KARA fanzin
ARALIK2016 // NO.2
BİZ KİMİZ? Üret & paylaş mottosu ile 2012 yılında TEDÜ’ye farklı bir renk olalım diye Kültür Sanat Topluluğu’nu oluşturduk. 2016 yılına kadar birlikte gezdik tozduk,
sergiler
açtık,
çeşitli
sanat
etkinliklerine
ev
sahipliği
yaptık,
etkinlikler düzenledik ve aşırı eğlenip aşırı doyurduk ruhumuzu. Fark ettik ki bunlar bize yetmemeye başladı ve yaptıklarımızı, deneyimlediklerimizi paylaşmak istedik. 2016 yılının başlarında üret-paylaş platformunu kurduk ve 2016 yılının Kasım ayında bu platformundan beslenen Kara Fanzin’i yayın hayatına başlattık.
FANZİN KOMİSYONUMUZ
Ecem KAYA
Zeki Can YILMAZ Melis Özge GAYRETLİ Aysu GÜRMAN
Su ERTEN
1
Onur Deniz AKAN
Zeynep ÇAKIR
Ateş Furkan AYDIN Bora AKPINAR
Kapak Fotoğrafı & Dizgi - Grafik Tasarım : Melis Özge GAYRETLİ
İÇERİK
EDEBİYAT Ecem GÖNAL | Aysu GÜRMAN | Zeynep ÇAKIR
Deniz ALGAN | İrem ATASEVER SİNEMA Ateş Furkan AYDIN İLLÜSTRASYON & GRAFİK Gökçe Naz SOYSAL | Melis GAYRETLİ FOTOGRAF Ayşegül AKPINAR | Sena KOCAKAYA | Kübra SÖNMEZ 10 KELİME 10 HİKAYE *Online Etkinlik MÜZİK Ateş Furkan AYDIN 1 ÖNERİ Zeki Can YILMAZ 5 GÖRÜNTÜ + 5 SES Ateş Furkan AYDIN + Onur Deniz AKAN SANDIK İÇİ MÜZİK Ecem KAYA ANKARA’DA 1 MEKAN Su ERTEN KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER Fanzin Komisyonu 2
EDEBİYAT
İyi // Zeynep ÇAKIR
Okuma-yazmayı az buçuk da olsa 4-5 yaşlarımdayken becerebiliyordum. “Anne bak, ‘İstikbal Mobilya’ yazıyor!” gibisinden heyecanlarla başladı ilk kelime serüvenlerim. Müziği oldukça seven ve yaşamımda benimseyen ben için enstrüman kavramı okudukça ve yazdıkça farklılaştı: kelimeler benim için en güzel ezgileri hayata geçiren enstrümanlar oldular. Annem, edebi bilgisinin kapısını sıkça çaldığım bir okuyucudur. Annem ve babamın yatak odasında baba, ağabey ve dost olan Nazım Hikmet Ran’ın kendi fotoğrafı vardı, bir liman fotoğrafı arka plan yapılmıştı ve üzerinde “Mavi Liman” şiiri yazılıydı, hâlen o haliyle durur. Bilmeyenler ve de Nazım’ı yaşatanlar için tekrarlayalım: “Çok yorgunum, beni bekleme kaptan Seyir defterini başkası yazsın. Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman Beni o limana çıkaramazsın.” Ben, ilkokul halimle odaya gidip o şiiri okurdum ve anlamaya çalışırdım. O zamanlar gözümde canlandırıyordum yazılanları, olmuyordu, tamamlayamıyordum içimdekileri. Aradan uzun yıllar geçti, Ankara’da yaşamaya başladım ve şiirlere olan ilgim ve merakım had safhadaydı. Nazım Hikmet’i de okudum dolayısıyla. Anlamaya başladım. “Yaşamaya Dair” idi bütünlemesine benimsediğim, “Yani, nasıl ve nerede olursak olalım, hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak.” diyordu, bence de yaşanmalıydı, doyasına hem de. En nihayetinde Nazım Hikmet’i çok seven iki insan, canım