Yid aralik2013

Page 1

Yeni Dünya İçin ÇAĞRI • Özel Sayı • Aralık 2013 • Fiyatı: 1,00 TL

KAVGA GÜLEN/MİLLİ GÖRÜŞ KOALİSYONUNUN KENDİ İÇİNDEKİ İKTİDAR KAVGASIDIR.

AL BİRİNİ VUR ÖTEKİNE. KAYIKÇI KAVGASINDA TARAF OLMAYALIM!

YEREL SEÇİMLER VE TAVRIMIZ

PUNTO DERİ: DİRENİŞE DEVAM!

Tunus Dersleri

Güvercin Anıldı

25 KASIMDA KADINLAR MEYDANLARDAYDI

HAVA İŞ SENDİKASINDA YENİ DÖNEM Emekçiler Torba'ya Girmeyecek!


DERSHANELER KAVGASI VE TAVRIMIZ:

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

NE DERSHANELER, NE ÖZEL OKULLAR, DEMOKRATİK, BİLİMSEL ANA DİLDE EĞİTİM!

2

Bir süreden beri Gülen cemaati ile Hükümet arasında bir dershaneler kavgasıdır sürüp gidiyor. AKP hükümetinin önemli ayaklarından biri olan Gülen cemaati, hükümetin dershaneleri dönüştürme planına karşı gürültülü bir kampanya yürütüyor. Hükümeti darbecilikle, insafsızlıkla, izansızlıkla suçluyor. AKP içinden de bu konuda cılız da olsa sesler yükseliyor; hükümet, en başta da Recep Tayyip Erdoğan bu sevdadan vaz geçmeye çağrılıyor. RTE ise bu konuda adeta cemaatin gerçek gücünü ölçmeyi de göze alan bir tavırla, dönüştürme ısrarını sürdürüyor. Dershaneleri dönüştürme planının nasıl olacağı somut olarak tam belli değil; ama dershane sahipleri bu adımın dershaneleri kapatma anlamına geldiğini savunuyorlar. Bu kavga hükümet içindeki Gülen/Milli Görüş koalisyonunun kendi içindeki iktidar kavgasıdır. Bu iktidar savaşı, genç dimağlara kimin egemen olacağı, o dimağlara yüklenen bilgilerin nasıl ve kimin tarafından belirleneceği savaşıdır. Bu savaşın bu ittifakı bütünüyle sonlandırması az ihtimaldir. Çünkü her iki kesim de özünde ideolojik olarak “ılımlı Müslüman” bir eğitiminden yanadır. Ve her iki kesimin de birbirine ihtiyacı vardır. Bölünüp iktidarı kaybetmektense, iktidarı paylaşmayı yeğlerler. Gerek dershaneler, gerekse hükümetin dönüştürme planı sonucu öngördüğü özel okullar, özünde: *Bütün çocuklarına 12 yıllık zorunlu; ücretsiz, tüm masrafları devlet tarafından karşılanan, içerik olarak gerçek anlamda laik ve demokratik eğitim vermeye, -*Eğitimde her türlü ataerkil ideoloji kalıntılarına karşı mücadele etmeye; eğitim kurum ve araçlarındaki her türlü cinsiyetçiliği bertaraf etmeye, *Tüm vatandaşlarına anadilde

eğitim imkanı sunmaya, *Eğitimde politeknik eğitim ilkesini temel almaya, *12 Yıl temel eğitim almış her gence yüksek öğrenim, yüksek meslek eğitimi ve akademik eğitim imkanını sunmaya, kısaca demokratik eğitim siyasetine karşıdır. Gü len c ema at i i le M i l l i Görüşün birbirlerinden farkları yoktur. Al birini vur ötekine. Bu kayıkçı kavgasında taraf olmamalıyız. Bizim istediğimiz eğitim; gerçek anlamda laik, demokratik, bilimsel, ana dilde eğitimdir. RTE açısından ise bu savaş kararlılık gösterisi, onun gerekirse cemaatin oy gücünü cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce test etmeyi göze aldığını gösteriyor. *** Gülen cemaati ile Milli Görüş arasındaki kavga, iktidar savaşı; savaşa yeni boyutlar eklenerek sürüyor. Mehmet Baransu imzalı Taraf gazetesinde yer alan bir haberde, 25 Ağustos 2004 tarihli MGK toplantısında alınan tavsiye kararına yer verildi. MGK toplantısında şu karar alınmış:

“Kurulun bu toplantısında; MGK t o p l a n t ı s ı n ı n g ü n dem maddelerinden biri olan ‘Türkiye’ deki Nurculuk faaliyetleri ve Fethullah Gülen’ konusu gündeme gelmiş, yurtiçi ve yurtdışı faaliyetlerine karşı bir eylem planı hazırlanması uygun görülmüş ve bu konudaki tavsiye kararının hükümete bildirilmesine karar verilmiştir.” Karar altında RTE başta olmak üzere, hükümet üyelerinin imzası var. Metinde adına paraf açılmasına rağmen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in imzası yer almıyor. Şahin’in parafının yanına “bulunmadı” notu düşülmüş. Taraf gazetesi haberine göre MGK Gü len cema at i ha kk ında 15 ay rı karar a lmış: “Toplantıda, Gülen Grubu’nun faaliyetlerinin tasfiye edilmesine ilişkin 15 ayrı karar alınıyor. Karar, iki sayfa hâlinde getirilip, bir üst yazıyla ilgili kişilere veriliyor. 25 Ağustos 2004’te de tüm kurul üyeleri tarafından imzalanıp, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e sunuluyor.” (www.taraf.

com.tr) Taraf gazetesinin haberine AKP cephesinden tepkiler gecikmedi. Verilen tepkilerin özü şu: “2004’teki MGK kararı hükümet tarafından yok hükmünde kabul edilmiş, hiç bir Bakanlar Kurulu kararı alınmamış, hiçbir işlem yapılmamıştır.” Görünen odur ki; Gülen cemaati ile Milli Görüş/Hükümet arasındaki iktidar savaşı, bu savaşa yeni unsurlar eklenerek sürecektir. Bu savaşta ilginç olan, düne kadar Gülen cemaatini baş düşman ilan eden Kemalist burjuva muhalefetin bir bölümünün umudunu şimdi de bu kavgada cemaate bağlamış olmasıdır. Bu umutsuzluğun geldiği noktayı gösterme açısından ilginçtir. Gülen cemaatinin AKP’ye karşı tavır alması, oylarını bir başka partiye kaydırması veya kendisinin bir parti kurması vs. cemaatin AKP’ne, AKP’nin cemaate ihtiyacı olduğu gerçeği dikkate alındığında; ikisinin de “ılımlı Müslüman” olduğu dikkate alındığında gerçekçi görünmüyor. 29.11.2013


Yerel seçimlere start verildi. Çalışmalar başladı. Seçim atmosferine yavaş yavaş giriyoruz. Yerel seçimler de, bütün seçimlerde olduğu gibi, halk kendi yöneticilerini seçmesi için sandık başına çağrılacak. Kapitalizmde seçimler gerçekte sömürü sisteminin sürdürülmesinin halkoyuna dayandırılarak “demokratik meşruiyet“inin sağlanması için vardır. Seçimler yoluyla sömürü düzeninin özünde hiç bir değişiklik yapmak mümkün değildir. Burjuvazi eğer böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını görürse, seçimler yoluyla iktidarını gerçekten kaybetme tehlikesini görürse zaten seçim yapmaz. Burjuvazinin iktidarı şartlarında yapılan seçimler işçilerin emekçilerin temel sorunlarını çözemez. Seçimlerde işçi sınıfı ve emekçilere yönelik propagandamızda; “Burjuvazinin egemen olduğu şartlarda seçimler özde bir şey değiştirecek olsaydı, yapılmazlardı“ düşüncesini, özde değişikliklerin ancak işçi ve emekçi yığınların kendi iktidarları şartlarında olacağını, bunun devrim gerektirdiğini merkeze koymalıyız. Burjuvazinin iktidarda olduğu şartlarda komünistler açısından seçimler, eğer bu seçimlere işçilerin-emekçilerin katılması, oy kullanması yönünde çağrı yapılıyorsa, sonuçta işçi sınıfı ve emekçi yığınlar arasında komünist, sosyalist, devrimci düşüncelerin etki alanını ölçmek için, işçi ve emekçilerin siyasi olgunluk derecesini ölçmek için bir araçtır. Daha fazlası değil. Komünistler seçimleri, komünist faaliyet açısından dikkate almalı, her seçimi içinde bulunulan somut şartlara göre değerlendirmeli, seçimlere katılınıp katılınmayacağı, katılanacaksa nasıl katılanacağını değerlendirerek uygun taktiği belirlemelidir. Seçim ortamları halkın burjuvazi tarafından -kendi çıkarları bunu gerektirdiği için- en fazla siyaset içine çekildiği, işçi sınıfı ve emekçi yığınlar içinde ve arasında da siyaset üzerine en yoğun konuşulduğu ortamlardır. Bu ortam komünist düşüncelerin işçi sınıfı ve emekçiler içinde propagandası için, aydınlatma ve örgütlenme faaliyeti için fırsatlar

sunar. Bu fırsatlardan maksimum yararlanmak komünistlerin görevidir. Hangi taktik kullanılırsa bu ortamda komünist düşünceler daha yoğun bir biçimde halk içine taşınabilir? Bütün komünist faaliyette temel sorun, işçi sınıfı ve emekçiler içine komünist düşünceleri, alternatifi, burjuva düşüncelerle çatışma içinde taşımak, işçi sınıfının ve emekçi yığınların bilinç ve örgütlenme seviyesini yükseltmektir. Hangi taktik bunun için daha elverişli şartlar yaratır? *Burjuvazinin iktidarı şartlarında da yapılan seçimlerin mümkün olan en demokratik biçimde, temsiliyette adaleti sağlayan, mümkün olduğunca verilen hiç bir geçerli oyun, verildiği amaç dışında kullanılmasını engelleyen bir seçim sistemi temelinde yapılmasının mücadelesini vermeliyiz. Bu şu demektir: Her şart altında, 18 yaşını doldurmuş her vatandaşın seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu, serbest, genel, eşit oydan; gizli oyaçık seçim ilkesinden yanayız. Her türlü baraja karşıyız. Seçilenlerin, seçenlere seçimler arasındaki dönemde de hesap verme yükümlülüğü olduğu ve seçmenlerin seçtiklerini iki seçim arasındaki dönemde de geri çağrılabilecekleri, yerine yeni birini seçebilecekleri bir sistemden yanayız. Bunun için seçmenlerle adayları mümkün olan en sıkı bağ içinde olabilecekleri dar bölgelerden yanayız. Bunun ötesinde, seçmenlerin siyasi iradelerini tespit edilen bir süre için (dört yıl/beş yıl) bütünüyle seçtiklerine devrettikleri sistemlere karşıyız. Seçimler ara-

sındaki dönemlerde de bütün önemli projelerde doğrudan ve tam bilgilendirme temelinde seçmenlerin oyuna başvurulduğu, referandumlar sisteminden, doğrudan demokrasi unsurlarının sistem içine en geniş biçimde yerleştirilmesinden yanayız. Bu temel düşüncelerden yola çıkarak Mart 2014’de yapılacak yerel seçimler konusunda değerlendirmelerimiz ve bu değerlendirmeler temelinde izleyeceğimiz taktik şöyle olmalıdır: *Mart 2014’deki yerel seçimler, yalnızca yerel yönetimler açısından değil; yerel seçimlerin hemen ardından gelecek olan iki seçim için de bir test olarak -hakim sınıfların kendi içlerindeki iktidar mücadelesi açısından- belirleyici önemdedir. *AKP yaptığı bir yasal değişiklikle esasında merkezi yönetimden yerel yönetimlere geçişte bir adım attı. Hükümet henüz Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartını imzalamadı. Fakat yapılan yasal değişiklikle sayısı 16‘dan 29’a çıkarılan Büyükşehir’lere, merkezden bağımsız olarak kendi topladığı vergileri kullanma hakkı verildi. Bu Büyükşehirler açısından esasında özerk yönetim yönünde atılmış bir adımdır. Gidiş bu yöndedir. Bu çok önemlidir. Türkiye’de esasında bugüne kadar ki aşırı merkeziyetçi sistemin çözülmesi yönünde atılan bir adımdır bu. Büyük şehirlerde yaşayan nüfus Türkiye nüfusunun çoğunluğudur. Bu yüzden bu yerel seçimlerde Büyük şehirlerin yönetimini kimin alacağı daha fazla önem kazanmıştır. *Yerel seçimlerde % 10 barajı yoktur. Anda geçerli olan yasaya göre: “İl genel meclisi ve belediye

meclisi üyelikleri için yapılan seçimlerde %1 baraj uygulamalı nispi temsil sistemi, belediye başkanlığı seçiminde ise çoğunluk sistemi” geçerlidir. “İl genel meclisi seçimleri için her ilçe bir seçim çevresidir.” “Belediye başkanı ve belediye meclisi üyeleri seçimleri için her belde bir seçim çevresidir.” “Büyükşehir belediye başkanının seçiminde seçim çevresi Büyükşehir belediye sınırlarından oluşur.” Yerel seçimlerde kullanılan sistem, anda genel seçimlerdeki sistemle karşılaştırıldığında temsiliyette adaleti sağlama açısından biraz daha iyidir, fakat yine de bu yeterli değildir. Yerel seçimlerde seçim sistemi konusunda somut taleplerimiz şunlardır: -İl genel meclisi ve belediye meclisi için yapılan seçimlerde var olan % 1 barajı kaldırılmalı, hiçbir baraj olmaksızın nispi temsil sistemi geçerli olmalıdır. -Belediye Başkanlığı seçimlerinde ise, çoğunluk sistemi iki turlu çoğunluk sistemi olarak işletilmelidir. Birinci turda % 50+1 i hiçbir adayın kazanamaması halinde, en çok oy alan iki adayın katıldığı ikinci tur yapılmalıdır. -Bu talepler bu Mart’taki seçimlerde pratik olarak gerçekleştirilme imkanı olmasa bile, seçimlerde bu düşüncelerin yaygınlaşması için propagandası yapılmalıdır. *Yerel Seçimler bugünkü güç dengesinde egemen sınıf ların kendi aralarındaki iktidar dalaşı olarak geçecek; esas olarak AKP ile AKP karşıtları cepheleri arasında bir yarış yaşanacaktır. Burjuva muhalefet partileri kendi cephelerini genişletip, karşı

