Yeni Dünya İçin ÇAĞRI • Özel Sayı • Eylül 2010 • Fiyatı: 0,50 TL
"Patron örgütlerinin tepesinde olan Sabancıların, Koçların ilk altı aylık net karlarının yarım milyar dolarları geçtiği yönündeki haberlerin boyalı basında yankılandığı bir dönemde geçmiş dönemin kayıplarını telafi edecek yüksek ücret zamları, işçilerin sınıfsal eğitimi için ek ücretli izinler, çalışma saatlerinin GTİS ile düşürülmesi,yıllık ücretli izinlerin arttırılması, ek izin ücreti, işyeri içerisinde iş saatleri içerisinde sendikal çalışma için daha fazla süreler gibi talepleri bu sözleşmelerle elde etmek için mücadele etmek gerekir."
Referandumu boykot et!
“500 Büyük” Ne kadar büyük?
Fransa'da ki Eylemler Üzerine
Eğitim: Değer
METAL İŞÇİSİ SESSİZLİĞİ BOZMALIDIR!
Eylül 2010 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
G
2
e ç en s ay ı la r ı m ı z d a Metal ve Tekstil sektöründe Grup Toplu İş Sözleşmelerinin (GTİS) yapılacağını belirtmiştik. Her iki sektörde kayıtlı çalışanların sayıları yaklaşık bir milyon. Bu sektörlerde ki özellikle Tekstil sektöründe kayıt dışı olarak çalıştırılan, yani hiçbir sosyal güvencesi olmayan çalışanları da hesapladığınızda bu sayı iki milyonu aşar. Biz her ik i sektörde çalışanların örgütlenerek bu GTİS’lerinde işçilerin güçlerini birleştirerek mücadele etmelerini, işyeri komitelerini kurarak, grev fonlarını oluşturarak kavgaya atılmalarına vurgu yaptık. İyi bir ön hazırlık yapılmadan örgütlü durumda olan patronlara karşı ciddi kazanımların elde edilemeyeceğini de tespit etmiştik. Geldiğimiz noktada tekstil ve giyim sektöründeki sendikalar tekstil işverenleri örgütü TÜTSİS ile 36 aylık yani 3 yıllık sözleşme imzaladılar. Hem de bu sektörde çalışan işçilerin pek haberi olmadan. Yapılan anlaşma ile 1. altı ay için yüzde 4, 2. altı ay için de yüzde 3 ile anlaşma yaptılar. İkramiyelerde ise daha önceki sözleşmenin kendisi uygulandı. Orada da yeni işe girecek olan işçiler için 72 gün daha kıdemli ola işçiler için ise 4 ikramiye yani 120 gün olarak kaldı. Zaten sendikalar genel olarak ücret sendikacılığı yaptıkları için bu sözleşme döneminde başka bir talep öne çıkmadı. Esas olarak savunmada olan sendikalar ücret sendikacılığının gereklerini bile yerine getirememektedirler. Çünkü bin büyük sanayi kuruluşunun 2009 yılı karı yüzde 42,4’tür. (bak Haber Türk Gazetesi, 26 Ağustos 2010, sayfa 7) Herkes bilmektedir ki, pat-
ronların karları 2010 yılı ilk altı ayında daha da yükselmiştir. Durum böyle olduğu bir ortamda çalışma yaşamı ile ilgili hiçbir hak talebi gerçekleştirilmeden böyle düşük seviyede bir ücret artışıyla GTİS’leri imzalamak sınıfın çıkarlarına uygun değildir. Patron örgütleri 1. altı ayın enf lasyonu “0” çıktı deseler de, eylül ayı başlarında yapılan açıklamalarda Ağustos ayı itibarıyla yıllık enflasyon tüketici fiyatlarında (TÜFE) yüzde 8.33, üretici fiyatlarında (ÜFE) yüzde 9,03 olarak belirlenmiştir. Toparlarsak enflasyonu bile karşılamayan ücret zamlarına imza atarak sınıfın çıkarlarına ihanet eden bir sendikal yapılanma, ancak işçilerin tabandan gelen örgütlenmeleri ile hak ettikleri dersi alabileceklerdir.
METAL SEKTÖRÜNDE NE BEKLENMEKTEDİR? İzlediğimiz kadarıyla bu sektörde tabandan örgütlenme biraz daha iyi görünmesine rağmen, sendikaların politikalarını belirlemeye yetmemektedir. Bu sektörde örgütlü bulunan sendikaların da ciddi bir mücadeleyi örgütlemeyecekleri bugünden görünmektedir. Özelikle Türk Metal gibi bir ihanet şebekesi ile karşı karşıya olan metal işçilerinin bu baş belasından kurtulması gerekmektedir. Çelik İş Sendikası zaten mücadele etme diye bir derde sahip değildir. Oradaki örgütlenme de daha çok inanç temelli olduğu için de “kulluk” görevlerine uygun düşen bir hat izlenmektedir. DİSK’e bağlı birleşik Metal İşçileri Sendikası ise tüm “sınıf
ve kitle sendikacılığı” söylemlerine rağmen gerçek anlamda buna uygun bir çalışma tarzını geliştirmemektedir. Bir dizi mücadeleyi yürüten bu sendikanın diğer sendikalardan ayırt edici bu özelliğine rağmen, metal patronlarının örgütü olan MESS ile kapışacak ne örgütlü bir gücü, ne de maddi bir gücü bulunmamaktadır. İşyeri komiteleri kâğıt üzerinde kalmakta, iki kongredir alınan grev fonu da işletilememektedir. İşçilere “mücadele edin” demekle mücadelenin yürütülemeyeceği açıktır. Sınıf dayanışması bilincinin genel olarak çok gerilerde seyrettiği, sınıfın iktidarı zor yoluyla ele geçirme bilinçli mücadelesindeki ibrenin çok düşük olması gibi belirleyici bir dezavantajın olduğu bir durumda metal sektöründeki kavganın sendikanın kendi örgütlü gücüyle esasen yürütmesi durumu ortaya çıkar. SİNTER direnişi, ASİLÇELİK grevi vb. mücadeleler bunun açık örnekleridir.
Bu durumda yapılması gerekenler neler olmalıdır? Yine de çok zaman geçirmeden Metal işçileri işyeri komitesi eğitimlerini hızlandırmalıdır. Önümüzdeki süreçte GTİS görüşmeleri devam ederken eksikliklerini tamamlamalıdır. En kısa zamanda grev fonu için birikim yapmalıdır. Metal İş kolundaki diğer sendikaların tabanları ile şimdiden ilişkiler ilerletilmeli ve birlikte yapılacak eylemlilikler, üretimi yavaşlatma gibi, üzerine konuşulmalı ve evet çok zor görünse de grev silahını kullanarak taleplerini kabul ettirmelidir. “Mücadele eden kaybedebilir, mücadele etmeyen baştan kay-
betmiştir” temel prensibiyle hareket edilmelidir! Hain, işbirlikçi ve reformist yöneticilere rağmen “bu kavga bizim kavgamızdır” diyerek uygun eylem biçimleri geliştirilmelidir. GTİS döneminde daha çok vur-kaç taktiği ile mücadelelerini sürdürmelidirler. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz” diyerek mücadelede sımsıkı kenetlenmeli, mücadelede öne çıkan öncü kadroların işten atılmaları ihtimali göz önüne alınarak onların korunması için işçiler şimdiden bilinçlendirilmelidir. Patron örgütlerinin tepesinde olan Sabancıların, Koçların ilk altı aylık net karlarının yarım milyar dolarları geçtiği yönündeki haberlerin boyalı basında yankılandığı bir dönemde geçmiş dönemin kayıplarını telafi edecek yüksek ücret zamları, işçilerin sınıfsal eğitimi için ek ücretli izinler, çalışma saatlerinin GTİS ile düşürülmesi,yıllık ücretli izinlerin arttırılması, ek izin ücreti, işyeri içerisinde iş saatleri içerisinde sendikal çalışma için daha fazla süreler gibi talepleri bu sözleşmelerle elde etmek için mücadele etmek gerekir. Bilinmelidir ki, ücretli emek sömürüsüne karşı verilecek bu mücadele, işçi sınıfının bilinçlenmesi ve sömürüsüz bir dünya için kavgaya atılmasına hizmet edecektir. Bolşevik öncüler, bu mücadelede bu perspektifi göz ardı etmeden ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışmasına hız vermelidir. İŞÇİ SINIFININ BİRLİĞİ SERMAYEYİ YENECEKTİR! K AHROLSU N ÜCR ETLİ KÖLELİK DÜZENİ! 3 Eylül 2010
Referandumu boykot et! Ne faşist 12 Eylül Anayasası, ne de AKP Anayasası! Demokratik Anayasa demokratik halk devrimi ile mümkündür!
