Yeni Dünya İçin ÇAĞRI • Özel Sayı • Mayıs2013 • Fiyatı: 1,00 TL
1 MAYIS ve TAKSİM
THY’LARINDA GREVE DOĞRU…
Tunus Dersleri
Güvercin Anıldı
METAL İŞÇİLERİNİN EYLEMLERİ SÜRÜYOR
FULL PET İŞÇİLERİ DİRENİŞLERİNİ YARGIYA TAŞIDI
KÖYCEĞİZ’DE KÖYLÜLER 2B YE KARŞI EYLEM YAPTI
Emekçiler Torba'ya Girmeyecek!
Taksim ve 1 Mayıs
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Bu yıl ki 1 Mayıs kutlamalarına yine Taksim damgasını vurdu. 2012 1 Mayıs’ından sonra artık Taksim alanının işçi ve emekçilere de açıldığını düşünmeye başlamıştık. Ancak bu elbette yıllarca süren ve 2011 yılında kesinleşen bir mücadele sonucunda olmuştu. Bu yıl yeniden tüm imkanları ile devlet seferber oldu ve Taksim alanını yine sadece işçi ve emekçilere kapattı. Hemen birkaç gün sonra ise futbol fanatiklerinin alanı doldurmasına izin verilmesi bunun en büyük göstergesiydi. Gazcı Vali olarak tanınan İstanbul eski valisi, şimdiki İçişleri Bakanı Muammer Güler, futbol fanatiklerinin alana girmesi, ancak 1 Mayıs kutlamalarına izin verilmemesi çelişkisinin gösterilmesi üzerine “spontane oluyor” diyerek durumu özetledi. Örgütlü olursanız alana giremezsiniz! 1 Mayıs tartışmaları sürecinde de devlet hep bir ağızdan “güvenlik” gerekçesini öne sürdü. Oysa asıl güvenlik sorunu Taksim’in işçi ve emekçilere kapatılması ile yaşandı. İstanbul tam bir abluka altına alındı. Bırakın Taksim alanına gitmeyi, bir semtten diğer bir semte gitmek bile engellenmişti. Toplu taşıma araçları kaldırılmış, köprü ulaşımları engellenmişti. Özel araçlarla gidenler de durduruluyordu. Ve güvenlik gerekçesini öne sürenler birçok insanın yaralanmasına (2 kişinin hayati tehlikesi var) neden oldular. Oysa 2012 yılı 1 Mayıs’ında gördük ki devlet bu işin uzağında durduğunda, herhangi bir olay yaşanmadan 1 Mayıs mitingi gerçekleştiriliyor.
2
Taksim şartı mı?
Tüm bunlara rağmen 1 Mayıs öncesinde hemen herkesin aklına gelen ve yapılan bir tartışmaya değinmek gerekir. Taksim alanı şart mıydı? 1 Mayıs mitingi başka bir alanda yapılamaz mıydı? İst a nbu l Va l i l iğ i Ta k si m Meydanında inşaat çalışması olduğundan “güvenlik” gerekçesini öne sürerek alana izin veremeyeceklerini açıkladı. Taksim Meydanında inşaat olduğu, inşaat nedeniyle Tarlabaşı Bulvarı ve Şişli yönünden meydana girişlerde sıkıntı olduğu doğrudur. Ancak bu sıkıntı, meydanın küçük bir bölümünde süren inşaat, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına engel olacak düzeyde değildir. Kaldı ki sonrasında Başbakan Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar, Taksim yasağının bu yıla özgü olmadığı, gelecek yıllarda da Taksim 1 Mayıs alanının işçilere, emekçilere kapatılacağı anlaşılmaktadır. Zaten futbol fanatiklerine alanın ardına kadar açılmış olması, bunun en büyük kanıtıdır. Devlet 2011 1 Mayıs’ının rövanşını almış ve 2012 1 Mayıs’ındaki kitleselliği
bir daha görmek istemiyor. Tüm bunlara rağmen Taksim alanı tartışması içerisinde işçi ve emekçilerin talepleri duyulamamıştır. Burada sendikaların da rolü büyüktür. 1 Mayıs’ı alan tartışması içerisine hapsetmiş ve alana gireceklerini iddia etmiş olmalarına rağmen, bu konuda yeterli çabayı göstermemişlerdir. Oysa Taksim alanına girmeyi istemenin etkili ve kitlesel bir mücadeleyi gerektireceği açıktır. Sendikalar bu çabayı gösterememiş günü kurtarma telaşı içerisinde hareket etmişlerdir. 1 Mayıs için sendikaların Taksim ısrarı değişik çevrelerden eleştiri aldı. Mitingin başka bir alana alınabileceği, önemli olanın birleşik, kitlesel ve işçi-emekçilerin taleplerine uygun bir eylem yapılması gerektiği dile getirildi. Hatta bazı siyasi gruplar ve sendikalar bunu pratikte gerçekleştirerek başka alanlarda miting düzenlemeyi tercih ettiler. Elbette 1 Mayıs gibi önemli bir gün sadece alan tartışmasına indirgenmemelidir. İşçi sınıfının 1 Mayıs’ta kendi talepleri ile alan-
ları doldurması, gücünü göstermesi; alan tartışmasına kurban edilmemelidir. Önemli olan işçi ve emekçilerin talepleridir. Ancak Taksim alanının işçi sınıfının bilincinde ve mücadelesinde apayrı bir yerinin olduğu unutulmamalıdır. Ve nihayet sonuç göstermiştir ki Taksim alanı devlet içinde bir egemenlik mücadelesinin aracı haline dönüşmüştür. Devlet işçi sınıfına karşı Taksim Meydanını vermek veya vermemek üzerinden egemenliğini kanıtlamaya girişmiştir. Bundan sonra da bu mücadele sürecektir. Buna rağmen Taksim alanın bir fetiş haline dönüştürülmesine karşı çıkmalıyız. Hele hele bazılarının yaptığı gibi Taksim’de ısrarın devrimde ısrar olduğunu iddia etmenin hiç bir anlamı yoktur. Eğer gerçekten Taksim’i (ki sadece Taksim’i değil, tüm dünyayı) kazanmak istiyorsak bunun için var gücümüzle örgütlenmek ve mücadele etmek görevimizdir. Biz gerçek amaçlarımız doğrultusunda çalıştıkça Taksim’i yeniden ve tekrar kaybetmemecesine 1 Mayıs alanına dönüştürmek kolaylaşacaktır. İşte bu bilinçle şimdiden 2014 1 Mayıs’ına hazırlanmalıyız.
İstanbul dışında 1 Mayıs…
İstanbul dışında 1 Mayıs eylemleri büyük oranda sorunsuz bir şekilde gerçekleştirildi. Bazı bölgelerde işçilerin kitlesel katılımı oldu. Özellikle metal sektörü toplu sözleşme görüşmeleri sürecinde metal işçilerinin birçok bölgede eylemleri kitlesel katılımı oldu. Kuzey Kürdistan’da yapılan eylemlerde “barış süreci” ön plana çıktı. Diğer bölgelerdeki eylemlerde de Kürt sorununun çözümüne ilişkin talepler vurgulandı. Ancak yapılan eylemlerin hemen hepsi reformist içerikli ve AKP karşıtlığına dayanmaktaydı. Sadece devrimci grupların kortejlerinden 1 Mayıs’ın kızıllığına vurgu yapılıyordu. Ve belki de en önemlisi mitinge katılanların genel toplamı içerisinde sendika üyesi işçilerin katılımı yarıdan azdı. Sendikaların gerekli önemi göstermemeleri, sadece birkaç gün kala klasik basın açıklamaları ve çağrılar ile yetinmeleri işçilerin eylemlere katılımı her geçen gün azaltmaktadır. 08.05.2013
İSTANBUL’DA BOL GAZLI 1 MAYIS 2013 1 Mayıs’ında İstanbul’da Taksim alanı işçilere, emekçilere bir kez daha kapatıldı. Taksim Meydanı 1 Mayıs 1977 katliamından sonra işçilere, emekçilere kapatılmıştı. 1 Mayıs alanı uzun süren mücadele sonucu, bedeller ödenerek yeniden kazanıldı. Egemen güçler Taksim Meydanının yeniden kazanılmasını, 1 Mayıs’ın giderek artan şekilde kitlesel kutlanmasını hazmedemedi. 1 Mayıs alanında, 1 Mayıs’ı kutlama yasaklandı. 1 Mayıs günü İstanbul’da olağanüstü ha l uyg u landı. Metrobüs, Otobüs, vapur, metro, Tramway çalışmadı. Haliç üzerinde bulunan Galata ve Atatürk köprüsü trafiğe kapatıldı. İstanbul Valiliği, AKP hük ü me t i; T Ü R K-İŞ, DİSK , KESK, TTB’den oluşan Tertip Komitesinin 1 Mayıs’I Taksim’de kutlama başvurusuna verdiği cevap Taksim alanını işçilere kapatmak, 1 Mayıs kutlamasını yasaklamak oldu.
Valilik, hükümet Taksim Meydanında yayalaştırma projesi doğrultusunda “inşaat çalışması, çukur olduğu, işçilerin çukura düşeceği” bahanesini öne sürdü. İnşaatın bahane olduğu, asıl amacın Taksim 1 Mayıs alanını işçilere, emekçilere kapatmak olduğu aşikardır. Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları dikkate alındığında, Taksim yasağının
bu yıla özgü olmadığı, gelecek yıllarda da Taksim 1 Mayıs alanının işçilere, emekçilere kapatılacağı anlaşılıyor. Taksim Meydanında inşaat olduğu, inşaat nedeniyle Tarlabaşı Bulvarı ve Şişli yönünden meydana girişte sıkıntı olduğu doğrudur. Ancak bu sıkıntı, meydanın küçük bir bölümünde süren inşaat, 1 Mayıs’ı Taksim’de kut-
lamaya engel değildir. Mecidiyeköy, Şişli, Okmeydanı, Dolapdere, Tarlabaşı, Beşiktaş Meydanı, Barbaros Bulvarında toplanan gruplara polis saldırısı sonucu saatler süren yoğun çatışmalar yaşandı. YDİ ÇAĞRI okurlarının bir bölümü Mecidiköy’den Şişli’de bulunan DİSK binasına kadar sloganlar atarak yürüdü. “1 Mayıs kızıldır, kızıl kalacak!, Yaşasın 1 Mayıs, bıji yek Gulan!, Fabrikalar kalemiz, yaşasın Bolşevik mücadelemiz!” vb. sloganlarını atan okurlarımız burada polisin saldırısına maruz kaldı. Okurlarımız ara sokaklarda polisin saldırısına direnen kitle ile birlikte hareket etti. Şişli’nin ara sokaklarında çatışmalar saatler sürdü. Çeşitli noktalarda polisle yaşanılan çatışmalar, polisin saldırısı sonucu üç kişi ağır olmak üzere, onlarca kişi yaralandı. Onlarca kişi de gözaltına alındı. 01.05.2013
BİR MAYIS ÇALIŞMASINDAN… sinde birçok fabrika duvarına: “Yaşasın 1 Mayıs, Biji Yek Gulan, Taşeronlaştırmaya-Kuralsızlığa karşı Bir Mayısta Alanlara, Bir Mayısta Alanlara Bolşevik Saflara” yazılaması yapıldı. Avcılar Ambarlar bölgesinden başlayarak Sefaköy’e kadar olan E-5 hattı boyunca iki yönlü afişleme yaptık. Bağcılar bölgesinde hem yazılama, hem de afişlerimiz duvar-
ları süsledi. “Kuralsız, güvencesiz çalışmaya, taşeron sistemine karşı, gerçek barış için BİR MAYIS’ta alanlara” başlıklı bildirimizden binlerce adet, işçilerin servis güzergahlarında dağıtarak, işçileri, emekçileri 1 Mayıs’ta alanlara çağırdık. 1 Mayıs öncesinde yaptığımız çalışmalarla başarılı bir faaliyet yürüttük. 1 Mayıs İstanbul’da
yasaklandığı için bu çalışmanın sonucunu birebir göremedik. Fakat yasağa rağmen çok sayıda arkadaşımız ile 1 Mayıs’ı kutlamak için Şişli’ye gitmiş olmamız oldukça sevindiricidir. Yaşasın Bir Mayıs! Bıji yek Gulan! Fabrikalar Kalemiz, Yaşasın Bolşevik Mücadelemiz! 03.05.2013 YDİ Çağrı Okuru
SICAĞA RAĞMEN ADANA’DA 1 MAYIS COŞKUSU…
Adana’da düzenlenen bu yıl ki 1 Mayıs mitingi, önceki yıllardan daha fazla hissedilen sıcak havaya rağmen coşkuluydu. Saat 12’den
itibaren Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu önü nde topl a n m ay a b a ş lanıldı. Saat 13’te İst a s yon Meydanına doğru yürüyüşe geçildi. İki koldan ilerleyen sendikalar, siyasi partiler, devrimci örgütler, sanat ve spor örgütlerinde gençliğin ve coşkularının bir hakimiyeti vardı. Bu yıl yürüyüş önceki yıllara göre daha
renkliydi de. Adana Demirspor taraftarları, bisikletçiler, müzisyenler mitinge ayrı bir hava ve canlılık kattılar. Özellikle Adana Demirspor taraftarlarının coşkuları ve devrimci sloganları görülmeye değerdi. Sol kolda DİSK’e bağlı sendikalar Genel-İş, Emekli-Sen, Dev Sağlık-İş ve Sosyal-İş, KESK’e bağlı sendikalar Eğitim-Sen, Kültür Sanat-Sen, Tarım Orkam-Sen, BES, Haber-Sen, Yapı Yol-Sen, BTS ve SES yer aldı. Sendikaların arkasından Adana Tabip Odası, Eczacılar Odası üyeleri yürüdüler. Sendikalar ve odalardan
Halkevleri, BDSP, Devrimci Proletarya, Devrimci Hareket, Mücadele Birliği Platformu, P role t er D e v r i mc i D u r u ş , Devrimci Yolda Özgürlük, DHF, Ydi Çağrı ve Alınteri yürüdü. Devrimci örgütlerden sonra HDK bileşenleri BDP, EMEP, Kadın Emeği Kolektifi, TÖP ve SDP kortejleri yer alıyordu. S a ğ k o l d a i s e Tü r k-İ ş’e bağlı TÜMTİS, Demiryol-İş, Belediye-İş, Tes-İş, Yol-İş, Harb-İş, Tek Gıda-İş, GMİS, Petrol-İş, Tez Koop-İş sendikaları vardı. Türkİş’e bağlı sendikaların arkasından Eğitim-İş Sendikası, Tunceliler
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
İşçi sınıfın birlik, mücadele, dayanışma günü olan 1 Mayıs’a 3 hafta kala çalışmalarımıza başladık. “Kuralsız, güvencesiz çalışmaya, taşeron sistemine karşı, gerçek barış için BİR MAYIS’ta alanlara” ibaresinin yazılı olduğu afişlerimizi birçok bölgede yaptık. A f işleri mi zi n ya nı sı ra Eseny urt fabrikalar bölge-
3
Derneği, TMMOB, Adana Alevi Gençliği, Çağdaş Demokrat Mali Müşavirler Derneği, Atatürkçü D ü ş ü n c e D e r n e ğ i , Ad a n a Demirspor taraftarları, CHP, DSP, TGB ve İP yürüdü. Bu kortejlerin arkasından ise ÖDP, DİP, İHD, ESP, SGD ve SYKP kortejleri yürüdü. Yürüyüş boyunca sıcak havaya rağmen sloganlar yükseliyordu. Özellikle sol ve sağ kolda yürüyen ve farklı siyasal düşüncelere sahip kortejlerin karşılaşması sırasında sloganlar daha gür bir şekilde atılıyordu. Adana Demirspor taraftarları ile içinde bizimde yer aldığımız devrimci örgütlerin kortejlerinin buluşmasında karşılıklı olarak “Yaşasın Devrimci Dayanışma”, “Faşizme Karşı Omuz Omuza” sloganları
yükseldi. İP gibi faşist bir partiyle karşılaşılınca da kortejlerimizden “Kahrolsun Kemalist Faşist Diktatörlük ”, “Faşizme Karşı Omuz Omuza” sloganları yükseldi. Tüm kortejler alana girdiğinde 1 Mayıs programı başlatıldı. Ancak alanın yarısı artık boşalmıştı. Alanda Tertip Komitesi adına Eğitim-Sen Şube Başkanı Kamuran Karaca bir konuşma yaptı. Mücadelede ölen insanlar için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu ve kürsüden mitinge katılanlar Türkçe, Kürtçe ve Arapça selamlandı. Mitinge esas olarak yine AKP karşıtlığı ve reformizm damgasını vurdu. Az da olsa bazı sendikalar Türk bayrakları ile yürüdüler. Mitinge katılımı sendikalardan
çok siyasi partiler ve örgütler sağlamıştı. Katılanların çok önemli bir çoğunluğunu da gençler oluşturuyordu. Bizler üzerinde “Kapitalizme ve Reformizme Karşı İLLE DE DEVRİM” yazılı bir pankartla, f lamalarımız ve çok sayıda dövizle yürüyüşe katıldık. 1 Mayıs’ın hafta içine denk gelmesine ve yoğun sıcağa rağmen hem bizim kortejimizde hem de genel olarak mitinge katılım iyiydi. Mitinge 10 binin üzerinde bir katılım olmuştu. Yürüyüş boyunca 1 Mayıs kızıldır kızıl kalacak, Yaşasın sınıf dayanışması, Kahrolsun ücretli kölelik düzeni, İşçiler emekçiler birleşirse başlar patronlar titremeye, Yaşasın devrim ve sosyalizm, Türk Kürt Ermeni yaşasın
halkların kardeşliği, Marks Engels Lenin Stalin önderimiz İbrahim İbrahim Kaypakkaya, Arabız isyancıyız kavgada ısrarlıyız, Mişen hurri menimşi (Arapça, Özgürlük için yürüyoruz), Kurtuluş için ille de devrim sloganlarımızı attık. Kontrol noktasında Polis yayınlarımızı kontrol amacıyla bazı arkadaşlarımızı durdurdu. Yayınlar sorgulandı, bu sırada bekletilmemiz üzerine tepki gösterdik. Kısa süre sonra yayınlarımızı da alarak yürüyüşe devam ettik. Alana girdiğimizde Biz Kimiz ve Dört Duvar bültenlerinin ve Yeni İşçi Dünyası, Yeni Dünya İçin Çağrı ve Güney dergilerinin satışını yaptık, 1 Mayıs bildirilerimizi dağıttık. 02.05.2013 Yeni İşçi Dünyası / Adana
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
BURSA’DA 1 MAYIS
4
Bursa’da Altı Parmaktan başlayan ve kent meydanında son bulan yürüyüş ve mitinge yoğun katılım vardı. Uzun beklemeden sonra saat 14.00’de başlayan yürüyüşte yoğun güncel talepler dile getirildi. Devrimci grupların önemli bir bölümü Bursa mitingine katıldı. Bir bölümü ise İstanbul’a Taksim mitingine katılacağını açıklamıştı. Sabah erken saatlerden itibaren, İstanbul’a feribot seferleri iptal edildi. Miting alanında Türk Metal Sendikası önemli oranda alanı kapatmış durumdaydı. Sahne önünü tutmaları mitingin gergin geçeceğinin işaretiydi. 2012’de Türk Metal Sendikası üyesi Bosch işçileri, sendikadan istifa ederek BMİS’na geçmişlerdi. O zamandan bu yana defalarca taşeron Türk Metal sendikası Bosch işçilerine saldırdı. Sermayenin tarafsız Çalışma Bakanı ve tarafsız hukuku (!!??) taraflı karar vererek, Bosch’da yetkinin Türk Metal Sendikasında olduğu kararını
verdi. Bu konuda mahkeme süreci devam ediyor. Bu gerginlik eyleme de yansıdı. Birleşik Metal İşçileri sendikasının da alana gelmesiyle beraber ortam hareketlenmeye başladı. Yaklaşık bir saate yakın saldırgan ve provakatif tavırlarıyla Türk Metal ortamı germeye çalıştı. BMİS oyuna gelmeyerek
provokasyonlara fırsat vermedi. Mikrofondan yapılan uzun müdahalelere rağmen sonunda kavga çıkmadan; Türk Metal tabanını, miting konuşmaları, gurup ve partilerin alana gelmesini beklemeden alanı terk etti. Mikrofondan çok yoğun şekilde İstanbul Taksim’de yaşanılan gelişmeler duyuruldu. AKP ve po-
lisin tavrı protesto edildi. Ortamı germenin böyle bir dönemde doğru olmadığı belirtilerek, herkes sorumluluğa davet edildi. Sendikalar kortejlerinden yoğun şekilde AKP’yi teşhir eden sloganlar atıldı. Taşeronlaştırma, sendikal haklara saldırı yoğun olarak teşhir edildi. Son yıllarda CHP’nin 1 Mayıs mitingine katılması ve 1 Mayıs’ın içeriğini CHP’nin propagandasına çevirmeleri, 1 Mayıs’a yapılan en büyük saldırı görünümü veriyordu. Sanki 1 Mayıs işçilerin mücadele günü değil, M. Kemal için düzenlenen bir gün. CHP yoğun olarak, M.Kemal’in resimlerini, flamalarını, bayrakları ile katılım sağlamıştı. Mitingde ortak konuşma yapıldı. Sendikal haklara, taşeronlaştırmaya, işçilere, emekçilere yapılan saldırılara dikkat çekildi. Müzik ve halaylarla miting son buldu. 02.05.2013 Bursa’dan YDİ Çağrı okuru
1 Mayıs Mersin’de Coşku ile Kutlandı Sabah saat 10.00 da itibaren Tren Garı önünde bir araya gelen kitle, kortejler halinde mitingin yapılacağı cumhuriyet alanına doğru sloganlar atarak yürüdü. Kutlamalarda geniş güvenlik önlemleri alındı. Yürüyüş sırasında, 'Gün gelecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek', ‘ Yaşasın 1 Mayıs’ 'Vur vur
inlesin AKP dinlesin', 'Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz', 'Nükleere inat yaşasın hayat' sloganları atıldı. Kutlamanın yapılacağı Cumhuriyet Meydanı'na gelen gruplar, polis noktalarında yapılan aramadan geçerek alana alındı. 1 Mayıs ve Enternasyonal Marşı'nın okunmasıyla başlayan
kutlamaya, yaklaşık 10 bin kişi ile CHP Mersin milletvekilleri Vahap Seçer, İsa Gök, Aytuğ Atıcı, Akdeniz Belediye Başkanı BDP'li M. Fazıl Türk de katıldı. Tertip Komitesi Başkanı ve Yol-İş Sendikası Başkanı İrfan Gültekin günün anlamını belirten konuşma yaptı. Alanda milli gelirin kişi başına
düşen yaklaşık 17 bin dolar olan bu ülkede alanda 8 yaşındaki çocuklar pet şişe toplayarak aile bütçelerine katkı sunmaya çalıştılar. Yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı kutlamalar, olaysız sona erdi. 04.05.2013 Yeni İşçi Dünyası/Mersin
METAL İŞÇİLERİNİN EYLEMLERİ SÜRÜYOR
Metal işkolunda 2012-2014 dönemi grup toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde uyuşmazlık tutulması üzerine Birleşik Metal İşçileri Sendikası (BMİS) eylemlere başladı. Metal işçilerinin büyük çoğunluğu 900 lira net ücrete talim edip ağır ve tehlikeli koşullarda çalışıyor. MESS’in metal işçilerine teklifi % 4,60 zamdır. Bu zam ücretlere 40 lira, asgari ücret alan işçi için 30 liraya denk gelmektedir. Diğer bir ifade ile MESS’in teklifi günde bir lira zamdır. Metal işkolunda ücret esnekliği yoluyla düşük ücret sistemi hakim kılınmıştır. İşe giriş ücreti ve enflasyona endeksli ücret zam sistemi
bu sistemin iki ayağıdır. Bu sistem sonucu metal işçileri aynı işi yapmalarına rağmen, aynı ücreti alamıyorlar. BMİS, ücretlere zam uygulanmadan önce belirli bir ücretin altında ücret alan işçilerin ücretlerine bir tamamlama yapılması talebini öne sürdü. 2000 yılından sonra işe giren işçilerin ücretlerinin kademeli olarak iyileştirilmesi, ücret zammın bu iyileştirmeden sonra uygulanmasını talep ediyor. Bu iyileştirme yapıldıktan sonra tüm işçilere birinci altı ay için %8 +35 kuruş ücret zammı istiyor. Ücret tamamlama, zam oranının ortalama ücretlere oransal etkisi birinci altı ay için % 19’dur.
