Kadınların sorunu “erkeklik”
Tanrıların tanrısı Zeus sanatçı oğluna yaptırdığı heykele verdirdiği canla güzel bir kadın yaratır. Bu güzel kadına tanrıların armağanı anlamına gelen Pandora ismini verir ve tanrıların ateşini Olympos’tan çalıp insanlara getiren Promethous’tan öç almak için kardeşi Epimetheus’a Pandorayı elinde bir kapalı kutu ile gönderir, tabi bu güzellik karşısında Epimetheus bütün günahları işlemeye hazır, merakını giderme isteğindedir … Ve Pandora’nın kutusu açıldı, bütün kötülükler, yeryüzüne yayıldı. Eğer zamanında kapanmasaydı geriye “umut” ta kalmayacaktı. Resim (1)
Nietzsche ise; “umut en büyük kötülüktür çünkü işkenceyi uzatır” der...
K. Millett’e göre “keyfi bir baba figürü olan Zeus Epimetheus’a kadının cinsel organı biçimindeki kötülüğü göndermekle onu Heteroseksüel bilgi ve etkinliği yüzünden cezalandırmış olmaktadır. Erkek kadının getirdiği nesneyi (vulva ya da kızlık zarı, pandoranın kutusu) açmakla merakını gidermiş olur” (2) Klasik Yunan masalı olan bu Pandora miti, Millett’e göre “kadını cinselliği ile suçlayan ve kadın ırkının hala sonuçlarına katlandığı ilk günahı işlediği için haklı olarak cezalandırıldığını belirten batı mitolojisinin en önemli iki yapıtından birisidir” (3) 1
http://nupeldakarabugday.blogspot.com Kate Millett, Cinsel politika s. 93 3 Kate Millett, Cinsel politika s. 93 2
1
Yine efsaneye göre, Tanrıların tanrısı Zeus oldukça “çapkın” bir adamdır, severek evlendiği karısı Hera’yı sürekli “aldatır”. Hera ise hep “sadıktır”. Çeşitli anlatımlarda üç değişik kadının isminin geçtiği bilinen “gayrimeşru” ilişkiden olan çocuğu Dionysos karısı Hera’nın kıskançlığı sonucu Titanlara öldürttürülür. Titan’lar tanrıların soyundandır ama kötülüğü temsil etmektedirler, Titan’lar Dionysos’u parçalayarak etlerini yerler. Zeus bunu cezasız bırakmayacaktır. Titanları öldürür, efsaneye göre İnsanlar Titan’ların küllerinden oluşmuştur, yani, insanda, Titanların kötü yanı ve Dionysos’tan gelen tanrısal iyi bir yan vardır. Resimde M.Ö 496 yılından M.Ö 186 yılında senatonun yasaklamasına kadar yapılan Dionysos ayinlerinin tasviri görülmektedir. Önceleri sadece kadınlar tarafından yapılan, daha sonra ritüellerin cazip gelmesiyle erkeklerinde katıldığı bu ayinlerde insanlar içlerindeki Titan yanından arınmak ve tanrı ile bir olarak özgürlüğüne kavuşmak için çeşitli ritüellere başvuruyor, aşırı şarap tüketiminin etkisiyle de her türlü “ahlaksızlık” sergileniyordu. Yine görüldüğü gibi aslında bu efsanede de kadın kötülüğü temsil ediyordu, kötülüğe davetiye çıkaran kadındı, sadık olmak zorunda olan yine kadındı, cinselliği ile suçlanan yine kadındı. Egemen olan yine “erkek” Zeus’un Hera ile olan hikayesi; Zeus’un aldatması, Hera’nın kötülükleri ve aldatmalara rağmen Hera’nın “kutsal evliliği” korumak için Zeus’u affetmesi üzerine kuruludur. Uygarlık başka faktörlerin devreye girmesiyle değişip farklılaştığında, yani başka tanrılara göre örgütlendiğinde kadın açısından sonuç yine aynıdır.
