KaraFanzin No.11

Page 1

KARA fanzin

nisan2018 no.11


1

BİZ KİMİZ?

Üret-paylaş mottosu ile 2012 yılında TEDÜ’ye farklı bir renk olalım diye

TEDÜ Kültür-Sanat Topluluğu’nu oluşturduk. 2016 yılına kadar birlikte gezdik tozduk, sergiler açtık, çeşitli sanat etkinliklerine ev sahipliği yaptık, etkinlikler düzenledik ve aşırı eğlenip aşırı doyurduk ruhumuzu.

Fark ettik ki bunlar bize yetmemeye başladı ve yaptıklarımızı,

deneyimlediklerimizi paylaşmak istedik. 2016 yılının başlarında üret-paylaş platformunu kurduk ve 2016 yılının Kasım ayında bu platformundan beslenen Kara Fanzin’i yayın hayatına başlattık.

1 ÖNERİ

Zeki Can YILMAZ // TEDÜ Kültür-Sanat Topluluğu YK

EDEBİYAT Ecem KAYA // TEDÜ Kültür-Sanat Topluluğu YK Deniz ALGAN // TEDÜ Kültür-Sanat Topluluğu YK Çağıl Mert KURTOĞLU

MÜZİK + SİNEMA

Ateş Furkan AYDIN

1 MEKAN

Su ERTEN // TEDÜ Kültür-Sanat Topluluğu YK

GRAFİK + DİZGİ

Melis Özge GAYRETLİ // TEDÜ Kültür-Sanat Topluluğu YK Hakan CEYLAN // TEDÜ Kültür-Sanat Topluluğu YK

YAZI İŞLERİ

Zeynep ÇAKIR Emir YILMAZ KAPAK FOTOĞRAFI : Melis GAYRETLİ


İÇERİK EDEBİYAT

Kadir ŞAHİN | Özgür YOZGATLI | Selin ALTUN | Esra CİVELEK Tuğçe ULUSAN

İLLÜSTRASYON Batuhan ÖZTÜRK | Ayça KAPLAN

FOTOĞRAF Çağıl Mert KURTOĞLU | Melis Özge GAYRETLİ | Hakan CEYLAN

1 ÖNERİ

Zeki Can YILMAZ

ŞİİR Duygu ÖZÜÇAR | Ahmet Utku BAL | Zeynep ŞAHİN | Kevser SARES Mücahit USLU | Sibel SAYYIDAN

1 ANALOG

Zeynep ÇAKIR | Melis Özge GAYRETLİ

1 MEKAN Su ERTEN

KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER

Deniz ALGAN

2


3 KAHVE KOKUSU

DUYGU ÖZUÇAR

Hiç olmadığın bir yerde Hayal ettiğin kadar Kapat gözlerini Nereden geliyor bu kahve kokusu İşte şimdi de bu tanıdık nakarat Yoksa sen duymuyor musun kalbin sesini Belki de yanıldım ve inandım bir an için Hadi düşünme şimdi bunları Kapat gözlerini

Hiç olmadığın yerde Hayal ettiğin kadar Şimdi düş saati O büyülü masallardaki güneş ısıtırken bedenini Karışırken saçların rüzgardan İşte şimdi tam zamanı Kapat gözlerini, sessiz ol, dinle… …Ve şimdi aç gözlerini Hiç olmadığın yerde Sonsuza kadar