annem ve ben, 30 Ağustos 2015 günü bizimle benzer/aynı duyguları yaşayanlarla bir olduk ve Fazıl Say’ın Nazım Oratoryosu’nu paylaştık. Başrolde tiyatro sanatının varlığını güzelleştiren Genco Erkal, hisli sesiyle Serenad Bağcan, Güvenç Dağüstün, Bilkent Senfoni Orkestrası ve Nazım Hikmet Korosu. Doğrudan konuya gireceğim: çok ağladım. Nazım Hikmet, bizimle salondaydı sanki. Onun güzeller güzeli dizeleri sahnedeki her bir bireyin notalarından, her bir izleyicinin ise gözyaşlarından döküldü salona. Yalnızca biz izleyiciler değil; başta Fazıl Say’ın piyanosu olmak üzere her bir enstrüman da gözyaşı döktü onun arkasından, teker teker. Nazım Hikmet de oralarda bir yerdeydi; geldi yanımıza, oturdu, anlattı, sardı, sarmaladı, güldü, ağladı ve gitti. Nazım Hikmet’i küçüklüğümde aklımın bir köşesine kazımış olan ben, büyüyüp anlamaya başladığımda kalbime daimi konuk etmiştim kendisini. O geceden sonra ise ruhumda derin bir iz bıraktığını hissettim salonda olanların. Yaklaşık 60 dakika süren bu duygu alışverişinin sonunda herkes Nazım Hikmet’e veda etti ve en ağırı belki de bu veda olmuştu. En azından benim için. Konserin peşine okuduğum, Fazıl Say’ın kendi notlarından derlenen “Yalnızlık Kederi” adlı deneme kitabı konserde yaşadıklarımın üzerine bende pek çok farkındalık yarattı. Kitabın derinliklerine çok girmeyeceğim, benim yaptığım gibi okuyun onu, irdeleyin yazılanları, anlayın Fazıl Say’ı. Kendisine yeterince methiyeler düzülüyor, ben de saymayacağım bunların üstüne. Diyeceğim odur ki, yaşamınızın bir yerinde Fazıl Say mutlaka bulunmalı, çünkü size müziği aracılığıyla yaptığı dokunuş soğuk kış günlerinde sıcacık bir kahvenin içinizi ısıtması gibi, bütünüyle içten ve derinden. Fazıl Say şöyle belirtmiş bahsini geçirdiğim kitabında: “İnsan ulaşır ‘iyi’ye er ya da geç.../Ulaşması için var edilmiştir şu ‘yaşamak’ denilen şey”. Böylesine doğru, saf ve pürüzsüzdür işte. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine… Bu hasret bizim!” –Nazım Hikmet Ran Evet be usta, sen böyle görmemizi istemedin belki ama sana olan bu büyük hasret bizim...
3
Ecem GÖNAL // Roka
EDEBİYAT
Seni ceset olarak nitelendiremeyeceğim. Çürümeye yüz tutmuş olsa bile, cesetlerin de kalbi vardır. Beni kaldırım taşlarına yakıştırdın, yaklaştırdın Yere düşmüş nemden uzak yaprakları, siper etmeye çalışıyorum sigarama Tanrı’yı düşündürdün Rakıya, ‘rokaya’ alıştım. Bizim hayat mücadelesi verdiğimiz yeryüzünde, ağlamak jest sayılırdı Sen, bunu asla anlamadın. Üstelik sonbaharı bile kandırdın -geçiştirdiğin sonbahar, ayva çekirdeğine bile sana verdiğinden daha fazla değer verecek sonsuza dekHayali huni kafamda, deli gömleğim, vişne suyu ve bir tutam rokayla tek başıma yürüyorum o bayıra dayanmış