yid_mart2012

Page 1

Tunus Dersleri

Güvercin Anıldı

 Emekçiler Torba'ya Girmeyecek!


METAL İŞÇİSİ DERLENİP TOPARLANMALIDIR

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

2

2

012 yılında biz metal işçileri patron örgütü MESS ile yeniden toplu sözleşme kapsamında kapışacağız. Geçen dönemde DİSK’e bağlı Birleşik Metal işçileri Sendikası (BMİS), sarı sendika Türk Metal’in işveren örgütü ile yapmış olduğu sözleşmeye imza atmayarak aslında son 30 yılda yeni bir sayfa açmıştı. BMİS, Türk Metal’in imzaladığı sözleşmenin üzerinde yaklaşık yüzde 86 ek zam alarak, mücadeleyi belki istenen değil ama iyi bir noktada sonlandırmıştı. BMİS böyle bir sonuca varmak için çok sayıda eylem yapmış ve sonunda da birkaç işyerinde grev uygulamasına geçmişti. Patronların anladığı dilde buydu. İşçiler üretimden gelen güçlerini gösterdiklerinde patronlar geri adım atmakta ve önceden “yapamayız, edemeyiz” dedikleri şeyleri yapmak zorunda kalıyorlar. Aslında “sen durunca hayat durur” şiarında kendisini ifade eden işçilerin üretimden gelen gücünü kullanması, gerçekten patronların korkulu rüyasıdır. Patronlar işçiler üretmedikleri sürece para kazanamayacaklarını, daha da fazla zenginleşemeyeceklerini bilirler. Onlar biz işçilerin emeğini sömürerek karlarına kar katmaktadırlar. İşçiler emek vermeden tek başına makineler kar getiremez. Fabrika yıllarca olduğu yerde kalsa da makineye emek harcanıp yeni bir ürün üretilemediği koşullarda patronlar kar edemezler. GREV VE MÜCADELE KOMİTELERİNİ ÖRGÜTLE MÜCEDELEYİ KENDİ ELİNE AL! Evet, biz işçilerin üretimden gelen gücünü kullanabilmesi için kendi örgütlülüğünü pekiştirmesi lazım. Biz işçiler geçmiş dönemde MESS sözleşmesi sırasında çok zaaflar da gösterdik. Birçok işyerinde

greve hayır oyu kullandık. Az sayıda işyerinde grev uygulamasına birkaç gün kala imza toplayarak, “grev kararı uygulanmasın” dedik. Bu sendikanın patron örgütüne karşı gücünü aslında zayıf lattı. Merkezi olarak alınan “grev silahını kullanacağız” kararı çiğnendi ve uygulanmadı bu işyerlerinde. Bu tavır disiplinli işçi tavrı ile bağdaştırılamaz. Bu tavrı takınanların arkasında kimi kez şube yönetimleri, kimi kez ise sendika temsilcileri vardı. Bu duruma son veri lmesi gerekmektedir. Biz işçiler işyerinde tüm işçileri kapsayan, her bölümde grev ve mücadele komitesine (GMK) göndereceği üyenin seçilmesini aktif bir şekilde seçim yaparak belirlemelidir. Yani GMK işyerinin değişik bölümlerinde işçilerin seçeceği işçi arkadaşlardan oluşmalıdır. İşçiler bu seçtikleri işçi arkadaşları denetlemeli ve iş yaptırmalıdırlar. Bu arkadaşlar görevlerini gerektiği gibi yapmadıkları koşullarda onları uyarmalı ve yine de işçilerin çıkarı temelinde davranmadıkları durumda onları görevden almalı ve yerine yenilerini seçmelidirler. Sendika temsilcileri bu komitenin içerisinde olmalıdır. Çünkü onları da sendika üyeleri seçmektedir. Fakat GMK’nin aldığı karar tüm işçileri ve aynı zamanda sendika temsilcilerini de bağlamalıdır. Sendika temsilcileri kendi başlarına buyruk kararlar alamamalıdırlar. Alınacak kararlar ya işyerinde oylama yolu ile alınmalı ya da GMK’nin bölümlerdeki temsilcileri üzerinden belirlenmelidir. İşte ancak bu koşullarda gerek kimi sendika yöneticilerinin ve gerekse de kimi sendika temsilcilerinin sınıfa hizmet etmeyen tavırları engellenmiş olur. MESS BU DÖNEM GEÇEN DÖNEMİN İNTİKAMINI ALMAYA ÇALIŞACAKTIR

Yaklaşık 30 yıl sonra MESS’in sarı sendika ile yaptığı sözleşmenin dışında protokollerin yapılmış olması, patron örgütü içerisinde ortak bir davranışın olmadığını göstermiştir. Bu konuda patron örgütü kendi üyelerini uyarmıştır. MESS bu dönem geçen dönem düştüğü hataya düşmemeye çalışacaktır. Biz işçilerin ise geçen dönemden daha iyi bir örgütlülükle ortaya çıkmamız gerekmektedir. Bizler GMK’ni kurmalı ve aktif olarak yeni bir döneme, evet gerekiyorsa şimdiden greve hazırlanmalıyız. Bu konuda yapılması gerekenlerden birisi, borçlarımızı sıfırlamamız gerekmektedir. Her işçi arkadaşımızla bu dönem sözleşmesinde neler talep edeceğimizi belirlememiz gerekmektedir. Mesela yıllardır DİSK’in görüşü halinde gelmiş olan 35 saatlik çalışma haftası talebini Toplu Sözleşme Taslağına (TİS) yazdırmalı ve arkasında durmalıyız. Teknolojinin geldiği aşamada 35 saat bile fazladır. Bilindiği gibi Avrupalı patron örgütleri bile geçen dönem krizi sırasında 30 saatlik çalışma haftasını savunmak zorunda kalmışlardır. Biz işçilerin bir bölüğü olan beyaz yaka olarak tabir edilen büro çalışanlarının sendikalı olma ve sözleşmeden yararlanma hakkı olduğunu, bu sebeple de hazırlayacağımız taslağın kapsam maddesinin değiştirilerek, beyaz yakalıların da sendikalaşma hakkının olduğunu, Anayasa’nın ve uluslar arası sözleşmelerin bunu içerdiğini savunmamız ve mücadelesini örgütlememiz gerekmektedir. Bunun için de bugünden beyaz yakalılar arasında bir çalışma yapılarak yasaklara rağmen üyelikler yapılmalıdır. BMİS Aralık ayında yaptığı son genel kurulunda Grev Fonunu tüzük maddesi haline getirdi. Bu

demektir ki greve çıkan biz işçilere daha fazla grev yardımı yapılacaktır. Ama bu yine yetmez. Bizim şimdiden kendi aramızda para toplayarak muhtemel bir grev sırasında, grevdeki arkadaşlarımıza daha fazla destek sunmamız gerekmektedir. Çünkü bu dönem benzer grevler daha çetin geçecektir. TİS taslağına başka hangi maddelerin yazılacağını işçi arkadaşlarımızla konuşarak belirlememiz lazımdır. Kuşkusuz MESS Sözleşmesi sadece bir fabrikadaki işçilerin ne istediğine göre yapılmayacaktır. Fakat BMİS’in merkez TİS komisyonunda her fabrikadan gelen öneriler temelinde hazırlanacak bir taslak tüm metal işçilerinin talepleri olarak savunulmalıdır. İŞÇİLER BİRLEŞİNİZ Biz işçi arkadaşlar bir sınıfın, işçi sınıfının bir parçasıyız. Birlikte davranmak zorundayız. TİS taleplerimizi birleştirmeli, onu gerçekleştirmek için mücadele alanlarına şimdide çıkmalıyız. Sarı sendika Türk Metal ve yine sarı olan AKP’ci Çelik İş Sendikasında örgütlü işçiler bu dönem kendi sendikalarına karşı tavır almalı ve BMİS ile ortak bir taslağın hazırlanmasını talep etmelidirler. Bunu kabul etmedikleri yerde de BMİS ile güçlerini birleştirmeli, mücadeleye öyle atılmalıdırlar. Biz işçilerin tek başına kurtuluşu olmadığı, “kurtulmak yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” şiarında da açıkça dile getirilmiştir. “mücadele eden kaybedebilir, mücadele etmeyen başta kaybetmiştir” şiarı Bertold Brecht tarafından çok anlamlı bir şekilde tespit edilmiştir. Bizim bunlardan öğrenerek gücümüzü birleştirmemiz lazım. Yine unutulmamalıdır ki, biz işçiler sadece ücretlerin ve bazı sosyal hakların düzeltilmesi ile yetinmemeliyiz. Bizler bu ücretli kölelik sistemine karşı mücadele etmeli ve kendi iktidarımızı kurmak için de gücümüzü birleştirmeliyiz. Ama kendi iktidarımızı kurmanın yolu yine bu sisteme karşı olan, sömürüsüz bir dünya perspektifiyle örgütlenen kendi sınıf partimiz içerisinde de örgütlenmekten geçer. K A H ROL S U N ÜC R E T L İ KÖLELİK SİSTEMİ 08.03. 2012


DİSK’in 14. Genel Kurulu Yapıldı “DİSK CHP’nin arka bahçesi olmaktan kurtulacak mı?”

ganları atıldı. Kısa süreli yaşanan gerginlik yatışınca, Kılıçdaroğlu konuşmasına devam etti. Kemal Kılıçdaroğlu taşeronlaştırmaya karşı çıkan, mücadele eden, taşeronu tarihe gömeceğiz diyen siyasi parti olduklarını söylerken, salondan “bunun gereğini yapın” sesi yükselince, verdiği cevap; “Bana geldiniz de sahip çıkmadım mı?” oldu. Taşeron işçisi köle değildir! Sloganını eleştiren Kılıçdaroğlu, işçinin değil taşeron sisteminin kölelik olduğunu söyledi. Kemal Kılıçdaroğlu taşeron sistemine karşı olduklarını söylerken samimi davranmamaktadır. Çünkü CHP’li belediyeler taşeron işçi çalıştırmakta, sendika üyesi olan işçiler İzmir Karşıyaka, Konak, Maltepe işçileri örneğinde olduğu gibi işten atılmaktadır. Çok sayıda CHP Milletvekili ile Genel Kurul’a gelen Kılıçdaroğlu, konuşmasını yaptıktan sonra salondan ayrıldı. Genel Kurul’a çok sayıda ülkeden –Kıbrıs, Filistin, Hollanda, İt a l y a , Yu n a n i s t a n , İ s ve ç , Kürdistan, Belçika, İspanya, Fransa, Avusturya, Finlandiya, İngiltere, Rusya, Almanya vb.sendika temsilcileri katıldı. Konukların konuşması bölümünde, uluslararası delegasyondan ve ülke içinden çok sayıda konuk konuştu. KESK Genel Başkanı Lami Özgen, TMMOB Genel Başkanı Mehmet Soğancı, TTB Genel Başkanı, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, DİP Genel Başkanı Sungur Savran konuşan konuklardan bazılarıydı. Genel Kurulun ikinci gününde söz delegelerdeydi. Konuşan delegelerin bir bölümü, DİSK’li olmak ile övünürken, DİSK’in çalışmalarını överken, delegelerin bir bölümü de izlenilen siyaseti eleştirdi. DİSK’in nasıl olması gerektiği, DİSK’in çeşitli konularda nasıl

bir siyaset izlemesi gerektiği ifade edildi. Bank Sen İstanbul Şube Başkanı konuşmasını kadın sorununa ayırdı. AKP’nin kadın düşmanı siyasetini eleştiren şube başkanı, kadına yönelen şiddet üzerinde özel olarak durdu. Sendikaların kadına yönelen şiddete karşı mücadele etmesini talep etti. Emekli Sen Genel Başkanı konuştuğu sırada, bir grup Emekli Sen üyesi tarafından protesto edildi. “İhanet etme, sendikayı bölme!, Cevap hakkı istiyoruz!” Sloganları atan grup, Emekli Sen içinde yaşanılan sorunlar hakkında bildiri dağıttı. Konuşan delegeler içinde dikkat çekici konuşmayı Genel İş Diyarbak ır Şube Başkanı ve Mardin Siirt Genel İş Şube Başkanı yaptı. Genel İş Diyarbak ır Şube Başkanı, KCK duruşmalarında Kürtçe’nin kayıtlara “bilinmeyen dil” olarak geçmesini protesto için konuşmasının başında kısa Kürtçe konuştu. Kürt illerinde yapılan uygulamaları, imha, inkar ve asimilasyon politikalarını eleştiren şube başkanı, Kürt ulusal so-

rununun çözümü için görüşlerini aktardı. Genel Kurul’un üçüncü gününde seçim yapıldı. 388 delegenin oy kullandığı seçimde, DİSK Yönetim Kurulu adayı olan isimlerin aldıkları oylar şöyle: Erol Ekici, Genel İş Sendikası Genel Başkanı, 332 oy. Adnan Serdaroğlu, BMİS Genel Başkanı, 337 oy. Yönetim Kurulu üyeleri: Arzu Çerkezoğlu, Dev Sağlık-İş Genel Başkanı, 198 oy. Metin Ebetürk, Sosyal-İş Genel Başkanı, 296 oy. Celal Ovat, Gıda-İş Genel Başkanı, 314 oy. Mu z a f fer Suba şı, Tek s t i l Sendikası Genel Sekreteri, 289 oy. Ergun Tavşanoğlu, Tüm Ka-İş Genel Başkanı, 247 oy. Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Nakliyat-İş Genel Başkanı, 296 oy. İsmail Yurtseven, DİSK Genel Başkan Yardımcısı ve Genel-İş üyesi, 236 oy. Alaaddin Sarı, Lastik İş Genel Sekreteri, 310 oy. Erol Ekici DİSK Genel Başkanı, Adnan Serdaroğlu DİSK Genel Sekreteri olarak seçildi. Metin Ebetürk, Celal Ovat, Muzaffer Subaşı, Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Alaaddin Sarı yönetim kurulu üyesi olarak seçildiler. DİSK’in tüzüğü gereği kullanılan oyların 3/2’sinden (260) az oy alanlar ikinci tur seçime girdi. Arzu Çerkezoğlu, Ergun

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

DİSK’in 14. Olağan Genel Kurulu, 10-11-12 Şubat tarihlerinde; Beşiktaş Akaretler’de bulunan Mustafa Kemal Merkezi’nde yapıldı. Genel Kurulun ilk gününe, Maltepe Belediyesi taşeron işçilerinin protestosu ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun protesto edilmesi damgasını vurdu. Maltepe Belediyesi taşeron işçileri, Mustafa Kemal Kültür Merkezi içinde, DİSK Genel Kurulu’nun yapıldığı Attila İlhan Salonu önünde basın açıklaması yaptı. Yapılan açıklamada işçiler; “Genel İş İstanbul Anadolu yakası 2 No’lu şube ile sendikal örgütlenme çalışması yürütüldüğünü, fakat CHP’li olan şube başkanı Nevzat Karataş’ın süreci tıkadığını, işçilerin işten atıldığını, 21 Aralık’tan itibaren Maltepe Belediyesi önünde direnişe başladıklarını, belediyenin direnişlerini karalamak için deklarasyon yayınladığını, şube başkanı Nevzat Karataş’ın deklarasyonun altına imza attığını, Nevzat Karataş’ın istifa etmesini istediklerini vb.” açıkladılar. Basın açıklaması okunurken, Nevzat Karataş’ın açıklama yapan işçilerin yanına gelerek “yalan söylüyorsunuz” demesi üzerine kısa süreli bir arbede yaşandı. Maltepe taşeron işçileri açıklama sırasında; “Mustafa Zengin, işçiler fakir!, Kar, boran, fırtına bekle bizi Ankara!, Taşeron işçisi köle değildir!, Köle değil işçiyiz, örgütlüysek güçlüyüz!” sloganlarını attılar. DİSK 14. Genel Kurulu Grup Yorum’un kısa dinletisi ile başladı. Grup Yorum, enternasyonal marşını ve 1 Mayıs marşını seslendirdi. DİSK’in mücadele tarihinden çeşitli kesitlerin sunulduğu sinevizyon gösterimi yapıldı. Konukların konuşması bölümünde ilk söz CHP Genel Başkanına verildi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet edildiği sırada salonda protesto edildi. Maltepe Belediyesi taşeron işçileri pankart açıp sloganlarla ve bir grup Devrimci İşçi Hareketi imzalı dövizler açıp, sloganlarla Kemal Kılçdaroğlu’nu protesto etti. Protesto sırasında “İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız!, Taşeron işçisi köle değildir!” slo-

3


Tavşanoğlu ve İsmail Yurtseven ikinci tur oylamaya kaldı. İkinci tur oylama öncesi Genel Kurul salonunun lobisinde Genel İş delegelerine seslenen Erol Ekici, diğer sendikaların anlaşarak hazırladığı ortak listede yer alan iki ismin Ergun Tavşanoğlu ve İsmail Yurtseven yönetim kuruluna girmemesi durumunda başkanlık görevinden istifa edeceğini söyledi. Oylamanın ikinci turunda Arzu Çerkezoğlu 166 oy alırken, Ergun Tavşanoğlu ve İsmail Yurtseven 239'ar oy alarak yönetim kuruluna seçildi.

