KARA fanzin
nisan2019 no.13
1
BİZ KİMİZ?
Üret-paylaş mottosu ile 2012 yılında TEDÜ’ye farklı bir renk olalım diye
TEDÜ Kültür-Sanat Topluluğu’nu oluşturduk. 2016 yılına kadar birlikte gezdik tozduk, sergiler açtık, çeşitli sanat etkinliklerine ev sahipliği yaptık, etkinlikler düzenledik ve aşırı eğlenip aşırı doyurduk ruhumuzu.
Fark ettik ki bunlar bize yetmemeye başladı ve yaptıklarımızı,
deneyimlediklerimizi paylaşmak istedik. 2016 yılının başlarında üret-paylaş platformunu kurduk ve 2016 yılının Kasım ayında bu platformundan beslenen Kara Fanzin’i yayın hayatına başlattık.
KÜLTÜR SANAT TOPLULUĞU Ayça GÜRELİK
Hilal GÜNEŞ
Aysu KAYNAK
Manas DEMİRKASIMOĞLU
Batuhan KÜPELİ
Merve ŞANLI
Berkay DÜNDAR
Yazılarınızın, çizimlerinizin ve çektiğiniz fotoğrafların Kara Fanzin için şahane bir içerik kaynağı olduğunu biliyor muydunuz? O halde içeriklerinizi tedukultursanat@gmail.com adresine bekliyoruz!!! İçeriklerinizi yazılar için tercihen Word ya da pdf, görseller için jpg, png ya da pdf olarak gönderebilirsiniz.
KAPAK FOTOĞRAFI : Elmas Sultan ŞİMŞEK
İÇERİK EDEBİYAT
Burak ÜNSAL | Didem AYDOĞAN | Esra CİVELEK Harun FIRAT | İpek GÜNEŞ | Nezih Arda UÇAR | Zor’o
İLLÜSTRASYON Ayşen Feyza KINALI | Hilal GÜNEŞ | Yasin KARAGÖZ
FOTOĞRAF Alara ATA I Ayça GÜRELİK| Dylan EMBERLY I Elmas Sultan ŞİMŞEK Gizem Cebeci l Esra ÇELİKOĞLU| Manas DEMİRKASIMOĞLU Melis Özge GAYRETLİ| Özlem ARDA| Pınar OKTAR| Toprak TÜRKER
ŞİİR Didem AYDOĞAN l Duygu ÖZUÇAR Oğuzhan KAYACAN l Özgür YOZGATLI
SİNEMA Mehmet ÇELİK
KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER Mehmet ÜNLÜ
2
3
©Yasin KARAGÖZ
RÜZGÂR
DUYGU ÖZUÇAR
Bırak kurusun gözyaşların güneşte Ya da karışsın yağmurlara Bir vazgeçiş için Kaybolmuş bir ruh için Gelecekteki geçmiş için Dönmeli misin arkana? Ya da şimdi gitme zamanı mı? Rüzgara ayak uydurmalı mı? Yoksa rüzgara inat tutunmalı mı? Sokak lambalarının cılız ışıkları Yol gösterirken sana
©Esra ÇELİKOĞLU
BURAK ÜNSAL
UMUT
Hava soğuktu, lapa lapa kar yağıyordu şehrin kalabalık sokaklarına. Elleri cebinde yürüyordu, seslere aldırmıyor sadece yürüyordu, ileriye. Epey bir süre ilerlemesi gerekecekti, bunu çok iyi biliyordu, belki de bitmeyecekti ilerleyişi. İşte oradaydı kırılmış hayallerin yükseldiği o dev gökdelen. Göğe dokunacak kadar yükselmiş bir bina, nasıl mı basit, hayal etmen yeterli. Gerçekleşmeyeceğini bildiğin hayaller, gerçek olmasını dilediğin hayaller, gerçekleştiremediğin hayaller. Hepsi geride mi kalıyor sanıyordun yoksa? Yoo hayır efendim hepsi buraya, bu gökdelene eklenir. Senden önce binlerce, milyonlarca, milyarlarca insan vardı; basit, karmaşık, iyi ya da güzel bir sürü hayali olan insanlar. Hepsi buraya geldi, eklemlendi kırıkları ve yükseldiler göğe. Şimdi sıra sende, bu yolculuğa çıkarken biliyordun bunları ve inanıyorum ki