2
Cennetten kovulma:
“Birçok dinde temel olarak aynı olan hikayeyi Hristiyanlık bakış açısı ile özetlersek: Cennet Bahçesi'nde (Garden of Eden) ölüm, tasa, kederden uzak yaşayan Adem ve Havva'ya meyvesi yasaklanmış olan Bilgi Ağacı "Tree of Knowledge of Good and Evil" kendilerine Tanrı tarafından uyarılarak bildirilmiştir. Bu ağacın meyvesinden yemeleri sonucu ölecekleri açıklanmıştır. Fakat, konuşan bir yılan (Şeytan) tüm bilgileri öğreteceğine dair söz verip kandırarak önce Havva'ya, sonra da onun aracılığı ile Âdem’e ağacın meyvesinden yedirmiştir. Bunun üzerine Tanrı bu günahın cezası olarak Âdem ve Havva'yı Cennet Bahçesi'nden kovar ve onları ölümlü kılar.”(4) “Cennetten kovulma miti de kadının cinselliğinin ne kadar kötü ve tehlikeli olduğunun kanıtıdır. Âdem yasak meyveyi yemiştir. ‘roheim, İbranicede yemek yeme sözcüğünün aynı zamanda cinsel ilişki anlamına’(5) gelmesi tesadüf değildir. Bütün iyiliklerin daim olduğu cennetten kovulmanın yükü kadına yüklenmiştir. ‘bu nedenle ilk önce baştan çıkan ve yılan kimliğine bürünmüş kamışın büyüsüne kapılan cinsin kadın olduğu gösterilir. Böylelikle Âdem cinsel suçun yükünü üzerinden atmış olur. Kadın olanca güçsüzlüğü ile bir sürüngenin sözlerine kanacak akılsızlığı ile elmayı koparıp yer. Ondan sonra erkek ve bütün insanlık, kötülüğün pençesine düşer. Efsane erkeği bir ırkın simgesi, kadını ise geleneğe göre vazgeçilebilen ya da yerine başkası konulabilen bir cinsel simge olarak almıştır’ ( 6) Cennetin kapılarının kapanmasının cezasını Adem çalışarak ödeyecektir. Böylece uygarlık tarihinin mimarı olarak görevlendirilmiş olur. Kadın ne kadar çok bedel ödese kovulmayı telafi edemez. ‘Havva’ya verilen ceza ise yapısı gereği çok daha politik ve onun aşağı durumunu açıklayıcı niteliktedir. Acı içinde dünyaya çocuk getireceksin ve duyacağın istek kocana duyacağın istek olacaktır ve o sana egemen olacaktır.’ ( 7) İlk günahı işleyen kadın, insanlığın başına türlü belalar açtığı için erkekten daha aşağı ve ona 4
http://sanatabasla.blogspot.com Kate Millett, Cinsel politika s. 95 6 Kate Millett, Cinsel politika s. 95 7 Kate Millett, Cinsel politika s. 96 5
3
bağımlı durumda bırakılmıştır. Günahının bedelini kadın, bedeniyle, cinselliğiyle ve bunlardan duyduğu utançla ödeyecektir.” (8) Lenin “insanlığın üzerindeki din boyunduruğunun, toplumdaki ekonomik boyunduruğun bir sonucu ve yansıması olduğunu” söyler ve dini tarif ederken “başkaları hesabına çalışmaktan, yerine getirilmeyen isteklerden ve yalnız bırakılmışlıktan yılmış halk kitleleri üzerine her yerde büyük ağırlıkla yüklenen ruhsal baskı biçimlerinden biri dindir”. Din, sermaye kölelerinin insancıl düşlerini, insana daha yaraşan yaşam isteklerini içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir. (9) der. Sınıflı toplumlarda farklılaşarak çeşitli biçimlere bürünen din, her türlü baskının sürekliliğini sağlamak üzere oluşan mekanizmaları meşrulaştırmak üzere biçim değiştirerek kendi kültürünü var eder ve sınıflı toplumların açığa çıkarttığı haksızlıkların, eşitsizliklerin ideolojik gerekçesini oluşturur. İlkel komünal yaşamdan – avcı/toplayıcı yaşamdan- yerleşik tarıma geçişle, mülk edinme ve üretimde emeğe olan talep kadının toplum içindeki rolünü belirlemeye başlamış ve avcı- toplayıcı toplumsallıkta öne çıkan kadının artık, üretime işçi yetiştirmek için çocuk doğurmak ve eşine hizmet etmek üzere “eve hapsedilerek” erkek egemenliğine girme serüveni başladı. “Hem Hristiyanlık hem de İslamiyet sınıflı toplumların bir ürünüdür ve ideolojileri, Orta çağlardan gelen sınıfsal sömürü ve kadınlara uygulanan baskı biçimlerini gerekçelendirmek üzere gelişmiştir. Bu ideolojiler modern sınıflı toplumlarda çeşitli biçimlerde varlıklarını sürdürüyor ve sınıf sömürüsü ve kadınlara uygulanan baskı devam ettiği sürece de geçerliliklerini koruyacaklar.”(10) … Mantıki olarak “erkekliğin” kadın sorunu vardır denilebilir, kadınların sorunu ( 11) “erkekliktir”, “erkeklik” sadece kadınların sorunu da değildir, aynı zamanda erkeğin de sorunudur, tüm toplumun sorunudur. Erkekliği “öldürdüğümüzde” doğal olarak, erkeklikle sorunu olan bütün cinsel kimliklerin sorunu kalmaz, kadınların sorunu da ortadan kalkar. O halde nedir bu “erkeklik”, kadınların sorunu neden erkekliktir? Patriarka yani erkek egemenliği “erkeklik” olgusu ile var olan bir yapıdır. Bütün ilişki biçimlerinde erkeği merkeze alan bir yapılanmadır ve bu yapılanmada erkeğin karşısında sadece kadınların değil, bütün ilişki biçimlerinin “dişil” özellik alması ile baskıcı, hegemonik kültürel bir sistem oluşmuştur. Bu ilişkide, insanı doğadan ayrı düşünen ve bu anlamda doğa insan ilişkisini de tahakküm ilişkisi olarak gören erkek egemen bakış ve kavrayışla, doğanın kendisi de “dişil” özellik olarak karşımıza çıkar. 8
