Röportaj: Prof. Dr. Erhan Erkut
KARİYER YOLUNDA Meslek Seçimi ve Kariyer Planlama
Dijital Dünyada Ebeveynlik Konuk Yazar: Psikiyatr Dr. Arzu Erkan Yüce
Arkadaşım, Bana Kim Olduğumu Söyler misin?
02 08
34 16
38
İçindekiler 01 Editörden - Hülya Seferoğlu 02 Arkadaşım Bana Kim Olduğumu Söyler misin? - Hakan Özpar / Merve Aysun Ceylan 08 Hayvan Dostlarımız - Filiz Koçak / Yelda Arslan 12 Bireyselleşme Yolculuğunda Mahremiyet - Revan Çamlıbel 16 Meslek Seçimi ve Kariyer Planlama - Yükselen İstengel 20 Kariyer Yolunda - Röportaj: Prof. Dr. Erhan Erkut 28 Dijital Dünyada Ebeveynlik - Konuk Yazar: Psikiyatr Dr. Arzu Erkan Yüce 34 Çocuk Yetiştirirken Bağlamın Etkisi - Leyla Vural 38 Boşanma ve Aile Üzerindeki Etkileri - Çeviri: Neşe Eşer 42 Bizden Haberler
Terakki Vakfı Okulları Psikolojik Danışma ve Rehberlik Servisi Sahibi Mehmet Güneş Terakki Vakfı Okulları Genel Müdürü Yayın Direktörü Demet Uysal Psikolojik Danışma ve Rehberlik Servisi Koordinatörü Editör Hülya Seferoğlu Psikolojik Danışman Yayın Kurulu Funda Tezer Uzman Psikolojik Danışman Hülya Seferoğlu Psikolojik Danışman Müge Kösoğlu Uzman Psikolojik Danışman M. Özge Tonguç Uzman Psikolojik Danışman Tasarım ve Uygulama . M A T S I Y A H / matsiyah.co.uk Redaksiyon Dilek Özçelengir Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Katkıda Bulunanlar Bora Gönenç Terakki Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Vekili Banu Akbaşlı Kurumsal İletişim Koordinatörü Baskı
ÖREN MATBAA / 0 (212) 544 65 98 Yayın Türü Süreli (yılda 2 kez) Sayı 18 / Ücretsizdir Dergideki tüm yazılar Terakki Vakfı Okulları Psikolojik Danışma ve Rehberlik Servisi uzmanları tarafından hazırlanmıştır. Gelişim, Terakki Vakfı Okulları tarafından T.C yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Gelişim’in ismi ve yayın hakkı Terakki Vakfı Okulları’na aittir. Gelişim’de yayınlanan yazı, fotoğraf, karikatür ve illüstrasyonların her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Editörden Değerli Okurlar; Bir eğitim öğretim yılının daha sonuna gelirken birlikte ne çok şey yaşadık, paylaştık. Her yıl olduğu gibi bu yıl da çocuklarınızın büyümesine tanıklık ederken birçok konunun üzerinde beraber düşündük, anlamaya çalıştık. Bazen geçmişi, bazen bulunduğumuz zamanı, bazen de geleceklerini konuştuk. Anne baba olmak daha anne karnındayken başlayan, kendi içinde pek çok sevinci, heyecanı ile birlikte, endişe ve kaygıyı da beraberinde getirebilen uzun bir yolculuk. Her anne baba en özel ve değerli varlıklarının en iyi şekilde yetişmesini, hayata hazırlanırken zarar görmemesini, mutlu bir yaşam sürmesini arzu eder. Bu arzu doğrultusunda çocuklarının gelecekleri ile ilgili alacakları kararlarda onlara destek olurken, bazen de kendi arzuları doğrultusunda yön vermek ister. Anne ve babaların bu arzuları her zaman çocuğun da arzusu mudur? Anne ve babaların çocukları ile ilgili hayalleri, çocuğun kendi geleceği için kurduğu hayallerle örtüşür mü? Örtüşmeli mi? Onların kendilerini keşfetme sürecinde anne ve babalar nerede ve ne kadar var olmalıdır? Tüm bu meseleler düşünüldüğü zaman hayatın önemli bir yolculuğu “Kariyer Planlaması” ilk akla gelendir. Günlük yaşamda çoğunlukla kariyer sadece meslek seçimi olarak algılansa da aslında bireyin yaşamı boyunca ilerlemesi ve gelişmesi olarak düşünülebilir. Meslek seçimi, okul başarısı ve sınav sonuçları gibi etkenlere dayanarak yapılırken, kariyer gelişimi çok küçük yaşlardan itibaren edinilen deneyimlerle oluşmaya başlar. Biliyoruz ki, daha küçük yaşlarda bir çocuğun nelerden hoşlanıp hoşlanmadığını, onu nelerin mutlu edip etmediğini, oyun oynarken hangi oyunları tercih ettiğini gözlemlemekle başlayan kariyer yolcuğu, ortaokul yıllarında farkındalık çalışmalarının desteklenmesi ile bir yol alır. Bu nedenle aslında kariyer yolculuğunun çocuğun doğumuyla başlayan bir süreç olduğunu da düşünebiliriz. Tüm bunlardan hareketle son yıllarda oluşan kariyer anlayışı üzerine Prof. Dr. Erhan Erkut’la merakla okuyacağınızı düşündüğümüz bir röportaj gerçekleştirdik. “Kariyer Yolunda” atılan ve atılması gereken tüm adımları detaylı bir şekilde okuyabileceğiniz röportajın ve “Meslek Seçimi ve Kariyer Planlama” başlıklı yazımızın size ışık tutacağına inanıyoruz. Sevgili anne babalar, bu sayımızda da ilginizi çekeceğinize inandığımız, okurken size yol göstereceğini düşündüğümüz birçok konuya yer vermeye çalıştık. Gelişim dergisi ekibi adına uzun bir yaz tatiline girerken sevdiklerinizle birlikte nice güzel anılar biriktireceğiniz, doyasıya yaşadığınızı hissedeceğiniz, sağlıklı, huzurlu ve keyifli bir yaz tatili dilerim. Sevgiyle kalın,
Hülya Seferoğlu Psikolojik Danışman
gelisimdergisi@terakki.org.tr
01
Yazanlar: Psikolojik Danışman Hakan Özpar Danışman Psikolog Merve Aysun Ceylan
ARKADAŞIM,
BANA KİM OLDUĞUMU SÖYLER MİSİN? Başkasıyla kurulan ilişki şüphesiz ki kendine bakışını da etkiler insanın. Diğerleri tarafından nasıl biri olduğu düşünülüyorsa, öyle biri gibi anlamaya başlar kendini. Kimi zaman ilişkilerde çatışmaların uzlaşmaya götürülemediği tıkanıklıklar da yaşanır. 02
Yaşam bir keşif yolculuğudur. Keşfederken kişi benliğinin sınırlılıklarını, yeteneklerini, ötekilerle ilişki kurmada seçimlerini etkileyebilecek benzerlik ve farklılıklarını anlamaya çalışır. Kişinin kendini tanıma uğraşı, sadece ben'le sınırlı kaldığında ilerleyemez. Bu sadece ben’le gerçekleştirebilecek bir keşif değildir. Hemen her zaman ben’de ne olduğunu keşfetmek ve kişinin nasıl biri olduğunu görmesi için ben-dekini yine kendine geri verecek ve kim olduğunu ayna gibi yansıtacak ötekiyle ilişki kurmaya ihtiyaç duyar.
Benliğin İlişkilerde Keşfi “Ben nasıl biriyim?” sorusu hayat boyunca yanıtları çeşitli nedenlerle farklılaşan ve hep açık kalan bir sorudur. Erken dönemde bebek nasıl biri olduğuna dair ilk cevapları, durumunu bir ayna gibi bebeğe geri yansıtan, yaşamdaki ilk öteki olan annenin bakım veren yüzünden alır. Psikanalitik gelişim kuramları, doğum sonrası yaşamın ilk dönemlerinde bebek için henüz ben ve ben olmayan (öteki) ayrımının oluşmadığını söylemektedirler. Bebek annesini kendinden farklı bir kişi olarak algılayabildiği bağımsız bir benlik hissine henüz sahip değildir. İlk aylar geçilirken aşamalı ve yavaşça bebek annesinin farklı bir kişi olduğunu anlamaya başlar. Ben ve öteki ayrımlaşması bebek için mümkün olmaya başladığında artık benlik algısıyla ilgili bilgiler de edinilmeye başlanır. Bebeğine bakarken annenin yüzündeki ifade bebeğin benlik algısının temelini oluşturur. Neşeli, sevgi dolu bir bakış üzgün kaygılı bir bakıştan farklı bilgileri bebeğe taşıyacaktır. Bebek kendi duygu halini annesinin yüz ifadesinden oluşturur. Örneğin bebek acıktığında, anne keyifle yaşadığı beslenme deneyimiyle, annenin çeşitli kaygılarla yaşadığı beslenme deneyimi bebeğe kendisi hakkında farklı bilgiler verecektir. Bu yolla bebek ya “Ben hoşnutluğum.” ya da “Ben kaygıyım.” algısına ulaşır. Henüz küçük çocuk “Aslında annem benden bağımsız ya da benim neden olduğum bir konuyla ilgili kaygılı veya neşeli.” fikrine ulaşabilmiş değildir. Bebek şefkatle gülümseyen bir yüz karşısında “değerli, özel ve kıymetli biri” olarak duyumsar benliğini; annenin yüzünde duygular donuk ya da kaygılıysa “çaresiz, acı verici ve değersiz biri” olarak tanır kendini. Böylece kim olduğunu arama yolunda, kendini yansıtacak o ilk kıymetli ilişki kurulur. Ben’ine, sebebini bilemediği ihtiyaçlarına, acı veren ayrılığa, soğuk ve karmaşık dünyaya anlam veren o ilk ilişki böylece gelişir.
Yaşı ilerledikçe aile dışındaki sosyal çevreye açılan, kendi kişisel evrenini inşa etmeye başlayan insan, sıklıkla şu soruyu sorar: “Ben nasıl biriyim?” Kime benzediğini, ne kadar yetenekli olduğunu, kişisel donanımlarını ve zorluklarını… İnsan, anlamlar inşa etmesine olanak tanıyan bir güce sahip olmasına, beynin içine bakmasını sağlayan teknolojiler yaratabilmesine rağmen aslında kendisiyle ilgili oldukça az bilgiye sahiptir. Bu nedenle hala oldukça kırılgandır. Nasıl biri olduğuna dair aldığı tüm mesajlar –sözel olanlar ve olmayanlar- dışarıya anlamı, içeriye doyumu dağıtmaya başlayacak olan kendiliğine çarpar ve iz bırakır. Zaman geçer, deneyimler değişir. Annenin şefkatle doldurduğu ilk tasarımlar hem yerleşmeye hem de yer değiştirmeye başlar. Doğumdan bu yana bilinçdışı bir şekilde arayışı sürdürülen kimliğin, bu kez değişen deneyimler ve bilişsel süreçler aracılığıyla daha somut bir şekilde izi sürülür. İlişkiler başlar, ilişkiler gelişir… İlişkilerde duygular üzerine çalışılır, çatışmalar üzerinde uzlaşılır. İlişkilerde ben’ler oluşturulur, ilişkilerde sen’le tanışılır. Çocuk kim olduğu üzerine çıkılan zorlu yolda, ilişkide anlam bulur ve bulduğu anlamlar üzerinden anlamlanır.
Öteki Beni Nasıl Görür? Çoğunlukla anne ve babayla yaşanan çocukluğun ilk yıllarından sonra “Ben başkalarının zihninde kimim?” sorusu gelişimde daha önemli olmaya başlar. Bu sorunun oluşabilmesi için bile aslında pek çok gelişim adımı atılması-
na ve öteki insanların sürekli katkısına ihtiyaç duyulur. Anne baba dışında kalan fakat ilişkide olma ihtiyacı taşıdığı diğer insanlar işte burada ilişkiye çağrılır. Arkadaşlar, büyük ebeveynler, komşular, diğerleri… Çocuk okul deneyimiyle de yoğunlaşacak şekilde, sosyal ortamlarda benlik algısıyla ve ötekilerde bıraktığı izlenimlerle ilgili yeni bilgiler edinmeye başlar. Gelişiminin buraya kadar olan kısmında kendisiyle ilgili ilişkisel ipuçlarını çoğunlukla ailesinden edinirken, şimdi yaşıtlarından oluşan bir gruptan yeni ve değişik kanallardan bilgiler edinmektedir. Aslında güvenli aile bağlarından sonra evin dışında kalan ilk insanlarla kurulacak ilişki aynı zamanda hem önemli kaygıların hem de önemli kazanımların sahnesidir. İlişkide olmak demek kendi iç dünyasını, getirdiği tüm ruhsallığı bir başkasının seyrine ve kullanımına açmak demektir. Bu kadar öznel ve içeride olanı bir başkasıyla paylaşmak her zaman kolay değildir. Paylaşmayı başardığında yine de hala zorluklar vardır; ilişkiyi sürdürmek de ayrıca meşakkatlidir. Çocuk, belki henüz kendisi için fark edilebilir olmayanı bir başkasıyla kurduğu duygusal ilişkide bilinçsizce ona sunduğunda artık görünür hale getirmiş olur. Hem onun için hem de kendisi için… Bugüne dek gizil tutulan, varlığı keşfedilmemiş sır kalan ne varsa bir başkasına herhangi bir şey sunduğunu varsaydığı bir anda ansızın açığa çıkıverir, biraz önce ya da az sonra değil. Önlenemez şekilde henüz bilinemez olanlar her iki taraf için de aynı anda görünür hale gelir. Birbirlerinin içine baktıkları, birbirlerinden aldıkları ve birbirlerine verdikleri o ilişik olma ve ilişkide bulunma halinde…
03
Arkadaşlık: Farklı mı? Benzer mi? Başkasıyla kurulan ilişki şüphesiz ki kendine bakışını da etkiler insanın. Diğerleri tarafından nasıl biri olduğu düşünülüyorsa, öyle biri gibi anlamaya başlar kendini. Kimi zaman ilişkilerde çatışmaların uzlaşmaya götürülemediği tıkanıklıklar da yaşanır. Örneğin çocuk, arkadaşıyla kurduğu ilişkide haksızlığa uğradığını düşünür, çünkü daima arkadaşının istediği oyunlar oynanır ve hep arkadaşı tarafından yönetilir. Çocuk eğer bırakılsaydı, bir oyun kurabilir miydi? Arkadaşı gibi oyunu yönetebilir miydi? Kendi isteklerini söylemek konusunda rahat olur muydu? Bu soruların yanıtları her zaman evet olmayabilir. Çocuk için bu deneyim ve hissettiği haksızlığa uğramak duygusu elbette kıymetlidir ve bu bağlamda bir anlam da taşımaktadır Belki de bu ilişkinin dinamiğinde daha pasif bir konumda olmak mutlu ettiği için çocuğu, diğer çocuk hep oyunu kurmak rolüne girmiştir. Belki bu da diğer çocuk için anlamlıdır. Ruhsal anlamda gücü elinde bulunduracağı bir ilişki şekline ihtiyaç duymaktadır. İnsan yalnızken ben’de farkında olmadığı yanları ilişkide fark eder, tanır. Bu çarpıcı iç gerçekliklerin, kendi algı ve hayal dünyasının, bir başkasıyla kurduğu dış gerçeklikte ortaya çıkması, kolay olmayan bir deneyime dönüşebilir. Sadece çocuklar için değil, ebeveynler için de zordur bu süreç. Bir ebeveyn çocuğunun nasıl biri olduğunu düşlemliyorsa, tüm ilişkilerde de aynı kişi ve konumda olduğunu düşünebilir. Ancak her ilişki yeni bir inşa sürecidir. Ben’le olduğundayken ne halde ise öylece kabul etmek ve şefkat vermek, ama dışarıdaki sonsuz ilişki olasılıklarında onu izlerken, sadece anlama çabasını sürdürmek ve onu tüm değişkenlikleri ile kucaklamak… Bir çocuğun farklı ilişkilerde kendi olma fırsatını asla elinden almaksızın, sadece izin vermek. Her çocuk, ihtiyaç duyduğu arkadaşı seçer ve ilişkiyi kendi ihtiyacına yönelik olarak düzenler. Arkadaşlık ilişkisinin içindeyken çocuk, sonuç tekin olmasa bile bir ilişki içinde kendini açmayı öğrenir. Aileden olmayan, dışarıda duran birini, kendi ruhsal alanına dâhil eder. Birlikte düşünmek ve yaratmak, birlikte yaralanmak ve onarmak için… Çocuğun oyununun amacı budur.
04
Arkadaşlık, hayatın gerçeklerini çok fazla yara almadan ve hala kendini daha güvende tutarak deneyimleme fırsatı elde ettiği bir alanda gerçekleşir. Bu yüzden oyun kurduğunda oyuna ikiden çok kişi/şey katılır: İki çocuk ve ikisi onlara ait olmak üzere pek çok ruhsal alan… Ergenlikten önce tüm ilişkilerde çocuğa kendi ruhsal alanıyla birlikte ebeveynin ruhsallığı da eşlik eder. Çocuğun ilişkilere anlam yükleme biçimi, ilişkilerden ne beklediği ve bağlanma türleri kendi ruhsallığı kadar anne babanın ruhsallığına dair de izler taşır. Anne babanın çocuğa aktarımı sadece genetikle kısıtlı değildir, bir ailenin içinde bilinçdışı bir şekilde aynı yaş dönemlerinde benzer şeyler yaşanır.
Aile Dışı Dünyaya Açılırken Anne ve babanın süreklilik içeren şefkatinde kabul duygusu ortaya çıkar. Sosyal ilişkiler arttıkça, başkalarıyla birlikteyken kabul görmenin ve her zaman onaylanmanın çok da mümkün olmadığını kavrar çocuk. Artık her kavganın haklısı, her oyunun kazananı değildir. Gelişimin sekteye uğramaması için olmaması da gerekir. Kayba tahammül etme kapasitesi erken çocukluk deneyimleriyle oluşan bir yaşantı olsa da, ilk arkadaşlarla ilk oyunların sayesinde görünür hale gelir. Kaybın yarattığı boşlukta donmamayı, o bekleme anını dönüştürmeyi, yıkıcılığın yerine yaratıcılığı koymayı ve asıl kaybettiği an oyunu tekrar başlatabilmeyi buradan öğrenir. Anne babadan oluşan ilk sosyal ortamında yarattığı kimliği yıldızlarla dolup taşan çocuk için, o çok önemli nice başarı şimdi yavaşça silikleşmeye ve iz bırakmadan kaybolmaya başlarken asıl şimdi o kendi oluşturacağı deneyime doğru ilerlemektedir. Çocuk, gelişim basamaklarında ilerledikçe sosyal ortamlarda kuracağı arkadaşlık ilişkileri, temel benlik duyumunun da etkisiyle şekillenir ve çeşitlenir. Olumlu bir hisle tekrar edilmesi veya olumsuz bir hisle tam tersi yönde telafi edilmesi için çocuğun kendisinin bilincinde olmadığı arkadaşlık ilişki tarzları oluşmaya başlar. Kimi çocuk –ve yetişkinleriçin anne babayla kurduğu ilk ilişkideki temsillerin ifadesi yaşantı içinde tekrar ve tekrar inşa edilir. İlişkide olunan kişi değişse ve yerine bir yenisi geçse bile aynı süreçler tekrarlanır.
