Tilsimli Sehir Istanbul

Page 1

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜ İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Saraçhane, Fatih 34478 İstanbul Tel: +90 212 455 19 80, Faks: +90 212 455 26 48

Tılsımlı Şehir İstanbul Tılsımlı Şehir İstanbul

İlk basım / First Print Haziran 2008 ISBN 978-9944-370-53-0 Genel Yayın Yönetmeni / Executive Editor Nevzat Bayhan Yayın Danışmanı / Publication Consultant Prof. Dr. İskender Pala Kreatif direktör / Creative Director Şevket Dedelioğlu Yayın Koordinatörü / Coordinator Hasan Işık Tercüme / Translation Kadri Özdemir Redaksiyon / Proofreading Sezen Özgür, Burcu Onuk, Ravza Kan Gravür Fotoğrafları / Photographs of Gravures Yavuz Kura Grafik Tasarım / Graphic Design Sibel İlkin Uçuran Baskı - Cilt - Renk ayrımı / Printing Process

Tel: 0212 451 70 70 (pbx)




YgGy CONTENTS

İÇİNDEKİLER

SUNUŞ ÖN SÖZ GİRİŞ

8 10 14

PRESENTATION FOREWORD INTRODUCTION

Efsanenin Tanımı Efsanelerin Teşekkülü Efsanelerin Sınıflandırılması Efsanelerin İşlevleri

14 16 20 21

Definition of Legend Formation of Legends Classification of Legends Functions of Legends

Efsane Metinleri İSTANBUL’UN KURULUŞ EFSANELERİ 1. İstanbul’un Kuruluş Efsanesi 2. Süleyman Peygamber Efsanesi 3. Megaralı Bizans Efsanesi 4. Madyanoğlu Yanko Efsanesi

23 23 24 25 27 28

Texts Of Legends

İstanbul’daki Bazı Yerlerle İlgili Efsaneler 1. Ab-ı Hayatı Marmara Denizi’nin Dibinde Unutan İskender Efsanesi 2. Boğaz Efsanesi 3. Haliç Efsanesi: Hera ve İo

30

Legends of Some Places

İstanbul’un Tılsımları Yer ve Gökle ilgili Tılsımlar Denizle İlgili Tılsımlar

38 39 52

Talismans of İstanbul

Tarihi Yapılarla İlgili Efsaneler KIZ KULESİ EFSANELERİ 1. Kız Kulesi Âşıkları Efsanesi 2. Sepetteki Yılan Efsanesi 3. Battal Gazi Efsanesi 4. Galata Kulesi’nin Aşkı Efsanesi

55 56 56 57 58 59

Legends of Historical Buildings

ÇEMBERLİTAŞ EFSANESİ

61

LEGEND OF THE BANDED COLUMN (Çemberlitaş)

DİKİLİTAŞ EFSANESİ

62

LEGEND OF THE EGYPTIAN OBELISK (Dikilitaş)

LEGENDS OF THE FOUNDATION OF ISTANBUL

1. Legend of the Foundation of Istanbul 2. Legend of Prophet Solomon 3. Legend Of Byzas The Magerian 4. Legend of Madyanoğlu Yanko

in İstanbul

31 34 36

1. Legend of Alexander the Great who forgot elixir in the bottom of the Marmara Sea 2. Legend of the Bosphorus 3. Legend of the Golden Horn: Hera and Io

Talismans about Earth and Heaven Talismans about Seas

LEGENDS OF THE MAIDEN’S TOWER (Kız Kulesi)

1. Legend of the Maiden’s Tower Lovers 2. Legend of Snake in the Basket 3. Legend of Battal Ghazi 4. Legend of Galata Tower’s Love

yYb ByY


YgGy KIZTAŞI EFSANESİ

65

LEGEND OF THE MAIDEN’S ROCK (Kıztaşı)

YEREBATAN SARNICI – MEDUSA EFSANESİ

66

LEGEND OF THE BASILICA CISTERN (Yerebatan Sarnıcı) – MEDUSA

AYASOFYA İLE İLGİLİ EFSANELER

69 70 70 72

• Ayasofya İle İlgili Bizans Efsaneleri

1. Ayasofya’nın Planı ve İsim Efsanesi 2. Ayasofya’nın Yapımı İçin Gönderilen İlahi Hazine Efsanesi 3. Ayasofya’yı Kıyamete Kadar Bekleyen Melek Efsanesi • Ayasofya İle İlgili Türk Efsaneleri

1. Ayasofya’nın Kubbe Efsanesi 2. Hızır Makamı Efsanesi 3. Ayasofya’nın Yönünün Kâbe’ye Çevrilmesi Efsanesi

73 74 74 76 76

LEGENDS OF HAGIA SOPHIA • Byzantine Legends About Hagia Sophia

1. Plan of Hagia Sophia and the Legend of Name 2. Legend of Heavenly Treasure Sent for Construction of Hagia Sophia 3. Legend of the Angel to keep guard of Hagia Sophia until the Judgment Day • Turkish Legends About Hagia Sophia 1. Legend of the Dome of Hagia Sophia 2. Legend of Makam-ı Hızır 3. Legend that the Direction of Hagia Sophia was turning to Kaaba

78 78 78 79 79

• Places in Hagia Sophia

İSTANBUL’UN FETHİ İLE İLGİLİ EFSANELER

80

LEGENDS ABOUT THE CONQUEST OF ISTANBUL

• İstanbul’un Fethi İle İlgili Bizans Efsaneleri

81 81 82 82

• Byzantine Legends About The Conquest of İstanbul

83 83 86 87

• Turkish Legends About The Conquest of İstanbul

91

LEGEND OF THE GRAND BAZAAR

• Ayasofya’da Bulunan Makamlar

1. Hazreti İsa Beşiği Makamı 2. Hazreti İsa’nın Yıkandığı Yer 3. Kıblekapısı Makamı 4. Terleyen Direk

1. Yere Düşen İkona Efsanesi 2. Tavadan Sıçrayan Balıklar Efsanesi 3. Fatih’e Verilen Tahta Kılıç Efsanesi • İstanbul’un Fethi İle İlgili Türk Efsaneleri

1. Rumelihisarı Efsanesi 2. Cebe Ali Efsanesi 3. Yâvedûd Sultan Efsanesi KAPALIÇARŞI EFSANESİ

1. Place of Jesus Christ’s Cradle 2. Place where Jesus Christ was bathed 3. Place of the Door of Kıblah 4. The Sweating Pole

1. Legend of Icon falling down 2. Legend of Fish jumping off the Pan 3. Legend of the Wooden Sword given to Sultan Mehmet the Conqueror 1. Legend of Rumeli Fortress 2. Legend of Cebe Ali 3. Legend of Yâvedûd Sultan

yYb ByY


YgGy MAHMUTPAŞA CAMİ’NİN YAPILIŞ EFSANESİ

91

LEGEND OF CONSTRUCTION OF MAHMUTPAŞA MOSQUE

TOPKAPI SARAYI İLE İLGİLİ EFSANELER 1. İbrahim Peygamberin Yemek Tası Efsanesi 2. Hazreti Ali’nin Esrarengiz Kılıcı Efsanesi 3. Kaşıkçı Elması Efsanesi

93

LEGENDS ABOUT TOPKAPI PALACE

94

1. Legend of the Dish Bowl of Prophet Abraham 2. Legend of the Mysterious Sword of Ali 3. Legend of Spoonmaker’s Diamond

BEYAZIT CAMİ İLE İLGİLİ EFSANELER 1. Mihrap Efsanesi 2. Denizkızı Efsanesi

96 97 97

LEGENDS ABOUT BEYAZIT MOSQUE

ŞEHZADE CAMİ İLE İLGİLİ EFSANELER 1. Minarelerin Gözyaşları Efsanesi 2. İstanbul’un Ortası Efsanesi 3. Yangında Yanmayan Çınar Efsanesi

100 100 100 100

LEGENDS ABOUT ŞEHZADE MOSQUE

94 94

(Kaşıkçı Elması)

1. Legend of the Altar 2. Legend of the Mermaid

1. Legend of the Tears of Minarets 2. Legend of the Center of Istanbul 3. Legend of the Plane Tree That does not Burn in Fire

SÜLEYMANİYE CAMİ İLE İLGİLİ 102 LEGENDS ABOUT SÜLEYMANİYE MOSQUE EFSANELER 1. Rüya Efsanesi 103 1. Legend of Dream 2. Cevherli Minare Efsanesi 104 2. Legend of the Jeweled Minaret 3. Kanunî Sultan Süleyman’ın 107 3. Legend of the Coin Given by Sultan Suleiman the Magnificent Verdiği Akçe Efsanesi YENİ CAMİ’NİN 108 LEGEND OF THE CONSTRUCTION OF NEW MOSQUE YAPILIŞ EFSANESİ SULTANAHMET CAMİ’NİN ALTIN 110 LEGEND OF THE GOLDEN MINARETS OF SULTANAHMET MOSQUE MİNARELERİ EFSANESİ LALELİ CAMİ’NİN 112 LEGEND OF CONSTRUCTION OF LALELİ MOSQUE YAPILIŞ EFSANESİ KAYNAKÇA 116 BIBLIOGRAPHY

yYb ByY



YgGy SUNUŞ İstanbul efsaneleri tarihten hiç silinmeyecek Binlerce yıllık tarihe tanıklık eden İstanbul, bizlere büyüleyici zenginlikte bir miras devrediyor. Elbette ki bize de bu ihtişamlı mirası koruma görevi düşüyor. İstanbul’u yönetme onuruna sahip biri olarak ben de, bu mirasın korunması adına atılan her adıma destek vermekten büyük bir huzur duyuyorum. İşte bu adımlardan biri de; binlerce yıldır bu topraklarda üretilen ve kulaktan kulağa fısıldanarak günümüze kadar gelen tılsımlı efsaneleri derleyip toplamak. Böylesi bir kültürel mirasın yitip gitmesine gönlümüz razı olmadı. Nice aşklara, savaşlara, fetihlere tanıklık etmiş bir kentin ürettiği efsaneler de en az kendi tarihi kadar görkemli ne de olsa… İstedik ki günümüze kadar unutulmamayı başaran bu efsaneler hiçbir zaman silinmesin. Çocuklarımız, torunlarımız ve gelecek tüm kuşaklar bu kültürel mirastan haberdar olsun. Elinizdeki bu kitap tarihe düşülmüş tılsımlı notlar aslında… ‘Tılsımlı Şehir İstanbul’ adlı bu kitap sayesinde Megaralı Bizans, Madyanoğlu Yanko, Süleyman Peygamber, Kız Kulesi Aşıkları ve daha nice efsanemiz tarihin karanlık labirentlerinde yitip gitmeyecek. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Venedik Belediyesi ile el ele vererek hazırlanan bu kitap için başta yazarı Ferhat Aslan olmak üzere emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ediyorum. Sizlerin de Hera ve İo, Battal Gazi, Çemberlitaş, Dikilitaş, Kıztaşı ve Yerebatan efsaneleri için kütüphanenizde bir yer açacağınıza inanıyorum.

SUNUŞ Legends of Istanbul shall never be erased from history Having borne to the history of thousands of years, Istanbul is handing over us a fascinating rich heritage. Needless to say, our task is to preserve this magnificent heritage. As one of the people who have the honor to administer this talismanic city, I am happy for supporting each pace taken for preservation of this heritage. One of these paces is collecting and compiling these talismanic legends introduced in this land for thousands of years and conveyed to our day by storytelling. We could not let such a cultural heritage be lost. After all, the legends produced by a city that had borne witness to so many loves, so many wars and conquests are as much magnificent as its history… We want that such legends that survived to this day to never be erased from history and our children, grand children and all next generations be informed abouth this cultural heritage. This book you are holding at the moment is, as a matter of fact, consisting of talismanic notes taken in pages of history. Thanks to this book named “Talismanic City, Istanbul”, Byzas the Magerian, Madyanoğlu Yanko, Prophet Solomon, the Maiden’s Tower Lovers and many more legends of ours shall not be lost in the dark labyrinths of history. I render my endless thanks to everyone, especially to Ferhat Aslan, its writer, who has contributed in this book prepared under the co-leadership of Istanbul Metropolitan Municipality and Venice Municipality. I believe that you as well shall make way for the legends of Hera and Io, Battal Ghazi, the Banded Column (Çemberlitaş), the Egyptian Obelisk (Dikilitaş), Maiden’s Column (Kıztaşı), and Basilica Cistern in your library.

yYb9ByY


YgGy

ÖNSÖZ

Geçmişi tarih öncesine dayanan, büyük medeniyetlere başkentlik yapmış, bundan dolayı da tarihi, siyasi ve kültürel bakımdan dünyanın göz bebeği İstanbul’un sözlü kültür verimleri de eşine az rastlanır bir hazinedir. İstanbul’un, özellikle de Tarihi Yarımada’nın, sözlü kültür hazinesi içindeki en kıymetli parçalarından biri olan efsanelerini ihtiva eden bu kitapçık; İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Venedik Belediyesi eş liderliğinde AB’nin MED-PACT programı çerçevesinde hazırlanan “Kentsel Dönüşüm ve Sürdürülebilir, Yenilikçi Akdeniz Ekonomik İşbirliği Projesi” (ARCHIMEDES) kapsamında, İstanbul’un, etrafında efsane teşekkül etmiş olan tarihi yapılarına yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekebilmek amacıyla hazırlanmıştır. Elinizdeki kitapçık, sunuş, önsöz, giriş, efsane metinleri ve kaynakçadan oluşmaktadır. Çalışmamızın giriş kısmında halkbiliminin çalışma sahasına giren efsanelerin tanımı, teşekkülü, sınıflandırılması ve işlevleri üzerinde durulmuştur.

FOREWORD

Having a past dating back to prehistoric era, having been the capital of great civilizations, and having been the center of the world in terms of historical, political and cultural aspects, Istanbul has a unique and rare treasure of verbal performance. Containing the legends which are one of the most precious pieces of Istanbul, especially of Historical Peninsula in verbal cultural treasure, this book has been prepared within the scope of “Actions to Regenerate Cities and Help Innovative Mediterranean Economic Development Enhancing Sustainability” the purpose of the (ARCHIMEDES) project being prepared within the framework of MED-PACT program of EU in the co-leadership of Istanbul Metropolitan Municipality and Venice Municipality is to attract attention of both domestic and foreign tourists to historical structures of Istanbul around legends surrounding this city. The book you are holding consists of the presentation, foreword, introduction, texts of legends and bibliography. In the introduction section of the study, there is a special emphasis on the definition, formation, classification and function of the

yYb10ByY


YgGy

Daha sonra, derleme metoduyla sözlü kaynaklar, Arap harfli ve Latin harfli Türkçe yazılı kaynaklar taranarak derlenen efsane metinlerine yer verilmiştir. Çalışmanın okuyucu kitlesi düşünülerek efsane metinleri derlendikleri kaynakta, özellikle Arap harfli Türkçe yazılı kaynaklarda, geçtiği gibi esere alınmamış, efsanelerin dil özellikleri göz önünde tutularak bu eser için yeni bir üslupla tekrar oluşturulmuştur. Kuruluş, bazı coğrafi yerler, tılsımlar, tarihi yapılar ve fetih konuları ile ilgili efsanelere yer verilmiş, efsanelerin sıralanışında kronoloji esas alınmaya çalışılmıştır. Ümit ederiz ki hazırlamış olduğumuz bu kitapçık; İstanbul’un sözlü kültür hazinesinin kıymetinin bilinmesine bir nebze de olsa katkı sağlayacaktır. İstanbul’da bulunanlar bu kitapçığı okuduktan sonra bulundukları şehrin tarihi ve kültürel değerinin farkına varacaklar ve İstanbul ruhunu hissetme bahtiyarlığına erişeceklerdir.

legends that are a subject area of folklore. Following the introduction, compiled verbal sources and legends from written Turkish sources with both Arabic letters and Latin letters have been used. With the target reader in mind, the texts of legends have not been included in the study as they are in the source from which they are compiled from, especially in Turkish written sources with Arabic letters; on the contrary, they have been re-formed with a new touch in this study considering language characteristics of legends. Legends about the subjects of foundation, some geographical places, talismans, historical buildings and conquests have been included and it was tried to list the legends chronologically in order . Hopefully this book shall contribute in understanding the value of the treasure of verbal performance of Istanbul. It is hoped that after reading this book, those in İstanbul will become aware of the historical and cultural value of the city and will feel the spirit of the city better.

FERHAT ASLAN

yYb11ByY


YgGy

yYbByY



YgGy

yYb14ByY


YgGy GİRİŞ

Efsanenin Tanımı Anonim halk edebiyatı nesir türlerinden biri olan “efsane” terimi, dilimize Farsça’dan girmiştir. Batı dillerinde Lâtince “legendus” kökünden çıkan “legenda, legend, leggenda, leyenda” vb. kelimeler, efsane kavramının karşılığı olarak kullanılmaktadır (Sakaoğlu, 1980: 4). Bununla birlikte Almanca “sage”, Yunanca “mythe/ mythos”, Arapça “ustûre, esatir ve Rusça “predaniya, skaz” terimlerini de belirtmek gerekir (Ergun, 1997:1). Anadolu Türkleri arasında efsane, menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır. (Ergun, 1997:1–2). Folklorun on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren bağımsız bir bilim dalı olarak ortaya çıkışından itibaren pek çok halkbilimcisi “efsane” kavramı üzerinde durmuş ve bu kavramın tanımını yapmaya çalışmıştır. Bütün bu tanımlarda efsanenin özellikleri verilerek, belirli özelliklerinin ön plana çıkarıldığı görülür. Halkbilimcilerin ortak görüşlerine göre efsane: sanatsal olarak formüle edilmiş, üçüncü bir şahsa anlatılan ve geçmişte ya da tarihsel geçmişte kurulmuş geleneksel bir hikâye ya da anlatıdır.

INTRODUCTION

Definition of Legend The term “efsane (legend)”, one of the types of prose of anonymous folk literature was incorporated from Persian into our language. Words such as “legenda, legend, leggenda, and leyenda” having stemmed from the Latin word “legendus” are being used as the equivalent of the term legend in Western languages (Sakaoğlu, 1980: 4). Also, “sage” in German, “mythe/mythos” in Greek, “ustûre, esatir” in Arabic and “predaniya, skaz” in Russian should be stated (Ergun, 1997:1). In this meaning of the word, the terms efsane, menkabe, esatir and mitoloji were frequently used among Anatolian Turks (Ergun, 1997:1–2). Since folklore came on the scene as an independent discipline from the early nineteenth century, many folklorists emphasized on the term “legend”, and tried to make the definition of this concept. In all of these definitions, one can see that the characteristics of a legend are given and certain aspects of it are brought in the foreground. According to common repute of folklorists, legend is a traditional story or narrative formulated artistically, told to a third person and formed in the past or historical past. As a matter of fact, it is not real; however, it is believed to be real by its

yYb15ByY


YgGy Aslında gerçek değildir; ancak anlatıcı ve dinleyicileri tarafından gerçek olduğuna inanılır. Geçmişte ya da tarihsel geçmişte kurulmamış, geleneksel olma özelliği kazanmamış ve yaşanılan an ile ilgili efsaneler de bulunabilir (Dégh, 2005: 345).

Yapılan tüm bu tanımlarda öne çıkarılan özellikler şöyle sıralanabilir: Efsanelerde dört ana unsur yer alır. Buna göre efsaneler; a. Şahıs, yer ve olaylar hakkında anlatılırlar, b. Anlatılanların inandırıcılık özelliği vardır, c. Genellikle şahıs ve olaylarda tabiatüstü olma özelliği görülür. Tariflerde yer almayan şu özelliği de dördüncü madde olarak ekleyebiliriz: d. Efsanelerin belirli bir şekli yoktur; kısa ve konuşma diline yer veren anlatmadır. (Sakaoğlu, 1980: 5–6).

Efsanelerin Teşekkülü: Efsanelerin teşekkülleriyle ilgili olarak ileri sürülen fikirleri incelediğimizde, birçok araştırmacının; efsanelerin kökenlerini tarih öncesi devirler ve bu devirlerde yaşayan insanların psikolojik ve sosyolojik yapılarında arama eğiliminde olduğunu söyleyebiliriz. Tarih öncesi devirlerde insanoğlu kendisini tabiata karşı daha güçlü hissedebilmek için kahramanlar yaratma yoluna gitmiş veya bir kişinin tabiata, topluma ya da diğer insanlara karşı gösterdiği herhangi bir başarıyı çok

narrator and audience. At the same time, there may be legends about the moment being lived neither having been formed in the past, that is to say, in the historical past nor having gained the characteristic of being traditional (Dégh, 2005: 345). In all of these definitions, the characteristics highlighted may be listed as the following: There are four main elements in legends. According to this, legends: a. are told about persons, places and events, b. are convincing, c. generally are told about persons and events that are supernatural. We could also add the following characteristic that is not included in the definitions as the fourth entry: d. Legends are not shaped specifically; they are the short narratives giving place to colloquialism. (Sakaoğlu, 1980: 5–6).

Formation of Legends: When we examine the opinions regarding formations of legends, many researchers have the propensity for seeking the origins of legends in psychological and sociological builds of people having lived in prehistoric era and these ages. In prehistoric periods, human beings tried to create heroes in order to make themselves feel powerful against nature or symbolized their need for gaining power and courage by overplaying much any success shown by a person against nature, community or other people.

yYb16ByY


YgGy fazla büyüterek ondan güç ve cesaret kazanma ihtiyacını sembolleştirmiştir. Efsanelerin nasıl teşekkül ettiği sorusuna cevap bulabilmek için onların kökenlerine inmek gerekmektedir. Çünkü efsaneler teşekkül ederlerken beslendikleri kaynaklara, köklerine göre farklılık arz etmektedirler. Yani, bütün efsaneler aynı teşekkül sürecinden geçmemektedir. Dinî efsanelerin teşekkülü, diğerlerine göre başka bir şekilde, başka bir yolla, farklı bir zaman sürecinden geçerek oluşmuştur. Tarihî efsaneler ise daha farklı bir yolla ve daha farklı bir zaman sürecinden geçerek teşekkül emiştir. Diğer efsane çeşitlerinin teşekkülü de aynı şekilde farklılık arz eder. Efsanelerin bir değil, bir kaç kökü vardır. Bu kökleri şöyle sıralayabiliriz: 1. Mitolojik kökler, 2. Tarihî kökler, 3. Dinî kökler, 4. Hayalî, fantastik kökler. Bu köklerin hepsi her efsanede görülmez. Efsanenin çeşidine göre köklerden biri, meselâ tarihî efsanelerde tarihî kökler, dinî efsanelerde dinî kökler, yaratılış efsanelerinde mitolojik ve fantastik kökler önem kazanır. Yalnız şunu da belirtmek gerekir ki, bir efsanede birden fazla kök bulunabilir. Yani tarihî kökün hâkim olduğu bir efsanede dinî veya hayalî kökler bulunabilir. İstanbul ile ilgili efsaneler içerisinde bu dört kökün hemen hepsine rastlayabilmekteyiz. Fakat daha çok dinî

In order to be able to find an answer to the question of how legends were formed, it is necessary to get to their roots, while legends are formed they differ according to the sources they are fed to and the roots they come from. That is to say, not all legends have similar formation processes. Compared to others, formation of religious legends came into being in different forms, and ways by passing through an another timespan. Historical legends came into being in a different way by passing through a different process of formation. Formation of other types of legends differs in the same way. We could say that legends have several roots. We could list them in order as the following: 1. Mythological roots, 2. Historical roots, 3. Religious roots, 4. Imaginary, fantastic roots. Not all these roots are present in each legend. According to the type of legend, one of the roots, for example, historical roots in historical legends, religious roots in religious legends, mythological and fantastic roots in legends of creation become important. However, it is necessary to state that a legend may have more than one root; in a legend in which historical root is predominant, there may be religious or imaginary roots as well. Almost all of these roots are found in the legends about İstanbul. However, mainly religious ones and especially historical ones are predominant. Therefore, in order for

yYb17ByY


YgGy ve özellikle de tarihî köklerin ağırlıkta olduğunu söyleyebiliriz. Bundan dolayı İstanbul efsanelerini daha iyi anlayabilmemiz için tarihî kökler üzerinde biraz durmamız gerekmektedir. Efsanelerin en önemli köklerinden biri de tarihtir. Yani bir kısım efsaneler, tarihî kökler üzerine teşekkül eder. Bu tür efsanelerin mitolojik köklü efsanelere göre daha yakın çağlarda teşekkül ettiği söylenebilir. Halk için önemli olan bazı tarihî olayların ve şahısların maceraları zamanla halkın muhayyilesinden katılan hayalî unsurlarla birlikte efsaneye dönüşmüştür. Bu tür efsaneler, kronolojik tarih olmamakla birlikte, tarihten ayrı düşünülemezler, yani gerçekle, tarihle ilgilidirler. Tarihî kökü olan efsanelerin bir bölümünde dinî kökler de vardı. Tarihî bir olay, ister eski çağlarda meydana gelmiş olsun ister yeni zamanlarda, eğer halkın üzerinde büyük bir tesir bırakmışsa, halkın hayatını değiştirmişse, halkın şuurunda derin izler bırakmışsa belli bir süre sonra efsaneleşir. Bu süre içersinde tarihî olay, gerçekliğinden bir şeyler kaybeder, buna karşılık bünyesine halkın muhayyilesinden kaynaklanan haya-lî fakat halkın gerçekten olduğuna inandığı bir takım yeni unsurlar eklenir. Halk efsanelerde tarihî olayı, olmasını istediği şekilde; tarihî şahsı da görmek istediği

us to be able to understand the legends of Istanbul better, we need to emphasize on the historical roots. One of the most important roots of legends is history. That is to say, some legends are formed on historical roots. It may be said that these kinds of legends were formed in the near past compared to mythological legends. The adventures of some historical events and persons that are important for community were transformed into legends with imaginary elements added by the imagination of community in the course of time. Although these kinds of legends are not chronological history, they cannot be thought to be independent from history, that is to say, they are in fact related to history. Some of the legends that have historical roots had also religious roots. Whether it came into existence in prehistoric periods or in near periods, if a historical event affected the community in depth, changed people’s life, left deep impressions on people’s conscience, it becomes legendary after a certain time. Within this period, the historical event loses something from its veracity, on the other hand, some new elements that are imaginary, however, which people believe are real are added to its structure. In legends, people show the historical event in the form they want it to be and the historical person in the form they want to see. If people begin to forget a hero,

yYb18ByY


YgGy şekilde gösterir. Eğer bir kahraman unutulmaya başlamışsa onun etrafında oluşan efsaneler, halk için önemli olan, gündemdeki, bir başka kahramanın etrafında toplanır. Bu, Roisere’nin efsanelerin teşekkülü ile ilgili ortaya attığı “birinin yerine diğerinin geçmesi” kaidesine uygundur. Tarihî kökü olan efsaneler, mitolojik efsanelere göre daha gerçekçi, daha inandırıcıdırlar. Çünkü tarih sayfalarında bu efsanelerin köklerini bulmak, görmek mümkündür. Halk, geçmişte olmuş bu olayları, dilden dile, nesilden nesile aktararak biraz da kendi muhayyilesinden kattığı hayalî unsurlarla yoğurarak günümüze kadar getirmiştir. Bu haliyle bu tarihî olaylar, kronolojik tarihle uğraşan tarihçilerin ilgi sahasından çıkıp halkbilimcilerin, kültür tarihçilerinin alanına girer. Kronolojik tarih olmaktan çıkan bu anlatmalarda, halkın geleneğinden, töresinden izler bulmak mümkündür (Ergun, 1997: 40–43).

