Demokrasi mi? Yok lazım değil canım.
" Köleler özgür olmak isteyenlerden nefret ederler. " Ulrike Meinhof
Sokakta dolaşan efendisiz köpekler, işportacılar, kahvede oturan dayılar, merdivende oturan kadınlar, bağıran insanlar, kaldırımdan çıkan otlar, bir yerlerde biriken sular, yere düşen yapraklar, sıvası dökülen evler, tesisatı kendisi yapanlar, standartlara uydurmayanlar, okuldan kaçan çocuklar, bebeklerini kendi düşüren kadınlar, sokaktaki her olaya dahil olan insanlar, sevdiklerini yasadan üstün tutanlar, vergi kaçıran esnaflar, kuyumcu soygunları, bavul ticareti, vapur kazaları, trafik canavarları, kaporta üzerinde duran kediler, ağaç altında içenler, arabada takılanlar, çekirdek çitleyenler, piknik yapanlar, yürüyen merdivenin solunda duranlar, üstü başı pisler, birlikte oynamayı başaran çocuklar var olduğu sürece demokrasi gelmeyecek bu taraflara. Demokrasi ancak yeterince eğitilmiş ve yasalara uyum sağlamış, mekanikleşmiş ve cansızlaşmış; hakiki ve dizginsiz özgürlüğünün yerine " ifade " , " basın " , " ekonomik " gibi tanımlı özgürlükleri alanların sistemidir. Demokrasi; nükleer bombalara, soykırımlara, yıkımlara, hapishanelere, mezbahalara, okullara, şehir planlamaya onay verebilenler için bir yönetim şeklidir. Kendisi rıza göstermeyecek, eğitilememiş, köleleştirilememiş canlılar için değildir. Mesela sivrisinek, mesela Bangladeşli. Ne mutlu ki hem bizim bu topraklarda hem de dünyanın gelişmekte olan diğer ülke ve topluluklarında insanlar halen ancak dayaktan, işkenceden, hapisten, ölümden anlıyor. Eğitimliler gibi rıza göstermiyor, kendisine sınırlar koymuyor, düzene inanmıyor. İsyan ediyor, direniyor, sınır tanımıyor, laftan anlamıyor, hukuk yetersiz kalıyor. Devlet öldürüyor, gerçek yüzünü faili meçhullerle, işkencelerle göstermek zorunda kalıyor. Kimi zaman o kadar güçsüzleşiyor ki ordusunu kendi halkı üzerine sürerek 'ben devletim, halkın ta kendisiyim' yalanını tanklarla paramparça ediyor. Şu an Almanya, Fransa, İsveç, İsviçre, Hollanda gibi insan haklarına saygılı, demokrasinin öncüsü olarak bilinen ülkelerin hapishanelerinde her ay onlarca insan öldürülüyor, intihar etti deniliyor. Mülteciler toplama kamplarına atılıyor ve kaderlerine terk ediliyor. Ne zaman ki sistem insan hakları oyununu daha fazla sürdüremiyor, - mesela ucuz işçi olarak çalıştırabileceklerinden çok daha fazla mülteci geliyor - öldürmeye ve işkenceye başlıyor. Sistem sadece sarsılınca dişlerini gösteriyor kısaca. İktidarlar izin almaz; köleler izin alır, talep eder. İktidarlar evleri yıkmak, yasalar çıkarmak, soykırımlar yapmak, canlıları köleleştirmek için de nükleer bombalar atmak için de izin almıyor. Yarın da almayacak hiçbir zaman almayacak. Hiçbir zaman da çocuklara, kadınlara, varoşlara, taşa toprağa, kurda kuşa sorulmayacak. Bize demokrasi değil; bize basın, ifade, seyahat özgürlüğü değil, özgürlük lazım. Canlı ve pırıl pırıl bir özgürlük.
Gerçek heyecan için eylem başına! Banka soyma filmlerini izlemekten keyif alıyor musunuz? Aksiyon filmlerindeki patlamalarla, yükselen alevlerle aranız nasıl? Bilgisayar oyunlarındaki savaş atmosferinden, çatışma anlarından heyecanlanıyor musunuz? Sanalını bırakıp gerçeğini denemeye ne dersiniz? Camları indirin! Kameraları sökün! Billboardlara saldırın! ATM'leri hırpalayın! Bankaları yağmalayın! Süpermarketlerden kamulaştırın! Barikatları taşıyın ve yakın! Kalkanla polise doğru ilerleyin! Polise taş atın, havai fişek atın! Bağırın, içinizi rakı sofrasında değil eylemde dökün! Uygar olmaktan, eğitimli olmaktan, vatandaş olmaktan sıkılmadınız mı? Dış görünümünüzü, iç dünyanızı, algılarınızı değiştirseniz dahi bu sıkılma halinden kurtulamıyor musunuz? İşte size kesin çözüm: Dış görünümünüzü değiştirmeyin, bankanızın dış görümünü değiştirin. Mesela camlarını indirin! Kıyafetlerinizi değiştirmeyin, kıyafet mağazanızı değiştirin. Mesela mağazadaki kıyafetleri yakın! Evinizi yenilemeyin; Bellona'yı, Doğtaş'ı yenileyin. Mesela oturma odası takımını barikatta kullanın! Hepsini ama hepsini eylemlerimizde bulabilir, bu heyecana siz de ortak olabilirsiniz! Mutluluk burada, özgürlük burada, neşe burada, aşk burada, doğallık burada. Hayallerin gerçeğe dönüştüğü yerlere sizi de bekliyoruz.
Çocukların Öfkesi Tugayları: Her derslik otonom bir bölgedir Uygarlığın öğretmeni tıpkı uygarlık gibi çocuk düşmanı, hayvan düşmanı, canlılık düşmanıdır. Bütün bu saldırılar bu düşmanlığın sonucunda yaşanıyor. Dolayısıyla çocuklar, başta öğrenci halkı olmak üzere, Türkiye'deki bütün kadınlar, gençler iyi bilmeli ki bu öğretmenler batı uygarlığı tarafından özel bir ordu olarak eğitildi. Uygarlığın başlangıcından beri geliştirilen bu sistem 21. Yüzyılda doruğa ulaştırıldı, Avrupa rengiyle de boyandı ve şimdi tam bir faşist çocuk düşmanı hale geldi. Ruhuyla, bilinciyle çocuklara, canlılara düşman olmayan hiç kimse böyle saldıramaz. Bu saldırı düşmanlığı gösteriyor. O halde bu düşmanı tanıyacaksın! Herkes tanımalı bu düşmanı. Varoşlar tanımalı, kadınlar tanımalı, gençler tanımalı. Karşımızda bir düşman var. Bizi düşman olarak bilen, düşman olarak eğitilen örgütlenen ve görevi zulüm etmek, saldırmak olan bir terör örgütü var, zalim bir güç var. O halde bilincimizde bu gerçeği görüp buna göre tutum davranış içerisine girmeli. İki tane öğretmen çıkıyor bir çocuğu ağlatıyor, toplumun içinde aşağılıyor! Şimdi insanın bunu aklı almıyor. Karşıda örgütsüzlük var...Bir: düşman olarak görmeme; iki: ona karşı mücadele edecek şekilde kendini örgütlememe var. Özellikle öğrenciler ve bütün halk bu konuda tutumunu değiştirmeli. Artık kopya çekecekse, dersten kaçacaksa, bağırıp çağıracaksa da uyuyacaksa da bunun karşısında tamamen öğretmen terörünün olacağını varsayarak ona göre örgütlü bir biçimde karşılamalı. Dört öğretmen bir arada hareket ediyorsa, onun karsısına 10 tane örgütlü öğrenci çıkmalı. Öğretmenin elinde not varsa, her gencin örgütlenmesi olabilir. O tehdit ederse, öğrenci de tehdit edebilir. Nasıl olur iki öğretmen bir öğrenciye baskı kuracak! İktidar kurumu olduğu açığa çıkmış, sivildir de zaten, tutar kulağından götürürsün. Onun bir tane öğretmen odası varsa, her derslik otonom bir bölgedir. Her türlü öğretmeni tutup sorgulayabilirler. Hem de en ciddi bir biçimde. Buna öğrencinin, gençliğin hakkı da var, görevidir de. Yapmaz ise görevini yapmıyor demektir. Öz savunma, kendini savunma böyle olur. Bu kadar saldırı karşısında çaresiz aciz bir biçimde durulamaz. O saldırılar sineye çekilemez. Saldırganın gücü ile ilgili değil, onun gücü varsa yani öğrencinin gücü yok mudur?! Bu güç etkili bir biçimde gösterilebilir.