©Batuhan ÖZTÜRK


SELİN ALTUN Kolunu kaldırıp elini ileri uzattı parmağının gösterdiği kıza baktı.Parktaki çoğu çocuk ve anne salıncaktan inmesi için kızarak bakarken ve sıra beklerken o kız bir banka oturmuş sakince herkesin salıncağa binip yok olmasını bekliyordu sanki. Hepsi yok olacak,sadece o ve salıncaklar kalacaktı.Bunu düşündüğü an kızın planını bozmaya karar verdi.Ayakkabısının ucunu yere sürüp ortalığı dumana boğdu ve salıncaktan indi. Gidip kızın tam karşısındaki uzak banka oturdu. Arada göz göze geldiler ama kız sanki salıncağında kaybolmasını istediği çocuklarla birlikte yok olacağından korkuyor hemen gözlerini salıncağa dikiyordu. O kadar uzun süre oturdu ki çocuk,çocuk ruhuna karşı çıktığını düşündü. Sonra bir anda göz hapsine aldığı kız kıpırdadı,ayağa kalkmış beş dakikadır kimsenin yönelmediği salıncağa yürüyordu. Hemen ayağa kalkıp koşmaya başladı.Kızın yetişmesine beş-altı adım varken salıncağın demirini güzel yaz gününe rağmen buz gibi parmaklarıyla sardı. Kız duraksadı kaşlarını hafifçe çatıp önce kendisine kemikli ve çirkin görünen parmaklara sonra da parmakların sahibine baktı. Kaşları daha da çatıldı. Karşısındaki çocuk salıncağa binmiyor aynı zamanda salıncağı bırakmıyordu da.Kız adım atmaya yeltendikçe salıncağı kendine çekiyor kız geri çekilince parmaklarını biraz gevşetiyordu. Böyle birkaç dakika harcadılar.Kız sağ kaşını kaldırıp son kez baktı çocuğa.Meydan okuyabilir hatta o saniye yolabilirdi saçını, yüzünü,o çirkin parmaklarını ama vazgeçti yarın tekrar parka gelip parkın boşalmasını bekleyebilirdi, evi yakındı nasılsa. Hem sonra daha rahat keyfini çıkarabilirdi salıncağın... Birkaç adım çocuğa bakarak geri çekildi ve arkasını dönüp koşarak çıktı parktan. Ertesi gün çantasını odasına koyup okul eteği yerine bir pantolon geçirdi üstüne ve parka gitti. Çocuk yine oradaydı.Belki onunda evi yakındır dedi oturup bekledi, çocuk da tam karşısına... Kalkıp salıncağa yürüdü akşamüzeri, çocuk koşup gene tuttu

SALINCAK

salıncağı ve gene binmedi. Kız da nefesini tuttu her seferinde. Bir gün yine kız dönüp kaçacakken bağırdı çocuk: -Neden savaşmıyorsun? Belki sen bağırdığın, saldırdığın an kaçıp gideceğim. Neden denemiyorsun? Kız ilk defa ufacık gülümsedi: “-Kesinlikle vazgeçmeyeceğinden eminim. Senin amacın salıncak değil.Kavga, hırgür, şamata olsun. Senin amacın gökyüzüne ne kadar yakınım düşüncesi değil. Yerdekiler ne kadar uzak ve minicik hayali. Babam hep şöyle derdi ‘İçin boşsa ve yanlışa yöneldiysen ya da bunu ben ekliyorum yönlendirildiysen- çocuğun karşı karşıya geldikleri zaman boyunca farklı yerlerinde gördüğü morlukların yerlerini, ezberlediği sırayla göstererek- en iyi daha büyük bir boşluk doldurur içini.’ Asıl ben şimdi bağırabilirim sana: -Neden savaşmıyorsun?Belki sen bağırdığın saldırdığın an dolacak o boşluk. Neden denemiyorsun?”

