Kara Fanzin no.6

Page 1

KARA fanzin

mayIS2017 // NO.6


BİZ KİMİZ?

ÜRET & PAYLAŞ mottosu ile 2012 yılında TEDÜ’ye farklı bir renk olalım diye Kültür Sanat Topluluğu’nu oluşturduk. 2016 yılına kadar birlikte gezdik tozduk, sergiler açtık, çeşitli sanat etkinliklerine ev sahipliği yaptık, etkinlikler

düzenledik

ve

aşırı

eğlenip

aşırı

doyurduk

ruhumuzu.

Fark ettik ki bunlar bize yetmemeye başladı ve yaptıklarımızı, deneyimlediklerimizi paylaşmak istedik. 2016 yılının başlarında üret-paylaş platformunu kurduk ve 2016 yılının Kasım ayında bu platformundan beslenen

Kara Fanzin’i yayın hayatına başlattık.

Aysu GÜRMAN Ecem KAYA

Melis Özge GAYRETLİ Zeki Can YILMAZ

Zeynep ÇAKIR

Deniz ALGAN Su ERTEN

Ateş Furkan AYDIN Onur Deniz AKAN

1

Dizgi - Grafik Tasarım : Melis Özge GAYRETLİ Kapak Fotoğrafı : Kübra SÖNMEZ

Bora AKPINAR


İÇERİK EDEBİYAT

Çağıl Mert KURTOĞLU | Aysu GÜRMAN | Onur AKGÜN Mert DEDEBEYOĞLU | Deniz ALGAN | Ecem KAYA Zehra YELER

İLLÜSTRASYON & GRAFİK

Zeynep ÇAKIR | İdil Jeyan ATALAY | Eftun KIŞLAL

MÜZİK

Ateş Furkan AYDIN

FOTOĞRAF

Kübra SÖNMEZ | Ecem KAYA | Zeynep ÇAKIR Ahsen Kübra ÇAYCI | Burcu KAPLAN

10 KELİME 10 HİKAYE

*Online Etkinlik | Moderatör: Aysu GÜRMAN

1 ÖNERİ

Melis Özge GAYRETLİ | Zeki Can YILMAZ

ŞİİR

Sibel SAYYIDAN | Ecem GÖNAL | Onur Deniz AKAN Murat BİNGÖL

ANKARA’DA 1 MEKAN Su ERTEN

KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER

Fanzin Komisyonu 2


ŞİİR

Şehirden Duvar Var Aramızda // Ecem GÖNAL

Bu şehirde seni düşünmek, esaslı bir intihara meylediş Üstelik düşünmemek mümkün değilken. Teselliler, tavsiyeler, telkinler.. Sonrasında utanmadan beni tahakküm altına alan kaygılarım.. Bir elimde geçmişimi, bir elimde geleceği tutuyorum itinayla İçinde bulunduğum ruhsal kaos, şimdiyle bağdaşıyor halbuki ısrarcı tavrıyla. Beni alelacele hapsettiğin kafesin kapısı açık, öylece duruyorum kapının önünde Çıksam dışarısı ilkbahar, biliyorum. İnsanlar nefes alırken tebessüm ediyor, açan mor çiçeklere sığınıyor fütursuzca. Ben neye sığınsam diye düşünürken, sen geliyorsun aklıma Nefes alıp, seni mor bir çiçeğe benzetecekken; Bir bakıyorum, yok oluveriyorsun. Şaşırmadan, bir sigara yakıyorum arkandan bakarcasına, bakmadan. Bakarsam şiddetle kazınacaksın hafızama, İrkiliyorum. Kim bilir neyin, kaçıncı kayboluşu bu, uyanık rolü yaptığım vadesi dolamayan uykuda Vazgeçmek, asla yeteneğim olmayan bir sanata dönüşüyor Her uyanış bir yenisini ekliyor sanki yaşıma Giderek asırlarca uzağımda kalıyorsun ‘Daha fazlasını istiyorum’ken, ‘Keşke böyle kalsa’yla yetinmeye başlıyorum Gün ışığı gözlerimi karartıyor, geceler bir hayli aydınlık. ‘Gün gelecek’lerle başlayan cümlelerim yüklemsiz kalıyor Elinden geldiğince konuşmuyorsun, Suskunluğunu anlamlandırmaya çalıştıkça ben, Suskunluğun da kayboluyor. İsminle yetinmeye çabalıyorum, Onu da alıyorsun elimden hiddetle. Hiddetine boyun eğsem, düşümde tasvir ettiğim sen bana darılıyor. Boyun eğmesem.. eğmemek ne mümkün. Bu sefer kızıl gökyüzünün karşısında, boyaları dökülmüş tahta bir pencerede düşünüyorum seni Belki şu ilerdeki pencerelerden birinde, yakıyorsundur sen de sigaranı diye. Endişelenme, Şehirden duvar var aramızda Sana yanaşıp, kendimi düşündürmem mümkün değil.