Bütün bunları aşar da dayak kullanmaya kalkarsa ha o zaman iş değişir tabii. Böyle bir duruma kalkarsa bilsin ki gençlerin çakısı öğretmenlerin kaportasında, lastiğindedir! Bundan sonra da hep öyle olacak! Türkiye'de çocuklara zulüm eden o öğretmenlerin hepsini izliyoruz, hepsine ait bilgiler de topluyoruz! Onlardan nasıl hesap sorulacak, nasıl intikam alınacak önümüzdeki süreçte herkes görecek. Bunu da herkes de bilsin o öğretmenler de bilsinler. Yoksa öyle genci ezerim, çocuğu ezerim, sonrada yaptığım yanıma kalır kimse sanmasın! Hepsinin intikamı tek tek alınacak! Bunu da herkes bilsin buradan açıkça belirtiyoruz...
Eğitim “ Çocuğun arzusunu kırmak yeterince çok zaman alır. Katlanmaya zorlanacakları sefil ve acı dolu çalışma koşullarına hazır olmaları için çocukları arzularından, dünya deneyimlerinden koparmak o kadar kolay değildir. ” " Üniversite, gençliğin devletin empoze ettiği oyunun kurallarına saygı duymayı öğrendiği bir yerdir. Öğrenci toplantılarında, kendi CV’lerini oluşturmaktan başka bir şey düşünmeyen ve bu nedenle siyasette, sendikalarda veya STK’larda iş başvurusu yaptıklarında daha iyi bir sosyal pozisyonları olan genç kariyeristler ve geleceğin bürokratlarını görüyorum. Entelektüel düzeyde, öğrenciler zamanlarının çoğunu metalaştırılmış gerçekliği tartışarak geçirecek olan yüzeysel varlıklardan başka bir şey değildirler; kavramları somut şeylermiş gibi öğrenirler. Her yıl yeteneksiz binlerce mezun sayabiliriz. " " Endüstriyel sistem eğitim modelinde ezilenleri evcilleştirmek için rasyonel bir yol bulmuştur, o nedenle direnişin zararlarını daha kolay telafi etmek için onu sendikal müzakere veya siyasi reformizm gibi kurumsal kanallara yönlendirir. Okullardan bulaştırılmış değerleri içselleştirmiş isyancılar baskı makinesini yok etmektense onunla yeniden temas kurmaya çalışır ve evcilleştirilmiş bir çocuk kendisini öğretmenin (devletin) ona izin verdiği ölçüde ifade eder. " ( Anonim )
Ezgi Ağaçların doğal şekillerinden uzaklaşmaları ölçüsünde budama ve böceklerle mücadele gerekli hale gelir; insan toplumunun doğaya yakın bir yaşamdan kendini ayırması ölçüsünde resmi eğitim gerekli hale gelir. Doğada resmi eğitimin hiçbir işlevi yoktur. Birçok ebeveyn, çocuk yetiştirirken, benim en başta meyve bahçesinde yaptığım hatayı yapar. Örneğin, çocuklara müzik öğretmek, meyve ağaçlarını budamak kadar gereksizdir. Çocuğun kulağı müziği yakalar. Derenin şırıltısı, ırmak kenarında vıraklayan kurbağaların sesi, ormandaki yaprakların hışırtısı, bütün bu doğal sesler müziktir gerçek müzik. Ama çeşitli rahatsız edici, kendiliğinden varolan müzik beğenisi yozlaşır. Eğer bu yolda devam etmeye bırakılırsa, çocuk bir kuşun çağrısını ya da rüzgarın sesini birer şarkı olarak duymaktan mahrum olacaktır. İşte bu nedenle, müzik eğitiminin çocuğun gelişimi için yararlı olduğu düşünülür. Saf ve temiz bir kulakla yetiştirilen çocuk, belki popüler melodileri kemanla ya da piyanoyla çalamaz ama bunun gerçek müziği duyma ya da şarkı söyleme yeteneğiyle hiçbir ilgisi olmadığını düşünüyorum. Ancak kalbi şarkıyla dolduğu zaman çocuğun müziğe yetenekli olduğu söylenebilir. ( Ekin sapı devrimi )
Istırap İnsanlar ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, doğal olarak büyüyen meyve ve sebzeleri geliştiremezler. Doğal olmayan bir yolla yetiştirilen ürünler, insanların değişken arzularını tatmin edebilir, ama insan bedenini zayıflatır ve beden kimyasını böyle gıdalara bağımlı hale gelecek şekilde değiştirirler. Bu olduğunda, vitamin takviyesi ve ilaç kullanılması, zorunlu hale gelir. Bu durumun yarattığı tek şey, çiftçiye zorluk, tüketiciye ise ıstıraptır. ( Ekin sapı devrimi )
Orman şehitleri ölümsüzdür! Bazı ağaçlardan daha militan kim vardır bilemiyorum. Bunun için herhangi bir eğitime dahi ihtiyaç duymazlar. Bilakis onları sisteme faydalı ya da en azından zararsız hale getirebilmek çok masraflıdır ve bu masraf her biri için tek tek ödenmelidir. Aşıla, gübrele, yapraklarını temizle, yolları yenile, böceklerinden ayır, üstüne devrilmesin diye uğraş, buda, o da, şu da derken liste genetiğini değiştirmeye kadar uzar. Ama ulu bir ağaç asla yola gelmez. O zaman keserler ama bir bakarsın kökünden tekrar büyüyüvermiş. Tabii bütün ağaçlar için aynı durum yok. Kimisi ömrünü endüstriye adayabilir gerçekten. Daha düşük masraflarla, minimum su, toprak, gübre ve güneş karşılığında köleleşmiş ağaçlar da vardır. Ama ben genel bir halk olarak ağaçlar, ve özellikle büyük ve ulu olanlarından bahsetmek istiyorum. Yeryüzünün sahipleri ve lanetlileri Toprağın, hayvanların, bir çok başka türün ve bugünkü biçimiyle yaşamın en büyük kurucularından biridir ağaçlar. Metal, beton, taş gibi yaşamı yeniden üretmekte sıkıntılı herşey, onun ve toprağının altında kalmalıdır. Bu kesin bir bilgi ve ulvi bir amaçtır ağaç için. Ne yapar mesela? Köklerini havasız ve gıdasız bırakan gıcır gıcır asfaltı parçalar. Orda olmaması gereken ne varsa yok eder. Yok eden başkalarına ( sarmaşık, böcek, kuş...) yardım yataklıkta bulunur. Dallarını yola doğru uzatıp arabaları engeller. Düşen dal ve yapraklar, bazı beton insanlarının saçlarını bozar. Ayrıca meydandaki taşların işlemesini de örter. Mücadeleleri kesinlikle pasifist bir şey değildir. Yanlış herşeyi yok etmeye kilitlenmişlerdir; hiçbir şekilde masaya oturtulamazlar. Bütün bunlar belediyelere, devlete ve şirketlere kabarık faturalar çıkartırlar. Ama ağaçlar almanlara ya da isveçlilere falan benzemez. Eğitim suretiyle, hayatlarını sisteme adamazlar. Ağaçlar güçlü ve dirençlidir, insanların yardımına da ihtiyaçları pek yoktur genelde. Evcil bitkiler ve hayvanlar, mezbahalardaki hayvanlar, üçübirarada içen beyaz yakalılar, ucuz salam yiyen mavi yakalılar, ipadleri başındaki çocuklar, okullardaki gençler çok daha zor durumda belki de.