Genel Kurul’da yapılan konuşmalar sırasında salonda, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!, İnadına sendika, inadına DİSK!, AKP’ye teslim olmayacağız!, Baskılar bizi yıldıramaz!, Faşizme karşı omuz omuza!, Direne direne kazanacağız!, Susma haykır taşerona başkaldır!, İş, ekmek yoksa, barışta yok!, DİSK’e uzanan eller kırılsın!, Yaşasın halkların kardeşliği!, Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!, İşçiyiz, haklıyız kazanacağız!” sloganları atıldı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun pro-

testo edilmesi, Maltepe Belediyesi taşeron işçilerinin protestosu ve yer yer konuşmalarda laf atılmasını saymazsak, Genel Kurul’da heyecan ve canlılık yoktu. Genel Kurul’da, DİSK’in 12 Mart darbesini desteklemesini eleştiren, bu ayıbın ortadan kaldırılması, işçi sınıfından özür dilenmesini talep eden “DİSK de özür dilemelidir!” başlıklı Yeni İşçi Dünyası’nın bildirisini dağıttık. Genel Kurullara yönelik olarak çıkardığımız bülteni dağıttık. Yeni İşçi Dünyası, YDİ Çağrı’nın son sayılarını, eğitim dizilerini ve

bazı kitaplarımızı koyduğumuz yayın masası açtık. Bizim dışımızda, Kızıl Bayrak, DİP, Birgün gazetesi, Yazılama yayınevi de yayın masası açtı. CHP’nin arka bahçesi haline gelen, sosyal demokrat bir çizgi izleyen, adındaki devrimcilik ile pek ilgisi olmayan, sendikal bürokrasinin egemenliğindeki DİSK’in, önümüzdeki süreçte iddia edildiği gibi “arka bahçe” olmaktan çıkıp, çıkmayacağını, devrimcileşip devrimleşmeyeceğini birlikte göreceğiz. 12.02.2012

Hey Tekstil’de Direniş Sürüyor

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

9

4

Şubat’ta 420 Hey Tekstil işçisi çalışmak için fabrikaya geldiğinde, içeri alınmayıp hiçbir gerekçe gösterilmeden işten çıkarıldıklarını öğrendiler. Kendilerine çıkış yazısının evlere posta ile sonra gönderileceği söylendi. İşten çıkarılan işçiler, Hey Tekstil fabrikası önünde direnişe geçtiler. Bugüne kadar işçiler İstanbul Valiliği ve AKP il binası önünde basın açıklaması yaptılar.

Hey tekstil işçilerini, direnişlerinin 14. gününde ziyaret ettik. İşçiler 6 kişiden oluşan bir komite kurmuşlar. Komitede yer alan işçiler ile görüştük. Üç ay birikmiş maaş ve mesailerinin ödenmeden, hiçbir gerekçe, açıklama yapılmadan, tazminatları ödenmeden işten atıldıklarını söylediler. Fabrikadan mal çıkarılmasına müdahale eden işçilere saldırılmış, konuştuğumuz bir kadın işçi,

darp edildiğini, düştüğünü uyluk kemiğinde kırk olduğunu söyledi. İşçiler, üç aydır maaşlarını alamadıkları için ev kirasını, faturaları ödeyemediklerini, bu nedenle evden çıkarılan işçiler olduğunu anlattılar. İşe iade davası açmak için 500 lira gerektiğini, işçilerin büyük çoğunluğunun parası olmadığı için dava açamadığını, az sayıda işçinin dava açacağını söylediler. Hey Tekstil patronu Aynur Bektaş’ın, devletten teşvik aldığını, Kadın Girişimciler Derneği başkanı olduğunu, kendisine hizmet ödülü verildiğini, Hey Tekstil’in Batman’da, Çerkeş’te, Nevşehir’de, Tosya’da, Kırıkkale’de fabrikaları olduğunu, bu fabrikalarda aynı sorunların yaşandığını anlattılar. Ücretli emek sömürüsü ve devletten aldığı teşvikler ile büyüyen Hey Tekstil, yasaları da hiçe sayarak işçilerin alacaklarını, tazminatlarını ödemeden işten atabiliyor. Hey Tekstil’de işçiler sigortalı olmalarına rağmen, büyük bir

bölümü asgari ücret alıyor. Çeşitli dönemlerde sendikalaşma girişimleri olmasına rağmen, girişimler başarıya ulaşmamış, girişimin başını çekenler işten çıkarılmış. İşçiler öğle yemeği olarak hazırlanan sandviçleri yedikten sonra, bir pankart ve çeşitli dövizler taşıyarak yürüyüşe geçtiler. Mahmutbey’de bulunan Hey Tekstil önünden yürüyüşe geçen işçiler, Küçükçekmece’ye bağlı Atatürk mahallesi içinde bulunan Apaydın İş Merkezi önüne kadar yürüdüler. Burada Hey Tekstil müdürlerinden biri olan Ali Kemal Dikoğlu’nun, Hey Tekstil’den kaçırılan makine ve mallarla atölye açtığı ve üretim yaptığı anlatılarak, Ali Kemal Dikoğlu protesto edildi. Yollarda, mahalle aralarında direnişin ve yürüyüşün amacı anlatıldı. İşçilerin neden direndiğini anlatan bildiri dağıtıldı. İşçi ler ma ha l le arası nda n Mahmutbey yoluna çıkarak, Star TV binası önüne geldiler. Burada kısa bir açıklama yapılarak medyanın direnişlerine yer vermemesini protesto ettiler. Yürüyüşe devam eden işçiler, Hey tekstil önüne geri döndüler. Yürüyüş sırasında, “Sadaka değil, hakkımızı istiyoruz!, Hizmet ödülü geri alınsın!, İşçiler el ele, gerekirse meclise!, Gece gündüz çalıştık, sokaklara atıldık!, İşten atmalar yasaklansın!, İşçiler dışarda, yalakalar içerde!, Birleşe birleşe kazanacağız!, İş, ekmek, özgürlük!, İşçiler burada, Süreyya Bektaş nerede?!, Kadınlar burada, Aynur Bektaş nerede?!” sloganlarını attılar. Ziyaretimiz sırasında Yeni İşçi Dünyası’nın Şubat sayısı işçilere dağıtıldı. Yaşasın sınıf dayanışması! 23.02.2012


İşten Atılan Hey Tekstil İşçileri Valiliğe Yürüdü “Gece Gündüz Çalıştık Sokağa Atıldık!”

İ

şten atılan Hey Tekstil işçileri İstanbul Valiliği önünde basın açıklaması yaptı. 9 Şubat tarihinden itibaren 3 aydır alamadıkları maaşları ve tazminat hakları için 420 işçi fabrika önünde direnişte. H e y Te k s t i l i ş ç i l e r i Eminönü’nden İstanbul Valiliği önüne kadar, “Gece gündüz çalıştık, sokağa atıldık!, Direne direne kazanacağız!, Kadınlar burada, Aynur Bektaş nerede!, İşten atmalar yasaklansın!, Haklarımız verilsin, hizmet ödülü geri alınsın!, İşçiler el ele gerekirse meclise!” sloganları atarak yürüdü. İstanbul Valiliği önünde işçiler valiyle görüşme talebinde bulundular. Valilik görüşmeyi kabul etti fakat vali makamında olmadığı için yerine vali yardımcısıyla görüşüldü. Görüşme öncesinde basın açıklaması yapıldı. Açıklamada şunlar dile getirildi: “420 işçi 9 Şubat’tan bu yana 3 aylık maaşlarımız ve tazminatımız için fabrika önündeyiz. Emeğiyle ayakta durmaya çalışan, zorunlu mesailere, zor çalışma koşullarına, hakaretlere rağmen “ekmeğimizdir” diyerek işimize dört elle sarılan işçileriz. Aylardır kiralarımızı, faturalarımızı ödeyemiyoruz. Fabrikada 20 yıla yakın çalışan arkadaşlarımız var.” Kadın Girişimcileri Derneği Başkanı Aynur Bektaş aynı zamanda Hey Tekstil’in patronu.

TBMM tarafından üstün hizmet madalyası almasını ve Batman, Çankırı, İstanbul ve Nevşehir’de teşvik primleri almasını işçiler şu sözlerle protesto etti. “Televizyonlarda ne kadar başarılı olduğunu anlatırken, biz işçileri ekmeksiz ve geleceksiz bırakırken bizi kapı önüne koyarken hiç utanmıyor mu?” Basın açıklamasının ardından Av. Özcan Karakoç, “Bu fabrikada 20 yıla yakın çalışan insanlar var ve fabrikada çalıştıkları yıllar bo-

yunca 4 çocuk sahibi olanlar var. Yıllardır gece gündüz çalıştıktan sonra işçiler sokağa atılmış durumdadır. İşçiler sadaka değil hakları olanı istiyorlar. Fabrika önünde işçiler hakları için nöbette. Daha birkaç gün önce patronun yandaşları fabrikadan mal çalıyorlardı. Buna engel olmak isteyen kadın bir işçiye şiddet uygulandı. Hukuki işlemler başlatılmıştır. İşçilere yapılan bu zulüm ve patronlara sağlanan kolaylıklar sadece şunu gösteriyor. Hükümetin

işçilere yapmış olduğu tüm vaatler bir yalandan ibaret.” dedi. Basın açıklamasının ardından, işçi temsilcilerinin Vali Yardımcısı Ali Kazgan’la yaptığı görüşmeden bir sonuç çıkmadı. Kazgan, Valiliğin idari bir birim olduğunu, bu yüzden herhangi bir şey yapamayacaklarını, işçilerin hukuki süreçle bu işi çözmeleri gerektiğini söyledi. İşçiler direnişlerini sürdürme sözü vererek fabrika önüne gittiler. 16 Şubat 2012

P

ancar motor, Necmettin E r b a k a n’ı n ç a b a s ı i l e Türkiye’nin dizel motor ihtiyacını karşılamak için 1956 yılında devlet tarafından kuruldu. İlk kurulduğunda adı “Gümüş Motor”du, 1965 yılında Pancar Motor olarak ismi değiştirildi. Kısa zamanda marka oldu. Yıllar yılı Anadolu’nun her köşesinde çiftçinin sağ kolu oldu. Tarlaları suladı, küçük traktörlere güç verdi, jeneratörleri çalıştırdı. Anadolu da ‘pat pat’ diye adlandırılan pikap gibi römorkların üzerine varıncaya kadar her anlamda tarıma, sanayiye hizmet etti. 1964 yılında fabrika, Türkiye Şeker Fabrikaları ve Pancar Kooperatiflerinin sahipliğine ge-

çip özelleşti. Geçen 56 yıl içinde iki kez iflas etme noktasına gelen fabrika, 1980’li yıllarda devlet yardımıyla, 1990’lı yıllardaki krizde fabrika arazisini satarak ayakta kalabildi. 2009 yılında markayı yeniden diriltme çabaları sonrasında Pancar Motor, borçlarını yapılandırıp yeni modeller çıkardı. Ancak fabrikanın üzerinde kurulu bulunduğu arsanın sahibi

Kayseri Şeker Fabrikası A.Ş., son 9 yılda ödenmeyen kira borçları nedeni ile mahkeme kararı ile fabrikanın tahliyesini istedi. Fabrikada motor sesleri geçtiğimiz Kasım ayı ortasında durdu. Kayseri Şeker elinde tahliye kararı olmasına rağmen, kısa bir süre zaman tanımış ve fabrikanın çalışmasına izin vermiştir. Bu süreçte işçilerin haklarını ödeyecek üretim yapılacaktı. Bu sözünde

durmayan Eskişehir Şeker yönetimi fabrikanın arsasının satıldığı 1990’lı yıllarda ki satışa iptal davası açınca, Kayseri Şeker tahliye kararını hayata geçirmiş ve tüm makineler sökülüp fabrika çalışılamaz hale getirilmiştir. İşçilerin iş akitleri aylarca fesih edilmemiş ve alacaklı hale getirilmemişlerdir. Geçtiğimiz ay yapılan yönetim kurulu toplantısında fesih kararı alınmış ve fesihler gerçekleştirilmiştir. İ ş ç i l e r s e n d i k a a v u k a tları ve Birleşik Metal İşçileri Sendikasındaki örgütlü yapılarından aldıkları güç ile birlikte hareket etmiş, maaş ve tazminat alacaklarına karşı makineler ve çeşitli yedek parça, yarı mamul ve

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

Pancar Motor Fabrikası Tarihe Gömülüyor!

