Ş E H İ R V E İ N S A N E K İ MK A S I MA R A L I K2 0 1 5|Y ı l 1 0|S a y ı : 6 3
T . C.SUL T ANBEYL İBEL EDİ YESİ ’ Nİ N3AYL I KY AYI NI DI R
Z o r u n l u G ö ç ü n B a ş A k t ö r l e r i
BAYI RBUCAKTÜRKMENLERİ|DÖRTMEVSİ MBOLU |KÖRFEZGERDANLI ĞI NIT AKTI
ŞEHİR VE İNSAN BAŞLARKEN
Şehir ve İnsan Ekim-Kasım-Aralık 2015 Yıl: 11 | Sayı: 63
DÜNYA MÜLTECİLERE SIRTINI DÖNMEMELİ
Sultanbeyli Belediyesi Adına İmtiyaz Sahibi Hüseyin Keskin Genel Yayın Yönetmeni Dr. Ayhan Koç
HÜSEYİN KESKİN
SULTANBEYLİ BELEDİYE BAŞKANI
Danışma Kurulu Av. Görgün Özcan Reşat Atalar
Değerli Şehir ve İnsan okuyucularımız,
Sorumlu Yazı işleri Müdürü Birol Alpat
yeni umutlarla karşıladığımız 2016 yılının tüm dünyaya huzur, sağlık ve mutluluk getirmesini diliyorum. 2015 yılını acısıyla tatlısıyla geride bıraktık ve yeni yıla umutla başladık. Geride bıraktığımız 2015 yılı ülkemiz ve tüm dünya için acılarla doluydu. Bir yanda yaşadığımız terör saldırıları diğer yanda İslam coğrafyasının içinde bulunduğu zor şartlar. Tüm bunları göz önüne aldığımızda dünyamızın huzura ve barışa ihtiyacı olduğunu görüyoruz. 2016 yılından beklentimiz başta İslam coğrafyası olmak üzere tüm dünyadaki mazlumların huzura, barışa ve refaha kavuşmasıdır. Bunu tüm kalbimizle istiyoruz.
Editör Hamdi Çakır Tasarım Giray Arslan Ömer Aydın Fotoğraf Editörleri Gökmen Kanberoğlu Türkay Polat Katkıda Bulunanlar Melih Uslu Hande Yüksel Kenan Aydın
Kıymetli okuyucularımız;
İletişim Abdurrahmangazi Mah. Belediye Cad. No:4 Sultanbeyli/İstanbul www.sultanbeyli.bel.tr basin@sultanbeyli.bel.tr Baskı Pelikan Basım Maltepe Mah. Gümüşsuyu Cad. Odin İş Merkezi No: 28 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 613 79 55 Sultanbeyli Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü tarafından hazırlanmıştır.
ŞEHİR VE İNSAN 63. sayı kapak konusu Zorunlu Göçün Baş Aktörlerİ: Mültecİler
»
Bu sayımızda içimizi acıtan ve tüm dünyanın seyirci kaldığı mülteci sorununu ele aldık. İlçemizde faaliyet gösteren ve mültecilerle ilgili güzel çalışmalara imza atan Mültecilerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin faaliyetlerini irdeledik. Ve İnsan bölümümüzde Türkiye’yi gururlandıran Nobel Ödülü alan Prof. Dr. Aziz Sancar’ı işledik. Diğer taraftan Medeniyet Üniversitesi ile hayata geçirdiğimiz Sosyopark Projesi’nin detaylarını bu sayımızda da sizlerle paylaşıyoruz. Yine dolu dolu bir Şehir ve İnsan dergisi okumanız için sizleri bekliyor.
ŞEHİR VE İNSAN • 1
BU SAYIDA NELER VAR?
DÜNYA TURU
6
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
14
Bayır Bucak Türkmenlerİ
24
ZOrUNLU GÖÇÜN BAŞ AKTÖRLERİ
28
Son zamanlarda en çok duyduğumuz kelimelerin başında “mülteci” geliyor. Dünya genelinde yaklaşık 51 milyon insan çeşitli sebeplerden dolayı mülteci konumunda. Bu sayımızda gündemimizden hiç düşmeyen mültecileri, sorunlarını, mülteciler için yapılan sözleşmeleri ve mülteciliğin tarihini araştırdık.
4 • ŞEHİR VE İNSAN
Nostaljİk Otobüslerle Tarİhe Gİdİn
48
DÖRT MEVSİM BOLU
52
Bİr Bİlİm İnsanının Öyküsü
58
Eski İstanbul tadında Çengelköy
64
Körfez Gerdanlığını Taktı
72
»78
Prof. Dr. Gülfettİn Çelİk
AYDOS KİTAP
76
TEKNOLOJİ
84
KÜLTÜR-SANAT
88
SAĞLIK
92
ŞEHİR VE İNSAN • 5
DÜNYA TURU
ABD’DE MÜSLÜMANLARI HEDEF ALAN SALDIRI PLANINA 8 YIL HAPIS ABD’nin New York eyaletinde Müslümanları öldürmek için mobil x ışını cihazı geliştirilmesine yardım eden kişi, sekiz yıl hapse mahkum edildi.
yapacaklarını söylediği, aslında Federal Soruşturma Bürosu (FBI) ajanı olan iki kişiyle kendisini tanıştırmasının ardından korkuyla bu işi sürdürdüğünü ifade etti.
Albany’deki federal mahkemede görülen davada, 57 yaşındaki Eric Feight, teröristlere maddi destek sağlamak suçundan sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Ölümcül radyoaktif cihaz geliştirmeye çalışmak, kitle imha silahı kullanma planı yapmak ve bu tür silahlarla ilgili bilgi paylaşmak suçlarından mahkum olan endüstriyel mekanik teknisyeni Crawford’un cezası mart ayında açıklanacak.
Davayla bağlantılı diğer sanık Glendon Scott Crawford (51) ile 2013 yılında tutuklanan Feight, geçen yıl suçlarını kabul etmişti. Kontrol sistemleri mühendisi olan Feight, Hakim Gary Sharpe’a, aynı işyerinde çalıştığı Crawford’un önce kendisinden tıbbi atığı sterilize edecek mobil bir x ışını cihazı geliştirmesine yardım etmesini istediğini, daha sonra cihazın, ABD’de “terörist faaliyetler içinde olan” Müslümanları hedef almak için kullanılabileceğini söylediğini belirtti. Feight, “potansiyel hedeflerin kendisine hiçbir zaman anlatılmadığını” savundu. Üç çocuk babası Feight, Crawford’un projeye yatırım
6 • ŞEHİR VE İNSAN
Savcılar Feight 15, Crawford’a 25 yıl hapis cezası verilmesini talep etmişti. Crawford, 2012 yılında Albany’de Yahudi gruplarla yakınlaşması üzerine izlemeye alınmıştı. İslam için “fırsatçı DNA enfeksiyonu” tabirini kullanan, eski donanma mensubu Crawford’un, proje için FBI muhbiri olan bir Ku Klux Klan üyesinin yardımını istediği de tespit edilmişti. Yetkililer, geliştirilmeye çalışılan cihazın işletilemez olduğunu da açıkladı.
ALMANYA DÜNYANIN IKINCI EN YAŞLI ÜLKESI Almanya halkı sürekli biraz daha yaşlı bir toplum haline geliyor. Ülkede yaşlanma kaynaklı demografik dönüşüm dikkat çekici boyutlara ulaştı. Federal Halk Araştırma Enstitüsü’nün (BiB) açıkladığı istatistiklere göre; Almanya 20 yıldan kısa bir süre içinde dört yaş birden yaşlandı. Buna göre Almanya’da toplumun yaş ortalaması 2013 yılında 44,1’e yükseldi. BiB’in verilerine göre; 1995 yılında Almanya’daki yaş ortalaması 40’tı. Almanya, 44.1’e ulaşan yaş ortalamasıyla Japonya’dan sonra dünyanın en yaşlı halkına sahip ülkesi oldu. Öte yandan araştırma, Almanya’daki yaşlanmanın bölgeden bölgeye önemli farklılıklar arz ettiğini de ortaya koydu. Bana göre; özellikle çoğunluğu doğu eyaletlerinden oluşan Thüringen, Sachsen ve Sachsen-Anhalt gibi eyaletlerde toplum daha çok yaşlanmış durumda. Bunun en büyük sebebi ise yeni nesillerin, eyaletlerdeki yapısal eksiklikler yüzünden batıya göç etmeleri olarak açıklandı.
İNSAN IÇIN ‘YEDEK PARÇA’ HAYAL DEĞIL İzmir’de kurulması planlanan “insan doku bilgi bankasında” kadavradan elde edilecek kemik, tendon, kornea, deri ve damarların saklanarak ihtiyacı olanlara nakledilmesi amaçlanıyor. Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Doku Tipi Laboratuvarı Sorumlusu Prof. Dr. İbrahim Pirim, “iyi üretim uygulamaları” anlamına gelen Good Manufacturing Practices (GMP) kapsamında bir süre önce “insanda kullanılacak hücre ve dokuların üretimi” konusunda proje hazırladıklarını belirtti. Projenin amacını “kadavradan elde edilecek kemik, tendon,
deri, damar ve korneaların işlenip hazırlanarak ihtiyacı olanlara iletilmesi” olarak tanımlayan Prof. Pirim, örneğin halk arasında “yama” olarak bilinen deri greftlerinin yanık hastalarında kullanılabileceğini söyledi. “İnsan yedek parçalarının” yabancıya nakledildiğinde reddedilmemesi için aselüler (hücre içermeyen) hale getirilebileceğini, özel bir işlemden geçirilebileceğini ve saklanabileceğini anlatan Pirim, dünyada bu işlemleri yapan az sayıdaki kurumun ürünlerini yüzlerce avroya satışa sunduğunu ifade etti.
KANADA’DA 25 MILYON YILLIK KUŞ FOSILI BULUNDU Kanada’nın British Columbia eyaletine bağlı Vancouver Adası’nda 25 milyon yıllık bir kuş fosili bulundu. British Columbia Kraliyet Müzesi Uzmanı Gary Kasier, fosilin sahilde yürüyüşe çıkan bir aile tarafından şans eseri bulunduğunu açıkladı. Kasier, üzerinde araştırma yapılacak kadar iyi durumda bulunan fosilin Kanada’da daha önce hiç bulunmayan ve yaşadığı bile bilinmeyen antik dönemden kalmış penguen ya da karabatağa benzer bir kuş cinsinden olabileceğini ifade etti. Bu kuş fosilinin, 1895 yılından bu yana Vancouver Adası’nın doğusundaki ikinci fosil olduğunu dile getiren Kasier, kuş fosillerinin diğer hayvanlarınkiyle karşılaştırıldığında toprakta bulunan asit ve diğer elementlere karşı dayanıklı
olmadığını, kemiklerin ya kırılıp ufalandığı ya da zamanla eridiği için hiç bulunamadığını açıkladı. Kasier, söz konusu kuş türünün Japonya ve Amerika’nın Oregon eyaletinde akrabaları bulunduğunu, bu aileden bazı kuşların hayattayken boyunun 2 metreyi geçtiği ve 200 kilogram ağırlığında olduklarının tahmin edildiğini belirtti. Kasier ve Kyoto Üniversitesi’nden meslektaşı Junya Wantanabe, fosili bulunan kuşa, bölgenin yerlileri T’Sou-Ke halkının dilinde Stemenec Suntokum (uzun boyunlu su kuşu) adını verdi. Bulunan 25 milyon yıllık fosile ilişkin inceleme ve bilimsel çalışma, The Journal Palaeontologia Electronica isimli online bilim sitesinde de yayımlandı.
ŞEHİR VE İNSAN • 7
DÜNYA TURU
NASA’DAN YENI PLÜTON GÖRÜNTÜLERI
SAÇ EKIMINDE DÜNYA BIRINCISIYIZ NASA, Plüton’un en temiz ve yüksek çözünürlükteki görüntülerini yayınladı. Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA), temmuz ayında, yüzeyinde kalp benzeri şekille fotoğrafladığı Plüton’un, en temiz ve yüksek çözünürlüklü fotoğraflarını yayınladı. NASA, New Horizon uzay aracının Plüton’a yaklaşık 10 kilometre mesafeden çektiği görüntüleri paylaştı. NASA’nın internet sitesinden yapılan açıklamada “Bu, alabileceğimiz en iyi görüntü. Bunlar aynı zamanda uzay aracının gönderebileceği en yüksek kalitede ve sıkıştırılmamış, genişletilmiş görüntüler” ifadeleri yer aldı. NASA ayrıca, görüntüler için “Plüton’un, insanlığın onlarca yıl göremeyeceği en iyi detayları” tanımlamasını yaptı.
Türkiye’nin, estetik uygulamalar içinde önemli yer tutan saç ekiminde dünya birincisi olduğu ve günde ortalama 200 hastaya işlem yapıldığı belirtildi. Sağlık turizminde önemli adımlar atan Türkiye’nin, saç ekiminde dünya birincisi olduğunu söyleyen Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü Ömer Tontuş, artık sağlık hizmet sunumunun turizm alanında önemli bir yer tuttuğunu aktardı. Türkiye’nin yakın gelecekle ilgili hedefleri arasında sağlık turizminin bulunduğunu vurgulayan Tontuş, bu alanda hem gelişmiş ülkelerin kalitesinde hem de çok daha uygun maliyetle hizmet verildiğini belirtti. Tontuş, “Yüksek donanımlı ve son teknolojinin imkanlarından yararlanılarak sunulan sağlık hizmetinde Türkiye artık bir dünya markası olmak için çalışmaktadır” dedi.
Görüntülerde, Plüton yüzeyindeki kraterlerin iç duvarları ve çukur buzlu ovalar detaylı şekilde görülüyor. Plüton’un temmuz ayında yayınlanan ilk görüntülerde sadece dağ sıraları görülürken yeni fotoğraflarda dağlar tek tek gözlemlenebiliyor.
Türkiye’nin tıbbi tedavilerin, yaşlılara ve engellilere yönelik hizmetlerin yanı sıra estetik cerrahi uygulamalarda da dünya sağlık turizminde öncü olduğunu ifade eden Tontuş, estetik müdahaleler içinde saç ekiminin önemli bir yer tuttuğuna dikkati çekti. Tontuş, şunları kaydetti:
NASA, temmuzda Plüton’un ilk görüntüsünü yayınlamıştı. Uzay aracı New Horizon güneş sisteminde 19 Ocak 2006’da Florida’daki Cape Canaveral uzay üssünden yola çıkarak başladığı yolculuğu sırasında dünyaya 5 milyar kilometre uzaklıktan çektiği fotoğrafları NASA üssüne göndermeye devam ediyor.
“Sınırı aşarak başka bir ülkeye özellikli bir işlem için gidenler arasında dünyada en yüksek oran, saç ekimine ait. Bu açıdan bakıldığında saç ekiminde dünyada en fazla turist kabul eden ülke Türkiye. Saç ekiminde dünyada birinciyiz. Türkiye’de günlük ortalama 200 hasta saç ektiriyor. Bu sayı hafta sonları daha da artıyor.”
8 • ŞEHİR VE İNSAN
PAKISTAN’DAN NÜKLEER BAŞLIKLI FÜZE DENEMESI Pakistan nükleer savaş başlığı taşıma kapasitesine sahip balistik füze denemesi yaptı. Pakistan ordusundan yapılan açıklamada, 900 kilometre menzilli balistik Şahin-1A füzesinin denemede Arap Denizi’ndeki hedefi başarıyla vurduğu belirtildi. Pakistan Cumhurbaşkanı Memnun Hüseyin ve Başbakan Navaz Şerif, başarılı füze denemesinin ardından bu projede çalışan bilim insanlarını tebrik etti. Pakistan geçen hafta da 2 bin 750 kilometre menzilli karadan karaya Şahin-III balistik füzesini denemişti.
ÇIN’DE TEMIZ HAVA IÇIN ÜCRET Hava kirliliğinin “kırmızı alarm” seviyesine yükseldiği Çin’de, bir restoran sahibi müşterilerinden temiz hava ücreti olarak 1 yüen (50 kuruş) almaya başladı.
YENI ZELANDA YENI BAYRAK ARAYIŞINDA Yeni Zelanda, yeni bayrak arayışında. Bayrak değiştirmek için bir süredir çalışmalar yürütülen ülkede, beş aday arasından biri seçildi. Yeni seçilen tasarım, mevcut bayrakla yarışacak. Yeni tasarımda ülkenin sembollerinden biri olan eğrelti otu yer alıyor. Siyah ve mavi üzerine beyaz eğrelti otunun bulunduğu bu yeni bayrak, referandumda halk tarafından seçildi. Şimdi referandumda ikinci aşamaya geçilecek. Yeni seçilen tasarım, sömürgeci dönemden kalan mevcut bayrakla yarışacak. Bu oylama mart ayında yapılacak. Eski bir İngiliz kolonisi olan Yeni Zelanda’nın şu anki bayrağının bir köşesinde Birleşik Krallık bayrağı bulunuyor. Değişmesini isteyenler, Yeni Zelanda’nın sömürge tarihinin simgesinin bayrakta yer almasını eleştiriliyor.
Hava kirliliği nedeniyle geçen hafta başkenti Pekin’de kırmızı alarm verilen Çin’in doğusundaki Ciangsu eyaletinde bir restoran sahibinin, müşterilerinden “temiz hava ücreti” aldığı bildirildi. South China Morning Post’un haberinde, Ciangsu’daki Cangciagang kentinde bir girişimcinin, restoranına hava temizleme cihazı aldığı ve bunun maliyetini müşterilerine her faturada 1 yüen ( 50 kuruş) olarak yansıttığı belirtildi. Gelen faturalarda hava temizleme ücreti olarak 1 yüen alındığını gören müşterilerin, olayı Tüketici Fiyatlandırma Birimine şikayet ettiği kaydedildi. Tüketici Fiyatlandırma Biriminden yapılan açıklamada, bunun yasal bir masraf olmadığı
vurgulandı. Müşterilerin şikayeti üzerine restoran sahibine soruşturma açıldığı ifade edildi. Diğer taraftan, müşterilerden hava temizleme ücreti alınmasının, Çin’in sosyal paylaşım sitesi Veybo’da destek gördüğü belirtilen haberde, bir kullanıcının “Temiz hava için fazladan 1 yüen ödemeye razıyım” paylaşımına yer verildi. Pekin’deki yoğun hava kirliliği nedeniyle geçen perşembe günü öğlene kadar kırmızı alarm verilmişti. Alarm süresince okullarda eğitime ara verilirken, 3 bin 500 inşaat alanında çalışmalar askıya alınmış ve 2 binden fazla fabrikada üretim durdurulmuştu. Çin hükümeti, özellikle geçen yılın başından beri çevre ve hava kirliliğiyle mücadele etmeye çalışıyor. Hızlı kalkınma ve sanayileşmenin bedeli olarak ülkedeki büyük şehirlerin çoğu, aynı zamanda dünyanın en kirli şehirleri arasında yer alıyor.
ŞEHİR VE İNSAN • 9
DÜNYA TURU
AVRUPA’YA SIĞINMACI AKINI DEVAM EDIYOR Balkan güzergahı üzerinden Avusturya ve Almanya’ya her gün binlerce sığınmacının gelmeye devam ettiği bildirildi. Slovenya İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Bostjan Sefic, 2 bin kadar sığınmacının ülkeye giriş yaptığını açıkladı. Sloven müsteşar, sığınmacıların 4 bin 200 rakamına ulaştığını ve rakamın ilerleyen günlerde 11 bini bulacağını belirtti.
ON BINLERCE SIĞINMACI GEÇIŞ YAPTI Macaristan’ın Hırvatistan sınırını ekim ayı ortasında kapatması üzerine sığınmacılar yönünü Slovenya’ya çevirmişti. NATO ve AB üyesi olan Slovenya’ya geçtiğimiz haftalardan bu yana giriş yapan 372 bin kişi, Batı Avrupa istikametinde yollarına devam etti.
BAVYERA’NIN TALEBI Sığınmacı akını Almanya’da gündemin ilk sıralarında yer almaya devam ediyor. Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanı Joachim Herrmann, sınırların kontrolü konusunda yaptığı çıkışla dikkat çekti. Almanya’da sınırların kontrolünden federal polis sorumlu. Bavyera İçişleri Bakanı Joachim Herrmann, Bavyera’nın kendi sınırlarını kontrol edebilme hakkına sahip olması gerektiğini açıkladı.
2016’YA DAIR ÖNGÖRÜ Bavyera eyaleti İçişleri Bakanı, her gün 4 bin kadar sığınmacının sınırı geçerek Bavyera’ya girdiğini kaydetti. Bakan, federal hükümetin Bavyeralılarla sığınmacı sayısının günde en az 1000’e indirilmesi için işbirliği yapması gerektiğini belirtti. Herrmann, “2016’da 350 bin sığınmacıyı ağırlayıp entegre edebiliriz ancak 1 milyon sığınmacıyı değil” dedi.
YUNANISTAN FILISTIN’I DEVLET OLARAK TANIDI Yunanistan parlamentosu, Filistin’i devlet olarak tanıma kararı aldı. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas resmi bir ziyaret için Atina’ya gitti. Abbas’ın ziyareti nedeniyle Yunan parlamentosundan jest geldi. Yunan parlamentosu, Filistin’i devlet olarak tanıma kararı aldı. Yunan parlamentosu bugünkü özel gündemli toplantıda, Yunanistan Meclis Başkanı Nikos Vuçis’in Filistin’in devlet olarak tanınması yönünde sunduğu tavsiye kararı genel kurulda oy birliği ile kabul etti. Parlamentonun bu kararı, Yunanistan’ın Filistin’i resmen tanıması yönünde hükümete tavsiye niteliği taşıyor. Oylamayı, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras ile birlikte parlamentoya gelen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas da izledi.
