5
15
21
25
29
31
BODYGUARD MUSICAL Çocukları aldım gittim, adeta konser tadında muhteşem bir show izledik. Başrolde müzisyen, söz yazarı, albümleri 15 milyon satmış, Beverly Knight. Soul müziğin kraliçesi diyorlar. Sesi çok güçlü. Frank (koruma) rolündeki Triston Gemmhill, bana göre rolüne hiç yakışmamış, insanin gözü Kevin Costner karizmasında birini arıyor. Her şeye rağmen, seyredilmesi gereken müzikaller listesinde yerini aldı benim için.
NATIONAL HISTORY MUSEUM Uyku tulumu, ihtiyaç listesindeki tek kalem. Müzede yiyeceğiniz akşam yemeğinin ardından, bilim gösterileri, stand-up show ve canlı müzik performansı ile gece devam edecek. Dev boyutlardaki dinazor iskeletinin altında uyumak, kulağa enteresan geliyor değil mi?
LONDRA NE DİNLİYOR? Hey Brother – Avicii Of The Night – Bastille Let Me Go – Gary Barlow How Long Will I Love You– Ellie Goulding Somewhere only we know – Lily Allen Story Of My life – One Direction
GÖSTERİMDEKİ FİLMLER Only God Forgives Notebook Bridget Jones's Diary Dirty Dancing Blue Jasmine About Time
Doruk Ozturk 35
Şimdilerin dediği gibi bir barış kenti olan Almanya'nın başkenti Berlin'den. Evet, evet bir barış kenti ama doğu ve batı Alman ayrılığını aslen en şiddetli, kalıcı resimle yaşayan Berlin'den. Aslında şaşırmamak gerekiyor. Bu kadar acıdan sonra Berlin nasıl bir barış kenti oldu diye. Çok büyük mücadele ve deformasyondan sonra toparlanmış olan Berlin, tren yolculuğumuzda da gördüğümüz gibi halen, zaman zaman o dönemin çok karakteristik binaları ya da bizzat kendinizi zorlarsanız, kolayca alabileceğiniz o zamanki koku ile bir arada. Asırlardır gelen bu tarihi dokunun yanında, yeniden kendini yenilerken, göze ve mimari unsurlara hitap edebilecek modern, birbirinden ilgi çeken mimari yapıtlara da imza atmıştır.Gerçekten çok etkileyici çizgiler. Çok planlı ve aktif bir yapılanmayla tekrar nefes almış Berlin.
37 35
miştim. Görene kadar bu kadar büyük ve önemli bir mevzuunun orada bulunduğunu farketmemiştim. Çok uzun süredir Berlin'de bulunan Bergamon Müze'sinde dönem içinde bizim topraklarımızdan sökülen, sökülmeyi bırakın, 1'er metrelik bloklar halinde kesilip numaralandırılarak Berlin'e taşınan bu parçalar, gerçekten içler acısı. 2.Abdülhamit döneminde, bu kültürel mirasa gerektiği gibi sahip çıkamayacağımız düşünülerek, Alman Arkeologların Türkiye'de rastlantı sonucunda başladıkları kazılar sonunda, bir kısmının Abdülhamit'in izniyle, bir kısmının da izinsiz, bunun peşine katılarak ülkeden çalındığı aşikardır. Ancak netice değişmemektedir. Kültürel mirasımız, topraklarımızın sınırları
dışında, kültürel mirasa sunulmaktadır. Almanlar ise göründüğü kadarı ile hiç tereddüt etmemiş, birçok medeniyetin başlıca miraslarını, hatta koca koca yapıtları, duvar duvar, santim santim sökerek, eksiksiz olarak Berlin'e götürmüşlerdir. Bergamon Müze'sindeki Osmanlı eserleri, Türkiye'de bile bulunmayan nadide eserlerle dolmuş, taşmıştır. Her ne kadar bizler için kabullenmek zor olsa da. Berlin'den hatıralar böyle... Bir sonraki sayıda görüşene kadar hoşçakalın, sevgiyle kalın.
39
41
Efendim bu güzel şehir, imparatorluklara ev sahipliği yapmış, destanlara tanıklık etmiş, tarihiyle, kültürüyle, dokusuyla ve insanı hayran bırakan aşk hikayeleriyle farkını ortaya koymuş harika bir şehirdir. Fakat İstanbul'un değerini bilmek için ondan uzak olmak gerekirmiş. Ben bu dönemde bunu anladım. Bu şehir bende bağımlılık yapmış. Oysa nasıl nefret ediyordum geçen aya kadar kendisinden. Yaklaşık bir aydır Ankara'da yaşıyor olmak, İstanbul'a ne kadar haksızlık ettiğimi fark ettirdi bana. Trafiğine, kalabalığına, keşmekeş hallerine kurban olduğumun şehri, hakkını helal et bana...
MERHABA STILETTO AİLESİ İYİSİYLE KÖTÜSÜYLE BİR SENEYİ DAHA GERİDE BIRAKTIK. UMARIM BU YIL HEPİMİZE HARİKA GELİR. SEVDİKLERİMİZ VE SEVENLERİMİZLE MUTLULUK VE KEYİF DOLU BİR YIL GEÇİRİRİZ. TOPLU MESAJ KIVAMINDAKİ BU GİRİŞTEN SONRA, BU SAYIDA İŞLEMEK İSTEDİĞİM KONUYA GELİYORUM.
Efendim malum, oyuncu olmam sebebiyle 1 aydır Ankara'da çekimlerdeyim. 1 ayda suratımda çatlamayan, dudağımda kurumayan, iliğime kadar soğuğun işlemediği yer kalmadı. Ekmeğimiz uğruna düştüğümüz Angara yollarında yorgun düştük. İnsanların soğuktan mimikleri donmuş olsa gerek, herkes pek bir ciddi. Yeşil ışık yanar yanmaz kornaya basmayı bile özledim. Burada öndeki arabada kim var belli değil. Her an bir bürokrat, bir emniyet müdürü, bir müsteşar arabadan inip dönülmez akşamın ufkuna sürükleyebilir seni. İstanbul özgürlükmüş be!! Gri bir şehir bu Ankara. Güneşi bile yalancı. Bana soğuk koymaz diyen en kral delikanlıya bile tayt giydirir. Bu nasıl bir soğuk. Çekimler sebebiyle kaldığım yer, havaalanına çok
yakın. Otelden çıktığımda kendimi Walking Dead dizisinin bir sahnesinde hissediyorum. Etrafta hiçbir şey yok. Ne yemek yiyebileceğin bir yer, ne bir yudumlayacağın sıcak kahve, ne de gezebileceğin bir Avm. İnsan ister istemez soruyor, "Şehre ne oldu birader?" Çekim yaparken kayıt sırasında, rolden çok, üşümemiş rolünü oynuyoruz. "Kestik" der demez tüm oyuncular birbirimize sarılıyoruz. Bu sebeple diğer oyuncu arkadaşlarımızla çok kısa sürede kaynaştık. Kuaför arkadaşlarımız bazen sprey kullanamıyor bile. Sprey daha saçımıza temas etmeden havada donuyor. Bıyığı donmuş oyuncu gördü bu gözler arkadaş. Tabii bu şartlarda çalışırken, sıcak evinde kahvesini yudumlarken, hunharca gece dış mekan, üstelik göl kenarı sahnesi yazan senaristimizi de unutmuyoruz! Kendisini en içten dileklerimizle yad ettiğimize emin olabilir. Velhasıl bu şehir bana, elimizde olanların kıymetini, yitirdiğimizde anlamamı sağladı. Oysa ki ne güzelmiş benim İstanbul'um, ne merhametliymiş hemşerilerine. Bu sayıda, İstanbul'dan sizlerin huzurunda özür diliyorum. Siz siz olun onu sakın üzmeyin. Çünkü bu gri şehirde onu çok özlüyorum... Saygılarımla efenim...