5


hurdalara haciz koydurup, fabrikada nöbet tutarak alacaklarını yasal yollardan tahsil etmek için örgütlü mücadele vermektedirler. Çalışanlar ve sendika yöneticileri, şirketin bu hale gelmesi konusunda Pancar Motor’un Yönetim Kurulu Başkanı, aynı zamanda şirketin en büyük hissedarı konumundaki Eskişehir Pancar Ekicileri Kooperatifi Başkanı Halil Ünal’ı suçluyor. Ünal’ın önce üretimi bitirdiğini ve fabrikayı zarar eder noktaya

getirdiği, şimdi çeşitli alacaklıların ve işçilerin haciz işlemleri başladığı ifade ediliyor. Fabrikayı Eskişehir’e taşıyıp üretime orada devam edeceğini söyleyen Halil Ünal bu sözünde de durmamıştır. Asıl maksadı makineleri satma ve zararını kurtarma olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Sonuçta 56 yıllık Pancar Motor Bayrampaşa’daki fabrikasını tahliye etmeye hazırlanıyor. Fabrikanın 44 dönümlük arsası, İstanbul emlak devlerinin iştahını

kabartmış durumda. İşin en acısı ise Pancar Motor’un batışı konusunda, yerli otomobil üretme iddiası taşıyan AKP hükümetinden en küçük bir ses bile çıkmıyor olması. Hatırlayın; Amerikan otomotiv devi General Motors tam iflasın eşiğine gelmişken, ABD devleti bu büyük markanın yok olmasına razı olmamıştı. ABD yönetimi 2009 yılında 52 milyar dolarlık destekle GM’u if lastan kurtarmıştı. ABD Hazinesi GM’nin

yüzde 32 hissesine sahip. Emperyalist devletler kendi tekellerine sahip çıkıyor, onların çıkarlarını koruyor ve küresel rekabette ellerini güçlendiriyor. Bizde bir yerlerde sessiz sedasız bir yerli araç üretiliyor. Üstelik yüzde yüz yerli bir motor ile... Devlet onu geliştirip güçlendireceğine elinin tersi itiyor. Bu durum, devletin emperyalist devlet ve tekellere bağımlılığının bir sonucudur. Yeni İşçi Dünyası okuru 08.03.2012

Robert Bosch işçisi söz ve karar sahibi olmak üzere

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

Merhaba sevgili dostlar! Bugün, uzun bir süre sonra sizlerle düşüncelerimi paylaşacağım için çok mutlu ve heyecanlıyım. Mutluluğumun ve heyecanımın sebebi Bursa'da artık büyük bir iş yerinde işçi sınıfının uyanıyor ve sermayeye karşı artık mücadele etmeye başlıyor olacağıdır. Bundan yaklaşık olarak bir buçuk yıl önce Robert Bosch işçileri, sarı sendika Türk Metal'in hazırlayıp Nisan 1 itibari ile MESS’e, 1 Eylül

6

itibari ile işçilere sunduğu Toplu İş Sözleşmesi taslağına karşı Şube' ye yürümüş ve protesto etmişti. Aradan bir buçuk yıl geçti, fakat işçiler yerinde durmayıp o dönem itibari ile iş yerlerinde örgütlenme çalışmalarına başlamışlardı. Şimdi ağaçtan meyveleri toplama zamanı geldi. Tabiî ki Türk Metal Sendikası’nın bu durumu görmezden geleceğini düşünmeyin. Onlar da o dönemden bu döneme kadar işçilere karşı aba altından sopa göstermeye, DİSK’e bağlı sendikaları kötülemeye, işçilerle şubelerinde toplantılar yapmaya devam etmiş, fakat işçilerin artık şubelerinde bile onlara karşı çıkışmaları gözden kaçmamıştır. Artık işçiler, Türk Metal Sendikası’nın fabrikada miyadının dolduğunu,

artık bir değişikliğin gerekli olduğunu düşünüyor ve korkmadan söylüyorlar.19 Şubat’ta Türk Metal Genel Başkanı Pevrul Kavlak Bursa’da işçilere seslenecek. Gelmeden önce de Robert Bosch işçilerini özellikle bekliyorum demesi de, artık Türk Metal’in ve onun patronu MESS’in korkusunu gözler önüne sermiştir. Artık işçilerin kuru lafa ve palavralara karnı tok! Türk Metal' e de artık hiç güveni yok! Bursa billboardları Türk Metal başkanının reklamları ile dolu, fakat bu billboardlar kimlerin paraları ile kiralandı veya tutuldu? Hiç kimsenin hesap sormayacağını düşüne dursunlar. ''Yüzbinlerin 1 bildiği var'' yazılı afişte bir soytarı gibi sırıtan Pevrul efendi, bakalım şimdi

işçileri nasıl kandıracak. Aslında o yüz binlerin bir bildiği değil, artık öğreneceği çok şey var. Türk Metal nasıl oldu da bu kadar büyük bir sendika oldu. İşte bunu bilmeyen yüz binler var. Kendi sayılarının daha büyük olduğunu, büyük bir sendika olduklarını dillerinden düşürmeyenler, işçilerin sosyal ve siyasal alandaki hak mücadelesinde ve sınıf sendikacılığında niye büyük olduklarını söyleyemiyorlar. Artık söz ve karar işçilerde. Bugüne kadar temsil hakkı alımının ne olduğunu bilmeyen Robert Bosch işçisi, şimdi Türk Metal' i devirmek, söz ve karar sahibi olmak üzere. Bursa’dan Yeni İşçi Dünyası okuru. 16.02.2012

BES’e Üye Kamu Çalışanları Basın Açıklaması Yaptı BES üyesi bir grup kamu çalışanı, 22 Şubat günü Adana Vergi Dairesi Gelir İdaresi binası önünde mevcut ücret düzenlemesini protesto etmek için bir basın açıklaması yaptı. Açıklamaya katılım oldukça düşüktü. Devlet dairelerinde çalışan memurlar arasında aynı işi yapmalarına karşın farklı ücret sistemi uygulanıyor. Mevcut ücret politikasıyla, uzman ve uzman olmayan, merkez ve taşra gibi pozisyonlarda çalışan memurların ücretlerinin aynı işi yapsalar da büyük farklılıklar içerdiği gerekçesiyle basın açıklaması düzenlendi. Açıklamada, hükümet, çıkardığı 666 sayılı

Kanun Hükmünde Kararname ile var olan ücret eşitsizliğini derinleştirdiği yönünde eleştirildi. “Toplu sözleşme hakkımız, grev

silahımız!, Yarışma değil, dayanışma!, Eşit işe eşit ücret!, Sefalete teslim olmayacağız!” vb. sloganların atıldığı açıklamada, basın met-

nini BES şube sekreteri Sebahat Mutluay okudu. Açıklamanın bir bölümü şu biçimdeydi: “Aynı kurumda, aynı işyerinde, aynı serviste, aynı görev, yetki ve sorumlulukla çalışanların aynı ücreti alması temel bir insan hakkıdır. Bu hak, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 23. maddesinin 2. bendinde, ‘Herkesin herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, eşit iş için eşit ücret hakkı vardır.’ denilmek suretiyle yer aldığı halde Maliye Bakanlığı açık bir şekilde bu hükmü uygulamayarak, temel insan hakkımızı ihlal etmektedir.” 22.02.2012 Yeni İşçi Dünyası/Adana


“Korkmuyoruz, Susmuyoruz, Teslim Olmuyoruz!” K E SK İsta nbu l Şubeler Platformu çağrısıyla, 26 Şubat Pazar günü Kadıköy’de yapılan yürüyüş ve mitinge; KESK, DİSK, Türk-İş’e bağlı sendikalar, devrimci gruplar, ilerici kurumlar; “Korkmuyoruz, Susmuyoruz, Teslim Olmuyoruz!” yazılı pankartın arkasında toplanıp Et Balık Kurumu önünden Kadıköy’e yürüdüler. Ana pankartın hemen ardından ise KESK’li kadın tutsakların fotoğraflarının yer aldığı “KESK'li kadın tutsaklar onuru-

muzdur!” pankartı taşındı. Eyleme sendikalar dışında, Alınteri, ESP, SODAP, Kaldıraç, BDSP, ÖDP, TKP, Emep, SDP, EHP vb. devrimci, ilerici kurumlar da katıldı. Eyleme katılan örgütler çok olmasına rağmen genel katılım çok düşüktü. Direnişte olan işçiler de sendikaların ardında kortejdeki yerlerini aldılar. İşten atılan Hey Tekstil işçileri eyleme kitlesel olarak katıldı. Maltepe Belediyesi işçileri de “21. yüzyılda taşeronluk

kölelik rejimidir. Bedel ödemeden hak alınmaz. Ağlamayan çocuğa kimse mama vermez. Kemal Kılıçdaroğlu, hakkımızı aradık, sendika istedik işten atıldık!” pankartı arkasında yürüdüler. Alana girildikten sonra sırayla sendika sekreterleri, direnişte bulunan işçiler konuşma yaptılar. Konuşmaların ardından, Burhan Berken ve A nadolu Müzi k Topluluğu’nun söylediği parçaların arından eylem son buldu. Yürüyüş boyunca YDİ Çağrı,

Yeni İşçi Dünyası ve Yeni Dünya Gençliği dergilerinin satışı yapıldı. 26.02.2012

Esenyurt’ta 8 Mart kutlandı

D

ünya Emekçi kadınlar günü 8 Mart, Esenyurt’ta düzenlenen meşaleli yürüyüş ve basın açıklaması ile kutlandı. Yeni Kadın Dünyası ve İmece kadın grubu tarafından örgütlenen 8 Mart kutlaması, Bulut Durağı’nda toplanan kadınların meşaleli yürüyüşü ile başladı. Cumhuriyet Meydanı’na yürüyen kadınlar yol boyunca sloganlar attılar. Meydanda basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasında; erkek egemen kapitalist sistemin kadınlar üzerindeki her türlü baskısı teşhir edildi. Kadınların örgütlü

mücadeleye çağrıldığı basın açıklaması, çekilen halayların ardından son buldu. Yürüyüş ve basın açıklaması sırasında; “Erkek vuruyor devlet koruyor!, Jin, Jiyan, azadi!, Yaşasın kadın dayanışması!, Susma haykır kadına şiddete hayır!, Erkeklerin sevgisi her gün 5 kadın öldürüyor!, Yaşasın örgütlü mücadelemiz!, Kadınlar elele örgütlü mücadeleye!, Kimsenin namusu olmayacağız!, Cinsel, ulusal, sınıfsal, sömürüye son!, Kahrolsun erkek egemen sistem! vb.” sloganları atıldı. 08.03.2012

H

ükümetin ustalık döneminin ‘ileri demokrasisi’ emekçi kadınların yürümesine tahammül edemedi. Mersin Kadın Platformu’nun düzenlediği 8 Mart eylemi, saat 12.00’de Akdeniz Belediyesi önünde başlayacaktı. Daha kadınlar gelmeden Polis tam teçhizat belediyenin çevresini kuşatmıştı. Gaz maskeli polisler özellikle yüzlerindeki maskeleri ile dikkat çekiyordu. Sanki olağanüstü bir durum vardı. Saat 12.00’den itibaren kadınlar alanda toplanmaya başladı. Kadınların toplanmaya başlamasıyla birlikte, Polis kadınların etrafını çembere aldı. Polisin başından itibaren kadınları yürütmek istemedi. Bu durum üzerine Polis şefleri ile Kadın Platformu üyeleri ve eyleme katılan BDP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan arasında müzakere başladı. Kadınlar Hastane Caddesinden Büyükşehir Belediyesi önüne kadar yürüyüp burada basın açık laması yapmak istediklerini bildirdiler. Uzun tartışmalar ertesinde Polis Zeytinlibahçe caddesinde yürü-

yebileceklerini kadınlara bildirdi. Buna evet diyen kadınlar yürüyüşe geçti. Zeytinlibahçe kavşağına gelindiğinde, polis burayı da ablukaya alarak kadınların yürümesine izin vermedi. Kadınlara hemen bitişikte olan Metropol miting alanında basın açıklaması yapabilecekleri söylendi. Kadın Platformu ile polis arasındaki tartışmanın ertesinde kadınlar kavşakta otuma eylemine başladılar. Polis kadınlara dağılmazlarsa müdahale edeceğini anons etti. BDP'li Pervin Buldan, emniyet yetkililerini verdikleri sözü tutmamakla suçlayarak, "Bize bu caddeden yürüyerek şehir merkezine gidebileceğimizi söylemiştiniz. Şimdi farklı şey söylüyorsunuz" dedi. Kadınlar, “Baskılar bizi yıldıramaz! Polis defol, bu sokaklar bizim!” sloganları ile karşılık verdi. Yaklaşık yarım saat oturma eylemi yapan kadınlara polis arada bir gaz sıkarak tehdit etmeye başladı. Daha sonra burada bir konuşma yapan Pervin Buldan; “Kadına tahammüllü olmayan, özgürlüğünü istemeyen, her türlü şiddeti onaylayan

zihniyet bugün burada bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bugün isterdik ki kadınlar olarak günümüzü kutlayalım, şarkılar söyleyelim, halaylar çekelim ama buna izin verilmedi. Bir kez daha Ak Parti hükümetinin kadına yönelik yaklaşımını protesto ediyor ve kınıyoruz dedi. Mersin Kadın Platformu adına konuşan Gül Durnaoğlu ise, kadına yönelik her türlü şiddetin son bulmasını istediklerini vurguladı. Kadınlar her zaman olduğu gibi erkek egemen devletin baskı ve şiddeti ile bir kez daha yüz yüze geldiler. Polis engeline rağmen kadınlar, "Baskılar bizi yıldıramaz, Jin Jiyan Azadi!, Polis defol bu so-

kaklar bizim!, Direne direne kazanacağız, Gelsin baba, gelsin devlet, gelsin koca, gelsin cop, inadına isyan, inadına özgürlük! şeklinde sloganlar attı. Kadınlar, "Kadın yaşamdır, yaşamı öldürme", "Dilimiz onurumuzdur", "Kadın kırımına hayır", "Tutuklamalar KESK'li kadınları yıldıramaz" “Hangi tecavüz ruh sağlığını bozmaz” “At sizin silah sizin, namus belasına döktüğünüz kan bizim” yazılı döviz ve pankartlar taşıdı. Polisin yoğun güvenlik önemi altında kadınlar basın açıklamasını yapıp dağıldılar. Açıklamadan sonra 4 kadın gözaltına alındı. 08.03.2012

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

Mersin’de 8 Mart: “Her Yer 8 Mart, Her Yer Direniş!”

7


UPS İŞÇİSİNDEN ÖĞRENMEK!

Hukuk Köşesi Bu bölümde iş yasalarına göre açıklamalarda bulunmaktayız. Burjuva devletlerde yasalar patronlar ve sermaye yararına yapılır. İşçi sınıfı haklarını almak ve bu haklarını genişletmek için tüm yol ve araçlarla mücadele yürütmelidir. Bunlardan birisi de hiç kuşkusuz Hukuk mücadelesidir. Bu nedenle mücadele yürüten işçi sınıfı yasaları bilmek zorundadır.