“FİLİSTİN” İFADESİ KULLANILACAK Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras dün Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, ülkesinin uygun bir zamanda Filistin’i devlet olarak tanıyacağını ve resmi yazışmalarda “Filistin Yönetimi” yerine “Filistin” ifadesinin kullanılacağını söylemişti. Görüşmenin ardından basın açıklaması yapan Filistin Devlet Başkanı Abbas da, Filistin devletinin 2016 yılında kendi adına pasaport bastıracağını söylemişti.
AB’DE 8 ÜLKE FİLİSTİN’İ DEVLET OLARAK TANIYOR Avrupa Birliği (AB) içinde birçok ulusal parlamento son dönemde Filistin’in tanınması yönünde tavsiye kararları almıştı. AB’de 8 ülke Filistin’i tanırken bunu Birlik üyeliğinden sonra yapan tek ülke İsveç oldu. Diğer ülkeler Sovyetler Birliği döneminde Filistin’i tanımıştı.
10 • ŞEHİR VE İNSAN
İKİ YIL SONRA BİR İLK 29 Kasım’daki Türkiye-AB Zirvesi’nin ardından, Türkiye’nin üyelik müzakerelerinde ilk somut adım Brüksel’de atıldı. Türkiye, AB ile müzakerelerde yeni bir başlık açacak. 17 no’lu Ekonomik ve Parasal Politikalar Faslı, Türkiye’nin 2 yılın ardından açtığı ilk, son 5 yılda açabildiği ikinci fasıl olacak. En son 2013 yılında, Almanya’nın engeli kaldırılarak 22 no’lu fasıl olan “Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu” başlığı açılmıştı. Ondan önce açılan başlık ise 2010 yılında “Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı” olmuştu.
1 BAŞBAKAN YARDIMCISI VE 2 BAKAN TEMSİL EDECEK Brüksel’de yapılan ve 17’nci faslın açıldığı, Türkiye-AB Hükümetlerarası Katılım Konferansı’nda Ankara’yı; AB Bakanı Volkan Bozkır, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu temsil etti.
İRAN’DA “İYILIK DUVARLARI” EVSIZLERI ISITIYOR İran’da başlayan bir yardım hareketi giderek büyüyor. İran’ın belli başlı şehirlerinde ortaya çıkan bir sosyal hareketle evsizlerin soğuk kış günlerinde üşümesini önlemek amaçlanıyor. Duvarlara yapılan askılara evsizler ve yardıma muhtaçlar için kıyafetler bırakılıyor. İhtiyacı olanlar buradan istedikleri kıyafetleri alabiliyor. Duvardaki yazıda ise “ihtiyacınız yoksa bırakın, ihtiyacınız varsa alın” ifadeleri yer alıyor. “İyilik duvarları” hareketini başlatan kişi anonim kalmak istiyor ve ismini gizliyor. Fikir
hızlı bir şekilde ülke çapında yayılmaya başladı bile. Yardım kampanyası sosyal medyadan da büyük destek gördü. İran hükümeti ise bu hareket karşısında bazı eleştirilerin hedefi haline geldi. Bazı sosyal medya kullanıcıları “hükümet halkı kadar bu tür konulara sahip çıkmıyor, keşke daha akıllı ve halkıyla ilgilenen yöneticilerimiz olsaydı. O zaman böyle sosyal sorumluluk projelerine gerek kalmazdı” eleştirileriyle, hükümetin gerektiği kadar sosyal sorunlarla ilgilenmediği ifade ediliyor.
14 BAŞLIKTA BLOKAJ Yeni başlıkla, 35 fasıldan 15’i açılmış olacak. Türkiye’nin daha, 2’si yürütme başlığı olarak ayrılan müzakerelerde, 18 fasıl açması ve kapatması gerekiyor. Ancak Kıbrıs sorunu yüzünden AB Komisyonu’nun 8, Rum Kesimi’nin ise 6 başlıktaki blokajı sürüyor.
“BU YÖNDE CİDDİ SİNYALLER GELİYOR” Türkiye’nin hedefi, AB ile varılan mutabakat çerçevesinde, müzakerelere ivme katmak. Eğer Kıbrıs adasında 2016’da da bir çözüm olamazsa, Türkiye’nin beklentisi, Avrupa Birliği ülkelerinin engelini kaldırması için Rumları ikna etmesi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, cuma günü yapılan reform eylem grubu toplantısı sonrasında “Bu yönde ciddi sinyaller geliyor” demişti.
İSVEÇ POLISI ROMANLARI FIŞLIYOR İsveç’te binlerce dilenci etnik kökenlerine göre fişlendi. Romanya ve Bulgaristan’dan gelerek İsveç’te dilencilik yapanların bilgileri kayıt altına alındı. İsveç polisinin, binlerce dilenciyi etnik kökenlerinden dolayı fişlediği ortaya çıktı. İsveç devlet radyosu EKOT’un ulaştığı belgelere göre, Romanya ve Bulgaristan’dan İsveç’e dilenmek için gelen binlerce Roman’ın fotoğrafları polis tarafından çekildi ve fotoğrafları bulunan dilenciler hakkındaki bilgiler kayıt altına alındı. Radyoya açıklamada bulunan bazı dilenciler, polisin fotoğraflarını çektiğini ve kimlik bilgilerini alarak
akrabaları hakkında sorular sorduğunu söyledi. Skandalın ortaya çıkmasından sonra, resmi internet sayfasından açıklama yapan İsveç Emniyet Genel Müdürlüğü Bilgilendirme Dairesi, Romanya ve Bulgaristan’dan son yıllarda İsveç’e dilenmek için binlerce Roman’ın geldiğini ve bu kişilerin can güvenliğinin sağlanması için böyle bir çalışma yapıldığını belirtti. Uygulamaya tepki gösteren Feminist Parti milletvekili Soraya Post, polisin açıklamasının gerçeği yansıtmadığını ve insanların etnik köken ayrımcılığı yapılarak utanç verici şekilde fişlendiğini öne sürdü.
ŞEHİR VE İNSAN • 11
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
“Amacımız Gençlerimize Hizmet Etmek”
14 • ŞEHİR VE İNSAN
Sultanbeyli Belediyesi bünyesinde bulunan gençlik merkezlerinde yaklaşık 450 genç YGS ve LYS kurslarında eğitim alıyor. Belediye Başkanı Hüseyin Keskin de sık sık gençlerle bir araya geliyor ve gençlere bu zorlu süreçte destek oluyor.
ŞEHİR VE İNSAN • 15
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
H
epsinin farklı hayalleri var ve bu hayallerini gerçekleştirmek için Sultanbeyli Belediyesi’nin kurslarına başvurdular. Kimi hukuk okumak istiyor, kimi de geleceğin gençlerini yetiştirmek için öğretmen olmak istiyor. Hepsinin hayali farklı olsa da tek amaçları üniversiteyi kazanmak ve hayata atılmak.
özel dershaneden hiçbir farkı yok” dedi. Üniversitede hukuk okumak istediğini de ifade eden Arslan, kurs sayesinde hedefine ulaşacağına inandığını belirtti. Diğer kursiyer Metin Özer de kurslardan oldukça memnun olduğunu ifade ederek, “Geçen yıl dershaneye gidemedim. Burası bizim için büyük şans. Ben beden eğitimi öğretmeni olmak istiyorum. Kursta emeği geçen herkese teşekkür ediyorum” şeklinde konuştu.
450 GENÇ EĞITIM ALIYOR
Konuyla ilgili açıklama yapan Belediye Başkanı Hüseyin Keskin de gençlerin gelişimine ve iyi bir eğitim almasına önem verdiklerini belirterek, “Bu yıl gençlik merkezlerimizde üniversiteye hazırlanan öğrencilerimize de hizmet veriyoruz. Gençlerin gözlerindeki ışık, içlerinde bulunan eğitim isteği bizi gelecek adına sevindiriyor. Sultanbeyli’den bir genç üniversiteye yerleşmiş, Sultanbeyli’den bir öğrenci şu başarıyı elde etmiş dediklerinde çok mutlu oluyoruz. Tüm çabamız gençlerin kendini iyi yetiştirmesi için” dedi.
Sultanbeyli Belediyesi’nin düzenlediği YGS ve LYS kurslarında 450 öğrenci eğitim alıyor. Adil Mahallesi ve Sultanbeyli Gençlik Eğitim Merkezi’nde haftada 3 gün eğitim alan gençler verilen eğitimden memnun. Kursa katılan ve üniversiteye eşit ağırlık alanında hazırlanan Emine Arslan, “Çok güzel bir uygulama. Burada her şey bizim için düşünülmüş. Öğretmenlerimiz bizimle birebir ilgileniyor, test çözüyor. Ben daha önce dershaneye gittim ve buranın
16 • ŞEHİR VE İNSAN
ŞEHİR VE İNSAN • 17
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
Ahmet Turgut Hz. Hasan’ı Anlattı Yazar Ahmet Turgut Sultanbeyli Kültür Merkezi’nde yapılan söyleşide Hz. Hasan’ı anlattı.
B
arışın Aklı Hz. Hasan söyleşisi Sultanbeyli Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. Yazar Ahmet Turgut’un anlatımıyla yapılan programa özellikle gençlerin ilgisi büyüktü. Programda Yazar Turgut, Hz. Hasan’ın birçok özelliğinden bahsetti. Hz. Hasan’ın şehadetini de katılımcılara aktaran Turgut, “Hz. Hasan Kur’an’ın evladıdır” dedi. Peygamberimizin torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e ne kadar önem verdiğini de dile getiren Turgut, konuşmasının ardından katılımcıların sorularını yanıtladı. Belediye Başkanı Hüseyin Keskin de katılımcılara teşekkür etti ve Yazar Ahmet Turgut’a söyleşi sonrası çiçek takdim etti.
Gençlerle Spor Söyleşisi Spor spikeri Emre Tilev ve Cevdet Ünüvar Türk Telekom Anadolu Lisesi’nde Sporda Liderlik Kavramı adlı söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşiye gençlerin ilgisi oldukça yoğundu.
S
ultanbeylili gençler spor dünyasının iki ünlü ismi Emre Tilev ve Cevdet Ünüvar ile buluştu. Türk Telekom Anadolu Lisesi’nde gerçekleşen söyleşide spor dünyasının merak edilenleri konuşuldu. Takımların liderlik mücadelesini, teknik direktörleri ve takımların son durumunu değerlendiren Tilev, diğer spor dallarına da ilgi duyulması gerektiğini kaydetti. Gençlerin Türkiye için önemli olduğunu ve özel olduğunu kaydeden Tilev, başarmak için inanmak gerektiğini söyleyerek, kendi meslek hayatında ne tür zorluklarla karşılaştığını gençlerle paylaştı. Cevdet Ünüvar da gençlere ellerindeki imkanları iyi değerlendirmeleri gerektiğini ifade etti ve “Bulunduğunuz yerin, imkanların kıymetini bilin” dedi.
18 • ŞEHİR VE İNSAN
Kent Meydanı’nda Aşure İkramı Sultanbeyli Belediyesi ve Beşir Derneği, Muharrem Ayı dolayısıyla kent meydanında aşure ikramı gerçekleştirdi.
S
ultanbeyli Belediyesi’nin geleneksel hale getirdiği aşure ikramı bu yılda gerçekleşti. Kent Meydanı’nda Beşir Derneği’nin de desteğiyle ilçe sakinlerine aşure ikram edildi. Aşure ikramına katılanların yağmurdan etkilenmemesi için ket meydanı saatler öncesinden hazırlandı. Soğuk havaya rağmen Sultanbeylililer aşure gününde yapılan ikrama ilgi gösterdi.
Fatih Mahallesi Gençlik Merkezi Tamamlandı
Sultanbeyli bir gençlik merkezine daha kavuşuyor. Fatih Mahallesi Gençlik Merkezi’nin çalışmaları tamamlandı, merkez açılış için gün sayıyor.
S
ultanbeyli yeni gençlik merkezleri kazanıyor. İlçeye yapılan okulların yanı sıra yapılan gençlik merkezleriyle de gençlerin kişisel gelişimine katkı sunuluyor. Fatih Mahallesi’nde bir süre önce yapımına başlanan gençlik merkezi tamamlandı. Açılış için gün sayan gençlik merkezi sunacağı imkanlarla gençlere fırsatlarla dolu bir dünya aralayacak.
GENÇLIK MERKEZI’NIN ÖZELLIKLERI Merkezde belediye irtibat bürosu, mahalle muhtarlığı, sınıflar, atölyeler, teknoloji odaları, kütüphane, çok amaçlı salon bulunuyor. Bu hizmetlerle gençler okuldan kalan zamanlarını hem öğrenerek hem de eğlenerek geçirecek.
ŞEHİR VE İNSAN • 19
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
Devlet Hastanesinde Lazerli Yöntem
Tacirler Eğitim Vakfı (TEV) Sultanbeyli Devlet Hastanesi bel fıtığı hastaları için lazerli tedavi yöntemine geçti. Hastanede başarıyla gerçekleştirilen mikro kameralı, lazerli yöntemle bel fıtığı ameliyatları artık kâbus olmaktan çıktı. Bel fıtığı alanında uzman, yerli ve yabancı doktorlar eşliğinde, geçtiğimiz cuma günü yapılan 3 başarılı ameliyat ile hastalar, 3 saat içinde taburcu edildi.
T
EV Sultanbeyli Devlet Hastanesi, bel fıtığı tedavisinde devrim sayılabilecek önemli bir uygulamaya imza attı. Mikro kamera yardımıyla fıtıklara birebir müdahaleyi sağlayan Lazerli Epiduroskopi Yöntemi başarıyla uygulandı. Güney Kore’den gelen Kang Taek Lim ve hastanemiz doktorlarından Op. Dr. Çiğdem Mumcu moderatörlüğünde gerçekleştirilen uygulamaya, Mısır’dan ve Erzurum, Sivas, Antalya, Adana gibi Türkiye’nin dört bir ucundan 25 hekim katıldı. Tıp literatüründe, TransSakral Epiduroskopik Lazer Disk Dekompresyonu (SELD) olarak adlandırılan yöntem, bu yıl Sultanbeyli Devlet Hastanesi’nde ikinci kez uygulandı. Lazerli Epiduroskopi Yöntemi’nde, ucu her yöne kıvrılabilen fiberoptik endoskop yani kamera ile bel bölgesindeki sorunlar ayrıntılı olarak görülüyor. Durum değerlendirmesinden sonra fıtıklara lazer uygulanarak onların küçülmeleri sağlanıyor. Uygulamanın öne çıkan özelliklerinden birisi de daha önce bel fıtığı ameliyatı olmuş ve yapışıklık gelişmiş hastalarda sorunun mekanik olarak temizlenebilmesi ve sinir sıkışmalarının düzeltilebilmesi ve ilaç enjeksiyonları ile dokuların sağlıklı bir yapıya dönmesinin
20 • ŞEHİR VE İNSAN
sağlanması. Lazerli Epiduroskopi, ilaç tedavisi ve fizik tedaviden fayda görmeyen, inatçı bel ve bacak ağrıları olan çoğu hastada da ideal yöntem olarak tanımlanıyor. Bel fıtığı hastalarının yaşam kalitesini yükselten Lazerli Epiduroskopi, kuyruk sokumunda, doğuştan açıklığı olan bir kanaldan, cilde 0,5 milimetre gibi ufak bir kesi yardımı ile girilerek uygulanıyor ve sonrasında dikiş-pansuman gerektirmiyor. Lokal anestezi altında ve hasta uyanıkken yapılıyor, kemik yapılar ve kaslar zarar görmüyor. Kısa süreli bir yöntem ve yaklaşık 45 dakika sürüyor. Bu yöntemle sinir ve damar yaralanma ihtimali son derece düşük. Ameliyattan 3 saat sonra hasta yürüyor, hatta aynı gün içinde taburcu edilerek günlük hayatına dönebiliyor. Bel fıtığı tedavisinde iyileşme sürecini hızlandıran ve hasta konforunu yükselten yöntem ile ilgili bilgi veren Sultanbeyli Devlet Hastanesi Başhekimi Uz. Dr. Ali Ulvi Yılmaz, “Son yıllarda cerrahide eğilim, ‘minimal invaziv’ dediğimiz yani mümkün olduğu kadar az kesiyle sorunları giderme yönündedir. Bu uygulamanın Op. Dr. Çiğdem Mumcu’nun katkıları ile hastanemizde gerçekleştirilmiş olması bizi gerçekten onurlandırdı, gururlandırdı.” dedi.
Sultanbeyli Belediyesi’nden Öğretmenlere Ziyaret Öğretmenler Günü dolayısıyla Sultanbeyli Belediye Başkan Yardımcısı Zafer Söğütçü, AK Parti İlçe Başkanı Ali Sevinç ve belediye birim müdürleri sorumlu oldukları mahallelerdeki okulları tek tek ziyaret ederek öğretmenleri bu anlamlı günde yalnız bırakmadı.
Ö
ğretmenler Günü Sultanbeyli’de farklı etkinliklerle kutlandı. Sultanbeyli Kültür Merkezi’nde özel etkinlik düzenlendi. Belediye Başkan Yardımcısı Zafer Söğütçü, AK Parti İlçe Başkanı Ali Sevinç ve belediye birim müdürleri de ilçede görev yapan öğretmenleri okullarında ziyaret etti. Sultanbeyli Kültür Merkezi’nde düzenlenen programda aday öğretmenler adına konuşma yapan Mareşal Fevzi Çakmak İlköğretim Okulu Türkçe Öğretmeni Ebru Akgün salonda bulunanları duygulandırdı. “Bugün teslim aldığımız sancağı hakkıyla bizden sonraki nesillere teslim etmeliyiz” diyen Akgün, sınıfta nöbet
tutmakla sınırda nöbet tutmanın farklı olmadığını söyledi. İlçe Milli Eğitim Müdürü Yaşar Çağlar da, “Her yıl 24 Kasım farklı etkinliklerle kutlanıyor. Bu anlamlı günümüzü kutluyorum. Ülkelerin ve toplumların en iyi gücü nitelikli ve başarılı insan kaynağıdır. Öğretmenlerimize nitelikli insan yetiştirmekte büyük görev düşüyor” dedi. İlçe Kaymakamı İbrahim Özefe de öğretmenlerin bu mesleği seçerken hiçbir menfaat gözetmeden seçtiğini ve idealler uğruna yaptıklarını söyledi ve öğretmenlerin toplumun en idealist kişileri olduğunu kaydetti. Programda müzik öğretmenlerinden oluşan koro söylediği türkülerle herkesin beğenisi topladı.
ŞEHİR VE İNSAN • 21
SULTANBEYLİ’DEN KISA KISA
Binlerce Kitap Kent Meydanı’nda Okuyucuyla Buluştu
S
Binlerce kitap bir hafta boyunca kent meydanındaydı.
ultanbeyli Kent Meydanı güzel bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Sultanbeyli 1. Kitap Fuarı yapılan açılış töreniyle kapılarını kitapseverler için açtı. Özellikle öğrencilerin yoğun ilgi gösterdiği kitap fuarı renkli görüntülere sahne oldu. Kitap fuarının açılış konuşmasını yapan Belediye Başkanı Hüseyin Keskin, “Ne güzel söylemiş Üstad Necip Fazıl, “Seneler vurmadan silgiyi, bağlayın kitapla bilgiyi”. Bu dizelerden ilhamla birinci kitap fuarımızın açılışını yapıyoruz. En büyük dostumuz, sırdaşımız, yol arkadaşımız kitapla, bugün yeniden buluşuyoruz. Kitapla buluşmamıza vesile olan, kitap fuarımıza destek veren Basın Yayın Birliğimize, Eğitim-Sen Sultanbeyli Şubemize, çok kıymetli yazarlarımıza, fuara katılan birbirinden değerli yayınevlerimize en
22 • ŞEHİR VE İNSAN
kalbi duygularla teşekkür ediyorum. Onların destekleriyle kitap fuarımızı oluşturduk ve sizleri kitaplarla buluşturduk” dedi. Sultanbeyli’nin bir ilki daha gerçekleştirdiğini kaydeden Başkan Keskin, “Bugüne kadar Sultanbeyli’mizi hem fiziki hem de kültürel anlamda geliştirmeye çalıştık. Şükürler olsun göreve geldiğimiz günle, bugünümüz arasında büyük mesafeler aldığımızı görüyoruz. Sultanbeyli’yi biz, hep fiziki sorunlarını aşan, eğitim ve kültürle gündeme gelen bir ilçe olarak düşünüyoruz. Kültürde ve sanatta iyi noktalara geldik. Sultanbeyli artık fuarlara, uluslararası sempozyumlara, festivallere ev sahipliği yapıyor. Şükürler olsun bu anlamda hayalimizdeki Sultanbeyli’ye her geçen gün bir adım daha yaklaşıyoruz” ifadelerini kullandı.