Efsanelerin oluşumlarıyla ilgilenenler arasında R. Rosieres ve M. Benigni gibi araştırmacıların isimleri sayılabilir. Özellikle R. Rosieres’in ileri sürdüğü kurallar bugün efsanelerin oluşum teorileri içinde en çok kabul edilenidir. Ona göre efsaneler üç ayrı kural etrafında oluşurlar: a. Menşelerle ilgili kural: Aynı akli kapasiteye sahip olan bütün

the legends having been formed around him are gathered around another hero who is important for people and is on the agenda. This is in conformance with the rule “substitution of a person with another one” brought forward by Rosieres regarding formation of legends. Legends that have historical roots are more realistic and persuasive compared to mythological legends, because it is possible to find the roots of such legends in history. People have brought these events that happened in the past to present day by storytelling, from generation to generation and, molding them with imaginary elements that they added from their imaginations. With this aspect, these historical events enter into sphere of interest of folklorists and culture historians, and leave the sphere of interest of historians dealing with chronological history. In such narratives having lost the position of obtaining chronological history, it is possible to find traces from tradition and custom of the people. (Ergun, 1997: 40–43). Names of researchers like R. Rosieres and M. Benigni might be mentioned among those who were interested in formations of legends. Especially the rules adduced by R.Rosieres are the most accepted ones today among the formation theories of legends. According to him, legends are formed around three different rules: a. Rule concerning origins: In all nations which have the same mental

yYb19ByY


YgGy milletlerde hayal gücü aynı şekilde ortaya çıkar. Böylece benzer efsanelerin yaratılışına sebep olur. b. Birinin yerine diğerinin geçmesi kuralı: Bir kahramanın hatırası zayıfladıkça onun şerefine yaratılmış olan efsane bu kahramanı terk eder ve daha meşhur birine mal olur. c. Adapte olabilme kuralı: Çevre değiştiren her efsane, yeni çevrenin sosyal ve etnografik koşullarına uyum sağlar (Sakaoğlu, 1980: 7).

Efsanelerin Sınıflandırılması: Efsane türü üzerinde ilk çalışmaları Alman Grimm Kardeşler yapmıştır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yer alan milletlerin efsanelerinin karşılaştırılarak incelemesini sağlamak üzere masallar için hazırlanan katalog gibi, efsaneler için de milletlerarası bir katalog hazırlama çabası içine girildi. 1959 yılında kurulan “Milletlerarası Halk Anlatısı Araştırma Kurumu” sözlü anlatı türleri üzerine yapılan çalışmaları, çalışma programı içine aldı. Bu kurum 1962–1963 yıllarında, yapılan çalışmalardan yola çıkarak efsaneleri dört büyük bölümde sınıflandırdı. Bu guruplar şöyledir: a. Dünya’nın yaratılışı ve sonu (Kıyamet) ile ilgili efsaneler, b. Tarihî efsaneler ve medeniyet tarihi ile ilgili efsaneler c. Tabiatüstü varlıklar ve kuvvetler / mitik efsaneler, d. Dini Efsaneler / Tanrı ve

capacity, imagination also comes into being in the same way. Thus, this leads to creation of similar legends in societies. b. Rule of substitution of a person with another one: As the memory of a hero weakens, the legend created in his honor leaves that hero and becomes attached to a more renown person. c. Rule of being capable of being adapted: Each legend changing environment harmonizes to social and ethnographic conditions of the new environment (Sakaoğlu, 1980: 7). Classification of Legends: The first studies on types of legends were made by the German Brothers Grimm. Prepared as a catalog for fairy tales in order to provide examination of the legends of nations in various countries by providing comparison thereof, an effort was exerted for preparation of an international catalog for legends. “International Society for Folk Narrative Research”, founded in 1959, included the studies made on types of verbal narrative in its study program. This Society classified the legends in four big branches between 1962–1963 starting from the studies made. These groups are as follows: a. Legends about the creation and dooms (judgment day), b. Historical legends and legends about history of civilization, c. Legends of supernatural beings and powers / mythical legends,

yYb20ByY


YgGy kahramanlarla ilgili efsaneler. (Sakaoğlu, 1980: 10–20)

d. Religious legends / legends about God and heroes. (Sakaoğlu, 1980: 10–20)

Efsane türü ile ilgili olarak bugüne kadar yapılan, tanım ve sınıflandırmaların yetersiz olduğu gerek dünyada gerekse Türkiye’de yapılacak derlemelerle elde edilecek yeni efsaneler neticesinde ortaya çıkabilir. Araştırmacıların bu durumu göz ardı etmemeleri gerekmektedir.

Efsanelerin İşlevleri: Diğer anonim halk edebiyatı türlerinde olduğu gibi efsanelerin de belli başlı işlevleri vardır. Efsanelerin ne gibi işlevlerinin olduğunu bilmemiz hiç şüphesiz, vermek istedikleri mesajları daha iyi anlamamıza yarayacaktır. Anonim halk edebiyatı türlerinden olan efsanelerin milletler üzerindeki en önemli işlevlerinden biri insanın kendisiyle, ailesiyle, toplumla, din ve Allah’la ilgili olan düşüncelerinin oluşup sistemleştirilmesindeki etkisi, kültürün sahiplenilmesini sağlayıcı fonksiyonudur (Emeksiz, 2007:148–149). İnsanlar kendi kültürlerine ait tarihi olaylar, şahıslar ya da yerlerle ilgili anlatılan bir efsaneyi dinlerken bahsi geçen tarihî olay, şahıs ya da yerle bir bağ, bir bütünlük kurar. Böylece de bağlı bulundukları milletin toplumsal hafızasını edinmiş olurlar. Efsaneye konu olan tarihî olay, şahıs ya da yer sıradan olmaktan çıkar ve kutsiyet

As a result of new legends to be obtained by compilations to be made both in the world and Turkey, it may appear that the definitions and classifications made up until now regarding types of legends are insufficient. Researchers should not disregard this situation. Functions of Legends: As in other anonymous folk literature types, legends also have certain functions. Knowing kinds of functions that legends have shall be beneficial for understanding the message they want to convey. Among the most important functions of legends, which are one of the anonymous folk literature types, on societies is the effect in formation and systematization of a person’s thoughts on himself/herself, his/ her family, society, religion and God and its function in providing a sense of belonging to a culture (Emeksiz, 2007:148–149). When listening to a legend being told about the historical places, persons or places of their own culture, people establish a contact, integrity with the stated historical event, person or place. Thus, they obtain the social memory of their nations. The historical events, persons or places that are the subjects of legends lose their commonness and gain holiness. In this way, social memory of nations is kept alive

yYb21ByY


YgGy kazanır. Böylece milletlerin toplumsal hafızası nesilden nesile nakledilen efsaneler vasıtasıyla canlı tutulmuş olur. Ayrıca efsanelerin çok önemli bir eğitim işlevi vardır. Yeri gelince bir efsane, okul dışı eğitimde önemli bir “örnekleme aracı” olarak kullanılır.

through legends conveyed from generation to generation. Also, legends have an important educational function. Sometimes, a legend may be used as an important “means of exemplification” in out-of-school education

(Emeksiz, 2007:148–149).

Additionally, in legends which are a cultural element that affect people’s thoughts about future and their behavior as much as history and fairy tales, it is possible to find explanations on the ways to overcome exceptionally difficult problems. In legends, the firmness, determination and power of human will loom large, there is an emphasis on good morals and an intention aiming at improving human nature. From this point, it may be observed that legends are aiming at moral world of man as well as his material world (Turan, 2003:

Ayrıca insanların zihinlerini, davranış biçimlerini geleceğe yönelik düşüncelerini en az tarih ve masal kadar etkileyen bir kültür unsuru olarak karşımıza çıkan efsanelerde başarılması çok zor bir meselenin nasıl bir fevkaladelikle başarıldığının izahı vardır. Efsanelerde insan iradesinin dayanıklılığı, azmi, gücü ön plana geçmekte; doğru davranış, iyi ahlak ve insanı kazanmaya yönelik niyet vardır. Buradan efsanenin; insanın maddi dünyası kadar manevi dünyasının da gelişmesini hedeflediği gözlemlenebilir (Turan, 2003: 67, 71). Özetle efsanelerde bir milletin duygu, düşünce ve emellerini bulabiliriz.

(Emeksiz, 2007:148–149).

67, 71).

In summary, in legends we could find the feelings, thoughts and dreams of a nation.

yYb22ByY


YgGy EFSANE METİNLERİ TEXTS OF LEGENDS

İstanbul’un Kuruluş Efsaneleri Legends of the Foundation of İstanbul

yYb23ByY


YgGy İSTANBUL’UN KURULUŞ EFSANESİ İnsanoğlunun henüz yaratılmadığı günlerde yeryüzünde cinler yaşarmış. Bunlar, tıpkı bugünkü insanlar gibi toplumsal bir yaşayış tarzına sahiplermiş. Kendi aralarında eğlenceler tertip eder, düğünler yaparlarmış. Bu cinlerden birinin oğlu diğerinin kızına âşık olmuş. Kızın babası, kızını vermeden önce; “Kendilerine dünyanın en güzel yerinde güzel bir saray yaptırılması” şartını koşmuş. Oğlanın babası buna rıza göstermiş ve başlamış bütün dünyayı dolaşmaya. Baba bütün dünyayı dolaştıktan sonra dünyanın en güzel yerinin İstanbul’un bulunduğu bölge olduğuna karar vermiş. Böylece İstanbul’a çok güzel bir saray yaptırmış. Bu güzel sarayın inşası bittikten sonra kızın babasına haber göndermiş. Kızın babası hem saraya hem de sarayın yapılmış olduğu İstanbul’a hayran kalmış ve söz verdiği gibi kızını sevdiği gençle evlendirmiş. Onun için derler ki, İstanbul dünyanın en güzel yerlerinden biri olan Boğaziçi'nde kurulmuştur (Sakaoğlu, 2003: 219–220).

LEGEND OF THE FOUNDATION OF ISTANBUL In days when a human had not been created yet, genies lived on earth. Just like today’s human beings, they had a way of communal living. They had organized entertainment and wedding ceremonies among themselves. Son of one of those genies had fallen in love with the daughter of another genie. Before accepting his daughter’s marriage to the son, father of the girl had set up a condition that “a beautiful palace be constructed in the most beautiful place of the world for them” The father of the son gave consent to this condition and began to wander around the world. After wandering around the entire world, the father decided that Istanbul is the most beautiful region of the world. Thus, he had constructed a very beautiful palace in Istanbul. After completing the construction of this beautiful palace, he sent message to the father of the girl. The father of the girl admired both the palace and Istanbul where it had been constructed and married off his daughter with the young man as he promised. For this reason, it is said that Istanbul was founded in the Bosphorus, one of the most beautiful places of the world (Sakaoğlu, 2003: 219–220).

yYb24ByY


YgGy SÜLEYMAN PEYGAMBER EFSANESİ Yunan tarihçisi Yanevan ve diğer tarihçiler İstanbul'un yapılışı ile ilgili şunları şöylemişlerdir: İshak'ın görüşüne göre Peygamber Efendimiz’in doğumundan 1600 sene önce Davud Peygamber’in oğlu Süleyman Peygamber, insanlara, cinlere, vahşi hayvanlara, kuşlara kısacası tüm dünyaya hükmediyormuş. Ama batı tarafında Okyanus içinde Ferenduz adında bir ada içinde Saydûn adında şanı büyük bir kral varmış. Adı Saydûn olan bu kral çok gururlu ve budala olduğu için Süleyman Peygamber’e baş eğmeyerek isyan etmiş. Saydûn isyan ettiği için Süleyman Peygamber çok büyük bir orduyla ve her türlü vahşi hayvanla Kral Saydûn’un yurduna hücum etmiş. Saydûn’un yurdunu harap edip, halkını esir almış. Sonunda da Kral Saydûn'u öldürmüş. Öldürülen Kral’ın, Aline adında dünyada eşi benzeri olmayan, peri yüzlü, melek görünüşlü, gökteki yıldızlar gibi parlayan bir kızı varmış. Süleyman Peygamber bu kızı çok beğenmiş ve onunla evlenmiş. Süleyman Peygamber, Aline'yi Rum ellerine getirmiş ama Aline üzüntüsünden daima ağlıyormuş. Süleyman Peygamber kızın üzüntülü hâlinin sebebini sorunca kız: “Ey Allah'ın emini, dilerim benim için burada büyük bir saray yaparsın, ben de

LEGEND OF PROPHET SOLOMON Yanevan, the Greek historian and other historians had told the following about foundation of Istanbul: According to the opinion of Ishak, the Prophet Solomon, son of Prophet David, had been ruling human beings, genies, wild animals, in short, the entire world 1600 years before the Prophet Mohammed, peace be upon him. However, there was a great King named Saydûn who had a great reputation in an island named Ferenduz in the Ocean in the West. This King rioted against Prophet Solomon because he was ostentatious and foolish. Since Saydûn rioted, Prophet Solomon attacked the homeland of King Saydûn with a great army and all kinds of wild animals. He devastated the homeland of Saydûn and took his men captive. In the end, he killed King Saydûn. The murdered King had a daughter named Aline, with a fairy face, angelic appearance and who shined like a star in the sky. The Prophet Solomon admired this girl and got married to her. When Prophet Solomon brought Aline to Rumelia, the girl was crying with grief all the time. When Prophet Solomon asked the girl the reason why she was downhearted, the girl made the following request: “Oo! The trustworthy of God, I wish you have a big palace constructed here for me and I spend all of my remaining life by praying therein and, that I stop crying when I look at the picture of my father.”

yYb25ByY


YgGy kalan ömrümü orada ibadet ile geçiririm ve babamın resmini yaptırıp ona baktıkça ağlamaktan kurtulurum.” diye ricada bulunmuş. Süleyman Peygamber kızın ricasını derhâl kabul ederek; bütün insanlara, cinlere ve perilere: “Makedon diyarını, yani Erzurum, Filibe, Edirne, İstanbul ve İzmit'i dolaşın suyu ve havası hoş yerleri yedi gün içinde bana haber verin!” diye emretmiş. Gelen haberlere göre Süleyman Peygamber Atina'ya gelip orada Temâşâlık adlı görenleri hayretler içerisinde bırakan, muazzam bir saray yaptırmış. Süleyman Peygamber oradan İstanbul’a gelmiş. Hünkâr Bahçesi diye anılan Sarayburnu adlı yerde otağını kurup konaklamış. Burada bir gece uyuyan Süleyman Peygamber buranın havasından ve suyundan ve hoşlanınca o yerde büyük bir saray ve gezinti yerleri yaptırmış. Kıyamete kadar mamur ve bakımlı kalsın diye de İstanbul için hayır dualar etmiş. Atina'ya Temâşâlık adlı saraya döndüğünde karısı Aline’nin, babasının resmine bakarak gizlice tapındığını görmüş. Süleyman Peygamber bu gerçeği öğrenince kızı da babası gibi öldürmüş. Daha sonra Süleyman Peygamber Sarayburnu'ndaki o muhteşem eserleri olduğu gibi bırakıp Kudüs’e gitmiş. Orada Davud Peygamber'in yapımına başladığı Mescidi Aksâ'yı tamamlarken vefat etmiş (Çelebi, 1996: 11–12).

Prophet Solomon accepted immediately the request of the girl and gave orders to all people, genies and fairies: “Travel to the Macedonian land, namely, Erzurum, Edirne, Istanbul and İzmit, and advise me the places where the water and climate are pleasant within seven days.” According to news that arrived, Prophet Solomon came to Athens and had a magnificent palace, amazing those who saw it, named Temâşâlık (public promenade) constructed. Prophet Solomon came to Istanbul from there. He encamped in the place named Sarayburnu which was also called as Hünkâr Bahçesi (Sultan’s Garden) after putting up his tent there. When Prophet Solomon having slept for one night there was pleased with the climate and water of that spot, he had a great palace and places for strolling constructed there. To make sure they remain prosperous and well kept, he prayed and blessed them. When he returned to Athens where the palace named Temâşâlık was found, he saw that his wife was worshipping secretly to her father’s picture. When Prophet Solomon saw this, he killed the girl like her father. Then, Prophet Solomon left the magnificent artifacts in Sarayburnu and set out for Jerusalem. He deceased there while he was completing Al-Aqsa Mosque the construction of which was commenced by Prophet David (Çelebi, 1996: 11–12).

yYb26ByY


YgGy MEGARALI BİZANS EFSANESİ Efsaneye göre, Yunanistan’daki Megaralılar başkanları Bizans’ın öncülüğünde bir şehir kurmaya karar vermişler. Fakat bu şehri nereye kuracaklarını bilmiyorlarmış. Onlar da çareyi Delfi kâhinine danışmakta bulmuşlar. Delfi kâhinine gidip şehirlerini nereye kurabileceklerini sormuşlar. Delfi kâhini onlara: “Körler Ülkesi’nin karşısında bir yer vardır. Şehrinizi oraya kurun.” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Megaralılar başkanları Bizans’ın öncülüğünde Körler Ülkesi’ni bulmak için yollara düşmüş. Uzun bir yolculuğun sonunda bugünkü Sarayburnu kıyılarına varmışlar. Etrafa baktıklarında bu yerin eşi benzeri olmayan, olağanüstü güzellikte bir manzarası olduğunu görmüşler. Çevrelerine hayran hayran bakarlarken Bizans’ın gözleri Kadıköy’de kurulmuş olan bir şehre ilişmiş: “Körler ülkesi burası olmalı çünkü bu güzelim yeri bırakıp karşı kıyıya yerleşen insanlar muhakkak kör olmalılar.” diye düşünmüş. O an Bizans’ın aklına Delfi kâhininin kendilerine söylediği: “Körler Ülkesi’nin karşısında bir yer vardır.” sözü gelmiş. Bizans aradığı yerin burası olduğundan artık iyice eminmiş. Şehrini dünyada eşi benzeri olmayan bu yedi tepeli yere kuracakmış. Böylece kısa sürede kuru-

LEGEND OF BYZAS THE MAGERIAN According to the legend, the Magerians in Greece decided to found a city under the leadership of Byzas, their leader. However, they did not know where to found this city. And they found the remedy in consulting with the oracle of Delphi. They went to the oracle of Delphi and asked where they should found their city. The oracle of Delphi responded: “There is a place across the Land of the Blinds. Found your city there.” Whereupon, the Magerians went on their way to find the land of the Blinds under the leadership of Byzas, their leader. At the end of a long journey, they arrived at today’s Sarayburnu coasts. When they looked around, they saw that the place had a marvelous and unique landscape. While they were looking around with admiration, Byzas got a glimpse of a city founded in Kadıköy: “The land of the Blinds must be this place, because the people who left such a marvelous place and settled on the opposite coast should definitely be blind,” he thought. At that moment, Byzas remembered the words: “There is a place across the Land of the Blinds.” that the oracle of Delphi had said. Byzas was certain that the place they were looking for was that place. He would found his city in this place that had seven hills. Thus, this city founded in a short time

yYb27ByY


YgGy lan bu şehir de adını ilk kurucusu olan Bizans’tan almış (Bayladı, [t.y.]: 17-18).

took its name from Byzas, its first founder

MADYANOĞLU YANKO EFSANESİ

LEGEND OF MADYANOĞLU YANKO

İstanbul’u üçüncü defa kurup büyüten Madyanoğlu Yanko, Âdem’den dört bin altı yüzyıl sonra hükümdar olmuştur. Yanko’nun, kısraktan doğduğu rivayet edilmektedir. Bunun için ona: “Yanko ibni Madyan” derlermiş. Yanko, yeryüzünü titreten, hiçbir kuvvetten yılmayan dört büyük hükümdardan biridir. Bu dört hükümdardan birincisi Süleyman, ikincisi İskender, üçüncüsü Buhtunnasır dördüncüsü ise Yanko’dur. Efsaneye göre Yanko, altı yüzyıl yaşamıştır. Yanko’nun kardeşi, Kayzerlerin birincisi olarak gösterilen ve beş yüz yirmi yıl yaşayan Yenvan’dır. Kendisine ikinci Süleyman da denilen Yanko’nun İstanbul’u kuruş efsanesi şöyledir: Yanko her zamanki gibi eğlenceyle gününü geçirmeye karar vermiş, bütün maiyetini toplayarak büyük bir içki sofrası kurdurmuş. Sabahlara kadar zevk ve safa ile geçen saatlerden sonra Yanko, kendisinden geçerek sızmış. Dünyayı titreten hükümdar, gözlerini açtığı vakit kendisini tahtı ile beraber hiç bilmediği bir yerde

((Bayladı, [t.y.]: 17-18).

Having founded and expanded Istanbul for the third time, Maydanoğlu Yanko had been emperor four thousand six hundred years after Adam. It is said that Yanko was given birth by a mare. For this reason, people called him “Yanko son of Madyan”. Yanko is one of the four great emperors who consternated the earth and was not daunted by any power. Of these great emperors, the first is Solomon, the second is Alexander the Great, the third is Buhtunnasır and the fourth is Yanko. According to the legend, Yanko had lived for six hundred years. The brother of Yanko was Yenvan who is consedered to be the first of Kaisers and lived for five hundred and twenty years. Having been called also as the second Solomon, Yanko’s legend about foundation of Istanbul is as the following: As per usual, Yanko decided to spend his day entertaining himself and had a big drinking table laid after having brought together his entourage. After hours passing with joy and delight till morning, Yanko passed out. The emperor, who was terrifying the world, when opened his eyes, found himself with his throne in a place he did not know at all.

yYb28ByY


YgGy

görmüş. Etrafı yeşilliklerle bezenmiş bu çevre, hiç tanımadığı halde Yanko’ya büyük bir gönül ferahlığı vermiş. Burası, Sarayburnu’ymuş. Yanko, yanındakilere: “Bıkıncaya kadar burada yaşayalım!” demiş. O günden sonra Sarayburnu’nda zevk ve safa dolu günler geçirmeye başlamışlar. Yanko’nun bütün maiyeti de burasını çok beğenmiş, o vakte kadar gördükleri diğer memleketlere burasını üstün tutmuşlar. Hükümdarlarına: “Burada kalalım, gitmeyelim… Burada büyük saraylar yaptırınız.” diye yalvarmışlar. Yanko bu teklifi kabul etmiş ve böylece Sarayburnu’nda birbirinden güzel saraylar, köşkler, konaklar yapılmış. Böylece dünyanın en güzel şehri olan İstanbul kurulmuş (Çelebi, 1996: 11–12).