en zoru senin gibi birinin hayalleri. Bir kardan adamın. Erimeden güneşe kavuşmak, hissedebilmek ışığı, yaşamın sıcaklığını canı yanmadan, bir parça bile yok olmadan. Oysa burası hayallerin gerçekleştiği bir dünya değil ve maalesef sen bunları daha öğrenemedin. İşte yürüyorsun, hayallerinin peşinde, geride bıraktığın ıslak izler silinip gidiyor. Senden öncekilerin silinip gittiği gibi dünyanın derin hafızasından. Bıraktığın her adımda yansıyor ayın ışığı, yansıyor duygularının şiddeti. Acın, öfken, yenilmişliğin, kırıkların, neşeye, umuda dair kırıntıların. İçler acısı halinle yürüyorsun, insanlara aldırmadan. Söylesene nasıl bu kadar inançlı olabiliyorsun, nasıl dayanabiliyorsun bunlara, insanlara? Eriyorsun, yok oluyorsun artık vazgeç. En zoru vazgeçmek belki de her şeyden. Olmayacağını bildiğin bir hayalin peşinden koşmak yerine kabullenmek gerçeği. Karların eriyeceği, yaşama dair düşleyebilecekleri tek şeyin gecenin hükmünün geçtiği ya da güneşin dokunamadığı, ısıtamadığı yerlerde kalabileceklerine dair gerçeği. Kabul etmek istemiyor, gökdelen uzakta farkında ancak onun gücü var, iz bırakabilecek gücü kendinde görüyor, belki biraz daha ilerlerse başarabilir. Umuda derinden bağlanmış, bırakamaz, vazgeçemez artık bu yoldan. Kırılmış hayallerin yükseldiği o gökdelene varması gerek, orada o hayali bulup onarması gerek. Bir kardan adam, insanların arasından geçip gidiyor. Kimse aldırmıyor, kimse görmüyor onu, elinden geldiğince hızlı bir şekilde kayıp gidiyor sokaklardan. Kimsenin varamadığı o gökdelene doğru gidiyor. İzliyoruz onu beraber, varabilecek mi biz de bilmiyoruz. Kim bilir umut kazanır belki de.
©Toprak TÜRKER
4
5 KISIK TURUNCU IŞIKLAR
DİDEM AYDOĞAN
Başka bir yerde olmak isterdim. Başka bir yerde ve yalnız. Oturup kısık turuncu ışıklar eşliğinde düşünmek isterdim. Kimseyi değil, kendimi değil, aklıma ne geliyorsa onun üzerine düşünmek. Şimdi olduğum yerden kaçmayı, tan vaktini beklemeyi isterdim pencere önünde. Güneş doğarken sahile inip yürümeyi gittiği yere kadar. Sessizliği, denizi ve kuşları dinlemek isterdim sadece, ne dükkanların kalkan kepenklerini ne de caddeden tek tük geçen arabaları. Her gün aynı şeyleri yapmamanın rahatlığını, sıkılınca çalacak kapımın olmasının verdiği güveni ve bir defa gerçekten aşık olmanın güzelliğini tatmak isterdim. Aynı surette farklı bir beni yaşatmak isterdim bir kereliğine. Hiç umursayamayacağı kadar umursamamasını hayatı. Gecelerden, yalnızlıktan, günah işlemekten, tecavüzden, kalp kırmaktan, birinin güvenini yıkmaktan, ayrılıktan, ölümden ve boşluğa sürüklenmekten korkmamasını isterdim. Bir kereliğine kenara bırakmasını hayatı. Oturup kısık turuncu ışıklar eşliğinde mümkünse tan vaktinde; düşünmesini.
©Ayça GÜRELİK
©Pınar OKTAR
ZOR’O ZOR’SA NE KADAR ZOR BU TEKRARLAR?