Bir baskı aracı olarak plastik, bir baskı kurumu olarak kimya Ağaçlara yeni bir işkence-eğitim yöntemi denemesine tanık oldum. Kaldırım ağaçlarını bilirsiniz. Çevresinde azıcık da olsa bir miktar yüzü çıplak toprak zorunlu olarak bırakılır. Bu da kaldırımın alanından çalar. O küçük toprak, böcek ve bakterilere nefes aldırır. Peki ben ne gördüm? Bu alan neredeyse 2x2 metreye kadar büyütülmüş; yani kaldırımın bir kısmı tamamen bu alandan oluşuyor. Bu toprağın yüzü de membran benzeri kalın bir polimerle kaplanmış. Yani yüzü açık bir toprak parçası yok, ayak takılacak bir şey yok, çatlayacak bir şey de yok. Ama büyük ihtimalle ağaç o plastiği fena halde kabartır da bir daha konmasına izin vermez, ya kökleri daha da büyür sağı solu daha fena çatlatır, ya da ölür diye tahmin ediyorum. Uygulama yeni, o yüzden olacakları merakla bekliyorum. Bu son anlattığın plastik muhabbeti nerde oluyor diye merak edenler vardır. Şahsi kanımca dünyanın en plastik bölgesinde. Orada herşeyin sahtesinin en güzeli yapılır, haysiyetsiz bir yaşamın acımasız kural ve yasakları en yumuşak şekilde herkesi sarmalar: Batı Avrupa'dan bahsediyorum. Kendi tanıklığım Kuzey İtalya'dan. Gerçekten burda sebze meyvalar bile plastiğe benziyor. Evler plastik Lego oyuncaklar gibi. Her şeyin plastik poşeti, kılıfı var. En sonunda gördüm ki toprağı da plastikle örtmeye başlamışlar. Bütün ulu ağaçlara saygı duruşu Büyük cesaretiniz ve aman bilmez mücadeleniz biz aciz insanların yollarını parçalıyor. Özgürlük ve onur gibi şeylerin birer yol olmadıklarını yavaş yavaş daha iyi anlıyoruz. Umarız bir gün bizler, tıpkı sizin gibi, ölümden hiç korkmaz, aksine onu, mücadelenin ve onurlu bir yaşamın doğru, gerçek ve ayrılmaz bir parçası olarak görürüz. Cesetlerimiz, yalnızca gerçek bir hayat yaşadığımız müddetçe bizi besler. Odun, ormana besin değil de, kereste yapan bir kölece bir hayatla uzlaşmaz. Bizim de ölülerimizi ceset değil, birer şehit yapacak olan şey budur. Biliyoruz ki bir ölü ağaç iki yeni ağacı besler. Sizin şehitleriniz bizim hem onurumuz, hem de varlığımızın esas sebebidir. Ölüm haberlerinizi duyduğumuzda en ufak bir karamsarlığa düşmüyor, sadece insanlığın acizliğine üzülüyoruz. Çok iyi anladık ki bize ihtiyacınız yok! Varlığınız bize yetiyor ve nasıl yaşamamız gerektiğine, en destansı örnek oluyor.
Kibir " Çevrecilerden birisi şöyle dua etmiş 'lütfen benekli baykuşu, su samurunu ve aladoğanı kurtar'. Kızılderili ayağa kalmış ve ' Ne yapıyorsun arkadaşım?' diye fısıldamış. Çevreci ' Hayvanlar için dua ediyorum 'diye cevap vermiş. ' Hayvanlar için dua etme. Hayvanlara dua et. 'demiş Kızılderili, sonra durmuş ve şöyle devam etmiş, ' Çok kibirlisiniz. Onlardan daha büyük olduğunuzu sanıyorsunuz, değil mi? Kızılağaçlar için dua etme. Kızılağaç kadar cesur olabilmek için dua et. Kızılağaca ne istediğini sor. ' "
Birkaç saniye Bir e-posta gönderiyorum ve birkaç saniye sonra Bangkok’a varmasını bekliyorum. Televizyonu açıyorum ve birkaç saniye içerisinde bir film izleyebiliyorum. Ama yılanlar ve örümcekler kendi zamanlarında yaşıyorlar, daha yavaş bir zaman içerisinde yaşıyorlar. Eğer bir doğa programında bir örümcek görürseniz, ekranda kaldığı sürenin sonunda bir şeyi-birisini öldürecek demektir. Ama şu anda duvarımdaki örümceğe bakıyorum, saatlerce duruyorlar, bazen günlerce oldukları yerde duruyorlar. Neyi tecrübe ettiklerini sık sık merak ederim. Büyük olasılıkla hiçbir zaman bunu öğrenemeyeceğim. Eğer benimle iletişime geçmezlerse hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. Ve bunu yapsalar bile dikkat etmedikçe algılayamayacağım, dillerini biraz olsun öğrenmedikçe algılayamayacağım. İşte esas mesele bu. ( Derrick Jensen )
Aylak aylak ' Çalışma ' sözcüğünü pek sevmem. Çalışması gereken tek hayvan insandır ve sanırım bu, dünyadaki en komik şey. Diğer hayvanlar yaşamlarını yaşayarak sürdürürler, ama insan, hayatta kalmak için gerekli olduğunu düşünerek deli gibi çalışır. İş ne kadar büyükse, mücadele ne kadar fazlaysa, o kadar harika olduğunu düşünür. Bu şekilde düşünmeyi bırakıp, bolca boş zaman içeren kolay ve rahat bir yaşam sürmek ne kadar iyi olurdu. Öyle sanıyorum ki, tropik bölgelerdeki hayvanlar gibi yaşamak, sabah ve akşam dışarıya çıkıp yiyecek bir şey var mı diye bakmak ve akşamüstü uzun bir uyku çekmek harika bir yaşam olurdu. ( Ekin Sapı Devrimi )
Fabrika Bir köyün orta yerinde bir fabrika kurmaktansa, oraya veba tohumları saçmak, su kaynaklarını zehirlemek daha iyidir. Fabrika işçiliğini başlatın, ne neşe kalır ortada, ne sağlık, ne de özgürlük. Yaşamı güzel ve yaşanmaya değer yapan ne varsa, hepsi gitti gider. Ekonomi uzmanları da, işçilere "toplumsal zenginliği artırmak için çalışın!" deyip duruyorlar hep. Ama, bir başka ekonomist, Destut de Tracy, onlara şöyle yanıt veriyor: "Yoksul uluslarda halkın rahatı yerindedir. Zengin uluslardaysa, halk, genellikle yoksuldur." ( Tembellik hakkı )
" Sevme, içme ve tembellik dışında, Tembellik edelim her şeyde "
Ticaret "Bir dükkândan yüz ağartıcı ne çıkabilir," diyor Cicero ve ekliyor: "ticaret ne üretebilir namusuyla? Dükkân adını taşıyan hiçbir şey dürüst bir insana yaraşmaz (...) tüccarlar, yalan söylemeden kazanç elde edemezler, oysa yalandan daha utanç verici ne vardır! Öyleyse, emeklerine ve zanaatlarına aşağılık bir şey gözüyle bakabiliriz. Çünkü, her kim ki emeğini para karşılığında verirse, kendini satmış ve köle durumuna düşmüş olur.
Doğa fikri Dağdaki ağaçları herkes görebilir. Yaprakların yeşilini görebilirler; pirinç ekinini görebilirler. Yeşilin ne olduğunu anladıklarını düşünürler. Gece gündüz doğayla temas halinde olmaları nedeniyle bazen doğayı anladıklarını düşünmeye başlarlar. Oysa ne zaman ki doğayı kavramaya başladıklarını düşünürler, o zaman yanlış yolda olduklarından emin olabilirler. Doğayı anlamak neden imkansızdır? Doğa olduğu düşünülen şey yalnızca her insanın aklında ortaya çıkan doğa fikridir. Gerçek doğayı görenler çocuklardır. Onlar düşünmeden, doğrudan ve berrak şekilde görürler. Bitkilerin adları, turunçgiller ailesinden bir mandalina ağacının, çam ailesinden bir çam ağacının adları bilinmese bile doğa kendi gerçek şeklinde görülemez. Bütünden yalıtılmış olarak görülen bir nesne, gerçek bir şey değildir. ( Ekin sapı devrimi )
Doğal? Eğer ticari sebzelerin doğadan geldiğini düşünüyorsanız, büyük bir sürprize hazır olmalısınız. Bu sebzeler, tohumdan küçük bir yardım almış olan, sulandırılmış birer nitrojen, fosfor ve potasyum karışımıdırlar. Ve tatları da aynen böyledir. Ticari tavuk yumurtaları da ( isterseniz onlara yumurta diyebilirsiniz ) , yalnızca birer sentetik yem, kimyasal madde ve hormon karışımıdır. Bu, doğanın bir ürünü değil, yumurta şeklinde insan yapımı sentetik bir şeydir. Ben, bu şekilde sebze ve yumurta üreten çiftçiye, imalatçı diyorum. ( Ekin sapı devrimi ) Besleyici? Doğu'nun geleneksel kahverengi pirince ve sebzeye dayalı beslenme düzeni, çoğu Batı toplumununkinden çok farklıydı. Batı'nın beslenme bilimi, her gün belli miktarlarda nişasta, yağ, protein, mineral ve vitamin alınmazsa, iyi dengelenmiş bir beslenmenin ve sağlığın korunamayacağına inanır. Bu inanç yavrusunun ağzına ' besleyici ' yiyecekler tıkan anneyi yaratmıştır. ( Ekin sapı devrimi )
Kimyasal şeytandır! Kimyasal silah, gaz bombası, böcek ilaçlama. Gökdelenler, banyo temizleyicileri, anti-depresanlar, biber gazları, şehir planlama, sinek kovucular, gaz odaları!