26
maddeden oluşa n Anayasa değişiklik paketi 12 Eylül’de halkoyuna sunulacak. Egemenler bir kez da ha bizi sandık başına çağırıyor. Kimisi Evet oyu vermemizi, kimisi Hayır oyu vermemizi istiyor. Ortalık toz duman. Meydanlarda ErdoğanKılıçdaroğlu-Bahçeli birbirini seviyesizce eleştiriyor. AKP değişiklikleri, 12 Eylül ve onun zihniyeti ile hesaplaşma olarak gösteriyor. Kampanyasını 12 Eylül’e Evet mi/Hayır mı eksenine oturtuyor. Sahtekârlık yapıyor. AKP’nin amacı gerçekte 12 Eylül ile hesaplaşmak değil. 12 Eylül faşist Anayasasının nimetlerinden yararlanarak iktidara gelen AKP’nin amacı 12 Eylül’ün milyonlarca mağdurunun, 12 Eylül’e Hayırını, darbelere Hayırını, AKP’ne, Evet oylarına çevirmektir. CHP, MHP Anayasa değişiklik paketi içeriği tartışmasından kaçınıyorlar. Onlar referandumu Anayasa değişikliği referandumu olmaktan çıkarıp, AKP hakkında bir güven oylamasına dönüştürmek istiyorlar. Anayasa değişiklik paketinin özünü, AKP’nin iktidar yürüyüşü önünde engel konumunda olan yüksek yargının etki alanının sınırlandırılması, egemenliğinin kırılması ve askeri ege-
menliği geriletmek oluşturuyor. Anayasa Mahkemesi, HSYK yapısını değiştiren değişiklikler, YAŞ kararlarına yargı yolu, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmalarının önünün kapatılması, darbecilere sivil yargı yolu, paket içinde AKP açısından çok önemli değişikliklerdir. Paket içindeki diğer bütün olumlu değişiklikler, bu öz yanında dolgu malzemesi işlevini görüyor. “Greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu grev uygulanan iş yerinde neden oldukları maddi zarardan sendika sorumlu tutulamayacak. Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grevi ve lokavtı, genel grev ve lokavt, iş yeri işgali, iş yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişlere ilişkin yasaklar kaldırılacak. Aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunabilecek. 12 Eylül dönemindeki Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ile bu dönemde kurulan hükümetler ve Danışma Meclisi’nde görev alanların yargılanmasını önleyen geçici 15. maddesi yürürlükten kaldırılıyor. vb.” A nay a s a de ğ i şi k l i k paketi içinde yer alan değişiklik lerin tümü, 1982 faşist Anayasasından uzaklaşma, ona göre burjuva demokrasisi yönünde ilerleme anlamına gelen
değişikliklerdir. Fakat geçmişte Anayasada yapılan değişiklikler ve bugün yapılmak istenen değişiklikler 12 Eylül faşist Anayasasının özünü değiştiren değişiklikler değil. Anayasa değişiklik paketi içindeki en kapsamlı değişiklikler de sonuçta 1982 Anayasasının faşist özünü, ruhunu koruyan, onu kozmetik değişikliklerle değiştirip, kabul edilebilir hale getirme işlevine sahip değişikliklerdir. İşçi, Emekçi arkadaş! 12 Eylül’de Evet, Hayır, oyu vermen istenen gerçekte şudur: AKP’den mi yanasın? AKP karşıtlarından mı yanasın? Egemen sınıflar arasındaki iç çatışmada kimden yanasın? Liberal burjuvazi mi, bürokrat burjuvazi mi? Liberal burjuvazinin mi, bürokrat burjuvazinin mi siyasetini destekliyorsun? Referandumda Hayır oyu vermek, 1982 faşist Anayasası olduğu gibi kalsın oyudur. Referandumda Evet oyu, öncelikli olarak AKP’nin iktidar yürüyüşünde ona verilmiş destek oyudur. Hayır ve Evetin bu anlama geldiği referandumda ne yapmalı? Devrim isteyen insanların, gerçekten demokratik bir ülke, demokratik bir Anayasa isteyen insanların takınacağı tek doğru
tavır vardır: Referandumu boykot etmek! Boykot egemen sınıfların iktidar mücadelesinde bizi kuyruklarına takma çabalarına hayır demektir. Hayır! Egemenler arasındaki iktidar mücadelesinde, burjuvazinin iki kanadından birini tercih etmek zorunda değiliz. Hayır! Egemenlerin bize sunduğu iki seçenek arasında sıkışıp kalmak zorunda değiliz. Hayır! Kötünün iyisini tercih etmek zorunda değiliz. Hayır! Kırk katıra karşı, kırk satırı tercih etmek zorunda değiliz. Ne 1982 faşist Anayasası, ne de 1982 faşist Anayasasının özünü koruyup demokratlaştırıyorum diyen 2010 AKP Anayasasından yanayız. Ne 12 Eylül faşist Anayasası, ne de AKP Anayasası! İşçilerin köylülerin, tüm emekçilerin iktidar olduğu, demokratik bir ülkenin demokratik Anayasasından yanayız. Demokratik halk iktidarında, işçiler, köylüler, tüm emekçiler için demokratik Anayasa, gerçek anlamda demokrasi ancak o zaman gerçekleşecektir. Kapitalist sistem içerisinde demokratik bir Anayasa gerçekleşemez. Demokratik bir Anayasa için mücadele devrim mücadelesi olarak yürütülmek zorundadır. 11 Ağustos 2010
Eylül 2010 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
İşçiler! Emekçiler!
3
TÜSİAD’dan Kürt Sorunu tartışmasında kimi ilkler
Eylül 2010 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
T
4
ürkiye’nin özel sermayeli büyük burjuva kesiminin önemli bir bölümünün öz örg ütü olan TÜSİAD Yönetim Kurulu Amerika ziyaretinden ve Barzani’nin Türkiye ziyaretinden sonra sürece ilişkin bir de ğerlend i r me yaptı. Bu değerlendirmede T ü r k i y e ’n i n önündeki sorunlar içinde “Kürt sor u nu” ya lnızca iç politikada değil, aynı zamanda bölgesel ilişk ilerde de ciddi bir krize yol aç a n en önemli sorun olarak adlandırıldı. Bunda şaşırtıcı bir şey de yok. Enerji açısından en önemli transit bölgelerden biri olarak görülen Türkiye’nin iç politik krizi, uluslararası sermayenin Türkiye’ye gelişini doğrudan etkilemektedir. Hem emperyalist sermaye, hem de Türkiye’nin işbirlikçi-tekelci sermaye grupları, enerji petrol üretimi açısından dünyanın en önemli alanlarından biri olan Kürdistan’ın doğal zenginliklerinden yararlanmak istiyor. Güney Kürdistan Federe Yönetimi Başkanı Barzani ile TÜSİAD arasında yapılan görüşmelerde bu açıkça dillendirildi. Fakat bölgede TC güçleri ile bölge halkından küçümsenmeyecek bir destek alan PKK gerillası arasında bir savaş yürüyor. Ve bu savaş Kürdistan zenginliklerini sömürmek için yapılmak istenen yatırımlar açısından olumsuz bir rol oynuyor. Gelinen yerde gerek batılı emperyalist sermaye, gerekse Türkiye’deki büyük burjuvazinin büyük bölümü artık bu savaşın bitirilmesinin çıkarları gereği olduğunu görüyor ve savunuyorlar. Türk ekonomisinin anda TÜSİAD içindeki esas patronları, bu temelde bugüne kadar yürütülen politikaların istenen
sonuç açısından uygun olmadığını tespit temelinde alternatif çözümler üzerine tartışmaya ve alternatif çözümler üretip, önermeye başladılar. Yapılan değerlendirmede TÜSİAD Kürt sorununda politik çözümün ön plana çıkartılması gerektiğini çok açık olarak ifade ediyor. Patronlar kulübünün yaptığı bir iç toplantıda yapılan ve medyaya yansıyan kimi konuşmalar, yapılan resmi açıklamaların çok daha ötesinde hala genelde tabu olan konuların da açıkça dillendirildiğini gösteriyor. Medyaya yansıyanlara göre, bir dönem DYP milletvekilliği de yapan, İKV eski başkanı işadamı Sedat Aloğlu yaptığı değerlendirmede şunları söylüyor: “Yıllar önceydi. Kürt konusunu toplantılarda dile getirdiğimde bu konuyu tartışalım dediğimde beni Kürtçülükle suçladılar. Ben en milliyetçi insanlardan biriyim. Ama bazı gerçekleri görmek lazım. Ben Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bu konuya el atmasından memnunum. Bakın birkaç tane sayayım: • Çözüm aşamasında İmralı’nın görüşmelere katılması. • Anayasa’ya ‘ bu ü l key i Türkler ve Kürtler kurdu’ maddesinin eklenmesi tartışmaları.
