Kara Fanzin no.16

Page 1

KARA fanzin

ekim2019 no.16


1

BİZ KİMİZ?

2012 yılında okulumuzun Kültür Sanat Topluluğu olarak başladığımız

maceramız boyunca bir çok kültür gezileri, söyleşiler yaptık, sergiler açtık ve daha pek fazla kültür sanat etkinliği düzenleyerek yalnızca bedenimizi değil ruhumuzu da doyurduk. Yaptıklarımız yalnızca bunlarla sınırlı kalmamalıydı ve bir gün fark ettik ki, sesimizi daha fazla kişiye duyurabilmek, yaptıklarımızı, ürettiklerimizi ve deneyimlerimizi daha etkili bir şekilde paylaşabilmek için yeni bir mecraya ihtiyacımız var. Şu an elinizde tuttuğunuz Kara Fanzin 2016 yılında işte tam da bu ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıktı.

Halen ilk sayımızı çıkarırkenki heyecanımızı muhafaza ederek yolculuğumuza mutlulukla devam ediyoruz.

Kendi üretimlerinizin: yazılarınızın, çizimlerinizin ve çektiğiniz fotoğrafların

Kara Fanzin için şahane bir içerik kaynağı olduğunu biliyor muydunuz?

O halde içeriklerinizi tedukultursanat@gmail.com adresine bekliyoruz!!!

İçeriklerinizi yazılar için Word, görseller için jpg, png ya da pdf olarak gönderebilirsiniz.

KAPAK FOTOĞRAFI : Şeyma ALTINBAŞ


İÇERİK EDEBİYAT

Enise Şule ARISOY | Kâzımcan ÇELEBİOĞLU Nezih Arda UÇAR | Onur AKGÜL | Özgür YOZGATLI

İLLÜSTRASYON Bilge SIĞIRCI | Melike ERKUŞ

FOTOĞRAF Enise Şule ARISOY | Gizem CEBECİ | Hilal GÜNEŞ Nezih Arda UÇAR | Selin KAYGUSUZ |

Şeyma ALTINBAŞ

ŞİİR Doruk Can ŞENELMİŞ | Halil EFRÂ | Hikmet HİKVERİR

KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER İlke ŞANLI

SİNEMA Mehmet ÇELİK

2


3 YOL ÜZERİNE

KÂZIMCAN ÇELEBİOĞLU

Yolculuk sırasında akla gelenler; uzaklaştığımız ve yakınlaştığımız arasındaki kıyaslar, geçen her km’de değişen duygu durumları ve düzene girmek bilmeyen, küçük heyecanlara sarılmış kalp ritimleri… Benim için tüm bu durumlar çok çekici. Çünkü öylesi büyüleyici, öylesi bir konum ki; ne kimselere yakın ne de kimselere uzak. Yalnızca çırılçıplak kendiliğim. Olmak istediğim gibi: yadırganamaz, yargılanamaz bir ben. Sanki etrafım önyargılar ormanına kapalı. Ne bir yere bağımlıyım ne de elimdeki tütünden bağımsız. Ama bileklerimdeki kelepçeyi, istediğim yere ben takıyorum. (Buraya kendi iç huzurum için bir not düşme ihtiyacı hissediyorum: Kelepçemi neye ve nereye taktığım ya da istediğim zaman onu taktığım yerden sökebilmem, “kendi ‘özgürlük’ kavramım” içindedir). Kimi insan, bulunduğu yeri terk etmeyi aşağılık bir kaçış olarak tanımlar. Kimileri ise (yani yolu, yolculuğu sevenler) aldığı muazzam hazdan ötürü sağı solu duyamayacak halde, yalnızca aracının üzerinden geçtiği şeritlerin ağır ağır gelip bir anda altından kayıp gidişini izlemekte ve romantik hayaller kurmaktadır. Bu yüzden hiçbir tanım yapamaz. En azından ben yapamam. Bu ancak yaşanacak bir şeydir. “Şey”dir bence, çünkü bir benzetmeye kurban gitmemesi gerekir. Şeyler, benzetmelere kurban gidemeyecek kadar bulanıktırlar ve bu onları güzel kılan yegane özellikleridir. Yolculuk ederken gözlerinizi kapattığınızda içinize sinmeyen bir şeyler varsa, yolda değil, sürgündesinizdir. ‘Bulunduğu konumda mutlu olanın oradan uzaklaşması/uzaklaştırılması sonucu yaşadığı his’ için eski bir sözcük ile yeni bir anlam: SÜRGÜN.