©Hilal GÜNEŞ
…zamanla duyarsızlaşıyorum artık, bıkkınlık ve burukluklardan eser kalmamış, boş adımlarla geziyorum sokaklarda dokunulmaz birisi olarak öğrenilmiş hareketleri yapıyorum ve işime yarayan sözcükleri kullanıyorum sadece… Kaç tekrardan ibaret olmaya başladı şu hayatım sayamıyorum artık; yeni insanlar, yeni yüzler ve tekrar aynı şeyler, yani yüzler ve aynıları… Binler, yüz binler ediyor? Bir okyanustayım sadece aynı kulaçları atıyorum derine… Bir balık gördüm; genç ve nazik duruyordu, bu sefer farklı olacak dedim derinlere götürecek beni dedim, takip ettim balığı; fakat kendimi yine kulaçları atarken buldum ve şunu fark ettim: okyanusta da olsam, derinde de olsam, derinlere götürülecek de olsam; yalnızım ve zamanla duyarsızlaşıyorum artık, bıkkınlık ve burukluklardan eser kalmamış, boş…
©Melis Özge Gayretli
6
7 HARUN FIRAT Yalnızım. Hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim. Başkent dedikleri şehri şehir yapan Kızılay’da kaybediyorum acıma duygumu ve kendimi bile… Bir keman sesi geçiyor beynimden evde biber var mıydı diye düşünüyorum. Kaçak bir sigara çıkartıp yakıyorum. Biber sorunsalından uzaklaşmak istiyor beynim. Beynimi ilk defa bu kadar boş hissediyorum. Göz altları mor bir çocuk, “Gözlüklü abi sigaran var mı?” diyor, “Bana kadar var.” diyorum, acımıyorum. Yere uzanmış uyuyan üstü başı yırtık bir çocuk görüyorum iki tane mendili kendine yastık yapmış, kim bilir hangi mendil fabrikasını açıyor rüyasında… Acımıyorum. Umrumu çarmıha gerip katletmiş gibiyim. Dün gece ne oldu da bu hale geldim bilmiyorum. Dün geceyi ve on dakika öncesini hatırlamıyorum. Ellerim cebimde, ağzımda bir kaçak sigara yürüyorum, yürüyor ve kalabalığa karışıyorum. Kalabalığa karışıyorum mamafih hâlâ yalnız hissediyorum. Ben hiç bu kadar insan arasında yalnız kalmamıştım. Bir sigara daha yakıyorum. Sıkılıyorum, sıkıldıkça sigara yakıyorum. Yaktıkça sıkılıyorum, sigara kısır döngüsünde oksijen ararken ciğerlerim öksürük saçıyor bürokrasi şehrine. Aklıma Şehzade geliyor, asıl ismini bilmiyorum, Türkiye’de ona Şehzade diyorlarmış. Onu Züleyha’ya benzetiyorum. Yusuf’un Züleyha’sına bu benzetmeyi neden yaptığımı bilmiyorum umrumda da değil. Onu görünce kuyu ve Firavun geliyor aklıma. Yeni sınıfımda birçok kişiyle tanıştım, çok yalnızım, hiç bu kadar… Bir adam bana adres soruyor, bir adam sıkma portakal satmaya çalışıyor, bir adamı dövüyorlar, bir kadın kendini pazarlıyor, biri yerden gizli gizli travesti kartını almaya çalışıyor, ben sıkılıyorum, bir sigara daha… Çok güzel kızlar geçiyor yanımdan dönüp bir daha bakamıyorum ayıp olur diye, onlardan birine aşık olsam keşke diyorum, kime diyorum, kim duyuyor bilmiyorum. Çok yalnızım ve gittikçe boğuluyorum. Evin yolunu tutuyorum, birinci kattaki balkonda beni karşılayan kurt köpeğine selam veriyorum, ev sahibimiz ve kapı komşumuz Emekli Albay’a iyi akşamlar diliyorum. Bir Albayımız eksikti diye söyleniyorum, kime söyleniyorum, kim duyuyor?! Biber kalmamış, bu da oldu işte, sonunda biber de bitti diye çakma Notte Stellata’ya bağırıyorum. Domatesi yağda pişiriyor içine iki yumurta kırıyorum, yalnız da olsam iki yumurta hak ettim diye seviniyorum. Tadı çok güzel olduğu için daha çok seviniyorum, tadının güzel olduğunu sadece kendim bildiğim için kahroluyorum. Banyoya gidiyor sırtımı suya verip iskemlede sigara içiyorum. ‘Through Me’ çalıyor. Ağlamaya çalışıyorum, başaramıyorum. Hıçkırıyorum, mutlu olabilirdim diyorum, bu ihtimalin olmama nedenlerini birer birer banyo duvarlarına ve duşa kabine haykırıyorum. Su damlalarına iyi geceler diliyorum. Yalnız uyuyorum, mendilci çocuk kadar yalnız, yerden travesti kartı almak isteyen adam kadar yalnız, Züleyha kadar yalnız, köpek kadar yalnız!
