Yeni Dünya İçin ÇAĞRI • Özel Sayı • Nisan 2011 • Fiyatı: 1,00 TL
GELECEKSİZLİĞE, GÜVENCESİZLİĞE KARŞI:
HAYDİ 1 MAYIS'TA ALANLARA!
Atom Enerjisine Hayır!
Metal Grevi ve Gelinen Nokta:
Tunus Dersleri
Güvercin Anıldı
Seyfettin Gülengül ile Röportaj
Emperyalistler Libya’dan Defolun! Emekçiler Torba'ya Girmeyecek!
Çernobil, Fukuşima, Akkuyu, Sinop: Atom Santrallerine Hayır! Atom Enerjisine Hayır!
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
11
2
Mart’ta, Japonya’nın yaşadığı en güçlü deprem ve ardından gelen tsunami, bütün insanlığı tehdit eden bir başka felaketi tetikledi. Depremden ve tsunamiden zarar gören Fukuşima Atom Santrali’nde soğutma mekanizması devre dışı kaldı. Toplam 6 reaktörden oluşan tesislerin üçünde “kısmi çekirdek erimesi” olduğunu, bu tesisleri işleten atom tekeli Tepco’nun sözcüleri 30 Mart’ta açıklamak zorunda kaldılar. Bu felaketin özelliği, onun deprem, tsunami gibilerinden farklı olarak insan yapısı bir felaket olmasıdır. Felaket açıkça geliyorum diyen ve aslında önlenebilir bir felakettir. Bu felaketin sonuçları deprem, tsunami gibi felaketlerle karşılaştırılamayacak bir potansiyele sahiptir. Atom santrali reaktöründe “tam çekirdek erimesi” denen olay ortaya çıktığında sonuç; reaktörün çevresinde 30-50 km çapında bir alanda bütün hayatın binlerce yıl sonlanması, suya, havaya saçılan radyasyonla, bu radyasyonlu suyun ve havanın ulaştığı alanlarda milyonlarca, on milyonlarca insanın zehirlenmesi, kanser gibi hastalıkların büyük çapta artması oluyor. Fukuşima’da durum bu bağlamda, Japonya Başbakanı’nın açıklamasına göre “kritik”. İtiraf edilen kısmi erimenin, tam erimeye dönüşme tehlikesi sürüyor. Tepco yöneticileri halkı sakinleştirmek için tehlikenin büyük olmadığı yalanlarını yayıyor; sağlık için “kabul edilebilir radyasyon sınırı” sürekli yükseltiliyor, başkent Tokyo’da belediye başkanı, şehir suyundaki ispatlanmış yüksek derecedeki radyasyonun zararlı olmadığını ispatlamak için TV kameraları önünde şehir- musluk suyu içiyor. Çernobil sonrası Türkiye’de yaşadıklarımıza benzer sahneler Japonya’da yaşanıyor.
Atom Aygaz değildir! En fazla kar dürtüsü ile insanlığın geleceğini hiçe sayan, tehlikeye atan atom reaktörleri dünyanın toplam 30 ülkesinde faaliyet gösteriyor. Toplam 440 atom reaktöründe dünya toplam elekt-
rik üretiminin % 6,5’u üretiliyor. Planlanmış 344 atom reaktörü inşa için sırada bekliyor. Türk hakim sınıfları da planlanmış ve ilkinin temeli bu Mayıs ayında atılması öngörülen 4 reaktörle sırada. R.T. Erdoğan, Fukuşima
ertesinde onlarca patronla birlikte yaptığı Rusya gezisinde, Rusya devlet Başkanı Medvedev ile birlikte yaptığı basın toplantısında, atom santrali kurmaktan vazgeçmek diye bir şeyin söz konusu olmadığını açıkladı. Akkuyu’da
kurulması planlanan santral için “Kazmanın inşallah önümüzdeki aylar vurulacağı”nı açıkladı. Erdoğan atom santralı inşasını gerekçelendirmek için atom lobicilerinin her ülkedeki argümanlarını tekrarlıyor: 1.Yalan: “Enerji eksiğinin giderilmesi için atom teknolojisi kaçınılmazdır.” Bu atom lobicilerinin standart yalanıdır. Giderek artan enerji ihtiyacını bütün dünyada yenilenebilir enerji kaynakları kullanılarak gidermek –bu arada enerji tasarruf sağlayacak tedbirlerle enerji tüketiminin artış hızını keserek de- mümkündür. Ancak bu enerji üretimi için kaynakların kısa sürede maksimum kar getiren alanlardan, kısa sürede maksimum kar açısından verimli olmayan yenilenebilir enerji kaynakları üretimine kaydırılmasını, çok sıkı uluslararası planlama ve işbirliğini gerektirir. Bu ise tekeller arası rekabete ve en kısa zamanda maksimum kara dayalı emperyalist sistemde olmaz bir iştir. Olmazlığı teknik imkansızlık vb. de değil, sömürüye, aşırı kara dayanan ekonomik sistemde yatmaktadır. Bütün dünya açısından büyük bir yalan olan “atom enerjisi olmazsa karanlıkta kalırız” yalanı, Türkiye açısından çok daha büyük bir yalandır. Türkiye yenilenebilir enerji kaynakları açısından çok zengin ve şanslı ülkelerden biridir. Türkiye enerji ihtiyacını kat be kat yenilenebilir enerji kaynakları ile karşılama imkanına sahiptir. 2.Yalan: “Bizim yapacağımız santralin tekniği en ileri tekniktir ve çok güvenliklidir.” Bu standart yalan bütün atom lobicileri tarafından her zaman her yerde kullanılmış olan bir yalandır. Hiç bir yoğurt satıcısı, yoğurdum ekşi demez! Sorun şu ki, en güvenlikli atom reaktörleri de dünyanın anda bütünüyle kontrol edilemez durumda olan en tehlikeli enerjisi ile iş gören, üretimde kaçınılmaz olarak çıkan radyoaktif çöpleri konusunda çözüm bulunamamış olan fabrikalardır. Şimdiye kadar dünyanın en güvenlikli atom santrallerine sahip olmakla övünen, ve dünyadaki 440 atom santralinin 55’ine ev sahipliği yapan
(yeni 50 santral da planlama aşamasında!!!) Japonya’da yaşananlar, en güvenlikli atom santrallerinin de insanlığın başına nasıl bir bela olduğunu gösterdi. Tabii gözleri kar hırsıyla, atom gücü olma hırsıyla kararmamış olanlara! Atom santrali bugünkü teknikle insanlığa karşı cürümdür. Deprem kuşağında atom santrali inşası ise cürümden de öte bir şeydir. Türkiye’nin hemen tümü, Japonya gibi, deprem kuşağı içindedir. Erdoğan ve Medvedev gibileri bugünün karı için, yarınımızı tehlikeye atan atom lobicileridir. 3. Yalan: “Bugün dünyada 30 ülkede 440 reaktör çalışıyor. Biz neden atom teknolojisinden yararlanmayalım? Neden başkaları atom gücü iken, biz atom gücü olmayalım?” Bu argüman henüz atom gücü olmayan emperyalizme bağımlı ülkelerde, yer yer enerji bağımsızlığını kazanma adına çokça kullanılan bir argüman. Kulağa hoş geliyor. Antiemperyalist geliyor. Gerçekte ise uluslararası atom lobisinin, atom teknolojisini yaymak ve satmak için kullandığı bir kandırmaca. Tabii ki andaki atom güçlerinin atom tekeline sahip olma hakları, başkalarına bu teknolojiyi kullandırmama hakkı vs. yok. Fakat bu tekeli kırmak değil, atom teknolojisinin kullanımını bütünüyle dünya yüzünden silmek bugün sorun. Yapılan her yeni atom santrali –nerede olursa olsan- bütün insanlığın geleceği konusundaki tehlikeleri büyütüyor. Bugün yeni atom santrallerinin inşası değil, var olanların derhal ve kayıtsız koşulsuz kapatılması talebi gündemdedir. İnsanlığın geleceği konusunda kaygısı olanların tek talebi bu olmalıdır. 4.Bu standart yalan argümanlara ek olarak, Erdoğan’ın kaderci orijinal argümanları da var:
O önce bugün Türkiye’de ne yazık ki çok az sayıda olan anti atom aktivistlerini, teknik düşmanları olarak göstererek demagoji yapıyor. Hayır atom enerjisinin bugün kullanılmasına karşı çıkmak teknik düşmanlığı değildir. Eldeki teknik imkanlar ve bilgi ile atom enerjisinin insanlığın geleceğini tehlikeye atmadan kullanılması mümkün değildir. Bugün 1940’lı, 1950’li yıllarda, bu tekniğin kullanılmasının sonuçları henüz somut olarak bilinmediği dönemlerden değişik olarak bunu tespit edebilecek durumdayız ve tespit etmek zorundayız. Pratik bunu dayatıyor. En son Fukuşima örneği ortada. Bu tekniğin bugün kullanılmasına karşı çıkmak teknik, ilerleme vs. düşmanlığı değildir. Erdoğan, ikinci olarak mutlak güvenlik olamayacağını, tekniğin kullanımında her zaman kazaların, öngörülmeyen durumların olabileceğini söyleyerek “Aygaz tüpü patlayabilir diye onu kullanmayacak mıyız?”, “Kaza olabilir diye Marmaray’ı yapmayacak mıyız?”, “Kaza olabilir diye, Boğaz Köprüsü’nden geçmeyecek miyiz?”, “Deprem olacak diye, nükleer santral yapmayacak mıyız?” vb. örneklerini veriyor. Atom reaktörü patlaması ile, aygaz tüpü patlamasını karşılaştıran/aynılaştıran bir aymazlık söz konusu. Danışmanlarının Erdoğan’a atomun aygaz olmadığını anlatması lazım. Bu argümanlar insanlığın geleceği açısından atom enerjisinin bugünkü teknikle kullanılmasının ne anlama geldiğini, bunun bir
Anti atom mücadelesi en fazla işçi sınıfını ilgilendirmelidir! Çernobil’den 25 yıl sonra bu kez Fukuşima’da yanan reaktörlerden göğe yükselen radyoaktif dumanlar, suya karışan plutonium, cesium bütün insanlığa atom enerjisini bugünkü teknikle kullanmaya kalkmanın ne anlama geldiğini gösteriyor. Atom lobicileri Fukuşima’da olanları basit, gündelik bir olaymış gibi geçiştirmeye çalışıyor. Bütün dünyada emperyalistlerin medyası Fukuşima’nın bilinçlere kazınmasını engellemek için elinden geleni yapıyor. Fukuşima haberleri haberler içinde –eğer yer alırsa- bütün dünyadan ve arka sıralarda haberler içinde veriliyor. Türkiye gündemini belirleyen medyada İbrahim Tatlıses’in vurulması, Fukuşima’dan on kat daha önemli bir haber! Gerçekte, insanlığın geleceği konusunda kaygısı ve iddiası olanlar açısından Fukuşima son on yılların en önemli olayıdır. Söz konusu olan insanlığın geleceği olup olmayacağı sorusudur. Fukuşima bu soruya, “atomla gelecek yoktur” cevabını veriyor. Emperyalistler için günün maksimum karı belirleyicidir. Onlar açısından Fukuşima, Çernobil gibi unutulup gidecek bir kazadır nihayet. Bu arada milyonlarca insan hasta olmuş, ölmüş, fark etmez. Zaten çok fazla insan vardır! Çernobil ve çevresinde hayat bitmiş fark etmez. Nasıl olsa sömürülecek başka alanlar va rd ı r.
Milyonlarca insan yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmış fark etmez! Onları gitmek zorunda kaldıkları yerde sömürmek de mümkündür! vs. Atom enerjisi ile elektrik üretmek azami kar getirdiği sürece, emperyalistler atom reaktörlerini çalıştırmaya devam edecek, yeni atom reaktörleri inşası için birbirleriyle kıyasıya rekabet yürütecektir. Emperyalistler dünya hegemonyası mücadelesinde atom silahlarının tekelini elinde bulundurmaktan da vazgeçmeyecektir. Bu yüzden atom enerjisine karşı, atomun savaşçı ve “barışçı” kullanımına karşı mücadele emperyalist sisteme karşı mücadele olarak yürütülmek zorundadır. Bu mücadele demokrasi mücadelesinin, sosyalizm-komünizm mücadelesinin en önemli parçalarından biri olarak yürütülmek zorundadır. İşçi sınıfı, kapitalist toplumun en devrimci, sömürüsüz bir dünyayı yaratmaktan çıkarı olan tek sınıfı olarak, insanlığın geleceğinin mimarı olacak tek sınıf olarak, anti atom mücadelesine sahip çıkmalıdır. İşçi sınıfı bu mücadeleyi en önemli görevlerinden biri olarak kavramalı, bu mücadelenin başına geçmelidir. Son çözümlemede bu mücadele insanlığın varlık –yokluk mücadelesidir. Ve bu mücadele kapitalizm çerçevesi içinde çözüm arayan küçük burjuva-yeşil hareketin önderliğine bırakılmayacak kadar önemli bir mücadeledir. Haydi Mücadeleye! Akkuyu’da nükleer santralin yapılmasını engellemeye! Bütün dünyada bütün atom santralleri derhal ve kayıtsız koşulsuz kapatılmalıdır! Atom silahları derhal ve kayıtsız koşulsuz yok edilmelidir! 30 Mart 2011
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
sorumsuzluk ve suç olduğunu gözlerden gizleyen bir demagojidir. Boğaz Köprüsü çökerse, Marmaray su altında kalırsa, ölecek olan o anda orada olan binlerle ifade edilebilecek insandır. Fakat bir Atom reaktöründe çekirdek erimesi milyonlarca, yüz milyonlarca insanı etkileyebilir.
3
METAL GREVİ VE GELİNEN NOKTA:
Yarı başarı!