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

YEREL SEÇİMLER VE TAVRIMIZ

3


cepheyi daraltmak için daha çok bir Anti Tayyip cephesi ile seçimlere girmek istemektedir. Fakat AKP’yi bölme çabalarının bir ürün vermesi bir umut ve hayalin ötesine geçmemektedir. AKP’de önemli bir kopma, bölünme beklentisi boş hayal olarak görünmektedir. Biz egemenlerin bu cepheleşmesinde cephelerin birini diğerine tercih etmeyiz. Biz ne Anti Tayyip, ne de Tayyip cephesinin hiçbir biçimde parçası, payandası, dayanağı olma anlamına gelen bir tavır içine girmeyiz. Hiçbir egemen sınıf partisine ve onun adayına oy verme çağrısı yapmayız. Hepsini somut teşhir eder, bunlara oy verilmemesi çağrısı yaparız. *BDP/HDP diğer burjuva partilerinden farklı olmasına, burjuva demokrasisini savunma adına onların hepsinden ileri olmasına, Türkiye/Kuzey Kürdistan’da gerici burjuva demokrasisine geçişte olumlu bir rol oynamasına rağmen, sistemi devrimle yıkma hedefi olmadığı için sonuçta sistem partisi durumundadır. Onları da parti olarak destekleme durumu-

muz yoktur. Ancak tek tek belediyelerde gösterdikleri şu veya bu aday, somut olarak parti programı dışında da daha ileri demokrasi talepleri savunuyorsa, ona destek çağrısı yapabiliriz. Doğrudan aday çıkarmadığımız durumda, devrimci gruplarlarla ortak aday ve HDP adaylarını desteklemenin bizim için önkoşulu, ortak demokratik devrimci bir platform, devrimci demokrat bir belediyecilik anlayışıdır; bunun yanında her örgütün ajitasyon propaganda özgürlüğüdür. Bu temelde bir eylem birliğine, devrimci pozisyonlar savunan bir BDP/HDP belediye başkan adayını da desteklemeye hazırız. Demokrat/Devrimci belediyecilik: *Siyasette katılımcılığı temel alır. Açıklık ve halkın denetimi belirleyici önemdedir. Belediyenin bütün işleri tüm halka açık toplantılarda görüşülür. Belediye Meclis toplantıları halka açık olur, doğrudan canlı olarak yayınlanır vs. Bütün önemli projeler halkoyuna sunulur. *Sağlık hizmetlerini ve kültür hizmetlerini en önemli görev-

lerinden biri olarak kavrar; ona uygun davranır. Bu hizmetlerin ödenebilir olmasına dikkat eder. Yoksullara bu hizmetleri ücretsiz sunmayı hedefler. *Trafik siyasetinde toplu taşımacılığı ilerletmeyi; kişisel özel araba trafiğini azaltmayı hedefleyen bir siyaset izler. * Her türlü ayrımcılığı kendi siyasetinde dışlar; bunun için en başta kadın erkek eşitliğine yönelik somut “pozitif ayrımcılık” tedbirleri alır. Belediye işlerine işçi almada % 50’lik kadın kotası vb. uygular. Tek dilde değil, belediye sınırları içinde konuşulan bütün dillerde imkanlar ölçüsünde belediye hizmeti sunar; Tüm“ötekileştirilen”ler lehine pozitif ayrımcılık tedbirleri alır. *Belediye hizmetlerini sunarken, dayanışmacılık ruhunu, gönüllü hizmet ruhunu geliştirir, teşvik eder. * Çevrenin korunmasını, yaşanabilir bir çevre yaratılmasını en önemli işlerinden biri olarak kavrar. Bütün projelerinde bu meseleyi çıkış noktası olarak alır. Kısa süreli başarı değil, kalıcı-

lık, gelecek kuşaklara yaşanabilir bir çevre bırakmak belirleyici önemdedir. Seçim propagandamızda, bu propagandanın merkezinde, şu veya bu somutta aday da göstersek, bir adaya oy vermeye çağrı da yapsak, seçimlerle temel sorunların çözülmesinin mümkün olmadığı, esas meselenin halkın iktidarını kurmak olduğu düşüncesi durmak zorundadır. Seçim dönemi yığınların siyasete en açık olduğu dönemlerden biridir. Bizim seçim çalışmamızın merkezinde, şu veya bu adaya oy verme çağrısı yaptığımız durumlarda da, her zaman demokratik devrim propagandasını yaygınlaştırmak, gerçek demokrasi konusunda görüşlerimizi yaygınlaştırmak durmalıdır. Bir devrimci insanın belediye başkanlığına veya belediye meclisine aday olması, onun seçim kürsüsünü- seçilmesi halinde içinde yer alacağı kurumu- örneğin demokratik belediyecilik nasıl olabilir, nasıl olmalıdır düşüncesini savunmak; yaygınlaştırmak için kullanmanın bir aracı olabilir. Daha fazlası değil. 05.12.2013

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

PUNTO DERİ: DİRENİŞE DEVAM!

4

Zeytinburnu’nda faaliyet gösteren Punto Deri’de çalışan işçiler Deri İş Sendikasına üye oldular. Bugüne kadar patron 28 işçiyi işten çıkardı. İşten çıkarılan işçiler Punto Deri önünde direnişlerini sürdürüyorlar. Direnişi 108. günde ziyaret ettik. Direniş hakkında işçilerle sohbet ettik. 108 gün önce işten çıkarılan iki işçi gelişmeler hakkında şunları anlattılar: Ramazan Aygün: 10 yıldır Punto Deri’de çalışıyorum. 2013’un Haziran ayında işveren sendikalaşma faaliyetini öğrendi. Ramazan ayının ortasında çalışmalara başladık. Patron işveren sendikası genel sekreterini danışman olarak yanına aldı. O’nun da desteği ile beraber işçilerle mücadeleye başladı. 2 Ağustos Cuma günü bayram adı altında tatile çıkarılırken biri ben, biri de Hülya Alptekin iş akdimizi sona erdirdi. Haklarımızı biraz bildiğimiz için imza atmadık. Bugün 108. gün. 28 arkadaşımızın iş akdi feshedildi. İş akdini sona erdiren kağıdı hiçbiri imza atmadı. 2009 yılında işveren kardeşi adına taşeron bir firma kurdurdu. Orada 61 kişi çalışıyordu. 36 kişi

sendikaya üye oldu. Çalışma Bakanlığından yetki istendi. Devletin çarkı geç döndüğü için yetki gelmedi. O firmayı kurarken Punto diye kurdurdu. İçerideki arkadaşları oraya devrederken, girişi çıkışı 4,5 ay sonra yaptı. İçeriye onların yerine aldığı insanlardan hukuka aykırı bir şekilde açık senet aldılar. Bunların ses ve görüntülü kayıtları elimizde mevcut. Mahkemede ilk duruşmada beyan ettik. Hakime ibraz edersiniz

dedi. Bu açık senetleri Ramazan ayında içeride ikna odaları yaptılar. Herkesi oraya tek tek çektiler. Baktılar insanlar dik duruyor, yaptıkları ilk iş senetleri dağıttılar. Alan personel müdürümüz, alan şirket. Patronla beraber dağıttılar. Punto’da yıllık izin diye bir şey yoktu. Şimdi zorla insanları izine gönderiyorlar. Sendika üyesi olan işçiyi işten çıkarmadan önce yıllık iznini kullanmasını istiyorlar. Bugün üç arkadaş iş başı yaptı. İzinden döndü. Yasal izin diye bir

şey yoktu. İşsizlik parası yoktu. Sendikayı duyunca bunları da oluşturmaya başladılar. 28 işçi olarak direnişe devam ediyoruz. Sendika ile işveren arasında protokol olacağına inanıyoruz. Yapmak zorundalar. Avrupa’nın 14 yerinde sendikalar eylem yaptı. Avrupa’ya mal satmazsa Punto ayakta duramaz. Sadece Rusya ve iç piyasa Punto’yu taşımaz. Punto’da sendika duyulana kadar sabah 08’de geliyorduk, akşam eve gidiş belli değildi. Akşam standart 2009’a kadar paydos saati 23.00 idi. Fuar ve defile zamanında 02, 03’ü de buluyordu. S end i k ad a n s on r a şi md i 19.00’da paydos ettiriyorlar. İşlerini dışarıda fasona yaptırıyor. İşverenler örgütlü. İşveren işverene sahip çıkıyor. Aman sendika gelmesin buraya diyerek siparişlerini yerine getirip teslim ediyorlar. İşçilere insanca davranmıyorlardı. Arkadaşımızın hanımı doğum yapacak, “sen mi doğum yapacaksın, senin sülalende adam yok mu götürecek?” İmalat müdürü bunu söyleyebiliyordu. Adamın hanımını kim götüre-


cek? Sülaledeki adam boş mu bekliyor? Eşi gitmiyorsa kim gidecek? Cenazeye gitmek mümkün değildi. Patronun babası öldü. Cenazeye giden işçiden para kestiler. İmalat müdürü hep “siz Punto’ya uyacaksınız, Punto size uymaz” diyordu. Patron “Biz sizinle büyüdük. Çok çalıştınız. Sendikayı bırakın, sizinle yine yola devam edelim” diyor. Daha önceleri de verdiği sözlerde durmadı. Bordolarımız açlık sınırının altındaydı. 2009’da 45 mesaiyi satını bordroya yansıtacağım sözü verdi yerine getirmedi. Mesai ücretlerini ödemiyordu. Resmi tatillerde, bayram tatillerinde yüzde yüz mesai farkı vermesi gerekiyordu. Vermiyordu. Hukuki açıdan bunun davalarını açtık. Direnişe verilen desteği yeterli bulmuyorum. Ekonomik sıkıntımız var. Desteğe gelen sendikalar, kurumlar oluyor. Direnişinizi destekliyoruz diyorlar. Fakat zorlanıyoruz. Patronlar toplantı yapıyor. Patrona “Her türlü zararını karşılayalım, sendikayı sokma” diyorlar. 1991 yılında sendikalar bu havzadan gitmiş. Sendikal çalışmanın başarıya ulaşması için maddi destek çok önemli. Ben beş nüfusa bakıyorum. Üç çocuk da okuyor. Birçok arkadaşın çocuğu okuyor, kira ödüyor. Sendikamızın da maddi desteği olmadı. Maddi olarak sendika-

mızın imkanı yok. Dayanışma gecesi düzenledik. Birçok yerden bilet iade edildi. Beklediğimiz gibi olmadı. Direnmenin, sendikalaşmanın bir okul olduğunu gördük. Punto’ya sendika girene kadar direnişimize devam edeceğiz. Bizi ziyaret eden tüm dostlarımıza teşekkür ediyoruz. Hülya Alptekin: Ben tek kadın direnişçiyim. Erkek arkadaşlarımla beraber direniyorum. İçeride beraber çalışıyordum, burada da beraber direniyorum. Fark eden bir şey yok. Direnişin kadın erkeği olmaz. Bu emek mücadelesi. Emek mücadelesinde

kadın erkek fark etmez. İçeride çalışan arkadaşlarımızın çoğu erkek. Kadın arkadaşlar çok kötü şartlarda çalışıyorlar. Arkadaşlar anlattılar. Şu anda en büyük sıkıntımız maddi sıkıntı. Sonuçta ailemize bakıyoruz. Ev geçindiriyoruz. Elektrik, su borcu ödenmeyince, direnişe bakmıyorlar, kesiyorlar. Evle olmadığım için evli olan arkadaşlara göre biraz daha rahatım. Az da olsa ailemin desteği var. Diğer arkadaşların üniversitelerde okuyan gençler var. Kiraları var. Faturaları var.” İşçilerin anlattığı gibi direnişin başarıya ulaşmasının temel

koşulu, işçilere maddi destekte bulunmaktan geçiyor. Buradan okurlarımıza çağrı yapıyoruz. Punto Deri işçilerinin haklı mücadelesini destek leyelim! Ziyaretimiz sırasında işçiler Yeni İşçi Dünyası Kasım sayısı dağıtıldı. Grup Munzur’da işçileri ziyaret ederek, kısa bir dinleti sundu. Dinleri sırasında: “Direne direne kazanacağız!, Punto’ya sendika girecek, başka yolu yok!, Yaşasın sınıf dayanışması!, Sendika hakkımız söke söke alırız!” sloganları atıldı. 28.11.2013

1 yıldır Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallerinin özelleştirilmek istenmesine karşı işçilerin verdiği mücadele sürüyor. Tü r k i ye M a d e n İ ş ç i l e r i Sendikası Yatağan ve Havalisi Şubesi ile Tes-İş Sendikası Yatağan Şubesi tarafından, 23 Kasım Cumartesi sabahı saat 08’de Yatağan ve Yeniköy Termik Santralleri önünde ortak kitlesel basın açıklamaları yapıldı. Özelleştirme İdaresi tarafından 22 Kasım Cuma günü, Kemerköy ve Yeniköy Termik Santralleri ile Kemerköy Liman Sahası özelleştirmesinde ön yeterlilik ve son teklif verme tarihi 24 Ocak 2014, Çatalağzı Termik Santrali için 5 Şubat, Yatağan Termik Santrali içinse 10 Şubat 2014 olarak açıklanmıştı.

