Kara Fanzin no.15

Page 1

KARA fanzin

eylĂœl2019 no.15


1

BİZ KİMİZ?

2012 yılında okulumuzun Kültür Sanat Topluluğu olarak başladığımız

maceramız boyunca bir çok kültür gezileri, söyleşiler yaptık, sergiler açtık ve daha pek fazla kültür sanat etkinliği düzenleyerek yalnızca bedenimizi değil ruhumuzu da doyurduk. Yaptıklarımız yalnızca bunlarla sınırlı kalmamalıydı ve bir gün fark ettik ki, sesimizi daha fazla kişiye duyurabilmek, yaptıklarımızı, ürettiklerimizi ve deneyimlerimizi daha etkili bir şekilde paylaşabilmek için yeni bir mecraya ihtiyacımız var. Şu an elinizde tuttuğunuz Kara Fanzin 2016 yılında işte tam da bu ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıktı.

Halen ilk sayımızı çıkarırkenki heyecanımızı muhafaza ederek yolculuğumuza mutlulukla devam ediyoruz.

Yazılarınızın, çizimlerinizin ve çektiğiniz fotoğrafların Kara Fanzin için şa-

hane bir içerik kaynağı olduğunu biliyor muydunuz?

O halde içeriklerinizi tedukultursanat@gmail.com adresine bekliyoruz!!!

İçeriklerinizi yazılar için tercihen Word ya da pdf, görseller için jpg, png ya da pdf olarak gönderebilirsiniz.

KAPAK FOTOĞRAFI : Toprak TÜRKER


İÇERİK EDEBİYAT Didem AYDOĞAN | Elif ASKER | Furkan BAYRAKTAR | Mahinur ŞAHİN Nezih Arda UÇAR | Özgür YOZGATLI | Toprak TÜRKER

İLLÜSTRASYON Bircem ATASELİM | Elif Dilan NADİR

FOTOĞRAF

Enise Şule ARISOY | Gizem Cebeci l Melis Özge GAYRETLİ

Nezih Arda UÇAR | Toprak TÜRKER | Yaprak ÇOLAK

ŞİİR

Bengisu ERCAN | Didem AYDOĞAN Doruk Can ŞENELMİŞ

KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER Behice ÖZER

2


3 KOKU

DORUK CAN ŞENELMİŞ


©Melis Özge GAYRETLİ

4


5

©Bircem ATASELİM

ÖLÜMÜN BİR BAKIŞI

MAHİNUR ŞAHİN

Seslendim. Baktım yüzüne, dudağı hafif kımıldadı. Sanki üzüm tanesiydi gözleri; sulu, şekerli… Güzel, bakımlı üzüm bağlarını hep gözlerinde taşıyan… İşlek ve yalnız caddenin tam ortasında konuştuk. Bütün ömrü boyunca ilmek ilmek işlediği emeğinden geliyordu o gün. Bazen şikayet ederek bazen gücünün farkındalığı ile yolları eritiyordu kendi hayat gayesinde. O gün sondu. O dudak kıpırtısını gördüğüm sonsuzluk yolcusu bir gündü. O gün o güzel ve bakımlı bağlar, hazan bahçelerinden bir parça oldu. İşlek ve yalnız caddelerden kurtuldu, soğuk ve bereketli topraklar hevesiyle. Dağlar,denizler un ufak oldu hastane köşelerinde. Büyük cesaretin fiyakalı bir kazananı olmalıydı. Ruhu kirlenmiş, kalbini et parçası zanneden, Ey insanoğlu! Ölüm bilinseydi toprağa yağmur dökmezdiniz. O üzüm tanesi gözler ruhunun yorgunluğunu sonsuzluğa defnetti. Bulutlarınız ağırlaşınca yağmurunuzu dökmeyin o ulu toprağın üzerine! Toprak benim anneme bereket oldu, yiyecek devşirdi, şimdi ise ruhunu yeşertiyor. Sonsuzluğun yüceliğini kalbimizde filizlendirmek dileğiyle…

5


©Yaprak ÇOLAK

DİDEM AYDOĞAN

İS KOKUSU ve AYAZ

Günün ilk dolmuşu geçti caddeden Çıkardığı gürültüye aldırmaksızın Günün ilk kuşu son demlerinde uykusunun Ve şehrin hırslı iş adamları Yine kuşlardan önce kalktılar Borsa ne halde baktılar Memurları saymadım biliyorum Onların mesaisi güneşten sonra başlar Güneş ise şu dağın arkasında Sahneye çıkmaya hazırlanıyordur Ve göğün en sevdiğim renkleridir Pembeler maviler morlar Bu, Ankara’da bir sabahın başlayışıdır kışın Vazgeçilmez is kokusu Bir de keskin ayazı kuru havasının