3


Çağıl Mert KURTOĞLU // Soluk

EDEBİYAT

Hıçkırıklarını duydum kapıyı açtığımda. Gözyaşını hatırlamanın kısa süreli hazzını yaşadım. Bir süre bekledim paspasta. İçerde olduğumu anla diye sertçe kapadım kapıyı. Demirin paslı çığlığı hatırladı seninkini. Bir süre sustun. Kapın açıktı. Doğruca odama gittim. Sana bakmayı bir an olsun düşünmedim kadim dostum, yanımda akıttığın ilk gözyaşını düşündüm. Halı sahanın sert ve kuru tozu her düştüğümüzde yakardı canımızı, sinirlenirdik ve göz göze gelmemeye çalışırdık seninle. Göz göze geldiğimizde gülerdik çünkü. “Ciddi” halı saha maçlarında bile ciddi olma hevesimiz, bizi erkenden yordu o zeminde. Kadrodan ayrıldık. Maçları hep izledik ama. Gözümüz toptan ayrılmazdı, gönlümüz birbirinden... O vakitler bazı imkân dışı hadiseler paylaşıyordun, yalanlar söylüyordun. Gerçekle ilişkinden daha ısırgandı yalana etkin. İlk gözyaşını da bunları sana söylediğim zaman akıttın. Ben forvettim, sen defanstın ve hep yenilirdik. O zaman da gözlerimizi kaçırırdık. Yedek bekletilen çocuklar büyüdü. Biz de büyüdük. Adı gözyaşı kaldı ama hiçbiri o kadar masum akmadı. Anlayacağın defansta adam kalmadı. Sen arabeski bıraktın. Ben odanın önünden öylece geçip, gözyaşlarına kapımı kapattım.

©Kübra SÖNMEZ

4


İLLÜSTRASYON

©İdil Jeyan ATALAY

ŞİİR

©Zeynep ÇAKIR

Geçmiş Gelecek // Başak ÖZEY

Gözlerimi yumdum. Bir daha açamamak, nefes alamamak istedim. Ağır rezillik kokan bu dünyada var olmamalıydım. Kimsenin benim arkamdan ağlamamasını, adımı ağızlarına dahi almamalarını isterdim. Gittiğim andan itibaren unutulmak olurdu tek dileğim. Hayatım boyunca bir kez olsun içten gülmek isterdim, yüzümün ne hale geleceğini önemsemeden, haykıra haykıra, gözlerimden yanaklarıma doğru akan parlak yaşlar kendini göstere göstere.. Gerçek, kimseye değişemeyeceğim, tıpkı bana benzeyen dostlarım olsun isterdim. Kimse kimsenin yüzüne gülüp arkasından haince küfredip, lanetler yağdırmasaydı. Çiçekler hiç solmasa, kuşlar sürekli ötseydi. Sözler bozulmak için değil de gerçekten saklanmak için tutulsaydı. Ezilenlerin sesi bastırılmasa, en tepeye çıkarılsalardı. Savaşlar, yıkımlar, kabuslar lugatlarda yer almasa, kimsenin haberi olmasaydı. Kadınlar, ressamların fırçası, yazarların kalemi, toplumun dilinde güçlü rolünde olsa, kahraman olarak ilan edilselerdi, hergün toprağın altına girmektense. Çocukların masumluğu, saflığı ellerinden çekilip koparılmasaydı, izin verilseydi üstlerine bulaşanın kan değil de çamur olmasına. İnsanlar yaşam şartlarına, hobilerine, cinsiyetlerine, ilgi alanlarına, dillerine, ırklarına, dinlerine göre kabileleşmeselerdi. Huzur, eşitlik, barış, olsaydı adımız soyadımız. 5


Ateş Furkan AYDIN // Biz Siziz!

MÜZİK

Malum, zamanlar müziğin sesini açmayı gerektiriyor. “Başlarım yapacağınız işe!” restini çekip kulaklıkları nazikçe yerleştirmek önemli. Bir o kadar önemli olan ise müziği sadece kaçış edebiyatı için kullanmayıp dayanışmasını, desteğini, kafa tutturacak (ve mümkünse sallatacak) enerjisini içimizde hissetmek. Bu yolda İngiliz metalinin gelecek umudu ve benim kişisel favorim While She Sleeps yeni albümünü saldı. Tam da referandumdan beş gün sonra, ne güzel değil mi? Dikkate alınması gereken en önemli hususlardan biri yeni albüm You Are We’nin 2015’te çıkan modern metal başyapıtı Brainwashed’u takip etmesi (Dinlemediyseniz hatadan dönmeniz farz). Brainwashed’un yerleştirdiği çıta o kadar yüksek ki, grubun yeni albümde biraz daha farklı şeyler denemesi doğal olurdu. Ancak albümü dinlerken bunu yapmadıkları için minnettar hissetmedim değil; son model While She Sleeps büyüsü karşımızda, neyi iyi yapıyorlarsa o. Riff, melodi, breakdown; koşuştur evin içinde! Kendi günlük hayatımızda etrafa bakıp hayatı bütün rezilliği ile görmek çok kolay, ne şanslı ki (!) While She Sleeps’in de bunları görmek konusunda bir sıkıntısı yok. Her zaman gerçeklerden sakınmayan, onların karşısında dikilen, onlardan güç alan bir grup oldular ve olmaya devam ediyorlar. “Köprüler olması gereken yere duvar inşa ediyoruz/Sanki bir dinmiş gibi savaşa dua ediyoruz” gibi pek çok kabullenememe var. “Kara borsa demokrasisi”nin aşağılık güvensizliğinin farkındalar. Özellikle geleceğe hazırlanan bizler için bekleyen tehlikeyi işaret ediyorlar; “İki günlük hayalden sonra, beş günlük rutin. 7 gün ise ne olabileceğimizi düşünmek için”. Özenle içini boşalttığımız yaşamın karşısına çıkmak adına Wide Awake müthiş riffleri ve melodileriyle de tokat gibi bir şarkı. Herkesin sorgusuz sualsiz kendisine sunulanı usulca kabul ettiği “güven” içinde bu dünyayı kabul etmiyor WSS. Hayatımızın koca bir kısmının başkalarının yaşadığını izleyerek zaman öldürmek olduğunun farkında mıyız? Nefret’in dünyayı ele geçirişi You Are We’de de unutulmamış. Albümün cevherlerinden Silence Speaks’de bahsedildiği gibi, yeni marşımız Nefret. Masumun kanının halı altına süpürüldüğü, insanların kendi türüne bir sel muamelesi yaptığı bu ortamda ise ihtiyacımız olan şey albümün isminde açıkça belirtilmiş. You Are We baştan aşağıya omuz omuza kardeşlik kokuyor. “Sınırları yarın, duvarları yıkın; bir olarak hepimiz” diyor Silence Speaks. Öte yandan bağırıyor Hurricane: “Eğer bu barış bayrağını yükselteceksek, sana ihtiyacımız var.” Bu seslenişleri bir üst seviyeye taşıyan etken ise albümde bolca bulunan, hep birlikte bağırarak söylemelik nakaratlar, melodiler. Sanırım en büyük müzikal değişiklik de bu, clean vokaller artmış ve nakaratlar coşmuş. Otururken bile kalp hızlandırıyor, çıldırıyorum. İnsanların düşünüp, sorgulayıp, etrafında birlik olabilmeleri için yazılmış şarkılar bunlar. Ben de kendimi bundan mahrum bırakamadım, birkaç müzik aşığıyla beraber grubu Budapeşte’de yakalayıp tek yumruk olarak “You Are We!” diye bağıracağız ve umuyorum ki WSS logosunu suratımıza kazıtmadan geri döneceğiz. Müzik bizleri güçlü tutmak için var, saldırın ona. 6