Yolculuk, uzaklaşmaktır. Kendini devamlı tekrar edenden; alışılmış olandan; boğucu hale gelmiş olandan bir uzaklaşmadır. Bazen beton grisi, bazen Karadeniz yağmurları, bazen ise bir Adana sıcağıdır kendini tekrar eden ya da boğan. Daha kötüsü de insanların olmasıdır boğuculuğun temelinde. Her yerde zamanla boğarlar seni. İş hayatı örneğinden sıkılmış bir insan olarak diyebilirim ki akrabalar, her hafta sonu çaya çağıran samimi olduklarından şüphe etmediğimiz arkadaşlar… Kısaca rutin olan her şey! İşte tüm bunlardan bir kurtuluştur(!) yolda olmak. Gittiğimiz yerin rutine saracağını bilmek, yine de umudumuzu diri tutmak, bir süre bu şekilde mutlu olmak… Çünkü sistem her yere bulaştı ve aslında bu kaçışın sebebi de tam olarak sistemin kendisi. ‘Uzak kalma-yakınlaşma’ incelemelerinde, değişmeyen tek şey maalesef ki sistemdir. Belki gerçekten de biz isteyerek ya da istemeyerek göç ediyoruzdur. Meşhur ve iyi bir örnek olarak: “İnsan doğduğu yerde değil, doyduğu yerde yaşar.” cümlesi bu sistemin bizi göç ettirdiğinin en net kanıtıdır. Mutluluğu parayla, her sabah işe gitmeyi de düzenli bir hayat ile özdeşleştirmişlerdir. Yol ise tüm bunlardan geçici bir uzaklaşmadır.

Yazının başına dönecek olursak, bahsettiğim yolculuk esnası, ‘kimse’lere ne yakın ne de uzak olan o yer, tüm bunlardan azar azar serinlikte kalır. Her daim yolda hissi yaşayabileceğimiz güzel günlere…

©Nezih Arda UÇAR

4


5

©Bilge SIĞIRCI


Kendimizi bi’ kenara bırakıp Uzun bi’ konuşmaya hazırlanıyoruz Hiçbir şeyi değiştirmeden bi’ kaç yalan saklıyorsun arkana bi’ kaç çiçek koydum dedemin mezarına Bi’ kaç gömlek kolu katlayıp En güzel yüzümü kaybettim tartışmalar sırasında bi’ anlaşmaya imza attık bunun sonucunda sonra Cesur bi nefes alıp Yapısal reformlara kalkıştık beraber Sen kendinden emin ve yorgunsun savaşlardan Kendimi inandırmaya çalışıyorum barışa Bende iç savaş çıkar bu gidişle Bi’ gece yarısı kırık kalplerle bi’ çıkarma yapıyoruz Akdeniz’den Ankara’ya Deniz buna sebep olmaktan mutlu Karaların tamamı zapt edilmiş durumda ve pişmanlıklarıma hazır bütün bunları bi’ kenara bırakıp O gece denizde bi’ yerde kalmalıydık bi’ resife yerleşip nefes almayı unutmalı balıkların arasına karışmalıydık bütün bu çıkarmalar olmadan Müzakerelere sonsuza kadar devam ederdik ışığı görmeden de severdim kendimi beklemediğim anlamına gelmez bu aydınlığı mekanı dondurup zamanda ilerleyebilirdik ama ne zaman uygundu ne mekan ne ben hazırdım tam anlamıyla sulha bağımsız sözler veremezdin sen de DORUK CAN ŞENELMİŞ