©Ayşen Feyza KINALI cizzikci
8
9 EH BE YETER
OĞUZHAN KAYACAN
bambaşka bir mevkide tanış olsaydık seninle dünyam boktanlığın bu mertebesine ulaşmazdı zorunda kaldıklarım kemiriyor şimdi ayrık yanımı teklik çevirecekti tersine ahvali gayesi o başardı da üç beş yıl süren savaşıyla silinmedi savaş bir türlü yaramdan ama derdim bu mu nerede misin sen hala ondan haber ver bekleyerek tükendi ömrüm üstelik katlanamayacağım artık şu iğrenç görüntüye sen yoksan yürümeme gerek kalmadı kaldırımda uçmama gerek kalmadı göğün en parlak yüzüne hayatımı harap ettim kendi elimle yırtıldı düşümle özden dokuduğum kadife yaşam yetti bana bu sokakta erimek düşüşe meyletmiş ümitle kitapların arasında çürümek beni silin virane dünyadan bir gram heves bırakmadı hayalimdeki güzel emektar daktilo, şeridinin dönmesine gerek yok artık bu sonuncular getirdi sonu ©Gizem CEBECİ
©Elmas Sultan Şimşek
NEZİH ARDA UÇAR
SİYAH-BEYAZ MİRAS
Kızılay metrosu kalabalığı her zamanki kargaşasıyla akıp giderken kulağıma bir müzik tınısı ilişmişti. Takip ettiğimde ise koridorun ortasında, kırmızı takım elbisesi ve fötr şapkasıyla altmışlı yaşlarında bir amcayla karşılaştım. Elindeki uduyla eski Türk müziklerini seslendiriyordu. Zaman sıkıntım olmadığından yere oturup dinlemeye koyuldum. Başlarda 2-3 kişi olan sayımız zamanla 20’leri bulmuştu. Fark ettiğim şey ise, ortamdaki genç sayılabilecek tek insanın kendim olmasıydı. Yalnız olduğumu gören, hayatın bütün yükünü tek başına taşıyormuş gibi kambur yürüyen ihtiyar bir amca yanıma yanaştı ve yüzünü bana dönerek: “Şimdi böyle müzik yapan kaldı mı; nerede o eski sanatçılar, şarkılar?’’ dedi. Biraz düşündükten sonra haklı olduğuna kanaat getirdim. Kimileri; kendi varlığını reddedermişçesine, iç çekerek, kimileriyse sanatçının tellere vurduğu her darbeye kadar pür dikkat dinliyordu. Ama hepsinin, gözlerine bakınca görülebilen bir ortak noktası vardı: özlem. Eskiye duyulan özlemdi bu, yılların özlemiydi, memleket özlemiydi, huzurun özlemiydi, sevginin özlemiydi, belki yitip giden hayallerin, belki de kaybedilen bir eşin özlemiydi. En önemlisi, acımasız bir karşılaştırmaya yol açacaktı bu özlem: Geçmiş ve şimdi. Her şeyi büyük bir hızla tükettiğimiz gibi müziği de umursamazca tüketiyoruz. Onu özümsemek yerine, başkalarına kendimizi kanıtlamak için bir araç olarak kullanıyoruz. Karanlığa ışık tutmak yerine, karanlıktayken aydınlıktaymışız gibi görünmek için harcıyoruz. Kaliteli olanı değil de popüler olanı dinliyoruz. Konserleri videoya çekmekten anı yaşayamıyoruz, flaş ışıkları arasında eriyip gidiyoruz. Eski şarkılarımıza sahip çıkmıyoruz, müziği; iyi müzik ve kötü müzik olarak ayırmaktan ziyade, türlerine ayırıyoruz. İhtiyar amcanın o soruyu sormasının sebebi; bu mirası yok olmanın eşiğine getirenler de bizleriz, her şeye rağmen onu kurtarabilecek olanlar da. Bir gün o amcaya büyük bir gururla dönüp: “Burada o eski sanatçılar, şarkılar!” diyebilmemiz dileğiyle... Müzik önerisi: Sema Moritz-Hasret