6


7 HALİL ANISI

TOPRAK TÜRKER

Ankara gibi bir şehirde yaşadığınız zaman fotoğraf çekmek için pek fazla

gidecek yeriniz olmuyor, insanların ilgi duyacağı ve sizin çekmek istediğiniz fotoğraflar da size hep uzak kalıyor, bu yüzden sokaklar sizin için bir altın madenine dönüşüyor. Çünkü, insan -ne kadar uzaklaşmak istese de- sokakta kendi gibi insanları gördükçe, daha iyi hisseder. Bunu fark ettiğimden beri her dışarı çıkışımda kamerayı da yanımda taşırdım. Maksat bir’ yerlerden iş çıksın, insanlara da görmek istediklerimi gösterebileyim. Bazen güzel bir şeyler yakalar, bazen yakaladığımı düşünür, bazen de çantadan hiç çıkarmadan eve dönerdim.

Havanın hafif serin olduğu günlerden birinde, her katında barların olduğu

alışılmış Ankara apartmanlarından birinde muhabbet ederken Halil’i gördüm -zaten o sokaklarda onu hep görürdünüz-, mendil almamı istedi, para verdim, mendil almadım. Halil bu tarz yerlerde mendil satan, esprili, neşeli ve bir o kadar da iyi kalpli bir çocuktur. Aradan biraz zaman geçti, bardan kalktım, merdivenlerden inerken basamağın başında onu otururken gördüm. Biraz alkolün verdiği keyiften, Halil’i sevdiğimden ve fotoğraf çıkartabileceğim bir fırsat gördüğümden oturdum yanına. Elimde makineyi gördüğü benden istekli olduğunu anladım. Zıpladı hopladı başladı poz vermeye. Benim hiçbir şey dememe gerek kalmadı, sadece çektim. Yanımızdan geçen, biz ve bizim gibi insanların yüzüne gülücük kondurmayı başarmıştık. Özellikle kızlar Halil’e ne kadar yakışıklı olduğunu söyleyince, daha da özgüvenli bakmaya başlamıştı kameraya. Çektik ettik derken, o da beni çekmek istedi. Çok güzel çıkmasam da ben onu çekmiş saydım. Hatta çekerken basamaklara ayağı takılıp az daha düşüyordu ve o sırada kameraya bir şey olmaması için gösterdiği çabayı görmeniz lazımdı.

Halil tam da insanlara göstermek istediğim görüntülerden birisiydi. Ben

apartmandan çıkarken o mendil satmaya dönüyordu ve bana bu esnada söylediği iki laf beni gece boyu düşündürdü: “Allah razı olsun, inşallah çok para kazanırsın.”


©Toprak TÜRKER

8


9 ÖLMEK İSTEMİYORUM

ELİF ASKER

Geçtiğimiz ağustos ayında kırk dokuz kadın cinayeti işlendi ve bu cinayetlerden yalnızca birini herkes konuştu, herkes duydu, herkes izledi. Geçtiğimiz ağustos ayında kırk dokuz kadın cinayeti işlendi ve bu kadınların kırk biri kesin olarak tanıdık ya da aileden bir erkek tarafından öldürüldü. Geçtiğimiz ağustos ayında kırk dokuz kadın cinayeti işlendi ve herhangi bir kadın bu kadınlardan biri olabilirdi. Bu olayların sonucunda sosyal medyadaki tepkiler üzerine yaptığım bir çıkarım var, çoğumuzun bu vahşetin ne kadar ciddi olduğunu anlaması için buna tanık olması gerekti. Çoğumuz kadın cinayetlerinin korkunçluğunu yalnızca kulaklarımıza ulaşan bir çığlık sonucunda fark ettik. Hepimiz “Ölmek istemiyorum!” diyen bir kadını izledik. Zaten hepimiz de yalnızca izledik. Çoğumuz bu meseleyi ciddiye almıyorduk. Sonra birkaç günlüğüne ciddiye aldık. Bir şeyler yapılmalı dedik. İşte bu noktada gördüm ki bir şeyler yapılmalı derken bile ‘yapmalı’ denmedi, bu şeyleri yine kadınların yapması beklendi. “Siz de evleneceğiniz adamı iyi tanıyın, psikopat erkeklerle evlenmeyin.” dediler mesela. Oysa kendi babası, oğlu, kardeşi tarafından öldürülen kadınların ailelerini nasıl seçeceklerini söylemediler. “Kendinizi korumayı öğrenin, erkeklere tecavüz etmeyin demek sivrisineğe beni ısırma demekle aynı şey.” dediler mesela. Oysa daha on bir yaşında tecavüze uğrayan arkadaşımın kendisinden yirmi yaş büyük öğretmenine karşı kendisini korumayı nasıl öğreneceğini söylemediler.