Bütünlük Odası ayrı olanlar, başkası bakmasın diye tuş kilidi şifresi koyanlar, aynı tabaktan yiyemeyenler, hesabı ayrı ödeyenler, buzdolabında rafları ayıranlar, ailesinin nereli olduğuna - ne iş yaptığını hiç sormayanlar, telefonla konuşmak için başka bir odaya gidenler, başkasının işini yapmak için kılını kıpırdatmayanlar, sadece kendisi istediğinde bir başkasıyla iletişim kuranlar, kırmızı çizgileri olanlar ve çizgilerini hiç esnetmeyenler, yalnızlıktan dem vuranlar, birlikteliği - bütünlüğü arzulayanlar ama gerçek bir birliktelikte sarsılanlar, gerçek bir bütünlükten sürekli kaçanlar.
Neyi izliyoruz? İnsanlar hala güneş varsa güneşi, yıldızlar varsa yıldızları, ay varsa ayı, gökyüzü varsa gökyüzünü, deniz varsa denizi, dere varsa dereyi, hayvan varsa hayvanı, yapraklar uçuyorsa yaprakları, yağmur yağıyorsa yağmuru, kar yağıyorsa karı izliyor. Sembolleri değil, görselleri değil, kendi kafasındakileri değil, kelimeleri değil.
Kadın savaşı başladı İçimizden kırılgan düşlerin geçtiği masallarınız bitti, çiçekli böcekli bir elişi kitabına boyadığınız ya da kırık bir iğneyle kelebek gibi bir fon perdesine iliştirdiğiniz ömrümüz, cehennem kaçkını bir ruhla birleşip öldü ve yeniden dirildi ve acı çektirdiğiniz bütün kız kardeşlerimiz için hesap sormak için döndü. Kutsal analığın besleyici sütü lanetimizle zehirlendi, sokaklarda, işyerlerinde ve evlerde hayatı bize zindan eden herkes için öfkemiz hançere dönüştü. Bedenlerimize yüzyıllardır uyguladığınız eziyet için, yaşamaya bırakmadığınız her bir kadın için, incittiğiniz, yaraladığınız, sakatladığınız, öldürdüğünüz tüm kadınlar için ant olsun ki size ve düzeninize boyun eğmeyeceğiz! Salonlarınız, yatak odalarınız, mutfaklarınız, kadınları anneliğe hapsettiğiniz bütün kafesleriniz ölmüş kardeşlerimizin fırtınasıyla uçup gitti, isyan, sokaklara serildi en çok oralarda ölmemiz bundan. Bizleri bir hayat bilgisi kitabına çizen kalemler bitti, kadınların itiraz ettiği için öldüğünü haykırıyor şimdi duvarlar, kadınları kendi hayat imgenize hapsettiğiniz mevsim bitti, direndiği için öldüğünü haykırıyor kadınların şimdi bıçaklar. Eşit bir yoldaşlık kuramadığınız bütün yollar bitti, ötekileştirdiğiniz bedenlerin sabrı bitti, esaslı bir hayır çektiği için ölüyor kadınlar, evetlerin vakti bitti! Bir melodrama oturttuğunuz karakterler öldü, gözyaşları ve mendiller, derin içlenmeler, kırılgan düşler; kanlı bir ormana benzettiğiniz dünyada eli hançerle dolaşacak kadınlar diyor ağaçlar, ölmeleri bundan. Korkmadıkları için ölüyor kadınlar, çaresizliğinizin şiddete dönüşmesi bundan, ölü kadınların lanetiyle yıkılacak düzeniniz, hiddetiniz bundan!
( Süreyya Karacabey )
Savaş ilanı Kadınlar mağdur değildi, uslu değildi, uslu olanların en fazla ağzını burnunu dağıtıp bırakıyorlardı ama öldürülen kadınlarla anlatmak istedikleri şuydu, onların bedeni aracılığıyla cezalandırılan kadın özgürleşmesiydi. Tıpkı devletin şiddetini en fazla çekenler gibi diye ekledi arkadaşım, devlet, evinde oturup, sisteme biat edenlere doğrudan şiddet uygulamaz, şiddetin öznesi itiraz edenin, karşı çıkanın bedenidir, onun bedeni aracılığıyla herkese gözdağı verir, işte tıpkı onun gibi öznenin kişisel hikayesini, vakayı aşan bir ayar şiddetiyle karşı karşıyaydık. Unutmayın silahlı saldırı bir savaş ilanıdır ve buna karşı çıkmak için “yemek falan pişirmemeniz”, “bedenim benimdir” pankartı açmanız azcık hafif kalır, en azından hayatta kalma mücadelesi veren kadınlar için. ( Süreyya Karacabey )
Dengesizler! Lafının arkasında durmayanlar, kendisiyle çelişenler, bir dediği bir dediğini tutmayanlar, söyledikleriyle yaptıkları çelişenler, dengesizler, karaktersizler, herkese mavi boncuk dağıtanlar, dün öyle bugün böyleler, çabucak fikir değiştirenler, kararsızlar, aklı çelinenler, ayran gönüllüler! Kendinizi savunmayı bırakın ve bütün hakaretleri, bütün eleştirileri ateşli bir samimiyetle kabul edin! Evet karaktersizim, evet çelişiyorum, evet sözümde durmuyorum, evet mantıklı hareket etmiyorum, evet düşünmüyorum, evet orospuyum, evet teröristim, evet ibneyim, evet gerizekalıyım. Kendinizi, kişiliğinizi böldürmeyin, parçalatmayın. Bu neye karşı mücadele oluyor bilmiyorum ama onu parçalayın!
Fedailer Açlık grevi yapanların, bebeklerini düşürenlerin - tuvalete atanların, askere gitmemek için 40 kilo alanların, okula gitmemek için ilaç yutanların, intihar edenlerin, intihar eylemcilerinin ortaklığı. Beden nihai cephedir, direnişin son barikatıdır. Fedailere selam!
Dinlemek istemiyoruz! " Ne zaman Batı değerlerinden söz edilse, sömürge halkı gerginleşir, kaskatı kesilir…sonunda öyle bir hal alır ki, sömürge halkı Batı kültürü üzerine her söylev işittiğinde maçetasını çeker ya da en azından elini attığında bulabileceğinden emin olur. " Cezayir hakkında konuşan Fransız, Ortadoğu hakkında konuşan Amerikalı, Çeçenistan hakkında konuşan Rus, doğu hakkında konuşan batılı, kadınlar hakkında konuşan erkek, hayvanlar hakkında konuşan etçil insan, çocuklar hakkında konuşan pedagog, alt-kültür ve varoşlar hakkında konuşan burjuva da benzer bir etki yaratıyor. Haklı bir önyargı ve açık bir öfke var. Ezilenlerin çok önemli bir bölümü artık uzlaşmak ya da ikna etmek istemiyor. Sadece gitsin, sussun belki ölsün istiyor. Çocukların, hayvanların, insanların; ormanları, mahalleleri, toprakları, gelecekleri hakkında konuşan, planlar yapan, stratejiler geliştiren, paralar yatıran adamları hatırlamak lazım. Ya da bu adamlara akıl veren, teorik altyapısını istisnasız bütün üniversitelerde kuran adamları. Acaba dinlemek istiyor muyuz gerçekten? Tartışmak istiyor muyuz bu adamlarla?