This ambient bedecked with greenery, gave Yanko a great contentment. This place was Sarayburnu. Yanko told those near him: “Let’s live here until we get bored with it.” After that day, they began to spend days full of joy and delight. The great entourage of Yanko also enjoyed this magnificent place and preferred it to other places they had seen until that day. They pleaded their emperor: “Let’s stay here, let’s not leave here… Please, build great palaces here.” Yanko accepted the proposal and he had beautiful palaces, villas, mansions constructed in Sarayburnu. Thus, Istanbul, the most beautiful city of the world, was founded (Çelebi, 1996: 11–12).

yYb29ByY


YgGy İSTANBUL’DAKİ BAZI YERLERLE İLGİLİ EFSANELER L egen ds o f So me P laces in İ s tanb ul

yYb30ByY


YgGy

AB-I HAYATI MARMARA DENİZİ’NİN DİBİNDE UNUTAN İSKENDER Derler ki, İskender, bir gün balık tutmak için bir derenin içine inmiş. Dere öyle bildik büyük bir dere değilmiş. Suyu diz boyu ya var ya yokmuş. Duru suda balıkları gören İskender, o güne kadar görmediği güzellikteki balıkları tutup pişirmek istemiş. İskender eğilmiş incecik dereye, suda sırtları görünen balıkları elleriyle yakalamak istemiş ama yakalayamamış. İskender, soyunmuş, iyice suya girmiş ama balıkları yine yakalayamamış. Çok öfkelenen İskender derenin bir kenarından suyun akışını değiştirerek, başka bir alana vermiş. Böylece balıkları susuz bırakıp yakalamak istiyormuş fakat bu çabası da sonuç vermemiş. İskender o anda arkasından gelen bir sesle irkilmiş:”Ey İskender, boşuna uğraşma o balıkları tutamayacaksın. Balık tutmak ülkeleri fethetmeye benzemez. Her işin bir bileni vardır. Biliyorum, canın bu balıkları çok çekti. Buyur al!” demiş. O anda, yaşlı,

ALEXANDER THE GREAT WHO FORGOT ELIXIR IN THE BOTTOM OF MARMARA SEA It is said that Alexander the Great went down into a stream in order to catch some fish. The stream was not such a big one. Its water was at knee-height. Having seen the fishes in clear water, Alexander the Great wanted to catch the extraordinally beautiful fish and cook them. Alexander the Great bent down onto the slim creak and wanted to catch the fish who were visible from the water with his hands, however, he was not successful in his attempt. He undressed and went down into water, however was not able to catch them again. Getting very angry, he changed the flow of water of the stream to another direction. Thus, he wanted to catch the fish after leaving them without water; however, this effort also produced no result. In that moment, Alexander the Great was startled with a voice coming from behind. The voice said: “Oo, Alexander, do not try to catch them. Catching fish is not like conquering lands. Not all works can be done by all people. I know, you want those fish

yYb31ByY


YgGy uzun sakallı adam elini dereye daldırıp üç tane iri balığı kavrayıp İskender’e vermiş. İskender, deminden beri uğraştığına mı yansın, yoksa bu ihtiyarın onunla alay edercesine yakaladığı balıklara mı? İskender, öfkesini yenerek: “Sağol ihtiyar!” demiş. Hemen oracıkta bir ateş yakmış, balıkları kızartmaya başlamış. Ama balıklar bir türlü pişmiyormuş. Buna sinirlenen İskender ormandan kucak kucak odunlar kesmiş getirmiş, ateşi alevlendirmiş. Alevlerin boyu dağlar kadar yükselmiş. Ama balıklar bir türlü pişmiyormuş. İskender iyice öfkelenmiş. Almış balıkları yeniden pişirmeye çalışmış. Ama balıklar alevlerin içinde zıplayıp duruyormuş. O kadar aleve, ateşe rağmen hiç birinde pişme belirtisi yokmuş. Artık balık yemekten umudunu kesen İskender, balıkları tutup denize geri fırlatmış. Suya düşen balıklar hiçbir şey olmamış gibi hızla yüzüp suyun derinliklerinde kaybolmuş. Öfkesi iyice artan İskender, ihtiyara dönmüş: “Bu balıklar büyülüydü, onları benimle alay etmek için verdin. Bunun cezasını ödeyeceksin!” deyip kılıcını çekmiş ve ihtiyarın başını uçurmuş. İhtiyarın kafası yuvarlana yuvarlana bir tepenin üzerine ulaşmış. O anda ihtiyarın boynundan fışkıran kanlar suya dönüşmüş. Öyle bir hızla akmaya, fışkırmaya başlamış ki İskender neye

badly. Have them, if you like. Here you are.” At that moment, an old man with a long beard dipped his hands into the stream and grabbed three big fish and gave them to Alexander the Great. Alexander the Great did not know what to do. Because he had exerted great effort for the fish for a long time and he got angry at the mocking attitude of the old man after having kept his temper, he said: “Thank you, old man!” He immediately made a fire at that place and began to fry the fish. But, the fish were not cooked for some reason. Having gotten annoyed with this, Alexander cut and brought a lot of wood from the forest and inflamed the fire. The height of fire rose as much as mountains’ height. However, the fish were not cooked at all. Alexander the Great got annoyed very much. He began to cook them one more time. However, the fish kept on hopping in the flames. In spite of that much flame and fire, not any indication of cooking was seen in any of them. Having lost his hope for eating the fish, Alexander the Great threw the fish back into the stream. The fish, having fallen into the water, began to swim rapidly as if nothing happened and disappeared in the depths of the water. Alexander the Great lost his temper and turned towards the old man: “Those fish were spellbound; you gave them to me to make fun of me. You shall pay for this.” After saying these words, he drew his sword against the old

yYb32ByY


YgGy uğradığını şaşırmış. Çevreyi, çukurları sular basmış. Sular fışkırdığında İskender atına atlayıp geri çekilmeye, sulardan kaçmaya çalışmış. Geri gide gide kendini bugünkü Yalova kıyılarında bulmuş. Arada kalan yerler birden bire denize dönüşmüş. O anda, ihtiyarın kafasının bulunduğu tepeden bir ses işitilmiş:”Ey İskender! Büyük bir fırsatı kaçırdın. O balık tutmaya çalıştığın derenin suyu Ab-ı hayat suyuydu. Balıkları bu yüzden pişiremedin. Bunu anlayamadın ve ölümsüzlük suyunu kaçırdın.” demiş. İskender geri dönmek istemiş ama artık önünde koca bir deniz duruyormuş. Derler ki, işte o koca deniz Marmara Denizi olmuş. İskender’in aradığı ölümsüzlük suyu yani Ab-ı hayat ise Marmara Denizi’nin altında kalmış. (Taner, 1998: 99–101)

man and stroke the old man’s head off. The head of the old man reached a hill by tumbling. At that moment, blood squirting from the neck of the old man become water. The water begun to flow and squirt at such speed that Alexander the Great was startled. There was flood all over. When the water squirted, Alexander the Great tried to retreat with his horse and escape off waters. He reached the coasts of today’s Yalova by retreating back. The places remaining between those coasts and that place all of a sudden become sea. At that moment, a voice was heard from the hill where the head of the old man was found: “Oo, Alexander the Great, you have missed a great opportunity. The water of the stream in which you were trying to catch fish was an elixir. That is why you were not able to cook the fish. You were incapable of understanding this and missed the water of immortality.” Alexander the Great wanted to return back; however, there was the sea between him and the place elixir was found. It is said that that this great sea had become the Marmara Sea. The water of immortality, that is to say, elixir that Alexander the Great had been looking for had remained under the Marmara Sea (Taner, 1998: 99–101).

yYb33ByY


YgGy İSTANBUL BOĞAZI EFSANESİ Zülkarneyn’in hükümdarlığı sırasında İzmir’de büyük bir kavim ve onun hükümdarlığını yapan Katerina adında bir kraliçe yaşamaktaymış. İskender Zülkarneyn bütün çalışmalarına rağmen bu kavme sözünü geçiremediği gibi onları mağlup da edememiş. Nihayet Büyük Hakan bu kavmin harp gücünü öğrenmek üzere kıyafet değiştirerek elçi sıfatıyla Katerina’nın sarayına gitmeye karar vermiş ve yola çıkmış.Katerina’nın sarayı Menemen ile Ulucak köyü arasındaki ovadaymış. İskender saray yakınına geldiği zaman, saray muhafızlarına İskender Zülkarneyn tarafından Kraliçe’ye elçi gönderildiğini ve kendisine bir mektup sunacağını söylemiş. Muhafızlar durumu Kraliçe’ye haber vermişler. Kraliçe de elçiyi huzuruna kabul etmiş. Elçi huzura gelince İskender’in mektubunu Kraliçe’ye uzatırken göz göze gelmişler. O anda Kraliçe bir çığlık koparmış ve muhafızlarına bu adamın tehlikeli olduğunu ve iyi muhafaza edilmesini emretmiş. Sonra İskender’e dönerek; “Sen elçi değil, İskender Zülkarneyn’in kendisisin!” demiş ve masasındaki bir resmi İskender’e uzatarak: “Bu sen değil misin?” demiş. Meğer Kraliçe kendine düşman olan İskender’in bir kolayını bularak, resmini elde etmiş ve

LEGEND OF THE BOSPHORUS During Dhul-Qarnayn’s sovereignty there was a great tribe in İzmir and a queen named Katerina who was ruling them. In spite of all his efforts, Alexander Dhul-Qarnayn neither was able to influence these people nor was he able to defeat them. In the end, this Great Khan decided to go to the palace of Katerina by acting as an emissary after disguising in order to learn the warring power of these people. The palace of Katerina was in the plain between Menemen and Ulucak. When Alexander came near the palace, he told the guards of the palace that he was sent as an emissary to the queen by Alexander Dhul-Qarnayn and he was going to present a letter to her. The guards informed the queen and she admitted the emissary. When the emissary came before the queen, they looked into each other’s eyes while he was extending the letter. At that moment, the queen screamed and she ordered her guards to keep that man away because he was dangerous. Then, turning towards Alexander, she said: “You are not an emissary; on the contrary, you are Alexander Dhul-Qarnayn”. And extending a picture on her table, she said: “Are you not the person on the picture? “ Apparently, the queen had obtained the picture of Alexander who was her enemy and always kept that picture on her table.

yYb34ByY


YgGy masasından hiç ayırmıyormuş. Kraliçe, buraya ne maksatla geldiğini, kaderinin kendi elinde olduğunu ve bir teklifte bulunacağını teklifini kabul ederse serbest kalabileceğini, kabul etmezse zindana attıracağını uygun bir dille İskender’e anlatmış. İskender, durumun gizlenecek tarafı kalmadığından, ne maksatla geldiğini anlatmış ve: “Teklifin nedir?” diye sormuş. Kraliçe: “Benim ülkeme ve kavmim üzerine asker gönderip harp etmeyeceğine yemin etmeni isterim.” demiş. İskender bu teklifi kabul etse intikam alamayacak, etmezse kavminden habersiz geldiği için uzun yıllar hapsedileceği için ordusunda kargaşa çıkacak, ülke ve kavminin perişan olacağını düşünerek: “Teklifini kabul ediyorum. Ülkene ve kavmine asker ile saldırmayacağıma yemin ediyorum.” demiş. Böylece İskender muhafızlar eşliğinde sağ salim ülkesine gönderilmiş. İskender ülkesine dönerken Akdeniz ile Karadeniz’in yüksekliğini ölçmüş. Karadeniz’in Akdeniz’den çok yüksek olduğunu anlamış. Karadeniz’i taşırdığı takdirde Katerina’nın sarayının sular altında kalacağını hesaplamış. Karadeniz ile Akdeniz’in en yakın ve kestirme yolu olarak şimdiki İstanbul Boğazı sahasını uygun bulmuş. Böylece milyonlarca işçi ile gece gündüz bu yeri kazdırmaya başlamış. Üç yıl on üç günde kazı işi tamamlanmış. On üçüncü gün şafakla beraber boğaz kendiliğinden taşmış.

The queen asked him what was his intention in going there, and told him in a proper way that his destiny was in his own hands, and that she would make an offer to him. If he accepted her offer, he would be freed, if not, he would be put into dungeon. Alexander told her about his intention since it was unnecessary to hide the situation and asked: “ What is your offer?” “I request you to swear that you will not send your army to my land and against my people and will not fight.” Thinking that if he accepted this offer, he would not be able to take revenge and, if he did not accept it, a chaos would arise in his army as he would be put into prison for many years because he came there without the knowledge of his people and his land and people would be perturbed, he said: “I accept your offer. I swear that I will not attack your land and people with my army.” Thus, Alexander was sent to his land sound and safe accompanied by the guards. While returning to his land, Alexander measured the altitude of the Mediterranean and the Black Sea. He understood that the Black Sea was higher than the Mediterranean. If he overflowed the Black Sea, he calculated that the palace of Katerina would remain under waters. He found today’s Bosphorus area as the suitable and closest shortcut of the Black Sea and the Mediterranean. Thus, he began having this place excavated day and night with millions of workers. The excavation was completed in three

yYb35ByY


YgGy Dağlar kadar yükselen azgın Karadeniz suları bütün Trakya ve Ege denizi sahillerini yüzlerce metre kalınlıkta su tabakasıyla kaplamış. Böylelikle İskender ettiği yemine sadık kalarak intikamını almış. Katerina ve kavmi sular altında kalarak yok olmuşlar. Böylece İstanbul Boğazı ortaya çıkmış (İmer, 1963: 2997–2998).

HALİÇ EFSANESİ: HERA ve İO Argos kralı İnakhos’un kızı olan İo, Argos şehrinin Hera Tapınağı’nda bulunan bir rahibeymiş. Günün birinde Zeus, masmavi gözleri olan, dünyalar güzeli İo’yu görür ve ona âşık olur. Zeus’un karısı Hera bunu öğrenince büyük bir kıskançlığa kapılır, Zeus da sevgilisini karısının öfkesinden korumak için onu beyaz bir inek haline dönüştürür ve bu hayvanla hiçbir ilişkide bulunmadığına Hera’ya yemin eder. Hera ineğin kendisine verilmesini şart koşar, İo’yu alıp başına bin gözlü dev Argos’u bekçi olarak diker. Zeus buna karşılık sevgilisi İo’yu kurtarmak için Hermes’i gönderir. Hermes, Argos’u büyüleyerek öldürür. Hera ise bu kez bir atsineğini İo’ya musallat eder. Atsineği İo’yu ısırır. Acıdan deliye dönen İo kıtadan kıtaya koşar, atsineğinden bir türlü kurtulamaz. İo, kendisine musallat edilen sinekten kaçarken İstanbul Boğazı’ndan da geçerek (bundan sonra İstanbul Boğazı “İnek Geçidi” anlamına gelen “Bospho-

years and thirteen days. On the thirteenth day, during the break of dawn, the Bosphorus overflowed by itself. The waters of turbulent Black Sea rising as the mountains covered the entire coasts of Thrace and the Aegean Sea. Thus, Alexander took his revenge by remaining loyal to his word. Katerina and her people disappeared under the waters. Thus, the Bosphorus came into existence (İmer, 1963: 2997–2998).

LEGEND OF THE GOLDEN HORN: HERA and IO Io, daughter of İnakhos, the King of Argos was a priestess in the Temple of Hera of City of Argos. One day, Zeus saw Io who had deep blue eyes and had an extraordinary beauty and fell in love with her. When Hera, Zeus’ wife learned this, she got jealous of her and Zeus transformed his beloved into a white cow in order to protect her from the anger of his wife and swore Hera that he had not any relationship with that animal. Hera set up a condition that the cow was given to her and appointed the giant Argos with one thousand eyes as guardsman to watch Io. Zeus sent Hermes to save Io, his beloved. Hera sent the gadfly to bother Io. The gadfly bit Io. Going into ecstasy, Io run from continent to continent, however, she could not escape from the gadfly. While escaping from the fly which was sent to bother her, Io came to the Golden Horn by passing through the Bosphorus (thereafter the Istanbul strait was called as

yYb36ByY


YgGy

rus” olarak anılmış) Haliç’in bulunduğu yere gelmiş. İo, “altın boynuz” diye anılan Haliç’i geçtikten sonra, oracıkta bir kız çocuk doğurmuş ve çocuğa boynuz anlamına gelen “Keroessa-Keras” adını vermiş. Bu Nympha’nın yetiştirdiği Keroessa deniz tanrısı Poseidon’la evlenerek İstanbul’un kurucusu sayılan Byzas’ı doğurmuş. Byzas da annesinin kendisini doğurduğu yere bir şehri kurmuş. Apoilon ve Poseidon’dan yardım görerek kurmuş olduğu şehrin etrafını surlarla çevirmiş. Günün birinde Trakya kralı Haimos şehre saldırınca, Byzas onu teke tek savaşta yenmiş ve Trakya’nın içine kadar kovalamış. Kral yokken de Bizans İskitlerin saldırısına uğramış, boydan boya kuşatılmış. Bu kez de Byzas’ın karısı Phidaleia şehri kurtarmış Diğer kadınlarla birlik olup düşman karargâhına sürüyle yılan atmışlar, böylece İstanbul kurtulmuş (Erhat, 2003: 77,158,172).

“Bosphorus” meaning “the Passage of the Cow”). After having passed the Golden Horn, Io gave birth to a girl and named her “Keroessa-Keras” which means horn. Keroessa who was brought up by Nympha got married with Poseidon, the sea God, and gave birth to, Byzas, deemed to be the founder of Istanbul. And Byzas founded a city where his mother gave birth to him. He surrounded around the city he founded, with the help of Apoilon and Poseidon, with city walls. One day, when Haimos, the Thracian King attacked the city, Byzas defeated him one-to-one battle and chased after him in into the Thrace. When the king was absent, Byzantine was attacked and besieged thoroughly by the Scythians. And this time, Phidaleia, wife of Byzas saved the city. They threw a lot of snakes to the headquarters of the enemy with the help of other women, thus, Istanbul was saved (Erhat, 2003: 77,158,172).

yYb37ByY


YgGy İSTANBUL’UN TILSIMLARI Tali sm an s o f İstanb ul

yYb38ByY


YgGy

YER VE GÖKLE İLGİLİ TILSIMLAR Önceleri Madyan oğlu Yanko devrinde, daha sonra Vezendon Kral devrinde ve Kostantin devletinde İstanbul çok güzel ve mamur bir şehirmiş. Pek çok insan bu güzel şehirde yaşarmış. Dünyanın dört bir yanından usta mimar ve mühendisler, kâhinler, müneccimler İstanbul’a gelerek Kostantin’in emrine girmişler. Tüm bu hünerli ustalar hem bilgi ve becerilerini göstermek hem de İstanbul halkının gök ve yer afetlerinden korunmaları için İstanbul’un yirmi yedi yüksek tepesi üzerine yirmi yedi adet tılsımlı sütun yapmışlar. Bu tılsımlar şunlardır:

Birinci Tılsım: Önce Üstad Yağfur Avratpazarı denilen yerde bin parça beyaz ham mermerden yüksek bir sütun inşa etmiş. Yağfur bu sütunun dört tarafına Madyanoğlu Yanko’nun askerlerinin resmini çizmiş. Bu resimlere bakanlar askerlerin canlı olduğunu zannederlermiş. Yağfur sütunun en tepesinde bulunan tek parça beyaz mermerin üzerine ise dünyalar güzeli bir peri heykeli yapmış. Bu peri yılda bir kez, çığlık attığında yer-

TALISMANS ABOUT EARTH AND HEAVEN Istanbul had been a very beautiful and prosperous city first in times of Maydanoğlu Yanko, then in the times of King Vezendon and then in the times of Constantine. Many people had lived in this beautiful city. Many expert architects and engineers, oracles, astrologers from all around the world had come to Istanbul and served Constantine. These skilled experts had constructed twenty seven talismanic columns onto twenty seven high hills of Istanbul both to exhibit their knowledge and skills and to protect inhabitants of the city from the sky and terrestrial disasters. These talismans are the following: The First Talisman: Firstly, Master Yağfur had constructed a high column of one thousands pieces of white marble in the place called Avratpazarı. Yağfur had inscribed the picture of the soldiers of Maydanoğlu Yanko on each side of this column. Those who looked at those pictures thought that the soldiers were alive. Yağfur had constructed a statue of a fairy on the very top of this column. When this fairy screamed once a year, all the birds of the earth were

yYb39ByY


YgGy yüzünde ne kadar kuş varsa o heykelin etrafında döner ve binlercesi de yere düşermiş. Yere düşen bu kuşları İstanbul halkı alıp yerlermiş. Daha sonra Kostantin zamanında bu sütunun üzerine ruhbanlar çıkıp ve etrafı gözetlerlermiş. İstanbul’a düşmanlar saldıracak olursa ruhbanlar, bu sütunda bulanan çanlara vurur böylece bütün askerler savaşa hazırlanırlarmış. Büyük bir deprem olduğunda bu sütunun tepesindeki peri heykeli ve üzerinde bulunan bütün çanlar yere düşüp parçalanmış. Ama bu sütun tılsımlı olduğu için yıkılmamış. Bu sütunu İstanbul’a gelenler büyük bir zevk ve hayranlıkla seyrederlermiş.

turning around the column and thousands of them fell to the ground. And the people ate the birds. Then, in the time of Constantine the clergies would climb up onto this column and scan around. If enemies were to attack Istanbul, these clergies would ring the bells and thus their soldiers would get prepared for battles. In case of a great earthquake, the fairy statue on top of the column and the rings thereon were falling down and breaking up. However, since this column was talismanic, it was not collapsing. Those who came to Istanbul watched this talismanic column with great admiration and enjoyment.

İkinci Tılsım:

The Second Talisman: This talismanic column had been constructed by Constantine in Tavukpazarı. Having been constructed with red grindstones, this column had a round pole shape. Its height was 100 Turkish yards. This column had been damaged in the earthquake that occurred at Monday night when Prophet Mohammad peace be upon him, was born. The masters had encircled this talismanic column from its forty places with very thick iron belts made of Old Istanbul iron. For this reason, it was a very sound column. Then, Constantine had a picture of a talismanic starling bird inscribed onto this talismanic column. When that bird

Bu tılsımlı sütun Kostantin tarafından Tavukpazarı’nda yaptırılmış. Kırmızı renkli zımpara taşından yapılmış olan bu sütun yuvarlak bir direk şeklindeymiş. Yüksekliği ise 100 arşınmış. Bu sütun da Hazreti Muhammet’in doğduğu pazartesi gecesi meydana gelen depremde zarar görmüş. Ustalar çok kalın, eski İstanbul demirinden yapılmış demir kemerlerle bu tılsımlı direği kırk yerinden sarmışlar. Bundan dolayı çok sağlam bir sütunmuş. Bu sütun İskender-i Rumî tarihinden 130 sene önce yapılmış. Daha sonra Kostantin bu yüksek sütun üzerine tılsımlı bir sığırcık kuşu resmi

yYb40ByY


YgGy yapmış. Yılda bir kere o kuş kanat vurup, feryat ettikçe bütün kuşlar bu sütunun çevresine gaga ve tırnakları ile üçer tane zeytin getirirlermiş. İstanbul halkı da bu zeytinleri toplayıp yermiş.

fluttered and screamed once a year, all birds would bring three olives with their beaks and claw around this column. And inhabitants of the city would collect and eat those olives.

Üçüncü Garip Tılsım:

The Third Talisman: In Saraçhanebaşı, the unlucky daughter of King Pozantin was buried in a white sarcophagus made of raw marble on a single pole which was very high. This talismanic column had been erected for protecting the daughter of Pozantin from ants and snakes.

Saraçhanebaşı’nda çok yüksek, tek parça bir direk üzerinde ham mermerden yapılmış beyaz bir sandukada Pozantin Kral’ın şanssız kızı gömülüymüş. Bu tılsımlı sütun Pozantin Kral’ın kızını karınca ve yılanlardan koruması için yapılmış.

Dördüncü Tılsım: Altımermer adlı yerde altı adet uzun sütun vardır. Bu sütunların her birini eski bilge üstatlar yapmışlardır. Birini Kavala Kalesi sahibi Filikos Hakîm inşa etmiştir. Filikos yapmış olduğu bu sütunun üzerine tunçtan kara bir sinek sureti yapmıştı. O sinekten daima eşekarısı sesi gibi bir ses çıkar ve böylece de İstanbul’a asla sinek giremezdi.

Beşinci İbret Verici Tılsım: Yine Altımermer’in birinde Eflâtun-ı İlâhî tarafından bir sivrisinek resmi yapılmış. Bu tılsım sayesinde İstanbul’a asla sivrisinek giremezmiş.

Altıncı Tılsım: Yine Altımermer’de yüksek bir sütun üzerine Bukrat Hakîm tarafından bir

The Fourth Talisman: There are six long columns in the place named Altımermer (Six Marbles). Each one of these columns had been erected by old sapient masters. One of them was built by Filikos Adjudicator, proprietor of Kavala Castle. Filikos had inscribed a black fly figure of from bronze on this column. That fly made a sound like a wasp’s and thus no fly would enter in Istanbul. The Fifth Exemplary Talisman: Again on one of the marbles in Altımermer, a mosquito figure had been inscribed by Platon the Divine. Thanks to this talisman, not any mosquito would enter in Istanbul. The Sixth Talisman: Again on one of the high marbles in Altımermer, a figure of a stork had been

yYb41ByY


YgGy

yYb42ByY


YgGy

yYb43ByY


YgGy leylek resmi yapılmış. Yılda bir kere bu leylek ses verince İstanbul’da yuva kuran leylekler helak olurmuş.

Yedinci Tılsım: Yine Altımermer’de bir sütunun tepesinde Sokrat Hakîm tarafından tunçtan, tılsımlı bir horoz yapılmış. Gece gündüz yirmi dört saatte bir kez kanat vurup öttüğünde İstanbul’un bütün horozları da onunla beraber ötermiş.

Sekizinci Tılsım: Yine Altımermer’de bir sütun üzere Süleyman Peygamber zamanında Fisagores-i Tevhidî tarafından, tunçtan tılsımlı bir kurt heykeli yapılmış. Bu tılsımın etkisiyle, İstanbul halkının bütün koyunları çobansız bir halde kırlarda otlar, vahşi kurtlar da bu koyunlara asla ilişmezmiş, koyunla kurt birlikte gezerlermiş.

Dokuzuncu Gülünç Tılsım: Yine Altımermer’de Aristatalis tarafından bir sütun üzerine, tunçtan, birbirlerine sarılmış genç ve güzel bir çiftin heykeli yapılmış. Ne zaman ki bir karı koca evlerinde kavga edip birbirlerine darılsalar eşlerden biri o sütunu kucaklasa mutlaka o gece barışırlar ve aralarındaki sevgi canlanırmış. Böylece de bu tılsımı yapan Aristatalis’in ruhu şâd olur ve sevgililer mutlu olurlarmış.

inscribed by Bukrat Adjudicator. When this stork made out a sound once a year, all storks making nests in Istanbul would perish. The Seventh Talisman: Again on one of the columns in Altımermer, a figure of a talismanic rooster of bronze had been inscribed by Socrates Adjudicator. When the rooster sang and fluttered once every twenty four hours, all roosters of Istanbul had sung with it. The Eighth Talisman: Again on one of the columns in Altımermer, a bronze statue of a wolf had been made by Pythagoras in the time of Prophet Solomon. With the power of this talisman, all sheep belonging to the residents of the city would pasture in the fields without shepherd and wild wolves would never attack the sheep, and wolves and sheep would walk around together in peace. The Ninth Ludicrous Talisman: Again on one of the columns in Altımermer, a statue of a young and beautiful couple of bronze hugging each other had been made by Aristoteles. When couples quarreled and took affront to each other, if they come and hug that column, they would make peace with each other and the love between them would be revived. Thus, the soul of Aristoteles who made this column would rejoice and the lovers would be happy.

yYb44ByY


YgGy Onuncu Acayip Tılsım: Yine Altımermer’de bir sütun üzerine Calinus Hakîm tarafından, kalaydan iki heykel yapılmış. Bu heykellerden biri yaşlı, beli bükülmüş, bir halde dururmuş. Onun karşısında ise bunak, deve dudaklı, çirkin suratlı yaşlı bir kadın durmaktaymış. Karı koca birbirleriyle geçinemediklerinde eşlerden biri o sütunu kucaklasa muhakkak birbirlerinden ayrılırlarmış.

On Birinci Tılsım: Sultan Bayezid-i Veli Hamamı’nın yerinde dört köşe, tek parça yüksek bir sütun varmış. Yüksekliği 80 arşınmış. İstanbul’da veba olmasın diye bu sütun Gezbazya adlı eski bir kâhin tarafından tılsımlanmış. Nitekim o sütun çok tesirli olduğundan Kostantin şehrinde vebadan eser yokmuş. Sonra Bayezid-i Veli bu sütunu yıkıp yerine çok güzel bir hamam yaptırmış. Bu sütun yıkıldığı gün Bayezid Han’ın bir oğlu vebadan ölmüş. Bu tılsımlı sütun yıkıldıktan sonra İstanbul vebadan kurtulamamış.

On İkinci Tılsım: Eğrikapı yakınında Tekfur Sarayı’nda Mahayilaki adlı bir hakîm tarafından, siyah renkli bir sütun üzerine tunçtan bir ifrit heykeli yapılmış. O ifrit yılda bir kez haykırdığında ağzından yerlere ateşler saçılırmış. Her kim o ateşten bir kıvılcım alarak mutfağına koysa ateşi

The Tenth Strange Talisman: Again on one of the columns in Altımermer, two statues of tin had been made by Calinus Adjudicator. One of these statues was of an old man who was bending. Against him stood an old woman with an ugly face and camel lips. When couples did not get along with each other, if one of them hugged the column, the couple would definitely split up. The Eleventh Talisman: There was a high quadrangular column in the place of Sultan Bayezid Bath. Its height was 80 Turkish yards. It was enchanted by an old oracle named Gezbazya so that there would not be any plague in Istanbul. The talisman was so powerful that, there was no trace of plague in the city of Constantine. Then, Sultan Bayezid had this column destroyed and constructed a very nice bath on its place. On the day this column was destroyed, one of Bayezid’s sons died from plague. After destruction of this column, Istanbul could not escape the plague. The Twelfth Talisman: On a black column, a bronze statue of a demon had been made by a ruler named Mahayilaki in the Blakhernai Place near Eğrikapı. When that demon screamed once a year, fire would scatter from its mouth. If someone would take a sparkle from the fire and take it in his kitchen, that

yYb45ByY


YgGy

yYb46ByY


YgGy alan kişi yaşadığı sürece o ateş hiç sönmezmiş.

On Üçüncü İbret Verici Tılsım: Zeyrekbaşı adlı yerde, Hazreti Yahya adına yapılan kilisenin altında büyük bir mağara varmış. Her sene soğuk kış gecelerinde o mağaradan pek çok “kara koncoloz” adlı cadılar çıkar ve arabalar üzerinde dönüp dolaşırlarmış. Güneş doğmaya başladığında bütün koncolozlar arabalara binip yine o mağaraya girip kaybolurlarmış.

