Kara Fanzin No1_Kasım2016

Page 1

KARA fanzin

KASIM2016 // NO.1


BİZ KİMİZ?

Üret & paylaş mottosu ile 2012 yılında TEDÜ’ye farklı bir renk olalım diye Kültür Sanat Topluluğu’nu oluşturduk. 2016 yılına kadar birlikte gezdik tozduk, sergiler açtık, çeşitli sanat etkinliklerine ev sahipliği yaptık, etkinlikler düzenledik ve aşırı eğlenip aşırı doyurduk ruhumuzu. Fark ettik ki bunlar bize yetmemeye başladı ve yaptıklarımızı, deneyimlediklerimizi

paylaşmak

istedik.

2016

yılının

başların-

da üret-paylaş platformunu kurduk ve 2016 yılının Kasım ayında bu platformundan beslenen Kara Fanzin’i yayın hayatına başlattık.

FANZİN KOMİSYONUMUZ

Ecem KAYA Zeki Can YILMAZ

1

Melis GAYRETLİ

Aysu GÜRMAN

Zeynep ÇAKIR


İÇERİK

EDEBİYAT Sema YAPRAK | Aysu GÜRMAN | Zeynep ÇAKIR SİNEMA Onur Deniz AKAN

İLLÜSTRASYON & GRAFİK Gökçe Naz SOYSAL | Elif Dilan NADİR | Melis GAYRETLİ FOTOGRAF Sena KOCAKAYA | Deniz ALGAN 10 KELİME 10 HİKAYE *Online Etkinlik MÜZİK Furkan ATEŞ ŞİİR Ahmet Utku BAL KISA FİLM Tuğçe Çelinay ŞAHİN SANDIK İÇİ MÜZİK Ecem KAYA ANKARA’DA 1 MEKAN Su ERTEN KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER Fanzin Komisyonu

2


EDEBİYAT

Usul Usul Edebiyat- Zeynep ÇAKIR

Sevgili okuyucu, sıcacık bir merhaba! Seninle ilk kez tanışıyoruz bu aracıdan. Benimle ilgili bileceğin şey şudur ki, edebiyat giymeyi en sevdiğim hırkam oldu yıllardır. Sana evirip çevirip sunacağım kelimelerimle sadece bakışacak bile olsan düşüneceğin iki şey var: eğer ortaklık ettiğimiz dakikalardan sana bir şey katamadığımı düşünürsen rica ediyorum umudunu yitirme, her seferinde çayını al ve gel, sohbet uzayacağa benzer. Ama hayır, katabilmeyi başarabilmişsem eğer, ne mutlu bana! Yine gel çayını alıp. Selamlaşmış ya kelimelerimiz, bundan sonra birbirimize litrelerce çay sözümüz var :) Ankara’da yaşamaya başladıktan sonra tanıştığım yazarlardan biridir Barış Bıçakçı. Gerek müthiş bir edebi dile sahip olması, gerek tüm kitaplarının Ankara’da geçmesi dolayısıyla çok sevdiğim bir yazardır, çok samimi gelir bana. Her kitabı derin bir sakinlik, dinginlik hissi ile yoğrulmuş olmalı, zira ne zaman kelimelerini paylaşsam çok iyi hissederim kendimi. “Usul usul edebiyat” yaptığı söylenir Bıçakçı’nın. “Dostum benim, do sesim!” gibi gülücüklü cümlelerin yanında, “Ah dostum, bunun için seviyorum işte seni, ikimiz de hayatımızın aynı yerinde kalakaldık diye!” gibi derin hisli cümleler aynı dünyayı paylaşıyordu “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” adlı kitabında, kanıtlarcasına. Geçtiğimiz günlerde “Herkes herkesle dostmuş gibi...” adlı kitabı okudum. Takibi zor, hayal gücünü oldukça mutlu eden, nefis bir kitap. Kitaba başladığımızda bir karakter canlanıyor, bizimle aklından geçen pek çok şeyi paylaşıyor, derken ötekisi selamlıyor sizi ve anında onun dünyasına ortak olmaya başlıyorsunuz. Kitap sonuna değin bu şekilde ilerliyor, lakin durum öyle bildiğiniz gibi değil. Bahsi geçen karakterlerin büyük bir çoğunluğu Bıçakçı’nın diğer kitaplarındaki ana karakterler. Okuyor olduğum süre boyunca çok kere gülümsedim o yüzden, önceden okuduklarım dolayısıyla tanışmıştık çünkü. Çarpıcı olanı ise, bunun Bıçakçı’nın ilk kitabı olması. Ben ise bunu okuduktan sonra öğrendim. Bu kitabın üstüne 6 kitap daha yazmış yazarımız, bense onları okumuşum öncelikle. Bir yazarın kitaplarını hiçbir zaman kronolojik sırayla okuyamayan ben bu defa oldukça etkilenmiş durumdaydım, zira hepimizin varsaydığı şudur ki yazma eylemi şarap misali zaman geçtikçe güzelleşir ve tatlanır, ürünleri okumaktan alınan zevk dolayısıyla artacaktır. Lakin bu kitap... Tek bir kitap boyunca yalnızca karakterlerini yaratan Bıçakçı’nın o kitabın üzerine 6 ayrı dünyada bu karakterleri birer birer serpiştirmesi... Özetle diyeceğim odur ki, edebiyat mutluluktur.