Bu duruma tepki gösteren işçiler 23 Kasım Cumartesi günü Yatağan ve Milas’taki termik santralleri önünde toplandı. Enerji ve maden işçileri, konuyla ilgili ilanın Özelleştirme İdaresinin internet sayfasından kaldırıldığına dikkat çekerek, bunun kendilerinde herhangi

bir gevşeklik oluşturmayacağını vurguladı ve mücadeleye devam çağrısı yaptı. Enerji ve maden işçileri 25 Kasım günü de Muğla’da eylem yaptı. Otobüslerle Muğla’ya gelen yaklaşık 500 işçi AK Parti il binasına yürüdü. Yürüyüşü engellemek isteyen polisle işçiler

arasında arbede yaşandı, polis işçilere biber gazı ve Toma’dan sıkılan tazyikli suyla müdahale etti. Yaşanan arbedede 8 işçi biber gazı ve cop darbeleri ile yaralandı. 2 4 K a s ı m g ü nü Mu ğ l a Valiliği önündeki Cumhuriyet Meydanında toplanan enerji ve maden işçileri Marmaris Bulvarı üzerinden yürüyüşe geçerek Zihni Derin Caddesi üzerindeki AK Parti Muğla İl Binasına yürüdü. Bu sırada İl Binasına yaklaşık 100 metre kala Toma ve çevik kuvvet ekibiyle barikat kuran polis ekipleri işçilerin yürüyüşüne izin vermedi. Polis barikatına yüklenen enerji ve maden işçilerine polis biber gazı, cop ve tazyikli suyla müdahale etti. Polis barikatını aşan işçiler AK Parti İl binası önüne kadar gelerek basın açıklamalarını gerçekleştirirken

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

ENERJİ VE MADEN İŞÇİLERİNE MÜDAHALE

5


burada kısa sureli bir arbede daha yaşandı ve polis işçilerin basın açıklaması yapmasına izin verdi. Burada Tes-İş Şube Başkanı Fatih Erçeli k bir konuşma yaptı. Erçelik şunları söyledi: “Bildiğiniz gibi işyerlerimizin özelleştirme adı altında peşkeş çekilmesine karşı yaklaşık 1 yıldır sürekli eylemdeyiz.71 gündür de direniş çadırındayız. Siyasi iktidarın bizi görmesi ve duyması için bugüne kadar her türlü demokratik ve meşru eylemler gerçekleştirdik. 50 bin imza topladık, tabutlara yattık, dağlara çıktık, Ankara’ya yürüdük, halkımızdan ve yerel siyasilerden destek istedik. Haklı olduğumuz ve mücadeleye devam etmemiz konusunda Yatağan’da, Milas’ta, Muğla’da, tüm ülke sathında çığ gibi büyüyen bir destek aldık. Bunlardan sadece AKP Muğla İl Başkanı bizi muhatap almadı. Enerji ve Maden İşçileri adına, yani sizler adına sıkıntılarımızı, sorunlarımızı

dile getirmek ve Hükümete iletmesi için görüşme talep ettik. Ancak bu talebimize yanıt bile verilmedi. Maden ve Enerji işçilerinin siyasi polemik yaratmamak adına bu tavırlara sessiz kalmasını acizlik olarak algılayanlar var ise önümüzdeki süreçte bunun böyle olmadığını göreceklerdir. Bizler Maden ve Enerji işçileri olarak sadece kendimiz ve çocuklarımızın geleceği için kavga vermiyoruz. Termik Santral ve kömür

işletmeleri nedeniyle tarımdan uzaklaşan ve ölümcül hastalıklara yakalanan bölge halkı hangi siyasi partiye oy verirse versin yediden yetmişe özelleştirmeye karşıdır. … Özelleştirme idaresi Yatağan, Yeniköy, Kemerköy ve Çatalağzı Santralleriyle Maden sahalarının özelleştirme ihalesi ilanını 22 Kasım Cuma günü akşam saatlerinde yangından mal kaçırırcasına çıkardılar. Ertesi gün Özelleştirme idaresinin in-

ternet sayfasından ilanı kaldırdılar. Bu bizi asla gevşetmesin. Daha diri, daha canlı olalım. Demek ki ilan kaldırılabiliyormuş onu gördük. Şimdiye kadar biz düşünüyorduk, şimdiden sonra siyasi iktidar ve özelleştirmeciler düşünecek....Artık kendi hukukumuzu yaratacağız. Bu saatten sonra üretimden gelen gücümüz de dahil ne yaparsak yapalım haklıyız ve meşruyuz.. Uyarılarımız dikkate alınmadı. Onlara bu ihaleyi yaptırmayacağız. Yaptıran namertti. Asıl savaş şimdi başladı. Emeğimize, geleceğimize, halkın malına pervasızca saldıranlara bu dünyayı dar edeceğiz.” (Yatağan Demeç Gazetesi) Enerji ve maden işçilerinin özelleştirmeye karşı verdikleri mücadele haklı bir mücadeledir. Bu haklı mücadelenin egemenler arasındaki iktidar dalaşında, Kemalist ulusalcı kanadın yedeğine düşmemesine dikkat edilmelidir. 26.11.2013

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

DİSK’İN #DİRENİŞÇİ KAMPANYASI SÜRÜYOR

6

Ga zetemi zi n geçen say ısında, Devrimci İşçi Sendikaları Kon federa s yonu (DİSK)’ i n “Kıdem tazminatımız iş güvencemizdir, yok edilemez!” sloganı ile başlattığı “köleliğe karşı direnişçi” kampanyası hakkında bilgi vermiştik. Ekim ayı sonunda başlatılan kampanya Kasım ayı boyunca da devam etti. 11 Kasım’da, Bursa’da Birleşik Metal İşçileri Sendikasına bağlı Prysmian ve SCM işyerlerinin önünde toplanan metal işçileri, civardaki fabrikalardan işçilerle birlikte Mudanya'da yürüdüler. 14 Kasım'da Kocaeli'de merkez bankasından Cumhuriyet parkına yürüyen işçiler kıdem tazminatında yapılmak istenen değişikliklere karşı basın açıklaması gerçekleştirdiler. 19 Kasım’da E sk i şeh i r’ de, 21 K a sı m' da Bursa’da, 22 Kasım'da Bilecik’te ve 26 Kasım’da Çanakkale’de işçiler "kölelik düzenine hayır" demek için yürüdüler. 27 Kasım'da İzmir’de yapılan yürüyüşe ise Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu ve G enel S ek reter S elç u k

Göktaş katıldı. Kayseri, Konya, Diyarbakır, Antalya ve Adana illeri #direnişçi kampanyası çerçevesinde etkinliklerin yapıldığı diğer iller oldu. 21 Kasım’da Bursa’da yapılan eyleme DİSK Genel Başkanı Kani Beko, DİSK Marmara Bölge Temsilcisi Ayhan Ekinci, DİSK/Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu,

Birleşik Metal-İş Genel Sekreteri Selçuk Göktaş, DİSK/Genel-İş Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Hüsey in Yaman’ da katı ldı. Gerçekleştirilen yürüyüşün sonunda basın açıklamasını DİSK Genel Başkanı Kani Beko yaptı. Beko, yaklaşık bir aydır sokaklarda kıdem tazminatı hakkı için eylemler yapan DİSK’li işçilerin birer “#direnİşçi” olduğunu söy-

leyerek kıdem tazminatının fona devredilmesinin, bu hakkın yok edilmesi demek olduğunu belirtti. Kıdem tazminatı hakkının gasp edilemeyeceğini belirten Beko, ucuz, güvencesiz, kölece bir düzende çalışmak istemediklerini belirterek herkesin onurlu bir yaşam için mücadele etmesini istedi. (kaynak: İnternet) 02.12.2013


“KIDEM TAZMİNATIMA DOKUNMA” EYLEMİ Tü rk-İş İst a nbu l Şubeler Platformu, Hükümetin kıdem tazminatının fona devredilmesi planını protesto etti. “K ıdem ta zmi nat ı ma dok u n ma” t a lebi i le Tü rk-İş İstanbul Şubeler Platformu, 9 Kasım Cumartesi günü Beyoğlu Tünel’den Galatasaray Lisesine yürümek istedi. Tünel’de toplanan yaklaşık 200 civarında olan kitlenin önü polis barikatıyla kesildi. Toplananlar arasında sendikalardan Belediye İş, TÜMTİS, Deri İş, Yol İş, Punto Deri işçileri ve flamalarıyla BDSP, DDSB vardı. Kitlenin yürümesine polis izin vermedi. Yürüyüşe izin verilmemesi oturma eylemi ile protesto edildi.

Oturma eyleminin ardından Yol-İş 1 No’lu Şube Başkanı Erdem Arcan platform adına bir açı k lama yaptı. Arcan, Hükümetin amacının, patronları kıdem tazminatı yükünden kurtarmak, esnek ve güvencesiz çalışmanın kurallarını yerleştirmek olduğunu söyledi. Eylem sırasında: “Her yer Ta k si m, her yer d i ren i ş!, Hükümet istifa!, Suskun Türk İş istemiyoruz!, Tazminata uzanan eller kırılsın!,Taksim bizimdir, bizim kalacak!, Faşizme karşı omuz omuza!” sloganları atıldı. Basın açıklamasından sonra kitle dağıldı. Kıdem tazminatının fona devredilmesi planına karşı sendikaların karşı çıkışı bu eylem somu-

tunda olduğu gibi yeterli değildir. Kıdem Tazminatı Fonunu “Genel grev” nedeni sayanların gücü ger-

çekte yoktur! 11.11.2013

8 Kasım akşamı Adana Kadın Platformu bileşenleri Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan’ın Suriye sınırına örülen duvara karşı başlattığı ölüm orucu eylemine destek olmak için bir eylem örgütledi. 8 Kasım Cuma akşamı 3 saatlik bir oturma eylemi yapılması planlanmıştı. Sonrasında duvar yapımının durdurulması ve bunun üzerine Ayşe Gökkan’ın eylemini bitirmesiyle bu plandan vazgeçilerek bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada duvarların, sınırların ne anlama geldiğini en iyi kadınların bildiği, en çok kadınların mağdur olduğu vurgulandı. Bölgede yaşayanların sorumsuzca huzursuz edildiği ve bunun hesabının hükümet tarafından verilmesi gerektiği söylendi. Nusaybin’de

yapımından şimdilik vazgeçilmiş olsa da başka bölgelerde de sınıra duvar örüldüğünün bilindiği ve bu uygulamalara bütünüyle karşı çı-

kılması gerektiği ifade edildi. Basın açıklaması şu çağrı ile sonlandı: “…tüm partilerden kadın milletvekillerini Ayşe Gökkan’a destek

olmaya, sınırlara örülmesi planlanan duvarlara karşı durmaya çağırıyoruz. Herkesi canını ortaya koyarak devlete dur diyen; barıştan ve yaşamdan yana durarak da eylemini sonlandıran Ayşe Gökkan ve onunla birlikte direnen Kürt halkı ile dayanışmaya çağırıyoruz.” Biz de Ayşe Gökkan’ın eylemini destekliyor ve sınırlara örülmek istenen duvarlara karşı çıkıyoruz. Sınırları duvarlarla, mayınlı alanlarla vs. kapatmak, egemenlerin halkları birbirinden koparmak için hayata geçirdikleri bir uygulamadır. Sınırların olmadığı, kardeşin kardeşten mayınlı alanlarla koparılmadığı bir dünya ancak halkların iktidarı şartlarında gerçekleşebilir. YDİ ÇAĞRI/Adana 10.11.2013

KADIKÖY’DE ROJAVA MİTİNGİ 24 Kasım Pazar günü BDP İl örgütünün “Rojava devrimini selamlıyoruz. Diren Rojava İstanbul seninle.” Şiarıyla düzenlediği miting için binlerce kişi Kadıköy meydanında buluştu. Haydarpaşa Numune Hastanesi önünde toplanıldı. Yürüyüşe BDP il ve ilçe örgütleri, HDP, UİDDER, Partizan, Mücadele Birliği, Kaldıraç, Köz, SDP, SYKP, ESP gibi kurumlar katıldı. Mitinge BDP Eş Başkanı Gültan

Kışanak, DTK Eş başkanları Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk, HDP Eş başkanları Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü ile HDP milletvekili Levent Tüzel, BDP Milletvekilleri Demir Çelik ve Sırrı Sakık, KESK Genel Başkanı Lami Özgen’in de içinde olduğu çok sayıda temsilci katıldı. Kitlelerin miting alanına girmesiyle birlikte, miting bir dakikalık saygı duruşu ile başladı. Miti ngde i l k olara k BDP

