The Pala Attila İlhan Özel Sayısı

Page 1

The Pala

Attilâ Ilhan YIL: 10 SAYI: 62

- ŞAİRLER AYAKTA ÖLÜR - ATTİLÂ İLHAN VE ROMANCILIĞI - ATTİLÂ İLHAN VE SİNEMA

Özel


The Pala

Attilâ Ilhan Özel İMTİYAZ SAHİBİ Özgür ALPER FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi ve Fen Lisesi Okul Müdürü --Sorumlu Müdür Yardımcısı Şenay KURT --Yayın Yönetmeni Buğra Han BAŞ Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Arda SEPİCİ-Ece ÇOBAN-Serra TOKSÖZ Melek ÇAKAR-Fatma TEKİN-Alara KUMRU Ece ERGENÇ Düzeltmen Filiz YUMUŞAK Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni --Tasarım - Görsel Düzenleme - Dizgi Cevat Adil BEZİRGAN- Emre YEŞİLÇİMEN Baskı - Cilt Şevki SÜTÇÜ - Hasan ÇOŞAR Fotoğraf Destek Berrin BAŞARAN İMTİYAZ SAHİBİ, SORUMLU VE YÖNETİM YERİ ADRESİ Büyükdere Caddesi: 194/3 Maslak İstanbul Tel: 0212 286 11 30 (FMV) www.fmv.edu.tr E-POSTA : bugra.bas@fmvisik.k12.tr 2 Ayda 1 yayımlanır süreli okul dergisi

1

YIL: 10 SAYI: 62

İÇİNDEKİLER - Attilâ İLHAN Kimdir? - “Kaptan” Lakabıyla... - Üç Beş Kişi - Attilâ İLHAN’a Saygılarımla... - Şairler Ayakta Ölür - Attilâ İlhan Romancılığı - Duygular - Cinayet Saati - Attilâ İLHAN ve Sinema - An Gelir Attilâ İLHAN Ölür


Sevgili Işıklılar...

1946

yılı Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Lisesi mezunu Attilâ İlhan, edebiyatımızın renkli ve karizmatik simalarından biriydi. Her ne kadar şair olarak tanınsa da 80 yıllık yaşamına edebiyatın yanı sıra gazetecilik, eleştirmenlik, siyaset gibi pek çok alandaki çalışmalarını sığdırmayı başarmıştır. Dolayısıyla onun çok yönlü, çok aktif ve ölümüne kadar hiç durmadan sürekli yazmış, üretmiş bir insan olduğunu söyleyebiliriz. İlhan kendisini asla bir şair olarak tanımlamaz, böyle tanımlayanlara da kızardı. Ona göre kendisi bir düşünürdür. İlhan’ı araştırdığınızda karşınıza doğruları uğruna kavga etmekten çekinmeyen, kitleleri arkasından sürükleyen, özellikle ses tonu ve tiyatral yapısı ile karizmatik bir adam çıkıyor. İlk şiirini 1941 yılında yazan, ilk ödülünü FMV Işık Lisesi öğrencisi iken 1944 yılında alan İlhan, kökü Atatürkçülüğe bağlı olan toplumsal gerçekçi şiir yapısını önerecek ve Atatürk’ü anlatan O Sarışın Kurt adlı romanı yazacak kadar Atatürkçü bir düşünürdü. Onunla ilgili bir başka çok önemli ayrıntı da şiir tarzını ilk kitabından son kitabına kadar korumuş olmasıdır. Bu her şairin başarabildiği bir durum değildir. İlhan, şiirlerini, yazılarını çok sıkı takip edecek kadar titiz bir insandı. Eğer şiiri yanlış anlaşılır veya yanlış anlatılırsa müdahale eder, okuyucunun şiirlerini kendi özgür iradesi ile anlamasına müsaade etmez, şair olarak kendi vermek istediği duygunun anlaşılmasını isterdi. Şair, romancı, denemeci, gazeteci, senarist ve eleştirmen İlhan’ı saygı ve rahmetle anarken FMV Ayazağa Işık Lisesi The Pala Dergisi Attilâ İlhan özel sayısında emeği geçen tüm öğretmen ve öğrencilerimi kutluyor; emeklerinden dolayı onlara teşekkür ediyorum.

Özgür Alper FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi / Fen Lisesi Müdürü 2


ÖĞRENCİLERDEN

Attilâ İlhan Kimdir?