ŞİİR

Sibel SAYYIDAN

Şimdi yürekten bir çığlık yükseliyor Özgürlüğe koşuyorum, özgürlüğüme koşuyorum. Fikrim Pir Sultan Ve mutlu bir yusufçuk misali Dar ağacına gidiyorum Denizlere koşuyorum, Denizime koşuyorum. Sazımda yarım kalan türküm Kalemim anaların ağıdını yazıyor Ceplerimde gökten topladığım yıldızlar Acılar asılı boynumda Vurulan şehirlerden uçurumlara gidiyorum. Toprak oluyorum koynunda çiçekleri olan Ve nice yaşıtımın sesine karışıyor sesim. Mutlu bir inanç gönülde Bu kavga benim, bu aşk benim Denizlere koşuyorum, Denizime koşuyorum!

İLLÜSTRASYON

7

Eftun KIŞLAL


Onur AKGÜN // Umut En Politik Duygudur

EDEBİYAT

Umut etmek kimilerine göre insanın en dişli düşmanlarından biri. Onu yiyip bitiren, uçuruma sürükleyen ve sözde gerçeğin karanlığında ezilmeye muhtaç bir duygu. İnsan ancak tüm acımasızlığına rağmen gerçekleri kabul eder ve sığınırsa ona, o zaman huzura erecektir. Peki gerçek olan nedir? Toplumların dışında dönen her kurgu gerçek midir? Nasıl bir gerçek bireyi yok sayabilir, nasıl bir gerçek bir kadının ızdırabını, yetim bir çocuğun hasretini yok sayar, bir evsizin soğuktan acı çeken tenini görmezden gelir? Her şeyden habersiz olup bitene evet derken nasıl gerçekten mevcudiyet kazanacak varoluşumuz? İnsanlığın intiharı umudu terk etmekle ve itaat etmekle başlayacak olup bitene. Halbuki bütün gerçekler umutla aydınlanır, umutla mevcudiyet kazanır. Tarihin göz kamaştıran gerçekliğine bakarsanız görürsünüz insan oğlunun umut etmekle neler başardığını, asil bir başkaldırışla yeniden ayaklandığını. Victor Hugo’yu okuyan herkes bilir Gavroche’ın nasıl yol gösterdiğini, insanlara nasıl umut olduğunu, ağzında bir isyan türküsü insanları Saint Mery’e davet ederken duyduğu heyecanı hissetmemek mümkün değildir. Birey umutsuz olamaz, nefretin yol gösterdiği her kalabalık önce diğerlerini sonra yavaş yavaş kendini yok eder. “Düşünmeden, acımadan, utanmadan kocaman yüksek duvarlar ördüler dört yanıma. Ve şimdi oturuyorum böyle yoksun her umuttan. Beynimi kemiriyor bu yazgı, hep bu var aklımda; oysa yapacak bunca şey vardı dışarıda. Ah, önceden fark etmedim örülürken duvarlar. Ama ne duvarcının gürültüsü, ne başka ses. Sezdirmeden, beni dünyanın dışında bıraktılar.” KAVAFİS Hoşgörünün şairi Kavafis gibi dünyanın dışında kalmama umuduyla ama gerçeğin gür sesine de kulak vererek ayak diretmeye devam etmeli. Ankara Üniversitesinin koridorlarında öğrencilerine veda eden Doç.Dr. Sevilay Çelenk’in dediği gibi, umut en politik duygudur.