Sorumlu biz miyiz? Binlerce yıldır insanoğlu bu gezegendeki her şeyin içine etmiş, her şeyi boka çevirmişti ve şimdi tarih benden herkesin pisliğini temizlememi bekliyordu. Boş konserve kutularını suyla çalkalamalı ve yassıltmalıydım. Kullandığım her benzin damlasının hesabını vermeliydim. Ayrıca nükleer atıkların, gömülmüş mazot tanklarının ve ben doğmadan bir kuşak önce atılmış çöplerin oluşturduğu zehirli yığınların faturasını üstlenmek zorundaydım. ( Dövüş Kulübü )
Bizi rezil bir geleceğin kölesi sandılar İktidarın şiddet-vandallık olarak tanımladıkları eylemler Üç kuruş para için günde 12 saat çalıştıran kapitalist mağaza camlarını kırma, borçları yüzünden insanların intihar etmesine neden olan bankaların atmlerini parçalama-binayı ateşe verme, sıktıkları gaz bombaları, plastik-gerçek mermilerle hayatlarımıza göz diken devletin kolluk güçlerine taş-havai fişek atmak, duvar yığınına çevirdikleri yeryüzünde ormanları katledip şehrin ortasında bıraktıkları 2 ağacın gölgesindeki banklardan barikat yapmak reklam panolarını ortadan kaldırmak kendinde bizleri 24 saat kayıt altına alma hakkı gören devletin gözü mobeseleri kırmak, Sokakta donarak ölen insanlara karşı 70 bin dolarlık jiplerin camlarını indirmek, bedenine inen coplara karşı atılan bir tekme… ASIL ŞİDDET Günümüzün 12 saatini hayatta kalmak için çalışmak zorunda bırakılmak, barınma hakkını engellemek, maden ocaklarında çalıştırılmak, insanlara bomba yağdırmak, sınırlar çekmek, 24 saat kayıt altına alınmak, insanların dillerini yasaklamak, genetiği ile oynanmış yiyecekler, hayvanat bahçeleri, akvaryumlar, insanların beyinlerini en verimli kullanacağı yaşlarda 4 duvar arasına sıkıştırıp 15 yıl eğitmek, askere almak, cezaevleri… İktidarlar, kendisine karşı ayaklananların sesi yükseldikçe panik haline bürünür. Demagogların, oportünistlerin ve dalaverecilerin işi zordur bundan böyle. Medya yoluyla kitlelere sağduyu çağrısı yapmaya, atılan iki taşın şiddet eylemine dönüştüğü korkusunu yaratarak sokakta olan insanları birbirine kırdırmaya çabalar. Eylemin amacından saptığını, bu görüntülerin demokrasilere yakışmadığından dem vurmaya başlar. Muktedirlerin aklı-adaleti bu şekilde ilerler. Başını çıkartıp nefes almaya çalışanları şiddet yanlısı, işsiz güçsüz vandallar olarak göstererek kamuoyunda panik yaratmaya çalıştırır. Bin yıllık yalanlarınıza karnımız tok. İnsanlar artık devriye gezen polissiz sokakları, kayıt altına alınmadan- potansiyel suçlu damgası altında olmadan yürümek, elindekini paylaşmak, ters çevrilmiş medya araçlarını, pencereden atılmış televizyonları görmek yaşamak istiyor. Devam! Hepsini yapmaya devam. Bizi rezil bir geleceğin kölesi sandılar. Gelecek paramparça oluncaya dek, mücadeleye devam!
Öfke kontrolü ' Öfke kontrolü ' gibi şeyleri onaylayan, araştırmalara ön ayak olan, toplum içinde benimsenmesini sağlayan tipler var. Önce elindeki silahı alırlar, sonra başka bir şekilde gösterdiğin tepkini, ardından tepkini alırlar hareketsiz kalmanı sağlarlar, en sonunda öfkeni de elinden alırlar. Sinirlenmek çok yanlış ama gülmek çok doğru? Tembellik çok yanlış ama işe gitmek çok doğru?
Mülke Yönelik Şiddet Üzerine Hayata son verme ve acılara yol açma gibi sonuçları olmadıkça, mülkün tahrip edilmesinin şiddet olarak değerlendirilemeyeceğini düşünüyoruz. Bu tanım içinde, özel mülkiyet - özellikle büyük şirketlere ait mülkiyet - , kendisine karşı yöneltilen eylemden çok daha fazla şiddet içerir. Özel mülkiyeti kişisel mülkiyetten ayırmak gerekir. Kişisel olan, kullanım üzerine, özel olan ticaret üzerine temellenir. Kişisel olan kullanım üzerine, özel olan ticaret üzerine temellenir. Kişisel mülkiyet gereksindiğimize sahip olduğumuz bir zemin üzerine oturur. Özel mülkiyette ise başkasının gereksinim duyduğu ya da istediği bir şeylere sahibizdir. Özel mülkiyet hakları üzerine kurulu bir toplumda, diğer insanların gereksinim duyduğu ya da istediği şeyleri kendinde biriktirebilenler güç kazanır. Bunun uzantısı olarak, diğerlerinin gereksinim ya da istek olarak gördükleri şeyler üzerinde denetimlerini güçlendirirler ve elde ettikleri karı arttırırlar. ( Karablok Bildirisi Seattle 1999 )
Zevk " Şiddet yaşamlarımızın tamamlayıcı bir parçasıdır ve yıkım sadece devrimci bir eylem değildir. Şiddet yoluyla isyan yaşamlarımızdaki zevkin artışıdır. "
Vahşilik Silahımızdır Vahşilik uygarlığın düşmanıdır. Çayırlarda ve ormanlarda vahşice koşanlar. Yıldızlarla ve ay ışığıyla kaplı gökyüzünün altında uyuyanlar. Dağlarda ve bozkırlarda kilometrelerce yürüyen ve istedikleri yerleri evleri yapanlar. Tutulmayı, kafese konmayı, hapsedilmeyi ya da evcilleştirilmeyi reddedenler tamamen devletin düşmanıdırlar, çıkarı hatta yaşamı bile herşeyin üstünde tutan bir kültür için tehlikelidirler. Vahşiye karşı şiddetli bir savaş var. Mekanın dışındaki herşey görünür görünmez vurulacak. Ayılar, kurtlar, çakallar, bizonlar, insanlar eski yolları takip ettikleri için, eski çizgilerde gezindikleri ve atalarını takip ettikleri için katledildiler. Kahrolsun uygarlık ve size bir iki dolar vaadeden zombiler. Bunun gibi bir canavarla nasıl mücadele edeceğiz? Savaşa katılacağız. Vahşi olanların yanında durun, silahlar çizilmiş, kılıçlar kaldırılmış. Vahşinin kendisi olun, vahşice koşanların saflarına yeniden katılın ve uysallaşmayı reddedin. Boyun eğmezsek, kurallar tarafından yönlendirilmezsek, sindirilmezsek canavarın bizim üzerimizde herhangi bir gücü olmaz. Vahşilik uygarlığın düşmanıdır. Öyle tehlikeli ki, öldürmek ve yayılmasını istemedikleri özgürlüğün coşkun alevlerini bastırabilme umutlarını katletmek onların tek stratejileridir. En nefret ettikleri şey? Onları çıldırtan şey? Şu ki, vahşilik asla yok edilemez. Bombalanamaz veya gömülemez veya dövülemez
veya katledilemez. Çünkü vahşilik ulaşabildiği yerlerde, kalplerde ve kafalarda, gökyüzünde ve dağlarda ve nehirlerde ve denizlerde ve ayaklarımızın altındaki yeryüzünde yaşar. Vahşilik heryerdedir, herşeydedir ve hepimizdedir. Ezelidir, ve güçlüdür, ve gerçektir ve bizim silahımızdır. Dinlediğiniz için teşekkürler, Sevgiyle, ( Natasha )
Bilinçsizler Okuma yazma bilmeyip oraya buraya girenler, para kavramından habersiz bir şeyleri alıp götürenler, özel mülkiyetten habersiz uykusu gelince herhangi bir yerde uyuyanlar, tapu kadastrodan habersiz gecekondu yapanlar; şehri köy, araba yolunu tarla, toplumu akraba sananlar, yasalardan habersiz illegal olanlar! Birleşmeyin, ama devam edin!
Bağcıyı dövmek İyi de biz zaten üzüm yemek istemiyoruz ki, sadece bağcıyı dövmek istiyoruz!