Ülke olarak, toplum olarak okumaya çok ihtiyacımız olduğunu ifade eden Başkan Keskin, “Keşke hepimizin evinde onlarca kitap olsa. Keşke bizler sizleri her zaman böyle güzel etkinliklerle, kitap dolu etkinliklerle buluşturabilsek. Kitapları kendimize rehber edinsek. Kitapları tek dost olarak kabul etsek. Keşke televizyona, bilgisayara bakmaktan bitap düşen gözlerimiz, yorulan beyinlerimiz sadece kitap okumaktan yorulsa. İnanın o zaman her şey daha güzel olacak” dedi. Fuara destek veren Basın Yayın Birliği Başkanı Münir Üstün de, “Bizim için güzel bir gün. Ekim ayının hemen başında Sultanbeyli’de bismillah demenin mutluluğunu yaşıyoruz. Sultanbeyli’nin böyle güzel bir organizasyona ev sahipliği yapması bizi mutlu etti” şeklinde konuştu. Fuarın bir diğer destekçisi Eğitim-Birsen 4 Nolu Şube Başkanı Talat Yavuz ise, “Eğitim-Birsen kültür hayatının canlanmasını çok önemsiyor. Burada böyle bir organizasyona destek vermek bizi sevindirdi” dedi. Fuarın onur konuklarından biri olan Rasim Özdenören de bir konuşma yaparak , “Kitap dostları hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum, hoşgeldiniz. Fuarın açılışı bize şunu gösteriyor. Türkiye’de artık yeni bir dönem başlıyor. Kitaplar her zaman bizim en iyi dostumuz olmalıdır” dedi. Kitap fuarının diğer onur konuğu İhsan Süreyya Sırma da üniversite yıllarında kitap bulmakta zorlandıklarını belirterek, “Ankara’da koca Beyoğlu Pasajı’nda
iki roman alır okuduk. Şimdiki gençlerimiz çok şanslı. Ama şimdiki gençlerimizin düşmanı da var. Herkesin elinde bu akılsız telefonlar var çünkü. Bu akılsız telefonlar kitapların okunmasına mani oluyor” diyerek fuar için Sultanbeyli Belediyesi’ne teşekkür etti. Sultanbeyli Kaymakamı İbrahim Özefe de Sultanbeyli Belediyesi’nin hizmetlerini en iyi şekilde yaptığını ifade ettiği konuşmasında kitapların önemine ve okumanın insan hayatına etkine dikkat çekti. Kitapları dost edinmek gerektiğini ifade eden Kaymakam Özefe, “Şehirleri yakılıp yıkılan toplumlar ayağa kalkabilir ama kütüphaneleri yakılıp yıkılan toplumların ayağa kalkması zordur” dedi. Fuarda Sibel Eraslan, Rasim Özdenören, İhsan Süreyya Sırma, Esra Elönü, Tarık Tufan, Yavuz Bahadıroğlu, Beşir Ayvazoğlu, Mustafa Armağan, Erhan Afyoncu, Ahmet Turgut, Cihan Aktaş söyleşi ve imza günü gerçekleştirdi.
ŞEHİR VE İNSAN • 23
ŞEHİR VE TARİH
KENAN AYDIN
kenan@kenanaydin.com.tr
24 • ŞEHİR VE İNSAN
— VİCDANIN GÖR DEDİĞİ —
Bayır Bucak Türkmenleri ŞEHİR VE İNSAN • 25
ŞEHİR VE TARİH
A
slen, Halep Türkmenlerinin bir kolu. Yaşadıkları Bayır ve Bucak yerleşimlerinden dolayı bu isimle anılıyorlar. Osmanlı dönemi zabıt kayıtlarına göre İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinden getirilip yerleştirilmişler. Tam da Hac yollarına gelecek şekilde kurulmuşlar. Tıpkı Oğuz Boylarının en uzun kulu olan akıncıların, Selahattin Eyyubi zamanında birleşerek Haçlılara karşı bölgeyi güvene aldıkları gibi...
ORTA ASYA’DAN HALEP’E Bugünkü Suriye topraklarında 7. yüzyıldan itibaren Oğuz boylarının akıncıları görünmeye başlar. 10. ve 11. yüzyıllarda bu bölgeye yoğun göçler gerçekleştirirler. Tolunoğulları ile başlayan Türklerin yerleşimi 11. yüzyılda Selçukluların bölgeye gelmesi ile devam eder. 1078 yılında ise Suriye Selçuklu Devleti kurulur. Suriye’deki Türk boyları, 1096 yılında Haçlı seferleri başladığında Selahattin Eyyubi komutasındaki Müslümanlarla birleşerek Haçlılara karşı bölgeyi savunurlar. 1243 yılında Kösedağ Savaşı’nda Moğollara yenilen Türk boyları da Halep bölgesine yerleşir. Böylece 1260’tan itibaren Suriye’de idari ve askeri gücü Türklerden oluşan Memluk Devleti hakim olur. 10. ve 11. yüzyıllarda bu bölgeye yoğun Türk göçlerin gerçekleştiği Suriye’nin yönetimi, 1516’dan sonra Osmanlı Devleti’ne geçer. Ve bölge 1918 yılına kadar kesintisiz olarak 402 yıl boyunca Türklerin hâkimiyeti altında kalır. Bu dönemde Suriye’de Türkmen yerleşimi artarak devam eder. Ve bölgede önemli bir Türk nüfusu oluşur. Konuştukları diller Arapça ve Türkiye Türkçesine çok yakın bir Türkçedir. Anadolu’daki uzantıları olan Türk boyları arasında inanç, gelenek ve folklorik pratikler bakımından çok önemli benzerlikler bulunur.
HALEP’TEN SIVAS’A UZANAN KÖPRÜ Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında Mercidabık’ta Memluklular’ı yenmesi ile Suriye topraklarında Osmanlı yönetimi başlar. Bölge 1918 yılına kadar kesintisiz olarak 402 yıl boyunca Osmanlı hakimiyeti altında kalır. Suriyeli Türkmenler Osmanlı kayıtlarında “Halep Türkmenleri” olarak yer alırlar. Halep Türkmenleri has (padişah hassı) reayası olarak geçer ve bu statü onlara göre bir serbestlik sağlar. Çoğu Suriye Türkmenleri konar-göçer gruplar halinde yaşarlar; kışları Halep civarında, yazlarını ise Sivas’a kadar uzanan Anadolu yaylalarında geçirirler. Halep Türkmenleri, 17. yüzyıl başlarında siyasal ve ekonomik nedenlerle bulundukları yerden göç etmek ya da yerleşik hayata geçmek zorunda kalırlar. Osmanlı Devleti ise 17. yüzyıl ortalarında onları belirli yörelerde iskana yönlendi-
26 • ŞEHİR VE İNSAN
rir. 18. yüzyılın sonlarında Türkmen boylarının yarısı Antep, Hama, Humus, Rakka gibi bölgelerde yerleşik hayata geçmiştir artık. Rakka, gerek iklim gerekse toprak yapısı bakımından Türkmen aşiretlerin yaşamına uygun gelmez. İskana tabi tutulan oymaklar, eski yurtlarına dönmek istedilerse de yeniden aynı yerlere sürülürler. Bir kısmı 18. ve 19. yüzyıllarda Anadolu içlerine dağılırlar, köyler ve kasabalar kurarlar. 19. yüzyıl başında gerek 1822 depremi ve bunu izleyen salgın hastalıklar; gerekse Kavalalı İbrahim Paşa’nın bölgeyi işgali ve kadim aşiret çatışmalarından Türkmenler çok olumsuz etkilenirler. Fırsatını bulanlar hemen Anadolu’ya göç ederler. Bulamayanların bir bölümü Sünni Arap aşiretleri içinde asimile olurlar. Zamanla Türkçe daha az konuşulur hale gelerek, Arap dili ve geleneklerinin baskınlığı görülür.
GARANTÖR ÜLKE: TÜRKIYE Osmanlılar I. Dünya Savaşı’ndan sonra bölgeden çekilmek zorunda kalırlar. 25-26 Ekim 1918 gecesinde
Halep’i terk edip kuzeye çekilen orduların sonuncusu 7. Ordu idi ve başında Mustafa Kemal bulunuyordu. Ordunun çekilmesi ile Suriye tarafında kalmış olan Türkler, Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetleri kurarak mücadeleye başlarlar. Suriye ve Filistin Kuvva-yı Milliye-i Osmaniye adıyla örgütlenen bölgedeki direnişin reisi “Özdemir” takma ismini kullanan Ali Şefik Bey idi. Kurtuluş Savaşı boyunca bölgedeki Türkmen direnişinin temel hedefi Türkiye’ye katılmaktı. Şubat 1919 tarihinden 22 Ekim 1921 tarihli Ankara Anlaşması’na kadar bölgede Fransızlara karşı sayısız çatışma ve taarruz yaşanır, bu çatışmalarda çok sayıda işgal askeri öldürülür veya esir alınır. Türkiye ile Fransa arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması’nın 7. maddesi ile Suriye Türkmenleri konusunda Türkiye’ye garantörlük verilir. 20 Kasım 1922 tarihinde başlayan Lozan Konferansı’nda Suriye sınırı neredeyse hiç konu edilmeden kabul edilir. 31 Ocak 1923 tarihinde Suriye ile sınırlar belirlenirken, Ekim 1921 tarihindeki Türk Fransız anlaşması temel esas olarak alınır.
TEK SURIYELI KIMLIĞI 1936 yılında Fransa, bölgedeki hâkimiyetinin zayıflaması ile birlikte baskılara maruz kalmaya başlar. 19361939’da sancağın Hatay adıyla Türkiye’ye katılması sürecinde Suriye sınırları içerisinde kalan Türkmenlere ilişkin hiçbir görüşme ya da anlaşma yapılmamış olması, Suriye Türkmenlerinin hukuki durumunu belirsizleştirdi. Bu belirsizlik Suriye yönetimlerinin Türkmenlere karşı baskı ve asimilasyon politikası uygulamasına neden oldu. 1946 ve 1972 anayasalarına göre Suriye Arap vatandaşı olarak kabul edilen Türkmenlere kimlikleri ile yaşama hakkı tanınmadı. Türkçe gazete yayımlama imkanı ortadan kalktı; hatta Türkçe konuşmak bile yasaklandı. 1963’te yaşanan darbeden sonra baskılar artarak devam etti. Türkmenler herhangi bir sivil ya da yasal örgütlenme oluşturamadı. Hafız Esad rejimi “Tek Suriyeli Kimliği” politikası çerçevesinde, Türkmenleri asimile ederek “Araplaştırma” politikası izledi.
BUGÜNKÜ DURUM Günümüzde Suriye Türkmenleri özellikle Şam, Lazkiye, Hama, Humus, Halep ve Rakka kentlerinde ve köylerinde bulunuyorlar. Şam bölgesinde yaşayanlara Şam Türkmeni denirken, Halep ve Rakka bölgesindekilere Halep veya Culap Türkmeni, Lazkiye Türkmenlerine Bayır-Bucak Türkmeni deniyor. Ülkenin diğer toplulukları tarafından “Türkmenler” olarak adlandırılıyorlar.
2011 yılında yapılan araştırmasında Suriye’de Türkçe konuşan Türkmen sayısı yaklaşık bir buçuk milyon, Türkçeyi unutmuş Türkmenlerle beraber sayılarının 3,5 milyon civarında olduğu ortaya çıkıyor. Suriye’de büyük gruplar halinde yaşayan Türkmenler, milli benliklerini koruyabildikleri halde küçük gruplar halinde yaşayanlar önemli ölçüde Araplaşmıştır. Köy ve kasabalarda yaşamaya devam eden Türkmenler kendi aralarında Türkçe konuşmayı sürdürürler. Şive ve edebiyatları bakımından Türkiye’nin bir uzantısı gibidir. Suriye’de konuşulan ağız, Hatay bölgesinde konuşulan Türkmen ağızlarının bir devamı niteliğindedir. Hama ve Humus Türkmenlerinin şivesi eski Osmanlı diline son derece yakındır. Eğitim, Türkmenlerin en ciddi sorunlarından biridir. Türkmen toplumunda okuryazarlık oranı, Suriye genel ortalamasına yakındır ancak Türkçe okur-yazar çok azdır. Türkçe yayın organları, 1922’den 1937’ye kadar, sürgündeki Refik Halit’in de katkılarıyla çıkan “Doğru Yol” ve “Vahdet” olmuştur. Türkmenler kendine “aydın sınıfı” denilebilecek bir eğitimli sınıf çıkaramamıştır. Dini yapıya bakıldığında Suriye Türkmenlerinin büyük çoğunluğu Sünni Hanefi mezhebine mensuptur. Çok az sayıda Alevi Türkmen bulunmaktadır. Suriye Türkmenleri ekonomik olarak genelde alt-orta sınıfta yer almaktadır. Geçimlerini genellikle tarım ve ayakkabı sanayisi ile sağladıkları görülmektedir. Lazkiye ve Tartus Türkmenleri narenciye ve ormancılıkla meşgul olurken Hama ve Humus Türkmenleri hayvancılık ve tarımla uğraşmaktadırlar. Şam’da yaşayan Türkmenler memurluk ve serbest meslek, Rakka ve Dera’da ise tarım başlıca gelir kaynağıdır. Fransız mandası döneminde başlayan ve sonrasında da devam eden politikalar sonucu Türkmenler önemli oranda asimile olmuştur. Suriye hükûmeti tarafından Türkçe yer adları Arapçaya çevrilmiştir. Kendilerine örgütlenme hakkı tanınmamış Suriye Türkmenleri, Suriye İç Savaşı’nda muhalif hareketlere katılmışlardır. Kaynakça • Suriye’de Değişimin Ortaya Çıkardığı Toplum: Suriye Türkmenleri, Kasım 2011 ORSAM Raporu • Suriye’nin Unutulmuş Türkleri, Sibel Kalemdaroğlu, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü • Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu Yayınları • Karşılaştırmalı Bayır-Bucak Türkmen Halk İnançları, Yaşar Kalafat, Bayır-Bucak Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları
ŞEHİR VE İNSAN • 27
AYIN KONUSU
28 • ŞEHİR VE İNSAN
Zorunlu Göçün Baş Aktörleri
Mülteciler
Son zamanlarda en çok duyduğumuz kelimelerin başında “mülteci” geliyor. Dünya genelinde yaklaşık 51 milyon insan çeşitli sebeplerden dolayı mülteci konumunda. Bu sayımızda gündemimizden hiç düşmeyen mültecileri, sorunlarını, mülteciler için yapılan sözleşmeleri ve mülteciliğin tarihini araştırdık.
ŞEHİR VE İNSAN • 29
AYIN KONUSU
Ü
lkelerinde aradıkları huzuru bulamayan insanlar değişik coğrafyalarda umutla huzurlu bir yaşam arayışına düştü. Kimileri teknelerle, kimileri de kamyon kasalarında umuda yolculuk yaptı. Yolculuklarında bir olumsuzlukla karşılaşmadıklarında da gittikleri yerlerde yaşam koşullarının olumsuzluklarıyla baş başa kaldılar. Dillerini, yaşamlarını bilmedikleri memleketleri, kendilerine yurt edinmeye, kendilerini o memleketin sahiplerine kabul ettirmeye çalıştılar. Bu süreçte birçok aile parçalandı. Çocuklar öksüz kaldı. Gözyaşıyla ve hüzünle kendilerine yeniden acı vatan seçtiler. Suriye’de yaşanan iç savaş
30 • ŞEHİR VE İNSAN
insanları farklı arayışlara itti. Her gün onlarca insan sınırları aşarak canını kurtarma mücadelesi verirken dünya sahile cansız bedeni vuran Aylan bebeği hala unutmadı. Macar bir gazeteci tarafından çelme takılarak düşürülen ve çaresizlik içinde kendince umuda koşan baba insanların dikkatini biraz da olsa mültecilere çekti. Hafızalara kazınan bu iki canlı örneği tüm dünya izledi ve yaşadı. Ama mültecilerin dramları bunlarla sınırlı değil. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Ülkeleri Suriye’de yaşanan drama sessiz kalıyor. Türkiye’nin milyonlarca kişiyi misafir etmesine rağmen Avrupalılar hala Suriyelileri ülkelerine kabul edip etmemeyi konuşuyor. Yeryüzünde mülteci ve sığınmacı sorunu çok eski dönem-
lere dayanıyor. İlk başlangıcı birinci ve ikinci dünya savaşına uzanan mültecilik, savaş mağduru insanların huzur içinde yaşayacak bir yer bulma isteklerinden kaynaklanıyor. Bugün dünyanın dört bir yanında mülteciler yaşarken, son zamanlarda en fazla mülteci konumuna düşenlerin Suriyeliler olduğu göze çarpıyor. Hemen hemen dünyanın farklı noktalarına göç etmeye çalışan mülteciler en çok sınırlarındaki huzurlu ülkeleri tercih ediyor.
MÜLTECI KIMDIR? Mülteci Arapça iltica kelimesinden geliyor. Mülteci sığınmacı anlamında kullanılıyor. Bir diğer anlamda ise mülteciler için muhacir kelimesi kullanılır. Muhacir bir yerden bir yere göç eden demektir. Cenevre
Sözleşmesi’ne göre mülteci; ırkı, dini, milliyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği korkusu taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişilere deniyor. Uluslararası mülteci hukukunun aslını 28 Temmuz 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi oluşturuyor. 1951 Sözleşmesi mülteci kavramının açıklandığı ve mülteci haklarının düzenlendiği en önemli uluslararası sözleşme niteliğinde. Yapılan bu sözleşmeyle birlikte yıllardır birçok mülteci korunuyor, ülkelerinden ayrılıyor. Bu sözleşmelerin ardından yeni anlaşmalar yapılmış ve mültecileri korumak adına geliştirilmiş. Bunlar şunlardır;
1. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948)
9. Vatansızlığın Azaltılmasına İlişkin Sözleşme (1961)
2. Cenevre Sözleşmesi (1951)
10. Her Tür Irk Ayrımcılığına Son Verilmesine İlişkin Sözleşme (1965)
3. Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Protokol (1967) 4. Uluslararası Sivil ve Politik Haklar Sözleşmesi (1966) 5. Uluslararası Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (1966) 6. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950) 7. Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989) 8. Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşme (1954)
11. Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesi (1969) 12. Cartagena Deklarasyonu (1984)
SIĞINMACI KIMDIR? Sığınmacı ve mülteci kavramları arasında bir anlam sorunu yaşanıyor. Bu iki terim farklı anlamlar taşımasına rağmen pek çok yerde aynı anlama gelecek şekilde kullanılıyor. Gerek literatürde gerekse uluslararası düzenlemelere göre, iltica etme hakkı ve bunun sonu-
ŞEHİR VE İNSAN • 31
AYIN KONUSU
32 • ŞEHİR VE İNSAN
cu olarak mülteci olmak; hukuki bir statünün kazanılmasnı sağlar. Sığınma hakkı ile sığınmacı olmak ise, hukuki bir statü kazanılmasından çok, fiili ve sığınılan ülkenin yasalarından mülteciler, gibi yararlanılmasını öngörmeyen kısa süreli bir barınma durumunu ifade eder. Sığınmacılar, 1951 Sözleşmesi’nin belirlediği dar anlamda mülteci koşul ve niteliklerini taşımadıklarından ve genelde de Asya ve Orta Doğu’daı geldiklerinden dolayı kendilerine mülteci statüsü verilmemekte. Bu bakımdan, 1951 Sözleşmesi’nde belirlenen mülteci statüsünün kullanılmasına ilişkin nitelikleri ve koşulları taşımayan kişilere mülteci statüsü verilmesine ve bu tür kişilere mülteci denilmesine uluslararası hukuk ile ulusal mevzuatımız olanak tanıyor. Mültecilik 1. Dünya Savaşı’yla gündeme gelen, 2. Dünya Savaşı sonrası artan, soğuk savaş döneminde hızlanan ve son dönemde ülkelerdeki iç karışıklıkla zirveye ulaşan bir durum haline geldi. Huzuru ve refahı olmayan milletler farklı ülkelere huzur ve refah bulmak adına iltica ettiler. İkinci Dünya Savaşı ve savaşı takip eden dönem, yakın tarihteki en büyük insan göçlerinden birine sahne oldu. Avrupa sınırları içerisinde o dönemde tahminen 40 milyondan fazla insan yerinden edildi. Ardından Güneydoğu Avrupa’daki diğer çatışmalar, binlerce mültecinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Savaş süresince Avrupa dışında da kitlesel yerinden edilmeler yaşandı. Bugün de yine insanlar savaşlardan dolayı mülteci durumuna düşüyor.
MÜLTECILERIN SAYILARI HER GÜN ARTIYOR Günümüz mülteci sayısı Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), dünyada 50 milyondan fazla insanın evlerini terk
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden (BMMYK) yapılan yazılı açıklamada, Suriyeli sığınmacı sayısının 4 milyonu aşmasının, ülkedeki krizin neredeyse 5 yıldır devam eden dünyadaki en büyük sığınmacı krizi olduğu gerçeğini doğruladığı belirtildi. etmek zorunda kaldığını açıkladı. Bunu İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en yüksek sayı olduğu göze çarpıyor. Dünyanın birçok yerinden ve özellikle savaşların olduğu, insanların huzurlarının ve can güvenliğinin kalmadığı bölgelerden kaçan 50 milyon kişinin yarısının çocuk olduğu da ön görülüyor.
MÜLTECILERIN HAKLARI NELERDIR? Her mülteci güvenli sığınma hakkına sahiptir. Bununla beraber mültecilerin sığındıkları ülkede hem hakları hem sorumlulukları vardır. Mülteciler insan haklarına yaraşır bir şekilde haklardan ve yardımlardan eşit bir şekilde faydalanma
ŞEHİR VE İNSAN • 33
AYIN KONUSU
34 • ŞEHİR VE İNSAN
ve kötü muameleye, ayrımcılığa uğramama hakkına sahiptirler.