2821 sayılı Sendikalar Kanunu – VI

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

Yönetim, Disiplin ve Denetleme Kurulları

8

Bu sayımızda sendikaların zorunlu organlarından Yönetim, Disiplin ve Denetleme Kurulları üzerinde duracağız. Yönetim Kurulu: Sendikaların ve şubelerinin Yönetim Kurulları en az 3, en çok 9 üyeden oluşmalıdır. Konfederasyonların yönetim kuruları ise en az 5, en çok 29 üyeden oluşur. Yönetim kurulu Konfederasyon, sendika veya sendika şubesini temsil eder, gerektiğinde üyelerden bir veya bir kaçını yetkilendirebilir. Yönetim kurulu genel kurulda seçilir ve bir sonraki genel kurula kadar konfederasyonu, sendikayı veya sendika şubesini kanunlar ve sendika tüzüğü çerçevesinde yönetir, gelir gider işlemlerini yönetir. Bunun yanında bir sonraki genel kurulun toplanması, bütçenin hazırlanması görevleri de yönetim kurulunundur. Yönetim kurulu genel kurullar tarafından alınan kararları ve verilen görevleri de yerine getirmekle görevlidir. Ama elbette yönetim kurulunun asıl görevi yeni işyerleri örgütleyerek sendikayı büyütmek, güçlendirmek ve üyelerinin gelişip, bilinçlenmesini sağlamaktır. Yönetim kurulları konfederasyon veya sendika tüzüğünde belirtilen şekilde ve zamanlarda toplanır. Ancak yönetim kurulu toplantıları üyelerin salt çoğunluğu olmadan yapılamaz. Bu toplantılarda kararlar toplantıya katılanların salt çoğunluğunun oyu ile alınır. Eğer oylarda bir eşitlik varsa Başkanın bulunduğu taraf çoğunluğu sağlamış sayılır. Konfederasyon ve Sendika yönetim kurullarının üye sayısı, ölüm, ayrılma vb. nedenlerle, yedeklerin de göreve çağrılmasına rağmen, üye tamsayısının yarısından aşağı düşerse, mevcut yönetim kurulu üyeleri bir ay içerisinde genel kurulu toplamak zorundadırlar. Genel kurul toplantıya çağrılmazsa, üyelerden birinin başvurması üzere mahkeme üyeler arasından üç kişiyi genel kurulu toplamakla görevlendirilir. Genel kurul bir ay içerisinde toplanır. Şube yönetim kurullarının üye sayılarının azalması durumunda ise yeni bir yönetim kurulunun seçileceği şube genel kurulu için gerekli işlemleri merkez yönetim kurulu yerine getirir. Yönetim kurulunun aldığı kararlar karar defterine işlenir ve toplantıya katılan üyelerce imzalanır. Disiplin Kurulu: Disiplin kurulu en az 3, en çok 5 üyeden oluşur. Bu kurul konfederasyon veya sendikanın tüzüğüne, amaç ve ilkelerine aykırı hareket ettiği iddia edilen üyeler hakkında soruşturma yürütür, üyelikten çıkarma hariç olmak üzere tüzükte belirtilen disiplin cezalarını verir ve bu konularda genel kurula bilgi verir. Disiplin kurulu da yönetim kurulunun olduğu şekilde toplantılar yapar. Denetleme Kurulu veya Denetçi: Denetleme Kurulu genel kurullar tarafından seçilen 3 denetçiden oluşur. Şubelerde ise denetleme kurulu yerine sadece bir denetçi seçilebilir. Denetleme kurulu veya denetçi yönetim kurulunun faaliyetlerinin genel kurul kararlarına uygunluğunun denetimini, tüzükte belirtilen kurallara uygun olarak idari ve mali konuların denetimini, gerektiğinde genel kurulun olağanüstü toplantıya çağrılmasını ve tüzükte belirtilen diğer denetleme faaliyetlerini yerine getirir. Bunların yanında denetleme kurulu veya denetçi faaliyetleri hakkında genel kurula rapor sunmakla da görevlidir. Denetleme kurulu da yönetim kurulu ile aynı esaslarda toplantılar yapar. (2821 sayılı Sendikalar Kanunu 15, 16, 17, 18 ve 19. maddeler) iscikosesi@gmail.com adresine sorularınızı gönderebilirsiniz.

U

nited Parcel Service (UPS) lojistik sektöründe bir sermaye devi. UPS’in orta ve ön Asya faaliyetlerinin en önemli merkezini Türkiye oluşturduğundan, Türkiye’de de yıllardır faaliyette bulunuyor ve 3.000’e yakın kendi istihdamı altında işçi çalıştırıyor. Yüzlerce başka işçi de taşeron şirketler üzerinden ana patron olan UPS’in “emir ve komutası altında” çalışmaktadır. Diğer yerli ve yabancı kargo şirketlerinde olduğu gibi UPS’de de kısa bir zaman öncesine kadar sendikanın “S”si okunmuyordu. UPS patronu işyerinde sermayenin sınır tanımaz bir diktatörlüğünü kurmuş ve işlerini bu şekilde tıkır tıkır yürütüyordu. UPS işçilerinin mücadelede kararlılığı, TÜMTİS Sendikası’nın bu mücadeleye sahip çıkması sonucunda, zorlu bir sendikalaşma mücadelesinden geçilerek, UPS işçileri patrona çok önemli bir geri adım attırdılar. 2011 yılı UPS patronunun sendikalı işçilere yoğun bir saldırı örgütlediği bir yıl oldu. Sendikalı olduğu bilinen ya da sendika üyesi olduğundan şüphelenilen 100’ün üzerinde işçi derhal işten atıldı. Bu sayı kısa sürede 160’ın üzerine çıktı. İşçilerin davasına TÜMTİS Sendikası’nın sahip çıkmasıyla hem mücadele daha örgütlü ve hem de daha etkili bir hale geldi. Özellikle işten atılan işçiler mücadele de ve direnişte kararlı ve uzun soluklu bir tutum takındılar. TÜMTİS Sendikası’nın direnişi örgütlemesiyle direniş yurtiçi ve yurtdışında ses getirmeye başladığında bile, büyük bir ihtimalle UPS patronu TÜMTİS gibi göreceli olarak küçük bir sendikanın direnişi uzun bir süre yürüteme-

yeceğini ve direniş atmosferini uzun bir süre ayakta tutamayacağını hesap ediyordu. Kısa sürede kafasını taşa vurduğunu anlamak zorunda kaldı. UPS direnişine yönelik destek hem yurtiçinde, hem de yurtdışında giderek büyüdü. Türkiye’den ve yurtdışından çok sayıda sendikalı işçi grubu ve sendika direnişteki UPS işçileri ile dayanışma gösterdiler. Bu dayanışma ister direnişteki işçiler açısından, isterse de diğer çalışan UPS işçileri için önemli bir moral kaynağı oldu. İşverenin saldırganlığı sonuçta UPS işçileri arasında tam tersi bir etki yarattı. UPS işyeri önündeki sürekli direniş 10 ayın üzerinde devam etti. İşçiler sendikal örgütlenmeden ürkeceğine, daha çok sayıda işçi sendikaya üye oldular. T Ü M T İS 2 011 or t a sı nd a Bakanlığa “çoğunluk tespiti” başvurusunda bulundu. 19.07.2011 tarihinde çoğunluk tespitini Bakanlıktan aldı. Direnişteki işçilerin, onların sendikası TÜMTİS’in kararlılığı ve direnişe yönelik giderek gelişen desteğin artması sonucunda UPS yönetimi saldırgan taktiğinden geri adım atmak zorunda kaldı ve TÜMTİS ile Toplu İş Sözleşmesi görüşmeleri için 24.08.2011 tarihinde masaya oturdu. Uzun ve zorlu geçen görüşmeler sonucunda bir uzlaşma ürünü olarak UPS-Türkiye tarihinde ilk toplu iş sözleşmesi -130 günlük bir süreyi kapsayan görüşme maratonu sonucunda- 22 Aralık 2011 tarihinde TÜMTİS ile UPS Ünsped Paket Servisi Tic.Ve San. A.Ş. arasında imzalandı. TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİNİN KAZANIMLARI Toplu İş Sözleşmesi (TİS) UPS işçileri için bir dizi yeni kazanımı beraberinde getirdi. 2 yıl süreli olarak imzalanan TİS sonucunda TÜMTİS sendikasının verdiği bilgiye göre: “Ücretlere 140 TL seyanen zam yapılmış, bir aylık ücret tutarında yıllık bir ikramiye ödenmesi hükme bağlanmış, fazla çalışma ve hafta tatilinde çalışma halinde fazla mesai ücreti % 60 zamlı ödenmesi, ulusal bayram ve dini bayramlarda üyelerimizin çalıştırılması durumunda 2 yevmiye


tutarında fazla mesai ücreti %100 zamlı olarak verilmesi ve diğer resmi tatil günlerinde çalıştırma durumunda ise 1,5 yevmiye tutarında fazla mesai ücreti verilmesi karar altına alınmıştır. Ayrıca kısmen var olan sosyal yardımların çerçevesi önemli ölçüde genişletilmiş ve yeni sosyal yardım hakları elde edilmiş ve var olan kısmi sosyal yardımlarda önemli oranda artışlar sağlanmıştır. İkinci yılda işçilerin ücretlerine resmi enflasyon oranında zam yapılması kabul edilmiştir. TÜMTİS Sendikası’nın yaptığı hesaba göre imzalanan TİS ile birlikte işçilerin ücretlerinde %30 ile %50 arasında değişen oranlarda artış sağlanmıştır. Birçok sendikanın, hem de TÜMTİS Sendikası’na göre “üye gücü” çok daha büyük olan ve yıllardır “örgütlü” olduğu işletmelerde bile “enflasyon oranında zam” almayı büyük başarı olarak pazarladığı şartlarda UPS işçileri için imzalanan TİS parasal açıdan önemli bir kazanımdır. Parasal kazanımlarından daha önemli olan iki noktanın altını çizmeden geçmek yanlış olur. Birincisi, UPS’de imzalanan TİS ile alt işverende çalışan 187 işçinin kadroya alınması hükme bağlanmıştır. Alt işverende çalışan işçilerin ancak bir bölümünün kadroya alınması hükme bağlansa da, alt işveren tarafından daha ağır şartlarda sömürülen işçilerin haklarına sahip çıkılmasını göstermesi ve işçiler arasında patrona karşı dayanışmanın pekişmesi açısından bu kazanım çok önemli ve değerlidir. İkincisi, UPS TİS’i sendika yö-

neticilerinin patron temsilcileri ile kapalı kapılar ardında yaptıkları ve işçilerin her türden eylemden uzak ve pasif tutularak imzalanmamış, tersine uzun ve kararlı bir direniş ve eylemlilik sonucunda elde edilmiştir. Bu olgu, işçilerin kazanımlarına sahip çıkma, bu kazanımlara yönelecek herhangi bir saldırıya karşı örgütlü direnme iradelerini diri tutmada önemli bir rol oynayacaktır. Bu şamadan itibaren ister UPS işçileri açısından isterse de TÜMTİS Sendikası açısından yapılacak en büyük hata “başarının üzerine yatmak” olacaktır. UPS, dünya çapında 400 binin üzerinde bir işçi ordusuna hükmeden bir sermaye saldırı örgütüdür. Dünya çapında yıllık cirosu 49,6 milyar ABD Doları civarında dev bir rakama ulaşmıştır. Yıllık kar marjı 1,62 milyar (2011 yılı) gibi muazzam bir boyuttadır. UPS tekelinin savaş kasası ağzına kadar parayla doludur. Hedefini açıkça azami kar elde etme ve sektördeki birincilik sıralamasını koruma olarak ilan eden bir sermaye grubu, dünyanın neresinde olursa olsun kendisine baş kaldırmış bir sendikayı etkisizleştirmek ve mücadele ile kazanım elde etmiş işçilerin mücadele bilincini kırmak için her yolu ve yöntemi deneyecektir. Tehlikeye hazırlıklı olmanın tek yolu işçiler arasında iç örgütlenmeyi artırmaktan ve mücadele ve direniş bilincini sürekli diri tutmaktan geçmektedir. Ali Osman Başeğmez Şubat 2012

Eğitim Köşesi PARA I Bugün dünyaya egemen olan ya da daha doğrusu egemen görünen “para”dır. Kimi kişiler açısından manevi değeri nedeniyle “satılmaz olanlar” dışında hemen her şey para karşılığı alınıp satılır. “Paran varsa her şeysin, paran yoksa bir hiçsin!” bugün normal vatandaşın düşündüğü, duyumsadığı, yaşadığı gerçekliktir. Para sanki kendi başına var olan, insanlığın ortaya çıktığı andan itibaren ortaya çıkmış ve sonsuza dek var olacak sihirli bir şeymiş gibi görünür. Paranın olmadığı veya egemen olmadığı bir düzeni bugün insanların büyük çoğunluğu düşleyecek bir konumda bile değildir. Para üzerine şarkılar söylenir, ağıtlar yakılır, onun “gözü kör” edilir ve insanların günlük hayatı, harcamak için para kazanmak amacıyla didişmeyle geçer durur. Çok paraya sahip olan fakat çalışmayan, asalak yaşayan bir insan, toplumsal piramitte, kendini zar zor geçindirecek paraya sahip çok kültürlü bir insandan, evine en basit ihtiyaç maddelerini götürebilmek için insanlık dışı şartlarda çalışmak zoruna kalan bir emekçiden çok daha yukarılarda yer alır. Marksist politik ekonomi, paranın yüzündeki maskeyi kaldırıp atar, onun gerçek özünü ortaya çıkarır, onun “büyüsünü” bozar. O, paranın ezelden ebede var olan, başı sonu belli olmayan gizemli bir şey olmadığını; paranın, ekonomik gelişmenin belli bir aşamasında insanların yarattığı ve tapındığı “Kutsal İnek” olduğunu ortaya koyar. Marksist politik ekonomi için para gerçekte, çıkış noktasında insanlar tarafından üretilen metaların birbiri ile belirli oranlarda değiştirilebilmesinin aracıdır. İnsanlar üretimin belirli bir aşamasından itibaren yalnızca kendi kullanımları için ‘kullanım değerleri’ değil, başka ürünlerle değişmek amacıyla ‘değişim değerleri’ de ürettiler. Değişmek üzere üretilen ürün metadır. Metalar pazarda değiş-tokuş edilmiştir. Metaların birbirleriyle belirli oranlarda değiştirilebilmesinin (örneğin 1 metre keten kumaş karşılığında 10 ekmek vb.) temelinde, her metanın içinde var olan ortalama toplumsal emek miktarı yatar. Her basit meta değiş-tokuşunda bir değiştirilmek istenen meta (yani onun değeri) ve onun karşılığında da onunla belli oranda değiştirilecek bir başka meta (yani onun değeri) durur. Bir değer, kedine eş bir başka değerle, eşdeğeri ile değiştirilir. Para, bütün metaların birbiriyle belirli oranlarda değiştirilmesini sağlayan, genel eşdeğer rolünü oynayan metadır. 07.03.2012

G

ama grup patronu, düştüğü bataklıktan çıkmak için işçilerin sırtına bindikçe biniyor. İşçileri kendi aralarında böldükçe bölüyor. Bazı işçilere sus payı vererek, küçük ödemeler yaparak, onları susturuyor. İşçilerin bir araya gelip birleşmemesi için elinden geleni yapıyor. Köşeye sıkışan işçilerden kimileri, 3600 günü dolduranlar işten ayrılıyor. Kimisi patronun istediği şartlarda tazminatlarını taksitlere -14, 16 ay- bölerek ayrılmak zorunda kalıyorlar. Patron, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık ayları için “zamlı çalışacaksınız” diye vaat etti. Fakat bunu resmiyete dökmedi. Zam vaadi lafta kaldı. Bu altı ay boyunca işçiler türlü oyunlarla aldatıldı. Patron zam yaptığını söylüyor, ortada zam yok.