3


Sema YAPRAK

EDEBİYAT

Bir tren istasyonundayım , biletlerin tek gidişlik olduğu. Etrafımda gitmeyi bekleyen insanlar, gitmek zorunda kalan insanlar, sadece gitmek için giden insanlar. Gözüm yaşlı bir amcaya takılıyor. Sabit gözlerle tek bir noktayı izliyor. Gitmeyi bekleyenlerden, kızını ziyarete gelmiş 3 günün sonunda sıkılmış canı. Eşini kaybettikten sonra her şehir sıkmış canını. “ Evime gitsem “ diyor. “ Bir çay koysam da içsem ahiretliğimin çerçevesi karşısında.” Derin bir iç çekiyor ve gözlerini tekrar dikiyor günler öncesine ait olan dizindeki gazeteye. Yan tarafta küçük bir çocuk sürekli annesinin eteğini cekistiriyor. İlk defa trene binecek belli ki sorular sıralıyor annesine. “ Anne tren çok mu hızlı gider? “ “ Anne treni de şoför mu kullanır ? “ Anne trenin de tekerlekleri var mı ?” Annesi bıkmış gözlerle baştan savma cevaplıyor soruları. Çocuk ise her tatmin etmeyen cevaba karşılık inadına bir soru daha tutturuyor. Annenin aklı ayın sonunda gelecek doğalgaz faturasında, çocuğun aklı hayalinde ütopikleştirdiği trende.. Karşı tarafta iki sevgili. Sarılıp durmuşlar. Konuşmuyorlar. Ama susmuyorlar da. Sanki sessizlik alfabesiyle bir dil oluşturmuşlar da sadece iki kişiye münhasır bir lisanla konuşuyorlar gibi. Gitmek zorunda kalanlar: artı bir. Gözlerimi yan tarafa çevirdiğimde bir göz karşılıyor beni. O da beni izliyor. O da düşüncelerimi okuyor, tıpkı benim diğerlerine yaptığım gibi. Acaba ne kurdu ki kafasında benimle ilgili? Nasıl görünüyorumdur ki ? Dertli ? Neşeli? Peki ben kimim? Gitmek zorunda kalan , gitmeyi bekleyen ? Aslında hiçbiri. Sadece öylesine biri. Siren çalıyor. Tren diyor ki “ ben geldim.” Hoşgeldin dercesine ayağa dikiliyor herkes. Kimisi gözleri yerde adım atıyor trene , kimisi son bi kez daha sarılıp sevdiğine öyle biniyor. Kimisi cam kenarı kimisi cam kenarı yanı. Ben mi ? Ben kalkıyorum bugünkü kaçıncı bilet olduğunu bilmediğim bileti oturduğum yere bırakıp yavaşça bırakıp. Giderken dönüp bakıyorum trene. Beni izleyen bir çift göz cam kenarında. Gülümseyerek el sallıyorum, afallamış bir şekilde başını eğerek karşılık veriyor. Ayaz yüzüme vuruyor atkıma sarılıyorum, bir bilet daha alıyorum gişeden. Gişedeki adam her defasında baktığı gibi bakıyor yüzüme “ sanki seni bir yerlerden tanıyorum” bakışı sonra da başını sallayıp bileti kesiyor. “ Aman canım birine benzettim herhalde “ baş sallayışı. Sonra tekrardan bekliyorum. Sonsuz bekleyiş...Ben ki hem uğurlayan hem yolcu. Hem pencereler yanındaki hem pencereler ardındaki. Ben hep bir tren istasyonundayım ve biletler hep beklemelik..

