Karafanzin no.7

Page 1

KARA fanzin

ekim2017 // NO.7


BİZ KİMİZ?

ÜRET & PAYLAŞ mottosu ile 2012 yılında TEDÜ’ye farklı bir renk olalım diye TEDÜ Kültür-Sanat Topluluğu’nu oluşturduk. 2016 yılına kadar birlikte gezdik tozduk, sergiler açtık, çeşitli sanat etkinliklerine ev sahipliği yaptık, etkinlikler

düzenledik

ve

aşırı

eğlenip

aşırı

doyurduk

ruhumuzu.

Fark ettik ki bunlar bize yetmemeye başladı ve yaptıklarımızı, deneyimlediklerimizi paylaşmak istedik. 2016 yılının başlarında üret-paylaş platformunu kurduk ve 2016 yılının Kasım ayında bu platformundan beslenen

Kara Fanzin’i yayın hayatına başlattık.

Aysu GÜRMAN Ecem KAYA

Melis Özge GAYRETLİ Zeki Can YILMAZ

Zeynep ÇAKIR

Deniz ALGAN Su ERTEN

Ateş Furkan AYDIN Onur Deniz AKAN

1

Dizgi - Grafik Tasarım : Melis Özge GAYRETLİ Kapak Fotoğrafı : Gizem CEBECİ

Bora AKPINAR


İÇERİK EDEBİYAT

Çağıl Mert KURTOĞLU | Ecem GÖNAL | Canan ASLAN Aysima ÇELİK | Deniz ALGAN | Bagi ÖZMEN Sibel SAYYIDAN | Ataman İÇER | Pınar PÜRÇEK

İLLÜSTRASYON & GRAFİK Aybüke AKSOY | Ecem KAYA

SİNEMA

Ateş Furkan AYDIN

FOTOĞRAF

Kübra SÖNMEZ | Ecem KAYA | Gizem CEBECİ Ozan Eren ÜÇGÜL | Melis Özge GAYRETLİ

1 ÖNERİ

Zeki Can YILMAZ

ŞİİR

Özgecan SAYKAN | Toprak TÜRKER | Zeynep ŞARKAYA Mustafa USLU

ANKARA’DA 1 MEKAN Su ERTEN

KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER

Fanzin Komisyonu 2


EDEBİYAT

Paskalya // Ecem GÖNAL

Ölüme yakın değilim Hayatta değilim Kendi küllerimi savurdum bu kıyıya Kendimle vedalaştım Kendime ağladım Pazara çalan bir Çarşamba gecesiydi hâlbuki. Bir paskalya yumurtası boyadım turuncuya çalan boyalarla. Ucu bucağı olmayan gökyüzüne kaldırdım başımı, ahlaksız dilekler diledim kendi yarattığım tanrıdan. Bir sigara yaktım. Nirvanaya doğru yola çıktım. Çok yazık, her şey karmakarışıktı. Deniz kıyısı kırmızıyken, ufuk çizgisine doğru bordonun hâkimiyeti gözle görülür hale geliyordu. Sırt üstü uçuverdim kırmızılığa. Kafamı suyun üzerine çıkardığımda, nefesimi tutmak bir hayli zordu. Ciğerlerimden kurtulmak hayata dair planlarımın arasında birinciliğe oynuyordu. Bir sonraki durağım sapsarı gökyüzü oldu. Dalıverdim göğün buz gibi sularına. Yolum bir yengeçle kesişti. Takındığı vakur tavır ilgimi cezbetti. Hava kararmaya başladı, yola birlikte devam etmeye karar verdik. Hava karardıkça adımlarını daha temkinli atmaya başladı. En ufak seste, zeytin ağaçlarının arkasına saklanıyor; güvende olduğundan emin olduğunda yola koyuluyordu. Konuşmasına gerek yoktu birbirimizi tanıyabilmemiz için. Onun için önemli olan hiçbir şeyin, muhtemelen benim için hiçbir önemi yoktu. Ben ihtimallerle cebelleşirken, ürkütücü bir gök gürültüsü kulak patlatacak kıvama geldi. Yengeç, hasırdan bir kuşun üzerine atlayıverdi. El sallamak için davrandığımda, o çoktan gökyüzünün soğuk sularının arasında gözden kaybolup gitmişti. Korkunç bir baş dönmesiyle patlamaya yüz tutmuş ciğerlerimdeki son nefesi verip, kendimi aşağı bıraktım. Baş ağrısı kaçınılmazdı. Kendimden geçtim. Her üç saniyeme birer rüya sığdırıp, bilinçaltımdan çok şey bekledim. Gün aydı. Denize karşı bir balkonda zırvalama sanatıma yoğunlaşıyorum. Manası olmayan her kavrama sığınıp, büyük anlam barındıranlardan koşar adımlarla kaçıyorum. Bilişsel dürtülerim bunca zaman beni ele geçirmişken, ben tarafından uyuşturulmuş beynimle buralardayım. Tanrımı sizinki kadar vefasız yaratmayı becerememişim. Beni küllerimden doğurdu. 3


EDEBİYAT

Çağıl Mert KURTOĞLU // VE EYLÜL,

Say ki, duvarlar deniz ve ateşe meyil gönül evvelinde bir kopuştur sazım, ölüm ve dirim kurtuluş-tur sanar kalan ısrar bir bakıştan bir karadır ışık gözüm, arar seni telaş ve yaradan.

geçtik, gittik. kuru terin tuzu kaldı saklı tende. hasret, elin, avuç yetim. her gidişin gelişini ben sayalı çok oldu.

düştük, birlikte.