10
11
©Özlem ARDA
ÖZNESİ KASIM
ESRA CİVELEK
Yazın ve boğucu sıcakların son demlerini yaşadığımız eylül günlerinde sadece akşamüzeri bir hazan rüzgarı eser geçer zihnimizin kuytularından. Bir güz ıslığı çalınır kulaklarımıza usulca. Sadece bir ıslıktır daha fazlası değil. Çünkü eylüldür o, yazın izlerini taşır hep. Sonbahar mevsimi diye anılmasına rağmen hiç vuslatı olmaz sonbahara. Ekim kavuşturur bizi sarı yapraklara. Sarı hüznün,hastalığın rengidir çok eskiden beri. Divan şairlerinin aşklarının getirdiği acının yüzlerine yansıyıp benizlerinin sarı rengi almasına dayanır sonbaharın hüzün mevsimi olması. Her yerin sarı yapraklarla doluşu hatta sonbaharda ayın bile sarının gölgesini taşıması, bu sarı rengin getirdiği hüznün insan bedenindeki ruha dokunuşu. Bu yüzdendir ona hazan denmesi. Koyulaşan ve rengini kehribara bırakan sarı yaprakları büsbütün savurur hazan rüzgarı. Savrulan yapraklar bir bir kasım kuyusuna düşer. Tren raylarının arasında kalan kehribar rengi yapraklar, bana tıpkı kasım ayının da sonbaharla kışın arasında asılı kalan bir ayaz oluşunu anımsatır. Asılı kalan bir ayaz da araf gibidir daha çok. Çünkü kasım ayı gittiği yere eylül gibi sadece hazan rüzgarını getirmez. Kışın acı soğuğunun emarelerini, bu soğuğun getireceklerini de bırakır zihnimize. Öyle ki kasım en çok kış masraflarıyla nasıl baş edeceğini düşünen çaresiz babaları, sokakta kalan evsizleri, yalnızlığıyla bir kışı daha geçirecek olan kimsesizleri acıtır. Bu kadar insanın acısına sebep olan bir ayda doğmak da kasım ayında doğanları acıtır. Kasım ayı acıdır. Kasım ayı acıtır.
YILDIZ IŞIĞINA KANDIK
ÖZGÜR YOZGATLI
Sigaramın içinde karanfil tomurcukları Dört yanım alabildiğine insan Duvarsız, kapısız ve prangasız Alabildiğine Özgür bir Gece Yıldız ışığına kanan, küçük çocuk Sigaran karanfil kokuyor Sakalların özgürlük Tenindeki hikayeler Senin eserin Yıldızların değil Ne esmer kar taneleri Ne denizin kıyısındaki sığ göller Ne de şımarık nur taneleri Hepsi ama hepsi, yıldız perileri Hiçbiri Dolunayın sureti değil Hiçbiri Gecenin ihtişamlı suretinde Parlak değil Dolunay zalim bir sevgili Ne zaman geleceği belli değil Gözlerin semada olsun, çocuk Senin kader ilmiklerin Göğün en güzel kadınının elindedir...