Kadın bedeni ve özgürleşme Derya Şaşman Kaylı s. 142 Lenin Sosyalizm ve Dİn 10 Sharon Smith Kadınlar ve Sosyalizm s. 136 11 “Kadın sorunu” yerine “kadınların sorunu” özellikle kullanılmıştır 9
4
Bana göre, farklı feminizm anlayışlarındaki yaklaşım yanlışlıkları bu özellik görülerek aşılabilir. Yani ekolojist feministler, anti militarist feministler, sosyalist feministler, maddeci feministler, anarşist feministler vs. gibi ayrımlar, patriarkal sistem içerisinde tüm ilişki biçimlerinin erkek insan karşısında dişil özellik aldığı görülerek bir mücadele perspektifi ortaya konulup çözülebilecektir, bu ise son tahlilde sınıfsal temelde halledilebilecek bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Sınıf temelli bir bakış ve buna uygun mücadele aynı zamanda “erkekliği” öldürmeye dönük bir mücadelemidir? Bütün ilişki biçimlerinde “erkekliği” sorun olarak tarif etmiştik, yani “erkeklik”, kadın, genç, lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel (12) gibi kimlik temelli ilişkilerin yanında; din, dil, ırk, doğa, bilim, ekonomi, militarizm vs. gibi bütün ilişkilerde yerleşmiş bir sorundur. Yazımıza dinlerin kadını nasıl kötülüklerin temsilcisi, erkeğin hizmetinde, türünün devamını sağlamakla görevli, erkeği tatmin eden cinsel bir obje olarak gösterdiğini anlatarak başlamıştık. “Doğaya yenik düşen ilk insanların tanrılara, şeytanlara, mucizelere ve benzeri şeylere inanmasına yol açışı gibi, sömürülen sınıfların sömürenlere karşı mücadeledeki yetersizliği de kaçınılmaz olarak ölümden sonra daha iyi bir yaşamın varlığına inanmalarına yol açar. Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir.” (13) Lenin’in dediği gibi, dinin insanlar üzerindeki bu boyunduruğu toplumdaki ekonomik boyunduruğun bir sonucu ve yansımasıdır. “Erkeklerin kadınlara uyguladıkları bu baskının meşru görülebilmesi ‘kurbanın suçlu sayılması, kadınların bu durumdan sorumlu tutulabilmesiyle mümkün olur’(14) Bu ise kurulmuş olan sosyal düzenin mitolojilerde, efsanelerde olması gereken düzenmiş gibi gösterilmesiyle sağlanır. Kuşkusuz kadınların tabiyeti -bir komplo- eseri olmuş değildir. İnsan iradesinin, isteğinin dışında kendiliğinden olmuştur. Ama bunu meşru göstermek üzere geliştirilen ideolojinin bu ilişkileri yansıttığı sanılmamalıdır. İdeoloji onları sosyal yaşamın her düzeyinde yeniden üretir, yeniden yaratır.( 15) Ve bu sayede karmaşık üretim faaliyetlerinden dışlanmış olan kadınların onları yapma gücünden yoksun oldukları tescil edilir ve bu, o faaliyetlerin dışında tutulmaları gereğinin gerekçesi haline gelir. ‘yani sonuç olarak erkeğin kadın üzerinde tam 12
Görüldüğü gibi LGBT olarak bir çuvala doldurmadım. Genelde bu farklı kimlikleri birlikte ayrı bir kategori olarak ifade etmek aslında tamda erkek egemenliğinin bizim üzerimizdeki etkisini ifade eder. Bunlar tıpkı kadın ve erkek gibi ayrı kimliklerdir, bu bağlamda cinsel yönelimlerinin belirleyiciliğinde her biri ayrı kimliklerdir. 13 Lenin sosyalizm ve Din 14 Godelier 15 Godelier, “İdeolloji gerçekliği yansıtmaz. Ona gerekçeler (nedenler) icat eder ve onları bilinç değilse bile salt kültür alanından kaynaklanan yeni bir sosyal pratiğin başlangıcı olarak sunar” diyor ve “kadınların bağımlılığını örgütleyen ve bunu sürdürmeye yarayan gerçeklerin, bu bağımlılığı yaratan insan iradesinin dışındaki nedenlerle hiçbir bağı yoktur”(s.31) diye ekliyor. (kadınlar ve siyasal toplumsal hayat s.58)
5
anlamıyla bir hâkimiyet kurması, kadının içinde bulunduğu durumun tek sorumlusu, suçlusu olduğunun gösterilmesiyle mümkün olur’(16) Bunun kanıtı ise reddi olanaksız bir kanıt olmalı ve ‘doğal’ yani kadının doğasından gelen bir gerçek gibi görünmelidir. İşte bu kanıt, doğrudan doğruya kadının ‘bedeni’dir” (17) “Erkeklik” sorununun(18) ortaya çıkışı sınıflı toplumların tarihselliği içerisinde “ekonomik boyunduruğa” koşut olarak gelişmiş ve dinin boyunduruğu ile toplumlara sindirilmiştir. Bu anlamda kadınların sorunu sadece cinsler arasındaki eşitsizlik sorunu değil bunu da kapsayan daha geniş sınıfsal perspektifle ele alınabilecek toplumsal bir “erkeklik” sorunudur. Bu sorunun tarihi, aynı zamanda sınıfların ortaya çıkmasıyla beraber insanın-insan üzerinde, insanın-doğa üzerinde yapısal ve sistematik “şiddetinin” de örgütlenmeye başlamasının bir tarihidir. Özel mülkiyetin, sınıfların, devletin, patriarkal ailenin ortaya çıkmasıyla kadın tamamıyla -erkeğe şiddetle bütünleşik bir tabi olma durumunda- yaşamını baskı altında sürdürmektedir. Artık değerin “depolanmaya” başlandığı tüm toplumlarda olduğu gibi günümüzde de, insanlar, güce sahip olan, onu elinde bulunduranlar ve kontrol edenler tarafından yorumlanan fikirlere yaslanarak hareket