MÜLTECILER ARASINDA KAÇ MILYON SURIYELI MÜLTECI VAR? Birleşmiş Milletler, Türkiye’ye ulaşan yeni sığınmacılar dahil komşu ülkelerdeki Suriyeli sığınmacı sayısının 4 milyonun üzerine çıktığını açıkladı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden (BMMYK) yapılan yazılı açıklamada, Suriyeli sığınmacı sayısının 4 milyonu aşmasının, ülkedeki krizin neredeyse 5 yıldır devam eden dünyadaki en büyük sığınmacı krizi olduğu gerçeğini doğruladığı belirtildi. Suriye’de ülke içinde yerinden edilenlerin sayısının da en az 7.6 milyon olduğu kaydedildi. Suriye’deki çatışmaların beşinci
yılında sona ereceğine yönelik sinyalin bulunmadığı ve sığınmacı sayısının artmaya devam ettiği vurgulandı. Türkiye’nin dünyanın en fazla sığınmacı ağırlayan ülkesi olduğu ve Suriyeli sığınmacıların yüzde 45’inin burada bulunduğu belirtildi. Avrupa Birliği’nin açıkladığı Türkiye İlerleme 2015 Raporu’nda sığınmacılar için AFAD koordinasyonunda yapılan yardımlar ve çalışmalar öne çıktı. Rapor, 15 kez atıf yaptığı Türkiye’nin AFAD koordinasyonundaki çalışmalarını, ‘eşi benzeri görülmemiş’, ‘hatırı sayılır’, ‘devasa’ ve ‘hayati’ olarak tanımladı. Raporun genel durumunda dahi yer alan “Türkiye, Suriyeli ve Iraklı sığınmacılara eşi benzeri görülmemiş insani yardım
ve destek sağlamaya devam etti.” ifadesi dikkat çekti. Avrupa Birliği, 10 Kasım günü Türkiye İlerleme 2015 Raporu’nu açıkladı. Raporun temel bulgular ve genel durum bölümleri başta olmak üzere genelinde, sığınmacılarla ilgili konular öne çıktı. AFAD koordinasyonunda Türkiye’nin Suriyeli ve Iraklı misafirler için yürüttüğü faaliyetler, rapordaki pek çok başlık altında övgüyle anlatıldı. Raporun giriş kısmını oluşturan genel durum ve özet bölümleri dâhil olmak üzere, AFAD koordinasyonundaki çalışmalar ‘eşi benzeri görülmemiş’, ‘hatırı sayılır’ şeklinde ifade edildi. 10 ildeki 25 AFAD Barınma Merkezi’ne ve AFAD’a da atıf yapan rapor, Türkiye’yi dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke olarak tanımladı.
ŞEHİR VE İNSAN • 35
AYIN KONUSU
36 • ŞEHİR VE İNSAN
ŞEHİR VE İNSAN • 37
AYIN KONUSU
“BÖYLE BÜYÜK BIR SIĞINMACI AKIŞINI YÖNETMEK GÜÇ BIR DURUM” Raporun özet kısmında Türkiye’nin sığınmacı sayısında geçtiğimiz yıl daha da fazla artış yaşadığı belirtildi, “Böylesi büyük bir sığınmacı ve yerinden edilmiş insan akışını yönetmek, temel zorluklardan biri” ifadeleri kullanıldı. AFAD koordinasyonundaki çalışmalarla Türkiye’nin sığınmacılara ‘geçici koruma statüsü’ verdiğini ve sığınmacıların sağlık, eğitim, sosyal destek ve tercümanlık gibi hizmetlerden yararlandığına dikkat çekildi. Türkiye’nin 2.2 milyon sığınmacıya barınma imkanları sağlamak için gösterdiği çabalar, ‘hatırı sayılır’ şeklinde tanımlandı.
ADALET, ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLIK BÖLÜMÜ ALTINDA DA DEĞERLENDIRILDI AFAD koordinasyonunda Suriyeli ve Iraklı misafirler için yürütülen çalışmalar, ‘Adalet, Özgürlük ve Güvenlik’ bölümü altındaki ‘iltica’ başlığı altında da değerlendirildi. Bu başlık altında “Türkiye, Suriyeli sığınmacıları barındırmak için devasa ve sürekli çabalar sarf etti.” ifadeleri kullanıldı. Türkiye’nin sığınmacılara ‘hayati yardım’ sağlandığı belirtilen raporun dış ilişkiler başlığında da insani yardıma değinildi. Türkiye’nin kalkınma ve insani yardımlar için 3 milyar ABD doları sağladığını, bu miktarın da ülkemizin GSMH’sinin 0.46’sına denk geldiği kaydedildi.
SURIYELILERIN ÜLKE DAĞILIMLARI Bir insan hakları örgütü tarafından hazırlanan raporda Türkiye’nin Suriyeli sığınmacı kabulünde ilk sırada yer aldığı, bu konudaki ikinci ülke Lübnan’da ise 1 milyon 700 bin sığınmacının bulunduğu, Ürdün’de 1 milyon 400 bin, Irak’ta 525 bin, Mısır’da 270 bin, Libya,
38 • ŞEHİR VE İNSAN
Cezayir ve Fas’ta da yaklaşık 40 bin Suriyeli sığınmacının yaşadığı belirtiliyor. Avrupa ülkelerinde ise sadece 150 bin civarında Suriyeli sığınmacı bulunduğu ifade ediliyor. Mültecileri konuk eden bu ülkeler ‘neredeyse hiç uluslararası yardım görmüyor.‘ Suriyeli mülteciler için gereken insani yardımın sadece yüzde 23’ü Birleşmiş Milletler (BM) tarafından karşılanıyor. İstanbul da Haziran 2015 resmi kayıt verilerine göre 260 bin 474 Suriyeli nüfusun olduğu, ancak 100 binin üzerinde Suriyeli mültecinin de kayıt altına alınmayı beklediği kaydediliyor.
IRAKLI MÜLTECILER Irak’a yapılan DAEŞ saldırılarıyla bölgede zor günler geçiren Iraklılar güvenli bölgelere göç etti. Irak- İran Savaşı’nda da kapılarını açan Türkiye bu kez de DAEŞ saldırılarına maruz kalan Iraklılara kapılarını açtı. Yaklaşık 100 bin Iraklı sığınmacı olarak Türkiye’ye geçiş yaptı. Çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu sığınma-
cılar DAEŞ saldırılarıyla yerlerini terk etti.
FILISTINLI MÜLTECILER Filistinliler, çoğu ülkede kaçak statüsünde bir hayat sürüyor. Barınma, sağlık, eğitim ve çalışma haklarından faydalanmaları ise neredeyse imkânsız. İsrail Devleti’nin 1948’de kurulmasının ardından yaşanan ihtilaflar 750,000 mültecinin Filistin’den kaçmasına neden oldu. Bu mültecilerin çoğu bir zamanlar Ürdün’ün elinde bulunan Batı Şeria’ya, Mısır’ın elinde tuttuğu Gazze Şeridi’ne, Lübnan’a, Suriye’ye ve hatta daha uzağa kaçtılar. Fakat 1967 Arap-İsrail savaşı, bu sefer neredeyse, yarısı ikinci kez yerlerinden olan 500. 000’den fazla Filistinli mültecinin bir kez daha yer değiştirmesine sebep oldu.
ARAKANLI MÜLTECILER Burma askerî yönetiminin baskıları nedeniyle bugün yüz binlerce Arakanlı Müslüman, Burma
sınırları dışında mülteci olarak yaşıyor. Mültecilik statüsü tanınan ya da tanınmayan 200.000 Arakanlı Müslüman Pakistan’da, 500.000 kadarı Suudi Arabistan’da ve 10.000 kadarı da Malezya’da hayatına devam ediyor.
AFGAN MÜLTECILERIN DURUMU Türkiye’den uluslararası koruma talebinde bulunan ve farklı birçok şehirde ikamet eden Afgan mültecilerin sayıları diğer Türkiye’deki diğer mülteci gruplarına göre oldukça düşüktür. Afgan mültecilere 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Cenevre Sözleşmesi kapsamında değil, 1950 tarihli BMMYK tüzüğüne dayalı olarak ‘Genişletilmiş Mülteci Tanımı’ altında uluslararası hukuki koruma sağlanıyor. Kaynaklar www. unchr.org.tr - Bir Yaşam Mücadelesi Olarak Mültecilik, Mustafa Alver www.multeci.net - Dünya Mültecilerinin Durumu 2000:13 - AFAD / www.afad.gov.tr
ŞEHİR VE İNSAN • 39
AYIN KONUSU
Zafer Söğütçü
“Onlar Muhacir, Biz de Ensar’ız” 40 • ŞEHİR VE İNSAN
ŞEHİR VE İNSAN • 41
AYIN KONUSU
İ
lçemizdeki Suriyeli misafirlerimizle ilgili güzel çalışmalara imza atan Mülteciler Sığınmacılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı ve aynı zamanda Sultanbeyli Belediye Başkan Yardımcısı Zafer Söğütçü ile ilçemizdeki mültecileri ve sorunlarını konuştuk. Mültecilerin birçok sorunla karşı karşıya olduğunu ifade eden Söğütçü, halkımızın misafirlerine Ensar anlayışıyla yaklaştığını söyledi. İşte o röportaj;
DERNEK OLARAK NE TÜR FAALIYETLER IÇERISINDESINIZ? Dernek olarak bugüne kadar Suriyeli misafirlerimizle ilgili eğitim, sağlık, barınma, ev eşyası, hukuksal ve psikolojik destek, istihdam, gıda, kıyafet, yakacak yardımı gibi başlıklarda sayabileceğimiz çalışmalara imza atıyoruz. Her geçen gün artan Suriyeli mültecilerin ihtiyaçlarının tespiti, karşılanabilmesi, koordinasyonu ve ilçemizdeki kamu düzeninin korunması ile ilgili bir dernek kurulmasının gerekliliği konusunda Belediye Başkanımız Hüseyin Keskin Bey’in öncülüğünde Strateji Geliştirme Müdürümüz Halil İbrahim Akıncı ve bu konuda çalışma yapan STK’larla fikir birliğine vardık. İlk etap da Suriyeli Mültecilere Yardımlaşma Derneği olarak kurduğumuz derneğimizin adını daha sonra yönetim kurulunda aldığımız bir kararla daha kapsayıcı ve kuşatıcı olması bakımından Mültecilerle Yardımlaşma Derneği olarak değiştirdik. Ülkemizde ve ilçemizde ağırlıklı olarak Suriyeli kardeşlerimiz olduğundan mülteciler olarak toplumda onlar daha çok öne çıkıyor ancak sayıları az da olsa Doğu Türkistanlı, Afganistanlı, Kafkasya bölgesinden, Orta Asya’daki soydaş ülkelerden de misafirlerimiz var. Milliyeti, etnisitesi, dili, dini, mezhebi ne olursa olsun bizim dini inancımız, bizim medeniyet kodlarımız, bize
42 • ŞEHİR VE İNSAN
ŞEHİR VE İNSAN • 43
AYIN KONUSU
sığınmış olan insana kucak ve gönül açmayı emir ve telkin eder. İlçemizdeki mülteci sayısı yaklaşık 16 bin kişiye ulaştı bu rakam Anadolu’muzda orta ölçekli bir ilçenin nüfusuna eşdeğer bir rakamdır. Biz en başından bu yana meseleye İslami, insani ve vicdani yönüyle yaklaştık. Mekke’den hicret eden muhacirlere, Medineli Müslümanlar nasıl ensar(yardımcı) oldularsa aynı inancın mensupları olarak bizim de benzer şekilde hareket etmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Her türlü ihtiyaçları için çözüm üretmeye çalışıyoruz. 900 kadar Suriyeli çocuğumuz Milli Eğitime bağlı bir okulumuzda bizim çocuklarımızla birlikte eğitim alıyor.
44 • ŞEHİR VE İNSAN
Bir yandan bizim eğitim sistemimize entegre olmaları için ihtiyaç duydukları dersleri bir yandan da kendi dil ve kültürlerini unutmamaları için Suriyeli öğretmenler gözetiminde Arapça müfredatı vermeye çalışıyoruz. Bu konuda desteklerinden ötürü Kaymakamlığımıza, Milli Eğitim Müdürlüğümüze, İlçe Müftülüğümüze, Aziz Mahmut Hüdai Vakfı’na teşekkür ediyoruz. Dernek faaliyetlerimizi yürüttüğümüz merkezimizde mülteciler için bir de sağlık kabini oluşturduk. Orada sağlık sorunu yaşayan kardeşlerimiz tedavi görüyor. Sağlık kabinimizde 4 Suriyeli uzman doktorumuz, tıbbi tahlil laboratuvarımız , eczanemiz
bulunuyor. Daha ileri bir tetkik ve araştırma ihtiyacı olan hastamız olursa anlaşmalı olduğumuz laboratuvara ya da kamu hastanelerine yönlendiriyoruz. Sıkça işlerinin olduğu Kamu Kurumlarında dil sorunu yaşamamaları için tercümanlar istihdam ediyoruz.
SURIYELI MÜLTECILERLE ILGILI BIRLEŞMIŞ MILLETLERIN VE AVRUPALI DEVLETLERIN MÜLTECILERE BAKIŞINI NASIL DEĞERLENDIRIYORSUNUZ? Birleşmiş Milletlerin bir çok meselede olduğu gibi bu meselede de yüklendiği misyona uygun davranmadığını düşünüyorum. BM Mülteciler Yüksek Komiserli-
ği’nden gelen bir heyetle görüştüğümde ilçemizdeki Suriyeli mültecilerden çok batılı ülkelerin fayda sağlayabileceği mühendis, doktor, akademisyenlerle ilgilendiklerini fark ettim. Almayı taahhüt ettikleri rakamlar çok komik ve düşündürücü rakamlar. Bizim medeniyet kodlarımızla onların ki çok farklı. Hükümetimizin ve vatandaşlarımızın desteğiyle ülkemizde 3 milyona yakın mülteci barınmaya devam ediyor. Batılılar tarihsel tutumlarına uygun olarak bu konuya da çıkarcı bakıyorlar. Beyin göçü diye ifade edebileceğimiz binlerce Suriyeliyi ülkelerine kabul ettiler ancak farklı yollarla Avrupa’ya geçmek isteyenler için en acımasız yöntemleri uygulamaktan çekinmediler. Bununla ilgili dramatik sahneler hepimizin hafızalarında tazeliğini koruyor. Ülkemizdeki yabancı vakıfların yardım faaliyetlerinin de batıya doğru göç etme yönündeki eğilimleri önleyici nitelikte faaliyetler olduğunu düşünüyorum. Zaten Avrupalı hükümetler bu durumu açıkça ifade ediyorlar. Biz yardım edelim sizin ülkenizde kalsınlar. Her şeye rağmen, az da olsa dernek faaliyetlerimizde yabancı kuruluşların desteği oldu. Sonuçta bizim derdimiz bu insanların yaşadıkları sıkıntılara olabildiğince çözüm getirebilmek. Biz bu savaşın bir gün biteceğini ve onların ülkelerine gideceğini düşüyoruz. Ülkelerine döndüklerinde Türkiye’ye karşı olumlu düşünceler taşımalarını istiyoruz. Burada çocuklar Türkçe öğreniyor, bizden bir şeyler alıyorlar. Mutlaka savaş bitecek ve Suriye yeniden imar olacak. Burada yaşayan mülteciler Suriye’yi imar edecekler.
MÜLTECILER ARASINDA YAŞADIĞINIZ VE SIZI EN ÇOK ETKILEYEN OLAY NEYDI ? Çok sayıda dram var. Özellikle burada bire bir ailelerle görüşüyoruz. Tek tek ailelerin kayıtlarını alıyoruz. Neyle geçiniyorlar, neye
Biz onlara yardım etmezsek, eğitim vermezsek, topluma adapte olmalarına yardımcı olmazsak sorunlar artar. Bir çok yerde üzülerek gördüğümüz şey; bu konuda ciddi bir koordinasyon, sistemli bir çalışma yürütüldüğünde orada mülteci sayının artmasından endişe ediliyor olması. ihtiyaçları var bunları kayıt altına aldık. Oluşturduğumuz özel bir yazılımla bunu takip ediyoruz. Beni en çok etkileyen olaylardan bir tanesi Başkanımız Hüseyin Keskin beyle ziyaret ettiğimiz , en büyüğü 10 yaşlarında beş kız çocuğuyla ülkemize gelen bir bayan oldu. İki yıldır eşinden haber alamamış, akıbetini bilmiyordu. En son Esed’in adamlarının O’nu götürdüğünü başına ne geldiği konusunda hiçbir bilgisinin olmadığını söylüyordu. Hemen hemen her hanede benzer acılar yaşanmış. Ülkemiz değişik dönemlerde mülteciler konusunda büyük sınavlar verdi. Her zaman mültecilere kucak açtı. Dünyanın bu gün itibariyle en büyük ekonomisi değiliz ancak yardımlaşma konusunda birinci ülkeyiz. Gönlümüz büyük. Halkımızın gönlü zengin. Kendi yakın geçmişinde bir şekliyle göçü yaşamış Sultanbeyli halkı mültecilere bizlerden önce kucak açtı, destek oldu. Ekmeğini, aşını paylaştı, evindeki eşyasını paylaştı. İlçemizdeki mülteci nüfusunun diğer ilçelere göre çok daha fazla olmasının ana etkeninin bu olduğunu düşünüyorum.
YARDIM KAMPANYALARI HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ? Biz koordinasyonu özellikle yardım konusunda çok önemsiyoruz. Bir bakıyorsunuz aynı aileye üç kez aynı yardım gitmiş. Yaptığımız yazılımla bunun önüne geçtik. Çünkü yardımları doğru yerlere
ulaştırabilmek toplamaktan daha önemli. Şimdi kimin işe ihtiyacı var, kimin battaniyeye, sobaya ihtiyacı var, gıdaya ihtiyacı var hepsini biliyoruz. Bu arada tüm operatörlerden 7489’a “umut” yazılarak atılacak her mesajla derneğimize 5 tl bağış yapılabilmesiyle ilgili gerekli izinleri aldık. Bizler için emanet olduğunu düşündüğümüz bu kardeşlerimizin sıkıntılarını bir nebzede olsa azaltmak için tüm halkımızı bu konuda duyarlı olmaya davet ediyoruz.
MÜLTECILER SORUNLARINA KESIN ÇÖZÜM BULUNABILIR MI? Burada mültecilerle ilgili tüm Kurumlar ve STK’lar bir birine destek vermeli. Kamu kurumları STK’lara öncülük yapmalılar. Mülteciler ülkemizde ciddi bir sayıya ulaştı. Biz onlara yardım etmezsek, eğitim vermezsek, topluma adapte olmalarına yardımcı olmazsak sorunlar artar. Bir çok yerde üzülerek gördüğümüz şey; bu konuda ciddi bir koordinasyon, sistemli bir çalışma yürütüldüğünde orada mülteci sayının artmasından endişe ediliyor olması. Biz burada bir çalışma yaparsak ilçemizdeki Suriyeli sayısı artar diye düşünülüyor. Biz bu kaygıyı bir yana bırakıp bu insanlara nasıl yardımcı olabileceğimiz meselesine odaklandık. Başkanımızın bu konuda bizlere ifade ettiği bir söz var “Onlar imtihandalar, biz de onlarla imtihandayız.” işte bu anlayışıyla çalışmalarımızı yürütmeye gayret ediyoruz.
ŞEHİR VE İNSAN • 45
NOSTALJİ
48 • ŞEHİR VE İNSAN
Nostaljik Otobüslerle Tarihe Gidin
Kadim şehrin sokaklarında tarih yeniden canlandı. İETT, 1927’den 1992 yılına kadar kullanımda olan nostaljik otobüsleri yeniden sefere soktu.
ŞEHİR VE İNSAN • 49
NOSTALJİ
S
on dönemde ulaşım yatırımlarında büyük gelişmeler kaydeden İETT, İstanbulluları eski günlerine götürdü. İETT İstanbul’da 1927’den 1992’ye kadar kullanılan ve yeniden aslına uygun imal edilen Renault Scemia, Bussing ve Leyland marka otobüsleri sefere başlattı.
50 • ŞEHİR VE İNSAN
NOSTALJIK OTOBÜSLERE TARIHI ROTA İETT tarafından tekrar aslına uygun imal edilen nostaljik otobüsler bugünden itibaren tarihi yarımadada Topkapı, Fatih, Eminönü, Beyazıt bölgelerinde hizmet vermeye başladı. İETT otobüslerinde kullanılan İstanbulkart’ın geçerli olduğu nostaljik otobüslerde dönemlerinin popüler şarkıları da çalacak. Araçlar aynı
zamanda turistlerin de hizmetine açık olacak. 1951-52 yılları arasında Federal Almanya’dan satın alınan “Büssing”in dış cephesi o dönemin moda renklerinden vişneçürüğüne, üst kısmının da sarıya yakın beyaz renkle boyandı. ‘Trambus’ olarak tanınan kısa Büssingler, 26 oturma ve 25 de ayakta olmak üzere toplam 51 yolcu kapasitesine sahip. Türkiye için özel üretilen “Leyland” ise 76 yolcu taşıyor. O
dönemin ilk alçak tabanlı araçları olarak kabul edilen, yarı otomatik vitesli otobüsleri olan “Leylandlar” 15 Aralık 1992’ye kadar İstanbul’da hizmet verdi. İngiltere’nin Leyland firmasından 1968 yılında 300 adet alınan bu model otobüsler, Türkiye için özel üretildi. Uzun ömürlü ve sağlam olmaları için dış ve iç kaplama sacları perçin tekniğiyle tutturulan Leylandların bordo renkli deriyle kaplanmış sünger koltukları, yolculara oldukça rahat ve keyifli bir seyahat imkanı sunuyor.
İETT’NIN İLK OTOBÜSÜ YOLLARDA Tramvay şebekesine destek ve tramvay işletilemeyen akslarda alternatif taşımacılık yapmak
üzere 1927’de Fransa’dan alınan 4 Renault-Scemia otobüslerde ise 22 kişilik oturma düzeni bulunuyor. 28 kişilik kapasiteye sahip bu araçların üçü 21 Ekim 1927 sabahından itibaren 5 kuruşluk bilet ücreti karşılığında Beyazıt Meydanı-Bakırcılar-Fuatpaşa-Mercan-Fincancılar-Sultanhamam-Eminönü Eski Postane hattında yer aldı. Dışı sac, içi ise ahşap kaplama şeklinde düzenlenen otobüsler, motorunun bulunduğu burunlu kısımla dikkat çekiyor. Otobüsler ilk yıllarında İstanbul Belediye Otobüslerinin ilk üç aracı ve altın rengi olduğu için o dönemde “İBO’nun Altın Kızları” şeklinde anılıyordu. 1931 yılından itibaren ‘Taksim - Akaretler - Beşiktaş’ arasında çalıştırılan otobüsler, filonun yenilenerek büyütülmesi
çalışmaları kapsamında 30 Eylül 1942’de seferden kaldırıldı. Zaman zaman güzergahları değiştirilecek olan nostaljik araçların hat ve sefer saati planlaması ilk etapta şu şekilde olacak. Renault: 61B Beyazıt-Taksim hattında 09.30 Beyazıt’tan hareketle, Beyazıt - Laleli - Unkapanı - Şişhane - Taksim güzergâhında, Bussing: 87 Topkapı - Edirnekapı - Taksim hattında 09.05 Topkapı Suriçi’nden hareketle, Edirnekapı Fatih - Unkapanı - Şişhane - Taksim güzergâhında, Leyland: 35 Kocamustafapaşa Eminönü hattında 09.30 Kocamustafapaşa’dan hareketle, Cerrahpaşa - Yusufpaşa - Unkapanı - Eminönü güzergâhında hizmet verecek.