6


7 KEFERNAHUM

MEHMET ÇELİK

“Ya sen kefernahum göğe mi yükseltileceksin, yerin altına indirileceksin, sende gerçekleşen mucizeler Sodom’da olsaydı bugüne dek ayakta kalırdın.” -Hz.İsa Sodom tanrının lanetlediği yerdir. Kefernahum’un ne kadar kötü bir yer olduğunu açıklar. İncil’de Hz.İsa’nın lanetlediği kasabanın adıdır. Filmin ismi buradan geliyor. -Neden buradasın biliyor musun? -Evet. -Neden? -Anne ve babamdan şikayetçiyim. -Anne ve babandan niçin şikayetçisin? -Beni dünyaya getirdikleri için. Çocukluk, göçmenlik, aile, yoksulluk, çaresizlik, şiddet ve sevgi gibi konuları tüm gerçekliğiyle işleyen Lübnanlı yönetmen Nadine Labaki filmi. Her şeyi 12 yaşındaki bir çocuğun gözünden görmemizi sağlayan dram yüklü coğrafya sitemli film. Fakirlikle yaşanılan Beyrut sokaklarında şiddet ve sevgisizliğin içinde yol bulmaya çalışan bir çocuğun hikayesini anlatıyor. Erken yaşta evlendirilen kız kardeşinin evliliğini engelleyemeyip çaresizlik içinde evi terk eden bir çocuğun hikayesi bu. Yönetmen Nadine Labaki’nin en çok ses getiren filmi oldu. Cannes Film Festivali Jüri Ödülü’nü aldı. Oscar’a Yabancı Dilde En İyi Film dalında adaydı ancak bu ödülü Roma’ya kaptırdı. Sosyopolitik konuları işleyen bu film 2018 senesinin en çok dikkat çeken filmlerinden bir tanesi oldu. Ekim ayı sinemaseverlerin ayı. Bu ay filmekimi gösterimi gerçekleşecek. Bilmeyenler için; filmekimi’nde beyaz perdeye düşen filmler belki aylar sonra vizyona girecek belki de hiç gelmeyecek. Bu sebeple mutlaka en az bir filme gitmenizi öneririm. Benim seçtiğim birkaç film: Monos (dram), Acı ve Zafe r(dram), Genç Ahmet (dram), Parazit (gerilim) ve Vivarium (bilim kurgu, gerilim). ©Enise Şule ARISOY


©Şeyma ALTINBAŞ

8


9 SAHTE AĞAÇLAR

ÖZGÜR YOZGATLI

You can’t see the forest because of the trees…

Küçükken yalnızlıktan korkardım, alıştım. Sonra hastalıktan korkar oldum, iyileştim. Şimdi sahtelikten korkuyorum ve o kadar çok korkuyorum ki, kendimi dış dünyaya bile kapattığımı fark ettim. Sahtelik ne kadar hastalıklı bir söz, ne kadar yalnızlık kokan bir söz? Daracık sokaklarda elimde sigaramla yürüyorum, insanların seslerini kafamda duyuyorum, geceleri uyuyamıyorum. Arkadaşlıkları, sevdaları, ilgi alanları bile o kadar yapay ki, bu durum beni korkutuyor, denize karışmaya korkan bir damla gibi hissetmeme neden oluyor. İnsandan örülmüş duvarların arasında bir pikabım olsun isterdim, bu yüzyılda kapandığım insandan kafesten, çıkışım yok ne yazık ki. Belki de bu yüzyıla ait değilimdir, sonuçta kazandığımız parayı bile hiç temas etmeden harcıyoruz. Duygular ya da insanlar neden gerçek olsun ki? Sevgilimden aldığım mektubu ezberlemek isterdim, onun yerine saatlerce mesajla konuşup ertesi gün ne konuştuğumu bile hatırlamıyorum. Belki de çoktan denize karışmışımdır. Kafamda o kadar çok çığlık var ki. Yine sisli bir Ankara günü, ellerimde sigara kokusu, ceketimden süzülen sisle dolaşıyorum daracık sokaklarda. Ansızın bir kadın gördüm, Karanfil Sokak’ta. Alelade bir kadındı, beni neden kendine çektiğini bilmiyorum. Gözlerini bile görmedim, sadece ellerini. Elleri yanık içindeydi, yanık izini nerede görsem tanırım. Ansızın kalabalıkta kaybettim onu, ama elleri. Şimdi bile aklımdan çıkmıyor, uykusuz gecelerde o minik ellere şiirler yazdım. Belki ütü yaparken yaktı, belki sadece bir kazaydı ya da belki de erkekliğin kadın bedenindeki vahşetiydi, bilmiyorum, ama yine de o kadın hayatımdaki insanlardan çok daha gerçekti benim için. Bana hiç yalan söylememiş, yüzüme gülüp arkamdan iş çevirmemişti. Neon tanrıların dünyasında, tüm bu sahte yaşam döngüsünde, açan gerçek bir çiçekti. Bu vasıfları, ona ben de yüklüyor olabilirim, bir yalana tutunuyorumdur belki, olsun bu benim yalanım ve benim gerçekliğim. Neon tanrılardan ve konuşan heykellerden uzakta benim dünyam. İnsanoğlunun kıyametini bir kedinin gözlerinde gördüm ve bir kedinin tüylerinde kokusunu aldım. “Yapay yıldız ışığına kanan tüm insanlık, gökyüzünde yaşayacak ve tüm benliklerini yeryüzünde bırakacak.” Kedinin gözleri ve tüyleri doğru söylüyor olabilir. Kendimizden uzaklaştıkça, mutsuz, duygusuz ve ahlaksız mutant maymunlara benziyoruz. Kaçımızın sağlıklı ilişkileri var ki ve kaçımız sağlıksız ilişkiler kurduktan sonra, benliğimizi muhafaza edebiliyoruz ki? Her yer bina ve her yer antidepresan. Kabullenmesi zor, neon ışıktan yapılma bir hayat sürdüğümüzü, ben kabullenmedim. Bu yüzden kafamdaki çığlıklarla, uykusuz gecelerde yapayalnızım. Bir pikabım olsaydı keşke, eski şarkıları dinleyip, kedime sarılsaydım ama onun yerine, içinde zerre duygu ve gerçeklik barındırmayan popüler kültür müzikleri dolanıyor, ayak uçlarımda. Bence sessizliğin sesini biraz daha açmalıyım… Ve yine yağmurlu bir gecede sokaktayım, ciğerim geceyle dolu ve Kuğulu yolundayım. Sahtelikten korkan, gerçeklik kırıntıları toplayan bir berduş.