4


EDEBİYAT

Aysu GÜRMAN

“Bir mendil almaz mıydın güzel kızım? Al, yavrum al.” İş çıkış saatinin yarattığı yoğun trafik gürültüsünün arasında titrek bir sesle adam, metrodan çıkanlara yetişmeye çalışıyordu. Uzakta kendisine doğru yaklaşan kadına tam seslenecekken bağırarak hapşırdı ve burnunu sessizce sildi. Sırtını yaslamak için taburesini duvarın dibine koymuştu. Önündeki tezgâhta on kadar mendil, birkaç yara bandı ve kalem vardı. Büzüşen ellerini sırayla montunun cebine koyarak ısıtmaya çalışıyordu. Cebinde ısıtmadığı diğer eliyle tespih çekerek ayaklarını ses çıkarmadan sallıyordu. Altmış yaşlarında gösteriyordu. Geniş, etli alnının altında uzun ve kemerli bir burnu vardı. Dudakları soğuktan pembeden mora kaymış iki aralık çizgi halindeydi. Kısa kesilmiş saçları şakaklarından çenesini örten beyaz sakallarına ulaşıyordu. Çekik, koyu renkli, uzun kirpikli gözlerini sırayla önünden geçen insanların üzerinde gezdiriyordu. Her seferinde gülümseyerek ona yaklaşma ihtimali olan müşterilerine karamsar bakışlarıyla yalvarıyordu sanki. Onlara karşı ilgili davranıyor ama ısrar etmiyordu. Üstündeki koyu kestane rengi süet mont, eskilikten yer yer erimişti. Kalın ve kabarık vatkalardan geçmiş yılların modasına uygun dikildiği anlaşılıyordu. Montun dış sol cebinden bir kırmızı ve bir pembe gül aşağıya sarkıyordu. Tam karşısında duran genç kız, gülleri görünce gülümsedi. Yaşlı adamdaki bu detay hoşuna gitmişti belli ki. Bu kalabalıkta onu fark eden birinin olması, yaşlı adamı da gülümsetmişti. Önünde duran mendillerden birini kıza doğru uzattı ve “Bir lira” dedi. Genç kız mendile doğru uzandı ama sonra vazgeçerek adamın cebindeki gülleri gösterdi. “Bunlar ne kadar?” diye sordu. Yaşlı adam güldü ve mahcup bir ifadeyle “Onların sahibi henüz gelmedi” dedi. Genç kız duyduğu cevaptan aldığı memnuniyetle yürüyen insanların arasına karıştı ve yaşlı adam yine kendi yalnızlığına döndü.

