinde eğiliyoruz.

Bana çok şey veren hayata teşekkür ederim. Haykırıp düşünebildiğim kelimeleri Anne, arkadaş, kardeş, yanan ışık gibi kelimeleri Ve sevdiğim insana giden ruhumun rotası gibi kelimeleri Düşünüp ve açıklayabilmem için bana Sesi ve alfabedeki kelimeleri verdiği için teşekkür ederim.

Seni çok seviyor ve özlüyoruz teyzeciğim. Seni tanıma şansı verebildiği için hayata teşekkür ediyoruz.

Cemile KOÇAK

Yeğenlerin ve ailen


22-23_Layout 2 5/19/11 11:42 PM Page 2

f

20-31 MAYIS 2011 Halkın Günlüğü

güncel haber 23

Devrim yolu meşakkatlidir Devrim ve komünizm şehitleri tüm hapishanelerdeki Maoist Komünist Partisi dava tutsakları tarafından saygıyla selamlandı. Açıklamada, “Enternasyonal proletaryanın kanla yazılan mücadele tarihinde, milyonların canlarıyla taşıdığı özgürlük ve kurtuluş ezgisi söylenmeye devam edecek” denildi. Tüm hapishanelerdeki MKP dava tutsakları devrim komünizm şehitlerini anma vesilesiyle gönderdikleri mektupta bütün devrim şehitlerini selamladılar. Yapılan açıklamada devrim mücadelesinin uzun ve meşakkatli olduğuna vurgu yapılarak “39. yılında partimiz devrim şehitlerini anarken, mücadelenin hangi bedeller üzerinde yürüdüğünü unutmadan günün görevlerine bakmanın anlamı, şehitlerimizin bizlere bıraktıkları deneyimlerle sabittir. İbrahim Kaypakkaya, oportünizmin,

f

lar devrimciler için, işin başında devrimci zor araçlarına sarılmayı emrediyordu. Gerilla savaşının geliştirilmesinin nesnel koşullarını analiz eden Kaypakkaya, gerilla savaşının ilk tohumlarını atarken, o ve yoldaşları kanlarıyla toprağı suladılar. Meral Yakar ve Vartinik’te Ali Haydar Yıldız’ın toprağa düşen bedeniyle akan kızıl nehir büyük bedellerle yoluna devam ediyor” ifadelerine yer verildi.

sosyal şovenizmin “halk hükümeti” dedikleri burjuva- feodal sınıfların temsilcisi Kemalist Türkçü faşist ideoloji ile lekelenen 50 yıllık örgütlü sosyalizmin hastalıklarına neşter çekmekle kalmadı, aynı zamanda ulusalcı, Türkçü, Kemalist ideolojiden kopamayan ve postallı demokrasi hayaline kapılan sosyal şovenizmi sürdürmeye devam eden küçük-burjuva devrimciliğiyle, proleter mücadele arasına kalın bir çizgi çekerek yola koyuldu. Reform ve parlamento yoluyla egemen sınıfların sınırları arasında asla gerçekleşme-

cafer çakmak

yecek devrimin oportünistçe sürdürülmesi mi, yoksa devrime ihanet eden tüm burjuva akımlara meydan okuyan Halk Savaşı yoluyla iktidara yürümek mi? Kaypakkaya ideolojik kopuşu politik mücadeleye taşıyarak devrimci mücadelenin yaktığı meşaleyi tutuşturdu. MLM’le ilgisi olmayan revizyonist teorik ve pratiklerden komünist kopuşu gerçekleştiren Kaypakkaya önderliği yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Baskı ve zorla örülü emperyalist işbirlikçi, kukla devlet yapılanmasının bir biçimi olan Kemalist diktatörlük ve nesnel koşul-

Mücadelenin bedeller ödenerek devam ettiği, bu yolculuğun yeni nesillerin üzerinde yükselen aydınlık bir yolla taçlandırılacağı sözlerine yer verilen açıklamada, “Kaypakkaya’nın ideolojik MLM bütünlüğünü, bugün oportünizme karşı ileri taşımayı, tasfiyeciliğe devrimci ısrarla meydan okumayı başarmalıyız. Onların övgülere ihtiyaçları yoktur, adanmışlıkları devrimci savaşımı ileri taşımayı emrediyor. Ayaklanmanın, isyanın, direnişin gerilla namlusunda Halk Savaşı ile bütünleşeceği iktidar yürüyüşünde yolumuzu aydınlatan önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın açtığı yolda, kararlılıkla devrim uğruna ilerleyip canını vermekten sakınmayan yoldaşlarımızı bağlılık ve saygıyla anıyoruz” denildi.