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
B
4
ilindiği gibi metal sektöründe Metal İşverenleri Sendikası (MESS)’e karşı Birleşik Metal İşçileri Sendikası’nın (BMİS) yürüttüğü mücadele bazı fabrikalarda grev uygulamaları sonucuna varmıştı. Eskişehir sanayi bölgesinde İtalyan menşeli DORUK işyerinde 22 Mart’ta başlatılan grev daha sonra Kocaeli’ndeki Standart Depo da 24 Mart’ta başlatılan grev ile daha da ileri bir noktaya taşındı. Daha sonra grev uygulama günleri ilan edilen işyerlerinde greve gidilmeden şirket yönetimi ile yapılan görüşmeler sonucunda ek protokol yapılması ve bu protokol ile ek kazanımların sağlanması temelinde anlaşmalar yapıldı. Bu sürecin değerlendirilmesi gereklidir. BMİS bu greve çıkarken, sarı sendikanın MESS ile yaptığı sözleşmeyi imzalamayacaklarını ilan etmişlerdi. Grev uygulamalarının kaçınılmaz olduğu günlerde ise metal işçilerinin 22 Mart’ta başlatacağı grevle yeniden tarih yazacağı propaganda edilmeye başlandı. Gelinen noktada ise önemsiz birkaç işyerinin dışında, greve gideceği alınan grev kararlarıyla belirlenmiş işyerlerinin çok büyük çoğunluğu greve gitmemiş ve ek protokollerle anlaşmalar sağlanmış durumdadır. Bu grevin daha kapsamlı bir değerlendirmesini ileriki bir tarihe bırakmak gerektiğine inanmakla birlikte şu an bir ön değerlendirmenin yapılması gereklidir. Öne çıkarılarak üzerine tartışılması gereken sorular şunlardır: Birincisi, yapılan bu ek protokolleri nasıl değerlendirmek gerekir? İkincisi, BMİS MESS sözleşmesini imzalayarak iddiasının tersine bir tavır almış durumda mıdır? Üçüncüsü, sınıf ve kitle sendikacılığı yapıyorum diyen bir sendikanın bu süreçteki tavrını nasıl değerlendirmek gerekir? Ek protokolle elde edilen sonuçları, işin salt ekonomik yanı ele alındığında kuşkusuz bir kazanım olarak değerlendirmek gerekir.
Türk Metal Sendikası’nın başına çöreklenmiş sınıf hainlerinin patron sendikası MESS ile yaptığı 5,35’lik zammın üzerinde elde edilen zamların ve ek sosyal hakların işçilerin bütçelerine ekonomik bir katkı olduğu ortadadır. Bu, bu protokollerden yararlanacak işçilerin yaşam düzeylerinin kısmi olarak iyileştirilmesi anlamına gelmektedir. BMİS ek protokol yapmış olsa da, sonuçta MESS’in Türk Metal ile yapmış olduğu sözleşmeyi imzalamak zorunda kalacaktır. Yani BMİS’nin, MESS ile yaptığı sözleşmenin kendisi farklı bir sözleşme değildir. Eğer protokolü göz önüne almadan, onun getirdiği kısmi kazanımları yok sayarak değerlendirme yapılırsa, o zaman BMİS sarı sendikanın MESS ile yapmış olduğu anlaşmaya imza atarak kendi sözünü yerine getirmemiştir denilebilir. Soruna salt biçimsel yanı ile yaklaşıldığında BMİS’nın da farklı bir sözleşme yapmadığını söylemek elbette mümkündür. Fakat böyle bir bakış doğru değildir. BMİS’nı n örg üt lü olduğ u MESS’e bağlı işyerlerinin yönetimleri BMİS’nın aldığı grev uygulama kararlarından korkmuştur. Yukarıda da belirttiğimiz işyerlerinde grev uygulamalarına geçilmiş olması, BMİS’nın blöf yapmadığını, tersine ciddi bir şekilde greve gideceğini herkese göstermişti. İşte bu gerçekliği gören patronlar kendi örgütü olan MESS’i de aşarak sorunu ek protokollerle çözmeye çalışmışlardır.
Burada MESS patronlarının da kendi çıkarları söz konusu olduğunda, örgütlerinin emirlerini de dinlemeyecekleri ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket edeceklerini göstermiştir. Böyle olduğu için de her şirket kendisini kurtarmaya çalışmış, MESS’in Türk Metal hainlerini kurtarma girişimlerine ortak olmamış ve ek protokollerle kendi fabrikalarında grev yaşanmasına şimdilik engel olmuşlardır. Bu farklı bir biçimde ele alınd ığ ı nda evet BMİS, MESS s öz le şme si n i n del i n me si n i gerçekleştirmiştir. BMİS, sarı sendikanın ve sınıf düşmanlarının iddiasının tersine, metal işçisine ihanet edenlerin yaptığı sözleşmenin altına imza atma zorunda olmadığını, mücadele ederek kazanımlar elde etmenin mümkün olduğunu göstermiştir. Ama elde edilen başarı yarım başarıdır. Evet, yarım başarıdır bu. Çünkü ne MESS sözleşmesi yırtılıp atılmıştır, ama ne de MESS sözleşmesinin kendisi ile yetinilmiştir. Yapılan ek protokoller bu mücadele verilmeden gerçekleşemezdi. Yani BMİS’nın örgütlü olduğu işyerlerinin sahipleri, hissedarları bu kavga verilmeden EK HAKLAR vermezlerdi. Peki, BMİS böyle yarım bir başarıya mecbur muydu? Hayır! Sınıf sendikacılığı iddiası ile ortaya çıkan bir sendikanın örgütlü olduğu güç ve bağlaşıkları ile MESS patronlarının burnunu sürtmesi gerekirdi. Ama bu ol-
madı. Bunun olmamasının iki temel nedeni vardır: Birincisi: BMİS’na bağlı işyerlerinde sağlam bir örgütlülüğün olmamasıdır. Her ne kadar bu işyerlerinde sendikanın yetkisi varsa da, bu işyerleri gerçek anlamda örgütlü değillerdir. Eğer örgütlülük gerçekten olsaydı o zaman yarım başarıya değil, tam bir başarıya doğru koşmaları gerekirdi. İkincisi: BMİS’nın iki genel kuruldur almış olduğu Grev Fonu kararını yaşama geçirmemiş olmasıdır. Grev fonunun gerçekleşmemiş olması sendikanın üyeleri arasında ciddi sorunlar yaratmaktadır. Üyeler sendikanın üye aidatlarından mali birikim yapmasını ve bu birikimle greve çıkan işçilere asgari giderlerini karşılayacak düzeyde ödeme yapmalarını beklemektedirler. Fakat gerek çalıştırılan personelin ücretleri, yeni işyerlerinin örgütlenmesi sırasındaki noter masrafları ve özelliklede yeni örgütlenen işyerlerindeki direnişlerin yarattığı mali yükümlülükler sonucu üye aidatları üzerinden bir grev fonuna mali kaynak ayırmak olanaklı olmamaktadır. Durum bu olduğu içindir ki GREV FONU oluşturulması kararları son iki kongrece alınmıştır. Grev fonunun olmaması işçilerin kredi kartı borçları ile birlikte asgari giderlerinin karşılanamaması gibi bir ciddi sorunla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu sorun çözülemediği sürece de MESS’e karşı ciddi bir kavgaya, belki aylarca sürecek bir kavgaya üyeler kendilerini hazır görmemektedirler. İşte BMİS’nın bu sorunları çözmede gösterdiği zaaflar, MESS’e karşı yürütülen mücadeleyi yarım kazanımla kapatmak zorunda bırakmıştır. Bu konuda sosyalistlerin de büyük zaafları vardır. Bizim genel olarak laf radikalliği yapma, ama örgütlenmeyi ve sermayeye karşı mücadeleyi sınıf bilincine erememiş işçilerle sürekli eleştirdiğimiz sendika yöneticilerine ve sendika bürokrasisine bırakmamız affedilmez bir durumdur. Üretimin gerçekleştiği fabri-
kalarda örgütlenmeyi bir türlü beceremeyen bizlerin öncelikle ve ivedilikle kendimizi eleştirmemiz ve sınıf içerisinde örgütlenmede ciddi atılımlar yapmamız gerekmektedir. Komünist olmayan ve fakat açıktan komünistlere de karşı olmayan bu gibi sendika yönetimlerinin bu yaptıklarından daha fazla bir şey yapamayacaklarının bilincinde olarak, mücadelenin işyerlerinde kazanılacak işçilerin Marksist-Leninist bilimle donatılmaları ve bunların etrafında fabrika birimleri kurarak bu birimlerin etrafında oluşturulan Grev ve Mücadele Komiteleri ile mücadeleyi elimize almamız gerekmektedir. Bunu yapmadığımız, yapamadığımız sürece de BMİS gibi sendikaların daha büyük başarılar elde etmesini beklemek gerçekçi bir beklenti olmayacaktır. O zaman hep birlikte şunu söylemeliyiz: Fabrikaları örgütleyelim ve sınıfın kaleleri haline getirelim. Ücretli kölelik sistemini yerle bir etmek için Bolşevik örgütlenmeyi büyütelim. 4 Nisan 2011
Cimsataş’ta Anlaşma G
ünlerdir grev hazırlığı yapılan Mersin’de Çukurova Holding’e bağlı Cimsataş’ta anlaşma sağlandı. Birleşik Metal İş Sendikası’nın (BMİS) 4 Nisan’da greve çıkılacağını ilan ettiği Çimsataş önünde işçiler sabah 8.30 da toplanmaya başladı. Çimsataş patronu da, bu günü 1 Nisan Cuma günü işçilere paralı izin günü ilan ederek üretim yapmayacağını duyurmuştu. BMİS temsilcileri ile patron arasında son 3 günde yapılan toplantıların ardından bir toplantı daha gerçekleşti. 09.45’te gerçekleşen toplantının ardından patronunda isteği üzerine tüm işçiler ile bir toplantı fabrikanın yemekhanesinde gerçekleşti. Verilen bilgiye göre bu toplantıda işçilerin bir kez daha görüşü alındı. İşçilerin de onayının alınması üzerine greve çıkılmada anlaşma sağlandı. Yemekhanede dışarı çıkan işçilere işyeri baş temsilcisi işçilere 5 Nisan’da üretime devam edecekleri açıklamasını yaparak işçilerin evlerine gidebileceklerini söyledi. Tek tek konuştuğumuz işçiler de
böyle bir anlaşmanın iyi olduğunu, işçilerin de büyük çoğunluğunun buna evet dediklerini söylediler. Sabahın erken saatlerinde, çok az sayıdaki devrimci basın dışında işçilere destek veren sendika ve burjuva basın da orada değildi. İşçilere Yeni İşçi Dünyası Mart sayısını dağıttık. Konuyla ilgili açıklamayı BMİS Anadolu Şube Başkanı Seyfettin Gülengül fabrika önünde bulunan devrimci basındaki arkadaşlara yaptı. Çimsataş'ta da çok fazlada
olmasa taleplerinin karşılanmasından dolayı kazanımlar elde ettiklerini ve dolayısıyla grev uygulamasına başlamadıklarını söyledi. Gülengül, "Taşeron sendika Türk Metal’in MESS ile yaptığı anlaşma ile karşılaştırıldığında çok yüksek kazanımlarımız oldu. Ama bunu işçi arkadaşlarımızın kabulü ve oluru neticesinde kabul ediyoruz. TİS işveren sendikası ile yapılır. Bu yaptıklarımız ek protokol şeklinde oluyor. Bunlar onun üzerinde gelecek. Kazanımlarımızı kayıt altına alıyoruz bu şekilde" dedi. 5 Nisan 2011 Yeni işçi Dünyası/Mersin
B
irleşik Metal-İş Sendikası’nın (BMİS) örgütlü olduğu, BursaOrhangazi’ de kurulu ve toplam 1000 çalışanı bulunan Asil Çelik işyerine, Türk Metal taşeronu yetki sürecinde işyerinden birkaç tane işçi bularak saldırıya geçti. İşçilerin genel anlamda son yapılan sözleşmeler ve işverenin yeni uygulamalarından rahatsız olduğu ve sendikanın (BMİS) buna duyarsız kaldığını düşünen işçilerin de desteğini alan Türk Metal, perde arkasında işverenle işbirliği yaptığı da işçiler tarafından dile getiriliyordu. BMİS-MESS arasında devam eden ve 28 işyerinde grev kararının alındığı ve uygulanmaya
başladığı bir dönemde bunların yaşanması bilinçli bir saldırıdır. Çünkü ‘’önce kriz döneminde Erdemir ve İsdemir’de çalışan binlerce işçinin ücretlerini %35 düşürmek suretiyle sektördeki onbinlerce işçiyi sırtından bıçakladılar. Ardından 80 bin civarındaki işçiyi krizin çoktan bittiği ve işyerlerinin tam kapasite çalıştığı bir dönemde Kurban Bayramı arifesinde 10 günlük tatile girilirken, 20 kuruşluk bir zamla susturmaya çalıştılar.’’ diyen BMİS saldırının nedenlerini de anlatıyordu. Taşeron Türk Metal işverenle işbirliği sonucu 2 hafta boyunca yoğun bir saldırı ve işçileri baskı altına almasına rağmen ancak
25 işçi istifa ederek taşeron yapıya geçmiştir. Asil Çelik işçileri özelleştikten sonra yapılan 2 sözleşmenin sıfıra imzalandığını ve bu durumun işçiler arasında huzursuzluk yarattığını bilen Türk Metal saldırarak işyerini ele geçirme girişimi Asil Çelik işçileri tarafından geri püskürtüldü. MESS’e bağlı işyerlerinde yapılan grev oylamasında kimi işyerlerinin ‘’greve hayır’’ çıkardığı gibi bu işyerinin de iç örgütlülüğünün zayıf olduğu gözlerden kaçmadı. Genel anlamda işçilerin tepkileri ‘’önümüzdeki sözleşme bu sendikanın son şansı’’ diye uyarılar yaptığını da unutmamak gerekir. Bunun sonucu 01.04.2011 günü
Orhangazi’de DİSK’e bağlı bazı sendikaların (BMİS, Nakliyat-İş, Tekstil-İş), KESK ve Petrol-İş sendikasının katılımıyla bir yürüyüş ve miting yapıldı. M it i ngde konu ş a n BM İS Genel Başkanı Adnan Serdaroğl: ‘’Yıllardır metal işçilerinden topladığı aidatları kendi zimmetine geçiren ve bu konuda şaibeli olan ve yargılanan bu hırsız sarı sendika önce bunun hesabını metal işçisine vermelidir. 130 milyon doların hesabını vermelidir. Toplu iş sözleşmelerinde yapılan sözleşmelere itiraz eden işçiyi kapının önüne koyan bu gangster çetesi önce bunların hesabını metal işçisine vermelidir. Asil Çelik işçisini de bu çarka çekmeye çalışan sarı sendikaya en iyi cevabı yine Asil Çelik işçisi vermiştir.’’ Yürüyüşe 250’nin (işgünü olması nedeniyle) üzerinde katılım sağlandı. Şu sloganlar atıldı: ‘’Asil Çelik işçisi satılık değildir!, Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!, Yaşasın sınıf dayanışması!, Satılık sendika istemiyoruz!, İnadına sendika, inadına DİSK!’’ Miting halaylarla son buldu. 02-04-2011 Bursa’ dan YDİ Çağrı okuru
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
ASİL ÇELİK İŞÇİLERİ TÜRK METAL SALDIRISINI GERİ PÜSKÜRTTÜ!