İşçiler zammı her sorduğunda, çeşitli bahanelerle oyaladılar. 2011 Aralık ayında yapılan eylemde, eylemi kırmak için “Size söz veriyorum, Ocak ayında size üç maaşınızı birden vermeyi taahhüt ediyorum” dedi. Ocak ayı geldi sözünde durmadı. Meğer eylemi kırmak için bazı bölümlerde işçilere ufak ödemeler yaparak onları susturmuş. Taşeron sistemini de koz olarak kullanıyor. “Kadrolu işçiler eylem yaparsa, taşeron işçileri onların işlerini yapsın” diyerek müdürlerine emir veriyor. Ocak ayı geldi. İşçilere üç maaş ödeme sözü veren patron, her zamanki gibi yine yalan söylemişti. Meğer patron devletten bir yolunu bulmuş. Bunu da sır gibi saklıyor. İşçilerin birikmiş alacaklarını devletten alacakmış. İşçilere

bir vekaletname imzalatıp, kendi avukatı aracılığıyla mağdur olduğunu ve işçilere maaş ödeyemediğini kanıtlayıp devletten para alıp güya işçilere verecekmiş! Gama Grup biranda cadı kazanı gibi kaynamaya başladı. Önce beyaz yakalılara imzalattılar. Kimisi imzaladı, kimisi imzalamadı. Mavi yakalılardan (işçiler) çok azı imzaladı. Bu süreçte tam 60 gün boyunca patron işçilere bir kuruş ödeme yapmadı. Teknopark bölümü oturma eylemi yaptı. Eylem 10 gün sürdü. Buna tahammül edemeyen patron, işçileri izne çıkardı. İşçiler parasız izne çıkmayacaklarını söylediler. Patron bu talebi reddetti. İşçiler beş kuruşsuz izne çıktı. Daha önce yapılan eylemlerde işten çıkartılan 17 işçinin avukatı

ile patron avukatı her ne hikmetse kardeşler. Patronların vekaletname verdiği avukat ile işten çıkartılan işçilerin avukatının kardeş olması hangi mantığa hizmet ediyor acaba? 17.02.2012 Yeni İşçi Dünyası okuru Gama reklam işçisi.

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

Gama Reklam’da işçiler için işler iyiye gitmiyor

9


Toplu Sözleşme Hakları Engellenmek İstenen Liman İşçileri Eylemdeydi M

ersin Limanı'nda çalışan Türk iye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası (TÜMTİS) üyesi işçiler, toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine, 6 Mart Salı günü Liman A Kapısı önünde eylem yaptı. Şehir merkezinde flamaları ile sloganlar atarak A kapısı önüne gelen işçiler, “İş ekmek yoksa Barış’ta yok!, Toplu sözleşme hakkımız engellenemez!” sloganları atarak halaylar çektiler. İşçiler, talepleri kabul edilmediği takdirde greve çıkacakları uyarısında bulundular. Saat 12.30’da Liman içinde çalışan işçiler sloganlar atarak kapı önüne geldiler. “Liman işçisi köle değildir!, TÜMTİS nerede biz oradayız! diyen dişçiler, “kararlıyız gerekirse yine direniriz” diyerek, patronu bir kez daha uyararak kararlılıklarını gösterdi. Kristal-İş, Genel-İş, Yol-İş, SES, ve Petrol-İş eski Şube başkanı Adil Alaybeyoğlu’nun da destek verdiği basın açıklamasına basının ilgisi de yoğundu. Kalabalık bir işçi topluluğuna hitap eden TÜMTİS Mersin Şube Başkanı Savaş Gürkan: “Yoğun sömürü altında, ağır iş kolunda çalışan Liman işçilerinden Mersin Liman İşvereni MIP, kölelik ko-

şullarından çalışmalarını, hak talep etmemelerini, anayasal hakları olan sendikalaşma haklarını kullanmamaları, kullananları ise işten atmakla tehdit etmektedir.” 2009 yılında 2 yıllık Toplu İş Sözleşmesi (TİS) imzaladıklarını belirten Gürkan, “1 Aralık 2011 tarihinden başlayan 2. Dönem TİS görüşmelerinde resmi arabulucu görüşmelerinde de anlaşma sağlanamayarak uyuşmazlık tutuldu. Biz TÜMTİS sendikası olarak, limanda sağlanan iş barışının bozulmaması, üyelerimizin ve sendikamızın taleplerinin kabul edilerek bir an önce Toplu İş Sözleşmesinin imzalanmasını bekliyoruz.” Gürkan, "İş barışının bozulmasının sorumlusu biz değiliz, biz olmayacağız. Limandaki tüm olumsuzluklara karşı mücadele etmekte kararlıyız" diyerek sözü TÜMTİS Genel Sekreteri Gürel Yılmaz’a verdi. Eylemde bir konuşma yapan TÜMTİS Genel Sekreteri Yılmaz, işverenlerin 2009 yılında bin özveriyle yarattıkları değeri birçok kez ortadan kaldırmak, sendikal örgütlülüğü tasfiye etmek için birçok yol denediklerini ancak başarılı olamadıklarını söyledi. Bugün toplu sözleşmenin ikinci

dönemini yaşadıklarını belirten Yılmaz, "Ama yine işverenler, sendikamızın üyelerimiz adına sürdürdüğü toplu sözleşme görüşmelerinde üyelerimizin taleplerini karşılamak yerine sendikal örgütlülüğümüzü tasfiye etmek için yeni arayışlar içerisindeler. Buradan bir kez daha ilan ediyoruz; eğer limanda iş barışının bozulmasını istemiyorsanız, limanda yeniden 2009'un öncesine dönmek istemiyorsanız üyelerimizin taleplerini karşılayacak toplu sözleşmeyi bir an önce imzalayın. Yoksa burada

hakları için kenetlenmiş üyelerimizin grevse grev, direnişse direniş mücadelenin hiçbir yönteminden kaçınmayacaklarından hiç kimsenin kuşkusu olmasın" dedi. Limanda iş barışının bozulmasını istemediklerini ancak taleplerinin de arkasında olduklarını belirten Yılmaz, toplu iş sözleşmesi imzalanmadan, işçilerin yasal hakları güvence altına alınmadan bu mücadeleye son vermeyeceklerinin altını çizdi. 07.03.2012 Yeni İçi Dünyası/Mersin

Tesco Kipa’da sona doğru

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

T

10

esco Kipa’da mahkeme süreci devam ediyor. Yetki itirazı davasının 20 Şubat’ta yapılan 10. duruşmasında bilirkişi raporunu mahkemeye sundu. R a p o r d a Te z K o o p İ ş Sendikası’nın, Tesco Kipa’da yarıdan fazla çoğunluğu %51.20 oranıyla sağladığı belirtildi. Mahkeme, taraflara süre vererek duruşmayı 19.03.2012 tarihine erteledi. 19 Mart tarihinde mahkeme kararını açıklayacak. Tezco Kipa mağazalarında, Tez

Koop İş Sendikası’nın işverenin süreci uzatma çabalarına karşı, işçiler ile dayanışma eylemleri sürüyor. Yeni açılan mağazalar önünde, açılış günlerinde basın açıklaması yapılıyor. 20 Şubat günü, Tez Koop İş Sendikası yöneticileri ve üye işçiler tarafından Kurtköy Kipa mağazası ziyaret edildi. İçeri giren işçiler ve sendika yöneticileri, reyonlar arasında gezerek işçilere moral desteğinde bulundu. 20.02.2012

Kipa’ya Sendika Halaylarla Girecek! K

ipa işvereninin, sendikayı Kipa’ya sokmamak için oynadığı ayak oyunlarına karşı hayır diyerek mücadele yürüten Tez-Koop-İş Sendikası genel merkez yetkilileri, şube çalışanları ve sendikaya üye işçiler bu kez

de Tarsus’ta bir araya geldiler. 22 Ocak günü sendikanın ayarlamış olduğu otobüslerle Mersin ve Adana’dan Tarsus’a gelen sendika üyesi işçiler ve sendika yöneticileri yeni açılan bir AVM’de bulunan Kipa marketinin önünde bir ba-

sın açıklaması gerçekleştirdiler. Açıklamaya bazı demokratik kitle örgütü temsilcileri ve basın da katıldı. 2010 yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın sendikaya verdiği toplu iş sözleşmesi yapma

yetkisine karşılık Kipa işvereni hem işyeri hem de işkolu yetkisine karşı itiraz etmiş ve dava açmıştı. Üç yıldır süren yetki davasının son duruşması 19 Mart’a görülecek. İşveren sendika ile toplu sözleşme yapmayı geciktirmek için


her çareye başvuruyor, buna işçilerin moralini bozmaya çalışmak da dahil. Bir örnek, basın açıklamasının yapılacağı önceden bilindiği için Adana’dan Tarsus’a gelen kortejin yolu Tarsus girişinde polislerce kesildi. Araçların makbuz kontrolleri yapıldıktan ve yüklü miktar ceza kesildikten sonra, polis korteji eşliğinde AVM önüne gidilebilindi. Burada da sendikanın ses sisteminin taşındığı aracın, trafiği engelliyor gerekçesiyle AVM önünden çekilmesi için baskı yapıldı. Sendika yöneticilerinin uzun ikna çabalarından sonra basın açıklaması okunana dek aracın AVM önünde kalmasına izin verildi. Daha sonra otobüs şoförüyle konuştuğumuzda ceza kesilmesinin tek nedeninin sendikalı işçileri taşımak olduğunu öğrendik. Yani, polis, şo-

förlere işçileri basın açıklamasına taşıdıkları için ceza kesti. Basın açıklamasını okuyan Adana Şube Başkanı Hülya Özcan, yetki davasının geldiği aşama konusunda açıklama yaptıktan sonra Kipa işverenine yönelik olarak şunları söyledi: “Türlü türlü oyunlara başvurarak bizleri yıldırmaya, korkutmaya çalışanlar, iş barışını ısrarla reddedenler kaybedecek. Örgütlülüğümüzü hedef alanlar kaybedecek. TezKoop - İş Sendikası olarak, Kipa işverenini bir kez daha uyarıyoruz. Oyunlarından ve oyalama taktiklerinden vazgeç. Gel toplu sözleşme masasına otur. İş barışını bozmaktan vazgeç.” Açıklama süresince, “Kipa’ya sendika halaylarla girecek!, Baskılar bizi yıldıramaz!, Yaşasın sınıf dayanışması!, Kipa işçisi köle değildir!” vb. slo-

ganlar atıldı. Açıklama Kipa’da çalışmakta olan işçilerin ziyaret edilmesi ile son buldu. Sonra yine Tarsus çıkı-

şına kadar “polis korteji eşliğinde” Adana ve Mersin’e dönüldü. 22. 02. 2012 Yeni İşçi Dünyası/Adana

Tez Koop İş’ten Yetki İtirazına Tepki esco Kipa’nın yetki itirazı davasının görüşüldüğü 20 Şubat Pazartesi günü, Tez Koop İş Adana Şube başkanı Hülya Özcan ve Şube idari Sekreteri İbrahim Halil Bebe ve sendika üyeleri sabah saat 10.30’da Mersin deki Kipa Önünde bir araya geldi. Topluca içeri giren sendikacılar, içeride sendikanın önlüklerini giyerek Kipa içinde işçilerin çalıştığı reyonları dolaştılar. Çalışan işçiler ile tek tek tokalaşan sendika yöneticileri, işçilere sendikanın Kipa’ya mutlaka gireceği mesajını verdi. Sendika üyeleri Kipa’dan dışarı çıktıklarında slogan ve alkışlarla sendikanın mutlaka Kipa’ya gireceğini haykırdılar. Kipa önünde topluca, “Sendika Kipa’ya girecek, başka yolu yok!” sloganı

atıldı, topluca resim çekildi. Daha sonra 22.02.2012 Çarşamba günü Tarsus’ta açılacak olan Kipa önünde buluşmak üzere dağılındı. Tesco Kipa işvereni, Tez Koop İş Sendikası’nın Kipalarda çoğunluğu sağladığı tespitine itiraz etmişti. Bu itiraz ile ilgili, İzmir’de 10. duruşma yapıldı. Bu duruşmada bilirkişi raporunu sundu. Raporda Sendikanın, yasanın aradığı yarıdan fazla çoğunluğu %51.20 oranıyla sağladığının açık seçik ortaya çıktığı belirtildi. Mahkeme taraflara rapora karşı diyeceklerini bildirmek üzere süre vererek duruşmayı 19.03.2012 tarihine erteledi. 20.02.2012 Yeni İşçi Dünyası/Mersin

Yine cinayet, yine işçi ölümü…

A

dana’nın Kozan ilçesinin Ergenuşağı Köyü civarında yapımı süren Enerjisa A.Ş.’ye ait Gökdere Köprü Barajı’nın Derivasyon Tünelinin kapağının 24 Şubat Cuma günü öğle saatlerinde biriken basınç nedeniyle patlaması sonucu, barajda tutulan su aniden boşaldı. O anda baraj havzasında bulunan işçiler sel sularına kapıldılar. İşçilerden ikisinin cesedine ulaşılırken, 8 işçiye hala ulaşılamadı. Ancak inşaatta çalışan işçiler kayıp sayısının daha fazla olabileceğini ifade ediyorlar. Ayrıca barajda daha önce çatlaklar olduğunun tespit edildiği ve suya kum torbaları atılarak önlem

alınmaya çalışıldığı, bu çatlaklara rağmen 10 gündür su tutulmaya devam edildiği iddia ediliyor. Bu iddia ile ilgili olarak internette yayınlanan ve cep telefonu ile çekilen görüntülerde işçilerin suya kum torbaları attığı da görülüyor. Baraj inşaatında şoför olarak çalışan Fazlı Özkılınç, baraj inşaatında yaklaşık 300 işçinin çalıştığını ve 20'den fazla arkadaşının kayıp olduğunu açıkladı. Enerjisa A.Ş. internet sitesi üzerinden yaptığı açıklamada patlamadan hemen sonra “Kaymakamlık, civar köylerin muhtarları, diğer ilgili otoriteler ve etkilenmesi muhte-

mel çevredeki diğer baraj ve HES işletmelerinin derhal bilgilendirildiğini” ve gerekli önlemlerin alındığını iddia etti. Oysa Kozan Kaymakamı İzzettin Sevgili Anadolu Ajansına yaptığı açıklamada, patlamadan dolayı baraj gövdesinde çatlaklar oluştuğunu, tehlikenin daha da büyümemesi için baraj kapaklarının açıldığını, bol miktarda suyun bırakıldığını, bu işlemin çok acil yapıldığı için çevredeki köylülere bilgi verilemediğini, baraj havzası içinde vatandaşların olabileceğini düşündüklerini, ancak ulaşan bir can kaybı bilgisinin olmadığını açıkladı.