TUTSAK PARTİZAN

Biz Umursuyoruz

S

osyal şovenizm oportünizm ile bir ve aynı eğilimdir diyen Lenin’in mükemmel tanımının özünü kavramak bugün açısından çok daha önemlidir. Türkiye’de örgütlü sosyalizmin tarihsel prangası olan sosyal şovenizm halen, güçlü bir akım olarak sosyalist hareketin içinde şu ya da bu biçimler altında devam ettiriliyor. Türkiye’de genel bir meseledir, çünkü ezen Türk ulusunun ezilen Kürt ulusuna karşı ayrıcalıklı durumu, ulusal baskısı devam ediyor. Türkiye’de sosyalist hareketin sosyal şoven damarı TKP’ye dayanır. Bugün her aşamada devrim mücadelesinde karşımıza çıkan, enternasyonalizm ruhuna Fatiha okuyan sosyal şoven teorik ve pratik çeşitliliğinin kendi özel şartları içinde, egemen sınıfların çıkarlarına yedeklendiklerini kimse inkar edemez. İbrahim Kaypakkaya 1972 komünist kopuşuyla sosyal şovenizmin egemen Türk ulus ayrıcalığının yanında, Kemalizm’le nasıl bütünleştiğini devrimci proleter harekete gösterdi. Birlik ve kardeşlik adına inceltilmiş milliyetçiliğini nasıl da Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkının reddedilmesi üzerine inşa ettiklerini bilmekteyiz. Kaypakkaya sosyal şovenizmin bir elini ezen ulus milliyetçiliğine uzatırken, bir elini de ezilen ulus milliyetçiliğine uzattığını örneklerle bizlere çok iyi açıklamaktadır. Oportünizmin iki yüzlü devamcıları olanlar sosyalist kimlikleriyle Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkından vazgeçtiklerinimevcut örgütlü güçleriyle ilan etmelerinden bu yana sevinç çığlıkları atarak “birlik, kardeşlik ve barış” adına “Kürt dostluğunu” hatırlayıverdiler. “İşte bakın Kürtler ayrılmak istemiyor” diyerek, “barış” olanağından bahsetmektedirler. 1970’li yılların

sosyal şovenizmi, daha geniş ve derin bir blok halinde kendisini ortaya koymaktadır. Kendi dillerinden ifade edersek “Kürt hareketi ayrılma hakkından vazgeçti, Türkiye solu Türk ve Kürt halkının birliğini barış içinde gerçekleştirmek için Kürt hareketiyle yeniden yakınlaştı” demektedirler. Oysa Türk sosyalistlerinin Kürt ulusunun devlet kurma hakkının propagandasını yapması gerekmez mi? Ezilen ulusun baskı altında tutulmaya devam edilmesi, Kürt ve Türk halkının kardeşliğini ve işçilerin birliğini değil, ancak ayrılık ve düşmanlığı derinleştirmeye yarar. Ezen Türk ulus milliyetçiliğinin sosyalist cephede ortaya çıkma biçimlerinden birisi budur; imtiyazlı Türk ulusunun egemenliğinin sürdürülmesi… Kaypakkaya sosyal şovenizme neşter çekti, lakin hareketimiz tarihi boyunca sosyal şovenizme karşı aktif, ideolojik mücadele yürütmeyi başaramadı. Sosyal şovenizmin etkilerinden kurtulamadı. Kürdistan deyince sadece ulusal hareket üzerinde yıllarca tartışması, Kürt işçi ve emekçi geniş köylü halk kitlelerinin, sınıfsal politik sorunlarını hatırlayamaması dikkat çektiğimiz olguyu anlamaya yeter de artar. Sosyal şovenizm sadece ayrıcalıklı Türk ulusunun egemen sınıflarının çıkarlarına yedeklenmeyle açıklanamaz. Kürt ulusunun kurtuluşunu teorik olarak dillendirenlerin de sosyal şovenizmden kurtulamadıkları çeşitli biçimler vardır. Kürt işçi, emekçi ve köylülerinin sınıfsal mücadelesinden uzak olan bakış açısının sapması, ulusal mücadelenin baskıya karşı yönelen devrimci özüne burun kıvırmakla kendisini dışa vurur. “Tam bağımsız Türkiye” sloganı atanlar, “Tam bağımsız Kürdistan” sloganını atanları milliyetçilikle damgalayıp haklılığını görmezden gelirler.