Say ki,

Say ki,

© Gizem CEBECİ

4


İLLÜSTRASYON

Aybüke AKSOY

©Aybüke AKSOY

ŞİİR

Zeynep ŞARKAYA

Ölmeyeceğimden eminim bu gece. Ne kadar susuyorsam o kadar duruyor zaman. Dünyanın sonuna koşmuşum da asılı kalmışım. Günlerden kırmızı. Ezberlediğim şiirleri unutmaya başladım. İbrahim’i putlarla yalnız bıraktım. Kuyunun dibi mi yok,ben mi hep daha derindeyim-sormayı bıraktım. Yusuf anlar kuyunun dilinden. İçime çöreklenmiş bir Ahmet Haşim var. Trajikomik hayatımın asi melal meraklısı. Aklımın başıma teğet geçmesine sebebiyet veren şeyler var dedi içim, sessizlik- dedi daha içim. Dünyayı sığ almış hayallerim vardı. En çok Rilke kadar hayali yaşardı çocuk. ‘Yaşamak kendini yakmak ve yine de ısınamamaktır.’ Kül olduk be Nietzsche. 5


Ateş Furkan AYDIN //

Uzaylı Da Olsa İnsan İnsandır

SİNEMA

Hepimizin malumudur ki her insan, iyi bir şekilde yetişebileceği şartlar sağlandığında özeldir ve güzeldir. Ancak başka bir gerçek daha var ki, o da bireysel ele alındığında akıllı ve mantıklı olan bu insanların bir araya gelip bir topluluk oluşturduklarında yaşadıkları zeka kaybı. Birim elemanı dünya üzerindeki en gelişmiş entellektüel yaşam formu olan bir toplum, kendince bir canlıymışcasına hareket ettiğinde ortaya çıkabilecek aptallık düzeyi beni her seferinde hayretler içerisine düşürüyor. Tamam, ülkemiz bu duruma uyum sağlamak için dünyadaki en ideal noktalardan, ama yine de alışmak zor. Bu acı gerçeği her alanda gözlemleyebilirsiniz, veya bu fanzinde gayet seviyeli yazılar yazıp döktüren insanların (kendimi hariç tutuyorum) bir araya geldiğinde yaptığı leş sohbete şahit olabilirsiniz, ancak benim odaklanmak istediğim kısım sinema. Daha net olursak; yeni Alien filmleri. Ridley Scott, ilk Alien’ın yönetmeni, 2012 çıkışlı Prometheus için yıllar sonra tekrar Alien serisine döndüğünde fırtınalar kopmuştu. Her şeyi başlatan deha, bir prequel filmi için ortamlara dönüyordu. Fakat yüksek beklenti, seyirciler filmin neye benzediğini gördüğünde yüksek öfkeye dönüştü. Bunun sebebi filmin kötü olmasından çok, geleneksel anlamda bir Alien filmi olmamasıydı. Bu ne demek? Filmde sağlı sollu insan yiyen bir uzaylı yoktu demek. Yanlış anlaşılmasın, Prometheus dünyanın en iyi filmi falan değil, izlerken göz devirten anları da var (Normal şartlarda “bilim insanı” olan tiplerin aynı ortamda buluşunca uzaylı sevmeye karar vermesi gibi). Fakat her şeyin ötesinde Prometheus, Scott’ın anlatmak istediği taze bir öyküydü. Korku elementlerine yüklenmek yerine buram buram bir keşif ve macera hissi tercih edilmişti. Bilmem kaç yıl önce çekilmiş ilk filmi tekrarlamaya gerek duyulmamış, yeni temalarla uğralışmış ve “Biz nereden geldik?” gibi tanrısal ve yaratılışsal sorulara yer verilmişti. Bunlar kimseye ilgi çekici gelmiyor olsa bile, ortada kafasındaki yeni fikirleri insanlarla paylaşmaya çalışan bir yönetmen vardı. Peki sonra ne oldu? Bir Cuma akşamı 2 saat boyunca mısır yeme hevesiyle sinema salonuna girmiş, o esnada da hazır gelmişken filmi izleyip aradığı Alien aksiyonunu bulamayan bir yığın insan, filmi yerin dibine soktu. Hal böyle olunca da, 5 yıl sonra Ridley Scott bize Alien: Covenant’ı fırlattı. Covenant öyle bir film ki, bazı sahnelerde Ridley Scott filmin akışını kesip araya “Alın size uzaylı!” diye bağırdığı bir kaydını sıkıştırabilirmiş. Mısır yiyiciler’in aradığı film burada. Bir sürü uzaylının yanında, duş seksi yaparken bir anda kan içinde kalıp çığlık atan çıplak kadın sahnesi bile var! İşin üzücü tarafı, adam yine yaranamadı, filmin aldığı tepki eleştiriler genelde negatif. Yine de bu kadar lafıma rağmen açık konuşacağım; filmi diğer insanlara nazaran daha çok beğendim. Ancak bu durum, Scott’a imkan tanınması durumunda gerçekten Prometheus’ta anlatılanı devam ettirseydi izleyebileceğimiz şeyin sonsuza dek kaybolmuş olmasının öfkesini dindirmiyor. Scott filmlere devam edeceğini söylediyse de mısır yiyiciler’i mi tatmin edecek, yoksa kendi halinde mi takılacak (izin verilirse) ikilemi beni çok korkutuyor. İşte bu yüzden sinirliyim insanoğluna. İyi halt yediniz. Evet, ne savaşlar, ne de adaletsizlik; beni geren şey cesurca kafasına eseni yapan bir vizyonerin yolunun kesilmesi. Bu da benim topluma karışınca ortaya çıkan seviyem.

