KARA fanzin
MART2019 no.12
1
BİZ KİMİZ?
Üret-paylaş mottosu ile 2012 yılında TEDÜ’ye farklı bir renk olalım diye
TEDÜ Kültür-Sanat Topluluğu’nu oluşturduk. 2016 yılına kadar birlikte gezdik tozduk, sergiler açtık, çeşitli sanat etkinliklerine ev sahipliği yaptık, etkinlikler düzenledik ve aşırı eğlenip aşırı doyurduk ruhumuzu.
Fark ettik ki bunlar bize yetmemeye başladı ve yaptıklarımızı,
deneyimlediklerimizi paylaşmak istedik. 2016 yılının başlarında üret-paylaş platformunu kurduk ve 2016 yılının Kasım ayında bu platformundan beslenen Kara Fanzin’i yayın hayatına başlattık.
Yazılarınızın, çizimlerinizin ve çektiğiniz fotoğrafların Kara Fanzin için şahane bir içerik kaynağı olduğunu biliyor muydunuz? O halde içeriklerinizi tedukultursanat@gmail.com adresine bekliyoruz!!! İçeriklerinizi yazılar için tercihen Word ya da pdf, görseller için jpg, png ya da pdf olarak gönderebilirsiniz.
KAPAK FOTOĞRAFI : Beyza DEMİR
İÇERİK EDEBİYAT Elif ASKER | Duygu ÖZUÇAR | Rumeysa ÖZ
İLLÜSTRASYON Bengü ERTÜRK | Hilal GÜNEŞ
FOTOĞRAF
Ayşegül AKPINAR | Didem AYDOĞAN | Elmas Sultan ŞİMŞEK Esra ÇELİKOĞLU | Gizem CEBECİ
ŞİİR
Batuhan KÜPELİ | Bengü ÖZTÜRK | Ekin ERSÖZLÜ
Fatih CEZAYİRLİ | Kevser SARES | Mahinur ŞAHİN Özgür YOZGATLI | Şeyma ÜNLÜ
MÜZİK
Furkan AYDIN
ANALOG
Toprak TÜRKER | Zeynep ÇAKIR
1 MEKAN
Dilara ALDEMİR
KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER Merve ŞANLI
2
3 EKİN ERSÖZLÜ
Her insan onu arar İsteksiz, sesi boğuk bir savaş vardır içinde. Kömür karası, Şatafatlı, Şaşkın, Tuhaf, Hayatların hepsi yine onu arar; Benliklerini kabul edecek insanlar. Huzursuz bir apartman, Bir şehir, Toplum, Sakinleştirilmeyi en yakınında arar. Yan yanayken en çok birbirimizi özleriz. Her insan aynı şeyi ister: Anlayış.
©Bengü ERTÜRK
DUYGU ÖZUÇAR
KÜÇÜK BİR ÇOCUK
İki salıncak, birinde küçük bir çocuk diğerinde otuz yaşlarında bir kadın. Küçük çocuk o kadar hızlı sallanıyordu ki kafasını kaldırıp gökyüzüne baktığında, güvercinleri görüyor ve kendini onların arasında özgürce uçarken hayal ediyordu. Tek başına hızlı sallanmayı yeni öğrenmişti, ayaklar bir ileri bir geri, bir ileri bir geri… Bir ara yavaşladı ve durdu. Yanındaki kadına baktı. Şimdiye kadar hiç o yaşlarda bir kadını bu parkta görmemişti, parklara hep çocuklar gelirdi. Kadın dalgın görünüyordu, gözleri yerdeki çakıl taşlarına takılmıştı. Salıncakta hafifçe ileri geri gidiyordu ve sanki bir şarkı mırıldanıyordu ama bu küçük çocuğun bildiği türden bir şarkı değildi. Ne kutu kutu penseye benziyordu ne de yağ satarım bal satarım şarkısına. Bu şarkı bildiklerinin aksine hüzünlü gibiydi. Küçük çocuk hafifçe doğrularak sordu: -Sen neden sallanmıyorsun? Kadın hafif irkildi ve gelen sese doğru baktı. Simsiyah parlayan gözlerle kendisine bakan çocuğu gördü. Çocuğun gözlerindeki ışık kadını adeta büyülemişti. Küçük çocuk devam etti:
-Eğer hızlı sallanmayı bilmiyorsan sana öğretebilirim.