ederler. Çünkü kara dayalı toplumlarda bu fikirler, -kültür endüstrileri tarafından desteklenen ideolojiler- eğitim, aile, din ve popüler araçlar yoluyla bireylere sürekli enjekte edilirler. Bu, politik toplumsallaştırma süreci içerisinde bireyin kişiliğinin egemenlerce şekillendirilmesi ve kitle kültürü oluşması olarak tezahür eder ve karşılıklı olarak birbirini yeniden üretir. “Burada, bizzat bireyde yaratılan psikolojik bir iç-denetim mekanizmasıyla, toplumsal kurumlar aracılığıyla oluşturulan dış-toplumsal-denetim birbirlerini sürekli olarak yeniden üretmişler, potansiyelize etmişler ve insanların verili toplumsal normlarıstandartları “içtenlikle” ve büyük bir sorun çıkarmadan ve mümkün olduğunca “kendiliğinden” özümlemelerini sağlamışlardır. Bu süreç içinde, insanlarda geliştirilen, sorumluluk, boyun eğme, sadakat, görev bilinci, korku, suçluluk duygusu, vb. gibi doğal insan psikolojisine yabancı ve hatta (ters ve hastalıklı) yapay normlar- değer ölçüleri gelişirken, sevgi, aşk, umut ve haz duyabilme, mutlu ve hatta orgazm olabilme duygu ve yetenekleri söndürülmüştür.”( 19) Süreç ailede başlar, toplumdan aldıklarıyla şekillenen kadının görevi çocuk yapmak ve kültürün taşıyıcısı olarak çocuğu yetiştirmek, heteroseksizmin ve homofobinin 16
Godelier s. 32 Kadınlar ve siyasal toplumsal hayat (s. 58, 59) 18 Kadın sorunu demiyorum çünkü 1- kadın toplumsal bir katman değil, bütün toplumsal katmanlara içkin cinsel bir kesimdir. 2- “kadın sorunu” sözü zaten kendi başına kadını sorun gördüğünü ifade ediyor, nasıl ki “eğitim sorunu” dediğimizde eğitimin sorunlu olduğunu düşünüyorsak, “sağlık sorunu” dediğimizde sağlıkla ilgili sorun yaşadığımızı anlıyorsak, “kadın sorunu” dediğimizde toplumun kadınla olan sorunu anlaşılabilir, Hâlbuki erkek egemen toplumla “kadınların sorunu” vardır. Bana göre kadınların sorunu erkeklik olgusu, erkek egemenliği demek daha uygun ifade ediştir. 19 Politik psikoloji notları Serol Teber sh. 77 17
6
yeniden üretimini ortaya çıkaran ve patriarkayıda şekillendiren politik toplumsallaştırma sürecinin ilk tohumlarını çocuğa ekmektir. Tabi bu çocuklar sadece erkek çocuklar değildir! Ama özellikle erkek çocuklara yönelik olarak daha doğumlarının ilk anından itibaren işlenen “erkeklik” görevleri, onu potansiyel olarak otoriteryan anti demokratik bir kişilik olarak politik toplumsallaştırma sürecine sokar. Sadece kadının yönlendirmesi ile yaşama adım atan çocuk aslında daha “dişil” değerlerle donanır. “Aslında erkek egemen toplumlar “anneden öğrenmeyen toplumlar”. Anneye saygı gösterilir, kutsal ilan edilir ama annenin yap dediği yapılmaz. Çünkü anne olmaya atfedilen özellikler, daha doğrusu dişil değerler, örneğin karşılık beklemeksizin bakmak-sevmek, insanların sağlıklı beslenip düzenli yaşamaları ile ilgilenmek, çatışmacı ve rekabetçi değil alttan alan uzlaşmacı bir dil kullanmak gibi özellikler erkeklerin yapmaması gereken “boş” duygusallıklar... Dişil değerler, başkasının yaşamından sorumlu olmaya, kendinden başkalarının yaşamı ile de ilgilenerek şefkatli, ilgili, duyarlı olmaya, “birlikte yaşam” etiğine bağlı olmaya dayalı toplumsal değerler... Bu değerler erkeklerin iktidar kurucu pratiklerini bozucu davranışlar olarak kodlanıp erkeklik eğitim pratiklerinden dışlanıyor.”(20) Ailede başlayan okulda, askerlikte, kamusal alanda, iş gücü piyasasında ve kültür endüstrilerinin ulaştığı her alanda süren politik toplumsallaştırma süreci bize, toplumsal yaşamın aile yaşamı ile birlikte nasıl, ahlaki, hukuki ve de siyasal ilkelerle oluşturulduğunu ve bu oluşumun şiddetle beslenen eril hegemonik ilişki biçimini ortaya çıkarttığını gösterir. Erkeklik olgusu, “iktidarın” sağlıklı bir analizi ve bu analizin üzerinden bakmadan anlaşılabilir bir olgu değildir. Esas olarak kadınların sorunu olan bu olgu kendi tarihselliği içerisinde ortaya çıkmış toplumsal bir olgudur. Kadınları bu toplum içerisinde kendi bütünlüğü olan toplumsal bir katman olarak gören anlayış erkeklik olgusunu kendi içeriğinden koparıp dar bir alana sıkıştırıp çözümü güçleştirir. İktidarı elinde bulunduran, sorunun asıl öznelerinin erkekliklerini sürdürmelerinin önüne geçmenin biricik yolu, erkeklik olgusunu ortaya çıkaran koşulların ortadan kaldırılması yani sınıf temelli bir yaklaşımla sermayenin iktidarının yıkılmasıdır. Kadınları toplumsal bir katman olarak gördüğünüzde, erkekliği, faili olan erkekler tarafından kadına karşı bir iktidar biçimi olarak daralttığınızda aşağıdaki cümle üzerinden bir mücadele tariflemeniz kaçınılmazdır. “Her mücadelenin tarafları vardır: Feminizmin de, patriyarkanın yürütücüsü erkekler. Erkek egemen sistem, patriyarka, ataerki, sistemin adı; erkekler de onun öznesi. Yani sömürünün bir sahibi var.