Miktar olarak karşılığı ücretlere net 210 lira olacaktır. BMİS’nın yaptığı eylemlerin Kartal ayağı 18 Nisan Perşembe günü Kartal’da yapıldı. BMİS 1 No’lu şubede örgütlü fabrikalarda çalışan metal işçileri Ahmet Şimşek Koleji önünde toplandı. Akgün, Penta, Remas, ABB Kartal, ABB Dudullu, ABB Dilovası, Tabo Otomotiv, Anadolu Motor, Mert Akışkan, Isuzu işçileri pankartları arkasında kortej oluşturarak yürüyüşe geçti. En önde ‘MESS dayatmalarına hayır!’ pankartı taşındı. İşten atılan Bosch işçileri de eylemde yerini aldı. “Yaşasın sınıf dayanışması!, Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya iç birimiz!, İş, ekmek yoksa, barışta yok!, MESS, MESS şaşırma, sabrımızı taşırma!, İnadına sendika, inadına DİSK!, İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!, Direne direne kazanacağız!, İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız!, Gemileri yaktık, geri dönüş yok!” sloganları atan, çoşkulu metal işçileri Kartal Meydanı’na yürüdü. Burada BMİS Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu bir konuşma yaptı. Konuşmasının başında
sorunun sadece toplu sözleşme olmadığını, hükümet ile başlarının belada olduğunu söyleyen Serdaroğlu; “Gazcı İçişleri Bakanı, gazcı Güler Taksim alanı 1 Mayıs kutlamalarına uygun değil dedi. Sen Vali iken 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlanmasına gücün yetmedi. İçişleri Bakanı olsan da yetmez. ABD başkanı olsan da yetmez. 1 Mayıs’ta 1 Mayıs alanı Taksim’de olacağız.” Dedi. Metal işkolunda greve doğru gidildiğini hatırlatan Serdaroğlu “zombi, sarı sendikanın” göstermelik eylemlerini eleştirdi. Sarı sendikanın “satış sözleşmesi” altına imza atacağını belirten Serdaroğlu; metal işçilerini ortak mücadele etmeye, ortak mücadeleyi yükseltmeye çağırdı. Serdaroğlu konuşmasını, “tüm metal işçilerini BMİS’nın toplu sözleşme teklifi etrafında birleşerek mücadele etmeye” çağırarak sonlandırdı. Eylem metal işçilerinin çektiği halay ile son buldu. Eyleme TKP, TKP 1920, BDSP flamalarıyla katılarak destek verdi. Eylemde Yeni İşçi Dünyası Nisan sayısının dağıtımı yapıldı. 19.04.2013
Hava İş Sendikası, THY’da Toplu Sözleşme görüşmelerinden ve işten çıkarılan 305 işçinin işe geri alınması görüşmelerinden sonuç çıkmaması üzerine grev kararı aldı. Bu karar üzerine Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “THY yalnız değil. THY’deki çalışmaları sekteye uğratacak her türlü girişimin karşısında gerekeni yaparız” şeklinde açıklama yaptı. 16 Nisan Salı günü Sendikal Güç Birliği Platformu (SGBP) Hava İş Sendikası ve THY direnişine destek eylemi yaptı. Atatürk Havalimanı giriş kapısında bir araya gelen SGBP bileşenleri direnişin sürdüğü Dış Hatlar Geliş Terminali’ne yürüdü. Yürüyüş sırasında: “Atılan işçiler geri alınsın!, Hava işçisi yalnız değildir!, Yaşasın sınıf da-
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
SENDİKAL GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMUNDAN THY İŞÇİLERİNE DESTEK EYLEMİ
yanışması!, Birleşe birleşe kazanacağız!, İş, ekmek yoksa, barışta yok!” vb. sloganları atıldı.
Eyleme; İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel, direnişteki Hey Tekstil, İSMACO ve
Kuzu Deri işçilerinin yanı sıra DHL işçileri de “DHL’de Sendika Düşmanlığına Son. Atılan İşçiler
5
Geri Alınsın” yazılı pankart ile katıldı. Direniş yerinde bir konuşma yapan Hava-İş Sendikası Genel Başkanı Atilay Ayçin, bir hafta önce grev kararı aldıklarını ve kamuoyuna duyurusunu yaptıklarını belirterek: “Tüm temsilcilerimizi, yönetim kurulumuzu toplantıya çağırdık. En kısa sürede yapacağımız bir değerlendirme ve tartışma sonucunda grevin uygulanacağı tarihi açıklayacağız. Yani uçakların uçmayacağı günler çok yakındır. O gün itibariyle kimse bizi suçlamasın. Mağdur olan yolcular, mağdur olan kargocular, yurt dışına gidecek ve gelecek olanlar bizi suçlamasınlar. Biz yasal hukuki ve meşru zeminde bütün olanaklarımızı kullandık. Grevin uygulanacağı saate kadar da kullanmaya devam edeceğiz” dedi.
SGBP Dönem Sözcüsü K r ist a l-iş Send i k ası Genel Başkanı Bilal Çetintaş yaptığı konuşmada: Hava-iş Sendikasının 14 bin üyesi adına grev kararı almasının sorumlusu olarak THY yönetimini gösterdi. Çetintaş: “THY işvereni uzlaşma ve çözüm değil, uyuşmazlık ve gerginlik istemektedir. Bu uyuşmazlığın temelinde THY’nin sendika ve toplu iş sözleşmesine sistemli saldırısı yatmaktadır. Şirket yönetimi çalışanlara ve haklarına saygı göstermemekte, uçuş güvenliğini tehlikeye atan çalışma koşullarını dayatmaktadır” dedi. Çeti ntaş’ı n konuşması nı n ardından İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel konuştu. Hava-iş Sendikası’nın 24. Dönem TİS görüşmelerindeki tavrının özlem duyulan sendikal anlayışın kendisi olduğunu ifade
eden Tüzel: “305 işçinin işe alınmasını olmazsa olmaz olarak ilan eden, bir yandan da üyelerinin haklarını ezdirmeyen Hava-iş Sendikası, 323 gündür sürdürdüğü onurlu ve kararlı direnişi ile sendikal hareketlere örnek teşkil etmektedir” dedi. Eyleme; SGBP bileşenlerinden
TÜMTİS sendikası sayısal olarak daha fazla katılım gösterirken, diğer sendikaların Belediye İş, Tez Koop İş, Tek Gıda İş, Deri İş, Kristal İş’in katılımı cılız kaldı. Sendikalar dışında, YDİ ÇAĞRI, EMEP, DDSB, UİD-DER eyleme katılarak destek verdi. 17.04.2013
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
THY’LARINDA GREVE DOĞRU…
6
THY yönetimi ile 24. Dönem Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine Hava-İş Sendikası 15 Mayıs’ta greve çıkma kararı aldı. 3 Mayıs’ta Hava-İş Sendikası Genel Başkanı Atilay Ayçin, sendikanın genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, olağanüstü toplanan yönetim kurulunun aldığı kararı açıkladı. Atilay Ayçin şunları söyledi: “Tüm iyi niyetli tutum ve barışçıl çabalara rağmen uyuşmazlık konuları konusunda sendikamızın kamuoyu ile paylaştığı gibi işverence olumlu bir yeni toplantı çağrısı tarafımıza iletilmemiştir. Bunun üzerine sendikamızın yasal ve anayasal güvence altında olan grev uygulama işleminden başka bir yolu kalmamıştır. Bu yasal hak çerçevesinde yönetim kurulumuz olağanüstü toplantı yaparak; 6356
sayılı yasanın 60. maddesi ve diğer ilgili maddeleri uyarınca, THY Genel Müdürlüğü ve bağlı iş yerleri işletmesinin tüm iş yerlerinde 15 Mayıs Çarşamba günü, grevin uygulamaya konulmasına oy birliği ile karar verilmiştir. Üyeler i m i z e g üven iyor u z . THY’nin bu greve 1 gün bile dayanamayacağını biliyoruz. Hava-İş üyeleri sağduyu ve sabırla uzlaşmayı desteklediler, ancak işveren bu grevi kendisi istedi. Bu nedenle
oluşabilecek olumsuzlukların tek sorumlusu THY AO yönetimidir. Hava-İş, 15 Mayıs’a kadar çözüm ve görüşmelere açıktır.” Atilay Ayçin’den sonra söz alan DİSK Genel Başkanı Kani Beko, TÜMTİS Sendikası Genel Başkanı Kenan Öztürk ve Deri-İş Genel Başkanı Musa Servi yaptıkları konuşmalarda Hava-İş’in grev kararını sonuna kadar destekleyeceklerini ifade ettiler. To p l a n t ı n ı n a r d ı n d a n
Yeşilköy’de bulunan THY Genel Müdürlük binası önüne gidildi. Burada bir konuşma yapan Atilay Ayçin, 15 Mayıs’ta bütün uçuşların duracağını, yer hizmetlerinin verilmeyeceğini söyledi. Bu durumdan mağdur olacak yolcuların sorumlusunun tamamen THY olacağını ifade etti. Slogan ve halaylar eşliğinde başkanlar grev kararını THY’nın kapısına astılar. 03.05.2013
MIP PATRONUNA KARŞI İŞÇİLER ÖFKELİ Mersin’de liman işçileri 36 gün süren direnişi sonucu önce görüşmeye yanaşmayan MİP patronu 6 Nisan 2013 de işçilerin şartlarını kabul ettiğini belirtmesi üzerine direnişi sonlandırmışlardı. Verilen söze bağlı kalmayan MIP patronuna karşı işçiler öfkeli. 36 günlük direniş ve üç gün iş bırakma sonucu sendika ile MIP arasında gö-
rüşme yapılmış; işveren 8 işçinin hemen işe başlayacağını kalan 26 işçi için ise ücretleri ödenerek 2 ay içerisinde işe başlayacağını taahhüt etmiş, taşeronun ise iş yükünün hafiflemesinden sonra dışarı çıkartılacağı karar altına alınmıştı. İşe alınmayacak denilen 4 işçi de yapılan görüşmeler sonrası işe alınacağı sözü verilmiş.
Direnişin bitmesinin hemen ertesinde Toplu İş Sözleşme (TİS) görüşmeleri başlıyor. Direniş sonucu daha fazla kazanım bekleyen işçiler, Liman İş ile yapılan anlaşma sonucu %9,16 artı yılda 3 ikramiye net maaşa tepkililer. Bu anlaşmaya göre işçiler ortalama 1200 ile 1500 TL civarında maaş alacaklar. İşçiler sendikanın aslında MİP’in şartlarını
kabul ederek kendilerini sattıklarını söyleyerek bu sözleşmede rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. İşçiler direnişteki tek kazanımın MİP patronunun tekrar masaya oturması olduğunu belirterek, onun dışında bir kazanımlarının olmadığını belirtiyorlar. 20.04.2013 Yeni İşçi Dünyası/Mersin
19 Nisan g ü nü, İstanbu l Başakşehir ilçesi Bahçeşehir’de bulunan Full Pet benzin istasyonunda çalışan 20 işçi işten çıkarılarak benzin istasyonu kapatıldı. 53 istasyonu bulunan Full Petrol bir süredir mali sıkıntılar yaşıyordu. Şirketin % 60’nı Doğan Holding’e satmaya çalışan Full Petrol, Doğan Holding’in alıştan vazgeçmesi üzerine, bu seferde istasyonlarını Lukoil’e kiralamaya çalıştı. Bu girişimde tutmayınca Full Petrol istasyonlarına kilit vurdu. Full Pet yönetimi işçilerin kimisini 15. Maddeden, kimisini 17. 18. Maddeden çıkarmış. Patronun Haziran 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunundan haberi olmasa gerek!! 1475 sayılı eski İş Kanunu maddelerine dayanarak işçileri işten çıkarmış. 4857 sayılı İş Kanuna göre: 15. Madde deneme süreli iş sözleşmesini, 24. Madde işçiye haklı nedenlerle iş sözleşmesini fesih hakkını, 25. Madde ise işverene haklı nedenlerle iş sözleşmesini fesih hakkını düzenliyor. İşten çıkarılan 20 işçiden 11 işçi direnişe geçti. İşçiler benzin istasyonu girişine Full Pet işçileri imzalı: “İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız!, Full Pet şaşırma, sabrımızı taşırma!, Hırsız değil işçiyiz!” pankartlarını astılar. İşçilerin direnişini Yeni İşçi Dünyası kamuoyuna duyurdu. Direnişleri üzerine işçiler şunları anlattılar: Ayhan Aksaç: “Bir senelik işçiyim burada. Şubat ayında çıkışımız verildi. Şikâyetçi olduk. Bize “şikayetinizi geri alın, haklarınızı vereceğiz, sizi işe geri alacağız” denildi.
Şikayetimizi geri aldık. Bizi tekrar işe aldılar. 1,5 ay daha çalıştık. Tekrar çıkış verdiler. 4 aydan beri maaşlarımız, ihbarımız, kıdem tazminatımız, izin, yol paralarımız ödenmedi. Muhatap bulamıyoruz. Kapı önüne konulduk. Haklarımızı alana kadar buradayız. Direnişimizi sürdüreceğiz. Haklarımızı alana kadar da buradan ayrılmayacağız. Bütün arkadaşlarımız mağdur. Eve götürecek bir kuruş paramız yok. Herkesin coluğu çocuğu var. Borçlarımız çok. Hakkımızı istiyoruz. Başka bir şey istemiyoruz. Hakkımızı versinler.” Selahattin Günel: “En eski eleman benim. Buranın 1 senelik mazisi var. Yaklaşık bir hafta izin kullandık. 4,5 aydır kesintili, çok az maaş ödeniyor. İşten çıkardılar bizi. 17. Maddeden attılar. Arkadaşlarla çıkış kağıdını imzalamadık. Çalışma halinde olduk. Gelip bekliyoruz. Burayı terk etmeyeceğiz.” Savaş Dönmez: “Bir yıldır çalışmaktayım. 17.18. maddeden işten çıkardılar bizi. Hiçbir hakkımızı vermeden dışarı attılar. Hakkımı istiyorum.” Emin Sadıkoğlu: Ocak ayında işe başladım. 10 gün sonra iflas nedeniyle çıkarıldım. Üç hafta sonra tekrar işe çağrıldım. Anlaşma yaptık. İşler düzelecek dediler. 1,5 ay çalıştım. İşler sonra ters gitmeye başladı. Arkadaşlarım işten çıkarıldı. Biz hala çalışıyorduk. Sonra beni de çıkardılar. Burada sistem kalmmaış. Ne olacağı belli değil. Hakkımızı savunuyoruz, hakkımızı istiyoruz. Cihangir Ozan: Ben 4,5 aydır çalışıyorum. Girdiğimden bu yana maaş ala-
madım. Çıkarırken hiçbir hakkımızı vermediler. Sebepsizce işten çıkardılar. Bütün haklarımı istiyorum. Gereken yerlere de direnişimizi duyurmaya çalışıyoruz. Emirhan Öztekin: Bahçeşehir Full Pet’de 9 aydır çalışıyorum. Vardiya şefiydim. Bütün herkesi işten çıkardılar. Herkesin 4 aylık alacağı, tazminatları, yemekleri, yol ücretleri verilmedi. Hakkımızı alana kadar savunacağız kendimizi. Sağ olsun Bahçeşehir halkı da bize destek veriyor. Hakkımızı alana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.” Maddi zorluklara rağmen 7 gün benzin istasyonu önünde direnişlerini sürdüren işçiler, direnişi hukuksal zeminde sürdürmeye karar verdiler. Direniş başladıktan sonra, işçileri şirket merkezine çağırıp görüşen patron; işçilerin tüm alacaklarını ödeme sözü verdi. Patron sözünü yerine getirmedi. İşçi ler d i renişler i ni n 11. Gününde Bakırköy Özgürlük Meydanında bir araya geldi. Meydanda bildiri dağıtımı yapan işçiler, basın açıklaması yaparak seslerini kamuoyuna duyurmaya çalıştılar. “Full Pet şaşırma, sabrımızı ta-
şırma!” pankartı açan işçiler basın açıklaması yaptı. “Bizler, bugüne kadar devam ettirdiğimiz direnişimizi bundan sonra hukuki ve meşru tüm zeminlerde sürdürmeye devam edeceğiz. Biz patrondan sadaka değil hakkımızı, alınterimizin karşılığını istiyoruz. Çok iyi biliyoruz ki alacağımız olan parayı patron belki bir günde harcıyor, ama bizim için bu parayı alamamak ailemizin aç kalması, borçlarımızın daha da kabarması anlamına geliyor. Duyarlı herkesi bu haklı mücadelemizi desteklemeye, yaşadığımız haksızlığı duyurmaya çağırıyoruz. Full Pet’in diğer istasyonlarındaki, işten çıkarılan işçileri de direnişimize katılmaya davet ediyoruz. Çünkü biliyoruz ki, emeğimizi sömüren ve ekmeğimizi çalmaya çalışan patrona karşı hakkımızı ancak bir araya gelerek ve mücadele ederek kazanabiliriz.” “İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız!, Full Pet şaşırma, sabrımızı taşırma!, Direne direne kazanacağız!” sloganları atan işçiler, basın açıklaması yaptıktan sonra dağıldı. 29.04.2013
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
FULL PET BENZİN İSTASYONU İŞÇİLERİ DİRENİŞLERİNİ YARGIYA TAŞIDI
7
BMİS ÇİMSATAŞ VE YÜCELBORU İŞÇİLERİ VE AİLELERİ İLE ŞENLİKTE BULUŞTU Birleşik Metal İş Sendikası (BMİS) 5 Mayıs Pazar günü 33 Düğün salonunda Çimsataş işçileri ve aileleri ile bir araya geldi. Şenliğe BMİS Genel Başkanı Ad na n Serda roğ lu, Eğ it i m Sekreteri Seyfettin Gülengül, Anadolu Şube Başkanı Rasim Gündal ve Satılmış Yılmaz katılmıştı. Sunumunu Musa Benli’nin yaptığı şenlikte, misafirler tanıtıldı. Yeni Dünya için Çağrı’nın sunduğu Mesaj okundu. İlk konuşmayı Anadolu Şube Başkanı Rasim Gündal yaptı. Gündal’ın yaptığı kısa konuşmanın ardında Çimsataş işyeri baş temsilcisi Deniz Ilgın ve Yücel Borudan, Yunus Kıymacı işçilere seslendi. Daha sonra söz alan Adnan Serdaroğlu, Taksim’deki bir Mayıs’ta yuttukları gazın hala tesirini üzerlerinden atamadıklarını belirterek, bütün iktidarlar sermayenin yanında oldukları için işçi sınıfının örgütlü ve güçlü olmasını istemezler dedi.