İstanbul İl Örgütü adına Erkan Karabayır söz aldı. Daha sonra söz alan HDK Eş Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü şunları söyledi: “Her gün kendini yeniden yaratan Rojava devrimini selamlıyoruz. Kürdistan dörtte bölündüğü günden beri devrim için, özgürlük için mücadele etme inancıyla yaşadı. 21. yüzyılda bunlar teker teker gerçekleşiyor. Buradaki devrim, bizim için de devrimdir. TC hükümetleri El-Kaide’yi yolladı,

Rojava onları tekmeleyerek geri yolladı. Rojava bütün halklar için bir sığınaktır. Ortadoğu bizimdir. Rojava devrimlere bir örnektir. Rojava bizim de devrimimizdir.” Kürkçü ’nün ardından sahneye çı ka n HDP E ş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, “Bugün Ortadoğu’daki devrimi selamlamak için buluşmuş halklarız. Rojava Ortadoğu’nun devrimidir. Oradaki halkların da kaderini belirleyecektir. Rojava tüm halk-

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

DUVARA KARŞI EYLEM

7


ların kendi kaderini tayin edebileceğinin kanıtıdır. Bu bir kadın devrimidir. Bu devrim Türkiye Cumhuriyeti’nde ki Kürtlerin hakları için de bir çözümdür.” dedi. BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak ise konuşmasında şunları söyledi: “Rojava’da bir halk kendisini yeniden yaratıyor. Kürdistan ve Kürt gerçeği tüm dünyaya gösteriliyor. 20. yüzyıl başında Kürdistan’ı böldüler, hakları inkâr ettiler. Kürt halkı yüzyıl boyunca direndi. Şimdi 21. yüzyılın şafağındayız ve güneş Rojava’da doğuyor. Kürtler 20. yüzyılın rövanşını alıyor. Bizi yok sayanlar bugün Rojava’dan korkuyorlar. Kürtlere ‘politik bir değeri yok’ dediler. Ama bugün Kürdistan Ortadoğu’nun en büyük politik gücüdür. Rojava devriminin önderi Abdullah Öcalan’dır. Bugün Rojava’ya sahip çıkmayanların yarın halkların kardeşliği ve kadın özgürlüğünden bahsetmeye yüzü olmayacaktır. Bu bir kadın devrimidir. Başbakan’ın Kürdistan demesi önemlidir. Rojava bizim kırmızı çizgimizdir. Kimseye peşkeş çektirmeyeceğiz, yedirmeyeceğiz.” dedi. Gü lten K ışanak ’tan sonra sahneye çıkan DTK Eş başkanı Ahmet Türk ise şunları söyledi: “Bugün Rojava devrimini boğ-

mak isteyenleri tanıyoruz. Bunlara karşı Rojava tüm devrimci gücüyle savaşmaktadır. Bugün görüyoruz ki Ortadoğu’nun en kadim halkından korkuyorlar. Ama Kürtler 21. yüzyılda küllerinden yeniden doğdular. Bugün demokratım diyenler, açık bir şekilde çeteleri destekliyorlar. Yarın aynı çeteler, onlarında başına dert olacak. Kürtsüz bir Ortadoğu düşünülemez. Eğer özgürlükçü, demokratsanız bu devrimi tanımamız gerekir. Biz halkların düşmanı değil, dostuyuz. Biz kendi toprağımızda

kendimizi yönetmek istiyoruz. Biz modası geçmiş bir ulus devlet derdinde değil, demokratik konfederalizm derdindeyiz. Tüm devrimcilere, özgürlükçülere birlikte özgürlük mücadelesi vermeye çağırıyoruz.” Bütün konuşmaların ortak noktası, Rojava’daki mücadelenin bir devrim mücadelesi olduğu yönündeydi. Miting alanı girişinde arama noktasında, polisin saldırgan tutum ve tavırları nedeni ile Partizan kitlesi polis arasında arbede yaşandı. Görevlilerin araya

girmesi üzerine olay büyümeden sonlandı. Bununla birlikte yer yer küçük gerginlikler yaşandı, fakat olayların büyümemesi için hazırlık komitesi sıkça müdahale etti, polisin provokasyonuna gelinmemesi çağrısı yaptı. Biz YDİ Çağrı okurları olarak ajitasyon – propaganda için mitinge katılıp, YDİ Çağrı sayı 166’nın satışını yaptık. Miting, değişik sanatçı ve grupların Grup Abdal, Haluk Tolga İlhan ve Erol Berxwedan’ın dinletileri ardından sona erdi. 25.11.2013

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

TEZ KOOP İŞ SENDİKASI’NA KAYYUM ATANDI

8

Tez Koop-İş Sendikası Eski Genel başkanı Gürsel Doğru ile sendikanın bazı eski yöneticileri, 26-27 Mart 2011 yılında yapılan 9. Olağan Genel Kurulun iptali istemiyle Ankara 10. İş Mahkemesine dava açtı. Ankara 10. İş Mahkemesi, 30 Nisan 2013 tarihinde Tez-Koop-İş Sendikası’nın 9. Olağan Genel Kurulu ve Genel Kurulda alınan kararları tüm sonuçlarıyla birlikte iptal etme, karar kesinleştiğinde 3 kişilik Kayyum Heyeti atanmasına karar verdi. Ankara 10. İş Mahkemesi’nin 10 Nisan 3013 tarihli kararı, 12 Temmuz 2013 tarihinde Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından onandı. Sendika genel merkezi, mah-

keme kararının “maddi hataya dayandığı gerekçesiyle ortadan kaldırılması”nı talep ederek karara itiraz etti. Dosya tekrar Yargıtay 22. Hukuk Dairesine gitti. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi “maddi hata” itirazını reddederek, sendikaya kayyum atanması kararını 20.11.2013 tarihinde tekrar onadı. Bu karar ardından sendikaya 3 kişilik kayyum heyeti atandı. Sendikaya kayyum atanması, sendika içinde iktidar mücadelesi yürüten taşeron Gürsel Doğru ve taraftarları tarafından sevinçle karşılandı. İşçi sendikasına kayyum atanması sevinçle karşılanacak, alkışlanacak, desteklenecek bir durum değildir. Türk İş içinde, diğer sendikalarla karşılaştırıldığında işçilerin sendikal örgütlenmesinde ve

hak mücadelesinde en aktif konumda olan sendikalardan biri olan Tez Koop İş’e kayyum atanması, mücadele ve örgütlenmeye geçici olarak da olsa darbe vuran, sendikayı zayıflatan olumsuz bir durumdur. Bu durum sendikanın bir süre işlevsiz hale gelmesine neden olmuştur. Kayyum atanması sendikaya üye olan işçilere, işçi sınıfına zarar vermektedir. İşçi sınıfı içinde sendikalara var olan güvensizliği artıracaktır. 9. Olağan Genel Kural’da taşeron sendika ağası Gürsel Doğru’nun seçimi kaybetmesi, ardından mahkemeye gitmesi, kayyum talebinde bulunması, mahkemeyi kazanması ile tekrar genel başkanlığa gelmek istemesi; Tez Koop İş Sendikası üyesi işçiler izin vermemelidir. Taşeron

genel başkanı olan bir sendika, gerçek anlamda işçilerin haklarının savunulduğu, mücadelesinin yürütüldüğü bir sendika olmayacaktır. Biz sendika içi iktidar mücadelelerinde çıkan sorunların tabanda sendikalı işçiler kazanılarak değil, yargı yoluyla çözülmeye kalkılmasını sendikanın faaliyetlerini zayıflatan yanlış bir yol olarak görüyoruz. Yapılması gereken şudur: sendika içinde demokrasiyi savunmak, bunu egemen kılmanın mücadelesini vermek, bunun için tabanı harekete geçirmektir. Kendi içinde demokrasiyi işletmeyen bir kurumun, işçi haklarını, toplum için genel demokrasiyi savunması mümkün değildir. 05.12.2013


KADIKÖY’DE ŞİDDETE KARŞI KADIN YÜRÜYÜŞÜ 25 Kasım; Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mü c a d e l e ve D ay a n ı ş m a Gününde, içerisinde çok sayıda kadın kurumunun yer aldığı İstanbul Kadın Dayanışması Platformu, 24 Kasım Pazar günü Kadıköy boğa heykelinden iskeleye kadar bir yürüyüş gerçekleştirdi. “Büyük kadın yürüyüşü” adı altında yaklaşık 1500 kadın toplandı. Saat 13.00’de başlatılan yürüyüşte kadına yönelik şiddetin protesto edildiği, AKP’nin kadın politikalarının teşhir edildiği, kadın dayanışmasına ve mücadelesine vurgu yapıldığı çok sayıda döviz ve pankart taşındı. Yürüyüş boyunca oldukça coşkulu olan kadınların sık sık attığı sloganlar şunlardı: “Tayyip kaç kaç kaç kadınlar geliyor!, Dünya yerinden oynar kadınlar özgür olsa!, Cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye son!, Erkek vuruyor devlet koruyor!, Cinsel tacize tecavüze son!, Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop. İnadına isyan, inadına özgürlük!, Yaşasın kadın dayanışması!”

Yürüyüşün ardından platform adına yapılan basın açıklamasında; son dönemde yaşanan kadına yönelik şiddet ve ayrımcılıklara değinilerek, yetkililerin buna karşı doğru dürüst bir önlem almadığı, kadına yönelik

şiddeti adeta teşvik ettiği belirtilerek kadınlar erkek egemen sisteme karşı mücadele etmeye çağırıldı. Basın açıklamasının ardından müzik eşliğinde çekilen halaylarla yürüyüş sona erdirildi.

Bizlerin de katıldığı eylemde, yürüyüş boyunca ve eylem alanında 25 Kasım ile ilgili çıkardığımız bildiriden dağıtıldı. Kadın broşürümüz Dört Duvar’ın satışı yapıldı. 27.11.2013

Mersin’de Kadına Yönelik Şiddette Karşı Mücadele Günü etkinlikleri kapsamında, kadınlar Tren İstasyonu meydanında bir araya geldi. Eyleme bazı erkekler de etek giyerek destek verdi. BDP’li kadınların yoğun katılım sağladığı yürüyüşe, kadın dernekleri ve Lezbiyen Gey Biseksüel ve Transgender (LGBT) üyeleri olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşu mensubu yaklaşık 500 kadın katıldı. Tren Garı önünde toplandı. Renkli görüntüler sergileyen kadınlar, davul zurna eşliğinde halay çekip, sloganlar attı. Etkinliğe katılan bazı erkekler de etek giyerek kadınlara destek verdi. Kadınlar, “Devlet elini bedenimden çek!, Kadına şiddete hayır!, Çocuk gelinlere hayır!, Erkek vuruyor, devlet koruyor!, İnadına isyan,

inadına özgürlük!, Bana bak Başbakan kendin yat kuluçkaya; 1 Türkçük, 2 Türkçük, 3 Türkçük doğurmaya!” sloganları atarak yürüyüşe geçti. Polisin geniş güvenlik önlemleri aldığı yürüyüşte kadınlar, Atatürk Caddesi'ne kadar yürüdü. Burada Mersin Kadın Platformu adına açık lama yapan Günebakan Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Zübeyde Akpınar, "Toplumsal cinsiyet eşitsizliği olmak üzere her türlü eşitsizliğe, ayrımcılığa, ataerkil toplumsal şiddete, aile içi şiddete, savaşa, ırkçılığa, milliyetçiliğe, inkar ve asimilasyona karşı yaşamımıza yöneltilmiş tüm tehdit ve saldırılar karşısında biz kadınların mücadelesi devam edecektir" dedi. Kadınlar, konuşmaların ardından dağıldı. 25.11.2013

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

25 KASIMDA KADINLAR MEYDANLARDAYDI

9


KADINLAR VE LGBT BİREYLER 25 KASIM’DA ALANLARDAYDI 25 Kasım Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Gününde Adana’da çeşitli partilerden ve kadın örgütlerinden kadınlar ve bir LGBT örgütü üyeleri şiddete dur demek için alana çıktılar. “Cinsiyetimiz ya da cinsel yönelim ve tercihlerimiz yüzünden şiddete maruz kalmak istemiyoruz” diye haykıran bireyler 5 Ocak Meydanı’ndan Atatürk Parkı’na kadar yürüdüler. Kadınların her gün çeşitli şekillerde şiddete maruz kaldığı, LGBTT bireylerin nefret cinayetlerine kurban gittikleri ülkelerimizde şiddete karşı sesimizi yükseltmemiz bugün her zamankinden daha önemli ve acil. Bu bilinçle mücadele yürüten örgütler her yıl olduğu gibi bu yıl da 25 Kasım’da çeşitli eylem ve etkinliklerle şiddeti protesto ettiler. Devletin ve hükümetin kadını

ikinci sınıf gören erkek egemen söylemleri biz kadınlara her alanda şiddet olarak geri dönüyor. Kürtaj tartışmaları, kızlı erkekli aynı yurtlarda kalınması tartışması uygulamada hep kadınları vuruyor.