A

ttilâ İlhan divan şairi bir babayla, Nedim hayranı bir annenin İzmirli oğludur. Attilâ İlhan, şiirleri babası tarafından sevilmeyen bir şair, Sait Faik’in arkadaşı, Maria’nın sevdalısı, Paris’te bir yabancı, sabıkalı bir öğrencidir. ‘‘Ali Kaptanoğlu’’ adlı senarist, ‘‘Nevin Yıldız’’ve “Beteroğlu” isimli dergi yazarıdır. İmkânsız aşkların, yarım kalmış sevdaların şairidir. Kişi duygularını nasıl ifade edeceğini bilemediğinde hislerine tercüman olan, o an yardımına koşandır. O hiçbir yerdedir aslında, yoktur ama her yerdedir de. Şiirlerindedir o, satır aralarına gizlenmiştir. Ben Sana Mecburum’u okurken akan gözyaşındadır. Zamana meydan okumuş zamansız bir yerdedir, bir şiir uzağımızdadır. Fiziken değil belki ama tüm benliğiyle, en samimi duygularıyla ve acılarıyla hayattadır. Bedeni ölüdür fakat onu hayatta tutan şey hisleridir, kelimelere yüklediği anlamlardır, yarım kalmışlığı ve sızılarıdır aslında.“Söz uçar yazı kalır.” derler ya, tam da öyle işte. Şair uçar şiiri kalır, düşünceleri kalır, yüreği kalır. Attilâ İlhan en duygusuzumuzu bile hislendiren ya hani, hâliyle basitçe “yalnızım” demez de : “Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım Bu gece dağ başları kadar yalnızım Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından Dudaklarımda eski bir mektep türküsü Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim Gözlerim gözlerini arıyor durmadan Neredesin ?” der.

3

Melek ÇAKAR

“Sana gelirken hep ellerim ceplerimde gelirdim/ Olur da aşkımın elleri üşümüştür/ avuçlarımda ısıtırım diyerekten”der. Böyle ince ruhludur işte, güzel kalplidir. Ellerini ceplerine koymasının amacı kendi ellerini ısıtmak değildir, yüreğini ısıtanın avuçlarını ısıtmaktır. İşte biz de “Attilâ İlhan bencil değildir.” demeyiz de “Yüreğini ısıtanın avuçlarını ısıtır.” deriz. Unutulmak istemez o da herkes gibi, hele ki sevdiği onu unutmasın, kalbinin, aklının bir köşesinde hep ansın ister. Haksız mı ki, hangimiz isteriz bir an olsun hatırımızdan çıkarmadığımızın bizi kalbinin tozlu köşelerinde unutulmaya bırakmasını? Yine direkt “Unutma beni!” demez, yabancılaşmak istemez bir zamanlar yüreğine aldığıyla. “Bir eski dost gibi hatırla beni/ Bir selam ver yeter/ Unutmuş olsan da eski günleri/ Adımı ara sıra an yeter” der. Attilâ İlhan sigara içmezmiş, alkol sevmezmiş. Yüreği yandığında ciğerini de yakmaz, öyle hafifletmezmiş acısını. Alırmış eline bir kalem, bir kâğıt bir de yürek; yazarmış sadece. Onun o sadece yazdıkları da ne çok şeye bedeldir aslında, ne değerlidir! Ve bir Işıklıdır Attilâ İlhan, hepimizin yolunu aydınlatan, sevgi meşalesiyle gönülleri ısıtan eski bir Işıklı …


“KAPTAN” LAKABIYLA..

Zeynep BOZALİ

… Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum … Ne kadar seviyorsun dersen “Nar” kadar derim Dışımdan bir ben görünürüm, içimden binlerce sen dökülür... … Ben aşk nedir bilmem, eski kafalıyım Bir seni bilirim, bir de adın geçince sıkışan kalbimi … Sen yoksun Deniz yok Yıldızlar arkadaşım Ya bu gece harika bir şeyler olsun Yahut bir bomba gibi İnfilak edecek başım … Oysa ben akşam olmuşum Yapraklarım dökülüyor Usul usul Adım sonbahar …

Gözleriniz olmasa konuşamayacaktım, hep böyle cana yakın mı bakarsınız? … Aklım başımda değildi, küfür gibi huzursuzdum. Herkes beni unutmuştu, ben kimseyi unutmamıştım … Evel zaman içinde kalbur saman ölür Kubbelerde uğuldar Baki Çeşmelerde akar Sinan An gelir Kanuni Süleyman ölür An gelir Attilâ ölür…

Bazı şair ve yazarların büyüklüğünü anlatmak için uygun kelime bulamazsınız; onlar yazdıkları ve yaşattıkları ile kendi kendilerini anlatırlar zaten bize. Attilâ İlhan’ın ne büyük, ne hisli ve ne kadar etkili olduğunu şiirlerinden birkaç örnekle hatırlayalım istedim.