Taksim’in işçi sınıfı açısından önemli bir anlamı olduğunu belirterek, gelecek yılda Taksim’de olacaklarını belirtti. Bu şenlikte bir arada olmamızın nedeni Toplu İş Sözleşmesi (TİS) konusunda sizleri bilgilendirmek diyen Serdaroğlu, süreçle ilgili bilgi verdi. Kırşehir Çemaş Döküm AŞ’de düşük ücretlilere %17,5, yüksek ücretlilere ise %7,5 yani ortalama %12 ile sözleşmeyi imzaladıklarını belirtti. DİSK’in 12 yıl kapalı kaldığını ve üyelerinin sarı taşeron sendikalara yönlendirildiğini belirten Serdaroğlu, 1992 de tekrar örgütlendiklerini ve karşılarında sürekli siyasi iktidarlar ve çok güçlü bir patron sendikası ve sarı sendikalara karşı mücadele ederek güçlendiklerini belirtti. TİS Süreci çok zorlu bir süreç. Hep beraber çoluğumuz çocuğumuzla bu süreci götüreceğiz. Diyen Serdaroğlu, AKP’nin çıkardığı sendikalar yasasına da
değindi. Bu yasanın 12 Eylül’ü bile arattığını belirterek, yasanın sermayenin isteği doğrultusunda çıkarıldığını belirtti. Yalnız patronlara kaşı değil, sarı taşeron sendikaya karşı da mücadele içindeyiz. Uyuşmazlıkla sonuçlanan TİS sürecinden sonra gelecek hafta aracı raporu gelecek, her şeye hazır olmalıyız. Patronlar esnek çalışmayı yerleştirmek istiyor. Hayatımız patronların iki dudağı arasında diyen Serdaroğlu, Faruk Çelik’in 800 TL’de büyük para diyerek bizimle alay ettiğini söyledi. Serdaroğlu konuşmasını TİS sürecinde herkesin desteğine katkısına ihtiyacımız var. Saldırılara karşı gücümüzü her zamankinden daha fazla birleştirmeliyiz. Biz sendikal hareketin tuzu biberiyiz diyerek bitirdi. Şenlikte CHP il Başkanı ve Yenişehir Belediye Başkan Aday Adayı ve bir grup CHP’li de vardı. Söz isteyen il başkanına mikrofon
verildi. Mikrofonu eline alan il başkanı Denizlerin, Mahirlerin mücadelesini sahiplendiklerini, CHP olarak işçilerin yanında olacaklarını ve iktidar olursak her şeyin düzeleceğini belirterek, CHP’nin işçinin emekçinin yanında olduğunu söyleyerek, AKP’nin işçi emekçi düşmanı olduğuna değindi. Bunları söylerken bir CHP Yenişehir belediye meclis üyesi olan Akdeniz Çivi fabrikasında patronun işçileri sendikalı oldukları için işlerinden attığını unuttu! Şenliği adeta bir seçim propagandasına dönüştürmeye çalıştı. Uzun konuşmasını kesmeyince uyarıldı ve konuşmasına son verdi. İşçi ve emekçi düşmanlığı konusunda bunlarında AKP’den bir farkları yoktur. Şenlik Grop Aktu Doğan ve Aziz Rende’nin söyledikleri türkülerle eğlenen işçi ve aileleri güzel bir gün geçirdiler. 06.05.2013 Yeni İşçi Dünyası/Mersin
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
KÖYCEĞİZ’DE KÖYLÜLER 2B YE KARŞI EYLEM YAPTI
8
Kamuoyunda 2B olarak adlandırılan, orman vasfını kaybetmiş arazilerin rayiç bedelini ödeyerek toprak sahibi olma imkanı üzerine tartışmalar ve uygulamalar devam ederken; Köyceğiz ve çevre köylerden gelen bin civarında insan, 300 jandarmanın eşliğinde rayiç bedellerinin yüksekliğine karşı 2013 Nisan başı yürüyüş yaptı. Hepimizin bildiği gibi orman vasfını yitirmiş arazilerin, aynı zamanda orman köylülerinin birkaç kuşaktır işlemekte olduğu tapusuz araziler hakkında 2B uygulaması AKP hükümeti tarafından yasallaştırıldı. Bu yasanın esas amacı; daha önceden bilerek imha edilen sahil şeritinde ve ülkenin değerli yerlerindeki arazilerin zenginlere peşkeş çekilmesidir. 2B yasasıyla belirlenmiş olan rayiç bedeli ödeyemiyecek binlerce köylü var, hatta bazı köylerin Toparlar, Zeytinalanı gibi yerleşim yerleri 2B kapsamına giriyor. Bu ismini verdigimiz yerler, Muğlanın Köyceğiz ilçesiyle neredeyse iç içe ve bu yerler turizm
sektörü baronları için bulunmaz yerler. Bunun kanıtıda köylülerin yapmış olduğu yürüyüşten hayli zaman önce, Toparlar’da yol kenarında meyve satanlarla yaptığımız sohbetimizde konu 2B ye gelip dayanmıştı ve yaşlı bir amca şöyle demişti; “Bu 2B çıkalı taa Angara dan adamla geleyo buralada yer areyolar, satın almak için.” Tabii ki gelenler önce 2B arazilerini araştırıyorlarmış. Başka bir kişi ise 2B konusunda şöyle demişti “Bu 2B vaya esasında şöle oluyo;
adamla interyatdan giriyolamış, satalidden bakıyolamış nerele güzel, ondan sona beğendikleri o yelere gidip kontrol ediyolamış, eğer o yelede kimse barınmeyosa Angaradan işleni hallediyolamış.” Başka biri ise şöyle demişti; “Ula yanlız kimsenin barınmadığı yeri değil, insanların atalarından beri işledikleri 2B kapsamına giren toprakları bile areştiriyola, bu deyusla memleketi garış garış sateyola.” Yani Köyceğiz ilçesi ve çevre köylerdeki insanlar uzun
süredir tedirgin durumdaydı. Bu tedirginliklerini nihayetinde sokağa taşıdılar. Fetiye-Muğla Karayolunu trafiğe kapattıkları yolda; ‘Rayiç bedel değil haraç bedel’, ‘Rayiç bedel düşürülsün’, ‘2B rayiç bedeli köylünün ölüm fermanı’ dövizleri taşıyan eylemciler hükümet aleyhine de sloganlar atarak Zeytinalanı köyüne kadar yürüdüler. Bu olaydan da anlaşılacağı gibi hangi hükümet gelirse gelsin, burjuva devlet sistemi devam ettiği müddetçe toprak sorunu da çözüme kavuşmayacaktır. Eğer köylüler proletarya önderliğinde yapılacak olan demokratik halk devrimine destek verirse ve durmaksızın sosyalizmin inşasına devam edilirse, yoksul köylü ancak o zaman rahat yaşayabilir. Yoksa bu burjuva sistemi Zeytinalanı köyünde yaşayan Hörü Çıngıra ninenin gazeticilere dediği gibi “Toprağımızı elimizden alacaklar.” Güney Ege’denYDİ Çağrı okuru 16.04.2013
TÜMTİS’TEN ALMANYA KONSOLOSLUĞU ÖNÜNDE BASIN AÇIKLAMASI
dahale etmesini, işçilere yönelik baskılara son vermesini istedik. Aksi takdirde bağlı bulunduğumuz uluslararası üst federasyonumuz ITF aracılığı ile bütün Alman konsolosluklarını eylem alanına çevireceğimizi; Bu soruna ortak olan Alman Hükümeti’ni uluslararası düzeyde teşhir edeceğimizi dile getirdik. Sayın Konsolos bu durumu Dışişleri Bakanına ileteceğini ve sonucu tarafımıza bildireceğini söyledi.” DHL işvereninin son olarak Hak-İş’e bağlı Öz Taşıma-İş sendikasını iş yerine getirerek, işçi-
leri tek tek sorgulamaya çekme suretiyle onlar üzerinde baskı oluşturarak sendikal örgütlenmeyi bölmeye çalıştığını ifade eden Öztürk; “DHL işvereni ve Öz Taşıma İş’in direniş kırıcı tavırlarına rağmen kararlıyız ve bu mücadelemizi kazanımla sonuçlandıracağız” dedi. SGBP Dönem Sözcüsü Bilal Çetintaş yaptığı konuşmada: “Türkiye’de sendika hakkı yasal güvence altına alınmıştır. Buna rağmen Hak-İş, siyasi iktidarın arka bahçesi olarak yeni sendikalar kurup yabancı sermaye ile işbirliği yapıp işçileri tecrit edi-
yor. Bu sendika hakkına müdahaledir ve suçtur” diye konuştu. Dört işçi arkadaşın sendikal faaliyet nedeniyle işten atıldığı mahkemece teslim edilmiş olduğunu ve işten atılan işçilerin derhal yeniden işe alınması gerektiğini vurguladı. “DHL’de sendika düşmanlığına son!, Almanya sendikasızlaştırma suçuna ortak olma!” Almanca yazılı dövizlerin taşındığı eylemde: “Sendika hakkımız engellenemez!, Atılan işçiler geri alınsın!, Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganları atıldı. 29.04.2013
4+4+4 = EGEMEN SERMAYENİN İHTİYAÇLARINA UYGUN EĞİTİM REFORMU... Kamuoyunda 4+ 4+ 4 olarak tanınan 222 Sayılı ilköğretim ve Eğitim Kanunundaki değişiklikler hararetli tartışmalara ve protestolara yol açtı. Özellikle Kemalist kesim 4 +4+ 4 e karşı yürüttüğü kampanyayla AKP hükümetine karşı kitleleri harekete geçirme çabası sarf etti. Ve ne yazık ki, diğer konularda olduğu gibi, bu konuda da solun bir bölümü de bu Kemalist koroya eşlik etti. Yapılan, çok yaygın bir biçimde,
AKP hükümetinin yaptığı yasal değişikliklerin çarpıtarak yorumlanması ve söz konusu yasal değişikliklerle eğitimde "kötüye, geriye, bağnazlığa" gidiliyor çığırtanlığı idi. "Kız çocukları eve kapatılacak", "çocuk işçiler yaratılacak" gibi asılsız iddialar üzerinde yükselen kampanya genel görünüm halini alırken, burjuvazinin andaki hükümeti olan AKP'nin gerçekten ne yapmak istediği ve buna karşı gerçek bir muhalefe-
tin nasıl olması gerektiği gözden kaçıyor, öngörülen yasal değişikliklere karşı eskiyi savunma pozisyonuna düşülüyordu. Ve yine maalesef ki, YİD’nın Ekim 2012 sayısında yer alan 4+4+ 4 ile ilgili basın açıklaması ve bir bildirideki kimi tavırlarında da benzer bir yanlışlara düşülmüş durumdadır. 4+ 4+ 4 nedir ve ne değildir? 4+ 4+ 4’le adlandırılan yasal değişiklik ve düzenlemelerle
söz konusu olan esas itibariyle Avrupa standartlarını tutturmayı hedef leyen türden bir eğitim reformudur. Bu eğitim reformunun en önemli özelliği 8 yıllık zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmış olması, yani eğitim sürecinin uzatılmış olmasıdır. Ve bu aslında kötü değil, iyi bir şeydir. Bugün başta Avrupa olmak üzere ileri burjuva devletlerinde de zorunlu eğitim süreci çoğunlukla 11-12 yıldır.
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
TÜMTİS Sendikası bugün Almanya Konsolosluğu önünde basın açıklaması yaptı. TÜMTİS Sendikasına üye işçiler, DHL işçileri, TÜMTİS Sendikası yöneticileri, önce 1 Mayıs 1977’de katledilen işçilerin Kazancı Yokuşu başında saat 10.30’da yapılan anmasına katıldılar. İstanbul Valililiğinin 1 Mayıs’ta işçilerin Taksim meydanına çıkmasını yasaklayan kararını protesto ettiler. DHL’de TÜMTİS Sendikasına üye oldukları için 36 işçi işten çıkarıldı. İşçilerin direnişi 318 günü geride bıraktı. DHL’de Alman devletinin % 25 ortaklığı bulunuyor. Almanya hükümetinin Türkiye’de DHL’de işçilerin işten çıkarılmasında sorumluluğu bulunmaktadır. Bu nedenle TÜMTİS Sendikası Almanya konsolosluğundan randevu talep etmiş, randevu saat 11.00’e alınmıştı. TÜMTİS Genel Başkanı Kenan Öztürk, SGBP Dönem Sözcüsü Kristal-İş Sendikası Başkanı Bilal Çetintaş, Petrol İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın’dan oluşan heyet Alman Başkonsolosu Dr. Phi lipp Deichmann i le görüştü. Görüşmeden sonra konsolosluk önünde basın açıklaması yapıldı. TÜMTİS Sendikası Genel Başkanı Kenan Öztürk yaptığı konuşmada şunları söyledi: “DHL’ deki anti demokratik uygulamalardan Alman Hükümeti de sor umludur. Bug ün Ba şkon solosluk ile bir görüşme yaptık. Alman Hükümeti’nin bu duruma mü-
9
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
10
Aynı şekilde okullaşma yaşının 5 yaşının tamamlanmasıyla başlatılması da, öyle çok aykırı bir şey değil, dünyanın ileri ülkelerinin birçoğundaki uygulamaya denk düşen bir uygulamadır. Tabii ki bu uygulamanın uzun vadede çocukların gelişimi üzerindeki etkilerinin ne olduğu, zararları açısından tartışılabilinir. Özellikle de çocukların çok küçük yaştan itibaren burjuva-kapitalist rekabet sistemine dahil edilmesi açısından tartışılması gereklidir. Bu tartışma ama hangi yaşta başlatılırsa başlatılsın, bir bütün olarak burjuva eğitim ve öğrenim sisteminin rekabetçiliği ve elemeciliğiyle ilişkili olarak yürütülmek zorundadır. Eğitim ve öğretim konusunda 2003 yılından bu yana Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı - PISA (Programme for I nt er n at ion a l St ude nt Assessment) olarak adlandırılan bir uluslararası karşılaştırma sözkonusudur. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD üç yıllık aralıklarla bir tarama araştırması düzenlemekte ve bununla 15 yaş grubu öğrencilerin kazandıkları bilgi ve becerilerin değerlendirilmesini yapmaktadır. Uluslararası bir karşılaştırmayla öğrencilerin bilgi ve becerilerini artırmanın yol ve yöntemleri aranmakta ve başarı puanları yüksek olan ülkelerin uyguladığı eğitim yöntem ve sistemleri PISA sonuçları olarak uluslararası ölçek ve standart olarak önerilmektedir. Türkiye de bu programa katılmış durumdadır. Uluslararası sermayenin gelişen ihtiyaçlarına göre insan kaynaklarına yön verme programı olarak da görebileceğimiz bu program bir yanıyla uluslararası rekabeti gözler önüne sererken, diğer taraftan da eğitim bilimlerinin geldiği ileri noktanın standart olarak önerilmesini beraberinde getirmektedir. Düzenlemenin yoğun tartışılan bir diğer noktası 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimin 12 yıllık kademeli zorunlu eğitim olarak değiştirilmiş olmasıdır. Böylece dört yıl ilkokul, dört yıl ortaokul ve dört yıl da lise olarak kademeli eğitim gündeme getirilmiştir. Buna karşı yürütülen karşı kampanyada öncelikle olayın bir yanına, bu uygulamayla AKP hükümetinin öncelikle imam hatiplerin orta bölümünü yeniden gündeme getirmesine dikkat çekişmiştir. Bu doğrudur, gerçekten de AKP hükümeti bu yolla imam hatiplerin orta kesimini yeniden açmayı becermiştir. Ve aynı şekilde dindar gençlik yetiştirme
noktasındaki emellerini sistemli biçimde izledikleri de doğrudur. Aynı şekilde orta ve lise dereceli okullarda başörtüsüne kapıyı aralamanın bir ilk aşaması olarak imam hatip okullarında ve diğer okullarda Kur-an-ı kerim dersinde "sadece ders sırasında olmak üzere kız öğrenciler isterlerse başörtülü bu dersi okuyabilir." (TC Milli Eğitim Bakanlığı, http://www.meb.gov.tr/duyurular/ duyurular2012/12yil_soru_cevaplar.pdf ) önermesiyle yasak delinmiştir. Ancak uygulamanın yegane amacının bu olduğu, AKP'nin bütün derdinin imam hatipleri açmak olduğu, bütün bu 4 +4+ 4 düzenlemenin ("düzenek" diyorlar çoğunlukla) bu nedenle gündeme getirildiği gerçek durumu saptıran bir yorum olmaktadır. Evet bu uygulamayla imam hatip ortaokulları açılmasının yolu açılmıştır ama, bunun ötesinde de 5. sınıfta başlayan bir ayrışma ile orta öğrenimin esnekleştirilmesi ve çeşitlendirilmesi de gündeme getirilmiştir. Bununla örneğin, ortaokuldan itibaren meslek eğitimi ağırlıklı bir ayrıştırma sözkonusu olabilecektir. Bu uygulama da, giderek daha fazla ölçüde mesleki kalifiye elemanlara ihtiyaç duyan sermayenin ihtiyaçlarının karşılanması amacına sahiptir. Sözkonusu olan olgu olarak zorunlu eğitim sürecinin uzatılması iken, bu uygulamaya -örneğin YİD’nda- "çocuk gelin, çocuk işçi istemiyoruz! 4 +4+ 4'de hayır!" sloganıyla karşı çıkılmaktadır. Ortaokuldan itibaren seçmeli olarak mesleki eğitim yönünde bir ayrıştırmanın mümkün olması ortaokul çocuklarının "işçi olarak" çalıştırılacağı anlamına gelmemektedir. Hayır, bu esas olarak genel akademik eğitimin temelini hazırlayan bir eğitim yerine kalifiye meslek eğitimini hedefleyen bir eğitim süreci yönünde ayrışmanın gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir. "Çocuk işçiler" meselesinde tam terine zorunlu eğitim 8 yıldan 12 yıla çıkarıldığı ölçüde, eğer bu gerçekten genel uygulama olursa, genç insanların çalışma yaşamına başlama yaşı 14 den 17 yükseltilmiş olacaktır. Kaldı ki, "çocuk işçiler" bu yasadan öncede gündemde olan bir olgudur. Çocuk işçileri engellemenin yolu, çocukların çalıştırılmasına ilişkin varolan yasağın uygulanması, ailelerin yaşam koşullarının iyileşmesi, zorunlu eğitim sürecine ilişkin yasaların kağıt üzerinde kalmak değil de, gerçekten uygulanabilmesi için bunun altyapısının hazırlanma-