EDEBİYAT

Sorular- Onur Deniz AKAN

Sorularla geçer hayat. Uçsuz bucaksız, anlamsız, cevabı olmayan, çileden çıkartan, iğne iplik soruları... Ben öldükten sonra ne kalacak benden bu dünyada? Gereksiz soğuk bedenim mi? Yoksa benim için kesilen ağacın altındaki iki metrekare yerim mi? Hayat, Duman’ın (evin kedisi olur kendisi) annemin yatağının altına sakladığı onlarca sigara kutusu kâğıdından yapılmış top ile özetlenir mi? Ya da ilk kazanılmadan kaybedilmiş sevgili? Sevgi midir bizim aklımıza anıları ve soruları kazıyan? Prometheus’un zindanına her gece karaciğerinididikleyen o kartalı sokan? Peki ya o ağacı benim için kesmeseniz. Hışırdasa bütün heybeti ile esen her rüzgârda. O zaman. O zaman kalır mı sevgim bu dünyada? Artık onu taşımasam, usulca bıraksam esen rüzgâra? Küser mi bana, konuşmaz mı bir daha? Anlamı var mıdır sevginin, karşılık bulamadıkça? Her gün, içilen o damla sakızlı Türk kahvesinin? Eğer size mırıldayan bir kalp yoksa hele bir de kar yağmışsa; sarılamaz mı insan o kavak ağacına, soğuk banklarda oturmaktansa? Nedendir bu eziklik ve çaresizlik? Kaybeden olmakla övünür mü bir insan? Neden sokar kendini kuyunun en dibine? Kimsenin umursamadığı o yere. Ve neden bal ve kaz tüyüne bular vücudunu? Neden atlama cesaretini bulamayacağını bildiği halde uçurumun kenarına gider? Sevmek ve sevilmek bu kadar önemli midir? Özgürce süzülmekten bile mi? Peki, hayatını üç şey ile nasıl özetler insan? Hiç giymediğim ekose desenli terliklerim, deniz ve kedi..