Murat Tavli 43
çizgilerini kendi zihin süzgecimden geçiriyorum ve yorumluyorum ve konseptimi bu çerçeveler içerisinde sunuyorum. Eğer koleksiyonumu kendi markam altında hazırlıyorsam, koleksiyona başlamadan önce oluşturduğum anahtar noktalar ve araştırmalarım sonucunda konseptimi belirliyorum ve modeller bu çerçevede oluşmaya başlıyor. Koleksiyonumu oluştururken ergonomiye ve giyilebilirliğe önem veriyorum. Bütün parçaları bir kadın olarak ''Ben bunu kullanır mıyım?" sorusunu sorarak oluşturuyorum. Eğer ortaya çıkan bir ürünü tasarımcısı bile kullanamıyorsa, bana göre o tasarım başarısız olmuş demektir.
-Yaratıcılığınızı ne tetikler? Yaratıcılığımı yaptığım seyahatler, farklı kültürler, sesler, illustrasyonlar kısacası gözlemlerim, hissettiklerim ve duyumlarım tetikliyor.
-Tasarım süreciniz nasıl gelişir? Öncelikle koleksiyonumun hedef kitlesini düşünür ve nasıl bir
etki bırakmak istediğime karar veririm. Yakaladığım detaylarla oluşan mood boardlar ile genel konseptimi oluşturur, geliştiririm. Daha sonrasında ise eskiz süreci ve kumaş seçimi başlar. Bu süreçte kumaş ve eskiz birbirini tetikler ve proje olgunlaşır. Üretim ve sunumla ürün oluşur ve koleksiyon kullanıcıyla buluşur ve yaşar.
-Katıldığınız yarışmalara nasıl hazırlanıyorsunuz? Zorlu bir süreç olduğunu söyleyebilir misiniz? Yarışmaya göre değişen bir süreç. Bazı yarışmalar tema ve kategorilerini belirlerken, bazıları ise sizi serbest bırakıyor. Başlangıç sürecinde yarışmanın katılımcının hangi yönlerini görmek istediğini göz önünde bulundurarak belirlediğim konsepti geliştiriyorum ve sunum aşamasına hazırlanıyorum. Yarışmalarda sunuma çok önem veriyorum çünkü kalabalık jüriler karşında, sunum ve jüri yalnız kalıyor ve artık paftalarınız sizin kimliğiniz ve diliniz haline geliyor. Üretim süreci ise çok yoğun ve zorlu geçiyor diyebilirim.
45 43
Diğer koleksiyonlarıma ise yakında 54aktif olacak internet sitemden ulaşılabilir.
-Ödüllü bir tasarımcısınız. Bahsedebilir misiniz bize ödüllerinizden? İlk ödülümü Ankara Moda Tasarımcılar Derneğinin Düzenlediği bir genç yetenek yarışmasından aldım. Sonrasında ise 2013 Denizli İhracatçılar Birliğinin düzenlemiş olduğu 2. Ev ve Plaj Giyimi yarışmasında 2. lik ödülüne hak kazandım. Son olarak da İTKİB 2.Deri Detay Yarışmasından Sarraciye Kategorisinde 1.lik Ödülü aldım. Ayrıca son katıldığım 2 yarışma ile Ekonomi Bakanlığının desteği ile Yurt Dışı Eğitim bursuna hak kazandım.
45 47
49
Affedilmeden affetmek... Duyguları, zamana kaybetmek... Çıkarsız randevular... İlkel dürtülerden, yatıştırılmış arzulara Akbil.. Bir aşık, bir esaslı dost... Şimdinin kutsallığı, sonranın umarsızlığı... Vicdanlardan mutsuz olanını denize atmak... Dile getirmeden hissetmek... Tadında yalnızlıklardan, hazır kalabalıklara geçmek... Maviyi diğer renklerin yanına koymak... Sıradan başlayıp, zor bitirmek... Boş kafayla uyuyabilmek için kredi kartı kullanmak... Korkmadan tutulan eller... Bütün filmlerden yarıda çıkmak... Kalamış’tan artık nefret etmek... Tost ve kahve... Akılını O'nda kaybetmek ve O’na akıllı telefon demek... Başkasının senin için ettiği dualar... Tanımadık birinin yazdığı yazıya üzülmek... Eksilmeden anlaşmak... Duvarcı ustasına ders vermek... Saklanma tembelliğinden çıkıp, Jack ile buluşmak.. Haysiyetli ızdırap... Şimdi... Hayat... Bu...
Renan Kaleli
49 51
Grafik tasarım okuyup, sanat yönetmenliği yapmışsınız. Müzik nasıl dahil oldu ve ön plana çıktı hayatınızda? Müzik her zaman vardı aslında, aynı anda okuduğum bölüm ve sanat yönetmenliğiyle devam ediyordu. Ben okurken de çalıyordum. Liseden beri hep müzikle içiçeydim. Üniversitede okurken Ankara'da arkadaşlarımla kurduğumuz grupla çeşitli mekanlarda sahne alıyorduk. 3 yıl kadar reklam ajanslarında sanat yönetmenliği yaptım. Sonrasında müzik daha merkezde yer almaya başladı benim için, çeşitli görüşmeler yaptık ve hayatıma müzikle devam etmeye karar verdim. Farklı bir soundunuz var. Tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz? Dans müziği. Yaptığım müziği elektronik olarak tanımlamıyorum. Çünkü içerisinde dans müziğine gönderme yapan, funk, rock'n roll, 80'lerden pop ve disko tarzında pek çok sound içeriyor. Şarkılarımda söz, müzik, aranjman tamamı ve enstrümanların çoğu bana ait. 2004’te çıkardığınız “Nefes Almak Zor” albümünden sonra neden İngilizce şarkılardan oluşan bir albümle devam ettiniz? Yurtdışına açılma fikri mi, yoksa sadece tarz değişikliği mi? 2004 yılı ilk albüm, ilk heyecan. Farklı bir prodüktörle çalışıyordum o zaman, kendim yapmıyordum prodüktörlüğü. Elimde hem şimdiki gibi İngilizce dans müzikleri hem de farklı şarkılar vardı. Ancak o zaman için prodüktör; dans müziklerindense, Türkçe ve daha alışılmış tarzın uygun olacağına karar verdi. Ben de müzik yapmak isteyen genç bir adam olarak kabul ettim ve ilk albüm o tarz şarkılardan oluştu.