sıdır. AKP hükümetinin icraatı bu noktalarda izlenmek ve teşhir edilmek zorundadır. Aynı şey AKP kız çocuklarını okullaşmadan alıkoymanın yolunu açıyor, kızların okutulmayıp erken yaşta evlendirilmesini istiyor iddiası için geçerlidir. Bu iddiaların da gerçeklikle ilgisi yoktur. Zorunlu eğitim kız çocukları için de kademeli olarak 12 yıldır ve evlenme yaşı en erken olarak 17'dir. "Çocuk gelin"lerin yaygınlığı maalesef bir olgudur. Buna karşı mutlaka mücadele edilmek ve kız çocuklarının eşit eğitim hakkının sağlanması talep edilmek zorundadır. Ancak, bu mücadelenin yeni yasal düzenlemeyle geriye götürüleceği ayakları havada bir iddiadır. Bu bağlamda da 12 yıllık zorunlu eğitimin gerçekten uygulanması kız çocuklarının eğitim sürelerini uzatır ve dolayısıyla onları "çocuk gelin" olmaktan bir nebze kurtarmaya hizmet eder. Kaldı ki, bütün veriler ülkelerimizde de sermayenin kısa-orta ve uzun vadeli çıkarları açısından kalifiye işgücü olarak kadınlardan vazgeçilemeyeceğine işaret etmektedir. Dolayısıyla "Eğitimin kademeli hale getirilmesi ile çocuk işçiliğine ve özellikle kız çocuklarının erken yaşta okuldan alınmasına kapı açılmıştır. Bu halde emekçi çocuklarına atölyelerde çıraklık ve kız çocuklarına evlerinin dört duvar arası gösterilmiştir." (YİD Ekim 2012, sf. 3) tespitleri yanlıştır ve AKP hükümetinin hedeflediği şeyi doğru teşhir etmemektedir. Yeni yasal düzenlemelerin eskiye göre çok açık biçimde bir olumluluk gösterdiği bir nokta vardır. O da seçmeli ders bazında da olsa Kürtçe dilinde seçmeli eğitimin mümkün kılınmasıdır. İlk etapta İlkokulun 4. sınıfından başlayarak "Türkiye’de konuşulan farklı dillerin öğretimi" kapısı açılmıştır. Fakat bunun henüz genel uygulama olamayacağı, bizzat Milli Eğitim Bakanlığının "öğretim programı ve öğretmen faktörü"nün yetersizliğine ilişkin açıklamalarıyla ortaya çıkmaktadır. Şüphesiz ki bu, genel uygulama haline gelebilse dahi, bu konudaki tek geçerli demokratik talep olan "ana dilde eğitim hakkı" talebimizden çok uzak bir uygulamadır. Ancak, şimdiye kadarki yasakçı, Kürt ulusu ve azınlıklıkların ulusal haklarını inkar eden politikadan kısmen uzaklaşılması noktasında bir olumluluk arzetmektedir. Milli Eğitim bakanlığının bu konuyla ilgili açıklamasında şunlar da yeralmaktadır:
" Seçmeli derslerin “Dil ve Anlatım” alanında “Yaşayan Diller ve Lehçeler” dersi bulunmaktadır. Bu derste öğrencilerin ve velilerin taleplerine bağlı olarak farklı dil ve lehçelerin öğretimi yapılabilecektir. Soru 55 : Bütün bu derslerle ilgili kitap çalışması yaptınız mı? Mesela Zazaca, Kırmançe kitaplar var mı? CEVAP 55: Şu anda bazılarıyla ilgili müfredat çalışmaları devam ediyor. Seçmeli dersler bu öğretim yılı için 5. sınıfta ve 9. sınıfta verilebilecek. Çünkü diğer sınıflardaki öğrenciler mevcut programlarla ve mevcut uygulamalarla öğrenimlerine devam edeceklerdir. Dolayısıyla, biz bu öğretim yılı için 5. sınıfta ve 9. sınıftaki gelecek talepleri göz önünde bulundurarak hareket ediyoruz. Örneğin, 6. sınıfta şu anda bu Kanun çerçevesinde oluşturulan seçimlik derslerin verilmesi söz konusu değil, çünkü 6. sınıflar önceki uygulamalara aynen devam edeceklerdir." (http://www.meb.gov.tr/ duyurular/duyurular2012/12yil_ soru_cevaplar.pdf) Sonuç: Bir bütün olarak ele alındığında AKP hükümetinin eğitim sistemine ilişkin reformu eski yasanın burjuvazinin ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde ve doğrultuda ilerletilmesi, dönüştürülmesi demektir. Buna karşı mücadele doğru bir temelde yürütülmek ve işçi sınıfının demokratik programının içeriği doğrultusunda tavır geliştirilmek zorundadır. Bunun ötesindeki yaklaşımlar, özellikle de kemalist burjuvazinin AKP'ye muhalefet çabasıyla geliştirdiği kampanyanın yedeğine düşülmesi kesinlikle reddedilmelidir. Biz, parasız, demokratik, antipatriarkal, anadilde eğitimden yanayız. İşçi sınıfının ve emekçilerin çocuklarının, gelecek nesillerin burjuvazinin ve sermayenin çıkarları için şekillendirilmesinin karşısındayız. Yeni İşçi Dünyası okuru Nisan 2013 Eleştiri üzerine kısaca: Yeni İşçi Dünyası’nın Ekim 2012 sayısında yayınlanan bir basın açıklaması haberi ve 4+4+4 kademeli eğitim sistemini konu edinen bildiride yer alan kimi ifadeleri de eleştiren okurumuzun eleştirisini doğru buluyoruz. AKP’nin yaptığı yasal değişikliklere karşı eskiyi savunma, yasal değişiklikleri doğru okuyamama yanlışına yer yer bizler de düşüyoruz. Gelecekte bu konuda daha dikkatli olmaya çalışacağız. Yeni İşçi Dünyası
ELECTRO WORLD işyerinde sendikal çalışma yürüten işçiler, sendikalaştıkları için Electro World işvereni tarafından farklı nedenler ileri sürülerek işçiler topluca işten çıkarıldı. E n ç ok i ş ç i A n k a r a’ d a k i Ankamall AVM’dek i Electro World mağazasından çıkarıldı. İşçilerin örgütlü bulunduğu Tezkoop-İş Sendikası ve işten çıkarılan işçiler birlikte 23 Nisan günü saat 13.00’te sendika önlükleri ve şapkalarıyla mağaza içinde bir protesto gerçekleştirdi. Ardından daha önce kararlaştırılmış olan basın açıklaması saat 13.30’da yapıldı. “Sendikalı çalışmak haktır, engellenemez!” pankartı arkasında kitle toplandı. Basın açıklamasına katılanlar ellerinde “Electro World işçisi köle değildir!, İş, emek yoksa barışta yok!, Electro world işvereni suç işliyor!, Sendikal örgütlenmeyi engellemek suçtur!” dövizleri taşıyorlardı. Basın açıklamasına yaklaşık olarak 100 kişi katıldı. Hep birlikte “İnadına sendika, inadına TezKoop-İş!, Sendika hakkımız söke söke alırız!, Electro şaşırma sabrımızı taşırma!” vb. sloganlar atıldı. Çevrede merak edip toplananlar yanında destek vermek için gelenlerde oldu. İlk açıklamayı Sendika Yönetim kurulundan Haydar Özdemiroğlu yaptı. “Sendikalaşan 18 işçiyi kapının önüne koyan Electro World patronu bunun hesabını verecektir, nerede bir işçi atarsa oraya eylem koyacağımızı işverene duyuruyoruz.”dedi. Basın açıklamasını Tez-Koop-İş Sendikası 2 No’lu Şube başkanı Mustafa Barın yaptı. Barın “işçile-
rin sendikalaşması anayasal haktır, bunu kullanan işçilerin işine son vermek anayasal hakkı tanımamak anlamına gelir. İşverenin işçileri bölme, örgütlülüğünü bozma oyunlarını boşa çıkaracağız.” Dedi. Basın açık lamasını okuyan Barın’ın konuşması sık sık atılan sloganlarla kesildi. Ankamall güvenlik müdürünün basın açıklaması yapanlara dönük kışkırtıcı tutumuna, ne güvenlik çalışanları ne de açıklamaya katılanlar taviz verdiler. Güvenlik müdürünün bu çabası katılımcıların “baskılar bizi yıldıramaz!” sloganlarıyla karşılaşınca, müdür geri adım attı. Polisten istediği yardımı da alamayan müdür beyhude bir şekilde açıklamanın bitmesini bekledi. İşten çıkarılan işçiler adına basına konuşan Electro World çalışanı Hakan Kaya ve Osman
Bilen “performans bahanesiyle işten çıkarıldık, biz çıkarıldıktan sonra işveren temsilcisi müdürler “Arkadaşlarınızı sendikalı oldukları için işten çıkarttık, siz de sendikalı olursanız sizi de çıkartırız” dediğini söylediler. İşten çıkartılmadan önce teker teker görüşme odasına alınarak sendikadan ayrılmaları halinde para teklifinde bulunduğunu belirttiler. 15 mağazası, 570 çalışanı olan şirket İngiliz—Sabancı ortaklığıdır. Ayrıca isim hakkı verdiği diğer mağazalarla birlikte 33 mağazası bulunmaktadır. Çalışma koşullarının zor olduğu bu şirkette ücretlerde “asgari ücret” düzeyindedir. Kalifiye eleman çalıştıran şirket açlık sınırında ücret vermektedir. Ücretini beğenmeyen olursa ona da“beğenmiyorsan işte kapı” demekte. Bu cesaretleri binlerce işsiz ordusunun bulunmasından kay-
naklıdır. Bizim de gücümüz örgütlülüğümüzde yatmaktadır, biz çalışanlarda bunun değerini bilmeliyiz. Hep birlikte örgütlülüğümüzü güçlendirmeliyiz. Örgütlülüğün ilk adımı olarak sendikayı seçen Electro World işçisi, bu haklı mücadelesinde sınıf kardeşiyle birlikte basın açıklamasını yaptı ve bu kavga da hiçte yalnız olmadığını gördü. Emeğin ne kadar değerli olduğunu, bir araya geldiklerinde patronlar için korku olduklarını anladılar. Birlik, mücadele ve zafer için daha fazla dayanışma, daha fazla örgütlenmek onurumuz için aşımız ve özgürlüğümüz için. Yaşasın Electro World işçisinin sendikal mücadelesi! Sendikalaşma hak k ımız engellenemez! 06.05.2013 Yeni İşçi Dünyası okuru
BAYRAK SEVDASI 2013 Newroz kutlamalarıyla yeniden bir “bayrak sevdası” başladı. Newroz alanına dolan yüz binlerce insanın ellerinde sarı-kırmızı-yeşil bayraklar yer aldı. Sarı kırmızı ve yeşil renkler hep tartışma konusu olmuştur. Bu renklerden korkan devlet Kuzey Kürdistan’da trafik ışıklarının renklerini değiştirmeye çalışmıştır. Amed Newrozunda bu kadar çok rengin olduğu alanda “neden Türk bayrağı yok” tartışması yaşandı/yaşanıyor. Önce İçişleri
bakanı çıkıp “Adli merciler gerekeni yapacaktır” dedi. Kimileri sağa sola bayrak astı. Yetmedi köşe yazarları köşelerine taşıdılar konuyu. Herkes her cepheden bir şeyler söyledi. İşçiler emekçiler arasında bugün maalesef milliyetçilik akımı çok güçlüdür. Ülkelerimizde bu durum böyle olunca her millet kendini “temsil” eden bayraklara büyük bir bağlılıkla bağlanıyor. Türk işçi emekçiler “vatan elden” gidiyor söylemine takılarak her yerde Türklüğü ya yücelten slo-
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
SENDİKALAŞMA ÇALIŞMASI YÜRÜTEN İŞÇİLERE PATRON TAHAMMÜL EDEMEDİ
11
ganlar atıyor, her zamanki gibi ya da Türk bayrağı her yerde dalgalandırılıyor. Bu bayrağa sahip çıkma olgusu nasıl işçiler emekçiler tarafından yapılıyor. Günlük yaşamda evlere, iş yerlerine asma eylemi çok sık yapılan bir şeydir. Bir de işçi grevlerinde, direniş çadırlarında, mitinglerde vb. sınıfın sorunlarının yaşandığı birçok yerde bu “bayrak sevdası” kendini gün yüzüne çıkarıyor. Birkaç güncel örnek vermek gerekirse: geçtiğimiz günlerde direnişleri zaferle biten Taral işçileri fabrika önünde bayrak açmış ve bir basın açıklamasında eylemin sonuna kadar Türk bayrağı taşıdılar. Gelen tepkilere bir işçi “Bu Yunan bayrağı değil Türk bayrağıdır” demiştir. Dünyanın en pahalı gömleklerini üreten İsmaco Ermenegildo Zegna firmasının Tuzla fabrikasında işçiler sendikaya üye oldukları gerekçe gösterilerek işten atılıyor. İşçiler bunun üzerine direnişe geçiyorlar. Patronlarının parasını korumaya çalışan fabrika müdürleri ise direnişe diğer işçilerin destek vermemesi için baskı yapıyor. “Bunlar Apocudur, PKK’lıdır” vb. söylemleri kullanıyor. Direnişteki
işçiler bu “kaygıdan” dolayı (işçilerin desteğini alabilmek adına) direniş çadırına Türk bayrağı asıyorlar. Geçtiğimiz günlerde Lüleburgaz’da Sendikal Güç Birliğ i Platformu öncü lüğünde “Kuralsız, Güvencesiz Çalışmaya, Taşeron Sistemine Son” şiarıyla bir miting düzenledi. Mitingin en önünde yani ana pankartın önünde bir işçi yürüyüş boyunca bir Türk bayrağı taşıdı. Yürüyüş boyunca işçilerin bir bölümü ırkçı sloganlar attı. Kimi sendika kortejlerinde yoğun Türk bayrağı taşındı. Bosch işçileri uzun yıllardır sarı sendikaya üye idiler. 1 yıl önce Disk’e bağlı Birleşik Metal İşe geçtiler. Bunu içine sindiremeyen sermaye uşakları bu sürecin öncü işçilerini işten attılar. İşçiler bunun üzerine direnişe geçti. Yaptıkları basın açıklamasında Türk bayrağı en önlerdeydi. Örnekleri çoğaltmak mümkün, ama bu güncel örnekler yeterlidir. Bu örneklerde bilince çıkarılması gereken şudur güvencesizliği, taşeronlaştırmayı, sendikasızlaştırmay ı dayatan patronlardır. Bu patronlar İngiliz, Amerikan, Alman,
Hukuk Köşesi
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Bu bölümde iş yasalarına göre açıklamalarda bulunmaktayız. Burjuva devletlerde yasalar patronlar ve sermaye yararına yapılır. İşçi sınıfı haklarını almak ve bu haklarını genişletmek için tüm yol ve araçlarla mücadele yürütmelidir. Bunlardan birisi de hiç kuşkusuz Hukuk mücadelesidir. Bu nedenle mücadele yürüten işçi sınıfı yasaları bilmek zorundadır.
12
6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu – VI
Genel Kurul III
Bu sayımızda da Sendika Genel Kurulları hakkında açıklamalar üzerinde durmaya devam ediyoruz. 6356 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 15. maddesi genel kurulda yapılan seçimlere itiraz konusunu kapsamaktadır. Genel Kurulda yapılan organ ve delege seçimlerine ilişkin işlemlere karşı seçim sonuç tutanaklarının düzenlenmesinden itibaren iki gün içerisinde itiraz edilebilir. İtiraz hakim tarafından aynı gün içerisinde incelenir ve kesin karara bağlanır. Kanun ve tüzük hükümlerine aykırı yapılan genel kurul ve seçimlere ilişkin olarak ta bakanlık, sendika veya sendika şubesinin üye ve delegeleri itiraz edebilir. Bu itirazlar için dava açılmalıdır. Açılacak dava basit yargılama usulüne göre iki ay içerisinde sonuçlandırılır. Verilen kararın temyiz edilmesi halinde Yargıtay tarafından 15 gün içerisinde kesin karar verilir.
İtalyan, Türk vb. milliyetlere bağlıdırlar. Bizleri sömürenlerin milliyeti çeşitlilik gösteriyor. Ama hepsinin biz işçilere emekçilere gelince ortak davrandığını görmemiz gerekir. Hakkımızı arayan biz işçi emekçilere saldırdıkları nokta ise aramıza ektikleri milliyetçilik zehiridir. Marks işçilerin vatanı yoktur der. Ve bunda çok haklıdır. Tarih Marks’ı haklı çıkarmıştır ve çıkarmaya da devam etmektedir. Vatanı olmayan biz işçilerin emekçilerin bayrağı da olmaz. Çünkü her ülkenin bayrağı o devletlerindir bizlerin değildir. O devletler patronların yani burjuvazinin devletidir. Bayraklar da burjuvaziyi temsil eder. “Sevdalısı olduğumuz o bayraklar!” biz işçi emekçilerin değil burjuvazinin bayraklarıdır. Şimdi somutta düşündüğümüz de bizleri işten atan patronların bayraklarını mitinglerde ve direniş çadırlarında dalgalandırıyoruz. Bizlerin mücadelesine katkı sunmuyor bu “bayrak sevdası!”… İşçiler, emekçiler olarak milliyetçiliğin her türlüsüne karşı olmalıyız. İşte bu yüzden sadece işi Türk bayrağı meselesinden bakmamalı Kürt bayrağı da
keza aynı şekilde olmasa da Kürt burjuvazisini temsil eder. Fakat şunun da altını çizmekte fayda var. Ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ulus milliyetçiliği bir ve aynı değildir. Çünkü ezilen ulusun baskı altında olduğunu unutmamak gerekir. Ama durum böyledir diye de ezilen ulus milliyetçiliğini savunacağız anlamına gelmemelidir. Bununla da mücadele edilmelidir. Bugün Kuzey Kürdistan’da ya da diğer parçalarda Kürt burjuvazisi vardır ve orada(burada olduğu gibi) işçileri emekçileri sömürülmesi durumu söz konusudur. İşte tüm bunları dikkate aldığımızda; biz işçilerin emekçilerin vatanı yoktur. Vatanı olmayan biz işçilerin bayrağı da olmaz. Bugün taşıdığımız, sahiplendiğimiz bayrak bizleri sömüren düzenin bayrağıdır. Biz işçi emekçilerin gerçek vatanı devrim sonrası kurulacak işçilerin emekçilerin devletidir. Bayrağımız da orak ve çekiçtir. Ama maalesef bugün işçiler emekçiler bu gerçeklikten uzaktır. Bugün bu böyledir diye de sür git böyle kalmayacaktır. Yeni İşçi Dünyası okuru işçi 09.04.2013
Bu dava süreci sonucunda genel kurulun veya seçimlerin iptaline karar verilirse mahkeme usulüne uygun olarak işlemlerin yeniden yapılması için bir veya üç kişilik kayyım tayin eder. Kayyım iptal edilen işlemleri kanun ve tüzük hükümlerine göre yapılmasını sağlar. (Madde 15) Genel Kurulda yapılan organ ve delege seçimlerine ilişkin işlemlere karşı yapılacak itirazlar konusu 2821 sayılı yasadan olduğu gibi alınmıştır. Kanun ve tüzük hükümlerine aykırı yapılan genel kurul ve seçimlere ilişkin olarak açılacak dava ile ilgili hüküm ise 2821 sayılı yasanın 52. maddesinde yer alıyordu. Eski yasada seçimlerin yeniden yapılması için 2 ila 7 gün arasında süre verilmesine hükmediliyordu. Mevcut Yönetim Kurulu bu süre içerisinde yeniden seçimleri yapmak zorundaydı. Yeni yasaya göre ise mevcut yönetim kurulu yerine genel kurul ve seçim yapmak amacıyla belirli bir süreliğine kayyım tayin ediliyor. Genel Kurul dışında yapılan delege seçimleri üyeler arasında serbest, eşit, gizli oy, açık sayım ve döküm esasına ve tüzük hükümlerine göre yapılmalıdır. Genel kurul dışında yapılan delege seçimlerine de seçim sonuçlarının ilanından sonraki iki gün içerisinde itiraz edilebilir. Bu itirazları mahkeme kesin karar bağlar. Eğer mahkeme tarafından delege seçimleri iptal edilirse, seçimler on beş gün içinde yenilenmelidir. (Madde 16) Delege seçimlerinin nasıl yapılacağına ilişkin hüküm eski yasadan aynen alınmıştır. 2821 sayılı yasada delege seçimlerinin iptal edilmesi ve yeniden düzenlenmesine ilişkin hükümler ise bulunmuyordu. Bu konu yeni yasaya eklenen hükümlerden. Gelecek sayımızda Kanunun 3. Bölümü olan Üyelik ile devam edeceğiz. iscikosesi@gmail.com adresine sorularınızı gönderebilirsiniz.