©Zeynep ÇAKIR

8


10 KELİME 10 HİKAYE

*

Moderatör : Aysu GÜRMAN İllüstrasyon : Melis Özge GAYRETLİ

Hiçbir şeyden haberi yoktu ama ona baktığımdabahar geçiyordu sanki. Zeki Can YILMAZ Baharın gelişi ile Bahar Candan’dan başka baharlar olduğunu hatırlayabildik nihayetinde. Gökçe Naz SOYSAL Peki ya neydi bahar? Yeniden doğmak ya da yok olmak... Ayça GÜRELİK Derin bir nefes ve cigerlerimde açan çiçekler bahardan bir heves. Hilal GÜNEŞ Hayat hangi mevsimdir deseler, bahar derim; çalkantılı, hüzünlü, sevinçli, canlı... Begüm ARIKAN Bahar hissetmektir; tenine değen güneşi, damarlarındaki kanı ve kalbinin sıcaklığını... Bagi ÖZMEN Bahar diyorum; biraz aşk, biraz mutluluk, biraz da yeni başlangıçlar... Buse BİRİCİ Suyun çiçeğe, çiçeğin kalbimize, kalbimizin havaya karıştığı çapkın iklim bahar. Pınar EKİNCİ Bahar diyorum seni görünce içimde uçan kelebekler şimdi masmavi gökyüzündeler. Sena ÖZKAYA Anlıyorum, azalmakta insanın insana sevgisi lakin bahar, leylak sevme mevsimidir. Gökçenur YAZAR

9


Ecem KAYA // Tanzimat Fermanı

EDEBİYAT

Bir solukta okunan şiirleri sevmiştim hep, vurgusuz filan… Ben samimiyetten yana oldum. Afili, süslü püslü cümleleri sevmezdim de onlar hep senin ağzından dökülsün diye bekledim. Hava soğudukça kurumunu dök istedim. Sıralı tam liste nefret söylemi çıkardım, baş sıraya seni ekledim, sonra ülkenin ruh halini ekledim, belki konuşarak anlaşırım diye sınıftaki robot kızı sona ekledim. Robotlar, konuşarak anlaşamazmış aklında bulunsun 4. Sanayi devrimini şimdilik erteledim. Devrim dediğin sanayide olmaz zaten kansız geçen her devrime inovasyon diyorlar bizim buralarda. Newyork’tan gece yarısı haberlerini bildirdim: “Nisan sonu 4 lira olması beklenen dolar, parasını dolara yatıranları üzdü”. Bankada çalıştığım sıralarda bir avukatla tanışmıştım. Deniz, orta boylarda, neşe saçan güzelce bir kadındı. Tuvalette ayna karşısında Grup Yorum söylerdi. Madem dünyanın düzeni böyleydi, kim değiştirmeye cüret edebilecekti ki? Dünya bir düzen miydi düzülen mi yoksa tamamen bir düzenlikten mi doğmuştu? Termodinamiğin ikinci yasasını senin için hatırlatmak istedim: Dünyadaki enerji sabit olsa da enerji sürekli olarak düzensizliğe gidecekti. Doğa koca bir düzensizlik bütünü aslında. Söylesene, Dünyayı bir düzen içine almaya çalışmak yalnızca potansiyel enerjiyi biriktirmek miydi? Clausius, Deniz’i hiç tanımadı ya da Soma’da ölen madenciyi, sigortasız çalışan çocukları, tütün sararken hayal kuran fabrika kızını. Hiç tanımadı elleri nasırlı, sendikasız işçiyi, seni veyahut beni. Fakat eminim ki, tahayyül edeceği düzen bu değildi. Sen istedin ki Dünya dönsün değişsin ve güzelleşsin her şey. Oturdun, düşündün, okudun, içtin, gezdin, tozdun ve istedin ki değişsin dünya sen beklerken. Sen hep değiştikten sonraki hayallerde yaşadın. Kendine kurduğun imparatorluklarda büyüttün afili fikirlerini ve takdirleri tükettin. Sen izledin seni, beni ve bu koca tanzimi, izledin yalnızca. Tüm bu düzeni addetmeden önce, istedim ki hatırla: “Bu dünya bizim, Onlara Kalmayacak/ Savaşan kazanır sonunda”

Melis Özge GAYRETLİ // 4-4-2

1 ÖNERİ

1Film

A Man Called Ove ( Hannes Holm, 2015) Paterson ( Jim Jarmusch,2016) Hungry Hearts (Saverio Costanzo, 2014) Incendies (Denis Villeneuve, 2010)

1Müzik

Death in June - All Pigs Must Die Wovenhand - Dirty Blue Interpol - Obstacle 1 Barns Courtney - Glitter + Gold

