SAYI 14
Great Migration
BÜYÜK GÖÇ
10
ENDÜLÜS’E SEYAHAT 23 ZAMAN YÖNETİMİ 26 KENYA
GEZİ 35
Tayfur Coşkunüzer
MERHABA
tcoskunuzer@tece.com.tr
Enerjimiz Açığa Çıkıyor.... “Japonya büyük bir askeri güç olarak dünyayı fethetmeye kalktı ama yenildi... Bunu olduğu gibi kabullenecek ve önüne başka bir başarı modeli koyup ona erişmek için aynı güçlü seferberliğe girişecek moral kaynaklara sahiptir ve başaracaktır.” Amerikalı bilim kadını Ruth Benedict bunları 1946’da yazdığı kitapta söylüyor... O Japonya’nın başardığını göremedi çünkü 1948’de öldü… Ama dedikleri gerçekleşti... Dünyanın geleceğine dair fikir üretenler ve stratejistler Türkiye’yi hızlı kalkınacak ülke olarak işaret ediyorlar. Bu konuda birçok stratejist yanılıyor olamaz, bende yakın zamana kadar Türkiye’nin büyük güç olacağını duysam inanmazdım ama son dönemde bu görüşümü savunmuyorum… Çünkü üzerimizdeki ataleti yavaş yavaş atmaya başladığımızın göstergeleri var, diğer bir deyişle içimizdeki çürümüşlükten kurtularak bunu başaracak yapıya kavuşuyoruz. Bu değişim kurumlardaki şeffaflaşmayla kendini daha iyi hissettirecek. Ünlü gelecek kuramcı George Friedman, önümüzdeki 50 yılın Türkiye için çok önemli olduğunu, Türkiye’nin Polonya, Meksika ve Amerika ile birlikte yüzyılın ikinci yarısında dünya devlerinden birisi olacağını ifade ediyor. George Friedman’ ın gelecek 100 yıl adlı kitabını okuduğumda buna pek ihtimal vermemiştim, sadece bir varsayım olarak algılamıştım, ama krizin patlak vermesinden sonra konuştuğum tüm yabancılar Türkiye’de bu potansiyeli gördüklerini ifade edince ister istemez gururlandım ve heyecan duydum… Yurt dışına yaptığımız seyahatlerde orada yaşayan insanların da böyle bir öngörüye sahip olmalarının bir varsayım olmadığı kanaati oluştu bende...
“Başarı tesadüf değildir öngörülebilen bir takım fırsat ve koşullardan ortaya çıkar” Yurt dışında yaşayan bir tanıdığımın bana anlattığı bir durumu paylaşmak istiyorum. Otomotiv sektörüyle ilgili bir fuarda düzenlenen panelde ünlü bir Amerikalı panelistin, herkesin dikkatli bir şekilde otomotiv sektörünü ve gelecek dönem ile ilgili vizyonunu ifade etmesini beklerken,
1
panele katılanlara Türkiye diye bir ülkeden haberdar olup olmadıklarını sorması, Türkiye’nin gelecek için çok şeyler vaat ettiğini ve mutlaka otomotivde ve başka sektörlerde büyük sıçramalar gerçekleştireceğini söylemesi, herkes gibi dostumuzu da şaşırtmış, ayrıca Amerika’da önemli bir otomotiv panelinde Türkiye’nin adının geçmesi onu hem heyecanlandırmış hem de gururlandırmış... Bu tür haberler çok güzel ama sadece duyduklarımızla ve okuduklarımızla gururlanmakla kalmayıp ülke olarak bu konuda kendimizi geleceğe hazırlayacak çalışmalar yapmamız lazım, hükümetin anayasa konusunda gösterdiği çabayı yeni sektörlerin oluşmasında ve sanayi için de göstermesi gerektiği görüşündeyim... Gerekirse devlet eliyle bazı şeyler yapmak gerekebilir… Örneğin hammadde tedarikinde zorlanan üreticiye hammadde temini konusunda destek olacak yeni tesislerin inşasını bile düşünebilir veya öncülük edebilir... Netice itibariyle önce altyapı hazırlığı, sonra dünya süper liginde olabilme arzusu. Bunları yapmak için Türkiye’nin mutlaka iç sorunlarını çözümlemesi, Kürt sorununun bir an önce evrensel normlarda olması, kurumların daha şeffaflaşması ve eğitim sisteminin devlet politikası haline getirilmesi gerekir. Bu hükümetin mevcut gelişmede çok büyük gayretleri var eminim ki bunları başarmak için halkın desteği de devam edecek… Eğer bu dönemi yani önümüzdeki 20 yılı zayiatsız bir şekilde atlatabilirsek, milli gelirimiz kişi başına 20 bin dolar olduğu zaman, bu problemler, artık geride kalmış olacaktır… Bizi dışarıdan gözlemleyen stratejistler genç nüfusumuzu ve konumumuzu görüyorlar. Çünkü biz var olan potansiyeli bugüne kadar kullanamıyorduk ama yeni anayasa ve şeffaflaşma ile birlikte hedef daha iyi görünecektir. Önümüzdeki 20 yılda sadece ulaşmış olduğumuz bilgiyi artık kullanır hale geldiğimizde Türkiye’nin yön veren ülke olmaması için hiç bir neden yoktur... “Başarı tesadüf değildir öngörülebilen bir takım fırsat ve koşullardan ortaya çıkar” diyor Malcolm Gladwell, bizim de başarmak için birlik olmamız ve fırsatları değerlendirmemiz yeterlidir...
01 Merhaba Enerjimiz Açığa Çıkıyor...
Akademik Köşe 26 Zaman Yönetimi
03 Editörden Cevabı Belli Sorular
Bir Sektör 32 Yeni Şehir Kültürü AVM’ler
İÇİNDEKİLER
26
Akademik Köşe
Big Migration
BÜYÜK GÖÇ
10
ENDÜLÜS’E SEYAHAT 23 ZAMAN YÖNETİMİ 26 KENYA
KAPAK
GEZİ 35
Ülkem 04 Güzel Gezi 35 Doğu Doğa ve Tarih Kenti Trabzon Afrika’nın Parlayan Yıldızı Kenya 08 Günlük Yeniden Bakış...
Hukuk Köşesi 39 Ayıplı Mal
09 Gündem Kemerleri Bağlayalım
Bizden Haberler 41 Bursa’da Safari Rüzgarı
Konusu 10 Kapak Büyük Göç
Sanatsal Bakış 46 Doğaya Sanatsal Armağan
Sanatlar 21 Görsel Çömlekçilik
Geniş Açı 48 Trafik Sorunu
Kürsü 23 Serbest Endülüs’e Seyahat 10
23
Kapak Konusu
46
Serbest Kürsü
Sanatsal Bakış
04
Güzel Ülkem
35
Gezi
İMTİYAZ SAHİBİ
YAYIN YÖNETMENİ
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
GRAFİK & TASARIM
Tece Dekor A.Ş.
Alper YILMAZ
Ekrem KUTLU
Yüryüzü Tanıtım
SAYI: 14 - EYLÜL 2010 Dergimizde yayınlanan yazı ve makaleler kaynak gösterilmek şartıyla alıntı yapılabilir. Makalelerin sorumluluğu yazarına aittir. Bu sayımız 5.000 adet basılmıştır.
KAPAK ve KAPAK KONUSU FOTOĞRAFLARI: TAYFUR COŞKUNÜZER
İLETİŞİM: Bursa Organize Sanayi Bölgesi 75.Yıl Bulvarı No:12 Nilüfer / BURSA / TÜRKİYE Tel.:+90.224 242 21 00 (pbx) Fax:+90.224 243 85 25 e-mail:info@tchayat.org www.tchayat.org
Ekrem KUTLU
EDİTÖRDEN
ekutlu@yeryuzu.com.tr
Cevabı Belli Sorular Yine ülkece sıradışı gündem yaşamakta olduğumuz bir
Oysa benim aklıma getirdiğim şu muasır medeni ülkeler
yazı geride bırakıyoruz. Birilerine olağan gibi gelse de,
olur hep. Hani şu seçim dönemlerinde ikiye hatta üçe
tüm bu yaşananları hakedip etmediğimizi düşünüyorum.
bölünmüş ülke halkı ve siyaseti her ne oluyorsa seçim
YAŞ krizleri, HSYK krizleri, yargı krizleri, terör belası... Hele
sonrasında tek vücut oluyor. O gürültülü atmosfer gidiyor
siyasi krizleri takip bile edemez olduk. Bütün bir ülke bu
ve ülkelerinin kalkınması için kaldıkları yerden son gaz ha-
saçmalıklarla yatıp bu saçmalıklarla kalkıyoruz. Kimi za-
yata devam ediyorlar. Doğru icraatlara top yekün destek,
man benide bir girdap gibi içine çeksede, çoğu zaman
yanlışlara medeni karşı duruş. Hiç birşey yapamazsam bir
çırpınıp kendimi bu girdabın dışına atmaya çalışıyorum.
dahaki seçimde oy vermem diyor. Bu ülkelerde askerin ve
İşte o zaman bütün bu yaşananların ne kadar seviyesiz
yargı erkinin ülke gündemini belirlediği görülmüş müdür?
ve gereksiz olduğunu hatta koca bir ülkenin ayaklarına
Medyasının ülkenin zararına olacak bir habere imza attığı
vurulmuş bir pranga olduğunu üzülerek seyrediyorum.
görülmüş müdür? En basit bir spor müsabakasında dahi tribünlerde yaşanan olumsuz bir görüntüyü yayınlamak-
Neden siyasetçilerimiz ülkenin çıkarları için kendi çıkar-
tan kaçınan bunu yayınlarsam ülkem zarar görür diye dü-
larını bir tarafa bırakamazlar? Neden asker bir ülkenin
şünen bir medya anlayışına biz ne zaman kavuşacağız?
gündeminde bu kadar yer tutar? Bırakın günümüz genel
Aksine bizimkiler ahh bir kavga çıksada şöyle gümbürtülü
kurmay başkanını şimdiden iki üç yıl sonrasının genel kur-
bir haber yapsak diye sanki ellerini ovuşturuyorlar. Geçen
may başkanıyla ilgili bir sürü manşet, haber ve yorumlar
yazımda da bahsettim terör örgütünün her tür eylemini
ne diye yapılır?
adeta onların reklamını yaparcasına günlerce yayınlarında ilk sırada tutan böylece amacı zaten ülkeye olumsuz bir
“Sorgulanmayan hayat hayat değildir” diyor Sokrates. Ha-
psikoloji yaymak olan bu terör örgütüne bir nevi destek
yatımızda bazı şeylerin sorgulanması gerektiğine inanıyo-
olmak değil midir yapılan yayıncılık anlayışı? Başımızı elle-
rum. Neden koskoca ülkenin adalet mekanizması beş ki-
rimizin arasına alıp düşünmenin vakti geldi geçiyor bile...
şinin atama kararlarıyla şekillenir? Gücünden hiçbir şüphe duymadığımız dünyanın sayılı ordularından sayılan Türk
Fikirlerin yarıştığı, her alanda kaliteli üretim ve hizmetin
Ordusu neden otuz yılı aşkın bir süredir bir avuç teröristi
hedeflendiği, dünyaya açılmanın hesaplarının yapıldığı,
tarihin karanlığına gömemez? Neden ve nasıl olurda bir
artılarımızın ön plana çıkartıldığı, eksilerimizin azaltıldığı
ülkenin 4.gücü diye adlandırılan medyası bilgi kirliliği vazi-
bir ülke hepimizin ortak çıkarına değil midir? Yatırımların
fesine bu denli amansızca soyunur?
hiç durmadığı bir ülkede işsizlikten bahsedilebilinir mi? İşsizliğin olmadığı bir ülkede asgari ücret diye birşey kalır
Flaş...Flaş...Flaş... diyerek gün boyu aynı haberi akşama
mı? Ekonominin güçlü olduğu bir ülkede yaşam kalitesi
kadar son dakika haberi olarak üstelikte yalan yanlış bil-
herkesin hayal kurduğu seviyelerde olmaz mı? Denge ve
gilerle aktarmanın altında yatan düşünce nedir? Saymakla
güç ekonomiden geçer, ekonomide istikrardan beslenir.
bitiremeyeceğim bu konular ve yaşananları birileri ile ko-
Ülkemiz herşeye rağmen her türlü güzelliğe gebe ve dün-
nuştuğunuzda dillerde hep şu ifade seslendiriliyor;
yanın parlayan yıldızı olmaya aday ama hani derler ya un var, şeker var ama helva olmuyor... Haydi hep birlikte en güzel helvayı yapmak için sıvayalım kollarımızı...
‘Burası Türkiye’...
3
Arzu ACAR
GÜZEL ÜLKEM
arzu@tece.com.tr
Yüksel AYDIN
yuksel@tece.com.tr
Doğa ve Tarih Kenti Trabzon
BİR DOĞA HARİKASI UZUNGÖL Trabzon’a 99 km ve Çaykara ilçesine 19 km uzaklıkta, deniz seviyesinden 1090 m yükseklikte bulunan Uzungöl, dik yamaçları ve muhteşem orman örtüsü ile Alplerin güzelliğini geride bırakmaktadır. Uzungöl, Trabzon’a sadece 2 saat mesafededir. Vadinin ortasında bulunan ve yamaçlardan düşen kayaların Haldizen deresinin önünü kapatmasıyla oluşmuş göl, “Uzungöl” olarak bilinir ve çevreye aynı ad verilmiştir. Özellikle yakınındaki “Şerah” köyünün yöreye uygun tarzda yapılmış eski ahşap evler, doğanın güzelliğini tamamlar özelliktedir.
4
Haldizen deresi vadisinde, heyelan sonucu dere yatağının tabii baraj şeklinde kapanması sonucu oluşan göl, çevresindeki ladin ormanları ile çekici bir peyzaj sergiler... Uzungöl bir köy, yayla ve eğlence yeridir. Turistik pansiyonları, alabalık lokantaları, küçük resort tipi otelleri ve doğal manzarası ile, az bulunur güzellikte gezi ve konaklama yeridir. Uzungöl doğal manzara izleme, yürüme, tırmanma ve botanik (bitki örtüsü incelemeleri) turizmine uygun bir yerdir. Uzungöl’ de, bir vadi içinden akan temiz, berrak sulu bir dere, dar ve uzun küçük bir göle dökülür ve oradan taşarak akar ve Of kasabasından denize ulaşmak üzere Solaklı deresine (çayına) katılır. Bu temiz ve berrak sulu dere ve oluşturduğu göl karaçam ve diğer Karadeniz dağ ağaç-
GÜZEL ÜLKEM
larından oluşan ormanla çevrilidir. Uzungöl’ ün bulunduğu bölge daima bulutludur. Gökyüzünün mavisi, güneş, bembeyaz bulut, yemyeşil orman ve berrak sudan oluşan manzara insanın iştahını açar. O nedenle Uzungöl’ de yenen alabalık daha lezzetlidir. Üstelik, alışılagelmiş turistik tesis tarifelerine kıyasla, Uzungöl’ deki lokanta (emek) ve konaklama ücretleri düşüktür. Hava yazın güneşliyken dahi serindir.
lenmektedir. Bu ismin manastırın kurulduğu koyu renkli Karadağlar’dan geldiği düşünülmekte ise de, Sümela kelimesi buradaki Meryem tasvirinin siyah rengine bağlanabilmektedir. Sümela Manastırı’nın başlıca bölümleri; Ana kaya kilisesi, birkaç şapel, mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüphane ile kutsal ayazmadır. Bu yapılar topluluğu oldukçageniş bir alan üzerine inşa edilmiştir. Manastırın girişinde su getirdiği anlaşılan büyük su kemeri
SÜMELA MANASTIRI Trabzon’un Maçka İlçesinin Altındere Köyü sınırları içinde, Altındere vadisine hakim Karadağ’ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerine kurulmuş olan Sümela Manastırı, halk arasında “Meryem Ana” adı ile anılır. Vadiden yaklaşık 300 metre yükseklikte bulunan yapı, bu konumuyla manastırların şehir dışında, ormanlarda, mağara ve su kenarlarında kurulma geleneğini sürdürmüştür. Meryem Ana adına kurulan manastırın “Sümela” adını “siyah” anlamına gelen “melas” sözcüğünden aldığı söy-
5
yamaca yaslanmış durumdadır. Çok gözlü olan bu kemerin büyük bölümü restore edilmiştir. Dar uzun bir merdivenle manastırın ana girişine ulaşılmaktadır. Giriş kapısının yanında muhafız odaları bulunmakta, buradan bir merdivenle iç avluya inilmektedir. Solda, manastırın esasını teşkil eden ve kilise haline getirilen mağaranın önünde çeşitli manastır binaları bulunmaktadır. Sağ tarafta kütüphane yer almaktadır. Manastırın kütüphanesinde evvelce kataloğu yapılan ve çoğunluğu 17-18. yüzyıllara ait çeşitli el yazmalarından 66 tanesi Ankara Müzesi’nde, içinde minyatürler olan ve
GÜZEL ÜLKEM
Bizans eseri 1000 tanesi İstanbul’da Ayasofya Müzesi’ndedir. Ayrıca 150 kadar da taş baskı kitap vardır. Yine sağda yamacın ön yüzünü kaplayan büyük balkonlu bölüm keşiş odaları ve misafir odaları olarak kullanılmıştır ve 1860 yılına tarihlenmektedir. Avlunun etrafındaki binalarda odalardaki dolapları, hücreleri, ocakları ile Türk sanatının etkileri de görülmektedir.
geçmiş, Atatürk’ün 15 Eylül 1924’te Trabzon’u ziyaretinde de O’na hediye edilmiştir. Atatürk, Trabzon’a 1930 ve 1937 yıllarındaki gelişlerinde burada kalarak vasiyetinin bir bölümünü yazmıştır. Atatürk’ün ölümünden sonra köşk, kızkardeşi Makbule Atadan’a geçmiştir. 17.4.1943’te de Trabzon Belediyesi’nce kamulaştırılmıştır. 1964 yılından itibaren müzeye dönüştürülmüştür.
HORON
Kralların taç giydiği manastır
Horonlar neşeli zamanlarda; bayram, düğün, dernek, askere uğurlama ve arkadaşlar arasında düzenlenen eğlencelerde oynanır. Yürekleri dolduran coşkular, sevinçler buralarda horona dönüşür. Nerede bir durak, bir oturak yeri varsa orası ”HORONDÜZÜ” dür. Üstünde horon oynanmayan tek bir düzlük yoktur Karadeniz’de… Doğa ile insanın el ele tutuştuğu andır horon... Bir halkadır. Sevgi halkasıdır horon... Dağda da düzde de... Salonda da, sokakta da oynanır horon. Bitmez bir coşkudur... Sönmez bir ateştir... Gün doğanda başlar, gün batanda biter... Hayat devam eder. Balıkçı kürek çeker, hamsi ağa takılır, mısır koçandan ayrılır, tütün dama dizilir, çay yaprağı kırılır, karayemiş salkım saçak, fındık harmana serilir, kızlar süslenir, oğlanlar damat traşı olur, kızılağaç yaprak açar, istiriç yaprak döker, kardelenler boyun uzatır, vargitler hüzünlenir ama horon bitmez, horon halkası küçülmez, büyür büyür büyür, tüm Trabzon’u, Karadeniz’i, Türkiye’yi oradan da tüm insanlığı sarar...
Karadeniz’in bu en ünlü manastırı 4. yüzyılda denizden 1300 metre yükseklikteki bir dağ gövdesinin içerisine Hristiyanlığın ilk günlerinde gizli bir tapınak olarak yapılmış. Zamanla 17 metre yüksekliğinde, 40 metre uzunluğunda, 14 metre genişliğinde 72 odalı, odalarını İsa’nın, Meryem’in, Havarilerin fresklerinin süslediği, Komnenos krallarının taç giydiği bir manastır halini alır. Önemli din adamlarının ziyaretleriyle bazen çok ünlü bir dinî merkezi olur, bazen de sürgün ve hapis yeri... Manastıra hediye edilen altın şamdanların, ceylan derili İncillerin, elyazması kitapların, İsa’nın çarmıhından bir parça taşıdığı öne sürülen haçın akıbeti de manastırın kuruluşunu anlatan efsanelere karışır...