Adana Valisinin, Kaymakamın ve köy muhtarının açıklamalarına, işçilerin ifadelerine göre daha fazla işçinin kayıp olduğu anlaşılıyor. Zaten 26 Şubat Pazar günü sele kapılan işçilerin sayısı 11 olarak açıklanmaya başlandı. Patlamadan sonra kayıp işçileri aramak için bölgeye İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü ile Adana Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı sualtı arama ekipleri ve Jandarma gönderildi. Ayrıca aynı günün akşamında Konya 3. Ana Jet Üssü'nden gece görüş donanımına sahip bir Skorsky helikopter bölgeye gönderildi. Ancak selin

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

T

11


ardından tüm nehir yatağı çamur ile kaplandığından arama çalışmaları yavaş ilerliyor. Pat la ma i le i lg i l i Koz a n Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldı. Hemen günah keçisi olarak olayda ihmalleri olduğu belirlenen şantiye şefi Öncü Bolat ve proje müdürü Erdal Nakas gözaltına alındı. Daha sonra da çıkarıldıkları nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanarak Kozan M Tipi Kapalı Cezaevine gönderildiler. Asıl sorumlular kimler… Bu olaylar sürekli olarak işçi hayatının ne kadar ucuz olduğunu gösteriyor. Barajın sahibi olan Enerjisa yaptığı açıklamada olayı, ölen işçileri önemsizleştirerek asıl sorumluluğu üzerinden atmaya çalışıyor. Ölen işçiler yerine yaralı işçilerin durumlarının iyiye gittiğini öne çıkarıyor ve açıklamada sürekli olarak Özaltın Holding - Cengiz Holding ortaklığının projeden sorumlu olduğunu vurguluyor. Baraj, Sabancı Holding ile Avusturya'nın en büyük enerji te-

keli olan Verbund’un ortaklığı ile kurulan Enerjisa Enerji Üretim A.Ş.’ye ait. Enerjisa barajın yapım işini ihale ile Özaltın Holding - Cengiz Holding ortaklığına vermiş. Bu şirketlerde taşeron şirketler aracılığı ile baraj inşaatına başlamışlar. (Örn.: Fermanoğlu İnşaat) 2009 yılında inşaatına başlanan Seyhan nehri üzerindeki barajın 2012 yılı içerisinde bitirilerek enerji üretimine başlaması projelendirilmişti. Kurulu gücü 145 MW olan barajın gövde hacmi 1.215.000 metreküp ve yıllık 381,4 GWh enerji üretilmesi planlanıyordu. Pat la mada n hemen sonra Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, “Baraj, özel sektörün yaptığı bir baraj. Aslında denetimin ne kadar önemli olduğu anlaşılıyor. Bir derivasyon tünelinde kapağın sıyrılması neticesinde suyun boşalması vuku buldu. Üç elemanın kaybolduğu söyleniyor, bu konuda Vali ile DSİ Bölge Müdürü ile görüştüm. Ama şöyle bir sevindirici husus var, oradan boşalan sular hemen akabinde Yedigöze Barajı var, o barajda top-

Bir okurumuzun Yeni İşçi Dünyası Şubat sayısında yayınlanan, “Kazanılmış haklarımızı koruyarak mücadelemizi büyüteceğiz!” baş-

lanıyor. Herhangi bir taşkın riski yok. Ama kaybolan eleman var mı, yok mu o netleşmiş değil.” açıklamasında bulundu. Birilerinin Veysel Eroğlu’na kendisine önemli görünen denetimin yapılmasının kendi bakanlığının, bizzat kendisinin işi olduğunu hatırlatması gerekiyor. Herhangi bir taşkın riskinin olmamasının sevindirdiği Bakan kayıp olan işçilerden “eleman” olarak söz etmeyi uygun buluyor. Ölen işçilerin hayatının baraj inşaatındaki diğer elemanlardan olan iş makinaları kadar bile değeri yok. Bunun için geçen yıl Şubat ayında Kahramanmaraş’ta Çöllolar Kömür Havzasındaki göçükten hala 9 işçinin cesedinin çıkarılamadığını bir kez daha hatırlamamız yeterlidir. Özaltın ve Cengiz Holding’in olaydan sonra herhangi bir açıklama yapmamış olmaları da ayrı bir durum. Özaltın ve Cengiz Holding’ in Yönetim Kurulu Başkanları olan Nuri Özaltın ve Meh met Ceng i z Forbes Türkiye’nin 2011 yılında yayınladığı en zenginler listesinde 650 ve 500 milyon dolarlık servetleri ile

62. ve 80. sırasında yer alıyorlar. İşte bu servetler aşırı kar hırsıyla işçilerin yaşamı pahasına uyulmayan güvenlik önlemlerinden tasarruf edilerek biriktirilen servetler. Burjuva medyanın olayı haberleştirmesinde Enerjisa, Özaltın ve Cengiz Holding isimlerinden hiç bahsetmemesi kapitalizmde işlerin nasıl yürütüldüğünün de bir göstergesi. Elbette burjuva medya bu tekelin reklamlarından kapacağı payın derdinde… Doğanın, çevrenin daha fazla kar amacıyla tahrip edildiği, işçilerinin yaşamının hiçe sayıldığı kapitalizmde bu cinayetler bu işin asıl sorumluları için oldukça olağandır. Onlar için sorun takdir-i ilahidir. Oysa biz biliyoruz ki basitçe alınabilecek güvenlik önlemleri ve denetimler ile bu cinayetler önlenebilir. Eğer bunlar yapılırsa biz bu cinayetlere “iş kazası” diyebiliriz. Bu cinayetlerin asıl çözümü ise kar yerine insan için, doğaya karşı değil doğayla uyumlu üretimdir. Bu ise kapitalizmde mümkün değildir. 27.02.2012 Yeni İşçi Dünyası / Adana

lıklı yazıyı eleştiren yazısını yayınlıyoruz. Yazıya cevabımızı gelecek sayımızda vereceğiz. Yeni İşçi Dünyası.

Kıdem tazminatı hakkında ne düşünüyoruz?

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

Y

12

eni İşçi Dünyası’nda kıdem tazminatı ile ilgili bazı yazılar yayınlandı. Kıdem tazminatı ile ilgili tartışmaların yeniden başladığı zamandan hemen sonra gazetenin Temmuz/2011 sayısında Ulusal Strateji Belgesi çerçevesinde konuyu inceleyen bir yazı yayınlandı. Bu yazıda kıdem tazminatı fonunun nasıl olacağına ilişkin, AKP’nin hazırladığı anılan belgeye göre değerlendirmeler var. Bu yazıda yeni kurulacak fonun işçi sınıfının kazanılmış haklarının bir bölümünü gasp edeceği, fona yine işçilerden de kesilen paralarla biriktirilmiş olan işsizlik sigortası fonundan işverenlerin payları için geçici bir süre para aktarılacağı, böylece işsizlik sigortası fonunun yeniden gasp edileceği, yeni fonun işverenlerin sırtındaki yükü hafifleteceği belirtiliyor. Yazı sonuç itibariyle işçi sınıfının kazanılmış haklarına sahip çıkması gerektiği ile bitiriliyor. Ardından yayınlanan yazılarda da aynı görüşler savunuluyor ve kıdem tazminatı hakkının savunulması gerektiği belirtiliyor. Tüm bunlara rağmen,

bu konuda yeni işçi dünyası okurları tarafından konunun tartışılmasına rağmen, henüz tartışma sonuçlandırılmadan Şubat/2011 sayısında önceki görüşlere göre farklı ve yeni görüşler savunuluyor. Tüm bunlardan Yeni İşçi Dünyası okurlarının bu konuda bir görüş birliği içerisinde olmadıkları görülüyor. İlk eleştirim işte bu tartışma sonuçlandırılmamış, tersine tartışma devam ederken, tartışmaya nokta koyan bir görüşün, herhangi bir açıklama dahi yapılmadan yayınlanmış olmasıdır. Bu doğru bir yöntem değildir. Öncelikle fikir birliği yoksa öncelikle tartışma sürdürülmeli ve bir noktada sonlandırılarak, önceki görüşlerin de bir açıklaması temelinde, yeni görüş ortaya konulmalıdır. Gelelim Şubat/2011’de yayınlanan kıdem tazminatına ilişkin başyazının içeriğine… Öncelikle bu yazının genel fikrine (varolan sisteme göre kıdem fonu işçi sınıfı için daha yararlıdır) katıldığımı, ancak “AKP’nin ne yapacağını bilmiyoruz, nasıl bir yasa olacağını

bilmiyoruz, bekleyip görelim ama biz işçiler şu talepler için mücadele edelim” şeklinde özetleyebileceğim görüşler ile hemfikir olmadığımı belirtmek istiyorum. Bir söz vardır “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diye. Sanki AKP gibi işçi düşmanı bir burjuva partinin ne yapacağı bilinmiyormuş gibi, anayasa referandumunda gördüğümüz “yetmez ama evet” misali kıdem tazminatı fonu savunuluyor. Önümüze getirilen hali ile kıdem fonu savunulamaz. Bu fon ile işçi sınıfının kazanılmış hakları, bir takım doğru şeylerde söylenerek (işçiler kıdem tazminatı fonunu genellikle alamıyorlar) gasp edilecektir. Söylenen doğru şeyleri düzeltmek, işçilerin hakkı olan kıdem tazminatını almalarını sağlamak devletin görevidir. Ama bu devletin bu konuda işçilerin karşısında, patronların yanında olduğunu biliyoruz. Bir taraftan işçilerin hakkının ödenmemesi için devlet çaba gösteriyor, diğer taraftan “zaten işçiler tazminatlarını alamıyorlar, bir fon kuralım” demek ikiyüzlülüktür. Yeni İşçi

Dünyası da kıdem fonunu savunma pozisyonu ile AKP hükümetinin yedeğine düşmektedir. Doğru olan yazıda da savunulduğu biçimiyle kıdem fonunun nasıl olabileceği konusunu açmak ve işçi sınıfını bu fonun kurulabilmesi için mücadeleye çağırmak ama öte yandan şimdi gündemde olan AKP hükümetinin ne yapacağı belli olan fona karşı çıkmaktır. Şubat sayısında savunulduğu biçimiyle bir fonun kurulması ancak işçi sınıfı hareketinin olabildiğince yükselmesi şartlarında mümkündür. Belki bu biçimiyle ancak demokratik halk devriminden sonra uygulanabilir. Oysa şu anda güncel bir konu vardır. Bu nedenle bizim arzuladığımız kıdem fonu biçimini ortaya koymak ve işçi sınıfını bunun için mücadeleye çağırmak ama bunu yaparken de yapılacak değişikliğe karşı çıkmak doğru olandır. Bu yazımın tartışmaya katkısı olmasını biliyorum. 26.02.2012 Yeni İşçi Dünyası okuru


Kadın Cinayetleri Münferit mi? 25

Ocak tarihinde çeşitli basın organlarına yansıyan bir haber, erkek egemen toplumun nasılda bütün kurum ve kuruluşlara bir virüs gibi yayıldığını, aslında kolluk kuvvetlerinin işlenen kadın cinayetlerine karşı nasıl bu kadar duyarsız olduğunun kanıtını da gözler önüne serdi. E mek l i em n iye t müdü r ü Dr. Hasan Yağar, “Çağın Polisi Dergisi”ne yazdığı yazıda; cinayetlerin günahı sadece erkeğe yüklenemez ifadesini kullandı. “Tabi ki kadınımız erkek karşısında fiziki gücü sebebiyle mağdur durumdadır. Ama dili ve hareketleri bakımından aynısını söylemek maalesef mümkün değildir. Cinayetlerin günahı erkeklere yüklenemez. Problemi sadece erkeklerin elezerliğine (sadizme) bağlamak ciddi manada yanlıştır. Konunun, milli gelenek ve göreneklerimiz ve hatta toplumsal mistik, yani dini anlayışımızla alakalı olduğunu inkar et-

mek veya görmezden gelmek asla mümkün değildir. Bu cinayetlerin hepsi mega kentlerde cereyan etmektedir. Yürekleri yakan bu olaylar güzelim Anadolu’da değil, büyük kentlerde yaşanmaktadır. Bu, asla tesadüf olarak kabul edilemez ve günahı sadece erkek aktöre yüklenemez bir realitedir. Sebep ne olursa olsun, insan kaynaklı olan bu hareketlerin mutlak surette haklılık derecesi farklı olan en az iki aktörün olduğuna tanık olmuştur. Erkeklerin cinayet derecesindeki bir eylemi durup dururken işlemesini söylemekte mümkün değildir. Kanaatimce dil ve hareketlerle sebep mahiyetinde gündeme getirilen bir olgunun ağır tahrik derecesinde ve kabul edilemez mahiyette kişiyi, geleceğini mağdur eder anlamda öldürme eylemine sürüklediği söz konusu olsa gerek. Konuyu bir örnekle desteklersek; örnek aldığımız batı toplumunda birileri; “Hans eşiniz

ne kadar güzel! Onu öpebilir miyim? Dediği zaman, Hans eşini öptürdüğü gibi o zata ikramda bulunabilmektedir. Ama aynı şey bizim toplumda mümkün değildir. Ama bizim toplumumuzda birebir böyle olmamakla birlikte, milli örf ve geleneklerimize, dini ve ahlaki kurallarımıza ters düşen hareketlerde bulunduğu bir gerçektir. Bu kişiler boşandığı kadını dahi, muhtemelen yadırgadığı bazı tutum ve davranışlarından dolayı sırf çocuklarının annesi olduğu için ve kabullenemediğinden ötürü katledebilmektedir.” Emekli emniyet müdürünün yaptığı bu değerlendirme aslında toplumun bir aynası niteliğinde. Yaşadığı çağı karıştıran ama toplumun önyargıları, erkek egemen toplumun ne kadar da vahim durumda olduğunun bir göstergesi. Yaşanan kadın cinayetlerini münferit bir olay olarak algılamak çok yanlıştır. Kadına yönelik şiddet çeşitli basamaklarla meşru bir

hale getiriliyor. Toplumun eliyle, devletin desteğiyle, feodal anlayışlarla şekilleniyor. Kadına yönelik şiddete karşı mücadeleyi, kapitalist sisteme karşı mücadeleden ayırmak çok yanlış olur. Çünkü kadına yönelik şiddet, erkek egemen toplumun, mülkiyetçi sistemin ürünüdür. Kapitalizmde erkek egemen toplumun taşıyıcısıdır. Bütün bu sorunların tek bir çözümü var. Örgütlü kadın mücadelesi, işçi ve emekçilerin halk iktidarı. Yeni İşçi Dünyası okuru işçi. 27.01.2012