5
PRAKTİKER YAPI MARKETLERİ A.Ş İŞÇİLERİ SENDİKALAŞMAYI BAŞARDILAR KOOP-İŞ SENDİKASI İŞÇİLERİN MÜCADELESİNİ SATACAK MI KORUYACAK MI?
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
17
6
Nolu iş kolu olan, "ticaret, büro, eğitim, güzel sanatlar ve kooperatif “ iş kolu, daha somut konuşmak gerekirse bu iş kolu içerisindeki ticaret sektörü en faal, en hızlı gelişen ve en karlı sektörlerden birisi. Eski ve geleneksel küçük boyutlu yerel ticaretin yerini hızla yerli ve yabancı büyük ticaret şirketleri ve tekelleri almaya başlamıştır. Küçük esnaf, yerel mahalle pazarları her geçen gün etkisi ve gücünü yitirmektedir. Bunların yerini çok büyük bir tempoyla gelişen “organize perakendeciler” (yerli ve yabancı ticaret zincirleri) almaktadır. Organize perakendecilerin fethetmediği kentler kalmadığı gibi, şimdi küçük kentlerin hatta köylerin ticaret ağını da ele geçirmeye başlamışlardır. Bu gelişmeye paralel olarak büyük ve orta ölçekli ticaret şirketlerinde çalışan işçi sayısı da hızla artmıştır. Sektördeki işçilerin ezici çoğunluğu halen sendikal alanda örgütsüzdür ve ticaret sermayedarlarının hunhar bir sömürü baskısı altında tutulmaktadırlar. Ücretler kural olarak asgari ücret düzeyinde olup, iş saatleri uzun, çalışma koşulları patronların keyfiyetine bırakılmıştır. Aynı şirket içerisinde biraya getirilen ve aynı patron tarafından sömürülen ve baskı altına alınan işçiler ticaret sektöründe kendiliğinden sorunlarına çözüm yolları aramakta ve sorunlarının çözümü için bu işkolunda faaliyette bulunan sendikalara başvurmaktadırlar. Ticaret işkolunda işçilerin sendikalaşma istek ve eğilimlerine paralel olarak bu iş kolunda faaliyette bulunan sendikaların da sendikal örgütlenme faaliyeti giderek artmakta ve gelişmektedir. 17 Nolu iş kolunda üç sendika bakanlık verilerine göre iş kolu barajını aştığından, iş yeri barajını da aştığında Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yetkisi alabilmektedir. Bu sendikalar TEZ-KOOP-İŞ, KOOP-İŞ ve SOSYAL-İŞ sendikalarıdır. TEZKOOP-İŞ ve KOOP-İŞ Sendikaları TÜRK-İŞ üyesi, SOSYAL-İŞ ise DİSK üyesidir. Bu üç sendikanın ayrı kurum,
bir tutum sergilemiştir. Praktiker işçileri sendikalaşma haklarını mücadele içinde, her türden baskıya direnerek elde etmiştir.
hatta ayrı sendika konfederasyonlarına üye olmaları sendikal faaliyetlerinde farklı bir yapıya ve çizgiye sahip olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Bunların üçünün de yol gösterici kılavuzu patronlarla “sosyal ortaklık” ilkesi ve en iyi halde üye işçiler için patronları zorlamayan küçük ücret ve sosyal haklar artışı sağlayarak sendika bürokrasisinin nemalanmasını sağlamaktır. 17 Nolu iş kolunda üye sayısı ve yetkili olduğu işyerleri bakımından en güçlü sendika TEZ-KOOPİŞ’tir. TEZ-KOOP-İŞ sendikasının bağıtladığı TİS’ler objektif olarak iş kolunda birer norm, kıstas rolü görmektedir. Üye sayısı bakımından güçlenen TEZ-KOOP-İŞ sendikasının kasaları da üye aidatlarıyla iyice şişmiştir. TEZ-KOOP-İŞ Sendikasının Ticaret sektöründe hızla büyümesi ve sektörün kendisinin de istihdam ettiği işçi sayısının hızla artması diğer sendikaların da iştahını kabartmıştır. Diğer iki sendika da 2000’li yılların başından bu yana ticaret sektöründe örgütlenmek ve yetki almak amacıyla sistemli örgütlenme faaliyetleri başlatmıştır. SOSYAL-İŞ Sendikası Metro Grossmarketler’de işveren tarafından işyerine getirilerek, işçiler zorla Sosyal-İş’e üye yapılarak yer yer lafzına sahip çıktığı “sınıf sendikacılığı”ndan ne anladığını ortaya koymuştur: Para baba-
ları sınıfı ile sınıf işbirlikçiliği sendikası. Ticaret sektöründe 2000’li yılların başından bu yana “örgütlenme atılımı” yapan diğer sendika KOOP-İŞ’tir. KOOP-İŞ bu sektörde ilk sendikal örgütlenme alanı olarak Alman PRAKTİKER Yapı Marketleri A.Ş.’ni belirlemiş ve kendi verdikleri bilgilere göre ve medya da çıkan çeşitli basın açıklamalarına göre (www.koopis.org. tr) en az 2005’den 2009 başına kadarki 4 yıl gibi bir uzun süreli bir örgütlenme çalışması ile bu şirkette çalışan işçilerin çoğunluğunu örgütlemeyi başarmıştır. 2009 başında da bakanlıktan yetki almıştır. Praktiker sermayedarı Koop-İş’in bu yetkisine itiraz etmiş ve dava iki yıl sonunda 2011 başında sonuçlanmıştır. Yine Koop-İş Sendikasının yaptığı basın açıklamalarına göre Praktiker patronu, sendikal örgütlenme sürecinde onlarca işçiyi işten atmış, başka şehirlerdeki mağazalara sürmüş, farklı ve keyfi cezalar vermiş, sendikasız işçilere verilen en düşük ücret artışları bile sendika üyesi olduğu bilinen ya da sendika üyesi olduğundan şüphelenilen işçilere verilmemiştir. Görülmektedir ki, Praktiker işçilerinin önemli bir bölümü işverenin tüm baskı, yıldırma, cezalandırma politikalarına rağmen sendikalaşma haklarından vazgeçmeyerek örnek ve mücadeleci
KOOP-İŞ yöneticileri şimdiye kadar yaptıkları basın açıklamalarında, sürekli olarak “sosyal diyalog” yürüteceklerine, “çalışma barışını” ve “işyeri verimliliğini” göz bebekleri gibi koruyacaklarına yemin-billah etseler de Praktiker işverenini “sosyal diyaloga” bir türlü ikna edememişler, sonuçta yetkiyi uzun süren bir sendikalaşma mücadelesi ve yargı süreci sonunda elde edebilmişlerdir. Tüm bunlara rağmen KOOP-İŞ yöneticileri halen işverene yağ çekmektedir. KOOP-İŞ Genel Başkanı Eyüp Alemdar, sendikanın internet sayfasında doğru bulduğu sendikacılığı şöyle özetliyor: “KOOP-İŞ Sendikası kurulduğu günden bugüne üyelerinin çıkarlarını korumuş, saygınlığından ödün vermemiştir. Bunu yaparken, hiçbir zaman iş barışını bozmamış, KOOP-İŞ Sendikasının örgütlü olduğu işyerlerinde işçimiz de işverenimiz de kazanmış, büyümüş, gelişmiştir. Biliyoruz ve i na nıyor u z k i KOOP-İŞ Sendikasının örgütlü olduğu her yerde işçi de işletme de ülkemiz de kazançlıdır. Daha müreffeh bir birey, daha kalkınmış bir ülke için çalışan herkes KOOP-İŞ Sendikasının gönül üyesidir.” (www.koopis.org.tr , Hakkımızda, Genel Başkandan) Demek ki, Koop-İş Sendikası Genel Başkanı Eyüp Alemdar, Praktiker godamanları ile başlayan Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde, yüzlerce Praktiker işçisini ezen, baskı altına alan, sömüren, olmadık cezalara çarptıran, sendikalaştı diye başka şehirlerdeki mağazalara sürgün eden Praktiker işverenine DE kazandırmaya uğraşacakmış! İşçiyi ezen, olmadık baskılarla karşı karşıya bırakan, sürgünlere maruz tutan, şimdiye kadar sürekli olarak enf lasyonun çok altında “zam” veren Praktiker godamanlarına haddini bildirmek, ne olursa olsun sendikanın tek
güç kaynağı olan üyesini hakkını savunmak için değil, hem patrona hem de aynı zamanda işçiye kazandırmak için TİS masasına oturacakmış. KOOP-İŞ Sendikası Genel Başkanı Eyüp Alemdar’da çok iyi bilmektedir ki, hem işçiye hem işverene kazandırma siyaseti kaba bir demagojiden, kuyruklu bir yalandan başka bir şey değildir. Aç kurtla kuzunun çıkarı aynı anda nasıl savunulacak? Praktiker işçisinin üzerindeki baskı ve sömürü korunmadan ve artırılmadan Praktiker şirketinin
“kazancı” (sömürünün burjuva tanımı!) nasıl büyütülecek? KOOP-İŞ sendikasının en üst yöneticisinin bu tavrı, KOOP-İŞ Sendikasının Praktiker sermayedarları ile başlayan TİS görüşmelerinde nasıl bir kafa yapısı ile hareket ettiklerini de ortaya koymaktadır. Görünen odur ki, KOOP-İŞ yöneticileri TİS görüşmelerinde birkaç kazanım kırıntısı ile yetinmeye şimdiden hazırdırlar. Praktiker patronuna karşı uzun ve onurlu bir sendikal hak mücadelesi veren Praktiker işçileri buna sessiz kalacaklar mı?
Bunu gelişmeler gösterecek, fakat bizim Praktiker işçilerine dost tavsiyemiz, TİS görüşmelerini çok dikkatli izlemeleri, eğer TİS görüşmelerine işçi temsilcileri halen alınmıyorsa bunların da TİS görüşmelerine katılmalarında ısrar etmeleri ve kendi taleplerini sendika yöneticilerine karşı da açık ve net bir dille –baskı yollarını da kullanarak- ifade etmeleri olacaktır. KOOP-İŞ Sendikasının Ticaret sektöründe Praktiker’in dışında ADESE ve IKEA mağazalarında da çok aktif olduğu görülmektedir.
KOOP-İŞ Sendikasının ticaret sektöründe örgütlenmesinin büyümesi, üye yapısının da değişimini beraberinde getirecek, Koop-İş sendikasında patronları ile kavga içerisinde sendikal haklarını elde eden yeni bir üye potansiyelini Koop-İş sendikasına taşıyacaktır. Umarız, yeni, genç, mücadeleci sendika üye potansiyeli Koop-İş sendikasında da yeni ve mücadeleci hedeflerin güçlenmesine hizmet etsin. Ali Osman Başeğmez Şubat 2011
DİSK, Türk-İş ve KESK’e bağlı mücadeleci sendikaların öncülüğünde TTB’nin de desteklediği güvencesizliğe ve taşeronlaştırmaya karşı Güvenceli İş, İnsanca Yaşam Mitingi düzenlendi. 3 Nisan’da Ankara Kolej Meydanı’nda düzenlenen mitinge değişik illerden yaklaşık 3000 kişi katıldı. Eyleme katılanların üçte ikisini işçiler oluşturuyordu. Yürüyüş saat 11’de Dikimevinden başladı. Yürüyüşün en önünde üzerinde “Sözleşmeli, 4/B, 4/C, ücretli, taşeron, 50/D” ve HAYIR yazan büyük dövizler taşındı. Ardında ise Güvenlik Gelecek Birleşik Mücadele yazılı bir pankart taşındı. Pankart üzerinde mitingi örgütleyen sendikaların ismi yazılıydı. Ancak burada ismi yazılı bazı sendikaların mitinge katılmadıkları gözlendi. Yürüyüşte ilk sırada Birleşik Metal-İş Sendikası yer aldı. Sendikalı oldukları için işten atılan Casper İşçileri pankartları ile kortejin en önünde yer aldılar. Kortejde sendikalaşma mücadelesi yürüten Mahle işçileri canlılıkları ile dikkat çekiyorlardı. Ayrıca Schneider işçileri de kendi pankartları ile yürüyüşe katılmışlardı. Devrimci Sağlık-İş Sendikası BMİS’nın ardından yürüyüşte yerini aldı. Mitingin en kalabalık kitlesini oluşturan Devrimci Sağlık-İş Sendikası da canlı ve coşkulu bir kortej oluşturmuştu. Devrimci Sağlık-İş Sendikası “Taşerona Başkaldırıyoruz” yazılı büyük bir pankart taşıdı. Bunun yanında “İnsan ihaleyle çalıştırılmaz, sağlıkta taşeron olmaz”, Buna rağmen belki de mitingin en coşkulu korteji Deri-İş Sendikası
Tuzla Şubesiydi. Direnişte olan DESA işçileri son derece coşkuluydular. Ayrıca eyleme direnişte bulunan Ontex, PTT, Sabiha Gökçen, Çankaya Belde A.Ş., Polatlı Duatepe Devlet Hastanesi taşeron işçileri de katıldılar. Birçok direnişçi işçi bu eylemde buluşmuş oldu. Miting alanında Devrimci Sağlık-İş Sendikası Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin ve SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun birer konuşma yaptılar. Konuşmalarda güvencesizliğe ve taşeronlaştırma karşı birleşik mücadele çağrısı yapıldı ve yaklaşan 12 Haziran seçimlerinde işçi ve emekçilerin AKP Hükümetine gereken cevabı vereceği söylendi. Bu konuşmaların ardından Devrimci Sağlık-İş ve Birleşik Metal-İş Sendikasına üye işçiler mitingi düzenleyen sen-
dikalar adına birer ortak açıklama yaptılar. Yapılan ortak açıklamada Kürt sorununa da değinilerek, güvencesizliğe, taşeronlaştırmaya, sendikasızlaştırmaya karşı mücadele edileceği vurgulandı, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ta alanlarda olunacağı belirtildi. Açıklamada şu talepler sıralandı: 4/b, 4/c, 50/d, sözleşmeli, ücretli ve vekil gibi tüm güvencesiz çalışma kategorileri kaldırılsın, taşeron çalıştırma yasaklansın, İnsanca yaşayacak bir asgari ücret, tüm çalışanlar için iş güvencesi ve sosyal güvence, Tüm çalışanlar için sendika ve grev hakkı. Yapılan konuşmaların ardından miting müzik dinletisi ile sona erdi. Eyleme Bi rleşi k Meta l-İş, Devrimci Sağlık-İş, Belediye-İş, Emekli-Sen, Enerji-Sen, Genç-
Sen, Hava-İş, KESK, Nakliyat-İş, Petrol-İş, SES, Sine-Sen, Tek Gıda-İş, Tez Koop-İş, TÜMTİS, Deri-İş, Bası n-İş, Sosya l-İş, Hava-İş katıldı. Ancak bu sendikalar arasında Devrimci Sağlık-İş, Birleşik Metal-İş, Deri-İş diğer sendikalara oranla daha kitlesel katıldılar. TMMOB ve TTB de eyleme katılan meslek örgütleri arasındaydı. Ayrıca Alınteri, BDSP, Devrimci Proletarya, DHF, EHP, ESP, Halk Cephesi, Halkevleri, HKP, İşçi Gazetesi, Kaldıraç, Kızıl Hareket, Mücadele Birliği, ÖDP, Öğrenci Muhalefeti, Emek Partisi, Tüm İGD, Sürekli Devrim Hareketi, AYÖP, Güvencesiz Öğretmenler, SES Öğrenci Komisyonu veÖzgür Lise eyleme katılarak destek verdiler. Bizler de eyleme katılarak Birleşik Metal-İş Sendikasının MESS’e karşı başlattığı metal grevine ilişkin bildirilerimizin ve metal işçilerine Yeni İşçi Dünyası gazetesinin dağıtımını yaptık. Miting güvencesiz ve taşeron işçilerin katılımı açısından oldukça olumluydu. Ancak mitingi örgütleyen bazı sendikaların hiç katılmamış olması, katılan birçok sendikanın yeterli bir çalışma yapmamış olması, KESK’e bağlı birçok sendikanın sadece temsili düzeyde katılması önemli bir eksiklikti. Böylesi merkezi bir eyleme sadece üç bin kişinin katılması son derece düşündürücüdür. Bu katılımın yaklaşık üçte biri de Ankara dışındaki illerden olmuştur. Yani Ankara’dan sadece iki bin civarında bir katılım gerçekleşti. 03.04.2011 Yeni İşçi Dünyası/Adana
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Güvencesizliğe ve taşeronlaştırma karşı mücadele çağrısı…
7
Tez Koop İş Sendikası’ndan
TEZ-KOOP-İŞ SENDİKASI 9.OLAĞAN GENEL KURULU YAPILDI ÇIKIŞ YOLU: “MÜCADELECİ VE EYLEMCİ SENDİKA!”