Kadının yüzünde küçük bir tebessüm oluştu, bu tebessümle birlikte yüzündeki çizgiler ve gamzeleri birbirine karışmıştı. Küçük çocuk konuşmaya devam ediyordu. -Hızlı sallanmak çok güzel, kafanı kaldırıp gökyüzüne baktığında kuşlar gibi uçuyorsun ve kendini onlar gibi özgür hissediyorsun. Hem sana bir sır vereyim mi? Gökyüzüne doğru şarkı söylediğinde kuşlar da sana katılıp dans etmeye başlıyor. Küçük çocuğun gözleri artık daha da büyümüştü. Yaşıyormuş gibi, heyecanla kadına salıncakta sallanmanın püf noktalarını anlatıyordu. Ama kadın sadece bir noktada takılı kalmıştı “kuşlar gibi özgür olmak.” Şimdi ikisi birden sallanmaya başladılar, o kadar hızlı sallanıyorlardı ki adeta kendilerini sonsuz maviliğe bıraktılar. Kuşlar da onlara katılmış oradan oraya dans edip duruyorlardı. O kadar çok zaman geçmişti ki gökyüzü batan güneşin kızıllığını almıştı. Kadın kahkahalar içinde yavaşça durmaya çalıştı. Ne zamandır böyle mutlu ve özgür hissetmemişti. Küçük çocuğun adını sormak ve ona özgürlüğünü hatırlattığı için teşekkür etmek istedi. Kafasını çevirdiğinde küçük çocuk yoktu ve aslında hiç olmamıştı.
4
5
©Gizem CEBECİ
RUMEYSA ÖZ
Gönül, yazarken bile binbir türlü düşüncelere sürükleyen kelime. Bir insanın kaç gönlü vardır, çeşit çeşit sevgileri, yönelişleri, her güle uzanışları olan insanın sahi kaç gönlü vardır? Belki de insan gönlünün sesini dinlemeye çalışırken koca bir gürültünün içinde kalıp yorulduğundandır bu yanlışlara olan meyli. Gönlümüzü insanların ulaşamayacağı yerlere kaldırmayın ki bir şiirin ağlattığı, bir gülün razı ettiği insanlara dönüşebilin. Unutmayın ki insan neye bakarsa baksın yüreğindeki yansımaları görür ancak. Gözleri görmeyen Veysel’in “saklarım gözümde güzelliğini” demesi gibi... Her insanın yüreğinin bir türküsü vardır, bir gün oraya ulaşacak olanla dile gelecek bir türkü. Bu türkülere eşlik etmeyi beceremediğimiz sürece o gönül bahçesinin eşiğinden de ileri adım atamayacağız.
MÜPHEM
ŞEYMA ÜNLÜ Kenarlarına çil düşmüş ayna Ve renkli kozmosun içindeki gri sen Yeşile çalan -bozuk- kahve- duvarların dışına taşarken Hissettim. Fark ettiğimde bir yıldız söndü uzak boşlukta Ya da ben yeşerdim kuruduğum yerin hemen doğusunda. Sanki orada değildin Ve çeyrek asır geçmişti sana can verene kadar Sönmüş yıldız ve başıboş ben Öyle kolayca sevişemezdi notaları Aynı yöne dönmüş olmasını dilesem de İki kalbin Biri hala başıboş, Öteki ıslak bir avuçta Kor.