4


ÖĞRENCİLERDEN

Ç

oğunlukla bir şair olarak tanıdığımız ve tanımladığımız Attilâ İlhan, kuşkusuz bir şairden fazlasıydı. Gazetelerin köşesinde toplumsal ve siyasi sorunları irdelemiş, içinde yetiştiği toplumun değerlerini ve siyasi mücadelelerini anlatmış; aşk, ölüm, yalnızlık gibi temaları toplumsallıkla harmanlayan birçok roman kaleme almıştır. Şiirlerinde kendi hissiyatını yansıtmasının yanı sıra, biz insanların duygularını ve kaygılarını da öyle manidar bir şekilde yansıtmıştır ki sevdiklerimize kelimelerle ifade etmek için kıvrandığımız fakat edemediğimiz hislerimize onun dizelerinde rastlarız kimi zaman. Kimi zamansa sayfa aralarında toplumsal sorunları, yıllar yılı cebelleştiğimiz meseleleri görür; sayesinde kendimizi ve toplumumuzu daha iyi tanır, kazandığımız farkındalıkla bazı sorunların üstesinden gelmeye çalışırız. Çok yönlü kişiliğiyle ilgimizi uyandıran Attilâ İlhan, “Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız, onlar bizi okumazlar. Asıl seslendiklerimiz, hiçbir zaman tanımayacağımız başka üç beş kişidir.” demiş bir zamanlar. Tam da o bahsettiği “başka üç beş kişiler” olarak onun hayata, topluma ve insana bakış açısını anlamak için çaba sarf ediyoruz. Henüz on beş yaşındayken sevdiği kıza yazdığı mektuba Nazım Hikmet’in dizelerini dâhil etmesiyle tutuklanması, hapiste zaman geçirmesi, okullarından uzaklaştırılması; yazıya ne kadar genç yaşlarda başladığını ve Nazım’ın dizeleriyle duygularını ifade etmek pahasına ailesinden, arkadaşlarından uzak birkaç ayı hapishanede geçirmeyi göze

5

Fatma TEKİN

üç BEŞ KİŞİ

aldığını gösterir. O çalkantılı, kelimelerin ve edebiyatın gücünün kimilerini korkuyla sardığı zamanlarda, genç Attilâ, edebiyata gerçek anlamda gönül verdi. Zaten ondan sonra da şiirleri ve romanlarıyla kalbimizde ve Türk edebiyatında büyük bir yer edinmeyi başardı. “Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum” Belki de kendisiyle en çok bağdaştırdığımız dizelere, tutkulu bir aşkı buruk bir dille anlattığı Ben Sana Mecburum şiirinde rast geliyoruz. Attilâ İlhan; sevgilisine olan daimî aşkını, araya giren hüzünlü bir dargınlık ve ayrılık sürecine rağmen sevgilisinden kopamadığını, onu


ÖĞRENCİLERDEN

unutamadığını, tam tersine ona daha büyük bir şevkle bağlandığını bu şiirinde en incelikli şekliyle anlatmış. Dizeleri okuyup gözlerimi kapattığımda bir hazan mevsiminde, serin ve yağmurlu İstanbul akşamlarından birinde, ayrılığın keskin ve bitmek bilmez acısını kalbinin derinliklerinde hisseden ve yalnızca sevgilisini düşünen, bu düşünceyle içini ısıtan bir âşık genç beliriyor hayalimde. Akşam iyiden iyiye çökmeye başlayınca gökyüzünü parçalayan şimşeklerin ve sokak lambalarının biraz da olsun aydınlatabildiği Fatih’in loş ve sessiz sokaklarında yapayalnız âşık, gramofondan gelen bir şarkıdan etkilenir; durup dinlemek ister bir süre. Bilmediğiniz bir sokakta yürürken eski ama sıkı bir dosta rastlar, duygusal bir an yaşarsınız ya; o âşık da, eski bir dosta rastlamışçasına sokağın bir köşesinde durup müziğin dünyasına bırakmak ister kendini, belki gözlerini yaşartır duygusal şarkı sözleri, belki de yalnızca yağan yağmurdandır o damlalar. Onsuz olmayı düşünemediği, büyük bir özlemle andığı mecbur sevgilisinin o an nerede olduğunu, neler yapıyor olabileceğini düşünür ve kurgular. Kendisini ve İstanbul’u terk ediyor olabileceğini düşünür. Her ne kadar yanı başında olmasa da hatta çok uzaklarda olsa bile onsuz bir gelecek hayal edemez çünkü kendisi de bilir ona ne denli

“mecbur” olduğunu. İmkânsız aşklarını, acı ayrılıklarını anlattığı dizeler yalnızca onun duygularını değil, biz “üç beşin” de ifade edemediği duyguları yansıtır. Belki geleceğimizi anlamlı kılacak insanlarla göz göze geldiğimizde bir Attilâ İlhan dizesi fısıldamak yeterli olacak duygularımızı yansıtmaya. Ayrılığın karanlık boşluğunda yalnız başımıza yönümüzü bulmaya çalışırken bir Attilâ İlhan dizesi gelecek aklımıza hislerimizi tanımlayan, yalnız olmadığımızı hatırlatacak bizlere. Belki de sevdiğimiz insanın ellerini sımsıkı tutarken gözlerimiz dolacak çünkü köşedeki meyhaneden bir kadın sesi yükselecek, onun dizelerini besteleyip seslendiren. Bir zamanlar da söylediği gibi, o üç beş kişiyi tanımayacak, göremeyecek çünkü on iki sene önce usta bir edebiyatçı olarak şiirlerinde de yer verdiği İstanbul’un bir sokağında gözlerini bir daha açmamak üzere kapattı bu dünyaya Attilâ İlhan. Fakat bu demek değildir ki biz üç beş kişi olarak onu okumaktan, anlamaktan ve duyumsamaktan vazgeçeceğiz. Sadece ölüm yıl dönümünde değil, hayatımızın herhangi bir anında bize hissettirdiği duyguları hatırlayacak, sevdiklerimizin gözlerinde onun dizelerinin izlerini göreceğiz bir ihtimal.