©Ayça KAPLAN

4


5

©Hakan CEYLAN

BİR BUKET ÖZGÜRLÜK

ESRA CİVELEK

Birçoğumuzun iki dudağının arasından dökülmüş ya da zihninin bir köşesinden geçirmiş olduğu bir sözdür:”Kuşlar misali özgür olmak istiyorum.” Peki neydi özgürlük? Kaçımız özgürlük hırkasını sırtımıza alıp ben özgürüm diyebiliriz? Her türlü dış etkenden bağımsız olarak kendi isteğimize göre karar verebildiğimizde gerçekten özgür oluyor muyduk yoksa sadece “Özgürüm” kelimesini söyleyebilecek yetkiye mi sahip oluyorduk? Özgürlük buketimi elime alıp bir çiçeği koklarken bana düşler sokağına adımını at diye fısıldadığını duyar gibi oluyorum ya da siyah bir pamuk şeker alıp bütün oyuncakları siyaha boyanmış ölü bir çocuk parkına gidip orada onu yememi de fısıldamış olabilir emin değilim.Bir başka çiçek fısıldıyor:”Ayakta kalacak gücü kalmamış,son umutlarını da asma kilitli bir sandığa koyup kaldırmış,hastalığının son evresini yaşayan bir kanser hastasının yüzündeki gülümsemenin sebebi olmak istediğin o anı düşün ve hisset.” Ruhunun kelimelerle ilk kez buluştuğu o anda belki de en özgür sen olacaksın diyor özgürlük buketimdeki bir başka çiçek. Bana göre ilk yazma deneyimlerinde oldukça başarısız olan Christy Brown’a doktorunun:”Okuru olayın içinde hissettir,mesela ilk olarak bu odayı anlatmakla başla.” dediği gibi tıpkı insan ruhu da bir yeri,olayı,kişiyi inceleyerek ruhunu kelimelerle buluşturabilir.Kim bilir belki on beş yaşımda bir güz günü buluşmuştur ruhum kelimelerle.Aslında özgürlük buketimdeki her bir çiçek bana bir şeyler fısıldıyor.Ama bu çiçekler bana benim lûgatımdaki özgürlüğü fısıldıyor çünkü bunların hepsini yaptıktan sonra yüzümde en içten gülüşlerimden biri beliriyor.Peki en içten gülümsememi mi kim fısıldıyor? Aşkı için kışın dondurucu soğuğuna bile aldırmadan karların içinde tek başına çiçek açan,benim gözümde en güçlü ve en asil olan kardelen çiçeği,kendisinden pay biçerek “Bir kitap karakterine ruhunu teslim et.”diye usulca fısıldıyor her seferinde.Peki sizin özgürlük buketinizde hangi çiçekler neleri saklıyor hiç düşündünüz mü?


ÖZGÜR YOZGATLI Bana öyle bir şey söyleyin ki adına binlerce kitap, binlerce şiir, binlerce şarkı yazılmış olsun. Bana öyle bir şey verin ki sadece ben de olsun. Bana öyle bir şey anlatın ki bir ömür sürsün, bir ömür. Aşk, aşk nedir? Aşkın özünde masumiyet vardır. Sorun şu ki, hepimiz usta bir sahtekarız bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz şeyleri elde etmek için yapmayacağımız şey yok. İstediklerimizi elde etmek için hissetmediğimiz şeyleri söylüyoruz, olmadığımız biri gibi davranıyoruz. Bizi kimse suçlayamaz ne yazık ki elimizdeki gerçekler istediklerimiz için yeterli değil bu yüzden yalanlardan ve maskelerden medet umuyoruz. Bizi kimse sorgulayamaz bu işte iyiyiz. Peki, tüm bunlar ne zaman başladı, galiba çocuktuk masumduk, arkadaşlık kurmakla ve gülmekle ilgili hiçbir problemimiz yoktu. Hem özgün hem de özgürdük, sonra ailemiz bizi diğer çocuklarla kıyaslamaya başladı onlardan iyi ya da kötü olduğumuzu düşündüler. Tüm çocuklar farklıdır hepsi özeldir ama toplum bizi eritmeye başladı bizi kendi kalıplarına ve kendi değerlerine sadık kalmaya zorladı. Çizgiyi geçenler dışlandı, hiçbir çocuk dışlanmak istemez fakat değişemez de. Küçük yüzlerimize maskeler taktık özgünlüğümüze ve özgürlüğümüze sırt çevirdik. Kendimize yalandan bir dünya kurduk, bazılarımız yalancılıkta o kadar iyiydi ki aynaya baktıklarında gördükleri şeyi kendi yüzleri sandı. Eğer bir insan kendine yalan söyleyip inandırabiliyorsa, şeytan bile onu kıskanır. Aşk, aşk kirlendiğinde ne olur? Soluk bir kırmızıya bürünür, karanlıktaki bir gölge kadar anlamsızdır. Çoğumuz ilk denememizden sonra, bir daha kalkışmayız