sokakta. Çünkü hızlı yürüyemiyordum, sen ise arkana bakacak kadar alçakgönüllü değildin. Yavaş yürümek nedir, onu bile bilmiyordun. Sadece bakıyordun; içinde yaşadığımız berbatlık süzgecinden geçememiş dünyaya Konuşurken, sağdakine meydan okuyarak yukarı kalkan sol kaşına anlamlar yüklemiştim Sol kaşını düşünerek geçirdiğim cinnetler ne denli değerliydi oysa. Sahi, nasıl bilemedin faizlerden, paltolardan,uçan süpürgelerden ve rötarlardan daha değerli şeylerin de var olduğunu? Haklılık payın var, Bir diğerinden daha güzel olan kadın, beni de cezbederdi muhtemelen; nefes alıp vermek dışında canlılığa dair herhangi bir yetim olsaydı. Üstelik canlı ve güzel bir kadına dönüştürebilseydim kendimi şu saniyede, Elinde bir demet sardunyayla gelseydin bana, Hangi göreve hizmet edeceğini bilemez, kekik gibi ufalardım sardunyaları domateslerin üzerine özenle. Genlerine kötülüğü bir merdivenin otuzuncu basamağında işlemiş olmalılar Ertesi gün annenden doğabilesin diye. Eksik parçasını arıyorum elimizden düşürdüğümüz son babanın. Peki ya parça, senin rengi solmuş keten pantolonunun sol cebindeyse? Babasız kaldım Sen de öyle. Vazgeçtim seni debelendiğin çukurun içinden çıkarmaya çalışmaktan. Ne kadar fazla debelenirsen, o kadar iyi idrak edeceksin sana uzanan tırnakları yenmiş elin kıymetini. Gitmek zorunda olmasaydın, Bir kahve daha içerdik, şekerden/sütten uzak. Muhtemelen şimdi tam okumak üzereydin ki beni, Bir diğerinden, benden daha güzel olan kadın elinde sardunyalarla geldi sana. Bakışadurun, Ben, ciğerlerimi senden arındırmak uğruna bir sigara daha yakacağım. Duman geceye sığınacak, Gece sana, Ben dumana.
4
EDEBİYAT
Masumiyet // Deniz ALGAN
Yaşamda zıt kutuplar vardır. Zıt kutuplar birbirini çeker. Acı ve zevkin birbirini çektiği gibi. Merak ve tatminsizliğin birbirini çektiği gibi. Olayları kovaladığımız zaman olacak çekim kuvveti kaçınılmazdır. Ancak acı ve merak ile tatminsizliği aynı anda yaşadığımız zaman hissizliğe doğru gidiyoruz demektir. Olaylar sizi çeker ve siz olaylarla zıt kutuplarsınızdır. Olaylar sizi yutar fakat hiç bir zaman nötrleştirmez. İnsan çocukluğunda saftır ve büyüdükçe olayların çekim kuvveti içine girer. Belki tüm bedeni parçalanmış bir insan görse dehşete kapılmaz. Belki yere düşmüş bir insan görse yerden kaldırmaz. İlki alışmaktır. İkincisi ise alçaklıktır. Alçaklık ve alışmak arasındaki fark ince bir çizgidir. Tamamiyle iyi yada tamamiyle kötü bir insan yoktur. Sadece bu çizgi arasında yer değiştiren insanlar vardır. Hiç kimse bu çizgiyi görmezden gelemez. İyiliği ve kötülüğü herkesin yüzüne vurulur. İlk nefesini aldığı an herkes masumdur. Fakat görevli kıçına şaplağı attığı zaman ne olacağı belirlenir. O çizgide ilk adımının başlangıcıdır.
