Ş E H İ R V E İ N S A N E K İ MK A S I MA R A L I K2 0 1 4|Y ı l 1 0|S a y ı : 5 9
SUL T ANBEYL İBEL EDİ YESİ ’ Nİ N3AYL I KY AYI NI DI R
Ş E B İ A R U S ’ AG İ D E R K E N E F S A N E L E RK E N T İ T A R S U S G ü l ü ş l e r İ nU s t a s ı ’ n aS a y g ı y l a
ŞEHİR VE İNSAN BAŞLARKEN
Şehir ve İnsan Ekim-Kasım-Aralık 2014 Yıl: 10 | Sayı: 59 Sultanbeyli Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi Hüseyin Keskin Genel Yayın Yönetmeni Dr. Ayhan Koç
HİZMETTE 25. YIL
Danışma Kurulu Av. Görgün Özcan Reşat Atalar Sorumlu Yazı işleri Müdürü Birol Alpat
HÜSEYİN KESKİN
SULTANBEYLİ BELEDİYE BAŞKANI
Editör Hamdi Çakır
Değerli Şehir ve İnsan Okuyucuları,
Tasarım Giray Arslan Ömer Aydın Fotoğraf Editörleri Gökmen Kanberoğlu Türkay Polat Katkıda Bulunanlar Reşat Atalar Melih Uslu Hande Yüksel İsra Nalbant Kenan Aydın Hüseyin Okur
İletişim Abdurrahmangazi Mah. Belediye Cad. No:4 Sultanbeyli/İstanbul www.sultanbeyli.bel.tr belediye@sultanbeyli.bel.tr Baskı Pelikan Basım Maltepe Mah. Gümüşsuyu Cad. Odin İş Merkezi No: 28 Topkapı/İstanbul Tel: 212 613 79 55 Sultanbeyli Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü tarafından hazırlanmıştır.
ŞEHİR VE İNSAN 59. sayı kapak konusu HZ. MEVLANA’DA DOSTLUK VE KARDEŞLİK
»
Hizmetle dolu bir yıl daha geçirdik. 2014 yılıyla birlikte Belediyemiz 25. Hizmet Yılı’nı geride bıraktı. Hayalini kurduğumuz birçok projemizin açılışını gerçekleştirirken, Sultanbeyli’ye değer katacak çalışmalarında temellerini attık. Gölet Parkı’mızı sizlerin hizmetine sunduk. Merkez Camii, Meydan Düzenlemesi ve 4 Katlı Otopark projemiz, ağız diş sağlığı merkezimiz gibi büyük projelerimizin çalışmaları başladı. Değerli Okurlarımız, Şehir ve İnsan Dergisi olarak bu sayımızda kapak konusu olarak Hz. Mevlana’yı işledik. Şüphesiz Hz. Mevlana en büyük yol
göstericilerimizden biri. Yine dergimizde ülkemizin en büyük projelerinden biri olan Avrasya Tüneli’ne yer verdik. Türkiye’nin geliştiğinin ve güçlendiğinin açık bir örneği olan projelerden biri olan Avrasya Tüneli, Yeni Türkiye’ye her anlamda değer katacak. İlçemizden ve Dünya’dan derlediğimiz haberlerimizle de sizlere zengin içeriği sahip bir dergi meydana çıkarmaya çalıştık. Değerli Okuyucularımız, Hayata geçirdiğimiz çalışmalarımızla Sultanbeyli’mizi hayal ettiğimiz noktaya adım adım yaklaştırırken, 2015 yılının da Sultanbeyli için çok verimli geçmesini diliyor, sizlere sevdiklerinizle birlikte mutlu yarınlar diliyorum.
ŞEHİR VE İNSAN • 1
BU SAYIDA NELER VAR?
DÜNYA TURU
6
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
10
KENTE İSTATİSTİKSEL BİR BAKIŞ
22
ŞEB-İ ARUS’A GİDERKEN
24
Hz. MEVLANA’DA DOSTLUK VE KARDEŞLİK
30
Mevlâna’ yı anlatmak için kelimeler yetmez… O bu fani dünyadan göçerken pek çok şey miras bırakmıştır bizlere. O zamandan ışık tutmuş günümüze. Hem de en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylere; sevgiye, saygıya ve kardeşliğe.
4 • ŞEHİR VE İNSAN
EFSANELER KENTİ TARSUS
38
AVRASYA TÜNELİ
42
ESKİ İSTANBUL TADINDA ÇENGELKÖY
48
KEMAL SUNAL
54
Türkçe Rap’İn En Kalın Ansİklopedİsİ
»58
İNSAN OLALIM DAVASI
62
İSTANBUL AŞKINA KOŞ
66
AYDOS KİTAP
70
TEKNOLOJİ
72
KÜLTÜR SANAT
76
GDO NEDİR?
78
ŞEHİR VE İNSAN • 5
DÜNYA TURU
NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ SAHIPLERINE VERILDI
N
obel Barış Ödülü, Norveç’in başkenti Oslo’da düzenlenen törenle sahiplerine verildi. Oslo’daki törende, ödülü paylaşan Pakistanlı insan hakları eylemcisi Malala Yusufzay ve Hindistanlı çocuk hakları eylemcisi Kailash Satyarthi birer konuşma yaptı. Anadolu Ajansı’nda yer alan habere göre, Nobel Komitesi Başkanı Thorbjörn Jagland’ın açılış konuşmasıyla başlayan törene, Norveç hanedanın üyeleri Kral 5. Harald, Kraliçe Sonja, Veliaht Prens Haakon ve eşi Mette Marit de katıldı. Nobel Komitesi Başkanı Jagland, konuşmasında Malala’nın hikayesine değinerek, hem Malala’nın
6 • ŞEHİR VE İNSAN
hem de Satyarthi’nin, Mahatma Gandhi’nin yolunda yürüdüklerini söyledi ve Gandhi’nin, “Çok konu var uğruna canımı feda edebileceğim ancak uğruna can alacağım hiçbir konu yok” sözüne atıfta bulundu. Nobel Barış Ödülü’nü kazanan en genç kişi olarak tarihe geçen Malala Yusufzay da “kanatlarını kırmayıp uçmayı öğrettiği için” babasına teşekkür ederek, ödülü kazandığından ötürü müteşekkir ve gururlu olduğunu belirtti.
‘ÇOCUKLARA EĞITIM GARANTISI SAĞLAYIN’ Ödülün kendisine değil, “eğitim, hakları ve seçimleri için müca-
dele eden çocuklara ait olduğunu” ifade eden Yusufzay, “Önümüzde iki seçenek vardı, ya sessiz kalıp öldürülecektik ya da sesimizi çıkartıp öldürülecektik. Ben ikincisini seçtim. Ben hikayemi benzersiz olduğu için anlatmıyorum, tam tersi benim gibi çok çocuk aynı şeyleri yaşadığı için anlatıyorum. Dünya liderlerine sesleniyorum. Çocuklara eğitim garantisi sağlayın” dedi. Malala Yusufzay, ödülle alacağı 8 milyon kronu (2,7 milyon lira) Pakistanlı çocukların eğitimi için kullanılacağını açıkladı. Konuşması sırasında notlarını karıştıran Kailash Satyarthi ise bir süre ne söyleyebileceğini bilemedi ancak etraftan aldığı yardımla konuşmasını
sürdürdü. Satyarthi, özgürlüğünü kazandırdığı sekiz yasındaki bir kızın kendisine neden önce gelmediğini sorduğunu belirterek, şiddet içinde yaşayan çocukları kurtarmak için her dakikanın önemli olduğunu belirtti. Törende beklenmeyen bir olay da meydana geldi. Ödüllerin verildiği anda elinde Meksika bayrağı olan bir şahıs, ödül sahiplerinin önüne geçti. Güvenlik görevlileri bu kişiyi mekandan uzaklaştırdı. Bu arada törenin yapıldığı Nobel Barış Merkezi’nde düzenlenen sergide, Malala Yusufzay’ın saldırıya uğradığında giydiği, kanlı üniforması, pantolonu ve eşarbı gösterildi.
BELÇIKA’DA GENEL GREV HAYATI DURDURDU
HAYRANLARININ GÖZÜ ÖNÜNDE ÖLDÜ İtalya ‘da düzenlenen bir konserde, görenlerin hayatı boyunca unutamayacağı bir olay yaşandı. 60 yaşındaki Giuseppe Mango, konser verdiği esnada yüzlerce hayranın gözü önünde kalp krizi geçirdi. Şarkısını söylediği esnada son nefesini vermeden önce “özür
dilerim” diyen ünlü sanatçı, daha sonra olduğu yere çöktü ve bir daha kalkamadı. Mango’nun ağabeyi 75 yaşındaki Giovanni Mango, kardeşinin üzüntüsüne daha fazla dayanmadı ve kardeşinin cenazesinden sadece bir gün sonra kendisi de vefat etti.
Belçika’da hükümetin “kemer sıkma” tebdirlerini protesto eden sendikaların çağrısıyla yapılan greve katılım yüksek oldu. Brüksel Havalimanı’nda trafik kontrolörlerinin iş bırakması nedeniyle 600’e yakın uçak seferi iptal edilirken tren, metro ve otobüs seferleri yapılamadı. Feyzullah Yarımbaş’ın Anadolu Ajansı’ndaki haberine göre, 9 yıl aradan sonra düzenlenen ilk genel grevde, ülkenin dünyayla bağlantısı büyük ölçüde kesildi. Fabrikaların ve işyerlerinin tamamına yakınının kepenk kapattığı grev nedeniyle Anvers, Zeebrugge ve Gent limanları da devre dışı kaldı. Kamu çalışanlarının da katıldığı grevde protestocular, zaman zaman polisle karşı karşıya geldi. Merkez sağ koalisyon hükümetinin büyük ortağı Yeni Flaman İttifakı’nın (N-VA) Brüksel’deki merkezine girmeye çalışan yüzlerce protestocuyu polis biber gazı kullanarak engelledi.
120 BIN KIŞI GÖSTERI YAPTI Ekim ortasında kurulan Charles Michel başkanlığındaki merkez sağ hükümetin kemer sıkma önlemleri ve emeklilik yaşını 2030’a kadar 67’ye yükseltme kararı, çalışanları sokaklara dökmüş, Brüksel’de 6 Kasım’da düzenlenen gösteriye 120 bin kişi katılmıştı. Kamu borç stoku gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 106’sına ulaşan Belçika, ilave bütçe kesintileri yapması için AB Komisyonu’ndan 3 ay süre almıştı.
TENEFFÜSLERDE 72 MILYON DOLAR KAZANDI ABD’nin New York kentinde yaşayan 17 yaşındaki lise öğrencisi Mohammed Islam, öğle teneffüslerinde borsada hisse senetleri alıp satarak 72 milyon dolar kazandı. Birce Bora’nın haberine göre, Stuyvesant Lisesi’nde eğitim görmekte olan Islam, New York Dergisi’ne verdiği röportajda borsayla ilgilenmeye henüz dokuz yaşındayken başladığını söyledi. Boş zamanlarında sınıf arkadaşlarını şehrin lüks lokantalarında yemeğe götürmekten hoşlandığını söyleyen Islam, kazandıkları
ile kendine lüks bir otomobil aldığını ancak henüz ehliyeti olmadığı için bu aracı kullanamadığını belirtti. Kendine Manhattan’da lüks bir apartman dairesi tuttuğunu da açıklayan Islam, burada yaşamadığını çünkü anne babasının henüz tek başına eve çıkmasına izin vermediğini belirtti. Bengal göçmeni ailesinin gösterdiği başarıdan çok memnun olduğunu belirten Islam, “Babam artık çalışmıyor. İhtiyaçlarını ben karşılıyorum” dedi. Islam, gelecek yıl servetini 1 milyar dolara çıkarmak istiyor.
ŞEHİR VE İNSAN • 7
DÜNYA TURU
THAMES NEHRI’NE YÜZEN BISIKLET YOLU Londra’da trafik yoğunluğu nedeniyle sık sık rastlanan bisiklet kazalarını önlemek amacıyla, Thames Nehri’nin güney kıyısı boyunca nehir üzerinde yüzen bir bisiklet yolu projesi gündeme geldi. River Cycleway Consortium adlı mimarlık şirketine ait projede, Avustralya’nın Sydney kentindeki ünlü Opera Binası’nın tasarımcısı mühendislik şirketi de yer alıyor. Özel finanse edileceği söylenen ve tasarım ayrıntıları henüz açıklanmayan bisiklet yolunun 965 milyon dolara mal olması öngörülüyor. Köprünün bakım ve onarım masrafları içinse yolu kullanacak olan bisikletçilerden her sefer için 1,5 sterlinlik (yaklaşık 2.3 dolar) ücret alınması planlanıyor. Thames Deckway adı verilen yolun giriş rampaları, dinlenme noktaları ve uydu üzerinden hava ve yol durumu bilgisi verecek tabelalar içereceği belirtiliyor. Nehirdeki gel-gitle alçalıp yükselecek Deckway’in aydınlatma ve diğer ihtiyaçları ise güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerjiyle giderilecek. Projenin onay alması halinde iki yıl içinde tamamlanması ve saatte 12 bin bisikletin geçmesi beklenen yolun kent için-
8 • ŞEHİR VE İNSAN
deki geçiş süresini yarım saat kısaltması öngörülüyor. Proje, önümüzdeki on yıl içinde nüfusunun yüzde 12 artması beklenen Londra’da, bisikletle seyahati daha kolay ve güvenli hale getirmeyi amaçlayan girişimlerden biri. Bu amaçla geçen yıl da başka bir İngiliz mimar havada asılı SkyCycle bisiklet yolu projesini önermişti. Ayrıca kendisi de bisiklet kullanan Londra Belediye Başkanı Boris Johnson, Londra’da bir “bisiklet devrimi” gerçekleştirmek istediğini ve motorlu taşıtlardan tümüyle ayrı bir bisiklet yolu yaptırmak istediğini belirtmişti. Londra merkezinde bisikletler, trafiğin yoğun olduğu saatlerde toplam trafiğin yüzde 25’ini oluşturuyor. 2006-2011 yılları arasında bisiklet kazalarında yüzde 50 artış gözlendi. Londralıların Thames Nehri boyunca zevkli bir bisiklet yolculuğu yapmasının önündeki en büyük engel ise projeyi hayata geçirecek finansman sorunu. Hollanda’nın Eindhoven kenti ile Avrupa’nın bisiklet başkenti olarak bilinen ve kent sakinlerinin yüzde 50’sinin ulaşım için bisiklet kullandığı Kopenhag’da ise çoktan uygulamaya konmuş bile.
MÜLTECILER AÇ KALMAYACAK BM Dünya Gıda Programı, Suriyeli mültecilere gıda yardımını yeniden başlatabilecek. Yapılan açıklamada, internette başlatılan bağış kampanyası sonrası 80 milyon dolar yani 65 milyon euro toplandığı duyuruldu. Bu yardımla Türkiye, Lübnan, Mısır ve Irak’taki 1,7 milyon mülteciye yeniden gıda çekleri dağıtılabilecek.
milyon mülteciyi doyuracak paraya ulaşabiliriz“ ifadeleri kullanılmıştı. Öte yandan AB Komisyonu tarafından yapılan açıklamada, Türkiye’deki Suriyeli mültecilere yardımın 10 milyon euro daha artırıldığı belirtildi.
BM Dünya Gıda Programı, Suriyeli mültecilere mali yardım taahhüdünde bulunan ülkelerden bazıları ödeme yapmayınca, çare için kamuoyuna dönmüştü.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, bu desteğin AB’nin kriz bölgelerinde siyasi bir çözüm istediğini gösterdiğini kaydetti. Mogherini, paranın özellikle kamp dışındaki mültecilerin bakımına harcanacağını belirtti.
Başlatılan kampanyayla internet üzerinden bağış çağrısı yapılmıştı. BM Dünya Gıda Programı tarafından yapılan açıklamada, “64 milyon insandan her biri 1 dolar yatırırsa, aralık ayında 1,7
Krizin başlamasından bu yana AB Komisyonu, Türkiye’deki mültecilere 187 milyon eurodan fazla mali yardım yaptı. Şu ana kadar gönderilen paranın büyük bölümü kamplardaki mültecilere gitti.
5 YAŞINDAKI HASTA ÇOCUĞUN HAYALINI GERÇEKLEŞTIRDILER JP Gibson’a 2012 yılında, 3 yaşındayken akut lösemi teşhisi koyuldu. Tedavisi için paraya ihtiyaç vardı. NBA’in başarılı takımlarından Utah Jazz ise küçük Gibson için bir çözüm bularak kendisini takıma transfer etti. Küçük adam, 1 günlüğüne takımla birlikte sahaya çıkacak, oyunda yer alacak ve böylece çalışarak para kazanmış olacaktı. Ekim ayında maça çıkan Gibson’ın sevimliliği herkesi kendine hayran bıraktı. JP’nin annesi Megan Gibson oğlunun sporu çok sevdiğini ama en çok basketboldan hoşlandığını söyledi. Megan Gibson, “JP henüz bir yaşındayken bile ben ve eşimle beraber oturup maçları izlerdi. Daha 1,5 yaşındayken yatmadan önce her gece basket atmak için ısrar ederdi. Bir basketbol takımına yazılması için 6 yaşına kadar beklemesi gerekiyor ama sürekli olarak bize o kadar sabrının olmadığını söylüyor.” dedi. “Anything Can Be” (Her şey mümkün) isimli bir proje kapsamında gerçekleştirilen etkinlikte küçük çocuk 6 Ekim’de hayalini gerçekleştirdi. Proje, hem hasta çocukların hayallerini gerçekleştirmesine yardımcı oluyor hem de tedavilerine yardımcı olmayı amaçlıyor.
MERKEL YENIDEN GENEL BAŞKAN SEÇILDI Almanya Başkanı Angela Merkel Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) 27. Olağan Kongresi’nde yeniden genel başkan seçildi. Köln Fuar Merkezi’nde düzenlenen ve Merkel’in tek genel başkan adayı olduğu kongrede, oy kullanan delegelerin 884’ü “evet”, 30’u ise “hayır” oyu kullandı. Delegelerden 5’inin ise çekimser kaldığı öğrenil-
di. Sonuçların açıklanmasının ardından kürsüye çıkan Merkel, delegelere teşekkür etti. 2000 yılı nisan ayından bu yana CDU Genel Başkanlığı görevini yürüten Merkel, böylece sekizinci kez genel başkanlığa seçilmiş oldu. Merkel, iki yıl önceki parti kongresinde oyların yüzde 97,9’unun alarak seçilmişti.
FILIPINLERİ HAGUPIT TAYFUNU VURDU 650 BIN KIŞI TAHLIYE EDILDI Filipinler’de 650 bin kişiyi evlerini terk etmek zorunda bırakan Hagupit tayfunu karaya ulaştı. Fırtına hızının saatte 175 kilometreyi bulduğu tayfunun elektrik şebekesini tamamen çökerttiği ve ağaçları kökünden söktüğü belirtildi. Pasifik Okyanusu’nda oluşup Filipinler’e doğru ilerleyen Hagupit tayfunu beklendiği gibi karaya ulaştı. Sıkı güvenlik önemleri alan yetkililer 650 bin kişiyi evlerinden tahliye ederken, tehlikeli bölgelerden tahliye edilenler okul, kilise ya da stadyum gibi daha büyük ve sağlam yapılara yerleştirildi. 120 bin ordu personelinin alarma geçirildiği ülkede uzmanlar tayfunun Filipinler’in içlerine doğru ilerlerken şiddetini kaybetmesini bekliyor. Şu ana kadar tayfun nedeniyle hayatını kaybeden birisi olduğu bildirilmedi. Tayfunun karaya ulaşmasından hemen önce havayolu şirketleri de güvenlik gerekçesiyle uçuşları iptal etti. Filipin Havayolları ve Cabu Pasifik şirketleri 150’den fazla uçuşu iptal edince binlerce kişinin havaalanlarında yatıp kalkmaya başladı. Filipin adaları arasında deniz
yoluyla sağlanan ulaşım da tamamen durdu. Filipinler’in başkenti Manila’da bulunan BBC muhabiri Jonathan Head, ülke tarihinin barış zamanında yapılan en büyük tahliye operasyonlarından birisinin gerçekleştirildiğini belirtiyor. Alınan tüm önlemlere karşın tayfunun en çok hangi bölgeleri etkisi altına alacağı tam bir muamma. Uzmanlar tayfunların hızla hem yönünü hem de şiddetini değiştirebildiği uyarılarını yapıyor. Filipinler Devlet Başkanı Benigno Aquino Doğal Afet Masası yetkilileri ile görüşmüş ve tayfunun vuracağı bölgelere acilen gıda yardımı yapılması talimatını vermişti. Devlet Başkanı Aquino, Hagupit tayfununun Kasım 2013’te büyük bir yıkıma yol açan Haiyan kadar büyük bir tayfun olmayacağını savundu ve “Bu tayfunun Haiyan kadar güçleneceğine dair elimizde hiçbir bilimsel veri yok” dedi. Haiyan, kara üzerinde şu ana kadar ölçülmüş olan gelmiş geçmiş en güçlü tayfun olarak kayıtlara geçmişti. Geçtiğimiz yıl o tayfun nedeniyle 7 binden fazla kişi hayatını kaybetmiş ya da kayıplara karışmıştı.
ŞEHİR VE İNSAN • 9
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
Sultanbeyli’den İsrail’e Tepki
Sultanbeylililer Mescid-i Aksa’ya yapılan saygısızlığı, Mescid-i Aksa Camii önünde yaptığı basın açıklamasıyla kınadı.
10 • ŞEHİR VE İNSAN
ŞEHİR VE İNSAN • 11
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
İ
srail’in Mescid-i Aksa’ya yaptığı çirkin saldırıya Türkiye’nin dört bir yanından tepkiler çığ gibi büyüyor. Bu tepkilerden biri de Sultanbeyli’de verildi.
dünyanın gözüönünde barbarlığını sürdüren İsrail’in bu zulmünü kınıyoruz. Bugün İsrail’in yaptığı bu zulüm arşa dayandı. Filistinli kardeşlerimizin derdi bizim derdimiz” dedi.
Sultanbeylililer Mescid-i Aksa’ya yapılan saygısızlığı Cuma Namazı çıkışında Mescid-i Aksa Camii önünde protesto etti ve basın açıklaması yaptı.
İsrail’in yaptığı zulmü her zaman her yerde haykıracaklarını ifade eden Başkan Keskin, “Orada kardeşelrimizin yanında yer alan devlet bizim devletimiz. Her zaman kardeşlerimizin yanında yer alacağız. İsrail’in zulmünü haykırmaya her yerde devam edeceğiz. İsrail’in zulmünün bitmesi için, dünyanın her tarafında mazlumların yanında, zalimlerin karşısıda olmaya devam edeceğiz” şeklinde konuştu.
Basın açıklamasına katılan Belediye Başkanı Hüseyin Keskin, “Bugün bizlerle İHH Genel Başkanımız Bülent Yıldırım ve yöneticileri burada. Dünyanın her köşesinde yaşayan mazlumların dinine, ırkına, rengine, mezhebine bakmazsızın el uzatan İHH, dünyanın her yerinde mazlumlara umut oluyor. Bugün burada Mescid-i Aksa Camii’nde Cuma Namazımızı eda ettik. Cuma çıkışı tüm
12 • ŞEHİR VE İNSAN
İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım da yaptığı açıklamada İsrail’e ateş püskürdü. Yıldırım, “Sizler Mescid-i Aksa’yı
yalnız bırakmadınız. Mescid-i Aksa Kudüs ve etekleri bu özgürlüğün yeşerdiği alanlardır. Sadece Mescid-i Aksa değil Kudüs’ün etekleri de biz ilgilendirir. Lübnan, Filistin, Suriye bizi ilgilendirir” dedi. Bütün yer yüzündeki fitnenin kaldırılması gerektiğini ifade eden Yıldırım, “Fitneyi kaldırın, insanlığı kurtarın. Dili, dini, ırkı ne olursa olsun mazlumların yanında olun. Mescid-i Aksa budur. Mescid-i Aksa’ya kim hakimse dünyaya onun boyası şekil verir. Müslümanların elindeyken Mescid-i Aksa, Dicle’nin ve Fırat’ın kenarında bir kuzuyu kurt kapsa bundan sorumluydu. Müslümanlar başkasının ibadethanesine dokunmaz, başkasının kitabına hakaret etmez” ifadelerine yer verdi.