• Bölgesel özerklik. Bunların kusulması lazım ki pislikler temizlensin. Kabullenilmesi zor olan konuşmalar yapılmalı.” Paxar –Teslo Şirketi YK başkanı Mehmet Şuhubi ise şöyle d iyor “Neden İspa nya ve İngiltere’deki çözümlere bakılmıyor. AB ile bir şey olmuyor, bunu gördük. Yalnız bir ülkeyiz, dostumuz yok. Hükümetle muhalefet mutabakatı olmalı.” Türkiye’de Tu r i z m Sektörünün büy ük lerinden Güra llar Grubu’ndan Esin Güral: “Demokratik açılıma sivil toplum örgütleri olarak bizler sahip çıkmalıyız. Bunun için yol haritasını bizler hazırlayalım.” diyor. HEY grubu patroniçesi Aynur Bektaş: “Doğu’ya hep beraber yatırıma gidelim. Barajın yüzde 5’e düşürülmelidir.” Diyor. Cem Boyner: “Biliyor musunuz Kürtler 30 yıl boyunca hiç Türk demediler. Muhatap olarak hükümetleri gördükleri için TC deyimini kullandılar. Oysaki Türkler hep Kürt dediler. Kürtler sadece politikaları dikkate aldığı için savaş ve uyuşturucu baronları kazandı hep. İki halkın birbiriyle problemi yok. Taşeron işine hiç girmeyeceğim. Açık yaraya sinek konar. Ancak bugünkü Milliyet’teki rakamlar çok
önemliydi. (Nedim Şener’in 26 yılın kanlı bilançosu haberi. Bu süreçte 42 bin insanın öldüğü yazıldı. MS) Bir de geçen gün Egemen Bağış’ın söyledikleri. Hani geçen gün ölenleri TürkKürt ayrımı yapmadan ölü sayısını toplu veren. Bu çok önemliydi. Artık halkın diliyle konuşmanın zamanı geldi, askerin ve hükümetin diliyle değil.” diyor. Yani barışı n s a ğ la nması için A. Öcalan’la görüşmeyi, A nayasa’ da Kür t lerin de Türk lerin yanında kurucu unsur olarak adlandırılmasını, bölgesel özerkliği vs. açık açık tartışıyor büyük patronlar. Cem Boyner’in sözleriyle “ Artık halkın diliyle konuşmanın zamanı geldi, askerin ve hükümetin diliyle değil.” diyorlar. Şimdi bu pat ron la rı n Genel Kurmay tara f ında n kan testine tabi tutulmaları, Ergenekoncular açısından “vatan haini” ilan edilmeleri için bütün şartlar tamamlanmıştır. Fakat bilindiği gibi it ürür, kervan yürür. Kapitalizm kervanı yürüyüp geliştikçe, daha fazla kar eğer barışı gerektiriyorsa, o zaman patronların önümüzdeki dönemde daha yüksek sesle tartışıp, alternatif çözümler üretip bunları tartışmaya sunmaları, bu yönde baskı gurupları oluşturmaları engellenemeyecektir. İstedikleri aslında sömürü imkânlarının, şartlarının iyileştirilmesinden başka bir şey değildir. Gelişmeler acılı ve sancılı da olsa onların tartıştığı yönde olacaktır. Bilmemiz gereken şey, onların barışçı çözümlerinin de emperyalist sistem içi bir çözüm olduğudur. Bu ise halklar açısından gerçek çözüm değildir. Ağustos 2010
İ
stanbul Sanayi Odası her y ı l Türk iye’ dek i kuruluşlar arasında en büyük 500 firma listesi yayınlıyor. Üretimden satış fiyatları üzerinden yapılan sıralamadaki büyüklükler, bizim “büyüklerimiz” in, emperyalist dünyanın “500 büyük” listesinde yer alanlarla karşılaştırıldığında, yani dünya çapında ele alındığında pek de büyük olmadıklarını gösteriyor. Yıllardan beri olduğu gibi bu yıl da Türkiye’nin 500 büyük firması sıralamasının başında yer alan TÜPRAŞ Türkiye’nin dev rafineri grubu. İthal edilen ham petrolü işleyerek petrol ürünlerine dönüştürüyor. 2009 yılında üretimden satışları 15 milyar TL, bu dolar olarak 10 milyar dolar. ABD’nin 500 büyüğünün sıralamasını veren Fortune listesinin başında yer alan büyük mağazalar zinciri Wall Mart’ın satış geliri 408 milyar dolar. Yani TÜPRAŞ’ın 41 katı büyük-
lükte. Türkiye’nin sanayi kuruluşlarından Arçelik’in üretimden satış rakamı 3,2 milyar dolar. Vestel’in 2,5 milyar dolar, Aselsan’ınki 550 milyon dolar. Türkiye’nin 500 en büyüğünün toplam satış geliri 134 milyar dolar. Yani Türkiye’nin en büyük 500’ünün tümü ABD’nin en büyüğünün üçte biri ediyor. Yani Türkiye’de büyük olanlar, küresel pazarlarda “esas oyuncu” olamayacak ölçüde küçük birimlerdir. İstanbul Sanayi Odası, bu yılki “en büyük 500” listesinin gösterdiği bir başka ilginç gerçek var. Listede daha çok Anadolu kaynaklı ve kendilerini tanımlamada İslamı temel alan sermayedarların örgütü olan Müstakil İşadamları ve Sa nay ici ler Derneğ i (MÜSİAD) ve Gülen cemaatine yakın olduğu söylenen sermayedarların örgütü Türkiye İşada m la r ı ve Sa nay ici ler Kon fe d e r a s yonu’nu n (TUSKON) 70’in üzerinde üyesi
“ALAN MEMNUN SATAN MEMNUN’’
M
erhaba sevgili YDİ Çağrı okurları,
İşçi kenti olan Bursa’nın saygın firmalarında sendikacılık faaliyetini sürdüren Metal iş kolunun meşhur ismi nam-ı diyar ‘sarı sendika’ olan, Türk Metal Sendikası’nın 2010 yılı Eylül ayı Toplu İş Sözleşmesinde (TİS) , Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) karşısına işçileri temsilen çıkardığı “Taslak’’ Metal iş kolunda bulunan işçileri çileden çıkarttı. Taslağa göre, Türk Metal Sendikası’nın 5,65 TL saat ücreti üzerinden % 5 + 0,25 TL zam talebini öğrenen işçiler gözünü sendikaya karşı kararttı. Bosch fabrikasında işyeri sendika temsilcisi tarafından yapılan açıklama sonrasında işçiler isyan bayrağını çekti. İşçilerin,
sendikanın yapmış olduğu komik zam teklifinin öfkesi yetmezmiş gibi birde sendika temsilcisinin ukala tavrı, sonrasında aynı temsilcinin bir işçinin “Biz de gereğini yaparız.’’ Sözüne karşılık tehdit savurması tansiyonu daha da yükseltti. Nihayetinde işçiler haklı oldukları ve hak ettikleri dava için bu fabrikada ilk defa kolunu sıvadı ve sesini yükseltmek üzere Sendika Bölge Temsilciliğine yürüyüşe geçtiler. Buraya dikkat! Taslaktan haberi dahi olmayan Renault işçileri de Bosch işçilerinin ikazı ve tepkisi üzerine bir grup Renault işçisi de Bosch işçisine katılıp Bölge temsilciliğine yürüdüler. Firmaların çalışan sayısına göre çok küçük bir sayı olmalarına rağmen, 150- 200 kişi bu tepkiyi göstermeyi ba-
MÜSİAD: AG T A ğ a ç , A B G ı d a , Küçükbay Yağ, Çınar Boru, Naksan Plastik, Tosçelik Profil, Tosyalı Demir, Ülker Çikolata, Ülker Bisküvi, Datateknik, Gü bre Fa br i k a l a r ı , Vi ko
Elektrik, Aydınlı Hazır Giyim, Ertaş Metal, Boyçelik Metal, Helvacızade Gıda, Hekimoğlu Un, Yeşilyurt Demir, Boytaş Mobilya, İstikbal Mobilya, Aytaç Gıda, Teverpan Mobilya, HES Kablo, Merkez Çelik, Boyteks, Form Yatak, Akova Süt, Pamukkale Kablo
TUSKON: Sarkuysan, Tosçelik Profil, Kastamonu Ent. Ağaç, Kayseri Şeker Fab., Ekinciler Dem. Çel., Boytaş Mobilya, Abalıoğlu Yem, H E S Hacı la r E lek ., Erciyas Çelik Boru, Kent Gıda, Merkez Çelik, Naksan Plastik, Koza Altın İşl., Tosyalı Demir Çel., Küçükbay Yağ, İstikbal Mobilya, Oltan Fındık, Tiryaki Agro Gıda, Keskinkılıç Gıda, Feza Gazetecilik, Küçükçalık Te k s t i l, B oy te k s Te k s t i l, Aydınlı Giyim, Boyçelik Metal, Beşler Makarna, Mem Tekstil, Helvacızade Gıda, Kumtel Day. Tük., Vatan Kablo, Viko Elektrik, Biofarma İlaç, Arbel Bakliyat, Selçuk İplik, Gürteks İplik, Akteks İplik, Aynes, Gıda, Köksan Plastik, Pamukkale Kablo, Aytaç Gıda, Hidromek, Royal Halı, Hekimoğlu Un, Form Yatak, Aymar Yağ. Ağustos 2010
şardı. Sendika bölge temsilcisi işçilerin birliğini bozmak için ‘’Renault benim bölgem değilBana ne Renault’tan” gibi sözler sarf ederek güvenleri sıfırında altına düşürdüler. Eylül ayından önce firmalarda sendika bölge temsilcileri tarafından yapılan gezilerde, hiçbir şekilde böyle bir teklifle MESS’ in karşısına çıkılacağı söylenmemiştir işçilere. İşçilerin Eylül ayındaki TİS’ te umudu ise göreve yeni atanan başkan Pevrul Kavlak’ın gelir gelmez işçilere büyük bir önderlik, babalık yaparak en az % 20- 30 arası bir zam alınması idi. Fakat ’’Armut dibine düşer’’ misali Mustafa Özbek geleneğini sürdürmeye devam etti. Peki, bu taslak nedir? Kimin taslağıdır? Kime sorulup da böyle bir taslakla MESS ile sözleşme masasına oturulacak? İşçiler, bu taslak hazırlanıp teklifin yapıldığından niye haberdar değil? Evet, bütün Türk Metal Sendikası işçileri bu soruların cevabını bekliyor. Tofaş’ta
ise durum farklı değil. Gece vardiyasında çalışan bazı işçiler, taslağı öğrendikten sonra iş yeri sendika temsilcileri ile birbirlerine düştüler. Keyfe keder hazırlanan bu taslağa işçilerin tepkisi büyüyerek devam edecektir. İşin ilginç yani ise taslak metninin Eylül ayının 3’ ünde verilmesidir. Sendikanın buradaki amacı neydi? Acaba yine kurnazlık peşinde olup sözleşmenin imzalanmasını bayram tatiline mi getireceklerdi. Yoksa sıklıkla bağıra bağıra referandumda hayır oyu vereceklerini dile getirmişlerdi, burada işçileri hükümete karşı koz olarak mı gösterme amacındalar? Ya da 12 Eylül referandum süreci ile işçilerin ilgi yönünü mü değiştiriyorlar? Ve işçi sınıfını kutuplaştırıyorlar mı? Bunu 12 Eylül Referandumdan çıkacak olan karar ile birlikte daha iyi göreceğiz… Bursa’dan YDİ Çağrı Okuru Bir İşçi 3 Eylül 2010
Eylül 2010 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
“500 Büyük” Ne kadar büyük?