Hatta o zaman demo halinde "Too Shy", "Heartbreaker" gibi, ancak 2008'de piyasaya çıkabilen şarkılarım da hazırdı. Ancak 1.5 yıl sonra baktım ki, dans müzikleri bana daha yakın ve o yönde ilerlemek istedim. Dolayısıyla ilk yaptığım albümün tarzının arkasında duramıyorum, o yüzden tamamen İngilizce şarkılara yöneldim. 2007 yılında kendi şirketimi kurdum, prodüksiyonu da kendim üstlendim ve o zamandan beri kendi yolumda ilerliyorum.
Şarkılarınız Amerika’da hit list’lerde üst sıralarda yer aldı. Nasıl oldu? Albümler hem Amerika hem de Avrupa'da da çıkıyor. En son Overload albümü çıktı. America MTV Club Land'de üst sıralarda Beatfreak, MTV Latin America'da da üst sıralarda şarkılarım var. İnsanlar beğenince ve iyi işler yapınca gerçekleşiyor. Mesela 5 dalda Grammy'e aday adayı oldum. Aday olamadım ama aday adaylığı da enteresan bir şey çünkü benim dışımda sadece Fahir Atakoğlu olmuş daha önce. Bence bunlar güzel şeyler. Dinleyici yaptığınız işi beğenince böyle güzel gelişmeler oluyor. Kliplerinizle de çok konuşuluyorsunuz. İlk Real 3D video klip sizin. İlkler risklidir genelde. Bu uygulamayla risk aldığınızı söyleyebilir misiniz? Bilmiyorum. Seviyorum teknolojiyi ve her imkanı kullanarak en iyiyi yapmaya çalışıyorum. Yaptığım işi seviyorum. “Bedük klipleri” diye bir şey var. Yaratıcılık oldukça yüksek. Ben grafik ve sanat yönetmenliği geçmişinizin bunu doğrudan etkilediğini düşünüyorum, hepsinin farklı bir kurgusu var. Son klibiniz ”Koyver Gitsin”de de bunu görüyoruz. Fikirler nasıl ortaya çıkıyor? Son klibin yönetmenliğini de ben yaptım. Yaptığım müziğin bana çağrıştırdığı şeylerle oluşuyor klipler de genelde. Kim ne yapmış, dünya çapında klipler nasıl takip etmiyorum. Bir şeye benzetmeye çalışarak, kendimi ön plana çıkarmaya çalışmıyorum. Kliplerde bir sürü kızla gezen yakışıklı adam olarak görünmeye çalışmıyorum. Örneğin bir
53
yapmış. Sert bir eleştiri yapmış olsa da içtendi. Ben de ona göre kapsamlı bir açıklama yaptım. O da anlayışla karşıladı samimiyeti ve beni yanıltmadı. Cevap vermediğim yorumlar da oluyor elbette ki, herkes yapıcı ve içten olmuyor çünkü. Kendime de güveniyorum açıkçası, yaptığım işin arkasındayım. Hayranlarınız sadece yaptığınız müziği değil, sizi de çok seviyorlar. Sanki hepsinin arkadaşıymışsınız gibi… Bunu başarabilmek kolay değil. Nasıl oluştu aranızdaki bu diyalog? Valla dediğiniz gibi bir "Bedük'cüğüm" durumu var. Ya sonuçta küçük dağları ben yarattım havasında olmaya gerek yok. Hayat kurtarmıyorum, müzik yapıyorum, sevdiğim işi yapıyorum. Samimiyet karşılıklı olarak yansıyordur mutlaka, dolayısıyla sonucu, daha yakın bir etkileşim oluyor dinleyiciyle. İzmir’de konser vermek için yeni açılan, gözde mekan Sherwood Alsancak’ı seçtiniz. Özel bir nedeni var mı? Açılışı varmış. Mekan olarak, dekorasyon ve sahnesini de beğendik ekipçe. Dinleyiciyle iyi etkileşim sağlayacağımı düşünüyorum konserde. Burada olmaktan mutluyuz. Son olarak gelecek yıl için yeni projelerinizden biraz bahseder misiniz? Akustik albüm düşünüyorum. Küçük bir oda orkestrasıyla, üflemeli grubu, kilise korosundan oluşan 20 kişilik bir grupla, böyle bir projem var. Aynı zamanda yeni albümde bulunan "Al Hepsini", "Bizde Kafa Yok" adlı parçalara klip çekmeyi istiyorum. Ayrıca "Fanus" parçasına da klip isteği oldukça yoğun. Çok teşekkür ederiz zaman ayırdığınız için. Samimi röportajınız için ben teşekkür ederim.
53 55
Kadın; işle, kariyerle, sanatla, sporla haşır neşir. Toplum içinde sosyal konumunu her daim sağlamlaştırmayı, saygınlaştırmayı erek bellemiş. Akşamları masada sadece çocuk kakası ve mamasından değil, fokların kuzey kutbundaki yerel acılarından da konuşmak isteyen plaza kadını, tabiri caiz ise özel sektöre endeksli büsbütün mesaili kadın. Düşüncesiyle, duruşuyla, zevkleriyle ve yaşam tarzı ile 'modern' olarak nitelendirilen, sosyal aktivitelerden bolca nasibini alan kadının evlenince biraz alaturkalaşması mı gerek? Evliliğin her türlü yükünü kadına devretmiş ataerkil düzen, fedakarlık noktasında da gözünü kadına dikmiş! Bu durumda alaturka kadın, yani özü itibari ile verici, anaç, kendinden çok etrafını düşünen... Yani annelerimiz, hatta anneanne, babaannelerimiz... Çünkü onlar eskiden evleninceye dek babaya, evlendikten sonra kocaya hizmet etmeye endekslilerdi. Eşinden, çocuğundan başka düşünecek bir şeyi yoktu. Ne zamandır ki, kadınlar çalışmaya başladılar, çalışma hayatı olarak tarlalardan çıkıp, sabana sürülmekten kurtulup da, erkekler gibi meslek edindiler; işte o vakit, onların da eşlerinden ve çocuklarından başka düşünecek bir şeyleri olmaya başladı. Sosyalleşmeye ve sosyalleştikçe de modernleşmeye başladılar. Toplum kabuk değiştirdiği gibi kadın da kabuk değiştirmeye başladı.
Kadınlar birey olmayı, özgürlükleri, kuralların içine sıkışıp kalmamayı öğrendikçe evlilikler çatırdadı.
Modern kadınların evlendikten sonra da modern kalanları mı dul kalır?
Eskiden kocası için kor ateşlerde yanan alaturka kadın, modernleştikçe don yedi.