Burjuva anlamda bile olsa baskıya karşı yönelen Kürt ulusal mücadelesinin devrimci özü inkar ederek, esasta egemen ulus bakış açısıyla ortaklaşırlar. Kaypakkaya’nın ulusal sorun kavrayışında komünist enternasyonal netlik vardır. Ulusal hareketi, egemen sınıfların iktidarının yıkılması mücadelesi demek olan halk hareketiyle karıştırmaz. Türk ve Kürt komünistlerinin enternasyonal ikili görevlerine dikkat çeker. Tüm bunların yanında Kürt ulusunun baskıya karşı yönelen mücadelesinin devrimci özünü milliyetçilikten ayırır, küçümsemez ve asla ilgisiz kalmaz. Biliyoruz ki ulusal hareketin hedefi ve şimdiden sakatlanmış devrimci taleplerine bakıp etkisinden kurtulamayanlar, kahramanca ve büyük zorluklarla verilen savaşın hakkını teslim etmezler. Emrah Cilasun “Eleştiri Silahı” köşesinde şöyle demektedir: “Türkiye’nin gündemini Cuma namazı yarışları bağımsız vekil heyecanı veya seçim ittifakları meşgul ededursun. Ne yalan söyleyeyim umurumda bile değil.” Halkın Günlüğü Sayı:11 Alın size MLM’ye aykırı sosyal şoven düşünüş! Okuyucular Cilasun’u sık sık İbrahim’den bahsetmesiyle tanır. Ezilen Kürt ulusunu, dağlarda savaşan Kürtlerde serhildan ve çeşitli kitlesel eylemlerle sürdürülen eylemlerin bütünlüğünü görmeden; namazın kılındığı alanlara asılan şehit düşmüş gerillaların halkla, ezilen ulusun milyonlarıyla ve ortaya koydukları eylem biçimleriyle bağını kavrayamaz. Bu nedenle eylemleri küçümser “umurumda değil” diyerek kabuğun altındaki sosyal şovenizmi ortaya çıkarır. Ki Afrika, Ortadoğu’da ortaya çıkan dev-

rimci durumda boy veren halk ayaklanmalarından bahsedip, Kürdistan’ın nesnel koşullarını ve bölgesel bağını görememek bulunduğu yeri unutmakla açıklanabilir. Değerli yazarımızın Suriye’deki ayaklanmaların T.C.’yi endişelendirdiği söylemesi doğru, fakat nedenlerini görmek istememesi tam da “umurunda olmama” halinden kaynaklıdır. Oysa Suriye’de Kürtlerin ayaklanması ve ulusal birlik sağlayarak kendilerine güçlü bir statü oluşturmasının Türk devletini tehdit ettiğini ve bu nedenle sonuna kadar Esad diktatörlüğünü görmek istemiyor. Endişeleniyor çünkü Kuzey Kürdistan’da isyan boy verebilir! Bölge ve kuzeydeki siyasi dengeleri etkileyeceği belli olan gelişmeleri, PKK’nin Kürtleri ayaklanmaya değil uzlaşmaya çağırmasının -Türk devletinin İmralı’da bu yönlü çaba sarf ettiği açıktır- geniş anlamını ya da uzlaşmanın boyutunu algılayamıyor. Suriye’deki ayaklanmayı överek Kürdistan’da süreklilik kazanmış baskıya karşı yönelmiş eylem biçimlerini küçümsemek “İbo”cuların bakış açısı olamaz. “Umurunda olmayan” eylemlerde son bir ayda 400 Kürt tutuklandı, aynı direniş eylemlerinde polis kurşunları, gaz bombalarıyla Kürt halkı öldürüldü. Baskı altında inleyen ulusun insanları şehitlerin resimlerini meydanlara asıp namaza durdular. Beğen ya da beğenme, işte bu da bir direniş halidir, ama sadece bir biçimi… Cilasun bilir, İbrahim ilkeli, sözünü eğip bükmeyen bir komünistti. “İbo”nun net kavrayışıyla sosyal şoven mırıldanmalarla üstten bakan entelektüele verecek cevap şudur: “Ulusal baskıya karşı savaşan ezilen Kürt ulusunun mücadelesinin, meydanlarda mayalanan isyanının kendisi sosyal şovenleri hiç umursamaz”


24_Layout 2 5/19/11 11:31 PM Page 1

Rojaneya Gel Meşrûbûna hilbijartinan qet tune Ev dema ku bi tevê alternatîfê wê ve bên dest, bi taktîkên rast ve polîtîkayan pêşvebibin û bi vî awayî ku girse re pêşevanî bê kirin; êrişên çînên serwêr jî wê derên boşê.