1 ÖNERİ
Zeki Can YILMAZ
Türkiye’de Rock müzik denince akla gelen gruplar dışında, akla gelmesi gereken gruplar da vardır. Bunlardan biri, Ankaralı Alternatif Rock grubu olan “Yaşlı Amca”. Kendilerini “Yaşlı Amca; rock müzikle kurdukları ortak bağ nedeniyle ilkokul yıllarından beri dost olan 20 yaşında iki Ankaralı gencin hikâyesinin adı…” olarak açıklıyorlar. Ben bu dostlarımızı şans eseri yakaladım ve ilk dinlediğim şarkıları “Giderdi Hoşuma” oldu. Klipleri Türkiye’de ilk defa uygulanan bir teknikle çekilmiş zaten, “Giderdi Hoşuma” nın verdiği tat ise apayrı. 1 Aralık tarihinde ise single parçaları olan “Ve Ben” i yayınlamışlardır. Özetle, 1 öneri : Yaşlı Amca - Giderdi Hoşuma
5
Gökçe Naz SOYSAL
İLLÜSTRASYON & GRAFİK
İrem ATASEVER // Toplama Kampı
EDEBİYAT
Nazi subayının her yanından nefret ve pislik fışkırıyordu. Kan çanağı gözlerine bakmaya dayanamıyordum. Dudakları garip bir hazla kıvrılmıştı. Beni böyle bir durumda görmekten zevk alır gibi bir hali vardı. Daha ne kadar oynayabilirdi ki bizimle? Kurduğu cümle hala kafamın içinde bir kuyuya söylenmişçesine yankılanıyordu. Ağzından tükürükler saçarak tekrar etti: “Bu sandalyeyi çekersen gitmene izin vereceğim; eğer yapamazsan sadece onu değil koğuşundaki herkesi idam ettireceğim.” Cümlesinin sonuna nokta yerine küçük alaycı bir gülümseme ve nefret dolu bakışlar koymuştu. Neden bundan zevk alıyorsun? Neden bütün bunları yapıyorsun? Kampdaki herkesi öldürebilirdin. Sadece ölmüş olurduk. Bizimle neden oynuyorsun? Oğluma baktım. Tek gözü yediği dayaktan dolayı kabarmış, ağzından ve burnundan akan kanlar henüz kurumamıştı. Sandalyede bile zor duruyordu. Birkaç dakika sonra, ayaklarında derman kalmayınca, kendiliğinden yığılabilirdi. Boynundaki 2 parmak kalınlığındaki düğümlenmiş ipe takıldı gözlerim. İşte oğlumun canı oradaydı. Onu anlayabiliyordum. Kamptan kaçmaya çalışarak hayatta kalmak için son küçük şansını denemişti ama bu onu öldürecekti. Oğlum her şekilde ölecekti fakat kurtarabileceğim yaşamlar olabilirdi. Peki bununla yaşayabilir miydim?
6
SİNEMA
Rogue One : A Star Wars Story // Ateş Furkan AYDIN
Artık aralık ayındayız, yani Star Wars ayı! Uzun zaman önce çok, çok uzak bir galaksiye bizi götürecek olan bir sonraki film, Rogue One: A Star Wars Story, siz bu satırları okurken fanzin ekibimizin tembelliğine göre ya birkaç gün uzaklıkta olacak, ya da çıkmış olacak. Bir önceki Star Wars girdisi The Force Awakens, yüksek ihtimalle sinema tarihin en çok beklenen, en gaz verilen ve en yüksek baskıya maruz kalan filmiydi. Vizyon tarihi yaklaştıkça hayranlarda artan heyecan/gerilimi hissetmek çok keyifliydi. Her şeyin sonunda ise, The Force Awakens hem ekonomik anlamda hem de hayranları tatmin etme anlamında başarıya ulaştı, biz de rahatladık. Nihayetinde J.J. Abrams’ın askerleriyiz. Film aynı zamanda yapımcı şirket Lucasfilm’i satın alan (4 MİLYAR DOLAR!) Disney’in elinden çıkan ilk SW filmiydi. Şimdi sıradaki filmle beraber Disney, numaralandırılmış Episode filmlerinin dışına da ilk defa çıkacak ve Rogue One’ın başarısı pek çok şeyi etkileyecek. Gündemdeki taze konu da; Rogue One, Solo Han Solo (heheh) filmi gibi stand-alone filmlerin yanında, Abrams’ın başlattığı bu üçlemesi bittiğinde Disney’in yeni Episode filmleri çekmeye devam edip etmeyecek olması. Kesin olan şey ise, Star Wars’un Marvel Sinematik Evreni gibi yayılacak olması; yani uzun bir süre boyunca her yıl en az bir Star Wars filmi izleyeceğiz. İyi mi, kötü mü siz karar verin. Filmin