6


EDEBİYAT

Sibel SAYYIDAN

Hiç bitmeyen hayallerimiz vardı. Ardı arkası kesilmeyecek kadar esnektiler. Ne zaman ki eğip büksek doğruları, gerçekliği çok uzakta bekler olduk. Hali hazırda göremediğimiz rutinin dışındaki güzellikler yüzünden, güzellik tanımımız üzerinden onca insanı çirkin kılan hikayeleri kaleme aldık. Hiç kullanılmayan cümleleri sipariş ettik yeniden anlam kazanmak için veyahut kürekle bir in kazmak niyetine dillere pelesenk olduk. Pahalıydı hayallerimiz saat gibi kurardık ve öylece umut ederdik kahraman olmayı biri için. Hiç bitmeyen hayallerimiz vardı ama kırmaya kıyamayan kimsemiz olmadı. “Ya biterse” doğrultusunda kabuslara gömülürdü “gitmesen” diye kurduğumuz evler. “Gidersen” doğrultusunda hezeyana uğrayan sabahların hiçte parlak görülmeyen gelecekleri vardı. Üstelik “belki” muhakemesinde giyotinlerin celse celse ödenen yarınları vardı. Buna rağmen hiçte bitmezdi hayallerimiz ve yanılıyorduk. Yanılıyorduk çünkü, doğrusu esnek sandığımız o hayalleri sert ve dümdüz bir çizgiye inşaa ettik. Bunun yanında yaşadığımız kader adındaki o yolla başkalarının hayatlarıyla çarpıştık. Öyle ki başka hayallerin esnetmelerinde kırılıverdik. Pusluydu gözlerimiz, gördüğümüz yansımalardan ziyade iki dudak arasında köreldik. Öyle ki pasifize edilmiş rollerin silsilesiyle büyüdük ve büyüttük olağanca hataları aynı safsatayla. Biz hayallerde göç eden aklın yalnızca kurmaya üşenmediği eylemler kadardık ve her dayak yediğimiz sevdadan nasır tutarak öğrendik hayallerin değil hayatın gerçekliğini. Öyle net konuştu ki hayat hep, sadece bizlerin kırıklarımızı yapıştırdığımızdan daha devasaydı içindekiler. Yinede hiçbirimizin yüzleşemediğinin aksine, sığ olmayan hayallerin bile bir kırılma noktası vardı. Çünkü insan yalnızca tüketmekten ibaretti. 7


Canan ASLAN

EDEBİYAT

Coğrafya derslerine eklensin; Türkiye’de geceler hep uzundur ve nadiren sabaha çıkar. Ülkede her şeyden habersiz yaşayan bir kesim var. Ne kadar da şanslılar. Şanslılar çünkü kalp çarpıntısına mahal vermeden olaylar geçip gittikten, yüreğimiz soğuduktan sonra öğreniyorlar her şeyi. Karaman olayını sosyal medyada konuşamasak o çocuklar o cehennemde yanıp gidecekti. Kim bilir daha kaç çocuk ateşler içinde... Ali İsmail hastanelik olduğunda vicdanen rahatsızdım çünkü babamla telefonda gündelik şeyler konuşuyorduk. Sonra dayanamadım ve “baba” dedim, “bir çocuğu dövmüşler ama çok dövmüşler, daha küçücükmüş.” Babamın sesinden anlamıştım içinin titrediğini. Şimdilerde yine küçüklere kıyıyorlar. Adalet(!) bakanı ‘küçüğün’ rızası varsa her şey olur diyor. Küçük diyor ama el insaf demiyor. Öyle ki toplumsal olaylarda topluma ulaşmak için acınızı dillendirmeniz gerekiyor. Ülkemizde en çok yarayı çocuklar alıyor. Yanıyorlar, istismar ediliyorlar ama bizim kılımız kıpırdamıyor. Tecavüzsüyle tekrar karşılacağını bildiği için kalp krizi geçiren 9 yaşındaki bir çocuk bile hiçbir şeyi değiştiremedi. Hayat bu, devam edecek diyebilirsiniz. Demelisiniz de zaten. İnsanoğlu, yarım kalsa da devam etmek zorunda. Tek bir farkla! Yarım kaldığını unutmadan. İstismara uğrayan çocuklara karşı o çirkin üslubu, Ali’ye vurulan o son tekmeyi, hayatımızın orta yerinde patlayan o bombayı, “hayalim yok” diyen Suriyeli çocuğu, her şeyden habersiz denizde boğulan Aylan’ı unutma. Bu saydıklarım yüzünden sakın karamsarlığa düşme. Çünkü dediğim gibi umut, sen inanırsan var. Değiştiremediğimiz, engel olamadığımız her şeyin tekrarlanmaması için ayakta kalacağız. Çocuklar bunların hiçbirini bilmiyor. Pırıl pırıl bir nesil için geç kalmış değiliz. Benden geçti diyorsun, ama bir çocuğun daha burnu kanamasın diye devam etmelisin. Devam et, en çok da böyle zamanlarda!