1Kitap

Marcel Proust - Kayıp Zamanın İzinde Guy Delisle - Pyongyang 10


EDEBİYAT

Şeker // Deniz ALGAN

Bir pazar günüydü. Dünyadaki bütün renkler gitmişti gözümde. Etraf karanlık değildi. Etraf biraz sarı, biraz yeşil, biraz maviydi. Evet, kesinlikle etraf maviydi. O kulak tırmalayıcı salak saat yine çalıyordu. Sabah olmuştu. Yatağıma yapışmış gibiydim. Kalkamıyordum. Yine o lanet olası ağırlık çökmüştü üzerime. Kendimi toparladım. Yataktan kalktım ve banyoya doğru yürüdüm. Gözlerim şişmişti. Sakallarım diken tarlası gibi olmuştu. Ayyaşlara benziyordum. Yüzümü yıkadım. Su damlaları sakallarıma sıkıca tutunmuştu. Yüzümü sildikten sonra odama doğru yöneldim. Pijamalarımı fırlattım. Yine o takım elbiseyi giymem gerekiyordu. Kendimi Chucky gibi hissediyordum. Takım elbisemi giyip Chucky gibi olduktan sonra mutfağa yöneldim. Su kaynatıcıya su koydum ve kırmızı düğmeye bastım. Su kaynadıktan sonra kahvemi hazırladım. -Her sabah uykum açılması için kahve içerdim.- Dalgındım ve farkında olmadan kahvemi hızlıca dudağıma götürdüm. Dudağımı yakmıştım. O acıyla bardağı fırlattım. Halıya bütün kahvem döküldü. Temizlemeye kalksam işe geç kalırdım. Halıyı hiç umursamadan çıktım mutfaktan. Evden çıkmam gerekti. Evden çıktıktan sonra otobüs durağına yöneldim. Bir köpek gördüm. Sanki o da işe gidiyordu. Koşmaya başladı. O koşunca bende onun arkasından koştum. Kovalıyordum. Korktu ve daha da hızlandı. Bende hızlanmıştım. Otobüs durağına doğru koşuyordu. Yakaladım ve onu sevmeye başladım. İçindeki tüm korku gitmişti. Otobüs geldi. Köpekle beraber otobüse bindim. Şoför fark etmemişti. Otobüs kalabalıktı. Kapılar kapandı ve otobüs hareket etti. Köpek korkmuştu ve havlamaya başladı. İnsanlar paniklediler. ‘’Çıkarın şu lanet köpeği buradan!’’ Bazıları ise çığlık atmaya başladı. Çığlık atanlar kendilerini engellemek için ellerini ağızlarına götürüyordu. Bir tiyatro sahnesi izler gibi ben de onları izledim. Peki başrol kimdi? Neye uğradığını anlamayan köpek mi? Yoksa korkuya kapılan insanlar mı? Otobüsün camından yansıyan yüzümü gördüm. Başrol köpeği tiyatro sahnesine iten ben olabilir miydim? Şoför ani fren yaptı. Köpek acı çekiyordu. İnlemeye başladı. O acı çektikçe ben de acı çekiyordum. Kapılar açıldı. Bir adam köpeği gövdesinden tuttu ve dışarı fırlattı. ‘’Durun!’’ diye bağırdım. Kalabalığı yararak kapıya gittim. Otobüsten indim. Atılmadım. Kendim indim. Köpek korkuyla uzaklara kaybolmuştu. Artık iş yerine yürümek zorundaydım. Tiyatro zevkimi mahvettiler. Aslında hiçbir şeyin zorunda değildim. Sadece istiyordum. İş yerine doğru aklım bomboş ve aptal bir huysuzlukla yürüdüm. İş yerimi iki sokak geçtiğimi fark ettim. Geri döndüm. İşlek bir caddedeydi. İşlek insanların gittiği, işlek ve sıradan iş yerim. Gecikmiştim. Binaya girdim. Asansörün düğmesine bastım. Kapı açıldı ve içeri girdim. İçerisi leş gibi kokuyordu. Bir kat çıktıktan sonra indim asansörden. Merdivenlerden çıkmaya karar verdim. Merdivenlerde şişman ve kel olan, bütün klişeleri üzerinde taşıyan patronumu gördüm. Asansördeki kokuyu bu karşılamaya yeğlerdim. Patronum kalın kaşlarının altında duran iri gözlerini üzerime dikti. Bir şeyler zırvalıyordu. Uzunca cümleler kuruyordu. O an aklıma bir şarkı geldi. Bağırarak ‘’Çav Bella’’ şarkısını İtalyanca söyledim. Kel patronum bana bakmaya başladı. Ekledim: ‘’Kendimi bir apartman boşluğunda tıkılmış gibi hissediyorum.’’ Patron titremeye başladı. Onun da söyleyecek birkaç şeyi vardı. ‘’Biri güvenliği çağırsın!’’ Bunun sonrasında kravatımı çıkartmamı hatırlıyorum. Patronumu boğmaya çalıştığımı da az hatırlıyorum. Hayatımdan netlik kavramını çıkartmıştım. Hiçbir şey net veya anlaşılır değil. *** Nerede olduğumu bilmiyordum.Hatırladığım en son şey zorla bir arabaya bindirildiğimdi. Işıklı bir arabaydı. Kocaman bir binaya getirilmiştim. Etrafta aynı şeklide giyinmiş birçok adam vardı. Ellerime taktıkları kelepçe canımı acıtıyordu. Beynime de kelepçe takmışlardı. Bir odaya götürdüler. Odada sadece masa ve kocaman bir lamba vardı. Başımda dikilen adam abuk subuk sorular soruyordu. Birden dayanamayıp ayağa kalktım. ‘’Annemi istiyorum ben!’’ diye bağırdım. Sonra tekrar şarkı söylemeye başladım. Birkaç adam daha girdi... Uyandığımda hastanedeydim. Başımda yine aynı giyinmiş adamlardan vardı. Her yerde buluyorlardı beni. İçeri bir doktor girdi. Elindeki kağıdı adamlara gösterdi. Sonra bana şekere benzeyen o haplardan verdi. Uyudum... Uyandığımda yine başka bir yerdeydim. Etrafımda bir sürü pelüş hayvan vardı. Duvarlar bembeyazdı ve etrafta tıpkı benim gibi giyinmiş insanlar vardı. Ait olduğum yerdeydim. Şeker dedikleri o haplardan veriyorlardı. Biraz süt ve kurabiye. Bir sürü pelüş arkadaş. Bir deli başka ne ister ki?

11


Mert DEDEBEYOĞLU // ...