İsrail’in Dünya’yı kana buladığını ifade eden Yıldırım,”Bu Siyonistler bir örgüt kurdurlar. Adına İsrail dediler. Ve ne yaptılar, Dünya’yı kana buladılar. Sadece Filistin değil, Doğutürkistan’dan tutun Müslümanların yaşadığı bütün bölgelere kadar şöyle bir kazıma yaptığınızda orada zulum yapan devletlerle beraber Siyonizmi mutlaka görürsünüz. Onun için Siyonizmin yok olması insanlığın kurtulmasıdır. Siyonist terör örgütü büyük bir korkuya kapıldı. Ne yapacağını şaşırdı. Zannetti ki Müslümanlara hakaret edersem, Müslümanları yenerim, korkuturum. Alçaklar Kuran’ı Kerim’i yere attılar” dedi. Basın açıklamasının ardından Sultanbeyli İHH Temsilciği’nin açılışı yapıldı.
ŞEHİR VE İNSAN • 13
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
Sultanbeyli’ye Bir Eğitim Yuvası Daha
İşadamı Erol Yüksel tarafından Turgut Reis Mahallesi’ne kazandırılan Erol Yüksel Ortaokulu yapılan törenle eğitim hayatına başladı.
S
ultanbeyli yeni bir eğitim yuvasına daha kavuştu. İşadamı Erol Yüksel tarafından Turgut Reis Mahallesi’ne yapılan Erol Yüksel Ortaokulu yapılan törenle öğrencilerin, öğretmenlerin hizmetine sunuldu.
Açılış programında konuşan İlçe Kaymakamı İbrahim Özefe, “Bugün açılışını yapmak için bir araya geldiğimiz okul, ülkemizin hem bugününe hem de bundan sonrasına faydalı olacak, milli manevi değerlerine bağlı, memleketimizi her alanda yükseltecek çocuklarımızı yetiştireceğimiz güzel bir eğitim yuvası. Memleketimizin eğitimi kültürü okullarla yükseliyor ve yükselmeye de devam edecektir” dedi. Kaymakam İbrahim Özefe, okulun bağışçısı İşadamı Erol Yüksel’e ve çalışanlarına bu eğitim yatırım için teşekkür etti.
14 • ŞEHİR VE İNSAN
Başkan Keskin de programda yaptığı konuşmada, “Hayırsever İşadamı Erol Yüksel tarafından ilçemize kazandırılan 24 derslikli okulumuzda emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Kıymetli işadamımız Erol Yüksel okulumuza sponsor oldu, Kaymakamlığımız gerekli tüm çalışmaları yaptı. Bizde Sultanbeyli Belediyesi olarak okul için tüm girişimleri, tüm süreci takip ettik. Okulumuzun ilçemize kazandırılması için destek verdik” dedi. Bugüne kadar yaptıkları tüm çalışmaların merkezinde gençlerin olduğunun altını çizen Başkan Keskin, “Biz bugün ne yapıyorsak, size iyi bir gelecek sunabilmek için yapıyoruz. Tüm gayretimiz, tüm çalışmalarımız bunun için. Eğitim alanında hayata geçen projeler son derece önemli. Sizler ileride bu ilçenin doktoru,
hakimi, öğretmeni, başkanı olacaksınız. Bizler, parlak bir geleceğin kaliteli eğitimden geçtiğinin bilincindeyiz. Eğitimin kalitesinin artması demek, kendimizi, ilçemizi ve ülkemizi emanet edebileceğimiz siz gençlerin yetişmesi demektir. Bu yüzden Sultanbeyli’de biz eğitime her şeyden daha fazla önem veriyoruz” ifadelerini kullandı. Okula sponsor olan İşadamı Erol Yüksel de Türkiye’nin kalkınması ve refah düzeyinin ileriye gitmesinin eğitimle olacağını bilincinde olduklarını ifade ederek, “Farklı ilçelerimizde ve illerimizde eğitim yatırımlarımız devam ediyor. Gençlerimizin eğitimi
için çaba harcıyoruz. Bugün sizlerle bu okulu hizmete açıyor olmanın mutluluğunu paylaşıyorum. Okulumuzun öğrencilerimize ilçemize hayırlı olmasını diliyorum” dedi. İlçe Milli Eğitim Müdürü Yaşar Çağlar da, “Üzerimizdeki yükün ne kadar kutsal olduğunun farkındayız. Devletimiz son yıllarda eğitim noktasında çok büyük adımlar atıyor ve atmaya da devam edecektir. Eğitim topyekün bir seferberlik işidir. Okulumuza emek veren herkese çok teşekkür ediyorum” dedi. Açılış töreni öğrencilerin şiirler, şarkılar ve folklor oyunları gösterileriyle son buldu.
ŞEHİR VE İNSAN • 15
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
AB Süreci Yerelde Başlar Avrupa Birliği Bakanlığı öncülüğünde Sultanbeyli Belediyesi personeli proje döngüsü yönetimi eğitimi aldı. Eğitimlerin sonunda katılımcılara sertifika verildi.
A
vrupa Birliği Bakanlığı’nın yürütücülüğünde, Türkiye genelinde 20 pilot ilde gerçekleştirilen, Valiliklerde AB İşleri İçin Kapasite Oluşturulması Projesi (VABPro) kapsamında İstanbul Valiliği Diş İlişkiler ve AB Koordinasyon Merkezi eski Genel Sekreteri Avrupa Birliği Uzmanı Barış
Orhanlıoğlu tarafından projelerin hazırlanması ve yürütülmesine yönelik Proje Döngüsü Yönetimi Eğitimi verildi. Eğitim çalışmalarının tamamına katılanlara VABPro projesi tarafından Avrupa Birliği onaylı eğitim sertifikası veriliyor. Eğitime ilk katılan personel sertifikasını Başkan Yardımcısı Dr. Ayhan Koç’un elinden aldı.
Kızılay Haftası’nda Hedef: Bilinçlenme Kızılay Haftası, Muhsin Yazıcıoğlu Kültür Merkezi’nde yapılan çeşitli etkinliklerle kutlandı.
K
ızılay Haftası, Sultanbeyli İbrahim Hakkı Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğrencileri tarafından hazırlanan program ile Muhsin Yazıcıoğlu Kültür Merkezi’nde kutlandı. Kızılay ile Sultanbeyli Belediyesi’nin destekleriyle gerçekleştirilen programda söz alan Okul Müdürü Nursen Baykan, Kızılay’ın büyük bir görev icra ettiğini söyledi. İlçe Milli Eğitim Müdürü Yaşar Çağlar da yaptığı konuşmada Kızılay’ın önemine değindi. Programa katılan Sultanbeyli Kızılay Şube Başkanı Ali Bulut, hedeflerinin öncelikle yurtiçi olmak üzere tüm ülkelerdeki yardıma muhtaç insanlara ulaşmak olduğunu vurguladı. Son yıllardaki faaliyet alanlarındaki artışın, beraberinde kurumun itibarını da yükselttiğini dile getiren Bulut, dünyanın her yerinde artık afet ve yardım anlarında Kızılay’ın beklendiğini dile getirdi.
16 • ŞEHİR VE İNSAN
Kızılay Haftası etkinliklerine katılan Belediye Başkan Yardımcısı Zafer Söğütçü, programda emeği geçen öğrencilere ve özellikle, Okul Müdürü Nursen Baykan’a teşekkür etti. Kızılay’ın milletten aldığı güç ve destekle gerek yurt içinde gerekse de yurt dışında sergilediği çaba, dostluk ve işbirliğinin takdire şayan olduğunun altını çizen Söğütçü, “Kızılay, insanların acılarını ortak acı olarak kabul ederek, yaraları sarmaya çalışıyor. Zor şartlar altındaki insanlar için güven, huzur ve yardım kaynağı oluyor” dedi. Açılış konuşmalarının ardından program; Kızılay tarafından hazırlanan tanıtım filminin izlenmesi, tiyatro oyunu, şiirlerin okunması ve tek kişilik deprem konulu oyun ve fotoğraflardan oluşan etkinliklerle devam etti. Sultanbeyli Muhsin Yazıcıoğlu Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen programa öğrencilerin yoğun ilgi gösterdiği gözlendi.
Avrupa Fırsatları Gençlere Tanıtıldı
Avrupa Kültür Şöleni çeşitli okullardan gençlerin katılımıyla Muhsin Yazıcıoğlu Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Şölende gençlere Avrupa fırsatları hakkında bilgiler verildi.
A
vrupa Birliği Bakanlığı Türkiye Ulusal Ajansı Eurodesk Mali Destek Programı kapsamında alınan hibe ile Sultanbeyli Belediyesi tarafından hayata geçirilen Avrupa Kültür Şöleni, Muhsin Yazıcıoğlu Kültür Merkezinde gerçekleşti. Şölende Avrupa’ya ait yiyeceklerin sunulması ve Avru-
pa’nın farklı dillerinde söylenen şarkıların çalınması katılımcı öğrencilere unutulmaz bir tecrübe yaşattı.
GENÇLER BILGILENDIRILIYOR Avrupa Kültür Şöleni Projesi kapsamında önce, bölgedeki tüm 10. ve 11. sınıf öğrencilerine Avrupa Gençlik Fırsatları Bilgilendirme Anketi ya-
pılarak gençlerin Avrupa hakkındaki bilinci ölçülmüş ve gençlerin Eurodesk Bilgilendirme Ağı’ndan haberdar olmaları sağlandı. Bu anketlerde başarı gösteren öğrenciler için kapsamlı bir Avrupa Gençlik Bilgilendirme Programı hazırlandı ve Avrupa Kültür Şöleni programının içine dahil edildi. Şölende Avrupa Birliği ve Erasmus+ programı hakkında katı-
lımcı öğrencilere bilgiler verildi. Program ayrıca Avrupa’nın sunduğu imkanlardan yararlanarak yurtdışına giden ve orda yaşamaya devam eden kişilerle kurulan canlı bağlantılar ve öğrencilerin kendi proje tecrübelerini anlatmasıyla renkli bir boyut kazandı. Belediye Başkanı Hüseyin Keskin’de şölene katılarak öğrencilerin bu heyecanına ortak oldu.
ŞEHİR VE İNSAN • 17
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
Ekipler Ormandan Lastik Topladı Sultanbeyli Belediyesi ekipleri ormana bırakılmış onlarca lastiği topladı. Doğaya sorumsuzca bırakılan lastikler, görenleri hayrete düşürdü. Çevre Koruma Müdürlüğüne bağlı ekipler tarafından bölge kontrolü sırasında Teferrüç Tepe Ormanı’nda onlarca atık lastik bulundu. Hemen harekete geçen ekipler kim tarafından bırakıldığı bilinmeyen lastikleri toplayarak geri dönüşüm merkezine gönderdi. Lastiklerin kim ya da kimler tarafından bırakıldığı ekipler tarafından araştı-
rılıyor. Atık lastikler içerdikleri maddeler bakımından doğada çözünmeden yıllarca kalabiliyor. Bir süre sonra bulundukları toprakların verimini düşürüyor ve neredeyse yok etme düzeyine getiriyor. Ekipler düzenli olarak ilçe genelinde kontrollerini sürdürüyor, tüm atıkları topluyor ve geri dönüşüme götürüyor.
Belediye Personeline İş Güvenliği Eğitimi Sultanbeyli Belediyesi İnsan Kaynakları Müdürlüğü, Belediye personeline yönelik olarak iş güvenliği eğitimleri düzenledi.
İ
nsan Kaynakları ve Eğitim Müdürlüğü sağlıklı iş yerlerinin oluşması ve çalışanlara iş güvenliği kültürünü kazandırmak maksadıyla tüm personele 6331 sayılı kanun kapsamında, konusunda uzman eğitimciler tarafından eğitimler verilmesini sağlıyor. İş güvenliği eğitimlerinin kapsamı Fen İşleri Müdürlüğüne bağlı iş sağlığı ve güvenliği birimi tarafından yapılan iş risklerime raporuna göre gruplandırıldı ve eğitimler buna göre belirlendi. Gruplar halinde beş hafta süren eğitimler, genel iş sağlığı ve güvenliği konuları ile
18 • ŞEHİR VE İNSAN
mevzuat eğitimleri ve ergonomi konu başlıklarını kapsıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Dünya geneli verilerine göre her gün 1 milyon iş kazası meydana geliyor. Bu kazalar ve meslek hastalıkları sonucunda her yıl 2.3 milyon insan yaşamını yitiriyor. Verilere göre günde 4 bin 932 kişi de meslek hastalığına yakalanıyor. ILO tarafından yapılan çalışmalara göre iş kazaları ve meslek hastalıklarından kaynaklanan ekonomik kayıp ülkelerin gayri safi milli hâsılalarının %4’ü olarak tahmin ediliyor.
Aliya İçin Muhteşem Program Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, Sultanbeyli Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir programla anıldı.
B
osna’nın ilk cumhurbaşkanı merhum Aliya İzzetbegoviç, vefatının 11 yılında Sultanbeyli’de anıldı. Anma programında Aliya’yı anlatan belgesel film ve tiyatro oyunu izleyicilere duygu dolu anlar yaşattı. Anma programında konuşan Anadolu Yakası Bosna Sancak Derneği Başkanı Serkan Şenay, programın düzenlenmesinde emeği geçen herkese teşekkür etti. Aliya’nın liderliği ve Bosna’nın bağımsızlığı için verdiği mücadeleler hakkında bilgiler veren Şenay, “Bosna’da yaşananları ve Aliya İzzetbegoviç’i unutmayacağız” dedi. Belediye Başkanı Hüseyin Keskin’de yaptığı konuşmada, “Kültür Platformumuzu geçtiğimiz günlerde muh-
teşem bir programla açtık. Bugün de ilk anma programımızı merhum Aliya İzzetbegoviç için düzenliyoruz” dedi. Sultanbeyli’nin Bosna Hersek’in Jajce Belediyesi’yle kardeş belediye çalışmaları yaptığını ifade eden Başkan Keskin, “Biz Bosna’yla ilgilenmeye devam edeceğiz. Devletimizin kuruluşları Bosna da olduğu gibi dünyanın her yerinde aktif” dedi. Konuşmaların ardından İsmail Kılıçarslan moderatörlüğünde Yusuf Armağan ve Servet Hocaoğulları’nın konuşmacı olduğu Aliya’yı Yeniden Anlamak paneli başladı. Panelde katılımcılar Aliya’yı ve Bosna için verdiği mücadeleleri dinleyicilere aktardı. Panelin ardından Bilge Kral Aliya tiyatrosu başladı. Tiyatroyu izleyenler duygu dolu anlar yaşadı.
ŞEHİR VE İNSAN • 19
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
Öğretmenler Günü Coşkuyla Kutlandı
24 Kasım Öğretmenler Günü, Sultanbeyli Kültür Merkezi’nde düzenlenen özel etkinlikle kutlandı. Programa çok sayıda öğretmen ve ailesi katıldı.
H
er yıl olduğu gibi 24 Kasım Öğretmenler Günü bu sene de coşkuyla kutlandı. Sultanbeyli Kültür Merkezi’nde öğretmenler gününe özel etkinlik gerçekleştirildi. Özel etkinlikte konuşan Turhan Feyzioğlu Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nden emekli olan Elif Bektaş, emekliliğe karar vermesinin hiç kolay olmadığını ve öğretmenlik mesleğinin verdiği huzurdan bahsetti. Görevini keyifle yaptığını ifade eden Bektaş, “Öğretmenliği seviyorum. Ama artık görevi genç meslektaşlarımıza bırakmamız gerektiğini biliyorum. Bu düşünceyle emekliliğimi istedim. Her gün yeni bir hevesle, heyecanla okula gitmek, her derste yeni şeyler öğretmenin coşkusunu yaşamak ve öğreteceklerinizi almaya hazır ışıl ışıl, körpecik beyinler görmek bunlar çok heyecan verici. Hiç yorgunluk hissetmedim: Öğretmen, insanların kendi ayakları
20 • ŞEHİR VE İNSAN
üzerinde durmasını sağlayan, toplumun sürekli önünde giden bir gönül eriridir. Ben tekrar Dünya’ya gelecek olsam yine öğretmen olmak isterdim” dedi. Bektaş konuşmasına yeni öğretmenlere öğütler vererek son verdi. Elif Bektaş’ın ardından aday öğretmenler adına konuşan Aydos İmam Hatip Ortaokulu Öğretmeni Sinan Yeniay, “Öğretmenlik kutsal bir meslektir. Ülkemizin her bir yanında öğretmenlik yapacak olmanın umuduyla eğitimimizi en iyi şekilde aldık. Heyecanlıyız, umutluyuz” şeklinde konuştu. İlçe Milli Eğitim Müdürü Yaşar Çağlar da yaptığı konuşmada, “Öğretmen, yüreğinin sıcaklığını her gün onlarca öğrencisine verendir. Öğretmen toplumu daha ileriye taşıyandır. Öğretmen öğrencisine rol modeldir. Öğretmenlik bir hizmet mesleğidir” dedi.
Programa katılan Belediye Başkanı Hüseyin Keskin de, “Bugün, geleceğimizi emanet ettiğimiz, yarınlarımızı emanet ettiğimiz kıymetli öğretmenlerimizin günü. Öncelikle her biri birbirinden değerli tüm öğretmenlerimin, bu güzel ve anlamlı günlerini tebrik ediyorum, hepsine hem mesleklerinde hem de yaşamlarında sonsuz başarılar diliyorum. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı yetiştirme, güçlü ve başarılı Türkiye’yi büyütme ve yeşertme noktasında, her öğretmen bire bin katan bir tohum gibidir. Bir ülkenin geleceği, o ülke insanlarının göreceği eğitime bağlıysa, eğitimin kalitesi öğretmenin hizmetine, adanmışlığına bağlıdır. Fedakar öğretmenlerimiz için, yılın sadece bir günü kutlanan öğretmenler günü, aslında onlara olan ömürlük minnettarlığımızın sadece bir temsilidir. Bizi okul sıralarından bu günlere getiren, değerli bilgileriyle donatan öğretmenlerimize şükranlarımı sunuyorum” şeklinde konuştu. İlçe Kaymakamı İbrahim Özefe de eğitimin kişinin doğumundan hayatının sonuna kadar devam eden bir süreç olduğunu ifade ederek, “Kişileri hayata hazırlayan, kişilere yön veren eğitimdir. Temelinde, muhtevasında eğitim olmayan hiçbir şey yoktur. İnançtan kültüre, demokrasiden milli değerlere varana kadar her şeyin temelinde eğitim vardır. Eğitim kadrolarımız öğretmenlerimiz çok önemlidir” şeklinde konuştu. Program mesleğe yeni başlayan ve aday öğretmen statüleri kalkan eğitimcilerin yemin etmesinin ardından sona erdi.
ŞEHİR VE İNSAN • 21
KENT ANALİZ
Kente İstatİstİksel BİR Bakış AHMET KERİM NALBANT kerim.nalbant@sultanbeyli.bel.tr
Sultanbeyli, son 20 yıldır yapılanmış bir ilçe olmasında rağmen genç nüfusun ağırlıkta olduğu ve hızla artan bir nüfus yapısına sahiptir. İstanbul’un yapı stoku açısından ortalama düzeyde ilçelerden biri olmasına rağmen Sultanbeyli ilçesinin bugünkü nüfusu pek çok Anadolu şehri ile eşdeğer düzeydedir.
G
ittikçe globalleşen Dünya’da, özellikle Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Sovyetler Birliği’nin dağılışı gibi olayların gerçekleştiği 80’li yılların akabinde toplumlarda yaşanan teknolojik, sosyoekonomik alanda yaşanan değişimler, kamu yönetimi anlayışının çok farklı açılardan sorgulanmasına, yeni toplumsal sorunlar ve çözüm yöntemlerinin gelişmesine zemin hazırlamıştır. En kapsayıcı ifade ile eski adıyla Amme güncel adıyla kamu yönetimi kavramı; devlet ve toplum düzeninin kesintisiz olarak işlemesi ve kamunun ortak ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik mal ve hizmetlerinin üretilip halka sunulmasına ilişkin bir sistem tanımı içeresinde kalmaya devam etmiş ancak toplumun değişimine paralel olarak sürekli bir değişim dinamizmi içerisine girmiştir.
ilişkilendirilen hizmet ve mal sunumunda etkinlik ve verimlilik konuları, bahsi geçen yeni dönemde bazı kamu hizmetlerinin özel sektör eliyle de gerçekleşmesi ve toplum ihtiyaçlarının çeşitlenmesi nedeniyle kamu hizmetlerinin yürütülmesinde vatandaş memnuniyeti kavramı da gündeme gelmiştir. Bu kapsamda kamu idareleri kendilerine kanun esasları çerçevesinde tevdii edilen görevler ve imkanlar vasıtasıyla, vatandaşın beklentilerine uygun olarak; hizmet sundukları alanların ve yapıların mevcut durumlarını, mevcut durumlar çerçevesinde tespit edilen amaçları ve hedefleri tanımlamakla yükümlü olmuşlardır. Dolayısıyla bunun uluslararası normlar dahilinde yapılabilmesi için olmazsa olmaz koşul, faaliyetlerin planlanmasından sunumuna kadar stratejik düşünmek ve stratejik yönetimi anlayışını tüm yaklaşımların omurgası olarak seçmektedir.
Yukarıda tasvir edilen süreç kurumların yansıması incelendiğinde günümüzdeki kamu yönetimlerinde daha çok sürekli yenilenen yaklaşımlar göz önünde bulunmaktadır. Bu sürekli yenilik arayışının devamlılığı ise gene kamu yönetiminin etkinlik ve verimlilik arttırıcı ve hizmet performanslarının gözlemlenebildiği Yeni Stratejik Yönetim modeliyle birlikte kamu kurumlarında tesis edilmeye çalışılmaktadır. Bir önceki dönemde daha çok özel sektör faaliyetleri ile
KENT YÖNETIMINE BILIMSEL YAKLAŞIM
22 • ŞEHİR VE İNSAN
Kelime anlamı olarak “cité”, “polis”, “medine” kavramlarından gelen kent tanımı çeşitlilik göstermekle birlikte genel ölçütleriyle kırsaldan kesin olarak farklılık gösteren yoğun nüfusun yaşadığı yer olarak tanımlanmaktadır. 20. yüzyılın sonları ile birlikte çevre, ekonomik gelişme ve bunlarla ilgili kavramlar dünya gündeminin üst sıralarında yer almaya başla-
mıştır. Çeşitlenen ve karmaşıklaşan global sorunlar sanayileşme, nüfus artışı, yoksulluk, gibi temel sosyoekonomik sorunların yanına hava,su, toprak kirliliği biyolojik ve organik çeşitliliğin azalması gibi sorunların da varlığını hep beraber içerecek bir yaklaşımla ele alınması gerekliliği kabul görmeye başlamıştır.
rağmen Sultanbeyli ilçesinin bugünkü nüfusu pek çok Anadolu şehri ile eşdeğer düzeydedir. ADNKS verilerine göre Sultanbeyli İlçesi’nin 2013 yılı toplam nüfusu 309.347 kişidir. İstanbul’un Anadolu’ya uzanan karayolu çıkışında bulunması nedeniyle bakımından lojistik açıdan önemli bir coğrafî konuma sahiptir.