On Dördüncü Acayip Tılsım: Ayasofya’nın güneyinde dört adet beyaz mermerden yüksek sütunların üzerine Cebrail, İsrafil, Mikâil ve Azrail adlı meleklerin heykelleri yapılmış. Bu heykellerin biri doğuya, biri batıya, biri kuzeye, biri güneye bakarmış. Yılda bir kere Cebrail sureti kanat açıp haykırsa doğu tarafında bolluk ve bereket olacağına inanılırmış. İsrafil heykeli kanat çırptığında ise batıda kıtlık olacağına inanılırmış. Mikâil haykırsa kuzey tarafında bir isyancının çıkacağına inanılır, Azrail haykırsa bütün dünyada veba olacağından korkulurmuş. Bu suretler Hazreti Muhammet dünyaya geldiğinde yıkılmış. Bu tılsımlı mermer sütunlar, direkler hâlâ Ayasofya Çukurçeşmeleri yakınında görülmekteymiş.

fire would never die down as long as the person having taken the fire lived. The Thirteenth Exemplary Talisman: There was a big cave under the church constructed in the name of Prophet John the Baptist in the place named Zeyrekbaşı. Each year, in cold winter nights, numerous witches named “kara koncoloz” (black werewolves) came out and toured around the city on carts and when the sun rose up they got in the carts and disappeared in those caves. The Fourteenth Strange Talisman: On four high columns of white marble in the south of Hagia Sophia, there were statues of archangels named Gabriel, Israfel, Michael and Azrael. One of those statues looked towards East, one towards West, one towards North and the other towards South. If Gabrial’s figure fluttered and screamed once a year, people believed that there would be abundance and blessing that year. If Israfel’s figure fluttered and screamed, people believed that there would be famine that year. If Michael’s figure screamed, people believed that a mutineer would emerge in the North. If Israel’s figure screamed, people were afraid that there would be plague in the entire world. When Prophet Mohammed peace be upon him was born, these statues fell down. These talismanic marble columns, are still visible near Hagia Sophia Çukurçeşme.

yYb47ByY


YgGy On Beşinci Tılsım: Atmeydanı’nda “Milyonpar” adı verilen yüksek bir sütunmuş. Bu sütunun yüksekliği 150 arşınmış. Kostantin, yönetimi altında olan padişahların ellerindeki kalelerin ve büyük şehirlerin sayısınca her padişahtan değerli, rengârenk değerli taşlar isteyerek getirtmiş. Bu taşlar Atmeydanı alanına yığılarak incelenmiş ve 300 bin çeşit taş geldiği görülmüş. Bundan dolayı Kostantin’in üç yüz bin kale ve şehre hükmeden büyük bir kral olduğuna hükmedilmiş. Daha sonra hünerli bir usta bu taşların dünya durdukça durması ve kalelerin, şehirlerin düzeni için Atmeydanı’nda bu taşlardan bir minare mili tılsım yaparak o milin tam ortasına kalın bir demir mil dikmiş. Bu milin dört tarafına da bu taşları geometrik bir şekilde inşa etmiş. Milin tepesine hamam kubbesi kadar bir mıknatıs taşı koymuş. O milin ortasına konan demir mili, mıknatıs çektiğinde o rengârenk binlerce taş bir bütün oluşturmuş. O milin bütün taşları dünyanın dört bir yanındaki şehirlerden getirilerek yapıldığı için ona milyonpar derlermiş. Hâlâ var olan, ibret verici, bin parçalı bir sütunmuş. Bu tılsımlı sütunu yapan Uryarin adlı mimarbaşı milin dibinde gömülüymüş. Ayasofya’yı yapan Ağnados Mimar’ın oğluymuş.

The Fifteenth Talisman: The fifteenth talisman was a high column named “Milyonpar” at the height of 150 Turkish yards in Hippodrome. Constantine asked the kings who were under his rule to send him precious stones in the number of the citadels and big cities they were ruling. These stones had been amassed and examined in the Hippodrome and it was seen that there were 300 thousand types of stone. For this reason, people had concluded that Constantine was a great king ruling three hundred thousand citadels and cities. Later on, a skillful master had made a talismanic minaret spindle of those stones and erected an iron spindle into the very center of that spindle in Hippodrome so that those stones would remain as long as the world remains and the citadels and cities would live in peace and order. Those stones had been put onto each side of the spindle geometrically. A lodestone as big as a bath’s dome had been put atop. When the magnet had drawn the iron spindle put into the center of that spindle, thousands of colorful stones came together as a whole. Since that spindle had been erected by bringing together the stones from the cities around the world, people would call it milyonpar. It was an exemplary column consisting of one thousand pieces. The head architect named Uryarin who erected this talismanic column was the son of Architect Ağnados who had constructed Hagia Sophia and was buried at the bottom of the spindle.

yYb48ByY


YgGy

yYb49ByY


YgGy On Altıncı Tılsım: Yine Atmeydanı’nda tek parça ve dört köşe kırmızı renkli taştan yapılmış bir sütunmuş. Bu sütunu Madyan oğlu Yanko zamanında hünerli bir kâhin yapmış. Kıyamete kadar İstanbul’da neler yaşanacağını ve her hükümdarın devrinde ne gibi olayların olacağını, astroloji ilmini çok iyi bildiğinden dolayı bu sütunun dört köşesine resimlerle çizmiş. Örneğin bu resimlerin içinde sarıklı adamların resimleri varmış, bostancı külâhlı ve yeniçeri keçeli adamlar varmış, bu adamların resimleri onların İstanbul’a hâkim olacağına işaret ediyormuş. Ayrıca bir baykuş resmi çizmiş ki bu resim de İstanbul’un bir gün yıkılıp harap olacağına işaret etmekteymiş. Bu sütunun üzerinde böyle anlatılmaz binlerce acayip işaretler varmış. Bu sütundaki bir başka resimde; Madyan oğlu Yanko’yu yüzünü doğuya çevirmiş, ardını batıya çevirmiş, taht üzerinde, elinde yuvarlak bir halka olduğu halde çizmiş. Bu resimde; Madyan oğlu Yanko’nun tüm dünyayı fethettiğini, dünyayı bir halka gibi eline aldığını ifade etmekteymiş. Ayrıca elinde taslarla dilenen pek çok padişah resmi çizmiş. Bu resim ise vezir ve halkından rüşvet isteyen hükümdarları anlatmaktaymış.

The Sixteenth Talisman: It was a quadrangular column constructed of a single piece red stone again in the Hippodrome. A skillful oracle had constructed this column in the time of Maydanoğlu Yanko. As he knew the science of astrology very well, he had inscribed pictures on each side of the column about what people would live until the judgment day in the city and what kind of events would happen in the time of each ruler. For example, there were pictures of turbaned men, truck farmers with conical hats and janissaries with felts among these pictures. The pictures of these men pointed out that those men would rule Istanbul. Besides, he had inscribed a picture of an owl this meant that Istanbul would one day be destroyed. On this column there were thousands of similar strange signs. On another picture on this column, he had inscribed Maydanoğlu Yanko with his face directed towards the East and his back towards the West on a throne with a round ring in his hand. He, in this picture, had depicted that Maydanoğlu Yanko had conquered entire world and taken the world in his hand like a ring. Besides, he had drawn many sultans’ pictures begging with bowls in their hands. These pictures were describing the rulers who asked for brides from their viziers and people.

yYb50ByY


YgGy On Yedinci İbret Verici Tılsım: Yine Atmeydanı’nda Pozantin Kral’ın zamanında “Surende” adlı filozof İstanbul’daki yılan, çıyan ve akrep gibi zehirli hayvanların yok olması için tunçtan üç başlı bir ejderha heykeli yapmış. Bundan dolayı İstanbul şehri içinde asla zehirli ve ürkütücü hayvanlar yaşayamazmış. Bu tılsımlı sütun yüksekliği 10 arşın olan burma bir ejder heykeliymiş. 10 arşınlık diğer kısmı yerde, Sultan Ahmed Cami yapıldığında toprak içinde kalmış. Hatta II. Selim bu sütunun önünden at üzerinde geçerken elindeki topuzla bu ejder heykeline vurunca ejderin batı tarafına bakan başının alt çenesi kırılmış. Bunun üzerine halk; “Bu ejder kırıldıktan sonra İstanbul’un batı tarafında yılanlar ortaya çıktı, o tarihten beri yılanlar İstanbul içinde yayıldı.” demişler. Eğer ejderin diğer başına bir zarar gelirse İstanbul’u yılanlar, çıyanlar saracakmış.

The Seventeenth Exemplary Talisman: Again in the Hipodrome, a philosopher named “Surende” in the time of King Pozantin had made a bronze statue of a dragon with three heads so that the poisonous animals such as snakes, centipedes and scorpions in Istanbul would be perished. For this reason, no poisonous and dreadful animals would stay alive in Istanbul. This talismanic column was a twisted dragon statue at the height of 10 Turkish yards. The lower part of 10 Turkish yards had remained under the soil when Sultan Ahmed Mosque had been constructed. While Sultan Selim II was passing in front of this statue with his horse, he hit the statue with his mace and broke the chin of the head of the dragon looking towards West. Whereupon, the people said: “After this dragon was broken, snakes emerged in the western part of Istanbul and thereafter the snakes spread out in Istanbul.” If something were to happen to other head of the dragon, snakes and centipedes would invade Istanbul.

yYb51ByY


YgGy DENİZLE İLGİLİ TILSIMLAR

Birinci Tılsım: Çatladıkapı’da padişahının kendi sarayının yanında, yine kendi yapımı tılsımlı dört köşeli bir sütun varmış. Bu tılsımlı sütun üzerine bir dev heykeli yapılmış. Ne zaman Akdeniz tarafından düşman gemileri İstanbul’a saldırmaya kalksa tunçtan yapılmış bu dev heykelinden ateşler çıkıp bütün gemileri yakar böylece İstanbul tehlikeden kurtulurmuş.

İkinci Tılsım: Kadırga Limanı’nda bakırdan bir gemi varmış. Yılda bir kez soğuk kış gecelerinde İstanbul’un bütün sihirbaz kadınları o bakır gemiyle sabaha kadar denizde dolaşırlar, Akdeniz’i korumak için beklerlermiş. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde bu bakır gemiyi ganimet olarak almış.

TALISMANS ABOUT SEAS

The First Talisman: In Çatladıkapı, there was a quadrangular talismanic column made by the sultan near his palace. A gigantic statue of his had been made onto that marble. Whenever enemy ships were to attack Istanbul from the Mediterranean side, this gigantic statue made of bronze would blow out fires and set those ships on fire and thus Istanbul would be saved. The Second Talisman: There was a ship of copper in Kadırga Port. Once a year, all the magician women of Istanbul would take a trip in the sea with that ship at cold winter nights and wait to protect the Mediterranean Sea. When Sultan Mehmed Conqueror conquered Istanbul he took this copper ship as captured property.

yYb52ByY


YgGy

Üçüncü Tılsım: Bu bakır geminin benzeri Tophane tarafında bulunuyormuş. Yine soğuk kış gecelerinde bütün sihirbaz ve kâhinler bu bakır gemiye binip Karadeniz tarafına açılırlar ve sihirler yaparak şehri korurlarmış. Muâviye oğlu Yezid Galata’yı fethedince bu gemiyi paramparça ettirmiş.

Dördüncü Tılsım: Sarayburnu’nda tunçtan üç başlı bir ejderha varmış. Bu ejder Akdeniz’den, Karadeniz’den ve Üsküdar’dan gelen düşman gemilerine ateş saçıp bütün gemileri askeriyle beraber yakarmış. Böylece İstanbul bu tılsımın etkisiyle korunur düşmanların eline geçemezmiş.

The Third Talisman: There was a similar copper ship in Tophane side. Again, all the magicians and oracles of Istanbul would take a trip in the Black Sea with that ship at cold winter nights and wait to protect the Black Sea. When Yezid, son of Muâviye, conquered Galata, he had this ship shattered. The Fourth Talisman: In Sarayburnu, there was a three headed dragon of bronze. This dragon had set on fire all the enemy ships with their soldiers in it coming from the Mediterranean Sea, Black Sea and Üsküdar. Thus, with the effect of this talisman, the city would be protected and the enemy would not able to take it over.

yYb53ByY


YgGy Beşinci Tılsım: Yine Sarayburnu’nda yüksek direkler üzerinde 360 tür deniz yaratığının şekli varmış. Mesela hamsi mevsiminde hamsi balığı şekli ses verir, Karadeniz’de bir tek hamsi balığı bile kalmamacasına bütün hamsiler İstanbul’a gelip kıyıya vururmuş. Bütün İstanbul halkı hamsi balığı ile elli gün geçinir açlık çekmezmiş.

Altıncı Tılsım: Şiddetli soğuklarda kırk gün türlü türlü balık, deniz dalgası olmadan tılsımların etkisiyle kıyıya vurur böylece İstanbul halkı bolluğa kavuşurmuş. Daha sonra bu tılsımlar Hazreti Muhammet’in doğduğu gece meydana gelen büyük depremde yıkılmış. Yıkılan bu sütunları Sarayburnu’ndaki Selimiye Köşkü’nden tâ Sinan Paşa Kasrı’na kadarki deniz kıyısında kaldırım taşı gibi döşemişler. Sütunlar yıkılarak denize düşmüşler ama tılsımlı olan heykelleri tesirini yitirmemiş. Bu tılsımların etkisiyle her yıl bin tür balık kıyıya çıkar İstanbullular bu balıkları avlarlarmış. İstanbul Kalesi’ni çevreleyen 24 millik denizin her bir milinde bir tılsım bulunuyormuş (Çelebi, 1996: 23–26).

The Fifth Talisman: Again in Sarayburnu, there were the figures of 360 types of sea creatures on high colums. For example, in anchovy season, the figure of anchovy made a sound, and all the anchovies in the Black Sea were stranded in the Istanbul coast. Citizens of the city would not know hunger for fifty days. The Sixth Talisman: In fierce winters with the effect of talismans, for a period of forty days, fish of every kind would be stranded ashore without waves, thus, citizens of İstanbul would have the opportunity of having these fish in abundance. Later on, these talismans were destroyed in the great earthquake the night when Prophet Mohammad peace be upon him was born. These columns were laid down as pavement stones at the seaside from Selimiye Villa in Sarayburnu to Sinan Pasha Mansion. The columns collapsed and fell into the sea; however, their talismanic statues did not lose their effects. With the effect of these talismans, one thousand kinds of fish would go ashore and Istanbul people would catch them. It is believed that there was a talisman in each mile of 24 miles of sea surrounding Istanbul Castle (Çelebi, 1996: 23–26).

yYb54ByY


YgGy TARİHİ YAPILARLA İLGİLİ EFSANELER Legen ds o f Hi sto ri cal Building s

yYb55ByY


YgGy KIZ KULESİ EFSANELERİ

Kız Kulesi Âşıkları Efsanesi Afrodit’in genç ve güzel rahibelerinden biri olan Hero Kız Kulesi’nde yaşamaktaymış. Diğer rahibeler gibi Hero’ya da âşık olmak yasakmış. Günün birinde Afrodit’in tapınağında düzenlenen bir törene katılmak için Kız Kulesi’nden ayrılan Hero orada genç ve yakışıklı Leandros ile karşılaşmış. Bu iki genç göz göze gelmişler ve birbirlerine âşık olmuşlar. Hero aşkından rahibeliğin gereklerini yerine getiremez olmuş. Her gece karşı yakadaki sevgilisi Leandros’a bir meşaleyle işaret veriyormuş. Leandros da kuleye dönen Hero’nun hasretine artık daha fazla dayanamamış. Işığa kavuşmak isteyen bir pervane gibi kendini kaybederek hemen suya atlıyor, meşaleye doğru yüzüp sevgilisine kavuşuyormuş. Böylece iki sevgili gizli gizli Kız Kulesi’nde buluşarak hasret gideriyorlarmış. Fırtınalı bir gece Leandros sevgilisi Hero’ya kavuşmak için meşaleye doğru yüzmeye başlamış. Fakat rüzgârın etkisiyle Leandros Kız Kulesi’ne ulaşamadan meşale sönmüş. Genç âşık gece karanlığında nereye gideceğini şaşırmış. Azgın dalgalarla başa çıkamamış ve akıntıya kapılmış. Sevgilisinin adını inleye inleye Boğaz’ın

LEGENDS OF THE MAIDEN’S TOWER

Legend of the Maiden’s Tower Lowers Hero, one of the young and beautiful nun of Aphrodite, was living in the Maiden’s Tower. Like other nuns, it was prohibited to fall in love with Hero as well. One day, leaving the Maiden Tower in order to attend the ceremony arranged in the temple of Aphrodite, Hero met with young and handsome Leandros. These two young people caught each other’s eyes and fell in love with each other. Hero was not able to fulfill her duties due to her love for Leandros. Each night, she would send a signal to Leandros on the other side of the strait with a torch. Leandros could not stand with the longing of Hero who had returned to the Tower. Like a propeller wanting to reach the light he jumped into the sea after swimming towards the torch reached his beloved. Thus, the two lovers would meet in the Maiden’s Tower, after that day. In a stormy evening, Leandros began to swim towards the torch in order to reach his beloved. However, before Leandros was able to reach the Maiden’s Tower, the torch died down. The young lover did not know where to go in the darkness of the night. He was not able to cope with fierce waves and was carried away into the current and drowned. He disappeared in the depth of the Bosphorus repeating his lover’s name.

yYb56ByY


YgGy derin sularında kaybolmuş. Hero sevgilisi Leandros’un öldüğünü anlayınca onun ardından kendisini Boğaz’ın derin sularına bırakmış. Böylece Kız Kulesi’nin etrafını kaplayan Boğaz’ın derin suları iki âşığın birbirlerine kavuştukları yer olmuş (Banoğlu, 2007: 62–63).

Sepetteki Yılan Efsanesi İmparator Konstantin’in çok sevdiği ve üzerine titrediği bir kızı varmış. İmparator bir gün tüm falcılarını toplamış ve bu falcılara kızının geleceğini sormuş. Falcılar kızın on sekiz yaşına girdiğinde bir yılan sokmasından öleceğini söylemişler. Bu kehanet karşısında telaşlanan imparator, hemen denizin ortasında, yılanların asla ulaşamayacağı bir kule yapmalarını emretmiş. Bir süre sonra yapılan kuleye çok sevdiği, dünyalar güzeli kızını yerleştirerek koruma altına aldırmış. Prensesin günleri bu kulede geçiyormuş. Günlerden bir gün kızın canı üzüm çekmiş. Bunun üzerine prensese bir sepet üzüm getirmişler. Meğer üzüm sepetinin bir köşesine zehirli, küçük bir yılan gizlenmiş. Prenses üzüm salkımını almak için sepete el attığı zaman bu yılan prensesin parmaklarını ısırıvermiş. Kızcağız yılan sokması sonucu orada can vermiş. İmparator Konstantin kızına en azından öldükten sonra yılandan kurtulması

When Hero realised that her lover died, she jumped into the deep waters of the Bosphorus after him. The deep waters of the Bosphorus around the Maiden’s Tower had been the place where the two lovers finally met each other (Banoğlu, 2007: 62–63). Legend of the Snake in the basket The Emperor Constantine had a daughter whom he loved very much. One day, the emperor called all his oracles and asked them to tell about his daughter’s future. The oracles told him that his daughter would be stung to death by a venomous snake’s bite on her 18th birthday. The emperor, in an effort to prevent his daughter’s early demise by placing her away from land so as to keep her away from any snakes, had the tower built in the middle of the Bosphorus to protect his daughter until after her 18th birthday. After a while, he sent his much beloved daughter to that tower. The days of the princess were passing in this tower. One day, the girl wanted to eat grapes. Whereupon, a basket of grapes had been brought to her. Upon reaching into the basket, however, a snake that had been hiding amongst the grapes bit the young princess and she died in her father’s arms, just as the oracle had predicted. Emperor Constantine had an iron coffin made for her daughter so that she would be protected from snakes after her death and placed it on the entrance gate of

yYb57ByY


YgGy için demirden bir tabut yaptırarak onu Ayasofya’nın giriş kapısının üstüne koydurmuş. Ancak bugün hâlâ aynı yerde bulunan bu tabutun üstünde bulunan iki delik ölümünden sonra bile yılanın kızı rahat bırakmadığına işaret ediyormuş (Önder, 1997: 219–220).

Battal Gazi Efsanesi Battal Gazi, Şam’da görevlendirildiği zaman, Kanator adlı bir Bizans kralı fırsatı kaçırmadan Kadıköyü’nde sağlam bir kale yaptırmış. Sonra Üsküdar’ın kara tarafına ta Çamlıca dağlarına kadar bir hendek açtırmış. Çamlıca dağı üzerine de bir karakol kulesi ile pek çok büyük karakollar yaptırmış. Üsküdar’ı korumaları için de Üsküdar’ın dört bir yanına kırk bin asker görevlendirmiş. Kral bütün bunlardan sonra da Battal Gazi’nin korkusundan denizin ortasına bir kule yaptırmış. Üsküdar tekfurunun kızı ile kıymetli eşyasını bu kaleye koydurmuş. Kaleye “Kız Kulesi” anlamına gelen “Pirgos Tiskuris” adı verilmiş. Alınan bütün bu tedbirlerden sonra Kral, Battal Gazi’nin buraya gelip bir şey yapamayacağını düşünmüş. Fakat Battal Gazi, Şam gazasını kazanıp dönünce, Üsküdar kapılarının yüzüne kapandığını, her yerin askerle sarıldığını görmüş. Yanına yedi yüz asker almış. Bir gece Üsküdar’a hücum ederek şehri

Hagia Sophia. However, today, the two holes on the coffin in the same place she was bitten show that the snake disturbed her after her death as well (Önder, 1997: 219–220).

Legend of Battal Ghazi When Battal Ghazi was appointed in Damascus, a Byzantine King named Kanator, making use of Battal Ghazi’s absence, had a sound castle constructed in Kadıköy. Then, he had a ditch excavated up to the Çamlıca hills in Üsküdar side. And he also had a guard tower and many big stations constructed on Çamlıca hill. And he appointed forty thousand soldiers in each part of Üsküdar to quard Üsküdar. After all these, the king had a tower constructed in the middle of the sea because he was afraid of Battal Ghazi. And he placed the daughter of Üsküdar princelet and her belongings there. The castle was named “Pirgos Tiskuris” which means “Maiden’s Tower”. After all these measures taken, he thought that Battal Ghazi could do nothing to him. However, when Battal Ghazi returned after winning the holy war of Damascus, he saw that Üsküdar gates were closed for him and everywhere was surrounded by soldiers. He took seven hundred soldiers with him. One night, he attacked Üsküdar and conquered it. When he learned that the daughter of princelet was imprisoned in the Maiden’s Tower, he went to the

yYb58ByY


YgGy zapt etmiş. Burada, tekfurun kızının Kız Kulesi’nde hapsedildiğini öğrenince, bir kayıkla Kız Kulesi’ne gitmiş. Burada Kralın kızını ve hazinelerini alarak Üsküdar’a geçmiş. Ancak Üsküdar’a herhangi bir zarar vermeden geriye, İran’daki Medâyin şehrine dönmüş (Çelebi, 1996: 201–202).

Galata Kulesi’nin Aşkı Efsanesi Galata Kulesi, Kız Kulesi’ne deliler gibi âşıkmış. Sevgilisi Kız Kulesi’ni her gün uzaktan uzağa hayranlıkla seyrediyormuş. Zaman geçtikçe Galata Kulesi’nin etrafında yüksek binalar yapılmaya başlanmış. Bu yüksek binalar Galata Kulesi’nin görüş açısını yavaş yavaş kaybetmesine, Kız Kulesi’ni rahat bir şekilde görememesine sebep olmuş. Bunun üzerine Galata Kulesi, Kız Kulesi’ni rahat bir şekilde görebilmek amacıyla boyunun uzaması için Allah’a yalvarmış, yakarmış, dualar etmiş. Galata Kulesi’nin Kız Kulesi’ne olan aşkı dualarının kabul olunmasını sağlamış. Böylece günden güne Galata Kulesi’nin boyu uzamış, uzamış… O kadar uzamış ki etrafındaki en yüksek bina Galata Kulesi olmuş. Artık Galata Kulesi sevgilisi Kız Kulesi’ni rahatça görebiliyormuş. Sonsuza kadar da sevgilisi Kız Kulesi’ni hayranlıkla seyredecekmiş. (Mehmet Güneş)

Maiden’s Tower with a boat. He took the daughter of the princelet and the treasures from there and arrived in Üsküdar. Having given no harm to Üsküdar, he returned to the city of Medâyin in Iran (Çelebi, 1996: 201–202). Legend of Galata Tower’s Love Galata Tower was desperately in love with the Maiden’s Tower. It watched its beloved with admiration from a distance every day. In time high buildings had been commenced to be constructed around Galata Tower. These buildings had caused the Galata Tower to gradually lose its angle of vision and not to see the Maiden’s Tower easily. Whereupon, in order to be able to see the Maiden’s Tower, Galata Tower had pleaded, prayed that its height be extended. The love of Galata Tower towards the Maiden’s Tower led its prayers to be accepted. Thus, day after day, the height of Galata Tower increased… In the time Galata Tower become the highes building. Now, Galata Tower was able to watch its beloved one easily. And until eternity, it was going to watch the Maiden’s Tower with admiration (Mehmet Güneş).

yYb59ByY


YgGy

yYb60 60ByY


YgGy

ÇEMBERLİTAŞ EFSANESİ

LEGEND OF THE BANDED COLUMN (ÇEMBERLİTAŞ)

İmparator Konstantin’in annesi Helena nam Kudüs-i Şerif’i ziyaret edip “Kamame” adlı kiliseyi yaptırdıktan sonra Hazreti İsa’nın çarmıha gerildiği haçı, eline ayağına vurdukları çivileri ve bazı mucizevî eserleri alıp, oğlu Konstantin’e hediye olarak İstanbul’a getirdi. İmparator Konstantin de bu hediyeleri büyük bir saygıyla alıp kendi hazinesinde sakladı. Aradan bir zaman geçtikten sonra İmparator Konstantin; benden sonra gelen imparatorlar, bu kutsal eserlerin kıymetini bilmeyip bu eserlere gereken saygıyı göstermeyebilirler ya da bu kutsal eserleri saklamayıp atabilirler düşüncesiyle yerin altında taştan, sağlam bir oda yaptırıp o odanın içine, annesi Helena’nın kendisine Kudüs’ten hediye olarak getirdiği kutsal eserleri, koyup sakladı. Daha sonra yaptırmış olduğu bu odanın üzerine de Çemberlitaş’ı diktirdi (Yıldırım, 2007).