©Hilal GÜNEŞ

10


11

©Melike ERKUŞ


HALİL EFRÂ

SAYABİLİR MİYİZ?

Leyleği kuştan mı sayarsın, Yazın gelir, kışın gider Kuştan sayılmak Hapsedilmeyi kabullenmek Özgürlükse kuştan sayılmamak Uçarsa kuşa vermeyecektir Sayılmak Saygı, saygın, sayılmak Sayabilirsen say Aykırıysan normlara Saymazlar kuştan bile Sayabilir miyiz? Saygın mıyız? Sayılıyor muyuz? Sayılmak için hapsedildikse? ‘Avrupa’ da sayıyor İnsan sayıyor mülteci Diye leylekleştirdikleri ‘Mülteci’ diyor; insan demenin Vicdanı ağırlığını azaltmak Metalaştırmak için Bir leylek, iki leylek Bir mülteci, İki mülteci Gibi… “Avrupa” Leyleklere de mutabakat yapar mı bir gün?

12


13

İÇİ BEYAZ EKLER

HİKMET HİKVERİR

Sürekli kaybediyorum bazı şeyleri şu sıralar Yeşil çorabımın tekini bazen Eklere olan ilgimi bazen Bazen de odağımı, gözlerimi Bir müddet sonra buluyorum kaybettiklerimi. Farklı yerlerde buluyorum her seferinde ama gözlerimin konağı değişmiyor hiç. Hep aynı yerde buluyorum fikrimi, Dalıp gidiyorum tekrar, hep aynı yere Bir dans devam ediyor kaybolup giden gözlerimi yakarken tenin Bir dans devam ediyor bu hayranlığım karşısında bulut tenine Bir dans seni anlatan Raks-ı ceham. Gözümün en uzak ucuyla bile görsem seni Zihnime muhteva bir sen fikri. Hatta bazen, sen fikrini durdurabilince rahatlıyorum Kokunu tahayyül etmekten alıkoyabiliyorsam kendimi. Duruluyorum, çünkü sen fikrini bile durdurabiliyorsam Anlıyorum ve kaçmıyorum Uçsuz bucaksız bir karanlığın tahakkümünden. Güneşin binlerce parlak atlısı sönük kalıyor, yanımdaysan. Parmak uçlarıma dans ediyor kan, hava kadar yakınsam tenine.