6


ÖĞRENCİLERDEN

Attilâ İlhan’a Saygılarımla

E

debiyatımızın sahip olduğu en büyük değerlerinden biri olan Attilâ İlhan, içimizdeki lirizmin, aşkın, umutsuzluğun, sevginin beden bulmuş hâlidir. Hiç şüphesizdir ki şiirlerinde yer verdiği bu temalar en içten hislerle yazılmıştır. Çünkü kendisi, her şiirin anlam ifade ettiğini savunur. Okurlar, onun yazdığı şiirlerden şiirsel haz alabilir. Attilâ İlhan’ı aslında kendisi yapan bu özelliği, herkesin içindeki şiiri keşfetmesinden, herkesin içine dokunmasından kaynaklanır. Onu kendisi yapan bir başka özelliği de eserlerinin, her dönemde farklı duygularla okunabilmesidir. Eserlerinde yarattığı küçük duygu sağanaklarıyla okurun eseri anlama ve eseri içselleştirme oranı artar. O, okurun gözünde yalnız bir erkeğin aşk acısını, özlemini, ayrılığını hisseden kişiyi sembolize etmemektedir. Attilâ İlhan, sadece lirik tarzda şiirler yazmamıştır, en ünlü şiirlerinden bir kısmı da toplumla, mil-

7

Serra TOKSÖZ

letle ilgilidir. Milletin, “Ata Türkiye’nin” sesi olmuştur. Türk şiirinin tarihi ile toplumsal ve siyasal tarih, kimi zaman alt motif olarak, kimi zaman da yüksekten seyrederek onun şiirlerinde yer almıştır. Attilâ İlhan’ın “milliyetçiliği” de vatanseverliktir. Onun milliyetçiliği; dine, dile veya ırka değil, vatanın varlığına ve yükselişine dayanır. Ona göre bizi millet yapacak olan şey, kendi topraklarının devrimciliğiyle buluşmuş Atatürkçülüktür. O, Atatürkçülüğün sadece lafla olmayacağını bilir ezilen taraftan yana, emperyalizme karşı bir duruş sergilemek gerektiğini düşünür. Onu ölümsüz yapan temel neden de bu düşünceleridir. Attilâ İlhan, Türk edebiyatı için, Türk milleti için büyük önem taşımaktadır. Attilâ İlhan’ın aramızdan ayrılışının on ikinci yılında onu özlem ve rahmetle anıyor, şiirlerinde duygularımızı buluyoruz.


ŞAİRLER AYAKTA ÖLÜR* MAHUR BESTE şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız o mahur beste çalar Müjgân’la ben ağlaşırız gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız o mahur beste çalar Müjgân’la ben ağlaşırız bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı gittiler akşam olmadan ortalık karardı bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara simsiyah bir teselli olur belki kalanlara geceler uzar hazırlık sonbahara Attilâ İLHAN* “12 Mart sonrasının kahır günleriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi... Karşıyaka’dan İzmir’e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı… Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra… Vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek sesle tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıhtım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürüdüm.”

K

arşıyaka İskelesi’nin yanında Tilla Pub adlı bir kafe-bar vardı. Attilâ İlhan’ı ilk orada görmüştüm. Hatta adıyla ilgi kurup deniz kıyısındaki bu mekânın ona ait olduğunu sanmıştım. 1979 ya da 1980 senesiydi. Annem ve babam arada sırada rastladıkları ve ayaküstü konuştukları büyük şairle aynı mekânda bulunmanın heyecanını bastırmaya gerek duymaksızın Attilâ İlhan’la Menemen’den, şiirden, havadan sudan konuşmaya başlamışlardı. Bir ara yakınarak, “Ona bakarsanız beni de sevda şairi yaptılar.” dediğini hatırlarım. Kış güneşli bir Karşıyaka anısı…

Buğra Han BAŞ

Açıkçası Attilâ İlhan şiirinin epik, toplumcu, kavgacı ve ulusal yönelimlerini sonraları gördüm. Örneğin Mahur Beste’nin neyin üzerine yazıldığını öğrendiğimde lisedeydim. “Kaptan”ın Cebbar Oğlu Mehemmed şiiriyle ödül alıp şairliğe adım attığı yaşlardaydım. Ergüder Yoldaş’ın Sultan-ı Yegâh’ı ve Mahur Beste’yi müzikle boyutlandırdığı yıllardı. Dâhi müzisyenin etkileyici besteleri, 1980’lerde pek çok kişinin şairi yeniden okumasına ya da tanımasına vesile olmuştu. “Yalnızlığı, içinde köpek gibi havlayan”, “sakin gecede Emirgân ve birilerince dövülüp dişlerini tüküren”, yeni çıkmış bir siyasiyi görünce “özgürlüğünden utanan”, “içindeki bozgunla harıl harıl söyleşen”, “Mohikanlar gibi dans eden” Attilâ İlhan, söylediği gibi ayakta ölmüştür ve ayakta alkışlanacaktır.