TRABZON’DA BİR ATA YADİGARI Trabzon’un 7 km. güney batısında, Soğuksu tepesinde yer alan Atatürk Köşkü şehrin bir simgesidir. Köşk, 1903 yılında Konstantin Kabayanidis isimli bir Rus tarafından yapılmış, 1916-1918 yıllarındaki işgal sırasında Rusların karargahı olmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra mülkiyeti hazineye
6
YAPMADAN DÖNME Sümela Manastırı: Trabzon’a veya komşu illere geldiyseniz, yazı başka güzel kışı ise esrarengiz bir görüntüye bürünen Sumela Manastırını kar altında görmeden, ve ziyaret etmeden, Uzungöl: Ülke turizmine ve bölgenin tanınmasına önemli katkı sağlayan yaz kış ulaşımının sağlandığı, stresten ve şehir gürültüsünden ve hava kirliliğinden uzak, gönlünüzce eğlenip doğanın tadına varabileceğiniz ender güzelliklerden olan Uzungölü görmeden, Sera Gölü: Şehir gürültüsünden uzak doğa ile başbaşa eşsiz manzarası eşliğinde zamanınızı geçireceğiniz Sera gölünü gezip görmeden, Ayasofya Müzesi: Selçuklu, Bizans ve Gürcü mimarilerinin ortak özelliklerini bir arada barındıran 13. yüzyıldan günümüze kadar değişikliğe uğramadan ulaşan Ayasofya Müzesini gezip görmeden,
GÜZEL ÜLKEM
nızda demlenirken, Trabzon’un genel görünüşünü, Karadeniz’i ve günbatımını hepsini birden seyretmek için Boztepe’yi çıkıp görmeden, Çal Mağarası: İçerisindeki sarkıtı, dikiti, kendiliğinden oluşmuş çeşitli ilginç şekilleriyle, şelaleleri ve havuzcukları ile Türkiyenin en uzun mağaralarından olan Çal Mağarasını görmeden, Han, hamam, tarihi köprü ve su kemerleri ile birlikte kentin her zaman vilayet merkezi olmuş tarihi Ortahisar Mahallesini ve Trabzon Evlerini gezip görmeden, Yayla Şenliklerini, Festivalleri: Karadeniz halkının geleneklerine bağlılığının önemli göstergelerinden olan Yayla Göçleri ve akabinde ulusal ve uluslararası bir düzeye ulaşan Yayla Şenlikleri, bahar ayı ile birlikte başlayıp (Mayıs-Ekim arası) kış mevsiminin yaklaşmasıyla sona
Trabzon Kalesi: Yörenin en iyi korunmuş, denizden tepelere kadar uzanan Trabzon Kalesini gezmeden, Atatürk Köşkü : 19.yüzyıl sivil mimari örneklerinden olan ve Trabzon halkının Atatürk’e bir hediyesi olan Atatürk Köşkünü ziyaret etmeden, Trabzon Müzesi (Arkeoloji ve Etnografya): 20. yüzyılın başlarında yapılmış ve çok önemli sanatsal özelliklere sahip olan tarihi konağın, Arkeolojik ve Etnografik eserleri , mimari özelliklerini ve iç süslemelerini görmeden, Boztepe Semaverinizin dumanı tüterken, çayıerer. Yayla şenliklerini, festivalleri, festivallerde kurulan dev horon halkalarını ve oksijen deposu olan yaylaları görmeden, Yöresel Yemekleri: Sumela Manastırı gezisi sonrası yol güzergahında bulunan ve diğer yerlerdeki lokantalarda, yöresel yemeklerinden kara lahana dolmasını, kayganayı, mısır ekmeğini, Trabzon ekmeğini, tereyağında alabalığı, Hamsiköy’de Hamsiköy sütlacını, Akçaabat köftesini, Trabzon tereyağı ve peynirinden yapılan meşhur kuymağı, ve adlarını saymakla bitiremeyeceğimiz yöreye özgü yemekleri yemeden, asla ve asla dönmeyin.
7
Dr. Murat BAŞ
GÜNLÜK
drmuratbas@gmail.com
YENİDEN BAKIŞ, DÖNÜŞÜM VE DENEYİMLEME Yeni bakış açısıyla rutini değerlendirmek, hayatın olağan akışında ölüm-kalım sorunu oluşturmaz. Hayata yeni bir pencereden bakabilmek, beklentilerden, tabulardan ve önyargılardan bağımsız bir biçimde doğrudan deneyimlemek biz insanların nadir yaptığı bir şeydir. Yeniden denemekle yitirilen hayranlık hissini yeniden yakalayabilir ve hayatın zenginliğini yaşayabiliriz. Bu belki de özellikle daha önce sıradan olan deneyimlerimizde ve günlük yaşamın içinde de gerçekleşebilir. Daha önce defalarca deneyimlediğiniz şeyin yeni bakış açısıyla yeniden deneyimlememiz ile lezzeti doyasıya yaşayabiliriz. Kabuller, inançlar,tabular ve önyargılar hayata bir çeşit düzen getirebilir. Ve çoğu zaman deneyimlememizin önüne geçip engel teşkil edebilirler. Kendimizin ve başkalarının inançlarının önüne geçebilmemiz ve sanki ilk defa duyuyormuş gibi hayranlık ve bilgelik ile rutini tekrar değerlendirmeliyiz. Hayat bilinmeyenlerle, sürprizlerle ve gizemlerle doludur. Rutinler sizi bilinene taşırlar. Ancak yeni bakış açıları rutinleri bile bilinmeyenlerin taşıyıcısı haline getirebilirler.
Öykülerin paylaşıldığı atmosferler sohbet mekanlarıdır. Bu ortamlar güven ile tesis edilmelidir, yani yargılanmak, dışlanmak, itham edilmek veya eleştirilmek korkusu taşımaksızın kişilerin hayatlarında olup bitenleri(yani öykülerini) anlatabilecekleri kadar güvenli bir ortam olmalıdır. Öykülerin anlatılabilirliğini sağlamak, yeni bir dönüşüme ve şifaya giden kapıları açabilir.
Hayatın tadına varmamamızın olmazsa olmaz bir yoludur yeni bakış açıları.
Yalıtılmışlık hisleriyle yalnızlığı şiddetlenen bireyler, öykülerini anlatmakta direnir ve içlerinde büyüyerek tekrar tekrar kurgularlar.
Ben, yeni bakış açılarını öykülerden çıkarırım sonra rutini bu yeni bakış açısıyla değerlendiririm.
Öyküler sadece anlatana değil, dinleyeni de dönüştürür ve dinleyene de şifa verir.
Hayat öyküleri bilimciler tarafından şüpheyle karşılanırlar. Zira öyküler çok sayıda değişkene sahip olduklarından kanıtlanmaları ve tekrarı güçtür. Bu nedenle hayat öyküleri eşsizdir. Zaten öykülere değer ve anlam katan şey eşsiz olmalarıdır.
Öyküleri dinlerken, hayata dönük derinliğiniz artar, yalnız olmadığınızı fark eder ve bir refakatçi eşliğinde eşsiz bir seyahate çıkarsınız. Yeni bakışlar kazanırsınız.
Bir hekim ve insan olarak öykülere değer vermeyi alışkanlık edindim. Bunun yanı sıra eşsizliğe sahip olan öyküler aktarılırken bizi benzer kılan ve birbirimizden ayıran şeyleri de fark ederiz. Öyküler hayatın dilidir.
8
Öyküleri dinlediğinizde sıradan insanların aslında birer kahraman olduğunu fark edersiniz. Öyküleri dinlediğinizde şöhretin kıymeti çoğunlukla geçtiğini fark edersiniz. Öyküler bir güven ortamında paylaşıldığında içimizde saldırılara açık olmayan noktaların örtüsü kalkar ve daha görünür hale gelirler. Işığın içeriye süzülmesine izin verirler.
Özkan ÖZİPEKLİLER
GÜNDEM
ozkan@sedef.com.tr
KEMERLERİ BAĞLAYALIM Kavurucu sıcaklardan bunalırken hemen ardından sel götüren yağışlarla yaşıyoruz. Önceki yıl da kuru soğuklar ve ardından kuraklık ile karşı karşıyaydık. Son yıllarda alışılmışın dışında hava şartları içinde yaşıyoruz. Bunlar ozontabakası delinmesi nedeniyle küresel ısınmanın tezahürü müdür? Ya da bundan sonra daha duyarlı çevreci olursak ozondaki delik kapanır mı ? Ozondaki delik kapanınca tekrar normal hava şartlarına dönecek miyiz ? Bilim adamlari bunları yorumlayabilir. Yoksa bu sıcaklar ve seller kıyametin habercisi midir? Onu da din adamları yorumlayabilir. Ama dünyanın ikliminde son yıllarda çok köklü değişiklikler olduğu bildiğimiz bir gerçek. Dünyada son yıllarda yaşanan bir başka köklü değişim de ekonomik ve siyasal yapısında görülüyor. Aslında siyasal ve ekonomik çalkantılar birbirinden bağımsız gelişmiyor. Küresel ısınmanın sonucu kuraklık ve seller oluşurken, yeni siyasal süreç ekonomik krizleri de ardı ardına karşımıza çıkarıyor. Kimileri komplo teorileri olarak algılayabilir. Kimileri de luzumsuz senaryolar ile zaman kaybı olarak algılayabilir. Ancak siyasal ve ekonomik anlamda yaşadığımız garipliklerin sebebi ve sorunların adresi bizi Israil ile Türkiye’nin rol değişimine götürüyor. Amerika’da yaşanan 11 eylül terör saldırılarının ve yine Amerika’da ardı ardına yaşanan ve tüm dünyayı etkileyen ekonomik krizin kendi kendine oluşmadığını ve olayların faillerinin bir güç tarafından manipüle edilebileceğini ve bunun İsrail merkezli olabileceğini bugün CIA bile düşünüyor, şüpheleniyor ya da alçak sesle ifade ediyor. Türkiye gündeminde son yıllarda neredeyse her gün yeralan ergenokon örgütü gibi ABD içerisinde etkin yapısı olan Yahudiler neden böyle bir aksiyona girer diye düşünülebilir. Fakat sanki bir bütünün farklı parçalarıymış gibi görülen ABD ve İsrail arasındaki ilişki pek te düşündüğümüz gibi durmuyor. ABD’nin orta doğu ve orta asya da arzu ettiği yapılanmayı gerçekleştirirken çektigi zorluklar. Ortadoğu’da İsrail ile beraber pek bir şey yapamayacağını da ortaya çıkardı. Şia ve Musevi dinlerindeki çatışmacı ve kıyamet savaşını arzulayan akımlar ile bölgede hiç bir zaman gerilim eksik olmadı. Afganistan ve Irak’ta farklı bahaneler ile yapılan işgaller bir türlü normalleştirilemedi. ABD, Avrupa ile kurduğu ilişkileri hiç bir zaman Rusya ya da Çin’in hakim olmasından endişe ettiği orta asya ve orta doğu ülkeleri ile gerçekleştiremedi. İsrail bölgedeki Arap ve Türk devletleri ile bır yol bulup beraber yürüyemedi. Buna karşılık yeni ortadoğu planında ABD’nin Turkiye’ye önemli rol verdigi de ortada duruyor. Enerji koridoru olarak orta asya enerji kaynaklarını Türkiye üzerinden Avrupa ve dünya ülkelerine pazarlamak istediğini de biliyoruz. Hatta bu konuya gereken önemi vermeyen koalisyon hükümetleri döneminde ABD’nin Türkiye’den fazla gayret sarfettiğini de hatırlıyoruz. Bu yüzden ABD’nin orta doğu ve orta asya da Türkiye’ye önemli rol verdigi buna karşılık İsrail ile ABD arasında soğuk bir geleceğin bekledigi gerçeği ortada duruyor. Bu yüzden ABD Türkiye de eski statükocu yapıyı bir kenara bırakıp Akparti hükümeti ile meselelerine çözüm aramaktadır. Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta İsrail cumhurbaşkanına posta koyması bu tabloyu çok iyi okudugunu gösteriyor. “one minute” ile musevi ağırlıklı ve dünyaya yön veren sermaye sahiplerin icerisinde “ben sizin düzeninize başkaldırıyorum, adaletli bir dünya istiyorum” mesaji simgeleşti. Tüm arap aleminde özlemle ihtiyaç duyulan bu başkaldırıyı gerçekleştiren Tayyip Erdoğan bölgede ortak lider haline geldi. Öyle ki Tayyip Erdoğan bugün herhangi bir ortadoğu ülkesinde başkanlık secimine katılmış olsa karşısında kim olursa olsun ipi
9
açık ara göğüsleyecek durumdadır. Hatta Suriye’de halk arasında olası bir İsrail saldırısı karşısında ülke genelinde Türk bayrağı çekileceği ifade edilmektedir. Aslında tüm dünyayı da etkileyen bu gelişmeler Türkiye ve ABD ilişkilerinde yeni boyutlar orataya çıkarırken beraberinde yan etkiler de getirecektir. İsrail vazgeçilmez olduğunu çesitli yollarla ortaya koymaya çalışacaktır. ABD’ye kendi içerisinde karışıklıklar oluşturup İsrail yerine Türkiye’nin tercih edilmesinin faturasını ödetmeye çalışacaktır. Ellerindeki finansal argümanlar ile ABD ekonomisine hasar vermeye devam edeceklerdir. Bölgemizde var olan ermeni ve rum toplumları, museviler tarafından müslüman ve arap toplumunlarına karşı kışkırtılacakır. Ermeni ve rumların Türkiye ile olan ilişkilerindeki sorunlar abartılarak sürekli ortaya konulacaktır. Türkiye içersindeki etnik unsurlara ayrılıkcı ve çatışmacı politikalar uygulatılacak. Kürt halkı manipule edilecek, PKK taşeron olarak kullanılacak, Bununla beraber alevi –sünni çatışması kaşınacaktır. Türkiye dışındaki ülkelerde de ayrılıkcı akımlar ve çatışma ortamları ortaya konulacaktır. Türkiye’deki statükocu yapı güçlü tutulmaya calışılacak ve ABD ile ilişkilerde Israil’in bir kenara bırakılamayacağı savunulup bu görüşe Türkiye içerisinde taraftar bulunmaya calışılacaktır. İç politikada sıkça kaos yaratılmaya çalışılacaktır. Buna karşılık Türkiye’de statükocu derin devlet kadrolarının hukuk dışı faaliyetleri bir bir ortaya çıkarılarak etkiledikleri alanlar ortadan kaldırılmaktadır. Ermenistan ve Yunanistan ile sıfır sorun politikası izlenerek bölgedeki gerginlikler en aza indirilmeye çalışılmaktadır. Bölgede musevi toplumunun yok sayılamayacağı gerçeğinden hareket ederek Israil ile ilişkilerde de sağduyulu davranılıp diplomatik yol izlenmektedir. Ortadaki tabloyu iyi okuyan cumhurbaşkanımız ve başkabakanımız bölgede çok dengeli politikalar ile süreci çok iyi yönetmektedir. Bir çok orta doğu ülkesi ile vizeler kaldırılmış, gümrükler indirilmiş, ilişkiler hızla geliştirilimiştir. Mavi Marmara gemisinin Gazze’ye olan yolculuğunda İsrail, normal müdahale yerine gemilere pervasızca saldırarak aslında rol değişimini yok saydığını anlatmak istemiştir. Hatta Türkiye’yi çatışmaya çekerek süreçi erken sonlandırmayı planlamıştır. Fakat Türkiye’nin soğukkanlı diplomatik girişimleri ile Mavi marmara gemisi ile Gazze de, Davos’tan sonra ikinci raundda Türkiye’nin olmuştur. Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin Türk –kürt, alevi-sunni gerginliklerini yok etmek adına yaptığı çalışmalar, Türkiye’deki statükocu yapının planlarını gerçekleştirmesine engel çıkaracağından kurumlar arasında ciddi gerginlikler ortaya çıkacaktır. Yine ABD ve Birleşmiş Milletler de her iki cephenin karşılıklı olarak lobicilik faaliyetleri çatışma halinde olacaktır. Zaman zaman ileri gidildiğinde Davos ve Mavi Marmara olayında olduğu gibi gerginlikler ortaya çıkacaktır. Bu yüzden süreçe olumlu katkı koyan Fethullah Gülen’in türk hükümetine olan uyarıları yanlış anlaşılmamış, aynı araçta yolculuk yaptığınız şöfere aman dikkat et, hızlı gitme türünden uyarı olarak algılanmıştır. Yaşadığımız ekonomik ve siyasal çalkantılar daha bir süre oldukça inişli ve çıkışlı bir şekilde devam edecek gibi görünüyor. Süreç içerisinde karşılaşılacak engeller bizleri bir süre daha sarsacaktır. Uzun ve virajlı yolda yüksek süratle yol aldığımızı düşünürsek, kemerlerimizi bağlayıp soğukkanlı bir şekilde hız kesmeden yolumuza devam etmeliyiz.
Tayfur Coşkunüzer
KAPAK KONUSU
tcoskunuzer@tece.com.tr
Great Migration
BÜYÜK GÖÇ Gezegenimizin masum çocuğu, içimizdeki hırçın dalgaların sığınağı, seyyahların ve maceraperestlerin gizemli kıtası
10
KAPAK KONUSU
Gezegenimizin masum çocuğu, içimizdeki hırçın dalga-
ve Masai Mara da büyük göç esnasında yaşadıklarımızı
ların sığınağı, seyyahların ve maceraperestlerin gizemli
anlatmaya çalışacağım...
kıtası, bir tarafı yosun kaplı, bir tarafı ıssız kayaların ve taşların sessizliği altında esir kalmış, keşfedilmeyi ve ilgiyi
Yolculuğa çıkmadan önce, eksiklerimizi tamamlamak için,
hak eden geçmişle günümüzü bir arada yaşayan devasa
Ertuğrul Kaplan, Faik Çelik, İlhan Parseker, İrfan Demirdü-
bir kıta Afrika...
zen, Sedat Çağlar ve benim bulunduğum seyahat ekibimizle bir araya geldik.