Nikahın modern zamana yenik düşmemesi için kadının tüm sosyalleşme ve kimlik çabalarını ve okuyan, araştıran, tartışan, sorgulayan, çevresinde farkındalık yaratan, yaptığı işe değer katan, üreten tarafını bir yana bırakıp evinin kadını olması, yemek pişirip çocuk doğurması mı gerek?
Sevgiler çabuk yıpranıyor, herkes kendi başına ayakta kalmanın yollarını arıyor. Yaşadığı yerin adet ve örfleri zaten statükocu bir kuruma geç dediği için, evliliği bir yere kadar benimsedi her iki taraf da. E gerisi gayet tabii gelecek! Önüne konanı yeme eğilimini göstermeyen, akşamları kuzey kutbu foklarının derdini dinlemek istemeyen, ten güzelliğini yumuşaklıkta, ruh güzelliğini hafiflikte bulmak isteyen tamamen bıyıklı bir bakış açısı. Ve bu bakış açısı altında çapı küçültülmek istenen kadın. Çünkü modern kalmakta direnmek demek, çapını genişletmeyi istemek demek, evdeki yemekten önce, bir sokak ötede açılmış sergiyi ziyaret etmeyi ya da bir şiir dinletisine gitmeyi de düşünmek demektir.
Çok eşlilikten tek eşliliğe geçişte tökezleyen ve bir iç savaşta sadakatine ihanet eden kocaya her daim anlayışlı, sıcak, hoşgörülü ve sabırlı mı olmak gerek? Hatta o koca dünya yüzünde tespit edilmemiş bir frekansta horlayarak sende kronik uyku bozukluğuna sebep olsa da, ayı yine de ininde uyuyor diye dokunmamak! Bence sorun niteliksiz ilişkiler sonucu, geçiş yaptığımız derinliği olmayan sevişmelerle son bulan modern zamanın evliliklerinde değil. Sorun beklentilerimizde... Bırak bekleme...
Ertesi günkü yemek de, gösterime yeni giren filmi izlemek için yapılmaz.
Çünkü beklemek demek, beklentin doğrultusunda karşındakine yön vermeye çalışmak demek.
Bir başka gün ise, modern kadınımız kız arkadaşlarıyla takılıp, bir yerlerde bir şeyler içecektir mesela.
Çünkü beklentiler bazen sonlarından sürükleyerek endişeleri getirirler.
Evlilikten düzenli bir yuva, annesinde gördüğü gibi her akşam güler yüzle kapıyı açan bir kadın, donatılmış bir sofra bekleyen erkeğimiz, düş kırıklığına bu yüzden mi uğrar acaba? Ve yine bu yüzden midir, bıyıklı bakış açısı kadının bu sosyalleşme çabasını çaptan çıkmak olarak algılar?
Ve bazen sadece o endişedir insana senin istediğini yaptırtan. Sırf sen istiyorsun ya da bekliyorsun diye... Ve aslında çapından çıkan kadın olmuyor burda, beklentiler çıkıyor çaptan bekledikçe...
Sevda Tezol 59
Tasarıma ne zaman ve nasıl başladınız? Kendimi bildim bileli çizim yapıyorum ve buna yeteneğim vardı. Annem ve babam mimar oldukları için ise tasarıma olan ilgim çok daha fazlaydı fakat yıllar sonra, Mimar Sinan Üniversitesi'nden Prof. Dr. Önder Küçükerman ile yapmış olduğum bir görüşmeden sonra tasarıma olan ilgim daha çok arttı. İlk dönemlerde mimar olmayı düşünüyordum fakat ilerleyen zamanlarda Prof. Dr. Önder Küçükerman, bana tasarımın ne kadar uygun olduğuna dair bir yol gösterdi. Ben de bu yolda daha başarılı olup, daha çok seveceğime inandığım için devam ettim. Tasarımlarınızda nelerden esinlenirsiniz? Her şeyden esinlenebiliyorum. Benim için tasarım, bir günün her anında var. Bizler bunu kıyafet olarak yapıyoruz fakat kimisi verdiği danışmanlığın içersinde, kendi yaratıcılığını kullanarak hayata geçiriyor. Benim için tasarım, gözümü açtığım her anımda var. Koleksiyonlarınıza verdiğiniz isimler sonradan mı gelir? Yoksa
önce bir konsept belirleyip ona göre bir koleksiyon mu çıkartıyorsunuz? Önceden bir konsept belirleyip, ismi ona göre geliştirip belirliyorum. Tasarımlarınızda vazgeçemediğiniz parça, kumaş, aksesuar gibi materyaller var mıdır? Parça ve aksesuardan ziyade vazgeçemediğim en önemli unsur ve omurga diyebileceğim, kaliteli kumaştır. Her sezon sürekli yeni formlar araştırıyor ve yorumlamaya çalışıp, bunu hayata geçirmeye çalışıyorum. Trendlerin koleksiyonlarınıza etkisi oluyor mu? Kesinlikle oluyor, trendler bize bir yol ve form veriyor. Bizler ise onları yorumluyoruz. Yeni koleksiyonunuzun tasarım süreci nasıl gelişti, nasıl tamamlandı? Bu koleksiyon benim yeni koleksiyonum değil, fuar için özel hazırladığım Couture koleksiyonumdu. Fashionist fuarı için hazırlanmış özel bir koleksiyondu.
Tasarımlarınızla insanları şaşırtmayı seviyor musunuz yoksa sınırları belirlenmiş, bakınca Elif Cığızoğlu tasarımı olduğu anlaşılacak şeyler üretmek mi daha yakın olduğunuz yer? Kararınca insanları şaşırtmayı seviyorum ama yaptığım işte her zaman dürüstümdür. Bir şey olmayacaksa, müşterime mutlaka bunu bildiririm ve neden olamayacağını kendisine anlatırım. Tasarımlarımın uzaktan bakılınca bu Elif Cığızoğlu tasarımı denilmesi en önemli imzam. Sizin takip ettiğiniz tasarımcılar kimler? Şu dönemde Alexander Wang, Prada, Stella McCartney ve Celine. Birçok ünlü ismin sizin tasarımlarınızı tercih etme sebebi sizce nedir? Formlarım ve dikiş kalitemi beğeniyor olmaları ve her çalışmamızda onlara özel, kendilerini özel hissettirecekleri yeni kıyafetler ile buluşturuyor olmam diyebilirim. Bize bir de Elif Cığızoğlu Kadını’nı tanımlayabilir misiniz? Yenilikçi, dişi, kendine güvenli ve özgür.