USTA YALANCILAR

maskemizi çıkartmaya. Maskelerimizle aşık olmaya çalışırız bu da bizi yine soluk kırmızıya götürür aşk olduğunu düşündüğümüz gölgeye. Güneşi hiç görmemiş birine gölgelerin sahte olduğunu anlatmak saçmadır. İnsan seçerek aşık olmaz çoğumuz ilk denememizden sonra güneşi görmeye çalışmaktansa gölgelerle avunmaya çalışırız. Tüm yaşam kaynağı Güneş’teydi ama herkes Ay’a şiir yazdı. Bilinmezlik ve yalanlar o kadar etkiledi ki bizi tüm tamahkârlığımızla Ay’a baktık, güneşe değil. Bazılarımız o kadar korktu ki maskelerinin düşmesinden kalplerine de maske taktılar. Oysa her aşk kendi heyecanıyla gelir her yeni başlangıçta tekrar öğretir sana sevmeyi aşk. Ben güneşi gördüm dostlar, belki sarı saçlarının altında onunda bir maskesi var, eğer çabalamazsam içimde kalır. Maskelerin ve gölgelerin en büyük kusuru bizi yalnızlığa itmesidir. Yalnızlık ve unutulmak kadar ağır bir şey olabilir mi bu dünyada? Annemiz dışında kim sorar ki bize aç mısın diye? Kim bizi kendinden daha çok düşünür? Soluk kırmızı mı? Bizim gibi maskeli baloda dans eden diğerlerimi? Eğer bu sorular ağır geldiyse maskelerinizde yırtıklar vardır ya yenisini alın ya da sahte hayatlar yaşamayı bırakın. Evet, zor farkındayım hayat çok zor ama zoru başarmak daha büyük haz vermiyor mu insana? Eğer herkes başarabilseydi anlamı kalır mıydı ki? Sakın kolaya kaçmayın güneşi teninde hissetmek kadar muazzam bir şey var mı? Tüm kokuları, tüm sesleri, tüm tatları yalnız olmadığını bilerek duyumsamak kadar güzel bir şey var mı?

6


7 BUHRAN

KADİR ŞAHİN

Vardığım en derin diplerden tuhaf sesler işitmekteyim. İşittikçe

bana bir adım daha yaklaşan, her adımda daha fazla körleşip içine çeken… İlerledikçe kaybediyorum… Zihnimden geçiyor düzensiz düşünceler. Engel olamıyorum. Engel olamadıkça kontrolden çıkar hale gelir gibi hissediyorum. Savruluyorum uğultu gibi. Gidiyorum evet bunun farkındayım, bir şey yapamıyorum, hükmedemiyorum kendime, zihnime. Devinim halinde devam ediyor bu durum. Sanki hızla geçen saatler misali an’ın nasıl geçtiğini sezemiyorum. Sürekli bir dinamizm durumu… İleride korkar gibi hissetmeye başlıyorum zamanı. Ben hissettikçe daha da çok duruyor oysa. Geçip gitmeyen beni sürükleyen… Gözbebeklerimdeki o büyüme hızla artıyor. Artık sezebiliyorum. Kendimce yorumlamaya çalışıyorum ama zihinsel durum bir türlü nesnesine erişemiyor. Ulaşmıyor ona. Derken zaman önceki durumuna tekrar kavuşuyor.