ŞEHİR VE İNSAN • 51
GEZİ
MELİH USLU
usmelih@gmail.com
52 • ŞEHİR VE İNSAN
Bolu Dört Mevsim
İstanbul ile Ankara’nın ortasında yemyeşil bir adayı andıran Bolu, Kartalkaya Kayak Merkezi, dağ otelleri, yöresel pazarları, Osmanlı konakları, şifalı kaplıcaları ve zengin mutfak kültürüyle dört mevsim cazip bir doğa ve kültür parkı gibi...
ŞEHİR VE İNSAN • 53
GEZİ
D
oğal ve kültürel zenginlikleriyle her mevsim cazip olmayı başarabilen Batı Karadeniz’in incisi Bolu, asıl görsel şölenini muhteşem kar manzaralarıyla bezendiği kış aylarında sunuyor. Her yıl iki milyona yakın yerli ve yabancı turist ağırlayan Bolu, istatistiklere göre Türkiye’nin en fazla turist çeken 15 kentinden biri. Ekolojik turizme yapılan yatırımlar, 2015 yılında geçen seneye oranla yüzde 70’lik bir turist artışı sağlamış. Yaşamın turizme göre şekillenmeye başladığı kentte yeni hedef, önümüzdeki 10 yılda Bolu’yu Türkiye’nin en büyük ve en iyi korunmuş doğa ve kültür parkı haline getirmek.
LEZZET YOLCULUĞU İstanbul’a 260, Ankara’ya ise 190 uzaklıktaki Bolu’ya ulaşmak için Bolu Dağı yönünü kullanmışsanız, yol boyu çevreye davetkâr kokular saçan et lokantaları iştahınızı açmakta gecikmeyecek. Bolu usulü bir kahvaltı ya da ziyafet çekmek için sabırsızlanıyorsanız, Abant yolu üzerindeki çam ormanlarının kıyısındaki mekânlara da uğrayabilirsiniz. Dağ evi tarzında inşa edilmiş bu mekânlarda, zengin bir açık büfe kahvaltının yanı sıra yoğurtlu Koru kebabı, garnitürlü kuzu tandır, pastırmalı kuru fasulye ve badem tatlısı gibi yöre mutfağının seçkin spesiyallerini deneyebilirsiniz. Buraya kadar gelip Abant Gölü’nün kıyısına inmemek eksiklik olur. Yörede ruhunuzu ve bedeninizi yenileyebileceğiniz huzur adreslerinden biri olan Abant, sadece dört mevsim değil, günün her saatinde bile kıpırtısız yüzeyinde farklı bir güzellik yansıtıyor. Buranın oksijen yüklü orman içi patikalarında ister faytonla, isterseniz yürüyerek uzun yürüyüşler yaptıktan sonra Abant Köy Ürünleri Satış Merkezi’ne uğrayabilirsiniz. Bolu ve çevresindeki dağlardan, ormanlardan, bahçe ve
54 • ŞEHİR VE İNSAN
köylerden toplanmış yöreye özgü ürünlerin satıldığı mini çarşıda yok yok: Kurutulmuş sebze ve meyveler, şifalı otlar, köy peynirleri, kese yoğurdu, erişte, keş peyniri, tarhana çeşitleri, patates ekmeği, alıç, balkabağı, alacalı fasulye, renkli süs kabakları, ahşap objeler, oyalı yemeniler, saz sepetler... Doğanın kucağında geçireceğiniz güzel anlardan sonra göl kıyısındaki kır lokantalarından biri uğrayıp yörenin meşhur Abant kebabıyla unutulmaz bir finali yaşayabilirsiniz.
OSMANLI MIRASI Abant dönüşü Bolu şehir merkezine sadece 15-20 dakikalık yolunuz kalacak. Dört yanını çepeçevre saran doğa güzelliklerin orta yerinde, küçük ama modern bir şehir merkezine sahip olan Bolu’nun en hareketli yeri, İzzet Baysal Caddesi. Adını, okuldan hastaneye, fabrikadan üniversiteye kadar kente sayısız eser kazandıran ünlü işadamı İzzet Baysal’dan alan cadde, yerel alışve-
riş için zengin seçenekler sunuyor. Pastane ve lokantalarının bolluğu ile dikkat çeken şehir merkezindeki Anıt Park, dünya başkentlerindeki parklar kadar şık ve düzenli bir görünüme sahip. Sinemalar, alışveriş merkezleri, mağazaları, oteller, restoranlar ve kafeteryaların sıraladığı caddenin ucundaki Belediye Meydanı’nda yükselen Köroğlu heykeli, kentin sembollerinden. Kadı, Saraçhane, İmaret ve Karamanlı Camileri ile Orta ve Tabaklar Hamamları gibi Osmanlı eserlerinin çevrelediği meydanın en büyük yapısı olan Büyük Camii, 1382 yılında Sultan Yıldırım Beyazıd
tarafından yaptırılmış. Bitişiğindeki 18. yüzyıl tarihli Taş Han, kentin en eski sahaflar çarşısı. Bolu İzzet Baysal Üniversitesi öğrencilerinin buluşma adresi olan Cumhuriyet Caddesi üzerindeki Ali Bey Köşkü ise üç katlı geleneksel bir Bolu evinde hizmet veren keyifli bir mekân. Şehir merkezinde yaptığımız birkaç saatlik geziden sonra yakın çevreyi keşfetmeye karar veriyoruz.
ŞIFA MERKEZI Bolu şehir merkezine beş kilometre uzaklıktaki Karacasu, kentin en önemli termal merkezi olarak bili-
Abant, Yedigöller, Sünnet Göl, Sülüklü Göl, Karagöl, Çubuk Gölü ve diğerleri... Bolu’nun 14’ü doğal ve 32’si yapay olmak üzere tam 46 göle ev sahipliği yaptığını biliyor muydunuz?
ŞEHİR VE İNSAN • 55
GEZİ
300’den fazla yaylaya sahip olan Bolu’nun en güzel sırlarından biri de bölgedeki en eski yaşam izlerine ev sahipliği yapan Seben. nen Bolu Kaplıcaları’na ev sahipliği yapıyor. Kent merkezinden kalkan dolmuş ve minibüslerle rahatlıkla ulaşılabilen termal merkezin özelliği, M.S. 5. yüzyıldan bu yana bin bir derde deva olan kimyasal ve radyoaktif özellikleri bozulmamış doğal yeraltı suları. Sıcaklığı 46 dereceyi bulan ve yedi ayrı kaynaktan fışkıran bu sihirli suların mide hastalıklarından tansiyona, romatizmadan nefes darlığına kadar pek çok rahatsızlığa çare olduğu tıbbi deneylerle kanıtlanmış. Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından ‘’Termal Turizm Merkezi’’ ilan edilen bölgede, kaplıcalar, fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezi, konaklama tesisleri ve orman içi yürüyüş parkurları bulunuyor. Termal merkezde hizmet veren konforlu oteller, dağ ve orman manzaralı odaları, yarı olimpik kapalı yüzme havuzları, masaj ve sağlık kompleksleriyle hizmet veriyor.
GÖL CENNETI Abant, Yedigöller, Sünnet Göl, Sülüklü Göl, Karagöl, Çubuk Gölü ve diğerleri... Bolu’nun 14’ü doğal ve 32’si yapay olmak üzere tam 46 göle ev sahipliği yaptığını biliyor muydunuz? Bolu’nun en güzel göllerinin başında gelen Gölcük, şehir merkezine sadece 13 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Aladağların eteklerindeki çam ve köknar ormanlarının ortasında bir nazar boncuğu gibi parlayan Gölcük’ün çevresinde bir kır lokantası ile çikolata evlere benzeyen ahşap bir
56 • ŞEHİR VE İNSAN
konukevi dışında hiçbir yapı yok. Milli park sahası içinde bulunan gölün çevresi, yürüyüş parkuru ve dinlenme alanı olarak düzenlenmiş. Her biri gerçek bir seyir istasyonu olan ahşap iskeleler, yaklaşık yarım kilometrelik aralıklarla göle açılıyor. Denizden 950 metre yükseklikteki gölün çevresinde piknik, mangal, olta balıkçılığı ve kamp imkanları mevcut. Her türlü gürültüden uzak ve sadece doğanın sesiyle baş başa kalabileceğiniz Gölcük’ün makyajsız güzelliğinin sizin de kalbinizi çalacağına emin olabilirsiniz.
KAPILAR VE KÖPRÜLER Biraz daha uzaklaşıp yeni yerler keşfetmek iyi fikir... Bu amaçla Mudurnu’ya doğru uzanmaya karar veriyoruz. Batı Karadeniz sivil mimarisinin en güzel örneklerini yaşatan Mudurnu, Anadolu’daki en eski Osmanlı yerleşimlerinden biri. Abant Gölü’ne 18 kilometre uzaklıktaki derin bir vadi çanağının içine kurulan kasaba, 400 kadar tarihi yapının ev sahibi. Yaşları 90 ile 160 yıl arasında değişen Keyvanlar, Hacı Abdullahlar, Yarışkaşı ve Kazancı Konakları, restore edilerek otel, restoran ve kahvehane olarak turizme kazandırılmış. Kapılar ve köprüler kenti olarak tanınan kasabadaki 16 köprü ve 7 cami sizleri bekliyor. Kasabanın yaşayan en eski değerlerinden biri olan Eski Çarşı’nın dar sokaklarında gerçek bir hazine saklı: Gaz lambaları, ibrikler, alemler, sac sobalar, semaverler, kurnalar, resim çerçeveleri...
Asıl sürpriz ise cumartesi günleri, ilçe merkezinde kurulan Kadınlar Pazarı. Mudurnu köylerinden gelen kadınların getirdiği bin bir ürün ile alabildiğine otantik bir havaya bürünen pazar, 500 yıllık Osmanlı yapılarının ortasında bir renkli panayır yerini andırıyor. Yaklaşık iki asırdır her cuma günü yapılan bereket duası, Mudurnu’nun yaşayan en eski geleneklerinden biri. Osmanlı döneminde, esnaf ahlakını sağlayan ahilik kurumunun bir parçası olan bu ritüel, Eski Çarşı’da toplanan çarşı esnafının topluca dua etmesinden sonra halka ekmek, ayran ve helva dağıtmasıyla tamamlanıyor.
DAĞA GIDIYORUZ! Bolu’nun bizlere sunduğu sürprizler bunlarla da bitmiyor. Bu kez dünya güzeli yaylaları keşfetmek üzere yüksek rakımlara tırmanmaya başlıyoruz. 300’den fazla yaylaya sahip olan Bolu’nun en güzel sırlarından biri de bölgedeki en eski yaşam izlerine ev sahipliği yapan Seben. İlçe sınırları içerisinde bulunan Muslar ve Solaklar köylerindeki peri bacaları, kaya evleri, mağaralar, ilginç kanyonlar ve koni biçimindeki kayaçlarla kaplı coğrafya, minyatür bir Kapadokya’yı andırıyor. Bine yakın kaya evine ev sahipliği yapan bölge, M.Ö. 13. yüzyıldan itibaren Friglerden Bizanslılara kadar çeşitli kavimlere yurt olmuş. Sırada kayak turizminin yeni yıldızı Kartalkaya var. Bolu’nun turizme kazandırdığı önemli zenginliklerden biri olan Kartalkaya, kış turizminde Uludağ’ın son yıllardaki en ciddi rakibi. Doğanın kusursuz güzelliğini konforla birleştiren kayak merkezi, Köroğlu Dağları’nın yumuşak eğimli yamaçlarına kurulmuş. Toplam uzunlukları 30 kilometreyi bulan pistler ile uluslararası standartlarda mekanik tesislere sahip olan merkezde birinci sınıf oteller de hizmet veriyor. Ne dersiniz, Bolu’yu gezmek için yeterince sebep yok mu?
ŞEHİR VE İNSAN • 57
VE İNSAN
HANDE YÜKSEL AYDIN iletisim@handeyuksel.com
58 • ŞEHİR VE İNSAN
Mardin’den Nobele
Bir Bilim İnsanının Öyküsü Amerika’da bilim alanında yaptığı çalışmalar ile Nobel Kimya Ödülü’ne layık görülen ve geldiği noktadaki en büyük payın Türk Eğitim Sistemi’ne ait olduğunu vurgulayarak ülkemizi onurlandıran Türk Bilim İnsanı: Aziz Sancar…
ŞEHİR VE İNSAN • 59
VE İNSAN
DNA onarım mekanizmaları konusunda yıllardır yürüttüğü çalışmaların sonucunda 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne sahip olan Profesör Doktor Aziz Sancar’ın hayata başlangıç noktası Mardin’in Savur ilçesi… Sancar’ın okuma-yazma bilmeyen bir aileden Amerika’ya ve uzun yıllar süren çalışmalarının sonucunda da Nobel’e uzanan yaşam öyküsü, azim ve kararlılığın en büyük örneği... Sancar, okuma-yazma bilmeyen bir aileye sahipti; fakat o aile eğitimin önemini çok iyi biliyordu ve tüm çocuklarının başarılı olması için büyük çaba gösteriyordu. Eğitimine Savur’da başlayan Aziz Sancar, ilk ve orta öğrenimini burada başarıyla tamamladı. Lise dönemini Savur’da lise olmaması sebebiyle Mardin’de geçirdi. Okul yıllarında, başarısıyla öğretmenlerinin dikkatini üzerine çeken Sancar, bu günlere gelmesindeki en büyük etkenlerden birinin de; “çoğu köy enstitülerinden mezun olan ve idealist” öğretmenleri olduğunu söylüyor. Başarısının ardındaki sırrın Türk Eğitim Sistemi’nde saklı olduğunu vurgulayan Bilim Adamı, verdiği röportajlarda da bu düşüncesini şu sözlerle ifade ediyor: “Maalesef biz memleket olarak, her şeyimizi tenkitten hoşlanıyoruz. O dönem okullarımız harikaydı. Olağanüstü öğretmenlerim vardı ilkokulda. Oradaki ilkokul eğitimini burada, Amerika’daki en iyi ilkokullarda verirler mi vermezler mi bilmiyorum. O kadar iyiydi.” Diyor ve ekliyor: “ Başarımın büyük kısmını Türkiye’ye borçluyum çünkü Türkiye bana üstün dereceli bir eğitim verdi. O dönemin koşullarında ilk ve ortaokulda, lisede olağanüstü bir eğitim aldım. “ Sancar, üniversite dönemi yaklaştığında içindeki sesi dinlemeye başladı ve kimya bilimine olan ilgisini fark etti. Hem kimya hem de tıp sınavına giren Sancar, her iki alanda da başarılı oldu fakat yönünü tıbba çevirdi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin kapısını araladı ve hayatının en büyük dönüm noktalarından biri gerçekleşti. Üniversite yılları Aziz Sancar’ın başarı öyküsünün başlangıcı olacak ve bilim dünyasına kazandıracağı her şey için, ilk adımlarını orada atacaktı…
DNA’NIN GIZEMLI EVRENINE YOLCULUK Kimya bilimine olan düşkünlüğü artarak devam eden Aziz Sancar, bu alandaki araştırmalarına üniversite ikinci sınıftan itibaren başladı. DNA’nın gizemli evreniyle tanıştı ve o evrende yıllar sürecek olan yolculuğuna çıktı. Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra, memleketi Savur’daki bir sağlık ocağında doktorluk
60 • ŞEHİR VE İNSAN
yapan Sancar’ın, yapacağı çalışmalar bununla sınırlı kalmayacaktı. Tübitak bursuyla Dallas’a giden ve günümüze kadar sürecek olan Amerika macerası başlayan Sancar, dur durak bilmeden çalışıyor ve bilimin sonsuzluğunda yaptığı keşiflerle başarısını günden güne arttırıyordu. Türk Bilim Adamı Aziz Sancar’ın yıllar süren çalışmalarının en büyük keşfi olan ve ona Nobel’i kazandıran DNA onarım mekanizmaları ve ritmik saat buluşu kanser tedavisinde çığır açacak bir gelişme olarak kabul ediliyor. ‘’Kanser tedavisinde kullanılan ilaçların çoğu DNA’yı tahrip ediyor ve vücutta bulunan DNA onarım mekanizmaları, o kanser hücrelerinin yaşamasını sağlıyor. Biz bu mekanizmayı anlamak, aydınlatmak için bir çalışma başlattık. Bu mekanizmayı anlayınca onu “inhibe” edip, kanser hücrelerinin normal hücrelerden daha önce öldürülmesini sağlamaya çalışacağız. DNA onarımı mekanizmasını aydınlatmak, kanser tedavisi noktasında çok önemli. Gayemiz bu mekanizmayı açıklamak.’’
DNA onarımı konusundaki çalışmalarını bu sözlerle açıklayan Sancar’ın, bir diğer önemli buluşu ise “ritmik saat”. DNA onarımının günün bazı saatlerinde artıp bazı saatlerinde azaldığını tespit eden Sancar’ın bu noktadaki hedefi, DNA onarımının ne zaman minimum ne zaman maksimum olduğunu belirlemek ve DNA onarımı potansiyelinin en az olduğu zaman ilaç tedavisi uygulayarak, hem ilacın etkisini çoğaltmak, hem de yan etkileri azaltmak. Aziz Sancar, Nobel Kimya Ödülü’nü birlikte çalıştığı İsveçli Tomas Lindahl ve ABD’li Paul Modrich ile birlikte aldı. İsveç Kraliyetler Akademisi, Sancar ve çalışma arkadaşlarının ödüle layık görülmesindeki sebepleri açıklayarak, bilime yapılan bu büyük katkıyı da gözler önüne serdi. “Üç bilim insanının sistematik çalışmaları canlı hücrelerin nasıl çalıştığının yanı sıra, kalıtımsal hastalıklar ile kanser ile yaşlanmanın arkasındaki faktörleri anlamakta büyük rol oynadı. İnsan DNA’sı her gün ultraviyole ışınlar, serbest radikaller ve diğer kanserojen maddeler nedeniyle zarar görüyor. Ancak bu
ŞEHİR VE İNSAN • 61
VE İNSAN
tür dış saldırılar olmadan da DNA molekülleri, kalıtımsal olarak değişken bir yapıya sahiptir. Hücrenin genomunda her gün çok sayıda değişiklik meydana gelir. Daha da ötesi insan vücudundaki hücreler her gün milyonlarca kez bölünür ve bu esnada DNA kopyalanır. DNA’nın kopyalanması sırasında bazı bozukluklar ortaya çıkar. Genetik materyalin tam bir kimyasal kaosa düşmemesinin nedeni, hiç durmadan DNA’yı izleyen ve meydana gelen hasarları onaran moleküler sistemler barındırmasıdır. 2015 Nobel Kimya Ödülü, bu onarım sistemlerinin nasıl işlediğini moleküler düzeyde gözler önüne seren çalışmalarıyla alanlarında çığır açan üç bilim adamına verilmiştir.”
GURBETTE BIR MEMLEKET SEVDALISI 10 Aralık’ta İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenen törende Nobel Kimya Ödülü’nü İsveç Kralı 16’ncı Gustaf’ın elinden alan Sancar, Nobel Kimya Ödülü’ne sahip olan ilk Türk Bilim İnsanı olarak tarihe geçti. 2006 yılında edebiyat dalında Nobel kazanan Orhan Pamuk’tan sonra ülkemize ikinci kez bu gururu yaşatan Aziz Sancar, Türk insanında var olan başarı potansiyelinin ne kadar büyük olduğunu; azim ve kararlılıkla yol alındığında Mardinli bir çiftçi çocuğunun dahi dünyanın en önemli ödüllerinden birine sahip olabileceğini kanıtladı. Bize başarının sırrının çok çalışmak ve asla vazgeçmemek olduğunu; imkânsızlıkların bunu engellememesi aksine daha çok kamçılaması gerektiğini öğretti. Türk gençlerine bir umut yolu açarak onlara örnek olan Sancar, onlara çok önemli bir tembihte de bulundu: “Siz benim gibi yapmayın, ülkenize geri dönün.” Yıllardır Amerika’da yaşıyor olmasına rağmen tam bir Türkiye aşığı olan ve ülkesini çok özlediğini söyleyen Profesör Sancar, her açıklamasında ödülünü Türk Eğitim Sistemi’ne, Cumhuriyet’e ve Atatürk’e borçlu olduğunu vurgulayarak; Amerika’daki tüm imkânlara rağmen başarısının temelinde Türkiye’de aldığı eğitimin olduğunu söylüyor. Nobel’e layık görülmesindeki en büyük mutluluğu, ülkesine bu gururu yaşatmak ve bir Türk Bilim İnsanı olarak adını dünyaya duyurmak olan Sancar: “Türkiye için bu kadar önemli olduğunu bilseydim 2 misli çalışır ve 20 yıl önce alırdım bu ödülü” diyerek verdiği önemi açıklıyor.