05
06
İnsan ruhsallığında kendisinin farkında olmadığı, bazen kendisinden bile gizleyip unutmak, yok saymak istediği arzuları, düşünceleri, duyguları, tasarımları vardır. Çocuklar kendilerinin hatırlamadığı hatta anne babalarının bile fark etmediği doğumlarının sonrasındaki ilk dönemlerde yaşadıkları hoşnutluk veren durumları tekrar etmek, hoşnutsuzluk verenleri bazen tekrar etmek bazen de onlardan uzak durmak yönünde bilinçdışı yönelimleriyle hareket ederler. Kendileri için korkutucu, acı verici hatta bazen travmatik olmuş yaşantıların, bazı parçalarını içeren sahneleri sonraki dönemlerde tekrar edebilirler. Bu tekrarlar acı veren olay üzerinde kontrol edici olma hissini oluşturmak amacıyla olabilir. Ya da daha gelişmiş bir ruhsal zihinsel haldeyken olaya daha geniş anlamlar verebilmek amacıyla olabilir. Bu tekrarların çoğu bilinçdışı etkilerle oluşur ve kişinin bilinçli seçimlerinden bağımsız gelişirler. Eş ve iş seçimi gibi arkadaş seçimi de bu süreçlerden etkilenir. Arkadaşıyla kurduğu ortak ruhsal alanda çocuk kendini tanır, anlam yaratır ve iyileşir. Onay gören ve sevgi dolu arkadaşlık ilişkilerinde hayata dair sevecen duygular ve daha olumlu haller coşkuyla prova edilir ve içselleştirilir. Fakat çocuklar bazen kendileri için olumsuz deneyimlere yol açan arkadaşlarının yörüngesinden uzaklaşamazlar. Tekrar edecek şekilde aynı arkadaşlarına zarar verirler veya aynı arkadaşlarından zarar görürler. Her bir “bir araya gelmek” halinin anlamı vardır. Bu bağlamda düşünüldüğünde bunun kişiye taşıyacağı anlam hakkında ne söylenebilir sorusu akla gelir. Çocuklar kimi zaman kendileri riske girmek istemezler, hayatın mükemmel olmadığı, sonuçların pek iç açıcı olmayacağı yaşam deneyimlerini bir başkasında izlemek risksiz ve konforludur. Kimi zaman da çocuklar annesi nasıl davranıyorsa öyle davranan, babası nasıl iletişim kuruyorsa öyle konuşan arkadaşlara yapışırlar ve arkadaşlarına dair yorumları da o yönde gelişir. Bunu şuradan anlamak mümkündür; bazı çocuklar için mahremiyet sınırları katıdır; kendi vücutlarına, sınırlarına ve başkasınınkilere karşı da hassas ve saygılıdırlar. Bu nedenle oyunların içinde itişme, çekme, yakalama, çelme takma vb. konular onları çok zorlar. Bazıları ise aile kültüründe de bu tarz sınırların iç içe geçmesini deneyimler; isteği dışında kucaklaşma, hoplatarak zıplatarak sevilme ya da şiddet yaşantılarına maruz kalmaktan dolayı beden sınırları konusunda çok
da dikkatli değildirler. Bu iki gruptan hangisinde yer aldığı çocukların arkadaşlık ilişkilerindeki beklentilerini etkiler, daha da önemlisi ilişkideki mutluluk doyumlarına yansır.
Geleceğin Birlikte İnşası Çocuklar büyürken olmak istedikleri, olmanın arzusunu taşıdıkları, potansiyel olarak olabilecekleri kişiyle ilgili sorgulama, araştırma ve keşif süreçlerine devam ederler. Bu keşif yolculuğunda ailenin ve toplumun kültürü, değerleri, benimsedikleri ve reddettikleri çocuk için cesaretlendirici ya da engelleyici olur. Arkadaşlık ilişkileri de bu sürekli hareket halindeki karmaşık ve değişken etkileşimler bütününde yerini alır. İdeallerin anne babadan uzaklaşıp dışarıda, sosyal hayatta yer alana doğru kayması anne baba için de zorlu bir değişim sürecini tetikler. Bu noktada çocuk ilişkiler üzerinden yaşantısını düzenlemeye girişir. Anne babanın kabul ve onay sınırlarını tekrar görmek ister, bunu da arkadaşlıkları üzerinden ifade etmeye çalışır. İlişkilerde birincil kazanç kendini bulmaktır. Her çocuk, seçtiği her bir ilişkiyle, kendine dair bir parçayı bulur ve bilincine getirir. Her ilişki bu nedenle sanki mükemmelmiş gibi deneyimlenir. Bu noktada “Bu ilişki iyi ya da zarar verici mi? Çocuğum için neye yardımcı oluyor? Hayatı prova ettiği şu an çocuğum bu oyun aracılığıyla hangi zorluğuyla baş etmeye çalışıyor? Bu arkadaşı onayladığım ya da onaylamadığım tutum ve davranışlarıyla, çocuğumun içindeki hangi duygulara ayna tutuyor?" gibi sorular üzerinde düşünebilmek ve çocuğun destek isteğini ifade edene kadar sabırla harekete geçmeden kalabilmek en değerli ebeveyn ve yetişkin katkısı olacaktır. Unutulmamalıdır ki, her çocuk oyununu kendi kurar, anlamını kendi belirler. Çocuk, kendi arkadaşını seçer. KAYNAKÇA • Winnicott, D. W. (2017). Çocuğun Gelişiminde Annenin ve Ailenin Ayna Rolü, İçinde: Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları.
07
Yazanlar: Psikolojik Danışman Filiz Koçak Psikolojik Danışman Yelda Arslan
HAYVAN DOSTLARIMIZ Yeryüzünün yalnızca insanlara ait olmadığı bilincine vararak, diğer canlılar için iyileştirilmiş yaşam alanları bırakmaya özen göstermek, daha güzel ve barışçıl bir dünyaya ulaşmayı sağlayacaktır.
08
Geçmişe kıyasla günümüz çocuklarının doğayla ilişkisi, kent hayatı içinde giderek daha mesafeli ve kısıtlanmış hale gelmiştir. Yakın tarihe kadar büyük kentlerde mahalle yapısının mevcudiyetini ve çocukların ev dışında da zaman geçirmelerinin mümkün olduğunu, bu deneyimleri yaşamış olanlar hatırlayacaklardır. Oysa günümüz çocuklarının çoğu, bu olanaklardan yoksundurlar. Karşısında saatler geçirilen her tür ekran, çabuk tüketilen oyuncaklar ve çocukların dört duvar arasında kısıtlanmaları doğadan uzaklaşmalarına yol açabilir. Bu noktada şehir yaşamı içerisinde doğa ile teması sağlayacak şeylerden biri de hayvan dostlarının varlığıdır. Özellikle küçük yaşlarda bir başka canlıyı sevmek, bağlanmak, yaşam içerisinde ötekine yer açmak değil midir? Evcil hayvanlar, dostluklarıyla destekleyici olarak çocukların yaşamlarında yerlerini almaktadırlar. İnsan yaşamına pek çok farklı alanda katkı sağlayan bu dostluk, çocuklarla oyun oynayarak, sevgiyi paylaşarak onların gelişimini desteklerken sorumluluk, empati, sosyal beceri ve korkularla baş edebilmelerine yardımcı olur. Bunlara daha yakından bakılacak olunursa; • Evcil Hayvanın Bakımını Üstlenmek Sorumluluk Duygusunu Geliştirir Bir başka varlığın sorumluluğunu almak çocuğun ahlaki gelişiminde önemli rol oynayan, onun benmerkezci olmasının önüne geçebilen bir etki yapar. Hayvanlar çocuğun zihninde, vazgeçilmesi kolay bir nesne olarak değil, koşulsuz sevgiyi ve sadakati deneyimlediği bir canlı olarak var olursa, sorumluluk bilincinin gelişimine destek olur. Kedisinin mama saatini unutmayarak onu beslemek, sabahın erken saatinde uyanarak köpeğini dışarı çıkartmak, kuşunun kafesini temizlemek, hasta olduğunda yanında kalarak tedavisine yardımcı olmak sorumluluk bilincini güçlendiren önemli faktörlerdir. Çocuğun bu alanlarda güçlenerek becerilerini geliştirmesi, diğer alanlarla ilgili sorumluluklarını üstlenmesine de destekleyicidir. Bu dostluk aynı zamanda sabredebilme ve sorun çözme becerilerine de katkı sağlar. • Empati Duygusunu Geliştirir Çocuklar, ebeveyninden “bakım alan” rolünden, bir başka canlıya “bakım veren” rolüne geçtiklerinde; besleyip doyurdukları, koruyup barınacağı bir yer hazırladıkları ve en önemlisi karşılıklı sevgi alış verişinde bulundukları bir ilişki içinde bulurlar kendilerini. Burada ebeveynin de olumlu, destekleyen tutumları, bu bağın kurulmasında büyük yarar sağlar. Böylece çocuk, benmerkezci dünyasından çıkarak, bir başka canlının gözünden dünyaya bakmayı öğrenir. Kendisi dışındaki canlıların da duyguları-
nın farkına varır. Veterinere götürdüğü hayvanının endişesini ve kendi varlığının onu nasıl sakinleştirebildiğini görmek çocuk için paha biçilemez bir deneyimdir. Çocuklar yeri geldiğinde verici olmak gerektiğini de hayvan sevgisi sayesinde daha kolay öğrenebilirler. Daha hoşgörülü, daha paylaşımcı, daha anlayışlı, farklılığa daha açık bir kişilik geliştirebilirler. • Sosyal Becerileri Geliştirir Hayvanlar koşulsuz sevgilerini sunarak var olurlar. Çocuğun, üzgün olduğunda ve ihtiyaç duyduğu zamanlarda evcil hayvanının varlığı, onunla birlikte olmaktan keyif aldığını görmesi rahatlatıcı bir deneyimdir. Yalnızlık duygusunu ortadan kaldırır, kabul görmenin hazzını yaşatır. Bir canlı ile sevgi temeline dayalı böylesine bir ilişki kurmak, onunla vakit geçirmek, oyunlar oynamak bir süre sonra çocuğun bu olumlu deneyimini akranları ile olan ilişkisine yansıtmasını kolaylaştırır. Diğer yandan hayvanlar, bakımını üstlenen kişi her talep ettiğinde ona karşılık veren canlılar değildir. Kimi zaman onlar da sınırlara ihtiyaç duyarlar. Çocuğun, hayvanının beden dili mesajlarını doğru okuyarak bu sınırları fark edebilmesi için bir gözlem süresine ihtiyacı vardır ve bu beceri zamanla gelişir. Ancak, bu bir kere oluştuktan sonra da çocuk bu deneyimini genelleştirir ve bütün canlıların dikkate alınması gereken duyguları olduğunu fark eder. Ayrıca bu ilişki sayesinde, ötekinin sınırına saygı gösterebilme, kendini onun yerine koyabilme, ilişkideki sorumluluğunu fark edebilme ve olası sorun durumlarına etkili çözümler üretebilme becerileri gelişir. • Korkularla Baş Etmeye Yardımcı Olur Evcil hayvanlar sayesinde çocuklar, hayvanlarla ilgili yeni bakış açıları kazanırlar. Onların davranışlarını gözlemleme ve içgüdülerini fark etme fırsatı yakalarlar. Böylece hayvanların da insanlar gibi acı çekebildiğine, üzülebildiğine, sevinebildiğine, sevgi ve bağlılık hissedebildiğine hatta hastalanabildiğine şahitlik ettiklerinde; onları korkulacak bir varlık olarak algılamazlar. Bu noktada ebeveyn tutumlarının çocuklar için rol model oluşturduğu düşünülürse, yetişkinlerin hayvanlarla kurdukları ilişki biçiminin çocuklarının kuracağı ilişkiye etki edeceği de unutulmamalıdır. Çünkü çoğu zaman çocuklar hayvanlardan korkmayı çevrelerindeki yetişkinlerin tepkilerinden öğrenebilmektedirler. Bir diğer önemli tespit de, evcil hayvanla büyüyen çocukların beklenmedik durumlar karşısında endişe düzeylerinin daha düşük olduğu ve baş etme becerilerinin daha güçlü olduğu gözlemidir.
09
Evcil Hayvanın Kaybı Karşısında Çocukla Nasıl İletişim Kurulmalıdır? Evcil hayvan bakımını üstlenen aileler kimi zaman bu zengin deneyimler içeren dostluğun zorlukları ile de karşı karşıya kalabilirler. Hayvan
10
dostlarının hastalanması ya da kaybı ebeveyn ve çocuğun pek çok farklı duyguyu birden yaşamasına neden olabilir. Özellikle çocuklar, bulundukları bilişsel ve duygusal gelişim basamağı ve kısıtlı yaşam deneyimleri nedeniyle kaybı anlamlandırmakta zorlanabilirler. Bakımı üstlenilen hayvanın kaybına şahit olmak tüm aile bireyleri için bir yas sürecini de beraberinde getirir. Bu noktada
ailenin bu süreci nasıl yaşadığı tüm fertler açısından önem taşımaktadır. Bakımı üstlenilen evcil hayvanın kaybı sürecinde, durumu önemseyerek ele almak destekleyici olacaktır. Bu noktada çocuğun duygularını anlamak, duymak, sözlü ya da oyun yoluyla getirdiği paylaşımlara imkân tanımak onun yas süreci ile baş etmesini kolaylaştıracaktır. Dolayısıyla ona süre tanımak,
onu anlayışla karşılamak, üzüntüsünü dinlemeye hazır olunduğunu göstermek ve hemen ardından yeni bir evcil hayvan sahiplenerek süreci telafi etmeye çalışmamak önemlidir. Örneğin balığının ölümü durumunda ertesi gün yerine yeni bir balık alarak telafi etmeye çalışmak çocuk için çok da yatıştırıcı olmayacaktır. Aksine üzüntüsünü rahatça ifade etmesine engel teşkil edebilecektir. Bütün mesele bu dönemde çocuğa zaman tanımak, ona karşı anlayışlı ve sevecen olabilmektir. Unutulmamalıdır ki yas süreci deneyimi bireysel olarak farklılıklar gösterebilir. Bu süreçte ebeveynlerin çocuğuna yaklaşımlarında hassasiyet gösterecekleri tutumlar ise duygularını ifade etmek istediğinde ona zaman tanınmak, konuşmaya hazır ve istekli oldukları zamanları seçmek, duygularını kabul etmek olmalıdır. Bunun yanı sıra çocuğun sorduğu sorulara anlayacağı düzeyde cevap vermeye çalışarak yanlış bilgi aktarmaktan kaçınılmalıdır. Kimi zaman cevap vermek zorlayıcı olduğunda kitap, resim ve güncel olaylardan yardım alınabilir. Unutulmamalıdır ki çocuklar uzun konuşmalara odaklanmakta zorlanırlar. Beklenmedik bir anda, örneğin oyun arasında gelerek can alıcı bir soru sorabilirler. O anda yanıtlayabilmek önemlidir. Çocuklar böyle bir yaşam deneyiminin ardından sevdiklerini kaybetmenin endişesini taşıyarak bunu yansıtacak ifadelerde bulunabilirler. “Ben hiç ölmeyeceğim.”, “Büyümek istemiyorum.”, “Sen de ölecek misin?” gibi paylaşımlarını anlamak ve onu rahatlatıcı ifadeler kullanmak önem taşır. Evcil hayvan kaybının ardından ebeveynin çocuklarıyla konuşurken kavram karmaşası yaratmamak adına “Uzaklara gitti.”, “Bizi görüyor.” gibi ifadelerden kaçınmaları çocuğun yas süreci ile baş etmesini sağlamak açısından göz önünde bulundurulması gereken bir durumdur.
Bir Evcil Hayvan Edinmeye Karar Vermeden Önce… • Hayvanların; tüm aile bireylerini olduğu gibi kabul ettiğini, koşulsuz sevgisini sunduğunu unutmadan, evde herhangi bir evcil hayvan beslenmesi ile ilgili karar almadan önce, tüm aile bireylerinin duygusal olarak buna hazır olması
gerekir. Çevredeki barınaklar ve sokaklarda, evcil hayvan dükkânlarında görülüp alınan ve bakımı için yeterince hazır olunmadığından dolayı terk edilen birçok hayvan bulunmaktadır. Bu konuda tereddüt yaşanıyorsa, hazır olana kadar süreci ertelemekte fayda vardır. • Bir hayvan edinme kararı verildikten sonra yapılması gereken ilk şey ise o hayvanın bakımı ile ilgili sorumlulukların ve beklentilerin açık bir şekilde ifade edilmesidir. Ona yeterince zaman ayırabilecek miyim? Uygun koşullarda yaşayabilmesi için gerekli alanı sağlayabilecek miyim? Yiyeceği, aşıları, bakımı gibi temel ihtiyaçları için yeterli maddi imkâna sahip miyim? sorularının cevabını ailece tartışıyor olmak önemlidir. Hayvanların “satın alınabilecek bir meta” olmadığı bilincini aşılamak için, satın almayıp sahiplenilmesi noktasından hareket edilmesinde fayda vardır. • Bakımı üstlenilen hayvanın, bir süre sonra farklı sebeplerden dolayı terk edilmesi, çocukları olumsuz yönde etkileyecek, belki de bakımında yeteri kadar aktif yer alamadığı için kendisini suçlu hissedebilecektir. Eğer evde bir hayvanın bakımını üstlenme imkânının olmadığına karar verilirse, hayvan barınaklarını ziyaret ederek, oradaki hayvanlara ve bakımlarından sorumlu olan kimselere destek olarak, sokak hayvanlarının barınması ve temel ihtiyaçlarının karşılanması konularında bir şeyler yapmak çocuklar için katkı sağlayacak bir deneyim olacaktır. • Evcil hayvanların çocuk sağlığına etkileri konusunda farklı araştırma sonuçları bulunmaktadır. Bir yandan hayvanlarla etkileşimin stres hormonu kortizolü ve kan basıncını düşürdüğünü belirten araştırmalar bulunmaktadır. Diğer yandan, bir grup araştırma erken dönemde edinilen hayvanların çocuklardaki astım ve alerji riskini azalttığını söylerken, başka bir grup araştırma ise tam tersini iddia etmektedir. Bu noktada ailedeki hastalık öyküleri ve çocuğu yakından takip eden doktorun yönlendirmeleri doğrultusunda karar vermek yararlı olacaktır. Dünya, tüm canlılar için sunulmuş bir yaşam alanıdır. İnsanoğlu aklını kendi lehinde kullanarak zaman zaman diğer canlıları yok sayacak boyutta davranışlar sergileyebilmektedir. Yeryüzünün yalnızca insanlara ait olmadığı bilincine vararak, diğer canlılar için iyileştirilmiş yaşam alanları bırakmaya özen göstermek, daha güzel ve barışçıl bir dünyaya ulaşmayı sağlayacaktır.