Kentsel hizmetlerin bütüncüllüğü çerçevesinde gelişen bu kavramın bugünkü esaslarıyla çerçevesi ise aynı yılların sonunda, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından hazırlanan çalışmalarda tanımlanmıştır. Bu rapora göre sürdürülebilir gelişme “bugünün ihtiyaçlarını, gelecek kuşakların da kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin karşılamak” olarak tanımlanmıştır.
Mahalle veritabani çalişması kapsamında Türkiye’de yerel yonetimlerde ilk defa bir bölgenin sosyo-ekonomik durumunun analizine yönelik veriler tespit edildi. Bu kapsamda nüfustan iktisadi faaliyetlere, yeşil alanlardan bina kullanım verilerine sağlıktan engelli vatandaşların engellilik oranlarına kadar pek çok sayısal veri, mahalle bazında tespit edilerek geliştirildi.
Ruşen Keleş tarafından hazırlanan Kentbilim Terimleri Sözlüğü’nde de bu terimle alakalı özgün bir tanım bulunmaktadır. Kavramın eş anlamı için sürekli ve dengeli gelişme kavramı düşünülse de tabir olarak, “çevre değerlerinin ve doğal kaynakların savurganlığa yol açmayacak biçimde akılcı yöntemlerle, bugünkü ve gelecek kuşakların hak ve yararları da göz önünde bulundurularak kullanılması altında devamlılığını sürdürmesi için kolektif eylemlere ihtiyaç olduğunu ortaya koymuştur.
İlçedeki yaklaşık 105 bin hanenin 75 bini, 9 bin işyerinin 6 binini kapsayan çalışma ile Türkiye’de ilk defa üretilen hizmetlerin kalitesine dair süreçlerin incelenmesi ve bu bulguların kent halkının yaşamına dair somut etkilerinin incelenmesine dair verisel bir altlık oluşturulmuş oldu.
İLÇE VERITABANI ÇALIŞMALARI Sultanbeyli, son 30 yıldır yapılanmış bir ilçe olmasında rağmen genç nüfusun ağırlıkta olduğu ve hızla artan bir nüfus yapısına sahiptir. İstanbul’un yapı stoku açısından ortalama düzeyde ilçelerden biri olmasına
Bu kapsamda olusturulan veri havuzunun sürekliliğini sağlanması amacıyla ilgili birimlerden veri geliştirme uzmanları görevlendirilerek istatistiksel çalışmaların belli dönemlerde güncellenmesine dair bir sistematik de geliştirilmiş oldu. Oluşturulan veritabanı vasıtasıyla ilçeye dair araştırma çalışmalarına veri üretilmesi ve bu konuda ulusal araştırmacıların teşviki ile belediye hizmetlerinin ilçenin yaşam kalitesine etkilerinin tespit edilmesi imkanı da oluşmuş olacaktır.
ŞEHİR VE İNSAN • 23
ŞEHİR VE TARİH
Şeb-i Arus’a Giderken KENAN AYDIN
kenan@kenanaydin.com.tr
Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma. Benim için ağlama, yazık vah vah deme! Cenazemi gömdüğün zaman firak, ayrılık deme! Benim buluşmam, kavuşmam işte o zamandır. Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret.
T
asavvuf tarihinde derin izler bırakan, büyük mutasavvıf Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî’nin yaşadığı aşk, Anadolu’nun ev sahipliğinde dünyanın dört bir yanına yayılma imkanı bulur, büyür, serpilir. Söz ehli olmaktan çıkıp hâl ehli olan, yaşamını “hamdım, piştim, yandım” sözleriyle özetleyen Büyük Derviş, dostlarına; öldüğü gün ağlamamalarını, acı çekmemelerini vasiyet eder. Çünkü aslında yaşanan hayatın sona ermesi değil; Yaratan ile, en sevdiğiyle yaşanacak olan Şeb-i Arus’dur. Ölümü; yeniden doğuş, asıl var olma, Allah’a kavuşma anı olarak gören Mevlânâ, öğretilerinin mihenk taşı olarak ölümü görür. Bu
24 • ŞEHİR VE İNSAN
anlayış; Allah, kâinat, insan, ruh, hayat ve devir hakkındaki görüşlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Mevlânâ’ya göre bir devir sistemi içinde hayatın anlamı, ruhun ölümsüzlüğü ve Allah’a vuslatın yolu ölümden geçer. Ölüm; mutlak olana, asla, öze dönüştür. Mevlânâ’nın en vurucu, çarpıcı öğretilerinden olan Şeb-i Arus düsturu, Mesnevî’nin ilk on sekiz beytinde –ki bu beyitler Mesnevî’nin özü kabul edilir– veciz bir şekilde “ney metaforu” ile de anlatılır.
ÖLÜMSÜZLÜĞÜN YOLU Tasavvuf geleneğinde sıkça vurgulanan ölümü Mevlânâ, tevhidin sırrında görür. Ona göre ölüm, ebediyetin bir kapısı veya ölümsüzlüğe erişmenin bir geçididir.
Mevlânâ, sıkça vurguladığı ölümü, “iradi ölüm” ve tabii ölüm” diye ayırır. İradî ölümle kastettiği tasavvufi terbiye metotlarıyla nefsin isteklerine karşı koyarak ruhun arındırılmasıdır. Çünkü ruh, nefsin tasallutundan kurtularak ancak kamil olabilir. Burada Hz. Peygamber’e atıfta bulunan Büyük Mutasavvıf, “Ölmeden önce ölünüz” hadisinin şerhini hayata yayılması olarak görür. Nitekim Mevlânâ, Allah’ın kullarından muradının da iradi ölüm olduğunu söyler. Ve Allah’ın “... canına, başına andolsun ki, sen ölmedikçe, benlikten kurtulmadıkça, sana kendimi vermem...” buyruğunu referans alır. Akabinde ise Mevlânâ, Allah’a yalvarır adeta ve der ki, “Ben aşk
derdinden öldüm, bir an için bana nefes et, üfür. Üfür de o mübarek nefesle, ben ölümsüz bir hayata kavuşayım.”
AKIL MI, AŞK MI? Mutasavvıflar akılla Allah’a ulaşmanın imkânsız olduğunu, Cenab-ı Hakk’a ancak sevgiyle ulaşılabileceği görüşünü savunurlar. Bu konuda önemli bir dayanakları miraç gecesinde Hz. Peygamberle Cebrail’in yolculuğudur. O kutlu gecede Hz. Peygamber ve Cebrail yedinci kat gökte, Allah’a yaklaşmada ulaşabileceği son sınıra kadar birlikte giderler, Cebrail daha sonra “Bir parmak daha ileri gidersem yanarım” diyerek orada kalır; başlangıçta rehber veya muallim olan Cebrail’in belli bir sınırın ötesine geçemezken, Hz. Peygamber hiçbir canlıya nasip
olmayan İlâhî yakınlığa mazhar olur. (Mesnevî, 1:44/1112-14) İşte bu hadisede Cebrail’in aklı, Hz. Peygamber’in de aşkı veya gönlü temsil etmesi olarak yorumlanır mutasavvıflarca. Çünkü aklın sınırlan vardır, gücü belirlidir. Ancak aşkın sınırı yoktur. Dolayısıyla insanın Allah’a akıl yoluyla ulaşması mümkün değildir, o eşsiz sevgiliye aşmanın tek yolu ise aşktır.
EBU BEKİR AŞKI Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ve Yunus Emre on üçüncü yüzyılda Anadolu’da zühde (kendini ibadete verme) karşı aşkın üstünlüğünü benimseyen şair mutasavvıflardır. Bu gönül erleri zühd taraftarlarına karşı eserlerinde aşkın gücünü savunurlar. Bu görüşü Yunus Emre; “Aşk mezhebi dindir bana”
sözleriyle, Mevlânâ da; “Peygamberimizin yolu aşktır, aşk oğullarıyız biz, anamız aşktır.” (Rubâîier, s. 18) ifadesiyle dile getirir. Mevlânâ’ya göre sevgi dindir, imandır. Yani dinin özüdür, temelidir. Bir başka deyişle insanın sevgiden nasibi yoksa dinden de nasibi yok demektir. Mevlânâ bu konuyu şöyle anlatır: Hangi gönülde senin sevgin gizli değilse, Kâfirdir o gönül, Müslüman olamaz. Bir şehirde padişahın heybeti yoksa,
Yıkılmamışsa bile yıkılmış say o gönlü. (Rubâîler:96)
Sevgi erlerinin üzerinde önemle durdukları konu, yalnızca dinî prensiplere bağlılığın ve ibadetleri yerine getirmenin Allah’a kavuşmak için yeterli olmadığıdır.
ŞEHİR VE İNSAN • 25
ŞEHİR VE TARİH
26 • ŞEHİR VE İNSAN
Önemli olan ibadetin özünde, Allah aşkının yer almasıdır, ibadet elbette ki çok önemlidir. Zira Cenab-ı Hak, “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zâriyât, 51/56) buyurmaktadır. İbadet kulluk demektir ve namaz, oruç, zekât kulluk görevinin yerine getirildiğine dair birer şahittir. Ancak amaç ibadetlerin şekli değil, özüdür. Maksat Allah’a tapmak iken, ibadetin suretine takılanlar dine tapar duruma gelmektedir. İşte bu sebeple Mevlânâ ibadetlerin Allah sevgisiyle derinleşeceğine ve kulun Allah’a yaklaşmasına vesile olacağına dikkat çeker ve bir hadisle konuyu izah eder: “Hz. Ebu Bekir; namazı, orucu ve sadakası ile diğer ashaba tercih edilmedi. O, kalbindeki iman sayesinde yüceltildi, hadisinde bildirildiği gibi, Hz. Ebu Bekir’in başkalarına üstünlüğü çok namaz kıldığı ve oruç tuttuğu için değil; Cenab-ı Hakk’a duyduğu muhabbet sebebiyledir. Kıyamette namazları, oruçları, sadakaları getirip teraziye koyarlar. Fakat sevgiyi getirdikleri zaman bu ilahi aşk teraziye sığmaz. Bu yüzden asıl olan aşktır. (Fîhi Mâfih: 325-326)
SEMÂ’DAKİ SIR Duymak, algılamak, işitmek anlamları lügatte “semâ” başlığı
altında yazılanlardır. Diğer yandan yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim “Oku!” ile başlar. Mevlevilikte ise semâ ve oku kelimelerine basit bir ifadeden öte barındırdıkları derin anlamlarının olduğu düşünülür. Okuyanın Peygamber gibi kendine ait her türlü istek ve arzulardan geçip Allah’a ayna olmuş, Allah’ın söylediğini yansıtan, neye benzeyen bir kamil olunca; okunan kulağa geldiğinde vücudu harekete geçirir. İşte Kur’an’ın manasının musikisini dinlemeye, dinlerken de vecde gelerek coşkuyla raks etmeye ve dönmeye semâ denir. Varlıkların var olma sebeplerinin başında hareket ve dönme eylemi gelir. Tıpkı makro ve mikro yani, kainat ve atomun çevresindeki elektronların dönerek var olması gibi, dervişler de dönerler. Tıpkı dönerek her zerre ile, her mevcut ile var olmak gibi. Semâyı yani dönmeyi Kabe’nin etrafındaki tavafa benzeterek şöyle diyebiliriz. Hacılar gönül makamı olan Kabe’nin etrafında dönerek günahlarından arınırlar. Semâ eden derviş de kendi gönlünün etrafında dönerek kötü duygulardan arınır. Çünkü dönen cisim, kendinden olmayan şeyleri dışarıya fırlatır, atar. Bunun anlamı da kalbe küfrü (yani ikiliği; her yaratılmışta Allah’ı görememek küfürdür) sokmayacaksın, girmişse de atacaksın demektir.
Özet olarak semâ, kainatın oluşumunu, insanın alemde dirilişini, Yüce Yaratıcı’ya olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “İnsan-ı Kamil”e doğru yönelişini ifade eder. Benliğinden ölü olan Mevlevi dervişinin, başındaki sikkesi mezar taşı, giydiği tennuresi kefeni, sırtındaki hırkası kabridir. Semahane kainattır; sağ tarafı görünen ve bilinen madde alemi, sol taraf mana alemidir.
AYNI HALKADA ÖLÜLERLE DİRİLER Mevlevi dergahlarında semahane ile türbe yani vefat eden büyük şeyhinin kabri aralarında herhangi bir duvar olmaksızın aynı çatı altındadır. Böylece semâ esnasında semâda vâr olan ritüellerde iradî ölümün talipleri olan semazenler, türbede yatan Ruhlar Bahçesi’nin veya “Susmuşlar/Susanlar Yurdu”nun sakinleriyle beraber semâ yaptıklarına inanılır. Yani semâ dergâhta eski Mevlevi ulularının huzurunda yapılır. Çünkü Hakk aşığı olan kamil insanlar, ölmemiş, yok olmamışlardır. Yunus Emre’nin dilinde; “Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez” şeklinde ifadelendirdiği gibi, ruhlarıyla yaşamaktadırlar ve her zaman aralarında bulunmaktadırlar. Onlar, kimi yüz, kimi beş yüz, altı yüz yaşlarında Mevlevi kıdemlileridir.
ŞEHİR VE İNSAN • 27
ŞEHİR VE TARİH
3. İştiyâk derdini şerhedebilmem için, Ayrılık acılarıyle şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim.
Görmeye mani olmayacağından zaten semahane ile türbe arasına duvarın çekilmesinin lüzumsuzluğuna inanılır. Mevlevîlere göre; evlerde olduğu gibi bu durum yaşlıların bir köşede oturmasıdır. Dergah heyeti yani susmuşlar yurdunun sakinleri, tıpkı seyirciler gibi semahaneden sadece parmaklıkla ayrılmış köşede otururlardı. Böylece Mevlevî dergahlarında ölülerle diriler bir arada yaşarlar.
4. Aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse, Orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar.
BATMAYI GÖRDÜN DEĞİL Mİ? DOĞMAYI DA SEYRET!
5. Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum, Bedhâl (kötü huylu) olanlarla da, hoşhâl (iyi huylu) olanlarla da düşüp kalktım.
Mevlânâ’ya göre ölüm, insanın iç dünyasının bir aynasıdır. Ölümden korkanlar kendi iç yüzlerinin çirkinliklerinden, kötü işlerinin nefislerinde bıraktığı işlerinin nefislerinde bıraktığı izlerden korkmaktadırlar.
Mesnevİ’den 1. Dinle, bu ney neler hikâyet eder, Ayrılıklardan nasıl şikâyet eder. 2. Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan, Erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.
6. Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu, İçimdeki esrârı araştırmadı. 7. Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu, Görecek nûr, her kulakda onu işitecek kudret yoktur. 8. Beden ruhdan, ruh bedenden gizli değildir. Lâkin herkesin rûhu görmesine ruhsat yoktur. 9. Şu neyin sesi âteşdir; havâ değildir. Her kimde bu âteş yoksa, o kimse yok olsun. 10. Neydeki âteş ile meydeki kabarış, Hep aşk eseridir. 11. Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun makam perdeleri, Bizim nûrânî ve zulmânî perdelerimizi –yânî, vuslata mânî olan perdelerimizi– yırtmıştır. 12. Ney gibi hem zehir, hem panzehir, Hem demsâz, hem müştâk bir şeyi kim görmüştür. 13. Ney, kanlı bir yoldan bahseder, Mecnûnâne aşkları hikâye eder. 14. Dile kulakdan başka müşteri olmadığı gibi, mâneviyâtı idrâk, Etmeye de bîhûş olandan başka mahrem yoktur. 15. Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti. O günler, mahrûmiyyetten ve Ayrılıktan hâssıl olan ateşlerle arkadaş oldu –yânî, ateşlerle, yanmalarla geçti–. 16. Günler geçip gittiyse varsın geçsin, Ey pâk ve mübârek olan insân-ı kâmil; hemen sen vâr ol. 17. Balıktan başkası onun suyuna kandı, Nasibsiz olanın da rızkı gecikti. 18. Ham ervâh olanlar, pişkin ve yetişkin zevâtın hâlinden anlamazlar, O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm. Mesnevi’nin özü kabul edilen ilk on sekiz beyitin tercümesi.
28 • ŞEHİR VE İNSAN
Mevlânâ eserlerinde hayatın bir ayrılık hikayesinden ibaret olduğunu savunan, ölümün korkulacak bir durum olmadığını aksine, Hakk aşıkları için arzulanan bir husus olduğunu savunur. Mevlânâ, özellikle vefatı öncesi dostlarını teskin etmek için şu gazeli söylemiştir; “Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma. Benim için ağlama, yazık vah vah deme! Şeytanın tuzağına düşersen o zaman eyvah demenin sırasıdır. Cenazemi gömdüğün zaman firak, ayrılık deme! Benim buluşmam, kavuşmam işte o zamandır. Beni toprağa verdikleri zaman elveda, elveda demeye kalkışma! Mezar cennet topluluğunun perdesidir. Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret. Güneşle aya guruptan hiç ziyan gelir mi? Yere hangi tohum ekildi de bitmedi? İnsan tohumu bitmeyecek diye şüpheleniyor musun? Toprağa konulduğumu sanıyorsun değil mi? Ayağımın altında bu yedi gök vardır. Bizim mezarımızı toprakta arama. Bizim türbemiz aşıkların gönlündedir.”
ŞEHİR VE İNSAN • 29
AYIN KONUSU
HÜSEYİN OKUR
mirhuseyinokur@gmail.com
30 • ŞEHİR VE İNSAN
Hz. Mevlana’da
Dostluk ve Kardeşlik Mevlâna’ yı anlatmak için kelimeler yetmez… O bu fani dünyadan göçerken pek çok şey miras bırakmıştır bizlere. O zamandan ışık tutmuş günümüze. Hem de en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylere; sevgiye, saygıya ve kardeşliğe.
ŞEHİR VE İNSAN • 31
AYIN KONUSU
M
evlana Celaleddin Rumî, 6 Rebiulevvel 604/30 Eylül 1207 de Belh’de doğmuştur. Adı Muhammed Celaleddin olup “Mevlana” ve “Hudavendigar” gibi lakapları kendisine daha sonra verilmiştir. Annesi Belh emiri Rükneddin’in kızı, Mümine Hatun’dur. Babası, “Sultanu’l-ulema” yani “Alimlerin sultanı” diye bilinen, Muhammed Bahaeddin Veled’dir. Bahaeddin Veled o zamanlar yaklaşan Moğol tehlikesi sebebiyle ailesiyle birlikte Belh’ten göç etmeye karar vermiştir. Sultânü’l-Ulema, aile fertleri ve dostlarıyla Belh şehrini 1212-1213 tarihlerinde terk ettikten sonra Hacca gitmeye niyet etti. Göç kervanıyla Bağdat’a yaklaştığında, kendisine hangi kavimden olduklarını ve nereden gelip nereye gittiklerini soran muhafızlara Sultânü’l-Ulema Şeyh Bahaeddîn Veled, “Allah’tan geldik, Allah’a gidiyoruz. Allah’Tan başka kimsede kuvvet ve kudret yoktur.” demişti. Şeyh Bahaeddîn, Bağdat’ta üç günden fazla kalmadı ve Kufe yolundan Kabe’ye hareket etti. Hac vazifesini yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam’a uğradı. Oradan Malatya’ya, sonra Erzincan’a, oradan Karaman’a uğradılar. Karaman’da bir müddet kaldıktan sonra, nihayet Konya’ya yerleştiler. Karaman’da bulundukları 1225 tarihinde Mevlânâ, babasının buyruğu ile itibarlı, asil bir zat olan Semerkantlı Hoca Şerafeddin Lala’nın, huyu güzel, yüzü güzel kızı Gevher Banu ile evlendi. Bundan sonra Mevlana Celaleddin Rumi, ilmi yönden kendisini geliştirdiği gibi batınını da terbiye etti. Zamanının pek çok gönül erinin sohbetinde bulundu. Kendi deyimiyle hamdı pişti. Sonrasında binlerce talebesini ve müridini baki aleme hazırlık yolunda terbiye etti. Söylediği hikmetli sözler sadırlara şifa oldu. Onun ünü bu gün olduğu gibi kendi zamanında da bütün cihana yayıldı. İrfan ve sevgi güneşi Mevlânâ, 5 Cemaziyelahir, 672 (17 Aralık 1273) Pazar günü gurup vakti, bütün parlaklığı ile, bütün güzellikleriyle gülerek ebediyet aleminin asumanına doğdu.
İnsan kendi için ne istiyorsa, diğerleri için de aynı şeyi arzu ettiği sürece ‘insan’ dır. Kendinin hoşuna gitmeyeni başkasına da yapma buyurur Hz. Peygamber. 32 • ŞEHİR VE İNSAN
O vefatına Şeb-i Arus demiştir. Mevlana bu geceyi Rabb’ine, sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşündüğü “Düğün Gecesi” olarak adlandırmıştır. Mevlana’nın vefat yıl dönümlerinde 17 Aralık tarihlerine denk gelen haftalarda yapılan ve Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri olarak isimlendirilmeye başlanılan törenler, “Şeb-i Arus” olarak da anılmaktadır. Bu yıl Mevlana’nın Hakka’a yürüyüşünün 741. yıldönümü… Mevlana Celaleddin-i Rumi vefatından önce vasiyetini şöyle yapmıştı: “Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı, bende bu cihanın gamı var, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma; bu çeşit şüpheye düşme, bana ağlama, yazık yazık deme. Şeytanın tuzağına düşersem işte hayıflanmanın sırası o zamandır. Cenazemi görünce ayrılık ayrılık deme. O vakit benim buluşma ve görüşme zamanımdır. Beni kabre indirip bırakınca, sakın elveda elveda deme; zira mezar cennetler topluluğunun perdesidir. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki? Sana batmak görünür, ama o, doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür, ama o, canın kurtuluşudur. Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun? Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı? Can Yusuf’u ne diye kuyuda feryad etsin? Bu tarafta ağzını yumdun mu o tarafta aç.”
insanları, aynı ağacın dalları, hepsi de o Yaradan’ın kulları değil mi… Elbette bunda şek şüphe yok! Gel, gel, daha yakına gel! Beni, benliği; bizi, bizliği bırak! Çabuk gel; vakit geçirmeden gel! Gel, daha yakına gel! “Biz”den de, “ben” den de vazgeç; gel! “Sen”lik ve “Biz”lik yok oluncaya kadar gel! Öyle bir gel ki, Ne sen kalasın, ne de biz.” der, Mevlana… İnsan kendi için ne istiyorsa, diğerleri için de aynı şeyi arzu ettiği sürece ‘insan’ dır. Kendinin hoşuna gitmeyeni başkasına da yapma buyurur Hz. Peygamber. Ve dostluğun, kardeşliğin, bir arada yaşamanın ipuçlarını verir bizlere. Bir gün Mevlana Hazretleri öğrencileriyle birlikte Konya sokaklarında dolaşırken, yıkık bir evin önüne gelirler. Beş-on köpek o evin bahçesini mekan tutmuş birbirleriyle güzel güzel oynaşmaktalar. Bu durumu gören öğrenciler Mevlana’ya dönerek; efendim, derler, bakın şu aşağıladığımız köpeklere. Biz insanlardan daha iyi geçiniyorlar, kavga etmeden yaşayabiliyorlar. Mevlana hiç cevap vermez.
Dünyaya gelişinden Şeb-î Arus’a yani düğün gününe kadar, saçtığı ışıkla tüm insanlığı aydınlattığı gibi, dünyadan bedeninin ayrılmasından sonra bile, insanlık aleminin manevi güneşi olmuştur Mevlana.