kendisine gelince… Elbette potansiyel sahibi bir konusu var; A New Hope’un başında Prenses Leia’nın R2-D2’ya verdiğini gördüğümüz, Death Star’ı yok etmeye yarayacak olan bilgilerin ele geçirilişini anlatıyor. Böylece Rogue One, ilk çekilen SW filminden yalnızca 10 dakika önce bitecek ve kendini orijinal üçlemeye bağlayacak. Felicity Jones, Mads Mikkelsen, Forest Whitaker derken de sağlam bir kadrosu var ve Godzilla’nın yönetmeni Edward Gareth bu popo isteyen yönetmenlik işini üstlenmiş durumda. Bu bir Star Wars filmi. İnsanlar yine heyecanlı oldukları kadar gerginler. Filmin bütün yapım aşamaları da buna bağlantılı olarak zan altındaydı ve endişelenmek için yer arayan günümüz seyircisi de yıl içinde karamsarlaşacak konu bulmakta zorlanmadılar. İki konu var; bu yaz yapılan reshoot ve filmin tonu meselesi. Reshoot denince insanlar çıldırıyor, doğal. Ne diye tekrar çekim yapıyorlar, içine mi ediyorlar benim filmimin gibi sorular havada uçuştu ama yetkili abiler/ablalar bütün bunların filmin iyileşmesi için yapıldığını ve doğal olduğunu Bilal’e anlatır gibi anlattılar. Ton konusuna gelirsek de; en başında bir savaş filmi olarak çekilen Rogue One’ın, Disney’in müdahalesiyle biraz daha yumuşatıldığı ve içine espriler eklendiği haberleri var (Suicide Squad geliyor aklıma, korkuyla titriyorum). Buna karşılık ise Lucasfilm’in başı Kathleen Reyis, filmin hala karanlık bir film olduğunu söylüyor. Hayranların bütün bunlar hakkında kıyamet senaryoları yazma sebebi ise bu paragrafın ilk cümlesinde gizli. Neyse işte, geldik aralığa, her şey kendini belli edecek. Ben umutluyum, günler öncesinden biletimi alıp ilk gün salonda olacağım. Kötü çıksa bile film için heyecanlanmak, polemik yapıp atıp tutmak bazen filmi izlemek kadar keyifli oluyor. Star Wars bu yüzyılın başındaki tarif edilemezcesine rezalet, içler acısı halinden iyi sıyrıldı ve güçlü ilerliyor, bize de keyfini sürmek kalıyor.
7
FOTOGRAF
Ahsen Kübra ÇAYCI // Underground chapel I Vienna
Ayşegül AKPINAR // TEDÜ Kütüphane, 11Kasım2016 ‘‘Plagiarism, Arak, Kopya’’
Ateş Furkan AYDIN + Onur Deniz AKAN Nightcrawler (2015) Dan Gilroy Crime | Drama | Thriller The Big Lebowski (1998) Joel Coen, Ethan Coen Comedy | Crime | Mystery What We Do In the Shadows (2014) Taika Waititi, Jemaine Clement Comedy | Fantasy | Horror | Mockumentary Sing Street (2016) John Carney Comedy | Drama | Music | Romance
5 GÖRÜNTÜ + 5 SES Here - Alicia Keys (2016) R&B | Soul | Hip Hop 45:55 57TH & 9TH - Sting (2016) Pop Rock 37:05 El Pintor - Interpol (2014) Post-punk Revival | Indie Rock 39:50 Endgame - Rise Against (2011) Punk Rock | Melodic Hardcore 46:05 The Church of Rock’n Roll - Foxy Shazam (2012) Hard Rock | Glam Rock 36:27
8
10 KELİME 10 HİKAYE
İllüstrasyon : Melis GAYRETLİ
Kahve neydi? Kahve jüriydi, siyahtı (sütlüyken kahverengi) , umuttu, yoldaştı, direnişti. Gökçe Naz SOYSAL Kahve kafedir ; çay meydan. Kahve ofistir, çay mesai sonu. Kahve kıvamdır, çay dem! Melis GAYRETLİ Acı bir kahvenin yanında verilen çikolata gibiydin, bütün acıları güzelleştiren, her şeye rağmen mutlu eden. Aleyna YURT Her şeyim dediğim insanda başkalarının bir ömürlük hatırı var şimdi. Maide KARADUMAN Sabahları senin yaptığın kahvenin kokusuyla uyanmayı seviyorum, ve yüzündeki gülümsemenle. Aysu GÜRMAN Uykusuzluğumda yanımda olmasını istediğim ama yanımda olmasını dilemediğim tat. Zeki Can YILMAZ Bir fincan kahvenin dumanı gibiymiş kırk yıllık hatır uçup giden. Ayça GÜRBÜK Kahvenin telvesi maviye çalıyordu, üç vakte kadar umut vardı. Sema YAPRAK Bir fincan kahve yalnızlığıma, kitabıma, müziğime hepsine eşlik ediyor güzelce. Ece KIRALİ