Afrika kıtası birçok enleri içinde barındırıyor; en uzun nehir Nil nehri, ikinci en büyük kıta, en fakir ülkeler, en
10 günlük bir seyahate başlamak için havaalanında bu-
büyük krater, dünya mirası büyük doğal alanlar bu kı-
luştuk… Thy uçağıyla Nairobi’ye 6.5 saatte vardık... Geceyi
tada... Orta ve güney Afrika’da doğal yaşamın en gü-
Naioribi’de şehir merkezindeki Hilton otelde geçirdik. Sa-
zel barınakları özgürce yaşayan hayvanlara ev sahipliği
bah Masai Mara’ya gitmek üzere Wilson havalanına ulaştı-
yapıyor, bu alanların bulunduğu ülkeler için de büyük
ğımızda batılı yüzlerce insan görünce, Masai Mara’nın tam
gelir kapısı. Orta Afrika’nın kalbi sayılan Kenya’da ve
bu dönemlerde çok iyi olduğu bilgisini aldik.. Ben aralık
Tanzanya’da yaptığımız safari unutulmaz anlar yaşama-
ayında geldiğimde bu kadar kalabalık değildi, o dönemde
mızı sağladı. Ben de Serengeti, Manyara, Ngorongora
göçün izlenme mekanının Serengeti olduğunu da bilmi-
Masai Mara Olonana Kampı
11
KAPAK KONUSU
yordum. Masai Mara’da binlerce hayvanın göçüne tanıklık
çıktık. Onlar bizden daha hızlı yol alırken ben bizim şöför-
edeceğimiz için büyük heyecan yaşadım, uçakla Mara da
den biraz huylanmaya başladım, çünkü köyün yanından
toprak bir havaalanına indiğimizde ekiptekiler çok şaşırdı-
geçerken kimi gördüyse sohbet etmeye başladı… Zaman
lar, çünkü ilk defa toprak bir havaalanına inmişlerdi. Ben
burada çok önemli, yakalayacağınız en küçük detay sizin
ve Ertuğrul bey daha önce böyle bir tecrübe yaşadığımız
oraya ne kadar erken vardığınızla ilgili bir hadise… Bizden
için sakindik... Masai Mara’daki, Serengeti’de ve doğal
önce çıkan arkadaşlar aslanın wildebeesti yakaladıkları
parklarda tüm havaalanları böyle toprak zemindir.
anı görme imkanını elde etmişler, biz de oraya ulaştığımızda bir kaç kare alma şansını elde ettik... Sonra yolumu-
Mara’da bizi karşılayan yerel rehberler eşliğinde kaldığı-
za devam ettik ama yine geride olduğumuz için bu sefer
mız Olonana kampa ilerlediğimiz esnada yol üzerinde
gergedanı görmeyi kaçırdık, bizim ekip gergedanı açık
gördümüz binlerce hayvan bizi çok heyecanlandırdı, daha
arazide görmüşler ve fotoğraflarını çekmişler, biz de ça-
önce geldiğimde bu kadar büyük sürüler görmemiştim,
lıların arasında mutlaka bulacağız diye bayağı bir zaman
wildebeest, zebra ve bufalo sürüleri alabildiğine Masai
harcadık, ama sonunda rhinoyu (gergedan) görebildik,
Mara’ya yayılmışlardı... Olonana Kamp, sade, temiz ve çok
açık arazide olmadığı için çok iyi fotoğraf alamadık… Bu
düzenli görünümüyle gözümüze çarptı…Kampımız neh-
sefer diğer ekip göçün olduğu nehrin kıyısında göçü izler-
rin kıyısında olduğu için, geceyi çağlayandan dökülen su
ken biz de başka bir yerde dolaşıyorduk. Onların bu geçiş
sesiyle geçirdik... Sabah 2 araçla safariye başladık, ekipten
esnasında timsahın bir ceylanı parçalama anını görüntüle-
İrfan Demirdüzen ve ben bir araçla, Faik Çelik, İlhan Parse-
diklerini duyduğumda direk olarak bizim şöföre baktım ve
ker, Sedat Çağlar, Ertuğrul Kaplan’da diğer bir araçla yola
onun yüzünden göremediğimizi ifade ettim...
12
KAPAK KONUSU
Öğlen yemeği için kamptan aldığımız kumanyaları büyük bir ağacın altında küçük bir portatif masanın üzerinde yedikten sonra, diğer ekibin otele döneceğini duyduğumda hemen şöförümüzü değiştirmek için harekete geçtim ve yeni şöförümüzle birlikte göçün olduğu nehir kıyısına ulaştık... Burada gördüğümüz şeyler başka bir yerde yaşama imkanı olmayan bir görüntüydü, çünkü akbabalar nehrin tüm kıyılarını tutmuş bekliyorlardı. Onun yanında nehir kıyısında onlarca timsah dinlenmeye çekilmişti. Bu kadar büyük timsahları daha önce hiç görmemiştim. Hepsi de karnını doyurduğu belli olan sürüngenlerdi, nehrin kıyısında ayrıca göçe hazırlanan wildebeest ve zebralar bu manzarayı gördükleri halde yine de karşı kıyıya geçme arzusunu yenemiyorlar, bu da var olmakla olmamak arasında çok kalın çizgilerin olmadığını bize daha iyi anlatıyordu... Wildebeestler ve zebralar karşıya geçerken yaşlı olanları öne sürüyorlarmış bunu da şöförden öğrendik… Genelde sürüler halinde geçiyorlar adeta birbirlerine kenetlenmiş şekilde karşıya geçerken nehirde olan bir hareketlilik esnasında geri dönüp neredeyse yüzlerce metre ko-
Nehrin kıyısında göçe hazırlanan wildebeest ve zebralar bu manzarayı (timsahların karşıda onları beklediğini) gördükleri halde yine de karşı kıyıya geçme arzularını yenemiyorlar, bu da varolmakla olmamak arasında çok kalın çizgilerin olmadığını bize daha iyi anlatıyordu. Fotoğraf Sedat ÇAĞLAR
13
KAPAK KONUSU
şarak nehirden uzaklaşıyorlar, çıkarmış oldukları toz bulutu
Bu sabır ve emeği görmek isterseniz www.stevebloom.
ve oluşturdukları enfes görüntüler bizi olduğu kadar yüz-
com ziyaret edebilirsiniz...
lerce araç içerisinde bekleyen insanları da heyecanlandırıyordu... Hayat döngüsünün nasıl işlediğini burada daha
Masai Mara’da göçten sonra gördüğümüz aslanlar, çitalar,
iyi müşahede ediyor insan... Bu bakımdan böyle bir tec-
ceylanlar bizi heyecanlandırmaya devam etti...
rübeyi yaşamakta büyük fayda var diye düşünüyorum... Burada beklerken televizyoncular ve profesyonel fotoğraf-
Mara’dan içimizde geri dönmek adına bir takım özlem-
çıları da görünce bu anın ne kadar önemli olduğunu daha
lerle ayrıldık... Bizi almaya gelen küçük uçak ekiptekilerin
iyi anladık. Nehrin kıyısında uzun süredir bekleyen sakallı
moralini bozdu, çünkü uçak sadece bizim için ve tek mo-
60’lı yaşlarında bir kişiyi farkedip şöföre kim diye sordum,
torluydu. Aslında bu ekiple ilk defa tek motorlu uçağa bini-
bu adamın burada 6 aydır bulunduğunu dönem dönem
şimizdi ve bundan sonra macera başlıyordu… Ama bizim
geldiğini ve hayatını fotoğrafla kazandığını ifade etti, bu
haberimiz yoktu... Yolda küçük bir kamp havaalanına tek-
kişi “Steve Bloom” du... Fotoğraflarını görünce fotoğrafın
rar inip, aşağıdan 1 yolcu alarak yolumuza devam ettik...
emek ve sabır gerektirdiğini bir kez daha anladım...
Mara’dan Wilson havaalanına gelirken yaşadığımız adre
14
KAPAK KONUSU
nalin herkesin yorgun olmasına neden olmuştu, Wilson’da pasaport işlemlerinden sonra Tanzanya Klimenjero’ya havaalanına da aynı uçakla gideceğimizi öğrendiğimizde ekipte uğultular başladı, yorucu bir yolculuktan sonra Klimenjero’ya indik fakat ekip arkadaşlarımız hiç memnun değillerdi ve kızgınlık yorgunluk bir arada pasaport kontrolü için bekliyorduk havaalanında... Aşı kartlarımızı yanımıza almadığımız için burada tekrar aşı kartı çıkarttık ve bu da aşı kartlarımızı unutmamamız gerektiğini hatırlattı tekrar… Aslında Rwanda ve Kenya’da böyle bir problem yaşamadık, Tanzanya yönetimi daha dikkatli sanırım...
İki dişi aslan büyük bir sessizlik içinde gözlerine kestirdikleri ceylan sürüsünü süzüyorlardı. 15
Klimenjero havaalanından Manyara’ya, Manyara’dan da Serengeti’ye yine aynı küçük uçaklarla ve inişli çıkışlı yolculukla ulaştık... Serengeti’deki havaalanında bizi bekleyen
KAPAK KONUSU
yere rehberler eşliginde Serengeti Kempski otele ulaşma-
da da aşı olduğunu ve bir sinek ısırmasında mutlaka acilen
mız 40 dakika sürdü, burada otel sahibi Dubai’li işadamı
yapılması gerektiğini” söyleyince hemen tedbir aldık ve
Ali bey ile tanıştık. Bize gösterdikleri ilgi ve alakadan sonra
aracın içerisine o kocaman sinekleri sokmamaya çalıştık.
yolculuk esnasında yaşadığımız tüm olumsuzlukları unut-
Saatler ilerlediğinde hemen diğer arkadaşları arayıp bu
tuk... Otel doğanın içerisindeydi, odamızın balkonundan
durumu anlatarak tedbir almalarını istedik... Şöförümüz
neredeyse hayvanlara dokunacak pozisyonda yapılmıştı...
bize Serengeti’de hayvanların çok yoğun olmadığını çün-
Oteli çok beğendik... Tam dinlenecek yer dediler Faik bey
kü bu dönemde Masai Mara’ya göç ettiklerini söyledi…
ve Ertuğrul bey, aramızda otel sahibi olan Sedat bey de
Wildebeestler, zebralar ve diğerleriyle beraber yaklaşık 2
aynı tespitte bulundu....
milyon hayvan bu göçü yaşıyor yani büyük çoğunluğu şu an Masai Mara’da diyordu şöför, burada görebileceğimiz
Serengeti’de fotoğraf çekmek isteyen 3 kişi sabah safariye
çok hayvan yok diye kendi aramızda konuştuk, çünkü sa-
erken çıktık, 7’de otelden ayrıldık, yol boyunda ağaç altla-
dece belirli yolları kullanmak durumundasınız bu da hay-
rında gördüğümüz bayrakları şöföre nedir diye sorunca
vana yaklaşabilme imkanını ortadan kaldırıyordu... Masai
şöför “bayrakların altında taslar olduğunu ve onların altın-
Mara’da böyle olmadığını söyledik şöföre, sen git içeriye
16
KAPAK KONUSU
dal dedik ama nafile çünkü cezaları büyükmüş... Öyle bir
aslan kurumuş sarı otların arasından ilk hamlesini yapma-
imkanımız yok dedi şöför... Anlaşılan çok beklenti içinde
ya başladı ve sürüyü önüne alıp bizim bulunduğumuz ta-
olmayacaktık... Serengeti’de gördüğümüz hayvan mikta-
rafa doğru sürdü. Bize yakın olan aslan ise tam hazırlıklı
rıyla Masai Mara’yı karşılaştıramıyorduk bile, dönem itiba-
değildi aslında, ama ne çare, ok yaydan çıktı bir kere diye-
riyle Masai Mara’nın daha iyi olduğuna kanaat getirdik...
rek saldırıya geçti ve gözüne kestirdiği ceylanın peşinden koştu ama ceylanlar koşmuyorlar resmen uçuyorlardı ve
Saatler ilerlediğinde aç oldukları her hallerinden belli olan
200 metrelik bir koşturmadan sonra aslanlar yoruldular
bir aslan ailesiyle karşılaştık, 2 dişi aslan büyük bir sessizlik
ve bu işten vazgeçtiler... Yaklaşık 1.5 saatlik bir strateji de
içerisinde gözlerine kestirdikleri ceylan sürüsünü süzü-
sonuçsuz kaldı, biz de başka hayvanları görmek için yolu-
yorlardı, uzaktan başlayan takip yaklaşık 100-150 metreye
muza devam ettik...
kadar indi... Bizim gibi birçok araçta onları uzaktan takip ediyordu, herkes iyi bir pozisyon almanın derdindeydi, biz
2.5 milyon yıl önce Ngorongoro yanar dağının püskürttüğü
de, ağaç altında gizlenerek bekleyen aslana yakın olmak
lavlar bu düzlük alanda öbek öbek küçük çıkıntılar oluşturmuş
için iyi bir yer seçtik, beklediğimize değdi diğer aslan bize
ve bunların arasından ağaçlar yeşermişti... Bu görüntüleri çe-
yakın olan aslanın 200 metre uzağındaydı o da harekete
kerek otele dönmek üzere yola çıktık... Otele ulaştığımızda
geçmek için en uygun anı bekliyordu… Derken, uzaktaki
diğer ekip tavla oynamaya başlamıştı bile, her akşam
17
KAPAK KONUSU
Masai köyünü ziyaret ettiğimizde buradaki yaşamın gerçekten ilkel ve tamamen zor şartlar altında olduğu gördük. Serengeti’den Manyara’ya çok yorulmadan tek uçakla geçmemiz ekibi rahatlattı, Manyara havaalanı Serana lodgenın yanında olduğu için ayrıca sevindik… Serena lodgelar bu parklarda en yaygın otel zinciri.... Manyara’da göle giderken gördüğümüz boabab ağaçları ilgimi çekti, şöföre burada boabab ağacı var mı dediğimde çok var diyordu... Devasa ağaçlar... Ama en büyükleri Güney Amerika ile Madagaskar’da sanırım... Manyara gölünde flamingolar ve diğer tüm hayvanları görmek mümkün, ama filamingoları görmek için kıyıya yaklaşmak istediğimizi söyledim şöföre, mümkün değil dedi… Biz de uzaktan çekebildiğimiz kadarıyla yetindik... Burada filamongoları görmek için gelen binlerce turisti görünce aklıma Erciş geldi… Yılın 2 ayı Erciş’e gelen filamingoları görmeye neden kimse gelmez diye, hem daha yakından izleme imkanına sahipken... Manyara’dan Ngorongora’ya uçakla gitmeyeceğimizi duyunca hepimizde mutluluk oluştu, yaklaşık 1 saatlik araba yolculuğunFaik beyin getirdiği tavla ile tavla turnuvaları düzenleyerek yorgunluk atıyorduk, çoğunlukla kazanan İlhan Parseker oldu... İrfan Demirdüzen ile Faik Çelik’in maçları hep çekişmeli olunca hepimiz pür dikkat seyrettik...
dan sonra ulaştığımız Ngorongoro milli parkında bizim gibi onlarca araç gördük... Ngorongoro krateri dünyanın en büyük krateri, 20 km çapında, 600-700 metre derinliğinde adeta etrafı duvarlarla çevrili ağaçlık ve dümdüz bir alan... Dünya mirası listesinde olan bu bölgede leopar,
18
KAPAK KONUSU
Masai halkının Ngorongoro’dan çıktığını söylüyordu bize şöförümüz, biz de Masai köyünü ziyaret ettik, buradaki yaşam gerçekten tamamen ilkel ve zor şartlar altındaydı… Masai köyünden sonra kraterin içine doğru yol alırken yol o kadar kötü ki hepimizin suratı tozdan bembeyaz oldu… Kraterin içi alabildiğine büyük ve her tür hayvan görmek mümkün... Kraterin içindeki göller ve bitki örtüsü bizi şaşırttı, 1994 yılı rakamlarına göre 24.000 büyük baş hayvanı bünyesinde barındırıyormuş, buradaki 600-700 metre yükseklikteki kapalı alanı adeta duvar varmış gibi düşündüğümüzde, kendi kendine bir döngü mevcut olduğunu anladık… Bu da insana ayrı bir fikir beyan aslan, çita,gergedan, fil, bufalo, zebra, wildebeest, gazel,
ediyordu... Ngorongoro’da karşılaştığımız hay-
impala ve kraterin dibindeki Magadi gölünde yaşayan fla
vanlar içerisinde dikkatimizi en çok çekenler flamingolar,
mingoları görebiliyorsunuz...
filler ve turnalar oldu... Burada küçük bir alanda olduğu
19
KAPAK KONUSU
için olsa gerek daha çok bir arada yaşıyorlardı... Ngorongoro milli parkından sonra Manyara’daki otelimize döndük. Bir gün sonra da yine aynı yolu kullanarak Klimenjero, Nairobi’ ye gidecektik, hepimizde küçük uçak fobisi oluşmaya başladı... Fotoğraflar için www.tcoskunuzer. com web sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Nairobi’ye gelirken hepimizin hafızasında kalan müthiş bir yaşam döngüsünün doğal ortamından çıkıp gerçek yaşama doğru ilerlerken, hayvanların içerisinde güçlü olanlar dahi tabiattan sadece ihtiyacı olanı aldığını ve fazla 20
sını istemediğini, fazla olanı doğaya iade ederek yaşam döngüsüne katkı sağladığını müşahede ettik. Acaba insanoğlunun doğaya böyle bir katkısı var mı diye içimizden geçirmeden edemedik...
Figen ÖZDEN
GÖRSEL SANATLAR
info@mimariseramik.com
Çömlekçilik
Karanlık çağlardan hemen sonra insanoğlu yaşam alanları ve yaşamak için her yola başvururken sadece düşüncesi hayatta kalmak ve karnını doyurmakmış. O yıllarda korkular yüzünden saklanacak mağaralar ararlarmış, en yüksekte en korunaklı yerleri seçerlermiş. Beslenmek için avlanmak zorundalarmış. Ormana giden erkekler sadece eşlerinin karnını doyurmak istermiş. Bunu mağaralarının duvarlarına resmederlermiş. Belki de nerde olduklarını anlatmaya çalışıyor da olabilirler. Ateşin bulunmasıyla korkulara biri daha eklenmiş. Toprağı ekip biçerken bereketini gökten gelen sudan olduğunu ve yağmur yağsın diye özel törenler düzenlerlermiş. Mağaraların duvarlarında av resimleri sonrasında bereket
21
törenleri resmedilmiş. Yağmur sularının derelerin yataklarına taşıdığı kırmızı kili evlerine yiyecek taşımak için avuç içlerinden daha büyük kaplar haline getirmişler. Meyveler, bitkiler taşıyorlarmış mağaralarına. Çok karanlık gecelerden birinde insanoğlu korktuğu ateşi yakmış mağarasının önünde. Birden alevler büyümüş rüzgarla ve bütün mağarada olan herşey yanmış. Ateş toprakla buluştuğu yerde taşlaşmış ve seramik kaplar oluvermiş. Bazen korktuğumuz şeylerin doğru kullanıldığında ne sonuçlar verdiği ilk o yıllar çıkmış. Çömlekçilik ilkel yıllardan bu yana zanaat olarak hayatımızın her köşesinde var. Anadolu toprakları o kadar bereketli
GÖRSEL SANATLAR
ki ekilip buğday olup faydalı bir avuç çamurla çanak çömlek yapar ustalar, toprak testilerle su taşır kızlar. Yüz yıllardır zanaat olan çömlekçilik, artık son yüzyılda zanaattan çıkıp sanat olarak hayata farklı bir noktasından farklı bakış açıları açıyor. Evlerimizde ıslak zeminlerde kullandığımız karolardan tutun kahvenizi yudumladığınız fincanlarımız özel tasarım yapılarak malzemeler hayatın her köşesinde yer almıştır. Sanat dendiğinde aslında Anadolu’da var olana zanaatların farklı yorumlanmasından ve farklı çalışma tekniklerinin geliştirilmiş hali. Dünyada sanatta söz hakkı sahibi olmamıza yardımcı olmuştur. Bu topraklarda zanaattın korunması ve gelişimi açısından farkında bile olmadan Avrupa özentisi yaptığımız birçok şey zanaatı sanata çevirmiştir. Eskiden ustalar ve çıraklar vardı. Şimdilerde sanatçı dediğimiz benim gibi insanların okuması için güzel sanatlar
fakülteleri açıldı. Birçok öğrenci yetişti, yetişmeye de davam ediyor. Aslında çömlek ustaları, kerpiç evlerin ustaları hep yanında çırak yetiştirir zanaatını ona öğretirmiş. Ustasından aldığı feyzle çıraklar yetişirmiş. Ustalar o kadar önemli insanlarmış ki çırak kendi ailesinden çok önem verirmiş ustasına. Ustası da çırağına kendi evladından ayırmazmış. Saygının yanında korku da varmış. Herşeyi öğretirmiş ustası çırağına. Seramik disiplin ve sabır ister. Dere yataklarında toplanan çamurlar dağları aşıp gelirken, kil olma özelliğini kazanırken sabırla suda akıp gelir dere yatağına. Kızılırmak dere yataklarında toplanan kırmızı kil kadınlar tarafından toplanır, bir iki gün dinlendirildikten sonra yoğrulan çamur ustalarının atölyelerinde, elleriyle şekillenmeye başlar. Çark ustaları, elle şekillendirme ustaları ayrıdır. Çamur yolculuğunu ancak ateşle buluştuğunda sonlanır.