yer alıyor. Bu konuda haber yapan Milliyet gazetesi, listede yer alan MÜSİAD ve TUSKON üyesi şirketlerin isimlerini yayımladı. Milliyet gazetesinin verdiği bilgilere göre, ilk 500 arasında MÜSİAD ve TUSKON üyesi olan şirketlerin sayısı hızla artıyor. Yani bir başka deyimle gelişme İslami Sermaye’nin büyümesi yönünde. 2007’de listeye MÜSİAD üyesi 23 firma girerken, 2009’da 31 firma girebilmişti. MÜSİAD’ın ilk kurulduğu 1990’da ise bu sayı sadece 8 idi. Fet hu l la h Gü len ta ri katına yakınlığıyla bilinen iş adamlarının 2005’te kurduğu TUSKON’un ilk 500 şirket arasında 45 üyesi bulunuyor. Ancak Milliyet gazetesinin haberine göre konfederasyonun alt örgütlerinden alınacak detay verilerle bu sayının daha fazla çıkabileceği belirtiliyor. Listede yer alan MÜSİAD ve TUSKON üyelerinin şirketleri:
5
Referandum gölgesinde toplu görüşme
Eylül 2010 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
H
6
ükümet ile memur sendikaları arasında bu yıl dokuzuncusu gerçekleştirilen toplu görüşme pazarlığına referandum tartışmaları damgasını vurdu. 15 Ağustos’ta birinci turu gerçekleştirilen ve kamu çalışanlarının gelecek yıla ilişkin ekonomik ve sosyal haklarının belirleneceği toplantıya, hükümeti temsilen Kamu İşveren Kurulu üyeleri, Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, Tü rk iye Ka mu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, KESK Genel Başkanı Sami Evren ve konfederasyonların yetkili sendikalarının başkanları, sendika uzmanları ve bürokratlar katıldı. Toplantının başlamasından 2 saat sonra KESK heyeti toplantıdan ayrıldı. KESK Genel Başkanı Sami Evren toplantı çıkışında yaptığı açıklamada, toplantıda artık toplu görüşme döneminin kapatılması gerektiğini ifade ettiklerini ve toplu sözleşme yapma çağrısında bulunduklarını söyleyerek, bugün toplantıyı kapatıp referandumdan sonra Ekim ayında toplu sözleşme yapmak üzere yeniden bir araya gelme önerisinde bulunduklarını kaydetti. Bunun kabul edilmediğini ve toplantıya devam edildiğini, bunun üzerine kendilerinin 300 liralık seyyanen zam talep ettiklerini bunun da kabul edilmediğini, bu koşullarda gerçek bir toplu pazarlık yapmayı mümkün görmedikleri için görüşmeden ayrıldıklarını vurguladı. Daha sonra Devlet Bakanı Hayati Yazıcı yaptığı açıklamada KESK’in bu önerisinin memur sendikalarınca kabul gördüğünü ve değerlendirilebileceğini, bunun görüşülmesi
Açlık sınırının 900 TL yoksulluk sınırının 2 bin 900 TL civarında olduğu, hayat pahalılığının alabildiğine yüksek olduğu, kamu emekçilerinin geçinebilmek için ikinci bir işte çalışmak zorunda bırakıldığı bu ülkede 150 – 180 TL’ lik artışlar emekçilerle dalga geçmekten başka bir anlama gelmiyor. için 18 Ağustos’ta tekrar bir araya gelineceğini söyledi. Toplu pazarlığın ikinci turunun yapılacağı ve toplu sözleşme önerisinin görüşüleceği 18 Ağustos toplantısı öncesinde memur sendikaları bir dizi açıklama yaptılar. Kamu –Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, ertelemeye şiddetle karşı olduklarını toplu sözleşmenin hemen şimdi yapılmasını istediklerini, kamu çalışanlarının var olan grevli toplu sözleşmeli sendikal hakkının kullanılmasının önündeki tek engelin siyasi irade olduğunu söyleyerek , ''toplu sözleşme yapmaya zemin müsaittir. Taraflar, talepler, masa, kamuoyu hazırdır. Siyasi irade samimi bir tavır göstererek bunu masaya yansıtmalıdır. Bunu 12 Eylül sonrasına ertelemenin hiçbir anlamı yoktur. Kamu çalışanları böyle bir ertelemeye razı değildir. Türkiye KamuSen sorumluluğunun gereği olarak böyle bir ertelemeyi kabul etmeyecektir.'' dediği konuşmasının devamında "Toplu sözleşme hakkının referanduma bağlı kalınarak gündeme taşınması kamu çalışanlarını referandumda baskı altına almak anlamına gelebilecek bir uygulamadır. Bizim ideolojimiz memurun, Türk milletinin ideolojisidir'' dedi.
Hükümete yakınlığıyla bilinen ve ‘evet’ kampanyasında aktif bir şekilde çalışan MemurSen, artık toplu görüşme sürecinin geride kaldığını ve fiilen toplu sözleşme yapılması gerektiğini savunduklarını söylemesine rağmen bunun kabul edilmemesi halinde pazarlıklara toplu görüşme olarak devam edeceklerini açıkladı. KESK ise yaptığı açıklamada önerilerinin referandum sonucundan bağımsız olduğunu belirtti. ''Çünkü 'hayır' çıktığı zaman 'halk sizin toplu sözleşme yapmanızı uygun görmüyor' diyebilir hükümet.”dedi. “Onun için biz ister 'hayır', ister 'evet' çıkmaksızın sonbahara ertelenebileceğini söyledik. Burada niyetimiz toplu sözleşme yapmak. Anayasa tartışmalarında iktidardan yana taraf olmak için değil. Eğer bu önerimiz, bu şekilde mutabakat altına alınmazsa zaten ertelemenin bir anlamı yok.'' 18 Ağustos, görüşmelerin 2. turu öncesi yapılan bu açıklamalara rağmen 18 Ağustos’taki toplantıda hükümet adına Kamu İşveren Kurulu KESK’in önerisini reddederek pazarlıkların toplu görüşme olarak devam edeceğini açıkladı. Bunun üzerine KESK masayı terk etti. Toplantı çıkışında
açıklama yapan Sami Evren, görüşmelerde Kamu İşveren Kurulu adına yapılan konuşmada, Anayasa’ya ‘Evet’ denmesi durumunda bu taleplerinin gerçekleşeceğinin söylendiğini belirtti. “KESK hiçbir siyasi partinin, siyasi iktidarın oylamasına alet olacak bir örgüt değildir. Biz hemen şimdi toplusözleşme yapılabileceğinin altını çizdiğimiz halde ‘Evet’ ya da ‘Hayır’a bağlı kalmaksızın böyle bir ötelemenin, emekçilerin birliği ve mücadelesi açısından önemli olduğunu söylememize rağmen maalesef Kamu İşveren Kurulu üyesi -sözde tarafsız bir kurul- siyasi parti lideri gibi konuştu. Tarafsız olmadığını biz biliyorduk ama bu şekilde ifade etmesi yanlıştır. Bunu kendisine de söyledik, uygunsuz bir konuşma olduğunu ifade ettik. Kamu-Sen toplugörüşmelerde ısrarcı oldu. Biz bunu da kabul etmedik, doğru görmedik. Çünkü toplugörüşmelerden sekiz yıldır sonuç alınamadığını görüyoruz. KamuSen, Uzlaştırma Kurulu kararının kesin karar olması gerektiğini söyledi. Bunu da biz doğru görmüyoruz, çünkü Uzlaştırma Kurulu’na irademizi teslim etmeyiz. Sonuçta sayın Bakan Yazıcı 4688 sayılı yasa çerçevesinde görüşmelere devam edileceğini ifade etti ve toplu görüşme gündemine başlandı.” diye konuştu. Toplu görüşmelere KESK ol ma k sı zı n deva m ed i ld i. Hükümetle memur konfederasyonları arasında 15 Ağustos'ta başlayan toplu görüşme süreci 28 Ağustos’ta tamamlandı. Memur-Sen, hükümetin zam teklifini kabul ederken KamuSen kabul etmedi.
tüm kesimleri olduğu gibi kamu emekçilerini de yanlarına çekmek için her türlü araca başvuruyorlar. Anayasa taslağında yer verilen ve kamu emekçileri açısından grev hakkı olmadığı için pratikte bir değeri olmayan toplu sözleşme hakkı çok önemli bir hakmış gibi gösterilerek kamu emekçileri aldatılıyor. Bunda hükümet işbirlikçisi Memur – Sen gibi sendikalar aracılığıyla ne yazık ki oldukça başarılı da olunuyor. İşbirlikçilik konusunda Memur-Sen’den farkı olmayan Kamu – Sen, kendisinin de itiraf ettiği gibi şimdiye kadar oldukça itaatkar bir politika izlerken, referandum sürecinde AKP’yi yıpratmak ve böylelikle evet oylarını azaltmak için birden bire emekten yana kesilmesi pek inandırıcı gelmiyor. Her iki kesim de kendi çıkarı için kamu emekçilerini kullanmaya çalışıyor. Dokuz yılın en iyi anlaşması olmasıyla övünülen anlaşmanın, iş somuta geldiğinde yani emekçilerin gerçek ücretlerine geldiğinde, hiçte iyi olmadığı ortaya çıkıyor. Açlık sınırının 900 TL yoksulluk sınırının 2 bin 900 TL civarında olduğu, hayat pahalılığının alabildiğine yüksek olduğu, kamu emekçilerinin geçinebilmek için ikinci bir işte çalışmak zorunda bırakıldığı bu ülkede 150 – 180 TL’lik artışlar emekçilerle dalga geçmekten başka bir anlama gelmiyor. Egemenlerin kendileri en yüksek standartlarda yaşarken yapılan üç beş kuruşluk zammın, bütçeye bilmem ne kadar ek maliyet getireceğinden yakınılıyor, bu artış bile çok görülüyor. Fakat emekçiler bunun farkında değil. Farkında olmadıkları için de egemenler açısından her şey bu kadar kolay olabiliyor. Kamu emekçilerinin bugün ekonomik talepleri için bile yürüttüğü mücadele oldukça sınırlı kalıyor. Toplumun tüm ezilen kesimleri gibi kamu emekçileri de ancak mücadeleye atıldıklarında ve bu mücadelelerini ayrım gözetmeksizin başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun tüm diğer sömürülen kesimleri ile birleştirdikleri noktada gerçekten kazanabilirler. Gerçek haklar ancak, egemenlerin iktidar dalaşında taraf olmadan, egemen sisteme karşı mücadele ile mümkün olabilir. 8 Eylül 2010
FRANSA'DA 24 HAZİRAN’DA YAPILAN EYLEMLER ÜZERİNE
Fransa’da şimdiye kadar erken emekli olmak isteyenler 60 yaşında emekli olabiliyorlar. Tam emeklilik yaşı ise 65’dir. Hükümet “emeklilik reformu “ yasasıyla erken emeklilik yaşını 62’ye, tam emeklilik yaşını ise 67’ye çıkarmak istiyor.