©Elmas Sultan ŞİMŞEK
6
7 BİLDİKLERİMİZ
BATUHAN KÜPELİ
Ağlama küçüğüm Gözler kapalı olsa da bağlarla Kurtarmamız imkansız olsa da ağlama Kulaklar işitmez olsa da çığlıkları Korkma dedi Siluet Ağlama! Öylesinedir ki bu siluet Elinde, zeytin dalından yapılma kılıcın, Akarken kanlar üzerinden, Damla damla. Köpürmüşken ağzı Bir uyuşturucu müptelası gibi, Çığlıklar atarken açlıkla, Ve en acımasızı da geçirmişken ellerine, Pamuk ipliğinden yapılma prangaları. Yüksek sesle ‘Küçüğün kanı mutluluğumuzun varlığı!’ diye bağırır... Fısıltılar yükselir, Kafalar sallanır, Tâ ki bir gururlu kurşun, Saplanana kadar küçüğün karnına. Bir zamanlar yuva olan topraklar, Güneşin batışı kadar kızıl altınla Göğü siyaha boyayana kadar. Ağlasın şimdi Yüce çağdaş insan, Unutsun şimdi, Ellerinden kızıllık eksik olmasın bir daha.
©Hilal GÜNEŞ
ELİF ASKER Sessizliklerden her zaman nefret ederdim. Kimsenin konuşmadığı, sakin, sesin yokluğundan kaynaklı sessizliklerden değil. Boş, katı sessizliklerden. Çünkü eğer dinlemeyi bilirseniz aslında her şey şarkı söyler. Her insan, her ağaç, her canlı… Rüzgâr, yağmur, toprak… Bütün dünya, ruhu olan her şey aslında kendi şarkısını mırıldanıp durur. Her şeyin kendine özgü bir melodisi vardır. Siz doğduğunuz anda hikayenizi anlatmaya başlar şarkınız, öldüğünüz anda son bulur. Bazen aniden. Bazen yavaş yavaş… Eğer dinlemeyi bilirseniz tüm dünya aslında bir senfonidir. Her melodi dünyanın geri kalanından bağımsız ama dünyanın geri kalanına bağımlıdır. Hepsi ayrı ayrı hikayelerden oluşur. Hepsi farklı notalara basar. Bazen melodisi size çok benzeyen insanlarla karşılaşır, birlikte yükselip alçalır ve başka kimseyi duymazsınız, bazense öyle zıtsınızdır ki o hızlandıkça siz yavaşlarsınız. Ama her melodi bir şekilde bir araya gelir. Bambaşka olsalar da öyle inanılmaz bir uyum içinde çalmaya devam ederler ki muhteşem bir senfoni çıkar ortaya. Her melodi bir diğerini etkiler. Etkiledikçe değişir. Değiştikçe
HER ŞEYİN MÜZİĞİ
değiştirir. Farkında olsak da olmasak da her şey birbiriyle bağlantılıdır. İşlenen her suç, dökülen her gözyaşı, gülen her çocuk, attığımız her adım, her nefes alış verişimiz bu senfoniye eşlik eder. Ve bu senfoni dünyaya aittir. Bize… İnsanlığa değil. Çünkü farkında olmasak da her bir insan, her bir ağaç, her bir canlı aslında tek bir şeyin parçasıdır. Dünya aslında şarkısını söyleyen kocaman bir organizmadır. Üzerinde var olan her şey bu şarkıya aittir. Duymayı öğrenmek için önce kendi melodinizi dinlemeyi öğrenmeniz gerekir. Ve bir kere duymaya başladıktan sonra müziği asla susturamazsınız. Ama bazen öyle anlar gelir ki her şey durur. Sessizlik her yanı ele geçirir ve ruhu olan şeyler bile şarkı söylemeyi bırakır. O anları hissedersiniz. Bir şeylerin eksik olduğunu anlarsınız. O an geldiğinde eğer iyi bir dinleyiciyseniz sessizliği duyarsınız. Gerçek sessizlikler daima ürperticidir. Bir şeyler şarkı söylemeyi bırakıyorsa orada bir sorun var demektir. Bu sorunu konuşarak çözemezsiniz. Buna engel olamazsınız. Her ne olacaksa olur. Ve işte trajediler böyle başlar. ©Esra ÇELİKOĞLU
8
9 YILDIZ IŞIĞINA KANDIK
ÖZGÜR YOZGATLI
Sigaramın içinde karanfil tomurcukları Dört yanım alabildiğine insan Duvarsız, kapısız ve prangasız Alabildiğine Özgür bir Gece Yıldız ışığına kanan, küçük çocuk Sigaran karanfil kokuyor Sakalların özgürlük Tenindeki hikayeler Senin eserin Yıldızların değil Ne esmer kar taneleri Ne denizin kıyısındaki sığ göller Ne de şımarık nur taneleri Hepsi ama hepsi, yıldız perileri Hiçbiri Dolunay’ın sureti değil Hiçbiri Gece’nin ihtişamlı suretinde Parlak değil Dolunay zalim bir sevgili Ne zaman geleceği belli değil Gözlerin semada olsun, çocuk Senin kader ilmiklerin Göğün en güzel kadınının elindedir...