After Helena, mother of Emperor Constantine, had visited Jerusalem and had the church “Kamame” constructed, she took the cross on which Jesus had been crucified, the nails nailed on his hands and feet and some miraculous works and brought them to Constantine, her son and Constantine took these gifts with great respect and kept them in his treasure. After a time period, Emperor Constantine put the sacred works that were brought to him by Helena, her mother, from Jerusalem into a sound room he had built under the ground with the thought that the emperors to come after him might not show the necessary respect for those works or they might throw them away. Thereafter, he had the Banded Column erected on top of that room he had constructed (Yıldırım, 2007).

yYb61ByY


YgGy DİKİLİTAŞ EFSANESİ

LEGEND OF THE EGYPTIAN OBELISK (DİKİLİTAŞ)

At Meydanı (bugünkü Sultanahmet Meydanı)’nın ortasında, Dikilitaş’ın dibinde olduğu rivayet edilen, altın suyuna batırılmış tunçtan, tılsımlı bir adam heykeli varmış. Tacirler adını “adil” koydukları bu heykelin yanına gelip parayı avucuna sayarlarmış. Bu tılsımlı heykelin avuçları kapandığı zaman o mal için ödenmiş olan fiyatın adil olduğuna inanırlarmış ve her iki taraf da bu tılsımlı heykelin hükmünü kabul edermiş. Bir gün; değeri 300 altın biçilmiş bir at sahibi ile çevrede bu atı almak isteyen başka biri atın fiyatında anlaşamıyorlar. Bu alışverişteki anlaşmazlığı halletmesi için tılsımlı heykele gitmişler. Alıcı “adil” adlı tılsımlı heykelin avucuna bir altın koyar koymaz heykelin avucu kapanıvermiş ve atın bir altından fazla etmeyeceğini göstermiş. Atın sahibi bu durama o kadar çok öfkelenmiş ki palasını çıkarıp tılsımlı heykelin ellerini kesmiş. Bundan sonra her malın fiyatını adil bir şekilde gösteren bu tılsımlı heykel artık bu özelliğini kaybetmiş ve malların adil fiyatlarını gösteremez olmuş. Atın sahibi evine döner dönmez at ölmüş, ölmüş atın eğeriyle nallarına bir altın fiyat biçmişler Böylece tılsımlı elin ata biçtiği değerin doğru olduğu anlaşılış (Yerasimos, 1993: 114).

In the middle of the Hippodrome (today’s Sultanahmet Square), there was a talismanic statue of a man of bronze dipped in gold that is said to be near the Egyptian Obelisk (Dikilitaş). The merchants came near this statue which they named as “adil” (just) and put money into its hands. When the palms of this statue closed, one believed that the money paid for that commodity was just and both parties would accept the judgment of this talismanic statue. One day, two people, one of whom was the owner of a horse valuated to be 300 units of gold and the other who wanted to buy the horse but did not accept that price, went to the talismanic statue for it to resolve their disagreement. As soon as the buyer put one gold coin into the palm of the talismanic statue named “adil”, the palm of the statue closed right away and it indicated that the horse would cost no more than one gold coin. The owner of the horse got angry so that he took his sword out and cut the hands of the talismanic statue. Thereafter, this talismanic statue showing the price of each commodity justly lost this ability and was not able to show the just prices of the commodities. As soon as the owner of the horse returned home, the horse died. The price of the horse’s saddle and horseshoes were valued to be one gold coin. Thus, the owner of the horse understood that the price valuated for the horse was just (Yerasimos, 1993: 114).

yYb62ByY


YgGy

yYb63 63ByY


YgGy

yYb64 64ByY


YgGy KIZTAŞI EFSANESİ

LEGEND OF MAIDEN’S ROCK (KIZTAŞI)

Ayasofya’nın inşası sırasında genç bir kız sırtına yüklediği koca bir sütunla Ayasofya’ya gidiyormuş. Yolda karşısına aniden bir cin çıkmış ve kıza: “Sırtındaki bu taşı nereye götürüyorsun?” demiş. Kız da cine: “Ayasofya diye bir kilise yapıldığını duydum. Çorbada benim de tuzum bulunsun diye ben de yüklendim bu taşı oraya götürüyorum.” diye cevap vermiş. Bunun üzerine cin: “Sen geç kalmışsın, kilise çoktan bitti. Sen o taşı aldığın yere bırak.” demiş. Kız çok üzülmüş ama çaresiz taşı geri götürerek aldığı yere dik bir şekilde bırakmış. Bir süre sonra kız kuşkulanmış. “Cin bana Ayasofya’nın bittiğini” söylemişti ama ben gidip gözlerimle göreyim.” demiş içinden. Yola koyulmuş Ayasofya’ya vardığında inşaatın henüz bitmediğini görmüş. O vakit kız cinin kendisini kandırdığını anlamış. Taşı almak için geri dönmüş. Fakat bütün çabasına rağmen, bu kez taşı bir türlü yerinden kıpırdatamamış. Meğer cinin sözüne kanıp taşı sırtından bıraktığı için kızın tılsımlı gücü kaybolmuş. Böylece bu taş da bugünkü yerinde kalmış (Bayladı, [t.y.]: 151–152).

During the construction of Hagia Sophia, a young girl was carrying a huge column on her back to Hagia Sophia. All of a sudden, she was stopped by an elf and asked: “Where are you taking that stone on your back?” And the girl replied: “I have heard that they are constructing a church named Hagia Sophia. I wanted to contribute a small share as well and I am taking this column there.” Whereupon, the elf said:”You have been late; the church has already been completed. Leave the stone where you have taken.” The girl worried too much and left the stone where she had taken it in a vertical position. After a while, the girl got suspicious and said silently. “The elf had told me that Hagia Sofia had been completed, however, I shall go and see with my own eyes.” She set forth and when she arrived there, she saw that Hagia Sophia had not been completed yet. At that moment, the girl understood that she had been deceived by the elf. In spite of all her efforts, this time she was not able to move the stone. Apparently, since the girl left the stone after believing in the elf, her talismanic power was lost. Thus the stone remained where it is found today (Bayladı, [t.y.]: 151–152).

yYb65ByY


YgGy

YEREBATAN SARNICI – MEDUSA EFSANESİ

LEGEND OF THE BASILICA CISTERN – MEDUSA (YEREBATAN SARNICI)

Yerebatan Sarnıcı’nın kuzeybatı ucunda iki adet Medusa başı bulunmaktadır. Bu Medusa başları 4. yüzyıla ait olmakla beraber sadece birer destek kaidesi olarak buraya konulmuştur. Roma çağının heykeltıraşlık şaheserlerinden sayılan bu Medusa başlarının nereden geldiği tam olarak bilinmemektedir. Medusa; Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona’dan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca yılan saçlı Medusa ölümlüymüş ve kendisine bakanları

There are two Medusa heads at the northwest end of the Basilica Cistern. These Medusa heads date back to the 4th century; however, they were put only as supports there. They are deemed to be one of the masterpieces of Roman age sculpture, however, no one knows exactly from where they had been brought. Medusa is one of the three Gorgonas deemed to be female monster of underground world according to the Greek mythology. Of these three sisters, only the Medusa with snake hair was mortal and would transform those who looked at

yYb66ByY


YgGy taşa çevirirmiş. Efsaneye göre Medusa oldukça güzel bir kızmış ve bu güzelliğiyle tanrıların dikkatini çekmiş. Bundan dolayı Zeus’un en çok sevdiği kızı Tanrıça Athena onu çok kıskanıyormuş. Denizlerin tanrısı Poseidon ise Medusa’ya hayranmış. Aşkından başı öylesine dönmüş ki, Poseidon bir gün Athena’nın tapınağında Medusa’ya zorla sahip olmuş. Bu durumu kendisi için aşağılayıcı bulan Athena, Medusa’yı yeraltı dünyasının dişi canavarı yaparak cezalandırmış. Medusa, gerçekten yenilmez müthiş bir mahlûkmuş. Kocaman ve iğrenç suratında yassı bir burun, iki geniş kulak, görenleri tiksindiren ağzında yaban domuzlarınınkine benzeyen uzun dişleri varmış. Büyük gözleri, yıldırımlar gibi öldürücü alevler saçarmış. Yanık tenli alnının üstünde saç yerine kıvrılmış zehirli yılanlar, başlarını kaldırır, korkunç ıslıklar çalarlarmış. Tunç kollarla mücehhez olan bu acuze kadın aynı zamanda altından kanatlara sahipmiş. Sesi vahşi hayvanların sesine benzermiş. Kızdığı zaman etrafa korku ve dehşet saçarmış. Onun gözlerine bakmak, bakışları ile karşılaşmak bahtsızlığında bulunanlar hemen taş kesilirlermiş. Medusa’yı gorgona yapma cezasını az bulan Athena, Perseus’la iş birliği yapmış ve insan olduğu için ölümlü

her into stones. According to the legend, Medusa was a very beautiful girl and attracted attention of the gods with her beauty. For this reason, Goddess Athena, most beloved daughter of Zeus, was jealous of her. Poseidon, the God of Seas, admired Medusa. He was dazzled by her love so much that one day Poseidon had Medusa by force in the temple of Athena. Having found this situation to be humiliating for her, Athena punished Medusa by turning her into the wild monster of the underground world. Medusa was really an incredible creature who was invincible. She had a flat nose on her big and disgusting face, two large ears and long teeth resembling wild hog’s which made those who saw her sick. Her big eyes spread deadly fire like thunderbolt. She had curved venomous snakes instead of hair on her brown forehead, and these snakes would lift their heads and give out awful hisses. Having been equipped with bronze arms, this hag woman had also golden wings. Her voice resembled to the voice of wild animals. When she got angry, she would give fear and terror to those around her. Those having had the ill-fortune of looking at her eyes, would turn into stone. Thinking that the punishment of being turned into Gorgona to be insufficient, Athena had been in cooperation with Perseus and made Perseus cut the head

yYb67ByY


YgGy olan Medusa’nın başını Perseus’a kestirmiş. Perseus Medusa’nın başını kestiği anda Medusa’nın yere dökülen kanlarından Pegasus adlı kanatlı bir at doğmuş ve yıldırım gibi gürleyerek gökyüzüne doğru uçmuş. Perseus Medusa’nın kesik başını heybesine koyarak kanatlı sandalların yardımıyla uçmuş. Uçarken heybesine koyduğu Medusa’nın kesik başından damlayan kanların her bir damlası korkunç zehirli bir yılana dönüşüyormuş. Böylece bugün dünyanın hemen her tarafında görülen çeşitli yılanlar Medusa’nın yere damlayan kanlarından doğmuş. Perseus, Medusa’nın kesik başını düşmanlarını taşa çevirmesi için parlak bir kalkanın ortasına koymak üzere Athena’ya vermiş. Medusa’ya bakanların taş kesildiğine inanılmasından dolayı da Antik dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak için Medusa figürleri yapılmaktaymış (Can, 1994:

of Medusa since she was mortal. When Perseus cut her head, a winged horse named Pegasus emerged from the blood of Medusa and flew towards the sky giving a thunderbolt’s roar. Putting the cut head of Medusa into his saddlebag, Perseus flew with the help of winged sandals. While he was flying, each drop of the blood dropping from the cut head of Medusa was turning into a venomous snake. It is said that various snakes seen in each side of the world had emerged from the blood of Medusa. Perseus gave the cut head of Medusa to Athena to be put into the middle of a bright shield in order to turn her enemies into stone. Since it was believed that those looking at Medusa turned into stone, Medusa figures had been made in order to protect big buildings and special places from evil in antic age (Can, 1994: 207–211).

207–211).

yYb68ByY


YgGy AYASOFYA İLE İLGİLİ EFSANELER Legen ts o f Hagi a S ophia

yYb69ByY


YgGy AYASOFYA İLE İLGİLİ BİZANS EFSANELERİ

Ayasofya’nın Planı ve İsim Efsanesi Ayasofya’nın inşaatı toprak seviyesine gelince, mimarlar kubbeleri ve dehlizleri nereye yerleştirecekleri konusunda anlaşmazlığa düşmüşler ve planlardan hiç birisi imparatorun hoşuna gitmediği için inşaatı nasıl sürdürebileceklerini bilememişler. Bu olayın üzerinden yedi gün geçmiş. Sekizinci gece imparator rüyasında binanın üzerinde, elinde saf gümüş bir levhayla dolaşan, yeşil elbiseli bir melek görmüş; bu gümüş levhanın üzerinde bir kilise planı varmış. Meleği görünce Justinianus’un kafasında bir şimşek çakmış. “O gümüş levha benim elimde olsa ne iyi olacaktı! Binayı o plana göre yapabilecektim!” diye düşünmüş. Bunu hayal ederken melek levhayı Justinianus’un eline koymuş ve Justinianus’a: “İşte Ayasofya’nın inşaat planı. Kaderin levhasında çoktan beri çizilmiş olarak duruyordu. Şimdi zamanı geldi ve onu getirdim.” demiş. Justinianus da meleğe; “Ayasofya nedir?” diye sormuş. Melek de Justinianus’a: “İnşa edeceğin bu kilisenin adı ilk günden beri Ayasofya idi. Yunanca’da Ayasofya: “Tanrı’nın Evi” demektir ve aynı zamanda “Tanrı’nın sevgili kullarının tapınağı” anlamına gelir.” demiş. Rüyadan uyanınca, bu meleğin Tanrı’nın bir

BYZANTINE LEGENDS ABOUT HAGIA SOPHIA Plan of Hagia Sophia and Legend of Name When Hagia Sophia’s construction reached to ground level, the architects had disagreements on where to place the domes and corridors and since none of the plans was accepted by the emperor, they did not know how to continue the construction. Seven days passed from this event. At the eighth night, the emperor had a dream of an angel with green clothes wandering around with a pure silver plate in his hand and a plan of a chuch on the silver plate. When he saw the angel, Justinianus had immediately thought: “I wish I had that silver plate! I would construct the building according to it!”. While dreaming about this, the angel had put the plate in Justinianus’ hand and said: “Here is the construction plan of Hagia Sophia. Your destiny has already been drawn on this plate. It is the time and I have brought it.” And Justinianus asked the Angel: “What is Hagia Sophia?” And Angel said to Justinianus: “The name of the church you are going to construct was Hagia Sophia from the very beginning. Hagia Sophia means ‘The House of God’ in Greek language and also means ‘The place of worship of the beloved vassals of God’.” When he woke up, Justinianus understood that this Angel was a messenger

yYb70ByY


YgGy habercisi olduğunu ve kilisenin adının Tanrı tarafından konduğunu anlamış ve Tanrı’ya şükretmiş. İmparator bu kutsal rüyadan uyanır uyanmaz hemen mimar Ignatios’u çağırtmak üzere haberciler göndermiş. Aynı gece, Tanrı’nın inayetiyle Ignatios da aynı rüyayı görmüş. Ignatios rüyasından uyandığında zihninde levhadaki plan varmış. Planı unutmamak için hemen kâğıda geçirmeye koyulmuş, henüz bitirememiş ki İmparator’un habercileri gelmişler. Planı tamamlar tamamlamaz, İmparator’un yanına gitmiş, ona önce saygılarını, sonra da planı sunmuş. İmparator bu planın rüyasındaki planın aynısı olduğunu görmüş ve çok şaşırmış. Başını eğmiş ve bir süre sonra: “Bu planın aslını nerede buldun?” diye sormuş. Mimar rüyasında gördüklerini ve duyduklarını anlatmış. Her ikisi de çok şaşırmışlar. Sabah olunca, keyfi yerinde olan Justinianus soylular ve yapı ustalarıyla birlikte inşaat yerine gelmiş ve Ignatios’a levhayı getirmesini söylemiş. Plan hepsinin hoşuna gitmiş ve oybirliğiyle onaylamışlar. Binanın temellerini bu plana göre çizmişler. Sonra İmparator: “Biliniz ki bu kilisenin adı ve planı bize öbür dünyadan gönderildi.” demiş. Hem İmparator, hem İgnatios rüyada gördüklerini ve duyduklarını anlatmışlar. Kilisenin adı o günden beri, “Ayasofya” olarak kalmış

of God and the name of the church was given by God and so he praised God. As soon as the Emperor woke up, he immediately sent for Ignatios through his messengers. The same night, Ignatios dreamt of the same thing with the grace of God. When Ignatios woke up, he had the plan on the plate in his memory. In order not to forget the plan, he commenced to draw it right away. He was about to finish the drawing when the messengers of the Emperor came. As soon as he completed the plan, he went before the Emperor; he commended first and then submitted him his plan. When the Emperor saw that it was the same as the plan he saw in his dream he became entangled at this. He bent down his head and after a while he asked Ignatios: “Where did you find the original copy of this plan?” The architect told him what he saw in his dream. Both of them confounded. In the morning, Justinianus came with the nobles and construction masters to the construction site and told Ignatios to bring the plate. Everybody liked the plan and approved it unanimously. They drew the foundations of the building according to this plan. Then the Emperor said: “Be informed that the name and plan of the church were sent to us from the world beyond.” Both the Emperor and Ignatios told what they saw in their dreams. The name of the church was “Hagia Sophia” since that day (Yerasimos, 1993: 114).

(Yerasimos, 1993: 114).

yYb71ByY


YgGy Ayasofya’nın Yapımı İçin Gönderilen İlahi Hazine Efsanesi Ayasofya’nın inşaatı kubbeye kadar tamamlanmış fakat kubbe yapılacağı zaman İmparatorun hazineleri tükenmiş. İustinianus üzgün üzgün, nereden para bulup da Ayasofya’nın inşaatını tamamlayacağını düşünüyormuş. İmparator böyle üzgün bir vaziyetteyken beyaz giysili genç bir adam İustinianus’un yanına gelmiş, kendisine istediği sayıda katır vermesini, bu katırları altınla yükleyip imparatora geri göndereceğini söylemiş. İustinianus, “Bu genç adam şaka yapıyor herhalde.” diye düşünmüş ve gence hiç aldırış etmemiş. Ertesi gün aynı genç yeniden gelmiş ve İmparator’a istediği katırları neden vermediğini sormuş. İustinianus o zaman, “Bu işin içinde bir iş var, şu delikanlının istediği katırları verelim bakalım ne olacak?” diyerek gence birkaç katır vermiş. Genç adam katırları alıp sur dışına çıkmış, oradaki gizli bir sarayın hazinesinden aldığı altınları katırlara yüklemiş, İmparatora getirmiş. İmparator da bu altınları Ayasofya’nın inşaatında kullanmış. Bu iş böyle devam edip gidecekmiş, ama İmparator dilini tutamayıp günün birinde bu olayı yakınlarına anlatmış. İşte o günden sonra da bir daha ne o beyazlar giymiş delikanlıyı ne de

Legend of Heavenly Treasure Sent for Construction of Hagia Sophia The construction of Hagia Sopha was completed up to dome, however, when the dome was about to be constucted the treasures of the Emperor ran out. Justinianus thought despondently how to find the money and how to complete the construction of Hagia Sophia. When the Emperor was in such a despondent mood, a young man bearing white clothes came near Justinianus and told him to give him mules in the number he requested and he would send these mules to the Emperor loaded with gold. Justinianus thought “it is doubtless that this young man is joking” and did not take him seriously. The next day, the same young man came again and asked the Emperor why he did not give the mules. Then, saying “it is so strange, let’s give the mules requested by this young man and see what shall happen?”, he gave him a few mules. The young man took the mules and went outside the city wall with them. He loaded them with gold he took from the treasure of a hidden palace and brought the mules with gold to the Emperor. The Emperor used these gold coins in the construction of Hagia Sophia. One day, the Emperor was unable to keep this secret and told this event to his relatives. Since that day, neither the man with white clothes nor the gold was seen again. That young man was an angel. Since the talisman is broken,

yYb72ByY


YgGy altınları gören olmuş. Bu genç adam bir melekmiş. Tılsım bozulduğu için de bir daha onu gören olmamış (Bayladı, [t.y.]: 95).

Ayasofya’yı Kıyamete Kadar Bekleyen Melek Efsanesi Ayasofya’da sahanlığa güney kapısından girilir. Orada Aziz Mikail’e adanmış küçük bir kilise vardır. Şantiye bekçisi olan genç adama Aziz Mikail bu kilisede görünmüş. Aziz Mikail genç adama şöyle demiş: “Bu kilisenin inşaat ustaları neredeler ve adları ne?” Genç adam: “Ustalar akşam yemeği için saraya gittiler ve kilisenin adı yok.” demiş. Bunun üzerine Aziz Mikail genç adama: “Git ustalarına haber ver, Ayasofya’ya adanan bu kiliseyi biran önce bitirsinler!” demiş. Genç adam azize: “Saygıdeger efendim, görüntün beni ürküttü, ışığın beni körletti. Senin adın nedir saygıdeğer efendim?” demiş. Aziz ona: “Benim adım Mikail” demiş. Bunun üzerine genç adam azize: “Saygıdeğer Mikail efendim, ben buradan ustalarım dönene kadar ayrılamam, ayrılırsam yaptıkları eserin yıkılmasına neden olurum.” demiş. Bunu işitince Mikail genç adama: “Senin adın ne?” diye sormuş ve genç adam: “Benim adım Mikail” diye cevap vermiş. Bunun üzerine aziz Mikail genç adama: “Mikail imparatora git ve ona ustalarına Ayasofya’ya adanan bu kiliseyi biran önce bitirmelerini emretmesini söyle; Ayasofya’nın şantiyesini senin yerine ben bekleyeceğim ve bende

nobody saw him again (Bayladı, [t.y.]: 95). Legend of the Angel to Keep Guard of Hagia Sophia Until the Judgment Day In Hagia Sopha, the landing is entered from the south door. There, is a chapel dedicated to St. Michael there. It is said that St. Michael was seen by the young man who was the guard of the construction site in this chapel. St. Michael asked the young man: “Where are the construction masters of this chapel and what are their names?”. The young man responded: “The masters went to palace for having dinner and the chapel has no name.” Whereupon, St. Michael told the young man: “Go and advise the master to finish this chapel dedicated to Hagia Sophia as soon as possible”. The young man told St. Michael: “Sir, I have been affected by your vision, your light made me blind. What is your name, esteemed sir? The Saint said to him: “My name is Michael.” Whereupon, the young man said: “Esteemed sir Michael, I do not leave this place until my masters turn back; if I leave this place, I would cause the work they made to be destroyed.” When St. Michael heard these words, he asked the young man: “What is your name?” and “My name is Michael” the young man replied. Whereupon, St. Michael told the young man: “Michael, go to Emperor and tell him to order his masters to complete this chapel dedicated to Hagia Sophia

yYb73ByY


YgGy kutsal Tanrı İsa’nın gücü bulunduğu için sen gelmeden buradan ayrılmayacağım.” demiş. Aziz, genç adamı imparatora gidip Aziz Mikail’in ona göründüğünü anlatmaya göndermiş. İmparator yüreğinin sesini dinlemiş ve genç adamı Roma’ya göndermiş; böylece genç adam Ayasofya’ya dönemeyecek ve Aziz Mikail dünyanın sonuna dek Ayasofya’nın ve Kostantiniye’nin koruyucusu olarak kalacakmış (Yerasimos, 1993: 140–141).

as soon as possible. I am going to watch over the construction site of Hagia Sophia instead of you and I shall not leave this place before you come since I have the power from Jesus.” Saint Michael sent the young man to the Emperor to tell that Saint Michael was seen by him. The Emperor had sent the young man to Rome and thus, the young man would not be able to return to Hagia Sophia again and Saint Michael would remain the protector of Hagia Sophia and Constantinople until the judgment day (Yerasimos, 1993: 140–141).

AYASOFYA İLE İLGİLİ TÜRK EFSANELERİ

Ayasofya’nın Kubbe Efsanesi Peygamberlerin sonuncusu Muhammed Mustafa’nın âlemleri aydınlattığı gece İstanbul’da Ayasofya kubbesinin kıble tarafından yarısı yıkılmış. Mimarlar yıkılan bu kubbeyi pek çok defalar yapmışlar ama tamiri asla mümkün olmamış. En sonunda Hz. Hızır yaşlı bir şeyh suretinde bütün rahiplere görünmüş: “Eğer bu caminin kubbesini tamir edelim derseniz, şimdi zuhur eden âhir zaman peygamberi Hz. Muhammed’e varın, Onun ağzının suyundan su alıp zemzem suyu ile karıştırıp burada kirece ağzı suyunu karıştırın, sonra kubbeyi tamir edin. Yoksa bu kubbeyi başka türlü tamir edemezsiniz.” demiş ve ortadan kaybolmuş.