F
r a n s ı z hü k ü m e t i n i n “emeklilik reformuna” 24 Haziran 2010 da sendikaların organize ettiği grev ve yürüyüşlere 2 milyona yakın emekçi katıldı. Katılım 27 Mayıs’taki eylemlere göre iki kat daha fazlaydı. Sendikaların verdiği rakamlara göre eylemlere katılanların 130 bini Paris, 120 bini Marsilya, 45 bin civarında ise Toulouse’taydı. Polisin verdiği rakamlar ise, sendikaların verdiği sayıların yarısıydı. Eyleme katılanların %46 demir yol larında ça lışa nlar, %19,86 posta çalışanları, %18,71 devlet dairelerinde çalışanlar, %29,29 Fransız Telekom’unda çalışanlar ve her 3 öğretmenden biri bu eylemlerde yer aldı. Bu anlamda Fransız Hükümetinin emekli yaşını yükseltmek için çıkarmak istediği yasalara karşı harekete geçen kitle 2010 da en fazla katılımlı eylemleri gerçekleştirmiş oldular. Fransa’da şimdiye kadar erken emekli olmak isteyenler 60 yaşında emekli olabiliyorlar. Tam emeklilik yaşı ise 65’dir. Hükümet “emeklilik reformu “ yasasıyla erken emeklilik yaşını 62’ye, tam emeklilik yaşını ise 67’ye çıkarmak istiyor. Bunun yanında tam emeklilik hakkını kazanabilmek için bir çalışanın 41,5 yıl çalışması gerekiyor. Sadece ağır işte çalışıp da hasta
veya sakat kalanlar, kısacası iş kapasitesinin %20’ni kaybedenler veya sağlık sorunlarından dolayı çalışamayacak durumda olanlar, doktor raporuyla bu durumu ispat ederlerse 60 yaşında erken emekli olabilirler. Bu yeni yasa emekçiler için gerçek anlamda mezarda emeklilik anlamına geliyor. Fransız hükümetinin bu “reformundan” en fazla etkilenecekler ise yine emekçi kadınlar olacaktır. Çünkü emekçi kadınların büyük çoğunluğu ya yarım günlük küçük işlerde çalışmakta, ya da geçici işlerde iş bulabilmektedir. Durum böyle olunca, 41,5 yıllık çalışma süresini doldurmak imkansız hale gelmektedir. Bugün bile emekli olduklarında çok düşük maaşla geçinmek zorundalar. Mevcut istatistiklere göre, tam gün çalışan emekçi kadınların toplam çalışan emekçi kadınlar içindeki oran %4 dür. Fransız hükümetinin emek düşmanı bu siyasetine karşı e y l e m l e r du r m ay a c a k t ı r. Sendikalar 7 Eylül 2010 da tekrar grev ve yürüyüş organize etme kararı aldılar. Yaşasın Fransız emekçilerinin bu haklı direnişi! Kahrolsun kapitalizm! Fransa’dan Yeni İşçi Dünyası Okuru Temmuz 2010
Eylül 2010 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Dokuz yılın en iyi mutabakatı olduğu söylenen Kamu İşveren Kurulu ile Memur-Sen arasında varılan mutabakat özet olarak şu maddeleri içeriyor: 1- Kamu görevlilerinin aylık ve ücretlerinde 2011 yılının birinci altı aylık döneminde % 4 ve ikinci altı aylık döneminde % 4 oranında artış olacak şekilde zam yapılması, 2- 375 say ı l ı K a nu n Hükmünde Kararnamenin ek 3 üncü maddesi uyarınca yapılan ek ödemenin, Ocak 2011 tarihinden itibaren 80 TL artırılması, 3- Eş için ödenmekte olan mevcut aile yardımı ödeneğinin 2011 yılının birinci yarısında 20 TL ve ikinci yarısında 20 TL artırılması ve aile yardımı ödeneğinin sözleşmeli personele de verilmesi, 4- Sendika üyesi kamu çalışanlarına 3 ayda bir 45 TL Toplu Görüşme Primi ödenmesi, 5- Yılın her bir yarısı için gerçekleşen enf lasyon oranının anılan dönemlerde yapılan artış oranını aşması halinde, gerçekleşen enflasyon oranı ile söz konusu artış oranı arasındaki farkın ilk altı ay için 01/07/2011, ikinci altı ay içinse 01/01/2012 tarihinden geçerli olacak şekilde kamu görevlilerinin aylık ve ücretlerine enflasyon farkı olarak yansıtılması. Bu mutabakatı kabul etmeyen Kamu – Sen Uzlaştırma Kuruluna başvurdu. Genelde hükümetin teklifini onaylayan Uzlaştırma Kurulu bu kez memur maaşlarına yapılan zammı y üzde 4,5 da ha y ü kseltti. Hükümet ile Memur – Sen arasında ilk ve ikinci altı ay için yüzde 4 olarak varılan anlaşma, Kurul tarafından, ilk altı ay için yüzde 6, ikinci altı ay için yüzde 6,5 olacak şekilde taban aylıklarına zam yapıldı. Buna göre taban aylıklarına ilk altı ay için 16 TL, ikinci altı ay için ise 22 TL artış yapılacak. Kamu –Sen Başkanı Bircan Akyıldız, bu iyileştirmenin de taleplerini karşılamaya yetmediğini belirterek şimdiye kadar Uzlaştırma Kurulu’nun aldığı tüm kararlara uyduklarını fakat bu kez bu karara uymayacaklarını açıkladı. Bu zamlarla birlikte sıradan bir memurun maaşı 1337 TL’den 1509 TL’ye, bir hizmetlinin maaşı ise 1300 TL’den 1467 TL’ye çıkacak. (kaynak: Radikal gazetesi) Referandum sürecinde egemenlerin her iki kanadı da,
7
Birleşmiş Milletler gözetiminde toplu tecavüz!
Eylül 2010 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
A
8
frika kıtası; ölümlerin, savaşların, açlığın, yoksulluğun, tecavüzlerin, kısacası barbarlığın en korkunç boyutlarda yaşandığı kıtaların başında geliyor. Bunda kuşkusuz emperyalistlerin yerli işbirlikçileri aracılığıyla, yer altı zenginliklerine sahip olmak için kışkırttıkları iç savaşların ve çatışmaların önemli payı vardır. Dünya genelinde 1990-2003 yılları arasında meydana gelen iç savaşların en şiddetlileri, Afrika ülkelerinde yaşanmıştır. Sierra Leone, Gine, Liberya, Nijerya, Fildişi Sahili, Angola, Zimbabwe, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Ruanda, Uganda, Somali, Etiyopya ve Eritre iç savaşlarında büyük katliamlar olmuştur. Etnik savaşların sıkça görüldüğ ü Af ri ka ü l k e le r i nd e şimdiye kadar yüz binlerce insan en vahşi şekillerde katledilmiştir. Bunların başında yakın tar i h t e , 19 9 4 y ı lında yaşanan Ruanda Soyk ırımı gelmektedir. 6 Nisan 1994’te Ruanda ve Birundi Devlet başkalarının bir uçak yolculuğunun inişi sırasında karadan ateşlenen füzeler nedeniyle uçağın düşmesi sonucu ölmesi ile katliamlar başlamıştır. Hutu etnik grubu olayın Tutsilerce gerçekleştirildiğini gerekçe göstererek katliama başlar. Ülkede kadın, çocuk, yaşlı demeden tüm Tutsileri ve ılımlı Hutu da denen Hutuların bu politikalarına muhalefet eden gruplar vahşice öldürülmeye başlanır. Olaylar sırasında binlerce kadına tecavüz edilerek öldürülür. Sağ kalanlar ise ülkede patlak veren AİDS nedeniyle ölür. Yaklaşık 100 gün süren olaylar sonucu 1 milyona yakın Tutsi ve ılımlı Hutu öldürülür! Ayrıca 100 gün süren bu olaylar sırasında katliam o derece büyümüştür ki kaçıpta ki-
liseye sığınan binlerce Tutsi kilise rahip ve rahibeleri tarafından Hutulara bildirilmek suretiyle öldürülmüş, kiliseler halkın kaçıp sığındığı yerler olmaktan çıkıp toplu katliamların yapıldığı mekânlara dönüşmüştür. Emperyalistler bir yandan kendi çıkarları için en barbar katliamların yaşanmasına, soykırımların yapılmasına göz yumarken bir yandan da ‘Barış Gücü’adı altında (siz savaş gücü diye okuyun) güya barışı sağlamak amacıyla binlerce asker ile ülkeleri işgal ediyorlar. Şu anda Demokratik Kongo
200 kadın ve bir grup erkek çocuğunu dört gün boyunca alıkoyarak tecavüz ediyorlar! Yardım kuruluşu International Medica l Corps’tan (IMC) Will F. Cragin 30 Temmuz’da Luvungi köyüne yapılan baskından sonra BM’nin, bölgenin, Ruandalı isyancı grup FDLR ve Mai Mai adlı Kongolu isyancıların işgali altında olduğunu bildiğini söylüyor. Yani dört gün boyunca kadınlara ve çocuklara yapılan tecavüz Birleşmiş Milletlerin bilgisi dahilinde gerçekleştiriliyor! IMC’nin isyancıların çekildiği 4 Ağustos'tan sonra
Cumhuriyeti ’nde bu lunan Birleşmiş Milletlere bağlı ‘Barış Gücü’ askerlerinin sayısı 17 bin olarak belirtiliyor. Demokratik Kongo C u m h u r i y e t i ’n d e B a r ı ş Gücünün gözetiminde Ordu güçleri ile isyancı Tutsiler arasında yaşanan çatışmalardan yine en çok suçsuz sivil halk etkileniyor. Bunların başında kadınlar ve çocuklar geliyor. Emperyalistlerin barış değil savaş gücü oldukları 25 Ağustos’da medyaya yansıyan bir haberle bir kez daha kanıtlanmış oldu. Kongo’nun doğusunda, BM Barış Gücü üssüne sadece 15 kilometre mesafede bir kasabayı basan Ruandalı ve Kongolu isyancılar yaklaşık