©Gizem CEBECİ


ENİSE ŞULE ARISOY

#SUSAMAM

#Susamam Susamam dedikçe suskunluğa bürünen bencil yüreklerimiz... Zulme, haksızlığa karşı tek söz söyleyemeyen umursamaz neslimiz, mala, mülke, paraya odaklı doymayan nefsimiz, buzlaşmış kalbimiz, kör olmuş gözlerimiz... Susamam diyen sadece klavyelerimizmiş. Çünkü biz sustuk. Bu dünyadan yavrusunun gözü önünde katledilen bir anne yitip giderken sustuk, sadece 2018’de 440 meleğimiz canice öldürülürken sustuk. Daha lunapark nedir bilmeyen doğduğu andan itibaren ninni yerine savaş çığlığıyla büyümüş 10 bin çocuk katledilirken sustuk. Ama fark etmedik. Biz sustukça onlar olmadı katledilen; insanlığımız, merhametimiz karanlığa gömüldü. Çünkü biz bilmeyiz. Hiç kendimizi korumak zorunda kalmadık, nefretinizle yanmadık, hiç yakılarak can vermedik, biz hiç öldürülmedik. Bu dünyadan yitip giden meleklere, özürlerimizle.

14


15

MUTUALİST AYRIM

NEZİH ARDA UÇAR

“Eğer elinizde bir çekiç varsa, her şey gözünüze bir çivi gibi görünmeye başlar.” -Abraham Maslow Çocukluğumuz boyunca herkesten farklı olduğumuza, büyüyünce çok büyük şeyler başaracağımıza inandırılarak yetiştirildik. “Büyünce ne olmak istiyorsun” sorusuna her seferinde yüksek bir sesle, kendinden emin biçimde cevap verdik. Sonra ne mi oldu? Büyük çoğunluk, büyüyünce küçülen dünyalarından dolayı çizgisinden saptı. Seslerinde işitilebilen bir kuşku ortaya çıktı. “Diğerleri ne yapıyorsa doğrudur, ben de değişmeliyim” diyerek sistemin sıradan bir çarklısı haline geldi. Kalan azınlık ise çok daha zorlu bir yolu seçti. Farklı olmaya devam etti. Farklı düşündü, farklı konuştu, farklı giyindi. Çocukluğundaki masumiyeti ve gözüpekliği hiçbir zaman kaybetmedi. Hayallerindeki gibi; görmek istediği şekilde gördü herkesi, her şeyi. Ve değişenler, acımasızca eleştirdi onları. Bu şekilde korkaklıklarını saklıyorlardı. İçten içe kıskandıklarının farkında bile değillerdi. Benzerliklerini değil, farklılıklarını görmeyi tercih ettiler. Siyah beyaz hayatın içinde ışıl ışıl parlayan o güneşleri söndürme gayreti içindelerdi. Farklılıklarımız değil miydi bizi güzelleştiren? Herkes aynı şeyi düşünse, düşünmüş olur muydu sahiden? Eleştiri oklarını bir kez olsun kendimize yöneltsek çok mu zor olurdu gerçekten? Sokakta dinlediği müzik eşliğinde tek başına dilediği gibi dans edip yüksek sesle şarkı söyleyen çocuk mu deliydi, ona uzaktan bakan beton suratlarımız ardından “Ne yapıyor bu deli?” diyen bizler mi? Henüz küçük bir çocukken, çuvalla ağaçtan ağaca perde yapıp mahalledeki çocuklara şarkı söylerdi. 1950’de daha üniversite öğrencisiyken, TRT İstanbul Radyosu’nun açtığı solistlik sınavını 186 kişiden kazanan tek kişiydi. 11 yıl Maksim Gazinosu’nda sahne aldı ve gazinoların gazino olduğu zamanda, o şarkı söylerken yemek içmek yasaktı. Şarkılarını ondan başka kimse seslendiremezdi. T şeklinde podyumu o buldu, böylece dinleyicileriyle iç içe olabilecekti. Engin ve vurgulu Türkçesiyle adeta dilimizin temsilciliğini üstlendi. Çok geniş bir repertuvarı vardı, binlerce şarkı ezberindeydi. Aynı zamanda bir desen uzmanıydı. Sahnede sanatçının bir sorumluluğu olduğuna, herkesten farklı olması gerektiğine inanırdı. Kendi kıyafetlerini kendi tasarlardı. Sadece kendininkileri değil, orkestranın kıyafetlerini de o ayarlardı. Marjinal sahne kostümleriyle halkın oldukça ilgisini çekti. Onu linç etmek için gazinonun kapısına dayananları içeri aldırıp: “Şarkılarımı dinleyin, onlar fikrinizi değiştirmezse beni döversiniz.” diyecek kadar cesurdu. Sanatı o kadar güçlüydü ki bu topluma kendini olduğu gibi kabul ettirebildi. “Hiç aşık oldunuz mu” sorusuna verdiği yanıtla herkese bir ah çektirdi.