TURKISH LEGENDS ABOUT HAGIA SOPHIA Legend of the Dome of Hagia Sophia In the evening when Prophet Mohammad Mustapha, the last of the prophets illuminated the world, the half of the dome of Hagia Sophia in Istanbul was broken in the direction of Mecca. The architects reconstructed this dome many times; however, its repairment would never be complete. In the end, Propet Hızır was seen by all the priests as an old sheikh’s figure and said: “If you say that you shall repair the dome of this mosque, go to Prophet Mohammad, the last of the prophets, take a little from his mouth’s water and mix it with zamzam water and mix the water with the lime here and then repair the dome. Otherwise, you will not be able to repair this dome.” and then

yYb74ByY


YgGy Rahipler bu yaşlı kişinin Hızır Aleyhisselam olduğunu anlamışlar. Hemen 300 patrik ve rahip İstanbul’dan yola çıkarak Şam’a, oradan Busra’ya oradan da Mekke’ye varmışlar. Mekke’de Ebû Tâlib’e varıp isteklerini arz etmişler: “Ey Muhammed, sen dünyaya geldiğin gece bizim Kostantiniyye’de Ayasofya adlı bir kilisemizin kubbesi yıkıldı. Birkaç kere yaptık, temel tutmadı. Mübarek ağzın suyundan bu mücevher hokka içre biraz koy, kirece karıştırıp ibadethanemizi tamir edelim, ola ki yıkılan kubbe yerinde dura.” diye rica etmişler. Derhâl ricaları kabul edilip Hz. Risâlet hokkanın içine mübarek ağzının suyundan bırakmış. O an, “Bu ibadethanenin kubbesi bununla ayakta dursun, bu güzel şehir ümmetimin olsun.” diye hayr dualar etmiş. Sonra ruhbanlar bu mübarek ağız suyu ile sevinip hokka içine zemzem suyu doldurup, yetmiş deve yükü Mekke toprağından yükleyip ve yetmiş deve yükü de zemzem suyundan tulumlara ağzına kadar doldurup hızla İstanbul’a gelmişler. Allah’ın emriyle hemen Ayasofya’nın yıkılan kubbesini tamire başlayıp kireç ile ağız suyunu, yetmiş deve yükü zemzem suyunu ve Mekke toprağını karıştırarak yaptıkları harçla kubbeyi tamir etmişler. Resûlullah’ın ağız suyu ile yapılan bu kubbe yer güneş gibi parlar durur (Çelebi, 1996: 50).

disappeared. The priests understood that the old man was Propet Hızır. Right away, 300 patriarchs and priests set off from Istanbul to go to Damascus, from there to Busra and then to Mecca. In Mecca, they went to Ebû Tâlib and submitted him their requests and pleaded through him: “Oo Mohammad, when you were born, the dome of our church named Hagia Sophia in Constantinople collapsed. We have reconstructed it several times; however, the foundation was not firm and it collapsed again. Please, give us a little of sacred water of your mouth and we shall mix it with the lime and repair the dome again.” Their requests were accepted right away and the Prophet gave them a little water of his mouth into a cup. In that instant, he prayed: “I hope that the dome of this place of worship shall stand with this and my Muslim community shall have that beautiful city.” Then, having rejoiced with this sacred water of his mouth, they filled their cups with zamzam water and loaded their seventy camels with the soil of Mecca and they loaded seventy camels as well with leather bottles with zamzam water, and then came to Constantinople. With the order of God, they repaired the dome with the mortar they obtained by mixing the sacred water of mouth with lime, zamzam water brought by seventy camels and soil of Mecca brought by seventy camels. Having been constructed with the water of mouth of the Prophet, this dome shines like a sun today (Çelebi, 1996: 50).

yYb75ByY


YgGy Hızır Makamı Efsanesi İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, “Bu kubbe Hz. Risâletin ağzı suyuyla ayakta durmaktadır.” diye ta yüksek kubbenin ortasına bir zincirle altın bir top asmıştır. Bu altın topun içine 50 kilo buğday konulabilirmiş. Caminin ortasında bir insanın erişebileceği yükseklikteymiş. Hz. Hızır bu topun altında ibadet edermiş. Ümmetin salihlerinden bazı kimseler Hızır ile burada buluşurlarmış. Bazı ihtiyaç sahibi kimseler 40 gün sabah namazını Ayasofya’daki bu altın topun altında kıldıklarında dünya ve âhiret ile ilgili hayırlı isteklerinin yerine geldiği görülmüş. Bundan dolayı bu makam bir an bile boş kalmaz. Bu makamda her an ibadet edilirmiş. Ayrıca Hızır Aleyhisselam’ın Kadir geceleri, top kandilin altında, namaz kılanların arasına katıldığına inanılırmış

Legend of Makam-ı Hızır After conquest of Istanbul, saying: “This dome stands with the sacred water of the mouth of Prophet Mohammad”, Sultan Mehmed the Conqueror had a golden ball made of chain hung in the middle of dome. 50 kilos of wheat could be put into this golden ball. It was at the height where a man could reach. It is said that Propet Hızır prayed under this ball. Some pious people from the community would meet with Hızır here. When some people in need performed their morning prayers for 40 days under this golden ball, it was seen that their good requests pertaining to this world and afterlife were fulfilled. For this reason, this place would not be left vacant even for a moment. And people would pray there any moment. Besides, people believed that Prophet Hızır would attend among the people praying under the golden ball in the Night of Power (Çelebi, 1996: 50).

(Çelebi, 1996: 50).

Ayasofya’nın Yönünün Kâbe’ye Çevrilmesi Efsanesi Ayasofya başlangıçta bir kilise olarak yapıldığı için ibadet yönü Kâbe’ye dönük değilmiş. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethedip Ayasofya’yı cami yaptıktan sonra bir gün Hızır Aleyhisselam Ayasofya’ya gelmiş. Bakmış ki kıble Mekke’ye doğru değil. Solda, arkada dört köşe olan ve Terleyen Direk denilen üzeri bakırla kaplı mer-

Legend That the Direction of Hagia Sophia was Turning to Kaaba Since Hagia Sophia had initially been constructed as a church, its direction for prayer was not towards Kaaba. After Sultan Mehmed the Conqueror conquered Istanbul and turned Hagia Sophia into a mosque, one day, Prophet Hızır came to Hagia Sophia. He saw that its direction was not towards Mecca. He inserted his finger into pole coated with copper named Sweating Pole which was quadrangular at

yYb76ByY


YgGy

mer direğe parmağını sokmuş ve sütunu döndürmeye başlamış. Onun dönüşüyle birlikte bütün bina da Kâbe yönüne dönmekteymiş. Bina tam Kâbe yönüne döneceği sırada kadının biri Hızır’ı fark etmiş ve: “Bakın hele şu Hızır’ın yaptığına!” diye çığlık atmış. Hızır bunun üzerine işini tam olarak bitirmeden gözden kaybolmuş. Söylediklerine göre bu yüzden Ayasofya tam olarak Kâbe yönüne dönük değilmiş (Bayladı, [t.y.]: 108).

left in the backside and began to turn the column. When the column turned, the entire building commenced to turn in the direction of Kaaba. In the very moment when the building was to turn in the direction of Kaaba, one of the women realized Hızır and cried: “Look, what you did!” Whereupon, Prophet Hızır disappeared before completing his job completely. According to the legend, that is why Hagia Sophia was not directed towards Kaaba completely (Bayladı, [t.y.]: 108).

yYb77ByY


YgGy AYASOFYA MAKAMLARI İLE İLGİLİ İNANIŞLAR Beliefs About Places in Hagia Sophia

Hazreti İsa’nın Beşiği Makamı Bu beşik, yukarı katın doğu tarafındaki bir köşede kırmızı renkli mermer bir tekneye benziyormuş. Çocukları hasta ya da sakat olan anneler çocuklarını bu beşiğe yatırdıklarında bu çocuklar hemen iyileşir, sağlıklarına kavuşurmuş.

Hazreti İsa’nın Yıkandığı Yer Bu makam, İsa beşiğine yakın dört köşe taş bir tekneymiş. Meryem Ana Hazreti İsa’yı doğurunca bu teknede yıkamış. Kostantin bu beşiği ve yıkanma teknesini Kudüs’ün güney tarafında Beytüllahm’den getirmiş. Ayasofya’daki Hazreti İsa’nın yıkandığı bu tekne içinde sakat olan çocuklar bir kere

Place of Jesus Chirist’s Cradle This cradle looked like a tub of red marble and was in one of the corners in the east side of the second floor. When mothers whose children were sick and handicapped put their children into this cradle, their children would get well and recover very quickly. Place Where Jesus Christ was Bathed This place was a quadrangular stone tub close to the Jesus’ Cradle. When Mary gave birth to Jesus Christ, she washed him in this tub. It is said that Constantine brought this cradle and washing tub from Beytüllahm in the south of Jerusalem. When the handicapped children were washed in this tub in Hagia Sophia where Jesus Christ had been washed, they would recover.

yYb78ByY


YgGy yıkansa sakatlığı ve hastalığı iyileşir yeniden hayat bulurlarmış.

Kıblekapısı Makamı Bu kutlu kapının kanatları Hazreti Nuh’un gemisinin tahtasından yapılmış. Bunun için bütün deniz tüccarları o kapı önünde iki rekât namaz kılar, ellerini kapı tahtasına sürer, Hazreti Nuh için dua eder ve öylece denize açılırlarmış.

Terleyen Direk Yaz kış, gece gündüz terleyip duran bu direk hakkında pek çok efsane ve inanç vardır. Ayasofya Camisi’nin gerisinde kıble kapılarının batı tarafı bitimindeki kapının iç yüzündeki yerde dört köşe tek parça, 11 arşın yüksekliğinde beyaz bir mermerdir. Bu direk aşağıdan yukarıya bir adam boyu bakırla kaplı olmasına rağmen daima terleyip dururmuş. Bir söylentide: “Bu direğin temelinde tılsımlı bir define var.” derler. Başka bir söylentide: “Kalede kuşatılmış olan Yâvedûd Sultan’ın yakıcı âhının sıcaklığından hâlen terler.” derler. Başka bir söylentide ise: “Hazreti Peygamberin ağzının suyu katılarak yapılan kubbe harcı bu sütunun altında karıldığı için hâlâ onun rutubetinin etkisinden terler.” denilmektedir. Bu terleyen direğin suyu baş ağrısına, sıtma hastalığına iyi geldiğine dair bir inanç vardır (Çelebi, 1996: 56).

Place of the Door of Kiblah The wings of this blessed door were made of the wood of Prophet Noah’s ship. For this, all sea merchants would perform two rakah prayers in front of that door, they would touch with their hands, pray for Prophet Noah and set out to the sea. The Sweating Pole There are many legends and beliefs about this pole keeping on sweating summer and winter, day and night. This is a white quadrangular one piece marble at the height of 11 Turkish yards and it is at the internal façade of the door at the western end of kıblah doors behind the Hagia Sophia Mosque. Although this pole was coated with copper at a man’s height from bottom to top, it kept on sweating. In a narrative, it is said: “There is a talismanic treasure in the foundation of this pole”. In another narrative, it is said: “It sweats form the heat of the curse of Yâvedûd Sultan who was locked away in the castle.” In another narrative, it is said: “Since the dome’s mortar was made adding the water of mouth of Prophet Mohammed under that pole, it still sweats from the humidity of it.” There is a belief that the water of this sweating pole would be good for headaches, and malaria disease (Çelebi, 1996: 56).

yYb79ByY


YgGy İSTANBUL’UN FETHİ İLE İLGİLİ EFSANELERİ L e g en ds Abo u t the C o n q u e s t of İ s tanb ul

yYb80ByY


YgGy İSTANBUL’UN FETHİ İLE İLGİLİ BİZANS EFSANELERİ

BYZANTINE LEGENDS ABOUT THE CONQUEST OF ISTANBUL

Yere Düşen İkona Efsanesi

Legend of Icon Falling Down Three or four days before the great attack to the city, while men and women were wandering around the streets praying and pleading for salvation with icon of Madonna before them, this icon had fallen flat off their hands without a reason. Although people who were there screamed and tried to remove it, the icon became heavier like a lead ball as if it was pulled from ground and it was impossible to break it off… After some efforts and upon prayers of the people, the priests and the blessed persons who were skilled for holding the pictures succeeded in removing the icon and put it over their shoulders and the parade kept on walking. This extraordinary situation was accepted as bad news. This caused fear and terror in the hearts of people. The parade carrying the icon got caught by rain like flood at noon. The people who were in the parade due to intensity of the rain with incessant thunderbolt, lightning neither could walk nor could stand in their places. All these were seen as an indicator that a general disaster would occur. On the next day, an intense fog covered entire Istanbul. And this was pointing out that God turned back on this city (Sertoğlu, [t.y.]: 349).

Şehre yapılacak büyük hücumdan üç dört gün evvel erkekler ve kadınlar Allah’ın yardımına başvurarak Hz. Meryem ikonası önlerinde bulunduğu halde kurtuluş temennisi duaları okuyup sokaklarda dolaşırlarken, bu ikona ortada hiçbir sebep bulunmadığı halde taşıyanların ellerinden yüz üstü yere düşmüş. Hazır bulunanlar bir ağızdan haykırıp kaldırmaya davrandılarsa da, ikona kurşun gibi ağırlaşmış ve yere yapışmış ve sanki yerden çekiliyormuş gibi koparılıp kaldırılması mümkün olmamış... Bir hayli uğraşmadan sonra ve halkın gönül yakıcı duaları üzerine papazlar ve resmi tutmaya ehil olan kutsanmış kimseler ikonayı kaldırmayı başarıp taşıyanların omuzlarına koymuşlar ve alay yoluna devam etmiş. Bu olağanüstü hal, Bizans halkı arasında hayırlı bir haber sayılmamış. Halkın kalbine korku ve dehşet salmış. İkonayı taşıyan alay, öğle vakti tufan gibi bir yağmura yakalanmış. Ardı arası kesilmeyen şimşek, yıldırım ve dolu ile karışık olarak yağan yağmurun şiddetinden alaya dâhil olan halk, ne bir adım atabilmişler, ne de yerlerinde durabilmişler. Bütün bunlar umumî bir felaket olacağının işareti

yYb81ByY


YgGy olarak görülmüş. Olayın ertesi günü çok yoğun bir sis sabahtan akşama kadar bütün İstanbul’u sarmış. Bu da Tanrı’nın bu şehre sırt çevirdiğine işaret ediyormuş (Sertoğlu, [t.y.]: 349).

Tavadan Sıçrayan Balıklar Efsanesi Bir Bizans inanışına göre Bizans’ta büyük bir felaket olacağı zaman tavada kızartılan balıklar denize dönmek isterlermiş. Buna ait bir efsane de şöyle anlatılır: İstanbul’un fethedildiği gün Balıklı Manastırı’ndaki Rum papazları tavada balık kızartmaktaymışlar. Bu sırada bir haberci kendilerine İstanbul’un fethedildiğini ve Türklerin kale kapılarından içeri girdiklerini söylemiş. Papazlar eski inanışa göre balıkların tavadan atlamaları gerektiğini söylemişler ve bakışlarını tavaya çevirmişler. O anda balıklar yarı pişmiş halde tavadan çıkıp yakındaki ayazmaya atlayınca papazlar dehşet içinde kalmışlar (Yeni İstanbul, [t.y.]:19).

Fatih’e Verilen Tahta Kılıç Efsanesi İstanbul’un kuşatıldığı zaman “Agapios” adındaki bir keşişte, Türklerin İstanbul’u almasını engelleyebilecek manevi yönü çok kuvvetli olan sembolik bir tahta kılıç varmış. Keşiş bu kılıcı Bizans İmparatoru Konstantinos Paleologos’a götürerek onunla düşmanları olan

Legend of Fish Jumping off the Pan According to a byzantine belief, when a great disaster would happen in Byzantium, the fish being fried in the pan wanted to return into the sea. The legend is told like this: “On the day Istanbul was conquered, the Greek priests in Balıklı Monastery had been frying fish in the pan. At that moment, a messenger told them that Istanbul was conquered and Turks entered into the city from the city gates. The priests told the messenger that according to old belief the fish must jump off the pan and looked to the pan. At that moment, semi-fried the fish jumped off the pan into the holy spring nearby and the priests remained in terror (New Istanbul, [t.y.]:19). Legend of the Wooden Sword Given to Sultan Mehmed the Conqueror When Istanbul was conquered, a monk named “Agapios” had a symbolic spiritual wooden sword which was so powerful that could prevent Turks from conquering Istanbul. The monk took this sword to Byzantine Emperor Constantinos Paleologos and asked him to destroy Turks, their enemies, with this sword. The Byzantine Emperor looked at this wooden sword and got angry and reprimanded the monk: “I have the extraordinary sword of David which lengthens as much as four-spear-length in one blow. To what serves this wooden sword?

yYb82ByY


YgGy Türkleri yok etmesini istemiş. Bizans İmparatoru bu kılıcı alıp bakmış, tahtadan yapılmış bir kılıç olduğunu görünce öfkelenerek: “Benim elimde Davut’un her savuruşta dört mızrak boyu uzayan olağanüstü kılıcı var. Bu tahta kılıç ne işe yarar!” diyerek keşişi azarlamış. İmparatorun bu tutumuna çok üzülen keşiş, bu sefer Fatih Sultan Mehmet’in huzuruna çıkmış, kılıcın manevi gücünü Padişah’a anlatmış, sonra kılıcı ona takdim etmiş. Genç padişah, kendisine verilen bu manevi armağanı büyük bir sevinçle kabul etmiş. Bu kılıcın manevi gücüyle de İstanbul’u fethetmiş (İstanbul Efsaneleri: 2005: 21).

İSTANBUL’UN FETHİ İLE İLGİLİ TÜRK EFSANELERİ

Rumeli Hisarı Efsanesi Rumeli Hisarı’nın bulunduğu yerde vaktiyle bir rahip yaşıyormuş. Bu rahip gizlice İslam dinini kabul etmiş. Rahibin yine kendi gibi gizli Müslüman olan üç yüz kadar dervişi varmış. Rahip Edirne’de Fatih Sultan Mehmet’in tahta çıktığını duyunca bir mektupla: “İstanbul’u fethedecek sensin!” diye müjde vermiş. Papaz mektubunda ayrıca şunları da yazmış: “Eğer burada bir kale yaptırırsanız Boğaz’ın kontrolünü ele geçirirsiniz ve İstanbul’a gelecek olan tüm yardımların

Worrying very much about this attitude of the emperor, the monk went before Sultan Mehmed the Conqueror this time and told Sultan about the spiritual power of the sword and presented the sword to him. The young Sultan accepted this spiritual gift with great pleasure and conquered Istanbul with the spiritual power of this sword (Legends of Istanbul: 2005: 21).

TURKISH LEGENDS ABOUT THE CONQUEST OF ISTANBUL Legend of Rumeli Fortress Once upon a time, a priest was living in the place where Rumeli Fortress is found. This priest converted to Islam secretly. Again this priest had about three hundred dervishes who converted to Islam. When the priest heard that Sultan Mehmed the Conqueror ascended the throne in Edirne, in a letter, he wrote and heralded: “You are the one to conquer Istanbul!” The priests also wrote the following in his letter: “If you have a fortress constructed here, you shall be able to control the Bosphorus and prevent all the support coming to Istanbul. Come to Istanbul with a great army from Edirne.” When this letter was given to Sultan Mehmed the Conqueror, he felt himself at ease and was glad about it. Whereupon, Sultan Mehmed the Conqueror came hunting around Terkos Castle on Black

yYb83ByY


YgGy önüne geçebilirsiniz. Büyük bir orduyla Edirne’den İstanbul’a geliniz.” Bu mektup Fatih’e verilince, Fatih bir rahatlık duymuş ve çok sevinmiş. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet, Kral Kostantin’in izniyle Karadeniz sahilinde bulunan Terkos Kalesi çevresinde avlanmaya gelmiş av yaptıktan sonra bir dostluk belirtisi olarak Terkos Kalesi komutanından hediyeler almış ve kendisi de ona birçok hediyeler vermiş. Asla düşmanca bir davranışta bulunmayarak Kostantin’e de dostça birçok hediyeler göndermiş. Daha sonra Kral Kostantin’den Rumeli Hisarı’nın bulunduğu yerde bir av köşkü yapmak üzere izin istemiş. Bu arada da hisar yerindeki müslüman rahip ile görüşmüş ve birlikte fetih için bazı önlemler almışlar. Fatih’in isteği üzerine Kral, Fatih’e elçi göndererek: “Bir sığır derisi kadar yer isterse izin veririm ve ricalarını kabul ederim. Bir sığır derisinden fazla olursa iznim yoktur. Aksi takdirde barışa aykırı bir davranış olur.” demiş. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet, elçinin yanında bir öküz derisi kadar yerde kulenin temeline başlamış. Elçi bu durumu İmparator’a bildirmiş. Fatih bu izni aldıktan sonra binlerce ustayı gizlice buraya getirterek, bir gece kırk elli topu, müslüman rahibin tavsiyesiyle bu bölgeye yerleştirmiş ve üzerlerini çalı çırpıyla örterek saklamış.

Sea coast with the permission of Emperor Constantine. After hunting, he received gifts from the commander of Terkos Castle as an indication of friendship and he himself gave him a lot of presents. He sent many presents to Constantine as well. Then, he asked permission from Emperor Constantine to construct a hunting villa in the place where the Rumeli Fortress stood. In the meantime, he met with Muslim priest in the place where the fortress stood, they made plans for the conquest together. Upon request by Sultan Mehmed the Conqueror, sending an envoy to Sultan Mehmed the Conqueror, the Emperor said: “If he requests a place as big as the cattle hide, I could give it to him and accept their requests. If it is bigger than the cattle hide, I have no permission. Otherwise, this would be an attitude against the truce.” Whereupon, Sultan Mehmed the Conqueror commenced the foundation of the tower in a place as big as an ox hide. And the envoy informed the emperor of this situation. After having this permission, Sultan Mehmed the Conqueror sent thousands of masters here secretly and placed forty to fifty cannons to this place in one night with the advice of the Muslim priest and kept them covered with brushwood. Then, he accelerated the construction of the fortress and he made sure the fortress could not to be seen by covering it with brushwood. Upon the word of this wise priest, Sultan

yYb84ByY


YgGy

Daha sonra da hisarın yapımına hız vermiş ve hisar yapıldıkça fark edilmesin diye çalı çırpılarla gizlenmiş. Fatih Sultan Mehmet çok zeki olan gizli müslüman rahibin demesi üzerine; Kral Kostantin’in elçi ile gönderdiği sığır postunu gergiye gerip bıçağıyla incecik bir ip gibi dilim dilim kesmiş. Kestiği parçaları birbirine ekleyerek bununla şimdiki Rumeli Hisarı’nın bulunduğu alanı çevirmiş ve Hisarı bu alan üzerinde inşa etmeye başlamış. Hisar’ın inşası sırasında yine gizli rahip,

Mehmed the Conqueror cut the cow hide sent by the Emperor Constantine via his envoy slice by slice as a thin rope with his knife after having it stretched on a stretcher. Splicing the pieces of leather, he surrounded the area where today’s Rumeli Fortress stands and commenced constructing the fortress in this area. During the construction of the fortress, the priest told Sultan Mehmed the Conqueror: “Great Sultan, your blessed name is Mehmed. Prophet Mohammad heralded that you would conquer Istanbul. For this reason, the plan of

yYb85ByY


YgGy Fatih Sultan Mehmet’e: “Padişahım senin mübarek ismin Mehmet’tir. Hazreti Muhammet İstanbul’u senin fethedeceğini müjdelemiştir. Bu yüzden bu kalenin planı senin ismine göre yapılması gerekir. Ben bu iş için 41 yıldır beklemekteyim, mimarlıkta yetenekli bir ustayım ama hiç kimseye bu sırrımı söylemedim”, demiş. Sonra da bütün yapı ustalarını başına toplayıp Rumeli Hisarı’nı Mehmet ismine göre planlayıp yapmış. Gerçekten de Anadolu Hisarı’ndan bakıldığında Rumeli Hisarı’nın planı Mehmet ismi şeklindedir. Bu durumu Kral duyunca: “Barışa aykırı bir kale yaptılar.” diyerek Fatih Sultan Mehmet’e bir elçi göndermiş. Sultan Mehmed Han da dilim dilim kesilmiş sığır derisini İmparator’a gönderip: “İşte Kale’yi izin verdiğiniz gibi bu sığır derisi büyüklüğünde yaptık. Eğer bu sığır derisinden fazla yaptıysak izninize aykırı davranmış oluruz. Fazlasını hemen yıkalım.” diye akıllıca bir cevap vermiş. Kral da Fatih Sultan Mehmet’in cevabına itiraz edememiş ve İstanbul’un fethinde çok önemli bir rol oynayan Rumeli Hisarı böylece yapılmış (Çelebi, 1996: 194).

this fortress must be according to your name. I have been expecting this time for 41 years, I am a skillful master in architecture; however, I have not told anybody about this secret of mine.” Then, he assembled all construction masters and planned and constructed the Rumeli fortress according to Mehmed’s name. As a matter of fact, when looked at Rumeli Fortress from Anatolian Fortress, it is seen that the plan of Rumeli Fortress is in the shape of Mehmed. When the Emperor heard this, saying: “They have constructed a fortress against the truce”, he sent en envoy to Sultan Mehmed the Conqueror. And Sultan Mehmed the Conqueror sent the cattle hide cut slice by slice to Emperor and gave a wise answer: “We have constructed the fortress in the magnitude of the cattle hide. If we have constructed it bigger than the cow hide, we would be regarded to have acted against your permission. We could destroy the part that is beyond the cattle hide.” And the Emperor was not able to object to the answer of Sultan Mehmed the Conqueror and thus, Rumeli fortress, playing such an important role in conquest of Istanbul, was constructed (Çelebi, 1996: 194).

Cebe Ali Efsanesi

Legend of Cebe Ali One of those having fought in the first lines in conquest of Istanbul is Cebe Ali. Being the sheikh of Sultan Kalavan in Egypt, Cebe Ali came to Anatolia to attend the conquest of Istanbul. As he was wearing armor (cebe)

İstanbul’un fethi sırasında ön saflarda çarpışanlardan biri de Cebe Ali’dir Mısır’da Sultan Kalavan’ın şeyhi olan Cebe Ali, İstanbul’un alınışında bulunmak için Anadolu’ya gelmiştir.

yYb86ByY


YgGy At çulundan bir cebe (zırh) giydiği için Cebe Ali diye anılmıştır. Cebe Ali, Osmanlı ordusuyla İstanbul önlerine gelince, ordunun ekmekçibaşılığını üstlenir. Yüz binlerce kişinin ekmeğini bir tek fırından hiç aksatmadan sağlar. Bu sırrını kimseye söylemez. Fatih, gemileri karadan Haliç’e indirdiğinde Cebe Ali bu gemilere binmez, üç yüz dervişiyle birlikte postlarını denize yayarak üstlerine binip Haliç’i geçerler, surların önüne varırlar. Bunu gören Bizanslılar, korkuyla kaçışırlar. Bugünkü Cibali kapısının bulunduğu yerden şehre girerler. Cebe Ali, açıkça keramet gösterdiği için şehit olur. Buraya onun adını verirler. Cebe Ali tarafından ordunun ekmek ihtiyacının aksatılmadan karşılandığına inanılması, buna inananlara büyük güç vermiştir (Çelebi, 1996: 38).

Yâvedûd Sultan Efsanesi Yâvedûd Sultan, İstanbul’un kuşatıldığı günlerde gece sabahlara kadar: “Allah’ım bu güzel şehrin fethedildiğini gördüğüm an benim canımı al!” diye dualar edermiş. Yâvedûd Sultan’ın duası kabul olmuş ve 29 Mayıs günü Fatih’in ilk askerleri surdan içeri girerken ruhunu teslim etmiş. Fatih şehri kuşatalı on günden fazla bir zaman olmasına rağmen şehir bir türlü düşmüyormuş. İşte o günlerde askerler arasında bir rivayet dolaşmaya

made of a haircloth, he was named Cebe Ali. When Cebe Ali came near Istanbul with the Ottoman army, he become to head of the court bakers. He provided the bread of hundred thousands of people from a single bakery without any problem. He told this secret of his to nobody. When Sultan Mehmed the Conqueror brought down the ships through land to Golden Horn, Cebe Ali did not go aboard; he sat on an animal coat and passed over the waters of the Golden Horn with his threehundred of dervishes and arrived in front of the city walls. Having seen this, the Byzantines dispersed in terror. Cebe Ali and his men entered the city from the place where today’s Cibali gate stands. Cebe Ali died as a martyr since he had shown a miracle expressly. This place was named after him. Believing the fact that the bread need of the army was met by Cebe Ali without any problem had given a lot of courage to those believing in it (Çelebi, 1996: 38).