AMERIKA’DA BIR TÜRK ÇATISI: “TÜRK EVI” Aziz Sancar Amerika’ya geldiği ilk günden beri hayali olan Türk Evi’ni eşi Gwen Sancar ile birlikte kurdu. Kendi gibi profesör olan eşiyle birlikte, Kuzey Carolina’da öğrenim gören Türk öğrenciler
62 • ŞEHİR VE İNSAN
ve bilimsel çalışmada bulunan Türk akademisyenlerin yararlanabilmeleri için kurdukları Türk Evi’ni, Türkiye’ye ait simgelerle döşeyerek ülkemizden bir parça haline getirdi. Öğrenciler ve akademisyenler için bir yurt ve çalışma alanı olan Türk Evi, milli ve dini bayramlarda bir araya geldikleri ve çeşitli Türk kültür etkinliklerini gerçekleştirdikleri bir toplanma adresi aynı zamanda. Sancar, Nobel’den kazandığı para ödülünü de çok önem verdiği ve daha sağlam temellere oturtmak istediği bu eve bağışlayarak hayalindeki projenin gelişmesine katkı sağlayacak.
AZIZ SANCAR’IN BILIME VERDIĞI 6 ÖNEMLI KATKI »» Maxicell Yöntemini Geliştirmesi: DNA ona-
rımını sağlayan enzimlerin arıtılması için icat ettiği bir yöntem.
»» Fotoliyaz DNA Onarımı Mekanizması: DNA’yı
onaran fotoliyaz enzimini kodlayan geni klonladı ve daha fazla üretilmesini sağladı.
»» DNA onarım mekanizması-Nucleotide Excisi-
on: DNA’daki hasarlı nükleotidlerin evresindeki 27 nükleotidin kesilip atılmasını ve doğru nükleotidlerin oluşan boşluğa nasıl yerleştirildiğini buldu. Nobel’i kazanmasındaki en büyük buluş budur.
»» Transkripsiyona Bağlı DNA Onarım Mekaniz-
ması: Sancar’ın “Yunus Emre Destanım” diye tanımladığı buluşu. Proteinin sentezlenme sürecinde RNA adlı aracı molekülün proteinin geninde bulunan koda uygun olarak sentezlenmesidir. Transkripsiyona bağlı DNA onarımına başlayan enzimi arıtıp mekanizmasını çözmüş ve tüm mekanizmayı tek bir makalede sunmuştur.
»» Moleküler Arabulucuyu Keşfetmesi: Prote-
in-DNA bağlanması konusunda yaptığı çalışmalar sırasında hücrede DNA’ya çok sıkı bağlanan bazı proteinlerin test tüpünde DNA’ya bağlanmadıklarını gördü ve bu bulgudan başlayarak bu proteinlerin DNA’ya arabulucu görevi yapan başka bir protein yardımı ile bağlandığını gösterdi.
»» Biyolojik Saat Keşifleri: Biyolojik saati düzen-
leyen genlerden birini bularak bu gene kriptokrom adını verdi. Hastalıların tedavisinde biyolojik saatin önemini açıkladı.
ŞEHİR VE İNSAN • 63
GEZİ İSTANBUL
MELİH USLU
usmelih@gmail.com
64 • ŞEHİR VE İNSAN
Eski İstanbul tadında
Çengelköy
Yarım asır öncesine kadar bağlık bahçelik bir Boğaz köyü olan Çengelköy, iskele çevresineki Boğaz kahveleri, asırlık yapıları ve güleryüzlü sakinleriyle hâlâ o eski nostaljik havasını koruyor.
ŞEHİR VE İNSAN • 65
GEZİ İSTANBUL
B
eylerbeyi yönünden gelenleri, semtin ‘’badem’’ ad verilen meşhur salatalıklarının süslediği manav tezgâhlarıyla, Beykoz yönünden gelenleri ise Kuleli Askeri Lisesi’nin estetik mimarisiyle karşılayan eski Boğaz yerleşimlerinden biridir Çengelköy. Her iki yanda karşılıklı dükkânların sıralandığı sahil yolundaki yoğun trafik, sokak aralarında yerini sükûnete bırakır bir anda. 1832’deki büyük yangından her nasılsa kurtulmayı başarmış ahşap evler, daracık sokakların süsü gibidir. Fırın, pastane ya da börekçiden atıştırmalık bir şeyler alıp Çınaraltı kahvelerine uzanmak ise artık bir Çengelköy klasiğidir. Öyleyse buyurun bu tarihi semtin keyfini birlikte sürelim...
66 • ŞEHİR VE İNSAN
ÇINARALTI VE THEODORA Gövdesine asılmış levhada 800 yaşında olduğu yazan dev çınarın çevresine dağılmış masa ve sandalyeler, Boğaz’ın eşsiz manzarasına açılır. Şanslısınız, çünkü Beylerbeyi ile Vaniköy arasında yarımay biçimindeki dar bir koyun çevresine yayılan semtin kıyılarını süsleyen zarif yalıları da görebilirsiniz buradan. Daracık ve sürprizli arka sokakları, esnafı, yufkacısı, çiçekçisi, kedileri, postanesi, asırlık taş fırını ve sahil kahvelerinde oturan hoşsohbet yaşlılarıyla Çengelköy, sıcak mahalle havasını yaşatmayı sürdürüyor günümüzde de. İskelenin karşısındaki küçük ve sevimli meydan, kent yorgunları için bulunmaz bir dinlence alanı. Burada eskiden birkaç esnaf lokantası varmış, ama
günümüzde çok sayıda balık restoranı hizmet veriyor. İsteyene Bodrum usulü sıcak lokma tatlısı bile var. İstanbul’un tadını çıkarmak, çınarların gölgesindeki restoranların birine oturup taze balıkların tadına bakmanın tadı, kolay bulunacak türden değil elbette. Bizans döneminde Sofia Limanı olarak anılan semtte, İmparatoriçe Theodora’nın evsizler için bir ıslahhane yaptırdığını öğreniyoruz tarihi kaynaklardan. Rivayete göre Bizans döneminde gemi çengelleri yapıldığı için Çengelköy denmiş buraya. Çengel gibi kıvrık bir koyun etrafına kurulduğu için semtin bu isimle anıldığını söyleyenler de yok değil tabi. Semtin adının, Osmanlı döneminde buraya cami yaptıran Çengeloğlu Tahir Paşa’dan geldiği de bir başka rivayet. Adını ister gemi çapalarından alsın ister paşalardan, kuşkusuz
eski Boğaz köylerine özgü güzelliklerini hissettiren bir yer Çengelköy. Padişahların avlanmak, ünlü bademini, kirazını ve ayvasını tatmak için geldikleri Çengelköy’de, bugün meyve bahçelerinin yerinde yeller esse de badem denilen meşhur salatalıklar halen tezgâhlarda bulunabiliyor. İstanbul üzerine kaleme aldığı yazılardan tanıtığımız gurme yazar Artun Ünsan’ın söylediğine bakılırsa kaybolmakta olan Çengelköy salatalığı yeniden yetiştirilmeye başlanmış. Hem de hakiki tohumları kullanılarak...
KULELI’YE DOĞRU Geçmişten bugüne pek çok ünlü isim yetiştiren Çengelköy’de butik otel ve balık restoranlarının sıralan-
ŞEHİR VE İNSAN • 67
GEZİ İSTANBUL
Çengelköy, cumhuriyetin ilk yıllarına kadar çoğunluğunu Rumların oluşturduğu bir Boğaz köyüymüş. Bugünse sınırları Beykoz ve Ümraniye’ye kadar dayanmış, Üsküdar’a bağlı dev bir semt. dığı sahil yolunu takip edip Anadoluhisarı yönüne doğru ilerlediğinizde, semtin en görkemli yapısıyla tanışırsınız: Kuleli Askeri Lisesi. Geceleri aydınlatıldığında seyri doyumsuz bir görünüme bürünen bu tarihi yapı, Osmanlı döneminden bu yana askeri amaçla kullanılmış. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettiğinde Kuleli’nin bulunduğu yerdeki korulukta, bir manastır ile bir kule varmış. Yavuz Sultan Selim döneminde bu manastırın bir Osmanlı kışlasına çevrildiğini söyleniyor. Sultan İkinci Mahmud zamanında ise buraya süvari birlikleri için bir kışla inşa edilmiş ve bu kışla, Kuleli Askeri Lisesi’nin ilk yapısı olmuş. Bu kışla Sultan Abdülmecid döneminde ise kâgir olarak yeniden inşa edilmiş. İki tarafına da kuleler yapıldığından kışlaya 1843’ten itibaren Kuleli Kışla denilmeye başlanmış. Çengelköy’ün bir başka ilginç özelliği ise ünlüler yetiştiren semt olarak tanınması. Şair ve yazardan müzisyene, işadamından kulüp başkanına sayısız ünlüyü yetiştiren ya da konuk eden semtle adı anılan ünlülerin bazıları şöyle: Kemalettin Tuğcu, Ajda Pekkan, Şevket Altuğ, Sebahattin Ali, Aziz Nesin, Nesrin Sipahi, Ayşegül Nadir, Fenerbahçe Spor Kulübü Eski Başkanı Hasan Özaydınlı, ressam ve müzisyen Erol Deran, Şair Nilay Özer, fotoğraf sanatçısı Gülnur Sözmen, denizci Rıdvan Göken Pekmani ve diğerleri...
KÜLTÜRLER KAVŞAĞI Çok kültürlü geçmişiyle tanınan Çengelköy’de 17. yüzyılda büyük bir pazar kayığı iskelesinin olduğu biliniyor. Bunun anlamı şu oluyor: Bir zamanlar Çengelköy’den İstanbul’un çeşitli semtlerine sebze meyve yollandığı, kentten getirilen çeşitli malların da buradan Anadolu Yakası’na dağıldığını anlıyoruz. Yani Çengelköy’de geçmişten beri canlı bir ticaret hayatının varlığı kesin bir bilgi olarak önümüzde duruyor. Evliya Çelebi’ye göre 1600’lü yıllarda İstanbul’un en büyük kıyı kasabalarından biri olan Çengelköy’de, görkemli bir kasır ve hasbahçenin dışında mescit, bostancı odaları, padişahın savaşta ve avda kullandığı köpeklerin yetiştirilip bakıldığı bir ‘’samsonhane’’ de bulunuyormuş. Çengelköy, cumhuriyetin ilk yıllarına kadar çoğunluğunu Rumların oluşturduğu bir Boğaz köyüymüş. Bugünse sınırları Beykoz ve Ümraniye’ye kadar dayanmış, Üsküdar’a bağlı dev bir semt. Günümüzde çarşısı, çeşmeleri, pazartesi günleri kurulan pazarı ve balık lokantalarıyla eski görünümünü -hiç
68 • ŞEHİR VE İNSAN
değilse belli yerlerde- koruyabilen büyük bir ilçe. Sayıları azalmış da olsa halen Ermeni, Rum ve Süryani ailelerin de yaşamlarını sürdürdüğü semtte gayrimüslimlere özgü ritüeller de varlığını koruyor. Her yıl 6 Ocak tarihinde Ortodoks kilisesinin geleneksel ‘’suya haç atma ve çıkarma’’ töreni, başka semtlerden, şehir ve yurt dışından gelen Hristiyanların katılımıyla yapılıyor.
SEMTIN YÜZLERI... Çengelköy’ün geçmişine doğru keyifli bir yolculuk yapmak için yapılabilecek en iyi şeylerden biri, semtin yaşlı ve hoş sohbet esnafıyla sohbet etmekten geçiyor. Çengelköy sahilindeki küçük dükkânında yaklaşık yarım asır boyunca şapkacılık yapan Muzaffer Yıldızer, bir zamanlar semtte kimsenin şapkasız sokağa çıkmadığını anlatıyor mesela. Semtte 30 yıldır yörenin meşhur salatalığını satan Selahattin Sökmen ise çocukluğunda Çengelköy’ün tepelerinin bostanlarla kaplı olduğundan dem vuruyor özlemle… Söz dönüp dolaşıp Çengelköy’ün medar-ı iftiharı olan yalılara geliyor. Boğaziçi Köprüsü’nü tam karşıdan gören küçük bir koya kurulu semtin kıyılarını süsleyen bu tarihi yalılar, geçmişin anılarıyla yüklü birer mimari harika. Geleneksel Osmanlı mimarisinin zarif çizgilerini yansıtan bu yalıların bilhassa ikisinden bahsetmemiz gerek. Bu iki yalıdan iskeleye yakın olanına, Abdullah Ağa adı verilmiş. İstanbul’un işgali yıllarında İtalyan Kuvvetleri Karakolu olarak kullanılan bu zevkli yapı, geleneksel Osmanlı yalı mimarisinden keskin biçimde farklılıklar arz ediyor. Sadullah Paşa diye anılan diğeri ise Boğaziçi’nde estetik bakımdan görülmeye değer en güzel geleneksel yalı tipi belki de. İç dekorasyonunun güzelliğiyle tanınan bu yalının 18. yüzyıl sonlarında Koca Yusuf Paşa tarafından yaptırıldığı tahmin ediliyor. Yalıyı daha sonra Ayaşlı Esat Muhlis Paşa’nın satın aldığını, yalıya adını veren Sadullah Paşa’nın ise onun oğlu olduğunu öğreniyoruz. Sadullah Paşa Yalısı’yla ilgili bir başka ilginç bilgi ise ünlü koleksiyoner Ayşegül Nadir’in bir süre burada kiracı olarak oturmuş olması. Çengelköy yalıları olarak bilinen Server Paşa, Noyel Eram, Baha Bey ve Muazzez Hanım Yalıları, iskelenin hemen kuzeyinde sıralanıyor sırasıyla. Baha Bey Yalısı, bir dönem yazar Sebahattin Ali ve Ressam Bedri Rahmi gibi isimlerin entelektüel toplantılarına da ev sahipliği yapmış. Vaniköy sınırındaki Kaymak Mustafa Paşa Camii’nin yanındaki Köçeoğlu Yalısı ise yine Osmanlı döneminden kalma bir diğer eser. Çengelköy aslında sadece yalılar ve köşkler değil; asırlık çınarlar, ahşap evler, zarif yalılar, camiler, kiliseler, martılar ve Kuleli demek. Bir de bir kahvehaneden diğerine, sohbeti koyulaştıran güler yüzlü insanlar demek. Bizce Çengelköy hepsiyle güzel. Peki ya sizce?
ŞEHİR VE İNSAN • 69
YENİ TÜRKİYE
Körfez Gerdanlığını Taktı İstanbul-İzmir arasında otoyol projesinin en önemli geçiş noktası olan İzmit Körfez Köprüsü’nde montajı tamamlanan kedi yolunun aydınlatılması, Körfez’e yeni bir renk kattı.
İ
stanbul-İzmir arasını 3.5 saate indirecek otoyol projesinin en önemli geçiş noktası olan İzmit Körfez Köprüsü’nde aydınlatma çalışması yapıldı.
Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyol Projesi’nin en önemli ayağı olan İzmit Körfezi geçiş köprüsünde, Mart ayında kopan ve yeniden yapılarak montajı tamamlanan kedi yolu olarak bilinen halatlara aydınlatma sistemleri monte edildi. Işıklandırma çalışmalarıyla gündüz şantiye görüntüsünde olan Körfez Geçiş Köprüsü, akşam saatlerinde aydınlatmaların çalıştırılmasıyla Körfez’e yeni bir görünüm kazandırmaya başladı. Kocaeli’nin Dilovası ilçesi Diliskelesi ile Yalova Altınova ilçesi Hersek Burnu arasında inşa edilen Körfez Geçiş Köprüsü’nde kedi yolu montajının tamamlanmasının ardından köprüyü taşıyacak olan çelik halatların montajının başlaması bekleniyor. Körfezin iki yakasını birleştirecek çelik köprü halatları yerin 19 metre altındaki temellerine sabitlenecek. Köprü bağlantı yollarının da büyük ölçüde tamamlan-
72 • ŞEHİR VE İNSAN
dığı Körfez Geçiş Köprüsü, yaklaşık 2 bin 682 metre uzunluğuyla dünyanın en büyük orta açıklığına sahip 4. köprüsü olma özelliği taşıyacak. Temeline çakılan 195 çelik kazık ile en büyük depreme dayanıklı olacak şekilde yapılan köprü 252 metre yüksekliğindeki tamamen çelikten yapılan köprü kuleleri ise olası kazalarda gemi çarpmalarına karşı dayanıklı olarak inşa edildi. Körfez geçiş köprüsü tamamlandığında, denizin 65 metre üzerinde 3 gidiş, 3 geliş ve 1 de hizmet şeridiyle araçlara hizmet verecek. Körfezin iki yakasındaki 60 dakika süren geçiş süresini de çalışma ile 6 dakikaya inecek. Yaklaşık 1.1 milyar dolarlık yatırımla inşasına devam edilen köprü çalışmaları tamamlandığında, geçiş ücreti olarak sürücülerden 35 dolar-KDV alınması bekleniyor. Çalışmaların hızlandığı Körfez geçiş köprüsündeki çalışmaların yaz aylarında büyük oranda tamamlanması bekleniyor.
ŞEHİR VE İNSAN • 73
YENİ TÜRKİYE
74 • ŞEHİR VE İNSAN
ŞEHİR VE İNSAN • 75
KİTAP AYDOS KÜTÜPHANESİ
Çocukken de Büyüktüler YAZAR AHMET KEREM SEVER
Çocuklar ve gençler her şey demektir. Hz. Ömer, bir haksızlık karşısında kükrerken ve, “gençliği olmayan bir millet mahvolmuştur” derken bu gerçeği ifade etmiştir. Evet, bir milletin yücelmesindeki en mühim faktörün gençlik olduğunu söyleyebiliriz. Ama âhiret inancıyla dopdolu bir gençlik... Bu çalışmada, peygamber ahlâkı ile yetişmiş çocukları, bütün bir hayata sıra dışı bakış açılarından dolayı öğretmen olarak sayfalarımıza konuk ediyoruz. Bu Allah dostlarının çocukluklarından hem kendimiz hem de evladımız hiç şüphesiz çok
şey öğrenecek. Elinizdeki çalışmada dinimizin güzelliklerini yaşamış Yunuslar ve Mevlânâlar anlatılıyor. Onların çocukluk ve gençlik hatıraları yâd ediliyor. İşte onlar böyle yaşadılar. Nasıl yaşadıklarını öğrenelim ki, yaşanabileceğini anlayalım. Çocuklarımıza yaşatalım. Gençlerimizi bir Yunus, bir Mevlânâ yapalım. Bu kitapta, İslam bahçesinde yetişen hakikat fidanları, Hızır’ın kutlu çeşmesinden su içenler, sevda ateşiyle duman duman tütenler ve onların halleri arz ediliyor.
Zengİn Ol Ya da Denerken Öl / Bİr zamanlar Queens’te YAZAR 50 CENT
“İşte bu kitap bunun hakkında - güzel günler ve zor günler. Bu kitabı geldiğim yeri anlatmak için yazdım. Birçok insanın gözünde hayat üzerinde düşünmek için çok genç olabilirim. Haklı olabilirler. Fakat bugün düşündüğüm şekilde düşünmemi, söylediklerimi söylememi ve yaptığım müziği yapmamı sağlayan deneyimlerime ışık tutmak için şu an üzerime doğrultulmuş olan dikkatleri kullanmazsam bana bahşedilen tüm fırsatları harcamış olurum. Bana satın aldıkları albümlerden ya da televizyonda izledikleri küplerden daha fazla yaklaşamayanlara yaşadığım ortamı anlatmak istiyorum.insanlar gerçeği ister. Bunu kaldıramayacak olsalar bile isterler. Dokuz kurşun yediğimi size söylüyorum ve bunun nedeni albüm satmak değil, gerçek olması. Ne zaman bir röportaj yapsam ‘Ee Fifty, dokuz kez vurulmak nasıl bir duyguydu?’ diye soruyorlar. Ancak bu yazılanlar benim yaşadıklarımın ağırlığını, acısını ya da umutlarımı ifade etmiyor Zaten etmesi de mümkün değil. Benim zihinsel şablonum bu ve hayatın getirdikleri de bunlar işte bu yüzden şarkılarım bunları anlatıyor. Southside Queens’te ölmeden önce zengin olmaya çalışırken olanlar işte bunlar..”
76 • ŞEHİR VE İNSAN
Okuma Defterİ
Güneşe Yolculuk: Hz. Muhammed (S.A.V)’in Hayatı
YAZAR OĞUZ DEMIRALP
Oğuz Demiralp, -bir hayli seyrek yazıyor olsa da- son yirmi yılın en önemli deneme ve eleştiri yazarlarından: 1975’ten bu yana Yeni Dergi,Yazı, Soyut ve Oluşum gibi önemli dergilerde çağdaş edebiyat sorunlarını irdeleyen yazılarıyla dikkat çekiyor.
YAZAR AYŞE SEVIM
Okuma Defteri’nde, edebiyat merkezli kimi kişi ve konuların -”bupulamak”, gerçeküstücülük, ruhçözümlemesi, Abdülhak Şinasi, Oğuz Atay, Nietzsche, Camus, Asaf Halet, İsmet Özel, Metin Erksan, Kemal Tahir..- sorgulandığı eleştirel denemeler yer alıyor. Okuma Defteri, “okuma” biçimimizi şiddetle etkileyecek, belki de değiştirecek bir kitap.
Bİlgİ Tembellİğİne Akıl Defterİ YAZAR AHMET ÇAĞLAYAN
Aşkın Ev Halİ Cennetİm Olur musun? Sonsuza Dek Aşk YAZAR AHMET BULUT, GÜLSEREN GÜMÜŞ
Bilgi tembelliğine ilaç. Aklını kullanamayanlara reçete. Gel-git yaşayanlara deva. Yan tesiri çok. Boş boş gezenlere faydası yok. İşte böyle bir kitap “Akıl Defteri”
Erkek: İnsanın dünyadaki cennetidir yuvası. Ben seninle cennetimi kurmak istiyorum. Cenneti dünyama taşımak istiyorum.
“Her söylediğini bil, her bildiğini söyleme.”
Kadın: Var Eden, bizi birbirimiz için yarattı. Ben bende olmayanda seni buldum. Bende olmayanlara teslim oldum.
“Sözü, ya güzel söylemek ya da susmak gerek.”