köye ulaşabildiğini söyleyen Cragin, “Ne çatışma ne de ölü vardı, her yer yağmalanmış ve kadınlara tecavüz edilmişti” diyor. Birçok kadının, çocuklarının ve eşlerinin önünde ve üçten fazla kişi tarafından tecavüze uğradığını söyleyen Cragin, sağlık görevlilerinin şu ana kadar 179 kadını tedavi ettiğini ancak bu sayının artabileceğini belirtiyor. Bölge başhekiminin verdiği bilgiye göre ise tecavüze uğrayanlar arasında dört erkek çocuğu da bulunuyor. Yardım Kuruluşu çalışanlarından Will F. Cragin’in BM askerlerinin bu baskından bir gün sonra haberdar olduklarını söylerken, BM barış gücü sözcüsü, saldırı ve toplu teca-
vüz olayını günler sonra öğrendiklerini ifade ederek, “O dönemde düzenli devriye geziyorduk. Köylüler ve yerel yetkililer BM Barış Gücü devriyesine haber vermedi. Bilgilendirilmediğimiz sürece haberdar olmamız zor. Mağdur köylülerin haber vermemelerinin militanlarca cezalandırılmaktan korkmaları veya olaydan duydukları utanç nedeniyle olabileceği belirtiliyor. Sözcünün paçasını kurtarmak için yalan söylediği çok büyük bir ihtimaldir. BM’den Charles Mesudi Kisa’nin yaptığı açıklamada bölgede yaklaşık 25 Barış Gücü çalışanı olduğunu ve sayıları 200 ila 400 civarında olan isyancılara karşı ellerinden geleni yaptıklarını söylüyor. Yani Barış Gücü, bask ı nda n haberdar ve elinden geleni yapıyor. Ama ne yapsın gücü yetmiyor! Böyle bir açı k lam ay a k a r g a lar bile gülebilir! Tepeden tırnağa silahlanmış ve istendiğinde en kısa sürede rahatlıkla bölgeye yüzlerce asker indirebilecek koca Birleşmiş Milletlerimizin kocaman Barış Gücü 200 isyancı karşısında aciz kalıyor! O zaman işiniz ne oralarda? Hani Barışı sağlamak için oradaydınız? Emperyalizm; daha fazla sömürü, daha fazla tecavüz, daha fazla barbarlık demektir. Dünyanın bir avuç asalak zengininin kar uğruna işlemediği suç kalmıyor! Savaş tacirlerinin barış derdi yoktur ve olamaz. Barış; ancak kadın-erkek, dünyanın tüm ezilenleri ve sömürülenlerinin, emperyalistlere ve onların her türden işbirlikçilerine ‘Artık Yeter’ dedikleri ve bunun için ayağa kalktıkları zaman mümkün olacaktır! 29 Ağustos 2010
A
ğustos ayının başlarında medyanın bir bölümünde DİSK’e bağlı OLEYİS sendikasının HAK-İŞ’e geçtiği yönünde açıklamalar yer aldı. Aslında olaya bakıldığında çok anormal bir durum mu var diye soru sorulabilir. Evet, aslında çok anormal bir durum yok. İşçiler seçtikleri yöneticileri denetlemezlerse, işçiler kendileri sınıfsal düşünmezlerse o zaman sendika yöneticileri kendi bireysel çıkarları için her türlü ihaneti yapabilirler. DİSK ile HAK-İŞ arasında nitelik açısından bir fark yok. Ne HAK-İŞ Konfederasyon olarak sınıfsal çıkarları öne alan ve bu temelde üyelerini
mücadele etmeyi hedefleri arasında koymaktadır. Bunun için de belirli bir şekilde mücadele etmektedirler. HAK-İŞ mücadele anlamında yaptığı bir şey yoktur. O anlamda bir farklılık vardır. Fakat bu biri sınıf örgütü diğeri değil şeklinde olmadığı için de OLEYİS tavanı ve tabanı HAK-İŞ’e geçmekte sorun görmemiş olabilirler. Ciddi bir mali sıkıntı içinde olan ve Konfederasyon değişikliğinin bu temelde olduğu iddialarının yer aldığı bir durumda yine bizim açıklamalarımız haklılık kazanmaktadır. Evet, çıkar dalaşı! Ne yazık ki bu davranışlar daha da sürecek. İşçi sınıfının öncüleri sınıf içerisinde ki çalışmalarını sık-
DİSK sosyal demokrat devletçi bir Konfederasyon olarak belirli bir çapta reformist temelde mücadele etmeyi hedefleri arasında koymaktadır. Bunun için de belirli bir şekilde mücadele etmektedirler. HAK-İŞ mücadele anlamında yaptığı bir şey yoktur. O anlamda bir farklılık vardır. Fakat bu biri sınıf örgütü diğeri değil şeklinde olmadığı için de OLEYİS tavanı ve tabanı HAK-İŞ’e geçmekte sorun görmemiş olabilirler. eğiten ve savaşıma sokan bir örgüt. Ne de DİSK tüm çelişkili sol söylemlerine rağmen gerçek anlamda bir işçi sınıfı örgütü. DİSK’e bağlı sendikaların ve DİSK yöneticilerinin çok büyük bölümü, işçilerin sınıfsal çıkarı temelli bir siyaset izlememektedirler. Tüm pratikleri budur. Genel itibarıyla DİSK ve DİSK’e bağlı yöneticiler kendi şahsi menfaatlerini öne çıkarmakta ve ona uygun davranmaktadırlar. Şimdi OLEYİS’in HAK-İŞ’e geçmesi de bunun bir kanıtı. Tabii ki DİSK ile HAK-İŞ’i ayıran küçük ayrıntılar vardır. DİSK sosyal demokrat devletçi bir Konfederasyon olarak belirli bir çapta reformist temelde
laştırmalıdır. Ancak bunun sonucu olarak kendi çıkarları için mücadele eden işçilerin tabandan aktif mücadeleleri sonucu reformist ve hain yöneticilerden hesap sorulacak, şahsi menfaatler için mücadele yerine sınıfın çıkarları temelinde tercihler yapılacaktır. O gün gelecektir! İşçi sınıfı nasırlı elleriyle hayatı yeşerttiği gibi gün gelecek kendi sendikalarını da sınıfa hizmet eden örgütler durumuna getirecektir. O zaman ihanetçiler hesap verecektir! Bir YİD okuru Eylül 2010
Eğitim Köşesi
Karl MARX
Değer
Değer, kullanım değeri ve değişim değeri olarak ikiye ayrılır. Kullanım değeri: “Kendi özellikleriyle şu veya bu insani ihtiyacı karşılayan şey”dir. (Kapital Cilt I) Bu ihtiyaç karşılama; ister üretim, ister tüketim alanında olsun farketmez, insani herhangi bir ihtiyacı karşılayan her şey bir kullanım değeridir veya başka bir ifade ile bir kullanım değerine sahiptir. “Bir şeyin yararlılığı onu kullanım değeri haline getirir… Kullanım değerleri ancak kullanım ya da tüketim ile gerçekleşir; bunlar ayrıca toplumsal biçimi ne olursa olsun her türlü servetin özünü oluştururlar. (Kapital Cilt I) Bir şeyin kullanım değerine sahip olması, onun için mutlaka emek harcanmış olmasını gerektirmez. Örneğin, soluduğumuz hava bir kullanım değeridir. Fakat yararlı olduğu halde başka kullanım değerleriyle değiştirilmez, alınıp satılmaz. Kullanım değerlerinin büyük bir bölümünün içinde insan emeği vardır. İnsanlar kendi ihtiyaçlarını karşılamak için, doğada buldukları maddeleri, kendi ihtiyaçlarına göre değiştirirler. Emek (iş-çalışma), genel tanımlama olarak alındığında, insanlar tarafından kullanım değerlerinin üretilmesidir. Değişim değeri: Birbirleriyle değişilen değişik türden kullanım değerlerinin hangi oranlarda birbiriyle değişileceğini belirler. Değişim değeri, değişmek için üretilen kullanım değerlerinin –ki bunlar metadır- aralarındaki nicel ilişkinin ifadesidir. Metalar arasındaki bu nicel ilişki, bütün metalarda ortak olan ve böylece metaların birbiriyle karşılaştırılmasını, “şu kullanım değerinin şu kadarının, şu kullanım değerinin şu kadarıyla değiştirilmesini” mümkün kılan öz tarafından belirlenir. Bu ortak öz insan emeğidir. O halde, emek (değişim) değerin(in) özüdür. Marks ve Engels, herhangi bir şeyin değeri pratikte ancak nicel olarak ifade edilebildiği için, değer kavramını değişim değeri ile eşanlamlı olarak kullanırlar. Bu yüzden Marksist politik ekonomide değer kavramı yalnız başına kullanıldığında değişim değeri anlamına gelir. Değerin niceliğinin ölçüsü ya da değer büyüklüğü zamandır. Burada söz konusu olan zaman, herhangi bir metanın üretimi için harcanan emek zamanıdır. Gerçekte metalar birbirleriyle değişilirken, değişilen eşit miktardaki emek zamanıdır. Burada da emek “toplumsal normal üretim şartları ve emeğin becerisinin ve yoğunluğunun toplumsal ortalama düzeyi” baz alınarak belirlenen “toplumsal ortalama emek”tir. Bu “değer yaratan” emek, -insanın üretimde yalnızca kendi ihtiyacını veya çok yakın çevresinin ihtiyacını karşılamak için, doğrudan kendi kullanımı için kullanım değerleri yarattığı somut emekten değişik- soyut emektir. 7 Eylül 2010
Eylül 2010 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
HER İHANETİN BİR BEDELİ VARDIR!