10

“Gece yalnız başınıza dışarı çıkmayın, mini etek giymeyin, tedbirli olun.” dediler mesela. Oysa o geçtiğimiz ağustosta ölen kırk dokuz kadının yirmi altısı evinde öldürülmüştü, kendi evimizde nasıl tedbirli olacağımızı söylemediler. Daha da korkunçlarını da gördüm tabi. Doğuştan hakkımız olan şeyleri almak için uğraşırken bile hakaretlere uğradığımızı gördüm. Yaşamaya çalışmamızın bile bir günah olduğunu gördüm. Ölürken bile suçlu olduğumuzu gördüm. Ben artık bunları anlatmak zorunda kalmak istemiyorum. Hava karardıktan sonra tenha bir sokakta yürürken arkamı kontrol etmek istemiyorum. Sevgilim olduğunda bunu ailemden saklamak istemiyorum. Tecavüze uğradığımda ailem beni suçlayacak diye susmak istemiyorum. Çocuğumun gözü önünde dayak yemek, öldürülmek istemiyorum. Babamdan, kardeşimden, amcamdan, dayımdan korkmak istemiyorum. Ben artık bunların ne kadar korkunç şeyler olduğunu anlatmaya çalışmak istemiyorum. Kadın cinayetlerini ciddiye almanız için öldürülüşümü izlemenizi istemiyorum. Bizim kulağımıza yalnızca bir çocuğun yalvarışı ulaştı. Sesini duymadığımız diğer çocuklar için yazıyorum.

Ben anneme “lütfen ölme!” diye yalvarmak istemiyorum.

Bizim kulağımıza yalnızca bir kadının çığlığı ulaştı. Sesini duymadığımız tüm kadınlar için yazıyorum.

Ölmek istemiyorum. ©Toprak TÜRKER


11

BENGİSU ERCAN On dokuza uzandı elim On sekizde kaldı dilim Ruhumla bedenim arasında ince bir çizgi Yıllar yılı altını çizdiğim... Mevzu koyu. Yaşlandım demeye utanırım da Yaş aldım, itirafımdır. İçimdeki özgürlükleri yazmak isterim Susmayan eleştirilerimle bağırmak. Öyle olmaz, Böyle olur dediğim ne varsa duyurmak isterim. Aklımın inceliklerini bir kartopuna sarmak, Bırakmak uçurumdan ve İzlemek heybetli bir çığa dönüşmesini... Varlığı hiç, yokluğu kim kimseler, Söz haklarından vazgeçseler, Dünyalar kurtulur bir gecede karanlıktan. Ah bana bir söz verseler! Soğan kabuğundan yataklar onların yeri Az bir kokuyla tüm geceyi geçiriyorlar Eşeledikleri çukurlara bırakıyorlar leşlerini Hatta kimisinin cesareti buradan belli Vahşi yaşam diyorlar adına. Adını doğru biliyorlar da yerini orman sanıyorlar. Doğrusu: Vahşi yaşam sokakta. Hani bizden bilinirdi bu sokak Hani çılgın çocuklardık! Şimdi hepimiz işinde gücünde Masa başı memurlarız Şehrin seçtiği renkte giysilerimiz Otobüsün beğendiği model çantamız Ay sonunun yettiğince ekmeğimiz Al sana sokak Al sana çocuk İşte kısacık bir hayat.