KAYNAKÇA • Moral, Ayşegül, (Aralık 2016), Evcil Hayvanların Çocuklar Üzerindeki 5 Etkisi, Ekim 2019, http://www. dbe.com.tr/Cocukvegenc/wpcontent/uploads/2016/12/anneliksanat%C4%B1-01122016.pdf • Mutlu, S. (16 Mart 2016), En Sadık Dostlarımız, Ekim 2019, http:// ailedenokula.com/en-sadik-dostlarimiz • Saplakoglu, Y. (July 24, 2018). Your Dog Knows When You’re Upset and Wants To Help, Ekim 2019, https://www.livescience. com/63144-dogs-want-to-help-upsethumans.html • Stephens, K. (2007), Family Pets Help Children Develop Positive Traits, Values, Ekim 2019, http://www.easternflorida. edu/community-resources/childdevelopment-centers/parent-resourcelibrary/documents/family-pets.pdf • Umurtak, G., Evcil Dostu Ölen Çocuğu Anlamak ve Dostun Ölümünü Ona Anlatmak, Ekim 2019, https:// adaveteriner.com/evcil-dostu-olencocugu-anlamak-ve-dostun-olumunuona-anlatmak/antalyapsikiyatri.com/ cocuk-sorunlari-psikolog/cocugasorumluluk-kazandirma • İnternet Alıntısı, 2018 Eylül, https://www. bengisemerci.com/hedefsiz-cocuklarbasarili-olur-mu/ • İnternet Alıntısı, 2018 Eylül, http:// www.dbe.com.tr/Cocukvegenc/tr/news/ çocuklarda-bağimsizlik-duygusu-vesorumluluk-bilinci-geliştirme/ • İnternet Alıntısı, 2018 Eylül, http:// www.dbe.com.tr/Cocukvegenc/tr/news/ şimartilmiş-bir-cocugu-söz-dinleyenosgorulu-ve-sorumluluk-alan-bir-cocugadonuşturmek • İnternet Alıntısı, 2018 Eylül, http://www. hurriyet.com.tr/egitim/sorumluluk-alanbasariyi-yakaliyor-40429108 • İnternet Alıntısı, 2018 Eylül, http:// www.trendus.com/cocuk-gelisimindesorumluluk-9151
11
ODA
Yazan: Uzman Psikolojik Danışman Revan Çamlıbel
...Odadır, ev. Bir ada. (Kendi halinde) Bir içe çağrı. Kapalılığa, yalnızlığa övgü. … Oda yalnız kendisi için yaşar. Her durumda düşe çekilir ev. Oda hep uyanıktır. Her şeyi konuşur oda. Her şeyin de bir anlamı vardır. (Hiçbir şey anlamdan kurtulamaz.) … İlhan Berk
BİREYSELLEŞME YOLCULUĞUNDA
MAHREMİYET
Kişinin bireyselleşme yolculuğunu ele alırken bağımlı bir ilişkiden bağımsızlığa doğru giden bir süreçten söz edilebilir. Bu süreç bakım veren kişi ile -çoğu zaman bu anne olur- hem “bir” olma halini hem de ondan bağımsız, mahrem bir kişiliği ifade eder. 12
Her anne baba çocuğunun ayakları üzerinde durabilen, karşılaştığı güçlüklerle baş edebilen, kendine güvenen, vicdanlı, duyarlı, kendine ve topluma yararlı bir birey olmasını ister. Bunun için daha doğumdan önce başlayan hayaller yaşam boyu devam eder. Bebek sahibi olacağını öğrenen çiftler, bebeğin sağlıklı olup olmayacağı, kime benzeyeceği, kişiliği, geleceğiyle ilgili hayaller kurup nicedir bir yerlerde saklı kalan arzularını da dile getirirler. “Benim çocuğum iki dil öğrenmeli, iyi bir mesleği, bunun yanında da bir hobisi olmalı.” der çiftlerden biri. Diğeri ekler, “Müzikle ilgilensin, bir de spor olsun yaşamında.” “Sabırlı oluşu aynı bana benzesin, çalışkan oluşu da sana.” diye devam ettirir öteki ve arzular uzar gider… Anne babalar bu söylemlerinde belki de çoğu zaman yaşamları süresince gerçekleştiremedikleri, eksik bıraktıkları arzularını dile getirirler. Bazen de geçmişte kendi anne babalarıyla ilişkilerindeki bir duyguyu ya da durumu telafi etme çabası içindedirler. Tüm bu hayaller ve arzularla beraber dünyaya gelen bebek ise kimi zaman ona sunulanları gerçekleştirir kimi zamansa bireyselliğini başka bir deyişle mahremiyetini yaratmak için yoğun bir çaba içine girer. Kimi zaman anne babanın arzuları, o çok istenilen “Kendi ayakları üzerinde durabilmesi ve karşılaştığı problemleri çözebilmesi beklenen” çocuğun birey olması yolunda aşılması güç bir engel teşkil eder. Peki, bu arzular ve bireyselleşme yolculuğu nasıl bir dengede olmalıdır? Bebek hem anne babanın bir uzantısı olup hem de nasıl bireyselliğini yaratabilecektir? Anne babalar hayal ettikleri özelliklere sahip çocukları olsun isterken arzularından bağımsız mahrem bir yolculuğu nasıl kabul edeceklerdir? Terazide denge nasıl sağlanacaktır?
Mahrem, Mahremiyet, Gizlilik… Bir çocuğun bireyselleşme yolculuğunu anlamaya çalışırken bunu mahrem ve mahremiyet kavramlarını ele alarak düşünmek gerekir. Türk Dil Kurumuna göre mahrem kelime anlamıyla “Başkalarına söylenmeyen, gizli.” anlamını taşır. Mahremiyet “gizlilik” olarak ifade edilir. Gizli olana atıf ise, insanın ruhu, bedeni, duyguları olarak çerçevelendirilebilir. İnsanın diğerlerinden ayrılarak bireyselliğini diğer bir ifade ile mahrem alanını yaratma arzusu var oluşuyla başlar. Aynı dışarıdan görünmeyen iç dünya gibi ilk başlarda kalın duvarlarla çevrili ma-
ğaralara sığınır insanoğlu. Bu karanlık, gizli alan, tüm o bilinmez, gizemli dünya içinde güvende hissettirir. Zaman ve çağın getirdikleri ile mağaralardan çıkılır, ağaçtan evlere yerleşilir, insanın ruhu ve bedeni olgunlaştıkça sağlam taş duvarlardan evler yapılır. Bu evler, kapılar, camlar ve balkonlarla dışarıya açılır, istendiği anda kapanır. Ev odalara bölünür. Bazen tavan araları bazen de kilerleri olur. Ayrı ayrı alanlarda bambaşka dünyalar yaşanır. Bir tül perde ile hem içeride hem dışarıda olunur. Evlerle insanoğlu mahrem bir yaşam oluşturur. İnsanın mahremiyeti de tıpkı bu evlere, evlerdeki odalara, gizli köşelere, kutular içinde saklanmış eşyalara benzer. Nasıl ki zorla bir eve girildiğinde bu o evin güvenliğini tehdit ediyorsa, kişinin isteği dışında mahrem alanına girilmesi de temel güvenlik duygusunu etkiler. Güvenlikten kasıt sadece fiziksel bir güvenlik hissi değil, duyguların, kişiliğin ve ruhun tehdit altında olmasını kapsar. Bazen de kişi kendi mahremiyetinin bile farkında olmadan evinin kapılarını uçsuz bucaksız açar. Ruhu, bedeni, duyguları etrafa saçılır. Bunları toplamak bazen yıllar alır bazense saçılanlar bir boşlukta asılı kalır.
Bağımlılıktan Bağımsızlığa Kişinin bireyselleşme yolculuğunu ele alırken bağımlı bir ilişkiden bağımsızlığa doğru giden bir süreçten söz edilebilir. Bu süreç bakım veren kişi ile -çoğu zaman bu anne olur- hem “bir” olma halini hem de ondan bağımsız, mahrem bir kişiliği ifade eder. Bu noktada, mahremiyet kavramı önemli bir rol teşkil eder. Gizlilik olarak ifade edilen bu kavram, ilk olarak anne bebek arasında yaşanır. Bebeğin anne rahminde hayat bulmasıyla beraber mahrem bir ilişki başlar. Önceleri iki kişiye ait kimsenin görmediği, bilmediği bir düzlemde geçer günler, haftalar, aylar. Bebek büyümeye başladığında dış dünya tarafından da görünür olur, mahremiyet başkaları ile de paylaşılır. Hem içeride hem de dışarıda olan bebek, dokuz ay on gün sonra tıpkı mağaradan evlere yerleşen insanlar gibi bir mağaradan çıkar ve odasına yerleşir. Bebek için anne babanın aylarca hazırlık yaptığı bu oda, mahrem alanın ilk simgesi olur. Başlangıçta bebekle bir olan anne için onun ayrı bir odada olması zorlayıcıdır. Bu durumda bebek, anne babanın odasında sanki annenin rahmindeymiş gibi tekrar yerini alır. İlk aylar ister anne babanın isterse bebeğin odasında geçiyor olsun, bebek için dış dünyaya uyum
sağlayabilmek ancak anne ile bir olma halinde mümkün olur. Çocuk psikiyatristi Winnicott (2010), annenin bebeği ile bir olma halinin ilk olarak meme yoluyla onu beslemesinden geçtiğini ifade eder. Anne tarafından sunulan memeyi bebek başlangıçta kendi yarattığına inanır. Anneyi kendi uzvu gibi algılar. Buna ise “tüm güçlülük” denir. Winnicott’a (2010) göre, sağlıklı gelişim ve sağlam bir bireysellik için her şeyi yarattığına inanma gücü temel teşkil eder. Bu aşamada, annenin özverisi, bebeğinin ihtiyaçlarına yönelik empatik öngörüsü ve kusursuz zamanlaması önemlidir. Çoğu anne, bebeğinin neye ihtiyacı olduğunu ağlamanın tonu, süresi, mimiklerdeki değişim ile kolayca anlayabilir. Yumuşak ses tonuyla, minik dokunuşuyla, kokusuyla çare veren anne de tıpkı bebeği gibi her ihtiyaca cevap verebilecek güçlülükte hisseder kendini. Tüm ihtiyaçları görebildiğine inanan anne, bebek için dış dünyayı anlamlı hale getirir. Örneğin, bir gürültü olduğunda, anne usulca bebeğine “Korkma bu düşen ufak bir top, bir şey olmadı. Ben senin yanındayım.” diyerek gürültüye bir anlam verir. Ya da bebek ağlamaya başladığında “Acıktın mı? Yoksa uykun mu geldi? Altın da temiz.” diyerek tüm bu duyguları ele almaya çalışır. Ayna işlevi görür. Bu sayede sadece annenin ve bebeğin anlayabileceği büyüleyici bir dil oluşur. Anne ve bebek arasındaki bu bir olma hali, aylar ilerledikçe yavaş yavaş ayrışmaya gider. Annenin izin verdiği ölçüde baba devreye girer. Babanın devreye girmesi bebek için “Benim dışımda da annemin zihninde biri var.” düşüncesini yaratır ve o yeri biri ile paylaşmaya tahammül edebilir. Anne sütünden mamaya geçilen evrede ise hem anne hem de bebek için artık tüm güçlülük hali sona erer. Anne çalışmaya başlar. Kendi ihtiyaçlarına da yönelir. Eşi ile konuşurken ağlayan bebeğine uzaktan seslenerek “Tamam, bir şey yok, geliyorum.” diye sakin bir ifade ile seslenerek hem onun kendini yatıştırabilmesine izin verir hem de onu duyduğunu yansıtır. Evin dışına çıkar, arkadaşları ile görüşür, bedenine özen göstermeye başlar. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak bebeğinden bir miktar uzak kalabilir. Anne, bebek dışında kendi yaşamındaki diğer uğraşlara yöneldiğinde bebek de dışarıda kendinden başka bir dünya olduğunu algılamaya başlar. Bebeğin kendi varlığında ya da bir miktar yokluğunda o boşluğa tahammül edebileceğine inanan anne, artık odanın kapısını açar, onu yatağına bırakır ve bebek mahremiyetine doğru yola çıkar. Annesi yanında olsa bile annesinin memesi, sesi, dokunuşu dışında doyumu için farklı nesnelere yö-
13
nelebilir. Parmağını emer, battaniyenin kenarını ısırır, oyuncak bir ayıyı kucaklar, mırıldanarak kendi sesi ile avunur. Kendisinin ayrı bir birey olduğunu bu sayede anlar. Winnicott (2010) bunu “Kendi başına olabilme kapasitesi” diye ifade eder ve bu sürecin ruhsal olgunluk için çok önemli olduğunu söyler. Bu durum bebeğe kendini yalnız hissettirmekten öte kendi başına olabilme hazzını tattırır. Kısa süre de olsa anneden ayrı olmak uzaklıktan öte özgürlüğü ifade eder. Bu dengede olgunlaşan birey bazen ıssız bir ormanda yürürken bazen uçsuz bucaksız maviliği izlerken ya da tek başına kahvesini yudumlarken kendiyle baş başa olmanın mutluluğunu yaşar, ruhsallığına korkusuzca uzanır.
Bireyselliği sanki bir gurbet gibi yaşayan çocuk karşılaştığı yeni durumlarla mücadele için sahte bir kişilik oluşturabilir. İlk yıllarda onun gereksinimlerini göremeyen, onun varlığını kendi ihtiyaçlarını karşılamak için bilinçdışında da olsa oluşturan ebeveyne karşı bir savunma geliştirir. Dış dünyanın ona dayattıkları neyse onu yaşar. İyi bir basketbolcu olması isteniyorsa o olur. Ebeveyninin onayladığı arkadaşlarıyla birlikte olur. Sınıf kurallarına titizlikle uyar. Herkes onu sever çünkü o kimseyi kırmaz, incitmez. Akademik başarı için var gücüyle uğraşır. Ufak bir hata yapsa dünyası yıkılır daha doğrusu anne babasının arzularındaki dünyaları yıkar. Bu noktada büyük suçluluk duygusu yaşaması olasıdır.
Ruhsallıkta Bir Mücadele
Bazen de bireyselleşme yolculuğunda zorlanan bir çocuk arzulara uyum göstermek yerine pasif bir direniş gösterir. Örneğin, anne babası çok arkadaşı olsun, sosyal bir çocuk olsun diye onu doğum günlerine, farklı sosyal etkinliklere götürür. Çocuk ise ona yabancı gelen bu ortamlarda anne babasının yanından ayrılamaz, ürkek bakışlarla etrafı izler. Aslında bir yanı oradaki diğer çocuklar gibi oynayıp zıplamak, kahkahalar atmak isterken diğer yanı tek başına bunu yapabilme cesareti gösteremez. Kimi zaman benzer çelişkiler yaşam boyu devam eder.
Aylar, yıllar birbirini kovalar, o her şeyi ile anneye muhtaç olan bebek konuşmaya başlar. “Su” der, “Mama” der, ne istediğini söyler. Yürür, koşar, yıllar hızla geçer. Evden okul bahçesine doğru bir yolculuk başlar. İlk antrenman kreşte olur, sonra anaokulu gelir. Adı üzerinde “ana” yani “anne” okulu. Hem anne gibi hem de ona benzemeyen. Farklı anlamları içinde barındıran okul, belki de öğrenmek, yalnız olmak, birey olmak demektir. Bu bağlamda çocuk kendi ve başkalarının varlığına saygı duyarak, hem kendi sınırını korumak hem de ötekinin sınırlarına özen göstermek durumundadır. Özellikle ilk haftalar ana kucağından ayrılmak, okula başlamak ne zordur. Gözü yaşlı anne babalar bir tarafta kaygı ile onları izleyen çocuklar öbür yandadır. Arkada çalan bir zil, haydi sınıfa -odana- gel çağrısı yapar. Eğer bebeklik döneminde anne ile bağımlı değil bağlı bir ilişki kurulduysa, kopuş değil ayrılık süreci yaşandıysa, çocuğun kendi başına olabilmesi desteklenip her ağladığında hemen koşulmadıysa, o çocuk karşılaştığı her yeni duruma daha kolay alışır. Anne babasıyla ruhsal olarak tek beden olan, kendi mahrem alanı olmayan bir çocuk ise ayrılığı, yeni durumları aşılması güç bir dağ, geri dönemeyeceği bir yol olarak algılar. Anne babanın yatağında olmak, kokusunu duymak, elinden yemek yemek, giydirilmek, yıkanmak, avutulmak, çok güzel bir duygudur. Bu bağımlı ilişki içindeki çocuk için kendi ayakları üzerinde durmak hiç bilmediği bir şeydir ve sanki dünya çok tehlikelidir, birey olmak gurbette olmak gibidir. Böyle bir durumla karşılaşıldığında memleket hep hasret kalınan olur. Erten (2001), bu durumu şu sözlerle destekler: “Dünyaya, ilişkilere ve hatta bedene güven yerleşmedikçe dünya da ona yerleşmez. Geriye kalan ıssızlık ve kimsesizliktir.”
14
Çocuk anne babasının arzu ettiği kişi olmaya çalışırken ya da pasif bir konumda durmayı tercih ederken okul ondan birey olmasını, kendi işini kendisinin yapmasını, sorumluluk almasını ister. Çoğu anne baba içinse çocuk istediği zaman yatağa kabul edilen üçüncü kişidir. Anne, baba ve çocuk için bazen bu bir düşlem bazen de fiziksel bir gerçektir. Anne babaya bu derece bağımlı yaşayan, tek başına uyumakta zorlanan çocuk içinse tüm bu beklentiler içinde kalmak oldukça zorlayıcıdır. Birey olma yolunda mahrem bir alan yaratamayan çocuk, okulla birlikte kendi mahremiyetinin sınırlarını çizmek durumunda kalır. Onun sınıfında “odasında”, yalnızlığı ile baş başa kalmasına acaba anne babası ne kadar izin verir? Bazen anne babalar akademik yaşamın her anında çocuklarının yanında olarak sanki onlarla birlikte okullu olurlar. O kadar çok iç içe yaşanma hali olur ki çocuklarının ödevleri, sınavları, dersleri, “ödevimiz, sınavımız, derslerimiz” diye ifade edilir. Kimi zaman da “arkadaş ebeveyn” olarak çocuklarının tüm yaşamının içinde olmaya çalışırlar. Okulda yaşanan iyi kötü ne varsa öğrenip bir sorun olduğunda hemen çözüm bulmak isterler. Çocuğun bir parça da olsa mutsuz, kızgın ya da çözümsüz kalmasına izin vermekte zorlanırlar. Öğretmenleriyle her fırsatta iletişim kurarak onların zihinlerinde de yer tutmak isterler.
ona vermek, boğazına sert bir parça gitmesin diye tüm yemekleri püre yapıp yedirmek gibi tutumlar, istemeden de olsa bu sonucu doğurmuş olabilir mi? Böyle büyüyen bir çocuk için elbette ki ödevini tek başına yapmak zor olacaktır.
Aslında çok da iyi niyetle çocuklarının bir şekilde gölge gibi etrafında olurlar. Her şeyi kontrol ederek onları korumak isterler. Peki, kimden korurlar çocuklarını? Dünya bu kadar tekinsiz ise çocuklar nasıl olacak da bu dünyada kendi ayakları üzerinde durabileceklerdir?
Anne babanın arzularına hapsolmuş hisseden çocuğun zihninde mahremiyet sadece sözlüklerde adı geçen bir kavram olarak yer alır. Anne babası ile arasında duygusal ve fiziksel bir mesafe olmayan çocuk, bildiği bu tek tanıdık ilişkiyi kuracağı diğer ikili ilişkilere de taşır. Bir arkadaşı olduğunda o sadece onun olsun ister. Başkası ile oynadığında sevilmediğini, istenmediğini hemen akla getirir. Tek bedenmiş gibi yaşamaya o kadar alışmış olur ki, onun yokluğunda kendini yokmuş gibi hisseder. Sınıfta bir köşede sessizce görünmez olur. Öğretmeni ondan çok bir başkasının saçını okşasa dünyası yıkılır. Dışarıda kalmaya, bir süre de olsa diğerinin zihninde olmamaya tahammül edemez. Hal böyle olunca da sosyal yaşamda zorluklar alıp başını gider.