Legend of Yâvedûd Sultan Yâvedûd Sultan would pray to God until mornings on the days when Istanbul was conquered: “God, take my life when I see that this beautiful city is conquered!” The prayer of Yâvedûd Sultan was accepted and he died when the first soldiers of Sultan Mehmed the Conqueror entered into the city walls on 29th of May. Although it had been more than ten days since the siege of the city by Sultan Mehmed the Conqueror,

yYb87ByY


YgGy başlamış: “Bizans kalesinde Yâvedûd isminde Allah’ın sevgili bir kulu var. Bu yüce zat her gün sabahtan akşama kadar “Fetih olmasın!” diye dua eder. İşte bu zatın, Allah katında pek makbul olan duası fethin gecikmesine sebeptir.” Bu rivayet dönüp dolaşıp Fatih Sultan Mehmet’in kulağına kadar gelmiş. Padişah, Akşemsettin başta olmak üzere âlim ve şeyhleri huzuruna davet etmiş. Onlara hitaben: “Dün gece bazı şeyler duydum, İstanbul’u alamadan geri mi döneceğiz acaba, siz ne dersiniz?” demiş. Padişahın bu sorusuna cevap Akşemsettin’den gelmiş: “Hiç üzülmeyin padişahım, Şeyh Maksut’un halifelerinden biri olan Yâvedûd Sultan’ın ölümüyle şehir düşecektir. Onun yüzü suyu hürmetine teslim alamadığımız şehir için kırk gün daha dayanmamız gerekecek. Çünkü Allah’ın sevgili kulu Yâvedûd, bu zamanın sonunda Hakka yürüyecek.” demiş. Gerçekten de olaylar Akşemsettin’in dediği gibi olmuş. Yâvedûd Sultan kırk gün sonra vefat etmiş ve İstanbul fethedilmiş. Fetihten sonra Sultan Mehmet Ayasofya’yı dolaşırken Terlerdirek adlı bir yerde ilâhî bir nurun parladığını görmüş ve nurun yükseldiği yere doğru ilerlemiş. Bakmış ki ilâhî nurlu mübarek biri kıbleye yönelmiş yatmakta. Nurlu göğsü üzerinde “Yâvedûd” isminin yazılı olduğunu görmüşler ve hemen Akşemseddin, Sivasî Kara Şemseddin

the city could not be cuptured for some reason. On those days, a rumor commenced among the soldiers: “There is a beloved vassal of God, with name Yâvedûd in Byzantine fortress. This great person prays to God each day from morning to evening: ‘God, please, do not allow this conquest to happen.”. The prayer of this person is accepted by God this is the reason why the conquest is delayed.” This rumor reached Sultan Mehmed the Conqueror. The Sultan invited all intellectuals and sheiks, including Akşemseddin. Addressing them, he said: “ I have heard something last night. I wonder whether we shall return without conquering Istanbul, what do you say?” The response to the question of Sultan came from Akşemseddin: “Don’t worry, Our Master. With the death of Yâvedûd Sultan, one of the caliphs of Sheikh Maksut, the city shall be captured. Since we could not capture the city because of his prayers, we shall have to bear forty days more. Because, Yâvedûd, the beloved vassal of God, shall walk to God at the end of this period.” As a matter of fact, the events happened as Akşemseddin said. Yâvedûd died after forty days and Istanbul was conquered. After the conquest, while Sultan Mehmed the Conqueror was visiting Hagia Sophia, he saw that a spiritual light shone in the place named Terlerdirek and approached the place where the light rose. He saw that a blessed person with a

yYb88ByY


YgGy ve yetmiş büyük veli: “Padişahım İstanbul’un elli günde feth olmasına sebep olan işte bu zattı. İstanbul’un fetholunmaması için Allah’a dualar ederdi. Allah’ın izniyle İstanbul’un fethi ellinci günde gerçekleşince o gün ruhunu teslim etti. Bu meczuptan daha önce padişahımızı haberdar etmiştik.” demişler. Hemen bütün bilgin ve veli zatlar cesedini yıkamak istediklerinde Ayasofya’nın Terlerdirek köşesinden: “Merhum yıkanmıştır, hemen defnedin!” diye bir ses duyulmuş. Bu sesi duyanlar susup hayretler içinde kalmışlar. Sonra bütün şeyhler Yâvedûd Sultan’ın mübarek cesedini tabuta koymuşlar. Şehitkapısı’nda defnetmek için tabutu götürenler kendilerini Eminönü İskelesi’nde bulmuşlar. Oradan bir kayığa binip şimşek hızıyla hiç kürek çekmeden ve yelken açmadan Ebû Eyyûb-i Ensârî hazretleri yakınında durmuşlar. O an tabut kayıktan Allah’ın emriyle çıkıp orada kazılı olan bir mezarın önünde durmuş. Ardı sıra bütün gazi ve bilginler o yere vardıklarında kabirden “Yâvedûd” isminin yükseldiğini işitmişler. Bütün bilginler ve veliler mübarek cesedi o kabre defnedip gitmişler. Onun için o kabristana hâlâ Yâvedûd İskelesi Türbesi derler (Çelebi, 1996: 43).

spiritual light had been lying there directed towards Kıblah. They saw that “Yâvedûd” was written on his lighted chest and at that moment Akşemseddin, Sivasî Kara Şemseddin and seventy great saints said: “Our Master, this was the man who conduced the conquest of İstanbul in fifty days. He would pray to God for Istanbul not to be conquered. When, with the permission of God, Istanbul was conquered, he was devastated and died. We had informed our Sultan of this insane before.” When almost all intellectuals and saints wanted to wash the corpse, a voice was heard: “the deceased man has been washed, bury him right away!” Those having heard this voice were startled and became silent. Then, sheiks put the sacred body of Yâvedûd into coffin. Those having taken the coffin to bury the body in Şehitkapısı found themselves in Eminönü wharf. They took a boat therefrom and found themselves near Ebû Eyyûb-i Ensârî without rowing and setting sail. At that moment, the coffin, with the order of God, went out and stopped in front of the grave which had already been excavated. When all intellectuals and saints arrived at that place right after the coffin, they heard that the name “Yâvedûd” rose. All intellectuals and saints buried the body into the grave and left. For this reason, that graveyard is still called as “Yâvedûd Wharf Tomb” (Çelebi, 1996: 43).

yYb89ByY


YgGy

yYb90ByY


YgGy KAPALIÇARŞI’NIN ALTINDAKİ TÜNELLER EFSANESİ İstanbul’un altı birbirine bağlı dehlizlerle kaplıymış. Bu dehlizlere Yerebatan Sarayı’nın gizli bir bölmesinden giriliyor ve Marmara denizinin altından devam edip ta Kınalıada’ya kadar uzanıyormuş. Bir efsaneye göre bu dehlizler Kapalıçarşı’nın altından da geçiyormuş. Hatta şu an, Kapalıçarşı’nın gizli tutulan bir yerinden bu dehlizlere girilebilmekteymiş. Kapalıçarşı’da çalışan birkaç meraklı çocuk hazine buluruz umuduyla bu dehlizlere girmiş. Bakmışlar ki dehlizlerin ucu bucağı yok, başı sonu belli değil. Bundan dolayı yollarını kaybetmişler ve çocuklardan sadece biri geri dönmeyi başarabilmiş. Diğerleri yollarını bulamayıp tünellerde kaybolmuş. Geri dönen çocuk da bir süre sonra aklını kaçırmış. Çünkü dehlizler, iskeletlerle, insan boyunda böceklerle, farelerle doluymuş. (Abdulkadir Emeksiz)

LEGEND OF THE GRAND BAZAAR The bottom of Istanbul was full of corridors connected to each others. These corridors were entered through a secret part of Basilica Cistern and one could reach Kınalıada continuing under the Marmara Sea. According to this legend, these corridors were passing under the Grand Bazaar. It is said that, even at this moment, these corridors could be entered from a secret part of the Grand Bazaar. It is also said that a few curious kids working in the Grand Bazaar entered into these corridors with the hope of finding treasure. They realased that the corridors were endless. For this reason, they lost their ways and one of them could return back. Others were unable to find their ways and got lost in the tunnels. The kid returning went mad after a while, because, the corridors were full of skeletons, bugs as big as human and mice (Abdulkadir Emeksiz).

LEGEND OF CONSTRUCTION OF MAHMUTPAŞA MOSQUE MAHMUTPAŞA CAMİ’NİN YAPILIŞ EFSANESİ Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamı olan Mahmut bir İstanbul’un fethinden sonra cami yaptırmak için Padişah’tan izin istemiş, Padişah da çok sevdiği

Mahmut, the grand vizier of Sultan Mehmed the Conqueror, requested permission from the Sultan to construct a mosque after the conquest of Istanbul and the Sultan accepted this request of his beloved vizier. Thus, the construction of the mosque was

yYb91ByY


YgGy sadrazamının bu isteğini kabul etmiş. Böylece cami inşaatı başlamış. Cami’nin temeli kazılırken temelden iki büyük küp altın çıkmış. Mahmut Paşa durumdan Padişah’ı haberdar ettiğinde Padişah: “Altınların tamamı senin olsun!” diye buyurmuş. Mahmut Paşa da Padişah’ın bilgisi dahilinde bu altınları cami inşaatında çalışan usta ve işçilere dağıtmış. Mahmut Paşa’nın isteği üzerine usta ve işçilere hiçbir zorluk çektirilmemiş, rahat rahat çalışmışlar ve cami altı yılda bitirilmiş. Cami bittikten sonra bir gün Mahmut Paşa etrafındakilerle birlikte Cami’yi ziyarete gelmiş. Mihrap önünde biraz durup otururken uykuya dalmış. Rüyasında Peygamberimizi görmüş. Peygamberimiz ona müjdeli haberler vermiş. Uykudan uyandıktan sonra: “Cami’nin temelinden çıkan altınların kalanını getirin!” diye emir vermiş. Altınları getirip Mahmut Paşa’nın önüne koymuşlar. Altınlardan bir avuç alarak yanında bulunanlara hitaben: “Sizler şahit olun! Allah’ın 1001 ismi üzerine yemin ederim ki avucumdan ne kadar altın çıkarsa o kadar altını her yıl Medine fakirlerine vakfedeceğim!” demiş. Paşa’nın avucundaki altınlar sayıldığında 1001 altının çıktığını görmüşler. Bundan dolayı her yıl düzenli bir şekilde Mahmut Paşa’nın vakfından Medine fakirlerine 1001 altın gönderilmiş (Menakıb-ı

commenced. While the foundation of the mosque was excavated, two big jars of gold were taken out. When Mahmut Pasha informed the Sultan of the situation, the Sultan ordered: “Have all the gold!” Mahmut Pasha allocated these cold coins to the masters and workers working in the construction of the mosque within the knowledge of the Sultan. Upon request of Mahmut Pasha, the masters and workers were not forced while working; they worked hard and the mosque was completed in six years. After the mosque was completed, one day Mahmut Pasha came to visit the mosque with his men. While he was standing and sitting before the altar, he fell asleep. In his dream, he saw the Prophet. The Prophet Mohammad gave him precursory news. After waking up, he ordered: “Bring the remaining gold taken out from under the mosque!” They brought the gold and put them before Mahmut Pasha. Taking a handful of gold, he said to people: “Be my witness, I swear upon 1001 names of God that it does not matter how many gold coins get out from my hand, I shall dedicate that much gold to the poor of Medina each year.” When the gold was counted, they saw that the number of gold coins was 1001. For this reason, 1001 gold coins were regularly sent to the poor of Medina from Mahmut Pasha’s Foundation each year (Menakıb-ı Mahmud Paşa-yı Veli, 1188: 26b-27b).

Mahmud Paşa-yı Veli, 1188: 26b-27b).

yYb92ByY


YgGy TOPKAPI SARAYI İLE İLGİLİ EFSANELER Legends About Topkapı Place

yYb93ByY


YgGy İbrahim Peygamber’in Yemek Tası Efsanesi Topkapı Sarayı’ndaki Kutsal Emanetler Bölümü’nde Hazreti İbrahim’in yemek tası bulunmaktadır. Hazreti İbrahim bu tastan bin beş yüz kişiye yemek ikram ettiği halde tasın içindeki yemek bitmemiş.

Hazreti Ali’nin Esrarengiz Kılıcı Efsanesi Bir rivayete göre Hazreti Ali’nin Topkapı Sarayı’nda bulunan kılıcı bazen esrarengiz bir şekilde ortadan kayboluyormuş. Esrarengiz bir şekilde kaybolan bu kılıç tekrar geri döndüğünde üzerinde kan görülüyormuş. Çünkü bu esrarengiz kılıç savaş dönemlerinde savaşa gidiyor ve savaşıyormuş. Savaş bittikten sonra ise üzerinde kanlar olduğu halde tekrar Topkapı Sarayı’ndaki yerine dönüyormuş.

Kaşıkçı Elması Efsanesi 1699 yılında İstanbul’da Eğrikapı çöplüğünde dolaşan bir adam yuvarlak bir taş bulmuş. Cam zannettiği bu taşı, kaşıkçıya giderek üç tahta kaşığa değiştirmiş. Bundan dolayı da bu kıymetli elmasa “Kaşıkçı Elması” denmiş.Kaşıkçı ise bu taşı bir kuyumcuya 10 akçeye satmış. Kuyumcu taşı arkadaşlarından birine göstermiş. Bu taşın kıymetli

Legend of the Dish Bowl of Prophet Abraham In Chamber of Sacred Relics in Topkapı Palace, there is the dish bowl of Prophet Abraham. Although Prophet Abraham offered food to one thousand five hundred persons from this bowl, the dish in the bowl would never run out. Legend of Mysterious the Sword of Ali According to one hearsay, the sword of Ali in Topkapı Palace would sometimes disappear mysteriously. When this sword returned back, some blood would be seen on it. It is said that, in war periods, this sword would go to battles and fight. After the war was over, it would return to Topkapı Palace with the blood on it. Legend of Spoonmaker’s Diamond (Kaşıkçı Elması)

In 1699, wandering around the Eğrikapı garbage heap in Istanbul, a man found a round stone. He took this stone, which he thought was cheap glass, to a spoon maker and exchanged it for three wooden spoons. For this reason, this precious diamond had been called as Kaşıkçı Elması (Spoonmaker’s Diamond). The spoonmaker sold this stone to a goldsmith for 10 coins. The goldsmith sent the diamond to one of his friends. When it was understood that the stone was a precious diamond, there was a disagreement

yYb94ByY


YgGy

bir elmas olduğu anlaşılınca iki kuyumcu arasında anlaşmazlık çıkmış. Mesele Kuyumcubaşı’na aksetmiş. Kuyumcubaşı kavgacıların eline birer kese akçe vererek taşı almış. Fakat bu sefer de olayı sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa duymuş, taşı kendisi için satın almaya hazırlanırken, Padişah Dördüncü Mehmet bu meseleden haberdar olmuş ve bir emirle elması Saraya getirtmiş. Saraya getirilen elmas, elmastraşlara verilmiş. Eğrikapı çöplüğünde bulunan taş, elmas ustasının elinde işlenince ortaya 86 karatlık harika bir elmas çıkmış. Kuyumcubaşıya da Kapıcıbaşılık rütbesiyle bahşiş olarak bir kese altın verilmiş (Abdulkadir Emeksiz).

between the two goldsmiths. The problem was submitted to Head of Goldsmiths. The Head of Goldsmiths took the stone giving them one bag of money each. However, this time the event was heard by Köprülüzade Fazıl Ahmet Pasha, the grand vizier. While he was preparing to buy the stone, the event was heard by the Sultan Mehmet IV, and he had it bought to the palace. The stone was given to diamond processors. When processed in the hands of diamond master, the stone diamond having been found in the garbage heap of Eğrikapı became an excellent diamond of 86 carats. The Head of Goldsmiths was given one bag of gold as tip together with the rank of Head of Concierges (Abdulkadir Emeksiz).

yYb95ByY


YgGy BEYAZIT CAMİ İLE İLGİLİ EFSANELER Legends about Beyazit Mosque

yYb96ByY


YgGy Mihrap Efsanesi Beyazıt Camisi’nin temeline başlanırken, Mimarbaşı: “Padişahım, mihrabı nereye koyalım?” diye sormuş, Sultan Beyazıt-ı Veli mimara: “Ayağımın üzerine bas.” demiş. Mimar, Sultan Beyazıt basınca birden Kâbe’yi karşısında görmüş ve hemen Sultan Beyazıt’ın ayağına kapanmış. Mimar önce mihrabı yapmış. Sultan Beyazıt mihrapta iki rekât namaz kılmış ve caminin tamamlanması için hayır dua etmiş (Çelebi, 1996: 60).

Denizkızı Efsanesi Sultan II. Beyazıt bir gün Boğaziçi’ne doğru gezmeye çıkmış. Denizde İstanbul’u gezerken denize ağ atarak balık avlayan balıkçıları görmüş. Padişah Yanındaki Bostancıbaşı’ya: “Denize bıraktıkları şey nedir?” diye sormuş. Bostancıbaşı:“Padişah’ım balık avlarlar.” diye cevap vermiş. Padişah:“Çok balık çıkar mı?” diye sorunca Bostancıbaşı:“Baht işidir padişahım.” diye cevap vermiş. Padişah bu sefer:“Bir de benim talihime bıraksınlar, bakalım ne çıkacak.” diye emretmiş. Bunun üzerine hemen ağlar denize atılmış. Bir süre sonra ağları çekmişler. Bir de ne görsünler? Ağda çok güzel bir denizkızı var. Denizkızını hemen padişahın huzuruna getirmişler ve: “Talihinize bu çıktı Padişah’ım.” demişler.

Legend of the Altar When the foundation of Beyazıt was commenced, the Head of Architects asked: “Our Master, where shall I place the altar?” Sultan Beyazıt said: “Step on my foot.” When the architect stepped on the foot of Sultan Beyazıt, he immediately saw the Kaaba before him and beseeched. The architect made the altar first. Sultan Beyazıt performed two rakah of prayers and prayed for the mosque to be completed (Çelebi, 1996: 60). Leagend of the Mermaid One day, Sultan Beyazıt II wanted to make an excursion in the Bosphorus. During the excursion, he saw the fishermen fishing by throwing nets into the sea. The Sultan asked the commander of the Imperial guards: “What is that thing they are letting go into water?” The commander of the Imperial guards replied: “ Our Master, they are fishing.” When the Sultan asked: “Could they catch a lot?” The commander of the Imperial guards replied: “It is a business of fortune.” This time the sultan ordered: “Let them seek my fortune as well. Let’s see what we could catch.” Whereupon, the nets were let go into the sea. After a while, they pulled the nets out. What they saw was a mermaid. They brought her immediately to the Sultan. They said: “This was your fortune, our

yYb97ByY


YgGy Padişah denizkızına: “Söyle bakalım talihim, sen nesin?” diye sormuş. Kız hiçbir cevap vermemiş. Susarak Padişah’ın karşısında durmuş. Bunun üzerine Padişah: “Götürün, çarşıya pazara gezdirin. Bakın ki ne söyler, ne yapar? Bana hemen haber verin!” diye emretmiş. Padişah’ın buyruğu üzerine denizkızını İstanbul’da gezdirmişler. Bir süre gezdikten sonra Odunkapısı’na gelmişler. Denizkızı pazarda soğan tartıp satan bir satıcıyı görmüş ve satıcıya gülmüş. Daha ileride tane ile sarımsak satan bir satıcıyı görmüş, ona da gülmüş. Biraz daha ilerlemişler ve Beyazıt Meydanı’na gelmişler. Meydanda gaipten haber verdiğini söyleyen bir falcıyı görmüş, bu falcı kiminden bir para kiminden iki para alıyormuş. Denizkızı bu falcıya çok daha fazla gülmüş. Denizkızını gezdirenler bu durumu hemen Padişah’a bildirmişler. Padişah da denizkızını tekrar huzuruna çağırmış ve ona pazardakilere neden güldüğünü sormuş. Denizkızının dili açılmış ve konuşmaya başlayarak şunları söylemiş: “Önce soğan satan adama güldüm, çünkü o insanlara zararlı olan bir şeyi tartıyla satar; sarımsakçıya güldüm, çünkü o insanlara faydalı olan bir şeyi taneyle satar; falcıya daha çok güldüm çünkü o halkı aldatır, gaipten haber verdiğini söyler; fakat oturduğu yerin altında yedi koca küp altın ile içi altın dolu

Master.” The Sultan asked the mermaid: “Tell me, my fortune, what are you?” The girl did not give an answer. She was before the Sultan and remained silent. Whereupon, the Sultan ordered: “Show her around in the bazaar. Look what she tells and does. Inform me as soon as possible.” Upon order by the Sultan, they showed her around in Istanbul. After a time, they arrived at Odunkapısı. The mermaid saw a seller weighing and selling onion and laughed at him. Next, she saw a man selling garlic by piece and laughed at him too. They went ahead and arrived at Beyazıt Square. She saw a fortuneteller saying that he would give news from future; this fortune teller asked for one coin from some people and two coins from others. The mermaid laughed at this fortuneteller a lot. Those showing her around informed the Sultan of this situation. And the Sultan called the girl to his presence and asked her why she laughed at those in the bazaar. The mermaid started talking: “Firstly, I have laughed at the seller of onion because he sells something harmful for people by weighing; I have laughed at the seller of garlic because he sells something beneficial for people by piece; I have laughed at the fortuneteller because he deceives people, tells them that he gives them news from future, however, he does not know that there are seven big jars

yYb98ByY


YgGy bir havuz olduğunu dahi bilemez, “Ben gaipten heber veririm!” der, demiş. Denizkızı bu cevabı verir vermez sıçrayarak denize atlar. Nereden geldiyse oraya gider. Padişah şaşakalır. Bunun üzerine Padişah hemen adamlarına emir vererek falcının bulunduğu yeri kazdırmış. Padişah dahi kılık değiştirerek bu yere gitmiş. Bakmışlar ki gerçekten de burada yedi koca küp altın ile içi altın dolu bir havuz bulunmakta. Sultan II. Beyazıt, denizkızının yardımıyla bulunan hazineyle bugünkü Beyazıt Cami’nin yaptırılmasına karar vermiş. Cami’nin yapımına başlandıktan sonra Cami inşaatında çalışan ustalar, kalfalar ve işçiler maaşa bağlanmış. Her hafta başı meydanda olan hazineden paralarını almak üzere emir verilmiş. Herkes o hazineden hakkını alırmış. Her kim açgözlülük ederek hakkından fazlasını alırsa hakkından fazla aldığı o altın kurşun olurmuş, o altınları getirip tekrar yerine koyduğunda ise yine altına dönüşürmüş

of gold and a pool full of gold where he sit and says “I give news from the future!” As soon as the mermaid gave this response, she jumped into the water where she had come from. The Sultan was amazed. Whereupon, he ordered his men to excavate the place where the fortune teller was sitting. The Sultan went to that place by disguising himself. They saw that there were seven big jars of gold and a pool full of gold. Sultan Beyazıt II decided to construct today’s Beyazıt Mosque with the treasure having been found with the help of the mermaid. After construction of the mosque was commenced, the masters, foremen and workers working in the construction were put on salary. Each Monday, they were ordered to take their salaries from the treasury. Everybody would receive their right. When someone would receive more than his right, that excess gold would turn into lead. When it was put back, it would turn into gold again (Koçu, 1960: 2247–2248).

(Koçu, 1960: 2247–2248).

yYb99ByY


YgGy ŞEHZADE CAMİİ İLE İLGİLİ EFSANELER

Minarelerin Gözyaşları Efsanesi Şehzade Cami’nin minarelerinde bazı semboller vardır. Bu semboller gözyaşı sembolüymüş. Mimar Sinan, Kanuni Sultan Süleyman’ın evladını kaybetmesinden dolayı çok üzülmüş. Kanuni Sultan Süleyman’ın acısını Şehzade Cami’nin minarelerine bu sembollerleri yaparak anlatmaya çalışmış.

İstanbul’un Ortası Efsanesi Şehzade Cami’nin avlusunda bir köşede yeşil bir taş bulunmaktadır. Burası İstanbul’un tam ortası olduğu için bu taşın Şehzade Camisi’nin avlusuna dikildiğine inanılıyormuş. Bu taş geçmişte hareket ediyor, kendi çevresinde dönüyormuş. Fakat sonradan bu özelliğini kaybetmiş.

Yangında Yanmayan Çınar Efsanesi Şehzade Cami’nin bahçesinde büyük bir çınar ağacı vardır. Bu çınar ağacının altında ise İstanbul’un fethi için geldiğinde burada şehit düşen bir sahabenin kabri varmış. Yine eski bir tarihte marangozlar sitesi yanmış. Site yandığı için tüm marangozları geçici olarak Şehzade

LEGENDS ABOUT ŞEHZADE MOSQUE

Leagend of the Tears of Minarets There are some symbols on the minarets of Şehzade Mosque. These symbols were the symbols of tears. Architect Sinan was worried about the death of Sultan Suleiman Magnificent. He tried to express grief for Sultan Suleiman Magnificent by inscribing these symbols on the minarets of Şehzade Mosque. Leagend of the Center of İstanbul There is a green stone in the corner of the courtyard of Şehzade Mosque. It is believed that this stone had been erected in the courtyard of Şehzade Mosque because this place is the heart of Istanbul. This stone was moving and turning around itself. However, in time, it lost this characteristic.

Leagend of Plane Tree That does not Burn in Fire There is a big plane tree in the garden of Şehzade Mosque. It is said that under this plane tree there was the grave of a companion of the Prophet who died as a martyr when he came for the conquest of Istanbul. Again, in old times, the carpenters’ site burned. Since the site burned, all the carpenters were moved into

yYb100ByY


YgGy

Cami’nin bahçesine taşımışlar. Bir müddet sonra Şehzade Cami’nin bahçesinde de yangın çıkmış ve tüm dükkânlar yanıp kül olmuş. Cami’nin ahşap kapıları da yanmış. Fakat altında sahabe kabri olduğuna inanılan bu çınar ağacına, çıkan yangında hiçbir şey olmamış. Bu ağaç o büyük yangında yanmamış. (Şükrü Zengin)

the garden of Şehzade Mosque. After a while, there was a fire in the garden of Şehzade Mosque too and all shops burned to ashes. Wooden doors of the Mosque also burned. However, nothing happened to the plane tree under which it is believed was the grave of the companion of the Prophet (Şükrü Zengin).

yYb101ByY


YgGy SÜLEYMANİYE CAMİ İLE İLGİLİ EFSANELER Legends About Süleymaniye Mosque

yYb102ByY


YgGy Rüya Efsanesi Kanunî Sultan Süleyman Han, Süleymaniye Cami’nin inşasına karar verdiği zaman bir gece rüyasında Hazreti Muhammet’i görmüş. Hazreti Muhammet, ona caminin nereye yapılacağını göstermiş. Ayrıca caminin iç ve dış unsurlarının nasıl olması gerektiği konusunda da bilgi vermiş. Bunları: “Minberi şuraya, mihrabı şuraya, kürsüyü de şuraya yapın!” şeklinde ayrıntılı bir şekilde anlatmış. Büyük bir heyecan ve sevinçle bu güzel rüyadan uyanan Kanunî, sevinç gözyaşları içinde Allah’a şükretmiş. Ertesi gün ilk iş olarak derhal Hazreti Muhammet’in işaret ettiği yere giderek Mimar Sinan’ı oraya çağırmış ve Mimar Sinan’a buraya bir cami yaptıracağını söylemiş. Mimar Sinan da, zaten bu teklifi bekliyormuşçasına Sultan’a: “Sultanım! Camiyi şu şekilde yaparız; mihrabı burada, minberi şurada, kürsüsü de orada olur!” diyerek Kanunî’ye rüyasında gördüğü Hazreti Muhammet’in sözlerini tekrarlamış. Bunun üzerine Kanunî, tebessüm ederek Sinan’a bakmış ve: “Mimarbaşı! Benim rüyamdan haberli gibisin!” demiş. Mimar Sinan aynı rüyayı kendisinin de gördüğünü belirtircesine: “Sultanım! Sizin dün geceki kutlu rüyanızda ben de oradaydım ve iki adım gerinizden geliyordum!” demiş. Bu durum karşısında sevinç ve heyecanı bir kat daha artan Kanunî,

Leagend of the Dream When Sultan Suleiman the Magnificent decided to construct Süleymaniye Mosque, he saw Prophet Mohammad in his dream. Prophet Mohammad showed him where to construct the mosque. He gave information on how the interior and exterior elements of the mosque must be. He told in detail: “The pulpit must be here, the altar must be here and the lectern must be here.” Having woken up from this nice dream with great excitement and joy, Sultan Suleiman the Magnificent praised God with tears of joy. The next day, he went to the place shown by Prophet Mohammad and called Architect Sinan there and told Architect Sinan that he would have a mosque constructed there. Architect Sinan as if he was already expecting this offer, repeated the words of Prophet Mohammad whom he had seen in his dream: “Our Master! We shall construct the mosque like this. The pulpit should be here, the altar should be here and the lectern should be here.” Whereupon, smiling, Sultan Suleiman the Magnificent said:“Chief Architect! It seems that you are informed of my dream!” Wanting to state that he also saw the same dream, Architect Sinan said: “Our Master! I was also there in your sacred dream and I was coming two feet behind you!” Sultan Suleiman the Magnificent whose excitement and joy had increased, ordered immediately: “Then, the construction of the

yYb103ByY


YgGy derhal: “O halde bir an evvel caminin inşası başlasın!” diye emretmiş. Zaten bu emri bekleyen Mimarbaşı Koca Sinan, vakit geçirmeden hazırlıklarını tamamlamış ve yüce mabedin inşasını, Şeyhülislam Ebusuûd Efendi’nin temele ilk taşı koymasıyla başlatmış (Topbaş, 1999: 381–382).