©Ayşegül AKPINAR
FATİH CEZAYİRLİ ne zaman sana baksam, görürüm ki, bir çingenenin ellerindeki güllerdedir gözlerindeki bakışlar. gözlerin istasyonlarda, istasyonlarda trenler kalkmaya başlar, ne zaman bir kelime dökülse dilinden, görürüm ki, bir şiir kendini tamamlamaya başlar, bir çocuk alfabeyi sökmeye başlar, yanaklarımı ıslatan bir yağmur yağmaya başlar, ne zaman yürümeye başlasan sokaklarda, bilirim ki, adım attığın her an, kaldırımlarda çiçekler açmaya başlar. ne zaman hüzünlensen, duyarım ki, sigaranın paketi 11 liraya çıkar, meyhanelerde çilingir sofraları kurulup, hüzünlü adamlar rakılarını içmeye başlar. sonra bütün acılar o masada tedavülden kalkmaya başlar. ne zaman sana dokunsam, görürüm ki, ellerimde karanfiller açmaya başlar, yanakların ellerimde açmaya başlar sonra. ne zaman gülmeye başlasan derim ki, bu gülüş içimdeki karanlığın aydınlık yüzü. bu gülüş yaralarımı kapatacak sihirli tılsım, bu gülüş içimde fırtınalar kopartan.
10
11
KÜHEYLÂN’A
KEVSER SARES
Nereye böyle dörtnala Küheylân, Yâd ellerde bir bekleyenin mi var? Meyletme boşuna Nasır bağlamış yüreğin Sevemezsin sen Küheylân. Hangi çorak gönüllere idi o dalışların? Oysa bizim gülzârımız yeşerirdi Senin değen nazarınla Şimdi derme bir başkasının güllerini Nasır bağlamış yüreğin Sevemezsin sen Küheylân. Sorma işte, Sevmiyorum kasımları, Beyaz boyalı o eski evlerin balkonlarını. Dönme işte, dönmezsin de Nasır bağlamış yüreğin Sevemezsin sen Küheylân.
ANALOG
©Toprak TÜRKER
©Zeynep ÇAKIR
12
13
BİR KAVANOZ GÖKYÜZÜ
MAHİNUR ŞAHİN
Kendime notlarda bugün en derinini veriyorum belki de. Büyük karmaşanın içerisinde dilediğimiz her şey bir nebze hayat… İnce çizgilerin, yön değiştirecek olan kalın italiklerin sahibi benim. Hayatım tam da benim etrafımda çevrili. Sanki bir kalkan gibi çepeçevre sarılmış. Dış dünyadan korunmalıymışız. Ürkek ve hüznün sahibi, kapıların ardında saklıymış. O kalkan yavaş yavaş yıkılıyor; kafesli penceremin ardındaki demirler erimeye başladı. Cesurca gökyüzünü kucaklıyorum. Şimdi daha iyi anlıyorum sevgi; maviymiş. Aşağıda kalan kor ateş, gökyüzü ile ferahlığa kavuştu. Varlığım bütün evrene teslim oldu şimdi. Aşklarımı satıyorum evrene, bir gökyüzü karşılığında. Cesaretin göğsü açılmış yüreğime serpelendi, korkularım iliklerimden söküldü. Evet Necdet Bey bu sürgün bitmeli, kendimize bir kavanoz dolusu gökyüzü alarak…
©Didem AYDOĞAN
JOON
Joon, Farsça bir kelime. Anlamı
Süreç
boyunca
arkadaşımızın önerisi üzerine koymuştuk.
dışında da pek çok farklı işbirliği fırsatları
İşimizin
çok
yarattık. İlk olarak, Suriyeli hat sanatçısı
bilmiyorduk belki ama, yapmak istediğimiz
M. Tawfiq ve Ankara’da yer alan küçük bir
şeyin insanın ve yaşamın bir parçası olması
ahşap atölyesinin birlikte çalıştığı Bilgelik
gerektiğine emindik.