Yalnızlığa Tahammül
Ruhun Özgürlüğü
Okul çağının başlamasıyla birlikte çocuklardan her yeni durumla mücadele etmeleri beklenir. Çocukların hayatına hiç bilmedikleri bir kavram girer “okuma-yazma”. Bu aktif bir eylemdir ve çocuğun tek başına yapabileceği bir iştir. Daha önce hiçbir şey ifade etmeyen semboller artık harftir ve onların deftere dökülmesi beklenir. Yaşamının hiçbir alanında aktif olamayan, her ihtiyacı anne babası tarafından karşılanan çocuklar bu aktif olma haliyle baş edebilmekte zorlanırlar. Bazı çocuklar bu aktif olma halinden kaçarlar ve sanki bu bir öğrenme güçlüğü gibi görünür. Oysa bunun ruhsal zemini bambaşkadır. Aktif olmak demek, birey olmak demektir. Birey yaşamının sorumluluğunu alan, kendi mahremiyetini yaratandır. Kendi olamayan, mahremiyetine izin verilmemiş bir birey için içinden geçenleri ifade etmek, sonra bunları kâğıda dökmek ne zordur. Yazmak… Yazmak… Bir nevi mahremiyetini paylaşmak. O nedenle çocuk kaçar, sınıfta sesi çıkmaz, içinden çıkacaklar belki de korkutur onu.
Mahrem alanı yani sınırları anne babası tarafından kuşatılmış çocuk bazen bilinçdışında da olsa bir direniş halinde olur. Bir takımdaysa ne yapar eder o takımda kendini dışarıda bıraktırır. İyi geçebilecek bir sınavda öyle hatalar yapar ki kendisi bile şaşırır. Bazen bir oyun bulur. Günlük yaşamında olmaya cesaret edemediği bir karaktere bürünür. Oyunun içinde önüne çıkan tüm engelleri aşar. Bu yolla arzu ettiği bireyselliğini yaşar. Belki de oyunun içinde anne babadan uzak mahrem bir kişilik sahnelenir. Bu şekilde yol alan çocuk ileriki yıllarda bağımsızlığını kazanmak adına mahrem alanın sınırlarını daha net bir şekilde ortaya koymaya çalışır. Bu her zaman onun bireyselleşmesi ile sonuçlanır mı bilinmez ama bu bireyselleşme yolculuğunda böylece yepyeni bir hikâye sahne alır.
Okuma yazmayla beraber ödevler devreye girer. Çoğu anne baba ödev yaparken çocuğunun kendilerini yanında istediğinden söz eder. Bu yeni duruma alışma evresinde, onun elinden tutmak kimi zaman çocuğa güç verir. Bu güç ile ilerler. Bazıları ise her durumda anne babasını yanında ister. Belki de altta yatan sebep bu zamana kadar çocuğun tek başına kalmasına izin verilmemesidir. Örneğin, bebeğin emekleyerek uzanıp alabileceği bir oyuncağı
KAYNAKÇA • Berk, İlhan. (2017) Toplu Şiirleri. YKY. • Erten, Yavuz. (2001). Psikanaliz Yazıları, Yalnızlık-Yanlışlık, ss, 29-38. Bağlam Yayıncılık, İstanbul. • Psikanaliz Yazıları. (2011). Donalt W. Winnicott. Bağlam Yayıncılık, İstanbul. • Winnicott, D.W. (2010). Oyun ve Gerçeklik. Metis Yayınları.
15
Yazan: Uzman Psikolojik Danışman Yükselen İstengel
MESLEK SEÇİMİ VE
KARİYER PLANLAMA Kendisiyle ilgili kararlar alma konusunda sınırlı deneyime sahip olan gençlerin ilgi duyduğu, yapmaktan hoşlandığı şeyleri keşfetmesi, bu doğrultuda kararlar verebilmesi kimi zaman zorlayıcı bir süreç olabilir. 16
İçinde bulunulan çağda tanınan ve bilindik kimi meslekler zamanla işlevlerini yitirirken, toplumun ve insanların bireysel ihtiyaçları ile yeni şekillenen meslekler, iş yaşamının yükselen değerleri olarak gençlerin seçenekleri arasında yerini alabilmektedir. Son dönemlerde yüksek teknoloji, yapay zekâ, robotlar, üç boyutlu yazıcılar, otonom araçlar, yenilenebilir enerji, genetik, uzay ve nano-teknolojileri bu değişime örnek oluşturabilecek alanlardan bazılarıdır. Bu değişimle birlikte bireyin gelişmelere ayak uyduracak şekilde beceriler kazanması da kaçınılmazdır. Yeşilyaprak, B.(2012), editörlüğünü de yaptığı “Mesleki Rehberlik ve Kariyer Danışmanlığı: Kuramdan Uygulamaya” adlı kitapta küresel ve toplumsal değişimlerin çalışanlarda yeni beceri, tutum ve davranışlar gerektirdiğini ifade etmektedir. Bireylerin kendi kariyerlerini yönetebilmeleri için yeni beceriler öğrenmeyi sürdürmelerinin önemini vurgulamıştır. Değişim ve belirsizliğe tolerans gösterme, farklı özellikteki kişilerle etkili iletişim kurabilme, birlikte çalışabilme, hızla değişen iş dünyası taleplerine uyum sağlayabilme, mesleki bilgileri etkili kullanabilme gibi yeterliklere de sahip olmalarının gerekliliğini belirtmektedir. Bireylerin uyum sağlaması gereken çalışma koşullarındaki değişikliklere aşağıdaki örneklerle dikkat çekmektedir. • Bir meslekte bir ömür geçirilmesi yerine yaşam sürecinde daha fazla meslek alanına yönelebilmek, • Tek bir işe yoğunlaşmak yerine bir anda birkaç işi bir arada yürütebilmek, • Bir alanda ve derinliğine uzmanlaşmanın yanı sıra pek çok alanda da beceri ve yeterlilikler geliştirebilmek, • Dinamik, değişen rol ve görev tanımlarına ayak uydurabilmek, • Yalnızca diplomaya odaklanmak yerine yaşam boyu eğitim ve sürekli gelişime açık olmak, • Güvenceli işlerde çalışmak yerine değişkenliğin olduğu ortamlara uyum sağlayabilmek, • Girişimcilik, yenilikçilik ve yaratıcılığa uyum sağlamak, • Sabit çalışma koşullarının olduğu iş yapılarının yerine proje bazlı işlere yönelebilmek, • Nitelikli tek bir bireye odaklanmanın yerine uyumlu ekip çalışmasına önem vermek.
Geleceğin Meslekleri İçin Gerekli Beceriler Meslek seçim sürecinde bireyin öncelikle kendini tanıması önem taşımaktadır. İş dünyasında çalışan bireylerde aranan özellikler konusunda Dünya Ekonomik Forumu’nun birçok araştırması bulunmaktadır. Bu forumun 2016 yılında yayınlanan raporunda
iş tanımlarının nasıl değişeceği ele alınmıştır. Raporda insan gücünün özellikleri; yetkinlikler, temel beceriler ve çoklu işlevsel beceriler olarak üç grupta özetlenmektedir. Her meslek grubunda yer alan kişiler için gelecekte öncelik taşıyacak özelliğin çoklu işlevsel beceriler olacağı belirtilirken, meslekle ilgili teknik bilgilerin sürekli değiştiği, bu nedenle bilişsel esnekliğe sahip olunmasının öne
İş yaşamında beklenilen becerilerin geliştirilmesi için ihtiyaç duyulan yetkinlikler… Yetkinlikler Bili sel yetkinlikler
Temel beceriler çerik becerileri
Çoklu i levsel beceriler Sosyal beceriler
Kaynak yönetimi
• Di erleriyle
becerileri
• Bili sel esneklik
• Aktif ö renme
• Yaratıcılık
• Sözel anlatım
• Mantıksal akıl yürütme
• Okudu unu anlama
• Duygusal zeka
• Problemlere duyarlılık
• Yazılı anlatım
• Müzakere
• Matematiksel akıl
• Bili im teknolojileri
• kna
yürütme
okuryazarlı ı
• Görselle tirme
e güdümlü çalı ma
• Finansal kaynakların yönetimi • Materyal kaynakların yönetimi
• Hizmet e ilimi
• nsanların yönetimi
• Di erlerini
• Zaman yönetimi
yeti tirme ve ö retme
Fiziksel yetkinlikler
Süreç becerileri
Sistem becerileri
Teknik beceriler
• Fiziksel güç
• Aktif dinleme
• Yargı ve karar verme
• Ekipman bakım ve
• El becerisi ve
• Kritik dü ünme
• Sistem analizi
hassasiyeti
• Kendini ve di erlerini
tamiri • Ekipman i letimi ve
izleme
kontrolü • Programlama Karma ık problem
• Kalite kontrolü
çözme becerileri
• Teknoloji ve kullanıcı
• Karma ık problem çözme
deneyim tasarımı • Sorun giderme/ çözüm bulma
17
Kariyer Planlamada Yaşanan Değişimler ve Karar Verebilme Yeşilyaprak, B.(2012), kariyer planlama sürecinde; bireyin edilgen konumdan, etkin konuma geçmesinin keşfetmek için çabalamasının, kendi ihtiyaçları doğrultusunda beceriler geliştirmesinin, yaşam boyu gelişme isteği taşımasının öneminden bahseder. Alternatifli seçimlere, değişime açık olabilmenin önemini de vurgular. Gencin bu değişimlere ayak uydurabilmesi için bireysel sorumluluk alması ve yaşamını planlama ihtiyacını hissetmesinin önemine değinir. Amerikan Okul Danışmanları Derneği (ASCA), Kariyer Planlamada Altı Adım kitapçığında gençlerin gelecekle ilgili yaşanan değişimlere ayak uydurmalarının sağlanması için “motive edilmelerinin, tutkularını ve gerçekten onları mutlu edecek şeyleri bulmalarına destek olmanın” öneminden söz eder. Kendisiyle ilgili kararlar alma konusunda sınırlı deneyime sahip olan gençlerin ilgi duyduğu, yapmaktan hoşlandığı şeyleri keşfetmesi, bu doğrultuda kararlar verebilmesi kimi zaman zorlayıcı bir süreç olabilir. Geleceğe dair alınacak önemli kararlar neredeyse ilk deneyimidir ve genci kaygılandırarak, karar verme aşamasında bazı güçlükler yaşatabilir. Karar sürecini deneyimleyen gencin sürece dâhil oluşu önemlidir. Bu süreç kendini ve meslekleri tanıyarak, hedefler belirleyerek, hedefine ulaşmak için zamanı doğru planlayarak sürece dâhil olması ile kolaylaşır. Bu adımlardan her biri yaşamının direksiyonuna geçen gencin büyümesine de katkı sağlamış olur. Bireyin kendine uygun meslekleri, sonra bu mesleklere yakın diğer alanları belirlemesi gerekir. Örneğin yetenek ve ilgi alanlarına en uygun bulduğu meslek tıp ise ve mühendisliklere de biraz ilgi duyuyorsa birbiri ile ilişkili alanların yani genetik, tıp mühendisliği, biyomedikal mühendisliği gibi meslek alanlarının ne iş yaptığını da öğrenmesi yararlı olacaktır. Bir mesleği tanımanın en iyi yolu da mümkünse iş yerinde bulunmak ve olanak varsa o işi yapan insanların günlük rutinlerini gözlemlemektir. Meslek seçiminin netleşmeye başladığı aşamada bireyin o meslekte istihdam olanaklarının ne yönde değişime uğrayacağını değerlendirmesi de önemlidir. Yayınlanan istatistik verileri, iş yaşamı hakkındaki yorumları takip etmek, üniversitelerden hangi alanlarda, yılda kaç kişinin mezun olduğunu incelemek fikir
18
verici olabilir. Bu bilgiler alanda bazı uzmanlıklar elde etmek, üniversite sürecinde ek olarak bazı sertifikalar almak için de yol gösterici olabilir.
Okul Yıllarındaki Gelişim ve Okul Desteği Okul yaşamı geleceğe hazırlık sürecinde gencin kendini tanıması, yeteneklerini, ilgilerini, değerlerini öğrenmesi, bu doğrultuda sosyal aktiviteleri deneyimlemesine olanak vermesi açısından destekleyici bir işleve sahiptir. Gencin mesleki ilgisinin, yoğunlaşarak net bir hedefe, bir kariyer planına dönüşmesi, çoğunlukla lise yıllarında gerçekleşmektedir. Bu planlama sırasında genç birçok bilgiye ihtiyaç duyar. Mesleki hedefin netleşmesi aşamalarında, gencin hazırlık süreci için nasıl bir çalışma gerektiği, yurt içinde ve yurtdışında okul seçeneklerinin ve hazırlanması gereken sınavların neler olduğu, ne zaman, nasıl ve hangi yollarla başvurabileceğine ilişkin bilgilerin cevaplarını bulma konusunda okul ortamı yol göstericidir.
Okul, hedeflerini yavaş yavaş oluşturmaya başlayan gençlere ayrıca iş yaşamının pratikleri ile karşılaşmasına olanak sağlar. Üniversitelerin istediği portfolyo dosyalarını hazırlamak, CV örneklerini incelemek kendileri ile ilgili bilgileri netleştirmek konusunda destekleyici nitelik taşır. Böylece gencin bir iş ortamında tercih edilmesi için gereken becerileri nasıl geliştirmesi gerektiği ile ilgili fikirleri de oluşmaya başlar.
Kariyer Yolunda Ailenin Desteği Mesleklerin ilerleyen yıllarda daha da çeşitleneceği düşünülürse, bir gencin kariyerini planlarken, desteğe ihtiyaç duyabileceğini unutmamak gerekir. Kariyer planlama sürecinde en son basamaklar; meslekleri tanıma, ilgi, yetenek ve değerlerini tanıma, kişisel nitelikleri ile meslekler arasındaki ilişkileri anlama, iş yaşamı ve çalışmaya ilişkin olumlu tutum geliştirme olarak düşünülebilir. Oysaki duygusal, sosyal, eğitsel alanlardaki hazır bulunuşluk olmadan bu sürece başlamak seçim yapmayı zorlaştırmaktadır ve daha yoğun desteği gerektirmektedir. Bireyin doğumuyla başlayan süreçte birçok gelişim alanında kazandığı beceriler, kariyer planlama sürecini etkilemektedir. Sosyal duygusal alandaki gelişim önemlidir. Bireyin her yaşın gerektirdiği gelişim dönemi görevlerini yerine getirebilmesi, kendini tanıması, benlik algısı, özerkleşmesi karar verebilme sürecini etkilemektedir. Çevreye uyum sağlayabilme, öğrenmeyi öğrenme, verimli ders çalışma becerileri kazanma, eğitimiyle ilgili karar verebilme, çalışmalara istekle katılabilme, başarısını etkileyen etmenleri fark edebilme gibi eğitsel alandaki kazanımları da kariyer planlama sürecini etkilemektedir. Bu uzun hazırlık sürecinde okul tarafından anne babalara yönelik olarak gerçekleştirilen bilgilendirmelerin takip edilmesi önemlidir. Yaş düzeyinin ihtiyaçları ile şekillenecek bu bilgilendirmelerin yanı sıra bireysel takip ve yönlendirmelere de ihtiyaç duyulabilir. Örneğin sorumluluk alabilme konusunda ilkokul dönemlerinde anne babaya yapılan öneriler aslında gencin kariyer planlama sürecinde etkili kararlar verebilmesinin ilk adımlarını oluşturmaktadır. Bazen anne babalar tarafından çocuğunun sorumluluklarını onun yerine yapmak daha kolay bir yol olarak tercih edilmektedir. Bu kolay yol, lise dönemine geldiğinde akademik sorumluluklarını üstlenme, he-
def koyabilme, ders seçme, melek seçme gibi konularda zorlanmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle anne babaların okulun yönlendirmeleri ile tutumlarını düzenleyebilmeleri kariyer planlama sürecine katkı sağlayabilmeleri açısından önemlidir. Lise döneminde, ders seçimi, meslek seçiminin somut olan ilk adımıdır. Bu süreçlerde anne babanın, çatışmacı diyaloglar yerine, kendini tanıma sürecine destek veren anne baba yaklaşımları önemli katkılar sağlayabilir. Her genç, kariyer yolculuğu sürecini kendi yönetmek ister. Aile, kendi kararlarını vermesi konusunda destek olarak isteklerine saygı duyarak gence eşlik etmelidir. Bazen anne – babalar kendi geçmişlerinden etkilenerek çocuklarının kariyer planlamalarını kendi mesleki seçimleri doğrultusunda ilerlemesini ya da tam tersi kendi meslekleri dışında bir iş yapmasını beklemekte ve bu konuda genci zorlayıcı tutumlar sergileyebilmektedir. Bu tutumların yerine kendi seçimleri doğrultusunda ilerlemek isteyen gence destek vermek, onu hedefleri doğrultusunda cesaretlendirmek, bu yolculuk sırasında karşısına çıkabilecek engelleri onunla ele almak, bunları net biçimde görmesini veya yön değiştirmesine olanak sağlayarak gerekli stratejiler geliştirmesine destek olmak önem taşır. Gencin kariyer yolculuğunda yön değiştirme ihtimalleri olabileceğini, kendini tam anlamıyla mutlu edecek hedefi belirlerken hem kendini, hem de hedefleri daha iyi tanımaya başlayacağı için farklı yönlenmeler, farklı stratejiler geliştirebileceğini de bilmek gerekir. Hedef değiştirme ihtiyacı duyan gencin, giderek daha uygun, daha gerçekçi, daha somut olana doğru bir değişim halinde olduğu unutulmadan, hedef değişikliklerini destekleyebilecek yaklaşımlar sergileyebilmek önemlidir. Okulda gerçekleştirilen kariyer sürecini destekleyici çalışmalara katılmasının yanı sıra ailenin genci bireysel araştırmalar yapması için yönlendirmesi ve ufkunu açan çeşitli atölye çalışmalarından, sertifika programlarından haberdar olmasını sağlaması ve bunlara katılması için desteklemesi oldukça kıymetlidir. Anne babanın, kendi iş yaşamında karşılaştığı sorunlar, bu sorunlara nasıl çözüm ürettiği üzerinden paylaşım yapması, gencin ortaya koyduğu varsa çözüm önerilerini önemsediğini hissettirmesi, kendi ve çevresindeki yakınlarının iş yerlerine gencin ziyaret etmesini sağlaması ve orada zaman geçirmesine olanak tanıması oldukça destekleyicidir. Gencin ilgi duyduğu meslek alanında rol model alabileceği kişilerle
tanışması, onlarla sohbet edebilmesi, sorularını sorabilmesi ve onları kişisel iletişim ağına katabilmesi için de aile ve çevre destek verebilir. Ayrıca gencin hobiler edinmesine ve bu hobilere zaman ve emek harcamasına olanak tanınması destekleyici olacaktır.