Biz kadınların şiddete maruz bırakıldığımız durumlardan biri de savaşlar ve buna bağlı olarak zorunlu göçlerdir. Nitekim yanı başımızda, Suriye’de süren bir savaş ve göç olgusu var. Bu savaştan

en çok mağdur olan kadınlar oldu ve oluyor. Bu şiddet olaylarına sessiz kalmamak ve mücadele etmek kendisine devrimci diyen her örgütün, her bireyin sorumluluğudur. Yürüyüş sonrasında bir basın açıklaması okundu. Açıklama şu çağrıyla bitirildi: “Biz kadınlar bu 25 Kasım’da da taleplerimizin yerine getirilmesi için dayanışmaya ve örgütlenmeye devam edeceğiz. Kapitalizme ve erkek egemenliğine karşı; cinsiyetçiliğin, şiddetin, sömürünün, tacizin, tecavüzün tüm izlerini yeryüzünden silmek için tüm kadınları mücadeleye çağırıyoruz.” Biz de Yeni Dünya İçin Çağrı okurları olarak bu eylemde yerimizi aldık. Alanda bildirilerimizi dağıttık ve Dört Duvar kadın bültenimizin satışını yaptık 26.11.2013

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

25 KASIM’DA SGBP’DAN PANEL

10

Sendikal Güç Birliği Platformu Kadın Koordinasyonu, Kadınlara Yönelen Şiddete Karşı Mücadele Günü 25 Kasım’da “Kadınız, sendikalıyız, şiddete karşı isyandayız” şiarıyla, Petrol İş Sendikası Genel Merkezinde bir panel düzenledi. Panele direnişte olan Standart Profil, Punto Deri ve Türk Hava Yolları işçisi kadınlar da katıldı. Panelin açılış konuşmasını Deri-İş Sendikasından Tülin Çelik yaptı. Panelde, “Kadına yönelik şiddet, iş yerinde fiziksel şiddet, mobbing, cinsel taciz, iş yerleri ve direnişlerden tanıklıklar” başlıklı 3 oturum yapıldı. Kadına yönelik şiddet otu-

rumunda konuşan Mor Çatı Gönüllüsü Gülsun Kanat, kadınların birlikte mücadele ederek çok şey elde ettiğini anlattı. Şiddet denilince ilk akla gelenin fiziksel

taciz olduğunu söyleyen Psikolog Feride Yıldırım Güneri ise, şiddetin çok yönlü olduğunu ve kadınların en çok yaşadığı şiddet türlerinden birinin de psikolojik şiddet

olduğunu söyledi. “İş yerinde fiziksel şiddet, mobbing, cinsel taciz” başlıklı oturumda konuşan Tek Gıda-İş Sendikasından Neslihan Taş Oluk Nakaş ve TÜMTİS’ten Göknur Marş, kadınların fabrikalarda yaşadığı şiddet karşısında yasal durum ve baş etme yollarından bahsetti. “İş yerleri ve direnişlerden tanıklıklar” başlıklı 3. oturumda, kadınların iş yerlerinde yaşadığı şiddet örnekleri paylaşıldı. Kadına yönelik şiddete karşı çözüm yolları arandı. Panel atılan sloganlarla sona erdi. 26.11.2013

MERSİN'DE DERSİM KATLİAMI PROTESTO EDİLDİ Mersin’de Dersimliler, Seyit Rıza’nın idamının 76. yıldönümünde Dersim katliamını protesto etmek için sokağa çıktı. Dersim Dernekler Federasyonu, Mersin Dersimliler Kültür ve Dayanışma Derneği ve Dersimli Gençlerin çağrısıyla bir araya gelen kitle Özgür Çocuk Parkı’nda toplanarak Taş Bina’ya doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca

“Dersim şehitleri ölümsüzdür!, Arşivler açılsın hesap verilsin!, Dersim, Sivas, Koçgiri, unutulmaz hiç biri!, Munzur özgür akacak!” sloganları atıldı, dövizler taşındı. Taş Bina önünde yapılan basın açıklamasını okuyan Caner Çetintaş “ İttihat ve Terakki dönemi nden başlayara k, Cumhuriyetin kuruluşu ile

birlikte daha da belirginleşen ve 1924 Anayasasına ruhunu veren “Tek devlet, tek inanç, tek ulus” eksenli tekçi ve Türkçü faşist devlet anlayışının sonucu olarak öncesinde; Ermeniler, R u m l a r, A s u r i - S ü r y a n i , Keldaniler, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ise, Kürtler, Aleviler katliamlara uğratılıp soykırımdan geçirildiler.


Cumhuriyet tarihinin en son ve en kanlı halkası 1937-1938 Dersim soykırımı ve katliamıdır. Resmi verilere göre 13.000 kişi katledilmiştir. Ancak yaşayanların beyanlarına göre bu rakam 80 bin kişidir. Katliamın ardından hukuksuz, uydurma

bir mahkeme ile Seyit Rıza ve yedi arkadaşı idam edilmiştir» dedi. Çetintaş Cami Cemevi projesini de vurgulayarak “Gülen cemaati ve İzzettin Doğan ittifakıyla gerçekleştirilmek istenen

Cami Cemevi projesi inançlarımızı asimile etmeye yönelik yeni bir devlet konseptidir” ifadelerini kullandı. Ayrıca Dersim adının geri verilmesi, katliamın devlet tarafından kabul edilmesi, Seyit Rıza’nın ve arkadaşlarının mezarlarının yerinin açıklan-

ması gibi talepler vurgulandı. Basın açıklamasında Dersim’de hayata geçirilmek istenen barajlara Hes’lere ve bütün yozlaştırma çabalarına karşı en güçlü şekilde mücadele edileceğinin vurgusu yapılarak eylem sonlandırıldı. 17.11.2013

Hava-İş Sendikası 27. Olağan Genel Kurulu, 7-8 Aralık tarihinde Topkapı Holiday Inn Otelinin konferans salonunda yapıldı. “Yaşasın onurlu THY grevimiz!, Yaşasın onurlu 305 direnişimiz!, Kıdem tazminatıma dokunma!, Grev kırıcı işverenden hesap soracağız!, İşçi kıyımına son!” vb. pankartlarıyla süslenen salona, delege, basın, konuk kartı olmayan kimse alınmadı. Delege seçimleri sürecinde üç ayrı liste oluştu. Mevcut Başkan Atilay Ayçin’i destekleyen liste, Reform Hareketi ve Gökkuşağı Hareketi. Bu üç listenin yarışacağı genel kurula, Gökkuşağı Hareketinin delegeleri işverenin “Genel kurula katılmayın işten atılırsınız” baskıları nedeniyle kongreye gelemediği iddia edildi. Genel Kurulu yönetmek üzere divan oluşumu için iki önerge verildi. Mevcut yönetim Divan Başkanlığına Petrol-İş Genel Başkanı, Sendikal Güç Birliği Plat for mu Dönem Sözcüsü Mustafa Öztaşkın’ı aday gösterdi. Reform Hareketi Türk-İş 1. Bölge Temsilcisi Faruk Büyükkucak’ı aday gösterdi. Oy çokluğu ile Fa r u k Büy ü k k uc a k D iv a n Başkanlığına seçildi. Genel Kurulun açılış konuşmasını yapmak üzerine kürsüye çağrılan Genel Başkan Atilay Ayçin bir süre sloganlar nedeniyle konuşmasına başlayamadı. “Yer gök direniş, onurlu Hava İş!”, AKP elini sendikadan çek!, Zafer direnen emekçinin olacak!, Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır!, Faşizme karşı omuz omuza!, Direne direne kazanacağız!” Atilay Ayçin konuşmasına başladığı sırada Reform Hareketi delegeleri salonu terk etmeye başladı. Bu sırada zaman zaman gerginlikler ve itiş kakışlar yaşandı. Atilay Ayçin şunları söyledi: “Onlar böyle talimat aldılar. Onların dik durması kimlikleriyle örtüşmez. Onlar adam gibi adam olsalardı Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla oluşturulan bir genel kurulun delegesi

olurlar mıydı? Buraya Reform Hareketi adıyla gelirler miydi? Gökkuşağı adıyla ortaya çıkıp, genel merkezin önünü kesip, böylesine işverenden talimat alan insanları bu sendikayı alıp onlara teslim etmek için alıp onlarla birlikte hareket ederler miydi? Gökkuşağı, İşçi Meclisi, Emek Meclisinden arkadaşlarım keşke burada olsaydınız da talimatla delege olanların, talimatla sendikayı teslim alıp kimlere teslim edeceklerini keşke görseydiniz. Biz 557 gündür direniyoruz. Her türlü baskılara rağmen kimseye teslim olmadık.” “Türk-İş kıdem tazminatına karşı mücadele etmesi gerekirken, kiralık işçi bürolarına, bölgesel asgari ücrete, taşerona karşı müdahale etmesi gerekirken, Kürt sorununun demokratik yollardan çözümü için çaba sarf etmesi gerekirken, emekçilerin birliğini sağlamaya çalışması gerekirken, ülkenin emperyalistlere peşkeş çekilmesine ses çıkartması gerekirken bunları yapmayıp, 557 gündür direnen üyesi işçilere nezaket

ziyareti yapmayıp Hava-İş’in iç işlerine karışmaya utanmıyor mu? Türk-İş Genel Sekreteri Pevrul Kavlak Hava-İş Ankara Şube Başkanını arayıp “Reform hareketini destekleyin” diyor. Gökkuşağı Hareketi Sözcüsü Bahadır Altan’ı arayıp “Reform hareketi ile beraber hareket etmeyi düşünüyor musunuz?” diye soruyor. Bunu yapmak senin ne haddine, utanmıyor musunuz? Genel kurula memur göndermeye utanmıyor musunuz?” “7 ay önce Gökkuşağı Sözcüsü Bahadır Altan ile görüştüm. “Gelin bu işi bitirelim. Grev ve direnişi başarıyla sonuçlandıralım sonra içimizde hesaplaşırız” dedim. Bizler kendi içimizde birliğimizi sağlayamadığımız için kaybediyoruz. Pilotlar Derneği, pilotların greve katılmaması için çaba sarf etti. Neden? Çünkü grevden önce Başbakanın oğlu milyon dolarlar vererek ABD’de THY hisselerini aldı. Eğer greve çıkılsaydı milyonlarca lira kaybedecekti. Pilotlar Derneği, Başbakan ile hangi pazarlığı yaptı? Başkana

ne verildi? Bunları herkesin bilmesi lazım. THY’de greve katılım zayıflığının nedenini herkesin bilmesi lazım.” Konukların konuşması bölümünde; DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, Petrol İş Genel Başkanı SGBP Dönem Sözcüsü Mustafa Öztaşkın, Kristal İş Genel Başkanı Bilal Çetintaş, CHP İzmir Milletvekili Musa Çam, THY işçileri adına Sevda Bozbey Yılmaz, 305 işçi adına Deniz Eralp, İSG işçileri adına, eski İSG işçisi Reyhan Kadirhan konuştu. Verilen öğle arasından sonra Genel Kurul devam etti. Reform Hareketi delegeleri salonda yerlerini aldı. Seçimlerin nasıl yapılacağına dair bir süre usul tartışması yaşandı. Reform Hareketi seçimlerin iki ayrı renkte liste ile yapılması için önerge verdi. 6356 sayılı yasa ile seçimlerin çarşaf liste ile yapılması gerektiği yapılan konuşmalarda dile getirildi. Tartışmalar sonucunda Reform Hareketinin ısrarını sürdürmesine rağmen Divan önergeyi oylatmadı. Seçimlerin yasaya uygun şekilde tek liste ile yapılacağı ka-

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

HAVA İŞ SENDİKASINDA YENİ DÖNEM

11


rarını verdi. Reform Hareketinin çarşaf listeyi istememe ısrarı ise anlaşılamadı. Tüzük Tadil Komisyonu, Hesap Tetkik Komisyonu, yönetim organlarının çalışmaları oylandı. Kabul edildi. Oylamanın sonunda tüm kurulların ibra edilmesi oylamasında Reform Hareketi delegeleri kurulları ibra etmedi. Bu tavrı Reform Hareketi’nin Divan başkanı seçtiği Faruk Büyükkucak bile şaşkınlıkla karşıladı!! Genel Kurulun kapanış konuşmasını Atilay Ayçin yaptı. Ayçin konuşmasında genel başkanlığa aday olduğunu açıkladı. Ali Kemal Tatlıbal’ın 305 kişi aleyhine mahkemelerde şahitlik yapan kişi olduğunu, işverenin görevlendirdiği gözlemci olduğunu, Genel Kurulun dışarıdan telefonla yönlendirildiğini, ha Hamdi Topçu, ha Ali Kemal Tatlıbal fark etmediğini, Emek Meclisi, Gökkuşağı Hareketinin sendikayı kimlere teslim ettiğini görmesi gerektiğini ifade etti. 8 Aralık Pazar günü seçimler

yapıldı. İki listenin yarıştığı seçim sonucunda Ali Kemal Bal’ın listesi seçimi kazandı. 300 delegeden 211 delege oy kullandı. Atilay Ayçin 73, Ali Kemal Bal 133 oy aldı. Gökkuşağı hareketi ise seçimlere katılmadı. Genel Kuruldan notlar: *Otelin önünde Çevik Kuvvet yığınak yapmıştı. Otel ve salon içinde sivil polisler bekledi. *Refor m Ha reket i ’n i n l ideri Ömer Önder Haberdar’ın

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın yeğeni olduğu iddia ediliyor. Bu grubun başkan adayı Ali Kemal Tatlıbal ise işten çıkarılan 305 kişi aleyhine mahkemelerde şahitlik yapan kişi. Reform Hareketi delegeleri genel kurulun hiçbir saf hasında konuşma yapmadı. *Genel Kurulda Kemalizm havası esti. CHP Milletvekili Musa Çam’ın konuşması coşkulu alkışlarla karşılandı. Eski İSG işçisi “Atilay Ayçin’in kendisi için

21.yüzyılın Atatürk’ü olduğunu” söyledi. *Hava İş Genel Kurulu da gösteriyor ki işçilerin sendika üyesi olması yetmiyor. İşçilerin politik olarak bilinçlenmeleri, örgütlenmeleri gerekiyor. Bu sağlanmadan işçiler sendika içinde iktidar mücadelesinin payandaları olmaya devam edecekler. * Hava İş içinde Atilay Ayçin yönetimine muhalif olan Gökkuşağı Hareketi Genel Kurula katılmadı. Gökkuşağı Hareketi seçimde oy kullanmayarak dengelerin Reform Hareketi lehine değişmesine neden oldu. Gökkuşağı Hareketinin Genel Kuru la katı lmaması, salonda sendikanın Reform Hareketi’ne ve dolayısıyla AKP ve THY yönetimine teslim edilmesi anlamına geldiği şeklinde yorumlandı ve eleştirildi. Türk İş, THY yönetimi, hükümetin istediği yönetimin Hava İş’te oluşmasına, yönetimi ele geçirmesinde; ne gibi hataların yapıldığı sorgulanmak zorundadır. 08.12.2013

Kısa... Kısa...