“Güneşe Yolculuk” küçük bir kızın Peygamberimizin hayatına yaptığı yolculuğu anlatıyor. Kâinatın Güneşi’ne yapılan bu yolculukta, ona bazen karıncalar, bazen masal kahramanları, bazen toz zerreleri, bazen gölgeler eşlik ediyor. Yolculuğun mutluluk çağına yapılması yüzünden, zaman ve mekan küçük kıza yardım ediyor, onu istediği yere ulaştırıyor. Küçük kız, yolda hayvan ve eşyalarla konuşup, onların gerçek kimliklerini öğreniyor; aşkın, tevekkülün, sabrın imtihanından geçiyor. Küçük kız, yolculuğun sonunda Kâinatın Güneşi’ni tanıyor ve O’ndan daha önemli bir bilgi, O’ndan daha önemli bir iş, O’ndan daha kıymetli bir insan olmadığını öğreniyor. Hz. Muhammed’in sevgisiyle tüm kötü huylarından kurtulup yeni bir kimlik kazanıyor. Bu ise küçük kıza, yani Zehra’ya tevekkül sahibi olmayı, saygıyı, kendinden kötü durumdakileri düşünmeyi ve daha pek çok güzel duyguyu hediye ediyor.
“Söz sarrafı ol, çok söz söyleme.”
Bir tarafta ailesini koruyan ve idare eden, mantığın sesi erkekler; diğer tarafta ise şefkatiyle yuvasına sevgi aşılayan, kalbin sesi kadınlar...
Akıl, Rabbimizden bize hediye edilen önemli bir emanet, gönül terazisini şekillendiren güç, ruhtan doğan ışık, görülen ile görülmeyen arasında bağ kuran kuvvet, Allah ile kul arasında rabıta kaynağıdır.
Ahmet Bulut’un Gülseren Gümüş’le birlikte kaleme aldığı Aşkın Ev Hali, hem kadın hem de erkek bakış açısına yer verirken, eşleri birbirine yakınlaştırarak cennet gibi bir yuva sunuyor. Çift renkli baskısı, özel renkli kâğıdı ve illüstrasyonları ile zenginleştirilmiş içeriği ile Aşkın Ev Hali sonsuza dek aşk için bir başucu kitabı.
Akıl, hayatı ve okunacak eserleri doğru okumaktır. Aklını devreye sokarak doğruları, güzellikleri paylaşmak, hayatı anlamlı ve nitelikli kılmak erdemli insanların temel özelliğidir. Akıl sahipleri doğru, güzel ve iyi olan her söz ve davranışı daima etkili bir değer olarak kavramış, korumuş ve aktarmıştır.
ŞEHİR VE İNSAN • 77
RÖPORTAJ
Sosyopark’a
Türkiye’nin ihtiyacı var Sosyopark’ın teorisyeni Prof. Dr. Gülfettin Çelik ile Sosyopark üzerine bilimsel ve keyifli bir röportaj yaptık. Çelik, Sosyopark ile yeni yaşam ölçeği olan kentsel ortamlarda hangi ihtiyaçların, nasıl bir uygulama modeli ile daha kaliteli bir yaşam standardında çözüme kavuşturulabileceğine dair detaylı bir paylaşımda bulundu.
H
izmetlerin sunum kalitesinden, kentlilik bilincine, kent kültüründen, ahilik benzeri işbirliği ve kurumsal örgütlenme usullerine kadar birçok alanla iyileştirmeye öncülük etmesi beklenen Sosyopark yaklaşımı bu yönleri ile şehirlerin gelişimi için büyük önem arz ediyor. Gülfettin Çelik Sosyopark’ın detaylarını bizimle paylaştı. İşte merak edilen diğer cevaplar:
Sosyopark çalışmasının gelişmesinde hangi temel inceleme ve sosyal gözlemlerden yararlandınız? Sizce Sosyopark’ı anlamlı kılan ihtiyaç ve gerçeklikler neler olabilir? Yirminci yüzyıl, toplumsal alanın tamamını içine alan genel sistemler-yapılar ölçeğinde önemli dönüşümler yüzyılı oldu. Türkiye açısından birincisi, I. Dünya Savaşı ile başlayan süreç ve Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluşu, ikincisi, II. Dünya Savaşı sonrasındaki egemen yönetim yapısı olarak demokratikleşme süreci ve üçüncü olarak da ekonomik öncelikli olarak 1980’lerden sonraki küreselleşme süreçleri en genel hattı ile üç önemli makro düzeyi belirledi. Bunların gerisinde daha temelli, daha uzun dönemli dönüşü-
78 • ŞEHİR VE İNSAN
mü ifade eden başka gelişmeler de vardı. Bugünü de etkiyecek şekilde en önemli hususlardan birisi Türkiye’nin sanayileşme önceliğini belirlemesi ve bunun da “kent”in egemen yaşam bölgesi haline geldiği bir dönemle örtüşmesidir. Türkiye, özellikle 1960’lı yıllarda doğrudan doğruya nüfus, yerleşim ve sosyal grup ilişkilerini etkileyen bu iki gelişmeye mevcut kurumsal yapı içinde cevap bulmaya çalıştı. Mesela önce Devlet Planlama Teşkilatının kurulması, sonrasında Kalkınma Ajanslarının devreye sokulması, büyük kentlerde büyükşehir belediyeciliği uygulaması buna birer örnek. Ancak bugün gelinen noktada, egemen yaşam bölgesi olan “kent”teki sanayileşme-büyüme-kalkınma ilişkileri kitlelerin yerel ve hatta ülke düzeyindeki ihtiyaçlarının mevcut yapılar ile çözümlenmesinde yetersizlikler ve gecikmeler ortaya çıkarmaktadır. Daha temelli ve daha geneli doğrudan kapsayan yeni bir yaklaşım kaçınılmaz olarak gündem oluşturmakta. Akademik hayatın yanında içinde bulunulan toplumsal alanın baskınlığında, yaptığım inceleme, araştırma ve gözlemlerin bir neticesi olarak yeni bir çözümlemenin mümkün olduğu sonucuna yöneldim. Yeni zaruretlerde kentte var olan belediye, merkezi idare taşra teşkilatı birimleri, sivil toplum örgütleri, sosyal sorumluluk alanında yer almak iste-
ŞEHİR VE İNSAN • 79
RÖPORTAJ
yen özel sektör işletmeleri ve üniversitelerin her biri kendi mecrasında ilerlerken aynı zamanda büyük bir işbirliği potansiyeli de oluşturmaktaydı. Sosyopark’ı bu işbirliğinin kurumsal çerçevesi olarak bu ihtiyaca cevap verebilecek yeni bir yaklaşım olarak geliştirdim. Bu belki de yukarıda saydığım nedenler yanında teori ve pratik iç içeliğinde olmamın doğal bir sonucuydu. Ve özellikle bu cevabın keşfinde başta Osmanlı-İslam tarihindeki uygulamalar ile modern dünya gündeminin birbiri ile birçok noktada örtüşmesinin önemli bir katkı oluşturduğunu belirtmeliyim.
Medeniyet üniversitesinin sosyopark projesi ile hedeflediği sosyal gelişimin kilometre taşları nelerdir? Türkiye’de ilk defa İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde üniversite ölçeğinde kurgulanmasına çalıştığımız Sosyopark, inşallah Sultanbeyli Belediye sınırları dahilinde de, üniversite-belediye işbirliğinde yeni bir aşama kat edecek. Bu işbirliğinin, her iki kurumsal yapının başarı için olmaz ise olmaz yaklaşımına bağlı olduğunu vurgulamak isterim. Kentin, yerel ölçekte bile olsa ihtiyaçlarının buradaki bütün kurumların or-
80 • ŞEHİR VE İNSAN
tak ilgi alanı olduğunun kabulü bu projenin ilk önemli çıktısıdır. İkinci olarak yapılan protokol dahilinde sorduğunuz soru kapsamında elde edilecek en önemli sonuçları sıralayacak olursak; Birey, sosyal grup ve kurumlar düzeyinde kentle bütünleşme ve kent’e ait olma boyutu kentlilik bilinci ve kent kültürü alanlarında yeni bir aşamaya ulaşmış olacak. Diğer benzer ortamlara da örneklik oluşturarak.
Sosyopark yaklaşımı şehrin sosyal yaşamına neler katacak? Bu kazanımlar hangi faaliyetlerle desteklenecek? Sosyopark öncelikle kent insanını yaşadığı mekan ile bütünleştirmede, birey olarak insanı yaşadığı ortam ile tanımlamasına bir katkı oluşturacak. Bunun çok önemli bir yönü var. Çünkü yaşadığı belde-mekanla bütünleşmiş bir insan olmazsa olmazımız. Yan dairedeki, karşı binadaki, sokaktaki, semtteki, mahalledeki insanların birbiri ile bütünleşmesi bizi çok güçlü kılacaktır. Yerel hizmetleri üstlenen belediye, o bölge ile ilintisi olan dernek ve vakıflar, üniversite, özel sektör işletmeleri ile kendini bütünleştirmiş bir insan sosyal alanda var olan bütün problemlerin çözümün-
de ulaşmamız gereken bir seviye. Biz böylesi bir insan tipolojisine sahip olduğumuzda, atıl durumdaki sosyal kapasiteyi rahatlıkla aktif hale getirip daha kolay, sağlıklı ve kalıcı bir çözümleme geliştirme imkanı elde edeceğiz.
Kentlilik bilinci ve kültürünün artırılmasında sosyopark’ın öncelikleri ve öncelikli hedefleri nelerdir? Öncelikle, bilinç ve buna bağlı olarak gelişen bir kültür ihtiyacımız var. Zira kent, düzenli ve birbiri ile ilintili olarak kendini tamamlayan işlevler yumağıdır. Bu karmaşık yapı ancak güçlü bir bilinç ve bu bilincin geliştirdiği bir kültür ortamında geliştirilerek düzen içinde yönetilebilir. Sosyopark Sultanbeyli örneğinde bu önemli alanda bir başlangıç yapacak. Üniversite belediye işbirliğinde yürütülecek olan proje ilk adım olarak da birey, sosyal grup ve kurumların kentlilik bilinçlerini ve kültürlerini kent tarihi, kentteki gelişmeler ve aidiyet alanlarında artırıp, ikinci adım olarak da bu üç grubu bu bilinç ve kültüre dayalı olarak eyleme teşvik edecektir. Sonuçta ortaya çıkması beklenen çıktı daha yaşanılır bir kenti bütün kurumları, birey-sosyal grupları elbirliğinde inşa etmek.
Projenin kazandırdığı yeni hizmet yaklaşımı yerel düzeydeki hangi sosyal kapasiteleri harekete geçirecek? Doğrudan ve dolaylı olarak hangi toplumsal katmanlara dokunacak? Modern hayat insanı çok kolay bir şekilde atıl kapasiteye dönüştürüyor. Futbolda 35 yaş üzerindeki futbolcunun emekliye ayrılma mecburiyetine benzer şekilde toplumun bütün katmalarında böylesi bir atıl kapasiteye dönüştürme süreci güçlü bir şekilde işliyor. Çok önemli katkıları olan insanların kendi kabiliyetlerinin, tecrübelerinin bir tarafa bırakıldığı, insanların bir anda hiçbir işe yaramaz, hiçbir katkısı olmayan birer unsura dönüştüğünü çevremizde sürekli müşahade ediyoruz. Bu hem milli bir kaynağın israfı hem de problemler yumağına yeni halkaların eklenmesi demek. Sosyopark toplumda yer alan atıl bu kapasiteyi, yeni aşamalarda her yönü ile sisteme entegre etmek istiyor.
Sosyopark projesi kapsamında hangi temel hizmet alanlarında iyileşmeler görülecek? Belediyenin kent ortamında ifa ettiği bütün hizmet alanlarında uygun şartlarda diğer kurumların ve insanların katkısına ihtiyacı yok mu? Sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin üstlendikleri alanlarda
bu imkanı dikkate alma zarureti yok mu? Bunun o kurumların başarısı için önemli olduğunu düşünüyorum. Buna göre ulaşımdan temizliğe, iletişimden sağlığa akla gelebilecek bütün hizmet alanları önemli bir katkı imkanı elde edeceklerdir. Dünyada hızla gelişen akıllı şehirler kavramı için sosyopark ve mahalle bazlı ilçe veritabanı hangi avantajları sunacak? Tabi bu saydığımız hizmet alanlarının uygun birey ve sosyal gruplar ile buluşması, hem de kurumlar işbirliğinde buluşması için öncelikli şart, bu kapasitenin keşfidir. Bugün itibariyle mahalle bazına inecek düzeyde bu veri dizisine sahip değiliz. Var olan kaynağın bir veri tabanında öncelikle tespit olunup sonrasında ihtiyaca göre ilgili süreçlerle buluşturulması gerekmekte. Böylece kentin her zarureti için uygun şartlarda işbirliği yapılabilecek bir gönüllüler, hatta bazı hizmet alanlarında asli yük yüklenmeye hazır bireyler ve kurumlar elde eder olacağız. Çağ bu düzeyde bir yönetim becerisini hem gerekli, hem de mevcut imkanlarda olabilir kılmakta.
ŞEHİR VE İNSAN • 81
TEKNOLOJİ
5 DOLARA “AKILSIZ TELEFON”
Tamamen plastik, bataryası yok, görüntülü arama şöyle dursun arama bile yapılamıyor. Ama 4 bin kişi satın aldı bile. İşte karşınızda NoPhone... Online bağış sitesi “Kickstarter” sayesinde ortaya çıkan ürünlerden biri olan “NoPhone”, kullanıcılara tam olarak hiçbir şey vaat etmiyor... Görüntüsü dışında akıllı telefonlarla hiçbir benzerliği olmayan ve plastikten üretilen NoPhone’lar 5, 10 ve 15 dolarlık fiyat etiketleriyle satılıyor. Peki neden hiçbir telefon özelliğine sahip olmayan bu ürünün 3 farklı versiyonu var? 5 dolarlık NoPhone Zero modeli isminden de anlaşılacağı gibi tüketiciye hiçbir şey sunmuyor. 10 dolar veren müşteriler sahte tuş ve girişleri olan bir ürüne sahip olurken, 15 doları gözden çıkaranlar arkasında ayna yer alan “NoPhone Selfie” modeline sahip olabiliyor.
84 • ŞEHİR VE İNSAN
Bu ürünü Kickstarter üzerinden başlatılan kampanyada elde ettiği 18 bin dolarlık bağışla hayata geçiren Van Gould, bugüne kadar 4 binden fazla satış yaptıklarını, dünyanın çok farklı bölgelerinden talepler geldiğini söylüyor. Bu ürünün bir “şaka” olduğunun altını çizen Gould, bu şakanın ardında yatan gerçeğe de dikkat çekiyor. Gould, günümüzde akıllı telefonlar nedeniyle insanların teknolojiye bağımlı hale geldiklerini belirtiyor. Kız arkadaşıyla dışarı çıktığı zaman akıllı telefonunu evde bırakan Gould, kız arkadaşına yoğunlaşabilmek için “NoPhone”unu taşımayı tercih ettiğini de sözlerine ekliyor. Gould, Apple ile kıyaslanmalarına ise “Bir sonraki Apple biz olur muyuz? Kim bilir... Ama biz dünyanın en büyük sahte telefon şirketiyiz...” şeklinde yanıt veriyor...
ABD UZAYDAKI ALTIN IÇIN GÖKTÜRK-2 YASA ÇIKARDI 3. YILINI TAMAMLADI Uzay, altın, platin ya da demir cevherleriyle bir hazine gibi. ABD’de kabul edilen yeni bir yasa yakında uzayda gerçek anlamda bir altına hücumu başlatabilir. ABD Başkanı Barack Obama tarafından kasım ayı sonunda imzalanan Uzay Yasası, Amerikan firmalarının resmi olarak uzayda madencilik yapmalarının önünü açtı. Uzay Yasası uzayın tüm insanlığa araştırma amacıyla eşit oranda açık olduğu fikrine dayanıyor ve yatırımcıların uzay projelerinden kar sağlanması gerektiği iddialarını da güçlendiriyor. Güvenli Dünya Vakfı’ndan avukat Christopher Jackson, “Uzayın araştırılması ve kaynaklarının kullanımı başladı“ ifadelerini kullandı. Ticari olarak uzayda faaliyet göstermek isteyen firmalar için masraflar bir hayli fazla. Çoğu büyük firma bu nedenle bu yarıştan uzak kalmayı tercih ederken, küçük firmalar uzayda altın aramalarının kazananı olmayı umut ediyor. Google’ın kurucusu Larry Page’in 2012 yılında kurduğu Planetary Resources firması da asteroidlerde madencilik yapacak olan bir firma. Firmanın Yönetim Kurulu Başkanı Chris Lewicki, “Uzay yasası müşteri ve yatırımcılara, uzaydaki ticari faaliyetlere girişirken bir güvence sunmamızı sağlıyor“ dedi.
1500 ASTEROİDE ULAŞMAK MÜMKÜN NASA’nın verilerine göre, şu anda Dünya’dan 1500 kadar asteroide ulaşılması mümkün. Öte yandan asteroidlerdeki donmuş hidrojenin gelecekte uydu ve uzay araçlarının yakıt tanklarına hidrojen yüklenmesini mümkün kılacağı ve Mars’a yolculukları bir hayli kolaylaştıracağı öngörülüyor. Planetary Resources ve rakibi Deep Space Industries ilk araştırma çalışmalarına 2017’de başlamayı planlıyor ancak bu 2020’ye de kayabilir.
Türkiye’nin yüksek çözünürlüklü yerli uydusu Göktürk-2, uzaydaki üçüncü yılını tamamladı. 18 Aralık 2012 tarihinde uzaya fırlatılan uydu, 18 Aralık 2015 tarihi itibariyle dünya etrafında 16 bin 35 tur attı, 7 bin 522 görüntü aldı ve 18 milyon 335 bin kilometre karelik alanı taradı. TÜBİTAK UZAY ve TUSAŞ iş ortaklığıyla üretilen ve 2,5 metre çözünürlüğe sahip Göktürk-2, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Ahlatlıbel Yer İstasyonuna dünyanın dört bir yanından görüntü gönderiyor. Türk Silahlı Kuvvetleri ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uydu görüntü ihtiyaçlarını karşılayan Göktürk-2, uzay alanındaki teknoloji ve gerekli alt yapının geliştirilmesinin yanı sıra uzman insan gücünün yetişmesi imkânını da sağladı. 397 kilogram kütlesi ve 2,5 metre çözünürlüğü olan Göktürk-2 Uydusu, dünyada uygulanan uydu geliştirme yöntem ve standartlarına uygun olarak üretildi. Göktürk-2, Türkiye ve civarından aldığı anlık görüntüleri Ankara’daki yer istasyonuna gönderiyor. Yerden 686 kilometre yükseklikte, güneşe eş zamanlı yörüngeye yerleşen uydu, dünyanın herhangi bir noktasından görüntü alabiliyor. Uydu, dünyanın çevresinde 98 dakikada bir tur atıyor ve her turda Kuzey ve Güney kutup bölgesinden birer kez geçiyor.
ŞEHİR VE İNSAN • 85
TEKNOLOJİ
2 BIN 700 YILLIK MÜHÜR BULUNDU İsrail’in Kudüs kentinde Yehuda Krallığı’nın 14. Kralı Hezekiya’nın damgasını taşıyan, 2 bin 700 yıllık bir kraliyet mührü bulundu. Daily Mail Online’nın haberine göre, arkeologlar içinde “Yehuda Kralı Ahaz’ın oğlu Hezekiya’ya aittir” yazan bir mühür bulduklarını açıkladı. Mührün, MÖ 727 ve MÖ 698 yılları arasında yaşayan Kral Hezekiya döneminde kullanılan antik bir “çöplükte” yapılan kazı sırasında bulunduğu kaydedildi. Kilden yapılmış oval şeklindeki küçük mührün üzerinde, iki yanında “hayatı” temsil eden eski Mısır hiyerogliflerinin yer aldığı iki kanadı aşağı doğru dönmüş bir güneş baskısının bulunduğu belirtildi. Genişliği bir, kalınlığı da 0,3 santimetre olan mührün, arkeolojik bir kazıda keşfedilen bir İsrail ya da Yehuda kralına ait ilk damga olduğu sanılıyor. Hezekiya’ya ait gibi görünen başka mühürlerin var olduğu biliniyor, ancak bunların kaynakları bugüne kadar teyit edilmedi. Bulunan mührün, Yehuda Krallığı’nın, o dönemde bölgede oynadığı rolle ilgili önemli ipuçları sağlaması bekleniyor. Yahuda Krallığı’nın yükselişinde önemli rol oynayan Hezekiya, hükümdarlığı döneminde uyguladığı dini reformlarla putperestliğe karşı çıkmış ve tek tanrı inanışını benimsemişti.
ARTIK TÜRK TELEKOM’UN BIR AKILLI TELEFONU VAR Türkiye’nin en büyük iletişim tabanlı şirketlerinden Türk Telekom, TT175 adındaki yeni akıllı telefon modelini duyurdu. Türk Telekom, artık mağazalarında farklı şirketlere ait ürünlerinin yanına kendisine ait bir cihazın da satışını gerçekleştirecek. TT175’in ismi ise Türk Telekom’un kuruluşunun 175’inci yılına vurgu yapılarak konuldu.
TELEFONUN ÖZELLİKLERİ NELER? Telefonun özelliklerine baktığımızda 5.5 inçlik Full HD IPS ekranın yer aldığı TT175’te Mediatek MT6735 işlemci bulunuyor. 13/5 MP çözünürlüklerinde arka ve ön kamerası bulunan modelde 2 GB RAM ve microSD kart destekli 16 GB dahili hafıza alanı yer alıyor. Cihaz, 802.11b/g/n Wi-Fi, Bluetooth 4.0, A-GPS dışında önümüzdeki yılın Nisan ayından itibaren hizmete girecek 4.5G bağlantısı da destekliyor. Rakip şirketlerin telefonlarından ayrılan en önemli özelliği ise arka kısmında bir parmak izi okuyucusunun olması. Ayrıca 3000mAh gücündeki bataryası, kullanıcılara uzun süreli telefon kullanım deneyimini yaşatacak. TT Launcher ekran uygulamasıyla birlikte Android 5.1 Lollipop işletim sisteminin çalıştırdığı TT175, Android 6.0 Marshmallow güncellemesini de alacak. 899 TL etiket fiyatıyla önümüzdeki günlerde satışa sunulacak TT175’te Avea ve TTNET’in özel uygulamaları da bulunacak.