"SENDİKALAR YASASINDA YİD NE SAVUNUYOR?“ BAŞLIKLI YAZI ÜZERINE TAVRIMIZ
Tartışma konusu nedir? Okurumuzun eleştirilerine tavır takınmadan önce tartışmanın çıkış noktasının ne olduğunu aktarmak istiyoruz. Neyi, nasıl tartıştık? Gelinen yerde eleştiri yazısını yazan okurumuz, bu tartışmayı kendisine göre nasıl aktarıyor, nasıl anlıyor, geldiği yerde nasıl görüyor? Tartışmanın çıkış noktası, YİD’nın Kasım 2012 tarihli sayısında ki “Sendikalar Yasasında da İleri Demokrasi” başlıklı yazıdır. Yazıda, esasında Disk-Ar’ın yeni yasayla eski yasayı karşılaştırarak yaptığı değerlendirme, DiskAr’ın verileri ile aynen alınarak konmuştur. En ufak bir biçimde Disk-Ar’ın araştırmasının ve yaptığı değerlendirmenin doğruluğu, yanlışlığı sorgulanmamıştır. Eleştirel bir tavır yoktur. Esas olarak Disk-Ar’ın tavrı aktarılmıştır. Yazının içeriği budur. Yazıda bu çerçeve içinde şu genel değerlendirme yer alıyordu: “Bu gibi iyileştirmeler bir dizi sorunun çözümüne hizmet edecek düzenlemelerdir. Bunun yanında aşağıda açıkladığımız düzenlemeler ile de yasanın 12 Eylül 1980 ile birlikte getirilen faşist özü korunmakta ve hatta ileriye taşınmaktadır.” (YİD Kasım 2012 Sayısı, sf. 2) Genel yaklaşım bu: Eski korunuyor, daha da ileriye taşınıyor. Kimi lafta sol sendikalar daha ileri gidip “işçilerin sendikal örgütlenmesine karşı en büyük saldırı”dan söz ediyorlardı. Bu çıkış noktasındaki bu değerlendirmeye bir okurumuz şu eleştiriyi getirdi: “Biz eğer DİSK araştırmasından bunu olduğu gibi alıp sahiplenirsek, bu değerlendir-
menin temelinde bugünün korunmasının yattığını, bugünkü yetkilerin temelinde yalan yanlış rakamların yattığını, sendikaların temsil ettiğini söylediklerinin gerçekte çok küçük bir bölümünü temsil ettiklerini, bunun temel mesele olduğunu söylemezsek, bugünkü sendikaların rezil durumunu teşhir etmezsek, çok yanlış yaparız. Evet, AKP’nin ileri demokrasisinin gerçek demokrasi, işçilerin köylülerin gerçek çıkarları, vs. ile ilgisi olmadığını, bunun sahtekarlık olduğunu teşhir edelim. Bizim istediğimiz demokrasi bu değil. AKP’nin “ileri demokrasi” diye yutturmaya çalıştığı şey, en ileri noktasında faşist edimlerle desteklenmiş, 20 yüzyılın başından beri gerçekte hiçbir “ileri” yanı kalmamış, “çizgi boyunca gericilik” olan gerici burjuva demokrasisi olabilir ancak. Ama biz bunu örneğin çıkardığı yasalardan çıkarak, esasta eyleminden çıkarak somut olarak teşhir ederken hiçbir şekilde bugünkü durumu koruma pozisyonuna (Bu AKP karşıtı burjuva cephenin genel tavrıdır) düşmeyelim. Somut tartışma bağlamında bugünkü sendika ağalarının çıkarlarını sanki işçilerin çıkarı ile birmiş gibi savunmayalım. DİSK-AR araştırmasına hiç eleştirisiz sahip çıkmanın objektif rolü budur.” (YİD Ocak 2013 Sayısı, sf. 7) Yeni yasa esasında burjuvazinin, egemen burjuvazinin bugün ki çıkarlarına uygun olarak, mümkün olduğ unca gerçek rakamlara dayalı bir sendika sistemi kurmak istiyor. Sermaye için en iyisi hiç sendika olmasın. Bu işin bir yana. Fakat diğer yandan sendikasız “modern burjuva demokrasisi” de yok. O zaman sendika olacak. Olacak ama nasıl olacak? Burjuvazi tabii ki ne kadar işçinin nerede örgütlü olduğunu bilmek istiyor; sendikaların gerçek gücü ne, kiminle pazarlık yapacağını bilmek istiyor. Bu yüzden de eski, yalana dayalı sendika sistemini yıkmak istiyorlar. Eleştiri getiren okurumuzun ve bizim doğru bulduğumuz genel tespiti bu. 6356 sayılı yasanın bir işlevi budur. Bu işçi sınıfının mücadelesi açısından, esasında bizim de işimize yarayan bir şeydir. Çünkü neyin ne olduğunu biliriz, gerçek rakamlar temelinde iş ya-
parız. Gerçek gücün ne olduğunu biliriz. Ne çıktı ortaya? YİD Mart sayısında yayınlanan rakamlar çıktı. En son yayınlanan, Çalışma Bakanlığı tarafından kabul edilen 2009 yılının Temmuz istastiklerine göre, Türkiye’de yaklaşık 5,4 milyon işçi vardı. Bu 5,4 milyon işçinin nerde ise 3,3 milyonu örgütlü idi. Türkiyede sendikalaşma oranı % 60’a yakındı! Sendikaların verdiği, Çalışma Bakanlığının da kabul edip yayınladığı bu rakamların gerçekle bir ilgisi yoktu. Ve bunu sendikalarla ilgilenen her kişi ve kurum biliyordu. Ocak 2013’de SGK’nın verileri temelinde yayınlanan verilere göre ise Türkiye’de 10,9 milyon işçi var. Bunların 1 milyonu sendikalı! Yani sendikalaşma oranı % 9’un biraz üzerinde! Bu rakamlar da tam gerçek değil. Fakat daha önce sendikaların verdiği veriler temelinde açıklanan rakamlara göre gerçeğe çok daha yakın rakamlar. Bu gerçeğe daha yakın rakamlar baz alındığında, daha ilk anda önceki rakamlara göre TİS hakkına sahip sendikaların bir bölümü bu hakkı kaybedecek, yine eski sisteme göre TİS hakkına sahip sendikaların bir bölümü de 5 yıl içinde bu haklarını yitirecektir. TİS hakkı için barajlar geri çekildiği halde bu nasıl olacaktır? Eski yasaya göre TİS yapma hakkını kazanmak için bir sendikanın ülke çapında çalıştığı iş kolunda, işçilerin %10’nunu, işletmede de %50 +1 i kendi içinde örgütlemiş olması gerekiyordu. Yeni yasa diyor ki; ülke çapında %3, işletme bazında da %40. Yasanın ilk taslağında, AKP işletme bazında hiçbir baraj getirmiyordu. Büyük sendikaların bastırması ile işletme bazında baraj getirildi. Yasaya bir de geçiş dönemi koydular. Ülke çapında baraj önümüzdeki üç yıl %1. Ondan sonraki iki yıl %2, 2018’in Ağustos’undan itibaren %3. Yani Sendikalar beş yıllık geçiş süresinde kendilerini ayarlasınlar. Beş yıllık geçiş süresi var. Bugüne kadar çalıştıkları iş kolunda ülke çapında işçilerin % 10‘nu örgütledikleri iddiasında olan sendikaların bu baraj % 3’e çekildiği halde ve bir de 5 yıllık geçiş süresi verildiği halde “sendikalaşmaya en büyük saldırı” vs. değerlendirmeleri yapmalarının geri planında, % 10 örgütledikleri
iddiasının büyük bir yalan olduğu gerçeği yatıyor. Bu Sendikalar gerçek rakamlarla iş yapıldığı zaman, esasında TİS hakkını kaybedeceklerini biliyorlar. Çünkü verdikleri rakamların gerçek rakamlar olmadığını biliyorlar. O yüzden de yaygara başlıyor. ‘İşçi sınıfının sendikal örgütlenmesi gerileyecek. Çünkü bir dizi sendika TİS yapma hakkını bir dizi yerde kaybedecek.’ diyorlar. Nasıl kaybedecek? %10 barajı geri çekildiği halde kaybedecek. Bunların yaptığı gürültünün temeli esasında yalan üzerine kurulu bir düzeni savunmaya devam etmek. Çünkü bu düzen işlerine geliyor. Bir dizi sendika ağası, aslında işçileri örgütlemediği halde patronlarla iyi ilişkiler içinde olduğu için TİS yapıyor. Burjuvazi gelinen yerde bunun böyle olmayacağını söyledi. Tartışmanın çıkış noktası bu. Bu yeni sendikalar yasanın genel değerlendirilmesi bağlamında, YİD Kasım sayısında bizim yaptığımız değerlendirme sendika ağalarının yaptığı genel değerlendirmeye aynen sahip çıkan ve yeni yasanın esasında daha da gerileme anlamına geldiğini ortaya koyan bir değerlendirmedir. Oysa bizim sendika ağalarından ayrı bir tavrımızın olması gerekir. Baraj Sendikalar yasasında YİD ne savunuyor?“ başlıklı yazıda okurumuzun getirdiği birinci eleştiri şöyle: “Öncelikle yazıların tamamı bir bütünlük içerisinde değerlendirildiğinde işkolu barajı konusu eski yasadaki %10 ile yeni yasadaki %3 arasına sıkıştı. Sanki %10 barajına karşı %3 barajını savunuyoruz! Sendikalar ve İşkolu barajı konusunda Yeni İşçi Dünyası ne düşünüyor? Bu belli değil.“ (YİD Nisan Sayısı, sf. 14) %10 ile %3 arasında sıkışıp kalmanın nedeni ne? Eski yasa, yeni yasa değerlendirmesi yapılıyorsa ve yeni yasanın eski yasayı geri götürdüğü iddia ediliyorsa, o zaman tabii ki bu çerçevede tartışılacaktır. Yasaların birbiriyle karşılaştırılıp bir değerlendirme yapıldığı yerde tabii ki yasayı tartışacağız. %3’ün mü, %10’nun mu büyük olduğunu tartışmak zorundayız. Çünkü YİD’nın Kasım sayısında takındığımız tavırda; „bu yeni yasa ile eski yasanın faşist özü korunuyor, daha daha da ileri taşınıyor“ tavrını takındık. Bu iddianın
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Yeni İşçi Dünyası’nın Nisan sayısında, 08.04.2013 tarihli, Bir YİD okuru imzalı, “Sendikalar yasasında YİD ne savunuyor?” başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazıda 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu hakkında Yeni İşçi Dünyası sayfalarında yürüyen tartışma konusunda tavır takınıyor bir okurumuz. Ok u r u mu zu n eleşt i r i ler i ne tav ır tak ınacağız. Tav rımız tartışma bağlamında, eleştiri getirilen noktalarda daha iyi anlaşılması, daha iyi kavranılması için detaylı ve uzun olacaktır. Okurlarımız bu bilinçle yazımızı değerlendirmelidir.
13
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
14
olduğu yerde evet %3 barajının, % 10 barajına göre daha düşük bir baraj olduğu, bunun örgütlenme açısından engellerin biraz da olsa geri çekildiği anlamına geldiği tartışılmak zorundadır. Çünkü tartışılan şey bu. Tartışılan şu olsa, biz esasında her türlü kısıtlamaya karşıyız. Biri de çıkıp „arkadaşlar kısıtlamadan yana olmamız lazım“ vs. Dese o zaman onu tartışırız. Ama tartışma o değil. Şöyle diyor okurumuz: "Sanki %10 barajına karşı %3 barajını savunuyor uz! Sendikalar ve İşkolu barajı konusunda Yeni İşçi Dünyası ne düşünüyor? Bu belli değil. Sanki AKP hükümetinin 6356 yasa ile getirdiği %3 olan işkolu barajını, “yalan üzerine kurulu” %10 barajına karşı savunuyoruz.“ (YİD Nisan Sayısı, sf. 14) Evet, biz diyoruz ki bu %3, %10’dan küçüktür. Bu tartışma bağlamında tabi ki biz %3’ü, %10’na göre daha iyi diyoruz. Bundan daha basit bir şey var mı? Ondan sonra şu deniliyor: „Sendika bürokrasisi açısından şapka düştü kel göründü de 7 sendikanın TİS yapma yetkisi düşünce, binlerce işçi sendikalı oldukları halde TİS yapma hakkından alıkonulunca, ve dahası işkolu barajı %2’ye, %3’e çıkıp diğer sendikalarında yetkisi düşünce, daha mı iyi mi oldu / daha mı iyi olacak? Sendika bürokrasisine karşı “Şapka düştü kel göründü” diyerek neredeyse sevineceğiz. Peki sermaye ile aslında onun bir uzantısı olan sendika bürokrasisi arasında kalıp zaten sendikal kırıntılara talim eden işçiler ne olacak? Bu bizi ilgilendirmiyor mu?“ Tam da bu bizi ilgilendirdiği için, bizim bu sendika ağalarının savunduğu yalan üzerine kurulu düzenin yıkılmasının iyi olduğunu söylememiz lazım. Tabi ki barajın olduğu yerde, %10 barajı yerine %1, %2, %3 barajı daha iyidir. Daha az engeldir örgütlenmenin önünde. Ve bu bir anlamda ilerlemedir. Tartışma tam da buydu, budur. Takındığımız ilk tavırda yenisinin eskisinden daha kötü olduğu iddiası getirildi bizim tarafımızdan. İşçiler için bu yeni yasanın eskisini koruduğu, hatta onu daha da ilerletiyor olduğu iddiası getirildi. Biz bu iddia üzerine tartıştık. Yoksa tabi ki, hiç baraj olmaması örgütlenme açısından istenen bir şeydir, bunu kolaylaştırır. TİS için hiç baraj olmasın. Peki nasıl olacak? Barajın olmadığı yerde uzun vadede eninde sonunda, TİS sözleşmesi yapan sendika, diğerlerine göre işçileri
daha fazla, daha iyi örgütleyen sendika olacaktır. Fakat bu bağlamda şunların da bilinmesi gerekir: İşçilerin çoğunluğunu temsil etmeyen, en azından sendikalı işçilerin çoğunluğunu kendi içinde örgütlemeyen bir sendikanın TİS yapma hakkı yoktur. Bu bağlamda herhangi bir sınırın olmadığı yerde patron, aslında işçileri temsil yetkisi olmayan, gerçekte patronla iyi geçinmek tek niteliği olan bir ‚sendika’ için diyebilir ki, ben bununla TİS yapıyorum. Barajların olmadığı bir durumda, kıyasıya bir sendikal rekabet yaşanır ve patronlar açısından hangi sendikayla TİS yapacağını seçme konusunda avantajlı bir durum ortaya çıkabilir. Sendikal rekabetin işçi sınıfıının gerçek temsilcileri açısından yararlı yanları olduğu gibi, birlikte hareket eden patronlar cephesine karşı, işçi örgütlerinin bölünmesi bağlamında zararlı yanları da vardır. İşin bu yanı da var. Herhalükarda şu nettir: Biz TİS yapılan sendikanın, gerçekten de temsil eden konumda olan, TİS yapılacak işletmede sendikalı işçilerin çoğunluğunu bağrında toplayan sendika olması gerektiğini savunuruz. Öyle olmak zorundadır. Yoksa anlamı yoktur. Sendikal hareketin gelişme sürecinde kimi ülkelerde tarihi olarak birlik sendikaları ortaya çıkmıştır. Ülke çapında her iş kolunda kesin egemenliği olan birlik sendikaları vardır. Bunların dışında var olan sendikaların işçiler arasındaki örgütlüğünün kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu gibi ülkelerde bu anlamda baraj sorunu da yoktur. Mesela Avusturya ve Almanya’da, ve bir dizi kuzey Avrupa ülkesinde durum budur. Kimi ülkelerde ise sendikal örgütlenme birlik sendikalarını ortaya çıkartmamıştır. Her iş kolunda egemenliğini kesin olarak kabul ettirmiş olan birlik sendikaları yerine, birbiriyle rekabet eden, kimi şu coğrafi alanda veya işletmede, diğeri diğerinde egemen olan, birbiriyle rekabet içinde olan sendikalar vardır. Bunun olduğu yerde TİS yapabilmek için belli bir alt sınırın konmasının mantığı vardır. Ve bu alt sınırın yüksek olması birlik sendikacılığını, düşük olması ise sendikal rekabeti körükler. Biz sendikal örgütlenme bağlamında kendi talebimizi ileri sürerken bunları bilince çıkarmalı, bilinçte tutmalıyız. Biz evet her türlü kısıtlamaların kaldırılmasını savunuruz, ama bunu savunurken de açıkca şunu söyleriz: İşçilerin çoğunluğunu yanına almayan sendikanın TİS
yapma hakkı yoktur. Eğer patron onu getiriyorsa bizim karşımıza, biz deriz ki o sendikanın gücü nedir? O bizi temsil etmiyor. Bunun tartışılması neden? Türkiye’de sendikal hareketin gelişmesinde birlik sendikası yok. Türkiye daha bu tarihi gelişmeyi yaşamadı. Daha doğrusu başlangıçta birlik sendikası vardı. Türk-İş başlangıçta tek sendika konfederasyonuydu. Ama sarı sendikaydı. İşçi hareketinin güçlenmesine paralel olarak, sarı sendikacılığa karşı önce DİSK çıktı. Sendikal harekette birlik dağıldı. 1970‘li yıllarda onlarca bağımsız sendika kuruldu. Paralel olarak islamcı sendikalar geldi vs. Birlik sendikaları yok. Birlik sendikasının olmadığı bir yerde bir biçimde baraj kaçınılmaz. Diyeceksin ki, TİS hakkına sahip olacak sendika şu kadar işçiyi örgütlemesi lazım. Baraj ne kadar alçak tutulursa, o kadar sendikal rekabet körükleniyor. Ne kadar yüksek tutulursa, birlik sendikasının yaratılması körükleniyor. Bu burjuvazinin kendi hesaplarıdır. Burjuvazinin barajı aşağıya çekmesinde temel hedef, sendikal hareketin bölük börçük olmasıdır. Birlik sendikası değil, sendikal rekabet olması içindir. Demokrasi açısından biz de diyoruz barajlar kaldırılsın. Biz daha radikalini savunuyoruz. Kısıtlamaların kaldırılmasını istemek sendikal rekabetin artırılması içindir. Biz bunu ne için istiyoruz? Devrimci sendikaların şu an sendikal hareket içinde kıymeti harbiyesi yok. TİS için barajların kaldırılması devrimci sendikaların geliştirilmesi açısından yararlı olabilir. İşçilerin en başından itibaren TİS hakkı olmayan ve bu bağlamda şansı az olan bir sendikaya gelmesi zordur. Biz, bütün sınırlar kaldırılsın talebini getirirken, bütün bunların bilincinde hareket etmeliyiz. Sanki birileri YİD’na esasında biz barajların kaldırılmasını savunmalıyız demiş. Birileri de buna karşı çıkmış gibi, bizim tavrımız nerede diye soruyor okurumuz. O tavrın tartışılmamasının temel gerekçesi, bu yasanın çerçevesinde tartışıldığı içindir. Ama şimdi tartışırken, yazı içinde takındığımız tavrı da anlatmamız lazım. Sıfır baraj kime yarar? Neden Avrupa’da bir çok ülkede baraj yoktur, ama bazılarında vardır? vs. SGK verileri Devam ediyor okurumuz ve şöyle diyor: „Gelelim SGK verilerine…
Eleştiri getiren okurun “Şimdi burjuvazi artık YALAN üzerine kurulu TİS sistemini yıkıp, yerine gerçek rakamlara yakın rakamlar temelinde bir TİS sistemi kurmak istiyor. Kayıt dışılığı mümkün olduğunca geriletmek istiyor.” şeklinde bir değerlendirme ile yeni sistemin eskisine göre daha iyi olduğu iddiası doğru değildir. Çünkü SGK verileri de yalan üzerine kurulu…“ (YİD Nisan Sayısı, sf. 14) İlk önce burada üzerine tartışılan bir genel değerlendirmedir. Patronların esas derdi „gerçeklere daha yakın rakamlar temelinde bir TİS sistemi kurmak“. Ve bu patronların derdi evet „kayıt dışı ekonomiyi de mümkün olduğunca geriletmek“. SGK verilerine dayanmanın anlamı şu: SGK verilerine göre bir Sosyal Güvenlik Kurumunda kayıtlı olan, bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişi işçidir. Bu tanımla kayıt dışı çalışanlar işçi sayılmıyor. SGK’nin verdiği ve Çalışma Bakanlığı tarafından ilk kez Ocak 2013‘de yayınlanan verilere göre bugün Türkiye/ Kuzey Kürdistan‘da 11 milyona yakın işçi var. (10.881.618). Bu işçi sayısının daha önce sendikaların verdiği rakama göre 5.398.296 i k iye kat lanması demektir! Gerçekte Türkiye’de işçi sayısı, sigortalı ücretlilerden çok daha fazladır. Türkiye’de yine Ocak ayı istatistiklerine göre çalışabilir nüfus (İşgücü) 27.323.00 idi. (Bkz. TÜİK Haber bülteni Sayı 13483 15.Nisan 2013) Toplam istihdam (fiiilen çalışan nüfus) 24.333.000 idi. Ücretli ve yevmiyeli sayısı 15.717.000 idi. Bu 16 milyona yakın ücretli ve yevmiyelinin 3.078.000‘i kayıt dışı idi. Ücretli ve yevmiyelilerin küçük bir bölümü gerek devlet işletmelerinde, gerekse özel sermayeli işletmelerde yüksek bürokrat ve teknokrat yönetici kesimdendir. İşçi sınıfına değil burjuvaziye dahildir. Bu durumda Türkiye’de işçi sayısının yaklaşık 15 milyon civarında olduğunu söylemek gerçeğe en yakın tespittir. Hal böyle olduğu için işçi sayısını 10 milyon’un biraz üzerinde gösteren SGK verileri, daha önceki verilere göre daha gerçekçi olmasına rağmen, tam doğru veriler değildir. İşçi sayısının olduğundan düşük gösterilmesi aslında sendikaların aleyhine değil, lehinedir. Devlet gelinen yerde: „işçi sosyal sigortalı olan ve bir iş sözleşmesine dayalı olarak çalışandır. Bunun dışında çalışanları biz işçi kategorisinde ele almıyoruz“ tavrına sahiptir.