Son Söz... Kariyer planlama temelleri çocukluk çağlarında atılsa da yaşam boyu sürecek bir yolculuktur. Bireyin kendine dair keşifleri bu süreci zenginleştirecek ve farklı seçeneklerin varlığını ortaya koyabilecektir. Unutulmamalıdır ki, doğru zaman ve doğru dinamiklerin bir araya gelmesi ile pek çok değişkenin varlığını hissettirdiği karar süreçleri olgunlaşacaktır. KAYNAKÇA • İnternet Alıntısı, Mart 2019, http:// www.acarindex.com/dosyalar/makale/ acarindex-1423873299.pdf • İnternet Alıntısı, Mart 2019, https:// careercenter.missouristate.edu/ parentsandfamily/Helping-your-studentwith-career-planning.htm • İnternet Alıntısı, Mart 2019, https:// www.dacc.edu/assets/pdfs/career/ ParentGuideforCareerPlanning.pdf • İnternet Alıntısı, Mart 2019, https://www. job-interview-site.com/what-is-careerplanning-and-development.html • İnternet Alıntısı, Mart 2019 http:// meslekirehberlikvekariyerdanismanligi. kitabi.gen.tr/category/sunumlar/) İnternet Alıntısı, Mart 2019 https:// orgm.meb.gov.tr/rehberlik_programi_ hazirlama_kitapcigi • İnternet Alıntısı, Mart 2019, https://www. pwc.com/workforce-of-the-future-thecompeting-forces-shaping-2030 • İnternet Alıntısı, Mart 2019, https://www. schoolcounselor.org/asca/media/asca/ ASCAU/SixSteps.pdf • İnternet Alıntısı, Mart 2019, http://reports. weforum.org/future-of-jobs-2016/skillsstability/ • İnternet Alıntısı, Mart 2019, http:// reports.weforum.org/future-of-jobs2016/#xlink
19
Hazırlayanlar: Uzman Psikolojik Danışman Müge Kösoğlu Uzman Psikolojik Danışman M. Özge Tonguç
Röportaj: Prof. Dr. Erhan Erkut
KARİYER YOLUNDA Yaşam içerisindeki önemli kararlardan biri, gelecekte sahip olunacak mesleği belirlemeye yönelik karardır. Yaşamları süresince bazı kişiler bilinçli ya da bilinçsiz aldıkları bu kararlardan hoşnut olurken, bazıları da sahip oldukları mesleğin kendilerine uygun olup olmadığını sorgulayabilirler. Günümüzde meslek seçimi kavramı, yerini “Kariyer Gelişimi” kavramına bırakırken, bilinen önemli bir gerçek vardır. Kariyer planlama sadece lise döneminde alınan anlık bir karar değildir ve neredeyse çocukluktan başlayarak yaşamın tümüne yayılmaktadır. Bu doğrultuda içinde bulunduğumuz toplumun gelişebilmesi, çocuklarımızın bilinçli ve donanımlı olarak yetiştirilmesi fikri ile son yıllarda oluşan kariyer anlayışı üzerine Prof. Dr. Erhan Erkut’la keyifle okuyacağınızı düşündüğümüz bir röportaj gerçekleştirdik. 20
Kariyer planlamada portfolyo hazırlamak ne demektir? Kariyer portfolyosu hazırlamaya ne zaman başlanmalı? İçeriğinde neler olmalı?
Bireyin kariyer planlaması kaç yaşında başlamalı? Bireyin kariyer planlaması olabildiğince erken başlamalı. Kariyer planlamasının içinde kendi güçlü yanlarını ve eğilimlerini keşfetmek, hayal kurmak, tutkularını ortaya çıkarmak var. Bunların çok genç yaşta oluştuğunu düşünüyorum. Zaman içerisinde de değişiyor, törpüleniyorlar. Anaokulundaki çocuğa, “Sen doktor olacaksın, sen mühendis olacaksın.” demekten bahsetmiyorum. Çocuğun eğitimlerini, temel değerlerini, prensiplerini ortaya çıkarmak, oluşturmak; bir yandan oluştururken bir yandan da var olanı ortaya çıkartmaktan bahsediyorum. Dolayısıyla bireyin kariyer planlamasının anaokulunda, 3 ile 5 yaş aralığında başlaması gerektiğini düşünüyorum. 5 yaşındaki bir çocuğun nelerden hoşlandığını, nelerin onu mutlu ettiğini, hangi etkinliklerde zaman harcamaya yatkın olduğunu, okumayı öğrendikten sonra okumaya ne kadar zaman ayırdığını, film izliyorsa hangi filmleri izlediğini, oyun oynuyorsa hangi oyunları oynadığını gözlemlemek ve takip etmek gerekiyor. Aile bu gözlemleri sayesinde çocuğunun kariyer gelişimini bilinçli bir şekilde destekleyebilir.
Kariyer hazırlığına yönelik farkındalık çalışmalarına başlamak için lisenin geç olduğunu düşünüyorum. Hazırlıklar ortaokulda, 7. sınıfta başlamalıdır. Portfolyoyu oluşturmak için her fırsatta çocuğun çalışması gerektiğini düşünüyorum. Gönüllü, ücretli, babasının yanında, annesinin yanında, amcasının, dayısının yanında. Hayata entegre olması gerekiyor çocuğun. Türkiye’de orta-üst sınıfta gördüğüm bir şey: “Aman çocuğum sıkıntı çekmesin.” düşüncesi ile çocukları böyle pamukların içinde tutuyorlar. Çocuğu biraz daha dünyanın içine atmak gerekiyor. Çocuklar mümkün olduğu kadar erken yaşta ekonomi ile tanışmalı. Çocuk çalıştıkça nelerden hoşlandığını, nelerden hoşlanmadığını görüyor. Bu şekilde de kendi hedeflerini tanımaya başlıyor. Bir öğrencinin varlıklarını testlerle ortaya çıkarabilirsiniz; ne biliyor ne bilmiyor, ağı ne kadar geniş, kaynakları neler bunları bulabilirsiniz ama hedeflerinin ortaya çıkarılması biraz daha zor. Çocuklara yapılan ilgi ve yetenek testlerinin, kariyer hedefi belirlemede bir miktar katkısı olabilir. Ancak çocuğun kendi kendine olabildiğince çok iş yapma biçimini deneyimlemesi daha önemli. Mesleği deneyimlemeyi kast etmiyorum. Çocuk doktorluk, mühendislik deneyimleyemez, ama 09:00’dan 17:00’ye kadar ofiste mi, 11:00’de başlayıp gece geç saatlere kadar süren bir tasarım işinde mi, açık hava işinde mi, fiziksel bir işte mi, takım çalışmasına dayanan bir işte mi çalışmak ister; elleriyle çalışmak mı, gözleriyle çalışmak mı, kafasıyla çalışmak mı ister bunları fark edebilir. Bunun için çocuğun farklı iş modellerine, iş yapma biçimlerine maruz kalması gerekiyor. Bunun için de 7. ya da 8. sınıftan itibaren her fırsatta çocuğun farklı çalışma ortamlarının içine girmesi gerekiyor. Bunun yanında portfolyo dediğiniz zaman aklıma gelen şey daha çok bir depo, bir portföy. Bunun lisede oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Maalesef liselerimizde öğrenciler LinkedIn kullanmaya başlamıyor. Bırakın lise öğrencilerini üniversite mezunlarının çoğunun LinkedIn hesabı yok. Dijital portföy çok önemli. Artık kağıt
öz geçmişle iş aramanın zamanı çoktan geçti. Zaten hepimiz şu anda dijital dünyada varız ve dijital dünyada bizimle ilgili o kadar bilgi var ki. Özgeçmiş hazırlayıp yollamanın artık biraz modası geçti. Lisede öğrencilerin katıldığı projelerin, ders dışı aktivitelerin mutlaka bir yerde yazılı olarak tutulması gerekiyor. Gençlerin ürettiği tüm çalışmaların dijital formatta kaydedilmesi önemli. Gençlerin ürettiği şeylerin çoğu belki dijital. Örneğin, şu anda en çok üretilen içerik video. Genç belki blogger olacak. Blogger olmasa bile herkesin bir bloğunun olması gerektiğini düşünüyorum. Dünya içerik geliştirme dünyası. Maalesef Türkiye’deki insanların çoğu içerik tüketicisi. Bizim çocukları içerik üretmeye itmemiz gerekiyor. Bu içerik yazılı olabilir, sözlü olabilir ya da görüntülü olabilir ama her halükarda dijital ortamda saklanması lazım. Bu da çocuğa, “Ben bunlarla uğraşmışım, nasıl bir insanmışım.” şeklinde bir yansıma sağlayacaktır. Bu çalışmalar onun için iş ararken, iş başvurusu yaparken de bir portföy olacaktır.
Üniversiteye hazırlanmak mı üniversite sınavına hazırlanmak mı? İkisi de değil. Hayata hazırlanmak... Ben üniversite zamanının geçtiğini düşünüyorum. Üniversite sınavının zamanı hiç gelmemişti zaten. Üniversite sınavı diye bir şey olacaksa bu sınavın üniversitedeki başarı kapasitesini ölçebilmesi gerekiyor. Kendi yaptığım araştırmalarda gördüm ki, üniversite sınavı başarısıyla 1. sınıf başarısı arasında neredeyse hiç korelasyon yok. Ayrıca her sene kaç öğrencinin sınava girdiğini görüyoruz, kaç öğrencinin bitirmeden programı bıraktığını da görüyoruz. Üniversite sınavı bu kadar iyi yerleştirme yapıyorsa bunların olmaması lazım. Üniversiteye gelen öğrencilerin son derece bilinçsiz geldiğini görüyoruz. Şu anda üniversiteler mutsuz ve umutsuz öğrenci deposuna dönüşmüş durumda. Üniversitelerde öğrencileri heyecanlandıran şey dersin bitişi, dersin başlangıcı değil ya da gençler ders dışı etkinlikler için geliyorlar üniversiteye. Neredeyse bütün sistemi yanlış kurgulamışız. Bu sınav sistemi kökten değişmeden de maalesef insanları bilinçlendirmek pek mümkün olmayacak. Sınav sistemlerinde sık yapılan değişimler veli ve öğrencileri tedirgin ediyor. O yüzden çocukları sınava değil, hayata hazırlamak daha mantıklı. Su zaten yolunu bulur. Ben o çocuğu doğru
21
konumlandırmışsam, doğru bir eğitimden geçirmişsem, hangi yükseköğretim programını kazandığı o kadar da önemli değil. O liseye girmesin de buna girsin, o üniversiteye girmesin buna girsin. Kendisi yapacak. En önemli öğrenme kendi kendine yapılan ya da akranlarla birlikte yapılan öğrenmedir. Kurumların katkı potansiyeli kısıtlıdır. Bu kısıtlı katkı potansiyelini bütün toplum o kadar büyük algılıyor ki “O okula girebilirse hayatı kurtulur, bu okula girerse biter.” diye düşünüyor. Bu durum da çocuklarda kaygı yaratıyor. Kariyer planlama yolunda çocuklarımızın, gençlerimizin öğrenmeyi öğrenmelerine ve kişisel gelişimlerine destek vermek, sınavlara hazırlamaktan daha önemli.
Etkili bir üniversite eğitimi nasıl olmalı? Bir üniversitenin eğitim sisteminde neler olmalı ki gençlerimiz değişen dünya düzeni içerisinde yerlerini alabilsinler? En iyi üniversite en esnek üniversitedir. Çünkü bilgi artık meta. Her yerde kolayca ulaşılabiliyor. Benim kalkülüs dersim senin kalkülüs dersinden daha iyi diyebilecek bir üniversite olamaz. Kalkülüs kalkülüstür. Üstelik benim onu mutlaka senden de öğrenmem gerekmiyor. İstediğim yerden öğrenebilirim. Dolayısıyla üniversiteler müfredatlarının ya da hocalarının ne kadar güçlü olduğunu değil, öğrencilere ne kadar fazla esneklik sağladığını anlatmalı diye düşünüyorum. Öğrencinin kendi kendine öğrenmesine ne kadar alan bıraktığını, ders içi etkinliklerini, stajları, ders içi değişimleri, yandalı, çift anadalı ve eğitim pedagojisi açısından da öğrenciyi derste nasıl aktive ettiğini anlatmalı üniversite. Bir üniversite sadece ders anlatıyorsa, zaten iyi bir okul değildir. Öyle bir kurumun üniversite olarak tanımlanmaması gerekiyor. Bence o bir dershanedir. Öğrencinin öğrenmesini nasıl kolaylaştırıyor, ona nasıl yol gösteriyor, bunu anlatmalı aday öğrencilere. Dolayısıyla, ideal üniversitenin çok da fazla kendini ciddiye alıp, öğrenciyi bir mühendis gibi formasyondan geçirmeyi hedefleyen bir kurum olmaması gerekiyor. Öğrenciyi olabildiğince rahat bırakması ve öğrencinin istediği kaynakları ona sağlaması gerekiyor.
22
Her öğrencinin isteği farklıdır. Müfredat, teknikleştirme çabasıdır. Bütün öğrencileri aynı müfredattan geçiriyorsak zaten yaptığımız şey teoride de yanlıştır. Çünkü herkes farklı şekillerde öğreniyor ve farklı yönlerde güçlü olmaya çalışıyor. Buna izin veren üniversite iyi üniversitedir. Genç çok rahat programını değiştirebilmeli, istediği yan dalı yapabilmeli, istediği çift anadalı yapabilmeli, istediği seçmeli dersleri alabilmeli, istediği dönem yurtdışına gidebilmeli, istediği zaman dondurup staj yapabilmeli. “Dondurursan dönem kaybedersin.” gibi bir ceza listesiyle korkutulmamalı. Üniversitelerde öğrenciye rehber olmanın, öğrenciye öğretmen olmaktan çok daha değerli olduğunu düşünüyorum. Aslında biz hepimiz birer rehberiz ama kendimizi öğretmen gibi konumlandırarak sahneye çıktığımız anda, kürsüye çıktığımız anda kaybediyoruz. Bizim, öğrencilerin tek tek yol aldıkları öğrenme serüvenlerinde onlara harita gösteren, ışık tutan, yanlarında olan, düştükleri zaman kalkmalarına destek veren birer rehber olmamız lazım. Örneğin, Türkiye’nin bireysel emeklilik sisteminin incelenmesi, veri analitiği ve yapay zekâ kullanılarak veri madenciliği yapılması gibi konularda bir devlet kurumunun benden destek istediğini varsayalım. Bu gibi durumlarda, projeleri alıp kendim yaparsam öğrencilerime ihanet etmiş olurum. Projeyi öğrencilerime gösteriyorum. Eğer 3 öğrenci ilgilenmezse reddediyorum. İlgilenirlerse öğrencilerimle birlikte yapıyorum. Öğrenciler yapıyor, ben onlara destek olmaya çalışıyorum. Çünkü benim bu konuda uzmanlığım yok. Sadece biraz daha uzun yıllar yaşamış, biraz daha kitap okumuş, biraz daha fazla insanla tanışıklığı olan biriyim. Ben bir kaynağım onlar için. Hocaların kendilerini böyle tanımlamaları gerekiyor. Elle tutulur bir şey söylemek gerekirse, iyi bir üniversitede ders yerine proje bazlı öğretim olması gerekiyor. Herkesin projelerle öğrenmesi gerekiyor. Fransa’da “Ekol 42” tamamen bu amaçla kurulmuş bir okul. Öğretmen yok, müfredat yok, sınav yok, öğrencilere 3 yıl boyunca her hafta bir proje veriliyor. 40 hafta olsa 120 projeyle mezun oluyor öğrenci. Müfredata ne gerek var? Zaten o proje için ne gerekiyorsa kendisi öğreniyor.
Sahip olunması gereken 21. yüzyıl yetkinliklerinin neler olduğunu düşünüyorsunuz? Gençler değişen dünya düzenine ayak uydurabilmek için yetkinlik ve becerilerini nasıl geliştirmeli? Aileler bu konuda çocuklarına nasıl destek olabilir? Gençlerin sahip olması gereken en önemli becerinin adaptasyon becerisi, yani hızla değişen dünyaya adapte olabilme becerisi olduğunu düşünüyorum. Adapte olabilmek için de gereken alt beceriler: yaratıcılık, inovasyon, takım çalışması, eleştirel düşünebilme, problem çözebilme, duygusal zeka, bilgi okuryazarlığı, teknoloji okuryazarlığı gibi aslında müfredatın içinde olmayan ve okulların da geliştiremediği hatta bazen ısrarla geliştirmediği gibi gerilettiği becerilerdir. Takım çalışması becerisini geliştirmek için okulların büyük çoğunluğu hiçbir şey yapmıyorlar. PISA’nın takım çalışması sınavında bireysel sınavdan 13 puan daha düşük aldık. OECD’de bireyselde sondan üçüncüyüz, takım halinde problem çözmede sonuncuyuz. Zeka önemli değil, duygusal zeka önemli diyoruz; çok çalışmak önemli, azim önemli. Çok çalışmak ve azim 19. yüzyıl veya 20. yüzyıl becerileri. Bunun üstüne ne koyduk? Artık problemin doğru çözümünü bulmak yerine inisiyatif alma, yeni çözümler üretme, formülü yeniden tanımlamak daha değerli. Bunun için de akıllı ve yaratıcı bireyler yetiştirmemiz gerekiyor. Çok üzücü bir şey, Türkiye’de bu konuda hiç kimse düşünmüyor. Türkiye’de 2050 yılında ne tür bir insan kaynağı gerekiyor sorusunun cevabını hiç kimse bulmaya çalışmıyor. Oysa benim Üniversite Seçerken kitabımda, 21. yüzyıl yetkinlikleri www. p21.org’dan özetlendi. Amerika’daki 32 köklü kurumun bir araya gelip oluşturdukları bir liste bu. %90 Türkiye için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Belki bunların yanına değerler gelecek, birkaç faklı başlık gelecek ama Türkiye’de böyle bir çalışma yapılmadı. Ayrıca bilgiye ulaşma yetkinliği önemli. Çoğu önemli bilgi İngilizce olduğu için İngilizce yetkinliği de önemli. 21. yüzyılda başarı için herkesin İngilizce bilmesi gerektiğini düşünüyorum ki kendi kendine öğrenme, bilgiye ulaşma ve bu bilginin değerli olduğunu tartabilme becerileri de devreye girebilsin.
23
Teknoloji okuryazarlığı da çok önemli. Şimdi yapay zeka konuşuluyor. Çocukların en azından kodlama okuryazarı olması gerekiyor. Kodlama dediğiniz bir dildir. İngilizce öğrenmekten çok daha kolaydır. Kodlama bir haftada öğrenilebilir. İngilizce öğrenmek 6 ile 9 ay arasında olabiliyor. Her öğrenci kodlama bilmeli, makine ile nasıl konuşabileceğini öğrenmelidir. Konuşur veya konuşmaz o ayrı mesele. Kendisi kodlama yapmayabilir. Her bildiğiniz şeyi her fırsatta yapmak, uygulamak zorunda değilsiniz. Birisi yapay zeka dediği zaman bunun aslında bir kurallar zinciri olduğunu, makine öğrenmesi dediğimiz şeyin de bizim makineye yazdığımız kodla gerçekleştiğini her öğrencinin bilmesi gerekiyor. Teknoloji okuryazarlığı her yüzyılda önemliydi. O yüzyılın teknolojisine göre okuryazar olmanız gerekiyordu. Buhar makinesi kullanmayı bilmeniz gerekiyordu, sonra araba kullanmayı bilmeniz gerekti. Şimdi bilgisayar kullanmayı bilmeniz gerekiyor ki dijital dünyada var olabilesiniz. Aileler bu yetkinlikleri çocuklarında desteklemek için çocuklarının okul dışı beslenmesine destek versinler. Bu sanat da olabilir spor da olabilir. Çocukların sosyal inovasyon ve sosyal sorumluluk bilincinin gelişmesi gerekiyor. Bu STK ile oluyor. Türkiye’de üniversite öğrencilerinin STK katılımına baktığımızda, %1’in altında olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, aileler çocuklarını okul dışı etkinliklere itsinler. Çocukların tutkularını keşfetmesine izin versinler. 21. yüzyılda tutku ve ilham da çok önemli. Bu ilhamı çocuklarından esirgemesinler.