9
SINIFA İHANETİN HESABINI VERECEKLER…
Eylül 2010 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
M
10
etal patronlarının yayın organları, neredeyse hep yeniden düzenledikleri eğitimlerden dem vururlar. MESS patronları kendileri açısından eğitime vurgu yapmaları, eğitimin sermayelerinin arttırılmasındaki rolüne vurgu yapmaları anlaşılırdır. Onlar tabii ki kendi sınıflarının çıkarına olanı yapmaya çalışacaklardır. İşçilerin alın terinin hakkını vermeyenlerin, alın terini en ucuza sahiplenenlerin ve bu alın terinin sonucunda elde edilen mua zz a m zenginliklerden sadece işçiye ölmeden ya ş ayac a k ve kendi soyunu y i ne zeng i n lerin işlerini yapmak için devam ettirecek düzeyde bir ücret lay ık görmektedirler. Ölmek için çok, insa nca yaşa m için çok az olan bu ücretli kölelik sisteminin devam edebilmesi için burjuvazi, yani patronlar kendilerinin yaptıkları eğitimler üzerinden işçilerin kendileri için değil patronlar için, onların çıkarı için düşünmelerini sağlamaya çalışırlar. Biz buna “bilinç çarpıtması” da deriz. İşçilerin kendi çıkarlarına bir bilinci edinmediklerinde patronların, sömürücülerin kölesi olacağı tarihsel olarak hep yeniden kanıtlanmıştır. Burada bizim dikkat çekmeye çalışacağımız esas mesele, patronların bu bilinç çarpıtmasını tek başına her zaman iyi başaramadıklarıdır. Bunun için de işçi sınıfının öz örgütleri olan sendikalar vb. kuruluşları da kullanarak bu alanda daha başarılı olduklarıdır. Yani sermaye sahipleri, işçileri tek başına kandıramadıkları yerlerde işçiler tarafından kurulan sendika gibi kurumların başına getirilen sendika yö-
Bizler her Türk Metal Sendikası üyesi işçiyle bağları geliştirmeli onları sınıfsal çıkarları için nasıl davranacakları temelinde eğitmeli ve Türk Metal’in tepesindeki alçakların alaşağı edilerek hesap sorulması için hazırlamalıyız. neticilerinin yardımına başvururlar. Sendikaların başına getirilen yöneticilerin, içerisinde geldik-
de kendi yayın organlarında bu eğitimleri öve öve bitiremezler. Öyle ya işçi bu yayınları okuduğunda “ya neden sınıfsal müca-
leri işçilere, sınıfa ihanet edebilecekleri tarihsel olarak hep yeniden kanıtlanmıştır. Biz buna içeriden hançerlenmek de deriz. Yani sınıfın kendi içerisinde gelen sendika ağaları, işbirlikçiler, reformistler işçilerin sömürüden nasıl kurtulacakları yönde eğitim verecekleri yerde, patronlara nasıl ihtiyaçları olduklarını, “kavga” yerine sosyal diyalog, yani işbirliği temelinde çalışmanın yararları üzerine ahkâm kesip dururlar. Bunu yaparken metal sektöründe işçilerin baş belası haine gelmiş ihanet şebekesine dönüşmüş Türk Metal Sendikası gibi, hem kendilerinin verdikleri eğitimlerde patroncu-devletçi eğitimlerinin dışında bir de MESS gibi işçi kanına eli bulanmış bir patron örgütü ile ortak eğitimler düzenlerler. Tabii ki MESS
dele, kuzu kuzu işbirliği patronumuzla mümkün. Allah bunlardan razı olsun” noktasına varabiliyor. Çünkü kendilerinin üyesi oldukları sendika da bu eğitimleri övmekte, MESSTürk Metal işbirliğini savunmaktadırlar. M E S S i ş ve r e n g a z e t e s i Haziran 2010 sayısında “Doğru Zamanda Doğru Eğitim… Sosyal Kazanım…” başlığı altında, “Türk Metal Sendikası ve Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası MESS “Işıklı Bir Gelecek ” sloganıyla “Ortak Eğitim Projesi”ni 10 yıl önce başlattı. …” diyerek işçi ve patron sendikasının ışıklı bir gelecek penceresinden birlikte baktıklarını anlatmaya çalışmaktadırlar. Bu çerçevede 62 bin çalışanın eğitimden geçtiği söylenmektedir. Şimdi de “MESS – TÜRK
METAL” başlığı altında “Ortak Proje Ekibi, Berlin ve Brüksel’de Teknik İnceleme Gezileri Yaptı” diyerek (MESS işveren gazetesi Ağustos 2010 sayısı.) Bu başlık altında da işçi sendikası olduğunu iddia eden başında işçi sınıfına hainliği ile tanınan Türk Metal Yetkilileri ile MESS’in sınıf düşmanlığı ile ünlenen sorumlularının ne yapmak istedikleri açıklanmaktadır. Bu ör nek ler i çoğa lt ma k mümkündür. Ama buna çok gerek yok. Türk Metal’in 12 Eylül faşist darbesi ile birlikte MESS Patronları tarafından kendi örgütleri olarak nasıl koruma altına alındığı, işçilerin mücadelesini bastırmak için bu taşeronu nasıl kullandıkları açık. Şimdi de işçilerin bilinçlerini bulandırmak, onları kendi çıkarları için mücadele eden birer sınıf militanı olarak eğitme yerine, on la r ı sı n ı f ı na ihanet eden birer zavallılar gibi davranmaları için patron örgütü ile ortak eğitimlerden geçirmeleri sürpriz değildir. Bu konuda görev bizimdir. Bi z le r he r Tü rk Me t a l Sendikası üyesi işçiyle bağları geliştirmeli onları sınıfsal çıkarları için nasıl davranacakları temelinde eğitmeli ve Türk Metal’in tepesindeki alçakların alaşağı edilerek hesap sorulması için hazırlamalıyız. Hiçbir sınıf ihanetçisinin yaptıkları yanında kalmayacaktır. İşçi sınıfımız er ya da geç açık ve gizli sınıf düşmanlarından hesap soracaktır. İşçi sınıfı kendi iktidar kavgasını verecek, sermayenin egemenliğine son verip kendi iktidarını kuracak güçtedir ve bunu yapacaktır! Eylül 2010
Dünyadan İşçi Haberleri
Güney Afrika’da grev üney Afrika’nın en büyük sendikası olan COSATU (Güney Afrika İşçi Sendikaları Konfederasyonu) ücret artışı talepleri karşılanmadığı takdirde iktidar partisi ile bütün köprüleri yıkacaklarını ve ülke çapında kamu grevini yaygınlaştıracakları açıklamasını yaptı. 1 Milyondan fazla kamu emekçisinin 18 Ağ ustos’ta başlattığı grev pek çok okul ve hastane de hizmetleri durdurdu. Sendika aralarında maden ve imalat sanayinde çalışan işçilerinde olduğu 2 milyon üyelerinin de greve çıkacağını duyurdu. Bu sendikalar, Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) kilit destekçilerinden biri olarak, devlet başkanı Jacob Zuma’nın son seçimleri kazanmasına yardım etmişti. COSATU Genel Başkanı Sdumo Dlamini yaptığı açıklamada “Statükoyu sürdüremeyiz. İttifak içinde kimsenin bir şey yapmadığı bugünkü duruma seyirci kalamayız” dedi.
Birlik tehdit altında
S
endika liderlerinin verdiği demeçler emek cephesinin ANC ile olan ilişkilerini koparma ya da ilişkileri gözden geçirme konusunda hazır olduğu yönünde güçlü sinyaller veriyor. ANC apartheida karşı verilen mücadelenin 1994’te kazanılmasının ardından ülkede iktidara gelmiş ancak, neoliberal ekonomi politikaları nedeniyle küçük bir azınlığın dışında siyah nüfus bu kez de sınıfsal bir “ırk ayrımcılığına” maruz bırakılmıştı. Sendikalar, ücretlere yüzde 8.6’lık artış ve aylık 1000 rand (138 dolar) kira yardımı yapılması taleplerinin karşılanması için son gün olarak 2 Eylül’ü gösteriyor. Hükümet ise işçilere yüzde 7’lik ücret artışı ve ay-
lık 630 rand kira yardımı teklif ediyor ve daha fazlasına güçlerinin yetmeyeceğini söylüyor. Kamu hizmetlerinin durma noktasına gelmesiyle sı k ışan hükümet alışılagelmiş bir hamle yaparak polis ve orduyu direnen emekçilere saldırtıyor. Kauçuk mermilerle eylemcilere saldıran polis yüzlerce kişiyi yaraladı. Polis mermisiyle yaralanan eylemciler grev süresince sağlık kuruluşlarının hizmet veren tek bölümü olan acil servislere gidiyor ancak polisler ve greve katılamayan diğer çalışanlar eylemcileri içeri almıyor. Tüm bu baskı ve tehditlere rağmen grevdeki 1.3 milyon emekçi haklarını alıncaya kadar greve devam edeceklerinin altını çiziyorlar. Bilindiği üzere 2007 yılında da Apartheid rejiminin sona erdiği 1994 yılından sonraki en büyük grev yapılmış ve bir ay süren grevde kamu hizmetleri durma noktasına gelmişti.
grev sonucunda işçilere yeni bir teklif sunmak için zaman istediğini ve yeni teklif için işçilerin fikirlerine başvurulacağını açıkladı.