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
T
8
ez-Koop-İş Sendikası (TKİS) 9. Olağan Genel Kurulu, 26/27 Mart tarihlerinde, Ankara Tes-İş Sendikası Genel Merkez binası konferans salonunda yapıldı. 9. Olağan Genel Kurul’a giderken TKİS, Yönetim Kurulu, Başkanlar Kurulu, Şubeler, delegeler olarak ikiye bölünmüştü. Bir yanda Yönetim Kurulu içinde azınlığa düşen Genel Başkan Gürsel Doğru ve onu destekleyen şube başkanları, şubeler, delegeler; diğer yanda Yönetim Kurulu içinde çoğunluğu oluşturan Genel Eğitim Sekreteri Haydar Özdemiroğlu ve Genel Başkan adayı olan İstanbul 4 No’lu Şube eski Başkanı Osman Gürsu’yu destekleyen şube başkanları, şubeler, delegeler vardı. Genel Kurul’ a hazırlık sürecinde kendi iç sorunları ile uğraşan TKİS, Migros’ta yaşanılan sorunlara, Carrefour’da toplu işten çıkarmalara sessiz kalıyor, müdahale edemiyordu. Gürsel Doğru kendisine karşı olan muhalefeti çeşitli yollarla engellemeye çalışıyor, muhalefeti destekleyen delegeler üzerinde baskı kuruyor, vaatlerle, tekliflerle delegeleri kendisinden yana olmaya zorluyordu. Genel Kurul’u yaptırmamak için çeşitli mahkemelerde ihtiyati tedbir kararı aldırılıyordu vb. Bu şartlar altında 9. Olağan Genel Kurul yapıldı. TKİS’nın ikiye bölünmüşlük durumu 9. Olağan Genel Kurula birebir yansıdı ve damgasını vurdu. Genel Kurul’da yapılan tartışmaların, konuşmaların ağırlığını sendika içi sorunlar oluşturdu. Yer yer bazı delegeler ve divan başkanı tarafından dikkat çekilmesine rağmen, işçi sınıfı-
nın sorunları, sendikal hareketin sorunları, gelecek 4 yıllık çalışma döneminde neler yapılabileceği üzerine dokunmalar dışında tartışma olmadı. Oysa üye sayısı giderek artan bir sendikanın Genel Kurulu’nda olması ve yapılması gereken bu noktalarda tartışmak, fikir üretmek, geleceğe yön vermeye çalışmak olmalıdır. 9. Olağan Genel Kurul, TKİS Genel Sekreteri Hakan Bozkurt tarafından açıldıktan sonra divan seçimi yapıldı. Divan Başkanlığına Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın oybirliği ile seçildi. Divan üyeliklerine Türk Harb-İş Sendikası Genel Başkanı, Kristal-İş Sendikası Genel Başkanı ve Genel Kurul delegesi iki kadın seçildi. Genel Başkan Gürsel Doğru, Genel Kurul açılış konuşması yaptı. Gürsel Doğru, Genel Başkan olduğu 4 yıllık çalışma dönemini değerlendirdi. AKP hükümetinin işçilere, emekçilere saldırı yasalarını, politikalarını eleştiren Gürsel Doğru, kurtuluşun tek başına olmayacağını, bireysel kurtuluş olmayacağını, kurtuluşun toplumsal olacağına vurgu yaptı. Emperyalizmin savaş, kriz politikalarını eleştiren Gürsel Doğru,
TKİS’nın giderek büyüdüğünü, Tezco Kipa’da örgütlendiğini, yeni genel merkez binası satın alındığını söyleyerek, TKİS içinde yaşanılan sorunlara değinmeyerek sık sık birlikte olmaya, bir arada olmaya vurgu yaptı. Konukların konuşması bölümünde, CHP Genel Başkan Yardımcısı İzzet Çetin, DP Genel Başkan Yardımcısı Mecit Hazır, CHP İsta nbu l Mi l let vek i l i, Türk-İş eski genel Başkanı Bayram Meral, Toleyis Sendikası Genel Başkanı Cemail Bakındı, İP Genel Merkez yöneticilerinden Mehmet Akkaya, HAS Parti Genel Merkez yöneticilerinden Mehmet Batu konuştu. 1.5 saat süren, oldukça sıkıcı olan bu konuşmaları delegelerin çoğunluğu dinlemeyerek salon dışına çıktı. Kendilerini seçim meydanında sanan, palavra sıkmada sınır tanımayan siyasetçilerin konuştuktan sonra Genel Kurul’u terk etmelerini, delegelerin bir bölümü yaptıkları konuşmalarda eleştirdiler. Bir bölüm delege sendika genel kurullarında siyasetçilerin uzun ve sıkıcı konuşmalarının gereksiz olduğunu, konukların konuşma bölümünün kaldırılması gerektiğini haklı olarak savundu. Genel Kurullarda
işçi sınıfının sorunları, çözüm yolları, sendikaların sorunları ve bu sorunların nasıl çözüleceği üzerine tartışılması gerektiğini savundular. TKİS Çalışma Raporu 15 gün önceden delegelere gönderildiği için, raporun okunmadan görüşmelere geçilmesi önergesi kabul edilerek tartışmalara geçildi. 15 delege söz alarak konuştu. Konuşan delegeler konuşmalarında oy verecekleri listenin rengini açıklıyor, muhalif oldukları grubu eleştiriyordu. Bazı delegelerin yaptıkları konuşmalarda, öne çıkan kimi noktalar şöyle: Erdoğan Meral: (Ankara delegesi) “Saldırı yasalarına karşı Türk-İş uyuyor, sesi çıkmıyor. Taşeronluğun yaygınlaşmasının en büyük nedeni Türk-İş’li yöneticilerin taşeronlarla ortak çalışmasıdır. Kiminin kardeşi, amcası, yeğeni taşeron şirket sahibi. Genel merkez akrabalarla doldurulmuş. 180 milyar ödenerek Audi araba alınıyor.” Aziz Kaya: “İstanbul 1 No Denetim Kurulu üyesiyim. 1 No padişahlıkla yönetiliyor. Şubede akraba ilişkileri egemen. İşten çıkarıldım. Yasal haklarım verilmedi. Şube Başkanı üst kurul delegeliğinden, Denetim Kurulu üyeliğinden istifa edersem yardımcı olacağını söyledi. Kabul etmedim. Bazı teklifler yapıldı bana. Öztem şirketi sahibi kardeşiniz bana şube başkanlığı teklif edemez. Taşeron bir başkana satılacak oyum yok. Seyit Rıza’nın torunuyum. Yalanlarınız ve hilelerinizle baş edemedim. Bu bana dert oldu. Baskılarınıza boyun eğmiyorum. Bu da size dert olsun.”
içeren önerge oybirliği ile kabul edildi. Yeni yönetime aday olanlar konuştu. Osman Gürsu Genel Başkan adayı: “Geçmişimizi inkar eden bir noktaya geldik. Bir sendikanın niteliğini demokratik işleyişi belirler. Tek adamlığa, imparatorluğa giden bir süreç yaşanıyor. Sınıfsal anlayıştan kopuk bir sendikanın geleceği yoktur. Yeniden yapılanma, demokratik işleyiş, tek adamlığa son vermek için yola çıktık.” Osman Gürsu yaptığı kısa konuşmada, sendikal anlayışını kısaca özetledi. Sendika içi demokrasi, sınıftan yana sendika, mücadeleci sendika, sendika içi demokrasinin işletilmesi. Bu talepler bizim de doğru bulduğumuz, savunduğumuz, uygulanması için uğrunda mücadele ettiğimiz taleplerdir. Bu taleplerin savunulması iyidir. Fakat savunmak yetmez. Pratikte de uygulamak gereklidir. Bu doğruların uygulanıp uygulanmayacağını pratik gösterecektir. Haydar Özdemiroğlu Genel Eğitim Sekreteri adayı: “Yönetim ile taban arasındaki ayrım giderek açılıyor. Sendikal bürokrasi sendikayı kanser gibi sarıyor. Sendikal bürokrasi işçiler ile işveren arasında pazarlık yapar, rant sağlar. Sendikal bürokrasi işçi sınıfı içinde Truva atıdır. Temel neden örgütsüzlük, bilinçsizliktir.” Yapılan konuşmalarda kendisine getirilen eleştirilere de cevap veren Özdemiroğlu, yönetimde yaşanan ay rışmanın nedenleri konusunda şunları söyledi: “Sendikada şeffaflık yok. Bazı şubeler çok harcama yapıyor. Bazı şube başkanlarına zarf içinde para gönderiliyor. Genel Başkan sendikanın hesaplarını bize göstermiyor. Yapılan harcamalardan bilgimiz yok. İşverenlerle tek başına görüşüyor.” Başkanlar Kurulu’nda yapılan tartışmalardan örnekler veren Özdemiroğlu, Gürsel Doğru’nun sendikada padişah olduğunu, tek karar verici olmak
süreci sürüyor. Yetki süreci devam ettiği için toplu sözleşme de yapılmış değil. Bu durumda Kipa işçilerinin delege olamaması tüzük açısından bakıldığında yanlış değildir. Genel Kurul’da üç noktada, esas olarak taşınmaz mal alımı ile ilgili olarak tüzük değişikliği yapıldı. Tahmini bütçe komisyonu raporu okundu ve kabul edildi. Kararlar komisyonu raporu okundu ve kabul edildi. İstanbul 2 No’lu Şube’nin kapatılması gündem maddesinde, eski 2 No’lu Şube Başkanı Rabia Özkaraca Övür bir konuşma yaparak süreci anlattı. 9. Olağan Genel Kurul’un yaptırılmaması için 14 kişinin, 13 adet tedbir kararı aldırdığını, bu kararları tek tek mahkemeleri dolaşarak bozdurduklarını, bu beladan, bu sendikal anlayıştan kurtulmak için 2 No’lu Şube’nin kapatılması gerektiğini savundu. Yapılan oylamada 210 delegeden, salonda olan 182 delegenin oyu ile şubenin kapatılmasına karar verildi. Ç a l ı şma r ap or u oy la nd ı . Oybirliği ile kabul edildi. Genel Kurulun ikinci gününde seçimler yapıldı. Genel Başkan adayları, Osman Gürsu ve Gürsel Doğru olan, iki ayrı liste ile seçim yapıldı. Seçim sonucunda Osman Gürsu’nun listesi seçimi kazandı. Genel Başkan adayı Gürsel Doğru 92 oy, Osman Gürsu 114 oy aldı. Tez-Koop-İş Sendikası yeni Genel Başkanı Osman Gürsu seçim sonuçları açıklandıktan sonra gazetemize şu açıklamayı yaptı: “Tez-Koop-İş Sendikası’nın 9. Olağan Genel Kurulu’nun üyelerimize, daha demokratik, demokratik gelişmeyi, demokratik değişime, yeniden yapılanmaya, şeffaf lığa önem veren, yeniden sınıf anlayışını ön plana çıkaran mücadeleci bir anlayışla yönetimimiz oluştu. Bu hedefler doğrultusunda üyelerimize önder olmaya çalışacağız.” Gürsel Doğru hakkında “taşeron” olduğu, patronlarla taşeron ilişkisi olduğu söylendi, yazıldı. TKİS’nın üye sayısının gelişmesine rağmen, yönetim anlayışı olarak geriye gittiği, Gürsel Doğru’nun sendika içinde muhalifleri ezdiği, sindirdiği, baskı uyguladığı, her türlü üç kağıdın yapıldığı vb. söylendi, dile getirildi. 9. Olağan Genel kurul’da bu yönetim anlayışına son verildi. Şeffaf, demokratik sendika, mücadeleci sendika, işçiden yana sendika sözleri verildi. Bu sözlerin gereğinin yapılıp yapılmayacağını birlikte göreceğiz. 27 Mart 2011
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Sefa Arslan: (İstanbul 5 No’lu Şube delegesi) “İki çalışma raporu geldi. İçerik aynı. Kapaklar değişik. Neden? Kaynaklarımız çarçur ediliyor. İşçinin bilinçlenmemesi için her şey yapılıyor. Yönetim Kurulunda 4 imza mı, 2 imza mı geçerli?” Rahmi Sarıpolat: (İstanbul 1 No Şube Başkanı) “Aziz’in eline birileri tutuşturmuş o da burada okuyor. Burası 1 No kongresi değil, Genel Merkez Genel Kurulu. İşçi kimliği yok. İşten kendisi ayrılmak istedi. Parasını aldı.” Birsen Bulut: (Adana delegesi) “Yapılan eğitimler lafta kaldı. Para için onur, ahlak ikinci plana atıldı. Yöneticilerin maaşı yüksek.” Şehmuz Pirhanoğlu: (İzmir delegesi) “İzmir’i bölemediler. Para teklif ettiler. Namusumuzu satmayacağız.” Murat Acun: (Gebze delegesi) “Gemi su aldı. Batıyor. Batacağız. Genel Merkez’de saltanat bitsin.” Mustafa Barın: (Ankara 2 No’lu Şube delegesi) “Sendikalar tabandan kopmuş. Bu işten nasıl çıkacağımızı kimse söylemiyor. Bu Genel Kurul’da birbirimizi üzecek, kızdıracak şeyler söylemeyelim. Son üç aydır özel avukatlar tuttuk. Kongre yapılmasın diye açılan davaları takip etmek için. Ya sınıftan yana bir yönetim, ya da şaibeli, akrabaları işverenlerle iş yapan yönetim. Tercih delegelerin.” İbrahim Halil Bebe: (Adana delegesi) “Genel Merkez’deki ayrışım bize de yansıdı. İkiye ayrıldık. Migros’ta sorunlar var. Carrefoursa’da toplu çıkışlar var. Bunlara karşı ne yapacağımızı konuşmamız lazım”. Delegelerin konuşması bölümünde yer yer karşılıklı laf atmalar yaşandı. Divanın müdahalesi ile önemli bir olumsuzluk yaşanmadı. Delegelerin konuşması bölümünde, Birleşi k Meta l İş Sendikası’nın 22 Mart’ta başlattığı grevin desteklenmesi için önerge verildi. Metal grevinin sahiplenilmesi, desteklenmesi görevini