©Ecem KAYA

8


ŞİİR

Toprak TÜRKER

Belki sarhoşken görürüm seni Başka bir zamanda başka bir şehirde Belki uyuklarken yakalarım seni Bir köşe başında, bir başına Kusuruma bakma Terk edemedim seni Geçen onca zamanda Ne o çok sevdiğin kazağı giyebildim Ne de senle yürüdüğümüz sokaklardan geçebildim Şüphesiz her an aklımdasın Ne de çok şeyin vardı anlatacağın Sen anlatır ben dinlerdim Gözlerim bir bakışını Kulaklarım beni çağırışını arıyordu Yoldan geçenlerde ararken gözlerim seni Bir şaibede buldum kendimi Yüzünü bir yemin gibi kazımıştım aklıma Hiç bilmezdim gördüğüm her güzeli sen sanacağımı Umarsız şarkılara yakılan sigaralar Boşa harcanan zamanlar Ve Sensizliğe açılan şaraplar Yokluğun bunlardan ibaret

9

©Ozan Eren ÜÇGÜL


Ataman İÇER // Serçe Küsmek

EDEBİYAT

yokmuş gibi, doyamadığım annemin kokusunu sende bulmuşum gibi, ait olduğum babaevim kucağında uyumakmış gibi, uyandığımda gülen yüzün sıcak ekmek kokusuymuş gibi, ellerin kuruyan dudaklarıma bir merhemmiş gibi, kavuşsak sen olacağım, kavuşamazsak yok olacakmışım gibi, gözlerinin küçüklüğü beni görmemen içinmiş gibi, ağlamak defalarca geri gelmeyecekmişsin gibi, uzakta olmak senden ölmüşsün gibi, anlatamamak kendini hiç türkçe bilmiyormuş gibi, anlamamak seni hiç yeni bir şey öğrenememiş gibi, her yerde seni aramak sanki her an karşıma çıkacakmışsın gibi, görmek her yabancıda seni sanki herkes sen olmuş gibi, özlemek her zerreni tanımadığım tende dolaşmak gibi, öpüşmek seninle hiç ölmeyecekmiş gibi, tam burada kokundan bahsetmek yerindeymiş gibi, yok olmak istiyorum kollarında şimdi suya düşmüş pamuk şeker gibi, unutmaya çalışmak ne saçma benim sanki hiç senim olmamış gibi, bir bakışın var bana bir yabancıya bakar gibi, kumdan kaleler gibi yıkıldım sanki senden önce yokmuşum gibi, sana gitme demek burada hiç olmadığını bilmiyormuş gibi, sana küsmek istiyorum haberin olacakmış gibi, ölsem sevinmeyecek, yaşasam üzülmeyecekmişsin gibi, yerinde olmak vardı seni anlayabilecekmiş gibi, kokundan bahsetmek her satırda daha önce hiç bahsetmemiş gibi, 10 kez ağlamak çok binlerce ağlamak azmış gibi, duvarımda, yatağımda, masamda, koltuğumda, mutfağımda, banyomda izlerini görmek; ama onlara bakmamak seni öldürmek gibi, yıllarca seni beklemişim de haberim yokmuş gibi, şimdi kapım çalacak da içeri girecekmişsin gibi, hiç bilmediğim bir yerdesin de hiç gelmeyecekmişsin gibi, ölmek şimdi daha kolay olan gibi, zor olandan hep kaçıyor olman gibi, her sigarayı sana yakmak kokunu içime çekermiş gibi, dolabımda bıraktığın birayı içmemek geri gelip içecekmişsin gibi, aynaya bakamamak içinden sen çıkacakmışsın gibi, kaçıp gitmek uzaklara seni bulacakmış gibi, sana ihtiyacım var; “gel” demek bütün kainata haykırır gibi, bunları yazıyorum sanki okuyacakmışsın gibi, unutmayı istememek seni sigarayı bırakmak isteyip de içmeyi sevdiğinden bırakamamak gibi, şairin de dediği gibi; bir gün ağlayalım bir gün gülelim; sevişen yaramaz çocuklar gibi, bir satır daha yazsam her şey tamam; ama buraya kadar yazdıklarım hep gereksizmiş gibi, sarılmak boynuna şimdi intihar eder