İ

ki ay önce, Uludere Roboski de katledilen çocukları hafızamızdan silememişken, Adana’nın Pozantı ilçesinde tutuklu çocuklara cinsel taciz, tecavüz ve işkence vahşetinin ortaya çıkması ile bir kez daha sarsıldık. Adana Pozantı Cezaevi’nde Kürt çocuklarına yönelik taciz ve tecavüz olayıyla ilgili haberler gündeme otururken, adli tutukluların taciz ve tecavüzüne maruz kalan 7 siyasi tutuklu çocuk, İHD’ye başvurdu. Pozantı Çocuk Cezaevi’nde bulunup tahliye olan H.G., Y.S., E.K., H.B., H.Ç., M.D. ve Ö.K. cezaevi yönetiminin ‘kendilerini bilerek adli tutukluların içine koyduğunu’ söyledi. Pozantı Cezaevi’nde taciz ve tecavüze uğrayan çocuklar, kamuoyunda “taş atan” çocuklar olarak bilinen çocuklar. Başbakanın “bunlar çocuk da olsa gereği yapılacaktır” talimatının ardından, ailelerinden, okullarından koparılarak zindanlara tıkıldılar. Bu çocuklardan Adana ve Mersin de olanlar, Pozantı Çocuk Cezaevine konuldular. Mayıs ve Haziran 2011’de çocuklardan bazılarının aileleri Mersin İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) başvurarak çocuklarının Pozantı Cezaevi’nde cinsel tacize ve teca-

vüze uğradıklarını ve kötü muameleye maruz kaldıkları bilgisini veriyorlar. İHD bu durumu rapor edip suç duyurusunda bulunuyor. Aynı zamanda aynı raporu Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları birimine ve Adalet Bakanlığı’na gönderiyor. Suç duyurusu üzerine Adalet Bakanlığı, cezaevi ile ilgili araştırmanın başlatıldığını İHD’ye bildiriyor. Kasım veya Aralık 2011’de cezaevi müdürü değiştiriliyor. Ocak 2012’de, İHD Mersin Şubesi, iki ay izin peşinden koştuktan sonra bir tiyatro grubunu cezaevine götürüyor. Yeni müdür her şeyin kontrollerinde olduğunu söylüyor. Bu ziyaretin ardından İHD’ye tekrar hiçbir düzelmenin olmadığı, işkence, taciz ve tecavüzün devam ettiğine dair şikayetler gelmeye devam ediyor. Çocuklar bu bilgiyi verirken, kendilerinin değil diğer çocukların maruz kaldığını söylüyor. Bu çocukları cezaevi yönetimi, adli mahkumlarla aynı yere koyuyor. Koğuş sorumlusu taciz ve tecavüz işlerini organize ediyor. Bu cezaevindeki tutuklulardan 56 kişi zaten taciz ve tecavüzden dolayı tutuklular. Bu çocukların bunların yanına konulması hiçte tesadüf değildir. “Taş atan” ço-

cuklar dışında, diğer çocukların taciz ve tecavüze uğradıklarına dair bir bilgi yok. Cezaevi yönetimi “taş atan” çocukları bilerek her koğuşa birer ikişer koyarak ezdirmeye çalışıyor. Gardiyanlar bu çocukları alıp adli mahkumların koğuşuna götürdüklerinde, “bu çocuklar iyi çocuklar iyi bakın!” diye adli mahkumlara teslim ettiklerini çocuklar anlatıyor. Pozantı Cezaevi’nde yaşanılanların kamuoyuna geniş bir biçimde yansımasından sonra, Adalet Bakanlığı İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi’yi arayarak müfettiş görevlendirdiklerini söylüyor. 28 Şubat’ta Veli Ağababa başkanlığında 5 kişilik bir CHP heyeti Mersin İHD’yi ziyaret ederek konu hakkında bilgi alıp Pozantı’ya gidiyor. Şiddete maruz kalan çocuklar müdüre gittiklerinde bizzat müdür tarafından da şiddete maruz kalıyorlar. Çocuklar, ayrı bir koğuşa yerleştirilme talepleri karşısında ise gardiyanlar tarafından sürekli işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını İHD’ye iletiyorlar. Durumlarını bildiren fax çekmek istiyorlar, engelleniyorlar. İHD Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi, çocuklara bin bir çeşit işkence uygulandığını saptadık-

larını belirterek, “Canice uygulamalarının cezaevi müdürü ve gardiyanların bilgisi ve onayı dahilinde yapıldığını” söyledi. Cezaevi Savcısı ile görüşen BDP, vahşeti Meclis’e taşımaya hazırlandığını açıklarken, Adalet Bakanlığı yazılı bir açıklama yaparak “3 müfettiş gönderdiğini’ duyurdu. Ada let Ba kanlığ ı Pozantı Cezaevi’nde 4 görevlinin görevden alındığını, 200 çocuğun Sincan Cezaevine’ne nakledileceğini açıkladı. Nakletme, sürgün çözüm değil. “Taş atan” çocuklar derhal serbest bırakılmalıdır. “Koşuyor altı yaşında bir oğlan, uçurtması geçiyor ağaçlardan, siz de böyle koşmuştunuz bir zaman. Çocuklara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin.” (Nazım Hikmet) 04.03.2012

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

ÇOCUKLARA KIYMAYIN EFENDİLER!

13


Adıyaman’daki Çocuklar Kim? A

dıyaman Karapınar Mahallesinde A lev ilerin oturdukları evlerin işaretlendiğini duyduğumuzda, Maraş katliamı aklımıza geldi. Maraş’ta da Alevilerin evleri işaretlenmiş, ardında o bilinen korkunç katliam gerçekleşmişti. Aynı oyun Adıyaman’da da mı gerçekleşiyor? Oluşan kamuoyu baskısına karşı, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, “üç çocuğun yaptığı iş” diyerek olayı örtbas etmeye çalıştı. Sahi sormak lazım İçişleri Bakanı’na; Maraş’ta yapılan katliam öncesinde kullanılan bir yöntem, 34 sene sonra, bugün “üç çocuğun” aklına nasıl gelebiliyor da, böyle bir “oyun” oynamaya kalkışıyorlar? Kendiliğinden oluyor değil mi? Hükümetin diğer bir üyesi Bülent Arınç, Adıyaman Vali’sinden aldığı bilginin “bu olayın birkaç çocuğun işi olduğunu gösteriyor” diyerek aynı dili konuştu. Biz bu çocukları çok iyi tanıyoruz! Bu çocuklar hangi çocuklar? Bu çocuklar, Umut Kitapevini bombalayıp bir kişinin ölümüne

neden olan “iyi çocuklar” olmasın? Hrant’ı katleden çocuklar mı? Hangi çocuklar bunlar? Alevi örgütlerinin temsilcileri; “Biz bu çocukları ve babalarını çok iyi biliyoruz” diyorlar. 3 Mart Cumartesi günü çeşitli illerden gelen binlerce Alevi ve duyarlı insanlar Karapınar Mahallesinde bir miting düzenlediler. Aleviler “Maraş’ı, Çorum’u, Sivas’ı unutmadıklarını ve unutmayacaklarını bir kez haykırdılar. Uludere’de 34 çocuk ve gencin üzerine bomba yağdıranları da unutmayacakları mesajını verdiler. Bu ülkede bugüne kadar hiçbir katliam yaşanmamış olsaydı, bu olayın münferit bir olay olduğuna inanabilirdik. Bu ülke tarihine bir göz attığımızda, Ermeni soykırımından, Dersim katliamından, 6/7 Eylül olaylarına, Maraş, Sivas, Çorum, Gazi Mahallesi… binlerce faili meçhul (siz belli okuyun) cinayetler, en son Uludere katliamı bu devletin sicilinin hiçte temiz olmadığını bize gösteriyor. Başbakan son günlerde dindar

bir gençlik yetiştireceklerini söyledi ve kamuoyu bunu tartışmaya başladı. Yaşanan tüm bu katliamlara baktığımızda, devletin katliamları dindar, milliyetçi gençlere yaptırdığını, ortak ettiğini biliyoruz. En son devletin İçişleri Bakanı’nın katılımıyla yapılan Taksim mitinginde Hocalı katliamı bahanesiyle, Ermenilere ve tüm halklara nefret kusuldu. Hakaret edildi, tehditler savuruldu. Açık ırkçı afiş ve sloganlar ise Başbakan tarafından “münferit olay” olarak adlandırılarak, ırkçı nefret görmezden gelindi. Aleviler bugüne kadar hep dışlandılar, baskı ve katliamlara maruz kaldılar. Kendilerini ifade etmeye çekindiler ve hep tedirgin davrandılar. 1927 yılında Sünni mezhebinin egemen olduğu Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak Alevi ve Müslüman olmayan diğer inançlardan insanlar dıştalandı. Aslında Sünni mezhebine dayanan dindar bir toplum yetiştirildi. AKP hükümeti bunu daha da pekiştirmeye çalışıyor.

Devlet, Alevilerden, diğer inançlardan insanlardan ve Ateistlerden aldığı vergilerle, Diyanete bütçeden önemli oranda pay ayırıyor. Sözüm ona göstermelik Alevi açılımı ile durumu kurtarmaya çalışarak göz boyuyor. İnançlar arasında ayrımcılık bizzat devlet tarafından yapılıyor. Alevilerin baskı ve katliamlara karşı verdikleri mücadelelerinde onların yanındayız. İnançlar üzerinde baskı uygulanmasının karşısındayız. Devlet ile din işlerinin kesin bir biçimde birbirinden ayrılmasından, devletin her inanca eşit derecede uzak durmasından, devlet açısından dinin kişinin özel işi olmasından yanayız. 04.03.2012

“Sağlıkta Taşeron Ölüm Demektir!”

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

B

14

u slogan, özellikle kamunun sağlık kurumlarında çalışanların örgütlü olduğu sendika, meslek örgütü, dernek vb kitle örgütlerinde örgütlü işçi ve emekçilerin miting ve yürüyüşlerde sıkça attığı bir slogan. Bu slogan; şimdiden önemli oranda özel sermayeye verilmiş ve tümden verilmek istenen devlet hastanelerinde hem çalışanlar hem de oralarda sağlık hizmeti almak zorunda olan emekçi halklarımız açısında var olan kötü ve gittikçe kötüleşen durumu özetliyor aslında...! Patronların devletinin politikası “önce bölüm bölüm taşerona ver, sonra özelleştir. Bunu yaparken de işçileri her türlü haktan yoksun; iş güvencesi olmayan köleler olarak çalıştır!” Şu an devletin sağlık kurumlarında çalışan laborant, hasta bakıcı, röntgen teknisyeni, hemşire, ebe, kayıt elemanı, tıbbi sekreter, ameliyathane teknisyeni, diyetisyen, psikolog, biomedikal teknisyeni, gıda mühendisi, biolog, eczane kalfası, atölye teknisyeni, güvenlik, temizlikçi bir çoğu 2006’dan beri taşeron elemanı

olarak çalıştırılıyor. Bu işçileri işe alan hastane yönetimi asıl işverenin hastane olduğu mahkeme kararları ile sabit olduğu halde kadroya alınmıyor. Taşeron işçilerini (özellikle sağlıkta taşeronda çalıştırılanları) örgütleyen Taş İş Der (Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği) işte bu haksızlık ve hukuksuzluğa karşı mücadelesini yürütüyor. Dernek yöneticileri iş ve sendika yasalarına göre hastanelerin tüm bölümlerinde çalışanların ayrı ayrı sendikalarda örgütlenmek zorunda oldukları, bu da

dernek kadar güçlü bir birliktelik sağlamayacaklarını düşündükleri için, dernek kurduklarını şimdilik sendikallaşma değil dernekleştiklerini söylediler. Sadece sağlık işkolunda değil tüm işkollarında taşeronda çalışanlarla dayanışmak ve yardımlaşmak için 2010’nun Mart ayından bu yana çalıştıklarını belirtiyorlar. Özellikle İstanbul Ün i v e r s i t e s i ‘n i n Ç a p a v e Cerrahpaşa Hastaneleri’nde taşeronda çalıştırılanları örgütlemeye çalıştıklarını 1000’in üzerinde kişiyi üye yaptıklarını hem hukuksal hem de meşru demokratik

haklarını kullanarak mücadeleye devam ettiklerini açıkladılar. Ücretli köleliğin en barbar yüzlerinden biri olan taşeron işçiliğinin Ocak ayında İstanbul’un en büyük üniversite hastanelerinden olan İstanbul Üniversitesi C e r r a hp a ş a Tı p Fa k ü l t e s i Hastanesi’nden 43 ve Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nden de 8 olmak üzere işten atılan toplam 51 işçi 20 Şubat 2012 gününden bu yana Bilgilendirme Çadırı açarak bu haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı dernek önderliğinde direniyorlar. Ayrıca Çapa’da taşeronda çalışan 400 işçinin daha Mart ayı sonunda işten çıkarılacağı duyumlarını aldıklarını belirten dernek, 29 Ocak 2012 günü Bilgilendirme Çadırı önünde bir Basın Açıklaması yaptı. YDİ ÇAĞRI gazetesi olarak, direnişlerinin 9. Gününde ziyaret ettiğimiz işçilerin basın açıklamasına biz de katıldık. İşçilerin bu açıklamasına başta İstanbul TTB olmak üzere birçok sendika da destek verdi. Açıklamada hastane yönetimine seslenilerek taşeronda çalışanla-


rın tümünün kadroya alınmasını, kimsenin işten atılmamasını, şayet bunları yapmazlarsa bilgilendirme çadırının direniş çadırına dönüştürerek üretimden gelen güçlerini sonun kadar kullanacaklarını açıkladılar. Bu mücadelenin sadece hastanelerde çalışan taşeron işçilerinin

mücadelesi olmadığını, herkese sağlık ve güvenli bir gelecek için mücadele ettiklerini belirterek herkesi bu mücadeleye destek verme çağrısında bulundular. İstanbul TTB Başkanı da burada yaptığı açıklamada, 10 yıldır AKP hükümetinin halkın sağlığını özel sermayeye teslim etmeye

çalıştığını, buna karşı ortak mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı. İstanbul Sağlık Hakkı Meclisi kurulduğunu 11 Mart 2012’da Ankara’da Türkiye Büyük Sağlık Meclisi toplanacağını belirterek herkesi ortak mücadeleye çağırdı. Direnişçi işçiler ve destekleyenlerle birlikte100’e yakın kişi döviz-

ler taşıyarak sloganlar eşliğinde Dekanlık binasına kadar yürüdüler. Orada da hastane yönetiminin alınan mahkeme kararlarına uyarak atılan işçilerin işe geri alınmasını ve taşeronda çalışanların tümünün kadroya alınmasını istediler. 10 Mart 2012