SULTAN-I YEGÂH şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın nemli yumuşaklığı tende denizden gelen âhın gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak su yasak rüzgâr yasak açık kapılar yasak belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın

Attilâ İLHAN*

8


ATTİLÂ İLHAN ROMANCILIĞI Buğra Han BAŞ

“Yaşadığım dönemi bütün kesitleriyle, bütün sanat dallarında vermeye çalışıyorum. Ben dünyadan gittikten sonra Attilâ İlhan’ın şiirleri, romanları, filmleri, yazıları onun yaşadığı dönemleri hemen hemen bütün kesitleriyle gösterecek. Buna yaşadığı döneme tanıklık etmek diyor Frenkler. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum.” Attilâ İLHAN

A

ttilâ İlhan şiiri, Attilâ İlhan romanını gölgede bırakmıştır. Sadece romanını da değil; Hangi Sol’u, Hangi Atatürk’ü, Hangi Batı’yı, Şoför Nebahat’i, Kartallar Yüksek Uçar’ı… gölgede bırakmıştır. İki dakikada okunabilecek bir metin, birkaç günde okunabilecek bir metne tercih edildiğinden şiir, “türler arası okuma yarışmasında” bir sıfır öndedir. Başarılı, çok yönlü bir sanatçının romanlarının kendi şiirleri kadar telaffuz edilmiyor olması da bir bakıma kabul edilebilirdir. Yine de her şeyi olduğu gibi kabul etme hafifliğine kapılmayıp önlem almakta fayda vardır: Attilâ İlhan, çağına tanıklık eden, ödüllü bir romancıdır. Aynanın İçindekiler, Attilâ İlhan’ın Türkiye tarihinin 1909-1960

9

dönemini anlattığı romanlarının adıdır. Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet’te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Allah’ın Süngüleri, Gazi Paşa romanları; işgal yanlısı cemiyetleri, çıkar düşkünlerini, vatanseverleri, iktidar terörünü, popülist politikacıları, idealistleri, emperyalizm yanlılarını, ihtilallerin kıydığı aydınları, toplumunu reddeden özentileri… anlatırken dokümanter romanın tekdüze havasından uzak olup insan sıcaklığıyla iç içedir. Aynanın İçindekiler serisinin dışında Sokaktaki Adam, Fena Halde Leman, Zenciler Birbirine Benzemez, Haco Hanım Vay romanları da bireyselden toplumsala, toplumsaldan evrensele uzanabilen romanlarıdır.


DUYGULAR Duygularım ağır yaralı Sanki kurşun yemiş kan kaybeden Duygularım Hayatını kaybetmek üzere Ne duygularımı paylaşacak biri var hayatımda Ne de beni seven biri Yani unutulmuş mazide kalmış biriyim… Attilâ İLHAN

Alara KUMRU

T

arih, 10 Ekim 2005. İkinci bir kalp krizi, edebiyat dünyasının en önemli şair ve yazarlarından biri olan Attilâ İlhan’ı buldu. Bu kalp krizi; romantizmi yansıtan, şiirin gösterişli imgelerden oluşmadığını gösteren, bireysel duyguları egzotik bir havayla işleyip şiire yeni bir boyut kazandıran, bunların yanı sıra yakın tarihi ve toplumsal sorunları işleyen romanlar yazan değerli ve yetenekli bir edebiyatçı olan Attilâ İlhan’ın hayata gözlerini yummasına neden oldu. Attilâ İlhan deyince, çoğu kişinin aklına Ben Sana Mecburum ya da Böyle Bir Sevmek şiiri gelir. Çünkü bu iki şiirde aşkı, ulaşılmazı, hayal dünyasında oluşturulan sevgiliye olan bağlılığı ve kendisini en iyi şekilde anlattığı düşünülür. Bir insanın, içinde yaşadıklarını ya da çevresinde gözlemlediği olayları eline kalemi alıp anlatması çok kolay değildir. İçindekileri dizelere dökse bile bu hissi okuyucuya geçirebilmek çok zordur. Ama Attilâ

İlhan, dünyanın en sert insanının bile gönlünde bu iki şiirle birlikte taht kurmayı başarmıştır. Şiirler birden fazla duyguyu insana yaşatabilir ya da birden fazla anının bir anda insanın gözlerinin önünde canlanmasını sağlayabilir. Neden bu iki şiirden birini değil de Duygular şiirini seçtiğimin cevabı da budur. Bana göre Attilâ İlhan duygularını sadece kaleme almakla kalmamış, aynı zamanda onları somutlaştırmıştır. İçindekileri özgürce dile getirmiştir. Duygularıyla yüzleşmekten kaçan insanlara örnek olmuştur. Attilâ İlhan, göremediklerimi görmemi sağlayan bir şair olmuştur. Bu yüzden eminim ki ölüm yıl dönümünde onun kitaplarını okuyup ya da şiirlerini dinleyip içi sızlayan, gözü yaşlı birçok insan vardır. Biz sadece bir şair kaybetmedik, hiç kimsenin yapamadığını yapan bir aşk adamını kaybettik. Unutulması imkânsız bir şairdir Attilâ İlhan.