9
Ateş Furkan AYDIN // Jeff Beck
MÜZİK
Bu yazı tek bir amaçla yazıldı: okuyana Jeff Beck’in Loud Hailer’ını dinletmek. Öncelikle, Uluslarası İlişkiler seçip Zuhal Hoca’dan ders alacaklar varsa, bu albüm sizin albümünüz, işinize yarayacak. Öte yandan iyi müzik dinlemeyi seviyorsanız, bu albüm sizin de albümünüz, işinize yarayacak.Bu yıl çıkan albüm beni ele geçirmeden önce tek bildiğim Jeff Beck’in yaşlı ve kariyerli bir gitarist olduğu ve benim de genelde solo gitarist albümlerinden hiç hoşlanmadığımdı. Beste yerine sonu gelmeyen enstüman parçaları duymaktan (“Bakın ben inanılmaz gitar çalıyorum!”) çekinirim. Ancak Loud Hailer, bitmeyen kulak ağrımın da destekleyeceği üzere, bambaşka bir albüm. Albümde bir vokalist olması bu açıdan benim gibi düşünenler için iyi bir haber. Ancak daha da iyisi, vokalist Rosie Bones’un bombastik bir performansla bize yolladığı dizeler. Bu bir protest rock albümü; bense bir rock/metal dinleyicisi olarak, daha önce aşağılık politikacılardan, ağzına ettiğimiz doğaya kadar çeşitli konular hakkında şikayet eden pek çok şarkı/grup dinledim. Fakat bu protesto yaklaşımını müzikal olarak da bu kadar şık bir tavırla sergileyen başka bir albüm dinledim mi, hatırlamıyorum. Sert/hızlı gitarlar üstüne kusulan bir öfke veya asi ve kural tanımaz punk gençliği ruhu yok burada. Modern bir rock n’ roll ustalığı var.Anlatılanlara dönersek; ilk şarkıdan devriminin televizyondan yayınlacağı ilan ediliyor, izleyip izlememek bize kalmış. Ancak iğnelenmezse de olmaz elbette: “Ama hepimiz rahat koltuklarımızdan konuşup dursaydık, izleyecek bir devrim olmazdı”. Ayaktayım! İkinci şarkının anahtar kelimesi; sıkıysa! “Karanlıktan korkmuyorum” diyor bayan Bones, ağzınıza yapışan bir vokal melodisiyle. “Karanlıkta yaşamamız gerekiyorsa, yaşarız” restinden sonra da ekliyor: “Karanlıkta dans ederiz, Karanlıkta severiz… El ele tutuşuruz, Çünkü karanlıkta el ele tutuştuğunda, Kimin elini tuttuğunu bilmezsin, Sadece kendini sevginin akışına bırakmış insanlar oluruz”. Apışıp kalmaktan başka çare yok. Bu kadar buralı satırları buralılardan dinleyemenin üzüntüsü de cabası.Albümün her açıdan en iyi nakaratı ise şu anda vücudumun her uzvuyla ritim tutarak bu satırları yazdığım Right Now. Politikten çok sosyal bir şarkı bu, epey de GAZ. Hedefte kimsenin tam olarak neden ünlü olduğunu bilmediği, “Boş yere meşhurca meşhur”, süslü süperstar’lar var. Nakaratta ise “Tam şu an istiyorlar, Ne istediklerini bilmiyorlar ama şu an istiyorlar” diye yapıştırıyor lafı Rosie. Nedense içimden bir ses bu dizeyi sadece süperstarlar’ı düşünerek yazmadıklarını söylüyor. Bir başka konu da çocuklar; şu an yediğimiz her haltın sonucunu çekmek zorunda olanlar. Rüyaları ve umutları “imal edilmiş” olanlar. Ayrıca, kimseye karşı saygıları da olmayanlar. Peki neden olsun ki? Onlara nasıl bir örnek olduk, nasıl bir dünya bıraktık? Bu saygıyı istemek bizim hakkımız mı? Ve daha neler neler. Yumrukları istemsizce havaya kaldırtan, savaş ve kodaman karşıtı Thugs Club, kendini isminden açıkça belli eden, dinlediğim en eğlenceli politik şarkılardan O.I.L. (Can’t Get Enough of That Sticky)… Kendinize bir iyilik yapın, aslında çok da ihtiyacınız olmayan günlük koşuşturmacanıza 45 dakikalık bir ara verin ve sözlere de bir göz atarak albümün keyfine kendinizi kaptırın. Sonraki 45 dakikalar kendiliğinden gelecektir.