istediğini, sendikanın uçurumun kenarında olduğunu, sendikayı bu durumdan kurtarıp işçilerin kalesi yapmak istediklerini söyledi. Haydar Özdemiroğlu nasıl bir sendika istediklerini kısaca şöyle anlattı: “İşyerleri komiteleri kuracağız. Komiteler şubelere delege gönderecek. Tüm Türkiye’de işçi konseyleri kuracağız. Sendikamızın mali hesapları herkesin denetimine açık olacak. Eğitime önem vereceğiz. Sendikayı mücadeleci ve eylemci bir sendika yapacağız.” İşyeri komitelerinin kurulması, hesapların herkesin denetimine açık olması, eğitime önem verilmesi vb. bir sendikada olması gereken, yapılması gereken doğrulardır. Bunların da gelecekte olup olmayacağını pratik gösterecektir. Genel Örgütleme sekreteri Fikret Omak, Genel Mali Sekreter Ayhan Kurtuluş Demirel, Genel Sek reter Ha ka n Bozku r t’ta konuştular. Bu bölümde son olarak Gürsel Doğru kürsüye çıktı. “37 bin aidat ödeyen işçiyi memnun etmişim. Sadece veziri azamımı memnun etmemişim. İlkesel farklılığımız yok. Yönetme tarzında farklılığımız var. Tek kişi olmak ile diktatörlük ile suçlanıyorum. İstesem de tek adam olamam. Ayrışmanın temel noktası, yetkilerimi paylaşmamak, beni yönetmelerine izin vermememdir. Eş başkan olmaya soyundu Haydar Özdemiroğlu. Osman başkan emekli olmuş. Sendikaya uzman alınıp üye yaptırılıyor. (Bu bağlamda Osman Gürsu kendisinin uzman olarak alınması noktasında Gürsel Doğru’nun da imzası olduğunu hatırlatıyor. Gürsel Doğru “doğru” demek zorunda kalıyor.) Sonra Genel başkan adayı oluyor. Bu durum sendika içinde demokrasinin olduğunu gösteriyor. Kipa işçilerinin Genel Kurul’da temsil edilmelerini istedik. Kipa işçisinin seçme, seçilme hakkını değil, temsil haklarını savunduk.” Genel kurul’da üzerinde en çok konuşulan konulardan biri Kipa işçilerinin durumu idi. Genel Kurul öncesinde YSK’na ve yargıya başvuran Gürsel Doğru ve ekibi, Kipa işçilerinin delege olarak Genel Kurul’a katılmalarını sağlamak istedi. Fakat Sendikalar Yasası, TKİS tüzüğü açık olduğu için YSK ve yargı bu yönde yapılan başvuruları reddetti. TKİS’nın örgütlü olduğu işyerlerinde, yetkinin kesinleşmiş olması, toplu sözleşme yapılmış olması ile ancak sendika üyesi olanlar delege olma hakkı kazanıyor. Kipa’da yetki
9
Hukuk Köşesi Bu bölümde iş yasalarına göre açıklamalarda bulunmaktayız. Bu konuda ise bilinmesi gereken şey yasaların patronları, sermayeyi koruduğudur. Buna rağmen işçi sınıfının haklarını araması ve bu hakları genişletmesi için tüm yol ve araçlarla mücadele yürütmesi gerekmektedir. Hukuk mücadelesi de bu araçlardan birisidir.
Kazanılmış haklara saldırı yasası: Torba Yasa – III
Memurlara ve belediye işçilerine sürgün Torba Yasa olarak bilinen 6111 sayılı Kanunun bazı maddelerinin incelenmesine devam ediyoruz. Bu sayımızdan memurlar ile belediye işçilerine sürgün anlamına gelen maddeleri inceleyeceğiz.
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Memurlara geçici sürgün: 6111 sayılı Kanun’un 115. maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun ek 8. maddesi tamamen değiştirildi. Madde başlığı “Kurumlar arası geçici süreli görevlendirme”. Bu maddeye göre memurlar geçici görevlendirme yapmak isteyen kurumun talebi ve memurun çalıştığı kurumun izni ile talep eden kuruma geçici olarak gönderilebilecek.Geçici görevlendirmeye ilişkin kanun bazı şartlar da öngörüyor. Bu şartlar şöyle: - Yurtdışında görevlendirilen güvenlik görevlileri hariç olmak üzere, memurun gönderileceği kurumda göreve ilişkin 4 ve daha yukarı bir dereceden boş bir kadro bulunmalıdır. Ancak boş kadro yoksa da “kamu yararı ve hizmet gerekleri sebebiyle ihtiyaç duyulması hâlinde” Devlet Personel Başkanlığının izni ile görevlendirme yapılabilir. - Geçici süreli görevlendirme süresi bir yılda altı ayı geçemez. Yurtdışında görevlendirilen güvenlik görevlileri için bu süre en çok iki yıldır; gerekli görülmesi hâlinde bu süre bir katına kadar uzatılabilir. - Geçici süreli görevlendirme, memurun göreviyle ilgili olmalıdır. Geçici olarak başka bir kuruma gönderilen memur görevlendirildiği kurumun mevzuatına uymakla yükümlü olacak ancak aylıkları ile diğer mali ve sosyal haklarını asıl kurumlarından alacaklar. Yasa da “Geçici süreli görevlendirmede memurun muvafakati aranır.” denilmektedir. Ancak bunun nasıl olacağını uygulamada hep birlikte göreceğiz.
10
Belediye işçilerine kalıcı sürgün: Yasanın “Mahalli idarelerin ihtiyaç fazlası işçilerine ilişkin hükümler” başlığını taşıyan 166. maddesi ise İl Özel İdareleri, Belediyeler ve Karayolları Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarındaki “ihtiyaç fazlası” işçilerin Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatlarına ve norm kadro sınırları içerisinde ihtiyacı bulunan mahalli idarelere atanmasını –siz sürgün olarak okuyun- öngörüyor. Yasaya göre “ihtiyaç fazlası” işçilerin tespitini yapmak üzere bir komisyon kurulması gerekiyor. Bu komisyon vali veya vali yardımcısının başkanlığında, il emniyet müdürü, defterdar, il milli eğitim müdürü, Türkiye İş Kurumu il müdürü, Karayolları Genel Müdürlüğü bölge müdürü, il mahalli idareler müdürü ve işçi devreden işyerinde toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili işçi sendikası temsilcisinden oluşacak. Bu komisyonda valiliğin, emniyet müdürlüğünün ne görevi olacak acaba? Bir işçinin “ihtiyaç fazlası” olduğu nasıl belirlenecek? Kriter nedir??? “İhtiyaç fazlası” işçilerin listesi mahalli idareler tarafından komisyona verilir. Komisyon norm kadro fazlası olan işçileri Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatlarına
atanmak üzere tespit eder. Norm kadro içerisinde olup ta “ihtiyaç fazlası” olanlar da kurumlara atanmak üzere tespit edilir. İldeki diğer kamu kurum ve kuruluşlarının talepte bulunması halinde, işçinin muvafakatı alınmak kaydıyla bu idarelerde sürekli işçi statüsünde istihdam edilmek üzere atama işlemi yapılabilir. Komisyon çalışmasını 45 gün içinde tamamlayıp, işçilerin ataması valiler tarafından yapılacak. Atama işlemleri tamamlanan işçilerin 5 iş günü içerisinde yeni görevlerine başlamaları gerekiyor. 5 gün içerisinde yeni kurumunda işe başlamayan işçilerin atamaları iptal edilerek 4857 sayılı İş Kanunu’nun 17. maddesine göre iş sözleşmeleri feshedilecek. Yani belki de bir başka ile, ilçeye gönderilecek işçinin 5 gün içerisinde tüm taşınma işlemlerini, çocuklarının okul naklini vb. işleri tamamlaması isteniyor. Devredilen işçilerin ücret ile diğer hakları eğer toplu iş sözleşmesine göre çalışıyorlarsa yenileri düzenleninceye kadar eski hükümlerine göre devam edecek. Toplu iş sözleşmesi olmayan işçilerin ücret ve diğer hakları ise 2010 yılı Kasım ayında geçerli olan bireysel iş sözleşmesi hükümlerine göre yeniden belirlenecek. Kıdem tazminatına hakları ise saklı kalacak. Yani ilk işe giriş tarihi ilk kurumdaki işe giriş tarihi olarak sayılacak. Torba yasada “ihtiyaç fazlası” işçilerin listesinin mahalli idareler tarafından 45 gün içerisinde komisyona verileceği hükmü yer almaktaydı. Ancak 29 Mart 2011 tarihinde kabul edilen 6215 sayılı Kanun’un 28. maddesi ile bu tarih 1 Ağustos 2011 tarihine uzatıldı. Yani İl Özel İdareleri, Belediyeler ve Karayolları Genel Müdürlüğünün “ihtiyaç fazlası” olarak tespit edilen işçileri için süreç 1 Ağustos’ta başlayacak. Bir kez daha tekrar edelim. Bu saldırılara karşı ancak birleşik, kitlesel ve örgütlü bir mücadele yürütülebilir. İşçi sınıfının mücadelesi bu saldırıları püskürtebilir. iscikosesi@gmail.com adresine sorularınızı bekliyoruz.
3 Mart İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ihalesini alan taşeron inşaat firmasında çalışan, belediyenin dış cephesini boyarken üzerinde durdukları iskelenin halatının kopmasıyla yere çakılan Mehmet Toprak (47) ve Nesih Taşkın (26) adlı iki işçi yaşamını yitirdi. İşçilerden Nesih Taşkın üniversite harcını ödeyebilmek için inşaatlarda çalışıyordu. 6 Mart Antep’in Şehitkâmil İlçesi’nin Bedir köyündeki briket imalathanesinde çalışan Ali Duru (22) isimli işçi kum kamyonunun kum boşaltımı yaptığı sırada çukura düşüp, dökülen kumların altında kalarak hayatını kaybetti. 6 Mart İzmir'in Bergama İlçesi’nde yapımı süren Bergama Çaltıkoru Barajı inşaatında çalışırken 50 metre yükseklikten düşüp ağır yaralanan Hasan Akgün (47) isimli işçi, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. 8 Mart Siirt’in Baykan İlçesi’nde Baykan Devlet Hastanesi önünde yapılan kanalizasyon çalışmasında Salih Bora isimli (42) işçi toprak altında kalarak yaşamını yitirdi. 19 Mart Adıyaman’da inşaat işçi olarak çalışan Selçuk Ekici isimli 24 yaşındaki işçi Devlet Hastanesi inşaatında çalışırken başına düşen demir parçası yüzünden yaşamını yitirdi. 21 Mart Türkiye Taş Kömürü Kurumu’na ait Zonguldak Gelik İşletmesi maden ocağında 27 yaşındaki Deniz Akdeniz isimli işçi yaşamını
yitirdi. Madende yeterli güvenlik önlemlerinin alınmamasından ötürü genç işçi 460 metre derinlikte malzeme taşırken düşerek hayatını kaybetti.
Eğitim Köşesi
25 Mart Artvin’in Yusufeli İlçesi’nde inşaat işçi olarak çalışan 57 yaşındaki Cemil Doğancıgil isimli işçi bir binanın yıkımı sırasında üzerine düşen moloz yüzünden hayatını kaybetti.
Proletaryanın görece ve mutlak yoksullaşması
29 Mart Yalova Tersanesi’nde taşeron temizlik işçisi olarak çalışan Cemil Kaya (28) adlı işçi büyük bir ihmale kurban gitti. Yeni yapılan bir gemide çalıştığı yerde korkuluk olmaması nedeniyle yaklaşık 6 metre yüksekten düşüp boynu kırılarak yaşamını yitirdi.