Sivil? Ve bazıları, mücahidlerin operasyonlarda masum sivilleri hedef aldığını iddia ediyorlar. Şeriatta asker sivil ayrımı yoktur. Onun yerine, şeriat, insanları, savaşanlar ( eli silah tutan) ve savaşmayanlar ( eli silah tutmayanlar ) olarak ayırır. Ve savaşçı, savaşa bedenen, fikren veya mallarıyla dahil olan kimselerdir. Bu kıyasa göre, batının insanları savaşanlardır, çünkü onlar bizim çocuklarımızı öldüren, hazinelerimizi yağmalayan ve ülkelerimizi işgal eden politikaları belirleyen liderlerini seçerler ve bunlarla parlamentoda temsil edilirler. Bu politikaların icra edilmesi için ödedikleri vergilerle, bize saldıran orduları da desteklerler. Bizler inancımızı, çocuklarımızı ve kaynaklarımızı korumakla mükellefiz. Biz onlara hafif silahlarla mukavemet gösterirken, Amerika ve Batı, şehirlerimize 7 ton bombayla; halı bombalarıyla ve kimyasal silahlarla saldırırlar. Bu mümkün değildir. Nasıl bombalanırsak öyle bombalanacaklar. Nasıl öldürürlerse öyle öldürülecekler. Gerçek Yüce Allah'ın söylediği gibidir: " Haram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler ( saygı gösterilmesi gereken şeyler ) kısas kuralına tabidir. O halde kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın " [ Bakara : 194 ] Ve tüm dünya biliyor ki, tüm teknolojik donanıma rağmen, Amerika karada zayıftır ve düşmanı vazgeçirene kadar, siviller de dahil her yeri, her şeyi bombalayarak yıkmak, Amerika'nın savaştaki değişmez temel taktiğidir. Ve onlar sanırlar mı ki biz onları kendi topraklarında vuramayız? ( Eymen Ez-Zevahiri )
O kızın öyküsü Sonra, adamın birinin, değişiklik olsun diye bundan böyle halka nazik davranmanın ne kadar iyi olacağını dile getirdiği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık iki bin yıl sonra, bir perşembe günü Rikmansworth'de küçük bir kafede tek başına oturan bir kız, bunca zamandır ters giden şeyin ne olduğunu birdenbire fark edip en sonunda dünyanın nasıl iyileştirebileceğini ve mutluluğun hüküm sürdüğü bir yere dönüştürülebileceğini anlamıştı. Bu sefer doğru olanı bulmuştu, bu işe yarayacak ve hiçkimsenin bir yerlere çivilenmesi gerekmeyecekti. Ama ne yazıktır ki, bir telefon bulup birilerine bundan söz edemeden korkunç, aptal bir felaket meydana geldi ve fikir sonsuza dek yitip gitti. Bu, o kızın öyküsü değil. Ama o korkunç, aptal felaketin ve onun doğurduğu bazı sonuçların öyküsüdür. ( Otostopçunun galaksi rehberi )
Korkularım ( Azer Bülbül ) Bu hayat kavgası cana yetince Vurup duvarları yıkasım gelir Çaresizliklerim çaresiz kalır Bir anda dünyayı yakasım gelir Çıldırır bedenim ruhum daralır Ters düz olur herşey gözüm kararır Birşeyler aklımı başımdan alır Bir anda dünyayı yıkasım gelir Çaldılar gözümden uykularımı Sattılar en güzel dostluklarımı Korkular bekliyor yarınlarımı Bırakıp herşeyi gidesim gelir
Garipler ( Müslüm Gürses ) Hor görülenlerin tanrım isyanıdır bu Sevip sevilmeyenlerin isyanıdır bu Düzensiz dünyanın günahıdır bu Yakarsa dünyayı garipler yakar İsyan ede ede olduk günahkar Mutluluk bizlere uzaktan bakar Tanrım bu dünyayı başka kim yakar Yakarsa dunyayı garıpler yakar Dertleri içine içine sığmayan onlar Hayatta umudu kalmayan onlar Sürüne sürüne yaşayan onlar Yakarsa dünyayı garipler yakar
Otoyolda Tıkanıklık Küreselleşme yeryüzünü bir hız otobanına dönüştürmeye çalışıyor, sürekli hız yapan bir üretim şeridine. Hepimiz otomobillerimizin içinde yalıtılmış bir halde bu otoban üzerinde hız yapmaya çalışıyoruz; yanı başımızdan otomobilleri içinde başka insanlar gelip geçiyor ve gözden yitiyorlar. İlişkiler ancak bir çarpışma anında ortaya çıkıyor; çarpışma olmadığında hiç kimse birbirini fark etmiyor. Cortazar otoban tıkandığında neler olabileceğini anlatıyor Güney Otoyolu adlı uzun öyküsünde; adım adım yavaşlayan ve sonunda durmak zorunda kalan bir otobanı konu ediniyor. Uzun bir süre tıkalı kalan ( kitaptan bu sürenin üç mevsim olduğunu anlıyoruz ) otobanda insanlar otomobillerinin içinden iniyorlar ve belki de ilk kez birbirilerini fark ediyorlar. Aralarında yardımlaşmalar, dostluklar kurulmaya başlıyor ve otoban bir mahalleye, mahallelere dönüşüyor. Ancak günler sonra otoban tekrar açıldığında komşular birbirlerinden kopmaya, otobanda birer birer kaybolmaya başlıyorlar. Otobanın şeridi dehlizler gibi yutuyor insanları. Aklımıza ülkemizin yaşadığı deprem felaketi geliyor ister istemez. Deprem bir otoban tıkanıklığını andırıyor. Deprem sırasında hem depremzedeler hem de farklı ulustan insanlar birbirlerini fark ediyorlar. Büyük mahalleler çıkıyor ortaya. Kriz masası, otobandaki tıkanıklığı açmaya çalışırken, mahalleler de birbirlerini yeniden gözden yitirmeye başlıyor. Dayanışmacı ilişkiler toplumsal alanda zaman zaman beliriyor. Egemen iktidar yapılarının ve ağlarının üstünü örttüğü, bastırdığı, yine de yaşamını ince bir damar halinde sürdüren bir özgürlükçü, dayanışmacı anlayış olarak şimdilik otoban yüzeyinin hemen altında, yeraltında varoluyor. Aşırı yağışlı havalarda yeryüzüne çıkarak ana yolun, yani otobanın tıkanmasına neden oluyor. Yaşamlarımız, egemen anlayışın düzenlediği ve hızlandırdığı, otoban tıkanınca zenginleşiyor, birbirimizi fark ediyoruz. ( Başka bir dünya mümkün )
Avrupa'nın gelişmişliği Avrupa kelimenin tam anlamıyla Üçüncü Dünya'nın yarattığı bir şeydir. Onu boğan zenginlikler, azgelişmiş ülkelerden yağmalanan zenginliklerdir. İnsan ticaretinde uzmanlaşmış olan Hollanda'nın limanları, Bordeaux ve Liverpool dokları önemlerini sürülen milyonlarca köleye borçludur. ( Yeryüzünün lanetlileri )
Daha güvenli, daha kontrollü bir Avrupa için. Sizin huzurunuz, sizin gülümsemeniz için. Toplama kampları, işkenceler, öldürüp ' intihar etti ' demek sizin için. Hepsi sizin için, sizin gibi masum, çalışkan, eğitimli, özgür bireyler için. Yurttaşlarım, vatandaşlarım, bilinçlilerimmm, uygarlarımm, canlarımmm her şeylerim.
Barışçıl olun, kibar olun, kurallara itaat edin, herkese saygılı olun; fakat biri size dokunacak olursa onu mezara gönderin. ( Malcolm X )
Alp dağlarından yayılan bir ateş: NO TAV hareketi TAV – Treno Alta Velocita ( Yüksek hızlı tren ) İtalyan hükümeti milli sanayinin (FİAT, Pininfarina, Ferrovie İtaliane...) de desteğiyle Torino-Lyon şehirlerini Alp Dağları altından yüksek hızlı tren (Treno Alta Velocità-TAV) hattı ile birbirine bağlayacak bir demiryolu tüneli açmak amacıyla Fransız hükümeti ile ilk kez 1989'da anlaştı. Bu hat, aynı zamanda çılgın bir Avrupa Birliği projesinin parçası: Avrupa'nın en gelişmiş bölgeleri ve şehirlerini, çok yüksek hızlarda (300 km/s) lüks insan ve mal taşımacılığı amacıyla, birbirine bağlayacak binlerce kilometrelik hatlar inşaa edecekler. Torino-Lyon hattının Susa Vadisi'nden geçmesine karar verildi. Burası pek çok bağlantı yoluna zaten sahip, geniş bir dağ vadisi: Bu bölgede İtalya'yı Fransa'ya bağlayan iki karayolu, bir otoban, bir demiryolu hattı, bir karayolu tüneli (Frejus) ve yüksek bölgelerinde birçok kayak tesisi bulunuyor. Ayrıca tünel kazısı yapılacak kayalıklar ASBEST (yüksek derecede kanserojen bir mineral) ve URANYUM doludur. Bunlar ve diğer sebeplerden ötürü, 90'ların başından beridir vadi halkı projeye karşı örgütlenmiş; tartışmak, direnmek için komiteler kurarak seferber oldular. 90'lar boyunca Torino-Lyon hat projesi, ufak değişikliklerle tekrar tekrar sunuldu. Bu yıllarda, NO TAV hareketi aşağıdaki nedenlerden dolayı aslında doğal yıkım demek olan bu projeye karşı çıkmaya devam ettiler: 1) Eğitim, sağlık, çalışma alanlarında harcanabilecek milyarlarca euroya mal olacak. 2) Tünel inşaatı, bölgeye hastalıklar da taşıyacak büyük bir ekolojik kıyıma sebep oluyor. 3) İnşaat işlerinin verildiği mafya bağlantılı şirketler bu yolla karapara aklıyorlar.