Avrupa
30 gündür göçük altında vrupa’da metal işçilerinin kalan işçiler hayatta
A
de dahil olduğu sendikalar hükümetlerin izlediği sert kemer sıkma politikalarına karşı 29 Eylül’de bir günlük eyleme gidiyor. Av r u p a M e t a l İ ş ç i l e r i Federasyonu (EMF), Avrupa çapında sendikaların krizden sonra hükümetlerin eş zamanlı olarak uyguladığı kemer sıkma politikalarına karşı eyleminin bir parçası olarak üyelerini harekete geçiriyor. EMF bu politikaların metal iş kolundaki zaten kırılgan olan iyileşmeyi tehdit ettiğini ve daha derin bir sanayisizleşmeyi ve sosyal resesyonu davet ettiğini ifade etti. EMF’nin 23 Ağustos’ta yayınladığı açıklamada şöyle deniyordu: “Avrupa’da çalkantısı giÇin’deki Güney Kore derek tırmanan aylardan ve ulufabrikalarında grev sal borç istikrarı üzerine spein’de Güney Kore menşeli külasyonlardan sonra ve ifladört gıda fabrikasında çalı- sın eşiğine gelm iş olan bazı üye şan 200’den fazla işçi greve gitti. devletlerle birlikte, finans piGrevin, işçilerin talep ettiği üc- yasası spekülatörleri vergi öderet artışı konusunda Lotte Gıda yen insanların ve işçilerin sırFabrikası yönetiminin uzlaş- tından devasa kârlar elde etti. maz tavrı nedeniyle başladığı Ve biz tüm Avrupa Birliği’nde gelen bilgiler arasında. Çin’in (AB) ve komşularında baştan resmi haber ajansı tarafından başa finansal istikrarsızlığın verilen bilgilere göre Pekin’deki yayıldığını gördük.” EMF yetfabrikaların merkezi Güney kilileri bu duruma artık bir son Kore’de bulunuyor. verilmesi gerektiğini ve insanFabrikada çalışan yaklaşık ların kâr hırsından önce gel400 işçi ücretlerinde bir yıldan mesi gerektiğini de dile getirdi. bu yana hiçbir artış yapılmadı- Avrupa’daki fabrika işçileri ğını belirtiyor ve fabrika yöne- para piyasalarındaki spekülastiminin bu ay önerdiği komik yonlara çok ağır bedeller ödeücret artışı teklifini kabul et- miş durumda. Krizin patlak meyeceklerinin altını çiziyorlar. verdiği 2008 yılının başından Grev komitesi adına konuşan beri çalışmakta olan işgücünbir işçi de fabrika yönetiminin den yüzde 10’un üzerinde bir
Ç
Ş
ili’nin Capiapo kentinde 5 Ağustos’ta çöken altın madeninde göçük altında kalan 33 işçinin hayatta olduğu öğrenildi. Yerin 700 metre altında çalışırken göçen madende mahsur kalan işçilere açılan küçük bir tünel sayesinde ulaşıldı. Sondajla işçilerin mahsur kaldığı tahmin edilen alana kont rol çubuğ u i nd ir i ld i. Madenciler de bu çubuğa bir not iliştirerek hayatta olduklarını haber verdiler. İşçilerin hayatta olduklarına dair ilk işaret kurtarma çalışması yapan ekiplerin yerin altından çekiç sesleri duymasıyla alınmıştı. Reuters haber ajansından alınan haberlere göre işçiler küçük bir ev büyüklüğündeki bir sığınakta kurtarılmayı bekliyor. Açılan küçük tünelden işçilere yüksek enerji veren yiyecekler ve haberleşme cihazları ulaştırılacağı da gelen bilgiler arasında. İşçilerin yanlarındaki sınırlı miktarda yiyecekle hayatta kalmayı başardığı belirtiliyor. 5 Ağustos’ta madenin ana girişinin çök mesinden bu yana işçilerden haber alınamamış ve madencilerin hayatta olduklarına dair beklentiler yerini umutsuzluğa bırakmıştı. İşçilerin kurtarılması için yeni bir kuyunun kazılması için çalışmalar yapılıyor. Verilen bilgiye göre işçilerin kurtarılması en az 4 ayı bulacağı temelinde. 5 Eylül 2010 Kaynak: Sendika.Org
Eylül 2010 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
G
kayıp meydana geldi. Av r up a Sendikalar Konfederasyonu da (ETUC) 29 Eylül’de Brüksel’de yapılacak olan merkezi gösteri için işçileri harekete geçmeye çağırdı. EMF de metal işçilerinden bu günde haklarını almak için harekete geçmelerini istiyor.
11
Bakan Arınç’tan bedelli askerlik önerisi
D
evlet Bakanı Bülent ARINÇ 25.08.2010 tarihinde, medya önünde bedelli askerlik konusunda açıklama yaptı. ARINÇ şunları ifade etti: ”Ben bedelli askerliğe sıcak bakıyorum. Bu bir ayrıcalık değil. Bu, dünyanın her yerinde olan bir şey. Olması da gerekir. 800 bin kişilik büyük bir ordumuz var. Bunların içerisinde de farklı askerlik sistemi var. İhtiyaç olursa, gerek de duyulursa bence bedelli askerlik geçmişte olduğu gibi yine olabilir. Ancak bu konularda Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı aracılığıyla ‘benim asker ihtiyacım şudur. Bu ihtiyacımı karşılamam için bedelli askerlik olmaması gerekir’ diye haber veriyor. Bakanlık bunu Hükümete bildirdiğinde biz bedelli askerliği düşünemiyoruz. Bu gereklilik ne zaman ortadan kalkar onu bugünden söyleyemem.” ARINÇ’ın bu ifadesini sorgulamadan önce bu sistemdeki askerlik mantığını ve aslında neye hizmet ettiğini sorgulamamız gerek görüşümce. Bu ülkede yaşayan biz emekçiler sermaye sisteminin boyunduruğu altındayız. Yani ürettiğimiz değerlere zorla el koyulan bir sistem. Ve bu el koyma gerçeği de yasa ve düzenlemeleriyle “meşru” bir hal almışlardır. Burjuvazi, emekçileri sömürürken onların bu sömürüye karşı kaçınılmaz olarak oluşabilecek tepki ve eylemlerini bastırıp kontrol altına almak için silahlı bir güce, yani bir orduya ihtiyaç duyar. Burjuvazi ordusunu aynı zamanda dışa karşı emperyalist amaçlarını gerçekleştirmesinde de bir araç olarak kullanır. Ülkemizde gerçekleştirilen faşist darbelere baktığımızda emekçilere karşı, onların haklı mücadelesinin bastırılması için
yapıldığı ve bu darbeleri faşist ordunun yaptığı aşikârdır. Hal böyleyken, burjuva ordunun ayrıcalıklı kısmını, yani yönetim kademesini yine genel olarak bürokrat burjuvazi oluşturmaktadır. Alt kademe ise biz işçi ve emekçilerden oluşmaktadır. S a b a nc ı l a r, Ko ç l a r, E c z a c ı b a ş ı l a r, Z o r l u l a r, Karamehmetlerin vs. işçileremekçiler üzerindeki sömürüleri devam etsin diye bu ordu bir garantör oluşturmaktadır. Fakat burjuvazi kendi ordusunun var olma amacını, “vatanın, milletin” refahı ve huzuru için var demagojisi ardına saklayarak, aslında ordusunun işçiemekçi düşmanı yüzünü gizlemektedir. Ve bunu da gayet iyi yapmaktadır. Ve istisnalar hariç halkın büyük bir çoğunluğu, (devrimci-komünistler dışında) bu sistemde askerliği vatan ve namus borcu olarak görmektedir. Ve göğsünü gererek seve seve de askerliğini yapmaktadır. Aslında vahim olanda bu; emekçiler içinde bulundukları durumun farkında değiller. Yaptığı askerliğin kendi özgürlüğüne karşı ve daha fazla ve her daim sömürülmesinin sağlanması için, bir araç olduğunun farkında değiller. Burjuvaziye karşı farkındalık emekçiler içerisinde kendiliğinden oluşmayacak elbette. İşçi sınıfı içerisine sınıf bilinci komünistler, devrimciler, sınıf bilinçli işçiler tarafından dışarıdan taşınacağını gerçeğini de vurgulamak gerekir. Gelelim ARINÇ’ın şu söylemine ”Ben bedelli askerliğe sıcak bakıyorum. Bu bir ayrıcalık değil. Bu, dünyanın her yerinde olan bir şey. Olması da gerekir.” Dünyanın her yerinde paralı askerliğin uygulanıyor olması eşitsizlik gerçeğini ortadan kaldırmaz, ya da, meşrulaştırmaz. Bakana sormak lazım; bu bedelli askerlikten kimler fayda-
lanacak? Ben cevap vereyim, elbette ki parası olan. Peki, bu bedeli ödeyecek para kimde var? Yine sömürü sisteminde sınıf olarak daha imtiyazlı ve sömürüden pay alanlar; diğer burjuva katmanlar. Yani emekçileri sömüren ya da sömürülmesinin şartlarını oluşturan burjuva uşaklar. Peki, emekçi ya da emekçi ailesine mensup olan ve asgari ücret alan emekçi nasıl ödeyecek bu bedeli. (bu satırları yazarken televizyonda ki bir haber programında açlık sınırının yaklaşık olarak 816 lira olduğu ifade ediliyor!!!) Aldığı asgari ücretle insanca yaşamdan uzak olan, asgari ihtiyaçlarını bile karşılamaktan uzak emekçiler ne yapacak? Milyonlarca işsiz ne yapacak? Paşa paşa askerliğini ya-
pacak. Bu nasıl bir vatan borcu ki parasını veren bu “kutsal” borçtan kurtulabiliyor. (Acaba parayı ödediği sırada ölen “şehit” olur mu çok merak ediyorum.) Parası olmayan emekçilerse bedel olarak ömürlerinin bir buçuk yılını verecekler. Ne kadar adil değil mi? Tamda bunların adalet anlayışına yaraşacak bir eşitlik anlayışı. Gün gelecek bu köhnemiş sistemin bekçiliğini emekçiler yapmayacak, aksine bu düzeni yıkmak için mücadele edecekler. Elbette o büyük günün şartları kendiliğinden oluşmayacak, komünist, devrimci, sınıf bilinçli işçilerin, işçi sınıfı içerisindeki doğru ve kararlı mücadelesiyle gerçekleşecek. Adana’dan bir YİD okuru 26.08.10
Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Aziz Özer • Yönetim Yeri ve Adresi: Fatih Mah. Bahçeyolu Cad. Ülbeği İş Merkezi No: 9 Kat: 4 Esenyurt - İstanbul • Tel/Fax: (0212) 620 67 57 • e-mail: mail@yid.ydicagri.org • web: www.yid.ydicagri.org YDİ ÇAĞRI Sayı 147’nin İşçi Özel Sayısı • Eylül 2010 • Fiyatı: Türkiye: 0,50 TL · Türkiye Dışı: 1,00 Avro Baskı: Uğur Matbaacılık (0212-501 81 09) Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 6. Kat A Blok 4 NA 8-10-11-23 · Topkapı - İstanbul • Yayın Türü: Yerel Süreli