g

Ji demê re alternatîf bûn Dema hilbijartinan her çiqas bibe pêlistoka demokrasiyê jî dibe dema keftûlefta klîka ên herî diyari. Her klîk ji bo ku polîtîkayên xwe bi girse bide pejirandin û piştgiriyê girse hilde bi hêzên xwe yên herî giran ve êrişê dijminê xwe dike. Dixwaze hemû pîsiyên dijminê xwe derxe eşkeratiyê û dijminê xwe re dibeje talanker û dîktator. Ji bo peytandina van gotina derxe rastê dixebite. Lê belê tenê paqişiya dema hukûmeta xwe derxe pêş jî xwe hewldana dest bernade. Em wexta ku tabloya hilbijartina gelemperî ên ku nêze dinêhêrin em rûzbarê vê îfadeya diyar a keftûleft tên. Partiyên burjûva feodal klîkên ku di nava erkana dewletê de temsîl dikin; ji bo ku ev klîkana zêdetir xwediyên gotina bin, ji bo rantê de para xwe hildin, ji bo jora vê pergala kedxwarî de bibin xwedî gotin bi can bi xwîn dixebitin. Ev begana wed didin girse, di nava van wed û tuzûkê de peyvên ku bi derewan xemilandî nîşanê didin. Rastiyeke waha jî heye ku bi van derewa va girse bi piş xwe ve kaş dikin. Di nava vê demê de em ku bibêjin girse bi awayekî polîtîk tercîh daye, nabe rast. Lê belê rastiyek heye ku ew girse awayekî polîtîk nebe jî tercîhek daye, ev tercîh rastiye winda nake. Lê belê em bibejin tercîheke çawa dike; waha ev tercîh bêşupe ji ber ku teşîrbûna yên pêş dibe sedemên tercîhkiri-

Dadrêsiya ‘dadwer’ cîhê xwe dît

Di sala 2009’an de roja 15’ê Berfanbarê(Kanûn)li Mûşê navçeya Qopê gel ji bo biryara Dadgeha Maqezagon ku ji bo girtina DTP’ê dabû derket qada û ev biryara şermezarkir. Notirvanên demîn ku navên wan Turan Bilen û Metin Bilen gule barandin li ser gel. Di vê bûyerê de bi guleya Bilenan ve

du kesa jiyana xwe dest da. Ji bo van bûyerên ku li Qopê hatin jiyan 29’ê Tîrmehê li Enqerê li dadgeha cezaya giran a 9’emîn de daniştîn pêk hat. Di vê daniştînê de dadgehê derheqê kesên ku du mirov kuştin de waha biryar da: got wan birayên Bilena di vê bûyerê de parastina xwe ya meşru kiri-

na yên nû. Lê bêlê tenê serê xwe ne sedem e. Carna sedemên siyasî carna jî sedemên olî, mercên aborî ên dijwar tercîhên mirov dide diyar krin. Wedên mercên jiyaneke mirovanê ji ber ku zêde tê xwestin ji hêla klîkan ve zêdetir ev daxwaza tê îstîsmar kirin. Îro taktîk polîtîkaya herî rast ewe ku ev pirsgirêka ne ya hukûmeta ye, pirsgirek bi serê xwe pirsgirêka pergalê ye. Ev bêaramiya li hember hukûmeta divê ji girseyan re bê gotin ku ev polîtîkaya dewletê ye. Di nava mercên her demê de guherandina navgîn û awayê vê rastiyeke, lê belê ev rastiya di nava nercên îro de ji van êrişan re bi redkirina hemû navgînên pergalê ve bersiva herî baş boykot e. Eva leystika çînên serwêr ku dîrokê virdetir li ser me dileyzin bi awayê demokrasî û azadiyê ku dixwazin meşrû bikin ya parlamentoyê tê xerab kirin. Çimkî tê dîtin ku dixwazin dînamîzma şoreşî û heviyên girse kaşê di nava sînorê parlamentoyê bikin û di nava van de jî tasfıyeyê hakim bikin. Xapandina tiştên herî baş pergal diparêze û yek jî xebata pergalê a ku ji bo xwe meşrû bike li navên dê disekine. Helwesta herî rast ewe ku mirov bikirpîne ku êdî hukmên wan û navgînên wan nemane. Dijî vê jî di nava keftûleftên klîka ên çînên serwêr de wê dû wan herin.

ne, ji ber vê sedemê ew du kes serbet berdabû. Dadgehê ew du mirovên ku du kes qetilkiribû derxist ‘paqişiyê’ û ew çalakiya jî wek ‘sûc’ hate nirxandin. Ew du kesên ku tev li çalakiyan bibûn cezayên giran jî dabû wan. Bi sedema amedekariya çalakiyan de Adem Artıkboga û Ercan Koca-

miş hatin girtin û bi hêla Dadgeha Cezayê 4’emîn a Wanê doz hat vekirin. Du kes bi sedema “endamên birêxistina terorî” ve hatin girtin. Dadgehê Di derheqê Adem Artıkboga û Ercan Kocamiş ê de12 sal cezayê girtîgehê da û bi vî awayî jî ji me re îspat kir ku ev bûyera bi destê dewletê amade bûye.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.