61
63
65
Lise yıllarında amatör olarak tiyatroyla başlayan oyunculuk kariyeriniz nasıl bir yol aldı? Keşfedilme hikayeniz var mı? Oyunculuğa profesyonel olarak başlama sürecim biraz enteresan oldu. Lisede ve üniversitede amatör olarak tiyatro yapıyordum, sürekli tiyatro kulübündeydim. Üniversite bittikten sonra özel bir firmanın satış departmanında çalıştım. Ancak bir sabah kalktığımda, kurumsal hayattan ne kadar mutsuz olduğumun farkına vardım ve hayatımda her zaman benim için bir tutku olan oyunculuğu profesyonel olarak yapma kararı aldım. İşimden istifa ettim ve 3 yıl oyunculuk eğitimi aldıktan sonra televizyonda ve tiyatroda profesyonel olarak çalışmaya başladım. Yani bazen öyle hikayeler duyuyorum ki, bir yapımcı birisini bir yerde görüyor ve oynatmaya karar veriyor. Benimkisi böyle bir keşfedilme hikayesi değil, tamamen emek
harcayarak ve sabrederek gelinen bir nokta, ki bu nokta yolun daha çok başı bence...
Oyunculuk eğitimi aldınız mı? Hala devem ediyor mu? Profesyonel olarak bu işi hakkıyla yapmak istiyorsanız eğitim çok önemli. Ben bu işi yapmaya karar verdiğimde yaşımdan dolayı konservatuar sınavlarına alınmadım. O yüzden özel akademilerde eğitim aldım. Önce Kenter Tiyatrosu'nda sonra Akademi 35Buçuk'ta 3 yıl süren bir eğitim aldım. Aldığım eğitimler bitse de, oyunculukta sürekli kendinizi geliştirmeniz gerekiyor, dolayısıyla fırsat buldukça uygun workshoplara katılmaya çalışıyorum.
Dila Hanım dizisine geçişinizi anlatabilir misiniz? Bu sezonun başında Gold Film, Suat karakteri için arayışlara başla-
mış. CV ve fotoğraflarım Akademi35buçuk'ta vardı. Onlar da uygun kanallara yönlendirdiler beni ve rol için auditiona gittim. Önce yapım firması sonra da yönetmenimiz onay verdikten sonra Dila Hanım serüveni benim için başlamış oldu.
Dila Hanım dizisindeki Savcı Suat karakteri nasıl biri? Görkem ile 180 derece zıt bir karakter, benden bu kadar uzak olması beni daha çok heyecanlandırıyor çünkü karakteri yaratmaya çalışırken sürekli yeni şeyler keşfediyorum. Savcı Suat, dizinin bu sezonki kötü karakteri. Benim için çok enteresan bir karakter, üniversiteden beri en yakın arkadaşı olan Dila'ya saplantılı bir aşk besleyen ve hayatını bu aşka göre şekillendiren biri. Savcı olmasının getirdiği tüm gücü bu aşk için kullanıyor ve oldukça zeki. İzleyenler için oldukça itici bir karakter. Bu sezonki ana hikaye Suat karakteri üzerinden gidiyor.
69
şansını yakalarsam, o kadar tatmin olacağımı düşünüyorum. Her karakter yeni keşifler demek, ki bu da oyunculuğun en güzel yanlarından biri.
Etkilendiğiniz oyuncular var mı? Beraber oynadığım her iyi oyuncudan bir şeyler öğreniyorum. O yüzden özellikle bir şeyler kapabileceğim oyuncularla oynamak önemli benim için. İsmen etkilendiğim çok oyuncu var ama özellikle Vahide Perçin ve Erdal Beşikçioğlu isimlerini söyleyebilirim. Vahide Ablanın benim oyunculuk serüvenimde yeri büyüktür, kendisinin bana çok desteği oldu. Onunla henüz vizyona girmeyen "Ayhan Hanım" adlı filmde oynama şansını yakaladım. Onunla oynamak başlı başına bir okul. Erdal Beşikçioğlu da çok iyi bir oyuncu, oynadığı her karakterde o kadar doğal ki, o doğallık beni çok etkiliyor. Yurt dışından da Daniel Day Lewis filmlerini izlemek, onun oyunculuğunu görmek beni çok etkiliyor. Adam resmen oynadığı
karakteri her şeyiyle yaşıyor ve bunu seyirciye o kadar güzel geçiriyor ki, etkilenmemek mümkün değil.
Hedefleriniz neler?
Yukarıda da söylediğim gibi en büyük hedefim Cannes'da odül almak. Ama genel olarak insanların beğeniyle izlediği, doğallıktan ödün vermeyen bir oyuncu olmak ve mümkün olduğunca birbirinden farklı karakterler oynamayı hedefliyorum. Ayrıca bu sezon yapamıyorum ama seneye tekrar bir tiyatro oyununda yer almak istiyorum. Çünkü tiyatro, oyuncunun formunu koruduğu, sürekli kendini hazır tuttuğu bir yer ve oyunculuğa katkısı çok büyük. Sahnede olmanın büyüsü çok farklı.
Dizi sektöründeki çalışma şartlarıyla ilgili neler düşünüyorsunuz? Dizi sürelerinden dolayı her hafta bir sinema filmi uzunluğunda bir bölüm yetiştirmeye çalışıyorsu-
nuz, bu da ister istemez tüm ekibi etkiliyor. Burada, biz oyuncuların işi biraz daha kolay ama esas yük teknik ekipte. Onlar her gün durmadan en az 12-13 saat çalışıyorlar, bu da bence insan haklarına aykırı bir durum. Son zamanlarda hakların korunması adına ciddi adımlar atılmaya başlandı.
Sizce oyuncular hak ettikleri değerleri görüyorlar mı? Oyuncuların hakettiği değeri görmeleri ya da görmemeleri tamamen oyuncuyla ilgili kişisel bir durum bence. Yani beklentiyle alakalı ve kendini bu beklentiye göre konumlandırmakla alakalı. Mesela benim değer görmek ya da görmemek gibi bir derdim yok. Tek derdim kafamdakileri, hayallerimi gerçekleştirmek. Ondan sonra isteyen değer verir, isteyen vermez. Herkesi aynı anda memnun etmek imkansız. Teşekkür ederim.
71
73
ZERAFETİN VAZGEÇİLMEZ SADELİĞİ “NUEVE COLLECTION” GÜNDELİK VE GECE HAYATINDA ŞIKLIĞI TERCİH EDEN, KULLANIŞLI TASARIMLARI İLE KAPILARINI AÇMAYA HAZIRLANIYOR. MİNİMALİST ÇİZGİLERDEN İLHAM ALARAK TREND RENKLER VE KUMAŞLARLA MODERN VE ELİT DETAYLARI BÜTÜNLEŞTİRDİĞİ KOLEKSİYON İÇİN GARDIROPLARINIZDA YER AYIRIN. www.nuevecollection.com fotoğraf: aytekİn yalçın saç: murat kuzey makyaj: barış şahİn model: ache/respect model
73 75
77 75
2014’e
yine çarpıcı ve cesaret gerektiren trendlerin baş döndürücü şıklığıyla hızlı bir giriş yapıyoruz.