UNUTTUĞUMUZ KARDEŞLIK ÜZERINE Mevlâna’ yı anlatmak için kelimeler yetmez… O bu fani dünyadan göçerken pek çok şey miras bırakmıştır bizlere. O zamandan ışık tutmuş günümüze. Hem de en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylere; sevgiye, saygıya ve kardeşliğe. Barış içerisinde, hoşgörülü ve dostça bir arada yaşamayı öğütlüyor Mevlana daima. Önce insanın kendisini tanıması gerektiğini söylüyor. Hz. Peygamber Efendimiz’in sözüyle, insanın her şeyden önce nefsini bilmesi gerektiğini vurguluyor; “Ben kimim, bende hangi unsurlar var, ne yapıyorum, ölüp de Allah’ın huzuruna varınca nasıl hesap vereceğim?” sorularını sormalı diyor. İnsan ancak bunları sorgulayınca içindeki gerçek cevheri bulabilir. Mevlana’nın deyimiyle içindeki Firavun’u yok edip Musa’sını keşfedecek ve yaratılmışların en şereflisi olduğunun bilincinde olur. Ruhlar aleminde kardeşçe bir arada yaşadığı insanlarla, bu dünyada da güzelce yaşayacak. Yoksa insanların hepsi aynı yolun yolcusu; aynı kervanın, aynı geminin
Bir öğrencisini gönderip kasaptan bir ciğer alıp getirtir ve o köpeklerin arasına atar. Ciğeri kapma yarışına giren köpekler birbirlerini parçalarcasına bir kavgaya tutuşurlar. İşte o vakit öğrencilere döner ve gördünüz ya, der. Dünya malına tapan insanların dostlukları da aynı böyledir. Arada bir menfaat yokken güzel güzel geçinirler; ancak aralarına maddi-manevi bir dünyalık girince eski günlerini hatırlarına bile getirmez, birbirleriyle kavga eder dururlar. O zaman da “insan”lıktan çıkıp bu hayvanların safına geçerler. İşte belki de Mevlana’nın bu olaydan sonra söylemiş olabileceği bir gazeli, ki aynen yukarıdaki olayı tasvir etmekte: “Gel, gel de birbirimizin kadrini, kıymetini bilelim; Çünkü, belli olmaz, birbirimizden ansızın ayrılabiliriz.” Öyle ya, Hz. Peygamber Efendimiz;, “Mümin müminin aynasıdır” buyurmuştu. O halde bizler ne diye aynadan yüz çeviriyoruz? Kardeşliğin temelini; güven, sadakat, doğruluk, iyi niyet, hüsnü zan, yardımlaşma, sevgi ve saygı, kardeşi için feragat etmek, kendi ihtiyacı varken başkasını kendisine tercih etmek (diğergamlık), merhamet, hoşgörü, adalet, ahde vefa yani sözünde durmak, güzel ve yumuşak sözlü olmak, ziyaret etmek ve imkânlar ölçüsünde hediyeleşmek, selamlaşmak gibi güzel davranışlar oluşturur.
ŞEHİR VE İNSAN • 33
AYIN KONUSU
34 • ŞEHİR VE İNSAN
“Din kardeşinden bir cefa gördünse, onun bin vefâsı olduğunu hatırla!.. Çünkü iyilik, günaha karşı şefaatçi gibidir.” der Hz. Mevlana… Hacı Bektaş Veli de, “Sevgi varken nefret niye, Barış varken savaş niye, Kardeşlik varken didişmek niye, Dostluk varken düşmanlık niye, Hoşgörü varken bağnazlık niye, Özgürlük varken tutsaklık niye, Adalet varken, haksızlık niye?” der ve kardeşliği dostluğu böyle özetler. Garazlar, kinler dostluğu karartır, gönlü yaralar; Ne diye garazları, kinleri gönlümüzden söküp atmıyoruz... Mevla’nın şu gazeli de çatışma içinde yaşayan günümüz insanının dersler çıkaracağı öğütlerle dolu ve adeta çağımız insanına bir haykırış, niteliğinde: Beri gel, daha beri, daha beri. Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? Bu Hır gür, bu savaş nereye dek? Sen bensin işte, ben senim işte. Ne diye bu direnme böyle, ne diye? Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye? Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek, Ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye? Zengin yoksulu hor görür, ne diye? Sağ soluna yan bakar, ne diye? İkisi de senin elin, ikisi de, Peki, kutlu ne, kutsuz ne? Topumuz bir tek inciyiz, bir tek. Başımız da tek, aklımız da tek. Ne diye iki görür olup kalmışız, İki büklüm gök kubbenin altında, ne diye? Hz. Mevlana Mesnevi’sinde oğluna ve günümüz insanına şu öğütleri verir: “Bahaeddin! Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma! Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma! Merhem ve mum gibi ol! İğne gibi olma! Eğer hiç kimseden sana kötülük gelmesini istemiyorsan; kötü söyleyici, kötü öğretici, kötü düşünceli olma! Çünkü bir adamı dostlukla anarsan daima sevinç içinde olursun. İşte o sevinç cennetin ta kendisidir. Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun. İşte bu dert de cehennemin ta kendisidir. Dostlarını andığın vakit gönül bahçen çiçek açar, gül ve fesleğenlerle dolar. Düşmanları andığın vakit, gönül bahçen, dikenler ve yılanla dolar, canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir. Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar. İçlerindeki karakteri dışarı vurdular. Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu, hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.”
Mevlana’nın yedi öğüdü dostluk ve barış için çok önemlidir. Şöyledir: Cömertlik ve yardım etmede akar su gibi ol. Şefkat ve merhametle güneş gibi ol. Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol. Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol. Hoşgörürlükte deniz gibi ol. Ya olduğun gibi görün Ya göründüğün gibi ol. Mevlana engin bir hoşgörü sahibiydi. İnsanların ayıplarını araştırmazdı. Hatasız dost arayanın dostsuz kalacağını da dile getirmişti: “Eğer dostlarınız kötülüklerini size anlatırlarsa, sizin onları yetmiş kere hayırla ve iyi niyetle tevil etmeniz gerekir. Onu açıklamaktan tamamıyla aciz kaldığınız zaman, ‘Bunun sırrını o bilir’ deyiniz ve konuyu kapatınız ki dünyada dostsuz kalmayasınız. Çünkü ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır” diyerek insanın fıtratını özetlemiş ve dostluğun asgari müştereklerde olduğunu haber vermişti.
GEL NE OLURSAN OL! Mevlana adeta Mesnevi’sini bunun için yazmıştır. “Gel gel, ne olursan ol yine gel...” daveti, insanları bir olmaya, dirlik içinde olup ebedi saadetin yegane ayağı olan dünyada saadeti içinde yaşamaya çağırmıştır. O, meşhur sözlerinin devamında şöyle demiştir: “Yine gel, yine gel, ne olursan ol yine gel İster kâfir, ister ateşe tapıcı, ister putperest olsan da gel Bizim bu dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir Yüz kere tövbeni bozmuş da olsan yine gel.” İnsan, Allah emanetini-dini yüklenmiş, meleklerden daha üstün olan ve Cenab-ı Hakk’ın tecellisine ayna olarak yaratılan ulvi bir varlıktır. Mevlana’ya göre insanın insan olabilmesi için yaratılışındaki yüksek gayeyi görmesi ve kendisindeki cevheri sezmesi gerekir. O takdirde insan, insan olabilmenin hakikatine erişebilir. İnsanı diğer bütün mahlûklardan ayıran en önemli özelliği de budur zaten. O kendisine bahşedilen ilahi emanetlerle dünyayı mamur hale getirmelidir. Herkese karşı hoşgörülü davranmalı, kendisinden başlayarak bütün insanlığa sevgiyi, kardeşliği öğretebilmelidir. Başkalarının kusurlarını, suçlarını, kötülüklerini araştırarak ya da başkalarının eksikliklerinden hareketle kendisini yüceltmeye çalışmamalıdır. Bütün insanlara aynı değeri vermeli ve insandaki cevheri yakalamalıdır. “Madendeki inciyi aradıkça madensin, Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin, Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi; Neyi arıyorsan osun sen….”
ŞEHİR VE İNSAN • 35
AYIN KONUSU
“Herkes önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi?” “Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür. Kim birinin ayıbını görürse, o ayıbı satın alır, o ayıbı kendinde bulur.” diyor Mevlana… Hazret-i Mevlana sevgi ve barışın sembolüdür. Mevlana, daima birleştiricidir, barıştırıcıdır. Bu konuda hayatı boyunca çok gayret göstermiştir. Toplumda barış ve huzur ortamını sağlamak için ne gerekiyorsa onu yapmıştır. Çünkü barış ve huzur ortamını hazırlama görevi insana verilmiştir.
GENÇLERE TAVSIYELERI Mevlana gençlere de nasihat eder. Genç, içinde bulunduğu gençlik çağını ganimet bilmeli; bedeni, yüreği ve vücûdu sağlam ve kuvvetli iken dinî ve insanî vazifelerini yerine getirmelidir. Mevlânâ, “Gençlik; yapılmış, döşenip dayanmış, tavanı yüksek, dört duvarı sağlam, onarmaya gereği bulunmayan bir eve benzer.” diyerek, binaların zamanla eskiyip harap olduğu gibi, gençlik günlerinin de gelip geçeceğini ve mutlaka ihtiyarlığın bir gün kapıyı çalacağını söyler ve gençlere insanlık vazifelerini yerine getirmeleri gerektiğini tekrar hatırlatır. Nitekim o, çorak bir tarlaya benzettiği ihtiyarlık günlerinde insanın çöküp, gençlik günlerindeki güç ve kuvvetini kaybedişini şu şekilde ifade eder: “Gün geçip gitmiş, akşam vakti gelip çatmıştır. Bir leş haline gelen beden topallayıp kalmış, yol da uzun ve uzak; iş yeri yıkılmış, iş güç düzeni de bozulmuştur. Alışkanlıklar, kötü huylar derinlere kök salmış, kökleri sağlamlaşmıştır. Onları sökecek güç kuvvet de azalmış, tükenmiştir.” Mevlânâ‘nın gençlere çeşitli konularda pek çok tavsiyesi olmuştur. O, gençlerin maddenin esiri olmamalarını, ağızlarından çıkan sözlere dikkat etmelerini, kendilerinde herhangi bir varlık görmemelerini, ahmaklarla dostluk yapmamalarını, Allah‘tan bol rahmet dilemelerini, başkalarının kusurlarını araştırmamalarını, nefsin istek ve arzularına karşı sabırlı olmalarını, akıllı olmalarını, mâsivâyı gönülden çıkarmalarını, cimrilik yapmamalarını, suretten hakikate yönelmelerini, ölümü hoş bir halde karşılamalarını, başlarına gelen belaların onların kötü huylarını törpülemek için geldiğini bilmelerini, sahip oldukları marifet ve hünerin gerçekte kendilerine ait olmadığını idrak etmelerini, gönüllerinde safiyet meydana gelebilmesi için gölge varlıklarını yırtmalarını, kaza ve kadere bahane bulmamalarını, tövbe etmelerini ve her zaman Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve yasaklarından kaçınmaya çalışmalarını tavsiye eder.
36 • ŞEHİR VE İNSAN
ŞEHİR VE İNSAN • 37
GEZİ
MELİH USLU
usmelih@gmail.com
Tarsus Efsaneler Kenti
38 • ŞEHİR VE İNSAN
Güneşin yıl boyunca yüzünü esirgemediği Doğu Akdeniz’in sıcak kenti Tarsus, önemli dini mekânları, Anadolu efsaneleri, avlulu taş evleri ve bereketli sofralarıyla içinizi ısıtacak.
ŞEHİR VE İNSAN • 39
GEZİ
A
dana Havaalanı’ndan bir saati bulmayan keyifli bir yolculukla Tarsus’a ulaşılıyor. Ancak öncesinde Adana - Tarsus yolu üzerindeki Yenice’de mola vermenin cazip bir tarafı var. Çünkü, taze ve bol köpüklü Yenice ayranı bütün yorgunlukları almaya yetiyor. Turunç bahçeleri eşliğinde adım attığımız Tarsus’a görkemli bir kapıdan giriliyor. Kentin sembollerinden biri olan Kleopatra Kapısı, hikâyeleri filmlere konu olan Romalı Komutan Marcus Antonius ile Mısır Kralçesi Kleopatra’nın buluştuğu yer olarak biliniyor. Taş kemerli dev kapının devamındaki Antik Yol’da yürürken, palmiye ağaçlarının arasından süzülen kış güneşi yüreklerimizi ısıtmaya yetiyor. Gözlerimiz bir an karşıdaki büfede taze şalgam suyu içen iştahlı insanlara takılıyor. Pala bıyıklı şalgam satıcısı, kocaman turşu kavanozlarının arkasında bordo renkli köpüklü
40 • ŞEHİR VE İNSAN
sıvıyı taşıra taşıra bardaklara doldururken söze giriyor: “Tarsus’un güneşine de, soğuğuna da en iyi çare şalgamdır.” Güneşin yıl boyunca cömert davrandığı, yazların ise uzun ve kavurucu yaşandığı Tarsus’ta; şalgam ve siyah havuçtan yapılan bu baharatlı içecek, dört mevsim bir şifa deposu olarak bol miktarda tüketiliyor.
SOĞUK SUYUN KIYISINDA Tarsus, Çukurova’nın doğusunda Arapça’da ‘’soğuk su’’ anlamına gelen Berdan Çayı’nın kıyısına kurulmuş. Sırtını yasladığı Bolkar Dağları, 3 bin metreyi aşan zirveleri, endemik bitki türleri, buzul gölleri ve özgün köyleriyle dağcı ve kampçıların gözdesi. Bir Asur kralından aldığı adını günümüze kadar yaşatan kent, 7 bin yıllık tarihiyle Anadolu’nun en eski yerleşim alanlarından biri. Antik çağda bir üniversite ve 200 bin kitaplık kütüphaneye ev sahipliği yaptığı bilinen kent,
ünlü fikir adamları yetiştiren bir bilim ve inanç merkezi haline gelmiş. Roma döneminde ise Anadolu’yu Kudüs’e bağlayan geçiş yolu üzerindeki konumuyla, Doğu Akdeniz’in en büyük liman kenti olmuş. Günümüzde görkemli tarihinin çok uzağında kalan Tarsus’un sırlarını öğrenmek üzere sokak aralarına yöneliyoruz. Toros Dağları’nın eteklerindeki engebeli arazilerin aksine düz bir coğrafyaya sahip olan Tarsus’ta, bisiklet ve motosiklet kullanımı çok yaygın. İlçe meydanına bakan kahvenin bahçesinde, insan başlı yılan biçiminde betimlenen Şahmeran heykeliyle karşılaşıyoruz.
LOKMAN HEKİMDEN ŞAHMERAN’A Tarsus’ta ortaya çıktığına inanılan Şahmeran efsanesi, kökleri Hint ve Mısır efsanelerine dayanan bir Anadolu miti. Karacaoğlan, Lokman Hekim, Danyal ve Şit Peygamberlere ait birçok olayın yüzyıllardır kuşaktan
TOPRAKTAKİ TARİH 10 yıldır ilçede arkeolojik kazılar yapan arkeologlara Tarsus’tan çıkarılan tarihi eserleri soruyoruz. Kazı ekibi, bölgede 4. ve 5. yüzyıllara tarihlenen mimari parçalar, sikkeler, heykeller, seramik ve bronz eserler ortaya çıkarıldığını söylüyor. En önemlisi de Anadolu’da örneği bulunmayan bazalt taşlarla kaplı, balıksırtı tekniğinde yapılmış 6,5 metre genişliğinde ve yaklaşık 20 metre uzunluğunda antik bir yol ve mozaik avlulu evler keşfedilmiş. Yetkililer, Tarsus ve çevresindeki antik yerleşimlerde, Helenistik mimarinin aksine, Kuzey Suriye etkilerinin daha belirgin olduğunu aktarıyor. Ayrıca, Gözcükule Höyüğü’nde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan M.Ö. 5 binli yıllardan kalma toprak kapların Tarsus Müzesi’nde sergilediğini öğreniyoruz.
kuşağa aktarıldığı yörede, en sevilen söylencelerden biri de yılanlar kraliçesi Şahmeran’ın trajik hikâyesi. İlçede gezerken kimi zaman basit bir resim, bir biblo ya da bez üzerine iğne oyası ile işlenmiş rengârenk Şahmeran figürlerine rastlıyoruz. Meydandaki bahçeli kahvede tanıştığımız Ali Amca’ya Şahmeran efsanesini soruyoruz. Hemen anlatmaya başlıyor: Tarsuslu bir genç olan Camasb, ormanda dolaşırken derin bir çukura yuvarlanıp yerin yedi kat altındaki yılanlar ülkesine düşmüş. Burada yaşayan yılanlar kraliçesi Şahmeran, onu görür görmez sevdalanmış. Yedi yıl boyunca birlikte yaşayan çift, Camasb’ın sıkılmasıyla ayrılmış. Şahmeran, toplu yerlerde yıkanmaması koşuluyla onu serbest bırakmaya razı olmuş. Çünkü, Camasb’in bedeni suya değdiğinde yılana dönüşür; kralın askerleri onu yakalayıp yerini öğrenebilirmiş. Bu gerçeği
unutup hamama giden Camasb’ı yakalayan askerler, işkenceyle Şahmeran’ın yerini söyletmişler. Yılanlar kraliçesi, hamama götürülerek öldürülmüş. Kraliçenin öldürüldüğü rivayet edilen Şahmeran Hamamı, halen ilçe meydanında 1651 yılından bu yana hizmetini sürdürüyor.
ASHAB-I KEHF ROTASI Gezimizin bir sonraki durağı, Tarsus Müzesi. M.Ö. 5 binli yıllardan kalma toprak kaplar, antik mücevherler ve 12. yüzyıl tarihli bir Anadolu mumyasının parçaları, müzenin ilgi çekici bölümlerini oluşturuyor. Müzeden sonra, Tarsus’un son derece önemli olan dini mekânlarını ziyaret etmeyi hedefliyoruz. Danyal Peygamber ’in kabrinin bulunduğu Makam Camii ile Abbasi Halifesi Memun’un yaptırdığı Nur Camii hemen ilçenin merkezinde bulunuyor. Buraya gelmişken Nur Camii’nin hemen bitişiğindeki avluda Toroslardan getirilen karla yapılan ve dondurmanın atası sayılabilecek kerebiç tatlısını denemenizi tavsiye ediyoruz. Ayrıca Hıristiyanlık inancında çok önemli bir yere sahip olan Tarsuslu Aziz Paul adına yapılmış kilise ve su kuyusu da ziyaretinizi bekliyor. Merkeze araçla yaklaşık on dakikalık mesafede ise meşhur Ashab-ı Kehf Mağarası gün boyu gelenlerle dolup taşıyor.
TAŞ EVDE KAHVE KEYFİ Yörede görülmeye değer bir diğer yer, asırlık Tarsus evlerinin en güzel örneklerini saklayan Kızılmurat Mahallesi. Kültür ve Turizm Bakanlığımızın teşvikiyle başlayan restorasyon projesi, Mimar Saadet Sayın’ın olağanüstü çabaları ve semt sakinlerinin desteğiyle birleşince, bugüne dek bir çok tarihi ev ve yapı kurtarılmış. Bir bölümü
turizme kazandırılan iki ya da üç katlı taş evlerin arasında dolaşırken, güzel bir kahvehane keşfediyoruz. Restore edilen 130 yıllık eski bir pamuk deposunda hizmet veren mekânın kapısını örten kadife örtüyü aralayıp içeri girdiğimde otantik eşyalarla dekore edilmiş, yüksek tavanlı keyifli bir mekânda buluyoruz kendimizi. Klasik Türk müziği tınılarının tadını sıcacık bir fincan kahveyle çıkarıyoruz ve Tarsus’ta olduğumuz için kendimizi şanslı hissediyoruz.
KAÇIRILMAYACAK ÜÇ TARSUS LEZZETİ TANTUNİ Bol baharat ve domates sosuyla tatlandırılmış kuşbaşı kuzu etinin yufka ekmeğine sarılmasıyla hazırlanan tantunini tam yerinde, yani Tarsus’ta denemenizi öneriyoruz. CEZERYE Yöreye özgü siyah havuç, şeker, zencefil, tarçın ve nişasta karışımından yapılan cezerye, Tarsus’un kaçırılmaması gereken lezzetlerinden. HUMUS Humus sevenlerdenseniz, Tarsus tam size göre. Çünkü ilçenin tarihi sokakları humus yapıp satan birçok lokantayla dolu. Pastırmalı, sucuklu, kıymalı ve yumurtalı humus çeşitlerini burada bol bol deneyebilirsiniz.
ŞEHİR VE İNSAN • 41
YENİ TÜRKİYE
AVRASYA TÜNELİ
İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçİşİ Projesİ Kıtaları kavuşturan proje, uzun hizmet ömrü, üstün nitelikleri ve geçmişin mirasına saygısıyla, bugünün çözümünü geleceğin uygarlığına taşıyacak.
42 • ŞEHİR VE İNSAN
ŞEHİR VE İNSAN • 43
YENİ TÜRKİYE
İ
stanbul’daki trafik sorununun çözümüne ve İstanbul Boğazı karayolu geçişine katkı sağlamak amacıyla T.C. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü (AYGM) tarafından Yap-İlet-Devret modeliyle ihale edilen projenin tünel kazı çalışmaları, 19 Nisan 2014 Cumartesi günü düzenlenen törenle başladı. Haydarpaşa şantiyesindeki törene dönemin T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, T.C. Ulaştırma,Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan, T.C. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Eski Bakanı Binali Yıldırım, Güney Kore Cumhuriyeti Büyükelçisi Lee Sangkyu, Altyapı Yatırımları Genel Müdürü Metin Tahan, ATAŞ Yönetim Kurulu Başkanı Başar Arıoğlu, ATAŞ CEO’su Seok Jae Seo, projeye kredi sağlayan finans kuruluşlarının temsilcileri ve diğer davetliler katıldı. Dönemin T.C.Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan; proje için özel olarak tasarlanan Tünel Açma Makinesi’nin butonuna basarak, deniz tabanının altında yürütülecek kazı çalışmalarını başlattı. Asya ve Avrupa ilk kez deniz tabanının altından karayolu tüneliyle birleşecek Avrasya Tüneli Projesi (İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçişi Projesi), Asya ve Avrupa yakalarını, deniz tabanının altından geçen bir karayolu tüneli ile birbirine bağlayacak. İstanbul’da araç trafiğinin yoğun olduğu Kazlıçeşme-Göztepe
44 • ŞEHİR VE İNSAN
hattında hizmet verecek olan Avrasya Tüneli, toplam 14,6 kilometrelik bir güzergâhı kapsıyor. Projenin 5,4 kilometrelik bölümü, deniz tabanı altına özel bir teknoloji ile inşa edilecek olan iki katlı tünelden ve diğer metotlarla inşa edilecek olan bağlantı tünellerinden oluşurken Avrupa ve Asya yakalarında toplam 9,2 kilometrelik güzergâhta ise yol genişletme ve iyileştirme çalışmaları yapılacak. Sarayburnu-Kazlıçeşme ile Harem-Göztepe arasında yer alan yaklaşım yolları genişletilecek. Araç alt geçitleri ve yaya üst geçitleri inşa edilecek. Tünel geçişi ve yol iyileştirme-genişletme çalışmaları, bütüncül bir yapıda araç trafiğini rahatlatacak. İstanbul’da trafiğin çok yoğun olduğu güzergâhta yolculuk süresi 100 dakikadan 15 dakikaya kadar inerken güvenli ve konforlu yolculuğun ayrıcalığı yaşanacak. Çevre ve gürültü kirliliğinin azalmasına da katkı sağlanacak. T.C. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü (AYGM), Avrasya Tüneli Projesi’nin tasarımı, inşaatı ve 24 yıl 5 ay işletmesini gerçekleştirmesi için Avrasya Tüneli İşletme İnşaat ve Yatırım A.Ş.’yi (ATAŞ) görevlendirdi. İşletme süresinin tamamlanması ile Avrasya Tüneli kamuya devredilecek.