“1961 yılında uhrevi (ahiret ile ilgili) diyebileceğim bir aşk yaşadım. 8 sene sürdü. Çok büyük bir dostluk, çok büyük bir duygu, menfaate dayanmayan en temiz hislerle dolu günler ve yıllar. Ve ondan sonra… Yine… Hala yaşıyorum galiba. Bunu kapayalım.” Dünyayı gezdikten sonra bile “Türkiye üzerine ülke tanımıyorum” dedi. Başkaları gibi kaçmayıp, askerliğini yedek subay olarak Ankara Piyade Okulu’nda yaptı. “Çok sevdim, çok saydım dinleyicilerimi ve izleyicilerimi. Mukabilinde bedelini kalbimle ödedim maalesef. Kalbim yoruldu ve bu olay 25 sene süren sahne stresinden ileri geliyor dedi doktorlar bana. 4 senedir de sahnelere veda ettim. Kalbimi verdim. Çok şey aldım ama kalbimi verdim.” 24 Eylül 1996’da TRT onun için bir ödül gecesi düzenlemek istedi. Söz konusu TRT olduğunda koyduğu bütün kuralları unutuverdi. TRT ona sahne yaşamında kullandığı ilk mikrofonu hediye ettiğinde o heyecana kalbi dayanamadı. Geçmişi özlediği her halinden belliydi. Ayakta zor durmasına, sahnede defalarca kalp krizi geçirmesine rağmen belli etmedi. İzleyicilerinin önünde küçük düşmek istemedi. Yardımcısının elini sımsıkı tutarak, gülümseyerek ve dimdik ilerleyerek sahneden ayrıldı. Program sonu makyaj odasında hayatını kaybetti. Ne gariptir ki o gün giydiği giysinin ismi Son Gece’ydi. Son yolculuğunda Türkiye; Paşa’sını sevgi, hüzün ve özlemle uğurladı. “Bazen ölümü de özlüyorum. Ölüm özlenir mi diyeceksiniz. Elbette özlenir. O beni özlemeden ben yakınlık kurarım. Yeter ki Tanrı onun bile hayırlısını versin.” “Ne demiş atalarımız? İki gün yatak, üçüncü gün toprak. Toprak verimlidir. Yine üzerimizde çimler bitecektir. Yine onların arasında kır çiçekleri olacaktır. Onlar bahar rüzgarlarıyla sallanıp şarkılar söyleyecektir. Yeniler yetişecektir.” O şatafatlı sahne hayatına rağmen son yıllarını geçirdiği Bodrum’daki evi oldukça mütevazıydı. Daha sonra müzeye dönüştürüldü. Ölümünden sonra “Kimsesizlerin Kimsesi” şarkısındaki gibi tüm varlığını Türk Eğitim Vakfına ve Mehmetçik Vakfına bağışladı. Sayesinde 2500 çocuk burslu okudu. Meslek hayatı boyunca seyircilere hiç sırtını dönmedi. O şimdi uzaklarda, gönül hicranla doldu. “Şarkılara duygu seren, çilelere göğüs geren, dertli gönüllere giren, işte benim Zeki Müren.”

Müzik önerisi: Zeki Müren - İmkansız

16


17

UYANIK OL!