Adliyedeydi
İ
şten atılan PTT işçilerinin, 18 Mart Cuma günü saat 11.00’da Bakırköy Adliyesi’nde işe iade davaları görüldü. Duruşma öncesi bir basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasına işten atılan Ontex işçileri de destek verdi. İşçiler dışında basın açıklamasına YDİ Çağrı, BDSP ve bazı demokratik kurum çevreleri destek verdi. “Haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkıyoruz! İşimizi geri istiyoruz / Direnişçi PTT Taşeron İşçileri” Pankartı önünde ilk olarak işten atılan PTT işçisi Rıza Soylu bir açıklamada bulundu. Yaptığı açıklamada, işten atıldıkları için yasal hakları olan eylemi yerine getirdiklerini ve işe iade davası açtıklarını belirtti. Daha sonra Ontex işçilerinden bir kişi açıklamada bulundu. PTT direnişini selamladıklarını ve işten atmaların durdurulması talep etti. Basın açık laması sırasında “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!, PTT’de direniş kazanacak!, Zafer direnen işçilerin olacak!, İstanbul uyuma postacına sahip çık!, Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganları atıldı.
PTT ve Ontex işçileri Konak Belediyesi taşeron işçilerinin maruz kaldığı polis terörünü de kınadıklarını ifade ettiler. Yapılan basın açıklamasından sonra PTT işçileri adliye binasına girdiler. Dava süresince dışarıda bekleyen diğer işçiler ve kurum temsilcileri yaklaşık bir saat sloganlar atarak beklediler. MAHKEME 19 NİSANA ERTELENDİ İçeride duruşma sürerken, açıklamaya katılan kurumlar ve işçiler yaklaşık bir saat dışarıda dayanışma amacıyla sloganlar atarak beklediler. Mahkeme sonunda Adliye önünde işçilerin avukatı bir açıklamada bulundu. PTT’nin Rıza Soylu ve Cafer Kalağ'ın taşeron firmada çalışmasından dolayı kendilerinin davaya hukuksal olarak muhatap olmadıklarını ileri sürdüğünü belirtti. Mahkemenin 19 Nisan’a ertelendiğini açıkladı. Avukattan sonra açık lama yapan PTT işçisi Rıza Soylu 19 Nisan’a kadar direnişe devam edeceklerini belirtti. Topkapı AVPİM PTT önünde direnişe devam edeceklerini ve işe geri alınmak istediklerini belirtti. 19 Mart 2011
apitalist toplumun gelişmesi, bir yanda kapitalistler elinde muazzam zenginliklerin yoğunlaşması, sömürücü sınıfların lüks ve asalaklığının artması; toplumun diğer kutbunda, emekçiler kutbunda ise emekçilerin sömürülmesinin daha da keskinleşmesi, emekleriyle zenginliklerin gerçek yaratıcısı olanların yoksullaşmasının artması demektir. Marks bu gelişmeyi Kapital adlı eserinde şöyle ifade eder: “Toplumsal zenginlik, işlev gören sermaye, onun büyümesinin boyutu ve enerjisi, yani proletaryanın mutlak büyüklüğü ve emeğinin üretici gücü ne kadar büyükse, yedek sanayi ordusu da o kadar büyür. Yedek sanayi ordusunun nispi büyüklüğü, zenginliklerin kuvvetleriyle birlikte büyür. Ama bu yedek ordu, aktif işçi ordusuna oranla ne kadar büyükse, yoksulluğu işinin eziyetiyle ters orantı içinde olan konsolide nüfus fazlası da o denli kitleseldir. Bu kapitalist birikimin mutlak yasasıdır.” (Kapital, Cilt 1, Sayfa 6979) Bu, zenginlerin zenginleşmesi, yoksulların daha da yoksullaşması pahasına olmaktadır. Marks’ın kapitalist birikim yasasına, bir dizi itiraz getirilmektedir. En bilineni, geçmişte proletaryanın gerçekten de kaybedecek bir şeyi olmayan bir sınıf olduğu, bugün ise evinde buzdolabı, çamaşır makinesi, halısı, koltuğu, hatta hatta bazısının arabası bile olduğu şeklindeki itirazdır.30 yıl önce televizyonun rüyasını bile göremeyen işçiler, bugün yüzlerce kanala sahip uydu kanallı renkli televizyon izleyebilmektedir. vs. vs. O halde proletarya yoksullaşmamakta, tersine o da toplumla birlikte zenginleşmektedir. Marksist yoksullaşma teorisi iki tip yoksullaşmayı birbirinden ayırır. Birincisi mutlak yoksullaşmadır. Proletaryanın yaşam standardının doğrudan düşmesine mutlak yoksullaşma denir. Eğer bir işçinin andaki yaşam standardı süreç içinde düşüyorsa, örneğin eline bu yıl geçen parayla alabildiği ölçüde ihtiyaç maddesi ve hizmeti; bundan bir yıl sonra eline geçecek parayla alamıyorsa, burada yaşam standardının düşmesi, “mutlak yoksullaşma” söz konusudur. Mutlak yoksullaşma, işini kaybeden işçiler, uzun süreli işsizler, emekliler vb. açısından en ileri emperyalist ülkelerde bile gerçekliğin gözle görülür bir parçasıdır. Bunun dışında işi olan işçiler de, gerçek ücret düşüşünün söz konusu olduğu durumlarda, “mutlak yoksullaşma” içine girerler. Bu en ileri emperyalist ülkelerde özellikle kriz dönemlerinde kuraldır. Bunun dışında eğer dünyaya bir bütün olarak bakıldığında, dünya çapında ezilen ve sömürülen kitlelerin tümü ele alındığında, mutlak yoksullaşmanın kapitalist dünyanın en temel gerçeklerinden biri olduğu çok açık görülür. Bir yanda sürekli zenginleşen ve hayat standardı sürekli yükselen küçücük bir azınlık, diğer yanda açlık sınırında yaşayan, yoksullaşan büyük insanlık! Bir de görece yoksullaşma vardır. Buradaki yoksullaşma, yaşam standardının düşmesi anlamında bir yoksullaşma değil, yaratılan tüm zenginlikten değişik sınıfların aldığı pay noktasında ortaya çıkan “görece” bir yoksullaşmadır. Kapitalist toplumda, işçi sınıfının ve genelde üreten emekçilerin ulusal gelirden aldıkları pay sürekli olarak azalırken, sömürücü sınıfların payı sürekli artmaktadır. Bu görece yoksullaşmanın varlığı öyle açıktır ki, burjuva iktisatçılar bile, bunu teslim etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu hem dünya çapında, hem de tek tek ülkelerde gözlemlenen bir olgudur. 3 Nisan 2011
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
İşten atılan PTT işçileri K
11
“Biz grev kararlarını astığımız günden üç adım daha öndeyiz. Çok daha kararlı ve örgütlüyüz.” Birleşik Metal-İş Sendikası Anadolu Şube Başkanı Seyfettin Gülengül ile metal grevini ve grev sürecindeki gelişmeleri, sonrasını konuştuk.
Seyfettin Gülengül
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Yeni İşçi Dünyası :MESS ile grev aşamasına kadar gelindi. Bazı işyerlerinde grev başladı, bir dizi iş yerinde ise anlaşma sağlandı. Anlaşmalar genel itibariyle MESS’in dayattığının üzerinde mi? Bu süreç nasıl gelişti, nasıl ilerliyor?
12
Seyfettin Gülengül:MESS’in dayatmalarını kabul etmeyeceğimizi, bize verilen son teklife -ki o teklife kadar gelinen süreçte aslında bizim emeğimiz ve payımız olduğunu düşünüyoruz- imza atmayacağımızı belirtmiştik. MESS ile görüşmeler başladığında bize dayatılan sıfır zam ve esnek çalışmaydı. Ücretler anlamında sıfır zam dayatması vardı. Bizim MESS içerisindeki kararlılığımız aslında her dönem olduğu gibiücret zammının belli bir noktaya çekilmesini sağladı. Bizim kararlı olduğumuzu görünce bize herhangi bir zam teklifi yapmadılar.Ama 98 yılından bugüne kadar, her dönem olduğu gibi bayram öncesinde resmi tatilin başladığı bir günde Türk Metal’le 5,35 oranında ücret zammına imza attılar ve esnek çalışmayı geri çektiklerini beyan ettiler. Buna rağmen torba yasada esnek çalışma devam ediyordu ve mecliste görüşülüyordu. Nihayetinde Ankara’da DİSK’in Türkiye Meclisini topladığı gün Hükümette Büyük Millet Meclisi’nde esnek çalışmayı geri çektiğini söyledi. Biz toplu sözleşme sürecinin başlangıcından önceki 6-7 aylık bir süre zarfında taslak çalışmasını ve her türlü ortak çalışmaları gerçek-
leştirdik.İşyerlerinde üyelerimizle toplantılar yaptık.İşyerlerinin baş temsilcileri, şube yönetim kurullarımız ve merkez yönetim kurullarımızdan oluşan ve uzmanlarımızın katkı verdiği Genel Merkez Toplu İş Sözleşme Komisyonumuz defalarca toplandı. MESS’in teklifini reddetmemizin öteki adının artık grev sürecinin başlangıcı olduğunu herkes biliyordu. Son bir kez daha işyeri temsilcilerimizin işyerindeki üyelerimize danışarak toplantıya gelmelerini istemiştik.Son yaptığımız komisyon toplantısında MESS’in teklifini reddettiğimizi beyan ettik ve hızlıca grev sürecine girdik. Defalarca işyerlerinde eğitim ve hazırlık çalışmalarını, grev eğitimlerini başlattık. Tüm iş yerlerimizde birçoğunda bir defadan fazla olmak kaydıyla eğitim toplantıları yaptık. Mersin’deki Çimsataşişyerinde son olarak Pazar günü (3 Nisan 2011) toplantı yaptık. İşyerlerine yasal prosedür gereği grev ilanlarımızı astık. Grev ilanlarımızı astığımız gün ve ertesinde de bütün iş yerlerini dolaşarak MESS’in teklifini reddettiğimizi, dolayısıyla bu toplu sözleşme sistemine karşı olduğumuzu, işverenlerin bizim taleplerimizi karşılaması gerektiğini söyledik. Bundan sonra bize yaklaşım gösteren işyerleriyle ilgili grev kararı almadık ama bize yaklaşım göstermeyeceğini düşündüğümüz ya da bunu beyan eden iş yerleriyle ilgili bir dizi değerlendirmeler ve tartışmalar ertesinde grev kararlarını aldık. Tüm grevlere yetişebilmek ve etkisini güçlendirebilmek amacıyla grevlerin başlangıç tarihleri arasında birer-ikişer gün koyduk. Biz grev tarihlerini açıklamadan önce herhangi bir işyeri ya daişverenne zaman hangi işyerinde greve çıkılacağını bilmiyordu. Biz bu çalışmayı yürütürken bir taraftan da MESS sürekli işverenleri tehdit eden toplantılar yaptı. Netice itibariyle ilk olarak 22 Mart’ta Eskişehir’de Doruk işyerinde -eski adıyla Süsler- grevimizi başlattık. Bu işyeri 12 gün grevde kaldı. Ve iyi bir anlaşmayla da grev sonlandırıldı.Ondan sonra 24 Mart’ta Standart Depo da greve çıktık. Bu işyerinde de grev 4-5 gün sürdü. Ve anlaşma neticesinde orada ki
grevimiz de sonlandırıldı. Sonraki günlerde grev tarihleri geldikçe işverenler bizimle anlaşmayı tercih ettiler. Ve greve çıkmadığımız yerler oldu. Bugün Çimsataş’ta olduğu gibi. Bazı işyerlerinde de işverenler grev oylamaları yaptılar. Grev oylaması yapılan Dörtyol Yücel Boru’da, Kroman’da greve evet kararları çıktı. Fakat 6 iş yerimizdegreve hayır kararı çıktı. Onlar şu an yüksek hakem kurulunda.Yüksek Hakem Kurulu’nda 9. Hukuk Dairesi Başkanı, YÖK’ün atadığı bir kişi,Bakanlar Kurulunun atadığı bir kişi, Türk-İş’i temsilen iki kişi (kim yönetiminde Türk Metal Sendikası yöneticileri var), TİSK’i temsilen iki kişi bulunuyor. TİSK’in Başkanı Kutadgu Bilik aynı zamanda MESS’indeBaşkanı. Biz Yüksek Hakem Kurulu’nun bileşimini grev eğitimleri sırasında bu işyerlerindeki üyelerimize de anlattık, bu tehlikeyi işaret ettik. Buna rağmen 6 işyerimizde böyle bir karar çıktı, saygıyla karşılıyoruz. Y i d : Yü k s e k H a k e m Kurulu’ndan bir sonuç çıktımı? S. Gülengül:Şu ana kadar bir sonuç çıkmış değil. Buradan çıkacak sonucun önerilen zamm ı n a lt ı nd a k a l mayac a ğ ı n ı düşünüyorum. Yid: Bundan sonraki süreç nasıl işleyecek? Şimdi greve çıkmamış ve anlaşma sağlanmamış işyerleri var. Anlaşma yapılan işyerlerinin de sayısı artıyor ama iki ya da üç işyeri kalırsa ne olacak? S. Gülengül:Şimdi biz bu mücadele başlarken böyle bir şeyle karşılaşacağımızı da biliyorduk tabi. Şu ana kadar 22 iş yerinde grev kararı söz konusuydu. Bu işyerlerinin büyük ölçüde birçoğuyla, birçok işvereniyle anlaşma sağlanmış durumda. Şu anda anlaşamadığımız üç işyeri var, iki işyeriyle görüşmelerimiz devam ediyor. Bir diğer işyeriyle ilgili grev kararı alınmış durumda. Bunlarla da büyük ölçüde bir uzlaşı sağlanır diye düşünüyoruz. Eğer uzlaşı sağlanamayan bir işyeri olması durumunda biz sendika olarak inisiya-
tifimizi kullanacağız; ya grevi sürdüreceğiz ya da toplu sözleşmeyi bir haliyle bitireceğiz. Yid: Peki bu toplu sözleşmelerde ücret zamlarıyla ilgili iyileştirmeler konusunda Birleşik Metal-İş’le Türk Metal arasındaki fark ne oldu? S. Gülengül:Aslında bizim bu toplu sözleşme kapsamına, yani Mess’le yapılan grup toplu iş sözleşmesi kapsamına baktığımız zaman bizim ücret ortalamamız, Türk Metal’in ücret ortalamasının üzerinde. Nihayetinde bunu söylerken bugünde Çimsataş işvereniyle yapmış olduğumuz görüşmede de bunu bir kez daha gördük, üyelerimizle de paylaştık. Çimsataş’da biz örgütlüyüz ve ücret ortalamamız, yine bu işyerinin bağlı olduğu gruba bağlı Türk Metal’in örgütlü olduğu Tarsus’ta kurulu bulunan Çimtaş, Dörtyol’da bulunan Noksel ve BMC işyerlerinin ücret ortalamalarından daha yüksektir. Genel olarak da baktığımızda da MESS grubu içerisinde bizim ücret ortalamamız, Türk Metal’e üye işyerlerinin ücret ortalamasından yüksek durumdadır. Yid:Ne kadar yüksek, yüzde verebilir misiniz? S. Gülengül:Yüzde olarak oranları net bir biçimde söyleyemem çünkü yazılı bir veri yok elimde fakat saat ücretleri üzerinden bizim ücret ortalamamızın daha yüksek olduğunu söyleyebilirim. Yid:Çemaş, Derby işletmeleri MESS’den ayrıldı. Bunlar elbette ki siz “ayrılın” dediğiniz için değil kendileri istedikleri için ayrıldılar. Sendika da bu işyerleri ile ve MESS’e bağlı diğer işyerleri ile ek protokollerle daha iyi ücret ve kimi sosyal hakların elde edilebileceği bir yol izledi. Bu işyerlerinin ayrılması ve ayrı protokoller imzalanması 8 bin işçinin ya da greve çıkan 6-7 bin işçinin gücünü bölen bir şey olmuyor mu? S. Gülengül:Aslında olmadı. Biz bu işyerlerinin MESS’den ayrılmasını istemedik. Bize de sorduklarında siz bilirsiniz dedik.