Sözleri koleksiyonumuz ile yolculuğumuza
olacağını
o
zamanlar
Bu
3
koleksiyon
ne
geliştirdik.
toplamda
yaşam, can demek. Bu ismi, İranlı bir
koleksiyonlar
başladık. Bu koleksiyon devam ederken,
üretimi
Ankara’da yer alan Ebru sanatçısı Gülten
üretim
Çuhadar ve Zeytindalı Kadın Kooperatifi’nin
kapasitesini geliştiren bir tasarım ve adil
dikiş atölyesi ile çalıştığımız Anadolu’nun
satış platformudur. Kendi dışında gelişen
Renkleri koleksiyonumuz doğdu. Alıştığımız
sebeplerden ötürü geçimini sağlayamayan
Ebru sanatını farklı uygulama alanlarına
ve toplumsal yaşama katılamayan, buna
taşıyan özgün ve yenilikçi üretime açık üretici
rağmen temel üretim becerisine sahip; kadın,
kadınlar ile Anadolu hikayelerini kadın
engelli, göçmen vb. bireylerin ve grupların
emeği ile birleştirdik. Son koleksiyonumuz
topluma sosyal ve ekonomik katılımlarını
Sesini Çıkar ise bizi süreç boyunca en çok
kolaylaştırmak adına onlara ihtiyaçları olan
etkileyen empati yolculuğumuzu ürünlere
tasarım desteğini sağlıyor ve ürünlerine en
taşıdığımız bir koleksiyon oldu. Sesini
uygun pazar köprülerini kuruyoruz.
Çıkar’da geçici koruma altında yaşayan
ile
Joon,
modern
dezavantajlı
zanaat
grupların
Suriyelilerin kendi seslerinden hikayelerini
Bizim hikayemiz 2016 yılında bir
anlattıkları bir koleksiyon ürettik. Bugün
tasarımcı ve bir işletmecinin farklı yerlerde
İstasyon TEDÜ’de Temmuz 2018’den beri
aynı
kurduklarının
Sosyal Kuluçka Programı kapsamında pek
keşfedişiyle başladı. Bu ortak hayallerden
çok dezavantajlı grubun üretken ve yaratıcı
biri
hayatlar sürmeleri için koleksiyonlarımızı ve
şeylerin tasarımın
hayallerini sosyal
değişim
için
bir
araç olarak kullanılması üzerine çalışma
işbirliklerimizi geliştrimeye devam ediyoruz.
arzumuzdu. Saha çalışmalarımız ve alanı anlamak üzerine bulunduğumuz pek çok yer ise bize şunu gösterdi: endüstriyel olmayan emek dezavantajlı pek çok insanın hayatını kazanmak için halihazırda geliştirdiği bir çıkış yoluydu. Bildiğimiz tek bir şey vardı, o da ne yaparsak yapalım, insanların öz saygılarını kendi
ayakları
üzerinde
durmaktan
geçtiğiydi ve biz bunu sağlayacak bir sistem kurgulayacaktık.