Yine esir olmuş durumdayım. Durumun farkındayım. Farkına

vardığım an yine başka bir devinime geçtiğimi seziyorum. Bitmeyen bir dönüşümü yaşamaya başlıyorum. Sanki her ne yapsam o durumdan kendimi sıyırıp geçip gidemeyeceğimi görüyorum. Duyduğum sesler yoğunluğunu arttırdıkça beni benden alıyor. Zaten kendimde değildim ki. Anlık zaman yanılsamaları içinde halden hal’e geçiş içerisindeyim. Önce zıttını var edebiliyorum her şeyin. Var olanlar oldukça birikiyor ki taşıp gidiyor. Yetişemiyorum…


©Hakan CEYLAN

AHMET UTKU BAL Güneş batıyor... Bulutlar utanmış gibi sanki Denize ağlıyorlar kederini Sensizlik... Damarlarımda dolaşıyorsun sanki Canımı yakıyorsun, çok yakıyorsun Akıtmaya kıyamıyorum -sankiGecenin uykusu derin olur Öldürür parıltılı yavrularını bir bir Oysa sen karanlıktan korkarsın Ben sokak lambası olurum sana Yeter ki yüzlerini bana kapatma Bineceğiz bir gemiye Ben güverte olacağım sen kasırga Parçalayacaksın beni, yok edeceksin Ufacık bir iz bırakmadan

GÜNEŞ BATIYOR

Kimisini ölünce yakarlarmış Ben de kül olacağım bir gün Islak yanaklarını sileceğim rüzgarın kanadında Bir bardak daha sen istedim Boğulacağım sende bugün İniltili bir karanlık yağıyor üzerime gözyaşları gölge gölge Yoluna taşlar serpmek istiyorum Hepsi senin için, hepsi ben Bu gördüklerim elmas mı yoksa Yaşlanıyor mu gözlerin Bir nefes ötemdesin boşluğunda süzülüyorum Üşüyorum... Adının her saniyesinde Sönmüş cennetimi görüyorum Seni özlüyorum

8


9 ZEYNEP ŞAHİN Kimsesiz bir sokak ortasında

Yalnızlığımla demleniyor

Bir şiirin en kanamalı dizesinde

Acılarımla dertleşiyorum

Yok olmaya yakınken,

Sonbaharda

Çıplak ağaçlara okuyorum şiirimi

Rüzgarların fütursuzca uçurduğu

Fısıldayacak tek bir yaprak bile bu-

Kimsesiz bir yaprağım ben

lamıyorlar

Yeşermeyi umut ettikçe

Ruhumda ebemkuşakları çıksın diye

Daha çok çürüyorum

Ağlıyorum kimi gece

Biçare toprağa karışıyorum.

Gelmeyecek baharları, Tebessüm kırıntısında heba ediyorum


ZEKİ CAN YILMAZ

1 ÖNERİ

Keşfedilmemiş şarkılardan ve gruplardan öneri olarak bahsederken, gece

uyumadan önce dinlenilecek şarkılara yer vermiştim fakat; bu sefer sabah uyandığınızda okul yolunda kulaklığınızı takıp, kendi klibinizi çekebileceğiniz bir şarkıyla sizleri tanıştırmak isterim. “Grup 110”, kısaca “110” diyorlar bilenler. Anlamını araştırınca; itfaiyenin tam aksine, İstanbul’daki bir otobüs sefer hattının numarası olduğunu öğrendim.

Önereceğim şarkısı ise Atomların Harika Dünyası albümünden

“110 - Özledim Seni”.

Şarkının ismi klişe,

enstrüman olarak da beni hayretlere düşüren bir beceri yok, fakat kendisini dinlettirmeyi bana başardı.

Aynı zamanda bu gruptan

“Gitme” şarkısını da tavsiye ederim, dinlemek isteyenlere.

©Anonim

10


11

SİBEL SAYYIDAN Biraz evvel ölmüş gibiyim, Serin zamanların boşluğundan vuruldum Kurban edildim her zerrenin ışığından Sancılı odam, çokça ateşlerde yandım Ve caydım sendeki mahremiyetimden. Aklımın satırbaşlarından idam edildim Bedeller ödedim niyetlerimden Kendimden kalkamadım, hep bi’ çivi çaktım Kararında kalmadı evim, yorgun düştüm Kurban edildim her zerrenin ışığından. Biraz evvel ölmüş gibiyim, Kısır ayların hatırsızlığından vuruldum...