5


İLLÜSTRASYON & GRAFİK

İllüstrasyon : Melis GAYRETLİ

İllüstrasyon : Melis GAYRETLİ

6 Kolaj : Elif Dilan NADİR

İllüstrasyon : Gökçe Naz SOYSAL


SİNEMA

Birdman - Onur Deniz AKAN

“Twenty Little Leopards Laughed at Two Lofty Lions” Birdman, Raymod Carver’ın “Late Fragment” adlı kısa şiiri ile açılıyor ve bir bakıma seyirciye filmin ana fikrinden avans veriyor Iñárritu. İnsanların belki de en büyük açlığı olan sevilme ihtiyacına çekiyor dikkatleri ve seyirciye aslında aşina olduğu fakat kullanmaya çekindiği o tozlu gözlüğü uzatıyor. Ardından film kafa karıştıran bir sahne ile açılıyor. İlk elli saniyedeki “Kadrajdaki adam uçuyor mu ?” ya da “Birdman fantastik film miymiş ?” gibi sorgulamaların ardından gayet normal bir şekilde sandalyeden kalkar gibi ayağa kalkan Thomas Riggan’ın (Michael Keaton) bilgisayarına gidip Skype konuşması açmasıyla, film birden drama dönüyor. İlerleyen sahnelerde de sıkça karşımıza çıkan fantastik ve dram arasındaki bu türsel geçişler Birdman’ın ironilerinden sadece biri. Film, Hollywood’da bir ünlü olan, “Birdman” adlı süper kahraman ile ün yapmış ve sonra kariyeri tepetaklak olmuş Riggan’ın değişen dünyada eski metotlarla (sosyal medyaya kapılmadan) anlam bulma ve değer kazanma çabasını ele alıyor. Riggan’ın, Birdman’den kalma telekinetik güçleri ve ara sıra onu sıkıştıran ikinci kişiliği, filmin içinde film etkisi yarattığı gibi, Riggan’ın diğer insanlar tarafından anlaşılmamış ve saklı kalmış değerlerini de simgeliyor. Filmin başında kapalı bir kutu gibi davranan Riggan, kendini beğenmişliğini, tahammülsüzlüğünü ve sinirli halini film ilerledikçe tek tek bırakıyor ve filmin sonunda aslında onu tam da istediği kişi haline getiren bir çözülme yaşıyor. Her şey, kaybettiği ün ve sevgiyi “düzgün bir şeyler” yaparak geri kazanmaya çalışan Riggan’ın, babası gibi olduğu tiyatro setine, büyük umutlarla aldığı kendisi gibi yetenekli ve bir o kadar da kendini beğenmiş olan Mike Shiner’ın (Edward Norton) planlananın dışına çıkması ile başlıyor. Kendine özgü stili, replikleri ve umursamaz tavrı ile setin haylaz çocuğu gibi davranan Shiner, kısa sürede seti ele geçirmeye başlıyor. Bu da yetmezmiş gibi, Riggan’a geçit vermeyen tiyatro eleştirmeni Tabitha Dickenson’ın (Lindsay Duncan) yazıları ve Shiner ile sette Riggan’ın asistanlığını yapan kızı Sam’in (Emma Stone) arasındaki yakınlaşma Riggan’ı çileden çıkarıyor. Rol icabı olan yumruklar gerçeğe dönüşüyor, davul solosunun tuşesi artıyor ve Riggan gitgide daha fazla ikinci kişiliği olan Birdman’ın etkisi altında kalıyor. Filmin geneline baktığımızda bütün oyuncularda “sevin beni!”, “değerliyim ben!” çığlıklarını fark etmek mümkün. İşin ilginç tarafı karakterlerin her şeyin farkında olması ve eksiklerini cesurca dile getirmeleri. Bütün karakterler gibi sevgi ve değer arayışı içinde olan toplumdaki bireylerin, bunu birbirlerini ezerek ve üste çıkmaya çalışarak yapması, bu konuda ne kadar uğraşsa da yetersiz kalan Riggan’ın kendine inşa ettiği kafesin için hapsolmasına sebep oluyor. Filmin isminin “Kuş Adam” olması da Iñárritu’nun ince dokunuşlarından. Fakat her şey bir yana, kapanış yazıları akmaya başladığında aklımı filmin yarı açık uçlu sonundan daha fazla kurcalayan şeyin, filme adını veren fantastik süper kahraman Birdman’ın 10 saniye (abartıyorum tabii ki) gibi beklentilerimden çok çok kısa bir süre gözükmesi olması da ayrı bir ilginçlik. Alejandro González Iñárritu, Nicolás Giacobone, Alexander Dinelaris ve Armando Bo’nu yazdığı, Antonio Sánchez’in müziklerini bestelediği ve Alejandro González Iñárritu’nun yönettiği ‘‘Birdman’’

7


FOTOGRAF

Deniz ALGAN

Sena KOCAKAYA

8


10 KELİME 10 HİKAYE

İllüstrasyon : Melis GAYRETLİ

Adam cebine düşlerini koydu. İzinden tek gideni, gölgesi ile yola koyuldu. Onur Alp AYDIN Sonlara alışkın mıyız? Hissizlik gelir sonlar gelince, hissedemiyorum yürüyorum. Nilay UÇAR Bilseydim gelenin sadece göldem olduğunu ; ayak izlerimi takip ederdim, uzaklaşmazdım. Aysu GÜRMAN Ayak izlerinin gölgeye dönüştüğü vakitte, sen yağacaksın gökyüzünden yeryüzüne. Sema YAPRAK Bir ben var içeri kuyusunu kazdığım, adımlarım toprak olmuş yılgınlardayım. Sibel SAYYIDAN Yıllardır aynı yolda yürüyemediğim ölmüştü. En azından artık kalbi benimleydi. Elifcan GÖNENÇ Geçmişi silmekle uğraşırken, ilkbaharı kaçırmışım haberim olmadan. Zeki Can YILMAZ Güçsüzlüğümü kendimden bile saklarken gölgem beni her defasında ele veriyordu. Aleyna YURT Herkesten ve her şeyden uzakta tek başıma yürüyorum yollarda, yılmıyorum. Ece KIRALİ En yalnız anınızda bile gölgeniz ve ardınızdaki ayak izleriniz arkadaşlarınızdır. Özge TURGAY