Yid: Bu grev süresi içerisinde işyerlerinde toplantılar yaptınız, işçilerin görüşlerini aldınız. Gelinen yerde grev bitmiş sayılır. Üç tane işyeri var ama bunlarda da anlaşma sağlanmak üzere sizin de söylediğiniz gibi. Bu süreçte iç örgütlülüğünüz yeterli miydi? Geleceğe yönelik olarak kimi noktalarda hata yaptık ya da şöyle eksiklikler vardı, şu noktalarda yetersizdik dediğiniz, ders çıkarmayı gerektiren yerler var mıydı? Bir de bir grev fonu oluşturdunuz mu? S. Gülengül:Burada dikkat edilmesi gereken iki nokta var. O iki noktaya rağmen biz bu mücadeleyi seçtik. Birincisi biz bu kararı alırken tüm üyelerimize greve çıkıldığı andan itibaren hiçbir sendika çalışanının ve yöneticilerinin ücret almayacağını ama kendilerine de bir ücret katkısı yapamayacağımızı ama bütün illerde grev komitelerinin kurulması için çaba sarf edip buralardan bir katkı sağlamaya çalışacağımızı belirtik. Yani grev kararını alan işçiler hiçbir yerden katkı gelmese bile o kararı uygulayacağını biliyordu, bu çok önemliydi. İkinci olarak grev fonu diye bir şey bu ülkede yok, yasak. Dolayısıyla gayri resmi ama şu anda bizim sendikamızda var. Sendika yönetici ve çalışanlarının maaşlarından yapılan kesintilerle oluşturulmuş bir fon var. Çok büyük paralar birikmiyor elbette ve gelen para da yerinde durmuyor. Çünkü bizim şu anda ne grevimiz, ne direnişlerimiz bitmiş değil. Bu grupta bitiyor belki ama başka bir grupta başlıyor.Şu anda fabrikalara önerimiz her üyemizden en az 1 TL işletme temsilcilerine aktarılarak sendikamızın belirlediği grev fonu hesabına yatırılmasıdır. Bugünden itibaren bunu bütün işyerlerine öneriyoruz. İç örgütlülüğümüz elbette çok iyi değildi bunu tam bir açıklıkla söyleyebiliriz. Bunu grev açısından söylüyorum. Üyelerimize baktığımızda kiminin kredi kartı borcu olduğunu, kiminin ev ya da araba almak için kredi çektiğinden borcu olduğunu görüyoruz. Biz mücadele etmek için bu borçların bitmesini, üste bir miktarda para biriktirilmesini
“
lıkla söyleyebilirim.
Yid: Son sorumuz 3 Nisan’da Ankara’daki eylem ile ilgili. Dün yıllardır görmediğimiz bir şey oldu. Mücadeleci sendikaların önderliği altında bir eylem gerçekleşti Ankara’da. Orada da gördük ki Birleşik Metal İş’in yanında mücadeleci olan Devrimci Sağlık-İş, Tez Koop-İş ve bir iki sendika daha var. Mücadeleci sendikalar güçleniyor ve bir araya gelmeye çalışıyorlar. Bu süreç nasıl evrimlenir, Birleşik Metal İş’in elini ne kadar güçlendirir? S. Gülengül: Esasında biz DİSK içerisinde, KESK içerisinde, Türk-İş içerisindeki mücadeleci kimliğiyle öne çıkan tüm sendikalarla, emek örgütleriyle ya da siyasi örgütlerle, yol arkadaşı dediğimiz tüm insanlarla birlikte çalışma kararlılığında olduğumuzu söylüyoruz. Torba Yasa ile ilgili, yine Sosyal Güvenlik yasası ile ilgili olarak o dönemlerde bu sendikalara çağrımız olmuştu. Birlikte mücadele etme çağrımız olmuştu. Bunu yaparken bizim konfederasyonları aşma, bir kenara koyma gibi bir düşüncemiz asla olamaz. Biz çünkü DİSK’iz, DİSK’in kurucu sendikası, Kemal Türkler’in sendikasıyız. Biz Birleşik Metal-İş olarak DİSK’e bağlı olsak da kendimizi DİSK olarak görüyoruz. DİSK’in birer neferi, üyesi olarak görüyoruz. Biz örgütlendiğimizde kimse bize Birleşik Metal-İş geldi demiyor, DİSK geldi diyor. DİSK’i korumak, büyütmek, mücadelesini büyütmek için biz bu çalışmaları yürütüyoruz. Evet, bu eyleme katılan sendikalar mücadeleci kimlikleriyle öne çıkan sendikalardır ama gönül isterdi ki bütün sendikalar bu eyleme katılsınlar. Bu eylem güvencesiz çalışmaya yönelik bir eylemdi. Yani sadece bizim işkolumuzu, sadece Nakliyat İşkolunu ya da sadece Devrimci Sağlık-İş’in örgütlendiği alanı ilgilendiren bir şey değildi. Bütün çalışanları, bütün emekçileri ilgilendiren bir eylemdi bu. Katılmayan sendikalar için söyleyebileceğimiz bir an önce bu mücadelenin içerisine girsinler. bekleyemezdik. Bu nedenle tüm bu zorluklara rağmen mücadele edilmesi gerektiğini her fırsatta söyledik üyelerimize. Onlar da buna inandılar ve bu yönde karar verdiler. Bu kararı almak bile çok önemliydi çünkü şu anda fabrikalarda çalışan nesil 1980 sonrası doğan bir nesil. Grevi, başkaldırıyı, örgütlülüğü bile çok hoş karşılamayan bir nesil. Yid: Gelecek dönem MESS grup toplu sözleşme sürecinde Birleşik Metal-İş Sendikasını dikkate alacaktır ama tekrar aynı sürecin yaşanmaması içinde daha fazla tedbir alacaktır. Bu durumda gelecek dönem ne olur? S. Gülengül:Aslında bu dönem de bitmiş değil. Çünkü biz şu aşamada tek tek işletmelerde mücadele ederek MESS’in teklifinin üzerinde bir kazanım elde ettik. Ama MESS ile toplu sözleşmeyi henüz imzalamadık. Şu anda görüşmelerin sürdüğü 3 işyeri var onlarda bittiği zaman MESS’le masaya oturulacak ve toplu sözleşme imzalanacak. Olabilir ki MESS bu süreçte bizi sıkıntıya sokacak şeyler yapabilir ama göze alacağını sanmıyorum. Çünkü biz grev kararlarını astığımız günden üç adım daha öndeyiz. Çok daha kararlı ve örgütlüyüz. Böyle bir durumda işyerlerinde çok daha büyük problemlerle karşılaşacak-
"
larını işverenlerde, MESS’de çok iyi bilmelidir. Bundan sonraki süreçte elbette MESS kimi tedbirler, baskılar ya da daha düşük tekliflerle gelebilir. Ama şunu bilmeliler ki bugün greve hayır diyen işyerleri de burada çok büyük kazanımların olduğunu gördüler ve verdikleri karardan ötürü pişman oldular. Yani o işyerleri de şu anda mücadeleye hazır haldeler. Bundan sonra işçilerin ve sendikamızın eli daha güçlü olacaktır. Daha bilinçli ve kararlı olacaklardır. Bu durumda MESS’in işi daha zordur. Yid: Metal sektöründe az sayıda olsa da, çalışan kadın işçiler grev kararını ne kadar desteklediler, bu sürecin ne kadar içerisinde oldular? S. Gülengül:Metal işkolunda çalışan az sayıda kadın işçi var ama yanı sıra çalışan işçilerin eşleri, aileleri var. Eğitim çalışmalarımızda biz hep grev ailede başlar dedik. Çünkü aileyi greve hazırlayabilmek çok önemli. Burada da ailelerden çok destek aldık. Kadın üyelerin ben her zaman mücadeleye daha sıkı sarıldıklarını, inandıklarını gördüm. Geçmişte bu bölgede uzun süre, yaklaşık 742 gün grev yürüttüğümüz SCT Filtre’deki kadın üyelerimizin mücadelelerini unutmak mümkün değil. Oradaki grev 742 gün kadın işçilerle yürüdü, bunu çok açık-
Yid: Başta sizin de söylediğiniz gibi greve çıkmak başlı başına bir başarıdır aslında. 21 yıl aradan sonra MESS’in inanmadığı, yapamazsınız dediği bir süreçti bu. İş yerlerindeki atmosfer şu anda nasıl? İşçiler maaş zammını daha çok düşünüyorlar yoksa MESS ile Türk Metal arasında imzalanan sözleşmenin dışında bir anlaşma yapılmış olmasını mı? S. Gülengül:Şimdi elbette bu hesapları yapan az sayıda da olsa insan var, bu kaçınılmazdır. Ama bizim baştan beri bize dayatılan 5,35’i kırma hedefimiz vardı. Dolayısıyla şimdi fabrikalarımızı dolaştığımızda üyelerimizin, bu düzeni kırdığımızı ve bize dayatılanı reddederek bir başarı elde ettiğimizi söylemeleri bizi mutlu ediyor. Ne aldığımızdan çok bunu yıktığımız, karşı çıktığımız daha büyük bir önem arz ediyor. Bunun farkındalar diye düşünüyorum. Yid: Böyle düşünen işçiler çoğunlukta mıdır azınlıkta mıdır? S. Gülengül:Büyük çoğunluk böyle düşünüyor diye düşünüyorum. Çünkü dünÇimsataş işçileriyle yaptığımız toplantıda üyelerimiz bize şunu söylemişlerdi: Biz sendikamızın alacağı her türlü kararın arkasındayız, hiçbir kazanım elde edemesek bile yine sendikamızın arkasındayız. Sonuçta buradaki anlaşma ile diğer işletmelere kıyasla o kadar büyük bir kazanım da elde edilmedi. Yid: Bu mücadele süreci metal sektöründeki işletmeler için örnek olan, onları etkileyecek bir süreç oldu. Peki diğer sektörler açısından da söylenebilir mi bu? Yani diğer sektörleri ne kadar etkiler? S. Gülengül:Etkiler diye düşünüyoruz. Çünkü şu anda Deri İş Sendikası’nda toplu iş sözleşmesi süreci başladı. Oralarda da bunun takip edildiğini biliyoruz ve çeşitli konularda arkadaşlarımızdan bilgi isteniyor, hangi konularda katkı sunabileceğimiz soruluyor. Birçok iş kolunu etkileyeceğini düşünüyoruz çünkü geçmişten bugüne baktığımızda metal işkolunda yapılan toplu iş sözleşmeleri bütün diğer sektörleri etkilemiştir. Yid:Bu söyleşiden dolayı size çok teşekkür ederiz. S. Gülengül:Ben de teşekkür ederim. 04.04.2011 Yeni İşçi Dünyası
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
Durun deseydik duracak işyerleri de değillerdi. Sonuçta biz tek tek fabrikalarda da toplu sözleşme süreçleri yürütüyoruz, gerekirse grev kararı alıyoruz ve uyguluyoruz. Burada bölmek gibi bir bahanenin arkasına saklanmak istemediğimizden bölmek diye düşünmüyoruz yoksa elbette 100 bin işçi ile mücadele edilmiş olsaydı çok daha büyük başarılar elde edilirdi.
13
Emperyalistler Libya’dan defolun! Libya’ya saldırı savaşına, emperyalist savaşa hayır!