20
Serpil Sancar söyleşileri (http://www.metiskitap.com/Metis/Catalog/Interview/3019)
7
… mücadele ettiği sistemin faili ile yan yana bir mücadele kurmaz. Aksine ne kadar ondan bağımsız o kadar güçlü olacaktır.”(21) İşte bu yaklaşım sorunu anlaşılmaz ve çözümsüz kılar ve bunun üzerinden tespit edebildiğim yirminin üzerinde Feminizmler ortaya çıkar.(22) “Feminizm var, feminizm var. Feminizm adına Amerika’nın askeri işgali de savunuluyor, kadınların askere gitmesi de… Kadınları militarizme, büyük sömürgeci mekanizmalara yakınlaştıran feminist perspektifler de var. Ama cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürü ve baskıyı sona erdirmek için mücadeleye giriştiğinizde karşınıza devasa iktidar yapıları çıkıyor. Devletle, kapitalizmle, doğa üzerindeki tahakküm zihniyetiyle, milliyetçilikle, militarizmle, heteroseksizmle de boğuşmaya başlıyorsunuz. Bu iktidar ilişkilerinin cinsiyetçiliği ürettiğini ve bu üretime dayandıklarını, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin sınıflar, ırklar, kültürler arasında, toplumsal ve siyasal kurumlar tarafından inşa edildiğini görüyorsunuz.”(23) Diyen Pınar Selek ise, mesela kendisini, bir yazısında, benim Feminizmim “akrobasi feminizmi” diye tarif eder. Çünkü hepsinde bir şeyler bulmaktadır ve oradan oraya zıpladığı için kendi feminizmine “akrobasi feminizmi” demektedir. İşte; sınıfsal perspektiften uzaklaştığınızda akrobasi yapmak durumunda kalırsınız ki akrobasi yapmakta Selek’in dediği gibi zor bir iştir. Clara Zetkin bir konuşmasında şöyle söylemektedir: "Kadın işçiler kadının özgürlüğünün ayrı değil, büyük sosyal sorunun bir parçası olduğundan tamamen emindirler. Bu sorunun bugünkü toplumda hiçbir zaman çözülemeyeceğinin, ancak toplumun köklü değişiminden sonra bunun mümkün olabileceğinin de bilincindedirler... Kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır. Sadece sosyalist toplumda, kadınların işçiler gibi haklarının tam sahibi olması mümkündür."(24) Kadınların hak mücadelesi değil de, kadınların kurtuluş mücadelesi temelinde faaliyet yürüten feminist akımlar içerisinde, özellikle maddeci ve sosyalist feministler gibi grupların yaklaşımına göre; sınıf temelli bir yaklaşımda Marksizm açısından kadınların sınıfsal konumlarının belirlenmesinde problem vardır. Clara Zetkin’in söylemiş olduğu gibi; “kadın işçiler” dediğinizde, kadının sınıfsal konumu bellidir. Ama toplam iş gücü içerisinde kadınların oranı bilindiği gibi asgari düzeydedir, her ne kadar kadın iş gücü küresel ölçekte sürekli bir artış gösterse de dünyanın bütün 21
http://sosyalistfeministkolektif.org/feminist-gundem/288-eyleme-erkekler-neden-gelmemeli Ayrılıkçı feminizm, Ekofeminizm, Eşitlikçi feminizm, Fransız feminizmi, Radikal feminizm, Liberal feminizm, Lezbiyen feminizm, Marksist feminizm, Sosyalist feminizm, Maddeci feminizm, Pop feminizm, İslamcı feminizm, Ruhsal feminizm, Maddeci feminizm, Postmodern feminizm, Varoluşçu feminizm, Pro-seks feminizm, PostKolonyal feminizm, Amazon feminizm, Kültürel feminizm, Anarko-feminizm, Üçüncü Dalga feminizm, Kadınizm/Kadıncılık 23 Pınar Selek 24 Clara Zetkin (ikinci enternasyonal kuruluş kongresi) 22
8
ülkelerinde cinsiyet açısından erkeklerin lehine işgücünün dengesiz bir kullanımı söz konusudur ve buna koşut olarak mülkiyet dağılımı da aynı dengesizlik içindedir. İşte bu durum Kadının sınıfsal konumunun belirlenmesinde yanılgıya yol açan bir farklılığı ortaya çıkarır ve bu yüzden bu akımlar sınıf mücadelesini kadının kurtuluşu mücadelesinden ayırır. Sınıf mücadelesini tanıyarak, Kadının kurtuluşu mücadelesinin buna tabi olmadığını söyler. Çünkü toplumun yarısını kadınlar oluşturmaktadır ve bunun iş gücüne katılım oranı erkeklere göre %30 daha azdır,( 25) geri kalan kadınlar hiçbir ücret almadan evde çalışan kadınlardır. Kocalarına göre sınıfsal konumunu belirlemeyeceksek proleter