PROJE GÜZERGAHI Kazlıçeşme ile Göztepe arasındaki seyahat süresini önemli ölçüde azaltacak olan Avrasya Tüneli Projesi, Boğaz’ı geçen mevcut iki köprüyle bağlantılı olarak planlandı. Proje üç bölümden oluşuyor;
AVRUPA YAKASI Kazlıçeşme’den Sarayburnu’na devam eden Kennedy Caddesi üzerindeki U-dönüşü, alt geçit olarak ve engellilerin erişimine uygun yaya köprüsü de üst geçit olarak inşa edilecek. Toplam uzunluğu yaklaşık 5.4 km olan mevcut yolun tamamı genişletilerek 2x3 ve 3x2 şeritten 2x4 şeride çıkarılacak.
BOĞAZ GEÇIŞI İstanbul Boğazı’nda deniz tabanının altından geçen 5.4 kilometre uzunluğunda iki katlı tünel inşa edilecek. Batı girişinde bir paralı geçiş gişesi ve işletme binası, tünelin her iki ucunda havalandırma bacaları yer alacak. Her katta çift şerit olacak.
ANADOLU YAKASI Göztepe’ye ulaşan D-100 yolu üzerinde, 2 adet köprü-
lü kavşak ve engellilerin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde modernizasyonları da dâhil olmak üzere yaya üst geçitleri inşa edilecek. Yaklaşık 3.8 kilometre uzunluğundaki yol genişletilerek 2x3 ve 2x4 şeritten 2x4 ve 2x5 şeride çıkarılacak.
PROJENIN TEMEL ÖZELLIKLERI Avrasya Tüneli Projesi, 285 milyon 121 bin 188 Amerikan Doları tutarında özkaynak, 960 milyon Amerikan Doları tutarında kredi kullanılarak, toplam 1 milyar 245 milyon 121 bin 188 Amerikan Doları yatırımla 55 ayda tamamlanacak. Boğaz geçişi tünelinde sadece bu projeye özel olarak tasarlanan TBM (Tunnel Boring Machine – Tünel Kazma Makinesi) kullanılacak. Tünel Kazma Makinesi, bentonit bulamacı kullanan tünel açma makineleri arasında 11 bar değerindeki işletme basıncı ile dünyada 2’inci sırada, 13,7 metre kazı çapı ile dünyada 6’ncı sırada yer alıyor. Anadolu yakasından başlayacak olan tünel inşaatı, Tünel Kazma Makinesi’nin deniz tabanının yaklaşık 25 metre altından toprağı kazarak ve iç çeperleri oluşturarak ilerlemesi sonucunda Avrupa yakasında tamamlanacak. Tünel Kazma Makinesi’nin günlük ilerleme hızı ortalama 8-10 metre olacak. Tünel yalnızca hafif araçların (otomobiller, minibüsler) kullanımına izin verilecek şekilde tasarlandı. Ağır taşıtlar, iki tekerlekli araçlar
ŞEHİR VE İNSAN • 45
YENİ TÜRKİYE
(motosiklet, bisiklet) ve yayalar tünelden faydalanamayacaklar. Boğaz geçişinin dışında kalan bağlantı tünellerinin inşası NATM (New Austrian Tunnel Method – Yeni Avusturya Tünel Yöntemi) yöntemiyle gerçekleştirilecek. Projenin tünel bölümü dışında kalan, her iki yakadaki genişletilen yaklaşım yolları ve iyileştirilen kavşaklar, inşaatın tamamlanmasıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devredilecek. Avrasya Tüneli İşletme İnşaat ve Yatırım A.Ş. (ATAŞ), 24 yıl 5 ay süreyle işletim ve bakımından sorumlu olacağı tüneli, bu sürenin sonunda T.C. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü’ne (AYGM) devredecek.
PROJENIN KAZANDIRACAKLARI Hızlı Kazlıçeşme-Göztepe hattında gerçekleştirilecek olan Avrasya Tüneli Projesi, yoğun trafiğin etkili olduğu şehir içinde yolculuk süresini önemli ölçüde azaltacak. Asya ve Avrupa yakaları arasında 100 dakikaya varan ulaşım süresi 15 dakikaya kadar inecek. Avrasya Tüneli Projesi ile hızlı ve güvenli yolculuğun rahatlığı yaşanacak. Tünelin giriş ve çıkış noktalarındaki bağlantı yollarının genişletilmesi ve düzenlenmesiyle trafik daha akıcı hale gelecek. Uluslararası dev organizasyonlara ev sahipliği yapmak isteyen İstanbul’un trafik sorununun çözümüne ilişkin en önemli yatırımları arasında Avrasya Tüneli de yer alacak. Ekonomik
Modern aydınlatma teknolojisi, yüksek kapasiteli havalandırma sistemi, tünelin her noktasından rahatça erişilen özel yangın tesisatı, yangına dayanıklı yüzey kaplaması, acil tahliye sistemleri ve her 600 metrede bir konumlanan emniyet şeritleri ile hizmet verilecek. Tünelde her noktanın 7 gün 24 saat izlendiği kapalı devre kamera sistemi, olay algılama sistemleri, haberleşme ve ihbar sistemleri yer alacak. Yüksek teknoloji altyapısıyla tünel içinde hız kontrolü sağlanacak.
KONFORLU Avrasya Tüneli Projesi, sürüş konforunu iyileştirmek üzere tasarlandı. Modern aydınlatma, yüksek kapasiteli havalandırma ve yolun düşük eğime sahip olması gibi özellikler, yolculuk konforunu artıracak. Tünelin iki katlı olarak inşa edilmesi, yol güvenliğine sağladığı katkı sayesinde sürüş konforunu da olumlu yönde etkileyecek. Avrasya Tüneli, sis, buzlanma gibi olumsuz hava koşullarında da kesintisiz yolculuk yapılmasını sağlayacak.
ÇEVREYE DUYARLI Avrasya Tüneli, yolculuk mesafelerini kısaltarak ve trafik akışını sağlayarak yakıt tüketimini düşürüp havaya salınan zararlı gaz miktarını azaltacak. Uluslararası standartlarda örnek bir Çevre ve Sosyal Etki Değerlendirmesi (ÇSED) raporu bulunan Avrasya Tüneli, çevresel ve sosyal etkiler konusunda son derece duyarlı bir projedir.
Avrupa yakasında Kazlıçeşme ve Anadolu yakasında Göztepe arasında yapılan yolculuklarda mevcut boğaz geçişlerinin kullanılması halinde, uzun mesafeli ve araç trafiği yoğun olan bir seyahat gerçekleştiriliyor. Bunun yakıt tüketimi ve araç bakım masrafları üzerinde olumsuz etkisi var. Avrasya Tüneli Projesi ise Kazlıçeşme – Göztepe arasındaki en kısa güzergâh olacağı için yakıt masrafı düşecek. Avrasya Tüneli’ndeki akıcı trafik, yakıt ekonomisine katkı sağlayacak. Bununla birlikte aracın bakım masrafları da azalacak. Sadece araç geçiş ücreti alınacak olan Avrasya Tüneli’nde yolcular için ekstra bir ödeme yapılmayacak.
PROJENIN TEKNIK VERILERI
Güvenli
• En derin deniz taban kotu : - 61metre
Dünyanın önde gelen mühendislik projelerinden biri olan Avrasya Tüneli Projesi, 24 saat boyunca güvenli, sağlıklı ve kesintisiz trafik akışı için gelişmiş bir sisteme sahip olacak. - En ileri tasarım, teknoloji ve mühendislik uygulamalarının ürünü olan tünel, deprem ve tsunami risklerinden etkilenmeyecek yapıda inşa edilecek. Öyle ki; tünel üstün güvenlik özellikleriyle gerektiğinde sığınak olarak da kullanılabilecek.
• En düşük örtü kalınlığı: deniz tabanından 25 metre
46 • ŞEHİR VE İNSAN
• Projenin Başlangıç Tarihi: 19 Nisan 2014 • Projenin toplam uzunluğu: 14.6 km • Avrupa yakası yaklaşım yolu: 5.4 km • Boğaz geçişi bölümü: 5.4 km • Asya yakası yaklaşım yolu: 3.8 km • Boğaz’da TBM ile geçilecek uzunluk: 3.4 km
• Marmaray ile mesafe: güneyinde 1.8 km • Proje tutarı: yaklaşık 1.1 milyar USD • İnşaatın tamamlanma süresi: 55 ay • Günlük kapasite: Her iki yönde toplam 120.000 araç
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU, AVRASYA TÜNELİ ŞANTİYESİNİ ZİYARET ETTİ Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan, Asya ve Avrupa kıtalarını ilk kez deniz tabanının altından karayolu tüneliyle birleştirecek olan Avrasya Tüneli Projesi’nin (İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçişi Projesi) tünel açma çalışmalarını incelemek üzere Haydarpaşa şantiyesini ziyaret etti. Davutoğlu, projenin Türkiye Cumhuriyeti adına tarihe altın bir imza olarak geçeceğini söyledi. Proje için özel olarak tasarlanan Tünel Açma Makinesi ile yürütülen kazı çalışmalarında, 13 Eylül 2014 tarihi itibarıyla 920 metre geride kaldı. Ayrıca Avrasya Tüneli’nin depreme karşı dayanıklılığını artırmak amacıyla, Japonya’da üretilen ileri teknolojiye sahip sismik contalar monte ediliyor.
AVRASYA TÜNELI TARIHE ALTIN BIR IMZA OLARAK GEÇECEK Davutoğlu, çalışmaların devam ettiği tünele girerek, incelemelerde bulundu. İncelemelerin ardından basın mensuplarına açıklama yapan Davutoğlu, projenin Türkiye Cumhuriyeti adına tarihe altın bir imza olarak geçeceğini belirterek şunları söyledi: “İstanbul’daki trafikte rahatlama dışında küresel ölçekte bir proje. Türk mühendislik ve mimarlık tarihi, itibarı açısından da örnek bir proje. Bu derinlikte, bu basınçta, bu yoğunlukta bir geçiş, olağanüstü bir mühendislik başarısı. Her biri önemli bir parça oluşturan segmentlerin tamamıyla Türk yapımı olması, Türk inşaat sektörünün ve Türk mühendisliğinin geldiği
aşamayı gösteriyor. Bununla gurur duyuyoruz. Depremle ilgili tedbirler de alınmış. İnsanımızın güveni konforu kadar önemlidir. İçeride iş güvenliği bakımından da bazı gözlemlerde bulunma imkânı oldu. Alından tedbirler dolayısıyla teşekkür ediyorum. Başta Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde gerçekleşmesi hasebiyle kendilerine ve bu projede geçmişte emeği geçmiş bütün arkadaşlarımıza da bir kez daha teşekkürü bir borç biliyorum.”
AVRASYA TÜNELI PROJESI, TÜRKIYE’YE “2012 YILI AVRUPA’NIN EN İYI FINANSMAN ANLAŞMASI” ÖDÜLÜNÜ KAZANDIRDI Euromoney’nin her yıl verdiği dünyanın en prestijli proje finansmanı ödüllerinin en değerlisini 2012 yılında Türkiye’den Avrasya Tüneli Projesi aldı. Ödül, toplamı 1 milyar 246 milyon dolara yaklaşan mega yatırımın 960 milyon dolarlık %78’ine yakın bir kısmını oluşturan finansman anlaşmasıyla kazanıldı. Avrasya Tüneli, Kazlıçeşme ile Göztepe arasında halen 100 dakikayı bulan seyahat süresini 15 dakikaya kadar indirecek. Londra’da iş dünyasının önde gelen organizasyonlarını ağırlayan ünlü Grand Connaught Rooms merkezinde 13 Şubat 2013 akşamı düzenlenen törende, “European Deal of the Year” (2012 yılı Avrupa’nın En İyi Finansman Anlaşması) ödülü, Proje’nin üstlenicisi Avrasya Tüneli İşletme İnşaat ve Yatırım A.Ş.’nin (ATAŞ) yöneticilerine, Avrasya Tüneli Projesi’nin projenin finansmanında görev alan firmaların temsilcileri ile birlikte davet edildikleri sahnede takdim edildi.
ŞEHİR VE İNSAN • 47
GEZİ İSTANBUL
MELİH USLU
usmelih@gmail.com
Eski İstanbul Tadında
ÇENGELKÖY Daracık ve sürprizli sokakları, esnafı, yufkacısı, çiçekçisi, kedileri, postanesi, asırlık taş fırını ve kıyı kahvelerinde oturan hoşsohbet yaşlılarıyla Çengelköy, sıcak mahalle havasını korumayı sürdürüyor.
48 • ŞEHİR VE İNSAN
ŞEHİR VE İNSAN • 49
GEZİ İSTANBUL
Çengelköy, Beylerbeyi yönünden gelenleri, semtin ‘badem’ ad verilen meşhur salatalıklarının süslediği manav tezgâhlarıyla, Beykoz yönünden gelenleri ise Kuleli Askeri Lisesi’nin estetik mimarisiyle karşılar. Her iki yanda karşılıklı dükkânların sıralandığı sahil yolundaki otomobil sesleri, sokak aralarında kendini derin bir sükûnete bırakır. 1832 yılındaki büyük yangından her nasılsa kurtulmayı başarmış ahşap evler, daracık sokakların süsü gibidir. Fırın, pastane ya da börekçiden atıştırmalık birşeyler alıp Çınaraltı Kahvesi’ne uzanmak ise ar-
50 • ŞEHİR VE İNSAN
tık bir Çengelköy klasiği. Gövdesinde 780 yaşında olduğu yazılı dev çınarın çevresine dağılmış masa ve sandalyeler, Boğaz’ın eşsiz manzarasına açılır. Tam da bu noktadan Beylerbeyi ile Vaniköy arasında yarımay biçimindeki dar bir koya kurulu semtin kıyılarını süsleyen zarif yalıları harika görünür. İskelenin karşısındaki küçük meydan ise bulunmaz bir dinlence mekânıdır. Bir zamanlar bu çevrede eski İstanbul kahveleri varmış. Günümüzde ise çok sayıda balık restoranı hizmet veriyor. Çınarların gölgesindeki bu mekânlardan birine oturup
taze balıkların tadına bakmanın tadına doyum olmuyor.
BADEM VE ÇINARALTI Kaynaklara bakılırsa çengeli andıran kıvrık bir koyun etrafına kurulduğu için bu isimle anılmış Çengelköy. Semtin adının, Osmanlı döneminde buraya cami yaptıran Çengeloğlu Tahir Paşa’dan geldiği de bir başka rivayet. Çengelköy, ismi nereden geliyor olursa olsun, eski Boğaz köylerine özgü güzellikleri hissettiren bir yer.
ŞEHİR VE İNSAN • 51
GEZİ İSTANBUL
Padişahların avlanmak, ünlü bademini, kirazını ve ayvasını tatmak için geldikleri semtte meyve bahçeleri azalmış olsa da, badem denilen meşhur salatalıklar halen tezgâhlarda. Semtte, 17. yüzyılda büyük bir pazar kayığı iskelesi olduğu biliniyor. Bunun anlamı, Çengelköy’den İstanbul’un çeşitli bölgelerine sebze meyve yollandığı, yani canlı bir ticaret hayatı olduğu yönünde. Evliya Çelebi’ye göre, İstanbul en büyük kıyı kasabalarından biri olan Çengelköy’de görkemli bir kasır ve hasbahçenin dışında mescit, bostancı odaları, padişahın savaşta ve avda kullandığı köpeklerin yetiştirilip bakıldığı bir ‘’samsonhane’’ varmış.
KULELİ KIŞLADA Semt, cumhuriyetin ilk yıllarına kadar kadar mütevazı bir Boğaz köyü hüviyetini korumuş. Bugünse, sınırları Beykoz ve Ümraniye’ye dayanmış, Üsküdar ’a bağlı dev bir semt konumunda. Günümüzde çarşısı, çeşmeleri, pazartesi günleri kurulan pazarı ve balık lokantalarıyla eski görünümünü belli yerlerde koruyabilen bir yer. Butik otel ve balık restoranlarının sıralandığı sahil yolunu takip edip Anadoluhisarı yönüne doğru ilerlediğinizde, semtin en görkemli yapısıyla tanışırsınız: Kuleli Askeri Lisesi. Gece aydınlatmasıyla seyri doyumsuz bir görünüme bürünen tarihi yapı, Osmanlı döneminden bu yana askeri amaçla kullanılıyor. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde Kuleli’nin bulunduğu yerdeki korulukta, bir manastır ile bir kule varmış. Yavuz Sultan Selim döneminde manastır, kışlaya çevrilmiş. İkinci Mahmut döneminde, süvari birlikleri için bir kışla inşa edilmiş ve bu kışla, Kuleli Askeri Lisesi’nin ilk yapısı olmuş. Abdülmecit Devri’nde ise kışla, kâgir olarak yeniden inşa edilmiş. İki tarafına da kuleler yapıldığından kışlaya 1843’ten itibaren Kuleli Kışla denilmeye başlanmış.
52 • ŞEHİR VE İNSAN
SIRA SIRA YALILAR Boğaziçi Köprüsü’nü tam karşıdan gören küçük bir koya kurulu Çengelköy’ün, benzersiz güzelliklerinden biri de, tarihi yalıları. Geleneksel Osmanlı mimarisinin zarif çizgilerini yansıtan yalıların çoğu sade bir estetiğe sahip. Semtin en gözde yapılarından biri olan Abdullah Ağa Yalısı, iskelenin yanı başında yükseliyor. İstanbul’un işgali sırasında İtalyan Kuvvetleri Karakolu olarak kullanılan bu zevki yapı, klasik Osmanlı yalı mimarisinden farklı bir çizgi taşıyor. Semtin bir diğer önemli yalısı olan Sadullah Paşa ise estetik bakımdan görülmeye değer üslup taşıyor. İç dekorasyonunun güzelliğiyle tanınan yalının 18. yüzyıl sonlarında Koca Yusuf Paşa tarafından yaptırıldığı söyleniyor. Yalıyı daha sonra Ayaşlı Esat Muhlis Paşa’nın satın aldığını, yalıya adını veren Sadullah Paşa’nın ise onun oğlu olduğu biliniyor. Sadullah Paşa Yalısı’yla ilgili bir başka ilginç bilgi ise Ayşegül Nadir ’in bir süre burada kiracı olarak oturmuş olması. Çengelköy yalıları
olarak bilinen Server Paşa, Noyel Eram, Baha Bey ve Muazzez Hanım Yalıları, iskelenin hemen kuzeyinde sıralanıyor sırasıyla. Vaniköy sınırındaki Kaymak Mustafa Paşa Camii’nin yanındaki Köçeoğlu Yalısı ise Osmanlı saraylarına hizmet etmiş varsıl bir Ermeni ailesinden kalma. Özetle, Çengelköy’ün güzelliği çok. Bu eski İstanbul semtini yeniden keşfetmeye ne dersiniz?
ÇENGELKÖYLÜ ÜNLÜLER Tarih boyunca köşk ve yalılarında, devlet adamlarından sanat çevrelerine sayısız ünlüyü konuk eden semtle adı anılan ünlülerden birkaçı: Kemalettin Tuğcu (yazar), Ajda Pekkan (ses sanatçısı), Hasan Özaydınlı (Fenerbahçe Spor Kulübü Eski Başkanı, işadamı), Sebahattin Ali (yazar), Nesrin Sipahi (ses sanatçısı, sinema oyuncusu), Ayşegül Nadir (koleksiyoner), Erol Deran (ressam, müzisyen), Nilay Özer (şair), Gülnur Sözmen (fotoğrafçı).
BADEMİN SIRRI Ortalama 6-7 cm. boyunda ve kıvrık görünümlü Çengelköy bademinin ayırt edici özelliği, ince kabuklu ve çekirdeksiz olması. Lezzeti ve gevrekliğiyle beğeni kazanan bu salatalık, Osmanlı döneminden beri Çengelköy’ün tepelerindeki bostanlar ile Beykoz’un dağ köylerinde yetiştiriliyor. En lezzetli olduğu dönem ise ilkbahar ayları.
KAÇIRMAYIN Çengelköy sahilindeki asırlık Has Fırın, İstanbul’un en iyi 10 listesinde yer alıyor. Buğday, mısır, kepek, çavdar, baston, yedi tahıllı ve köy ekmeği gibi çeşitleri bulunan fırında tüm mamuller odun ateşinde pişiriliyor. Tel: 0216 321 76 32
ŞEHİR VE İNSAN • 53
VE İNSAN
HANDE YÜKSEL
handeyuksel22@gmail.com
Gülüşlerin Ustası’na
Saygıyla...
Gidişinin arından yıllar geçse de kulaklarımızda hala çınlayan kahkahaların sahibidir Kemal Sunal. Yeşilçam’ın gülen yüzüdür. Onlarca kez izleyip de sıkılmadığımız filmlerin en neşeli karakteridir. Bazen tek bir kelime ya da mimikle izleyenlerini gülmekten kırıp geçiren bir komedi ustasıdır. Unutulmayandır...
54 • ŞEHİR VE İNSAN
ŞEHİR VE İNSAN • 55
VE İNSAN
K
emal Sunal için “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi komedyeni” demek yanlış olmaz. Şimdilerin sabun köpüğü şöhretlerinin yanında, O zirvedeki tahtından düşmeyen bir fenomendir. Peki neden böyledir? Gelip geçen oyuncular içinde neden O’nun yeri bambaşkadır? Cevabı net: Kemal Sunal ‘gerçek’tir. Üzerinde oynanmış, manipüle edilmiş yapay bir karakter değildir. Gözlerinden bize yansıyan her ne varsa gerçektir. Seyircisiyle sıcacık ve samimi bir ilişki kurar ve izleyen herkesi kendine hayran bırakır. Özel hayatında sessiz, sakin ve kendi kabuğunda yaşarken; yönetmen “motor” dediği anda kabuğunu kırıp tüm maharetini konuşturur. Doğuştan gelen yeteneğiyle kalplerimizi fetheder. Karakteristik yüzüyle ilgi çeker ve kendine özgü tavırlarıyla herkesi büyüler. Büyük Usta, hayatı boyunca toplam seksen iki filmde rol almıştı. Her bir filmi gişe rekorları kırdı.
56 • ŞEHİR VE İNSAN
Türk toplumun her kesimine hitap eden filmleri, onu günden güne zirveye taşıdı ve buradaki yerini sarsılmaz kıldı. Vizyona girdiğinde sinema salonlarını hınca hınç dolduran filmler, aradan yıllar geçtikten sonra dahi televizyon ekranlarına her gelişinde reyting rekorları kırıyor. Kemal Sunal, “Ben Yeşilçam’ın en az film çeken starıyım. Filmlerim o kadar çok gösterildi ki, insanlar çok fazla film çevirdiğimi zannediyor. Diğer starlara sorduğunuzda, ‘300-400 filmim var’ derler. Ama kimseye nasip olmayacak kadar büyük ilgi gördüm. Ben sinemanın starıyım” diyordu. Günümüzün hızlı tüketim malları arasına giren filmlerin aksine, Kemal Sunal’lı Yeşilçam filmleri etkisini bu güne dek taşıyarak popülaritesini korumayı başarmıştır. Eskiye sadakatle bağlı olan bizlerin kalbinde her zaman apayrı bir yeri olan bu filmler, hiç şüphe yok ki daha uzun yıllar seyircisiyle buluşacak.