©Ataman İÇER

10


EDEBİYAT

Maskeli Balo // Deniz ALGAN

“Bu boktan baloya gitmek zorunda mıyım?” Maskeli balo. Elimde beyaz bir maske (merak edenler için; küçük dikdörtgen şeklinde ağzı var daha çok ince bir çizgiyi andırıyor. Kaşlarında çok az eğim var. Üzgün gibi görünüyor), üzerimde siyah bir takım elbise vardı. Nerden bileyim elimde tuttuğum maskenin suretim olacağını. Bilseydim daha düzgün bir şey seçerdim; ne bileyim beni farklı gösterecek bir maske. En azından üzgün suratlı maskeyi seçmezdim. Hatırlamaya çalışıyorum ama olmuyor. Neyin balosuydu bu? Bu boktan baloya nasıl gittiğim konusunda tek bir ipucu bile yok. Hatırladığım tek şey balodan sonra evime gelen kızın üzerimde zıplarken ki yüz ifadesi ve ağzından çıkan sözcükler; “Maskeni çıkarma. Böyle daha seksi oluyorsun.” Uyandığımda başım ağrıyordu ve tek başımaydım. Yüzümü yıkamak için banyoya gittim. Aynanın karşısına geçtiğim de dün gece taktığım maskenin yüzüm olduğunu fark ettim. Elimi yüzüme götürüp maskeyi çıkarmaya çalıştım. Ama olmuyordu. Elimi enseme attım maskenin lastiğiyoktu. Banyonun içinde bağırmaya başladım. Hiçbir faydası yoktu. Ancak 2 gün sonra alışabildim yeni yüzüme. İnsanlarda alışmışlardı bana. Galiba sanki hep bu maskeyle yaşıyormuşum gibi davranıyorlar. Hatta o geceyi anlattığımda bana delirmişim gibi bakıyorlardı. Bugün biraz düşündüm; aslında hepimiz maske takıyorduk o yüzden olsa gerek yeni yüzümü yadırgamadılar. Hemen alıştılar. Peki beni nasıl tanıdılar? Davranışlarımdan mı? Nasıl? Çevremdekileri boş verip biraz da kendimi düşünmeye başladım. Başka bir yüzle nasıl devam edeceğimi düşündüm üstelik yüzümün değiştiğini hiç kimsenin anlamamasına rağmen yine de düşündüm. Neyse ne. Karar verildi hâkimin tahta çekici kürsüye vuruldu. Ses kulaklarımda çınladı. Banyoya gittim. Aynanın karşısına geçtim babam dan kalma usturayı aldım. İçinden jileti çıkarttım. Yüzümün altından esas yüzümün çıkmasını umdum. Kesmeye alnımdan başladım...

11


FOTOĞRAF

©Kübra SÖNMEZ

Özgecan SAYKAN

ŞİİR

Umduğunu bulamıyor insan her zaman insanda Şiirlerini yıllardır yüreğimde büyüttüğüm, dudaklarımda yürüttüğüm Nazım da söylemişti aslında; Herkes kendinden sorumludur aşkta. Peki o ne yaptı demekten alıkoyamıyorum kendimi yine de Kimi zaman bir bebeği öper gibi usulca, bir anne edasıyla İncitmeden, kırmadan Bazen İzmir’in ılık esen rüzgarları gibi Terletmeden ama serinletmeden Bazen de Karadeniz’in yükselen hırçın dalgaları gibi Özlettiren fakat ansızın yüzüne çarptıran Ama çoğu zaman özlemekten delirir gibi Yılmadan ve usanmadan Sevmiştim oysa sevgili miydik severken bilmeden. Yine de hep var o soru aklımda Ayrılık da dahil mi sevdaya ? 12