14
15
KONSERSİZ BİR ÜLKE
ATEŞ FURKAN AYDIN
İki yıl önce bir tweet’e rastladım, bir fotoğraf ile paylaşılmıştı. Anthrax gitaristi Scott Ian, yüzünde o anki adrenalinini yansıtan öfkeli bir haykırışla, havada yakalanmıştı kadraja. Arkasında onlarca belirsiz yüz, kimisi eli havada, kimi sadece durup izleyerek, anın tadını çıkarıyordu. Etkileyici bir fotoğraftı gerçekten. Kadraj biraz daha sola çevrilebilseydi, binlerce müzik sevdalısı insanın İnönü Stadı’nı tıklım tıklım doldurduğu görülecekti. Tweet’i paylaşan organizatör, fotoğrafın üstüne çok nâzik olmayan bir de not bırakmıştı. O anın kaydedilebildiği bir ülkeden sadece 6 yılda nasıl şimdiki koşullara geldiğimizi sorguluyor, sorumlulara selamlarını iletiyordu. İki yıl daha ilerledik. Değişen tek şey, her şeyin daha da kötü olduğu. Anthrax’tan 3-4 saat sonra Metallica çıkacaktı sahneye. Grubun gitaristi Kirk Hammet, yanlış hatırlamıyorsam Headbang’e verdiği röportajda (bir zamanlar aylık çıkan müzik dergilerimiz vardı) İstanbul’da verdikleri konserlerin her zaman özel olduğunu söylemişti. Sıradan bir jest demeci değildi bu. Kendi ülkelerinde tutkuyla bağlandıkları müziklerini canlı dinleme fırsatına sahip olamayan insanlar, bu açlıklarını İstanbul’da gideriyorlardı. Yani İstanbul konserleri, bir nevi Ort a Doğu konserleri oluyordu. Özellikle Metallica gibi geniş çaplı grupların ülkemizi ziyaretleri, büyük hayallerin gerçeğe dönüştüğü muazzam ve çok renkli bir tecrübeye dönüşüyordu. Bu durumun çok sık yaşanmaması da her bir konseri belli bir yaş grubunun hayatında bir milat haline getiriyor, konserler müzikseverlerin kolektif bilinçlerinde unutulmayacak bir yere sahip oluyordu. Bütün bunları bana tekrar hatırlatan şey, geçtiğimiz aylarda açıklanan Solstafir konseri oldu. Bu konser büyük bir olay olmayacak, yurtdışından seyirci çekmeyecek olsa da, grubun kalbimde tuttuğu yer beni yukarıda bahsettiğim günlere geri götürdü. Para toplayıp bilet almanın, gün sayarak konseri beklemenin, hevesle İstanbul’a gidiş planı yapmanın nasıl bir his olduğunu hatırlattı. Başıma ne gelirse gelsin, nihayetinde bir gün sahne karşısında grubun çıkacağı anı bekliyor olacağımın rahatlatıcı etkisini tekrar yaşattı. Sonradan fark edilen şey ise, bütün bunları unutmuş olmamın korkutuculuğu. İşte bu yüzden Scott Ian’ın fotoğrafını yıllar sonra aradım ve buldum. Saklayacağım. O güzel fotoğraf, kendisine bakana hüzün ve nostalji değil, beklenti ve heyecan yaşatana kadar saklayacağım.
©Didem AYDOĞAN
BENGÜ ÖZTÜRK
KOKU
Orada öylece yatıyorsun. Beş metre ötende seni merakla izleyen bir çift gözden habersiz. Öyle gamsız, öyle durgun... Dışarıya, ağaçları ya da bulutları izliyormuş izlenimi veren, içeride firtınalar kopan düşünceler eşliğinde sigara içiyorsun. Önümdeki beş metreyi aşıp yanına uzanıyorum. Öyle dertli, öyle bunalmış... Sigaranın son nefesini üflüyorsun; eğer bunu yapmazsan dünya sarsılacak, iki cihan yerinden oynayacak gibi üflüyorsun. Ben, önümdeki beş metreyi sana gelmek için yürüdüğümün farkında, senin dışındaki her şeyden soyutlanmış; seni izliyorum. Geldiğimin farkındasın, bir şeylerın pişmanlığı üzerinde asılı kalmış. Bu yüzden bakmayışın, bu yüzden üzerindeki koku. Koku sana ait değil. Hava 30 derece güneşli. Sen yavaşça kafanı çeviriyorsun. Göz göze geliyoruz, fırtına başlıyor.