©Gizem CEBECİ
©Yasin KARAGÖZ
12
13
KALİTEYİ ARAMAK
İPEK GÜNEŞ
Neyin iyi neyin kötü olduğunu ayırt edebilmek... Son yıllarda en çok kaybettiğimiz şey bu olabilir. Aslında düzen basit: Halkı tüketici ve üretici kesim olarak ayırırsak üretici kesim tüketicinin önüne malzemeyi koyuyor. Tüketiciyi memnun etmek için uğraşıyor. Zaten belli bir süre bu düzen gitti. Sıkıntı halk önüne gelen her şeyi kabul edince ortaya çıktı. Halkın zaafını kollayan üreticiler, tüketiciyi sömürmeye başladı ve bu güne kadar geldik. Önümüze sunulan şeyleri sorgulamadan tükettiğimiz için üretici kaliteyi düşürdü. Bazı klişeler üstüne yapılmış onlarca dizi, müzik ve kitap bu akıma öncülük etti ve aldı başını gitti. ‘‘Sanatsız kalmış bir ülkenin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.’’ diyor Atatürk. Bu sözü bayramlarda hep söyleriz, okul panolarına süslü bir şekilde asarız, hatta önemli günlerde Instagram’a hikaye bile atarız. Ama ciddiye alıyor muyuz? Ne kadar önemsiyoruz sanatı? Hazırcılığı benimseyen gençlik her şey ayağına gelsin istiyor. Kendiliğinden ilgilenilmiyor ama sanata teşvik de az. Konuşmayı bilmeyen bir çocuğa harfleri kelimeleri öğretir gibi birilerinin sanatı öğretmesi lazım bize. Çünkü nesil sanatı tanımıyor. Şu an şarkı diye önlerine sunulan müzikle alakası olmayan kast ajansından çıkma popçular. Roman diye satılan ise edebi dilden bihaber yazılan klişe aşk hikâyeleri. Film diye gittikleri oyunculuk yeteneği olmayan sadece popüler ya da yakışıklı/güzel diye başrole konulan insanların ucuz filmleri. Kaliteli iş görmemiş insanın karşısına ne koysan güzel zanneder. Daha iyisini görmemiş çünkü!
O kötü şarkıları dinliyor çünkü hiç Neşet Ertaş dinlemedi, Âşık Veysel türkülerini ezberlemedi. Zeki Müren kasetlerini zar zor alıp dinlemenin verdiği zevki tatmadı. Barış Manço sevgisini hissetmedi göğsünde. Erkin Koray’la, Cem Karaca‘yla tanımadı Anadolu rock müziğini ya da yazarlıkla alakası olmayan o insanların kitaplarını aldı çünkü hiç para biriktirip de bir hevesle almadı kitapları. Nereden bilsin kitabın değerini, okumanın değerini. O ürünü elde etmek için çaba sarf etmiyor, anlamak için düşünmüyor, araştırmıyor. İşte her şey bu yüzden. Tırnaklarıyla, yeteneğiyle bir yerlere gelmiş insanları görmedi bu nesil. Minik Serçe Sezen Aksu’nun şarkılarıyla, sesiyle, yeteneğiyle yükselişine tanık olmadı bu nesil. Justin Bieber’ın Usher tarafından keşfedilmesine tanık oldu. Bu yüzden çalışarak yükselmeyi değil de bir mucizeyle keşfedilmeyi bekledi. Sanatı sanat için ya da toplum için yapan kaç kişi kaldı bilmiyorum ama artık sanat para için yapılıyor. Bu durumda kimin suçu var? İşte bu da başka bir paradoks; kaliteyi düşüren üretici mi? Kalitesiz tüketen tüketici mi? Halk tüketmeseydi üretilmezdi belki. Ya da üretilmeseydi halk istemezdi. Aslında bunun cevabının ne önemi var ki! Bir nesil acı çekiyor. Hayat damarlarından biri kopmuş bu nesil ise en çok düşman devletlerin hoşuna gidiyor. Ne yapmalı peki? Ne yapmalı biliyor musun canım neslim, üşengeçlikten vazgeçmeli. Araştırmalı, okumalı, kendini geliştirmeli. Sanatı iliklerine kadar yaşamalı, yaşatmalı. Sanatı desteklemek lazım. Tiyatroya gitmek, kitap okumak, yazı yazmak lazım. Müzik dinlemek lazım. Kaliteli iş yapanlara destek olmak lazım. Bizi biz yapan tercihlerimizdir. Tercihlerimizle sanatta kaliteye yön vermemiz lazım.