10


ÖĞRENCİLERDEN

CİNAYET SAATİ Zeynep Ece ERGENÇ “haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu dört bıçak çekip vurdular dört kişi yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu ...”

D

aha ilk dörtlükte olayın içine çekiveriyor bizi Attilâ İlhan. Vurulanın bir vapur olduğunu hayal edince ilk başta afallıyor insan. Ancak daha sonra kolları bağlı ağlayan bir insanın, demirlenmiş bir vapura benzetildiğini anlıyor. Yemyeşil bir ay, dört bıçak, dört kişi... Attilâ İlhan’ı hiç bilmeyen birisi bu yabancıl ve gösterişli imgelerden onun oldukça özgün bir şair olduğunu hemen fark edebilir. “deli cafer ismail tayfur ve şaşı maktulün on beş yıllık arkadaşı üçü kamarot öteki aşçıbaşı dört bıçak çekip vurdular dört kişi” Her insanın zihninde farklı canlanan bu dört karakter, görüyoruz ki cinayetin suçluları. Daha sonra öyle bir yer ediniyor ki bu dört karakter insanın zihninde... “cinayeti kör bir kayıkçı gördü ben gördüm kulaklarım gördü vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü hiçbiriniz orada yoktunuz” “Ben gördüm kulaklarım gördü” Kulaklar nasıl görebilir diye düşününce insan ve bir kez daha şaşırıyor. Ancak “Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.”

11

diyor Mevlana Mesnevi’sinde. Ve şüphesiz insanı beyninden vuran “Hiçbiriniz orada yoktunuz” dizesidir. Evet cinayet saatinde orada yoktuk ama görmüş kadar olduk. Bu alışılmamış bağdaştırmalar, bu tiyatral anlatım bizi sanki aldı ve o geceye, Haliç’teki cinayet yerine götürdü. “vapuru onlar vurdu ben vurmadım cinayeti kör bir kayıkçı gördü ben vursam kendimi vuracaktım” Cinayet saatinde kendinde olmayan ama olay yerinde bulunan, cinayet suçu üzerine atılmış bir insanın çaresizliğini yansıtan bu şiirde son dize: “Ben vursam kendimi vuracaktım” ifadesi insanın şöyle düşünmesine sebep oluyor: “Acaba neden kendini vuracaktı? Kendinde olmayan ama cinayete tanık olmuş bu adam neden böyle bir şey söyledi? Neden o kadar üzgündü?” Attilâ İlhan, İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat’ında, 16 yaşındayken tutuklanmış ve okuldan uzaklaştırılmış, üç hafta gözaltında kalmış ve iki ay hapiste yatmıştır. Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir karar verilince eğitim hayatına ara vermek zorunda kalmıştır. Danıştay kararıyla 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazanınca Işık Lisesine yazılmış, daha sonra buradan mezun olmuştur. Okulumla gurur duyma sebeplerimden biridir Attilâ İlhan ve kendi ufak çaplı yazılarımda onu örnek alırım kimi zaman. Işık ailesi olarak vefatının 12. yıl dönümünde onu saygı ve özlemle anıyoruz.


ÖĞRENCİLERDEN

ATTİLÂ İLHAN VE SİNEMA

H

epimiz Attilâ İlhan’ın şiirlerini, romanlarını ve denemelerini biliriz. Ancak bu şairin ve yazarın aynı zamanda bir de senarist olduğunu çoğunlukla kaçırırız. Senaryosunu yazdığı eserler arasında Şoför Nebahat, Ölüm Perdesi, Devlerin Öfkesi adlı filmleri; Teleflaş, Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar, Yarın Artık Bugündür, Yıldızlar Gece Büyür adlı televizyon dizileri vardır. Şoför Nebahat Attilâ İlhan bu filminde Nebahat adlı bir kadının para kazanmaya çalışmasını anlatır. Nebahat’ın şoför olan babası yeni bir araba aldığı için borçları vardır. Babası vefat edince alacaklılar parayı Nebahat’ten isterler. Nebahat de borçlarını kapatabilmek için şoförlüğe başlar. Ancak kadın şoför olmanın zorlukları vardır. Film 1960 yılında siyah beyaz, 1970 yılında renkli olarak iki kere çekilmiştir.

Arda SEPİCİ

Yarın Artık Bugündür Bu dizinin konusu Tıp Fakültesini yeni bitirmiş Doktor Zeynep’in Doğu’nun ücra bir kasabasında zorunlu görev yapmasıdır. Doğu’ya gitmeden önce İstanbul’da ışıltılı bir yaşamı olan Zeynep istemeyerek görevine gider. Ancak bu bölgedeki yaşamın kendi yaşamından çok farklı olduğunu, buradaki cahilliği, yalnızlığı ve halkın sıkıntılarını görür. Arada yaptığı İstanbul ziyaretlerinde yavaş yavaş buradaki hayatından uzaklaşmakta olduğunu fark eder.