Kemal Sunal: “Benim filmlerim, eski Türk filmleri değil, eski ama yeni Türk filmleri. Dünya da şimdi bunu yakalamaya çalışıyor. Amerika bile artık duygu yüklü filmler çekiyor. Tekniğe dayalı bir sürü film çekti. Artık duyguya dayalı filmler iş yapıyor. İnsanların sevgiye, duyguya ve sıcaklığa ihtiyacı var. Eski filmlerim, bu yüzden hâlâ seyrediliyor. Yoksa bir sürü seyredilmeyen eski Türk filmi var. Niye Kemal Sunal seyrediliyor?” diyerek bizim düşüncelerimizi doğruluyor.
SAHNENIN DIŞINDAKI KEMAL 1944 yılında İstanbul’da doğan ve Mustafa-Saime Sunal çiftinin üç çocuğundan biri olan Sunal, hayatını eski İstanbul sokaklarında geçirdi. Ortaokul ve liseyi Vefa Lisesi’nde okudu ve tam on bir yılda mezun oldu. Bu dönemindeki hayatını Hababam Sınıfı filmine benzetiyordu. Yüksek öğrenimine Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümünde başladı. Yarım kalan okulunu yıllar sonra bitirdi ve yüksek lisansa devam etti.
“Ben özel hayatımda çok az konuşan, çok soğuk bir adamım.” Kemal Sunal, bu cümleyle özetliyor kendini. O, sahnede devleşse de özel hayatını bunda uzak tutuyor; oldukça mütevazi bir şekilde yaşıyordu. Eşi ve çocuklarıyla vakit geçirmek, saatlerce gazete-dergi okumak onun en büyük zevkleriydi. Türkiye’nin en meşhur starlarından olsa da zamanın şartlarından dolayı sinema filmlerinden tahmin edildiği gibi büyük paralar kazanamamış, kendi halinde yaşamıştı.
SEN SADECE GÜL YETER Kemal Sunal’ın meşhur olma öyküsü de, o naif gülüşüne dayanır. Oyunculuk kariyerine Vefa Lisesi’nde amatör olarak oynadığı Zoraki Tabip adlı tiyatro oyunuyla başlayan Sunal, uzun süre boyunca tiyatro sahnesindeydi. Son olarak da Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda görev aldı. Burasa oynadığı bir oyunda, onu seyreden ünlü yönetmen Ertem Eğilmez tarafından çok beğenildi ve böylece beyaz perdeye transfer oldu. Kemal Sunal, ilk sinema filmi olan Tatlı Dillim’de uzun boyundan dolayı bir basketbolcuyu canlandırmıştır. Bu küçük rolü sırasında, tüm figüranlara birer söz yazılmış, sıra Kemal Sunal’a gelince söz bitmiştir. Yönetmen Ertem Eğilmez de ‘’Sen de gül o zaman’’ demiştir. Gören herkes gülüşüne bayılmıştır. O güler, Türkiye güler. Onun sadece gülüşü yeter! Kemal Sunal sanattaki ilk yıllarını ve komediye yönelişini şu sözlerle ifade eder. “Nasıl oldu bilmem, ben kendimi sahici bir sahnede seyircilerin arasında buldum. Ses Tiyatrosu’ndaki ilk rolüm çok kısaydı. Üç dakika sahnede ya kalıyor ya kalmıyordum. Öyle pek bir şey söylediğimi de hatırlamıyorum.
Sahnenin bir ucundan girip öbür ucundan çıkıyordum. Ne yaptığımı da pek hatırlamıyorum; ama seyirci kahkahadan kırılıyor. Bu da benim hoşuma gitmişti. Bildiğiniz gibi o gün bugündür insanları güldürmeyi seviyorum.”
KEMAL SUNAL TERAPISI Sıkıntılı dönemlerimizde bir çoğumuzun yaptığı şey; onlarca Kemal Sunal filminden birini seçip izlemektir. Çöpçüler Kralı, Salak Milyoner, Tosun Paşa, Şabanoğlu Şaban, Kibar Feyzo, Süt Kardeşler ya da diğerleri. Seçeceğimiz her film gülme garantilidir. Bazen İnek Şaban’ın tatlı saf halleri, bazen Tosun Paşa’nın bir repliği, bazen de Şabaniye’nin şarkıları arasında kaybolup gideriz. Kahkahalar eşliğinde izlediğimiz filmin sonunda da koltuğumuzdan muhakkak sıkıntılarımızdan arınmış olarak kalkarız. Bu durum doğal bir psikolojik terapi olarak nitelendiriliyor. ‘Kemal Sunal Terapisi’
GIDIŞI CAN YAKTI 3 Temmuz 2000... Kemal Sunal, yeni filminin çekimleri için istemeyerek de olsa, İstanbul-Trabzon seferini yapan uçağa binmişti. İstemiyordu çünkü o naif yüreğin sahibi, uçaktan çok korkardı. Kalkışa dakikalar kala aniden kalp krizi geçirdi. Herkes etrafında pervane oldu ama o yaşama tutunamadı. Evet daha çok erkendi, henüz elli altı yaşındaydı ve oynayacağı daha çok film vardı. Olmadı. Sessizce ayrıldı aramızdan. Bize hiç belli etmediği hasta kalbine yenik düştü. Bu kubbede hoş bir seda kaldı ve O, sonsuzluğa kanat çırptı. Gülüşlerini bıraktı ardında, o unutulmaz gülüşlerini... Sen bizi güldürdün, Allah da seni ebedi alemde güldürsün!
HAKKINDAKİ GÖRÜŞLER “Varlığı yokluğu belli olmazdı, ama yönetmen ’motor’ dediği an, karşımızda devleşen bir aktör olurdu.” -Emel Sayın “Türk sinemasının usta sıfatına layık oyunculardan biri olan Sayın Sunal, çizdiği kompozisyonlarla hafızalarda önemli bir yere sahiptir.” -Murat Sökmenoğlu “...çok takdir ettiğim, çok beğendiğim, hakikaten Türk sinemasına damgasını vurmuş, halkın sevgisini kazanmış, gönlüne girmiş olan çok büyük bir sanatçıydı.” -Göksel Arsoy “48 yaşındaydı. Yüksek lisans tezinin konusu da kendisiydi. “Beni kimse araştırmayacak galiba, ben yapayım” dedi.” -Gül Sunal
ŞEHİR VE İNSAN • 57
RÖPORTAJ
58 • ŞEHİR VE İNSAN
Türkçe Rap’in En Kalın Ansiklopedisi ŞEHİR VE İNSAN • 59
RÖPORTAJ
Y
unus Özyavuz, müzik yaşamına Samsun’da yerel bir radyoda DJ’lik yaparak başlamıştır. O sırada rapper M.C. (Rapper Mic Check ve DJ Mic Check adıyla) “Müstear” ismini kullandı. 1998’de yeraltı rap dünyasında temmuz 2013’te varlığı son bulan bir oluşum olan Kuvvetmira’yı kurmuştur. Kuvvetmira grubunda hâlen kendisi ve Kolera bulunmaktadır. 1999’da “Silahsız Kuvvet” mahlâsıyla Yeraltı Operasyonu isimli toplama albümünde yer aldı. 2001 ve 2002’de Silahsız Kuvvet mahlasıyla peş peşe Sözlerim Silahım ve İhtiyar Heyeti isimli iki albüm çıkarmıştır. Daha sonra Silahsız Kuvvet mâhlasını bırakıp Sagopa Kajmer mâhlasıyla müzik yaşantısına devam etmiştir. 2002 yılında Ceza ‘nın Med Cezir albümünün; 2004 yılında ise Rapstar albümünün prodüktörlüğünü yapmış, daha sonra ise bu iki sanatçının arası açılmıştır. Ardından Bir Pesimistin Gözyaşları (2004) ve Romantizma (2005) albümlerini çıkarmıştır. 2004’te Cem Yılmaz’ın G.O.R.A filmi için de müzikler hazırlamıştır. Al 1’de Burdan Yak şarkısına klip çekilmiştir. Sagopa Kajmer, hem albümlerini kendi plâk şirketinden çıkartmak, hem de yeni yeteneklere kapı açmak amacıyla 11 Ağustos 2005’de eşi Kolera (Esen Güler Özyavuz) ile birlikte Melankolia Müzik isimli müzik şirketini kurmuşlardır. Sagopa Kajmer, bunu bir röportajında Boğulacaksak kendi denizimizde boğulalım dedik. şeklinde açıklamıştır. Bu ikili ve Kuvvetmira’da yer alan diğer rap sanatçıları 2006 yılında Melankolia Müzik’in, ilk albümü Kafile’yi çıkarmışlardır. Albümün prodüktörlüğünü yine Sagopa Kajmer üstlenmiştir. 2007 yılında Kolera ile düet albümleri olan İkimizi Anlatan Bir Şey’i dinleyicileriyle buluşturmuştur. 2008 yılında ‘En iyi albümüm’ dediği Kötü İnsanları Tanıma Senesi albümünü piyasaya sunmuştur. Ayrıca 2008 yılında MTV Türkiye tarafından Avrupa Müzik Ödüleri’nde Hip-Hop kategorisinden Türkiye’de yılın en iyisi olmaya aday olmuştur ve EMA Party’deki performansıyla ve seyircileriyle dikkat çekmiştir. 2008 yılında Melankolia etiketi altında Melankolia Wears da çıkmıştır. 2008 yılının sonlarında başlattığı DJ Benim yarışması ve 2010 yılında çıkardığı Yeraltı Kafilesi albümü ile rap müzikte genç yeteneklere önem verdiğini göstermiştir. 2010 yılında eşi Kolera ile ‘”Bendeki Sen” albümünü yayınlamıştır ve bu albüm hayli büyük ilgi görmüştür. 2010 yılında ilk kez düzenlenen TRT müzik ödüllerinde; halkın oylarıyla belirlenen Yılın Albümü dalında bu albümle ilk beşe girmiştir. Ayrıca yine 2010 yılında yayınlanan Yeraltı Kafilesi (Kafile 2) nin yapımcılığını yapmıştır. 2011 yılı içerisinde Saydam Odalar albümü piyasaya sürülmüştür. 2012 yılında ise Istakoz ve
60 • ŞEHİR VE İNSAN
40 adlı şarkılarını internet üzerinden yayınlamıştır. 2013 yılı içerisinde yeni bir albüm çıkaracağını resmi Twitter hesabından duyurmuştur. Sagopa Kajmer, kendi orkestrası olan Pesimist Orkestra ile birlikte 2013 yılının Mart, Nisan ve Mayıs aylarında bir turne düzenlemiş ve turne kapsamında 15 tane şehirde konser vermiştir. 2013 yılının Temmuz ayında Kalp Hastası adlı albümünü satışa sunmuştur. Albümde 3 tanesi daha önceden yayınlanmış 19 şarkı bulunmaktadır. İster İstemez adlı şarkıda kendisine eşi Kolera eşlik etmiştir. Bu albüm çıkmadan 2 gün önce Sagopa Kajmer, Düşünmek İçin Vaktin Var adlı şarkısını internet üzerinden yayınlamış ve şarkıya bir de klip çekilmiştir. Bu şarkı Sagopa Kajmer’in Kalp Hastası adlı albümünde de yer almıştır. 2014 yılının başlarında “Pesimist Ep 6” isimli EP’sini yayınlayacağını duyurmuştur. İnternete ücretsiz olarak sunulan ve isteyen herkesin dinleyebildiği ve indirebildiği bu EP, 20 Mart 2014 tarihinde yayınlanmıştır ve toplam 9 şarkıyı kapsamaktadır. 7 Mayıs 2014’te Birol Giray (BeeGee) ile birlikte Abrakadabra adlı parçayı ücretsiz olarak dinleyicileriyle paylaşmıştır. Son olarak Cem Adrian’ın Artık bitti şarkısının Scratch kompozisyonlarını yazıp şarkıya back vokalde bulunmuştur.
BU YOLA GIRDIĞINIZDE AILENIZIN TEPKISI NASIL OLDU? SAGO: Ailem bu yoldaydı, benim tepkim güzel oldu.
YAPTIĞINIZ TARZIN HEM ÜLKEMIZDEKI HEM DE DÜNYADAKI ÖRNEKLERINDEN FARKLI YANLARI NEDIR? SAGO: Gerçek adımın Yunus, sahne adımın Sagopa Kajmer olması.
BUNDAN ÖNCE DAHA FARKLI BIR TARZINIZ VARDI? ZAMANLA DAHA DERIN BIR TARZA KAYDINIZ? NE DEĞIŞTIRDI SIZI? SAGO: Ben kariyerimin hiç bir evresinde sığ sularda yüzmedim. Denize eğer dibe batmayacak bir şey bıraksanız ertesi gün onu aynı yerde göremezsiniz. Bu gidişlere de engel olamazsınız.
ŞU SANA KADAR HIÇ PIŞMAN OLDUĞUNUZ, KEŞKE BUNU YAPMASAYDIM DEDIĞINIZ DÖNEMLER OLDU MU?
SAGOPA NASIL BIRI? HIÇ TANIMAYAN BIRINE KENDINI NASIL ANLATIR? SAGO: Kendi halinde, kendiyle barışık, kendi yapmak istediğini ortaya koyan, kendisinden ödün vermeyen, kendi gibi bir müzisyen.
SAGOPA NASIL BIR ÇOCUKTU? SAGO: Odasında müzik dinleyen, video kaset kiralayan, dans eden, okulunda başarılı, çok fazla konuşmayan, içine kapanık, zararsız bir çocuk.
HAYALINIZDEKI MESLEĞIMI ICRA EDIYORSUNUZ? SAGO: Müzik hep en öndeydi. Yapabileceğim şeyler hep müzik üzerineydi. Sonuçta yaptığım şeyler müzikle ilgili oldu. Bahsedilmek istenen şey eğer hayal ise, evet hayallerim gerçek oldu.
RAP’ÇI OLMAYA NASIL VE NE ZAMAN KARAR VERDINIZ? SAGO: Çocuklara çocukluklarında ne olmak istediğini sorarsanız, ya “avukat” ya da “doktor” cevabını alırsınız.
SAGO: Elbette oldu. Her zaman daha iyisi için yol tutuyorum. Keşke şöyle yapsaydım dediğim onlarca şey var.
GÜNLÜK HAYATINDA MÜZIK HARICINDE NELERLE UĞRAŞIYORSUN? SAGO: Kendimi geliştirmek için sürekli farklı konularda araştırma yapıyorum. Fikir adamlarının seminerlerine göz atıyorum, internet bu konuda çok yardımcı oluyor. Eşimle film izlemek, sohbet etmek, hoş yemekler yemek, bizi seven dostlarımızla görüşmek vesaire...
SAHNEDEYKEN NELER HISSEDIYORSUN? SAGO: Cevaben yazacağım her şey biraz eksik ve de klişe kalacaktır ama ille de bir duygu söz konusuysa hissettiğim şey karşılıklı sevgi.
SENIN FARKLI BIR HAYRAN KITLEN VAR, ONLARI BIZE NASIL TANIMLARSIN? SAGO: Müziğimi severek dinleyen her yaştan insan var. Onların, duygularını yoğun yaşadığını düşünüyorum. Deli dolu olanı da var, içine kapanık olanı da. Ressamı da var doktoru da. Bizi buluşturan en önemli değer duygular. Bundan hiç şüphem yok.
ŞEHİR VE İNSAN • 61
ŞEHİR VE HAYAT
İNSAN OLALIM DAVASI REŞAT ATALAR
atalarresat@gmail.com
İnsan olmak ağır bir iştir. Sorumluluk ister, Kişisel bütünlük ister, bir davaya nefer olmayı ister. Ve bütün bunlar insana mükellefiyet yükler. Bilmenin mükellefiyeti eyleme geçme sorumluluğunu da beraberinde getirir. Hesaba çekilme düşüncesini de. Bilge Kral, Aliya İzzetbegoviç “İnsanız biz, demek sıradan bir şey, insan olun, demek başka bir şey” der. İnsan olmak ağır bir iştir. Sorumluluk ister, Kişisel bütünlük ister, bir davaya nefer olmayı ister. Ve bütün bunlar insana mükellefiyet yükler. Bilmenin mükellefiyeti eyleme geçme sorumluluğunu da beraberinde getirir. Hesaba çekilme düşüncesini de.
“Her insan, yapmadığı tüm iyiliklerden sorumludur.” der Voltaire. Kudsî hadiste geçen, “Ey Habibim, sen olmasaydın yaratmazdım âlemleri.” düsturu ,Yaratıcı’nın insana yüklediği yüce değeri göstermez mi? Eşref-i mahluk kimdir, sorusuna verilen “Yaratılanların en şereflisi insandır.” cevabı, insan olmanın ağır yükünü bizlere tekrar hatırlatmaz mı? İnsanları sınıflandırmanın doğru olmadığını, ancak bir tespit yapabilmek için konuyu irdelemek adına çoğu kez örneklemenin daha etkili bir yol olduğunu düşünmüşümdür. Bu nedenle insanları tanımlarken; “olgun insan, kamil insan“ tanımlamaları olduğu gibi;
62 • ŞEHİR VE İNSAN
“sıraaltı, sıradan, sıradışı sıraüstü,“ dahası;“altı çizilecek insanlar, üstü çizilecek insanlar“ diye ayrıştırarak, konuyu yaşanmışlıklarla örtüştürüp başımdan geçen bir olayı paylaşmak isterim. Arkadaşım Ahmet’le bir sabah erkenden Üsküdar’dan Beşiktaş’a geçmek için vapura binmek üzere hızlı adımlarla yürüyorduk; önümüze çıkan iri kıyım bir adam “hart” deyip yere tükürdü. Dayanamadım, adama yaklaşıp; “Bak Kardeşim, o ki tükürdün bari ayağınla bas!” dedim. Dedim demesine de adam bir hışımla yakama yapışıp; “Ulan, çok meraklıysan buyur sen bas” demez mi? Sert kayaya tosladığımı, biraz daha üstelersem medenilikten yoksun bu şehir magandasından dayak yiyeceğimi anladım. “Anlaşıldı, bırak yakamı da git işine“ dedim ve oradan uzaklaştık.Yol arkadaşım Ahmet ise hiç oralı olmadı. “Bana ne, burası benim tapulu yerim mi? Kim ne yaparsa yapsın” der gibi görmezden geldi olup biteni. Burada “sıraaltı davranış” sergileyen, yere tüküren kişidir. “Sıradan davranış” sergileyen arkadaşım Ahmet’ tir. Zira hiç oralı olmamıştır.
“Sıradışı davranış” sergileyen Reşat’tır. Olaya ve olayın müsebbibine tavır koymuştur. “Sıraüstü davranış” sergileyen, bu ülke benim, bu şehir benim, bu cadde benim, buralar benim misafir odam anlayışında olan kişilerin bir araya gelerek kurdukları sivil kuruluş mensuplarıdır. Bu kuruluşun adını da mesela, “İnsan Sevdiğini Taşır Derneği” koymuş olsunlar. Bu dernekte “Kendini ve Kentini Geliştiren” çevreye duyarlı insanların sayısı bir hayli fazladır. Insana yakışır davranış sergilerler. Her insan şu soruların cevabını bulmak durumundadır: Hayatımı kimler için yaşadım? Harcanan bu hayatın telafisi var mı? Iskaladığım bu hayatın geri dönüşümü var mı? Yaşadığım hayat benim hayatım mı, başkalarının hayatı mı? Bu hayatta varoluş nedenim ne? Bu zeminde var oluş nedenim ne? Bu dünyadan ayrıldığımda kalıcı bir değer bırakabilecek miyim? Peki varlığımızı sorguladığımız bu zemin neresi? Bir ev, Bir okul, Bir sokak, Bir arkadaş zemini, Bir cami, Bir hobi alanı, Bir profesyonel zemin, Bir gönüllü kuruluş zemini, Kısaca hepsi olabilir.
İşte bu zeminlerdeki duruşumuz; düşünce kalıplarımızın, davranış kalıplarımızın tezahürüdür. Yaşadığımız bu mecralardaki algılamalarımız, bizim hayat kalitemizi belirler. Gelecekte var olacağımız ya da var olmak istediğimiz alanı belirler. Önümüzde üç yol var: “Öğrenici Yolu” “Yargılayıcı Yolu” “Geçiş Yolu” “Öğrenici Yoluna” giren kişi doğal olarak bazı sorular soracaktır:“ Ben bu yolda ne öğrenebilirim? Kendimi gelecekte hangi anlamlı zemine taşırım?“. Kodlamalarında, sürdürülebilirliği olan öğrenme uğraşı vardır. “Öğrenmekle ölümün yaşı yoktur” felsefesini güder. “Yargılayıcı Yolunu” seçenler ise; “Benim hatam yok, hep onların yüzünden.” diye düşünür, kendi dışında suçlu arar. Hatalı arama kurgusu içinde debelenip durur. “Geçiş yolu” uyanış halidir. “Farkındalık halidir.“Acaba onlar haklı olabilir mi? Ben içine düştüğüm bu girdaptan çıkabilir miyim? Ne yaparsam doğru yolu bulurum?” gibi güçlü ve anlamlı sorular sorar.Bu sorular bizi “Yargılayıcı Çukuru“ndan çıkarıp, “Geçiş Yolu“ kavşağından, “Öğrenici Yolu“na taşır.
“Hakikat uyandığımız an başlar.” Her sabah uyandığımızda, bize armağan edilen o kocaman ve uzun güne hükmümüz ne kadar geçiyorsa,
ŞEHİR VE İNSAN • 63
ŞEHİR VE HAYAT
kendimizi yeni güne nasıl hazırlamışsak, alacağımız kararlar da buna göre şekillenir. Sağlıklı kararlar arka planımızın güçlü olmasıyla ölçülür. Evrensel değerlere dayanan kadim bilgilerle donanmış değerler kümesi, kişiliğimizi oluşturur. Günümüz ve yarınımızda alacağımız kararlar, bu değerler manzumesinin üstüne bina edilen kişiliğimizle şekillenir. “Ben gelecekte önemli bir yerde olmak istiyorum. Sıradan, sürüden bir hayat benim hayatım olamaz. Benim bir davam var. Benim bir derdim var. Benim ideallerim var, uğrunda mücadele edeceğim olmazsa olmazlarım var.” demedikçe biliniz ki harc-ı âlem bir hayatınız var demektir.
“Davan varsa derdin de vardır.“ Bilge kişi Maruf Dede, kapı kapı dolaşıp, “Bir çift lafım var, deyip gidivereyim.“ derdi. Kulak verenlere döner : “Küpün olacak, küpün adı da dert küpü olacak. Ben derdi olmayana adam demem.” der, bastonunu üç kez yere vurup “Hadi bana eyvallah” deyip yoluna koyulurdu. Şemsi Tebriz-i der ki ; Sizin davanızı bilmek isterim, mananızı öğrenmek için; Mananızı bilmek isterim, davanızı öğrenmek için. Kişinin değeri, anlamı kadardır. Kişinin anlamını onun manası belirler. Mana yoksa anlam olmaz. O halde kişi davasını nasıl öğrenebilir? Kişinin davası ancak derdidir. Derdin neyse davan da odur. Ya derdini dahi bilmeyenler? Kişinin derdi en çok konuştuğu şeydir. Ey iddiacı, sen derdin kadar değerlisin. Bırak başkalarını da GERÇEK derdine bir bak, vesselam... Bir şeye inanan, uğruna mücadele edeceği bir değeri olan, ve bu uğurda feda edeceği bir şeyi olanlar, inandıkları o şeyin üzerine korkusuzca gidenlerdir. Onlar er meydanına çıkanlardır, onlar yiğit olanlardır. Onları elbette tarih yazacaktır. İnanmak insanın doğuştan getirdiği bir haslettir. Genlere yüklenmiş tanrısal bir dokunuştur.