değillerdir, dolayısıyla kadının kurtuluşu mücadelesini ücretli emeğin kurtuluşu mücadelesinden ayırmak ve ona tabi kılmamak gerekir. Bu gruplar patriarkayı da bir üretim biçimi olarak görür ve bu üretim biçimi içerisinde erkekler kadını boğaz tokluğuna çalıştıran onu sömüren bir sınıf oluşturur. Bu kapitalizmden ayrı bir sistemdir ve zaman zaman kapitalizmle uzlaşan ama kadının, ucuz iş gücü olması nedeniyle kapitalizm tarafından özellikle “küreselleşme” ve “esnek üretim” sistemi içerisinde iş gücü piyasasına çekilmesiyle onunla çelişen bir sistemdir. Bu yanılgılı bakış nereden kaynaklanmaktadır? 1- Patriarka kapitalizmden bağımsız ondan ayrı bir sistem değil, tersine kapitalizme içkin, onun ilişki ve çelişkileri ile kendini sürekli yeniden ürettiği, mülkiyet ilişkisi ile temelden bağlı bir yapılanmadır. 2- 1970’lerden sonra Fordist üretimde verimlilikte düşüş yaşanması, küreselleşmeye bağlı olarak uluslararası ticaretin genişlemesi ve standartların yerine özellikli ürünlere talebin artması gözleri Japonya’daki gelişmeye dikti. Japonya’da esnek üretimin kapitalizm açısından başarılı sonuçlar vermesi diğer ülkelerin de sistemlerini değiştirip esnek üretime geçmelerini sağladı. Esnek üretim sisteminde çalışma süresi sabit değildir ve Taylorist katı iş bölümünün aksine iş gücünün fabrikada sürekli tutulmasını gerektiren bir sistem değildir. Bu sistemde emek gücü fabrikada farklı işlerde kullanılır ve işçilerin fabrikada olması gereken süre kendileri tarafından da belirlenir. İşçilerin fabrikada olması gereken ara saatlerde (9.00-12.00, 13.00-15.00 gibi) tespit edilebilmektedir. Esnek üretim yalnız çalışma sürelerinin esnekleşmesi anlamına gelmez, aynı zamanda üretimin küçük bölümlere ayrılması ve değişik ürün türlerinin üretilmesidir. Bütün bunlar kar oranlarının arttırılması, sömürünün daha da derinleşmesi ve vahşileşmesinden başka bir şey değildir. Esnek üretimle birlikte işletmeler tam zamanlı çalışan sayısını azaltarak yerine part-time ve geçici işçi alımlarına yöneldiler, tabi bu talebi karşılayan kadın ve çocuk emek gücü idi. Bu durumda kadın ev işinden kurtulamadığı gibi ikinci bir sömürüye tabi tutuldu. Sınıfsal temelde baktığımızda bahsi geçen işçi ailesidir, işçinin yani emek gücünü 25
Türkiye’de Kadın İşgücünün Panel Veri Analizi Doç.Dr. Mustafa ÖZER, Yrd.Doç.Dr. Kemal BİÇERLİ
9
kapitaliste satan erkeğin karısı ister tam gün, ister part-time, isterse parçalı ister geçici olarak emek gücünü satsın isterse de evin işlerinde hiçbir ücret almadan çalışsın hiç fark etmez. Sonuçta kadın her durumda çifte sömürüye ve erkek baskısına tabi bir şekilde toplam üretim sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır. Patriarkayı da sürekli yeniden üreten kapitalist sistem, kadını asıl olarak ev işlerinde çalışan, erkeğe hizmet etmek onun çalışmasını engelleyecek işleri yaptırmak ve çekirdek ailenin devamını ve ucuz emek gücü sürekliliğini sağlamak üzere çocuk doğurmakla görevli bir köle gibi görür. Aslında kapitalistler kadına yaptırdığı bu işlerin, kadının bu görünmez emeğinin parasını öder, öder ama parayı erkeğe verir. Erkeğin kendisinin yeniden üretimini ve asgari geçimini sağlayacak kadar aldığı ücretin yanında, karın tokluğuna karısına ve çocuklarına bakacak kadar olan kısmı onun pazarda sattığı emek gücünün karşılığı içerisindedir. Bu bakış kadının görünmez emeğini doğallaştırmak ve görünmez kılmak( 26) değil, tam tersine kadının bu somut durumunu, çifte sömürüsünü, sınıfsal konumunu açığa çıkartmaktır. Yani bu üretim süreci içerisinde kadını, erkeği, aileyi, patriarkayı ayırıp bütünsel ilişkisinden bağımsız değerlendiremezsiniz. Yanılgı buradadır. Kadını bu bütünsel ilişki içerisinden ayırıp değerlendirdiğinizde mantıki olarak, toplumda kadınların ağırlıklı bölümü ev işinde ücretsiz köle olarak çalışmaktadır, emeği görünmemektedir, dolayısı ile emek gücünü pazarda satmayan kadın için sınıfsal konumunu değerlendirmekte problem vardır denilebilir. Bu yüzden kadın kurtuluş mücadelesini sınıf mücadelesinden ayırmak, kadın kurtuluşu mücadelesini sınıf mücadelesine tabi kılmamak gerekir dersiniz. Hatta Cheristine Delphy’nin yazdığı gibi; kadının emeğine el koyan onu sömüren erkektir dolayısıyla erkekler ve kadınlar birbirine karşı bir sınıf oluşturur, kadınlar sınıftır dersiniz.