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
2
14
010 Aralık ayında Tunus’da başlayan kitlelerin isyanı, diğer Arap ülkelerinde de yansımasını bularak giderek yayıldı. Emperyalistlerle işbirliği içinde olan; emperyalizme bağımlı, onlar tarafından desteklenen ve görünürde güçlü ve istikrarlı olan faşist rejimler birbiri ardına halkların isyanları ile sallanmaya başladı. Tunus başlangıç oldu. Açlığa, yoksulluğa, işsizliğe karşı gençliğin isyanı olarak başlayan hareket, kısa süre içinde özgürlük ve demokrasi talepleriyle halk ayaklanmasına, nefret edilen baskı rejiminin devrilmesi için devrimci bir ayaklanmaya dönüştü. Bin Ali Tunus’tan kaçmak zorunda kaldı. Tunus’ta Bin Ali’den sonra, M ı s ı r ’ d a e mp e r y a l i s t l e r i n Ortadoğu’daki onlarca yıllık sağlam dayanağı “Ortadoğu’da barışın ve istikrarın güvencesi” olarak görülen Başkan Mübarek’te koltuğunu terk etmek zorunda kaldı. Mısır’da da ayaklanan halk, ayaklanmayı bastırmak için kullanılan faşist şiddet karşısında geri çekilmedi, direndi, sonunda Mübarek istifa etmek zorunda kaldı. Mısır’da da Tunus’a benzer bir şekilde, ayaklanma dönemine kadar iktidar içinde yer alanların bir bölümü başkanlarını terk ettiler. Mübarek rejiminin de temel dayanağı olan ordu saf değiştirdi ve “demokratik muhalefet” in koruyuculuğu rolüne soyundu. Muhalefetin büyük bölümü de ordunun bu yeni rolünü kabullendi. Böylece Mübarek kurban edilerek, devrimin derinleşmesi engellendi, emperyalizme bağımlı sömürü sistemi kurtarıldı. Halk ayaklanmasına kadar Mübarek bütün emperyalist ve gerici güçlerin, bu arada Türkiye egemenlerinin de kadim ve güvenilir dostu idi. Yemen’de, Bahreyn’de, Fas’ta, Suriye’de, Cezayir’de, Suudi Arabistan’da da egemen rejimlere karşı baş kaldırmalar var. Özgürlük ve demokrasi talepleriyle gelişen protesto eylemleri var. Bunların akıbeti halkların değişiklik taleplerinin ve eylemlerinin, değişiklik yönündeki halk iradesinin gücüne bağlı olacaktır. Libya’da iç savaş L iby a 4 2 y ı ld ı r kend i ne “Devrimin Önderi” adlandır-
çalışıyor. Türk devleti içinde belirleyici olan kendi çıkarlarıdır. İnsani yardım, sivillerin korunması vb. sahtekarlıktır/yalandır.
masını yakıştıran, Muammer El Kaddafi tarafından yönetiliyor. Onun yönetiminde bütün muhalefet faşist yöntemlerle bastırıldı. O kendi kendine İslami soslu “Yeşil Devrim”i ile “Dünyanın Kurtarılması”na önderlik tarihsel ve tanrısal misyonunu yüklüyor. Mağrip’in bu kendine özgü, megalomanyak, emperyalistler açısından hesaplanması zor iktidar sahibi, aslında yıllardan beri emperyalistlerin hiç de hoşnut olmadığı biri idi. Ancak Libya’nın zengin gaz ve petrol yataklarına sahip olması ve Libya’da Kaddafi’ye alternatif olabilecek bir işbirlikçinin bulunamaması, emperyalistlerle Kaddafi arasında “dostluk ilişkileri”ni zorunlu kılıyordu. Şubat ayında Libya’ya da ulaşan Mağrip haklarının haklı isyanları, emperyalistler açısından Kaddafi’den kurtulmak için iyi bir fırsat oldu. Libya’daki her şeyden önce şimdiye dek merkezi iktidardan uzak tutulan doğudaki aşiretlere dayanan isyan, Kaddafi rejimine ağır darbeler vurdu, vuruyor. Ülkenin doğusu kısa sürede Kaddafi karşıtlarının kontrolü altına girdi. Kaddafi rejimi emperyalistlerden satın alarak silahlandırdığı güçlü askeri aygıtı ile isyanı bastırmaya yöneldi. Kaddafi karşıtlarının kontrolündeki şehirler birer birer Kaddafi güçlerince ele geçirilmeye başlandı. Bu ortamda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, batılı emperyalist güçlerin –en başta da Fransa’nın- çabalarıyla toplanarak, çoğunlukla 1973 sayılı Güvenlik Konseyi kararını aldı. Bu kararla isteyen BM üyesi dev-
letler, Libya üzerinde “uçuşa yasak bölge” kurmaya ve “Sivil halkı korumak için bütün gerekli tedbirleri alma” ya yetkilendirildi. Veto hakkı olan Çin ve Rusya yanında, Hindistan, Brezilya ve Almanya’ da bu karara çekimser oy kullandılar. 19 Mart’ta Libya en başta ABD-Fransa-İngiltere’den oluşan “Gönüllüler koalisyonu”nun askeri güçleri tarafından havadan ve denizden bombalanmaya başlandı. “Sivil halkı koruma” adına Libya halkına karşı, Kaddafi ve taraftarlarına karşı emperyalist bir savaş yürütülüyor. Libya’nın zenginliklerini daha rahat ve güvenlikli sömürebilmek için, emperyalizmin tam kontrolü altında olmayan, emperyalizmin hoşnut olmadığı bir yerel despotu devirmeye yönelik emperyalist savaş yürütülüyor. 19 Ma r t ’t a A BD, Fra nsa, İngiltere öncülüğünde başlatılan emperyalist saldırı, emperyalistlerin saldırı/savaş örgütü olan NATO öncülüğünde saldırıya/ savaşa dönüştürüldü. Saldırı savaşına başlangıçta “çekimser” tavır takınan Türk hakim sınıfları, emperyalistler ile yaptıkları pazarlıklar sonucu savaşa NATO üyesi olarak katıldı. “Türkiye kardeş Libya halkını bombalamayacaktır”, “Müdahalenin amacı insani yardım olmalıdır”, “Türk askeri Libya’ya girmeyecektir” yalanları ile savaşa katılmalarını örtmeye çalışıyorlar. Libya’ya gönderdikleri savaş gemileri ile İzmir’i saldırı üssü olarak kullandırtarak sahtekarlık yapıyorlar. Türk devleti Libya pastasından, savaşa katılarak kendilerine düşen payı almaya
Biz Komünistler faşist Kaddafi rejiminin düşmanıyız. Biz bu rejimin Libya halklarının demokratik halk devrimiyle paramparça edilmesinden yanayız. Biz bütün imkanlarımızla Libya halklarının Kaddafi rejimine karşı devrim mücadelesini destekliyoruz. Biz aynı zamanda Libya’ya her türlü emperyalist müdahalenin de karşısındayız! Çünkü biz şunu çok iyi biliyoruz: Emperyalistlerin şimdi ağızlarında geveledikleri “Demokrasi ve Özgürlük mücadelesinin desteklenmesi”, “Sivil halkın katliamlardan korunması”, “İnsan hakları” vs. hedefleri yalandan başka bir şey değildir. Bugün Libya’nın doğusunda yaşayan halkların küçümsenmeyecek bir bölümünün çaresizlik içinde emperyalistlerin bu sözlerine güvenmeleri, onları koruyucu, kurtarıcı görmeleri de, bu olguyu değiştirmez. Bu görünürde çaresiz insanlar emperyalistler açısından, onların çıplak emperyalist çıkarları doğrultusunda gerçekleştirdikleri emperyalist müdahaleye meşruiyet kazandırmak için kullandıkları birer bahanedir yalnızca. Onların getireceği demokrasi ve özgürlüğün ne biçim bir şey olduğunu en son Irak ve Afganistan örneklerinden biliyoruz. Biz herkese şu çağrıyı yapıyoruz: Emperyalistlerin Libya’ya müdahalesine, Libya’ya karşı emperyalist savaşa hayır deyin, ona karşı mücadele edin! Bu aynı zamanda Libya halklarının faşist Kaddafi rejimine karşı haklı mücadelesinde ona verilen en iyi destek olacaktır. Gerçek kurtuluşa Libya halklarının devrimiyle kavuşulacaktır. Halkların kurtuluşu emperyalizme bağımlı, rüşvetçi, faşist sistemlerin paramparça edilmesiyle mümkündür! Halkların Kurtuluşu, sosyalizm –komünizmin yolunu açacak olan, demokratik halk devrimlerini gerektirmektedir! Türk devleti elini Libya’dan çek! Kahrolsun faşist Kaddafi rejimi! Kahrolsun emperyalizm! Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşin! 4 Nisan 2011
DÜNYADAN İŞÇİ HABERLERİ İşten Atılan ONTEX İşçileri İle Dayanışma Kendi haklarını arayan işçilerin işten atılması yalnız ülkemiz de yaşanmıyor. Almanyanın Nürnberg kentinde Avrupa'nın hijyenik ürünler devi Ontex de işçiler haklarını aradıkları için sokağa atıldı. MAN IG Metall Sendika temsilciği Ontex kapitalistlerinin meşru haklarını arayan Ontex işçilerini kışın ortasında sokağa atmasını protesto ederek, gelişmelerin takipçisi olacakları ve kamuoyunu bilgilendireceklerini açıkladı. Sendika temsilciliği “Ayrıca arkadaşlarımızın işe geri alının-
caya ve diğer talepleri kabul edilinceye kadar davalarını kendi davamız olarak görüp, aynı şirketin bölümü olan Burger King boykotunu, buradada yaymaya çalışacağız” açıklamasını yaparak “Bugün sizin başınıza gelenin, yarın bizim başımıza gelebileceğinin bilincindeyiz.”açıklaması ile dayanışma ile Ontex işçileri ile dayanışma içerisinde olduklarını açıkladılar Yaşasın sınıf dayanışması! M A N Sendi ka ve İşçi Temsilciliği Nürnberg Textil sektöründe Anlaşma Doğu Almanya’daki textil sektöründe Toplu İş Sözleşme (TİS) görüşmeleri İG Metal ile textil patonları arasında görüşmelerin ilk raundunda bir anlaşma olmadan bitti. İG Metal 16 000 çalışanı için %5 ücret artışı talep ediyordu. İlerleyen günlerde tekrar bir araya gelen sendika ile patron temsilcileri anlaşmaya vardılar. Bu anlaş-
maya göre, ücretlerde ve eğitim gören çırakların eğitimlerinde iy ileştirmeye gidildiği açıklandı. Bu TİS’e göre işçiler, 1 Hazirandan itibaren %2,5 ve 1 Ni s a n 2012itibaren ise tekrar %2,3 daha fazla ücret alacaklar. Ayriyeten izin para ları 2011 ve 2012 yıllarında 35’e € artacak. Çırakların ücretleri 1 Ağustos itibarı ile yaklaşık
60 € zam yapılmış.
KUZEY ALMANYA Almanya’nın kuzeyinde taşeronlaştırmaya, güvencesiz, düşük ücretli işlere ve gençlerin meslek bitiminden sonra işe alınmamasına karşı gerçekleştirilen eylemlere 10 binin üzerinde işçi ve emekçi katıldı. 90’ın üzerinde işletmede mitingler, işyeri toplantıları ve bilgilendirme toplantıları ile kiralık işler yerine adil ve güvenceli iş talepleri dile getirildi. VW Emden kolu önünde gerçekleştirilen ve bir çok işletmeden 1500 işçinin katıldığı mitingde konuşan IG Metall Küste Bölge yöneticisi Juta Blankau ‘iş, güvenli ve adil olmalı, bu bizim için kiralık işçilik değil, sabit ve süresiz iş demektir’ dedi. Pappenburg’da Mayer Werf l işletmesi önünde yapılan eyleme 2 bin kişi, Bremerhaven’de gerçekleştirilen mitinglere 500 kişi katıldı.
Airbus Bremen de kiralık işçiliğe karşı gerçekleştirilmek istenen bilgilendirme toplantısını işverenlerin ‘teknik nedenleri’ bahane ederek iptal etmesi üzerine, 250 işçi işi bırakarak İşyeri İşçi Temsilciliği ö n ü n d e toplandılar. Unterelbe bölgesinde de 33 işletmeden yaklaşık 2 bin 500 işçi iş bırakarak eylem yaptı. Kiel ve Neumünster’de 20 işletmede eylemler gerçekleştirildi. Hamburg’ta eylem yapılan işyeri sayısı ise 25 oldu. SÜRESİZ ÇALIŞMA AZALIYOR Yapılan bir araştırmaya göre işletmelerin üçte ikisi, kiralık işçilik ve süreli iş aktiyle üretimi sürdürüyor. İşletmelerin yüzde 83’ünde işçi açığı olmasına rağmen işe yeni alınanların sadece beşte biri normal işçi statüsünde. Geri kalanlar ise süreli iş akti ya da kiralık işçilerden oluşuyor. Ayrıca özel işyeri anlaşmaları ile işçilerin ücretlerinin düşürülmesi ve çalışma şartlarının zorlaştırılması sağlanıyor. Her üç işyerinden birinde bu anlaşmalar çalışma ve ücret politikalarında esnekleştirmenin aracı oluyor ve fatura her zaman olduğu gibi sabit çalışanlara çıkarılıyor. Araştırmaya göre her üç işletmeden ikisi, gençleri meslek bitiminden sonra süreli iş akti ile işe
alıyor. Meslek eğitimini bitiren gençlerin sadece yüzde 22’si süresiz iş akti ile iş bulma şansına sahip oluyor. 21.03.2011
Cezayir'de Grevler Sağlık emekçileri ve doktorlar, Cezayir’de süresiz grev ilan ederek pek çok kentte oturma eylemlerine başladı. Sağlık alanında yapılan yeniden dönüşümler ve maaşlar konularında Sağlık Bakanlığı ile görüşme talep eden sağlık emekçileri, hükümet kendilerini muhatap alana kadar grevlerini ve eylemlerini sürdüreceklerini söylediler. Cezayir’deki neoliberal politikalardan etkilenen bir diğer alan olan eğitimde de üniversite öğrencileri sokağa çıktı. Yükseköğrenim alanında yapılan reformlar sonucunda mezuniyet sisteminde değişiklikler yapılmasına tepki gösteren üniversiteliler, iki sistem arasında eşitlik talep ederek alanlara çıktı. Ülkede iş bırakarak eylemlerini sürdüren bir diğer kesim de özellikle 2-3 ay önce yapılan gösterilere oldukça sert müdahalelerde bulunan polisler oldu. 1990’da İslam karşıtı hareketlere dönük kurulan birimlerde yer alan polisler, normal güvenlik elemanlarıyla eşitlenecek düzeyde bir maaş ve emeklilik aylığı artırımı talep ediyor. Yüzlerce polisin işten atılmasının sorumlusu Devlet Başkanı Abdülaziz Bouteflika’nın istifasını isteyen polisler, işten atılan arkadaşlarının göreve yeniden dönene kadar eylemlerini sürdüreceklerini belirtiyorlar. 05 NISAN 2011
Nisan 2011 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ
ALMANYA
15
Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Aziz Özer Yönetim Yeri ve Adresi: Fatih Mah. Bahçeyolu Cad. Ülbeği İş Merkezi No: 9 Kat: 4 Esenyurt - İstanbul Tel/Fax: (0212) 620 67 57 e-mail: mail@yid.ydicagri.org web: www.yid.ydicagri.org YDİ ÇAĞRI Sayı 150’nin İşçi Özel Sayısı Nisan 2011 Fiyatı: Türkiye: 1,00 TL · Türkiye Dışı: 1,00 Avro Baskı: Berdan Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 215-216-239 Topkapı/İstanbul Tel: (0212) 613 11 12 Yayın Türü: Yerel Süreli