86 • ŞEHİR VE İNSAN
YERÇEKIMI DALGALARINI ARAŞTIRACAK Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) yerçekimi dalgalarını gözlemlemek amacıyla geliştirdiği Lisa Pathfinder isimli uzay aracı, Fransız Guyanası’ndaki Kourou Üssü’nden fırlatıldı. Teknik sorunlardan ötürü fırlatılması dün ertelenen Lisa Pathfinder, bu sabah taşıyıcı roket Vega ile fırlatıldı. 1,9 ton ağırlığındaki Lisa Pathfinder, dünya yörüngesinden güneşe doğru 1,5 milyon kilometrelik bir mesafe katedecek. 430 milyon Euro’ya mal olan uzay aracının hedefine şubat ayının ortasında ulaşması bekleniyor. 20 yıl boyunca görev yapması öngörülen Lisa Pathfinder, yerçekimi dalgalarını sınayacak. Yerçekimsel dalgalar, Albert Einstein’ın Görelilik (İzafiyet) Teorisi’nde önemli bir yer tutuyor. Yerçekimi dalgaları ışık hızında hareket edebilir. Einstein’ın 1905 yılında formüle ettiği Görelilik Teorisi, modern fizik ve doğa bilimlerinin zeminini oluşturuyor. Einstein’ın “e=mc2” formülü, kütlenin enerjiye ya da enerjinin kütleye dönüşebileceğini gösteriyor. Teoriye göre yerçekimsel dalgalar uzay-zamanı büküyor. Suya düşen bir taşın yol açtığı halkalar gibi dalgalara yol açıyor.
ÜNIVERSITEDE DERS ANLATAN ROBOT Moskova’da düzenlenen “Robotics Expo 2015”te, enstitüde bölüm başkan yardımcısı olarak görev yapan, ders anlatan ve maaşını da “şarj” olarak alan robotlar sergileniyor. Aljazeera’de yer alan habere göre, Rusya’nın başkenti Moskova’daki “Robotics Expo 2015” fuarında, enstitüde yöneticilik yapan, ders anlatan robotlar ilgi çekiyor. Fuar yetkilisi Yevgeniya Klepa, modem teknolojinin gelişimi ile robot dünyasında devrim yaşandığını, robot üretiminin önemli ölçüde ucuzladığını ve kolaylaştığını söyledi. Yakın zamanda robotların aynen bilgisayarlar gibi hayatın bir parçası olacağını belirten Klepa, robotların çok daha yararlı ve işlevsel olacağını ifade etti. Fuarın 3. kez yapıldığını hatırlatan Klepa şunları söyledi: “Bu sene de daha önceki yıllarda olduğu gibi eğitim, servis ve ev için yapılan robotlara yer verdik. Dünyaca ünlü üreticilerin ürünlerine de geniş yer ayırdık. Bu ürünlere sadece meraklıları değil iş dünyası da büyük ilgi gösteriyor. İnsansız hava araçları da fuarımızda sergileniyor. Bu araçlar günümüzde tarım, askeri ve sanayi alanlarında geniş şekilde kullanılıyor.” Fuarda Moskova Teknik Enstitüsü (MTE) öğrencileri tarafından tasarlanan ilginç bir robot da sergileniyor. Bu robot, enstitüde bölüm başkan yardımcısı olarak görev yapıyor ve maaş olarak da “şarj” ediliyor. MTE Proje Sorumlusu Aleksandr Denisov, robotlarının görevinin insanlar ve makineler arasında araştırma yapmak ve ders vermek olduğunu söyledi. Denisov, robotlarının birkaç kez başka eğitim kurumlarında da ders verdiğini ve çok sıcak karşılandığını anlattı. Fuarda Japon ve Çin şirketleri de kapsamlı şekilde temsil ediliyor. Onlar da fuarda, bulaşık yıkayan, temizlik yapan robotlarını sergiliyor. Ziyaretçilerden Yekaterina İvanova, “Bilim gerçekten çok ilerlemiş. Bu insanın moralini yükseltiyor ve geleceğe olan inancı artırıyor. Yarın bugünden daha iyi olacak” dedi.
ŞEHİR VE İNSAN • 87
KÜLTÜR SANAT KENAN AYDIN
kenan@kenanaydin.com.tr
2016 Gençlik Başkenti İSTANBUL İstanbul İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Gençlik Başkenti programı, İslam Konferansı Diyalog ve İşbirliği Gençlik Forumu (İKGF – Dİ) tarafından İstanbul’da hayata geçiyor. Pek çok öncü kurum ve kuruluşun sponsorluğunda yürütülecek olan gençlik programları ile İstanbul, bir sene boyunca İİT Gençlik Başkenti olarak farklı gençlik aktivitelerinin merkezi olacak.
Temsili anahtar devir teslim töreninde açılış konuşması yapan İKGF-Dİ Genel Sekreteri Büyükelçi Elşad İskenderov, İstanbul’un İslam dünyası açısından önemine değindi. İslam coğrafyasında yaşanan savaşlar nedeniyle Müslümanların zor bir dönemden geçtiğini dile getiren İskenderov, “Gerek bölgedeki radikalizmin önüne geçilmesi gerekse İslam coğrafyasında sağlam bir gelecek tahsis edilmesi için gençlere yatırım yapılması gerekli. İslam dünyasında birlik duygusu oluşturulması ve tüm dünya ile uyum içinde olunması
88 • ŞEHİR VE İNSAN
için İİT’nin gençlik stratejisi büyük önem arz ediyor. Projelerin verimli şekilde uygulanabilmesi için tüm tarafların hassasiyetle katkıda bulunması çok önemli” diye konuştu. İstanbul – İİT Gençlik Başkenti programının önemli kültürel faaliyetlerinden olan ve Küresel Sorunlarda Gençlerin Yaratıcılığı ana temalı Y-İstanbul 1. İİT Gençlik Başkenti Kısa Film Ödülleri yarışmasına 81 ülkeden 1000’e yakın kısa film katıldı. Şimdi ise İKGF – Dİ, İstanbul’a seyahat eden ve İstanbul’da bulunup fotoğrafla ilgilenen herkesi, program kapsamında düzenlenen Hoşgörünün Fotoğrafı+ (PhotoForTolerance+) başlıklı sergiye katılmaya davet ediyor. Emirgan Korusu’nda, İİT’ye üye ülkelerin oybirliği ile 2015-2016 yılı İslam Dünyası Gençlik Başkenti seçilen İstanbul, yoğun programlarla gerçekleşecek aktivitelerin geniş katılımla takip edilmesi bekleniyor.
Instagram’da Ortaçağ Karanlığı İstanbul Rüzgarı Netleşiyor Yaşayan en önemli edebiyatçılardan biri olarak kabul edilen Umberto Eco, ortaçağ profesörlüğünü konuşturarak arşivlik bir çalışmaya imza attı. İtalyanca olarak yayımlanmaya başlamasından hemen sonra başlayan Türkçeye kazandırma çalışmaları dördüncü cildin yayınlanması ile devam etti. 2014’ün Şubat ayında ilk serinin ilk kitabı “Ortaçağ: Barbarlar, Hıristiyanlar, Müslümanlar” daha sonra, “Ortaçağ: Katedraller, Şövalyeler, Şehirler” ve “Ortaçağ: Şatolar, Tüccarlar, Şairler” ile devam etti. Şimdi de serinin dördüncü cildi “Ortaçağ: Keşifler, Ticaret, Ütopyalar” ile yaklaşık toplamda dört bin sayfalık ansiklopedik bir ortaçağ analizi ile karşı karşıyayız. Ortaçağ’ın sadece bir yüzyıldan ibaret olmadığını dile getiren Eco, kitabı elinize alıp okumaya başlarken bir tavsiyede de bulunuyor: Ön yargılarınızı bir kenarda atın. Bilinen pek çok şeyin hurafe ya da eksik bilgilerden oluştuğunu rahatlıkla söyleyen eserlerin editörü Eco, tek bir açıdan değil, geniş bir perspektiften olaylara bakıldığını ve her noktanın üzerine gidildiğini de vurguluyor. Sonuç olarak Ortaçağ’ı sadece batıyla değil, doğuyu (Doğu Roma’yı) yani geniş bir Müslüman coğrafyasını da içine alarak değerlendirildiğini rahatlıkla görebiliriz.
foto: @masoleil
Tarihe dair kesitler halinde bildiğimiz konular arasında bağlantılar kurmak ve fanteziden ziyade gerçeğe yaklaşan bir ortaçağ tahayyülünde bulunmak için çalışmanın bir başucu kaynağı olduğunu söyleyebiliriz.
Nisan ayında başlayıp ve popülerliğini gün geçtikçe arttıran @OneIstanbul artık kabına sığmıyor. Instagram’da fotoğraflanan şehirler sıralamasında İstanbul’u üst sıralara taşımayı amaçlayan One Istanbul Instagram yarışması, İstanbul’un taşını toprağını, kare kare sosyal medyaya taşıyor. Zaman sınırı olmaksızın devam eden yarışma için her 3 ayın sonunda, gelen tüm fotoğraflar derlenerek jüri tarafından sonuçlar açıklanıyor. Nitelik açısından en iyi üç fotoğrafın sahiplerine ise birbirinden güzel hediyeler veriliyor. Yarışma boyunca şehrin sokaklarını arşınlayarak mimarisini, tarihini ve doğasını ön plana çıkartan yarışmacılar ise Instagram hesaplarına yükledikleri fotoğrafların açıklama kısmına #oneistanbul ve #istanbul hashtag’lerini yazıp @OneIstanbul hesabını etiketleyerek katılabiliyorlar.
ŞEHİR VE İNSAN • 89
KÜLTÜR SANAT
Japonya ve Türkiye Köprüsü
ERTUĞRUL 1890
B
inlerce kilometre uzaklığa rağmen yakın iki ülke, iki tarihsel olay. İlki 1980’de Osmanlı fırkateyni Ertuğrul’un Japon sularında batması ve ardından yaşananlar diğeri ise 1985’te 215 Japon vatandaşının Özal’ın talimatıyla İran-Irak savaşından kurtarılması operasyonu. Etkisi uzun süre devam eden iki trajik olay şimdi sinemalarda. Aralık sonunda vizyona giren Ertuğrul 1890 filmi, 95 yıl arayla yaşanan iki tarihî olaydan ilki olan Osmanlı fırkateyni ile başlar. 1887 yılında İstanbul’a gelen bir Japon heyetinin ardından, bir Osmanlı heyetinin iade-i ziyaret amacıyla Japonya’ya gönderilmesi kararlaştırılır. 600’ü aşkın mürettebatıyla Japonya’ya ulaşan Osmanlı fırkateyni Ertuğrul’un dönüş sırasında fırtına yakalanarak sulara gömülmesi ve ardından yaşanan trajik olaylar silsilesinin anlattığı aslında iki halk arasında yıkılmayacak bir köprünün kurulduğudur.
90 • ŞEHİR VE İNSAN
Filmin ikinci bölümünde ise sahnede yaşananlar 1985 İran-Irak Savaşı’na aittir. Devrin Irak lideri Saddam Hüseyin’in İran’a bir hava saldırısı başlatacaklarını ilan etmesi ve İran hava sahasındaki tüm yolcu uçaklarını vuracağını bildirmesiyle gelişen olaylardır. Japonya Tahran’dan vatandaşlarını tahliye edemez ve devreye dönemin başbakanı Turgut Özal girer. Ve Saddam’ın tanıdığı sürenin dolmasına dakikalar kala İran hava sahasına giren Türk Hava Yolları uçağı, 215 Japon vatandaşını kurtarır.
SINIRLARI AŞAN DOSTLUK “İnsan” olabilmenin ne demek olduğunu bize gösteren Ertuğrul 1890, coğrafî olarak uzak iki halk arasındaki yardımlaşma ve dayanışmayı anlatıyor. Ertuğrul 1890, ülkeler arasındaki düşmanlığın arttığı şu günlerde dostluk ve yardımlaşmanın sınır ve mesafe tanımayan değerini gözler önüne seren etkileyici bir hikâye.
ŞEHİR VE İNSAN • 91
SAĞLIK
HAYATA AÇILAN PENCERE GÖZLERIMIZ Gözümüze ne kadar önem veriyoruz? Onu ihmal mi ediyoruz yoksa. Sizin için Prof. Dr. Dilaver Erşanlı’yla göz sağlığının önemini ve göz hastalıklarını konuştuk.
E
n değerli organlarımız arasında yer alan gözlerimiz hiç kuşkusuz dünyaya açılan penceremiz konumunda. Bundan dolayı sağlığı da bir o kadar önemli. Dünyaya açılan penceremiz olan gözlerimizle ilgili merak edilen soruları Sultanbeyli’de özel bir hastanede görev yapan Prof. Dr. Dilaver Erşanlı’ya sorduk. Her ayrıntıyı bize içtenlikle anlatan Prof. Erşanlı, göz kontrollerinin küçük yaşlardan itibaren başlaması gerektiğini ve göz bozuklukların insanın başarısıyla doğrudan ilintili olduğunu söyledi. İşte gözümüzle ilgili merak edilenler:
OKUYUCULARIMIZ IÇIN KENDINIZI KISACA TANITABILIR MISINIZ? Prof. Dr. Dilaver Erşanlı: Trakya Üniversitesi Edirne Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Sonra ihtisas eğitimini Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde tamamladım. Daha sonra GATA’da doçent ve profesör unvanlarımı aldım. 2013 yılında GATA’dan emekli oldum ve burada çalışmaya başladım. Sultanbeyli halkına hizmet etmekten mutluluk duyuyorum.
92 • ŞEHİR VE İNSAN
GÖZÜMÜZ KUŞKUSUZ HER INSAN IÇIN ÇOK DEĞERLI. VE BENIM GIBI EMINIM INSANLARDA GÖZÜN YAPISINI MERAK EDIYORLARDIR. KISACA BIZE BU KONUDA BILGI VEREBILIR MISINIZ? Her organımız; elimiz, ayağımız bizim için değerlidir. Göz hayata açılan bir penceredir. Nasıl ki penceresi olmayan bir evde yaşamak zorsa, görme organımız olmadan da hayatımızın idamesi zordur. Göz sağlığı kuşkusuz hepimiz için çok önemlidir. Görme yetimiz hayatımızda önemli bir rol oynar. Bilim adamlarını hayrete düşürecek kadar karmaşık yapıya sahip olan göz temel olarak 3 tabakadan oluşur. Bunlar dıştan içe doğru; sert tabaka, damar tabaka ve ağ tabakadır. Bu tabakaların içinde kornea, iris, göz bebeği, göz merceği gibi gözümüzü oluşturan hücreler bölümler bulunur.
İNSANLAR GÖZ RAHATSIZLIKLARINI GENEL ANLAMDA “GÖZ HASTALIKLARI” OLARAK NITELIYOR. GERÇEKTEN GÖZÜMÜZ HASTA MI? TÜRKIYE DE KAÇ MILYON GÖZ HASTASI VAR?
Evet tabir tam anlamıyla doğru. Göz sağlığı ve göz hastalıkları tanımı doğru var. Ülkemizdeki göz hastalarının da raporları, istatistikleri mevcut, sayıları biliniyor. Göz hastalıkları diğer sistemik hastalıklarla da bağlantılıdır. Halk arasında Diyabet, romatizma ve tansiyon gibi sistemik hastalıklar gözü direkt etkiliyor. Hatta bu hastalıkları göz muayenesi sırasında teşhis etmek mümkün. Ülkemizde hiper tansiyon ve diyabet hastalarının sayılarında artışlar var. Toplumun yüzde 10’unu şeker hastaları oluşturuyor. Önümüzdeki 10 yıl içinde bu sayının iki katına çıkacağı belirtiliyor. Bu hastalıklarda direkt olarak görmeyi olumsuz etkiliyor. Belirli yaşlarda görülen katarak gibi ve ilerleyen yaşlarda görülen sarı nokta hastalıklarına da dikkat etmeliyiz. Bu hastalıkların oranları her yıl artıyor. Artmasının sebebi de insan ömrünün uzaması.
EN YAYGIN GÖZ HASTALIĞI SIZCE HANGISI? GÖZ HASTALIKLARININ KESIN TEDAVISI MÜMKÜN MÜ? Bunu yaş gurubuna göre sınıflamalıyız. Çocuklarda şaşılık ve göz kırılması en yaygın olanı. 10 yaşın altındayken göz kırılmalarının ve göz tembelliğinin teşhis
ve tedavi edilmesi gerekiyor. Daha ileri yaşlarda göz tansiyonu, katarakt en yaygın olan hastalık olarak karşımıza çıkıyor. Biz Göz muayanesi sırasında mutlaka her muayeneye gelen kişinin göz tansiyonunu ölçüyoruz. Göz tansiyonunun oluşturacağı hasarı önlüyoruz. Daha ileri yaşlarda retina etkilenmeleri oldukça sık görülen bir hastalık. 60-70 yaş arasında da sarı nokta hastalığını maalesef etkili oluyor.
TEKNOLOJIK GELIŞMELER GÖZ TEDAVISINI HANGI NOKTAYA GETIRDI? Tıp alanında en hızlı teknolojik gelişmelerin olduğu branşlardan biriside göz hastalıklarıdır. Günümüzde sık kullanılan lazer tedavileriyle kırma kusurlarının düzeltilmesi mümkün oluyor. Kalıcılık sağlanabiliyor. Ameliyatlarımızda teknolojiyi kullanıyoruz. Sıklıkla yapılan katarakt ameliyatlarında teknolojiyle daha başarılı operasyonlar gerçekleştiriliyor. Bizim ilk mesleğe başladığımız yıllarda katarakt ameliyatından sonra kalın camlarla görmeyi sağlayabiliyorduk. Şimdi ise daha ince göz içi mercekler kullanılmaya başlandı. Teknoloji göz sağlığında çok önemli bir konuma geldi.
ŞEHİR VE İNSAN • 93
SAĞLIK
SIZ GÖZLÜK YERINE LENSIN KULLANILMASINI NASIL DEĞERLENDIRIYORSUNUZ? Kontak lenslerde eğer göz yapısı uygunsa, kişinin alerjisi yoksa gözlerde kuruma yoksa lensler kolaylık sağlıyor. Gözlük takması gereken bazı hastalar gözlük kullanmıyor, o hastalarda alternatif olarak lens kullanmak mümkün. daha doğru. Eğer hasta kontak lenslerde de sıkıntı yaşıyorsa lazer tedavilerini öneriyoruz. Fakat lazer tedavisinde de gözün uygun olması ve ön tetkiklerin doğru yapılması çok önemli.
BUGÜNE KADAR KARŞILAŞTIĞINIZ EN ILGINÇ GÖZ HASTALIĞI VAKASI NEYDI? Bizim tabi çok farklı vakalarımız oldu. Askeri hastanede görev yaptığımız için çatışmalarda yaralanan kardeşlerimiz geliyordu. Askerlerimizi yaptığımız başarılı tedavilerle yeniden kazandık.
TEKNOLOJI ILE GÖZ HASTALIKLARI ARASINDA BIR BAĞ KURABILIR MIYIZ? TABLETLER, BILGISAYARLAR, AKILLI TELEFONLAR ARTIK HAYATIMIZIN BIR PARÇASI OLDU. BU TEKNOLOJIK ALETLER GÖZÜMÜZÜ NASIL ETKILIYOR? Teknoloji göz hastalıklarını olumlu etkilediği kadar olumsuzda etkiliyor. İnsanlar teknolojik aletlere saatlerce bakıyor, gözlerini yoruyor. Bahsettiğiniz aletler
94 • ŞEHİR VE İNSAN
artık hayatımızın bir parçası oldu. Şunu unutmamak gerekir. Kişi günün belirli saatlerinde gözünü dinlendirmeli. Her yarım saatte bir gözünü odaklandığı yerden ayırmalı ve uzak bir yere bakmalı. Gözümüzü dinlendirmek içinde o uzak noktada yeşil tonda renklere bakmak faydalı olur. bir cisim olmalı. Çünkü yeşil renk gözü dinlendirir. Bu şekilde göz ve görme ile ilgili sıkıntılar azaltılabilir. bir nebze de olsa önüne geçilebilir.
GÜNEŞ GÖZLÜKLERI HAKKINDA NE DÜŞÜYORSUNUZ? Retinadaki görme hücreleri ışığa karşı hassas. Sürekli ışığa maruz kaldığımızda hücrelerde yorgunluk oluşuyor. Güneş ışığına direkt bakılmasını zaten önermiyoruz. Günlük yaşantıda ışığa karşı hassaslığı olan kişilerin gözlük kullanması gerekiyor. Güneş gözlüğünü hassas gözler için öneriyoruz. Ama ışığa karşı hassasiyeti olmayanlara önermiyoruz.
GÖZÜMÜZÜ IYI KORUMAK IÇIN NELER ÖNERIYORSUNUZ? Göz sağlığı önemli bir konu. Özellikle bilgisayar kullananlarda göz kuruması olabiliyor ve göz kurumasıyla karşılaşan kişilerin suni göz yaşı kullanması gerekiyor. İyi bir göze sahip olmak için minarel ve vitaminleri doğru almak gerekiyor. Kırmızı ve yeşil sebzeleri, balığı tercih etmek önemli. Bir de küçük yaşlardan itibaren rutin göz muayenelerini herkes yaptırmalı.
ŞEHİR VE İNSAN • 95