©Elmas Sultan Şimşek

©Gizem CEBECİ

12


13

Yürüdü kız, nereye yürüdüğünü bilmeden yürüdü. Kalabalığın ortasında buldu kendini. Sevmezdi kalabalığı. Sahi, ne konuşuyordu bu insanlar, neye gülüyorlardı? Herkes nasıl da mutluydu, kıskanıyordu onları. En son ne zaman mutlu olduğunu bile hatırlamıyordu. Uzun zamandır hiçbir şey hissetmiyordu. Çocukluğunu aklından geçirdi kız, bütün aşağılamalara göğüs germişti. İşitmez sandıkları her şeyi işitmiş, görmez sandıkları her şeyi görmüştü. Ayakta kalmayı başarmıştı. Ona göre erkekler değil; kızlar ağlamazdı, ağlayamazdı, ağlamamalıydı. Ağlamak bir güçsüzlük belirtisiydi. Ne kadar acı çekse de hep içine atmıştı. Sustukları içinde büyümüştü. Bazen bundan derin bir haz da alıyordu. Hissizleşmektense acıyı ister hale gelmişti. Neden keyif alıyordu ki bundan? Düşülebilecek en alt noktalar, hazzın merkezleriydi. İnsan, doğası gereği her durumda güçlü kalabilmeyi, en azından güçlü görünmeyi amaçlardı. Bazen başkasının yardımıyla, bazen de mecalin kalmamasına rağmen kimsesiz, tek ayak üzerinde gerçekleştirirdi bunu. Fakat o ayak da en nihayetinde tökezlemeye başlardı. Sonunda dayanamazdı insan, salıverirdi kendini. Haz da tam bu noktada başlardı. Bazıları bu noktadan sonra elinden geleni yaptığını düşünerek hazzı kısa tutar, bazıları ise keşkelerle boğuşarak daha da dibe iner ve hazzı doruklara çıkarırdı. Çöküşün kaçınılmaz olduğu düşünülürse, ilk durum her zaman için daha zor ama daha iyi bir seçenekmiş gibi geliyordu ona. Çünkü acıdan haz aldığı her an daha da uzaklaşıyordu bu dünyadan.


NEZİH ARDA UÇAR

KEŞMEKEŞ

Kim olduğunu hala bilmiyordu. Ne zaman biteceğini bilmediği, sürekli bir sorular devinimi içerisindeydi. Cevaplarını bilmediği, asla da öğrenemeyeceği sorulardı bunlar. Sadece yalnız kaldığında düşünüyordu geçici ve manasız cevapları. Belli bir süre sonra sorular değişiyor, sorularla birlikte benliği de değişiyordu. Her farklı soruda içinde bambaşka bir karakter doğuyor, cevabını bulduğunu sandığı anlarda da bu karakteri kendi elleriyle öldürüyordu. Karakterlerin git gide azalmasıydı ümidi, bir tekilin hüküm sürmesini istiyordu. Kaos ancak bu şekilde son bulabilirdi. Birden fazla ses duyuyordu yıllardır ve yorulmuştu. Kendini tanıyamaz hale gelmiş, nasıl göründüğünü bile bilmeden göründüğü gibi olmaya başlamıştı. Ona biçilen rollere bir ayak uyduruyordu. Bu şekilde mutlu olacağını düşünmüştü, yanılmıştı. Ne istediğini bilmiyordu daha, ötesi var mıydı? Korkuyordu, bilinmezlikten korkuyordu, zamanı yakalayamamaktan korkuyordu. Her şey için çok geç olmadan amacını bulmalıydı, parçalanmış bilincini yok etmeliydi, bu keşmekeşe bir son vermeliydi. Ağladı kız; ağladı, ağladı, ağladı. Ve kendini hiç bu kadar güçlü hissetmemişti. Müzik önerisi : Beyries – The Pursuit of Happiness

©Enise Şule ARISOY

14


15

AŞKIN FISILTISI

ÖZGÜR YOZGATLI

Ahşap bir masada oturuyorum, ceketim tekinsizlik kokuyor. Buraya nasıl geldim acaba? Tekinsiz yollarda yürürken yerde fısıltılar buldum. Hayatı anlatan fısıltılar, onları anlamak çok güçtü, lakin onları topladım taş sokaklardan ve cebime doldurdum. Sadece geceleri çıkarttım, saklanması gereken bu kâinatın sırlarını. En karanlık olanı herhâlde şuydu “Hayat pek çok anın birleşmesinden oluşur ve biz hiçbir zaman sadece bir konumda olmayız. Hem katil, hem kurban, hem de şahidiz” en azından ben böyle anladım. En karanlık olan buydu ama en tehlikesi bu değildi. Parlak bir fısıltı vardı, onu hiçbir zaman anlayamadım, hiç tecrübe edemedim, uğruna hayaller kurdum lakin o parlak fısıltı gelmedi kulağıma. Sessiz geceler boyunca gizlice dinledim hepsini, beni eşikten eşiğe taşıdılar. Her eşikte beni bambaşka bir tecrübe ve sır bekliyordu, hepsine vâkıf oldum. Zırhlar kuşandım ve küçük oyunlar öğrendim, ışık barındırmayan karanlık bir adam oldum. En karanlık fısıltı ilk ilgimi çekendi, benim ilk eşiğimdi. Karanlık fısıltının eşiğinde durduğum gün anılarımdan hikâyeler yarattım ve bunları insanlara anlattım. İnsanlara anlattığım hikâyeler, en sevdiğim hikâyelerdi. Bu hikâyeler benim hikâyelerimdi, hatırlamayı en çok sevdiğim anılardı, aynı anda birçok yerdeydim, adeta kutsal bir varlıktım. Güneşin gökyüzünde olduğu dünyada bu