(27) Sonuç olarak bir cümle ile ifade etmek gerekirse; kadınların sorunu “erkekliktir” ve bu sermaye tarafından sürekli yeniden üretilmek zorundadır. “erkeklik” olgusunun varlığını sağlayan sermayenin kendisi, mülkiyet ilişkisi, cinsiyete dayalı iş bölümü, emek sermaye çelişkisinin tam da kendisidir. Dolayısı ile bu olgunun ortadan kaldırılmaya başlanmasının ilk koşulu “yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır”. Bu, baskıyı ve ezilmeyi sınıf sorununa indirgemek değil, Kapitalist sınıf ilişkileri içerisinde değerlendirmektir. Bu, kadın kurtuluş mücadelesini, heteroseksizme, homofobi ve transfobiye karşı mücadeleyi sınıf mücadelesinden önemsiz görmek değil aksine ezilen, baskı görenlerin özgürleşmesi olmadan sömürülenlerin de özgürleşmelerinin mümkün olmadığı, bu mücadeleleri ayırdığınızda egemenlerin, üretim araçlarına sahip olanların, onları kontrol edenlerin istediği tarzda sınıf birliğinin bozulacağının ifadesidir.
26
Sosyalist Feminizm’in Marksizm’e karşı, görünmez emeğin doğallaştırılması ve görünmez bıraktırılması eleştirisi vardır Savran ve Demiryontan Kadının görünmeyen emeği 2008, 16 27 Cheristine Delphy 1970 “Baş düşman patriarkanın ekonomi politiği”
10
Clara zetkin’in konuşmasından tekrar örneklersek: "Kadın işçiler kadının özgürlüğünün ayrı değil, büyük sosyal sorunun bir parçası olduğundan tamamen emindirler. Bu sorunun bugünkü toplumda hiçbir zaman çözülemeyeceğinin, ancak toplumun köklü değişiminden sonra bunun mümkün olabileceğinin de bilincindedirler... Kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır. Sadece sosyalist toplumda, kadınların işçiler gibi haklarının tam sahibi olması mümkündür." Kafaların derinliklerine yazılmış olan bu erkek egemenliği anlayışını buradan kazıyıp atmak ise, sosyalizmin inşası, komünist insanın oluşumu sürecinde önümüze çıkan en zor işlerden biri olarak her daim güncelliğini koruyacak gibi görülmektedir. “Yeni toplumsal hareketler”, “toplumsal aidiyetler” ya da çerçeve metinlerimizde “devrimci demokratik dinamikler” olarak adlandırdığımız “kadın”, “LGBT”, “Gençlik” gibi hareketler “sermaye birikim sürecini sekteye uğratma ‘tehlikesi’( 28) yaratan” hareketler midir? Kapitalizm karşıtlığında toplumsal güçler midir? “komünist özne – yeniden kuruluş– anti-kapitalist dinamiklerin kuruluşunu, örgütlenmesini tarihi görevi(29) olarak mı görür? Yoksa kapitalizmden zarar görenlerin yani sistemden hoşnut olmayanların ezilenlerin talepleri sisteme karşı bir içerik taşısa da son tahlilde bu talepler sınıfsal farklılıklar olmadığı için sistemin yeniden yapılanma dinamiklerini harekete geçiren bir muhtevaya mı sahiptir. Anti-Kapitalist dinamiklerin kuruluşunu ve örgütlenmesini tarihi bir görev olarak kabul etmek, kendi görevlerimizi görmemek anlamı taşımaz mı? Desteklemek ayrı bir şey, özerk örgütlenmeyi savunmak, bizzat kurucusu olmak başka bir şey değil midir? Bizim, yani İşçi sınıfının tarihsel konumlanışını kendi üzerinde kuracağı ana eksen olarak gören Komünist öznenin ancak bu toplumsal dinamiklerin taleplerini sahiplenerek sosyalizm mücadelesine katma hedefi ve görevi yok mudur? Bunları açıklamaya çalışalım. Öncelikle bilinmelidir ki; Kapitalist sistemde küçük bir azınlık olan egemenler güçlerini sağlama almak, sonlarını geciktirmek, içine girdikleri her yapısal krizden yeniden yapılanarak çıkmanın koşullarını yaratmak üzere türlü yöntemler geliştirirler. Becerebildikleri en önemli işlerden biri de sömürülenlerin güçlerini birleştirmesinin önünde engel teşkil edecek her türlü örgütlülüğün önünü açmak olmuştur, bunun için bütün ideolojik, kurumsal her türlü aracı kullanırlar. Homofobik, cinsiyetçi, milliyetçi, ırkçı ayrımlar egemenlerin işidir. 