9


Furkan ATEŞ

MÜZİK

Türk müzik piyasasının ve buna bağlı olarak Türk rock müziğinin ortak sorunlarından biri ‘aynılık’. Her gün oradan buradan yeni bir grup ve müzisyen çıkarken içlerinde farklı bir şey yapmayı deneyen ya da heyecan vermeye yaklaşmayı başarabilenlerin sayısı çok az. Bunun üstüne liriksel yapının genel olarak “Ne olur dön bebeyim :(” ve türevleri cümlelerin üstüne kurulması, bazen insana baygınlık verici seviyelere ulaşıyor. Rock müzik bir bas, bir davul, bir de gitar değildir; bunu anlayamadık. Biz burada aşk acımızın kusmukları içinde kıvranıp dururken, gâvurun oğlu bildiğiniz üzere yıllardır neler yapıyor neler. Karşılaştırmam bile abes. Manyaklar topluluğu Marmozets de bu gâvur işlerinin en ümit vadeden ve heyecan verici örneklerinden. (bizimkilerde pek olmayan vasıflar bunlar).2007’de kurulup daha albüm bile çıkarmadan deli saçması hareketlerden oluşan canlı performanslarıyla memleketleri İngiltere’de turneye çıkan grup, geçen sene ilk albümleri çıktığında ise resmen patladı; bunda İngiliz medyasının grubu pompalaması ve kimi itibarlı dergi yazarlarının albümü yılın albümü seçmesinin de katkısı var ama rahatlıkla albüm bunu hak ediyor derim. Albümün adı “The Weird and Wonderful Marmozets”. Cuk oturmuş, zira grup “parktaki garip çocuk” ruh halini gururla taşıyor. Tiplerine baksanız da yeter zaten. Ama bu albüm yok mu bu albüm, daha ilk notadan başlıyorlar yardırmaya, biz de “N’oluyo lan?” demeden karşımızdaki patlama karşısında nefes nefese kalıyoruz. “Çok enerjikler efendim, durduramıyoruz.” durumu bir hayli geçerli. Hareketli rifler, vokalist kızımız Becca’nın gayet başarılı olmakla beraber zaman zaman çığlıklarla süslediği vokal performansı ve albümün bir bütün olarak uyumu ile de kulaklar bayram ediyor. Grupların tarzlarını etiketlemeyi sevmem, çünkü yapamam, ama Marmozets’i türsel olarak anlatmak için kullanılan tarzlardan biri alternative rock’ın yanında post-hardcore. Bu türün ve punk’ın enerjisini dibine kadar kullanıyor Becca ablamız ve garip çetesi. Bu sulara yabancı olanlar korkmasın, grup albüm boyunca gayet yakalayıcı ve klas nakaratları birbiri ardına diziyor. Özellikle ‘Particle’, ‘Born Young and Free’ ve ‘Move, Shake, Hide’ uzun zaman boyunca gün başına birer doz almazsam rahat edemediğim, her ne yaparsam yapayım her zaman beynimin bir köşesinde durup beni dürtükleyen şarkılardı, zor kurtuldum. Yine de bu üçlüyü albümden atsak bile yetmiyor; albüm hala zımba gibi, hala çok çılgın. Elemanlar ‘Vibetech’ diye bir şey yazmışlar, sadece 3 (üç) dakika içinde dinleyeni bir sağa bir sola fırlatıyor, insana ‘Yoruldum be, artık dinlemesem mi?’ dedirtiyor. ‘Cry’ ise adrenalin yağmuruna biraz olsun ara veren, piyano destekli etkileyici bir yarı-ballad, değinmezsem olmaz. Devamında da bu şarkı çok iyi, oha bu şarkı çok gaz derken albüm bitiyor ve siz şunu düşünüyorsunuz: Becca senin kulun köpeğin olayım. Monotonluktan ve heyecansızlıktan bıkanlar için mutlaka şans verilmesi gereken, asıl gençliği ve gençlik enerjisini anlatan bir çalışma “The Weird and The Wonderful Marmozets”. Öte yandan ben ne kadar konuşsam da grubu grup kadar anlatamam, girin YouTube’a izleyin ‘Born Young and Free’yi, anlarsınız. Türk rock’ının genç grup çoğunluğu da artık genç olduklarının farkına varsalar iyi ederler. Hani “derin” konulardan ya da günümüzün rahatsız edici gerçeklerinden bahsetseler kabul ama aşk da aşk nereye kadar? “Seems like you had a good night/You don’t know when to stop drinking ‘till you drop” kafasında bir şeyler yazmak ne kadar zor olabilir? Bunlar olmadan olmaz, bu iş yürümez. Yine de ben ümitliyim. Biz eğlenmeyi de iyi biliriz.