©Melis Özge GAYRETLİ


1 ANALOG + KODAK FILM BW 200 ASA + ZENIT 122 + OLYMPOS OM40 PROGRAM

©Melis Özge GAYRETLİ

©Zeynep ÇAKIR

12


13

DÜNYAMIN NEFESİ

ÇAĞIL MERT KURTOĞLU

Yalnızlık, doğruya ihtiyaç duymaz. Doğru, kalabalıkta anlam ve karşılık bulur.

Savurduğum duman, kavuştuğu havayı terletmiyordu. Yan sofralarda birbirine çar-

pan kadehler ve gülüşler telaşsız, kadrajıma sığan maddeler yalnızlıkla alakasızdı. Kasa kapandı. Terk edilmiş bir çocuk, tüm güçsüzlüğüyle oturdu boğazıma. Beklemek, protez bir zaman doğurdu. Tutunamadım. Kalktım. Karanlığa sığınmanın verdiği mütevazi hiçlikte hiçbir doğru doğmadı. Bu kısır hükme sığındım. Biraz da ağladım.

Her vazgeçiş bir eksilme, gözyaşıdır.

Ve yaşamak gibi refleksiftir umut.

Her eksilme bir doğrudan arınmaktır.

Ve kadraj, sabrını ölümden alır.

Bilmediğim bu yerde olmamayı istiyorum. Gel diyorum, şarapları tokuşturalım uçurumdan düşlerken bir kızıldereli atına güller saplamayı. Bir tutamdır dağılsın uçurumun sonuna ter ve gözyaşları. Vaz geleceğiz sandık dünyadan irrasyonel bir deniz kırılırken paçalarımızda. Şimdi pil sönük, kadraj çoktan kesti umudu bizden. Ve annemin gözyaşı gibi damladıkça delen bir unutuluş sofrasının yakarışı, Ellerime doğru. Ürkme, Islanan deniz. Ve korkma ellerim kanlı, Zaten, Sessizdir Tanrı.

©Çağıl Mert KURTOĞLU


TUĞÇE ULUSAN Alıştığını düşünüyor insan her şeye. Sanki bir şeylere alışmak için gelmiş, getirilmişiz bu hayata. Sanki monoton hayatlarından herkes mutlu, herkes huzur içerisinde. Kimsenin “dur! Bu böyle olmamalı” diyecek gücü yok gibi. Savaşlar, ölümler, aç sefil insanlar, sevgisizler, güçsüz ama yöneten adaletsiz insanlar, her yerde karşımıza çıkan kayırmalar, torpiller herkes için normal bir durum gibi sanki. Kimsenin dur bu böyle olmamalı demeye takati yok sanki... Evinden sabah çıkanın eve dönmesinin şans eseri olması niye insanları huzursuz etmiyor? Otobüs durağında beklerken kaldırıma çıkan araba yüzünden ölen insan o güne kadar hiç böyle bir ihtimali hesaba katmış mıydı? Önlemler yokken başımıza gelen her şey kaderden, şanstan ibaret, yersen... Suskunluklarımız, bize bir bir geri dönüyor ama alışmış insanlar buna, dur demeye kimsenin gücü yetmiyor... Kapılar yüzümüze kapatılmaya kariyer hayatımızda ya da üniversite eğitiminde başlamadı. Farkında mısınız otobüste annesinin kucağında şarkı mırıldanan o küçük kıza yan taraftaki amca sus diye öyle bir bakış attı ki yavrucak sessizliğe gömüldü. Babasıyla top oynamak için pazar günlerini bekleyen çocuk yorgun olan babasının ilgisizliğinde yok oldu. Ağlamadan süt vermediler bebeklere ve ağlamadan başarıyı yakalayamaz oldu yetişkinler çünkü istekleri, azimleri yeterli değildi. Onlardan hep daha fazlası daha iyisi dahası ve dahası istendi sanki kendileri yapabilmiş gibi... Sömürülen duygular, emekler yer bulamadılar herkese yer varken kimseye yetmeyen şu koskoca dünyada. Sen beni ezdin ben onu ezdim, o da diğerini... yanlışları anlatan kitaplar doğruları söyleyen şarkılar yasaklandı. Çünkü sen onları bilirsen alışkanlıklarının, alıştırıldıklarının dışına çıkardın. Göz yumdun, neden demedin, hayatında bir eksiklik yaratmadığını düşündün ama benliğini kopardılar senden ve sen bunun farkında değildin. Sokakta yatan çöp toplayıcısı için otobüse binen teyzenin şoföre adam ölmüş ya geçerken dikkat et cümlesindeki acımasızlığı, sıradanlığı, duygusuzluğu fark etmedin. Haberlerde izlediğin haksızlıklara sinirlenip televizyonu kapatarak çözüm buldun. Böyle olmamalıydı, bu hayatı sen, ben hiç kimse hak etmiyor. Ama alışmışız bir kere, elden bir şey gelmiyor. 14