22
Yılmaz EKİNCİ
SERBEST KÜRSÜ
y.ekinci07@hotmail.com
ENDÜLÜS’E SEYAHAT İstanbul’dan kalkan uçağım İspanya’nın başkenti Madrid’e doğru yol alırken; oturduğum pencerenin kenarında mavi gezegene bakarken ırmakları, denizleri, dağları, ovaları ve sunni ülke sınırlarını aşarak Endülüs’e ulaşmanın hazzını ve hüznünü içiçe yaşıyordum. Madrid’den ziyade Cordoba, Sevilla, Granada daha çok beni cezbediyordu. Endülüs Devleti’nin kurulduğu topraklarda ilk uğradığım yer Kordoba üzerinde Sevilla oldu. 7.yy’ın sonlarına doğru İspanya’da siyasi, ekonomik, ve toplumsal karışıklıklardan doğan çekişme ortamında Tarık Bin Ziyad 7000 kişilik ordusuyla 711 yılında İspanya’ya çıktı. Denizi geçtikten sonra, ilk iş olarak gemilerini yaktırarak askerlerin geri dönüş beklentisini kırdı. Askerlerine dönerek “Arkanızda düşman gibi bir deniz, önünüzde ise deniz gibi bir düşman var. Ya ölüm ya zafer!’’ diyerek Carteya ve Algeziras kentlerini aldıktan sonra Vizigot Kralı Rodriguez’i yenerek Toledo’yu, Kordoba’yı, Archidor’u ve Libire şehirini ve kasabalarını alır. Kuzey Afrika’nın ünlü İslam komutanı Musa bin Nusayr 10000 kişilik bir kuvvetle İspanya’ya Tarık bin Ziyad’ın yardımına koşar. Bu ikili, bir anda Barcelona’ya varırlar. İki yıl içinde Pirene Dağlarını aşan askerler Fransa’ya sarkarlar. Artık önlerinde onları durduracak bir güç söz konusu değildir. Bu duruma şaşan halife Velid Bin Abdülmelik koca İspanya’nın bu kadar kolay ele geçirilmesine anlam veremez, haliyle tuzağa düşmekten korkar. Musa bin Nusayr ve Tarık bin Ziyad’ı Şam’a çağırıp genel vaziyeti sorar.
Onlar da olup biteni anlatırlar ve başkentteki kurmayların kanaati İspanya’daki İslam ordusunun durması ve cen-
23
ge ara vermeleri istenilir. Bu iki ünlü komutanında gönlü İspanya’da kalır ama bir daha oralara dönmek nasip olmaz. Başarılı bir savaş komutanı olarak öne çıkan Tarık bin Ziyad’ı kıskanan Musa bin Nusayr ünlü komutanı halifeye şikâyet eder. Halife yaptığı araştırmada İspanya’nın gerçek fatihinin Tarık bin Ziyad olduğunu öğrenir. Onu cezalandırmaz, ama ülkesine de göndermez. Şam’da sürgün hayatı yaşar. Kuzey Afrika İslam orduları komutanı olan Musa
bin Nusayr’da hacca niyetlenir ve Medine civarında vefat eder. 711 yılında İspanya’ya çıkan Müslümanlar 788 yıl sonra kendi aralarında iç kavgalara tutuşunca yönetim zayıflar ve Endülüs İslam Devleti çöker. 1490 yılında Gırnata Devleti Hristiyan orduları tarafından kuşatılır. Bütün tarımsal alanlar ve bahçeler, mabetler, kütüphaneler yakılır yıkılır. 300 yıldır Müslümanların egemenliğindeki şehrin yakılıp yıkılmasını şehrin anahtarlarını kral Ferdinant ve İsabelle’ye teslim eden Nasirilerin son temsilcisi 7.Muhammed Müslümanların katliamını önlemek için barışçı bir çözüme boyun eğer. Bu anlaşmaya göre şehrin yakılıp yıkılmaması, Müslümanların Katoliklerle eşit haklara sahip olmaları ve dinlerini serbestce yaşayabilmelerini öngörüyordu. Elhamra sarayının yeni müdavimleri olan Ferdinant ve İsabella verdikleri sözleri çok çabuk unuturlar. Arapça yazmak ve konuşmak yasaklanır, binlerce kitap şehir merkezinde yakılır, din değiştirmeye zorlanan Müslümanlar ‘moriscos’ adıyla mağaralara sığınmak zorunda kalırlar. Bir zamanlar Endülüs’ün efendileri olanlar ikinci sınıf vatandaşı olmak zorunda kalırlar. Bu gelişmeden 3ay sonra (1492’de) Yahudiler İspanya’dan sürgün edilir. Granada halkı bu acılarla boğuşurken, Müslüman ahalinin çoğu Elhamra sarayının karşısına düşen ve bugün Sacromonte olarak anılan tepedeki mağaraları kendilerine mesken edinirler. Bu mağa-
SERBEST KÜRSÜ
ralarda yaşayan Roman halkının yanına sığınırlar. Romanlar yoksul ve alçakgönüllüydüler. Dağlardan topladıkları otları pişirip yiyor, akşamları yaktıkları ateşin etrafında gitar çalıp dans ediyorlardı. Araplar kimseye zararı olmayan bu neşeli insanların arada bir yaptıkları ufak tefek hırsızlıklara göz yumuyor, el becerileri gelişmiş bu halkın ürettiği çeşitli aletleri, takıları ve giysileri beğeniyle alıp kullanıyorlardı. Katolik zulmü ve baskısı başladığında müslümanların bir kısmı mağaralarda yaşayan Roman halkın yanına sığınırlar. Yoksul roman halkı onlara kucak açar. Ellerinde ne varsa paylaşırlar ve geceleri ateş yakıp birlikte dans ederler. Acılı Arapların hüzün dolu şarkılarını kendi müzikleriyle bütünleştirirler. Bu hüzünlü ve acılı müzik eşliğinde yapılan dansa ‘zambra’ adını koyarlar. Bugün hepimizin hayranlıkla izlediği Flâmenko müziği ve dansı Sacromonte mağaralarında doğan bir müzik türüdür. İslamın güneşi Akdeniz üzerinde İspanya ufuklarında ışıldarken, Müslümanların sayesinde Endülüs çok canlı bir ekonomi ve kültürel hayata kavuşur. Başkent Kordoba önemli bir ticaret merkezi olmasının yanı sıra artık İslam dünyasının 3. önemli merkeziydi. Granada o dönemde önemli bir bilim ve kültür merkeziydi. Bugün ayakta olan Elhamra sarayı o devrin en ünlü mimarlık yapıtıdır. Endülüs İslam devleti döneminde tıp, doğa bilimler, astroloji ve felsefe alanında önemli çalışmalar yapılır. Özellikle Kordoba kütüphanesinde 40000 üzerinde kitap olduğu
rivayet edilir. Bu dönemde özellikle felsefe alanında İbn-i Rüşd, İbn-i Tufeyl, İbn-i Bacce, İbn-i Cebir gibi düşünürler ve alimler yetişir. Hristiyan gençliğin Müslümanlar gibi giyindiği (şalvar, fistan, sarık vb.) o günkü Hristiyan din adamları tarafından eleştiri konusu olduğu görülmektedir. Bugün bile İspanya mimarisinde ve halkın yaşam biçiminde İslami motifleri görmek mümkündür. 1492’de Endülüs devleti tarihe karışır-
24
ken 1499’da da İspanya’da bir tek Müslüman kalmadı. Mabetler yıkıldı, kültürel yaşam ve zenginlik talan edildi. Yahya Kemal Beyatlı’nın ünlü şiirinde (Endülüs’de Raks) betimlediği biçimiyle artık her şey kırmızıya bürünmüştü. (Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır; İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.) Evet, kanın şal ile örtüldüğü bu diyarda, insanı yine cezbeden sihirli bir güneşin gönlünüze ve yüreğinize yansıdığını müşahade ederseniz. Bütün bu geçmişi düşünür, Madrid’den Kordoba’ya doğru yol alırken içimdeki çocuğun sevincini veya hüznünü tarif etmek çok zordu. Kordoba şehrine vardığımda sanki tarihin gizemiyle örtülere bürünmüş bu yerde kaybolmuştum. Kordoba şehri kendisine uzaktan bakanlara iz bıraktırmayacak kadar gizemlidir. Tren ile Kordoba’ya vardığınızda “burası mıdır’’ diyesi geliyor insanın. Örtülere bürünmüş bir şehirdir Kordoba. Rüzgarlara açık değildir; hüzünlü fısıltılar söyler size sokakları…Sessizlik, kaybolan giden bizden çizgiler ve o çizgilerin peşinde olan ben… Bir kaşif gibi izlerin peşinde adeta kendimi arıyorum. Endülüs’te, raks ve şalın peşinden ziyade tarihe, arkeolojiye ve hayata atılan imzaların peşinden iz sürüyorum. Eski şehre vardığımda kendimi adeta bir İslam ülkesinde hissediyorum. Kordoba, ruhumun aynada kırılmış bir yansıması gibiydi. Müslümanların ve islamiyetin peşinde iz sürerken hiçbir İslam ülkesinde hissetmediğim duygulara gark oluyordum. Nede olsa yitik uygarlığın yitik mirasçısıydım. İslamiyet’in Avrupa’daki en muhteşem yapıtını bana sorarsanız kuşkusuz Kordoba camisidir derim. İspanya’nın güneyinde yer alan bu şehir, Avrupa’daki Müslümanların ilk merkeziydi. Kordoba camisi veya bugünkü adıyla Mezquita Müslümanların en kusursuz yapıtıdır. Halife Emir Abdurrahman tarafından cami olarak yaptırılmıştır. Fakat daha sonra İspanyol Kral 3. Ferdinant tarafından katedrale dönüştürülmüştür. İslam tarihinin Mekke’den sonra en büyük ibadethanesi olan Mezquita aynı zamanda İslam sanatının da en önemli eserlerinden biridir. Bu görkemli yapı, dünyanın en geniş alanına sahip mabet özelliğini
SERBEST KÜRSÜ
taşıyor ve birbirini izleyen 850 sütun ve yüzlerce kemer üzerine kuruludur. 16. yy da katedrale çevrildikten sonra da üzerine pek çok şey eklenmiştir. Kordoba camisini gezerken camiden nasıl kiliseye dönüştürüldüğünü müşahede etmek için mimar olmaya gerek yok sanırım. Kordoba mescidinin mihrabına baktığınızda altın harflerle yazılan ayetlerin güzelliği göz dolduruyor. Kordoba daracık sokakları, güzel evleri, çiçek kokulu pencereleriyle tipik İslam mimarisinin izlerini taşır. Kordoba’ya vardığınızda size ait topraklarda yürüdüğünüzü hemen hissedersiniz. Güven, huzur ve estetiğin sizi sardığını duyumsarsınız. Mescitin sıcaklığı ve insanların sanki namaza durduğu hissine kapılırsınız. Bugün İspanyolların dilinde bu cami Mezquita (mescit) olarak geçmektedir. Kordoba, sanki İslam uygarlığının kayıp atlantisi gibi içinizi burkmaktadır. Kordoba’da görülmesi gereken yerlerden biri de şehrin batı tarafında yer alan, dağın yamacına yaslanan Medinat al Zahra’dır. (Medinetüs-Zehra sarayı) 3. Abdurrahman tarafından yapılan bu saray bugün bile hala arkeolojik olarak tamamiyle gün ışığına çıkarılamamıştır. Hakim bir tepede olup, şehri uzaktan süzmektedir. Çarşısı, mesciti ve yaşam alanlarıyla adeta bir külliyedir. Birçok fonksiyonlara sahip olup, adeta İslam mimarisinin prototipidir. Medinatül Zahra’dan ayrılırken içinizden kopup giden bir şeylerin olduğunu fark edersiniz. Medinetül Zahra’dan ayrıldıktan sonra trenle Sevilla’ya yolculuğa devam ettim. Kentin merkezine vardığınızda dev bir katedral adeta sizi rehin alıyor. Giralda Katedrali şehrin kıblegahı gibi size yol göstermekten gocunmaz. Bu katedral, Endülüs İslam uygarlığının izlerini silmek için 15. yy da varolan Ulucami’nin temelleri üzerine yapılmıştır. Caminin eski minaresi çan kulesine dönüştürülmüş. Kuleden yukarı doğru çıkarken eski Sevilla’yı görmek mümkündür. Camiden katedrala dönüştürülen yerin hemen yanında yer alan Alkazar sarayına uğramadan Sevilla’yı terk etmek bu şehri görmemek demektir. Alkazar sarayında İslam uygarlığının en güzel mimari motifleri kemerlere, kubbelere işlediğini görürsünüz. Çinilere işlenen islamın saf ve berrak yüzünü burada görmek bambaşka bir şeydir. 12. yy da seramik üzerinde insan göz nurunun ve sanatsal zarifliğin bu kadar inceldiğini görmek insanı şaşırtıyor. Sevilla’yı Sevilla yapan veya Sevilla’yı yaz
25
sıcaklarından bir vahaya dönüştüren Endülüs’ün o kendine özgü avlularıdır. 12. yy da suya, mermere ve tabiat güzelliğine bu kadar değer veren bir uygarlık karşısında diz çökmemek mümkün değildir. Sevilla bugün bile başkent Madrit’in soğukluğuna karşı, insanı kuşatan adeta ruhun tablodan canlanmış bir hali gibi durur. Sevilla, geleneğin modernlikle harmanlandığı ender şehirlerden biridir. Size yabancılık hissi vermez. Herkes kendisine ait bir şey bulur. İnsanları bakımlı, şehir pırılpırıldır. Geniş caddeleriyle ve güzel insanlarıyla sizleri büyüler. Nehrin kenarında yürürken kendinizi evinizde hissedersiniz. Sevilla’da görülmesi gereken birçok yer vardır. Sevilla’nın büyüsünden kendimi alamamıştım ki görmem gereken bir diğer büyülü şehir olan Granada’ya doğru yola koyuldum. Her gördüğüm yer, beni benden biraz daha alıyor, benliğimin Endülüs’te kaybolduğunu hissediyordum. Bu şehir en parlak dönemini, Müslümanların hakim olduğu 13–15.yy arasında yaşamıştır. Tren istasyonundan indikten sonra size hiç cazip gelmeyen büyük yapılı binalarla karşı karşıya kaldığınızı görürsünüz. İnsanın burası Granada olamaz diyesi geliyor. Şehrin içinde kuzeye doğru çıktıkça eski şehre varıyorsunuz. Evet, eski şehir ile yeni şehri birbirinden ayıran Elhamra sarayının bulunduğu tepedir. Elhamra Sarayının temeli 1232 yılında, Ben-i Ahmer devletini kuran 1. Muhammed zamanında atılmıştır. Masallarda okuyup düşlediğimiz sarayların gerçek hayattaki yansıması sayılabilecek olan Elhamra sarayının doğal çevreye olan eşsiz uyumunu, girift yapısını, farklı süslemelerini ve mekan ile ahenginin iç içe geçtiği bir yerde olduğunuzu hemen anlarsınız. İlk etapta insanın dikkatini çeken, bembeyaz süslemeleri ve taşlara nakşedilen ‘Allahtan başka kimse yoktur’ sözünün göze ve hafızaya bıraktığı izdüşümdür. Suyun ışığa dönüştüğü, ışığın kendini suda bulduğu bu bahçede Müslüman uygarlığın ulaştığı hazineyi görmek insanı bambaşka bir aleme gark ediyor. 8.yy da Finikeliler tarafından kurulan tarihi kent Costa del Sol’a uğramadan geçemedim. İki-üç katlı, teraslı, çatılı beyaz evler, dar sokaklar, yaz sıcağında dinlenip soluklanabileceğiniz serin palmiye gölgeleri sanki bir bütün olup bizi etkileyebilmek için bütün güzelliklerini bizlere cömertçe sunuyordu. Eğer bir gün yolunuz İspanya’ya düşerse; Flâmenko müziğinin ve İslami motiflerin iç içe geçtiği bu şehri, mutlaka görmenizi isterim. Granada, Endülüs ruhunu yansıtan ender şehirlerden biridir. İspanya halkı kendisi ile barışık ve gelen konuklarına yabancılık çektirmeyecek bir ülkedir. Bu ruhu Kordoba’da, Sevilla’da ve Granada’da hayli hayli hissedersiniz. Elhamra sarayını günde 17 bin kişinin ziyaret ettiğini gördüğünüzde ne demek istediğimi anlamış olacaksınız.
Prof. Dr. Bekir Parlak
AKADEMİK KÖŞE
Uludağ Üniv. Yönetim Bilimleri Anabilim Dalı Bşk. bparlak21@gmail.com
ZAMAN YÖNETİMİ
Zaman...hepimizin bildiği, aslında bildiğini sandığı, ama ne anlamını ne de değerini tam bilemediği bir kavram. Zaman, insana verilmiş çok kıymetli bir armağan. İnsan ve zaman... Biri olmadan diğerinin ne olduğu bilinemeyen gizemli bir anlam. Uzay boşluğunda her şeyi kapsayan bir sarmaldır zaman. İnsan zaman içinde, zaman ise sonsuz biçimde. Elbette kolay değil çıkılması bu işin içinden. Zaman bizim neyimiz olur? O içimizde mi, yoksa dışımızda olan bir şey mi? Mülkiyeti bize mi verilmiş yoksa emanet mi edilmiş? Zaman evrenin her yerinde aynı mı işliyor? Yaşayanlarla, göçüp gidenler için aynı mı zaman? Önce zaman mı vardı, mekan mı, yoksa insan mı? Zamanın dışına çıkılabilir mi? Zaman bizim ölçtüğümüzden başka nasıl ölçümlenir? Zamanın sonu var mı? Zaman kainatta bazen geniş, bazen dar mı? Buyurun buradan yakın. Şu sorulara iyice bir bakın. Gözünüz kesiyor, akılınız eriyor, yüreğiniz yetiyorsa cevaplayın!