EDEBİYAT

Gözünü kapadığı demde gam bürür yüreğini insanın. Ne eksik feri gözünden, ne ıslığı kulağımdan. Gidince daha bir manidar sanki gezilen yollar. Oysa az mı gezdik taş kaldırımlarda, sen elini arkandan birleştirmiş türkü söylerken, ben dört tekerlekli mavi bisikletimle pedal çevirirdim. Beni rahatsız eden şey kağıda dökmek. Ne kadar derin olursa olsun sana ulaşamayacak olmak. Çok eskiye gidersek sanırım kışın salep, yazın soda-Nescafe-sigara benim için. Her ne kadar ben ufaklıkken karşılıklı bir pozumuz olsa da merak etme, sürmem ağzıma. Ama az paketini kırmadım ya kapının eşiğinde. En dik adamdın, en asil, en heybetlisi; ama hiç görmedim gözdağı verdiğini. Küçükken anneannemle arana yattığımda anlamıştım sırtının dikliğini, kollarım uzanmamıştı sana sarılmaya. İnsan geçmişten az şey unutuyor ancak şimdiden bir şey kazınacaksa, bilmelisiniz hep istemiştir beni yanında. Ben kapıdan çıkarken bir gün geldi yanıma. “Mert be...” dedi. “Gel be... Şunun şurasında görüşeceğimiz 20 - 30 sene.” Orada anladım onun da ciddiyetin farkında olduğunu. Hiç bu kadar açık söylememişti. Sonrasında fark ettik ki sevdiğin birini kaybetmekten daha çok yıkan bir şey varsa o da sevgisine güvendiğin, seni seven birini kaybetmekmiş. Ben tek torunundum, şimdi sadece birinin torunuyum dede. Neden bilmiyorum senin için Anıtkabir’e iki gül gönderdim. Sen seversin bilirim. Biri o biri sen sanırım. Mekanını aydınlatsın bu satırları okuyan gözler. Kaç kişinin yoluna ışık tutmuşsun kim bilir. Zaten tanırlar seni. Bastın bu sınırlara ayağını, yudumladın çayını, okulun önünden geçtiğin her seferde andın adımı. Zaten tanırlar seni, bu mürekkep ışık olsun onlara. Ben saçım ağarmış, bu yırtık sayfayı saklarken yıllar sonra, yolumuz bir olsun. Mekanın cennet olsun.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü

©Burcu KAPLAN

FOTOĞRAF

©Kübra SÖNMEZ

12


EDEBİYAT

Kedilerim Vardı Öldüler // Zehra YELER

“Radyoda söylenmeyen bir ölüm sessizce kepenklerini kapatır” Ahmet Erhan “Kedilerim vardı hocam benim... Suriye’de... Dokuz taneydi, bir gözü mavi bir gözü kahverengi, bembeyazlardı. Kocaman bahçesi vardı evimizin. Çok severdim. Ama...İşte...Öldüler...” Gözlerimin içine baka baka söyledi bunları. Gözleri dola dola, yutkuna yutkuna dökülüverdi cümleler kesik kesik. Sonra dikti gözlerini gözlerime “Hadi hocam!” der gibi baktı, “Hadi bir şey söyle dağılsın şu kara bulutlar...” Saatler süren saniyeler boyunca sesimi çıkarabilmek için, akmaya hazır bekleyen gözyaşlarımı durdurabilmek için dudaklarımı ısırdım. Nefesimi kontrol edebilmeye başlayınca ise ağzımdan çıkan tek şey “Burada da kedilerin olur.” oldu. Hadi canım dediğinizi duyar gibiyim, ben de öyle dedim sonra, ama içimden. Helal dedim kendime, keşke hiç açamasaydın o ağzını. Bu saçma tepkimi bile öyle naif karşıladı ki ben utandım. “Olur da hocam, öyle olmaz.” Öyle... Şimdiye dek bu kelimenin bu kadar ağır çınladığı olmamıştı kulağıma. Bu dört harf 16 yaşında ufacık bir yüreğin neler taşıyabildiğini tüm çıplaklığıyla serdi önüme. Hissettiklerini daha başka anlatamazdı zaten. O kadar ağır geldi ki bu kelime; hele ki bir de içlerinde dik durabilmek için en çok çabalayanın, duygularını en çok saklayanın dudaklarından dökülünce... Bu yüzden de o kadar tepkisiz kaldım karşısında. Haftalardır zırhına sıkı sıkıya sarılan çocuk, bir anda, tüm samimiyetiyle içindeki acıyı paylaştı. Meğer bir anda değilmiş. İki gün önce bir otobüsün hamile bir kediye çarptığına şahit olmuş, hemen koşmuş caddeye ama çoktan ölmüş kedi. Tabii yavruları da... Böyle dedi. “O da öldü hocam, iki gündür gözümün önünden gitmiyor, ağlıyorum.” Şu an yazarken ben de ağlıyorum. O mesele değil; ben ağlarım, o da ağlar. İnsanız. Ama fark şu: ben ağladığımı söylerim, o gizler. Yani gizlerdi. Bu zamana kadar. Zaman zaman duygularını paylaşanlar olurdu ama o hep duymazdan gelirdi. Ama o gün, o sınıfta hepimiz onu duyduk, aslında bir anda birbirimizi duyar olduk. O yüzden kıymetli bir andı benim için, her ne kadar duyduklarımla başa çıkamasam da paha biçilmez bir andı. Çocuklarla ilk tanıştığımda içlerinden birkaçına ulaşmanın zor olacağını anlamıştım, o da o birkaç kişiden biriydi. Deselerdi ki bir gün karşına gözleri dolu dolu geçecek, ihtimal vermezdim herhalde o zamanlar. Akşam eve dönerken sol göğüs kafesimin üstünde dünyanın bütün yükü, kulaklığımda Pinhani - Kurtar ve mütemadiyen yutkunmak suretiyle içime akıtmaya çalıştığım gözyaşlarımla düşündüm. Ben hikayenin kilometrelerce uzağında bana anlatıldığı kadarıyla bile baş edemezken milyonlarca çocuk bunun katbekat fazlasıyla hayatına devam etmeye çalışıyor. Ki sorsanız onlarla empati kurabildiğimi düşünürdüm. Öyle kolay değilmiş. Bu çocuklar sadece salıncaklarını, koşturdukları sokaklarını, okudukları sıralarını bırakmamışlar; geride hayvanlarını da bırakmışlar. Aileleri onları o karanlıktan bir şekilde kurtarmayı başarmış ama onlar sütünden, mamasından sorumlu oldukları hayvanlarını o enkazda bırakıp gelmek zorunda kalmışlar. Ne kadar uğraşsanız da önem verseniz de tümüne vakıf olamıyorsunuz. Öyle ağır ki kalpleri, birazcık açmaya yeltenseler altında eziliyorsunuz. Hiç unutmam, 4 Şubat 2007, bir sabah uyandım Hüsnü ve Boncuk kafeslerinde yatıyorlar. Kuşlar böyle yatmaz ki dedim kendi kendime. Annemi çağırdım. Baktı, hiçbir şey söylemedi ama ölümü gördüm gözlerinde, sormadım ben de, ağladım. Hiç silinmez gözümden o son gördüğüm halleri. O niye unutsun peki? Onlar niye unutsun bahçelerindeki tavşanı, evlerindeki kediyi? Bombaların altında oldukları için mi? Onların olmayan bir savaşın ortasında kalakaldıkları için mi? Annelerini, babalarını, arkadaşlarını, kardeşlerini savaşta kaybettikleri için mi unutsunlar ölen kedilerini? Unutamıyorlarmış. Unutamayacaklar da... Ama öyle güzel ki çocuk yürekleri, şanslı olup da gördüğüm her an bu karanlık dehlizde onları nasıl muhafaza edebiliriz diye beynimi kemiriyorum. Bu her yere sirayet etmiş kötülükten onları nasıl koruruz, onlarla birlikte biz de bu azaptan nasıl kurtuluruz bir yol bulmaya çalışıyorum. Unutmayalım artık ne yaparsak yapalım “öyle” olmayacak. Biliyorum, bazılarınız okurken “Sadece mülteci çocuklar mı var?” diyor bense bunu yazarken sadece “Mülteci çocuklar da var.” diyorum. En azından biz bir olalım. Tez zamanda. Yeryüzünün suyunu çıkardılar çocuk, paramparça ettiler buraları, kılıfını da uydurdular, sana bana sormadan çizdiler tüm sınırları, ayırdılar tüm renkleri. Ama sen gel, biz bir olalım; birlikte göğe bakalım. Sen gel, gökyüzü bizim olsun, yolumuzu yıldızlar göstersin, bir olalım artık.