4) Susa vadisinde yaşayanların bu hatta ihtiyaçları kesinlikle yok. Avrupa'nın kaymak tabakasının, en zengin bölgelerden ikisi arasında, çok daha yüksek hızlarda insan ve mal taşıma isteği ise umurlarında değil. 5)Torino-Lyon arasında kullanımda olan bir demiryolu hattı zaten var. Aradan geçen yıllar boyunca her İtalyan hükümeti, projeye tam destek verdi. Fransız hükümeti sürekli değişmiş olsa bile bu çılgın proje için imzalanmış anlaşmalar hep korundu. TAV hattının gerekliliği, çevreye büyük zarar vermeyeceği, Valsusalıların (Vadi halkının) proje ile zenginleşecekleri yalanlarına halkı inandırmak için yapılan kampanya çalışmalarına büyük paralar harcamaya devam ettiler.
Halk Susa vadisinde örgütlenmiş, Susa vadisinde bir köy olan Venaus'ta TAV projesine karşı bir merkez oluşturmuştu. Bu sırada devlet de dağın jeolojik kesitini almak ve incelemek için ön bir tünel açma girişimlerine de hız verdi. Aralık 2005'te polis köye saldırdı ve kamp alanını boşalttı. İtalyan devleti TAV'ın ilk inşaat alanını böylece kurmuş oldu. Susa halkı elbette bu saldırıya sessiz kalmadı. Sadece birkaç gün sonra binlerce insan eyleme geldi, telleri yıktı ve inşaat alanını yerle bir etti. Bu direnişten tam da birkaç ay sonra Torinonun dağlarında kış olimpiyatları başlayacaktı ( Şubat 2006 ). NO TAV protestolarının 2006 Kış Olimpiyatlarına gölge düşüreceğinden çekinen devlet, projeye bir süreliğine ara verdi. NO TAV hareketi ülkenin dört bir yanından giderek artan bir biçimde destek ve dayanışma alıyordu. Eylemler, forumlar, örgütlenme çalışmaları İtalya 'nın her yerinde devam ediyordu. Hareketin daha da güçlenmesinden, radikalize olmasından korkan İtalyan Devleti, hareketi masaya müzakereye çağırdı. Fakat müzakareler devletin istediği gibi geçmedi. TAV karşıtı hareket kesinlikle projeyi kabul etmedi, uzlaşma göstermedi Maddalena Özgür Cumhuriyeti 2011 Mayıs'ında İtalyan Devleti 2005 Aralık'ında açmak istediği şantiyeyi açmak için yeniden harekete geçti. Şantiyeyi açmalarına rağmen NO TAV hareketi polisi bölgeden kovdu, Maddelena isimli bölgeyi özgürleştirdi. Halkla devlet arasındaki bu savaşın ardından Maddalena Özgür Cumhuriyeti'nin kuruluşunu da ilan ettiler. 27 Haziran 2011'de binlerce polisle yapılan saldırıya dek de Maddalena Özgür Cumhuriyeti devam edebildi. Bu saldırının ardından 3 Temmuz 2011'de 50.000'den ( Ulaşımın çok zor olduğu bir dağ vadisi için çok büyük
rakamlar olduğunu da belirtmek gerekiyor ) fazla kişinin katıldığı bir eylem gerçekleştirildi. Bu eylemde inşaat alanının etrafı çevrildi, teller kesildi ve polisle ciddi çatışmalar yaşandı. Bu eylemden sonra şantiyeye askerler yerleştirildi, beton duvarlar dikildi ve bölge dikenli tellerle çevrildi. Şantiye alanı yüzden fazla asker ve polis tarafından gece gündüz korunmaya başlandı. Birkaç ay sonra bu bölge “ Ulusal Stratejik Bölge “ ilan edildi. Bu da devletin baskı ve kontrol mekanizmalarını meşrulaştırmasına yardımcı oldu. 2011'den bu güne kadar da ( Mart 2014 ) 30'dan fazla kez gece saldırısı gerçekleştirildi. Teller kesildi ve duvarlar yıkıldı, tahrip edildi. Birçok kez içeri girildi ve iş makinakarı yakıldı. Doğrudan eylemlerin yanında, başka eylemler de devam etti elbette. Mesela inşaat alanının ana girişi işçilerin ve iş makinalarının girişine kapatıldı. Kolluk kuvvetlerini engellemek için de polis ve askerin kaldığıotelin girşi bloke edildi. Kolluk kuvvetlerinin kullandığı otel ve restoranlarda da protestolar gerçekleştirip rahatsız ediliyor. 2012 Şubat'ında bir aktivist inşaat alanının genişletilmesine karşı yapılan bir eylem sırasında gözcü kulesinden aşağı düştü. Bu olayın ardından 3 gün boyunca otoban ( Fransa ve İtalya arasındaki otoban ) kesildi ve işgal edildi. Susa vadisindeki yol kesme eylemleri başka zamanlarda da pratk edilen eylemlerdi zaten.. Bu tip eylemler İtalya ve Fransa arasındaki ticarete ciddi anlamda zarar veriyor, projenin maliyetini, risklerini artırıyor; projenin sürdürebilirliğini zora sokuyordu. Yol kesmek aynı zamanda işçilerin ve kolluk kuvvetlerinin gidiş geliş yollarını da kesmek anlamına da geliyordu.
Siyasi partiler ve İtalyan medyası özellikle de İtalya'nın en çok okunan üç gazetesi olan La Stampa, Il Corriere della Sera, la Repubblıca NO TAV hareketini terörize, marjinalize etmeye çalıştılar. Hareketin ortaya çıkış nedenlerinden hiç bahsetmediler. “ İnsanlara istihdam alanı açılacak “ , “ İtalya'nın kalkınması için çok önemli bir proje “ gibi bahanelerle halkı kandırmaya çalıştılar.. Medya, baktı ki hareketi bitiremiyor bu sefer de hareketi ikiye bölmeye çalıştı. Bir tarafta demokratik talepleri olanlar, demokratik eylemler yapanlar vardı; diğer tarafta şiddet uygulayanlar, iş makinası yakanlar, yol kesenler vardı. Bu 'terörist'lere de ' Kara Blok' ismini verdi. Ama NO TAV hareketi hiçkimseyi kendisinden ayırmadı. Devlete ve medyaya cevap şu oldu: “ Hepimiz Kara Blok'uz! “ Bugün NO TAV hareketi İtalya'nın ekonomik ve siyasi güçlerinin korkulu rüyası olmuş durumda. İtalya genelindeki bütün ekoloji hareketlerine, doğa direnişlerine ilham ve cesaret veriyor. Mesela;
Cenova dağlarına tünel açarak hızlı tren getirecek olan “ NO TAV terzo valico “ hareketine, Vicenza'daki ABD üssünün genişlemesine karşı olan harekete “ NO Dalmolin” , Milano'nun doğusundaki otoban inşaasına karşı olan harekete “ NO Tan Est”, Türkiye'den de geçecek olan Yunanistan'la İtalya arasındaki doğalgaz boru hattı projesine karşı “ NO TAP “ , Sicilya'daki ABD'nin dev radar üssünün yapımına karşı harekete “ NO MUOS “ , Roma ve Napoli'nin buldunduğu bölgelere yapılması plananan dev çöplüklerin inşaasına karşı harekete, bütün bölgelerde yapılması plananan çöplüklerden enerji üretime karşı olaran hareketlere ilham ve cesaret vermiştir. Hareket birçok farklı görüşten insanları kapsıyor. Anarşistler, katolikler, komünistler, çevreciler, köylüler ve ValSusalıların büyük kesimi eylere destek veriyor. Yüzbinlerce kişi hayatlarında ilk kez birer politik özneye dönüşerek topraklarını neoliberal işgale karşı savunuyorlar. Bugün 600'ün üzerinde kişi NO TAV mücadelesi sebebiyle ya yasal takip altında ya da halihazırda ceza aldı. NO TAV hareketi, İtalya genelinde yoksulluk ve ekolojik kıyım karşıtı kavganın sürükleyici gücüne dönüşüyor. Yerel kaynaklar ve ekonominin tabandan halkçı yönetimi için verilen mücadelenin simgesi olmuş durumda.