15 YALNIZLIĞIN YARENLİĞİYLE

KEVSER SARES

Surlarım var benim Sizin aşmağa çalışmadığınız Benimse sıyırıp atamadığım deli gömleğim. Kayıp bir kıtayım ben Epeyce sessiz.

Sesim yok ağrazım. Suretim yok aynalara akseden. Yıllanmış memleket meselesiyim ben Bazen beliren, bazen toprak atılan.

Kimi zaman bir fısıltıyım Haykırışlara aşina Sağırların hissiyatına erişemeyen İdrak etmesi zor bir fısıltı.


MÜCAHİT USLU

KADIN

Kadın.. Bi’ kadın yaşamdır. Oysa bi’ erkek de yaşamdır. Yaşam ise bi’ tren.. Yahut bi’ gemi, yaşam. Ya da, Ya da siyah bulutların içerisinde, Çakılmayı bekleyen damlalar. Bunların hepsi bi’ hiç olsa, hiç yoksa çizgiler... Kadın bi’ yaşamdır. Erkek ise bir bölümü, yaşamın. Bir bölümü eksik bir hikaye, ne kadar tam olabilir ki? Yaşam güzel bi’ tren.. Peki ya insanı bitiren? İnsanı ise bitiren, çok daha güzel bi‘ tren... Güneş hala hiç sönmeyecekmiş gibi tepemde. Yıldızlar ise hiç sabahı etmeyecek, Bahar ise hiç gelmeyecekmiş gibi. Bir gülle bahar gelir mi? Elbette, elbette bir gülle bahar gelmez. Lakin bir gülün açışı, bir baharın habercisi değil midir? Gecikebilir bi’ tren. Bazen, bazen çakılmayı beklerken çakılamaz damlalar. O damlalar, o damlalar değildir bazen. Onlar da gecikir. Her şey, her şey gecikir. Peki ya ölüm? Gecikir mi ölüm? Külden duvarların içerisinde ölümden kaçarken, kovaladığım bi yaşam. Ölümün sebebidir yaşam. Ölüm, yaşamın sonucu. Erken gelir de bir yaşam, ölüm hiç geç kalır mı? Aynı dilimlenmiş parçayı, aynı kafatasımın içinden, kendim çıkarıyorum... Herkese göre bir şeylerken yaşam, bana göre ölümü getiren bi’tren...

16


17

Ankara’da 1 Mekan

SU ERTEN

Güzel üniversitemin güzel insanları, merhaba!

Bu ay Tunalı’nın sokaklarında gezerken “ay bi’ kahve içsem buralarda”

derken karşıma çıkan minik güzel mekandan bahsedeceğim sizlere, Müjgan!