bu kesimi eğer ben vergi veriyorsam, öteki de vergi vermeli diyor. Burjuvazinin böyle bir derdi var. Hükümet, kayıtdışı ekonomiyi engellemeyi programına alıyor. Yani kayıt dışılık bir bütün olarak burjuvazinin istediği bir şey değil. Bugün egemen burjuvazi yani işbirlikçi büyük burjuvazi, kayıt dışılığı mümkün olduğunca kayıt altına almaya çalışıyor. Onun programı bu. Patron örgütlerinin bu konudaki talepleri nettir. İkinci olarak: Bu yasa acaba „örgütlülüğü ve gücü az olmasına rağmen hala sermayeye baş ağrısı yaratan“ hangi sendikaların belini kırmak için çıkarılıyor? Biz genel laf etmekten ziyade somut konuşmaktan yanayız. Bugün Ülkelerimizde gerçek anlamda „sermayeye baş ağrısı yaratan“, onlar için özel yasalar çıkarılmak zorunda olan bir tek sendika bile yok. Bu yasa ile „var olan örgütlülük“ geriletilmiyor. Var olduğu var sayılan , gerçekte olmayan bir örgütlülük „gerileyen“, olan yalnızca bir yalanın yıkılması. Gelelim „yeni sistemin eskisine göre daha iyi olduğu iddiası doğru değildir. Çünkü SGK verileri de yalan üzerine kurulu…“ tezine. Önce gerek eski sistem, gerekse yeni sistem, içinde yaşadığımız kapitalizm, sömürü sistemi içinde sistemler. Bu anlamda bunların iyiliği veya kötülüğü, aynı sistemin içinde hareket eden görece iyilik/ kötülüklerdir. Bir okurumuzun getirdiği eleştiri sonucu biz de yeni sistemin „iyiliğini“ bir önceki sisteme göre „iyilik“, kötüler içinde daha az kötü olma anlamında iyilikle sınırladık, şimdi gerçek rakamlarla konuşulacağını değil, „gerçeğe yakın“ rakamlarla konuşulacağını söyledik. Okurumuz sonuç olarak şöyle diyor: „Şu anki haliyle bu rakamlara sadece Çalışma Bakanlığının rakamları ile kıyas içerisinde “daha doğru” diyebiliriz. Bu kadar…“! Biz de tam bunu söyledik! Ve bu tabii ki, öncekine göre iyidir! Yukarıda SGK verilerinin neden gerçek işçi sayısı verisi olmadığını açıkladık. Okurumuz da bu konuda açıklamalar getiriyor, şöyle diyor: …“ E l b e t t e Çalışma Bakanlığının eskiden yayınlamakta olduğu işçi istatistiklerine oranla SGK verileri “biraz daha” doğru. Ama doğru değil. Ö nc e l i k l e y a pı l a n y a s a l değişiklikler ile kendi işyerine sahip küçük patronlar ile, şirket ortağı veya yönetim kurulu üyesi olan büyük patron ortaklara 4/A’ lı (eski SSK’ lı) olabilme
hakkı tanındı. Eski sistemde bu patronlar Bağ-Kur’lu yani 4/b’li olmaları (SSK’ya bazı geçiş şartları da olmasına rağmen) zorunluydu. Şimdi hiçte azımsanmayacak sayıda küçük ve büyük patron, 4/b’li olarak emekli olmanın avantajlarından yararlanmak için patron olmalarına rağmen işçi olarak görünüyorlar. İşte sendi ka lar bu “ işçi leri de” örgütlemek zorunda. Bunun yanında yine emeklilik şartları nedeniyle “işçi” olan patronların sayısından çok daha fazla fason işçilerde SGK kayıtlarında görünmektedir. Hatırlanacağı gibi yeni emeklilik yasasına tabi olmamak için bebekler bile sigortalı yapılmıştı. İşte sendikalar bu “işçileri de” örgütlemek zorundalar. Ve küçük işyerleri. TC çok sayıda küçük işletmenin (aile işletmeleri, 10’ dan az işçi çalıştırılan mikro-işletmeler vb.) olduğu bir devlettir. Bu küçük işyerlerinde çalışan işçileri, andaki sendikal yasalarla örgütleyebilmek neredeyse imkansızdır.“ (YİD Nisan Sayısı, sf. 14) Bu bağlamda da okurumuz; bu verilerin gerçek veriler olmadığı konusunda getirdiği açıklamalar, görüldüğü gibi temel meseleyi, kayıt dışı işçileri işçi saymama meselesini atlayan, kimi de yanlış olan detaylarla uğraşmaktadır. Kuşkusuz kimi patronların SGK istatistiklerinde, kendilerini aynı zamanda işçi gösterme yoluyla, işçi olarak göründükleri durumlar olabilir. Ve bu işçi sayısını olduğundan çok gösterebilir. Fakat bunun işçi oldukları halde işçi sayılmayan 5 milyona yakın işçiyle karşılaştırıldığında kıymeti harbiyesi yoktur. SGK rakamlarındaki esas sorun işçi sayısının olduğundan çok değil, az gösterilmesidir. Bu bağlamda sorunu sanki işçilerin sayısı olduğundan çok gösteriliyormuş gibi gösterip, eleştiriyi bu yönden getiren okurumuz, aslında güya sol sendika veya sendikacıların eleştirilerinin sınırları dışına çıkamıyor, onların bakış açısı ve eleştiri sınırları içinde hareket ediyor. Sol sendikacılar, SGK verilerinin kullanılmasından işçi sayısını çok gösterdiği iddiasıyla yakınıp „işçi sayısı çok gösteriliyor, böylece örgütleme oranımız az gösterilip, TİS yetkimiz elimizden alınmak isteniyor“, „örgütlenmemize darbe vurulmak isteniyor“ gibi sonuçlar çıkarıyorlar. Kendi kendilerini ve işçileri kandırıyorlar. Okurumuz bunların eleştirilerinden kendi-
sini ayırmıyor. Neden SGK verileri tam gerçek değil? Esasında tek bir nedenle tam gerçek veriler değil bunlar: Sosyal sigortalı olmayan bir sürü işçi var. Bunlar işçi sayılmadığı noktada, esasında işçi sayısı var olan işçi sayısından daha düşük görülüyor SGK verilerinde. Ama bunun gerçek rakamdan düşük görülmesi, sendikaların aleyhine değil. 10 milyon işçinin %3’ü üçyüz bindir. 15 milyon işçinin %3’ü 450 bindir. Eğer bu mantıkla yaklaşılırsa, işçi sayısının gerçek rakamdan düşük gösterilmesi sendikaların lehinedir. Efendim ama bunun içinde eski sistemde, patronlar, küçük burjuvalar ve orta burjuvalar da var. Onlar işte kendilerini işçi gösteriyorlar! Sonra fason işçiler var..Bebekler sigortalı işçi gösterildi vs. böylece işçi sayısı olduğundan çok gösteriliyor! Bunlar da esasında birer bahane. Bu bahaneler, gerekçeler aslında okurumuzun baheneleri değil aslında, DİSK vb. güya sol sendikalar, sendikacılar tarafından getiriliyor. Esasında eski sistemi korumak için getirilen koruma gerekçeleridir. Şimdi bu iddiaları getirenlerden somut rakam istenmelidir. Kaç tane patron var on milyonun içinde? Kaç tane işçi gösterilen bebek var? Sorun bu mu? Okurumuz SGK verileri de sağlıklı veriler değildir diyor. Biz SGK verilerinin sağlıklı veriler olduğunu söylemedik. Dediğimiz şey, ötekilere göre gerçeğe daha ya k ın veri lerdir. Ay nen bu laf larla söyledik. Gerçek budur demedik. Ama düne göre, gerçeğe daha yakın rakamlar bunlar. Okurumuzda sonuçta bunu söylüyor. O zaman neyi tartışıyoruz? Sendikal haklar ve TİS.. TİS yetkisinin kaybedilmesi ile sendikal hakların kaybedilmesi bir ve aynı şeyler değildir. TİS hakkına sahip olmayan sendika da var olabilir. Eğer öyle olmasa sadece TİS hakkına sahip olan sendikalar kalır. Başka hiç kimse kalmaz. Ama bir sürü sendika var. Zaten TİS hakkına sahip olmak için önce sendika olman lazım. Okurumuz bir yandan „Yasal anlamda TİS yetkisi ile sendikal haklardan yararlanma eşit şeyler değildir. TİS yetkisi ile sendikal haklar bir ve aynı şey değildir. TİS yetkisi olmayan sendikalar da olabilir ve vardır. İşçiler bu sendikalarda da örgütlenebilir. Bunlar doğrudur“ diyor. Bunu dedikten sonra fakat devam ediyor, TİS hakkının sen-
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Bunun mantığı nedir? Bu esasında bir zorlamanın aracıdır. Kayıt dışı ekonomiyi, kayıt dışı çalışmayı geriletmenin, sınırlamanın aracıdır. Gerek devlet işletmelerinde, gerekse özel sermayenin büyük işletmelerinde durum zaten bu. Buralarda kayıt dışı çalışma yok denecek kadar az. Bu bağlamda taşeronluğun kayıt dışılık ile bir ve aynı şey olmadığı bilinmelidir. Firmaların aracı firmalar -taşeron firmalar- üzerinden kiraladığı işçiler da kayıtlı işçilerdir. En kötü şartlarda kayıtlıdırlar, çoğunlukla asgari ücretle ve iş güvencesi olmaksızın çalışırlar, fakat sonuçta kayıtlıdırlar. Fakat özellikle mini ve KOBİ‘lerde milyonlarca kayıt dışı çalışan, kayıt dışı üretim, kayıt dışı iş var. Büyük burjuvazi bunu „haksız rekabet“ olarak adlandırıyor, sınırlandırılması, or t a d a n k a ld ı r ı l m a s ı iç i n bastırıyor. Bütün iş kayıt altına alınsın. İşçiler sigortalansın. İşçileri sevdiklerinden, onların sağlığını düşündüklerinden mi istiyorlar bunu? Hayır! Kayıt dışı ekonomi devlete vergi vermiyor, fakat devletin bütün imkanlarından yararlanıyor. Bu yüzden kayıt dışının geriletilmesi, sınırlandırılması, ortadan kaldırılmasından söz ediyor, bunu talep ediyorlar. Tabii ki kayıt dışı ekonomi, kapitalizmde bütünüyle ortadan kalkmaz, şu veya bu ölçüde varlığını sürdürür. Fakat onu geriletmek „kabul edilebilir boyutlar içine çekmek“ mümkündür. Biz bunu söylüyoruz. Okurumuza göre göre ise katiyen büyük patronların ve onların devletinin, hükümetinin kayıt dışına karşı mücadele diye bir derdi ve çabası yok! Şöyle diyor okurumuz: „Öncelikle kayıt-dışılık ile gerçek anlamda mücadele edilmiyor, burjuvazinin böyle bir çabası yok!“ (…) „Bu yüzden şunu sormak gerekli; yeni sistemle kayıt-dışılığın önlenmesi yerine, örgütlülüğü ve gücü az olmasına rağmen hala sermayeye baş ağrısı yaratan sendikaların beli kırılmak isteniyor olmasın!“ (YİD Nisan Sayısı, sf. 14) Önce burjuvazinin böyle bir çabası olmadığı iddiası ile ilgili: TUSİAD ve MUSİAD‘ın internet sitesine girin, kayıtdışı ekonomi yazın, bakın karşınıza ne çıkıyor. Ne çıkıyor? Türkiye’de egemen burjuvazinin bu doğrudan sınıf örgütleri sempozyumlar, programlar yapıyor, kayıtdışı ekonomiyi ortadan kaldırmamız lazım diyorlar. Esasında büyük burjuvazi bunu yapıyor. Burjuvazinin
15
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
dikalar, sendikal haklar açısından önemi üzerinde duruyor. Sanki bunu red eden varmış gibi ve sonunda hükmünü veriyor: „TİS yetkisi olmadan sendikal haklardan bahsetmek anlamsızdır.“ Bu birbirini dışlayan iki önermeden hangisi doğru? 1.TİS yetkisi ile sendikal haklar bir ve aynı şey değildir. 2. TİS yetkisi olmadan sendikal haklardan bahsetmek anlamsızdır. Bu tespitler birbirini yüzde yüz dıştalayan tespitlerdir. Bu nu n ger i pla n ı nd a ne var? Bunun geri planında yatan bir türlü „benim dediğim yanlıştır“ı söyleyememe var. Burada kıskançlıkla yeni yasaya karşı Kasım 2012 sayımızda takındığımız tavırda bu konuda yaptığımız yanlışı savunma var! Bu bağlamda bir başka yanlış daha yapıyor okurumuz. Şöyle diyor: „Örneğin en günceli Mersin Limanında yaşanmaktadır. TÜMTİS’in TİS yapma yetkisi düştüğünden işçiler Liman İş Sendikasında örgütlenmişlerdir.“ (YİD Nisan Sayısı, sf. 15) Mersin Limanında TÜMTİS‘in TİS yapma yetkisi düşmedi. TÜMTİS yeni yasaya göre %1’in üzerinde olup TİS yapma yetkisine sahiptir. Mersin Limanında eski yasaya göre TÜMTİS üyesi olan işçiler, yeni yasa ile işkolu değiştiği için TÜMTİS üyesi olma hakkını kaybetti. TÜMTİS’in de yönlendirmesi ile işçiler Liman İş Sendikası üyesi oldular. Okurumuz bu gelişmeyi yetki düşmesi olarak görüyor.