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

PAT R O N L A R OYUNLAR AYNI

12

gerekçesi olarak iş azlığından do-

İşçilerin

Türk

Metal

açıklamasında işçiler 3 aydır üc-

berini alır almaz önce işçilere sendikadan istifa etmeleri için baskı uyguladı. Bu baskı işe yaramayınca bu sefer uydurma bahanelerle 23 işçiyi işten çıkardı. İşten çıkarılan işçiler, aynı gün fabrika önünde direnişe geçtiler. İşçiler işe iade davası açtılar.

ekmek götüremediklerini, çocuklarına harçlık bile veremediklerini ifade ettiler. Yanı sıra çoğu işçinin ücretini almadığı için bir borç batağına saplandığını söylediler. İşçiler alacaklarının bir an önce ve tamamıyla ödenmesini talep ettiler.

F A R K L I layı küçülmeye gitmeyi gösterdi. Sendikası'nda örgütlendikleri ha- retlerini alamadıkları için evlerine

Kocaeli Taysad Organize Sanayi Bölgesinde faaliyette bulunan Cavo Otomotiv fabrikası patronu 27 Kasım günü 7 işçiyi sendikalı oldukları için işten çıkardı. İşçiler, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş sendikasına üye olup çoğunluğu sağlayınca bakanlığa yetki müracaatında bulunuldu. Bunun ardından durumu öğrenen patron, öncelikle işçilerin sendikadan istifa etmeleri yönünde baskı yapmaya başladı. Bu baskılar karşısında işçilerin yılmadığını görünce de bilindik bir senaryoyu tekrar etti ve işçilerin bir kısmını işten çıkartarak diğerlerine gözdağı verme çabasına girişti. Patron, işçileri işten çıkarma

Oysaki işçilerin beyanlarına göre işlerin azalması bir yana işleri yetiştirmek için neredeyse her gün fazla mesai yapıyorlar. İşten atılan 7 işçi, işten çıkarıldıkları günden başlayarak işyeri önünde direnişe geçtiler. Talepleri işlerine sendikalı olarak geri dönmek. Çalışan işçiler de işten çıkartılan arkadaşlarına, mesai sonlarında, molalarda direniş yerine gelerek destek veriyorlar. İşçilerin direnişi devam ediyor.

SANPA’DA DA BİLDİK OYUN

Ma n i s a Orga n i z e S a nay i Bölgesinde faaliyette bulunan Sanpa Isı Sistemleri fabrikasında da patron, örgütlenen işçilere karşı aynı oyunu oynadı.

TAŞERON BELEDİYE İŞÇİLERİ İŞ BIRAKTI

Antalya Büyükşehir Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren taşeron firmaya bağlı çalışan güvenlik işçileri 20 Kasım günü iş bırakma eylemi yaptılar. Güvenlik-İş sendikasında örgütlü olan ve 3 aydır ücretlerini alamayan işçiler artık daha fazla dayanamayarak iş bıraktılar. Belediye binası önünde toplanan işçiler burada bir basın açı k laması yaptılar. Belediyede çalışan temizlik, park ve bahçe işçilerinin de destek verdikleri eylemde okunan basın

BEDAŞ’TA DİRENİŞ..

BEDAŞ’ta sendikal faaliyeti engellemek amacıyla işten çıkartılan 5 Enerji-Sen üyesi işçinin İstanbul Taksim’deki BEDAŞ Genel Müdürlüğü önündeki direnişi sürüyor. BEDAŞ’ta 1 Ağustos’ta yüzlerce işçi işten çıkartılmış, Enerji-Sen öncülüğünde direnişe geçen enerji işçilerinin büyük kısmı işbaşı yapmıştı. Bu gelişmenin ardından BEDAŞ’ta işçiler Enerji-Sen’de örgütlenmeye başladı. Örgütlenme sürecinin başlamasıyla BEDAŞ yönetimi hukuksuz tutanaklar tutmaya başladı. İşten çıkarmalar, işçilerin Enerji-Sen’e üye olduğunu duyurmalarının ardından gerçekleşti. 5 İşçi işten çıkarıldı.


U YA R M A D E N C İ L İ K T E YÜZLERCE İŞÇİ İŞTEN ÇIKARILDI

3 Aralık günü Manisa’nın Soma ilçesinde Uyar Madencilik’ten

işten atılan 750 civarında işçi, kendi aileleri ve ayrıca madende iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçilerin aileleriyle beraber, işten atmaları ve iş cinayetlerini protesto ettiler. İşçiler, Türkiye Kömür İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Ege Linyitleri İşletme Müdürlüğü önünde basın açıklaması yaptılar. 06.12.2013

Türkiye kendi füze sistemini kurmayı önüne hedef olarak koydu. Füze savuma ihalesinde en iyi şartları veren Çin’e ihale verildi. Çin teknoloji transferine evet diyor ve batılı firmalara göre 1 milyar dolar daha ucuza veriyor füze sistemini. ABD füzelerin Çin’den alınması halinde NATO sistemine entegre edilmeyeceğini söylüyor. Yani bu durumda Türkiye’nin önünde eğer Çin füzelerini alırsa, NATO’nun hava savunma sisteminden çıkması, bütün sistemi Çin ile kurması gerekiyor. AKP hükümetinin anda böyle bir planı yok. Türkiye’nin anda “stratejik müttefik”i değiştirecek gücü de yok. Bunun maliyeti anda karşılanamayacak kadar yüksektir. Olan Çin kartının fiyat kırmak ve teknoloji transferi konusunda baskı yapmak için, pazarlık kozu olarak kullanılmasıdır. Nitekim ihaleye giren batılı firmalardan yeni teklifler gelmeye başlamıştır. Teknoloji transferi konusunda batılı firmalar, Çin’in öne sürdüğü şartlarda bir anlaşma yapmazlar. Ancak Türkiye gelinen yerde örneğin F 16 larda kendi yazılımını uçaklara yerleştirecek seviyeye gelmiş durumda. Fakat bu gelişme buna rağmen iki şeyi net gösteriyor: a) Çin askeri alanda da giderek ABD müttefiklerini kendi sistemine entegre etme yolunda ciddi bir rekabete giriyor. b) AKP hükümeti “stratejik müttefik”lerin her dediğini yapar durumda değil, Türk burjuvazisinin yayılmacı hedeflerini açıkça formüle ediyor ve bunlar için sıkı pazarlık yürütüyor. Dış politikada işbirlikçi büyük Türk burjuvazisinin çıkarları merkezde duruyor. Ve Türkiye’nin kendi dış siyasetini yürütme konusunda

oyun alanı giderek genişliyor. Fakat güç dengeleri hala Türk burjuvazisinin çıkarları ile ABD ve Batı emperyalistlerin çıkarları temelden çeliştiği noktada, Türk burjuvazisinin “bağımsız” hareket etmesine izin vermiyor. AKP bu noktada bağımsız hareket etme alanını genişletmeye yönelik bir siyaset izliyor. Bu dış siyaset AKP’yi önce Filistin/İsrail konusunda, sonra Suriye ve en son Mısır konusunda ABD ve AB ile Türkiye’yi belli ölçüde karşı karşıya getirdi. AKP hükümeti bu konularda kendi siyasetini formüle etti, yer yer ABD ve AB’ye eleştiri getirdi, onları kendi siyaseti doğrultusunda birlikte hareket etme konusunda ikna etmeye çalıştı. Sonuçta bütün bu noktalardaki tavırları, Türkiye’de Kürt sorununu batılı emperyalist güçleri devre dışı bırakıp, Öcalan üzerinden doğrudan görüşmelerle,PKK’nin gücünü TC’nin gücüne ekleyerek çözme girişimi; AKP’ni giderek güvenilmez bir müttefik haline getirdi, getiriyor. Batı eğer AKP’ni kanlı bir darbe dışında iktidardan uzaklaştıracak bir alternatif bulsa,hemen at edğiştirmeye hazırdır. Şimdilik böyle bir alternatif görülmediği için, çeşitli yollarla “ayar vermeye”, “hizaya çekmeye” çalışıyorlar. Gezi olaylarında batının tavrı, AKP’ne yönelik teşhiri böyle bir ayar verme idi. Son olarak batı basınında ve İsrail basınında doğrudan MİT müsteşarı Fidanı (gerçekte Erdoğan’ı) açıkça hedef alan yazılar, böyle bir ayar vermenin adımları. Son AB Komisyonu “Türkiye gelişme raporu” da bunun tipik

bir örneği. Bir yandan bir sürü -önemli bölümü doğru- eleştiri getiriliyor, fakat diğer yandan 3 yıldan bu yana ilk kez tam üyelik için görüşmelerde yeni bir konu başlığını tartışmaya açılıyor, ucu açık pazarlık sürdürülüyor. ABD basınında çıkan yazıların bir bölümü aynı zamanda Obama yönetimine Türkiye konusunda, Erdoğan ve AKP hükümetine baskıyı arttırma çağrısı. Batının Suriye siyaseti, gelinen yerde, Çin ve Rusya’nın Esat rejimi ardında sağlam bir şekilde durması, batıda yeni bir savaş için kamuoyu yaratılamaması ve Rusya’nın ustaca diplomatik manevraları sayesinde, şimdilik “Esat’sız bir çözüm”den uzaklaşmış, yalnızca Esat rejiminin elindeki kimyasal silahların yok edilmesi noktasına “gerilemiş” durumdadır. AKP’nin politikası ise hala Esad’ın çözümün bir parçası olarak ele alınmasına karşıdır; bunun için batılı güçlerin askeri müdahelesinden yanadır. Bu konuda “Suriye’nin dostları” adı altında toplanan konferanslarda pazarlıklar sürmektedir. Görünen iç savaşın süreceği, Suriye’nin bir bölümünde Esat güçlerinin, bir bölümünde muhalefet güçlerinin egemen olduğu bölünmüşlük durumunun süreceğidir. AKP hükümetinin Suriye siyaseti, Suriye’de öncelikle Esat rejiminin devrilip, yerine kendilerine yakın “ılımlı islamcı” bir rejimin iktidara gelmesidir. Şeriat devleti değildir istediği. Fakat Esat’a karşı savaşan İslamcı gruplar içinde radikal şeriatçı İslamcı güçler, El Kaide güçlenmektedir. AKP’nin El Kaideci güçleri desteklediği tespitleri AKP’nin gerçek politikasının ne olduğunu anlamayan

tespitlerdir. AKP şimdi Suriye sınırını daha sıkı kontrol almaya çalışmaktadır. Burada öncelikli amaç, Suriye’deki iç savaşın Türkiye’ye doğrudan sıçramasını engellemektir. Rojava’da, PYD önderliğinde bir Kürt özerk bölgesinin kurulması ile El Kaide’nin bir şeriat iktidarı kurulması alternatifleri arasında, AKP’nin temsil ettiği burjuva kesiminin tercihi birincisinden yana olur. AKP anti Esat cephesi içinde bir iç savaş istemiyor. Ama bu savaş, örneğin Rojava’da (yalnızca orada değil) olgudur. Bu savaş içinde AKP’nin El Kaide üzerinden PYD’ne karşı savaş yürüttüğü, gerçeğin ifadesi değil. Fakat AKP PYD‘ne de destek vermiyor. PYD‘nin istediği ise bu. Bunun olmadığı yerde, AKP’nin kendisine karşı savaş yürüttüğü propagandasını yapıyor. Bu aslında AKP hükümetini açık tavır almaya zorlamaya yönelik bir propaganda. Ruhani yönetimi İran’ın dış politikasında, ABD ve batı ile ilişkileri yumuşatmaya yönelik adımlar atıyor. 23 Ekim’de İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu sözcüsü Hüseyin Nakavi Hüseyni, Tahran'ın orta ölçekli uranyum üretimini durdurduğunu belirtti. Ruhani yönetimi Uluslararası Atom Enerjisi denetçileri ile işbirliğine hazır olduk larını açık ladı. Bunlar Ahmedinecad yönetimine göre “yeni ses”ler. Bu yeni sesler Obama yönetiminde de karşılığını buldu. Yıllardan sonra ilk kez ABD başkanı ile İran Cumhurbaşkanı arasında doğrudan telefon görüşmesi yapıldı.