26
İnsan mı zamana hükmeder, zaman mı insana? Hangisi diğerini yönetir? Hangisi asıl belirleyicidir? Kim kimin efendisidir? Bu soruyu cevaplamak, deveye hendek atlatmaktan zor görünüyor. Zamanı yönetemeyen insanların çokluğu dikkate alınırsa, çoğumuz için zaman, bizi alıp götüren bir sel akıntısı ya da bir rüzgar gibidir. Bir yaprak gibi selin ya da rüzgarın istediği yere götürülen insanların zamanı yönettiği, onu kontrol ettiği söylenebilir mi? “Zaman doğru yönetilemiyorsa, hiçbir şey doğru yönetilemiyor demektir”. Ünlü yönetim gurusu Peter Drucker ne kadar da haklı. Nedir zaman yönetimi? Buna söylenecek çok söz var ama estirme bir cevapla, zamanı mümkün olduğunca etkin kullanma, verimli kılma ve kontrol altında tutmadır. Bu da her baba yiğidin harcı değildir. Zaman, kullanılamayan kısmı yok olup giden başlıca sermayemizdir. Onu biriktiremeyiz, saklayamayız ve elimizde tutamayız. Zaman;
AKADEMİK KÖŞE
Hepimizin haftada 168 saati var, siz bu saatleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Zamanın yetmediğini, işimizin çok olduğunu söyler yakınıp dururuz. Eğer her gün fazladan iki saat verilse, ne yaparız? Yönetmek, işin aslı bu. Önce kendimizi ve vaktimizi, sonra başkalarını ve başka şeyleri. Kendimizi yönetmek zaman kontrolünün püf noktasıdır. Bunun yolu da zaman konusunda etkili alışkanlıklar kazanmak ve bunları uygulamaktır. Unutmayın! zamanınız çok. Yapacağınız ilk şey sizi ilgilendirmeyen şeylerden uzak durmak... Başarılı zaman yönetiminin daha çok çalışmayla ya da her günü son dakikasına kadar doldurup gece yorgun düşmek ile ilgisi yoktur. Başarılı zaman yönetimi daha çok çalışmak değil daha etkin ve daha akıllıca çalışmaktır. Gün bittikten sonra geri dönüp yapılacak işler listesine baktığımızda tüm işlerin bitmiş ve yaklaşık 1 saat sonra bir dostunuzla akşam yemeği yiyebilmek için hala zamanınızın olduğunu görebilmektir. Başını kaşıyacak vakti olmayanların, zamanlarının sadece %35’ini dolu olarak kullandıkları tespit edilmiştir. Zaman yönetimine başlarken öncelikle alışkanlık yollarınızı tek tek gözden geçirmeniz gerekiyor. Çalışırken düşünmeden otomatik olarak yaptığınız şeyler nelerdir? Bunların hep yapılmış olması iyi şeyler miydi?
yerine konulması, geri döndürülmesi, yenilenmesi, depolanması, satın alınması mümkün olmayan bir kaynaktır. Her gün uyandığımızda yatağımızın başucunda hazır bulduğumuz 24 liralık bir çek, zengin fakir, alim cahil, kadın erkek, genç yaşlı, köylü şehirli, sağlıklı hastalıklı demeden herkese bahşedilir. Bu çekin hepsini yerli yerince kullanabilsek ne ala. Gel gelelim hepimize verilen bu çekin her gün ancak bir kısmını kullanır, kalanını gerisin geri teslim ederiz, çünkü biriktiremeyiz. Eh, kullandığımız kısmı da ne kadar isabetli ve verimli değerlendirilmiştir, orası da ayrı bir konu. Unutmayalım ki doğan her yeni gün, kişi için karşılıksız ve geri ödemesi olmayan yüz milyarlarca kredi değerindedir. Yaşam için en önemli sermaye olan zamanın kullanılabilirlik oranını artırmak, ancak onu etkili bir biçimde yönetmekle olanaklı olur. Dolayısıyla, zaman yönetimi zaman kullanımını kontrol altına alma sürecidir. Günlük olarak bize verilen 24 saat, 1440 dakika, 86400 saniyelik süreyi, yaşamımıza katkı sağlayacak biçimde kullanmaktır. Aslında zaman öyle tek düze standartları olan bir şey değildir. Zaman, bazen hızlı, bazen de yavaş geçer. Bu nedenle zamanı objektif (gerçek) ve sübjektif (algılanan) zaman olarak ikiye ayırabiliriz. Objektif zaman; Ölçülebilen ve gözlenebilen saat zamanıdır. Sübjektif zaman; Ölçülmesi ve değerlendirmesi zor bir zamandır.
27
Bunun için ilk iş olarak alışkanlıklarınızın bir listesini yapın. Bu size kolay gelmeyecektir. Bunu ele almanın en kolay yolu ise günlük olarak ne yaptığınızın, ne zaman yaptığınızın, bir şeyi belli bir tarzda yapıp yapmadığınızın da kaydını tutmaktır. Bu kayıtları bir hafta, tercihen daha uzun bir süre tutun. Sonunda bir bakışta alışkanlıklarınızı belirleyebileceksiniz. Kayıtlarınızı fosforlu bir kalemle gözden geçirin. Tekrar eden alışkanlıklarınız üstünü bu kalemle çizin, aynı alışkanlığı aynı renkle işaretleyin. Daha sonra bulduğun alışkanlıkların bir listesini yapın. Ve şu soruyu sorun, bu alışkanlıklar her zaman iyi midir? Cevabınız EVET ise alışkanlığınıza devam edin. Cevabınız HAYIR ise ve aksiyondan ziyade reaksiyona itiyor, bu gerçekten kötü bir alışkanlık, istediğimi elde etmemi güçleştiriyor, zamanıma mal oluyor, başkalarının zamanına mal oluyor, bunu hep yanlış sebeplerle yapıyorum, niye yaptığımı bilmiyorum, değişemem diyorsan, mutlaka bu alışkanlığını değiştirmen gerekiyor. Değişim kolay. Yeter ki direnç kırılsın. İnsanlar alışkın olduklarından, tıpkı anne – babasının teşvik ettiği bir şeyi yapmamak için inatlaşan bir çocuğun durumu gibi değişime direnirler. Buna da önerilecek bir reçetemiz var: “Alışkanlık Değiştirme Planı”. Nedir bu? İşte cevabı: 1.Değiştirmeyi istediğin alışkanlıklarını belirle. 2.Tavrını pozitif ayarla.
AKADEMİK KÖŞE
3.Benimsemeyi istediğin yeni alışkanlığını tanımla. 4.Yeni alışkanlık başlatmak için gerçekçi bir hareket planı geliştir. 5.Benimsemek istediğin alışkanlığa göre davran. 6.Alışkanlık haline gelene kadar yeni davranış kalıbına sıkı sıkıya bağlı kal. 7.Planlı alışkanlık değişimi için yardım sağla. 8.Harekete geç. Zamanı yönetmek, en önemli sermayeyi yönetmek demektir. Bu ise, hayatı madden ve manen kazançlı kılmanın yoludur. Peki zamanı iyi yönetmek için ne yapılmalı? Hedefleri belirleyip, önceliklendirin. Zamanınızı planlayın. Aşırı bilgi yüklenmenin önüne geçin. Zaman kaybettiren işleri yok edin. Başkalarının yapabileceği işleri onlara devredin. Boş vericiliğin üstesinden gelin.
Çeşitli alanlardaki tuzaklar hayatımızın her anında karşımıza çıkabilir. Tuzaklar, zaman yönetiminden de uzak değil. Peki nedir zaman tuzakları. Birlikte bakalım; • Plânsızlık • Öncelikleri belirleyememek ve sıralayamamak • Ertelemek • Kendini gereğinden fazla işe adamak • Acelecilik • Kırtasiyecilik ve verimsiz okuma • Rutin ve gereksiz işler • Açık kapı politikası (hayır diyememek) • Gereksiz telefonlar • Gündemsiz ve verimsiz toplantılar • Kararsızlık • Yetki verememek • Dağınık masa ve büro düzeni Planlama yapılmadığı takdirde, işler zamanında bitmemekte ve bunun sonucunda işleri planlamaya zaman kalmamaktadır. Kişisel performansın en önemli faktörlerinde biri hiç kuşkusuz zaman tuzaklarına düşmeden işleri en uygun zamanda ve en uygun kıvamda yapabilmektir. Dikkatli bir planlama iyi bir zaman yönetiminin temelidir. Yönetim planlama ile başlar. Burada temel sorun, “öncelikleri bilememek ve sıraya koyamamaktır”. Bunu başarmak için önceliklerimizi tespit edip ona göre işlerimizi ve vaktimizi planlamalıyız. “ Boş durmayıp bir iş yapıyor olsanız bile, o anda yapılacak daha önemli bir işiniz varsa zamanınızı boşa harcıyorsunuz demektir..” Önceliklerin belirlenmesinde genelde şu hataya düşeriz. Hoşlandığımızı, hoşlanmadığımızın, çabuk bitecek olanı, uzun sürecek olandan, kolay olanı zor olandan, bildiğimizi bilmediğimizden, acele yapılanı önemli olandan, başkalarının isteğini kendi istediğimizden öne alırız. Halbuki yapılması gereken işlerimizi öncelik sırasına koymaktır. Bu sorunu şöyle aşarız: A grubu: Kesinlikle yapılmalı B grubu: Yapılmalı C grubu: Yapılması iyi olur D grubu: Yapılmasa da olur E grubu: Yapılmamalı. Zaman yönetimi konusundaki müzmin hastalıklarımızdan biri de “erteleme hastalığı”dır. Gerçekten önemli ve yaşamsal işlerle uğraşmaktan alıkoyan erteleme; kişinin kariyerini yıkabilecek, mutluluğunu bozacak ve hatta hayatını kısaltacak, her alan-
28
AKADEMİK KÖŞE
da başarıyı önleyen, gizli gizli zarar veren bir alışkanlıktır. Erteleme alışkanlığı, en önemli zaman tuzaklarından biridir. Bir iş ertelemenin adı olan “yarın” kelimesini takvimimizden çıkarmalıyız. Çünkü tarih yarının kurbanları ile doludur. “Yarıncılık”, ihmal ve beceriksizliğin sevdiği bir sığınaktır. Bugünün işini yarına bırakan, yarın gelince acaba ne yapar? Ertelediğimiz iş, peşimizden gelir ve bir gün onu görmemezlikten gelmenin faturasını bize ağır ödetir. Bir görev için; Bakarak ve üzerinde düşünerek 5 dakika, Hemen o anda o işi neden yapmadığını haklı çıkarmak için 10 dakika, Yapman gerektiğin halde neden yapmadığını dert etmek, için 5 dakika, Kendine işin neden yapılmadığını inandırmak için 10 dakika, O işi yapmamış olmana, mazeret uydurmak ve bunu bildirmek için 30 dakika olarak tahmin edersek; İşi yapmamak için 60 dakika harcadığını göreceksin. Şimdi Düşün! O iş 60 dakikadan daha uzun mu sürerdi? Hiç bir şey ertelemek kadar uzun sürmez… Çoğumuzun zaman mevhumuyla ilgili bir sıkıntısı da “kendimizi gereğinden fazla işlere adamak”tır. İşlerimizi
29
verimli bir şekilde yapabilmemiz için fiziksel ve zihinsel olarak zinde olmalıyız. Bu da ancak düzenli bir çalışma ile olur. Kendini gereğinden fazla işe adayan insanların, ailesine, spora, gezmeye ve diğer sosyal faaliyetlere ayıracak zamanları yoktur. Esasında bu bir “hak” meselesidir. Zira önce kendi bedenimizin, canımızın bizden hakkı vardır, sonra da aile üyelerimiz başta olmak üzere sevdiklerimizin bizim üzerimizde hakları vardır. Onların bu hakkını tanımak ve onlara da gereğince zaman ayırmak bir sorumluluktur. İşkoliklerin, alkoliklerden, sevdiklerinin haklarına riayet edip edememe yönüyle ne derecede farklı olduğu hususu düşünmeye değer. Plansız iş yaptıkları için işe yaramayan işler, işkolik insanların zamanında önemli bir yer tutar. En kötü zaman tüketicileri çoğunlukla en çok ve en uzun çalışıyor görünebilirler. Ancak çok etkili değildirler. Çünkü bunlar zamanlarını iyi yönetmezler. Bir de “aceleci” tipler vardır. Zaman konusu açılınca “acelecilik” olgusuna değinmeden geçmek olmaz. Bazı insanlar zaman baskısından hoşlanırlar. Bunlar aceleci tavır takınarak kendilerini sürekli bir şeyler yapmak zorunda hissederler. Bunlar “A tipi kişilik” olarak adlandırılırlar. Aceleci tavır zaman yönetimine ters düşer. Ya kararsızlığa ne demeli? “Kararsızlık”, en büyük zaman düşmanlarından biridir. Zaman ve para kaybına yola açar, fırsatlar elinden bir bir kaçar. Bir de bakarsın ki sen dü-
AKADEMİK KÖŞE
şünüp dururken, elin oğlu atı almış çoktan Üsküdar’a da değil, Trakya’ya geçmiş. Hep söylenir ya” en kötü karar, kararsızlıktan iyidir” diye. Gerçi bu sözün de tahlil edilmeye değer yanları yok değil, ama burada vurgulanmak isteneni güzel vurguluyor. Hele bir karar ver, bekleyip durma, sonra gerekirse kararını düzeltir ya da değiştirirsin. Bu arada mesafe almış olur, en azından bu kararın seni amacına ulaştıracak yollardan biri olmadığını görebilirsin. “Hayır diyememek”. Zamanımızı katleden sebeplerden değil midir? Elbette öyledir. Hayır denecek yerde hayır diyemeyenler, işlerinden de hayır göremeyenlerdir. Bir insan her şeyi yapamaz, her işe yetişemez. Önce bunu kabul edelim. Herkesin bir kapasitesi vardır. Bunun üstüne çıkıp istiap haddini zorlamak, esasında önce kendi şahsiyetimizi horlamaktır. Kendine hayrı olmayanın başkalarına da olmazmış. Önce kendimizi yönetmeyi bileceğiz ki, başkalarını da yönetebilelim. Zamanı iyi kullanmanın üç yolu vardır: 1.Düşük öncelikli işleri veya faaliyetleri bırakmak. 2.Yaptığınız işte daha etkin olmak. 3.Bazı işleri devredeceğiniz bir insan daha bulmak. Zamanı iyi değerlendirmenin bize kazandıracaklarını hesap edebilmek neredeyse mümkün değil. Ama şunları kazanacağımızı peşinen söyleyebiliriz: Kariyer planlaması, okumak, iletişim, dinlenme, düşünme, ailevi sorumluluk-
30
ları yerine getirme, sosyal sorumlulukları geçekleştirme, sağlık, maddi kazanç, kendimize güven. Bunları elde etmek etkili zaman yönetimiyle mümkün. Öyleyse etkili zaman yönetimi neyle mümkün? Elbette her işin bir yolu yordamı varsa bunun da var. İşte cevabı: 1.Hafta boyunca yapmak istediklerinizi listeleyin ve öncelik sırasına dizin. 2.“Günlük yapılacaklar” listesini önceliklerinize göre hazırlayın. 3.Listenizin başındaki işlere büyük bir dikkatle yaklaşın. 4.Başladığınız işi bir kerede tamamlayın. 5.“Zamanınızı en iyi şekilde nasıl değerlendirebilirim?” diye kendinize sorun ve uygulayın. Peki işlerimizi planlamamıza ve zaman yönetimi konusunda hassas davranmamıza rağmen işler aksi gitmeye başlarsa ne yapacağız? Bu durumda şu tavsiyelere kulak verebiliriz: • Yeniden müzakere edin • Kaybolan zamanı sonradan kazanın • Proje safhasını daraltın • Kaynakları fazlalaştırın • İkameyi kabul edin • Alternatif kaynaklar arayın • Kısmi teslimatları kabul edin • Teşvikler sunun • Şartlara uyulmasını isteyin • Karar ve düşünce tuzaklarından kurtulun
AKADEMİK KÖŞE
Yeni kabiliyetler bulun Kök sorun üzerinde durun. Zaman yönetiminde dikkat edilecek hususlardan biri de, tıpkı para tasarrufu yapar gibi “zaman tasarrufu yapmaktır”. Boşuna dememişler; “ vakit, nakittir” diye. Uzmanlar herkesin haftada 10 saat civarında zaman tasarrufu yapabileceğini söylüyorlar. Bu rakam, çok yoğun olmayan insanlar için daha fazla da olabilir elbette. Ortalama bir insan ömrü aşağı yukarı iki yüz bin (200.000) planlanabilir saatle sınırlıdır. İktisadi olarak yapılan araştırmalara göre, bir insan toplam iş görebilme gücünün ancak % 30 - 40 ‘ nı kullanabilmektedir. Peki geriye kalan %60 civarındaki iş görebilme gücü nereye gidiyor? Netleşmemiş hedefler, planlamada yapılan hatalar, plansızlık, önceliklere gerekli önemi verememe, sürekli erteleme, öze inememe, detayla fazla uğraşma. Konunun tam burasında zaman yönetimini de ilgilendiren bir sosyal yasadan bahsetmek istiyorum: “Pareto Kanunu”. “80:20 kuralı” olarak bilinen bu teori yalnız rasyonel zaman yönetimi için değil, değişik bilimsel alanlarda da geçerlidir. Bu teoriye göre, örneğin; * Ciromuzun % 80’nini müşterilerimizin % 20’ si sağlar. * % 20 üretim hatası % 80 kayba neden olur. * Gazetenin % 20 ‘si haberlerin % 80’nini oluşturur. * Toplantı zamanının % 20 ‘si kararların % 80’nini doğrudan etkiler. * Masa üstü çalışmanın % 20’ si işteki başarının % 80’nini sağlar. 80:20 kuralı ilk defa İtalyan ekonomist Vilfredo Pareto tarafından ondokuzuncu yüzyılda ortaya atılmıştır. Burada önemli olan mesleki ve özel alanda hedefleri tespit edip bunlara ulaşabilmek için bu kuralı göz önünde tutarak gerekli çabayı sarf etmektir. Bütün bunları söylerken bir gerçeği de gözden kaçırmayalım. Hiç bir zaman her şey planladığımız gibi aynen gerçekleşmez. Bu nedenle çalışma süremizin, ortalama % 60 kadar kısmını planlamamız doğru olacaktır. Zamanımızın % 100 ‘ünü veya buna yakın oranını planlamamız önceden tahmin edilemeyen, süreleri bilinmeyen durumlar nedeniyle imkansızdır. Bu nedenle bu durumlar için yedek zaman ayırmalıyız. Biz buna “yedek zaman” ya da “zaman yedeklemesi” diyebiliriz. Kısacası mutlaka yedek zamanınız olsun. Zamanımızı planlarken 3 ana kategoride değerlendirmeliyiz: A- % 60 planlanmış işler için, B- % 20 planlanmamış aniden çıkan, zaman çalan durumlar için,
31
C- % 20 sosyal faaliyetler ( çeşitli özel durumlar). Bu bahiste söylenmeden geçilemeyecek bir önemli husus ta, zamanın kıymetini bilerek “doğru işi yapmaktır”. Patron olsun, yönetici olsun, memur ya da işçi olsun, çalışan herkes şuna dikkat etmelidir: “Doğru işi yapmak, işi doğru yapmaktan çok daha önemlidir”. Bu, zamanın, paranın ve emeğin etkin kullanımı için gerekli temel bir kaidedir. Zaman yönetimi üzerine çalışanların sıklıkla üzerinde durdukları bir önerme vardır. Derler ki, bir yılın değerini anlamak için onu, üniversite sınavını kazanamayan bir dershane öğrencisinden sormak gerekir. Bir ayın kıymetini en iyi anlatacak kişi, sekiz aylık prematüre bebek doğurmuş bir anne olabilir. Bir saatlik zamanın değerini en iyi, bir saat kulesinin altında, elinde çiçek, aylardır hasret kaldığı nişanlısını bekleyen delikanlı bilebilir. Bir dakikanın önemini, treni kaçırmış bir yolcudan sormak gerekir. Bir saniyenin değerini anlamak için, arabasından yaralı çocuğunu çıkarmaya çalışan kazazede sürücünün içinden geçenleri okumak lazımdır. Bir salisenin ne kadar kıymetli olduğunu da en iyi, olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan atlet bilebilir. Her gün, insanoğlu için paha biçilemeyecek kadar kıymetlidir. Çünkü yaşadığın bir günün asla tekrarı olmayacak. Ve sen, ömür takvimin yaprak yaprak eksilirken, kopan hiçbir yaprağı takvime geri koyamazsın. Ve bir gün gelir takvimin yaprakları biter. Hayat insana bir kez verilir. Onun nasıl yaşanacağını da o hayatın sahibi bilir. Hayatı öyle yaşamalıyız ki, varlığımızla yokluğumuz hep ayırt edilebilsin. Yokluğumuzda hep aranılan insan olalım. Ve hayatı öyle yaşamalıyız ki, doğarken biz ağlıyorken, herkes gülüyordu, göçüp giderken ise herkes ağlarken biz gülebilelim.