İtalyan Devleti proje ve sonuçlarına karşı çıkan herkesi baskı altında tutmaya devam ediyor. 9 Aralık 2013'te dört NO TAV direnişçisi sabotajları gerçekleştirdikleri iddiasıyla tutuklandılar, haklarında terörizmden 30 sene isteniyor. Eylemciler hücre cezalarıyla sık sık tecrit altındalar, aileleriyle bile görüşmelerine çok nadiren az izin veriliyor. İtalya'da 30 yıldan beridir ilk kez bir halk hareketi sabotaj eylemini meşru gördüğünü açıkladı. Yüzbinler, tutuklu NO TAV direnişçilerinin serbest bırakılması için haykırıyor, sokaklarda ve dağlarda eylemdeler. CHİARA, CLAUDİO, MATTİA, NİCCOLO' YA ÖZGÜRLÜK! HERKESE ÖZGÜRLÜK!
Me gustas tu ( Manu chao ) Uçakları seviyorum, seni seviyorum, Seyahat etmeyi seviyorum, seni seviyorum, Sabahı seviyorum, seni seviyorum, Rüzgarı seviyorum, seni seviyorum, Hayal etmeyi seviyorum, seni seviyorum, Denizi seviyorum, seni seviyorum. Ne yapacağım? Bilmiyorum, Ne yapacağım? Artık bilmiyorum, Ne yapacağım? Kayboldum, Saatler kaç, tatlım? Motosikleti seviyorum, seni seviyorum, Koşmayı seviyorum, seni seviyorum, Yağmuru seviyorum, seni seviyorum, Geri dönmeyi seviyorum, seni seviyorum, Marihuanayı seviyorum, seni seviyorum, Kolombialı kızı seviyorum, seni seviyorum, Dağı seviyorum, seni seviyorum, Geceyi seviyorum... Ne yapacağım? Bilmiyorum, Ne yapacağım? Artık bilmiyorum, Ne yapacağım? Kayboldum, Saatler kaç, tatlım? Akşam yemeğini seviyorum, seni seviyorum, Komşumu seviyorum, seni seviyorum, Onun yemeklerini seviyorum, seni seviyorum, Flört etmeyi seviyorum, seni seviyorum, Gitarı seviyorum, seni seviyorum, Regi'yi seviyorum, seni seviyorum, Ne yapacağım? Bilmiyorum, Ne yapacağım? Artık bilmiyorum, Ne yapacağım? Kayboldum, Saatler kaç, tatlım?
Tarçını seviyorum, seni seviyorum, Ateşi seviyorum, seni seviyorum, Sallamayı seviyorum, seni seviyorum, Corunya'yı seviyorum, seni seviyorum, Malasanya'yı (Madrid'te bir yer) seviyorum, seni seviyorum, Hindistan cevizini seviyorum, seni seviyorum, Guatemala'yı seviyorum, seni seviyorum. Ne yapacağım? Bilmiyorum, Ne yapacağım? Artık bilmiyorum, Ne yapacağım? Kayboldum, Saatler kaç, tatlım?
Çöpler hayat tarzının ipuçları Mendillioğlu yıllardır çöpleri karıştırıyor, ona göre her poşet, içinde bir sürpriz saklıyor. Çöp, sınırsız bir çalışma alanı ve oradan her şeye ulaşmak mümkün. Mendillioğlu, son olarak Çarşamba'nın çöpleriyle, Cihangir'in çöplerini karşılaştırarak yaşam tarzlarına dair bir analiz yaptı. Çalışmalarına Çarşamba'dan başladı. Bu bölgeyi seçmesindeki amacı muhafazakârın tüketim alışkanlıklarına dair ipuçları yakalamak. Önce bölgeyi üçe ayırdı, alt gelir grubunun oturduğu İsmailağa Camii'nden Draman'a kadar olan bölgenin çöplerini inceledi. Gecenin bir vakti elinde iki çöp poşetiyle konteynere doğru yol alan küçük kız çocuğu, buradaki çöplerde karşılaşacağı farklılıkların da ilk habercisiydi. Birçok semtte kapı önüne konulan çöpler, burada itinayla konteynerlere taşınıyordu, üstelik gecenin bir vakti. Alışıldık bir durum değil. Fakat Mendillioğlu'nun bu durumu analiz etmesi zor değil: Alt sınıftaki insanlar kente aidiyet duygusunu hissedebilmek için kurallara daha bağlı. Fakat uzun süre kentte yaşayanlar kendilerini kentin sahibi olarak gördükleri için kurallara uymayı önemsemiyor. Çöpten çıkanlarsa ilginç: Gazlı içecek kutularına rastlamak asla mümkün değil, hazır bisküvi çöpleri mevcut değil. Burada yaşam, çocukların üzerine kurulmuş. Çok fazla bebek bezinin bulunması, çocuk sayısının çokluğuna işaret. Süt ve meyve suyu kutularının çokluğu da bunu destekliyor. Meyve olarak muzun tüketilmesi de yine yatırımın miniklere olduğunu gösteriyor. Belki de pek çok kahvaltı sofrasını terk eden helvanın fazlaca tüketilmesi de bir fark. Mendillioğlu'na göre bu yoksul semtteki beslenme alışkanlıkları birçok varlıklı semte göre çok daha zengin ve dengeli. Yoğurt kutularının beş kiloluk olması da tasarrufun göstergesi. Mendillioğlu bu alışkanlıkların sadece yoksullukla açıklanamayacağını düşünüyor. Başka yerlerde de yoksulluk olmasına rağmen çöpten çıkan manzara çok daha farklı olabiliyor. Burada belirleyici olan şey, İslami referanslar üzerine kurulu bir hayat. Orta gelirli insanların oturduğu, İsmailağa Camii'nden Balat'a doğru uzanan alansa daha farklı. İlk fark: Çöplerin konteynere götürülmesi alışkanlığı burada terk edilmiş. Caminin hemen yanına konulan çöp poşeti de bunun habercisi. Gazlı içeceklerin tüketildiğini ele veren kutular göze çarpan önemli bir ayrıntı. Tabii Cola Turka'nın hâkimiyeti de hemen fark ediliyor. Hazır tüketim, gazlı içecekler burada varken değişmeyen şey bebek bezlerinin hâlâ çok fazla olması. Çarşamba'nın zenginleri olarak görünen Darüşşafaka bölgesine gelindiğindeyse çöpten bambaşka bir dünya çıkıyor. Bebek bezlerinin ciddi oranda azalması aslında zenginlerin çocuk konusuna da bakışlarını gösteriyor. Hazır gıda burada yüksek oranda tüketilmeye başlanmış. Daha önceki bölgelerde Coca Cola'ya rastlamak mümkün değilken burada istisnai de olsa bir tüketim var. Ayrıca burada beyaz et artık kırmızı ete dönüşmüş durumda. Lüks tüketimi anlamak içinse çöpten çıkan poşetlere bakmak mümkün. Cihangir'de her şey imaj Cihangir'in çöpleriyse bütünüyle imajlar üzerine kurulmuş hayatın habercisi. Zihinlerde "Cihangir'de zenginler oturuyor." yargısı yer etse de Mendillioğlu'na göre gerçekte durum öyle değil. Cihangir'de gizli bir yoksulluk var. Bunu anlamak için Cihangir'in lüks kafelerinin yerine çöplerine bakmak yeterli. Mendillioğlu; "İnsanların Cihangir'de oturmayı tercih etmelerinin nedeni sosyal yaşamla alakalı. Bir yandan insanlar oradaki kafelerden faydalanırken diğer taraftan dört duvar arasında çok yoksul bir hayat yaşıyorlar. Kamusal alanda görünmeyen tüketimlerini ucuz markalar üzerinden yapıyorlar. Şampuan, peçete, sıvı yağ... En ucuzundan alınmış oluyor. Ürünlerin büyük bir bölümü Bim'den alınıyor. Yemeklerini hazır alıyorlar ama Cihangir'den falan değil. Daha ucuz yerlerden verilmiş siparişler. Çok fazla pizza tüketiliyor. Kola ve bira tüketimi de çok yüksek. İmaj Cihangir'de yaşayanlar için çok önemli, parfüm şişeleri, atık elbiseler, güzellik malzemelerine rastlamak mümkün. Yani Cihangir'in çöpleri imaj üzerine kurulu bir hayatın fotoğrafı gibi." Diyor.
iletiĹ&#x;me: cihannuma@riseup.net