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

DIŞ POLİTİKADA YENİ GELİŞMELER

13


B u a s l ı n d a O b a m a ’n ı n Ortadoğu’da İran konusunda yeni bir siyasete yönelebileceğinin, İran’a açık düşmanlık, saldırı tehdidi, ambargo siyasetinden uzaklaşabileceğinin işareti; bu olası siyaset değişikliği İsrail’in hiç ho-

şuna gitmiyor, fakat yapabileceği fazla bir şey de yok. ABD-İran arasındaki böyle olası bir yakınlaşma, Türkiye’nin dış siyaseti açısından da İran’la olan ilişkileri düzeltme yönünde bir gelişmeye yol açabilir. İran’la

–Türkiye arasında İslam dünyasında Şii-Sünni İslam liderliği konusunda sürekli olan ve var olacak rekabet, çatışmasız komşuluk ilişkilerinin engeli değil. Irak konusunda, AKP Maliki yönetimi ile kopma noktasına ge-

len ilişkiyi de düzeltme yönünde adımlar atıyor. Bu adımlar Kürt Özerk yönetimi ile var olan ve iyice sıkı fıkı olan iyi ilişkilerin sürdürülmesinin, daha da geliştirilmesinin engeli değil. Kasım 2013

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

ULUSLARARASI ALANDA SİYASİ GELİŞMELER

14

*Uluslararası alanda siyasi gelişmeler esas olarak hala işçi sınıfı ve halkların sınıfı ve devrim mücadelesi tarafından değil, emperyalist büyük güçler başta olmak üzere, emperyalist ve gerici güçlerin kendi aralarındaki iktidar/ hegemonya dalaşları tarafından belirleniyor. *İşçi ve sınıfı ve halkların mücadeleleri objektif şartların (dünya genelinde işçi sınıfı ve emekçi sınıfların kazanılmış hakları da ellerinden alınıyor/kesintilere uğratılıyor; finans kapitalistlerinin maksimum kar dalaşında yarattığı mali krizlerin ve sistemin yapısal devrevi ekonomik krizlerinin bütün yükü işçilerin ve emekçilerin sırtına yükleniyor; bir dizi ülkede yalnızca relatif yoksullaşma değil, mutlak yoksullaşma da toplumun alt kesimleri (en alttaki üçte bir) açısından büyüyor; temsilci savaşları sonucunda milyonlarca göç yollarında; yüzbinlerce insan ölüyor; milyonlarca insan açlıktan yoksulluktan göç yollarında; dünya bugüne kadar yaşanmamış boyutlarda kapitalizm ürünü bir iklim felaketi ile, doğal kaynakların aşırı kar için yok edilmesi ile karşı karşıya vs.) dayattığı gerekli ve mümkün mücadele ile karşılaştırıldığında çok geri seviyelerde seyrediyor. Emekçilerin mücadelelerinin en yoğun yaşandığı ülkelerde bile (Örneğin Brezilya, Yunanistan, İspanya) geneli itibarıyla kazanılmış ve şimdi elden alınan kimi hakların korunmasına yönelik “savunma mücadeleleri.” İşçilerin emekçilerin kendi iktidarlarını kurmaya yönelik, işçi ve emekçilerin kapitalizme karşı saldırıda bulunduğu devrim mücadeleleri değil. *Var olan, bir çok halde kendiliğinden patlayan, yayılan kimi mücadelelerde kazanılan başarılar da geçici oluyor, kısa vadede şiddetle bastırılamayan mücadeleler somutunda ise bu mücadelelerin sistem dışına çıkması engellenebiliyor. Bunu somut olarak “Arap Baharı” ve devamında yaşananlarda gördük. Bunun temel nedeni, mücadelelerde komünist önderliğin yok-

luğu veya aşırı zayıflığıdır. Komünist hareketin – revizyonist yozlaşma sonucu uğradığı ağır tahribatın yaraları hala sarılamamış, “Dünya Komünist Hareketi’nin en zayıf dönemi”ni yaşaması olgusu aşılamamıştır. Buradan çıkan sonuç bellidir: Gerçek komünistlerin temel görevi, Komünist Partinin inşası görevlerini merkeze koymaktır; bütün gücü ile bu göreve yüklenmektir. Kendiliğinden hareketlere yağ çekip, onların önünde secdeye yatmak, kuyruğuna takılmak değildir görev. Görev bu hareketler içine komünist düşünceleri taşımak, onlara önderlik etmeye çalışmak, bütün bu hareketlerde Komünist hareketi maksimum güçlendirmek için çalışmaktır. *Kendine sosyalist komünist diyen hareketin geneline hakim olan iki yanlış eğilim vardır: 1-Var olan kötü durumu gerçekçi olarak tespit etmek, bundan bugün devrimci faaliyet için şartların uygun olmadığı sonucunu çıkarmak; kısa vadede başarılı sonuçlar vadeden günlük reform çalışmaları içinde, reformizm batağı içinde boğulmak. Gelişen kendiliğinden hareketlere onlarda olmayan nitelikler yüklemek; kuyruğuna takılmak, kuyrukçuluk yapmak. 2-Var olan kötü durumu yok saymak; kendi isteklerini gerçekmiş gibi görüp göstermek, devrimci faaliyet için devrimci durumun varlığı şartmış gibi, olmayan bir devrimci durum , “işçi saldırısı”, “sol gelişme”, “devrimcileşme” vs. yaratıp, bu temelde ayakları yere basmayan, yalnızca kendi örgütlü çevresini harekete geçiren “devrimci faaliyet” yürütmek. Bu iki yanlış eğilim arasında tabii Çin Seddi de yok. Bugün sol görünen, yarın açık reformist siyasette konaklayabiliyor. Ya da lafta çok sol ve devrimci görünen, pratik faaliyette en reformist tavırları takınabiliyor. Kuyrukçuluk sonuçta ana akım durumunda. Komünistlerin istediği dünyayı değiştirmektir. Dünyayı olduğu gibi ve gelişmesi içinde bilmek ve

tanımak onu değiştirebilmenin ilk şartıdır. Gerçeği tanımak ve bilmek, o gerçeği değiştirebilmek için ön şarttır. Dünyanın gerçekliği yukarıda ortaya koyduğumuz gibidir. Bugün emperyalist ve gerici güçler arasındaki çelişme/çekişme/çatışmaların en yoğun olarak yaşandığı alan Ortadoğu’dur. Ortadoğu 2000’lerin ilk 10 yılında Filistin/Kürdistan/Irak/ İran/İsrail ile gündemde idi. 2010’da Magrep’te patlayan “Arap Baharı” olarak da anılan, kendiliğinden devrimci ayaklanmalar Ortadoğu’da da etkisini gösterdi. “Arap baharı”nın dalgalarının alana ulaşması ile Ortadoğu dünyanın hemen bütün emperyalist büyük güçleri ve bölgenin gerici güçlerinin kozlarını çok daha açık paylaştıkları bir savaş alanı haline geldi. Bu y ı l içinde Mısır’ da ve Suriye’de yaşananlar, aslında Ortadoğu’yu anda adeta bir mini dünya savaşı yaşanan bir alan haline getirdi. Mısır’da Mübarek rejimine karşı başlayan ayaklanmanın ürünü olan devrim egemen sistemle hesaplaşamadı, cami ile kışla arasında sıkıştı, ikisinin geçici-zorunlu uzlaşması ile önü kesildi Bu yarım kalan devrim, İhvan’ın egemenliğinden rahatsız olan İslamcıların bir kanadını (Selefist Nur partisi), onun yanında liberal burjuvaziyi, kendini sol sanan bir dizi küçük burjuva reformistini ve devrimcisini şeriat öcüsü sayesinde kuyruğuna takan, Baas’çı faşist rejiminin temel gücü ordunun açık askeri darbesi ertesinde tam bir karşı devrime evrimleniyor. Eski rejim – devrimin önünü kesmek için karşı devrimin feda etmek zorunda kaldığı Mübareksiz olmak üzere devam ediyor. Aslında yaşanan tam bir restorasyon. Ağızlarından “insan hakları”, “demokrasi”, “özgürlük” gibi lafları hiç eksik etmeyen batılı emperyalist büyük güçler için askeri idare, onların direnenlere karış kullandığı vahşi şiddet, binlerce ölü, daha yüce

olan emperyalist çıkarlar için kabul edilebilir “yan kayıplar”dır! İstikrarlı askeri bir faşist rejim, devrimci bir gelişmeye ve sonu ve sonucu belli olmayan İslamcı bir gelişmeye tercih edilir ve alternatiftir. Mısır’da yaşananlar bir kez daha emperyalistlerin demokrasi, insan hakları, özgürlük vb. savunusunun korkunç bir sahtekarlık olduğunu görmek isteyen herkese göstermiştir. Burada en acı olar şey, kendini devrimci sanan kimi güçlerin, aynı batılı emperyalistler ve ülkemizde “ulusalcı” Kemalistler gibi kendilerini askeri cuntanın yanında konumlandırmış olmasıdır. Öyle ya, ya şeriatçılar iktidara gelirse!!! Yapılan -hem de eski rejim güçlerinin denetiminde, onların koyduğu şartlarda yapılan!- seçimlerde şeriatçı denen ve bir bölümü gerçekten şeriatçı İslami referanslı güçlerin halkın çoğunluğu tarafından seçilmiş olmasının hiç mi hiç önemi yoktur! Bu gibileri daha henüz demokrat olmayı beceremeden sosyalist olanlarımızdır! Şimdi Müslüman Kardeşlerin “ılımlı İslam”cı kesiminin örgütü İhvan (Bu aslında Türkiye’de AKP’nin benzeri bir parti) yasaklandı. Aslında Mısır’da ilericilik, şeriata karşı “laik”ciliği savunma adına gelinen yer, 50 yıl öncesindeki çıkış noktası gibidir. Bir farkla: Halk yeni bir şeyler öğrenmiştir. Ve “geri dönüş” bu öğrenmeyi yok edemez. Sonuç şimdilik Cezayir’de 1970’li yıllarda seçim kazanan FİS in yasaklanması ertesinde yaşananlara benzer bir gelişme yönündedir: SİYASİ İSLAMIN şimdiye kadar daha ılımlı olan kesimlerinin bir bölümünün de radikalleşerek yer altına inmesi. Laikçi elit bürokrat burjuvazinin iktidarını emperyalistlerin de desteğinde bir süre daha, esasta çok kaba parlamenter demokratik maskeli bir askeri faşist diktatörlük altında, bir süre daha sürdürmesi. Suriye’de yaşananlar da ortadadır. Orada emperyalist büyük güçler bir yanda Rusya ve Çin; öbür yanda başta ABD olmak üzere batılı emperyalist büyük


güçler olarak açıkça karşı karşıyadır. Rusya ve Çin açıkça faşist Bas rejiminin arkasındadır; batılı emperyalist büyük güçler ise Baasçı Esat rejiminin devrilmesinden yanadır; ancak anti Esatçı muhalefet içinde henüz kendilerine uygun ve iktidarı ele geçirecek “güvenilir” bir alternatifi yaratamadıkları için “rejim değiştirmeci” açık bir emperyalist askeri müdahale konusunda ikirciklidirler. Tabii bunda batılı emperyalist ülkelerde kamuoyunun askeri müdahaleye karşı olması da belirleyici rol oynamaktadır. Sonuçta 100 binin üzerinde ölü, şimdilik iki milyona yakın kişinin Suriye dışına göçtüğü, 4 milyon üzerinde Suriyelinin kendi ülkesinde içinde göç yollarında olduğu bir insanlık dramı bütün hızıyla sürüyor. Ve görünen emperyalist büyük güçler arasındaki pazarlıklar bir uzlaşmayla sonuçlanana kadar da süreceği. Sonuçta adı Suriye olan ve fakat aynı Irak’ta olduğu gibi, birden fazla iktidar alanına bölünmüş bir yapı çıkacak ortaya. Bu yapı çıkana kadar daha ne kadar onbinlerin öleceği,

ne kadarının göç yollarına düşeceği, emperyalist güçlerin onca derdi de değil. Onlar sadece silah satışından bile milyarlarca dolar kazanıyor sonuçta. Son olara k BM Güven li k Konseyinde çıkan uzlaşma kararı aslında halklarla alay eden bir karardır. Burada da “sol” çok kötü bir sınavdan geçti, geçiyor. Gerek ülkelerimizde, gerekse dünyada “sol” un genel tavrı –değişik saiklerle ve gerekçelerle de olsa sonuçta, Faşist Baas rejimini olası bir “şeriat” tehlikesine karşı tercih etmek, hatta ona ilerici, antiemperyalist payeler vermek. Kötülerin içinde daha az kötü olduğu düşünüleni tercih etmek, bu “sol” siyasetin temel tavrı. Komünistlerin tavrı bu değildir, olamaz. Biz Suriye’de halkın faşist Baas rejimine karşı devrim hakkını, devrimci mücadelesini destekliyoruz; Anti Esat cephe içinde devrimci demokrat unsurlara destek vermek bunların mücadelesine sahip çıkmak bütün devrimcilerin görevidir. Bu bağlamda savaşan

iki cephe dışında kendi mücadelesini yürütmeye çalışan Rojava Kürtlerinin özel olarak desteklenmesi öncelikli bir görevdir. Devrimciler açısından hangi gerekçeyle olursa olsun, bir emperyalist ve gerici dış müdahale de kabul edilemez. Bu devrimi ilerletecek değil, ona köstek vuracak bir gelişmedir. Arap Baharı denen Halk hareketlerinin devrimci kazanımları ve sonuçları birer birer geri alınıyor.Şimdilik bu sonuçların geriye alınmamış olduğu tek ülke olarak Tunus kaldı. Orada da ucu açık bir süreç yaşanıyor. Şimdilik, Ennahda iktidarının laikçi kesimin açık dayatmalarına, seçime kadar evet demesi sonucu engellenebildi Mısıra benzer gelişmeler. Ve nereye doğru gelişeceği, seçimlerin yapılıp yapılmayacağına ve seçim sonuçlarının laikçiler ve batı tarafından kabul edilip edilmeyeceğine bağlı olacak. Tabii sade Ortadoğu’da değil, dünyanın her yerinde yeniden paylaşma mücadelesi, şimdilik temsilci savaşları yoluyla yürüyor,