10


ŞİİR Tanrı insanlığa son kez acıdı Ve bir yaz günü doğdun sen Insan hiç bu kadar mutsuz, bu kadar acınası, Ve bu kadar zavallı değildi Insan o zaman yerin dibindeydi Ve bir yaz günü doğdun sen Rüzgarları dinledim, yağmurları, kuşları Tüm dünyayı içime çekercesine dinledim Doğa fısıldadı adını bana, sana fısıldayacağım gibi Ve bir yaz günü doğdun sen Sağ yanım deli Ferhat, sol yanım Mecnuni Bir apdal misalı dolaştım sokakları Durdum ıssız bir yerde, kalbimde duydum sesini Ve bir yaz günü doğdun sen Senin gözlerin yıldız, saçların sessiz kardır Senin her bir sözünde ayrı güzellik vardır Her göz kırpışında yeni dünyalar yarattım Ve bir yaz günü doğdun sen Bir yaz günü doğdun ve ben kayboldum Gözün sadece kum gördüğü yerlerde Ateşten sütunları nasıl da taşıdım-kalbimdeVe bir yaz günü doğdun sen Sen bir çiçeksin, ben kara toprak Üzülürüm, sakın düşürme dalından yaprak Görevin olsun seni nasıl sevdiğimi bilmek Bana onurdur bir yaz günü yolunda ölmek Hadi gel, beni yeniden yarat Solgun ellerimi tut, ölü gözlerime bak Yorgun bedenimde kalbimi hisset Ve bir yaz günü beni aşık et Gün gelecek eteklerin solacak Saçların inciler tutacak Gözlerin usulca kapanacak Ve bir yaz günü doğacaksın sen

11

Ahmet Utku BAL


Tuğçe Çelinay ŞAHİN LateNightWorkClub | Ghost Stories

KISA FİLM

LNWC, dünyanın farklı yerlerinden animasyon sanatçılarının belli bir tema üzerine kısa filmler çekerek antoloji oluşturdukları bir topluluk. Yönetmenlerin farklı meslekleri var ve geceleri/hafta sonları çalışıyorlar, topluluğun ismi de buradan geliyor. Ghost Stories ilk çalışmaları ve aynı tema üzerine farklı diller/tekniklere sahip animasyonlardan oluşan bir antoloji. Müzikleri de ayrıca çok başarılı kısa filmlerimizin toplam uzunluğu 38dk civarında. Keyifli seyirler.