13


Ahsen Kübra ÇAYCI // Travel-Bag

FOTOĞRAF

Sunset in Lisboa, Portugal

Casa Milà, Barcelona

Parc Guell, Barcelona

Cathedral de Barcelona

Murat BİNGÖL // Kekeme Militan

ŞİİR

Sabahı beklerken kabus gibi göz çukurumdaki mor Yorganıma düşen çiğ, bir çingene eteği rengi Talaş doldurdum gövdemin senden esrik enkazına Ne bastırabildim öfkemi ne de uyuştu dilimin pelti. Sana yazdığım dizelere gömdüm kör neşterle kestiğim düşlerimi Kitaplar biriktirdim, hiç gidilmeyen şehirlerin otobüs biletleri Düşümde göverttim paslı anılarla beynimde gıcırdayan sesleri Aşk kirli bir kelimedir, yalnız parmak ucuyla okşanan Duymak için sesini, hayata bir es verin. Yüreğimde yaktığım ateşte hece hece dövdüm kendimi kestiğim şiirleri Bu yüzdendir ki aynada ki yansımama kekeme bir militan deyişim. 14


FOTOĞRAF

©Ecem KAYA

EDEBİYAT

Ali İsmail // © Alp KOÇAK

Gidebilmek // Aysu GÜRMAN

Düşündüklerim, bırakamadığım hayallerim, göz yaşlarım, sözcüklerimle hissettirdiklerim, akıllanma yolundaki tercihlerim, yapmaktan vazgeçtiklerim...

Hepsinin söylediği tek bir şey var: Herkesi memnun edemezsin. Başkalarını memnun etmek adına yapabileceklerimi fısıldar içim bana. Bundan birkaç yıl öncesine kadar kimsenin duymadığı, sadece benimle konuşan bu fısıltıyı takip ederdim. Olabildiğince herkes için koşuştururdum. Böyle böyle geçiştirdim günlerimi. Sürekli sorular sorduğumu hatırlıyorum kendime, verdiğim cevaplardan tatmin olmadığım sorular. Güya istediği buydu, niye böyle dedi ki? Şu an her şeyin farkında olması gerekmiyor muydu? Neden işe yaramadı, oysaki kendisi demişti bana? Yaptıklarımdan kendimin memnun olmadığı gibi, kimseyi de memnun edemediğimi fark ettim. Herkesi memnun edemezmişim, herkes aynı anda memnun olamazmış. Bunu anladığımda yorulmuştum. Yorgunluk öğretti bana önemsememeyi, uğraşmamayı. Belki de çabamı sadece kendime saklamayı. İyi olmakla, kötü olmakla alakası yok bu işin. Birileri mutlaka konuşuyor, hep konuşuyor; içindeki fısıltıyı fark etmeden. Her boşluğu değerlendiriyorlar, buldukları boşlukta yerlerini alıp başlıyorlar konuşmaya. Memnuniyetsizliklerini bu şekilde gösteriyorlar. Sizin kendiniz için aldığınız kararlardan bile memnun olmadıklarında bunu dile getirmekten çekinmiyorlar. Üzüp üzmedikleri umurlarında bile değil. Onları mutlu edemediğini görmemek için gitmek bir çözüm olabilir mi? Yoksa gideceğini öğrenmek onlar için daha büyük bir memnuniyetsizlik mi? Kim bilir belki onlar da gidemediklerinden böyledir. Bırakamadıklarından, yeniye yol almaya karar veremediklerinden.. Evet, kabul; kolay olan gitmek, zor olan kalıp hayatı daha anlamlı kılmak. Ama ben yine de gitmek istiyorum. Hadi kalkın gidelim. Yeter ki gidelim. Boş verin, gideceğimiz yere yolda karar veririz...