10
EDEBIYAT
İçimdeki Ses // Aysu GÜRMAN
Neden bugün bu sıra bu kadar az? Tam da iş çıkış saati. Daha iyi aslında, oturarak giderim. İnsanlar geçip gidiyor, yanlarından geçenleri fark etmeden. Birine çarpıp özür dilemeden giden, çocuğunun elinden çekiştirirken söylenen, piyango biletlerini satmak için ellerini ovuşturarak bağıran, cebindeki bozuklukları sayan… Bir de yürüyen, sadece yürüyen. Ellerini ceplerine koyup kapüşonlarını başlarına geçirince kendi yalnızlıklarına dönüyorlar yürürken. Bu insanları hep merak ederim, nasıl umursamazlar yanlarından gelip geçenleri? Hiç mi merak etmiyorlar onların neler düşündüğünü? İstemezler mi anlık da olsa onların hayatları hakkında fikir yürütmeyi? “Bekleme yapmayalım, hadi abla. Sırada daha öteki dolmuş var.” Bu dolmuş ne ara bu kadar doldu? Sırada kimse yoktu halbuki. Hayat da bu aralar böyle sanki. Bir sürü yeni insan giriyor hayatıma; hepsi ayrı ayrı duygular, düşünceler yaşatıyor. Nasıl oluyor da ben daha farkına varmadan olaylar üst üste gelip bütün hayatımı dolduruyor? Ama olsun yine de dolmuşta yer buldum, oturdum. Bu bir işaret. “Işıklarda durabilir misiniz lütfen?” İrkildim, fark etmemişim geldiğimizi. Her zaman durduğu köşede durdu dolmuş, buz gibi havayı içime çekerek indim. Montumun yakalarını kaldırıp ellerimi cebime soktum. Günün en keyifli kısmı başlıyordu benim için; yürürken kendimle yalnız kalmak. Galiba ben de yürüyenlerdenim, sadece yürüyenlerden. Artık uzun uzun düşünebilirim bugünü. Nasıldı gerçekten bugün? Diğerlerinden farksız ama daha yoğun sanki. Yorucu, düşüncelerden çok duyguların ağır bastığı. “Beklemeden beklemesini bil.” Sessizliğime ulaşabilen kişiyi görme hevesiyle arkamı döndüm, kimse yoktu. İç sesim bile umut etme diyordu bana. İstekler için umut edilmez mi ya da umut edilmemeli mi gerçekten? Bir kişi umut etmeden bekleyebilir mi? Her umut dolu hayalinde biraz daha yaklaşmaz mısın istediğine? En azından ben öyle hissetmeyi sevenlerdenim. “Beklemeden beklemek”, hüzünleri bırakmak sanki. Hayatta umut ettikçe duyguların ağırlığı artıyor, düşüncelerine söz geçiriyor. Ya da bilemiyorum, yorgunluklarımdan galiba bunun da nedenini bulamayışım. Beklemek için neyi beklediğini bilmek gerekmez. Bazen bir kişiyi bazen bir haberi bazense bir anı bekler insanlar. Bana kalırsa bunların hiçbirini beklemeyiz, beklediğini düşündüğün şeyin duygusunu beklersin. Çünkü yalnız değilsen, birisi varsa yanında paylaşabileceğin; bütün duygular güzeldir onunla. İşte, iç sesim duygularını bırak derken bunu unutuyordu. “Kim o?”