©Manas DEMİRKASIMOĞLU
©Alara ATA
ŞAKA
DİDEM AYDOĞAN
Geçenlerde bir yıldızın kuyruğuna bastım Dünya dönmüyordu Ay hemen köşede uykuda... Bu gece galakside Bu gece lunaparkta Bu gece çalışmayan oyuncakların arasındaydım Sabah oldu ben de uyandım. Lunaparkın ziyaretçisi çok Ve galaksinin şakasıymış rüyamda gördüğüm Öyle bir süratle dönüyormuş ki gezegenler Ben uyuyorlar sanmışım
14
15
YAŞAYAN KÜTÜPHANE
LOGOS TOPLULUĞU
Yaşayan Kütüphane, farkındalığı yaratabilmek, ön yargısız hava sahası oluşturabilmek, bireyleri yakından tanıyarak anlayabilmek ve ön yargıları kırabilmek için her sene Logos Society tarafından TED Üniversitesi’nde düzenlenen bir etkinliktir. Amacımız bireysel farkındalığı arttırabilmek, ayrımcılığın karşısında durmak ve bunu yok edebilmektir. 6 sene önce 15 kişilik çekirdek ekip ile ilk Yaşayan Kütüphane düzenlenmiş ve şu anda yaklaşık 70 kişilik gönüllü görevli ekip ile devam etmektedir. Yaşayan Kütüphane sadece TED Üniversitesi bünyesinde gerçekleşmeyip aynı zamanda diğer üniversiteler tarafından da talep gören bir etkinliktir. Yaşayan Kütüphane’ye davet ettiğimiz konuklarımız ki biz bu bireylere kitap diyoruz çünkü burası bir kütüphane. Gelen bireyler kitaplarda yazan teorik perspektifin canlanmış halini bize sunuyorlar, kimlikleri tarafından toplumdan dışlanmış, toplumdaki yerlerini bir nedenlerden dolayı saklamış, ötekileştirilmiş bireylerdir. Gelen kitaplarımız aslında içimizde yaşayan aynı kafede, aynı okulda, aynı iş yerinde kısacası her yerde karşılaşabileceğimiz bireylerdir. Logos Society, Yaşayan Kütüphane ile kitapların farkındalığını yaratıyor. Yaşayan Kütüphane ön yargıları yıktığı gibi aynı zamanda etkinliğe katılan kişilere uygulanan psikoterapi işlevi de görebiliyor. Logos Society olarak biz okuyucu kitleye aynı kimliklerinden dolayı dışlanmaktan korkan veya dışlanmış okuyucuları da kitaplar ile buluşturmuş oluyoruz. LGBTI+ kitaplarımız ve Gökkuşağı Aile Kitabımız psikoterapiyi sağlayan kitaplar arasındadır. Toplumun normundan farklı inançlara ve etnik kimliğe sahip bireyler, şizofreni ve bipolar hastaları, topluma göre farklı cinsel yönelimi olan bireyler Yaşayan Kütüphane kapsamında davet ettiğimiz bireylerden bazılarıdır. Yaşayan Kütüphane’ye davet edilen kitapların kimliklerine sahip çıkmış, alanında akademik ve sosyopolitik çerçevede de yer almış aktivist bireylerin olmasına dikkat ediyoruz. Kitaplarımızı topluluk üyeleri olarak tanımamız gerektiğine inanıyoruz. Kimliğinden dolayı ön yargılı gelen okuyucuya sunduğu bilgiler ile ön yargıları yıkmaktır, daha büyük bir ön yargı ile etkinlikten çıkması değildir. O yüzden kitaplarımızı seçerken kimliği hakkında uzmanlaşmış kişileri seçiyoruz. Her sene olduğu gibi bu sene de Yaşayan Kütüphane eğlenceli, keyifli ve en önemlisi bilgili bir kütüphane olarak okuyucularını ağırlamaktan gurur duyacaktır. 24 - 25 Nisan’da Çim Amfi’ye kitaplarımızı okumaya davet ediyoruz.
©Dylan EMBERLY ©Gizem CEBECİ
16
17
18
Kara Fanzin ile Karşılaşma İhtimali : + TED Üniversitesi (Merkez üssü)
+ Sarkaç Kafe, Kızılay
+ Fransız Kültür Merkezi, Yıldız
+ Dost Kitabevi, Kızılay
+ Fahrenheit 451, F. Kennedy Caddesi
+ Hacettepe Üniversitesi Kütüphanesi
+ ODTÜ Kütüphanesi, ODTÜ Grano Kafe
+ Ankara Üniversitesi Kütüphanesi
+ OrtaDünya Kafe, Kızılay
+ Kakule Kahve, Kızılay
tedukultursanat
TEDÜ Kültür-Sanat
karafanzin