16
30’un altında işçi çalıştırılan işyerlerinde sendikal tazminat sorunu… 30’dan az işçi çalıştırılan yerlerde çalışan işçiler tartışması bağlamında da durum şu: Burada yeni yasa kendi içinde çelişmeli. Tartışmada önemli İki tane yasa var. Bunlardan biri 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu. Bu bağlamda Eski 28212822 sayılı yasaları iptal edip, değişiklikliklerle bir yasada birleştirdiler. Bunun dışında bir de 4857 sayılı İş Kanunu var. 6356 sayılı Sendikalar ve toplu İş sözleşmesi kanununda madde 25-(3) „İşçiler, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine k at ı l m a l a r ı ve y a s end i k a l faa liyet te bu lu nma ları nda n dolayı işten çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz.“ deniyor. Bu amir hükümdür. Ve bu bağ la mda hü kü mde
görüldüğü gibi 30 altı/30 üstü vs. sınırlaması yoktur. Yani herhangi bir işletmede, o işletmede kaç işçi çalışıyorsa çalışsın, herhangi bir işçi sendikal faaliyeti nedeniyle işten çıkarılamaz. Bu konuda küçük patronlardan büyük itirazlar geldi. Kaos çıkar vb. itirazlar getirildi. Son anda kanun kanunlaşırken, mecliste verilen bir önerge ile iş yasasına bir atıfta bulunuldu. Ordaki atıfta: „Sendikal bir nedenle iş sözleşmesinin feshi hâlinde işçi, 4857 sayılı Kanunun 18, 20 ve 21 inci madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir.“ Deniyor. Atıfta bulunulan 4857 sayılı kanunun 18. maddesinde ise şöyle deniyor: Madde 18 - Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. Görüldüğü gibi burada işten çıkarmanın „geçerli sebebe dayandırılması“ yükümlülüğü „otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerleri“ için geçerli bir hüküm olarak var. Bu 30 altı işçi çalıştıran iş yerlerinde patronları gerekçe göstermeden de işten çıkarmaya yetkilendirme anlamına kullanılabilecek bir hüküm. Aslında sonradan eklenen bu hüküm, daha önceki sınırlamasız „sendikal faaliyetler nedeniyle … çıkarılamaz“ hükmü ile çelişen bir hüküm. Ve bizim bu iki hükmün çeliştiğini göstererek, çıkarılamaz hükmünün uygulanması için mücadele etmeli, işçileri bunun için mücadeleye örgütlemeliyiz. 30 altı/otuz üstü; işçi atıldığında sendikal tazminat vb. tartışmaları aslında reddedilmelidir. Bu konuda yasa kendi içinde çelişmelidir. Ve bu bağlamda, eğer işçi hareketi, sendikalar daha ilk olayda sendikal faaliyet nedeniyle bir işçi işten çıkarıldığında, bunun yasal olmadığı konusunda itiraz getirmeli, bunun hukuki mücadelesini vermelidir. Bu mücadele sonucu bu yasanın nasıl uygulanacağı konusunda bir içtihat oluşur. Bu içtihat bu gibi durumlarda işçinin bütün hakları ve çalıştırılmadığı dönemin tazminatları ile işe geri dönmesi biçiminde de oluşabilir. Oluşur demiyoruz. Oluşabilir diyoruz. Tersi de olabilir. Burada sorun bu konuda yürütülecek mücadelede işçilerin ne ölçüde
bunun arkasında duracakları belirleyicidir. Biz bunu söylüyoruz. Ve diyoruz ki; yasanın kendisinde otuz altı/otuz üstü yok. Net olarak bu söyleniyor. Diğeri bununla çelişmeli, buna dikkat çekiyoruz. Okurumuz diyor ki; hayır böyledir. Neden böyledir diyor? Bu çelişmeyi görmüyor. Çünkü sendika avukatları böyle yorumluyorlar. Bu bundan başka bir biçimde yorumlanmaz. Neden? Şöyle diyor okurumuz: „Neredeyse tüm sendikalar (ki bunlar sendika avukatlarının, hukukçularının değerlendirmesi ile), emekten yana partiler ve örgütler, burjuva gazeteler, ekonomi gazeteleri (alıntı yaptığımız Dünya gibi) vb. 30’un altında işçi çalıştırılan yerlerdeki işçilerin sendikal tazminat hakkının kaldırıldığını söylüyor.“ Yani okurumuzun tanıkları „neredeyse tüm sendikalar, emekten yana partiler, örgütler, burjuva gazeteler“… Onlar öyle söylüyorlar. Peki de biz onların her dediğine inanacak mıyız? Kendi kafamız yok mu? Bu „sendikal tazminat hakkının kaldırıldığı“ iddiasının dayandırıldığı 6356 sayılı kanunun 25. maddesinin ilgili bölümünde aynen şu yazıyor: „(5) Sendikal bir nedenle iş sözleşmesinin feshi hâlinde işçi, 4857 sayılı Kanunun 18, 20 ve 21 inci madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir. İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiğinin tespit edilmesi hâlinde, 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe başlatması veya başlatmaması şartına bağlı olmaksızın sendikal tazminata karar verilir. Ancak işçinin işe başlatılmaması hâlinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilmez. İşçinin 4857 sayılı Kanunun yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini engellemez.“ Burada önce buradaki ilk cümlenin genel „çıkarılamaz“ maddesiyle çeliştiği açıktır. Bunu görmek ve göstermek „emekten yana“ olduğunu söylediklerimizin görevidir aslında. Fakat ondan sonra gelen bold olan yerde de aslında atıfta bulunulan 21. maddedeki „işverenin işe başlatmaması halinde“ devreye girecek „sendikal tazminat hakkı„ konusunda, işe başlatmama şartı da silinmekte, sendikal nedenle işten atılma söz konusu olduğunda, herhalükarda sendikal tazminat hakkına hükmolunacağı söy-
lenerek, sendikal nedenle işten çıkarma yasağının altı çizilmektedir. Okurumuzun şahit gösterdikleri işçilerin lehine sahip çıkılabilecek hakları sonuna kadar savunmak yerine, ahü vah etmeyi tercih etmektedir. Çünkü onların derdi işçilerin hakkını sav unmaktan çok, AKP‘nin getirdiği değişikliklerin eskisinden berbat olduğu, işçilerin hak kaybına uğradığının iddiası ve ispatlanmasıdır. Ama bizim derdimiz bu değildir, bu olmaması gerekir. Bu tartışma bağlamında, en kötü yorumla bu yasa eski yasanın yanlışına sahip çıkan bir yasadır. Eskisinden kötü hale getirme yoktur burada. İddia şu: Deniliyor ki, 30’un altında işçilerin çalıştığı işyerlerinde işçilerin sendikal tazminat hakkı vardı. Şimdi yeni yasa ile o hak ortadan kaldırıldı. Burada olan şey eski bir yasanın hükmüne atıftır yeni yasada. Eğer eski yasada, otuzdan fazla işçinin hakkı vardı veya yoktu ise o aynen korunuyor. Başka bir şey yapılmıyor. Yeni yasada ki bu madde, esasında yeni yasaya sokuşturulan bu eskinin atıfı ile çelişen bir şeydir. Ve esasında sendika avukatlarının bu çelişkiyi görüp göstermesi gerekir. Yaptıkları ne? Yaptıkları, haklarımız vardı, haklarımız kısıtlanıyor. Bu pratikte eski y a s a n ı n s a v u n u l m a s ı d ı r. Varolanın savunulmasıdır. Bu konuda ki tartışma bu. Bu yasanın bu çelişkisine dayanarak, evet hukuki bir mücadele yürütülmelidir. YİD Ocak sayımızda yayınlanan bir okurumuzun eleştirisine tavır takındığımız (YİD Şubat) yazımızda bu konuda şu tavrı takındık: 6356 sayılı yasanın bir başka maddesinde sendikal faaliyet nedeniyle işten atma yasaklanıyor. Yasanın açık bu maddesi ile 25. maddesinin 5. fıkrası birbiri ile çelişiyor. Bu çelişmeye dayanılarak, doğru temelde gerekçelendirme yapılıp hukuk mücadelesi ile 30’dan az işçi çalıştıran işyerlerinde sendikal nedenlerle işten atılmanın önü yasal olarak engellenebilir. Yargıtay’ın yapacağı yeni içtihat ile yasal değişiklik yapılabilir.” (YİD Şubat 2013, Sayfa 7) Okurumuz bu tavrımıza şu eleştiriyi getiriyor: „İlk olarak Yargıtay’ın görevi “adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son incelemesini”, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Yargıtay Kanunu ve diğer kanunların hüküm-
lerine göre” yapmaktır. (yargitay.gov.tr) Yargıtay’ın Meclis tarafından yapılmış bir yasanın hükümlerini değiştirmek gibi bir görevi/yetkisi yok. Yasaların Anayasa’ya uygunluğunu vb. Anayasa Mahkemesi denetler.“ (YİD Nisan Sayısı, sf. 15) Okurumuzun tespiti, eleştirisi doğrudur. Yargıtayın, Anayasa Mahkemesinin de yasa yapmak, yasa hükmü değiştirmek gibi bir yetkisi, görevi yok. Fakat bir anlaşmazlık halinde yasaları yorumlamak mahkemelerin görevidir. Adli yargıda yasalar eğer açık değilse, mahkemelerin vereceği ve Yargtayca da onaylanan bir kararla, yasanın nasıl uygulanacağı konusunda bir emsal karar çıkar, bir içtihat oluşur. Okurumuz genel değerlendirme yapıyor. Şöyle diyor: „6356 sayılı yasa AKP 12 Eylül ürünü çalışma düzenini yıktığı iddiasındadır.“ Bu iddia bizim iddiamız değildir. AKP evet öyle iddia ediyor. Biz onu teşhir ederiz. Ama doğru dürüst teşhir etmeliyiz. Sendikaların bakış açısı ile, onların kimi yanlış değerlendirmeleri ve evet kimi
yalanları ile yapmayalım gerçek durum ne ise onu koyalım. Devam ediyor okurumuz „2821-2822 sayılı yasalara göre 6356 sayılı bir dizi alanda önemli değişiklikler, iyileştirmeler getirmiştir. Ancak temel bazı sorunlar durduğu gibi, kimisi de yeni yasa ile eklenmiştir.“ Şimdi temel bazı sorunların durduğu gayet nettir, olacaktır. Kapitalist sistemde yaşıyoruz. AKP’den sosyalist yasa mı bekliyoruz? „kimisi de yeni yasa ile eklenmiştir“ bağlamında şimdiye dek bu konuda somut olarak getirilenlerin hiç biri doğru değildir. Yeni yasa, eski yasaya göre yeni bir kötülük getirmiyor; en iyi halde şu eski kötülüğe sahip çıkıyor diyecek durumdayız. Bu kadar. Yeni getirdikleri hiçbir şey esasında daha kötü değildir. Olgu budur. Devamla „verilere dayanmasına rağmen hala örgütlenmenin ve TİS ile işçilerin çalışma koşullarının düzeltilebilmesinin önünde engeldir. Hala grev yasakları sürmektedir.“ Sürüyor ama eskisinden daha geri düzeyde grev yasakları. „30’un altında işçi çalıştırılan işyerlerinde sendikal
tazminatın kaldırılması ile birlikte büyük işletmelere oranla küçük işletmeler, taşeronlaştırma cazip hale getirilmiştir.“ Sendikal tazminat hakkı varmış, bu kaldırılmış! Yukarıda tavır takındık, bu iddia doğru değil. En iyi halde korunmuş denilebilir. Orada da yasanın amir hükmüne dayanmak gerekir. Orada deniliyor ki sendikal faaliyetten dolayı hiç kimse işten atılamaz. Ona sahip çıkmak gerekir. „Yapılan değişiklikler ile (bu değişiklikler herkesin işine yaramasına rağmen) AKP kendi sendikalarına yaratmaya çalışmaktadır, bunda kısmen başarılı da olmaktadır.“ Esas sorun da burada. AKP neden kendi sendikalarını yaratıyor? Orda da denildi ki, belli bir yasa Hak-İş için çıkarıldı. Yasa herkes için geçerli. Özel olarak Hak-İş için çıkarılan yasa yok. Yararlan, sen de yararlan ondan. O da ne? Eskiden bir sendikada yönetici olabilmek için mutlaka o iş kolunda yönetici çalışmış olması lazımdı. Bunu kaldırdılar. Vay Hak-İş için yapıldı. Evet senin için de geçerli. Yasa Ahmet, Mehmet için çıkmıyor. Devam ediyor oku-
rumuz: „İşte tüm bunları temel aldığımızda, kırıntılara değil, büyük lokmalara baktığımızda AKP’nin 12 Eylül faşist rejiminin ürünü olan yasaları kaldırıp yeni yasa ile sendikal düzeni bir bütün olarak aslında ileriye taşımadığını, yasaların faşist özünü koruyarak sadece faşizmin yürütmesini devraldığını söyleyebiliriz.“ Okurumuz bu değerlendirmesi daha önceki pozisyona göre olumludur. Çünkü diyor ki; „faşist özünü koruyarak sadece faşizmin yürütmesini devraldı.“ İlk tavırdaki pozisyon, „faşist özü devraldı, daha da ilerletti„ şeklinde idi. Buna göre şimdi „devraldığı“ söylenip orada duruluyor. Eskisine göre biraz daha iyi. Ama yine de yanlış. Çünkü daha da kötüleştirdi tespitinden geri adım atılırken bir özeleştiri yok. Bu durum yazının genel tavrı. Özeleştirici olmayan, yanlışın görüldüğü yerde, açık olduğu bir yerde bile bu yanlıştır demekten kaçınıyor okurumuz. Bu durum iyi değil. Bu tavır bizi ilerleten bir tavır değil. 04.05.2013 Yeni İşçi Dünyası
AVUSTURYA’DAKİ TİS SİSTEMİ ÜZERİNE Son dönemde “6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu hakkında, Yeni İşçi Dünyası’nın Kasım ve Aralık sayılarında değerlendirme yazıları yayınlandı.” (Yeni İşçi Dünyası, Şubat 2013 sayısı, sf:6, ilk sütun, birinci paragraf.) Yine sözü geçen 28. 01. 2013 tarihli bu yazının sonunda okurlar bu konudaki tartışmaya katılmaya çağrıldı. Ben de bu çağrıyı doğru bularak tartışma konusunun kavranmasına bir nebze katkı sağlayabileceğini umarak Avusturya’daki sendika ve TİSsistemi üzerine okuyucularımızı bilgilendirmeye çalışacağım. Avusturya iş hukukunda toplu iş sözleşmesi hükümlerinin nasıl yer aldığına geçmeden önce şunun bilinmesi önemlidir: Avusturya’da – Türkiye’den farklı olarak – birden fazla değil, bilakis tüm branş, mesleki dal, iş kolu sendikalarını içinde barındıran tek bir çatı örgütü (federasyon, konfederasyon) Avusturya Sendikalar Birliği (ÖGB) vardır. Avusturya iş hukukunda bu “toplu iş” “kolektif ” yasal düzenlemenin temelini İş Anayasası Kanunu oluşturmaktadır. Bu kanunun I. bölümü toplu iş sözleşmesi üzerine hükümleri, TİS-lerin tüzük/talimatname haline gelmesi üzerine açıklama, asgari ücret tarifesi, çıraklık harcırahının tespit edilmesi ve işletme anlaşması üze-
rine maddeleri içermektedir. Çalışanların iş koşulları iş sözleşmeleriyle düzenlenir. Bunun genel yasal temelini Avusturya Medeni Kanunu oluşturur. Buna göre iş sözleşmesi randıman ve bunun ‘karşılığı’ ilkesine dayanan iki taraflı bir borçlar hukuku anlaşmasıdır. Emekçi emeğini verir, işveren bunun ‘karşılığı’nı (ücret, maaş vb.) olarak öder. Tek tek birçok sözleşme yapmak yerine çok daha güçlü bir şekilde kolektif olarak emekçilerin örgütü, sendikalar tarafından pazarlıklarla sonucu ortaya çıkan çalışma koşulları toplu iş sözleşmesine tabi çalışanların hepsi için belirli asgari normları saptamalıdır. Tarihsel mücadele süreci içinde TİS ve çeşitli branşlara özgü iş koşullarında yapılan düzenlemeler gittikçe öylesine geliştirilmiştir ki, günümüzde TİS’in kendisi artık ekonomik ve sosyal yaşamdan kopuk düşünülemeyecek bir norm haline gelmiştir. TİS-ler birçok işlevi yerine getirmelidirler. Çoğu kez tek tek emekçinin özgür iradesi yerine (çalışanlar ekonomik baskı altında bulunmaktadırlar) TİS-ler vasıtasıyla daha güçlü çıkar temsilcileri yer alırlar. Bu şekilde TİS-ler sosyal bir işlevi yerine getirmekle yükümlüdürler. Daha büyükçe iktisadi
gruplar alanındaki çalışma ücret koşullarının bir sistemini saptarlar ve bununla ekonomik olarak da işveren açısından eşit rekabet koşullarının ortaya çıkmasına katkı sağlarlar. Nihayet TİS-ler, işletmeler düzeyinde birçok anlaşmazlıklar önlenebilmesinde önemli bir düzenleme işlevine sahiptirler. Avusturya ilk TİS 1896 yılında matbaa işçileri için gerçekleşmiştir. Daha Birinci Dünya Savaşı başlarken Avusturya’da 500’ e yakın TİS yapılmıştı. Birinci Dünya Savaşının sona ermesinden hemen sonra bazı kanunlar toplu iş sözleşmesi düzenlemelerine atıfta bulunuyorlardı. 18 Aralık 1919 tarihli uzlaşma dairelerinin kurulması ve toplu iş sözleşmeleri üzerine yasa ile ilk kez toplu iş sözleşmesi sistemi hakkında yasal bir düzenleme gerçekleşti. Bir anayasa kanunu derecesindeki Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi’nin 11. Maddesiyle tüm insanlara kendilerinin çıkarlarını korumak üzere sendikalar kurmak ve bunlara üye olmak hakkı anayasal hak olarak teslim edildi. Bununla toplu iş sözleşmesi düzeni tabii dolaylı olarak da anayasal hak olarak korunmaktadır. Avrupa Sosyal Şartı da toplu iş müzakereleri üzerine hakkı ve emekçilerin kendi ekonomik ve sosyal
çıkarlarını korumak üzere örgütlerde bir araya gelme hakkını da altını çizerek kabul etmektedir. Sonunda İş Anayasası Kanunu (İAK) ile toplu iş sözleşmesi yeni bir hukuksal temele yerleşmiştir. Bu İş Anayasası Kanunu işletme sözleşmesi üzerine hükümleri de içermektedir. Toplu iş sözleşmeleri bir yanda toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili işverenlerin kurumları ile çalışanların kurumları arasında ücretlendirme ve çalışma koşullarının düzenlenmesi için yapılan yazılı anlaşmalardır. (İAK, 2. m, 1. Prgrf) Şu konular üzerine toplu iş sözleşmesi düzenlemeleri yapmak mümkündür: • İş ilişkisinden ayrılan emekçinin TİS’e göre haklarında değişiklik (Örn: emeklilik veya tatil hakları), •Bir işletmesel değişiklik halinde özsel dezavantajları önlemek, ortadan kaldırmak veya yumuşatmak için önlemler, •Böylesi önlemlerin uygulanmasında kararın belirlemesine katılımın tür ve kapsamı ve işin insanca şekillendirilmesi için önlemler, •Yasanın düzenlenmesini TİS’e devrettiği diğer konular (Örn: çalışma zamanı yasasına göre iş zamanı düzenlemeleri). Toplu iş sözleşmesinin işletme
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
sözleşmesi ve tek(kişisel/bireysel) sözleşme ile bağlantısı ve ağırlığı konusunda – TİS’in somut durumda istisnai olarak farklı anlaşmaları dışında – uygunluk ilkesi geçerlidir: Emekçiler ve işveren arasındaki işletme sözleşmeleri ve bireysel anlaşmalar emekçilerin TİS’sel asgari haklarını ancak genişletebilir ve iyileştirebilir; ama kaldıramaz veya sınırlayamaz. Bununla TİS’sel hükümlerin zorunluluğu ve bunların emekçiler yararına asgari koşullar olarak niteliği ifadesini bulmaktadır: Bu asgari koşullar emekçinin onayı olmaksızın aşağıya çekilemez; TİS’sel asgari haklardan bir vazgeçiş – hem iş sözleşmesi yapılmasında hem de iş ilişkisinin devam ettiği tüm süre boyunca – geçersizdir. Böylesi haklar, eğer bu arada düşmemişse veya zaman aşımına uğramamışsa, olası bir vazgeçiş halinde bile mahkeme nezdinde talep edilebilir. Bu haklar ancak iş ilişkisinin feragat açıklaması sonucu fesih edilmesinden sonra hukuksal olarak kaybolur.