EDEBİYAT

Sayın Seyirciler ...Şimdi Daha Da Seyirciler // Pınar PÜRÇEK

“Televizyonun içindeki gölgeler korkutuyordu sabrı, gelmiyordu kendine bir türlü gerçekliğin kanı, canı. Koparıcı bir çığlık kazıdı yansımalardan varlığını insanın ve bir an boş kaldı gölgesinde fikir ısrarcı aklın”. İşte boş yorulmuş körpe aklından geçenler bütün bunlar… Geceyi bölen bir sessizlik olsa bu kadar bağırmazdı yankıları düşüncenin. Neden sonra anlayınca başının ağrısı sadece “aptal kutusundan” değil, kendi de var o seyirli renk kozmosunun başında. Sonrasında yaptığı düşünmeye devam etmekti… Sabah kuşlarının uçmaktan yorulup direklere konuşu gibi, direklerin sapsağlam duruşu gibi, duruşların mütemadiyen değişmeyişi gibi şimdi önüne serilen kanallar, “kan alanlar” … Uyuşuyordu ilmek ilmek sökülen düşünceleri insanın tam da orta yerindeyken seanslaşmış ve geçip duran film şeritlerinin, sanki biraz daha taşlaşmış şimdi yüklendikçe ağrıtıyor kemiklerini… Kapalı gişe oynadığı duyuldu zihinde korkmuş ama cesur bir filmin, ne görüldü bileti, ne de ayırtabildi insan yerini… İçerdekiler mi dışarlandı, dışardakiler mi içerledi durumun ehemmiyetine bilinmez... Düşünce koridorlarını paspaslayan bir hizmetli canlansa gözünde her bir yere vurulan darbe gıcıklardı içini, işte o zaman koca bir kahkaha koparırdı gülünecek durumda olan kişi. Oysa en iyi bilendir temizlemeli aklını, cilalamalı fikri, sorsan bir sefer olsun şaşmaz doğrusunu da bilişi. Lakin bakınız bir kalkışma bile güldürüyor içini, az da olsa bilme durumu mu yoksa bilmemenin komedisi mi kendine güldüren o matrak durum ki kişiyi? Karmaşık koridorların pisliğini temizlemek zaman alır, dolambaçlarında kaybolunur seanslaşmış yaşamın ta özünden tutup çıkardığı kemikleşmiş, sonra nasırlaşmış şimdi daha kavruk, biraz da yanık kokan filtrelerimizin. Tek bir soruya yanıt gereksindi belki, ne zaman bu kadar tozlandı bu filtrelerimiz; süzemiyor içindekini, içinden geçip dışarı sızan ışığı ya da bir katil gibi sinsice yaklaşan kör geceyi. Sabah sabah gece kuşağına dönüyorken hayat, parmak uçları karıncalanıyor belleğin, çizilmiş, kazınmış, biraz da paslanmış ve karşısında ağzı açık kalmış camdan bir dünyanın bedeni, o her şeyi olmuş bilginin zamanla unutulanlar ve kalanların... Ama bir cevap lazım insana ve aniden fırladı yerinden, parmağını şaklattı: “İşte belki bu yüzden hatırlamayışın ve hatta okuduğunu üçüncüsünde kavrayışın”.

13


FOTOĞRAF

©Melis Özge GAYRETLİ

Aysima ÇELİK // Erken Gelme

EDEBİYAT

Bugün günlerden cumartesi saat 08.00 güneş ışıklarıyla beraber çalar saatin gürültülü sesi odama dolmuştu,yataktan kalktım ve biraz hava almak için pencereyi açtım kuşlar yine her zamanki gibi ahenkli bir şekilde bana günaydın diyorlardı.Sabahların en sevdiğim yanı kahvaltıydı,bugün fazla uğraşmayıp kendime kızarmış ekmek ve çaydan oluşan hafif bir kahvaltı hazırlamaya karar verdim ve mutfağa yöneldim.Su kaynadıktan sonra demliğe çayı koydum ve demlenmesini beklerken ekmekleri de kızartma makinesine koydum,çay ve ekmekler olduktan sonra kahvaltımı yapmak için balkona geçtim,balkon çeşit çeşit çiçeklerle kaplıydı ve ben gelir gelmez utangaç bir çocuk edasıyla karşılamışlardı beni,sandalyeye oturdum ve çayımdan bir yudum aldım bu sırada da balkonumdan beton kaplı şehri izliyordum,garip koskoca şehirde sanki tek çiçekli balkon benimki gibi.Tam bunları düşünürken o sırada bugün yapmam gereken ama unuttuğum çok önemli bir şeyi hatırladım.Tanrım!Bugün proje çalışması için saat 9’da fakülte dekilerle buluşacaktık.Kahvaltıyı masada bırakıp hazırlanmak için odama geçtim,dolaptan mercan rengi gömlek ve beyaz pantolon aldım,giyinmem uzun sürmedi çantama da birkaç şey koydum şarj aleti, ders notları, telefon, cüzdan ve anahtarlık. Çantamı alır almaz ayakkabılarımı giydim ve evden dışarı çıktım,kapıyı 2 kere kilitledikten sonra otobüse binmek için en yakın durağa yöneldim… Saat 21.43 sonunda eve varabilmiştim bu yorucu günün ardından sıcak bir duş hiç fena olmazdı diye düşünürken anahtarı anahtar deliğine soktum ve tek çevirmem ile kapı açıldı,garip oysa kapıyı 2 kere kilitlediğimden emindim.Tam o sırada siyah bir el beni evin içine çekti ve kapıyı kapattı,o an bütün vücudum uyuşmuştu hissedebildiğim tek şey adamın boğazıma dayadığı soğuk bıçağın hissiydi.’’Erken geldin.’’ dedi bana ,sanki kendi evime istediğim saatte girmek benim suçummuş gibi.Son olarak hissettiğim tek şey katilim boğazımı keserken damarlarımdan göğsüme akan sıcak kanımdı…