Ebru ARSLAN
BİR SEKTÖR
ebru@tece.com.tr
Yeni Şehir Kültürü AVM’ler
tchayat olarak her sayımızda bir sektörü mercek altına alıyoruz. Her ne kadar litaratürde AVM sektörü diye birşey yok ise de biz herkesin yaşam tarzına yön vermeye başlayan hatta koco koca kentlerin sosyal, ekonomik ve kültürel yapısına yön verebilecek hacme ulaşmış olan alışveriş merkezleri namı diğer AVM’leri Bursa’nın önemli AVM’lerinden biri olan Korupark’ın Pazarlama Müdürü Feyza ACAR SÖNMEZER ile birlikte değerlendirdik şimdikendisi ile yapmış olduğumuz söyleşiyi yayınyıyoruz.
tchayat: Korupark’ın kuruluşunda hangi kriterlere önem verildi ve nasıl bir yol izlendi? F.A.SÖNMEZER: Bursa tarihinin her çağında revaçta olmuş bir şehirdir. Türkiye ortalamasının üzerinde kişi başı milli gelire sahip olan, dinamik, gelişime açık sanayi ve ticarette de ön sıralardadır. Bunların yanı sıra tarihi ve tabii özellikleri ile de yerli ve yabancı turistleri çekmektedir. Balıkesir, Eskişehir, Bilecik, Kütahya ve Yalova gibi komşu illerin kavşak noktasında bulunması da Bursa’nın lokasyon değerini arttırmaktadır. Tüm bu olumlu özelliklere karşın şehirde konut ve alışveriş merkezinin bir arada olduğu bir projenin olmayışı, var olan tekil projelerin de tüketicinin ihtiyaçlarını karşılama konusunda oldukça yetersiz kalması, Torunlar Şirketler Grubu’nu harekete geçirmiş, Türkiye’nin konut ve alışveriş merkezinin
32
bir arada olduğu en büyük projeyi inşa etmesine neden olmuştur.
tchayat: Korupark’ı rakiplerinden ayıran özellikler nelerdir? F.A.SÖNMEZER: Korupark Avm’nin yanı sıra 1200 konut ile Türkiye’nin en büyük yaşam projesi olma özelliği taşımaktadır. Proje şehrin genişlemeye başladığı batı yönüne doğru konumlanarak gelecek vaad eden bir proje özelliğine sahip olmuştur. Bu çevrede devam etmekte olan yeni yerleşim projeleri ve genişlemeye devam eden yakın yerleşim bölgeleri için proje vazgeçilmez bir nitelik taşımaktadır. Bununla birlikte projenin şu an için birkaç km uzağında, 1 yıl içinde de önüne gelecek olan hafif raylı taşıma sisteminin şehrin merkezinden projeye kadar uzanması projenin artılarından olmuştur. Tüm bu olumlu özelliklerinin yanı sıra Mudanya yönünden şehre giriş yapan ziyaretçileri de karşılayan konumunda olması sebebi ile Bursa’nın en önemli konut ve avm projesidir.
tchayat: Bir AVM’nin başarısı için neler gerekir? F.A.SÖNMEZER: Bir AVM’nin başarılı olması birçok faktöre bağlıdır. Lokasyon ve AVM konsepti ile ilgili iyi bir fizibilite çalışmasının yapılması, bu lokasyona göre mağaza karmasının doğru bir şekilde planlanması ve oluşan bu faktörler
BİR SEKTÖR
eşliğinde AVM’ye değer katacak, he zaman dinamik tutacak yönetim kadrosu oluşturulması en önemli kriterlerdir. Sadece lokasyon artık tek başına yeterli değildir. Bulunduğu lokasyona göre iyi ve eksiksiz planlanmış mağaza karması ile güvenli, temiz, eğlenceli, teknolojiyi maksimumda kullanan, iyi bir mimarisi olan, iyi yönetilen, pazarlama faaliyetleri ile farlılık yaratan, kiracıları ile iyi iletişimde olan bir AVM mutlaka başarıyı yakalayacaktır. Günümüz rekabet koşullarında artık tek başına hiçbir şey yeterli değil, başarı için her sayılan bu etkenlerin tam ve eksiksiz olması çok önemli.
tchayat: AVM’lerin kentlerde meydana getirdiği sosyal ve kültürel etkiler nelerdir? F.A.SÖNMEZER: Bizim projemizde bir araya getirmeyi başardığımız perakende karması ile hem şehrin yerel kültürü ve alışkanlıklarını ziyaretçilerine yansıtmış hem de henüz şehrin hiç tatmadığı keyifleri Bursalıların beğenisine sunmuştur. Korupark AVM’nin pek çok mağazayı bünyesinde bulundurması, alışveriş yaparken aynı zamanda yemek yeme, dinlenme, eğlenme gibi imkânlar sunması, güvenli bir ortam sağlayarak boş zamanların değerlendirilebileceği bir alan oluşturmasıyla her kesimden Bursalının ilgisini çekmiştir. Alışveriş kavramı Korupark ve diğer büyük alışveriş merkezlerinin açılmasıyla birlikte şehirde yeni bir anlam kazanmıştır. Türkiye ve dünyanın seçkin markalarına ait ürünleri tek bir çatı altında sunması Bursalıların yeni trendleri takip etmesinde önemli rol oynamaktadır. Ayrıca günümüzde alışverişin, geçmişte olduğu gibi doğal gereksinimlerin rasyonel bir biçimde karşılanması amacıyla gerçekleştirilen bir etkinlik olmaktan uzaklaşarak, toplumsal
statü belirleyicisi, psikolojik tatmin için vazgeçilmez bir araç ve boş zamanların değerlendirilmesini sağlayan bir etkinlik haline gelmiş olması da buraya olan yoğun ilginin bir sebebi olarak görülebilir. Korupark’ın Bursa’ya getirdiği en büyük sosyal faydalardan biri ekonomide sağladığı etkidir. Korupark sadece yarattığı istihdamla ve şehre kazandırdığı yatırımla değil aynı zamanda inşaat, güvenlik, lojistik gibi sektörlere yaptığı katkıyla da şehir ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Ayrıca getirdiği rekabet ve ürün çeşitliliği ile tüketicilerin daha kaliteli ürünlere ulaşmasını sağlamış olan Korupark aynı zamanda çevresine de bir değer katmıştır. Halkla ilişkiler faaliyetleri kapsamında, yerel yönetimler, sivil toplam örgütleri, okullarla gerçekleştirildiği kültürel ve sanatsal etkinliklerle bir çok projeye ev sahipliği yapmış, şehrin kültürel gelişimize katkılar sağlamıştır.
tchayat:Alışveriş sektörünün ve AVM’lerin durumunu nasıl görüyorsunuz? F.A.SÖNMEZER: Perakende sektörü bugün enerji, üretim ve sağlıktan sonra 150 milyar doları aşkın cirosu, 3 milyona yakın çalışanı ile Türkiye’nin en önemli dördüncü büyük sektörü durumundadır. Bu gelişim de alışveriş merkezlerinin katkısı da çok fazladır. Ancak Türkiye hala kişi başına toplam kiralanabilir alanda Avrupa ortalamasının gerisindedir. Ülke genelinde daha çok alışveriş merkezlerimiz olmalıdır. Her bir alışveriş merkezi bölgenin kalkınması, sosyal yapısının güçlenmesi, kültürel gelişimin bir parçasıdır. Türk halkı alışveriş merkezlerini sadece alışveriş yapılan yerler olarak algılamamaktadır. Zaten kültüründe olan, sosyalleşmesinin parçası olan ve dünyaca bu yönü ile ün yapmış pazaryerlerimiz gibi kabullenmiştir. Alışveriş merkezi yatırımcıları bu sihiri, bu kültür genetiğini iyi keşfeder ve karşılarsa daha çok alışveriş merkezlerimiz olmalıdır. Metrekare ve nüfus yoğunlukları dikkat alınarak doğru lokasyonlarda yapılacak yatırımlar ile alışveriş merkezlerinin Anadolu’ya yayılması doğru bir süreç olacaktır. Aynı hat üzerinde aynı bölgelerde aynı şehirlerde açılan alışveriş merkezlerinin birbirinden farklılaşamadığını üzülerek gözlemliyoruz. Birbiri ardına açılan alışveriş merkezleri kendilerini farklı ve doğru konumlandıramadıkları için de kısa sürede tüketilip atıl vaziyete dönüşebiliyorlar. Bu da ülke ekonomisi için yapılmış olan büyük yatırımların çöpe atılması ve zarara uğratılması anlamına geliyor. İnşaatından itibaren ekonomiye sürekli destek olan alışveriş merkezlerine doyulmasını beklemek yanlış olur. Ancak sorun alışveriş merkezlerinin farklılaşamamaları olarak görülebilir. Dolayısıyla bu doğrultuda alışveriş merkezlerini farklılaştırmak adına çalışmalar yapılmalı.
tchayat: AVM’lerin tüketici ve satıcılara sağladığı avantajlar nelerdir? 33
BİR SEKTÖR
F.A.SÖNMEZER: Organize perakendenin merkezleri olan AVM’ler gerek tüketici gerekse satıcılar açısından sağladığı avantajlar ile dikkat çekiyor. Tüketiciler en uygun, en rahat ve en huzurlu alışverişi yapabilme kaygısıyla alışveriş merkezlerini tercih ediyorlar. Bünyesinde bulundurduğu mağazaları ile birçok marka ve ürün çeşidini bir arada sunan AVM’ler sadece alışveriş değil sosyal yaşam alanları olarak da tüketicilere yemek, eğlence, kültürel faaliyetler olarak birçok alternatif sunuyor.
tchayat: Sizce yeni açılacak AVM’lerde yatırımcılar hangi farklılaşmalara yönelebilir? Yeni trend üstü açık AVM’ler mi olacak? F.A.SÖNMEZER: Yeni açılacak AVM lerde farklılaşma en önemli konu olacak. Farklılaşmadan yapılmış hiçbir proje başarıyı yakalayamayacak. Şimdiden bunun örneklerini görmeye başladık. Baktığımızda alışveriş merkezlerindeki markaların %80’ni aynı, peki tüketici hangisini tercih edecek? İşte bunun cevabı artık çok önemli hale geldi. Yeni açılacak olan AVM’ler mutlaka daha çevreci olacak. Doğaya salgıladığı karbon ve tükettiği enerji, inşaat malzemeleri geri dönüştürülebilir olacak. Isı yalıtımı yüksek ve hatta ışığı
geçirgen olacak. Doğal aydınlatma kullanılacak ve alternatif yollardan, minimize edilmiş karbon salınımı ile kendi enerjisinin büyük çoğunluğunu kendi üretir olacak. Eğlence faktörü çok önemli hale gelecek ve farklılaşmada
34
en önemli rolü oynayacak. Dev akvaryumlar, kar merkezleri, avm içinde dolaşan roller costerlar, çocuk oyun merkezleri, lunaparklar vb. eğlence araçları avmler için vazgeçilmez yatırımlar haline gelecek. Birçok avm bu yatırımları kendi finanse edecek ve muhtemelen işletmesini de kendi yapacak. Bu aktivitelerin önceliği gelir getirmek değil ziyaretçi çekmek olacak. Gelecekte hepimiz ziyaretçilerimizi çok daha iyi tanıyor olacağız. Alışveriş merkezini ziyaret ettiklerinde, kim olduklarını bilecek, AVM içerisinde geçirdikleri zaman ve güzergahlarını takip edebileceğiz. Onlara özel anlık kampanyalar düzenleyebilecek ve sık alışveriş yaptıkları mağazaların promosyonlarından haberdar edebileceğiz. Bu sebeple yeni açılan AVM’lerde teknojiyi kullanım çok önemli olacak. Sigara yasağı, sokakta alışveriş yapmanın verdiği rahatlık sebepleri üstü açık projeler muhakkak artacak, yada projeler içinde üstü açık yerler oluşturulacak.
tchayat: Yeni yatırımlarınız olacak mı? F.A.SÖNMEZER: Torunlar Şirketler Grubu’nun ticari gayrimenkul alanında faaliyet gösteren şirketi Torun AVM Yatırım Yönetim A.Ş.’nin yatırımları içerisinde perakende sektörüne kazandırdığı üç alışveriş merkezi bulunmaktadır. Bursa’da 1999 yılında faaliyete giren Bursa’nın ilk alışveriş merkezi Zafer Plaza ve kiralanabilir alanı ile Türkiye’nin 2007 yılında açılışı gerçekleştirilen 74.580 m en büyük alışveriş merkezleri içerisinde yer alan Korupark Alışveriş Merkezi bulunmaktadır. Bursa dışında, Antalya’da faaliyet gösteren şehrin ve Akdeniz Bölgesi’nin ilk organize, güçlü mağaza karmalı outlet alışveriş merkezi Deepo Outlet bulunmaktadır. Torun AVM Yatırım ve Yönetim’in İstanbul Haramidere’de inşaatı ve kiralaması devam eden Torium projesi bulunmaktadır. Proje aşamasında olan Tem Mahmutbey kavşak noktasında yer alan Türkiye’nin en büyük alışveriş ve eğlence merkezlerinden biri olmaya aday Mall of İstanbul ve Kütahya Alışveriş Merkezi projesi de Kiler grubu ile ortak yatırımımız olarak projelendirilmektedir.
Hakan YILDIRIM
GEZİ
hakan@tece.com.tr
Doğu Afrika’nın Parlayan Yıldızı KENYA
Kenya, doğusunda 536 km kıyı sahiliyle Hint okyanusu olmakla beraber ekvator çizgisinin hemen hemen ortasından geçtiği bir doğu Afrika ülkesidir. Başkenti Nairobi olan ülke şaşırtıcak şekilde batı ile Afrika uygarlığının bir sentezini karşımıza çıkarmaktadır.
himayesi olarak bilinmekle beraber, İngiliz himayesi 1963 yılına kadar sürmüştür. Jomo Kenyatta ,1963 yılında bağımsızlığını kazanan Kenya nın ilk başkanı seçilmiştir. Kenya ismini Afrika nın en yüksek 2. dağı olan ve yüksekliği 5199 mt olan Kenya dağından almıştır.
Kenya, cumhurbaşkanının temsil ettiği bir demokratik Cumhuriyettir. Cumhurbaşkanı devletin en üst noktasında olmakla beraber, hem hükümetin hem de diğer partilerin başkanı olduğu kabul edilir. Yürütme gücü hükümet tarafından uygulanır. Yasama yetkisi hem hükümetin hem de Millet Meclisi’ne aittir. Yargı yürütme ve yasama bağımsızdır.
Kenya, bir çok etnik grubu bünyesinde barındırmaktadır. En büyük etnik grup olan Kikuyu’lar nüfusun %25 ini oluşturmakla beraber başkent Nairobi çevresinde yaşamaktadırlar.Ülkenin ikinci büyük etnik grubu olan Luhya’lar batı Kenya’da Uganda sınırının güney kesimlerinde yaşarlar. Batı Kenya’da Victoria Gölü çevresinde yerleşmiş Luo’lar Kenya’nın üçüncü büyük etnik grubunu oluşturan halktır. Kenya’nın dördüncü büyük etnik grubu Kalenjin’ler , beşinci ise Kamba’lardır. Kambalar geleneksel olarak askeriyede söz sahibi roller üstlenmişlerdir. Altıncı en büyük etnik grup olan Kisii’ler nüfusun %6’sını oluşturur ve politik olarak Luo’lar gibi Kikuyu karşıtı bir duruş sergilerler. Ülkede ingilizce ve kisvahili dili resmi dil olmakla beraber bir çok yerel kabile dili mevcudiyetini korumaktadır. Son yıllarda Kenya nüfusu hızlı bir şekilde artmaktadır. Nüfusun %73’ü 30 yaşın altında olmakla beraber 80 yıl önceki nüfusun 2.9 milyon olduğu düşünülürse günümüzde rakama 39 milyona nüfusun ne kadar hızlı arttığı görülmektedir.