18
Toplu İş Sözleşmesi Yapabilirlik Böylesi kurumlar işverenlerin ve çalışanların yasal çıkar temsilcileri kuruluşlardır. Emekçiler kesimi için işçi odaları (tarımsal alanda tarım işçileri odaları); patronlar için ticari ekonomi odaları, serbest meslek sahipleri odaları (ve tarım alanında tarım odaları)dır. Sözü geçen bu odalar Avusturya hukukunda birer anayasal kurumlardır. Gönüllü üyeliğe dayanan işveren ve emekçilerin mesleki örgütleri ile ilgili olarak çalışanlar için Avusturya Sendikalar Birliği (tarımsal alanda tek tek eyaletlerde ÖGB ve tarım ve orman işçileri birlikleri), işverenler tarafında ise örneğin Avusturya Sanayiciler Derneği, Avusturya Grafik işletmelerinin Baş Birliği, Avusturya Bankaları ve Bankacıları Birliği vardır. TİS-yapabilirlik yasal açıdan sadece bu yasal çıkar temsilcilerin hakkıdır. Diğer taraftan gönüllü mesleki kuruluşların TİS-yapabilirliği başvuru üzerine Federal Uzlaşma Dairesi tarafından kabul edilir. Meslek i kuruluşların TİSyapabilirliği şöyle kabul edilir (İAK, 4. m, 2. Pgf): •Bu kuruluşlar tüzükleri uyarınca kendilerinin çalışma alanındaki iş koşullarını düzenlemeyi kendilerine görev edinirler; •İşveren ve emekçilerin çıkarlarını temsil etmeye yönelmiş koydukları hedefte daha büyükçe
branş ve yerel çalışma alanında faaliyet gösterirler; • Üyelerinin sayısı ve faaliyetlerinin kapsamı esaslı bir ekonomik öneme sahip olmalıdır; •İşveren ve emekçilerin çıkarlarını temsil ederken diğer taraf karşısında bağımsız olmalıdır. Bu koşullar, bütünlüklü bir ücret-ve TİS-siyasetini korumak amacıyla ufak-tefek gruplar ve “sarı” denilen örgütleri TİSyapabilirlikten dışlamak için tespit edilmiştir. ÖGB ve ona üye sendikaların TİS-yapabilirliği Federal Uzlaşma Dairesi’nin 04 Eylül 1947 tarihli kararı ile kabul edilmiştir. Çalışma ve Sosyal İşler Federal Bakanlığı’na bağlı olarak kurulmuş Federal Uzlaşma Dairesi, eğer kabul edilme için koşullar artık bulunmadığı saptanırsa, önceden kabul edilmiş TİS-yapabilirlik resen veya TİS-yapma yetkisine sahip bir mesleki kuruluş veya onun yasal çıkar temsilciliğinin yaptığı başvuru üzerine iptal edilmelidir (İAK, 4. m, 2. Pgf). G önü l lü üyel iğe daya na n bir meslek i kuruluşun TİSyapabilirliği kabul edilmiş ise ve bu kuruluş bir TİS yapmışsa, bu halde ilgili yasal çıkar temsilcilik bu mesleki kuruluşun yaptığı TİS’in geçerlilik süresi boyunca TİS-yapabilirliğini kaybeder (İAK, 6.m). Böylece sadece ÖGB, ama İşçi Odası değil, TİS’ler yapar. Her ne kadar işçi odaları ve federal işçi odasının TİS-yapabilirliği bulunmasına da emekçi tarafında toplu iş sözleşmeleri istisnasız Avusturya Sendika Birliği tarafından yapılırlar. TİS-Mensubiyeti İlgili TİS’e, TİS’de farklı bir belirleme yoksa onun yerel/bölgesel, iş kolu ve kişisel geçerlik alanı içerisindeki aşağıdakiler mensuptur: •TİS’in yapılması sırasında TİS’e katılan kurumların üyesi bulunan veya sonradan üyesi olacaklar işverenler ve çalışanlar; •İşletmenin veya işletmenin bir kısmının yukarıdaki paragrafta belirtilen bir işverene devredilen işverenler; •Bağlantılı bir iş dalında çerçevesinde branşı kapsayan işler yapan, çalışılan ekonomik alanlarda TİS ile ilgili olarak yukarıdaki iki madde uyarınca şimdiye kadar TİS-mensubiyeti bulunmayan işverenler. Dışarıda Kalanlar Sorunu Emekçiler saflarındaki “beleşçiler” Her ne kadar toplu iş sözleşmesi aslında sadece kayıtlı üyeler için geçerli olsa da, onun geçerlilik
yasa yoluyla örgütleri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bunun nedeni işsizlik sırasında elde edilen deneyimlerdir. Ekonomik kriz esnasında işverenler önce kendilerine daha pahalıya gelen sendikal örgütlü emekçileri işten çıkardılar. Yeni işe alınmalarda da yine TİS’in korunması altında bulunmayan “örgütsüz” emekçileri tercih ettiler. Diğer taraftan sendikal sosyal politikanın esasını, örgütlülerin sosyal yükselişleri ancak eğer bu yükselişe bütün emekçiler için ulaşılabilirse mümkün olacağı oluşturur. Şüphesiz bu sistem vasıtasıyla örgütsüzler hiç hak etmedikleri avantajları elde etmektedirler. Bundan dolayı örgütlüler, özellikle onların sendikaları örgütsüzlerle yakından ilgilenmeli ve onları sendikal hareket içinde dayanışmacı eylemlere katılmaları için cesaretlendirmelidir. Bu bağlamda özellikle, TİS’lerin sendikal örgütler (üye sayısı bakımından) ne kadar güçlü olurlarsa ve böylece işveren tarafına baskı uygulayabilirlerse, TİS’ler bir o kadar daha değerli hükümler içerirler. Bu konu diğer ülkelerin sendikaları ile bir araya gelmelerde ateşli tartışmalar neden olmaktadır. Çünkü Anglosakson ülkelerle (Örn: İngiltere) TİS’ler sadece örgütlüler için geçerlidir. İşveren saf larındak i “ k irli rakipler” TİS’in, kendisinin emekçiler için koruma işlevi ile birlikte bir de ekonomik iş kolu içerisinde dengeli ücret giderleri ortaya çıkarmak gibi düzenleme işlevi vardır. TİS’lerin çoğu ilgili iş kolundaki tüm işletmeler ve işçiler ile hizmetliler olarak ayrı ayrı bu iş kolunda çalışan emekçiler için geçerlidir. TİS böylece Avusturya’daki ekonomik ve sosyal siyasetin en önemli düzenleyici unsurlarından biri haline gelmiştir. İzin hakları, hastalık halinde ücret/maaşın ödenmesinin sürdürülmesi TİS’in çıkar temsilcileri tarafından karar altına alınmıştır. Bu TİS’lere genel toplu iş sözleşmeleri denir. Bu genel TİS’ler Avusturya’daki tüm ticari-iktisadi işletmeler ve bunlarda çalışan emekçiler için geçerlidir. TİS’in yasal etkileri TİS’lerdeki hükümler, bunlar işverenler ile emekçiler arasındaki yasal ilişkileri düzenlediği sürece, işletme anlaşmaları veya iş sözleşmeleri vasıtasıyla ne fesih edilebilirler ne de sınırlandırılabilirler. TİS’i dışlamadığı sürece özel anlaşmalar, bunlar eğer emekçilerin
daha lehine ise veya TİS içinde düzenlenmemiş konuları içeriyorsa, ancak o zaman geçerlidir. TİS’in Geçerlilik Süresi Bir TİS şu koşullarda geçersiz hale gelir: Eğer sözleşmede belirli bir geçerlilik süresi tespit edilmiş ise, bu sürenin bitimiyle. TİS, geçerlilik süresi ile ilgili herhangi bir hüküm içermiyorsa, bir yılın bitiminden sonra bir takvim ayının son günü üç aylık bir feshi ihbar süresi vererek taahhütlü mektupla feshi ihbar edilebilir. Yeni bir TİS yapılmasıyla. T İ S -Ya p a b i l i r l i ğ i n i p t a l edilmesiyle. Yasal bir çıkar temsilcinin TİSYapabilirliğinin ortadan kalkması ile. TİS-Yapabilirliğe sahip emekçilerin iki mesleki kuruluşunun rekabeti halinde. TİS-Yapabilirliğe sahip kurumun dağılması ile. Makamlar ve İşleyiş: TİS ile ilgili yasal şekillenme alanında makam olarak Çalışma ve Sosyal İşler Federal Bakanlığı, Federal Uzlaşma Dairesi ve hakem kurulları yetkilidirler. Bakanlığın görevleri TİS’lerin sunulması, ilan edilmesi ve kayıt altına alınması ile bunların iş ve sosyal hukuk konularıyla ilgili üst mahkemelere yollanması bağlamındadır. Federal Uzlaşma Dairesi, • TİS-Yapılabilirliğin kabul edilmesi ve iptal edilmesi üzerine karar verme; • Bir TİS’in yorumlanmasına ilişkin bir bilirkişi raporunun verilmesi için bir mahkemeye veya idari bir makama başvurma; • TİS’lerin tüzük haline getirilmesi hakkında açıklama için; • Asgari ücret tarifelerinin saptanması, değiştirilmesi veya iptal edilmesi için; • Çırak harcırahlarının saptanması, değiştirilmesi veya iptal edilmesi için; •Kendisi tarafından kararlaştırılan tüzükler, asgari ücret tarifeleri ve çıraklık harcırahları üzerine bir kütüğün tutulması için; •TİS’lere, tüzüklere, asgari ücret tarifelere ve saptanan çıraklık harcırahlarına bakabilmeyi sağlamak için; •Tüzüklerin, asgari ücret tarifesi ve saptanan çıraklık harcırahlarının yasal olarak öngörülen yerlere yollanması için; •TİS’lerin yapılması veya değiştirilmesi üzerine yürütülen pazarlıklara ve anlaşmazlıkların uzlaştırılmasına katılmak için yetkilidir.
"İŞ YERİ TEMSİLCİSİ Kimdir? İşl etmel e rde emek ç il e r in haklarını savunan seçilmiş meslektaşlardır. Günümüzün zor ekonomik koşullarında işverenler işçi ve hizmetliler üzerinde bir baskı kurmaya çalışırlar. Hiç kimse buna tek başına karşı koyamaz. İş yeri temsilciniz, haklarınız söz konusu olduğu zaman duruma müdahale eder, sizi bilgilendirir ve hakkınızı almanızda size yardımcı olur. İşletme içerisinde hak ve hukuk işlemiyorsa, bu durumda durumunuzun kötüye gitmemesi için uğraşır, ezilmemenizi sağlar. İşletme yönetiminin hatalarını engelleyemez, fakat bu hataların işçi ve hizmetlilerin çıkarlarına karşı olmamasını gözetir. İş yeri Temsilciliği •‑Toplu iş sözleşmelerinin ve işletme içi sözleşmelerin uygulanmasını sağlar, •‑Çalışma şartlarının ve güvenlik tedbirlerinin iyileştirilmesi konularında teklifler yapar, •‑İşyerlerinin düzenlenmesinde söz hakkı, •‑Personel ve iktisadi konularda söz hakkı, •‑İş ilişkilerinin bitirilme du-
rumlarında görüş bildirme ve iş ilişkilerinin bitirilmesini mahkeme aracılığıyla reddetme hakkı, •‑İşletmede işçi ve hizmetlilerin işveren tarafından sürülmelerini (belirli şartlar altında) engelleyebilir, •‑İşçi ve hizmetlileri ilgilendiren bütün meseleler hakkında onları bilgilendirilme zorunluluğu. İ ş Ye r i Te m s i l c i l i ğ i n i n Desteğinize İhtiyacı Vardır. 1,4 milyondan fazla sendikal olarak örgütlü işçi ve hizmetlinin gücü, güçlü bir temsilcilik ile ölçülür. Bu iş yeri temsilciliği için de geçerlidir. Destek ne kadar büyük olursa, onun pozisyonu da o kadar güçlü olur. İş Yeri Temsilciliği Seçimi Uyruğuna bakılmak sızın, seçimin ilan edildiği gün ve seçimin yapıldığı gün işletmede çalışan 18 yaşını doldurmuş bütün çalışanlar seçme hakkına sahiptirler. Seçilme Hakkı İş Yeri Temsilciliğine, •‑19 yaşını doldurmuş ‑İşletmede en az altı aydan fazla çalışan (yeni kurulan ve sezonluk işletmeler hariç) •‑Avusturya vatandaşı veya Avrupa Birliği üye ülkelerinden birisinin ya da Avrupa Birliği ile arasında ortaklık anlaşması bulunan bir devletin vatandaşı olan, işçi ve hizmetliler seçilebilirler. İ ş Ye r i Te m s i l c i l i ğ i n i n Oluşturulması Bir işyerinde işveren haricinde en az beş işçi/hizmetli çalışıyorsa, bir iş yeri temsilciliği oluşturmanın yasal koşulu yerine getirilmiştir. İşletme sahibi katılımcı işçi/ hizmetlinin ne davranışlarını kısıtlayabilir, ne de kendilerini bu tür çalışmalara katılmaktan alıkoyabilir. Aşağıda adı geçenler için işten çıkartılma koruması vardır. •‑Seçim divan heyeti üyeleri; •‑İş Yeri Temsilciliğine adaylığını koyanlar, •‑Seçilmiş iş yeri temsilcileri. Atılacak küçük adımlarla bir iş yeri temsilciliği kurulabilir, yani: •‑Seçimi idare edecek divan heyetinin seçimi için bir işyeri toplantısı (bu toplantı seçimi belirler), •‑Seçimin ilanı (nerede ve ne zaman seçileceği), •‑Gizli oylama ve seçim sonuçlarının açıklanması, •‑İş yeri temsilcileri göreve başlayabilir. Yetkili sendika ve Avusturya Sendikalar Birliği bu konuda bilgi verirler, seçim esnasında
yardımcı olurlar ve daha sonraki sürelerde de iş yeri temsilcilerini çalışmalarında ve görevlerini yerine getirmede onlara destek olurlar. GENÇLİK SÖZCÜSÜ (GÜVENİLİR KİŞİ) Gençlik sözcüsü, çıraklar için önemli bir işleve sahiptir ve çıraklarla işletme yönetimi arasındaki meselelere aracı olarak müdahale eder. Sözcü sadece gençliği ilgilendiren konular var ise, genelde iş yeri temsilciliği ile ortak çalışarak meselelere karışır ve bu konuda görüşlerini ortaya koyar, soruları ve cevapları ile çıraklar lehine meseleleri düzene sokar. Bir işletmede 18 yaşını henüz doldurmamış en az beş çalışan var ise, bunlar kendi çıkarlarını temsil edecek bir gençlik sözcüsü seçebilirler. Gençlik sözcüsünün görev süresi iki yıl kadardır. Kim gençlik sözcüsü olarak seçilebilir: •‑Seçimin yapıldığı gün henüz 21 yaşını doldurmamış olmak, •‑Seçimin yapıldığı gün işletmede en az altı aydır çalışıyor olmak, •‑Avusturya vatandaşı (veya Avrupa Birliği ülkelerinden birinin vatandaşı)( ya da Avrupa Birliği ile arasında ortaklık anlaşması bulunan bir devletin vatandaşı) olmak. İşletmenin bütün genç çalışanları, •‑Seçimin ilan edildiği tarihte henüz 18 yaşını doldurmamış olanlar, •‑Seçimin ilan edildiği ve yapıldığı gün işletmede çalışıyor olanlar seçme hakkına sahiptirler. Gençlik sözcüsünün en önemli görev ve yetkileri şunlardır: •‑Genç işçi/hizmetlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve sağlıkla ilgili çıkarlarını korumak; •‑Genç işçi/hizmetlinin iş sözleşmelerinde yer alan genç çalışanlar için geçerli sözleşme maddelerine riayet edilip edilmediğine dikkat etmek; •‑Kazanılmış hakların korunması, gelecekte ise ortaya çıkabilecek eksiklikler için önlemler almak ve talepte bulunmak; •‑İş yeri temsilciliğinin oturumlarında, danışman olarak yer almak; •‑Meslek eğitimi ve meslek eğitiminin devamı konularında öneriler getirmek. Gençlik sözcüler kurulu üyesinin hakları ve ödevleri iş yeri temsilciliği üyelerinin adı geçen temel hak ve ödevleri ile aynıdır. -Direktif almama özgürlüğü;
-Kısıtlama ve alıkoyma yasağı; -İş ilişkisinin bitirilmesi ve işten atılmaya karşı koruma; -Eğitim amaçlı her bir görev dönemi için iki hafta olmak üzere eğitim izini. İşletme içerisinde gençlik sözcüleri yoksa sendikaların gençlik bölümü seçimlerde, seçim sonrası görevlerini yerine getirmede bilgi verir ve yardımcı olurlar. DİĞER TEMSİLCİLİKLER Merkezi İş Yeri Temsilciliği Bir işletme birden fazla işletmenin bulunması durumunda o işletmeleri ve aynı işkolunda başka işyerlerini de kapsayabilir. Bunlar ekonomik bir birlik altında bulunuyor ve bir merkezden idare ediliyorlarsa, bu şekilde merkezi bir iş yeri temsilciliği oluşturulur. Merkezi iş yeri temsilciliği bu işyerlerinde veya işkollarında çalışan tüm işçi/hizmetlilerin çıkarlarını savunur. Holding İş Yeri Temsilciliği Hukuksal açıdan bağımsız, ancak ekonomik (mali) olarak yekpare bir yönetim altında toplanan şirketler topluluklarına holding denir. Birden fazla işverenden oluşan bir holdingdeki iş yeri temsilciliği bu holdingde bulunan tüm işçi/hizmetlileri temsil edebilen holding iş yeri temsilciliği olarak kurulabilir. Avrupa İş Yeri Temsilciliği Çeşitli Avrupa ülkelerinde işletmeleri bulunan işverenler ve şirketler için Avrupa iş yeri temsilciliği oluşturulur. Özürlüler Sözcüsü (Güvenilir Kişisi) İşletme içerisinde en az 5 özürlü işçi/hizmetli çalışıyorsa, bu durumda bir özürlüler sözcüsü seçilir. Bu kişi iş yeri temsilciliği ile birlikte hareket ederek, bu gruba dâhil işçi/hizmetlilerin özel çıkarlarını savunur ve ihtiyaçlarını belirler. Güvenlik Sözcüsü (Güvenilir Kişisi) Çalışan sayısı 11’i geçen işletmelerde bir güvenlik sözcüsü olmak zorundadır. Güvenlik sözcüsü işletmede çalışan işçi/ hizmetlilerin sağlıklı ve güvenli olarak çalışabilmeleri konularında ne yapmaları gerektiğini belirler.” (agb. sf: 32-34) [Yanlış çevrilen yerler ve Türkçe yazım hataları tarafımızdan düzeltildi - BN] Yukarıdaki somut bilgilerin söz konusu tartışmaya minnacık bir katkı olabilmesi dileğiyle. 08. 03. 2013 Avusturya’dan bir YİD-okuru
Mayıs 2013 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
İş Anayasası Kanunu ile yeni makamlar olarak hakem kurulları kuruldu. Hakem Kurulu, birinci merci olarak görevli, işletmenin bulunduğu yer için yetkili iş-ve sosyal hukuk mahkemesinin makamı nezdinde kurulmalıdır. Bir ihtilaf ile ilgili karar verilmesi üzerine başvuru hakem kurulu tarafından yetkili mahkeme başkanlığına yapılmalıdır. Hakem kurulunun kararı işletme anlaşması olarak geçerlidir; yani dolaysız bir şekilde yasal açıdan bağlayıcıdır. Hakem kurulunun kararı nihaidir. Buna karşı yasal itiraz caiz değildir. Yukarıdaki tüm bilgiler ÖGB, sendikalar ve İşçi ve Hizmetliler Odası’nın eğitim çalışması çerçevesinde – aynı zamanda sendika okul ve akademilerinde - kullanılmak üzere yazılan Almanca şu broşürden derlendi: İŞ HUKUKU – İş Hukukunda toplu iş sözleşmesinin yasal şekillenmesi, yazarı: Erich Ullman, Mayıs 1999 baskısı. Avusturya Sendikalar Birliği (ÖGB)’nin üyeleri için çeşitli dillerde çıkardığı “Mutlaka Bilmeniz Gereken Şeyler” adlı broşürünün Türkçesinde konumuz ile ilgili şu bilgiler verilmektedir:
19
KATİLLERİ ASIN! FABRİKA PATRONLARINI ASIN!
Son belirlemelere göre 622 konfeksiyon işçisinin göz göre göre katledildiği Bangladeş’te öf keli işçiler 1 Mayıs gösterilerini “Katilleri asın, fabrika patronlarını asın!” sloganıyla gerçekleştirdiler. Başta başkent Dakka’da olmak üzere, 1 Mayıs gösterilerinin çoğunda katliamın hesabını soran öfkeli işçilerle polis arasında çatışmalar çıktı. Bangladeş’in kapitalist ekonomisinin belkemiğini oluşturan, 20 milyar dolarlık ihracat yapan 4500 konfeksiyon fabrikasının büyük bölümü, 24 Nisan’daki işçi katliamından bu yana, işçilerin bina sahibi ve sorumlu patronların asılması istemiyle yürüttükleri fiili grev nedeniyle çalışmıyor. 3200 işçinin çalıştığı Ray Tekstil kompleksi binasındaki çöküşten sonra çıkarılan işçi cesetlerinin sayısı 622 ye ulaştı. Çöküş sırasında 8 katlı binada kaç işçinin
bulunduğu, işçilerin çoğu sigortasız ve kayıtsız çalıştırıldığı için bilinmiyor. Enkazdan her gün yeni cesetler çıkmaya devam ediyor… Katliamdan sonra, devlet biri bina sahibi, diğerleri mühendis olan, sadece 8 kişiyi gözaltına almış durumda. İşçi sınıfının hesap sorucu fiili ve militan grev ve gösterileri nedeniyle, bina sahibinin idam istemiyle yargılanacağı açıklanmakla birlikte, diğer patronlar ve devlet görevlileri serbest. Bangladeş işçi sınıfının ülke patronlarının can damarı olan konfeksiyon sektörünü 1 haftadır durma noktasına getiren eylemleri, tüm katil sermaye ve yetkililerinin en ağır cezaya çarptırılması ve asılması istemiyle sürüyor. Bangledeş’te bu katliam yeni değil. Bir başka 8 katlı binayı hatırlayalım. Emeğin değerinin ayda 37 dolar olduğu bir binayı... 24 Kasım 2012’de aynı kentte Tazreen isimli bir tekstil fabrika-
sında yangın çıkmış, ancak yangın çıkışı bulunmadığı için işçiler, kısıldıkları tekstil kapanında feci şekilde can vermişlerdi. Ölen 112 işçinin yanmış bedenlerinin kokusunun hâlâ burunları sızlattığı kentte, tam beş ay sonra 24 Nisan 2013’te bu kez betonun altında kalarak can verdi Bangladeşli tekstil işçileri. Fotoğraflara bakıyoruz, renksiz, çirkin ve yıkılmış binadan yerlere doğru rengarenk kumaşlar sarkıyor... “Karın tokluğu”na çalışan bir Bangladeşli tekstil işçisinin aldığı maaş, o kumaşın kaç metre karesine denk geliyor, diye düşünmeden edemiyor insan. Çalışma Bakanı Faruk Çelik Bursa’da tekstil sanayicileri ile yaptığı toplantıda tesadüfe bakın ki şöyle demiş: “Bangladeş gibi ülkelerde insanlar neredeyse karın tokluğuna çalışıyor. 170 milyon nüfusu ile yüz ölçümü olarak bizden daha küçük bir ülke olan
Bangladeş’e bir de büyük markaların iş gücünde faydalanmak için fabrika kurması, bu ülkelerle rekabeti iyice zorlaştırıyor.” 5 ayda 112 işçinin yanarak, 100 işçinin ezilerek can verdiği bir ülkedeki çalışma koşullarını “rakip” olarak Türkiyeli tekstil sanayicisinin önüne koymuş Bakan. Hem de biri hamile 5 kadın tekstil işçinin, gece çalıştırıldıkları fabrikada, kapılar üzerlerine kilitlendiği için yanarak öldüğü bir kentte söyleyivermiş bunları. 2005 yılında, Özay Grup’a ait yatak fabrikasında tıpkı Bangladeşli işçiler gibi kapana kısılmıştı Necla, Ayşe, Sadife, Gülden ve Sevgi. İktidarda yine AKP vardı. Kapitalizmin bu barbarlığına işçi ve emekçi yığınlar dur deyip, kapitalizmi devrimlerle alaşağı edip kendi iktidarlarını kurmadıkça bu katliamlarda son bulmayacaktır. 06.05.2013
Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Metin Yoksu • Yönetim Yeri ve Adresi: Fatih Mah. Bahçeyolu Cad. Ülbeği İş Merkezi No: 9 Kat: 4 Esenyurt - İstanbul • Tel/Fax: (0212) 620 67 57 • e-mail: info@ydicagri.net • web: www.ydicagri.net YDİ ÇAĞRI Sayı 163 nin İşçi Özel Sayısı • Mayıs 2013 • Fiyatı: Türkiye: 1,00 TL · Türkiye Dışı: 1,00 Avro Baskı: Berdan Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 215-216-239 Topkapı/İstanbul Tel: (0212) 613 11 12 • Yayın Türü: Yerel Süreli