Girişimcilik kavramı bir gencin kariyerinde önemli midir? Neden? Seminerlerimde “Her canlı girişimciliği tadacaktır.” diyorum. Bunun birkaç sebebi var. Birincisi, girişimciliğin alternatifi gerçekten korkunç. İnsan ömrünün gelecekte ortalama 100 yıl olacağını düşünürsek, şu an okulda olan çocuklar ortalama 50 yıl çalışacaklar. 50 yıl boyunca başka birinin hayalleri doğrultusunda çalışmanın insani bir şey olmadığını düşünüyorum. 3-5, hatta 10 sene kurumsal yaşama katlanılabilir ya da bazı insanlar bütün yaşamları boyunca katlanmayı seçebilirler ama ben bu jenerasyonun büyük çoğunluğunun kurumsal hayatı bir müddet sonra reddedeceğini düşünüyorum. O zaman da bu çocuklara bir alternatif gerekiyor. Dolayısıyla, başka birisinin hayallerini gerçekleştirmeye çalışan bir robot olmaktansa, kendi hayallerinin peşine düşmelerini
24
öneriyorum. Bunun için de gençlere 3-5 ya da 10 sene deneyim kazandıktan sonra doğru fikir ve doğru takımla kendi girişimlerini kurmalarını öneriyorum. Bu bir sosyal girişim olabilir, bireysel girişim olabilir, oyun olabilir, e-ticaret olabilir. Çocuklar bu şekilde dünyayı daha iyi bir yer haline getirecekler. Bu şekilde kendi kendilerini gerçekleştirecekler ve fark yaratacaklar. Ancak böyle mutlu olabilecekler. Ben maaşla çalışan birisinin işinden mutlu olmasını oldukça zor görüyorum. Şirketin çok akıllı olması lazım ama maalesef ülkemizde akıllı şirket sayısının çok da fazla olduğunu düşünmüyorum. İnsanlara kendi projelerini tanımlayıp, bunları hayata geçirmelerine izin vermeleri lazım ancak bu pek mümkün olamıyor. Otonomiyi tamamen çocukların elinden alıyorlar. Otonominin boyutları şöyledir: Neyi yapacağına, ne zaman yapacağına, nasıl ve kiminle yapacağına kişinin karar vermesi gerekir. Dört boyutu var: 4T = Team (Takım), Task (Görev), Technique (Teknik), Time (Zaman). Bunların tamamı çocukların elinden alınıyor. Neyi, kiminle, nasıl ve ne zaman yapacağı çocuğa deklare ediliyor. Çocuklarımız daha fazlasını hak ediyor. Bu jenerasyonun bu kurumsallığı reddedeceğine eminim. O yüzden çocuklarımıza, girişimcilikle mümkün olduğunca erken tanışın ve girişimciliğin bir kariyer alternatifi olduğunu unutmayın, diyorum ki zaten bunun genlerimizde olduğunu düşünüyorum, öğrenmeleri gerekmiyor. Son 10 bin yıldaki köleleştirme sürecinin bilincinde olsalar yeter. 2,5 milyon yıldır biz girişimciydik. Son 10 bin yılda önce tarım kölesi sonra endüstriyel köle, şimdi de bilişim kölesi haline geldik ama hepimizin DNA’sı girişimci DNA’sı. Kendi mağaranı kendin seçiyorsun, kendi mızrağını kendin seçiyorsun, yiyeceğini kendin avlıyorsun. 2,5 milyon yıl boyunca biz böyle yaşamışız. Kabileni seçiyorsun, aileni seçiyorsun ama şimdi yüksek yüksek kulelere dolduruyorlar insanları. Ben bu kulelere endüstriyel toplumun insan ve işçi depoları diyorum. İnsanlar sabah kuleye benzer evlerinden çıkıyorlar, iş yeri kulelerinde çalışıyorlar ve yine akşam olunca kulelere geri dönüyorlar. Son derece mutsuz bir toplum yaratıyoruz. Daha fazla öğrencinin bu durumu reddedeceğini düşünüyorum, reddetmelerini de öneriyorum. Ancak 3-5 sene de bu hayatı deneyimleyin, “dünya stajı” yapın diyorum. Çünkü dünyayı bir yerde öğrenmeleri gerekiyor.
“Üniversite Seçerken” isimli kitabınızda gençlerin fark yaratmasından bahsediyorsunuz. “Fark yaratma karnesi” kavramını biraz açıklayabilir misiniz?
İşte Ceylanlar adlı son kitabımda, girişimci olmak isteyen gençlere ilham vermesi için Türkiye’den çıkan, ümit veren 32 girişimci seçtik. Onlarla mülakatlar yapıldı ve hikâyeleri yazıya döküldü. Girişimciliğin önemli bir konu olduğunu düşünüyorum.
Hiç notlardan bahsetmedim. Çünkü bahsettiğim beceriler çok daha önemli. Mutlaka öğrencilerin spor kulüplerine, STK’lere girmesi gerekiyor, hobilerini ihmal etmemesi gerekiyor. Sadece derslerle yetinmemesi gerekiyor.
Fark yaratma karnesine, öğrencilerin kendilerini farklılaştırabilmeleri için neler yapmaları, nelere sahip olmaları gerektiğini gösteren bir karne diyebiliriz. Bu karnede yazanları yaparlarsa, fark yaratma kapasiteleri artıyor. Orada ne diyoruz: Bir dil bilmek yetmez, mutlaka İngilizcenin yanına bir yabancı dil daha ilave etmek gerekir. Sadece Türkçe biliyorsan yoksun, İngilizce de biliyorsan “fena değil”, gerçekten fark yaratmak istiyorsan İngilizcenin yanına Rusça, Çince gibi farklı diller de koyman gerekir diyoruz. Bilgisayar okuryazarlığı ile ilgili olarak, sadece “Word” biliyorsan yoksun, yanına mutlaka “Excel” koyman lazım. Çünkü Excel temel analiz gereci. Bu da yetmez, üstüne bir de kodlama dili öğrenmen lazım diyoruz. Sadece Türkiye’de bir şeyler yaparsan yoksun. Mutlaka bir yurtdışı değişim programına gitmen, anlamlı bir yurtdışı deneyimi kurgulaman lazım. Bu da yetmez, yurtdışında çalışman lazım diyoruz. Mutlaka staj yapman lazım. Çıta epey yükseldi. Fark yaratmak isteyen gençler fazla sayıda staj yapıyor. Şu anda mezun ettiğim öğrencilerden iki staj yapan varsa, “Niye iki?” diye soruyorum. Üç-dört en sık duyduğum rakamlar. Çünkü artık 1 aylık bir staj yapıyorsan eğer, “Mezun olana kadar altı yedi staj yapma kapasiten var. Niye kullanmıyorsun?” diye soruyorlar iş görüşmelerinde. Bu da yetmez diyorum öğrencilerime, mezun olmadan önce part-time çalışmanız lazım. İş dünyasını, iş yerlerini görmeleri için bunu deneyimlemeleri gerekiyor. Bu boyutlarda ne kadar öteye gidebiliyorsan, mülakat yaptığın şirketin seni fark yaratma potansiyeli yüksek biri olarak görme olasılığı artıyor. Senin farkına varılma ihtimalini o kadar artırmış oluyorsun.
25
Üniversite hazırlık ve seçim yolculuğunda öğrencilere ve ebeveynlerine önerileriniz nelerdir? Bu konuda içerik üreten çok az insan olduğunu düşünüyorum. Milyarlarca liralık bir sektör. Herkes dershaneye gidiyor, herkes rehberlerin peşinde dolaşıyor. Tercih dönemlerinde bazı tercih danışmanlarından randevu bile alamıyorsunuz. Aslında
26
bu konuda yapılması gerekenleri “Üniversite Seçerken” isimli kitabımda aktarmaya çalıştım. Öğrencilere ve ebeveynlere üniversite hazırlık sürecine başlamadan önce bu kitabı okumalarını öneririm. Ayrıca blog yazılarımda da bu konuları ele alıyorum. Bu konuyla ilgili, kitabımda olmayan farklı yazılar da bloğumda var. Bloğumu takip etsinler ve lütfen bu işi çok büyütmesinler. Hangi üniversite olduğu çok önemli değil, hangi programa girdiği gerçekten önemli değil. Çünkü bu programların çoğu çağ dışı, üniversitelerin çoğu çağ dışı ki bunun da çok önemi yok bana göre, çünkü eğitimin sorumluluğu öğrencide. Şu sıralar üzerinde çalıştığım kitabım “Eğitim Sende” de belirttiğim gibi, aslında her şey öğrencinin elinde. Dolayısıyla, üniversite orada bir kaynak yalnızca. A olmasın da B olsun, X bölümü olmasın da Y bölümü olsun, fark etmez ve bunun için kaygılanmaya değmez. Ancak, kendine has bir planın olsun. Bu çok daha önemli. Kendi planını kendin yap. Üniversiteye girdiğin gün, özgeçmişinin yanında bir özgelecek hazırla. Özgelecek, senin 5 sene içerisinde yapmayı hedeflediğin şeylerin listesi olsun. 6 ayda bir özgeleceğini gözden geçir ve güncelle. Yaptığın şeylerin yanına işaret koy, yapmaktan vazgeçtiğin şeylerin üstünü çiz, onların yerine ne yapacaksan da bu işleri ilave et. Bu yıl üniversitemin açılışında bir öğrencimin özgeleceğini nasıl geliştirdiğini, güncellediğini anlattım. Belki bu özgeleceğe yazılan planların çoğu uygulanamıyor ama planın olduğu zaman daha doğru adım atıyorsun. Planda bir eksiklik olduğu zaman onu fark ediyorsun ve onun yerine ne koyacağını düşünmeye başlıyorsun. Gençlere önerimi 3 kelimede özetleyebilirim. Hayatı tesadüfen yaşamayın, bir planınınız olsun ama o planı da çok ciddiye almayın ve fırsatlara açık olun. Hayat biz plan yaparken başımıza gelenlerin bütünüdür, diye güzel bir söz vardır. Bu sözü gençlerin mutlaka bilmesi gerekiyor. Karşınıza bir sürü engel ve fırsat çıkacak. Engeller ve fırsatlarla nasıl baş ettiğiniz sizin geleceğinizi belirleyecek. Her zaman fırsatlara açık olmanız lazım, “fırsat koklama” becerinizi geliştirmeniz lazım. O yüzden biraz da girişimciliğe itiyorum ben öğrencileri. Girişimcilikte fırsatın farkında olmak, gözlerin açık olması çok önemli. Engel çıktığında da çok fazla depresyona girmeden, “Bununla nasıl mücadele ederim, bunu delip nasıl geçerim, bunu nasıl fırsata çeviririm?” konularına kafa yormak gerekiyor. Üniversite seçerken gençlerin en çok dikkat etmesi gereken konu, üniversitenin kendilerini geliştirmelerine ne kadar fırsat verdiği konusudur. Her şeyi bildiğini iddia edip sana fiks menü sunan üniversite iyi bir üniversite değildir. Fiks menüye uyan öğrencilerin %20’si, 30’u, 50’i bile olsa, geri kalan öğ-
renciler kendi menülerini oluşturmak isteyecektir. Üniversitenin müfredatıyla, programıyla, seçmeli dersleri, sosyal aktiviteleriyle buna izin vermesi gerekir. Benim çalıştığım üniversitelerde en çok dikkat ettiğim konu esnekliktir. Bir üniversitenin öğrenciye verebileceği kadar esneklik vermesi gerekir diye düşünüyorum. Öğrencinin kendi politikasını çizmesine izin verilmesi ve o politikada yürürken öğrenciye destek olunması da önemli bir gerekliliktir. Bunu yapamayan üniversitelerden hiçbir şey beklememeliyiz. Türkiye’deki üniversitelerden de bunu yapanlar var, seçim yaparken bu üniversiteleri bulup onlara yönelmelidir diye düşünüyorum. Bir diğer önemli konu, üniversitenin öğrenciye ne gibi önemli kaynaklar sunduğudur. Mesela Profesyonel Gelişim Merkezi ne kadar güçlü? Ne tür hizmetler sağlıyor? Spor ve kulüp faaliyetleri ne kadar değerli? Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik ne kadar önemli? Yeni tür dersler açmaya ne kadar yatkın? Bunlar üniversite seçiminde oldukça önemli konular. Ebeveynlere söylemek istediğim ise bu süreçte çocuklarını rahat bırakmaları. Çocuklar aslında ne istediklerini biliyorlar. Bilmiyorlar ise, ebeveynler o zaman destek olsun. Kendi istedikleri hayatı çocukları üzerinden yaşamak isteyen ebeveynlerden olmamak lazım diye düşünüyorum. “Ben doktor olmak istedim, olamadım, bari çocuğum olsun.” düşüncesinin gençlere yaşattığı olumsuzlukları gözden kaçırmamak gerekiyor. Gençlerimiz de birer birey ve onların da kendine özgü bir hayatı var. Onlar kendi hayallerini yaşamalılar. Sonra fikirlerini değiştirirlerse, artık ona da imkan var. İsterlerse sonra bölüm değiştirebilirler. Hayat onların hayatı. Bu değişikliklerden dolayı 1-2 sene fazla okunsa da bir şey olmaz. Hayalleri ertelememek çok daha önemlidir. Gençlerin üniversitede ailelerine maddi olarak yük olmamak için çalışması gerektiğini düşünüyorum. Hem hayatı öğrenip, hem de eğitim harcamalarına destek olabilirler. Ailelerin bunu çocuklardan talep etmesi gerekir. Bir öğrenci, üniversiteye %50 burslu girdiyse, ailesi ona “Yarısını ben vereceğim, yarısını sen çalışıp kazanacaksın.” diyebilmelidir. İlla belli bir üniversitede okumak uğruna ücretli bölüm yazmak yerine, aynı bölümü başka bir üniversitede burslu okumak da oldukça akıllıcadır. O para yüksek lisans veya diğer eğitimlerde harcanabilir. 10 sene sonra kimse hangi üniversiteden mezun olduğunu sormuyor, iş başvurularında getirdiğin kişisel pakete bakılıyor. Yetkinliklerin, değerlerin, aldığın eğitimler, yaptığın stajlar gibi. Bunu da sen oluşturuyorsun zaten, üniversitenin ismi oluşturmuyor.
Prof. Dr. Erhan Erkut Erhan Erkut, lisans derecesini 1980’de Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümünden, doktorasını ise 1986’da Florida Üniversitesinden aldı. 1985-2005 yıllarında Alberta Üniversitesi İşletme Fakültesinde ders veren Prof. Erkut bu dönemde “INFORMS Teaching of Management Science Practice Award” ile “3M Teaching Fellowship” başta olmak üzere dokuz eğitim ödülü ile Canadian Operational Research Society tarafından verilmiş beş başarı ödülü aldı ve 50’den fazla hakemli dergi makalesi yayınladı. Eğitim ve araştırmanın yanında birçok endüstriyel projeyi de yöneten Prof. Erkut, Centre for Excellence in Operations adlı bir uygulamalı araştırma merkezi kurdu ve INFORMS Transactions in Education dergisinin kurucu editörlüğünü yaptı. 2005’de Türkiye’ye dönen Prof. Erkut, 200507 arasında Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı, 2008-13 arasında Özyeğin Üniversitesi Rektörlüğü, 2014'den bu yana ise MEF Üniversitesinde Rektör Yardımcısı görevlerinde bulundu. İstanbul Erkek Lisesi Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Akademik Kurul Başkanı olarak görev yapan Prof. Erkut, son yıllarda Türkiye’de girişimcilik ve yetkinlik gelişimi konularında aktif olarak çalışmaktadır. Mehmet Zorlu Vakfı desteği ile hayata geçirdiği 21. Yüzyıl Yetkinlikleri Eğitim programı kapsamında verdiği YetGen eğitimleri ile 4 yıldır yüzlerce lise ve üniversite öğrencisinin profesyonel gelişimine destek olmaktadır. Prof. Erkut, "Üniversite Seçerken" ve "İşte Ceylanlar" kitaplarının yazarıdır.
27
Konuk Yazar: Psikiyatr Dr. Arzu Erkan Yücel
DİJİTAL DÜNYADA
EBEVEYNLİK
Yasaklanan her şey kendi cazibesini doğurur. Bugünün çocuklarının dijital çağda en iyi şekilde gelişmeleri için hem analog, hem de dijital deneyimlere ihtiyaçları var. İçinde yaşadığımız dijital çağda teknoloji kullanımı her yaştan birey için kaçınılmaz. Dijital alanlara her gün bir yenisi ekleniyor. Her yerde teknolojinin zararları ve çocukları teknolojiden korunmanın şifreleri anlatılıyor. Ebeveyn, eğitimci ve sağlıkçılar bir
28
hayli endişeli. Çocuğunuz “Otizmli olacak.”, “Obez olacak.”, “Hiperaktif olacak.”, “Bağımlılığın kollarında.” gibi başlıklarla yapılan yayınlar, ailelerin teknolojiyi bilinçli kullanmak yerine tümden yasaklamaları ya da teknolojiden kaçınmalarına neden
oluyor. Bu mümkün olmadığı gibi, gerekli ve yararlı da değil. Yasaklanan her şey kendi cazibesini doğurur. Bugünün çocuklarının dijital çağda en iyi şekilde gelişmeleri için hem analog, hem de dijital deneyimlere ihtiyaçları var.
Medya kaynaklı kışkırtıcı haberler karşısında ne yapmalı? 1. Kulaktan dolma “kopyala-yapıştır” paylaşımlara dikkat edin. 2. Haberlerin başlıklarına aldanmayın, söz edilen araştırmaları kendiniz de inceleyin. 3. Korku ve suçlulukla hareket etmeyin. 4. Çelişkili tavsiyeler arasında bocalamamak için bilimsel verilerden şaşmayın. 5. Bu konuda yazılmış uzman görüşlerini ve kitapları okuyun.
Teknolojik çocukluklar Kaiser Aile Vakfı’nın 2010, Common Sense Media’nın 2013’teki araştırmasına göre 1970’lerde çocuklar 4 yaşında ekranlarla tanışırken, günümüzde 4 aylıkken tanışıyorlar. İlk 8 yaşta ekran karşısında 2 saat geçirilirken, 8-18 yaş arası günde 7.5-8 saati buluyor. Fermuar çekemez düğme ilikleyemezken akıllı telefonu gözü kapalı kullanan çocuklar; çorba karıştırmadan, vida sıkmadan, evde yaşına uygun sorumluluk almadan büyüyen(!), 24 saat çevirimiçi minik youtuber’larımız var! Çocuklarımız büyük hızla gelişirken fiziksel, sosyal ve zihinsel olarak geri kalma tehlikesi ile de karşı karşıyalar.
Yetişkinler ne yapmalı? 1. Dijital hayatı keşfetmeleri, sağlıklı ve ölçülü kullanabilmeleri için çocuklarımıza rehber olmalı. 2. Sanal dünyada öğrendiklerini gerçek dünyada uygulamaya geçirmelerini desteklemeli ve onlara yardımcı olmalı. 3. Güvenli internet kullanımı; sosyal medya adabı, akran zorbalığı, siber-zorbalık konularında eğitimlere katılmalı. 4. Yeni araçlar geliştikçe ve çocuk büyüdükçe, bilgiler güncellenmeli.
Ekran karşısında geçirilen zaman hangi yaşta ne kadar olmalı? Kesin süreler var mı? Sadece yaşlara bakarak ekran karşısında geçirilecek kesin süreler belirtmek gerçekçi değil.