16
17
ANKARA’DA 1 MEKAN
DİLARA ALDEMİR
Bahçelievler - R&B Sokağa açılan kocaman bir cam, sizi içeriye doğru çağıran kahve kokusu … Hayatın koşturmacasında kendimize ne kadar zaman ayırabiliyoruz? Doğrusu ben bilmiyorum ya da son zamanlarda şunu düşünmeye başladım: gerçekten koşturuyor muyuz? Kendimizi kandırmak için kullandığımız bir kalıp olmuş bence bu ‘hayat koşturmacası’, daha otuzlara bile gelmeden. Tam da o camın önünde, koca beş saat oturup ikindiden akşama koşturan insanları izlerken düşündüm bunu. Hayatın akışını bir sokaktan başka ne daha iyi anlatabilir ki zaten? Sürekli bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar… Sabah işe yetişme yedide başlar Ankara’da. İş bitti beşte, bu sefer eve gitmek için dökülür insanlar sokaklara. Gözler sürekli saatlerde, hızlı hızlı adımlar metroya, otobüse, dolmuşa. “Kaç kişi durup o sokakta gökyüzüne bakıp bir nefes alabiliyor? Kaç kişi o sokaktan geçerken kahve kokusuna kendine bırakabiliyor? Kaç kişi kendine bir kahve ısmarlamak için durabiliyor, durdurabiliyor zamanı?“ dedim ve girdim içeri. O birkaç kişiden biri olmaktı amaç. Kendimi dinlemek, azıcık da olsa ona izin vermekti. Sokağa açılmış o camın önüne oturdum, arka fonda ‘Simple Song’. Küçük bir dükkana sığdırılmış kocaman huzur. Bu R&B ile ilk karşılaşmamızdı işte. Sonra o sokak benim oldu, ne zaman canım sıkılsa sokağa açılan o camın önünde güzel bir kahve eşliğinde izledim insanları, hayatı, hayatımı. Tabi kıştı o zamanlar, Ankara soğuk. Bahar geldi. Biz de sokağa taştık. Bu sefer camın ardından değil, tam da sokağın içinde okudum, yazdım, düşündüm. Size de anlatmak istedim, o camın önünde kendinize zaman ayırın diye. Kalabalıklardan uzak ama gerçek hayatın tam içinde. Belki çocukluğunun geçtiği sokak gibi, belki ilerde yaşlanmak istediğin sokak… Barış abi size de anlatır kahvenin hikayesini, yapar en güzel kahvesini. Yağmurlu bir Ankara ikindisinde gitmek istiyorum ben de bu sıralar, yazdan sonra iyi gider. Belki karşılaşır birlikte içeriz bi’kahve ne dersin?
- Simple Song’da derler ki “When you feel like an ocean being warmed by the sun.”
GEÇMİŞ // KARAFANZİN
MERVE ŞANLI
ALTERNATİF KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER
KALİGRAFİNİN ÇAĞRISI // SERGİ Tarih: 6-22 Mart Saat: 20:00 Yer: Ahmet Göğüş Sanat Galerisi Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Şiddet // BELGESEL FOTOĞRAF SERGİSİ Tarih: 7-23 Mart Saat: 20:00 Yer: Galeri Çankaya ODTÜ Sanat ‘20 Tarih: 11Mart-5 Nisan Yer: ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi CAZ GECESİ // MÜZİK DİNLETİSİ Tarih: 20 Mart Saat: 20:00 Yer: Nazım Hikmet Kültür Merkezi GECEYİ ÖLDÜREMEZSİN // TİYATRO Tarih: 27 Mart Saat: 20:00 Yer: FADE Stage & Coffee HayPazar // PAZAR Tarih: 31 Mart Saat: 14:00 Saat: Haymatlos Mekan 36. ANKARA ULUSLARARASI MÜZİK FESTİVALİ // KONSER Tarih: 4-25 Nisan Yer: CSO Konser Salonu ve MEB Şura Salonu 30.ANKARA ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ // SİNEMA Tarih: 18-28 Nisan
18
Kara Fanzin ile Karşılaşma İhtimali : + TED Üniversitesi (Merkez üssü)
+ Sarkaç Kafe, Kızılay
+ Fransız Kültür Merkezi, Yıldız
+ Dost Kitabevi, Kızılay
+ Fahrenheit 451, F. Kennedy Caddesi + Hacettepe Üniversitesi Kütüphanesi + ODTÜ Kütüphanesi, ODTÜ Grano Kafe
+ Ankara Üniversitesi Kütüphanesi
+ OrtaDünya Kafe, Kızılay
+ Kakule Kahve, Kızılay
tedukultursanat
TEDÜ Kültür-Sanat
karafanzin