1970’lerde sosyalizmin başarısızlıkları ve kapitalizmin yapısal krizlerinin yol açtığı baskı politikaları sonucu birçok sosyalist dâhil ilerici radikal unsurlar postmodernizmin ve postyapısalcılığın etkisine girmeye başladı. Özellikle 1980’lerde bu akımlar Marksizm’e Leninizm’e alternatif teoriler geliştirmek üzere ortaya çıktılar ve “ezilenler” cephesinde büyük bir ilgi ile karşılandılar. 28
(SYK) Tartışma çerçeve metinleri 25; “tehlikesi” tırnak içine alınmış, yazarın ne düşünerek tırnağa aldığı belli olmadığı için sadece tehlike olarak değerlendiriyoruz. 29 (SYK) Tartışma çerçeve metinleri 26
11
Ellen Meiksinks’in Retread from Class (sınıftan geri çekiliş) adlı eserinde kendilerine post-marksist diyen Ernosto Laclau ve Chantal Mouffe için söylediği gibi: “İşçi sınıfının toplumsal dönüşümün faili olacağını söyleyen Marksist görüşün temellerini kökünden çürütmek ve yerine hedefi ‘radikal demokrasi’ ve konusu sadece sınıf ilişkileri ya da herhangi belirli toplumsal ilişki tarafından değil, söylem tarafından, oluşturulan bir halk ittifakı olan politik bir proje getirmeye giriştiler.”( 30) Postmodernizmin politik ürünleri “kimlik politikaları” ve Queer teori ve tabi bunları hayata geçiren “toplumsal hareketler”, toplumsal aidiyetler”, ya da “devrimci demokratik dinamikler” böylece ortaya çıktı. Postmodernistler işçi sınıfının yapısının farklılaştığını hatta ortadan kalktığını teorize ettikten sonra, sınıfın, sınıf mücadelesinin yerine -yani sömürülenlerin mücadelesinin yerine- ezilenlerin mücadelesini koyarak, “yeni toplumsal hareketlerin” ya da “devrimci demokratik dinamiklerin” işçi sınıfının yerine geçeceğini ve bu dinamiklerin kendi “özerk” hareketini oluşturabileceğini ileri sürdü. Bu yaklaşım dünya ölçeğinde “kimlik politikaları” olarak ifade edilmeye ve devrim anlayışının içini boşaltarak geniş sol kesimleri de etkisi altına almaya başladı. Yani kimlik politikaları sömürü ile baskıyı ve bunlar arasındaki bağı ortadan kaldırarak “birliğin” yerine “özerkliği” geçirerek ezilen azınlıkların, lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüellerin, kadınların, gençlerin kimlik temelli ayrı örgütlenmesi ile sınıf temelli birlik ve devrim anlayışını bulanıklaştırdı, kitleleri etkisi altına aldı. Sınıf, sınıfsal bakış ve sınıf temelli bir örgütlenme sömürü ve baskıya karşı birleştirici bir muhtevaya sahiptir. Anti kapitalist mücadele dinamiklerinin, toplumsal hareketlerin, mücadelesi, -sosyalist hareketten ayrı örgütlendiği müddetçekapitalizmi ortadan kaldırmaya yönelik değildir. Aksine kapitalizmin sistemsel özelliklerinden doğmadıkları için sistemi “iyileştirmeye” yararlar. “Lenin’e göre siyasal bilinç hedefi, sosyalizm mücadelesinin bir parçası olarak işçilerin toplumda baskıya maruz kalan herkesin çıkarları için mücadele etme isteğini gerektiriyordu. ‘işçiler, hangi sınıfa yönelik olduğuna bakmaksızın her türlü zorbalık, baskı, şiddet ve istismara karşı durmayı, hatta ancak ve ancak Sosyal Demokrat bir bakış açısıyla karşı durmayı öğrenmedikçe, işçi sınıfı bilinci gerçek bir politik bilinç olamaz.’(31)…. Leninist devrimci parti kavramı, her zaman işçi sınıfının nesnel çıkarlarını temsil etmeyi kapsar. Bu nedenle de, işçi sınıfı hareketi içinde sosyalist hareketin, Lenin’in deyişiyle ‘halkın meclisi’ olması gerektiğini ileri sürer.”(32) Mustafa Yeşim 01/01/2013
30
Ellen Meiksins Wood, The Retreat from Glass: A New “True” Socializm (New York: Verso 1986) Aktaran Sherry Volf Cinsellik ve Sosyalizm 157 31 Lenin, Aktaran Sharon Smith Kadınlar ve Sosyalizm sh.171 32 Sharon Smith Kadınlar ve Sosyalizm sh.172
12