Burada her bireyin ve durumun biricik olduğu gerçeği akılda tutularak, ilk 2 yaş ekranla hiç karşılaşılmaması, 2-5 yaş arası günde 1 saat, 5-12 yaş arası 1-2 saat geçirebileceği söylenebilir. Bu sürenin tamamı mutlaka ebeveyn ya da bir büyüğün eşliğinde olmalı ve izlenilen görüntüler hakkında söyleşerek, çocukla etkileşerek zaman geçirilmeli. 7 yaştan itibaren, TV de dâhil edilecekse günde 1-2 saat gibi rakamların gerçekçi olmadığını hepimiz biliyoruz. O nedenle günlük saatlerden bahsetmekten çok günü planlamaları, bilgisayar ya da telefon ile uzun zamanlar harcayacaklarsa bu süreyi hafta sonu ya da haftanın belli günlerinde blok olarak kullanmaları seçeneği değerlendirilebilir.
Tekno-ihmal nedir? Nasıl önleriz? 2013’teki bir araştırmaya göre telefonlarımızı günde yaklaşık 150 kere kontrol ediyoruz. Bu toplam 3 saat ediyor ve bunun 2 saati sosyal medyada geçiyor. Avusturalya’da 6000 çocuk üzerindeki bir araştırmada çocukların %32’sinin ebeveyninin onlarla teknolojik aletlerden daha az zaman geçirdiği bulunmuş. Çoğumuz bir dikkat dağınıklığı içindeyiz. Dijital çağın çocuklarımızı etkilemesinden endişe ederken, kendimiz üzerindeki etkilerini görmezden geliyoruz. Çocuklarımızı, yediğimizi içtiğimizi, yaptıklarımızı sosyal medyada sürekli paylaşıyor, anıları kaydetme ve paylaşma zorlantısı, gelişmeleri kaçırmama korkusu yaşıyor; kendimizi, çevremizi ve çocuklarımızı ihmal edebiliyor, anda kalma becerilerimizi yitirebiliyoruz. Çocuklar kesintisiz dikkate ihtiyaç duyar. Gününü çeşitli zamanlarında teknoloji ile ilişkimizi kesmeli, çocuklarımızla anlamlı ilişkiler kurmalıyız. Ekranlar bizi gerçek ebeveynlik görevlerimizden koparmamalı. Nasıl örnek olduğumuz, sınır ve denge önemlidir. Farkındalık ve an ’da kalma becerileri konusunda kendimizi geliştirmeli, çocuklarımıza da rol model olmalıyız. Yemek, oyun, yatak odasında teknoloji kullanımını sınırlamalı; telefona eve girmeden, çocuk yattığında, uyanmadan bakma alışkınları geliştirmeli; teknolojiyle geçireceğimiz zamanı belirlemeli, gerekirse alarmlar kurmalıyız.
Kendini yönetme becerisi konusunda kolaya mı kaçıyoruz? Amerikan Konuşma-Dil-İşitme Derneği’nin 2015’teki araştırmasında 8 yaş çocuğu olan ebeveynlerin yarısının çocuklarının öfke kontrol ve özdenetim ve davranış sorunlarını geçiştirmek için teknolojiye başvurduğu gösterilmiş. Teknolojiyi “dijital emzik” olarak kullanmaktan vazgeçmeli, çocuklarımıza kendi kendini yatıştırma ve duygularını düzenleme becerisi kazandırmalıyız. Aksi halde bağımlı bireyler yetiştiririz.
Sosyal medya ve teknoloji sosyal becerilere zarar verebilir mi? Sosyal medya ve oyunlar çocukların sosyalleşmesine kısmen olanak sağlasa da, çocuklar kişilerarası becerileri geliştirmek, duygu ve niyetleri okumayı öğrenebilmek için yüz yüze iletişim ve temas gereksinirler. Yüz yüze iletişimden uzaklaştıkça sosyal beceriler geriler, iletişim ve ilişki sorunları oluşur. Ekran karşısında geçirdikleri zaman denetlendiğinde çocukların daha fazla sosyal ipucu yakalayabildikleri görülmüştür.
Siber-zorbalık nedir? Nasıl mücadele edilir? Siber-zorbalık internet üzerinden; görsel, sözlü şiddet içeriğine, rahatsız edici, tacizkâr ya da pornografik içeriklere maruz kalma; rahatsız edici mesajlar alma, alay konusu olma, gruplardan atılma şeklinde olabilir. 8-17 yaş arası çocukların %20’si siber-zorbalığa maruz kalıyor. Çocuklar genelde bu tür durumlarla nasıl baş edileceğini bilemez. Tıpkı cinsel taciz ve istismarda olduğu gibi siber-zorbalık konusunda çocukların eğitilmesi gerekir. Neyin siber-zorbalık olduğu; nasıl baş edecekleri, büyüklerinden yardım almaları gerektiği öğretilmeli. Çocuklar empati ve davranışlarının sonuçlarını öngörme konusunda daha yetersizdir, bir zorbaya dönüşmemeleri için paylaşacakları içerik ve yorumlar konusunda bilinç kazandırılmalıdır.
29
30
Zorbalığa nasıl dur deriz? 1. Dur! Zorbalık eden kişiye yanıt yazma. 2. Engelle: Engelle ama kanıtları kaydet. 3. Bildir: İnternet sitesi yöneticisine ya da bir büyüğüne bildir. 4. Maruz kalanı destekle, aşırı tepki verme, suçlama. 5. Yardım istediği için takdir et. 6. Birlikte çözüm ara. 7. Sağlıklı teknoloji kullanımı konusunda teşvik et, yasaklama.
Şiddet içeriğine maruz kalmanın ne gibi sonuçları olur? Nasıl korunabiliriz? Çocuklar Youtube’da bir çizgi film izlerken şiddet içeren bir görüntüye üç tık uzaktalar. Birlikte izleme ve model olma o açıdan gerekli. Şiddet içeren içeriğe maruz kalma, özellikle bilgisayar oyunları; çocukların şiddet gösteren davranışlar sergilemesine zemin hazırlar. Küçük çocukların haberleri izlememesi; büyük çocuklarla ise bazı haberlerin birlikte izlenerek, üzerinde konuşularak rehberlik edilmesi yararlıdır.
Pornografik içerikten nasıl korunuruz? Çocuklar ponografi ile 11’li yaşlarda tanışıyor. Bazı çocuk ürünleri çocuk karakterlerin cinselleştirildiği örüntüler içeriyor. Çocuklarda hızlı cinselleşme söz konusu. Sadece içeriğe maruz kalmıyor, kendilerinin videolarını çekip paylaşarak pornografi üretebiliyorlar. Bu konuda son derece bilinçli olmalı, önlemler almalıyız. Uygunsuz içeriğe erişimi engellemek için; 1. İnternete Family Zone gibi filtreler kullanın. 2. Telefon, tablet ve bilgisayara ebeveyn denetimi ve filtreler kurun. (Her bir kullanıcı için ayrı oturum açılabilir.) 3. Google’da güvenli arama seçeneğini açın. (Otomatik olarak cinsel içerikleri engeller.) 4. Youtube kullanırken güvenlik modunu açın. (Tam filtre sağlamasa da etkin.) 5. Çocuklar için olan internet tarayıcılarını kullanın. (Zoodler, Kidoz gibi.) 6. Youtube da listeler oluşturun. ( Kids video, kids
youtube play list gibi.) 7. İzledikleri, gördükleri materyalle cinsellik hakkında açık net kapsayıcı ve destekleyici sohbetler edin. 8. Salon, mutfak gibi kullanım alanları belirleyin bunun dışındaki alanlarda kullanım olmasın. 9. Bu yöntemlerin hiç biri %100 koruyucu değildir ve ebeveyn gözetiminin şart olduğunu unutmayın.
2. Uykudan önce tempolu etkinliklerden uzak durun. 3. Ekrana alternatif; yavaşlatıcı uyku rutinleri bulun. (Kitap okuma, yoga gibi) 4. “Teknolojiye paydos” saatleri belirleyin. 5. Dijital cihazlar için yatak odası dışında şarj istasyonları belirleyin ve sabaha kadar orada bırakın. 6. Sağlıklı uyku alışkanlıkları konusunda örnek olun.
Sosyal Ağ kullanımı kaç yaşında başlamalı? Nelere dikkat etmeliyiz?
Oyun ve aktivite zamanı konularında nelere dikkat etmeliyiz?
On yaşındaki çocukların yarısı bir sosyal ağ kullanıyor. Sosyal onay ve akranlarla bağ kurma ihtiyacı bu yaşlarda öne çıkıyor. Pek çok oyunun çevrimiçi sohbet özelliği var. Çocuklar teknolojiyi kullanmakta oldukça becerikli olsa da; siber görgü kuralları, etkileşim ve güvenlik becerileri konularında tedbirsizler. 8-12 yaş çocuklar bizim rehberliğimizde internet deneyimleri kazanabilirler. Çocuklarımızın hangi bilgi ve içerikleri paylaşabileceği hakkında onları eğitmeliyiz. Paylaştıklarımızın dijital ayak izlerimiz olduğu bilincini kazandırabilir, beraber paylaşımlar yaparak örnek olabiliriz.
Her yaştaki çocuğun oyun hakkı vardır. Planlı oyunlar dışında plansız oyun saatleri, boş vakitler, yaratıcı sıkılmalar da gereklidir. Doğa ile iç içe olma en önemli ihtiyaçlardan biridir. Çocuklar bir saat fiziksel olarak aktif oyunlar oynamalılar. Ekran karşısında yeme alışkanlıklarına dikkat etmeliler. Dijital oyunları tamamen zararlı değildir; yararlı ve geliştirici olabilirler. Çeşitli uygulamaları araştırarak çocukların kullanımlarına sunabiliriz. Common Sense Media, Children’s Technology Review, Kapi Awards gibi sitelerden bu konuda bilgiler alabiliriz. Yine teknolojiyi kullanarak dijital olmayan oyunu Skype ya da WhatsApp görüntülü arama üzerinden arkadaşlarıyla oynayabilmeleri, birebir sosyal etkileşim sağlayacaktır.
1. Teknolojiyi çocuklarla birlikte kullanın. 2. Skype ya da interaktif kitap uygulamaları gibi uygulamalarla sizin de onayladığınız dost ya da akrabalarla bağlar kurmasını sağlayın. 3. Kendi teknoloji alışkanlıklarınız konusunda dikkatli olun. 4. Ebeveyn filtreleri kurun.
Uyku açısından nelere dikkat etmeliyiz? Erişkinler gibi çocuklar da teknoloji aşırı kullanımı nedeniyle kronik yorgunluk sendromu ve uykusuzluk yaşıyor. Gecede 1 saat az uyuyan bir ilkokul öğrencisinin bilişsel becerisi ve öğrenme kapasitesi 2 yaş geriye kayabiliyor. Sağlıklı ve sürdürülebilir uyku alışkanlık ve becerileri için: Uykudan önce gevşemeye ve sakinleşmeye geçilmelidir. Yatak odalarımızda teknolojik cihazlar bulunmamalı, TV ya da telefonla uyumamalı, ekran parlaklığını düşüren mavi ışık filtreleri kullanılmalı; uyku saatinden 90 dakika önce ekranlardan uzaklaşmış olmalıyız. Uyku için öneriler: 1. Yatmadan önce ekran karşısında geçirilen süreyi yavaş yavaş azaltın.
Bilgi oburluğu, bilişsel tembelliğe mi yol açıyor? Bilişsel kapasitemizi nasıl güçlendiririz? 30 yıl öncesine göre en az 5 kat fazla bilgi tüketiyoruz. Erişim kolaylaştıkça değeri azalıyor. Belleği kullanmak, notlar almak yerine Google’a, navigasyon uygulamalarına ve ekran görüntülerine başvuruyoruz. Beynimizin yapması gereken görevleri cihazlara devrediyoruz. Öneriler: 1. Çocukların izledikleri/oyunları hakkında konuşmak. (Ne anladılar, akıllarında ne kaldı?) 2. Basılı kitaplar da okumak. 3. Filmleri cep telefonundan değil ailece izlemek. 4. Hafıza oyunları, sanal olmayan hikâye anlatımlı, soru cevaplı oyunlar oynamak. 5. Google’dan aramak yerine sözlük ya da ansiklopedilerden araştırma yapmak.
31
Dijital bağımlılık Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı-5 (DSM-5) kitabının ekinde bulunan İnternette Oyun Oynama Bozukluğu (İOOB) önerilen tanı kriterleri: 1. İnternet oyunları üzerine aşırı düşünme, 2. Oyun oynamadığında yoksunluk belirtilerinin görülmesi, 3. İstediği heyecanı duymak için giderek artan süreyle oyun oynama gereksinimi, 4. Birçok kez başarısızlıkla sonuçlanan oyun oynamayı denetim altına alma, azaltma ya da bırakma çabası, 5. İnternet oyunları dışında hobi ve eğlenceye ilginin azalması, 6. Psikososyal problemleri olduğunu bilmesine rağmen, aşırı miktarda devam eden oyun oynama davranışı, 7. Ne kadar oyun oynadığını gizlemek için aile üyelerine, terapistine ya da başkalarına yalan söyleme, 8. Sorunlarından kaçmak ya da olumsuz duygu durumdan kurtulmak için oyun oynama, 9. İnternet oyunlarına katılımdan dolayı önemli ilişki, okul, iş, eğitim ya da kariyer fırsatlarının kaybı Son bir yıl içerisinde beş ve daha fazla kriterin gözlenmesi, internette oyun oynama bozukluğuna işaret etmektedir. Endişeleniyorsanız bir haftalık teknoloji kullanım günlüğü ve saati tutabilir, bu konuda çalışan bir ruh sağlığı uzmanına danışabilirsiniz.
Sağlıklı dijital alışkanlıklar kazanın 1. Doğa zamanları (park, piknik, gezi) planlayın. 2. Etkinlikler arasında dinleme molaları verin. 3. Film izlerken telefona bakmayın, mesajlara bakarken sosyal medyaya girmeyin. Her seferinde tek bir iş için süre belirleyin onu yapın ve çıkın. 4. Bildirim uyarılarını kapayın. 5. Belli internet sitelerine belli zamanlarda girilmemesini sağlayan kısıtlayıcı uygulamalar kullanın. 6. Cihazlar uçuş modunda kalsın, modemler kullanılmadıkça kapalı olsun. 7. Evinizde teknolojisiz alanlar belirleyin. 8. Stresi azaltın, meditasyon ve farkındalık becerilerini öğrenin, öğretin.
32
Çocuğunuzla kriz yönetimi için ipuçları 1. Kurallarınız net olsun, tutarlı davranın, kendinizle çelişmeyin, taviz vermeyin. 2. Teknoloji ve sosyal medya görgüsü kazandırın. (Uçuş moduna nasıl alınır?, Neler paylaşılır?, Neler zorbalıktır? gibi.) 3. Medya planı yapın: Ne kadar?, Nerede?, Ne zaman?, Hangi teknoloji?, Hangi içerik?, Kiminle? ölçütlerini belirleyin. 4. Değişimi aşama aşama uygulayın, radikal hamleler işleri zorlaştırabilir. 5. Dakika sınırlaması değil bölüm ya da oyun seviyesine göre belirleyin. 6. Zamanlayıcı kullanın, cihazları ellerinden almayın siz kapatmayın kendileri kapatsınlar. 7. B planınız olsun, cihazı kapatınca yapılabilecek etkinlikleri önceden bir listeye yazmak yararlı olabilir. (Bir miktar sıkıntı gösterse de sakinleşecektir.) 8. Sağlıklı dinlenme göz ve duruş alışkanlıkları kazandırın. Gözlerini sık kırpıştırıp molalar vermesini, ekran parlaklığı ve ışık yansımalarını ayarlamasını, işitme yüksekliğini ayarlamasını, sokakta yürürken kulaklık takmamasını, 20 dakika çalışıp 20 saniye mola vermesini, uzaklara bakarak hareket etmesini; ergonomik duruş, göz hizası beden duruşunu ayarlamasını, uygun Mouse, “Ergobreaks” hatırlatıcılar kullanmasını öğretin, örnek olun, hatırlatın. 9. Öfke nöbeti olursa bir sonraki gün de aynı şeyin yaşanabileceğini ve yeniden izin vermek konusunda çekincenizi belirtin. Davranışlarının sonucu olacağını hissetmesini sağlayın. Bunu tehdit gibi yapmayın. 10.Yargılamadan ve suçlamadan dinleyin, seçenekler sunun. 11.Duygularınızı ve endişelerinizi uygun bir şekilde paylaşın. 12.Sakin zamanlarda böyle durumlar için neyin yararı olacağını birlikte konuşun ve plan yapın. 13.Paylaştıklarınızın çocukların karşısına çıkabileceğini, arkadaşları ya da kötü niyetli kimseler tarafından kullanılabileceğini anımsayın. 14. Paylaşımlar yaparken iznini/fikrini alın, fikir verin. 15. Ekranları bir ödül ceza yöntemi olarak kullanmayın.
Okuma Önerileri ve Kaynakça • Bir Kurbağa Gibi Sakin ve Dikkatli, Eline Snel, Pegasus Yayınları • Çocuğum Bağımlı Olmasın, Barbaros Yalçın, Mehmet Ak, Mehmet Kavaklı, Şahin Kesici, Nobel Akademik Yayıncılık • Dijital Dünyada Çocuk Büyütmek, Kristy Goodwin, Aganta kitap • Kapat! Çocukları Sanal Dünyadan Koruma Kılavuzu, Psk. Dr. Mehmet Şakiroğlu, Dr. Cansel Poyraz Akyol, Hayykitap • Mindfulness Şimdi ve Burada: Bilinçli Farkındalık, Doç. Dr. Zümra Atalay, Psikonet Yayınları
Psikiyatr Dr. Arzu Erkan Yüce Uzm. Dr. Arzu Erkan Yüce, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunudur. Psikiyatri ihtisasını Ege Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalında tamamlamıştır. İzmir'de kendi muayenehanesinde çalışmaktadır. Temel uzmanlık alanı Bilişsel Davranışçı Terapilerdir. Türkiye Psikiyatri Derneği ve Anadolu Psikoterapi Derneği'nin Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler (BDT) eğitimcisidir. Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Dergisi hakemleri arasındadır. The Academy of Cognitive Therapy tarafından BDT terapisti olarak sertifiye edilmiş, diplomat unvanına hak kazanmıştır. The European Federation of Sexology (EFS) & The European Society for Sexual Medicine (ESSM) tarafından yapılan sınavlarla akredite olarak, Psikoseksüel Terapist unvanına hak kazanmıştır. İstanbul Kültür Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmakta; Kişiler Arası İlişkiler ve Aile Terapileri derslerini anlatmaktadır. Kadın Ruh Sağlığı, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve Şiddetle Mücadele, İlişki ve Aile Terapileri, Anksiyete Bozuklukları, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, Cinsel İşlev Bozuklukları, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve trans geçiş sürecinde yaşanan sorunların yönetimi, psikosomatik rahatsızlıklar özel ilgi alanları arasındadır. Türkiye Psikiyatri Derneği, Academy of Cognitive Therapy, Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği, Kognitif Davranışçı Psikoterapiler Derneği, Anadolu Psikoterapi Derneği, Aids ve Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar Derneği üyesidir.
33
ÇOCUK YETİŞTİRİRKEN BAĞLAMIN ETKİSİ Anne ve babalar, kişilikleri, yetiştirildikleri sistemin onlara kazandırdığı tutumlar ile çocuklarıyla ilişkilerini sürdürür. İçinde bulunulan çağın koşulları, çocukların özellikleri ve ihtiyaçların anne babalar tarafından değerlendirilmesi önemlidir.