ONUR AKGÜL

Uyanık Ol! “Bütün yavşakların bahanesi hayat böyle lafıdır” ZEKİ DEMİRKUBUZ “Elde et, kazan, en iyisi ol, hep daha çok iste, uyanık ol!” Bütün yaşamı boyunca insan bunları duyuyor. Tüm bu telkinler kişinin menfaatine değil sistemin sürekliliğine çalışıyor aslında. Farkında bile değiliz, bütün bu çabanın aslında başkalarının zenginliği için olduğunun. Apoletler takıyorlar omuzumuza, takdir ediyorlar bizi.Peki niçin bütün bunlar? Kazanmak için yürüdüğümüz bu yolda kaybettiğimiz erdemlerin farkında bile değiliz. Bütün bu kazanma arzusu insana dair en büyük erdemlerin düşmanı. Etrafımızdakileri kusurları üzerinden azarlayan merhametsiz kimselere dönüşüyoruz. Oysa insan bütün bunlardan daha üstün kavramlarla anlamdırmalı varlığını. Cesaret, merhamet, kardeşlik, aşk, kavga…

“Eşek olana semer vuran çok olur.” Ne anlamalı bu atasözünden, uyanık olmamız gerektiğini mi yoksa fırsatını bulduğumuzda üstüne çökmemiz gerektiğini mi mazlumun? Birkaç kişi oturmuş çaylarımızı içerken, birisi o an orada olmayan başka bir arkadaşımızın başına gelen talihsiz olaylar üzerine onun bunu hak ettiğini ima eden bir üslupla bu atasözünü kullandı. Çünkü bütün diğer yavşaklar gibi o da merhamet duygusunu yitirmişti. Çünkü çok kolay bütün yaptığımız adilikler ve kötülükler sonrasında hayatın bizi buna zorladığı yalanına inanmak. Ancak, bu ne kadar onun suçu bunu bilmiyorum. Çünkü insanın fıtratı ve tabiatın kudreti ister istemez bazılarımızda bu ikircikliği yaratıyor. Sanırım, insan bir kere ödün verdiğinde ahlaktan ve onun savunduğu bütün değerlerden, temizleyemiyor vicdanını. İyi olmak için korkmamız gereken şey bir tanrı yahut güçlü bir otorite değil, günün sonunda hesap vereceğimiz utanç duygumuzdur. Utanç duygusu ve başkaldırı birbirlerine çok uzak kavramlar gibi gözükse de tarih boyunca bütün başkaldırıları duyduğumuz utanç duygusu tetikler. O yüzdendir ki müzik yaparak Hitler’e ve onun yarattığı yığınlara kafa tutan bir grup genç ölüm karşısında korkusuz bir tavır sergilemişlerdir.

©Selin KAYGUSUZ


İLKE ŞANLI

ALTERNATİF KÜLTÜR-SANAT | ETKİNLİKLER

Mozart Akşamı, Ezgi Lafcı & İlter Vurucu-Keman ve Piyano Resitali Tarih: 12 Ekim Saat: 20:00 Yer: Mozarthaus Sanat ve Konser Evi

Harmolipi-Bir Rembetiko Semineri Tarih: 18 Ekim Saat: 20:30 Yer: Fade Stage & Coffee

Cimri/Tiyatro Tarih: 12 Ekim Saat: 20:00 Yer: Kartaltepe Gösteri ve Sanat Merkezi

Azizname/Tiyatro Tarih: 26 Ekim Saat: 20.30 Yer: MEB Şura Salonu

Todes Dans Topluluğu Tarih: 16 Ekim Saat: 20:30 Yer: ATO Congresium

Ibis Maria Guarnaluse Tarih: 31 Ekim Saat: 22:30 Yer: 6:45 KK Ankara

Frida/Tiyatro Tarih: 16 Ekim Saat: 20:30 Yer: Yenimahalle Nazım Hikmet K.M-Yıldız Kenter Tiyatro Salonu

Anadolu Ateşi-İstanbul Dreams Tarih: 6 Kasım 2019 Saat: 20.30 Yer: ATO Congresium

18


Kara Fanzin ile Karşılaşma İhtimali : + TED Üniversitesi (Merkez üssü)

+ Sarkaç Kafe, Kızılay

+ Last Penny (Bahçelievler, Büklüm)

+ Dost Kitabevi, Kızılay

+ Fahrenheit 451, F. Kennedy Caddesi + Latife Kahve, Bahçelievler + ODTÜ Kütüphanesi, ODTÜ Grano Kafe

+ Ankara Üniversitesi Kütüphanesi

+ OrtaDünya Kafe, Kızılay

+ Kakule Kahve, Kızılay

tedukultursanat

TEDÜ Kültür-Sanat

karafanzin


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.