Tarihi, Tarih boyunca bu bölgeye ilk yerleşim MÖ 2000 yılında kuzey afrikadan yapılan göç ile başlamıştır.Yüz yıllar boyunca Kenya sahilleri tacirler ve keşifçiler tarafından önemini korumuştur. M.S 1. yüzyılda tacirler vasıtasıyla Arap etkisi görülmeye başlamıştır. Bugünkü nufusu oluşturan halkın büyük bölümü M.S 10. yüzyılda bu bölgeye göç etmiştir. Swahili dilide bu tarihlerde oluşmuştur. Bu bölge ile ilgili bir başka önemli not ise Vasco Da Gama nın 1498 yılında Mombasa limanına yaptığı ziyareti ertesinde Hindistan’a olan deniz yolunu keşfetmiştir. 16yy. başlarında başlayan Portekiz egemenliği 1730 da Umman Sultanlığının saldırılarına direnemeyerek bölgedeki gücünü tamamen yitirmiştir. 1880 lere kadar süren bu süreçten sonra köle ticaretini yasaklayan İngiliz Krallığı bölgeyi himayesi altına almıştır. 1920 lere kadar bu topraklar Doğu Afrika Ingiliz
35
Tarihte Türkiye- Kenya İlişkileri, 1584 yılında Portekiz boyunduruğundaki yerel emirlerin talebi üzerine Yemen Valiliği Emir Ali Bey’i bölgeye göndermiş, Emir Ali Bey filosuyla Somali sahilindeki Mogadi-
GEZİ
şu, Ampaza, Brava, Cumbo ve Kismayu, Kenya sahilinde de Faza, Lamu, Pate, Kilifi kentlerini fethetti. Mombasa sultanı bağlılığını arzetti. 1589 yılında yapılan savaşta Portekizlilere başarıyla direnen Türk denizciler karadan gelen Zimba yamyamlarının saldırısıyla iki ateş arasında kaldılar ve Portekizlilere teslim oldular. Portekiz Osmanlıya bağlanan kentleri tek tek geri alarak liderlerini ölümle cezalandırdı. İhracatçılarımız için oldukça bakir bir konumda bulunan Afrika pazarına da ilgi son yıllarda artmaya başlamıştır, Kenya ile Türkiye arasındaki ticari ilişkilerde bir ölçüde artış gözlenmiştir. İki ülke arasındaki ticari ilişkiler her geçen gün daha da yoğunlaşmaktadır.Dış Ticaret Müsteşarı Tuncer Kayalar başkanlığında bir heyet Ekim 2004’de Kenya’ya
resmi bir ziyarette bulunmuş; ziyaret sonucunda iki ülke arasında bir “Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması” imzalanmıştır. Daha sonra duraksama durumuna geçen bu süreç, 2009 yılında Cumhurbaşkanımız tarafından yapılan ziyaret ile tamamlanmıştır. Kenya Havayollarının Haziran 2005’te Nairobi ile İstanbul arasında doğrudan uçak seferlerine başlamasının, ikili ticari ve ekonomik ilişkilere bir canlılık getirdiğini söylemek mümkündür. 2009 yılında THY tarafındanda karşılıklı seferlere başlanmıştır. Ülkemizi ziyaret etmek amacıyla başvuruda bulunan Kenya vatandaşlarının büyük çoğunluğu bavul ticareti yapmaktadırlar. Türk tekstil ürünlerinin göreceli olarak daha ucuz ve kaliteli olması nedeniyle Kenya’dan Türkiye’ye bavul ticareti kapsamında giden kişilerin sayısında son yıllarda önemli artış görülmektedir. Bavul ticareti kapsamında Türkiye’den çeşitli tekstil ürünleri getirerek Kenya’da satmaktadırlar. Öte yandan, ticari ziyaretlere göre az olmakla birlikte vize alan Kenyalıların bir kısmı turistik amaçla ülkemize gitmektedirler. Ülkemizin Kenya’ya ihraç ettiği ürünler arasında fındık, çeşitli mineraller, kimyasal gübreler, ağaç bazlı kimyasallar (reçineler), polimer torbalar, yedek parçalar ve tekstil ürünleri yer almaktadır. Kenya’dan ithal edilen ürünler arasında ise çay, kenevir, ip, halat ve el işleri gelmektedir. Ekonomi, Kenya’nın en önemli gelir kaynağı tarım ürünleridir. Ama ülke topraklarının büyük bölümü tarıma elverişli değildir ve çiftçi-
36
GEZİ
lik çoğunlukla yüksek bölgelerle sınırlıdır.Buğday ve mısır üretiminin yanı sıra sığır, domuz, kümes hayvanları ve koyun yetiştiriciliği önemlidir. Mandıracılık yüksek bölgelerin çevresindeki kasabalarda büyük önem taşır. 1963 yılında bağımsızlığın kazanılması ile yabancı yatırm ve tarıma verilen teşviklerle, 1963 den 1973’ e kadar olan 10 yıllık periyod içerisinde gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH)% 6.6 yıllık ortalama ile büyümüştür. 1974 ve 1993 arası uygulanan uygunsuz tarım politikaları ve verilen yetersiz krediler, Kenya’ nın ekonomik performansını düşürmüştür. 1993 yılında faaliyete geçirilen yeni reformların ve yanı sıra Dünya bankası ve IMF’den alınan yardımlar neticesinde 1997 ye kadar ki periyotta %4 lük bir büyüme geçekleşmiştir. 1997 ve 2000 arasında ancak, ekonomi ya da durgun büyüme kısmen olumsuz hava koşulları ve düşük ekonomik faaliyeti nedeniyle yavaşlama sürecine girdi. Başkan Kibaki, 30 Aralık 2002 tarihinde Cumhurbaşkanlığını devraldı, Kenya Hükümeti önderliğinde ve iddialı bir ekonomik reform programı başlattı. Dünya Bankası ve IMF ile işbirliğini
37
sürdürdü. 2002 yılı sonrası Kenya ekonomisi kısmen daha iyiye doğru gitmiştir. Makro ekonomik politikalar,büyümeyi ani bir şekilde yükselterek 2007 yılında %7.2’ye ulaşmasını sağlamıştır. Kenya, 40 milyon nüfusu, satın alma gücüne göre 81 milyar dolarlık GSMH’sı, 16 milyar dolarlık dış ticaret hacmi ile tüm Afrika’nın 8., Doğu Afrika’nın da 2. büyük ekonomisidir. Doğu Afrika’nın merkezi konumunda olan Kenya, alt yapı ve üst yapı kurumlarıyla bu kimliğini pekiştirerek, altyapısı, eğitim düzeyi, liberal ekonomik sistemi, yabancı sermaye, diş ticaret ve kambiyo rejimleriyle Doğu Afrika bölgesinin en gelişmiş ülkesidir. Kenya’da çok sayıda yabancı yatırımcıdan oluşan, bölgesel düzeyde faaliyet gösteren sağlam bir özel sektör mevcuttur. Nitekim birçok uluslararası şirketin Doğu Afrika Bölgesi yönetim merkezi Nairobi olmuştur. Öneriler ve İzlenimler, Sarıhumma aşısı,
GEZİ
şir. İlk defa göreceğiniz meyveler ve tatları biraz farklı olsa da yaz aylarında yediğimiz birçok meyve türüne ulaşmanız mümkündür. BAŞLICA İHRAÇ MADDELERİ : Çay, bahçecilik ürünleri, kahve, petrol ürünleri, balık, çimento BAŞLICA İTHAL MADDELERİ : Makine ve ulaştırma teçhizatı, petrol ürünleri, motorlu taşıtlar, demir ve çelik, çam sakızı, plastik İHRACATINDA BAŞLICA ÜLKELER : Uganda %18.3, İngiltere %12.9, ABD %8, Hollanda %7.6, Pakistan %4.9, Tanzanya %4.4, Mısır %4.1 İTHALATINDA BAŞLICA ÜLKELER : BAE %12, Suudi Arabistan %8.7, ABD %8.1, İngiltere %7.1, GAC %7.1, Fransa %5.8, ÇHC %5.5, Japonya %5, Hindistan %4.8 Türk Büyükelçiliği ve Büyük Elçimiz Tuncer KAYALAR Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Kenya’ya giden kişiler için “sarıhumma aşısı” yapılmasını zorunlu kılmıştır ve bu aşıyı yaptıranlara “uluslararası aşı sertifikası” vermektedir. Daha detaylı bilgi için lütfen aşağıdaki linkten bilgi alınız. http://www.hssgm. gov.tr/seyahat/seyahatsagligimerkezi.aspx Kenya Mutfağı, Kenya mutfağı kendi bünyesi içerisinde yöreye özel yemek ve meyveler ile çeşitlenmiştir. Yemekler daha çok ızgaraya yönelik olup bizim mutfağımızdan farklı olarak; timsah eti ve antilop eti gibi bizim kültürümüzün alışık olmadığı tatları denemek isteyenlere yönelik bir mutfak kültürü varlığını korumaktadır. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 3’ünü kaplayan ve genellikle dağlık bölgelerde bulunan ormanlar büyük önem taşır. Bu doğal ormanlarda büyük kâfurağaçları, Afrika sedirleri, dev bambular ve çeşitli tropik ağaçlar yeti-
38
Av.Naci ÖZDAMAR
HUKUK KÖŞESİ
naci.ozdamar@gmail.com
Ayıplı Mal Sevgili tchayat okurları bir önceki yazımda tüketicinin satın aldığı bir malın ayıplı çıkması halinde tüketicinin ne gibi hukuki haklara sahip olduğunu anlatmıştım. Bu yazımda da bu dört hakkın kullanımına yönelik olarak hakem heyeti ve tüketici mahkemelerine başvuru yöntemini anlatacağım. Tüketici bu seçimlik hakkını kullanması halinde her iki taraf karşılıklı olarak aldıklarını iade etmekle mükelleftir.Tüketicinin satın aldığı mal tüketicinin kusuru olmadan zarar görmüş ve tamamen veya kısmen yok olsa dahi tüketici ödediği bedeli isteme hakkına sahiptir. Bu durumda tüketici hasar gören ürünü elinde kalan kısmını satıcıya verir. Şayet tüketici satın aldığı maldan kısmen yaralanmış ise yararlanma bedeli satıcının iade edeceği bedelden düşülmesi gerekir. Tüketici satıcıyı temerrüde düşürmüş ise temerrüt tarihinden itibaren faiz talep edebilir.Tüketici satıcıya temerrüt ihtarı keşide etmemiş ise tüketici ancak dava tarihinden itibaren faiz talep edebilir. Satıcı tüketiciden şayet senet almış ise aldığı senetleri tüketiciye iade etmek zorundadır.Tüketici satın aldığı maldan dolayı zarar görmüş ise satıcıdan bu zararını talep etmek hakkına haizdir. Tüketicinin sözleşmeyi fesih hakkını kullanabilmesi için ayıbın niteliğine, taraflara sağladığı yarar ve zarar oranına bakmak gerekir.Örnek bir sonraki konudadır. Basit bir tamir ile giderilmesi mümkün olan ayıptan dolayı tüketici akdin feshini isteyemez.(BK 201) Malın misli (aynı) ile değiştirilmesi istemi Bu durumda tüketici satın aldığı ayıplı malı satıcıya verecek; satıcıda aynı malın ayıpsız olanını(yenisini) tüketiciye verecektir. Yani tüketicinin elindeki ayıplı mal yenisi ile değiştirilecektir. Her ne kadar tarifi kolay ise de uygulamada zaman zaman sorunlar yaşanmaktadır. Örneğin; elbise, beyaz eşya, ayakkabı gibi ürünlerin misli ile değiştirilmesi çoğu zaman sorun olmuyor. Ancak 2000 model otonun misli ile değiştirilmesi için açılan dava 2001 yılında veya 2002 yılında kesinleştikten sonra icra takibine geçildiğinde 2000 model araç üretimden kaktığı için misli ile değiştirilmesi mümkün olmuyor. Bu tür ihtilafların halli için İİK 24 maddesine göre işlem yapılması gerekmektedir.(Zaten karar da ayıplı malın misli ile değiştirilmesi mümkün olmadığı takdirde İİK nun 24 maddesine göre işlem yapılmasına denilmektedir. ) İcra İflas Kanunu Madde 24 göre Değer Tesbiti Zaman zaman icra dairelerinde ve tetkik mercilerinde bu madde yanlış yorumlanmakta, bazen dava konusu otonun bedeli yeni oto bedelinden daha yüksek rakama ulaştığı bazen de en düşük ikinci el oto fiyatı baz alındığı görülmektedir. Oysa ki iadesine karar verilen araçta mahkemece saptanan ayıp olmasa idi ve malik ayıpsız aracını orijinal hali ile zaruri ihtiyaçtan dolayı satmak için pazara götürdüğünde kaç liraya satacak ise o fiyat icra dairelerince baz alınıp o bedel üzerinden işlem yapılmalıdır. Örneğin: Tüketici satın aldığı orjinal (0) km. otoyu kapalı garajda tutsa
39
ve ihtiyaç için pazara götürdüğünde kaç liraya satacak ise o fiyat baz alınıp o bedel üzerinden işlem yapılmalıdır. a) KATMA DEĞER VERGİSİNİN İADESİ: Tüketici mal satın alırken satıcı marifeti ile devlete ödediği KDV vergisini kimden alacaktır. Tüketici bir ürünü satın alırken satıcı marifeti ile Devlete ödenen KDV’nin geri alımı taraflar arasında ihtilaf yaratmaktadır. Oysa tüketici KDV’yi devlete ödemiştir. Satışın iptalinden sonra tüketici devlete ödediği KDV’yi maliye bakanlığının katma değer vergisi tebliğine göre verginin ödendiği vergi dairesinden geri isteyebileceği gibi yeni aldığı araç için ödemesi gereken KDV bedelinden talep ettiği bedel mahsup edilmektedir. Bu vergi iadesi tahsili tüketici yasasına tabi olan kapıdan satışlarda dahil her türlü satış için geçerlidir. Tüketicinin Korunması hakkındaki kanun ile ilgili katma değer vergisi uygulaması : 4077 sayılı tüketicinin koruması hakkındaki kanuna göre tüketicilerin satın aldıkları mal ve hizmetlerin çeşitli nedenlerle geri verilerek bedelinin alınması veya başka bir mal veya hizmet ile değiştirilmesinin katma değer vergisi karşısındaki durumu ile taksitli ve kapıdan satışlardaki katma değer vergisi uygulaması aşağıda açıklanmıştır. 1- Satılan malın iade edilip değiştirilmesi,Ödenen bedelin iade edilmesi: 3065 sayılı KDV kanunun 8/2 maddesinin Bakanlığımıza verdiği yetkiye dayanılarak tüketicinin korunması hakkındaki kanun kapsamında ödenen KDV vergilerinin iadesi konusunda aşağıdaki şekilde işlem yapılması uygun görülmüştür. Tüketiciler tarafından malların iade edilip bedellerin geri verilmesinin istenildiği durumlarda, satıcı tarafından ödenen bedellerin KDV dahil tutarları tüketiciye iade edilecektir. Satıcılar işlemlerin düzeltilmesi için iade edilen mal nedeni ile gider makbuzu düzenleyecekler ve tüketiciden iade edilen mala ait fatura ve benzeri belgeyi bu makbuz ekinde geri alacaklardır. Gider makbuzunda iade edilen malın KDV’si satış bedelinden ayrı gösterilecek ve bu miktar indirim konusu yapılmak suretiyle işlem düzeltilecektir. İade edilen malın yerine aynı veya başka bir malın verildiği durumlarda ise, satıcı tarafından yukarıda sözü edilen işlemlerin yanı sıra bu defa verilen yeni mal için fatura veya benzeri belge düzenleneceği tabidir. Dolayısı ile iade edilen malların yerine verilen yeni malların değerleri dikkate alınarak belge düzenleneceğinden iade edilen mallar ile yeni verilen mallar arasında değer farkının olup olmaması düzenleme işlemini etkilemeyecektir b) Taksitli satışlar Katma Değer Vergisinin Geri Alınması: 3065 sayılı KDV kanunun 24/c maddesinde, vade farkı, fiyat farkı, faiz, pirim gibi çeşitli gelirler ile servis ve benzer adlar altında her türlü menfaat, hizmet ve değerlerin KDV si matrahına dahil olduğu hükme bağlanmıştır. Buna göre ; taksili olarak yapılan satışlarda vade farkı ve faiz dahil
HUKUK KÖŞESİ
toplam tutar üzerinden hesaplanan KDV sinin malın teslimi anında beyan edilip ödenmesi gerekmektedir. Ancak, tüketicinin taksitlerini zamanından önce ödemek suretiyle faizi de bir indirime gidilmesi halinde, indirilen faiz ve bu faize ait KDV si satıcı tarafından alıcıya iade edilecek ve yukarıda yer alan esaslar çerçevesinde işlem yapılacaktır. 3- Kapıdan satışlar: 4077 sayılı Tüketicinin korunması hakkındaki kanunun 8 maddesinde, işyeri, fuar, panayır gibi satış mekanları dışında önceden mutabakat olmaksızın ve muayene koşullu satışlar kapıdan satış olarak tanımlanmıştır. Bu tür satışlarda tüketiciye 7 günlük tecrübe muayene süresi sonuna kadar malı kabul veya hiçbir gerekçe göstermeden ret etme hakkı tanınmıştır. Aynı kanunun 10/a maddesinde ise, mal teslimi veya hizmet ifası hallerinde vergiyi doğuran olayın, malın teslimi veya hizmetin ifası anında meydana geleceği hükme bağlanmıştır. Buna göre kapıdan yapılan satışlarda mallar üzerindeki tasar ruf hakkı tecrübe ve muayene sonucu devredileceğinden bu kapsamdaki satışlara ait KDV’sinin, tecrübe ve muayene sonucu tesliminin yapıldığı vergilendirme döneminde beyan edilip ödenmesi gerekmektedir. Ayıp kadar bedelden indirim yapılması istemi, Tüketici sonradan ayıplı olduğu anlaşılan ürün için ödediği bedelden indirim isterse bu indirim miktarının belirlenmesini yasa hakimin takdirine bırakmıştır. Ama uygulamada ve yargı tayca benimsenen yöntem nispi hesap sistemidir.1 Tüketici ayıpsız olduğu inancı ile bir ürün almış ise etiket fiyatı o ürünün piyasa değeri veya ayıpsı değeri olarak bilinen bedelidir. Kararlaştırılan bedel ise tüketicinin pazarlık sonucu ürüne ödediği fiyattır. Şayet ürün ayıplı çıkmış ise o ürünün ayıplı hali ile belirlenen bedel ise ayıplı ürün bedeli olarak tanımlanmıştır. Buna göre tüketicinin satın aldığı ürünün ayıplı çıkması halinde: bedel indiriminin nispi hesap yöntemine göre belirlene bilmesi için kararlaştırılan bedel ile ayıplı bedel çarpılarak çıkan değerin ayıpsız değere bölünmesi halinde oluşan bedel tüketicinin ayıptan dolayı ödemesi gereken bedeli belirler. Örneğin ; Ürünün ayıpsız değeri – Etiket fiyatı = 40.000.000 TL Kararlaştırılan bedel(pazarlık sonucu) oluşan fiyat = 38.000.000 TL Ürünün ayıplı hali ile piyasa fiyatı = 30.000.000 TL Buna göre ; Kararlaştırılan bedel x Ayıplı değer Ödenecek bedel = ------------------------------------------Ayıpsız değer 38.000.000 TL x 30.000.000 TL _________________________ = 28.500.000 TL 40.000.000TL
dir.
38.000.000 TL – 28.500.000 TL = 9.500.000 TL şayet tüketici malın bedelini peşin ödememiş ise ödemesi gereken bedelden bu bedel düşülür. Şayet satıcı ürün bedelini peşin ödemiş ise 9.500.000 TL yi geri isteyebilir. Şayet tüketici dava konusu ürünü taksitle satın almışsa belirlenen bedel en son taksit bedelinden düşülür. Burada da 9.500.000 TL için ödenen KDV tebliğde belirtilen şekilde
40
geri alabilir. Ayıp dolayısı ile ortaya çıkan değer azalması ödenen satış parasına eşit ise alıcı satış parasının indirilmesini değil sözleşmenin feshini isteyebilir. (BK 202) Bedelsiz onarım istemi. Garanti süresi içinde kullanım sonucu ortaya çıkan gizli ayıptan dolayı tüketici ücretsiz onarım hakkını kullana bilir bu hakkı kullanmasına rağmen ayıp giderilmemiş ise tüketici bu haktan vazgeçerek diğer üç seçimlik haktan birini kullanabilir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Satıcı bu isteği yerine getirmez ise, tüketici hakem heyetine veya tüketici mahkemesine müracaat edecektir. Satışa konu ürünün 2010 yılında değeri 983.00 TL nin altında ise, tüketici bulunduğu il veya ilçedeki hakem heyetine; Satışa konu ürünün 2010 yılında değeri 983.00 TL nin üstünde ise tüketici bulunduğu il veya ilçedeki tüketici mahkemesine dilekçe ile müracaat edecektir. 4822 sayılı yasa gereğince tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte; Ayıplı malın neden olduğu yaralanma veya ölümden dolayı veya ayıplı malın kullanımı sonucu diğer mallar zarara uğramış ise, tüketici bu maddede belirtilen dört seçimlik haktan biri ile birlikte maddi ve manevi zararların tazmini için imalatçı veya üretici firmaya karşı dava açabilir. Örneğin: Trafik kazasına maruz kalan bir aracın kaza anında hava yastığının “ayıplı” olduğu nedenle açılmadığı, bu nedenle sürücüsünün öldüğü veya garanti kapsamı içinde otoya “ayıplı” lastik takıldığı için seyir halinde iken lastiğin kendiliğinden patladığı ve aracın devrildiği ve içindeki kişilerin yaralandığı yada öldüğünden bahisle dava açılması halinde, tüketici dört seçimlik hakkı ile birlikte maddi ve manevi tazminat isteminde bulunabilir. 4077 sayılı yasada ayıplı malın neden olduğu her türlü zarardan dolayı tüketiciye karşı satıcı-bayii-acente ile birlikte imalatçı-üretici veya ithalatçı müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmuş olup, 4822 sayılı yasa ile yalnız imalatçı ve üretici sorumlu kılınmıştır. Son değişiklik “her türlü zarar” kapsamına da açıklık getirmiştir. Ölüm, yaralanma ve hasar bedeli de, bu madde kapsamına alınmıştır. Satıcı ayıba karşı daha uzun bir süre ile sorumluluk üstlenmemiş ise, mal tüketiciye tesliminden itibaren iki yıllık zaman aşımına tabidir. Garanti süresi içinde meydana gelen bir arızadan dolayı tüketici ücretsiz tamir hakkını kullanmış olmasına rağmen, arıza giderilmemiş ise ve arıza garanti kapsamı dışında da devam etse bile garanti kapsamı içinde başlayan ve devam eden bu tür arızalar garanti kapsamı içinde kabul edilmektedir. Örneğin: İki yıl garanti kapsamına tabi olan bir otoda, 18 ay sonra gizli ayıp çıkmış ise ve tüketici yasal süre içerisinde yaptığı müracaattan dolayı yetkili serviste bakım ve onarım yapılmış olmasına rağmen, şayet bu arıza devam etmekte ise ve bu sırada garanti süresi dolsa bile, ayıbın garanti kapsamı içinde çıktığı kabul edilir. Ayrıca yetkili servis tarafından takılan her bir parça en az bir yıl garanti kapsamındadır. Bu süre konut ve tatil amaçlı taşınmazlarda 5 yıl olup, ayıplı malın neden olduğu her türlü zarardan dolayı yapılacak talepler ise, 3 yıllık zaman aşımına tabi tutulmuştur. Sevgili okurlar bundan sonraki yazımızda ise satın alınan konutun ve tatil amaçlı evlerin alımında ortaya çıkan sorunlar incelenecektir.