14


FOTOĞRAF

©Ecem KAYA

ŞİİR

© Gizem CEBECİ

Mechul Vakit // Mustafa USLU

Ve bir gün ‘’BİLSEN Kİ’’ kadının dilinden dökülen sessiz haykırışlar gibi yerle bir etti kendini. Ona göre bir saniyesiydi vaktinin, bana göre, bir ömür. Geçmişi ile yad ettiği bir serzenişti yaşamı. Ve yinedir ki,rüzgârın uğultusunun ‘’SENDEN’’ sonra, nefesime karıştığı bir vakitte bozuldu sessizliğim. Ona göre bir saniyesiydi vaktinin, bana göre ise bir ömür. Oysa ben, güzel bir vakittim. Mesela, bir öğle vaktinde,İki güvercin görmektim gök yüzünün uçsuz maviliğide. Ve hatırlamaktım, tüm eski zamanlardaki aşkları. Ya da uçmayı özgürlük sanan bir serçenin kafesten çıkış anıydım. Başka bir gözle ise, ağlayan bir kadının göz yaşlarından kaçmak için yukarıya bakıp ipi kopuk bir uçurtmaya rast gelme vaktiydim. Ve yahut kurtuluş parkında ondan başka kimse olmadığı halde,sanatını icra ettirmeye çalışan bir müzisyen ile dertleşmektim ben. Ben, güzel bir vakittim. Doğruluğu belli olanın hiç mi hiç tartışılmadığı bir zamandım, Bir çay bardağındaki az demli çayın,bardaktaki en ince noktasından içildiği vakittim. Yağmurun düştüğü zamanlarda çamura basmamak için, bir tümseği görüp,mutlu olduğu zamanlardım insanların. Ben güzel bir vakittim oysa, Bir şairin sevdalığı için, şiir yazmaya başladığı vakittim belki. Belki de en yalnız hissettiği anda insanın,kulağında çınlayan en sevdiği şarkıyla sevindiği vakittim ben. Bir keresinde ise ben, ‘’VAZGEÇTİM’’,demeye korktuğun andım. En güzelide, bu şiirin içindeki gizliliktim ben. Ben oysa sahiden güzel bir vakittim senin için, Mutluluğu, bir çocuğun perdelerin ardında saklandığını sandığın vakittim. En heyecanlı vakittim. Ömrünün göz yaşıyla sular altında kalmasına ramak kala, Sarışın,küçük bir çocuk elinden aldığın mektup zarfıyla mutlu olduğun vakittim. Şimdi ise, bir sigaranın küller mezarlığına gömülme vaktiyim... Ben, Vakittim, ve senin hiç vaktin yoktu...

15


1 ÖNERİ

Zeki Can YILMAZ // L.E.S.S.

Eski yıllara bir gönderme yapsak mesela; tarihe imzalarını atıp, sonradan kaybolmuş ve isimlerini daha önceden bilenler için nostalji olacak bir grup ‘L.e.s.s’. Bu grupla ilgili her şey resmen bir şehir hikayesi, ama en bilinenleri 2001 yılında dağılıp 2005 yılında müzik için tekrar birleşmişler, tabi ben ilk dinlediğimde 2011 falandı sanırım. Hatta, bu grubu dinleyenler olarak asla yayılmasını istemiyorduk o zamanlar. Şimdi ise o zaman dinleyen birisine söyleyince “‘Ooo sen dinler miydin?” tepkisini alabileceğinizin garantisini verebilirim. Punk ağırlıklı bir grup ama önereceğim şarkı sert değil aksine tatlı; L.e.s.s. ‘‘Bir Adın Yok mu?’’