fısıltılar bana yol gösterdi, hayatı anlamama yardım etti ama geceleri dolunayın gökyüzünde olduğu dünyada parlak fısıltının çağrısını kafamın içinde duyuyordum. Kulaklarımı kessem bile bu çağrı dinmeyecek gibiydi, o fısıltıyı tatmalıydım. Güneşin gökyüzünde olduğu dünyada yürürken, birden örgü bir çanta gördüm ve her şey o zaman başladı. Örgü çantanın renkleri güneş ışığında dans eylemekteydi, sanki bu dans bana bir yerlerden tanıdık geliyordu. Bu çantanın peşine düştüm lakin yakalayamadım. Güneş battığında ve dolunay yükseldiğinde, kuytu bir köşe buldum ve parlak fısıltıyı cebimden çıkardığımda söylediği şarkıyı ilk kez idrak ettim. Parlak fısıltının söylediği şarkı saatler önce gördüğüm dansın tınısıydı onlar bir bütündü. Tüm gece dinledim, bu kadim şarkıyı. Şarkı aşktan bahsediyordu, beyaz perilerin kırmızı şarabından ve sadece çocuklara ait olduğunu düşündüğüm masumiyetten. En sonunda hep hayalini kurduğum parlak fısıltının eşiğindeydim. Bu eşikten içeri girmeliydim, o şaraptan tatmalıydım, o masumiyeti kaburgalarıma mıhlamalıydım. Güneş tekrar gökyüzündeki yerini aldığında örgü çantalı kızı aradım. Onun çantası ve benim parlak fısıltım bir bütündü, çantanın sahibiyle parlak fısıltının sahibi de bir bütün olmalıydı. En tehlikeli fısıltı parlak olandı bunu hep biliyordum. Parlak fısıltının şarkısını dinlediğimden beri, değişiyordum. Kuşandığım zırhlar ve oynamaktan büyük


zevk aldığım akıl oyunları, anlamsız gelmeye başlamıştı. Ve işte buradayım, ahşap eski bir masada oturuyorum ve ceketim tekinsizlik kokuyor. Burası parlak fısıltının eşiği olmalı, hep hayalini kurduğum eşik olmalı. Ahşap masada oturmuş beklerken, gözlerim sarı bir kediye ilişiyor, kedi de bana bakıyor. Önce beni biraz garipsiyor, sonra ellerimdeki çiçeklere bakıyor, suratında muzip bir gülümseme var. Galiba oldukça bilge bir kediye denk geldim, diye düşünüyorum. Bekleyişim sona ererken örgü çantalı kız masama doğru yaklaşıyor, yaklaştıkça limon ve baharat kokusu burnuma çalınıyor. Örgü çantalı kızın gözlerine bakınca anlıyorum, artık eşikte değilim, içerdeyim. Dolunayın gökyüzüne yükseldiği sırada, fısıltıları topladığım taş sokağa geri dönüyorum ve fısıltıları aldığım yere bırakıyorum, artık onlara ihtiyacım yok, artık maskelere zırhlara ve küçük oyunlara ihtiyacım. Limon ve baharat kokusuna geri dönerken dolunayı seyre dalıyorum, bu nazlı tanrıça şimdi daha parlak.

©Nezih Arda UÇAR

16


17


18


Kara Fanzin ile Karşılaşma İhtimali : + TED Üniversitesi (Merkez üssü)

+ Sarkaç Kafe, Kızılay

+ Fransız Kültür Merkezi, Yıldız

+ Dost Kitabevi, Kızılay

+ Fahrenheit 451, F. Kennedy Caddesi + Hacettepe Üniversitesi Kütüphanesi + ODTÜ Kütüphanesi, ODTÜ Grano Kafe

+ Ankara Üniversitesi Kütüphanesi

+ OrtaDünya Kafe, Kızılay

+ Kakule Kahve, Kızılay

tedukultursanat

TEDÜ Kültür-Sanat

karafanzin


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.