Cevherli Minare Efsanesi Kanunî Sultan Süleyman Han’ın emriyle Mimar Sinan bu camiyi yaparken biraz sağlamlaşması için caminin inşasına bir yıl ara vererek başka hayratlar yapmaya koyulmuş. Acem Şahlarından Şah Tahmasb, Süleyman Han’ın cami inşasına bir yıl ara verdiğini duymuş. Hemen bir elçi görevlendirip bin kese para ve kıymetli mücevherle dolu bir kutuyu bir mektupla birlikte Kanunî Sultan Süleyman’a göndermiş. Gönderdiği mektupta:“Duyduk ki camiyi tamamlamaya gücünüz yetmeyip bırakmışsınız. Size dostluğumuza dayanarak şu kadar hazine mal ve bu kadar mücevher gönderdik. Bu mücevherleri satıp bu malı harcayıp camiyi tamamlamaya çalışın, bizim de yaptırdığınız camide bir hissemiz olsun.” diye yazmış. Cami inşaatı binlerce işçi ve ustalar tarafından yapılmaktayken elçi elinde bu mektup ve hediyelerle Süleyman Han’ın huzuruna çıkmış. Süleyman Han mektubu okuyunca çok öfkelenmiş he-

mosque must be commenced as soon as possible!” The Chief Architect Great Sinan who was expecting this order completed his preparations and started the construction of this great place of worship with the first stone put by Sheikh ul-Islam Ebusuûd (Topbaş, 1999: 381–382).

Leagend of the Jeweled Minaret While Architect Sinan was constructing this mosque with the order of Sultan Suleiman the Magnificent, he gave a break to the construction of the mosque for a year so that it becomes stronger for a year and started to construct other buildings. Shah Tahmasb, one of the Persian shahs, heard that Sultan Suleiman the Magnificent gave a break to the construction of the mosque for a year. He immediately appointed an envoy and sent a letter with one thousand bags of coins and a box full of jewels to Sultan Suleiman the Magnificent. In the letter he sent, he wrote: “We heard that you left the construction uncompleted since you have no means to complete it. We have sent that much money and that much jewel as a symbol of our friendship. Try to complete the construction after selling the jewel and spending the money and so we shall have a share in the mosque you are going to construct.” While the construction of the mosque was continuing by thousands of workers and masters, the envoy came before the Sultan Suleiman the Magnificent.

yYb104ByY


YgGy

men bin kese malı İstanbul’un fakirlerine elçinin gözleri önünde dağıtmış. Yine elçi önünde bir kutu mücevheri Mimar Sinan’a vermiş ve: “Şah’ın değerli diye gönderdiği bu taşlar, benim camimin taşları yanında çok değersiz

When the Sultan read the letter, he got angry and distributed one thousand bags of coins sent by Shah Tahmasb to the poor of Istanbul. Again he gave one box of jewels to Architect Sinan before the envoy and said: “These stones sent by Shah

yYb105ByY


YgGy

yYb106ByY


YgGy kalır. Hemen bunları diğer taşlarla beraber harcın içine kat!” demiş. Elçi bu durum karşısında hayretler içinde susmuş, aklı başından gitmiş. Şah Tahmasb’ın mektubuna karşılık aynı üslupla bir mektup yazarak elçiye vermişler. Diğer taraftan Mimar Sinan bu mücevherleri minarenin her altıgen süsünde bulunan mermer güllerin içine özenle yerleştirmiş. Bundan dolayı o minareye hâlâ “Cevherli Minare” derler. Güneşin ışığı bazı taşlara yansıyınca parıldar, ama bazı taşlar sıcağın şiddetinden, kar ve yağmurdan bozulup parıltısı yok olmuş ama camiin kıble kapısı sofa kemeri ortasında yuvarlak bir kâse büyüklüğünde Nişabur firuzesi vardır ki hâlâ parıltısından insanın gözü kamaşır (Çelebi, 1996: 64).

Kanunî Sultan Süleyman’ın Verdiği Akçe Efsanesi Süleymaniye Camii’nin temelinin atılacağı gün, Kanuni Sultan Süleyman Mimar Sinan’ı yanına çağırarak “Al bunu Sinan göreyim seni..” diyerek bir çeyrek akçe uzatır. Sinan çeyreği aldıktan sonra öpüp başına koyarak koynunda saklar. Caminin açılış merasiminde koynundaki akçeyi çıkarıp hükümdara uzatır. Kanuni akçeyi eline alarak caminin etrafında dolaştıktan sonra yüzünde sonsuz bir neşe ile, aynı akçeyi Mimar Sinan’a verir. Bu olayı görenler bir şey anlamadıkları

are worthless compared to the stones of my mosque. Put these stones with others into the mortar right away!” The envoy remained silent to this situation. They wrote a letter in the style of the letter of Shah Tahmasb and gave it to the envoy to bring it to the Shah. Architect Sinan placed these jewels with a great atantion to the marble roses in each hexagonal decoration of the minaret. Therefore, that minaret is still called as “Minaret with Jewels”. When the sunlight reflects on some stones, they shine; however, although some stones lost their glimmer because of the intensity of heat, snow and rain, there is a Nişabur turquoise in the magnitude of a round bowl in the middle of sofa arc of Qıblah door, with a glimmer that is still dazing (Çelebi, 1996: 64). Leagend of the Coin Given by Sultan Suleiman the Magnificent On the day when the groundwork of Süleymaniye Mosque was going to be laid, Sultan Suleiman the Magnificent called Architect Sinan and gave him a quarter of a coin saying: “Take this, Sinan. I will see what you are going to do…” After Sinan got the quarter, he kissed it and took it to his forehead and then kept it in his pocket. He took out the money and gave it to the Sultan in the opening ceremony of the mosque. After the Sultan took the money and wandered around the mosque with it, he extended the same money to Architect Sinan with joy on his face. Since those who witnessed this

yYb107ByY


YgGy için tüm bunların ne anlama geldiğini Mimar Sinan’a sorarlar. Mimar Sinan da şu şekilde izah eder: “Padişah önce bu akçeyi bana vermekle demek istedi ki, yapacağın binada bu akçenin sığacağı kadar bir açıklık olmasın. Bina bittiği vakit ben de aynı akçeyi kendilerine verdim. Akçe elinde bütün binayı dolaştı, en küçük bir açıklık göremedikleri için memnun oldular (Banoğlu, 1966: 237–238).

event did not understand anything, they asked what they meant to Sinan. Architect Sinan explained: “By giving this money to me, the Sultan wanted to say that there should not be an aperture where this money should fit into. When the building was completed, I gave him the same money. He wandered around the building with the money in his hand and he was happy that he did not see any aperture where the money would fit (Banoğlu, 1966: 237–238).

YENİ CAMİ’NİN YAPILIŞ EFSANESİ Yeni Cami’nin yapımıyla ilgili şöyle bir rivayet var: Padişah III. Murat Safiye Sultan’la evlenmek istemiş. Bu isteğini Safiye Sultan’a söyleyince Safiye Sultan da: “Seninle evlenirim ama bir şartım var, demiş”. Padişah: “Nedir şartın?” diye sorduğunda, Safiye Sultan: “Şu kadar deve yükü altın isterim.” diye cevap vermiş. Padişah da: “İstediğin altınları veririm fakat sana karada 1 metre dahi toprak vermem.” diyerek kabul etmiş. Daha sonra padişah ölünce Safiye Sultan Müslüman olmuş. Müslümanlığı kabul ettiği için de bir cami yaptırmak istemiş. Ama padişahın da “Sana karada 1 metre toprak vermem.” diye bir şartı var. Bunun üzerine vezirler de Safiye Sultan’a: “Karada yeriniz yok ama İstanbul’un etrafı denizlerle çevrili,

LEGEND OF CONSTRUCTION OF NEW MOSQUE There is a hearsay regarding construction of New Mosque. Murat III wanted to get married with Safiye Sultan. When he asked for the hand of Safiye Sultan, Safiye Sultan said: “I will get married to you, however, I have a condition.” When Murat III asked her: “What is your condition?” Safiye Sultan replied: “I want that much camel load of gold.” The Sultan accepted and said:“I give you the gold you want, however, I do not give you even 1 meter of soil.” Then, after the Sultan died, Safiye Sultan converted to Islam. Since she accepted Islam, she wanted to have a mosque constructed. However, there was the condition of the Sultan: “I do not give you even 1 meter of soil.” Whereupon,

yYb108ByY


YgGy

denizi doldurarak cami yaptırabilirsiniz. Böylece Padişahın da sözü yerine gelmiş olur.” demişler. Safiye Sultan bu fikri beğenmiş ve caminin inşa edildiği bölgeyi doldurtarak Yeni Cami’yi yaptırmış (Musa Çetintaş).

the grand viziers said to Safiye Sultan: “You have no soil in the land, however, Istanbul is surrounded with seas, and you could have a mosque constructed by filling the seas. Thus, the words of the Sultan are kept.” Safiye Sultan liked this idea and had the New Mosque constructed by filling the sea where the mosque was to be constructed (Musa Çetintaş).

yYb109ByY


YgGy SULTANAHMET CAMİ’NİN ALTIN MİNARELERİ Legend of the Golden Minarets of Sultanahmet Mosque

yYb110ByY


YgGy

Sultanahmet Cami, Türkiye’nin

altı minareli ilk camisidir. Dönemin padişahı I. Ahmet, cami inşaatına başlandığında Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’ya: “Bu caminin minarelerini altından yap!” diye buyurmuş. Ancak cami inşaatı ilerledikçe minareleri kaplamada kullanılacak olan altının değeri padişahın bütçesini fazlasıyla aşmış. Bunun üzerine Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa camiyi altın değil de altı minareli inşa etmiş. Padişah I. Ahmet, Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’ya: “Neden caminin minarelerini altından değil de altı yaptın”, diye sormuş. Mimar, Padişah’ın üzülmemesi için bu emri güya, yanlış anlamış gibi görünerek:“Padişah’ım “Bu caminin minarelerini altı!” yap diye siz emir vermiştiniz bu yüzden altı yaptım”, demiş ve Padişah’ı üzmemiş (Abdulkadir Emeksiz).

Sultanahmet Mosque is the first mosque with six minarets in Turkey. When Ahmet I., the sultan of the period, commenced the construction of the mosque, he ordered to Architect Sedefkâr Mehmet Ağa:“ Make the minarets of this mosque of gold!” However, when the construction progressed, the value of the gold to be used in coating the minarets exceeded the budget of the Sultan. Whereupon, Architect Sedefkâr Mehmet Ağa constructed the mosque with six minarets not with gold. (altın: gold, altı: six). Sultan Ahmet I asked Architect Sedefkâr Mehmet Ağa: “Why did you make six minarets in the mosque instead of golden minarets?” Pretending that he misunderstood the Sultan so that the Sultan not to worry, the Architect said: “Our master, you had ordered: “Make the minarets of this mosque six! For this reason, I made six minarets.” (Abdulkadir Emeksiz).

yYb111ByY


YgGy LALELİ CAMİ’NİN YAPILIŞ EFSANESİ Sultan III. Mustafa, Laleli semtinde yaşamakta olan Laleli Baba adlı dervişi sık sık ziyaret edermiş. Yine bu ziyaretlerinden birinde konuşurlarken Laleli Baba: “Ben İstanbul’u çok iyi bilirim. Gözümü bağlasam bile elimle koymuş gibi hangi sokağın nerede olduğunu çıkarırım”, demiş. Bunun üzerine Sultan Laleli Baba’yla bahse girmiş ve:“Madem öyle gözlerini bağlayarak İstanbul kapılarından geçelim bakalım hepsini bilecek misin”, demiş. Laleli Baba:“Eğer benim adıma bir cami yaptırırsan bunu yaparım”, demiş.Bunun üzerine Laleli Baba sultanın arabasına binmiş, İstanbul’un kapılarından tek tek geçmişler. Gözleri bağlı olduğu halde Laleli Baba her geçtiği kapının hangi kapı olduğunu bilmiş. Ne var ki bir kapıya gelince bir an şaşırmış ve bu kapının hangi kapı olduğunu bir türlü çıkaramamış. Padişah bahsi kazandım diye sevinmeye başladığı esnada Laleli Baba:“Ben bu kapıdan daha önce hiç geçmedim. Olsa olsa bu kapı yeni bir kapıdır”, demiş. Bunun üzerine padişah:“Bahsi sen kazandın. Ben seni yanıltmak için bu kapıyı dün açtırdım ama yine de sen bildin.” demiş. Laleli Baba’nın şartını yerine getirerek Laleli’de onun adına bir cami yaptırmış. İşte böylece Laleli Baba için yapılan cami onun adıyla anılırken, bildiği kapıya da Yenikapı denilmiş. (Behlül Düzenli)

LEGEND OF CONSTRUCTION OF LALELİ MOSQUE Sultan Mustafa III used to visit the dervish named Laleli Baba living in the district of Laleli. When they were talking in one of these visits, Laleli Baba said: “I know Istanbul very well. Even with my eyes tied, I could find any street.” Whereupon, the Sutlan bet with Laleli Baba and said: “Since it is so, let’s tie your eyes and walk through Istanbul gates and we shall see whether you shall be able to know all of them.” Laleli Baba said: “If you have a mosque constructed in my name, I will do this.” Whereupon, Laleli Baba got in Sultan’s cart. They walked through all the gates of Istanbul one by one. Although his eyes tied, Laleli Baba could recognise all the gates they passed through. However, he was lost in one of the gates and could not tell which gate it was. When the Sultan was happy that he would win the bet, Laleli Baba said: “I have never walked throug this gate. It should definitely be a new gate.” Whereupon, the Sultan said: “You won the bet. I have this gate opened yesterday to confuse you, however, you could tell it was a new one.” The sultan had a mosque constructed in the name of Laleli Baba in Laleli as he promised. The mosque is remembered with his name and the gate he recognised was a new gate was called as Yenikapı (New Gate) (Behlül Düzenli).

yYb112ByY


YgGy

yYb113ByY


YgGy

yYb114ByY


YgGy

yYb115ByY


YgGy KAYNAKÇA

Ferhat Aslan tarafından, çeşitli tarihlerde, İstanbul’un tarihi yapıları çevresinde sözlü kaynaklardan yapılan derlemeler. Bu derlemelerin ses kayıtları ve deşifre edilmiş metinleri şahsi arşivimizdedir. Banoğlu, Niyazi Ahmet: Tarih ve Efsaneleri ile İstanbul, İhsan Manavoğlu Ak, İstanbul, 1966. Banoğlu, Niyazi Ahmet: Tarihi ve Efsaneleriyle İstanbul Semtleri, İstanbul, Selis Kitaplar, 2007. Bayladı, Derman: İstanbul’un Yüreğinde Tarihe Yolculuk Anıtlar-OlaylarEfsaneler, [y.y.] Say Yayınları, [t.y.]. Can, Şefik: Klasik Yunan Mitolojisi, İstanbul, İnkılâp Kitabevi, 1994. Çetintaş, Musa, Erzurum, Lisans, Din Görevlisi. Dégh, Linda: “Günümüz Bağlamında Efsane Üzerine Teorik Bir Düşünme ve Efsanenin Tanımı”, çeviren: Selcan Gürçayır, Halkbilimde Kuramlar ve Yaklaşımlar 2, Yayına Hazırlayanlar: M. Öcal Oğuz, Selcan Gürçayır, Ankara, Geleneksel Yayıncılık, 2005, s. 343–344. Düzenli, Behlül, Erzurum, 1967, Doktora, Din Görevlisi. Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli: Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Hazırlayan: Orhan Şaik Gökyay, Topkapı Sarayı Aslan, Ferhat:

BIBLIOGRAPHY

Compilations made by Ferhat Aslan on various dates from verbal sources about historical buildings of Istanbul. Sound records and deciphered texts of these compilations are in our personal archives. Banoğlu, Niyazi Ahmet: Istanbul with its History and Legends, İhsan Manavoğlu Ak, Istanbul, 1966. Banoğlu, Niyazi Ahmet: Istanbul Districts with its History and Legends, Istanbul, Selis Kitapları, 2007. Bayladı, Derman: Journey to History in the Heart of Istanbul: Memorials-EventsLegends, [y.y.] Say Yayınları, [t.y.]. Can, Şefik: Classical Greek Mithology, Istanbul, İnkılâp Kitabevi, 1994. Çetintaş, Musa, Erzurum, License Study, Religion Official. Dégh, Linda: “A Theoretical Thinking on Legend within the Context of Today and Definition of Legend”, Translation: Selcan Gürçayır, Theorems and Approaches in Folklore 2, Editors: M. Öcal Oğuz, Selcan Gürçayır, Ankara, Geleneksel Yayıncılık, 2005, p. 343–344. Düzenli, Behlül, Erzurum, 1967, Doctorate Thesis, Religion Official. Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli: Evliya Çelebi Travel Book, Prepared by: Orhan Şaik Gökyay, Transcription of Topkapı Palace Baghdad 304 Handwriting – Index 1. Book, Istanbul, Yapı Kredi Aslan, Ferhat:

yYb116ByY


YgGy

Bağdat 304 Yazmasının Transkripsiyonu – Dizini 1. Kitap, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1996. Ergin, Osman: “Bir Efsanenin İçyüzü Cibali - Cebe Ali”, Yeni Tarih Dünyası, İstanbul, (1, Özel Sayı), 4–6. Erhat, Azra: Mitoloji Sözlüğü, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2003. Emeksiz, Abdulkadir, Konya, 1972, Doktora, Akademisyen. Emeksiz, Abdulkadir: “Efsanelerin İstanbul’u, Fetih ve Fatih”, 2005–2006 Fatih Sempozyumları I-II Tebliğler, Fatih Belediye Başkanlığı Kültür Yayınları, İstanbul, Mayıs 2007, s. 148–160. Güneş, Mehmet, İnebolu, 1945, İlkokul, Esnaf. İmer, Ali: “İstanbul Boğazı Efsanesi”, Türk Folklor Araştırmaları, C. 18, S. 164, Yıl: 14, 1963, s.2997–2998. İstanbul Efsaneleri, Focus Dergisi Ücretsiz Eki, Temmuz 2005. Koçu, Reşad Ekrem: İstanbul Ansiklopedisi 4. Cilt, İstanbul, Reşad Ekrem Koçu ve Mehmed Ali Akbay İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat Kollektif Şirketi, 1960. Kültür Bakanlığı Ve Tarih Vakfı: Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 1993. Menakıb-ı Mahmud Paşa-yı Veli: 1188, Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi

Yayınları, 1996. Ergin, Osman: “Inside Story of a Legend: Cibali - Cebe Ali”, Yeni Tarih Dünyası, Istanbul, (1, Private Issue), 4–6. Erhat, Azra: Dictionary of Mythology, Istanbul, Remzi Kitabevi, 2003. Emeksiz, Abdulkadir, Konya, 1972, Doctorate Thesis, Academician. Emeksiz, Abdulkadir: “Istanbul of Legends: Conquest and Conqueror”, 2005–2006 Conquest Symposiums I-II Communiqué, Fatih Belediye Başkanlığı Kültür Yayınları, Istanbul, May 2007, p. 148–160. Güneş, Mehmet, İnebolu, 1945, Primary School, Artisan. İmer, Ali: “Legend of the Bosphorus”, Türk Folklor Araştırmaları, C. 18, S. 164, Year: 14, 1963, p.2997–2998. Legends of Istanbul, Focus Dergisi Free of Charge Supplement, July 2005. Koçu, Reşad Ekrem: Encyclopedia of Istanbul 4. Volume, Istanbul, Reşad Ekrem Koçu ve Mehmed Ali Akbay İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat Kollektif Şirketi, 1960. Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı: Encyclopedia of Istanbul from Yesterday to Today. Istanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 1993. Menakıb-ı Mahmud Paşa-yı Veli, 1188, Süleymaniye Library, Bağdatlı Vehbi 2187, 26b-27b. Önder, Mehmet: (With its Legends-Epics-Sto-

yYb117ByY


YgGy

2187, 26b-27b. (Efsaneleri-DestanlarıHikâyeleriyle) Şehirden Şehire Anadolu, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1997. Öztürk, Ali: Türk Anonim Edebiyatı, 2. bs. İstanbul, Bayrak Yayımcılık, 1986. Sakaoğlu, Necdet: “İstanbul Efsaneleri”, İstanbul Dergisi, Nisan 1994. Sakaoğlu, Saim: 101 Anadolu Efsanesi, Ankara, Akçağ Yayınları, 2003. Sakaoğlu, Saim: Anadolu Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi ve Bu Efsanelerin Tip Kataloğu, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1980. Sakaoğlu, Saim: Efsane Araştırmaları, Konya, Selçuk Üniversitesi Yayınları, 1992. Sennur, Sezer-Adnan Özyalçıner: Bir Zamanların İstanbul’u Eski İstanbul’un Yaşayışı ve Folkloru, İstanbul, İnkılâp Kitabevi, 2005. Sertoğlu, Mithat: “Rum Tarihçisinin Yazdıkları” Resimli Büyük İstanbul Ansiklopedisi, [İstanbul],Yeni İstanbul Gazetesi, [t.y.]. Şehsuvaroğlu, Haluk: Asırlar Boyunca İstanbul, Cumhuriyet Gazetesi Yayını [t.y.]. Tarihi İstanbul, [İstanbul], [t.y.], Yeni İstanbul Gazetesi, “Tarihi İstanbul” ilavesi No: 16. Taner, Nuri: Yalova Efsaneleri, Ortipa Yayıncılık, 1998. Önder, Mehmet:

ries) Anatolia from City to City, Istanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1997. Öztürk, Ali: Turkish Anonymous Literature, 2. Ed.. Istanbul, Bayrak Yayımcılık, 1986. Sakaoğlu, Necdet: “Legends of Istanbul”, İstanbul Dergisi, April 1994. Sakaoğlu, Saim: 101 Anatolian Legends, Ankara, Akçağ Yayınları, 2003. Sakaoğlu, Saim: Motif of Stone Cutting in Anatolian Turkish Legends and Type Catalog of These Legends, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1980. Sakaoğlu, Saim: Studies of Legend, Konya, Selçuk Üniversitesi Yayınları, 1992. Sennur, Sezer-Adnan Özyalçıner: Once upon a time: Istanbul: Living and Folklore in Old Istanbul, Istanbul, İnkılâp Kitabevi, 2005. Sertoğlu, Mithat: “What the Greek Historian has Written” Resimli Büyük İstanbul Ansiklopedisi, [Istanbul], Yeni İstanbul Gazetesi, [t.y.]. Şehsuvaroğlu, Haluk: Istanbul during Centuries, Cumhuriyet Gazetesi Yayını [t.y.]. Tarihi İstanbul, [Istanbul], [t.y.], Yeni İstanbul Gazetesi, “Historical Istanbul” Supplement No: 16. Taner, Nuri: Legends of Yalova, Ortipa Yayıncılık, 1998. Topbaş, Osman Nuri: Ottoman with its Monuments and Personalities, Istanbul, Erkam Yayınları, 1999.

yYb118ByY


YgGy

Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, İstanbul, Erkam Yayınları, 1999. Turan, Refik: “Efsanelerle İstanbul’un Fethi”, Tarihi Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempozyumu VII, 9–11 Mayıs 2003, İstanbul, 2003. Ünver, Süheyl: İstanbul Risaleleri, haz. İsmail Kara, İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, 1995. Ünver, Süheyl: “Ayasofya Türk Efsaneleri Hakkında”, Türk Folklor Araştırmaları, 1949. Yerasimos, Stefanos: Kostantiniye ve Ayasofya Efsaneleri (çev.: Şirin Tekeli), İstanbul, İletişim Yayınları, 1993. Yerasimos, Stefanos: Süleymaniye, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002. Yıldırım, Abdullah: “Kutsal Hazine Çemberlitaş’ın Altında Gizli” Yeni Şafak Gazetesi, 31 Ekim 2007. Zengin, Şükrü, Gümüşhane, 1956, Lise, Din Görevlisi. Topbaş, Osman Nuri:

Turan, Refik: “Conquest of Istanbul with Legends”, Eyüp Sultan Symposium with Historical Culture and Art VII, 9–11 May 2003, Istanbul, 2003. Ünver, Süheyl: Istanbul pamphlets, Preparation: İsmail Kara, Istanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, 1995. Ünver, Süheyl: “About Hagia Sophia Turkish Legends”, Türk Folklor Araştırmaları,1949. Yerasimos, Stefanos: Constantinople and Hagia Sophia Legends (Translation: Şirin Tekeli), Istanbul, İletişim Yayınları, 1993. Yerasimos, Stefanos: Süleymaniye, Yapı Kredi Yayınları, Istanbul, 2002. Yıldırım, Abdullah: “Sacred Treasure is hidden under Çemberlitaş” Yeni Şafak Gazetesi, 31 Ekim 2007. Zengin, Şükrü, Gümüşhane, 1956, High School, Religion Official.

yYb119ByY


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.