Bagi ÖZMEN // Ihou

EDEBİYAT

Merhaba bayım. Yanınıza oturabilir miyim beslediğim tüm muhabbet ve saygıyla ? İzin verirseniz kendimi tanıtmak isterim. Adım Ihou. Lisans eğitimi alıyorum. Evet, Ankara’da. Kesinlikle, bir öğrenci için oldukça dayanılmaz bir şehir. Hayal gücümüz elimizden alınıyormuş gibi hissediyorum. Her şey siyah ya da beyaz gibi. Peki siz ? İyi giyimli, eli yüzü düzgün bir insana benziyorsunuz. Kafanızdaki fötre bakarak Yahudi olduğunuzu söyleyebilirim. Ya da Süleyman Demirel aşığı bir adam. Yahudi olmanız neden benim için bir sorun olsun ki ? Haşa, azizim. Yanlış anlamanızı istemem. Dedektifçilik oynamaya çalışıyorum sadece. Saatiniz, yüzünüzden okunan yaşınıza göre fazla klasik. Hatta cüretkar olarak ifade etmem gerekirse yaşlı işi bir saat. Lâkin şık. Ben de çok severim saatleri, özellikle turuncu olanları. Bir erkeğin edinebileceği yegâne aksesuardır. Bu saati taktığınıza göre kendinizi yaşlı hissediyor olmalısınız. Nerden mi anladım ? Ya giyim kuşama önem vermiyorsunuz - ki buna katılmıyorum, giydiğiniz fötrden tutun takım elbisenizin yeleğine kadar söyleyebilirim ki, estetik anlayış açısından doğa sizi kutsamış - ya da kendinizi olduğunuzdan yorgun, bitkin ve ihtiyar hissediyor olmalısınız. Hayat yordu demek ? Buna katılmıyorum, azizim. Sakın sizi yoran düşmanlarınız emelleriniz ve hırsınız olmasın ? Ya da belki sizi bu kadar yıpratan içinizde sürekli tekrarladığınız “daha çok”lardır. Hayır, azizim. Onu kastetmedim. Hiçbir şeye bağlanmadan, bir şeylerin peşinde koşmadan, put gibi, siyah-beyaz bir dünyada yaşamaktan bahsetmiyorum. Tabii ki sizin bilgi birikiminiz ve tecrübenizin yanında ben daha topraktan başını yeni yeni çıkarmaya çalışan bir filiz gibi kalıyorum lâkin geçtiğimiz ölüm, soğuk ve acımasızlığın mevsiminde gözlemleme fırsatı buldum kendi üzerimde. Her şeyin “bir” olduğu bir yaşamdan bahsediyoruz burda, azizim. Ölüm ve yaşam. Huzur ve huzursuzluk. Kazanmak ve kaybetmek. Hepsi “bir”. Sizi bilemiyorum lâkin ben imanını tamamlayamamış bir insan olarak kaldım. Eğer bir cennet varsa, onu burda bizler inşa edeceğiz. Demek siz de Camus okudunuz. O zaman neler diyeceğimi zaten biliyorsunuz. Camus’den farklı olarak size verebileceğim tek tavsiye, her şeyinizin “bir” olmamasıdır. Hayata dair bağlanabileceğiniz herhangi bir şeydir nefes alışımızı anlamlı kılan. Bunlardır bizleri büyüten. Köklerimizi salabileceğimiz bir topraktır yaşam. Sadece ne kadar derinine inmek isteyeceğinize karar verin. Evet, kesinlikle. Haklısınız. Siz zaten bağlanabilmişsiniz. Bu sizi ilgilendirmiyor. Sizi anlayabildiğim kadarıyla, unuttuğunuzu düşündüğüm gerçekleri hatırlatmak istedim naçizane, mütevazi kelimelerimle. Peki o halde, Camus dedik. Kitap okuyan bir insansınız sanırım. Daha çok gençliğinizde okurdunuz öyle mi ? Şimdi işinizden zaman kalmadığına göre oldukça yoğunsunuz. Başınızı ağrıtmak istemem o halde. Siz iyi bir insansınız. İzin verirseniz, kelamlarımla acılaştırdığım ve ekşileştirdiğim içkinizi tazeletip, içinizi buz gibi donduracak olan morfininizden bir tane daha istetiyorum.

16


ANKARA’DA 1 MEKAN

Su ERTEN

Kaktüs Smoothie & More // Tunalı

Güzel üniversitemin güzel insanları! Merhaba :) Koca ve güzel bir yaz tatilinden sonra hoş bir müzik açıp bilgisayarımda Kara Fanzin için yazmayı gerçekten özlemişim.. Müzik demişken geçenlerde denk gelip tarzından epey hoşlandığım bir öneri sıkıştırıvereyim : *Kuan - Al Cenneti Çal Başına. Genel olarak İzmir’de geçirdiğim bir yazdan sonra yine Tunalı sokaklarında buldum kendimi.. Orada da Kaktüs Smoothie&More! Çok tatlı bir bahçe karşılıyor insanı önce. Bence hazır sıcaklar yavaş yavaş kaçarken uğramayı ihmal etmeyin. Adından anlaşılacağı üzere genel olarak Smoothie üzerine bir mekan burası. Bir sürü farklı ve taze meyve/sebzeyi bir araya getirip hoş lezzetler elde ediyorlar. Hatta şaşırabileceğiniz içerikler var, mesela ıspanaklı. Lakin gözünüz korkmasın, bir araya gelince gerçekten hoş lezzetler çıkıyor ortaya. Tabi daha sade, meyveli şeyler de bulabilirsiniz. Ayrıca kahve ve çay çeşitleri bulmak da mümkün. İçeceğiniz yanında da tatlı atıştırmalıklar bulabilirsiniz (: Ben yazarken ve gezerken çok keyif aldım. umarım siz de okurken keyif alıp Kaktüs’te güzel anılar biriktirebilirsiniz (: Güzel günler dilerim!

© Su ERTEN

17


Neler Yaptık? KARA fanzin

KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER

KARA fanzin

ARALIK2016 // NO.2

KARA fanzin

KARA fanzin

subat2017 // NO.3

mart2017 // NO.4 KASIM2016 // NO.1

18


Üret & Paylaş Platformu Ürettiğiniz & Paylaşmak istediğiniz içeriği bize gönderin:

tedukultursanat@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.