64 • ŞEHİR VE İNSAN
İnanmak kişinin su basmanıdır. Bunun üzerine inşa eder kişiliğini. Bunun üzerine kat atar, kendini geliştirir ve geleceğe taşır. Bunun üzerinde yüreğinde mutluluk çiçekleri açar. Rabbini ve kendini bulur. Hedeflerimizin, geleceğimizin, ilişkilerimizin kalitesi bu yolda değer bulur. “Evet, bugün hayatımın geri kalan ilk günüdür.” algılamasıyla günü aralayıp “Hayatım asla eskisi gibi olmayacak.” cümlesini dilden gönüle taşıdığımız zaman, üstümüze düşeni yapmış oluruz. “An”a ve “geleceğe” anlam katmış oluruz.
İnsan Olma Yarışı “Derdi olan insanlar,” sıraüstü hayatlar için kamçılayıcı bir örnek olan beni de çok etkileyen, atlar metaforu ile anlatabiliriz diye düşünüyorum. Üç gruba ayrılabilen atlar belki de bizlere işin en kestirme yolunu göstermekte. Şöyle ki; Birinci gruptakiler dolap beygirleridir. Gözlerindeki at gözlükleri, boyunlarındaki çanlarla bir kuyunun etrafında bir yerlere gittiklerini sanarak dolanıp dururlar. Boyunlarındaki çanın ahenkli tatlı sesi, sanki
bir yerlere gidiyormuşcasına oyalar onları. Bu gruptakilere bilgi, gelecek, fayda, uzlaşma ve gelişme adına hiçbir şeyi öğretemezsiniz. Toplumların her konudaki fanatiği bu kesimden çıkar. İkinci gruptakiler sütçü beygirleridir. Kendilerine öğretilen bir hat üstündeki kapılara eksiksizce uğrar, yeni öğretilenleri de aksamadan belleklerine kaydederler. Bu gruptakiler, sadece gazete başlıklarını okuyup destan yazan tipler gibidir. Ne yazık ki toplumun en kalabalık grubu bu kişilerden oluşur. Son grupta ise yarış atları vardır. Kendilerine yüklenen farklı olma misyonunu taşımanın sorumluluğunu da hissederek önlerine çıkan parkurları, mâniaları, blokajları aşarak hedeflerine ulaşmayı amaçlarlar. Mücadeleleri başarıyı; başarı, ipi göğüslemeyi beraberinde getirir. Burada önemli olan, hedefleri çok iyi tespit etmektir. Toplumda bu kişilerin sayısı azdır; bunlar toplumun öncüleridir, önderleridir, liderleridir. Tarih bunları unutmaz. Bizlere düşen de tarihe kayıt düşmüş bu yüce insanları rol model almaktır.
Çoğu zaman birinci gelmek ya da zafer çığlıkları atmak için yarışırız. Gerçek yarış, asıl yarış; hayatın her alanında ilkelerle, kadim değerlerle, evrensel değerlerle donanarak insan olma yarışına katılmak ve bunu kazanmak olmalıdır. Bu bir erdem mücadelesidir. Modern çağda sayısız örneklerini gördüğümüz gibi birbirini ezme üste çıkma yarışı değildir. “Hak şerleri hayr eyler Zannetme ki gayr eyler Arif anı seyreyler Mevla görelim neyler Neylerse güzel eyler. Deme şu niçin şöyle Yerincedir o öyle Bak sonuna sabreyle Mevla görelim neyler Neylerse güzel eyler.” İbrahim Hakkı Hazretleri
ŞEHİR VE İNSAN • 65
ŞEHİR VE YAŞAM
İSTANBUL AŞKINA
KOŞ
İ
“Bugün İstanbul aşkına koşuyoruz. Dünyaya sevgi, mutluluk ve barış haykırıyoruz.” Kadir Topbaş
stanbul Maratonu, ilk olarak Tercüman Gazetesi tarafından 1973 yılında gündeme getirilen Asya’dan Avrupa’ya maraton fikri, 1978 yılında ertesi yıl bir grup Alman turistin İstanbul’u ziyaret edeceği haberiyle alevlendi. Bu turistlerin özelliği gittikleri ülkelerde Maraton koşuyor olmalarıydı. Son olarak Mısır’da Nil Maratonu’nu koşan bu turistlerin ziyareti Avrasya Maratonu fikrinin hayata geçirilmesini hızlandırmış oldu. 1979 yılında gelen Alman turistlerin yanında ülkemizin elit atletleri de davet edilerek organizasyona resmiyet kazandırıldı. Parkur ve trafikle ilgili işlemler halledildikten sonra gerekli olan bütün hazırlıklar tamamlandı. Toplamda 74 kişinin katıldığı ve turist gruptan da 34 kişinin katılımıyla Boğaziçi Köprüsünün 700 metre gerisinden ilk Avrasya Maratonu için start verildi. Boğaziçi Köprüsü ilk kez 1 Nisan 1979 günü yerli ve yabancı atletlerden oluşan ekiple koşulmaya başlandı. Tarihte ilk kez iki kıta arasında bir yarış koşulmuş oldu. 1979 yılında koşulan bu yarışın galibi Hasan Saylan olmuştu. Kıtalararası Avrasya Maratonu başladığı günden bu yana tam üç defa güzergah değiştirdi.
66 • ŞEHİR VE İNSAN
Son yıllarda Halk Koşusu, 15 km ve Maraton olarak 3 farklı güzergahta koşulan maraton, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin organizatörlüğünde düzenlenmektedir. Türkiye’de uluslararası nitelikteki en önemli maraton yarışıdır. Yarışa kayıt yapabilmek için, katılımcıların yarış günü 18 yaşında veya daha ileri yaşta olmaları gerekir. Üç farklı kategoride kaşulan yarışta ayrıca engelli sporcular için özel bir kategori de vardır. Başarılı organizasyon bu yıl ‘İstanbul Aşkına Koş’ sloganı ile yapıldı.
İSTANBUL AŞKINA KOŞ 2014 3. kez IAAF (Uluslararası Atletizm Federasyonları Birliği) tarafından Altın Kategori’ye kabul edilerek dünyanın en iyi 22, Avrupa’nın en iyi 11 maratonu arasında yer alan Vodafone İstanbul Maratonu’na dünyanın ilgisi her geçen yıl artıyor. 118 ülkeden yaklaşık 25 bin kişinin kayıt yaptırmasıyla son 3 üç yılın en yüksek katılımının olduğu maratona, Türk halkı da büyük ilgi gösterdi. Bebeğinden çocuğuna, gencinden yaşlısına yüz binlerce vatandaş, bu büyük heyecana ortak olmak için yollara düştü ve İstanbul aşkına koştu.
Türkiye’de düzenlenen en önemli spor organizasyonlarından olan 36. Vodafone İstanbul Maratonu’nun en büyük koşusu olan 42 kilometre 195 metrelik maraton, Boğaziçi Köprüsü gişelerinin yaklaşık 300 metre gerisinden, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın verdiği startla saat 09.00’da başladı. Maratonun start noktasında Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç, Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Göksel Gümüşdağ, İstanbul Spor Etkinlikleri ve İşletmeciliği AŞ (Spor AŞ) Genel Müdürü İsmail Özbayraktar ile milletvekilleri ve bazı ilçe belediye başkanları da yer aldı. Kıtalar arası koşulan tek maraton olma özelliğine sahip 36. Vodafone İstanbul Maratonu’nda erkeklerde Faslı atlet Hafid Chani, kadınlarda ise Etiyopyalı Amane Gobena zafere ulaşırken yarışların tarihinde ilk kez bir Faslı atlet ipi göğüsleyerek tarihe geçti. Yarışta, Etiyopyalı Gebo Burka 2.12.23 ile ikinciliği, Kenyalı Michael Kiprop ise 2.12.39’lik derecesiyle üçüncülüğü elde etti. Türk sporculardan Elvan Abeylegesse 2.32.15 ile beşinci, Ümmü Kiraz ise 2.32.52’lik derecesiyle altıncı sırada bitiş noktasına ulaştı.
HALK KOŞUSU Maraton kapsamında düzenlenen Halk Yürüyüşü, 10 binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşti. Anadolu yakasında Altunizade Köprüsü altından başlayıp, Dolmahçe’de sone eren 8 kilometrelik yürüyüşe ilgi oldukça yüksek oldu. Etkinliğin startını Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş verdi. Start öncesi basın mensuplarına açıklamada bulunan Akif Çağatay Kılıç, İstanbul Maratonu’nun Londra, Sidney ve New York maratonları gibi artık dünyada tanındığını belirterek, “Hem İstanbul’un hem de Türkiyemizin tanıtımı konusunda büyük katkısı olan bir organizasyon. Dünyada kıtalararası maraton olarak tek. Bu özelliğiyle dahi tek başına önemli bir maraton. Buraya gösterilen yüksek ilgiden dolayı tüm halkımıza teşekkür ediyorum. İnşallah önümüzdeki yıllarda çok daha büyük organizasyonlarla, çok daha farklı noktalarda İstanbulumuzu ve Türkiyemizi tanıtmaya devam edeceğiz” diye konuştu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise dünya klasmanında “Altın Kategori”de yer alan İstanbul Maratonu’na ilginin yüksekliğine dikkati
ŞEHİR VE İNSAN • 67
ŞEHİR VE YAŞAM
68 • ŞEHİR VE İNSAN
çekerken, “Halk Yürüyüşü’nde katılımcı sayısını 100 bin kişiyle sınırlamak zorunda kaldık. Bugün İstanbul aşkına koşuyoruz. Dünyaya sevgi, mutluluk ve barış haykırıyoruz” ifadelerini kullandı.
İSRAİL’E PROTESTO 36. Vodafone İstanbul Maratonu kapsamındaki Halk Yürüyüşü’ne katılan Anadolu Öğrenci Birliği üyesi bir grup, İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılarını protesto etti. Etkinliğe katılan grup, üzerinde “Mescid-i Aksa Onurumuzdur. Onuruna Sahip Çık” yazılı pankart açtı. Yürüyüş sırasında Filistin bayrakları da taşıyan birlik üyeleri, zaman zaman slogan atarak İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılarına tepki gösterdi.
maratonun ardından oluşturulacak hatıra ormanı için de ufak bir bağış karşılığında ağaç sertifikalarını aldılar. Sporculara ödüllerini İstanbul Valisi Vasip Şahin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, AK Parti İstanbul Milletvekili Osman Aşkın Bak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Göksel Gümüşdağ, Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanı Fatih Çintimar, İstanbul Spor Etkinlikleri ve İşletmeciliği AŞ (Spor AŞ) Genel Müdürü İsmail Özbayraktar, İstanbul Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürü İbrahim İlhami Koç, Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkanı Gökhan Öğüt, Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Ender Buruk ile Türkiye Amatör Spor Kulüpleri Konfedarasyonu Başkanı Ali Düşmez verdi.
Anadolu Platformu Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Çamurluoğlu, gazetecilere yaptığı açıklamada, şu değerlendirmede bulundu: “İsrail’in Mescid-i Aksa’da yapmış olduğu zulmü protesto etmek amacıyla ses vermek için İstanbul Maratonu içerisindeyiz. Maratona hazırlanırken biz büyük bir pankart hazırladık. Genç arkadaşlarımızın, öğrenci arkadaşlarımızın Filistin davasına sahip çıktığını, İstanbul Maratonu’nda tüm halkımıza haykırmak istiyoruz. Bunun için buradayız. Oradaki bütün halkımızı da Filistin’e, Mescid-i Aksa’ya sahip çıkmaları konusunda davet edeceğiz. İnanıyoruz ki halkımız bu konuda çok duyarlıdır ve bu desteğimize sahip çıkacaktır.”
TEKERLEKLİ SANDALYE YARIŞI Tekerlekli sandalye yarışında erkeklerde geçen yılın da şampiyonu olan Polonyalı Hamerlak Tomasz, 1.44.34’lük derecesiyle birinci, Taylandlı Asopchoke Klunngern 1.45.59 ile ikinci, Türk sporcu Ömer Cantay da 2.18.26’lık derecesiyle üçüncü oldu. Bir diğer Türk sporcu Birol Kamar ise dördüncü sırada yer aldı. Bu kategoride kadınlarda yarışan beş sporcudan ikisi yarışı bitirdi. Türk sporcuların bitirebildiği yarışı Zübeyde Süpürgeci 2.38.40’lık derecesiyle birinci tamamladı. Hamide Kurt ise 2.39.05’le ikinci oldu.
YEŞİL MARATON Bu yıl 36. kez düzenlenen organizasyonun bir özelliği de ‘yeşil maraton’ olmasıydı. Bu kapsamda maratonda kullanılan tüm vasıtalar çevre kirliliğini önlemek adına elektrikli araçlardan oluştu. Ayrıca katılımcılar
ŞEHİR VE İNSAN • 69
KİTAP AYDOS KÜTÜPHANESİ
TURFANDA MI YOKSA TURFA MI? YAZAR MIZANCI MURAT
Tanzimat ve II. Meşrutiyet döneminin gazeteci ve fikir adamı yönüyle tanınan Mehmet Murat, çıkardığı Mizan gazetesiyle özdeşleşmiş ve hemen bütün kaynaklarda Mizancı Murat adıyla anılmıştır. Turfanda mı yoksa Turfa mı Cezayir’de büyümüş, Fransa’da eğitim görmüş ve tıp eğitimini tamamladıktan sonra devletine hizmet etmek için İstanbul’a gelmiş bir gencin, Mansur’un romanıdır. İdealist bir genç olan Mansur, yazarın bütün olumlu özellikleri –zaman zaman abartılarak- üzerinde topladığı bir tiptir. Devletine hizmet etmeyi en önemli amaç edinmiştir. Ancak göreve başladığı bir devlet dairesindeki olumsuzlukları görmesi onu hayal kırıklığına uğratır. Buna rağmen hizmet duygusunu kaybetmez. Doktorluktan elde ettiği kazancını halkın eğitimi için harcar. Romanın sonunda gittiği
Manisa’nın bir köyünde okul açarak ideal anlamda eğitimi gerçekleştirir. Aynı şekilde memleketi Cezayir’deki öğrenciler için de bir okul kurdurur. Eğitimi, özellikle de kadınların eğitimini ülkenin “olmazsa olmaz” larının başında düşünür. Devlet uğrundaki son görevini de meşhur 93 Harbi’ne katılarak gösterir. Roman devrinin bütün çarpıklıklarını eleştirir. Devlet dairelerinin durumu, yöneticilerin beceriksizliği, ahlakî bozulmalar, eğitimsizlik hep onun eleştirilerinden nasibini alır. Turfanda mı yoksa Turfa mı içerdiği fikirler bakımından dönemi için oldukça önemli bir eser olması ve eserde ele alınan sorunların günümüzde de tartışılıyor olması onun günümüzde de geçerliliğini sürdürmesine yol açmıştır diyebiliriz.
KULE CANBAZI YAZAR SUNAY AKIN
Çocukluğunuzda oyalanmanız için elinize tutuşturulan boyalı kalemlerle üzerinde gidip geldiğiniz sayfaları bir kerecik Sunay Akın’a vermeyi hiç düşündünüz mü? Onun büyülü sözcükleriyle çizdiği resimlerin içinde hiç kimsenin göremediği güzel bir ayrıntıydınız belki de... Gün oldu, o resimlerde sizi Hezarfen’in kanatlarına bindirdi; herkes o güzelim insana şaşkınlıkla bakarken, siz bulutlara yüzünüzü sürdünüz. Gün oldu, batan bir denizaltının haberiyle sarsılırken tüm dünya içinizden bir korku koptu; siz hafifledikçe belki o gemi yeniden suyüzüne çıkar diye düşündünüz... Ama o resimlerde kızgın bir çöle bile düşseniz, Sunay Akın’ın usta elleriyle verdiği gölgelere sığınabileceğinizi hep bilirdiniz. Serüven sürüyor... Haliç’te yan yana duran yedi gemi düşünün ve uzunca bir halatın o gemilerin yedi direğine gerildiğini... Haliç’i o halatın üstünde geçmeyi başaran Canbaz Şahin olmak istemez miydiniz? Ne dediniz, yükseklik korkunuz mu var? O halde, bir konuyu omuzlarına alıp ip üstünde ilerleyen ve hatta onu kurban edip mangalda pişirerek afiyetle yiyen Ahmet Ağa’nın muhteşem gösterisini izlemeye hayır diyemeyeceksiniz... Düşlerinizde bir çizgi çekin dün ve bugün arasına, hatta yarına uzayıp giden, yılları yıllara bağlayan... Gördünüz mü, o çizgi üstünde Sunay Akın yürüyor!.. Oyuncaklarla dolu bir el arabasını katmış önüne, şiirler okuyarak dengesini buluyor yaşamın. Düşecek diye korkmayın sakın. Bir yanı şiir, bir yanı düzyazı; hangisine düşse söz canbazı oluyor bu kez. ve ustaca beceriyor her ikisini de!..
70 • ŞEHİR VE İNSAN
ÇOCUK SAHABELER
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ’NDEN SEÇMELER
YAZAR TALIP ARIŞAHIN
BOLLUK PARADOKSU YAZAR BARRY SCHWARTZ
Karar vermek giderek daha karmaşık hale geliyor. Seçeneklerin bu kadar çok olmadığı günlere göre kendimizi şanslı addediyoruz. Daha fazla seçeneğin daha fazla tatmin ve mutluluk demek olduğunu zannediyoruz. Ama seçenek bolluğunun tehlikelerine dikkat! Barry Schwartz Bolluk Paradoksu’nda, şu çıkarıma varıyor: Seçenekleri elemek, stresi, kaygıyı ve yoğunluğumuzu büyük oranda azaltabilir. Kitap, seçenekleri makul bir sayı ile sınırlandırmanız, önemli seçeneklere odaklanıp diğerlerini görmezden gelme disiplinini edinmeniz için pratik çözümler getiriyor. Kitabın adı üstünde aslında. Bolluk içindeyiz ama bu iyi bir şey mi bakalım? Alışveriş yaparken, bir ürünü incelerken, herhangi bir konu üzerinde karar verirken kafayı kırıyorsanız, bu kitabı okumanız gerek. Kendi adıma alışverişten zevk almayan, çabuk karar veren ve dış etkenlerden çok etkilenmeyen bir insan olarak kitaptaki sorunlara pek aşina değilim. Ancak bu sorunları her gün yaşayan birçok arkadaşım var, onların hangi süreçlerden geçtiğini anlamak keyifli oldu. Mutluluğunuzu eşyalara, alışverişe, “aman insanlar ne der”e biraz da olsa bağlamış durumdaysanız okumakta fayda var, konuya ilginiz varsa da keyifli olabilir. Yazarın kendini mütemadiyen tekrar etmesi konusuna takılmayacaksanız tabi.
Çocuk yaşta Müslüman olan sahabeler, tarihin, “Asr-ı Saadet, Mutluluk Çağı” dediği çağda Peygamberimizle beraber yaşamışlardır. O çocuklar gerçek İslâm ahlakına sahip, pırlanta gibi örnek bir nesil oluşturmuşlardır. Peygamber Efendimiz’in çocuk sevgisini,çocuklara verdiği değeri ve onların eğitiminde gösterdiği duyarlılığı örneklerle bu kitaplarda göreceksiniz. İçerdiği Kitaplar: - Allahın Arslanı Hazreti Ali - Peygamberimizin evlatlığı Zeyd Bin Harise - Cennetle Müjdelenen Sa’d ibni Ebî Vakkas Peygamberimizin Gönüllü Hizmetkârı Enes Bin Mâlik - Muhaddis ve Muallim Ebu Said El Hudrî - Peygamberimizin Evlatlığının Oğlu Üsame Bin Zeyd - Hazreti Ömerin Oğlu Abdullah İbni Ömer - Müminlerin Annesi Hz. Ayşe - Peygamberimizin Amcasının Oğlu Abdullah İbni Abbas - Vahiy Kâtibi Zeyd İbni Sabit
YAZAR ATSIZ
OSMANLILAR YAZAR HALIL İNALCIK
“Bu kitabı okuyanlar umuyoruz ki, Osmanlı Devlet-i ‘Aliyye’sinin (İmparatorluğunun) ortaya çıkışı ve gelişimi, fetih yöntemleri, devlet sistemi ve nihayet ezeli rakibi Hıristiyan Avrupa ile ilişkileri üzerine altmış yıla varan araştırmalarımın genel çizgisini bulacaktır.” Prof. Dr. Halil İnalcık “Halil İnalcık, bu sahanın en seçkin uygulayıcılarından biri… Dünya bilimine katkıları su götürmez. Çabalarının hedefi haline gelmiş konu üzerinde bize sadece teşekkür etmek düşer.” Immanuel Wallerstein “O yıllarda Yunanistan “cahiliye” dönemindeydi, İnalcık’ın “Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar” kitabı çıkmıştı. Seminerde tanıştığım, bilgisiyle beni büyüleyen bu genç adam Türklere hayranlık duymamı sağladı.” Prof. Dr. Elizabeth Zacharidou
Atsız’ın yayına hazırladığı Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler tam 40 yıl aradan sonra yeniden raflarda... Evliya Çelebi başka milletlerin de dikkatini çekmiş, üzerinde birçok incelemeler yapılmış, yazılar ve tenkidler yazılmıştır. Bunların listesi Prof. Cavid Baysun’un İslâm Ansiklopedisi’ndeki makalesinde gösterilmiştir. Bu yazılar umumiyetle müsbettir. Fakat yukarda da işaret ettiğim gibi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi hakkındaki son ve kesin hükmün verilmesi için önce, eserinin karşılaştırmalı ve doğru bir basımının yapılması lâzımdır. Evliya Çelebi’nin kendilerini ilgilendiren parçalarını Almanlar, Bulgarlar, Ermeniler, Farslar, Fransızlar, İngilizler, Macarlar, Romenler, Ruslar, Sırplar, Yunanlılar kendi dillerine çevirmişlerdir. Evliya Çelebi’den parçalar seçerken her şeyden önce Türk kültürü bakımından ehemmiyetli ve Türk gençleri için faydalı olduğuna kanaat getirdiğim parçaları aldım ve bu sevimli seyyah hakkında tam bir fikir vermiş olmak için onun mübalâğalı ve bazan da muhayyel olan bölümlerini ihmal etmedim. Genç okuyuculara kolaylık olması için onların güçlüğe uğrayabileceği birçok noktalarda küçük dip notlarıyla açıklamalar yaptım.
“Çok etkileyici, biraz ciddi ve çok fazla gülmeyen bir insan olarak hafızama kaydettim. Aramızda çok fazla yaş farkı vardı, bir süre dostluk anlamında sorunsuz bir ilişki sürdürdük ve bu dostlukta, ilginçtir, yaş farkını hiç hissetmedik. Onunla ilgili yaygın deyiş “Osmanlı Tarihinin Babası”ydı… Bu zaten çok açıktı.” Prof. Gilles Veinstein
ŞEHİR VE İNSAN • 71
TEKNOLOJİ
İSRA NALBANT
isranalbant@gmail.com
İLK MILLI ÇIP FABRIKASI KURULUYOR Türkiye’nin ilk çip fabrikası, ASELSAN ve Bilkent Üniversitesi ortaklığında kuruluyor. Bu ay içinde temelleri atılan fabrika; savunma, uzay, haberleşme ve enerji sektörleri için saç telinden ince ve dayanıklı malzemelerin üretileceği bir tesis olacak. Bilkent yerleşkesinde Bilkent Cyberpark Teknokent bölgesinde ilk kez denenecek teknolojilerle inşa edilecek binada üretilecek GaN temelli çipler ile savunam radarı, yüksek hızlı tren, 4G/%G cep telefonu süstemleri, elektrikli araçlar gibi pek çok stratejik üretimlerin gerçekleşmesi mümkün olacak. Kendi bünyesinde bu stratejik ürünleri üreteebilen 4. dünya ülkesi olmamızı sağlayacak fabrika 30 milyon dolarlık bir yatırımla kuruluyor. Türkiye’nin ticari amaçlı bu ilk çip fabrikası %50-%50 ASELSAN ve Bilkent Üniversitesi ortaklığıyla hayata
72 • ŞEHİR VE İNSAN
geçtikten sonra katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesi, stratejik ürünlerdeki bağımlılığın önlenmesi, teknoloji ihracatını artırılması amaçlanıyor. Saç telinden çok daha ince ve dayanıklı malzeme üretimine imkan veren nano teknolojiyi ve mikro teknolojiyi kullanarak çiplere çok üstün özelliklerin kazandıran çalışmalara sahip olan deneyimin ticari olarak üretilmesi, teknoloji konusundaki bağımlılığımızı azaltırken tesiste üretilen çipler Türkiye’ nin “Savunma Kalkanı” projesi ve enerji sektöründe de kullanılacak. Mevcut enerji tesislerindeki elektrik gücü üretilen çiplerin kullanılmasıyla kayıpların önlenmesiyle %20 artmış olacak. Yüksek hızlı trenlerde ve elektrikli araba teknolojilerinde kullanılacak çipler sayesinde bu araçlardaki elektrik motorlarının verimliliği artırılacak.