DÜNYADAN İŞÇİ HABERLERİ

A

görüşmelerinin ikinci turu 12 ve 13 Mart günlerinde yapılacak. Bu tarihe kadar Verdi, Almanya'nın değişik bölgelerinde grevlere devam edecek. A l m a ny a'd a makinistlerin grevi, CeBIT'i de etkileyecek l m a n y a' d a makinistlerin grevi, dünyanın en büyük teknoloji fuarı CeBIT'i zora sok tu. Fuar ı n üçüncü gününe denk düşen tam gün grevin, fuarın ev sahibi Hannover kentindeki ve başka şehirlerden Hannover'e ulaşımı felç etmesi bekleniyor. Alman Makinistler Sendikası'nın (GDL), 8 Mart Perşembe günü grev yapacağını ilan etmesi üzerine CeBIT yetkilileri, dünyanın dört bir yanından fuarı gezmek için gelen misafirlerin yolda kalmaması için önlem arayışına girdi. Şehir içinde ve CeBIT'e gelecek yabancı ziyaretçilerin ana durakları olabilecek büyük şehirlerden Hannover'e özel otobüs seferleri koyan yetkililer, Hannover halkından da yardım istedi. CeBIT yönetimi, başlattığı ''Kırmızı Nokta'' kampanyasıyla hem ziyaretçilere, hem de Hannover halkına, üzerinde ''CeBIT 2012'' yazan kırmızı bir sembol dağıttı. Hannoverli sürücülerin, bu sembolü taşıyan ziyaretçileri şehrin herhangi bir noktasından fuara veya fuar için

A

göstererek uyarı grevine gidilmesi çağrısında bulundu. Kaynak: Dünya Bülteni Kenya'da Hemşire Kıyımı enya'da daha iyi çalışma koşulları için grevde olan 25 bin hemşirenin işten atıldığı duyuruldu. Kenya hükümeti, grevci 25 bin hemşireyi işten çıkardığını açıkladı. Hükümet sözcüsü Alfred Mutua, emekli olan ya da işsiz tüm sağlık personelinin, işten çıkarılan sağlık görevlilerinin yerini doldurmak üzere başvurmasını istedi. Çoğu hemşirelerden oluşan sağlık personeli daha iyi ücret, fazla mesai ödemeleri ve daha iyi çalışma koşulları talebiyle iş bırakmıştı. Grevi örgütleyen sendika sözcüsü Alex Orina ise bunun bir pazarlık taktiği olduğunu belirterek şunları kaydetti: "Bunlar kedi fare oyunları. Tüm sağlık çalışanlarını kovamazsınız. Bu bize yeniden işbaşı yaptırmak için bir taktik. Ancak taleplerimiz yerine getirilene kadar greve devam edeceğiz."

K

Yunanistan'da Eylemler devam Ediyor unanistan hükümeti, troykadan aldıkları 130 milyar Euro karşılığında verdikleri kesinti sözlerini bir bir yerine getirirken, halk yine sokaklarda. Yunanistan’da hükümet, gece saatlerinde emekli maaşlarında ve sağlık harcamalarında kesinti öngören paketi meclisten geçirirken, günlük hayatın bir parçası haline gelen eylem dolayısıyla halk so-

Y

Mart 2012 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

Almanya'da Grev Dalgası lmanya'da 'Verdi' Sendikası tarafından daha önceden bildirilen grevlerin ilki metro çalışanları tarafından uyarı grevi olarak Frankfurt'ta 6 Mart’ta başladı. Almanya'da Frankfurt ve Berlin havaalanlarındaki dış hizmet ve yolcu hizmetlerinde çalışan işçilerin grevlerinden sonra, şimdi de yine Frankfurt'ta metro sürücülerinin grevi başladı. Alman 'Verdi' sendikası Hessen Eyaleti Bölge Başkanı Jürgen Bothner'in verdiği bilgiye göre 6 Mart’ta metro çalışanlarının grevi bütün gün devam edecek. Gün boyunca Frankfurt ve çevresinde tramvay ve metro ulaşımı duracak. Greve belediye idaresindeki memurlar, hastane ve ana okulu çalışanları ile diğer bazı kamu kuruluşlarında çalışanlar da katılıyor. Verdi, federal, belediye ve eyalet yönetimlerine bağlı kamu kuruluşlarında çalışan yaklaşık 125 bin kişinin grev yapmasını beklediklerini bildirdi. Rheinland-Pfalz Eyaletinde beş hastanenin çalışanları uyarı grevine katıldı. Verdi sözcüsünün verdiği bilgiye göre eyalette temizlik işçileri de greve katılanlar arasında yer aldı. Yakın ulaşım sadece Kaiserslautern şehri ve civarında sağlanabiliyor. Burada yaklaşık 5 bin işçinin greve katıldığı bildirildi. Bir sendika sözcüsü, Saarland Eyaletindeki grevlerde ağırlığın Saarbrücken şehri ile Schmelz civarındaki belediye idarelerinde olduğunu belirtti. Verdi, bu bölgede yaklaşık 800 memurun işi bırakmasını bekliyor. Sözleşme

özel servislerin kalkacağı ana tren garına taşımaları istendi. Kampanyaya katılan sürücülere, aynı sembolleri araçlarına yapıştırmaları çağrısında bulundu. CeBIT'i organize eden Deutsche Messe'nin yöneticisi Ernst Raue yaptığı açıklamada, ''Hannover halkıyla birlikte ziyaretçilerimiz için elimizden gelenin en iyisini yapacağız'' dedi. Alman Makinistler Sendikasının grev için neden tam da CeBIT haftasını seçtiğini anlayamadıklarını belirten Raue, ''Bazı ziyaretçilerimiz hiç durmadan 24 saatten uzun süren yolcuklarla CeBIT'e geliyorlar ve şimdi yerel bir grev yüzünden fuara 5 kilometre mesafede öylece kalacaklar. Buna inanamıyorum'' diye konuştu. 6 Mart'ta açılan ve 10 Mart'a kadar sürecek olan CeBIT'in bu yıl 340 binin üzerinde ziyaretçi çekmesi bekleniyordu. İşveren konumundaki kamu yönetimleri yapılan toplu sözleşme görüşmelerinde somut bir ücret artışı teklif etmedi. Verdi Sendikası ile kısa adı DBB olan Alman Memurlar Birliği ise Almanya genelindeki toplam iki milyon kamu çalışanı için yüzde 6.5 oranında maaş artışı talep ediyor. Aslında toplu sözleşme görüşmesinin süresi sona ermeksizin uyarı grevleri yapılmasına izin verilmiyor. Çalışanlar toplu sözleşmenin süresi bittikten bir ay sonra uyarı grevine gidebiliyor. Ayrıca taraflar arasında bir uzlaşma sağlanamaması da şart. Sendikalar kamu sektöründeki toplu sözleşme görüşmelerinde işverenle aralarında ücret artışı konusundaki rakamların birbirine çok uzak olduğunu gerekçe

15


kaklara akın etti. Halk meşruiyetini yitirmiş hükümetin yıkım planına karşı her gün eylemler yapıyor. Buna karşın hükümet planı, bin 300 Euro'nun üzerindeki maaşları yüzde 12 oranında düşürecek. Maaş kesintilerini ve sağlık sektöründe yapılacak kesintileri protesto eden özel sektör işçileri ve kamu çalışanları, bir kez daha iş bırakma eylemi yaptı. Atina’da sokakları işgal eden Yunanlılar bu kez ülkedeki Avrupa Birliği merkezi önünde eylem yaptı. Kesinti planlarından bıkan Yunanlılar, Brüksel'e karşı öfkeli. Ülkelerinin yeni sömürge haline getirildiğini ifade eden Yunanlılar, eylemlerinde birliğin en büyük ekonomisi ve yıkım planının mimarı olarak görülen Almanya'yı hedef alıyor. Halk, Merkel'in ülkelerine karşı tutumunu Nazi rejimine benzetiyor. Av r u p a d a E m e k ç i l e r Ekonomik Paketlere Karşı Eylemdeydi Brüksel’de zayıf buluşma ülkeden 80 sendikanın bir araya gelerek oluşturduğ u Av rupa Sendi kalar Konfederasyonu’nun üyeleri, krizle mücadele adına faturayı yoksul halka ve emekçilere kesen politikalara karşı, 29 Şubat’ta Brüksel’de buluştular. Sayıları ancak 500 civarında olan sendika temsilcileri, AB Konseyi önündeki eylemlerinde bankalardan mali işlemler vergisi alınmasını, vergi kaçağının önlenmesini ve ortak tahvil çıkarılmasını önerdi. Avrupa Sendikacılar Konfederasyonu Başkanı Bernadette Segol basına

36

verdiği demeçte kemer sıkma paketlerinin alternatifleri olduğuna dikkat çekti. Sendika temsilcileri ile görüşen AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ise krizle mücadele karşısında yükün daha adil paylaştırılması konusunda emekçilere hak verdiğini ifade etti. Ancak Barroso, taleplerin yerine getirilmesinin zor olduğuna da dikkat çekerek ”Vergilerin çok artırılması halinde Avrupalı şirketler küresel rekabette zorlanır. Sosyal modeli sürdürmeliyiz ama reform da gerekiyor” dedi.

Fransa’da her kent eylem yeri görüşmelerinin yapılacağı Brüksel’in yanı sıra pek çok merkezde de eylemler vardı. Paris’te daha fazla adalet ve dayanışma isteyen yaklaşık 10 bin kişi Bastille Meydanı’ndan Nation Meydanı’na doğru bir yürüyüş gerçekleştirdi. Kemer sıkma paketlerine artık ‘evet’ demeyeceklerini haykıran emekçiler, ”Bu bizim krizimiz değil”, “Daha fazla sosyal adalet”, “Faturayı zenginler ödesin” gibi pankartlar taşıdılar.

AB

Fransa’da Lyon, Nantes ve Bordeaux kentlerinde de binlerce kişi sokaklara çıktı. Marsielle kentindeki eylemlerde ise işçiler ve polis arasında ufak çaplı çatışmalar yaşandı. İ s p a n y a ’d a s o k a k l a r öğrencilerin spanya’daki eylemlere günlerdir sokaklarda olan öğrenciler damgasını vurdu. Valencia, Barcelona ve Madrid başta olmak üzere yaklaşık 40 kent ve kasabada alanları dolduran on binlerce üniversite, lise ve ortaokul öğrencisinin hedefinde eğitime ayrılan payda kısıtlamaya giden merkezi

İ

ve bölgesel yönetimler vardı. Barcelona’daki eylemde yürüyüş güzergahına polis barikatı kurulması üzerine öğrenciler polisle çatıştı. Saatler süren çatışmada gaz bombalarına taşlarla karşılık verilirken, çöp bidonları da ateşe verildi. Harçların kaldırılması ve eğitimin parasız olması talebinin görünür olduğu eylemlerde, eğitimdeki temizlik, beslenme gibi hizmetlerin sunulamaz hale gelinmesine karşı da tepkiler vardı. Öğrencilerin pankartlarında ortaokul öğrencilerine üst üste sa ldırı lar düzen leyen polis de vardı. “Polisler yok olsun”, “Polissiz bir dünya”, “Faşizm yeniden İspanya’da” pankartları taşındı.

Gözler Atina’daydı vrupa’daki ekonomik krizim simgesi haline gelen ve geçtiğimiz haftalarda ‘yıkım’ anlamına gelen bir reform paketinin onaylandığı Yunanistan’da eylemlerin adresi Atina’ydı. İşçi ve kamu çalışanları sendikaları yarım gün iş bırakma eylemi ile tepkilerini gösterdiler. İş bırakma eylemlerinde belediye binaları işgal edildi. “Yeter artık” pankartları ve dövizleri ile yürüyen Yunanistan emekçilerine Avrupa’nın pek çok kentinden de destek geldi. Paris’teki eylemlerde “Hepimiz Yunanistanlıyız, emekçiyiz” pankartı dikkat çekti.

A

P o r t e k i z 2 2 M a r t ’a hazırlanıyor konomik krizin derinden etkilediği bir başka ülke olan Portekiz’de binlerce kişi emek alanına yönelik saldırılara karşı yürüdü. Haklarının gasp edilmesine izin vermeyeceklerini söyleyen emekçiler, vergi zamlarını da maaş kesintilerini de kabul etmeyeceklerini pankartlarında yazıya döktüler. Portekiz’deki eylemlerde “insanca bir yaşam” talebi de pankart ve dövizlerde yerini aldı. Lizbon’daki eylemlerde yapılan konuşmalarda Portekiz emekçileri için 22 Mart’taki grevin önemi anlatıldı. Portekiz’den ve Yunanistan’dan yakılacak ateşin

E

Avrupa’yı Uluslararası Para Fonu derdinden kurtaracağı söylenen açıklamalarda emekçilerin tüm gücüyle 22 Mart’ı örgütlemesi gerektiği belirtildi. Hindistan'da Genel Grev Hayatı Durdurdu indistan'da milyonlarca işçi, çalışanların haklarının iyileştirilmesi ve artan fiyatları protesto etmek için bir günlük genel greve gitti. Tüm çabalara rağmen hükümetin sendikaları greve gitmeme konusunda ikna etmeyi başaramadığı belirtilirken; sendikalar, hükümetin enflasyonu kontrol altına almasını, işçilere sosyal güvenlik haklarını tanımasını ve kamu şirketlerinin hisselerinin halka arzının durdurulmasını talep ediyor.

H

Ülkede özellikle komünist partilerin etkili olduğu Kerala, Batı Bengal ve Tripura'da grevcilerin karayolları kapattığı bildirildi. Ülkenin başkenti Yeni Delhi'de de işçilerin yolları kapattığı bilgisi gelirken, kamu kuruluşlarının yanı sıra bankalar, fabrikaların ve dükkanların da kapılarının kapalı olduğu göze çarpıyor. Yeni Delhi'de eylemcilerin anayolları trafiğe kapatması üzerine kitle ve polis arasında gerilim yaşandığı haberleri geliyor. Ayrıca devlet kurumlarının kapısına grev pankartı asan emekçiler, vatandaşlara grev dolayısıyla kurumların çalışmayacağını daha önceden haber verdi. Ülkede son dönemlerin en geniş katılımlı grevi, aralarında Hindistan Ulusal İşçi Sendikası Kongresi'nin de bulunduğu 11 işçi sendikası tarafından düzenleniyor. Grevin, 2009'da yönetime gelen Manmohan Singh başbakanlığındaki hükümet için bir sınav olacağı yorumu yapılıyor. 08.03.2012

Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Aziz Özer • Yönetim Yeri ve Adresi: Fatih Mah. Bahçeyolu Cad. Ülbeği İş Merkezi No: 9 Kat: 4 Esenyurt - İstanbul • Tel/Fax: (0212) 620 67 57 • e-mail: mail@yid.ydicagri.org • web: www.yid.ydicagri.org YDİ ÇAĞRI Sayı 156’nin İşçi Özel Sayısı • Mart 2012 • Fiyatı: Türkiye: 1,00 TL · Türkiye Dışı: 1,00 Avro Baskı: Berdan Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 215-216-239 Topkapı/İstanbul Tel: (0212) 613 11 12 • Yayın Türü: Yerel Süreli


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.