kombin kapak
79 77
93
101
Fratelli Rosetti 2,595TL
Vicini 1,545TL
103 101
Vakko 645TL
John Richmord 1,295TL
103 105
Vakko 845TL
Emilio Pucci 1,545TL
107 105
E
vliliğin ömrü kaç yıl ya da böyle bir şey var mı? Kolay ezberlenen, ucuz şarkılara malzeme olan aşklarda mutluluğun formülü çok mu açık gerçekten? Hadi buradan yak, bir de AŞK var mı? İnsanlar kendinden nasıl bu kadar emin? Tüm boşanmaların sebebi evlilik mi? Evlilikte keramet var mı? Varsa tam olarak neresinde? Şimdiki aklın olsa ne işine yarardı? Yalnız mısın, kendi başına mısın? Sevdiğini zannettiğin için mi evlenmeyi tercih ediyorsun yoksa sevilmeyi sevdiğin için mi yalnız kalmaktan korkuyorsun? Öyle on kere evlenip boşanmadım, birazdan ortaya sallayacaklarımın tamamen uydurma olmasının yanı sıra elbette bir takım gözlemlere dayanmakta. Bu iş, galiba kadın erkek gözetmeksizin şöyle başlıyor; okul sonrası bir görev gibi, mezun olan herkes hayırlı kısmetinin peşine düşüyor. Dayatılan öğreti "evlenmen lazım" yoksa anormalsin, eksik ve beğenilmeyen birisin. Hep bir yerlere geç kalıyormuş gibi yaşamaya bayılıyor bazı insanlar. Hal böyle olunca, her yere de geç kalıyorsun aslında, içinde bulunduğun andan başlayarak
hem de. Sonra zaten ipin ucu nereye kaçarsa kaçsın, geçmiş ola. Eğer anlayışlı bir ailen yoksa, bela önce gelip evde buluyor seni, yaşın geçmeden illa birine aşık olmak, yetmezmiş gibi evlenmek, ha bir de çocuk yapmak zorundasın ki "Bir sen, bir ben, bir de bebek" diye ortalarda sırıtarak gezebilesin. "Okul bitti, yaş geçmeden yuvanı kur, evde kalma!" Eee bir bakıyorsun marjinal marjinal dolanan arkadaşların da bebek meselelerine karışmış, ayrık otu gibi kalmışsın, herkes senden bir şey bekliyor. Eski arkadaşlarınla görüşemez hale geliyorsun, beraberken yaptığınız her şey artık başka bir "ahlak" çerçevesinden değerlendiriliyor. Hep davet edildiğin yere çağrılmaz oluyorsun, birileri sürekli yaşını soruyor. Ben bunlarla karşılaşınca istemsizce gülüyorum, bu insanlara kim bu hakkı veriyor bilmiyorum ama bayağı yargılıyorlar, en fenası da acıyorlar sanki! Evlilik ve ilişki düşmanı değilim elbette ama arkadaşım, sen kendi hayatını benim kendi hayatımı düşündüğüm kadar düşünmedin diye ben de mi balıklama atlayayım, ben de mi çakılayım, bir sakin! Tüm bunlar işin toplumsal baskı tarafı, bunların yanında duygusal, bedensel arzular meseleler kısmı var. Sevme sevilme, ait olma iç güdüsü ve biyolojik saat dedikleri, üreme dürtüsü var. Tüm bunları hep yanlış anlıyoruz işte, öyle olsun diye de var gücüyle çalışıyor toplum maalesef. Hepsiyle bir başına uğ-
raşacağına, alıyorsun genel ahlakı da takıyorsun koluna, oturuyorsun nikah masasına canım benim. Bir yastıkta iki kişi demişler ama üçüncü girince, yani çocuk, o zaman başlıyor mücadele aslında karı koca arasında. Kendilerine bir garanti gibi yaptıkları çocuk, görünmeyen iktidar kavgasının merkez noktası haline geliyor. Peki çocuğun iyiliği için devam eden ilişkilere ne demeli? Gerçekten şu an zorlanıyorum. Ben düşünürken, yazarken zorlanıyorum da insanlar yaparken zorlanmıyor. Çok alemsiniz sevgili ademler ve havvalar. Galiba bu mücadelede hep "yorgun" düşen, tahtını paylaşamayan erkek, başka teba aramaya yola çıkıyor. N'apsın Muhteşem Süleyman gibi evlatlarını mı katletsin...? Gidip yeni ülkeler fethetmeli ve krallığını yeniden hissetmeli... Biz kadınlar bu konuda çok anlayışsızız yeminlen, sen ne yapacaksın dişi kuş, saç süpürge kıvamına gelip bekleyeceksin tabii ki, çünkü sana "evlen, evlen" diyen toplum, maalesef kader olarak da seni buna layık görmüş. İçim karardı yahu. Bu konuda söylenecek yığınla cümle, çok acayip analizler var ama bana da yazık, şurada görüp gördüğüm üç beş ilişki, tutturmuş bir de evliliğe çamur atıyorum, kadın başıma hem de! Boyumdan büyük laflar falan, amanın kendime de kızdım, ben gidip bir çay koyayım...
Duygu Ela Erdogan 107 109
MMMMMMMMMmmm "2014'ün ilk günlerinde nedir bu sarışının derdi?" diyebilirsiniz şimdi.. Çok şükür iyiyim; ama etrafıma baktığım zaman gördüğüm suratlar bana bu şarkıyı söylettiriyor... Tahammülsüz, sevgisiz insanlarla dolu etrafımız... Belki de biz, kendi içimizde kalabalıkların en yalnızı, yalnızlıkların en karanlıkları içindeyiz... Sevmeyi yüreklerimizden kovmuş, kendimizce tutturduğumuz bir yolda nereye koştuğumuzu bilmeden koşturuyoruz nefes nefese... Kendimizi sevmeyi unutmuşuz... Başkasını sevmeyi nasıl bekleyebiliriz ki... *** Hangi sabah uykudan kalktığınızda kendinize "Seni seviyorum" dediniz? Delilik mi? Yapmayın... Üç sabah bunu yapın; kendinize "Seni Seviyorum." deyin; sonrasında ne keyifli olaylar karşılayacak sizi. Ama çok yürekten, kendi kendinizi sevdiğinizi söyleyin... Bedeninize, ruhunuza sarılın sevgiyle. "Seni Seviyorummmmmmmm" deyin... *** Tahammülsüz, sevgisiz, yalnız insanlar olarak kum saatini doldurmak yerine, kendini seven
ve sevdikleriyle geçirdiği güzel anlarla anılan bireyler olabilmeyi başarmalıyız belki de.. Yayınlandığı ilk günden bu yana dünyada ve Türkiye'de büyük beğeni toplayan Neale Donald Walsch'un "Tanrı ile Sohbet" kitabından bir cümleyi aktarmak istiyorum size... "Tanrı diyor ki; Ben her saniye, her an gökyüzünü değiştirirken, aşağıda sizin bu kadar direnmenizi anlayamıyorum" Sahi neden direniyoruz sevgiye? Kendimizi sevmeye? Başka yürekler sevmeye? Yeni yılın bu ilk ayının ilk günlerinde sevgi, mutluluk, huzur bereketiyle hayatlarınıza aksın... 2014'ü kendimizi sevmeye başlayarak kucaklamaya var mısınız? Hadi o zaman; "Ne derler?" diye düşünmeden açın camınızı bağırın "Seni seviyorum" diye... Bırakın "deli" desinler.. "Yüzünüzdeki gülümsemeden", "yüreğinizdeki sıcaklıktan", sizden daha mı önemli? Hiç de değil... O zaman? Ne duruyoruz? Bir iki üçççççççççççç Seni Seviyorummmmmmmmmmmmmmm :)
Burcu Aksoy
111
Amerika’da öğrencilik yıllarında da caz orkestralarında şarkılar söylüyormuşsunuz, yoksa siz de mi caza çok küçük yaşlarda ilgi duyuyordunuz?