Bestekar’da öncelikle bu önerdiğim yer. Mekan dışarıdan küçük

kahvecilere benziyor esasında. Asıl mekan arka taraf. Her tarafı cam. Güneşli günlerde havanın güzelliği, yağmurlu havalarda ise damlaların güzelliğiyle buluşturuyor camlar sizi. Renkli sandalyeleri ve hoş masalarıyla da mekan tamamlanıyor. Sürekli çalan güzel müzikleri de var elbette. Sohbetinizi bastıracak kadar değil lakin sohbetlere hafif hafif eşlik ediyor.

Dopdolu menüye gelirsek, herkese mutlaka uygun bir çok çeşit var.

Kahve çeşitleri, içki çeşitleri, ithal ve yerli şarap ve biralar, kahvaltı çeşitleri, öğle ve akşam yemekleri, salatalar derken seçmek epeyce zor oluyor. Ayrıca vegan ve vejeteryan çeşitleri de bolca var. Yani herkesin rahatlıkla vakit geçirip karnını doyurabileceği bir mekan. Bir öneri vereyim, tavuklu pizzasını denedim, bayıldım. Parasının hakkını sonuna kadar veriyor burası emin olabilirsiniz.

Ben çokça keyif aldım.

Umarım siz de okurken keyif alıp Müjgan’da güzel anılar biriktirirsiniz.

Güzel günler dilerim!


GEÇMİŞ // KARAFANZİN KARA fanzin

KARA fanzin

ARALIK2016 // NO.2

KARA fanzin

KARA fanzin

subat2017 // NO.3

mart2017 // NO.4

KASIM2016 // NO.1

DENİZ ALGAN

ALTERNATİF KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER

DIZELERIN RENKLERI // SERGI Tarih: 15 Nisan 2018 Tarihine kadar uzatılmıştır. Yer: CerModern CHEMA MADOZ | ARS COMBINATORIA // SERGI Tarih: 30 Mart-27 Mayıs Yer: CerModern 35. ULUSLARARASI ANKARA MÜZİK FESTİVALİ // KONSER Tarih: 4-26 Nisan Saat: 20.00 Yer: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Salonu- Meb Şura Salonu HORASAN | SERSERİ ÖRÜMCEK // SERGİ Tarih: 6 Nisan-8 Mayıs Saat: 11.00-19.00 Yer: Galeri Siyah Beyaz DTCF FELSEFE KONUŞMALARI // SÖYLEŞİ Tarih: 6 Nisan (Baba Oğul ve Sitiob Kültürü) ve 13 Nisan (Bilim Tarihi Felsefe Midir?) Saat: 16.00 Yer: Ankara Üniversitesi DTCF Dil Binası (EK Bina) Konferans Salonu OKSİMORON // TİYATRO Tarih: 7-8- 10-11 Nisan Saat: 20.30 Yer: Tatbikat Sahnesi BARCELONA GİPSY BALKAN ORCHESTRA // KONSER

© Hakan CEYLAN

Tarih: 9 Nisan Saat: 19.30 Yer: Beşevler Meb Şura Salonu XJAZZ FESTİVAL ANKARA 2018 // FESTIVAL Tarih: 11-15 Nisan Saat: 20.00 Yer: Çeşitli Mekanlar AKİS // KONSER Tarih: 16 Nisan Saat: 20.30 Yer: Route Ankara METOT // TİYATRO Tarih: 21 Nisan Saat: 20.30 Yer: CerModern HOŞDENG // TİYATRO Tarih: 26 Nisan Saat: 20.00 Yer: CerModern

18


Kara Fanzin ile Karşılaşma İhtimali : + TED Üniversitesi (Merkez üssü)

+ + Sarkaç Kafe, Kızılay

Nuovo Mod, Bahçelievler

+ Dost Kitabevi, Kızılay

+ Fahrenheit 451, F. Kenedy Caddesi

+ Hacettepe Üniversitesi Kütüphanesi

+ ODTÜ Kütüphanesi, ODTÜ Grano Kafe

+ Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi

+ OrtaDünya Kafe, Kızılay

+ İstanbul Teknik Üniversitesi, Ayazağa

tedukultursanat

TEDÜ Kültür-Sanat

karafanzin


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.