11
FOTOGRAF
Sena KOCAKAYA // VinKara, 14 Ekim 2015
Kübra SÖNMEZ
Beste Nur ÖZTÜRK // Selanik, 30 Mayıs 2016
Kübra SÖNMEZ
Ecem KAYA
SANDIK İÇİ MÜZİK
*Girls Names - Drawing Lines *Yasemin Mori- Deli Bando *Warpaint- Love is to die *Elif Çağlar- Too darn Hot *Quantic- Time is Enemy *Ibrahim Maalouf - Beirut *Shocking Blue- Love Buzz
12
ANKARA’DA 1 MEKAN
Su ERTEN
-Gramafon Cafe / Ulus
Güzel üniversitemin güzel insanları! Merhaba :) Ankara’nın en eski semtlerinden olan Ulus’tan yazıyorum bugün sizlere. Kulağımda plaktan yayılan muazzam bir ses var… ”Üsküdar’a gider iken” şarkısının tatlı ezgileri tahta sandalyelerinin gıcırtısını şefkatle örtüyor sanki.. Size bu muazzam mekanı anlatmadan evvel belirtmeliyim ki epey keyif alıyorum bu tatlı dergiye yazmaktan. Bu hafta da aldım yetmiş dönemini anlatan bir kitabımı -Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, siyaset merakınız varsa mutlaka okumanızı öneririm-, düştüm yollara. Umuyorum ki siz de hem geçen haftaki yazımı hem de bu yazımı okurken keyif alırsınız. :) Bu haftaki durağım Gramafon Cafe! Gelirken epey zorlandığımı itiraf etmeliyim. Ankara kalesinin yakınlarında bu mekan. Etrafı eski Ankara evleri ile çevrili. Bir çok dükkan da var tabi. Bakırdan tutun incik boncuğa, hatta çok hoş şallara kadar bir çok şey satılıyor buralarda. Etrafını bırakıp içine gelirsek, epey hoşunuza gideceğini düşünüyorum. Adı gibi gramafon dolu içerisi. Eski teypler, tahta sandalyeler ve bir çok plak var içeride. Plağın o hafif gıcırtısı ve gerçeğe yakın sesini duymadıysanız mutlaka gidip duymanızı öneriyorum :) Eskilerin bir dergisi var, belki bilirsiniz, “Ses”. Buranın bir duvarında da bir çok Ses dergisi var. Sandalyelerin ortasında da bir soba kurulu. O kadar eski ve hoş bir mekan ki bakmaya doyamadım. Ankara’nın bu soğuğunda arkadaşlarınızla gelip ısınabileceğiniz, geldiğimden beri bir çok kişinin beğeniyle istediği gözlemelerden yiyebileceğiniz, eski ve muazzam şarkılar dinleyebileceğiniz bir cafe burası. Umarım unutamayacağınız kadar hoş anıları biriktirirsiniz burada.. Güzel günler dilerim :)
Fotoğraf : Su ERTEN
13
KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER
Kasım’da Neler Yaptık? KARA fanzin
KASIM2016 // NO.1
*Online etkinlik olarak açtığımız ve gönderdiğimiz görsel üzerinden üyelerimizin 10 kelimelik hikayeler yazdığı ‘‘10 Kelime 10 Hikaye’’ fanzinimizde yer aldı. *25 Kasım’da 25 arkadaşımız ile birlikte gittiğimiz Devlet Tiyatroları-Yeraltından Notlar oyunu bizden tam not aldı. *İlk sayımız Kara Fanzin no.1 okulda çeşitli yerlerde yerini aldı, online linki issuu/karafanzin 467 okuma alarak bizleri sevindirdi.
Şubat Etkinlikleri Neler? *TEDÜ Kültür-Sanat Topluluğu renkler maratonu başlıyor! Her ay bir ana rengi konsept olarak belirlediğimiz workshop maratonumuz için hazırlanıyoruz. İlk konseptimiz : KIRMIZI Bu konsepte uygun festival filmi gösterimleri ve hemen ardından gelen kısa film workshopları ile sizlerle buluşuyor olacağız, takipte kalın !
14
Üret & Paylaş Platformu Ürettiğiniz & Paylaşmak istediğiniz içeriği bize gönderin: tedukultursanat@gmail.com