Aslında hiç öyle çocuk yaşlarda caza ilgi duyuyor değildim, bir Portekizli olarak fadolar dinleyerek büyüdüm. Caza ilgi duyduğum yıllar aşağı yukarı kolej yıllarım sayılabilir. Özellikle okulun caz orkestrasıyla caza kapıldım da diyebilirim.
Peki sizin ifadenizle caza kapıldığınızda orkestrada en çok kimlerin şarkılarını söylüyordunuz?
Hemen hemen tüm caz standartlarını söylüyorduk ama özellikle bol bol Ella Fitzgerald ve Billie Holiday repertuvarıyla geçirdiğim bir dönemdi. Billie Holiday'in şarkı söyleyiş tarzının bana büyük bir ilham verdiğini de söyleyebilirim.
Albümünüzde yumuşak bir ton var ve aslında romantik bir pop albümü de sayılamaz mı?
Şimdiye kadar şarkılarım için ya da albümlerim için eleştirmenlerin farklı tanımlamalarına şaşırdığımı
da söyleyebilirim çünkü şarkıları yazarken bir tarza oturtmak gibi bir derdim olmuyor. Soul, blues ve en çok caz şarkılar diyebilirim ama tek bir tanım gerekiyorsa hepsi benden şarkılar.
Son albümünüz “There’s a flower in my bedroom” tamamen sizin yazdığınız şarkılardan oluşuyor, peki şarkı yazarken nelerden ilham alıyorsunuz? Sizin de söylediğiniz gibi bana güzel şarkılarıyla Billie Holiday ve Ella Fitzgerald gibi isimler ilham veriyor, hatta dinlediğim şarkıların bazıları bende öyle güçlü duygular yaratıyor ki o şarkıyla yepyeni bir hikaye yaratmaya da başlıyorum.
Peki nasıl hikayeler yaratıyorsunuz?
Yazdığım hikayelerde farklı farklı karakterler var ve o karakterlere dilediğim gibi bir aşk sunmak, dilediğim gibi bir anı vermek çok hoşuma gidiyor. Şarkılarımda kendi hayatımdan çok kurguladığım hayatları anlatmak bana ayrıca çok eğlenceli geliyor.
Son albümünüzde İngilizlerin genç Sinatra’sı olarak anılan Jamie Cullum’la yan yana geldiğiniz halde bir aşk düeti klişesinden kaçmış gibi görünüyorsunuz, gerçekten de öyle mi?
Çok haklısın özellikle bir kadın ve erkek şarkıcının yan yana aşık bakışlarla söyledikleri düetler bana çok sıkıcı geliyor ve hatta tahammül edemiyorum da diyebilirim. Jamie için yazdığım iki şarkı vardı ve her ikisinde de başkalarının hikayelerini kurgulamıştım. Kaydettiğimiz şarkı "She walked down the aisle" Jamie'nin de favorisi oldu.
Çin’den İngiltere’ye kadar çok kısa bir sürede yüzlerce konserler verdiniz ve 24 Ocak’ta ilk Türkiye konseriniz İstanbul’da gerçekleşiyor olacak, nasıl bir izleyici hayal ediyorsunuz?
Türkiye'ye daha önce geldim, İstanbul'u da bol bol gezdim ve kalabalık, hareketli, enerji dolu bir şehriniz var çok iyi biliyorum, 24 Ocak gecesi seyircinin de enerjisinin çok yüksek olacağını düşünüyorum çünkü daha önce Mısır Çarşısı'nda gezerken de, hepsi neşeli ve sımsıcak İstanbullu'lar gördüm...
115
1927 yılında Fransa'nın Beauvais kentinde, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğan Hubert Taffin De Givenchy, kadınlar için elbise tasarlamaya çok küçük yaşlarda başlamıştı. Moda tasarımcısı olmaya 10 yaşındayken annesiyle gezmek için gittiği dünya fuarında karar verdi. Hayallerini gerçekleştirebilmek adına 1945 yılında Paris'teki ünlü modacı Jacques Fath'a desenlerini götürdü ve bir yıl onlarla çalıştı. 1946 yılında, klasik modelleriyle ünlenmiş olan Robert Piguet'in yanında moda kariyerine devam etti. 1947 yılında Lucien Lelong'un modelistliğini üstlenen Christian Dior'la birlikte çalıştı. Dönemin en önemli moda tasarımcılarının baş asistanlığını yaptı.
117
121
HAYATINDAN KESİTLER
1967
Catherine Deneuve tasarımcı Yves Saint Laurent'in ilham perisi olarak kabul edilmiş ve sanatçı "Belle de Jour" (Gündüz Güzeli) filminde Yves Saint Laurent imzalı giysiler giymiştir.
1970
1970'lerin sonlarında Chanel No 5'in yüzü olmuş ve onun cazibesi parfümün ABD'de satışlarının artmasına neden olmuştur.
1983
Fransız Sineması'nın en önemli oyuncularından biri sayılan Catherine Deneuve, 1983 yapımı klasik kült filmlerden biri sayılan "Hunger"da (Açlık) bir vampiri canlandırmıştır.
1983
1983 yılında, Amerikan Home Products onu kendilerine kozmetik çizgi temsilcisi ve ünlüsü olarak seçmiş, dünyaca ünlü fotoğrafçı Richard Avedon çektiği fotoğraflarla ve "Yakından bakın, seneye 40 olacak" sloganıyla basında yer almıştır.
1985
Catherine Deneuve da, 1985-1989 yılları arasında Fransa'nın Ulusal Sembolü olan "Marianne"nin de yüzü olmuştur.
2001 2008 2013
2001 yılında L'Oreal Paris'in yeni yüzü seçilmiş, 2007 yılında da Louis Vuitton bavul reklamlarında görünmüştür. Catherine Deneuve, 2008 yılında "Un conte de Noël" (Bir yılbaşı hikayesi) filmiyle de 100. filmini çekmiştir. 69 yaşındaki Catherine Deneuve geçen yılın mart ayında da Guardian tarafından 50 yaş üzeri, 50 en iyi giyimli kadından biri olarak seçilmiştir.