Kartallar Yüksek Uçar Dizi Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren iki aileyi ve onların çatışmalarını konu alır. Bu iki aileden biri olan “Banazlar” ticaretle uğraşan zengin bir ailedir. “Hanımağalar” ise bir kasabada zengin olup kente yerleşen bir ailedir. Bu iki ailenin birbirleriyle verdiği hem ekonomik hem de kültürel bir mücadele vardır. Bu diziyle Attilâ İlhan, o dönemin özelliklerini yansıtıp zaman ilerledikçe ekonomik ve kültürel yapının nasıl değiştiğini bizlere gösterir.

12


AN GELİR ATTİLÂ İLHAN ÖLÜR 11

Ekim 2005… Dört yaşındayım henüz. Televizyonda bir kalabalığı izliyoruz. Akın akın gelerek büyük bir meydanda toplanan insanlar; kasketli, gözlüklü bir adamın resmini taşıyorlar sol yakalarında. Sonra, şu anda bile hafızamın derinlerinde bir yerde duyduğum teyzemin o cümlesi geliyor aklıma: “Bu kalabalığı unutma yavrum, Attilâ İlhan’ı unutma!” Bizim hislerimizin, ruhumuzun tercümanı olan usta şairimiz Attilâ İlhan’ın cenaze törenini izliyormuşum o gün meğer. O kalabalığı, o lirik dizelerin sahibiyle bütünleşmiş kasketi, gözlükleri ve en önemlisi şiirlerini, hiç unutmadım. “An gelir Attilâ İlhan ölür.” diyor ya bir şiirinde, aslında sadece bir gidiş onunki. Yaşar Kemal’in tabiriyle bu güzel insan, güzel bir ata binip, çekip gidiyor sadece. Ölmek demek değil ki bu! Mısraları dilimize bağımlısı olduğumuz bir şarkı gibi dolanırken ölmesi mümkün mü? Attilâ İlhan der ki: “Sanat toplumsal bir çabadır; toplumdan gelir, topluma döner.” Tıpkı aynaya baktığımızda yansımamızı görmemiz gibi. Bu nedenle, Attilâ İlhan şiirlerini aynalara benzetmişimdir hep. Dizelerini oluşturan sözcüklerde kendimi bulduğum, kendi hayatıma dair ipuçları aradığım çok olmuştur. O şair sıfatını taşımasının yanında içimizden biridir aslında. Duygularımız arasında kısa bir süreliğine

13

Ece ÇOBAN

kaybolduğumuzda fark ederiz, hepimizin içinde bir Attilâ İlhan vardır. Hepimizin bir şiiri vardır çünkü. Şiir duygudur; hiç kimseye söylenemeyenlerin, oraya buraya saçılmış sözcüklerin pervasızlığında, kâğıt kokusunda, kalemlerin dostluğuyla yaşanmasıdır. Attilâ İlhan da sözcüklerle yoldaş olarak anlatır bize kendimizi. Kendi aşklarını, çaresizliklerini, kederlerini, umutlarını akıtırken beyaz kâğıtlara, bizim yaşanmışlıklarımıza da değinir, duygularımıza ayna tutar. Beni en çok etkileyen şiirler, aşk üzerine yazdığı şiirleridir Attilâ İlhan’ın. Zira aşk şiirlerindeki dizeler, boş bir vakitte, yaratıcılıkla yüklü bir anda yazılmış ağır ve süslü sözcüklerle donatılmış dizeler değildir. “Ben sana mecburum, bilemezsin.” derken de , “Kimi sevsem sensin.” derken de kaynağı kalp olan bir samimiyet şelalesinin kulağa hoş gelen şırıltısını işitmek mümkündür. Üstüne üstlük buram buram romantizm kokar o mısralar; biraz buruk, biraz umutlu. Der ki: “Bir eski dost gibi hatırla beni/ Bir selam ver yeter/ Unutmuş olsan da eski günleri/ Adımı ara sıra an yeter” Burada da bir kez daha kanıtlar sevmenin kocaman bir fedakârlık olduğunu ve kendisinin kocaman bir yüreği olduğunu. İnanıyorum ki şiirleriniz ve edebiyatımıza kazandırdığınız diğer eserleriniz edebiyatseverlere arkadaş olmaya devam eder sevgili Attilâ İlhan, siz dememiş miydiniz hem : “ Ölmek için erken!”