Ecem KAYA

SANDIK İÇİ MÜZİK

*Glassxs - Mavi Toz Ormanda

*IAMx - After Every Party I Die *Sen Yağmur Dök - Kani *Iron & Wine - Boy with a coin *KUAN - Pirlere Niyaz Ederiz *Sebastien Tellier - La Ritournelle

12


ANKARA’DA 1 MEKAN

Su ERTEN

Güzel üniversitemin güzel insanları! Merhaba :) Hepimizin biraz dert yandığı, biraz da sevdiği bir konu var, “Ankara’da öğrenci olmak”. Dengesiz havasıyla, ayazıyla, trafiğiyle ve karmaşasıyla kocaman bir şehirde yaşıyoruz. Birçoğumuz da “nereye gitsek” veyahut “bugün güzel bir kahve içsek ya” diye dert yanıp duruyoruz. Denizimiz belki yok lakin çok güzel festivallerimiz, kahvecilerimiz, sinemalarımız var ve en önemlisi de bu mekanları şenlendirecek güzelleştirecek dostluklarımız var. Bende bin bir emekle hazırladığımız bu dergi için kahveci kahveci, festival festival gezip dostlarınızla şenlendireceğiniz güzel yerler önereceğim size elimden geldiğince. Bugünlerde epey sevdiğim bir yer var, Cafe Beyoğlu! Epey gizlenmiş bu mekan. Kızılay’da bir binanın arka tarafında. Lakin emin olun gittiğinize pişman olmayacaksınız. Sadece Ankaralıların değil, İstanbul’dan bile bir arkadaşımın her Ankara’ya geldiğinde mutlaka uğradığı bir yer burası. Meşhur bir de makarnası var, “Beyoğlu Makarnası”. Sadece makarnası değil elbet, diğer yemekleri de epey lezzetli. Tatlılarıyla, çay ikramıyla, kahvesiyle mutlaka gitmeniz gereken bir yer. Yemeklerini bir tarafa bırakıp mekandan da söz etmek istiyorum bir parça. Bir duvarı yalnız gelenler için tamamen kitap. Psikolojiden Rus Edebiyatı’na kadar bir çok tür isteyenler için ayrı ayrı düzenlenmiş vaziyette. Kalan duvarlarda bir çok poster var. Tabi unutmamam gereken bir ayrıntı daha, iki güzel kedinin de eviymiş bu güzel yer. Kedisi, yemekleri ve duvarları kadar tatlı da çalışanları var. Sohbet edebileceğiniz güzel insanlar işletiyor burayı. Tüm güzelliklere ek olarak da gayet öğrenci kesesine uygun. :) Uzun lafın kısası hem rahatça doyabileceğiniz hem de samimi bir ortam burası.Umarım güzel anılar biriktirip huzur bulabileceğiniz bir yer olur. Güzel günler dilerim:)

13

Fotoğraf : Su ERTEN


KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER

Ekim’de Neler Yaptık?

Az da olsa indirimli alabildiğimiz biletler üzerine üniversitemizden 20 arkadaşımız ile birlikte 5 Kasım’da Adamlar konserine gittik. Albüm kayıtlarına oldukça yakın gösterdikleri performans ile onlara 10 üzerinden 12 verdik, bolca zıpladık!

Kasım Etkinlikleri Neler?

*9 Kasım’da 25 kontenjan ile duyurduğumuz Devlet Tiyatroları-Yeraltından Notlar oyunu aynı gün içinde tükendi. 25 Kasım akşamı Ziraat Sahnesi’nde görüşmek üzere! *Online etkinlik olarak açtığımız ve gönderdiğimiz görsel üzerinden üyelerimizin 10 kelimelik hikayeler yazdığı ‘‘10 Kelime 10 Hikaye’’ fanzinimizde yer aldı. *2 Aralık’ta gitmeyi planladığımız Moddi konseri ‘‘Ankara Nordik Müzik Festivali’’ kapsamında MEB Şura Salonu’nda gerçekleşiyor. Katılmak isteyen arkadaşlarımız bize tedukultursanat@gmail.com adresinden ulaşabilirler.

14


Üret & Paylaş Platformu Ürettiğiniz & Paylaşmak istediğiniz içeriği bize gönderin: tedukultursanat@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.