123
yaptığı her söyleyişisinde dile getiriyor. Parfüm yaratmanın bir sanat olduğunu düşünen Catherine Deneuve aslında parfüm seçimlerinin çoğunu niş parfümler arasından yapıyor. Yıllardır kendini sanata adamış olan Catherine Deneuve, sanata verdiği değeri, kullandığı parfümler ile bir kez daha göstermiş oluyor. Serge Lutens ve Frederic Malle parfümlerine olan hayranlığını dile getiren Catherine Deneuve, yaratıcı parfümör Maison Francis Kurkdjian'ın tasarımlarını çok başarılı bulduğunu da belirtiyor. O aslında tam bir gül hayranı. Kullandığı birçok parfümün ortak notası gül. Kadınsallığını böylesine narin bir çiçek ile taçlandıran güzel aktris için Francis Kurkdjian, Catherine Deneuve'un siparişi üzerine güllerle bezenmiş onun kadar dişi ama bir o kadar mesafeli Lumiere Noir'ı tasarlıyor. 2009 yılında kendi parfüm evi Maison Francis Kurkdjian'ı kurduğunda ise Catherine Deneuve'un O'na hediyesi yine Lumiere Noir oluyor. Böylece Lumiere Noir markanın koleksiyonuna girmeyi başarıyor ve birçok kadının tutkularına eşlik edecek bir parfüm konumuna geliyor. Catherine Deneuve Frederic Malle'in tasarımlarını çok seviyor ve bu başarıya olan hayranlığını şöyle dile getiriyor: "Ben daima Guerlain"ın parfümü L'Heure Bleue'ye sadık oldum. O benim imza parfümümdü. Ta ki Frederic Malle'in tasarımlarını keşfedene kadar. Onun parfüm evi hakkındaki yazılarını okurken Olivia Giacobetti gibi sanatçıların onun için parfüm tasarladıklarını okudum ve tamamen büyülendim. Bunun için daha fazla öğrenmek durumunda kaldım. Frederic Malle, kokuların yeni renklerini deneyim etmesi ve notaların ilginç katmanları
arasındaki çalışma sitiline aşığım. Yaz aylarında saçlarıma misk notasını sıkıyorum. Son baharda üstümde amber notasını kullanıyorum. Bahar ayları için ise yasemin ve gardenya notalarını kullanıyorum. Filmlerimdeki roller için bir parfümden diğeri arasında yol alıyorum. Marie Bonaparte karakterini somutlaştırmak için benim seçimim Michel Rodnitska'nın Noir Epices'i. Yönetmeni Christophe Honore olan benim en son filmim "Les Bien-Aimes" için seçimim Ralf Schwieger'in parfümü Lipstick Rose. Bu parfüm ile beraber onun Roger Viever ayakkabıları ve stil zevkleri ile kim bu kadar şık olabilir. Bir ruh halini yansıtan ve karakteri anlatan parfümün, atmosferin habercisi olması fikrine bayılıyorum. Yankılanan film karakterlerimi anlamak için yola çıktığımda parfümü çok seviyorum. "Belle de Jour" filminden ilham alan Pierre Bourdon'un Iris Poudre harika. Bu sır, yaşam büyüsünün bir parçası olan parfümün yaygın bir gizemi. Bir sokakta onun kokusundan bir iz yakaladığımız zaman ya da sevgilimizin yatağına dökülen sıcak yapraklar gibi başımızı döndürüyor..."
125
KENDİ MARKASININ ÜRETTİĞİ ARAÇ MODELLERİNDEN ÇOK, OTOMOTİVİN GELİŞİMİNİ VE TARİHİNİ ANLATAN MÜZE... Sadece üretilen araçlar, arabalar, motorlar ve diğer ulaşım araçlarının sergilenmesi dışında, Daimler firmasının gelişim sürecinin bulunduğu çağın olayları ile birlikte değerlendirilmiş. Her katta resimlerle yakın dönem tarihini de kronolojik bir sırayla anlatıyor olması gerçekten insanı daha çok etkiliyor. Papa için hazırlanan Mercedes
Eskiden Daimler Chrysler'ın ana fabrikasının olduğu yerde bulunan müzenin yapımına 50 milyon euro harcandığı söyleniyor. Günümüze kadar yaklaşık 19 milyon araç üretmiş olan şirketin, 180 araçlık kolleksiyonunu barındıran müze Caroline Bos tarafından tasarlanmış ve 2003 yılında düzenlenen bir yarışmada birincilikle ödüllendirilmiştir.
Bu zamana kadar tasarlanmış ya da üretilmiş tüm Mercedes otomobillerinin yanısıra, ünlülerin kullandığı otomobiller de sergilenmekte. Beni en çok etkileyen Lady Diana'nın kullandığı araç oldu açıkçası.
Mercedes - Benz Museum Hakkında: Toplam Alan: Yaklaşık 53.000 m2 Taban Alanı: 4.800 m2 Sergi Mekanı: 16.500 m2
Lady Diana'nın kullandığı Mercedes
139 141
zincirini başlatıyor. Patlayan bubleların yarattığı ikincil şok dalgaları yağ hücreleri arasındaki bağları kopartıyor. Hücre zarını zayıflatıp böylece istenmeyen fazla yağlar parçalanıp vücudumuzdan boşaltım sistemiyle atılıyor. Boşaltım sistemine cihazdaki vakumlama tarafından gönderiliyor. Özellikle karın, bel, love handle, göbek, basen, sırt ve kol bölgelerine yerleşmiş yağlardan başarılı bir şekilde kurtulmayı sağladığını belirten Dr.Ömer Buhşem, "Bu cihazla; yağ hücreleri üzerine lipolitik etkili bir takım mezoterapi ürünlerini de iğnesiz ve acısız transdermal ürün yedirme sayesinde yağ tabakasına ulaştırabiliyoruz. Ayrıca derin tabakalarda üretilen yüksek enerji, yaşlanma karşıtı elastin ve kollajen oluşumunu tetikler. Böylece ince kırışıklıklar azalır, sarkmış derinin toparlanması sağlanır. Hızlı-etkili-güvenli ağrısız bir tedavi yöntemidir. Uygulama protokolleri kişiye özel olmakla birlikte 10-15 seans arasında değişir haftada 2 yada 3 kez uygulanmasını öneriyoruz" dedi. 20 yılı aşkın süredir tıp alanında tedavi amaçlı kullanılan lazer cihazlarının estetikle buluşmasını da anlatan Dr. Ömer Buhşem ve Clinic A Plus Doktoru Hale Güler, tedavide kullanılar Magnum-Sigi lazerin derideki pigment moleküllerine saniyenin milyarda biri hızıyla atış yapabilen ağrısız emniyetli bir yöntem olduğunu belirtti. Cildimizdeki lekelenme problemlerinde, genişlemiş gözeneklerde cilt yağını dengeleyerek akneli ciltlerde de tedavi amaçlı kullanılan Magnum Silgi lazerin dövme çıkarma ve çillerde etkili olduğunu vurguladı.
143
147