CEBBAR OĞLU MEHEMMED kaman civarına bahar gelince yıkılır ovadan abdal çadırları yücesinde pâre pâre duman tutmuş düdüldağ’ın yaylâsında mekân kurulur hoş gelmişsin evvel bahar nisan ayı içinde donanır dağlar donanır yeşilinden alından istasyon deresi kabarmıştır hacıdağ’ın selinden dağlar sıra sıradır eylim eylim dağlar uzanır bir uçtan bir uca dağlar bir birinden yüce yamaçlarında kireç yakılır bir ömür boyunca kahrı çekilir kimse anlamamış sırrını hikmetini bu bereket nereden gelir başınızdan duman eksilmesin gâvurdağları siz hikâyet eylediniz bana bahçe kazasının kaman köyünden cebbar oğlu mehemmed’in hikâyesini yılların yücesinden şöyle bir seyran edelim bir avuç toprağıma çöreklenmek için yürümüş selâmsız sabahsız destursuz girmiş memleketime yedi çeşit frenk askeri uğursuz bir hava çökmüş üstüne memleketimin uğursuz ve karanlık çocuklar gülmemiş artık sessiz sessiz ağlamış analar oduna giderken vurulmuş ve yahut harman yerinde avuçları buğday kokan delikanlılar ve nice gâvurdağı kızlarının birer birer ırzına geçilmiş yalvarmış ihtiyarlar allah’a - rivayet şöyledir kim dumanlı bir güz akşamı

şu mor dağlar efendim destur demiş de yürümüş silkinip kalkmış ayağa gel haberi öteden verelim çıkmış dağlara kendiliğinden cebbar oğlu mehemmed fransız’a silâh çekmiş hür yaşamak uğruna ırz uğruna namus uğruna ana için baba ve kardeş için şu mübarek topraklar şu mübarek vatan için derken efendim bir gün kaman’dan öte uğrun uğrun haber ulaşmış urfa’nın antep’in köylerine gözü kanlı maraş beylerine cebbar oğlu mehemmed burcu burcu çam kokan bir yaz akşamı omuz vermiş bir ağaç gölgesine usul usul türkü söylüyor - hasret kuşun kanadında deli kuşlar uçun gayrı yazımız böyle yazılmış bu diyardan göçün gayrı kirveleri durdu ve süleyman on sekiz adım gerisinde şahin gibi tünemişler kayaların üstüne avuçları sıcak bakışları ok gibi deliyor her dokunduğu yeri biri doğuya bakıyor diğeri batıya iptida durdu görüyor geleni yel midir toz mudur anlamıyor lâkin bıyıkları terlemeden çeteci olan garip ökkeş çok geçmeden getiriyor haberi tabur tabur üstümüze varıyor düşman yola çıktı savranlı’dan hemen mevzie sokuldu mehemmed

yanıbaşında durdu ve gerisinde süleyman çeteler yer tutup pusu kurdular kanlı geçit boyuna düşman yanaşırken kaman köyüne bekletmeden yaylım ateş açıldı mermi kurşun yağmur gibi saçıldı ilk seferinde on beş kişi vurdular ve bir hayli düşman kırdılar yamaçlarda koptu kızılca kıyamet cesaretlerine söz yoktu ama neyleyip nitsinler düşman daha çoktu düştü birer birer bütün yiğitler gürültüler boğazda sustu nihayet demek diz üstü düşmüş mehemmed kirvesi durdu’nun yanıbaşına kanlar akar yarasından al al olmuş çevresinden köpük köpük gözlerini doldurur bir başına mehemmed yedi düşman öldürür mavzerinin namlusu hâlâ sıcak tutulmaz ölümün derdi büyük yiğenim çâre bulunmaz aynı akşam doğurmuş karısı döne mavi gözlü bir çocuk sarışın bir avuç toprak sarmışlar altına ve kemal koymuşlar adını

Attilâ İLHAN

14


BARAKMUSLU MEZARLIĞI

... Ben Sakarya’da bir kavak ağacıyım, yel eser inlerim Sakarya ığranıp gider, ben Sakarya’yı beklerim Selamsız duran çavuş Barakmuslu’dan Ah başıma gelenler, yapraklarım, gözlerim Ben Sakarya’da bir kavak ağacıyım, yel eser inlerim Benim mezarım yoktur, ben üçüncü taburdan Bir kahpenin kurşunu geldi, gelip ciğerimi deldi “At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır” Ben öldüm, selamsız çavuştan bir garip kavak kaldı Telli kavak, telli kavak ne uzarsın boyuna Suya indi çakallar, suya indi söğüt dalları Söğüt yaprağı narin, gözlerim yanıyor gözlerim Kuş uçmaz, kervan geçmez, karanlık tuttu yolları Ben ne inim, ne cinim siz kimsiniz? Kimsiniz? Derviş gibi nerden gelip böyle nereye gittiniz? Barakmuslu mezarlığı kımıldanır için için Benim dedem benim babam yad ellerde öldüler Yüreğimi zehir ettin sen nasıl gecesin hey gidi Kapkara, gözü yaşlı mezar taşına benzersin Yıldızların, hani yıldızların, çiçeklerin nerdeler Ben ne inim ne cinim, selamsız oğlu bekirim Yad elde ölmek istemem, dedem gibi babam gibi İki elim kızıl kanda, sekiz boğaz altıma bakar Ağlar mı şipkanın balkanları, ben ağlarım Babam duran çavuştan, kavak ağacından dilerim Telli kavak, amanın telli kavak derdime bir çare Yüreğimde bir yılan çöreklenmiş yatar Barakmuslu köyündenim, selamsız oğlu bekirim Ben bu köyde doğmuşum, bu köyde ölmek isterim Attilâ İLHAN


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.