Halil YAZAR
BİZDEN HABERLER
halil@tece.com.tr
Bursa’da Safari Rüzgarı
Tayfur Bey’in 2. Kişisel Sergisi Tece Dekor A.Ş.Yönetim Kurulu Başkanı Tayfur Coşkunüzer, “Masai Mara Safari” konulu ikinci fotoğraf sergisinde safari turunda çekmiş olduğu fotoğrafları sanatseverlerle paylaştı. 10 gün süren serginin açılışına Vali Şahabettin Harput, Ak Parti Genel Sekreteri İdris Naim Şahin, Ak Parti Bursa Milletvekili Ali Kul, Ak Parti Bursa Milletvekili Altan Karapaşaoğlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, İl Milli Eğitim Müdürü Atilla Gülsar, Akparti İl Başkanı Nagip Vardar, BTSO Meclis Başkanı İlhan Parseker, Osmangazi Kaymakamı Osman Taştan, Nilüfer Kaymakamı Ekrem Çalık, birçok sanayici, işadamı ve davetli katıldı. Masai topraklarında yaşayan vahşi hayvanların ve Masai halkının görüntülerinin yer aldığı, 60 fotoğraftan oluşan sergi büyük ilgi gördü ve ziyaretçilerden tam not aldı.
41
BİZDEN HABERLER
Basınında yoğun ilgi gösterdiği açılışta, Bursalı fotoğraf severler Bursa’da ilk defa safari sergisi izlemenin ayrıcalık olduğunu ifade ettiler. Açılışa katılan başta sayın Bursa Valisi olmak üzere bütün konuklar sergi fotoğraflarını izlerken sohbet ettiler.
42
BİZDEN HABERLER
Sergi boyunca fotoğraf severlere hediye edilen “Masai Mara Safari” kitabı oldukça ilgi gördü.
Marigold Otelde verilen iftarda TECE ailesi olarak bir araya gelmenin mutluluğunu yaşadık. Bu birliktelik bize tüm yorgunluğumuzu unutturdu.
43
BİZDEN HABERLER
Tece Interzum China Guangzhou 2010’da...
Krizin etkilerinin azalmasıyla 4 kıtadan ve Avustralya’dan gelen ziyaretçilerle kriz öncesi havasını yakalamış olan Interzum Guangzhou başarılı bir organizasyonla 2010 yılını geçirdi. Ziyaretçi yoğunluğunu Güney Amerika ve Uzak Doğu ülkelerinin oluşturduğu Tece standında Pvc kenar bantlarının da sergilenmesi ilgiyi arttırdı. Yeni ve potansiyel müşterilerin yanısıra, yenilik arayışında olan halihazırdaki müşterilerimizin de ziyaret ettiği fuarda ilginin sadece Pvc kenar bantlarına değil melamin kenar bantlarına da olduğu gözlemlendi.
İlk kez düzenlenmeye başladığı 2006 yılından beri hiç ara vermeden Interzum Guangzhou fuarında yerini alan Tece, 2010 yılında da Uzak Doğunun bu en büyük ve önemli fuarındaki yerini aldı. Fuar 2009’da olduğu gibi 2010’da da 27 – 30 Mart tarihleri arasında düzenlendi.
44
Fuarlar firmaların dışa açılan kapısıdır.
BİZDEN HABERLER
Tece Arjantin’de, Fitecma 2010...
Hindistan Indiawood 2010
Tece, 2 – 6 Mart 2010 tarihlerinde Buenos Aires şehrinde düzenlenen Fitecma 2010 fuarına Arjantin’deki müşterisi ile birlikte katıldı. Müşterinin standına ve sergilenen ürün gamına katkıda bulunmak ve pazarda kendisini desteklediğimizi göstermek maksadıyla katıldığımız fuarda, Arjantindeki mobilya yan sanayi ve özellikle kenar bantı sektörü konusundaki bilgi ve deneyimlerimizi arttırma fırsatı bulduk.
İki yılda bir düzenlenen Indiawood Fuarı, 4 – 8 Mart 2010 tarihleri arasında Hindistanın Banglore kentinde organize edildi. Hindistan pazarında etkinliğini yine 2008 yılında düzenlenen Indiawood 2008 ve 2009’da birincisi düzenlenen DelhiWood fuarlarıyla arttıran ve pazarda özellikle melamin kenar bantlarında sağladığı başarılı satışlarla kendisine yer edinen Tece, Indiwood 2010’da Güney Hindistan distribütörüyle birlikte yerini aldı. Ziyaretçilere Pvc kenar bantlarının da tanıtıldığı fuar son kullanıcının Tece kenar bantlarını ve distribütörünün tanıtılmasında önemli bir etken oldu.
45
Canan TEMİZELLİ
SANATSAL BAKIŞ
cnntemizelli@hotmail.com
DOĞAYA SANATSAL ARMAĞAN: LAND ART/ARAZİ SANATI Çocukluğumuzun kumdan kaleleri, kardan adamları vardı. Bilincinde olmadan bir dönem hepimiz arazi sanatçısı idik. Sonra büyüdük ve unuttuk yaptığımız kaleleri, kardan adamları ya da taşlar dizerek inşa ettiğimiz evcilik evlerimizi. Unutmayanlar da oldu elbette… LAND ART denen sanat akımı da çocukluğumuzun bu oyunlarının süreğidir aslında… 1970’li yılların başlarında yeni bir oluşumla buluştu sanat. “Doğa için sanat” amacıyla hareket eden sanatçılar yeni bir akıma öncülük ettiler ve yaptıkları sanatı doğaya armağan ettiler. Doğal ya da doğaya uyumlu malzeme ile gerçekleştirilen Land Art bir anlamda; insanoğlunun doğaya verdiği zarara karşılık bir özür, doğayla bozulan ilişkisini yeniden kurma dürtüsü, yeryüzü üzerindeki hakimiyetini ve gücünü ispat etme düşüncesinin sanatsal ifadesidir. Tarih boyunca, en ilkel yaşam dönemlerinden itibaren insanlar gelecek dönemlere kendilerinden iz bırakmak dürtüsüyle mağara duvarlarından başlayarak yazdılar, resmettiler ya da inşa ettiler ve doğal yaşam içinde doğaya bıraktılar. Doğa onları sakladı, korudu, değiştirdi ya da yenilerine yer açmak için sildi. M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren yapımına başlanan ve asıl inşaatı M.Ö.221 ile M.S.608 yılları arasında yapılmış olan Dünyanın 7 harikasından biri olan Çin Seddi de yapılış amacı itibariyle; sanatsal bir ifade olmamakla beraber, insanoğlunun doğaya bıraktığı bir iz olarak arazi sanatına en büyük örnektir. Bir diğer örnek ise İngiltere’nin en ünlü tarihi yapılarından biri; Stonehenge... Gizemi halen çö-
46
zülebilmiş değil. Bilinen gerçek, buranın M.Ö. 2300 yıllarında inşa edilmeye başladığı yönünde. Bu yapının esrarı çevresinde bulunan mezarlarda gizli. Buranın ne amaçla inşa edildiği de henüz bilinmiyor. İlk tahminler bir tapınak olduğu şeklindeydi. Daha sonra buna gündönümünü işaret eden takvim tahmini eklendi. Son tez ise bu esrarlı yapının bir şifa merkezi olabileceğine yönelik. Wiltshire yakınlarındaki bu tarihi yapının “mavi” taşları 240 kilometre ötedeki Güney Galler’in Preseli bölgesinden getirilmiş. Son teze göre insanlar bu mavi taşların tılsımlı olduğuna inanıyorlardı. Binlerce kilometre öteden buraya akın akın geliyor ve taşlardan şifa bulmaya çalışıyorlardı. Esrarengiz binanın etrafındaki mezarlarda bulunan cesetler bunu kanıtlar nitelikte. Zira mezarlarda, “anormal sayıda” fiziki
yara ve hastalıkları bulunan ceset kalıntıları teşhis edildi. Mezarlardaki dişlerin analizi sonucu, cenazelerin “yarıya yakınının” Stonehenge bölgesinde doğmuş insanlardan olmadığı anlaşıldı. Stonehenge’in sadece hasta insanları değil, şifa dağıtma özelliği bulunanları da çeken bir merkez olduğu sanılıyor. Bu örneklere; İnka’ların Machu Picchu şehri, Nemrut dağınaki Kommagene Krallığı zamanında, tanrılar ve krallar adına yaptırılmış heykeller ve anıt mezarları da ekleyebiliriz. O dönemlerde yapılanlar sanat amacıyla gerçekleştirilmemiş olsa bile her biri günümüz arazi sanatına örnek gösterilebilir. Arazi sanatının bir akım olarak ortaya çıkmasının öncülerinden olan Robert Smithson’ın amacı; insan elinden çıkma, spiral bir dalgakıran yapabilmekti. Amerika’nın Utah Eyaleti’ndeki Büyük Tuz Gölü’ne kilometrelerce öteden, tonlarca taş getirdi. Ve yaptığı esere “Spiral Jetty” adını
SANATSAL BAKIŞ
Pek çoğunun ancak havadan görüldüğünde algılanabilirliği ve bazılarının sadece fotoğraflarla belgelenebilirlikleri düşünülecek olursa, arazi sanatının “kim için yapıldığı?” sorusunu sormak gereği çıkar karşımıza. Çok büyük boyutlarda ve bir o kadar zahmetle oluşturulan seyircisiz bir sanatın karşısında, ilkel atalarımız ya da eski uygarlıların inanışları doğrultusunda gökyüzü ve gökyüzündeki güçleri hedefledikleri düşünülebilir. Arazi sanatçıları, sanat eserinin ölümsüzlüğü konusunda ressamlar ya da heykeltıraşlar ile aynı fikri paylaşmadılar. verdi. Bir süre sonra dalgakıranın spiralleri arasında kalan suların kırmızı bir yosunla kaplandığını gördü. Doğa “Spiral Jetty” ile iletişime geçmiş ve bu yosunlar ona kanayan, dev bir organizma görüntüsünü vermişti. Bu, doğanın Land Art’ı kabullenişi ya da değer katışıydı.
Çöl de; arazi sanatçıları için uygun ortam sağlıyordu. Onların eserleri için taşınmazlık, satılmazlık, insanın kolay ulaşamaması ve bu nedenle izlenmezlik ilkelerini karşılıyordu. Üstelik çöl, üzerindeki değişiklikleri çok kolay yutabiliyor ve eski haline dönebiliyordu. Bu da arazi sanatçılarının “eseri doğaya kurban etme” isteğini tatmin ediyordu. İzlenmek onların kaygılarından değildi. Onlar eserlerinin görüntülerini aldıktan sonra onu ait olduğu yere, doğaya terk ettiler. Dünyaca ünlü arazi sanatçıları arasında Vitto Acoonci, Betty Beaumont, Meh Chin, David Nash, Nancy Holt, Seth Wulsin, Nils Udo, Ricard Long gibi isimler yer alıyor. Bu isimlere ilave olarak ekleyebileceğim başka bir sanatçı ise; Andrew Rogers. Andrew Rogers’ı benim için önemli kılan ise; yapımına 2007 yılında Nevşehir’in Göreme beldesindeki Karadağ mevkiinde başladığı 450 kilometre yükseklikten yani uzaydan görülebilen “Hayatın Ritmi” projesi çerçevesinde gerçekleştirdiği “Time and Space (Zaman ve Mekan) isimli 10 heykel yapması… Bu heykellerin yapımında 15 bin ton taş kullanılmış ve içlerinde yerel halkın da bulunduğu 230 kişilik bir ekip ile çalışılmıştır. Tarihin, gizemin ve doğanın harmanında Kapadokya; Land Art’a ev sahipliği yapmaktadır. Kendi topraklarımıza geldikçe, kulağıma da kendi ezgilerimiz gelmeye başladı. Aşık Veysel’in dizelerinde ne güzel de anlam buluyor sanatçı ve doğa ilişkisi:
“Dost dost diye nicesine sarıldım Benim sadık yarim kara topraktır”
47
Alper YILMAZ
GENİŞ AÇI
alper@tece.com.tr
Trafik Sorununa Ciddi Bir Bakış ve Çözüm Önerisi Ülkemizde trafik belası her yıl binlerce insanımızın hayatına mal olurken günlük yaşamımızıda büyük ölçüde etkilemektedir. Emniyet genel müdürlüğünün istatistiklerine göre 1998-2007 yılları arasında son 10 yılda trafik kazalarında 35.000 kişi hayatını kaybetmiş. Durumun ciddiyetini idrak edebilmemiz için şu örnek yeterli olur zannediyorum. 2003 yılından günümüze kadar Amerika’nın Irak’ta kaybettigi asker sayısı 7 yılda 4416 asker. Yani adamlar 7 yıldır topyekün savaşıyorlar, koca ülkeyi işgal etmişler ve bir yılda kaybettiğimiz insan sayısı kadar kayıp vermişler. Şu an Amerikan halkının en büyük meselelerinden biri de Irak savaşı ve bu savaşta verilen kayıplar. Bizde 10 yılda trafik kazalarına tam tamına 35.000 kayıp verilmesine rağmen sanki herşey çok normalmiş gibi davranıyoruz. Burada ki en büyük problem normal vatandaştan en üstteki yetkiliye kadar durumu kanıksamış ve alışmış olmamız. Artık trafik kazalarında ölen binlerce insan yakınımız olmadıkça hiç birimize hiç bir anlam ifade etmiyor. Düşünebiliyor musunuz otobüs terminale girince muavin yolculara sağ salim ulaştık manasında geçmiş olsun diyor haksızda sayılmaz keza Irak’ta Amerikan askeri olmak neredeyse Türkiye’de araç kullanmaktan daha az riskli! Böylesine ciddi bir konuda sağlıklı bir teşhis ve çözüm önerisi yapabilmek için ilk önce gerçekleri görmek ve anlamak lazımdır. Yanlışları görmek içinde doğruları bilmek lazımdır. Ülkemizde trafik kuralları ancak ve ancak trafik kazasında rapor tutulmak için gerektiğinde hatırlanmaktadır. Halk olarak trafik kurallarına uymak anlayışımız sadece emniyet kemeri takmak, radar olan yerlerde 90 km ile gitmek ve kırmızı ışıkta durmak, yangın söndürücü ilk yardım çantası gibi ıvır zıvır malzemeyi de herhangi bir kontrole karşı hazır tutmak. Bunu haricinde sağdan gitmişsin soldan gitmişsin hızlı gitmişsin yavaş gitmişsin önemli değil. Çünkü seni kontrol edebilecek bir sistem yok. Trafik sistemimizdeki tek uygulama radar koymak, ilk yardım çantası kontrol etmek, sigorta bakmak gibi işler. Bunlar yazılı olan kurallar fakat yazılı olmayan kurallar ise daha hayati önem taşıyor. Her zaman büyük araca yol ver yoksa altında kalırsın. 17 senedir trafikte araba kullanıyorum daha tehlikeli şekilde araba kullanan, önündeki aracın tamponuna yapışıp taciz eden, arabaların sağından solundan akrobatik hareketlerle seyreden, bir aracın durdurulduğuna şahit olmadım ama bu şekilde araç kullanan onlarca serseriye hergün şahit oluyorum. Şimdiye kadar bu böyle gelmiş ama bundan sonra da böyle giderse bizim bir 10 sene sonraki bilançomuz 50-60 bini bulur. Amerika bu kadar askeri gözden çıkarsa dünyanın yarısını işgal eder. Bizim trafik sistemimizi ve uygulamalarımızı düzgün trafiği ile meşhur herhangi bir ülkeye koyun iki yıl içinde bizden beter hale gelirler. Almanya’da her kurala harfiyen uyan bazı gurbetçi kardeşlerimizin Türkiye yollarında bunun tam tersini yapmalarının ana sebebi budur. Çünkü orada aynı şekilde davranmak battalgazi yüreği ge-
48
rektirir. Başına gelecekleri de iyi bilir. Zaten polisi görüpte kural ihlal edecek kadar saf şöför de yok ülkemizde. Bunlar hepimizin bilip yaşadığı şeyler. Yukarıda bahsettiğim meseleye çözüm olarak yurtdışında 2 senelik öğrencilik dönemimde gördüğüm aşağıdaki uygulamayı öneriyorum. Aslında bu yazıyı iki yıl evvel iş arkadaşımız Turhan Durdabak bir trafik kazasına kurban gidince yazılmıştı. Otobüs durağında işe gitmek için servis bekleyen Turhan yarış yapan iki serserinin araçlarından bir tanesinin otobüs durağına girmesi sonucu öldü. Cenazesi kalkarken ardında kalbi delik ve hasta iki evlat bırakmıştı. Babası ebedi yolculuğuna uğurlanırken rahatsızlanan evladının konu komşu tarafından hastaneye götürülmeye çalışılmasına büyük bir üzüntüyle şahit olmuştum. Arkasında iki yetim bırakan Turhandan sonra hazırladığım bu öneriyi asıl olarak vekile bizzat teslim etmeme rağmen önemli görülmemiş olsa gerekki herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmadığını üzülerek söyleyebilirim. Umulurki bu öneriyi yetkili ve etkili makamlarda oturan biri hasbelkader okur ve değerlendirir. Bunun için bir pilot il seçilmesi gerekiyor ben Bursa’da yaşadığım için Bursa’dan örnek vereceğim. Bursadaki yol kontrolu yapan trafik araçlarının yarısı gerekirse hepsi kaldırılsın. Bu araçlar sivil plaka ve boya ile trafiğe çıksın. Günde 3 ya da 4 saat şehir içinde, Karacabey ya da Yalova istikametinde normal bir araba gibi seyretsin ve ne olursa olsun herhangi bir trafik kuralını ihlal edeni durdurarak ceza kessin. Bunlar sinyalsiz şerit değiştirme, öndeki aracı yakın takip etme, tehlikeli araç kullanma gibi ihlaller dahil olmak üzere sıfır toleranslı çalışsın. Böylece sürücüler trafik polisinin nerede olduğunu bilmeyeceklerinden sürekli kurallara uymak zorunda olacaklardır. Mesela Orhangazi düzlüğünde radar kurulduğunu tüm Bursalılar bilir ve orada 90 ile giderler fakat ondan sonra Allah ne verdiyse basar giderler. Çünkü bilirlerki bir dahaki radar süpürgelikten inince kurulur.Oraya kadar atış serbesttir. Bu arada ister üç ister iki teker üzerinde git ne yaparsan yap kontrol yoktur. Böyle 6 aylık katı bir uygulamadan sonra sivil trafik ekiplerinin varlığı sürücüler üzerinde bir baskı oluşturacak ve kırmızı ışıkta durmak haricinde diğer trafik kurallarına da uyma yönünde baskı oluşturacaktır.Her türlü suç ve uygulanacak cezai işlem aracın ön camına monte edilecek bir kamera ile kayıt olacak. Bunun maliyetide günde 1 depo benzinden 3 araba desen 3 depo benzin eder. Böyle bir problemin çözümü için lafı bile edilmeyek bir miktar. Böyle bir uygulamada 6 ayda sivil trafik araçlarının efsanesi bütün şöförler arasına yayılır 1 sene içinde de Bursa’da trafik ihlalleri gözle görülür derecede düşer. Bizim gibi kanunlara saygılı insanlarda etrafta kanunun gücünü çalışırken gördükçe memnun oluruz. Bu uygulamanın başarısı bir yıl sonra değerlendirilir eğer faydası olmaz ise kaldırılır. Hiç bir maliyeti ve zorluğu yok ama bir çok insanın hayatını kurtarabilme ihtimali var.
Hayat Yatak Odası
Temay Mobilya San. Tic. Ltd. Sti. Kestel Organize Sanayi Bölgesi Değirmen Cad. No: 14 Kestel / Bursa Tel: +90 224 372 5200 Fax: +90 224 372 5656 Web: www.temay.net Email: info@temay.net
www.tece.com.tr