15


Zeki Can YILMAZ

1 ÖNERİ

Havaların ısınmasıyla beraber, biz de bu ısınmayı haliyle hissederiz. Özellikle bu zamanların en sevdiğim özelliği; tene çapan o ılık esinti hissi. İnanmayacaksınız ama size bu hissi ruhunuzda yaşattıran bir grup keşfettim: ‘Dolu Kadehi Ters Tut’. İlk başta “Ooo yine dandik isimli ünlü olmaya çalışan, sıradan bir indie grubu” dedim, sonra “Yapma N’olursun” isimli şarkısını dinledim. Müzik olarak çok iyi sayılmaz fakat sözleri, solistin sesiyle birleşince siz de farklı olduğunu anlayacaksınız temiz ve samimi müzik yapıyorlar. İkinci olarak en sevdiğim şarkısı “#22” sonradan bunu da dinlemenizi tavsiye ederim. Kısaca, 1 öneri: Dolu Kadehi Ters Tut – Yapma N’olursun

Onur Deniz AKAN // Cafe Linzer (innen)

ŞİİR

Kendini taşıyamayan koltuklar, Rastgele siyah beyaz fotoğraflar, Bastıkça gıcırdayan döşeme… Cızırdayan eski radyo, Bozulmuşçasına aynı kanalda ısrar ediyor. Tanrım! Aydınlık, güpegündüz bu havada, Bu karanlık neden? Gerek var mıydı bu kadar lambaya? Kaç farklı çifti misafir etti Şu önümdeki masa… Ne olacak? Ne yapacağım, Biraz sonra sokağa çıktığımda? Ne zormuş! Hayat, Seni sevip koyacak bir yer bulamayınca. 16


ANKARA’DA 1 MEKAN

Su ERTEN

Varuna Gezgin- Cafe Del Mundo // Tunalı Güzel üniversitemin güzel insanları! Merhaba :) Bu ay sizlere kaybolurken rast geldiğim ve çok fazla sevdiğim bir yeri anlatmak istiyorum. Rotamız Tunalı sokakları! İsim, Varuna Gezgin! Öncelikle tarihçeden bahsedeyim. Gezgin bir grup insanın hayaliymiş bu mekanın zincirini kurmak. Gezmek için zengin olmak gerektiğine inanmayan, imkansızı mümkün kılan bir grup gerçekçi hayalperest… Birçok değişik ülkeye gidip farklı farklı kültürleri bir araya toplamaya çalışmışlar. :Öncelikle bu bilgi harmanını Eskişehir’de bir araya getirip ilk şubelerini açmışlar. Eskişehir’de doğan, Ankara ve İzmir’de büyüyen bir mekan zinciri burası. Şöyle bir etraftan bahsedeyim sizlere, bir duvar tamamen kitap dolu. Kafenin tam ortasında bar kısmı var. Etrafta duvarlarda her yerde bir sürü harika aksesuar var. Dünyanın farklı farklı noktalarından alınmış biblolar, posterler ve çıkartmalarla dolu. Bak bak doyamadım etrafa.. Bu arada bu güzel mekan hayvan dostu, evcil hayvanınızla gelebilirsiniz. Birazda yiyecek içecekten söz edeyim. Birçok ülkeden harmanlanmış bir menüsü var. Tayland’dan bile bir tat var. Etrafımdaki birçok insan da kahvaltı için gelmişti. Yani ne zaman açsanız uğrayabileceğiniz bir yer burası. Ayrıca çok geniş bir içki menüsü mevcut. Dünyanın en ünlü biraları varmış. Özellikle Belçika biralarını çok önerdiler, aklınızda bulunsun :) Uzun lafın kısası, bence bir vakit ayırın ve mutlaka uğrayın, eminim hoşunuza gidecek. Umarım güzel anılar biriktirip huzur bulabileceğiniz bir yer olur. Güzel günler dilerim, sevgiler!

© Su ERTEN

17


Neler Yaptık? KARA fanzin

KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER

KARA fanzin

ARALIK2016 // NO.2

KARA fanzin

KARA fanzin

subat2017 // NO.3

mart2017 // NO.4 KASIM2016 // NO.1

*Online etkinlik olarak açtığımız ve gönderdiğimiz görsel üzerinden üyelerimizin 10 kelimelik hikayeler yazdığı ‘‘10 Kelime 10 Hikaye’’ fanzinimizde yer aldı. * Sütün Birleştirici Gücü Kara Fanzin yazarları ile bir araya geldi! 4 aylık deneyim üzerinden fanzin tartışıldı, olumlu ve olumsuz detaylar eleştirildi. Grup daha sık bir araya gelmek üzere olaysız dağıldı. * Renk, Dans! Kültür-Sanat Topluluğu, 2 hafta haftada birer saat olmak üzere, dans workshop serisi gerçekleştirdi.

*UNUTMADAN

TEDÜ Kültür- Sanat Topluluğu Genel Kurul Toplantısı

15-26 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek.

Detaylar için takipte kalın! 18


Üret & Paylaş Platformu Ürettiğiniz & Paylaşmak istediğiniz içeriği bize gönderin:

tedukultursanat@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.