Fakat emperyalistlerin doğrudan karşı karşıya gelip çatışmasının şartları da giderek olgunlaşıyor, dünya savaşı tehlikesi büyüyor. Bu bağlamda aşırı sağcı, açık faşist güçler de gelişiyor. Fakat iç faşistleşmede burjuva demokratik devletler hala temel faktör. Almanya’da bunu NSU denen örgütün somutunda gördük. NSU devletin gizli polis örgütünden bağımsız bir örgüt değil onun bir ürünüdür. Uluslararası alanda görevler: Ekonomik ve malı krize karşı mücadele bir bütün olarak kapitalizme karşı mücadele olarak yürütülmelidir Savaş tehlikesine ve savaşlara karşı mücadele, bir bütün olarak kapitalizme karşı mücadele olarak yürütülmelidir. Faşizme karşı, faşistleşmeye karşı mücadele, bir bütün olarak kapitalist sisteme karşı mücadele olarak yürütülmelidir. Bir kez daha: En önemli görev iki aşamalı Bolşevik Parti inşasıdır! Ekim 2013

DÜNYADAN İŞÇİ HABERLERİ Çin’de 31 Ekim’den bu yana devam eden ve 5.000 elektronik işçisinin katıldığı Şenzen’deki grev kazanımla sonuçlandı. İşçilerle şirketin müzakeresinden ücretlerin yüzde 20 oranında arttırılmasına ilişkin uzlaşma çıktı. ASM şirketinin sendikayla görüşmeksizin şirketin üretim faaliyetini Şenzen bölgesinden başka bir bölgeye nakledeceğini açıklamasının ardından başlayan grevde, üretim tesislerinin taşınması halinde ücretlerin de arttırılması talep edilmişti. Uzlaşmaya ilişkin bir açıklama yapan sendika sözcüsü “ASM şirketi, Şenzen’de asgari ücret yükseldiği için, bunun maliyetinden kurtulmak adına şirketi taşımaya

yor. Bizler 1000 Yuan asgari ücret alırken, 500 Yuan da ek gelir alıyorduk. Ne zaman ki asgari ücret 1200 Yuan oldu, şirket bu sefer ek ödemeyi 200 Yuan’a düşürdü. Biz de greve gittik ve gasp edilen hakkımızı kazandık” dedi. Grev ve kazanım hakkında kişisel blogunda bir yazı yayınlayan bir işçi ise “Grev ve protesto bize sadece yüzde 20'lik ücret artışı sağlamadı, daha önemlisi, işçilerin kendi haklarını nasıl savunabileceğini de gösterdi” sözlerini sarf etti.

LO N D R A Ü N İ V ER Sİ T E Sİ ’ N D E SÖZLEŞMELİ OKUTMANLAR VE İŞÇİLER İKİ GÜNLÜK GREVE ÇIKTI

İngiltere’de Londra Üniversitesi’nde sözleşmeli okutmanlar ve işçiler, üniversitenin kuruluş yıldönümü olan 27-28 Kasım tarihlerinde iki günlük bir grev gerçekleştirdi. Diğer üniversite personeliyle eşit haklara sahip olmak ve sendikal örgütlülüklerinin tanınması talepleriyle gidilen grevde çalışanlar “Üç İstek” başlıklı bir bildiri okudular. Diğer kadrolu çalışanlarla üç

talep eden okutmanlar ve işçiler, aynı zamanda üniversitenin 170 yıllık tarihinde kadrolu olmayan çalışanların gerçekleştirdiği ilk grev olma özelliği taşıyor. İngiltere’de üniversitelerdeki yemekhane, temizlik, güvenlik işçileri ve hizmetliler, sözleşmeli olarak çalışıyor ve kadrolu personelin çok altında maaş ve gelir desteği alıyor. Örgütlü oldukları sendikalar resmen tanınmayan ve resmi müzakerelere sokulmayan sözleşmeli işçilerin taleplerine öğrenciler de destek veriyor. Londra Üniversitesi Sendikası başkanı Daniel Cooper da greve ve üniversitenin müzakereye yanaşmamasına ilişkin “Sözleşmeli işçilerin mücadelesi yükseliyor. Bir yanda ülkenin en büyük üniversiteleri diğer yanda düşük ücretli ve bir kısmı İngilizce bile bilmeyen yüzlerce işçi var. Tam bir Davud-Golyat savaşı” sözlerini sarf etti.

BANGLADEŞ'TE İŞÇİLER FABRİKAYI ATEŞE VERDİ

Bangladeş’in başkenti Dakka’ya 40 kilometre uzak lıkta olan Gazipur kentinde meydana gelen yangında 10 katlı bina yandı. Akşam saat 23.00 meydana gelen yangın fabrikaya giden yolu kapatan bir işçinin polis tarafından öldürülmesi sonucu meydana geliyor. Polis kaynakları ise böylesi bir durumun yaşanmadığını vurguladı. Tekstil sektörü Bangladeş’in ekonomisi için hayati derecede önem taşıyor. Ancak yılın başından bu yana meydana gelen olaylar, tekstil sektöründe çalışan işçilerin çalışma koşullarını da gündeme getiriyor. Bangladeş Tekstil Üreticileri ve İhracatçıları Federasyonu başkanı Muhammed Atiqul İslam, “18 bin işçinin çalıştığı binanın, ülkenin en büyük 6 şirketi arasında yer alı-

Aralık 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

ÇİN’DE ELEKTRONİK İŞÇİLERİ GREVLE çalışıyor. Her seferinde işçilere alanda, eşit hastalık ödeneği, verilen ücretleri kesmeye çalışı- eşit tatil ve eşit emekli maaşı KAZANDI

15


yor” açıklamasında bulundu. Polis, eylemcilerin gaz bombaları ile dağıtıldığını, ardından bir grup işçinin fabrikayı yakmak için yeniden toplandığını söyledi. İşçilerin binayı ateşe verdiğini, geçiş yolunu da kapattığını kaydetti. Polisin, itfaiyecilere yol açmak için işçilerin üzerine ateş açtığını da belirtti. Tekstil sektörü, Bangladeş genelinde 4 milyon insan çalışıyor. Bu oran, ülkenin ihracatının yüzde 80’ine tekabül ediyor. Ucuz iş gücü ve fabrikaların çok iş almasından kaynaklı Bangladeş, Çin’den sonra ikinci tekstil ihracatçısı konumunda.

BURMA’DA ‘MODERN KÖLELİK’ YAŞANIYOR

Burma’da kurulu 3 sendika hazırladık ları ortak raporda Burma’da işçilerin çok kötü koşullarda çalışmak ve yaşamak zorunda kaldıklarını insanlık dışı muamelelerle karşı karşıya kaldıklarını açıkladı. “Modern Kölelik” adını taşıyan raporda Rangoon’daki fabrikalarda işçilerin ayda ortalama 60 avro ücretle haftanın 6 günü, günde 11 saat çalıştırıldıkları belirtiliyor. Geçinemeyen işçilerin gıda ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarını giderebilmek için borçlanmak zorunda kaldıkları, borçlarını ödeyebilmek için daha çok çalışarak kısır bir döngü içine girdiklerine dikkat çekiliyor. Merkezi Stockholm’de bulunan Olof Palme Merkezi 15 yılı aşkın bir süredir Burma’da bazı sendikalar ve demokratik kitle örgütleriyle birlikte ortak projeler yürütüyor. “Modern Kölelik” raporu da kuruluşun destek verdiği sendikalar tarafından hazırlandı. Olof Palme Merkezi Burma Program Sorumlusu Frida Perjus, Stockholm’de düzenlenen bir konferansa Burma’da son yıllarda

önemli değişiklikler yaşandığını, diktatörlükten demokrasiye doğru adımlar atıldığını, yüzlerce siyasi tutsağın serbest bırakıldığını ve sendikaların çalışmasına izin verildiğini söyledi. Dış dünyanın ileriye doğru atılan adımlar karşısında Burma’ya yönelik yaptırımları kaldırdığını ifade etti. Perjus, diktatörlüğün yıkılmasına rağmen rejimin işçi sınıfı hareketinden duyduğu korkuyla işçilerin örgütlenmesini ve haklarının yasallaşması için yoğun bir çaba içinde olduğunu ifade ediyor. Tarihin tekerrür edip işçilerin yeniden meydanlara çıkmasından korkan rejimin grevleri hükümetin iznine bağladığına, işçilerin sendikalarda örgütlenmesinin önündeki engelleri kaldırmadığına, geçtiğimiz yıl yasalaşan iş kanununun hâlâ uygulamaya konulmadığına dikkat çeken Perjus şunları söyledi: “İşçi sınıfı Burma’da diktatörlüğün yıkılmasında belirleyici bir rol oynadı. 1988 yılında işçilerin önderlik ettikleri gösteriye ülke çapında 1 milyondan fazla kişi katıldı. Ordu 3 bin göstericiyi katletmesine, binlercesini cezaevlerine atmasına, işçilerin yasal haklarını kısıtlamasına rağmen kitlelerin mücadelesini bastıramadı.” Burma’ dak i işçi sendikası Worker Solidarity League’den Ye Ming Naing, Burma’da işçiler özellikle de tekstil işçileri açısın-

dan en önemli sorunlardan birinin asgari ücret uygulaması olduğunu söyledi. Yasalara göre asgari ücretin fazla mesai, işyerinde iyi halli olma ve hasta yazılmama kuralını kapsadığını, haftanın 6 günü, günde 8 saat çalışan işçilere 23 avro aylık ödendiğini, bu nedenle de işçilerin açlık ve yoksulluğa mahkum edildiklerini dile getirdi. 35 milyon işçinin olduğ u Burma’da büyük çoğunluğu yeni kurulan 700 civarındaki sendikanın üye sayısı sadece 60 bin. Sendikaların hazırladıkları raporda, Burma’ya yönelik yaptırımların kaldırılmasının ardından uluslararası tekellerin özellikle tekstil sanayine büyük yatırımlar yaptığı,işçilerin çalışma koşullarını iyileştirici ve ücretleri yükselten önlemler alınmaması halinde ülkede büyük patlamaların olabileceği uyarısında bulunuluyor.

KAMBOÇYA’DA TEKSTİL İŞÇİLERİNE SALDIRAN POLİS BİR KADINI ÖLDÜRDÜ

Kamboçya’nın başkenti Punon Pen’de tekstil işçilerinin eylemine polis şiddetli biçimde saldırdı.

Polisin yoğun gaz bombası ve silah kullandığı saldırıda bir kadın katledildi, 8 işçi yaralandı, en az 37 işçi gözaltına alındı Kamboçya’da daha iyi çalışma koşulları ve insanca ücret için bu yılın Ağustos ayından bu yana grevde olan SL Garment Proces si ng şi rket i ç a l ı ş a n ı 1000’den fazla tekstil işçisi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle Kamboçya Başbakanı Hun Sen’in evinin önüne yürümek istedi. Polisin gerçek silahlarla müdahalesi sonrasında çıkan çatışmada bir polis aracı ve çevredeki araçlar barikat kurmak üzere ateşe verildi. Polisin gaz bombalı müdahalesine işçilerin taşlarla karşılık vermesi sonrasında polis otomatik tüfeklerle ateş açtı. Bir kadının öldüğü saldırıda 3’ü ağır olmak üzere 8 işçi yaralandı. SL Garment Processing şirketi işçileri bu yılın Ağustos ayından bu yana ücretlerin ve çalışma koşullarının düzeltilmesini talep ediyorlar ancak şirket herhangi bir düzeltme girişimi bulunmuyordu. Kamboç ya’nı n i hracatı nı n yüzde 80′i tekstil odaklı, fabrika sahiplerinin çoğu ise Kamboçyalı değil. Kaynak: sendika.org 04.12.2013

Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Metin Yoksu • Yönetim Yeri ve Adresi: Fatih Mah. Bahçeyolu Cad. Ülbeği İş Merkezi No: 9 Kat: 4 Esenyurt - İstanbul • Tel/Fax: (0212) 620 67 57 • e-mail: info@ydicagri.net • web: www.ydicagri.net YDİ ÇAĞRI Sayı 166 nin İşçi Özel Sayısı • Aralık 2013 • Fiyatı: Türkiye: 1,00 TL · Türkiye Dışı: 1,00 Avro Baskı: Berdan Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 215-216-239 Topkapı/İstanbul Tel: (0212) 613 11 12 • Yayın Türü: Yerel Süreli


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.