TÜRK KÜLTÜRÜNE UYGUN “YERLI YALAN MAKINESI” Türk kültürüne uygun şekilde üretilecek olan beyindeki sinyallerin bilgisayarlara aktarılması yoluyla elde edilen verilerin değerlendirildiği proje kapsamında yalan makineleri, Üsküdar Üniversitesi’nde üretilecek. Bir insanın inanmadan söylediği şeylerin “yalan” olduğunu söyleyen Üniversite kurucu rektörü Nevzat Tarhan “Bir kimsenin inanmadan söyledikleriyle, inanarak söylediklerinin beyindeki tepkileri farklıdır. Beyindeki sinir iletisi, oksijen ve glikoz tüketimi de farklıdır. Bu sayede bir insanın beyninin yalanla tepkisini ölçebiliyoruz.” dedi. Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada Tarhan, beyin sinyalleri, cilt ısısı, cilt direnci, kalp atışı, solunum sıklığını ve kas gerginliğindeki değişiklikleri sensörlerle yalan makinesine bağlı bilgisayarlara aktardıklarını belirtti. Kişinin doğru söyleyip söylemediğine ilişkin ölçülebilir bilgilere bu yolla ulaştıklarını belirten Tarhan; “Geçtiğimiz dönemde bir yasa çıktı. Türkiye’de yalan makinesiyle ilgili istihbarat yapısı içinde ve güvenlik güçleri çerçevesinde kullanma kararı alındı. Bu büyük ithalat gerektiren bir durum. Her il ya da ilçedeki yerlerde sorgulama esnasında yalan makinesi kullandıracaksınız. Bu da önemli miktarda ithalat ve döviz kaybını gerektiriyor. Biz üniversite olarak bunu yapabilecek öğretim üyesi kadrosuna sahibiz. Gerekli fiziki ve teknolojik altyapımız var. Biz bunu bir proje haline getirirsek üretimini yapabiliriz. Yaptığımız çalışma zaten maliyeti ciddi bir şekilde azaltacaktır.” dedi.
İLK GERÇEK YERLI UYDU 2019’DA “Hedefimiz, 2019 yılında TÜRKSAT-6A olarak çok gelişmiş çok yüksek çözünürlükte ve haberleşme noktasında dünyanın en iyi teknolojisini barındıran uydumuzu yüzde 100 yerli mühendislikle, yerli dizaynla uzaya fırlatmak” diyen Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, “İnşallah, TÜSRKSAT-6A uydusu için çalışmaları başlattık. Hedefimiz, 2019 yılında TÜRKSAT 6A olarak çok gelişmiş, çok yüksek çözünürlükte ve haberleşme noktasında dünyanın en iyi teknolojisini barındıran uydumuzu yüzde 100 yerli mühendislikle, yerli dizaynla uzaya fırlatmak. Milliyetçilik bu, memleket sevgisi burada. Slogan milliyetçiliği yapmıyoruz, gerçek milliyetçilik yapıyoruz. Şimdi inşallah 2023 yılında yüzde 100 yerli dizayn, yerli mühendislik ve yerli yazılımla ilk Türk savaş uçağını uçuracağız. Şu an tüm çalışmalarımız, hazırlıklarımız bu yönde ilerliyor.” 42 derece doğu yörüngesinde işletilecek yerli haberleşme uydusu TÜRKSAT 6A’nın tüm üretimi Türkiye’de yapılacak. TÜRKSAT 6A Uydusunun TÜBİTAK UZAY, TAI ve ASELSAN’ın katılımıyla yapılmasına karar verildi. Yerli mühendislik imkanlarıyla geliştirilip üretilecek TÜRKSAT 6A için proje bütçesi Ulaştırma Bakanlığı ile TÜBİTAK UZAY tarafından karşılanacak.
ŞEHİR VE İNSAN • 73
TEKNOLOJİ
GEZGİN PORTALI AÇILDI “Yerli Harita Uygulaması” www.gezgin.gov.tr portalında hizmete açıdı. Uzayda 3. yılını dolduran TÜBİTAK UZAY tarafından ilk yerli olarak tasarlanıp üretilen RASAT uydusunun görüntülerinin kullanılacağı www.gezgin.gov.tr portalı, kamu kuruluşları ve üniversitelerin hizmetine sunuldu. Rasat Uydusu 3. Yıl Kutlaması ve Gezgin Geoportalı açılış toplantısında konuşan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, “Rasat, yörüngesinde 16 bin 480 tur atarak toplam 6 milyon kilometrekare alanı görüntülemiş oldu. Elde ettiği görüntülerle Türkiye’yi iki defa tamamen kapsadığı ve 3’üncü kapsama dönemi içinde olduğunu gösteriyor” dedi. Bakan Işık, “İlk milli uydumuz Rasat’ın 3. yılını doldurması ve Gezgin’in açılışı sebebiyle düzenlenen programda sizlerle birlikte olmaktan dolayı mutluyum. Bugün büyük umut ve heyecanla uzaya gönderdiğimiz ilk milli yer gözlem uydumuz Rasat’ın uzaydaki 3’üncü yılı. 17 ağustos 2011 yılında uzaya fırlatılan Rasat, 3 yıldır yörüngesinde başarıyla hizmet vermeye devam ediyor” dedi. Konuşmasının devamında Işık: “Bir anlamda tabularımız ve önyargılarımız kırıldı. Türkiye’nin de en gelişmiş teknolojik ürünleri yapabileceğine dair özgüven ve cesaretimiz arttı. Bu arada artık Göktürk 2’den de daha geniş çok daha yüksek çözünürlüklü yeni bir uyduya başladığımızı özellikle ifade etmek istiyorum. Bu projenin başlangıç olarak ileri nesil uzay teknolojilerini Türkiye’de geliştirilmesine imkân sağlaması en büyük temennimizdir. Çünkü uzay endüstrisi alanında dünyada büyük bir rekabet yaşanmakta. Dünyanın gittikçe küçüldüğü her yerin adeta Biri Bizi Gözetliyor evi gibi gözetlen-
74 • ŞEHİR VE İNSAN
diği bir dönemde bilgi, bilişim, izlemede önemli hale geldi” dedi. TÜBİTAK UZAY, Kalkınma Bakanlığı desteği ile başlattığı Geoportal Projesi kapsamında gözlem uydularından elde edilen görüntülerin internet ortamında paylaşılabilmesi için GEZGİN portalı geliştirildi. RASAT uydusundan indirilen ham görüntüler geometrik ve radyometrik düzeltmelerin ardından koordinatlandırma işlemleri yapılarak güncel görüntüler GEZGİN portalına aktarılıyor. RASAT’tan elde edilen görüntüler haritacılık, afet izleme, tarım, çevre, şehircilik ve planlama çalışmalarında kullanılıyor. Daha önce yabancı uydulardan alınan uydu görüntülerinin RASAT ile yerli olarak karşılanması amacıyla TÜBİTAK UZAY, kamu kurumları, üniversiteler ve özel sektör ile çalışmalar yapıyor. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, Maden Tetkik ve Arama Kurumu olmak üzere çok sayıda kamu kurum ve kuruluşuna uydu görüntüsü sağlanıyor. 17 Ağustos 2011’de Rusya’dan uzaya fırlatılan ve yörüngeye yerleştirilen RASAT, Dünya çevresindeki bir turunu yaklaşık 98 dakikada tamamlıyor. TÜBİTAK UZAY’da, Türk mühendisler ve teknisyenler tarafından tasarlanan, üretilen ve test edilen BiLGE isimli uydu görev bilgisayarı, T-REKS isimli X-Bant haberleşme sistemi ve GEZGİN isimli gerçek zamanlı görüntü işleme modülleri ile birlikte, Ankara’daki yer istasyonunun da test ediliyor. 7,5 metre siyah beyaz, 15 metre renkli görüntüleme yeteneğine sahip, 93 kilogram ağırlığındaki RASAT, hiçbir kısıtlama olmaksızın dünyanın her yerinden görüntü alabiliyor.
SONY PICTURES HACKLENDI Sony Pictures’ın Kuzey Kore kaynaklı olmasına gerekçe gösterdiği, Kuzey Koreli lider Kim Jong-Un’un CIA tarafından katledildiği “TheInterview” filmi de, hackerların ele geçirdiği anlaşılan 11 TB’lık diğer verilerle birlikte sızdırdırıldı. Henüz gösterime girmeyen Sony Pictures Entertainment içeriğindeki filmlerin 1 milyondan fazla bilgisayara torrent siteleri aracılığıyla indirildiği bildiriliyor. TorrontFreak’e göre ABD’de gösterime girmesiyle birlikte internete sızan filmler şunlar: Still Alice (16 Ocak 2015), Write Love on Her Arms (Mart 2015), Fury (17 Ekim 2014), Mr Turner (19 Aralık 2014) ve Annie (19 Aralık 2014). Bu filmlerin indirilme sayısı ise şöyle: Fury: 1.2 milyon kez Annie: 206 bin kez Still Alice: 103 bin kez Mr. Turner: 63 bin kez Sony’nin Kuzey Kore kaynaklı olduğunu iddia ettiği hacklenme olayının yankıları tüm dünyada sürüyor. ABD ile Kuzey Kore arasındaki diplomatik ilişkilerin uzun zaman sonunda tekrar normale döndürülme çabalarını da olumsuz etkileyen ve yeni bir krize neden olan bu hackleme olayını kendilerini “Barışın Bekçileri (#GOP)” olarak isimlendiren grup üslendi. 24 Kasım’a kadar isteklerini yerine getirmesi için zaman veren grup bu tarihten sonra elde ettiği bilgileri sızdıracağını belirtmişti.
To Write Love on Her Arms: 20 bin kez Re/code’un raporuna göre Sony Pictures’in şu sıralar saldırının sorumlusu olarak gördüğü Kuzey Kore kaynaklarını araştırdığı belirtiliyor. Sony sözcüsü tarafından, “Sony Pictures Entertainment içeriği çalındı bu hadise bir hırsızlık kapsamına girmektedir. Yetkililerle bu konuda bir ortak çalışma içindeyiz.” açıklamasını yaptı.
ŞEHİR VE İNSAN • 75
KÜLTÜR SANAT
KENAN AYDIN
kenan@kenanaydin.com.tr
Batıyla Doğunun Kitap Mevsiminde Tasarım Durağı Yeşilçam Esintileri
Kültürün ve sanatın yaşamın her alanında bizlerle birlikte olduğu, yaşamımıza yön verdiği, belirleyici kriterin yelkenli gemiler gibi sürükleyici etkisinin olduğu kesin. İletişimle beraber modern zamanın etkilerinin çok hızlı yayıldığı günümüzde artık İstanbul’dan çırpılan bir kanat, dünyanın bambaşka yerlerinde etki oluşturma potansiyeline sahip gibi görünüyor. Canlı örnek ise İKSV tarafından ikincisi düzenlenen İstanbul Tasarım Bieneli oldu. Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nda düzenlenen bienele katılım ve ilginin beklentilerin çok çok üstünde çıkması, uluslararası övgüyü daha bienel kapanmadan ulaşması “İstanbul’da Kelebek Etkisi” yorumlarına sebep oldu. Financial Times, New York Times,
76 • ŞEHİR VE İNSAN
Time Magazine, The Guardian, Washington Post gibi prestijli uluslararası basında geniş yer bulan Tasarım Bieneli için “bienel İstanbul’da hedefi tam onikiden vuruyor” diye yazıldı. 2. İstanbul Tasarım Bienali’nde ana serginin yanı sıra söyleşiler, atölye çalışmalarına da ev sahipliği yaptı. Ayrıca Tasarım Rotaları ve film gösterimleriyle kentin farklı noktalarında izleyicilerle buluşan bienel, ziyaretçileri adeta içine çekti.
BIENAL NEDIR? Bienal, İtalyanca “her bir diğer yıl” anlamına gelen ve iki yılda bir düzenlenen etkinliklere verilen addır. Çoğunlukla kültürel veya sanatsal faaliyetler için kullanılan bir terimdir.
İstanbul fuarlarında katılım rekoru hiç şüphesiz kitap fuarlarında olur. Bu yıl 33.sü düzenlenen Uluslararası İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı, her sene artarak süregelen katılımcıları ile kapılarını kitapseverlere açtı. Türk Sineması’nın 100. Yılı dolayısıyla sinema kuşağının önemli bir yer tuttuğu fuarın bu yıl onur konuğu sinema eleştirmeni Atilla Dorsay olurken fuarın teması da Türk Sineması idi. Diğer taraftan fuarın onur konuğu ülkesi Macaristan, Nâzım Hikmet’in şiirine atıfla hazırladığı “Bir Bahçeden
Bir Bahçeye” isimli teması ile ziyaretçilerini ağırladı. Söyleşi, panel, çocuk etkinlikleri ve dinletileri de içeren 270’i aşkın faaliyet gerçekleştirilen fuarda yurt dışı katılımlarının da ciddi seviyelerde olduğu gözlendi. 35 ülkeden 91 yayınevinin yer aldığı fuar kapsamında yurt dışından 40 yazar da okurlarıyla buluştu. 759’u yerli 850 yayınevinin katıldığı Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’na ilk iki günde 120 binden fazla kişi ziyaret ederken geçtiğimiz seneki fuarı 50 bin geçerek toplamda 503 bin kişi ziyaret etti.
“İşte benim Zeki Müren” Müziğe nice farklı tat, renk kazandıran sıra dışı bir yıldız: Zeki Müren. Türkiye’nin belki de gelmiş geçmiş en renkli sanatçılarından. Plaklarıyla, filmleriyle, bizzat oynadığı tiyatro oyunlarıyla yaşadığı dönemle çok da örtüşmeyen yaşantısıyla hâlâ “Müziğin Paşası” olarak anılmaya, hayatının ayrıntılarına bakılmaya devam ediliyor. Sanat Güneşi’mize tutulan son projeksiyon ise Aralık ayının sonlarına kadar açık kalan “İşte Benim Zeki Müren” sergisi oldu. Vasiyetiyle tüm mal varlığını Türk Eğitim Vakfı ve Mehmetçik
Vakfı’na bağışlayan Müren’in arşivinden derlenen parçalardan oluşturulan sergi ilkleri de barındırıyor. Askerlik fotoğraflarından, sünnet olduğunda verdiği poza kadar pek çok kare ve daha niceleri aynı sergideydi. 1950’lerden itibaren Türkiye gündeminden hiç düşmeyen divanın büyük sergisinde neredeyse yok yok. Sahneye inmek için kullandığı salıncaktan, ilk kez seyirciyle buluşacak olan Aspendos konser görüntülerine, en hafifi 10, en ağırı 20 kilo gelen elbiselerine kadar çeşitliliği ile İstanbul’dan bir Zeki Müren geçti.
Yılın en iyi romanı: Haw 2014’ün en iyi yerli ya da yabancı romanı hangisidir, diye sorsalar ne cevap verirsiniz? Cevabının merakla bekleyebileceğimiz bu soruyu edebiyat dergisi Sabit Fikir, aralarında yazar, editör ve araştırmacıların da olduğu 60 kişiye sordu. Dördüncü kez yılın en iyi romanlarını seçmek için harekete geçen dergi, neden böyle bir
sıralamayı yaptıklarını ise şöyle anlatıyor: “Bu yıla dair bir bellek oluşturmak niyetiyle. Edebiyat dünyasının ortak sesini sunabilmek için… Ama, mutlak anlamıyla “en iyi”leri göstermek amacıyla, hiç değil.” Semih Gümüş’ten Yekta Kopan’a, Tanıl Bora’dan Küçük İskender’e kadar 60 ismimden gelen cevaplarla belirlenen, Kasım 2013 ile Kasım
2014 tarihleri arasında çıkan en iyi 50 romanın ilk 10’u ise şöyle: »» Kemal Varol – Haw »» Haruki Murakami – Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları »» Ayfer Tunç – Dünya Ağrısı »» İhsan Oktay Anar – Galiz Kahraman »» Emrah Serbes – Deliduman
»» Faruk Duman – Köpekler İçin Gece Müziği »» Hakan Bıçakcı – Doğa Tarihi »» Katharine Burdekin – Swastika Geceleri »» Aslı Tohumcu – Ölü Reşat »» Murat Gülsoy – Gölgeler ve Hayaller Şehrinde
ŞEHİR VE İNSAN • 77
SAĞLIK
GDONedir? GDO’lardan üretilebilen mısırözü yağı, kanola yağı, mısır şurubu, mısır nişastası, soya lesitini gibi mamüller neredeyse satın aldığımız tüm paketli ürünlerin içinde bulunmaktadır. Tehlike çok büyük, bu tehlikeye dur diyecek zaman ise çok az! Eğer GDO’ların ithalatına bugünden dur demezsek yarın çok ama çok geç kalmış olacağız.
G
DO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) kısaca genetik mühendisliği ile bir canlıya başka bir canlı türünden gen aktarılarak yeni bir canlı organizma yaratılması olarak tanımlanabilir. Gen aktarılan canlının DNA’sı değiştirilmekte, kendi türünde olmayan özellikler edinmektedir. Bitkilerin on binlerce yıldan beri nesilden nesile aktardıkları özellikleri vardır. Bu özellikleri tayin eden ve bir nesilden diğer nesile doğal yollardan nakleden, DNA’dır. DNA’yı bir formül gibi düşünebilirsiniz. Yeni teknolojiler bu formüllerin doğal olmayan yollardan, insan eliyle değiştirilmesine izin veriyor. İlk aşamada genetiği değiştirilmiş organizmalar, çiftçinin ürününü hastalıklara karşı korumak amacıyla geliştirildi. Gıda veya yem olarak kullanılan bazı bitkiler, genetik yapıları değiştirilerek, haşerelere ve virüslere karşı daha dayanıklı hale getirildi. Örneğin mısıra zehir salgılayan bir bakteriden gen transfer edilerek mısırın böcek öldüren zehir üretmesi sağlandı.
78 • ŞEHİR VE İNSAN
İkinci aşamada raf ömrü daha uzun olan çilek, domates, kabak ve biber gibi ürünler geliştirildi. Halen sayısı 30 olan genetiğiyle oynanmış ürün sayısının 2015’e kadar 120’ye çıkması bekleniyor. Yüzyılın yarısına gelinmeden, genetik mühendislik dünyanın en önemli teknolojisi olacak ve ticari önemi olan bütün ürünlerin genetiği değiştirtilecek. Mısır’dan elde edilen şeker (nişasta bazlı şeker, NBŞ) de neredeyse bütün şekerli gıdaların içinde. (Glikoz şurubu da mısırdan yapılabiliyor) Gofretler, şekerlemeler, gazlı içecekler, mısırdan elde edilen nişasta bazlı şeker ile yapılıyor. Yani, bugün bir kola içtiyseniz, transgenik GDO’lu mısır dan elde edilen şekeri yemiş olabilirsiniz. Çikolata yediyseniz transgenik GDO’lu soyanın yağını yemiş olabilirsiniz. Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) üretiminde ana hammadde mısırdır. Türkiye mısır açığını kapatmak için her yıl 1-1.5 milyon ton mısır ithal etmek zorundadır. Bu ithalatta genetik yapısı değiştirilmiş transgenik yani
GDO’lu mısır üreten ülkelerden yapılmaktadır. Bebek mamalarından krem peynire, gofretten ekmeğe, sakızdan margarine pek çok ürünün içeriğinde E 322 katkı maddesi, yani Soya lesitini bulunuyor.
»» Çiftçileri dev biyoteknoloji şirketlerine bağımlı kılmaktadır. »» GDO’lar öldürücü alerjilere neden olabilir.
GDO’LAR NEDEN ÜRETILIR?
»» Zehir salgılayan GDO’lar, kelebekler gibi zararsız canlıların ölümüne neden olur.
Dünyada yoğun biçimde kullanılan GDO’ların %99’u sadece 2 özellik taşır:
»» GDO’lu yemler, hayvanlarda antibiyotik direncini artırır, antibiyotiklerin etkisini azaltır.
1. Böcek öldüren zehir içermek.
»» Çoğu GDO’nun içerdiği böcek öldüren toksinlere hamile kadınların kanında ve fetusunda rastlandı.
2. Yabancı otları yok eden kimyasal ilaçlara dayanıklı olmak. Böylece tarlalarda kontrolsüzce zirai ilaç kullanılabilmektedir.
»» GDOların salgıladığı böcek zehirinin tamamının insan sindirim sisteminde parçalanmadığı ortaya çıktı.
EN ÇOK HANGI TÜRLERIN GENETIĞI DEĞIŞTIRILIR?
»» GDO ekim tarlalarında kullanılan yabani ot ilaçları, memeliler için toksik etki ve insanlarda hormonal dengeyi bozma riski taşıyor.
Mısır, soya, kanola ve pamuk dünyada ticareti yapılan GDO’ların %99’unu oluşturur.
GDO’NUN ZARARLARI »» GDO üretimi, süper dayanıklı böcek ve yabani bitki türleri yaratır. Bu türlerin varlığı ekosisteme ve tarıma büyük tehdit oluşturur. »» GDO’lar tozlaşma yoluyla doğal türlere bulaşarak biyoçeşitliliğe zarar verir. »» Zehir salgılayan GDO’lar zehirlerini köklerinden toprağa geçirirler. Zaman içerisinde bu zehirlerin birikimi çevre için tehlike içerir. »» GDO’lar biyolojik çeşitlilik üzerine büyük bir tehdittir ve tarım ilacı kullanımını artırarak hem toprağı hem de içme sularımızı zehirlemektedir.
GDO’lu yemlerle beslenen hayvanlardan elde edilen süt, peynir, yumurta, et gibi temel besinler ne yazık ki doğrudan soframıza gelmektedir. Üstelik yediğimiz etin, içtiğimiz sütün, yumurtalarımızın etiketlerinde hayvanların GDO’lu yem ile beslenmiş olduğuna dair hiçbir uyarı yok. Halkımızın tercih hakkı da, güvenle beslenme hakkı da elinden alınmaktadır. Üstelik bu durum yasalara da aykırıdır. Çünkü yasa, tüketicilerin tercih hakkının ortadan kalktığı durumlarda GDO’ların ithalatına izin verilmeyeceğini söyler. GDO’lardan üretilecek olan mısırözü yağı, kanola yağı, mısır şurubu, mısır nişastası, soya lesitini gibi mamüller neredeyse satın aldığımız tüm paketli ürünlerin içinde bulunmaktadır. Tehlike çok büyük, bu tehlikeye dur diyecek zaman ise çok az! Eğer GDO’ların ithalatına bugünden dur demezsek yarın çok ama çok geç kalmış olacağız.
ŞEHİR VE İNSAN • 79