Yazan: Psikolojik Danışman Leyla Vural
34
İnsanoğlu, hayata gözlerini açtığı ilk andan itibaren bir iletişim ağı içinde yer alır. Bu ağ, kelebek etkisi gibi birbirini etkileyen ilişkiler ve bağlantılardan oluşurken durmaksızın devam eder. Her birey de bu ilişkiler örüntüsü içinde yaşamını sürdürür. Yaşam bir yandan bireyin kendisini, diğerlerini tanıması ve anlayabilmesi için fırsatlar barındırırken, bir yandan da oluşabilecek durumlar karşısında karşısındaki kişi ya da kişilerle ilişkide kullanabilecek yeni bir yol keşfedilmesine de katkıda bulunabilir. Kişinin ilişkileri ile keşfettiği bu yollar zamanla yaklaşımlarını ve olaylar karşısındaki tutumlarını da etkiler. Bu tutumlar bireyin çevreyle kurulan ilişkiler örüntüsü içinde daha dengeli olabilmesini ve çevresindeki insanlar/olaylar örüntüsü içinde kendine güvenli bir alan oluşturmasını sağlar. Sürecin nasıl gelişeceği karşılaşılan durumları ele alış biçimleri ile de ilgilidir. Kişinin sahip olduğu tutumlar bir sorun durumunun büyümeden çözülmesini sağlayabileceği gibi zorlaştırabilir de. Anne babaların çocuklarını büyütürken karşılaştıkları durumları ele alış biçimi de çocukların gelişim sürecini etkiler. Bu yaklaşımlar bazen geliştirici bazen engelleyici etkiler oluşturabilir. Anne babaların çocuklarıyla ilişkilerinde yaşananların farkına varmaları, bağlamı fark edebilmeleri ebeveynlik tutumlarını geliştirmelerine katkı sağlayabilir. Çocuğun anne ve babası ile olan ilişkileri ilk sosyal deneyimlerini oluşturur. Bu deneyimler çocuğun kişiliğinin gelişmesini de etkiler. Örneğin ebeveynlerin çocuklarını tehlikeli durumlardan koruma isteği çok doğaldır. Ancak koruma tutumu çocuk için bazen bir risk oluşturmaya başlayabilir. “Katı gıda tehlike oluşturur.” düşüncesi ile ebeveynlerin sergilediği koruyuculuk ilk aylarda bebek için sağlıklı bir tutumken, okul çağına gelen çocuk için zarar verici bir tutum oluşturur. Temel bir becerinin kazanılmasının geciktirilmesi duygusal, sosyal birçok başka kazanımın da gecikmesine neden olabilir. Kazanılamayan bu becerilerin yeniden oluşturulması için daha uzun süre çaba harcamak ve yardım almak gerekebilir.
Bağlamı Fark etmek Anne baba tutumları; otoriter, demokratik, mükemmelliyetçi, izin veren, koruyucu, ilgisiz, tutarsız gibi çeşitli başlıklarda ele alınabilir. Anne ve babalar, kişilikleri, yetiştirildikleri sistemin onlara kazandırdığı tutumlar ile çocuklarıyla ilişkilerini sürdürür. İçinde bulunulan çağın koşulları, çocukların özellikleri ve ihtiyaçların anne babalar tarafından değerlendiril-
mesi önemlidir. Bu değerlendirme etkili olabilecek yaklaşımları seçmeyi kolaylaştırırken ayrıca büyük resmi, bağlamı görmeyi de kolaylaştırır. Büyük resim içinde yer alan tüm sistemler arasındaki ilişkiler, bağlamı oluşturur. Türk Dil Kurumu bağlam kelimesini “Herhangi bir olguda olaylar, durumlar, ilişkiler örgüsü veya bağlantısı, kontekst.” olarak tanımlar. Bu ilişkiler örüntüsünü fark ederek çözümlere ulaşmak süreci kolaylaştırabilir. Bağlamı oluşturan tüm sistemler birbiri ile etkileşim içindedir. Aile ve ilişkili olduğu diğer sistemler, anne babanın yaklaşımlarını şekillendirir. Anne babalar da ailelerindeki ilişkiler örüntüsünü, yaşanan süreçleri fark etmeleri durumunda, ebeveynlik tutumlarını yeniden düzenleyebilirler. Çocuklar büyürken aile içindeki ilişkilerden edineceği kazanımlarla yetişkinliğe hazırlanırlar. Çocuklara, kendi yaşamlarını sürdürebilecek yetkinliğe gelinceye kadar anne babaları tarafından destek verilmesi gerekir. Anne babalar ihtiyaçları fark etmeye başladıklarında, çocuklarının gelişimine ve sorun durumlarını çözmesine katkı sağlayacak fırsatları yakalayabilirler. Bazı anne babalar çocuklarının bir konuda zorlandığını fark etse bile çeşitli nedenlerle bu durumu ele alamayabilirler. Bazen çocuklarına olması gerekenden fazla yardım etmekten mutluluk duymaları, yoğunlukları, olası çatışmalara girmek yerine zamanla zaten kendisi yapacaktır ya da küçükken ben de böyleydim, büyüyünce geçer gibi düşünceler çözüm için çaba sarf etmek gereken konuların fark edilmesini engelleyebilir. Ancak yaşanan problemlerin çözümlerinin ertelenmesinin, ileride yeni zorluklara neden olabileceği de unutulmamalıdır. Ertelenen işler, zaman içerisinde birikerek içinden çıkılması zor ve daha karmaşık bir hale gelebilir. Problemin yaşanılan anda giderilmesi gelecekte karşılaşılacak zorluklar için önleyici olacaktır. Bu fırsatları yakalamak için de yaş döneminin gelişim ihtiyaçları ile yapılması gerekenleri bilebilmek ve aile sisteminin özelliklerini tanımak çok önemlidir.
Aile Sistemi Çift ilişkisi, bebeğin doğması ile yeni bir sisteme dönüşür. Çekirdek aile, kendi içinde kuralları, ilişkileri, değerleri olan bir sistemdir. Bu sistemin birçok başka sistemle etkileşimi vardır. Bebeğin aile içinde alacağı yer için bazen uzun süren zihinsel hazırlıklar yapılır, bazen de bu hazırlık için çok da zaman olmayabilir. Her iki durumda da anne baba olma sorumluluğunu alabilmek ve yetişkin rolünü üstlenmek önemli olacaktır.
35
Ülkemizde zaman zamanda dile geldiği gibi, genç çiftler, çocukla birlikte büyümeye başlarlar. Çocuğun yetiştirilmesi her nesil için kendi içerisinde zorluklar barındırır. “Bizim zamanımızda böyle değildi.” sözü de birçok yaş grubundaki anne babalar tarafından en çok kullanılan ifadeler arasında yerini alabilir. Bu, değişimin kaçınılmaz olduğunu düşündürür aynı zamanda değişen durumlara hazırlıklı olabilmek için anne babanın etkili tutumlar geliştirmeleri gerektiğini de hatırlatır. Öncelikle anne babanın kendi çekirdek aile sistemlerini tanımlayabilmeleri gerekir. Bu sistem içinde kişilerin sınırları, kuralları, rolleri, güç dağılımını, nesil farkını ve aile içindeki dengeleri korumaları gerektiğinin farkında olmaları önemlidir. Bu yapının değişim içinde olacağı gerçeğini de unutmamak gerekir. Geniş aile üyeleri (anneanne, babaanne, dedeler, akrabalar) ile ilişkiler çekirdek ailenin olaylar karşısındaki yaklaşımlarını etkileyen önemli bir unsurdur. Anne ve babanın ayrı ayrı geniş aileleri olduğu düşünülürse, iki farklı yaklaşım biçiminden bahsetmek de mümkün olmaktadır. Anne ve babanın iş ortamları da çekirdek ailenin yaklaşımlarını etkileyen bir sistem olarak düşünülebilir. Aslında içinde yer alınan ve ilişki içinde olunan her topluluk (okul, içinde bulunulan şehir, ülke, çağ gibi) çekirdek aileyi etkileyen diğer sistemlerdir. Bu sistemler bütününü de aile üyelerinin rolleri ilişkileri belirler. Ayrıca aile üyeleri arasındaki güç dağılımı, ilişkileri etkileyen diğer önemli bir unsur olabilir. Anne ve baba çocuklarının eğitiminde işbirliği içinde uygun rol dağılımı yapabilirlerse çocukları ile ilişkilerini daha sağlıklı bir şekilde yürütebilirler. Yazılı olmasa da her sistemin üyelerini koruyan sınırları ve kuralları olmalıdır ve bu kuralların varlığı da bir denge oluşturmalıdır. Bu dengenin korunması üyeler için önemlidir. Ailede tüm kuralların konulmasında, uygulanmasında yalnızca bir ebeveynin etkin olması çocukla çatışmaları da artıran bir etken olacaktır. Babanın kural koyucu, annenin arkadaş ilişkisi içinde davranması çocukluk ve ergenlik döneminde çeşitli sorunları da beraberinde getirebilir. Örneğin; iki çocuğu olan bir ailede çocuklardan birinin süreğen bir sağlık problemi yaşaması aile sisteminin tamamını etkileyecektir. Anne babanın diğer çocuklarına olan tutumlarını etkileyerek, koruyucu yaklaşımlar geliştirmelerine veya mükemmelliyetçi tutum sergilemelerine neden olabilir. Anne baba bağlamı fark ederek, yaşadıkları güçlükleri nasıl aşabilecekleri konusunda birbirleri ile görüşlerini paylaşabilirlerse çocuklarıyla ilişkilerini, onların gelişimlerini destekleyecek şekilde yeniden düzenleyebilirler. Bu her zaman çok kolay değildir ancak ihmal edilemeyecek kadar önemlidir. Bu gibi durumlarda doğru olan tutumları belirleyebilmek zorlaşabilir ancak yardım alabilmek bu süreci kolaylaştıracaktır.
36
Gelişimi Destekleyen Anne Baba Tutumları Tüm anne babalar çocuklarının gelişimini destekleyebilmek için ellerinden geleni yapmaya çalışır. Ancak kimi zaman tutumları gelişimi engelleyen etkiler de oluşturabilir. Gelişimi destekleyen anne baba tutumlarını aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür. Anne babanın bağlamı fark ederek, kendi aile ilişkileri içindeki değişkenlikleri göz ardı etmeden yaklaşımlarını belirlemeleri, çocukların gelişimi için destekleyici olacaktır. • Evde kuralları ve sınırları belirlemek, uyulmasını sağlayabilmek, • Anne baba olarak ortak yaklaşım benimsemek, tutarlı, açık ve kararlı bir tutum sergilemek, • Çocukla ilgili gerçekçi beklentiler oluşturmak, • Problemi doğru tanımlayabilmek, çözmek için yer ve zaman ayırabilmek, • Hataları fırsat olarak değerlendirebilmek, • Sonuçtan çok sürece odaklanabilmek, • Sevgi göstermekle tutarsızlık arasında ki sınırı iyi çizebilmek, • Çocuğu ayrı bir birey olarak kabul edebilmek, çocuğun yaşına ve yapabilirliklerine uygun olacak hedefleri koyabilmek, • Çocuğun bireysel özelliklerini fark etmek, yeteneklerini ve ilgi alanlarını tanımaya çalışmak, • İfade özgürlüğü sağlayabilmek,
etmemesi için de yürelendirebilmek, • Yaşanan sorun durumları karşısında çözüm aramada örnek olabilmek, alternatif çözüm yollarının olduğunu fark ettirebilmek, • Sorumluluk verebilmek, davranışının sorumluluğunu almasına yardımcı olmak, • İç motivasyonunu oluşturması için izleyici değil, katılımcı olmasını destekleyebilmek, • Sonradan kabul edilecek şeylere baştan hayır dememek, • Çocukların söylediklerini anlamaya çalışmak, iyi bir dinleyici olabilmek, çok uzun öğüt veren konuşmalardan kaçınmak, • Çatışma-çözme becerilerini geliştirmek ve bu konuda önemli model olabilmek, • Günlük yaşamın yetişkinler üzerinde oluşturduğu etkilerle baş ederek duygusal dalgalanmaları çocuklarına yansıtmamak, Unutulmamalıdır ki anne babalar için birçok konuyu aynı anda ele alabilmek her zaman çok kolay olmayabilir. Özellikle çocuklarla kurulacak ilişkinin niteliği, anne babanın enerjisiyle orantılı olabilmektedir. Günün sonunda onlarla geçirilecek zaman için enerjinin onlara eşlik edecek yükseklikte olması gerekir. Problemleri çözerken kullanılan yöntemler kadar problemin kaynaklık ettiği çerçeveyi düzenleyebilmek de önemlidir. Bunlardan biri de anne babanın kendi enerjisini yönetebilmesidir. Birçok şeyle aynı anda mücadele etmek kolay değildir ancak konu çocukların gelişimi olunca doğru stratejilerle tüm konularla ilgilenebilmek de mümkün olabilir. Anne babanın kendi yaşamlarındaki problemleri öncelik sırasına koyabilmeleri için baş edebilme stratejilerini oluşturmaları önemlidir.
• Merak duygusunu teşvik etmek, • Sakin kalarak ilişki kurabilmek,
KAYNAKÇA
• Çocuklarının öfke, erteleme ve haz duygularıyla başetmelerine destek olabilmek,
• A ltaş, A.(2014) Kontrol Kimde, 1 Ekim 2018, http://blog.milliyet.com.tr/kontrol-kimde/ Blog/?BlogNo=468916
• Olumlu ve olumsuz duyguları ifade etmesini yüreklendirebilmek,
• A tesoğlu, M. Kaptanoğlu P., Vural L. (2007). Ergenlik Dönemi Özellikleri ve Ergenle İletişim, Kitapçık; Basım Dağıtım: Çorum Ticaret Odası
• Empatik olabilmek, çocuklarının da diğer kişileri anlamalarını kolaylaştırabilmek, • Bağımsızlaşması için fırsatlar verebilmek, • Küçük başarısızlıklar karşısında pes
• Stalder, D. R. (2018) The Power of Context, Prometheus Book.
37
Çeviren: Uzman Psikolojik Danışman Neşe Eşer
ÇEVİRİ:
BOŞANMA VE AİLE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ İyi oluş kavramı ile ilgili yapılan birçok araştırmada sosyal duygusal iyi oluşun önemi vurgulanmış, sosyal duygusal gelişimin yaşlara göre farklılık gösterdiği ve bu farklılıkların bilinmesinin önemi belirtilmiştir.
38
İnsanoğlunun yeryüzünde ortaya çıkışından günümüze değin milyarlarca yıl geçmiş ve insanlar soyunun devamı ve toplumsal düzenin sağlanması için kendi içinde sistemler kurmuştur. Bunlardan biri de aile sistemidir. M.Ö 2000 yıllarına gelindiğinde bugünkü anlamda anne baba olma, karı koca olma kavramları ortaya çıkmaya başlamıştır. Karı koca olarak birlikte bir araya gelme davranışına “evlenme” ve kurulan bu ilişkiye de “evlilik” adı verilmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında evlilik 4000 yıllık geçmişe sahip toplumsal bir kurumdur. Toplumsal sistemin en küçük birimini meydana getiren bu yapının, insanın kurduğu her yapıda olabileceği gibi, zamanla aksayan yönleri ortaya çıkmaya başlamıştır. “İki ayrı insan” tarafından oluşturulan aile, bunun doğal sonucu olarak, çatışma potansiyelini de içinde barındırmaktadır. Farklı ortamlarda yetişmiş, kendine özgü kişiliklere sahip insanların, aile kurup bir arada yaşamaya başlamalarıyla birlikte bireysel ihtiyaç ve beklentilerinde benzerlikler oluşabileceği kadar farklılıklar da ortaya çıkabilmektedir. Bu benzerlikler ve farklılıkların eşliğinde hayatın zorluklarına karşı bir liman olarak düşünülen ailenin bazen kendisi fırtınalı bir denize dönüşebilir. Eşler birlikte çıktıkları bu yolculukta artık birlikte yol almak istemediklerini fark edebilirler ve “boşanma” süreci söz konusu olabilir. Hukuksal bir kavram olarak ele alındığında boşanma, basit anlamda evlilik sözleşmesinin sona ermesidir. Ruhsal boyuttan bakıldığında ise aile birliğinin bozulması beraberinde aile içindeki bireyleri etkileyen bir sürecin başlamasını da beraberinde getirir. Çocukların ve gençlerin bu süreçten etkilenme durumları ebeveynlerin evliyken, boşanma aşamasında ve boşandıktan sonraki davranış ve tutumlarının yanı sıra çocuk ve gençlerin kişilik özellikleri çerçevesinde şekillenebilmektedir. Ailenin dağılması, aynı yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da birçok değişik duygusal tepkiye yol açabilmekte ve ileriki yaşamlarında da tekrar gündeme gelme olasılığını taşıyabilmektedir. Çocukların içinde bulundukları yaşa göre bazı duygular daha yoğun yaşanabilirken bazılarıysa baskılanarak ileriki yaşlarda tekrar ele alınması gereken bir mesele olarak su yüzüne çıkabilmektedir. Bu yazıda O. Ayalon ve A. Flasher’in 1993 basımlı “Zincir Reaksiyon: Çocuklar ve Boşanma” ve ayrıca 2005 yılı basımlı E.P. Benedek ve C. Brown’un “Çocuğunuzun Boşanma Sürecinizle Baş Etmesine Nasıl Yardımcı Olabilirsiniz?” adlı kitaplarından yararlanarak boşanma süreci farklı açılardan ele alınması amaçlanmıştır. Boşanmanın tarihsel ve sosyolojik incelemesiyle başlayan yazı, beraberinde ebeveynlerin ve onların çocuklarının boşanma süreçlerindeki psikolojik olası
duygu durumları ve yansımalarının kapsamlı bir analizini içermektedir. Ayalon & Flasher (1993), boşanmanın sosyolojik, psikolojik boyutları ve sonuçlarının ebeveyn ile çocuklar açısından irdelenmesinin aile bağlarının sürdürülebilirliği ve bireysel ihtiyaçların sağlıklı bir şekilde karşılanabilmesi için önemli olduğunu vurgulamaktadır. Boşanmanın olası olumsuz sonuçlarının en aza indirilmesi aile bireylerinin bu süreçte birbirlerine gösterecekleri anlayış ve destek ile mümkün olabilmektedir. Boşanmanın beraberinde getirdiği yaşamdaki değişimler, kişisel duygu durumu, ihtiyaçların farklılaşması gibi faktörler aile bireylerini ruhsal ve fiziksel yönden etkiler. Özellikle stres bu süreçte en çok deneyimlenen duygu durumudur. Boşanma sürecinin resmiyet kazanmasından itibaren yaşanan değişimler ve stres faktörleri kendini göstermeye başlayabilir. Boşanma öncesi varlığını hissettiren farklı aile dinamikleri boşanma sonrasında da sürebilir ve yerine kronik strese bırakabilir. Aile bireyleri bu süreçle baş etmekte zorlanabilir. Boşanmanın etkileri tıpkı suya yatay sektirilen bir taşın ardı ardına oluşturduğu küçük dalgalar gibi birbirini izleyebilir. Her bir seviyede farklı bir davranış ve ihtiyaç ortaya çıkarak kendi içinde farklı ölçütlerde zorluklar oluşabilir. Boşanmanın olumsuz etkilerini üzerinden atmaya başlayan aile bireyleri artık kendi adımlarının ne olacağı konusunda uyumlanma sürecine girmeye başlar. Çocuklar değişime daha açık ve esnek olmalarına rağmen ebeveynlerine olan bağlılıkları onların daha sonraki hayatlarındaki tutum ve davranışlarının belirleyicisi olacaktır. Genelde çocuklar ebeveynleri ile olan ilişkilerindeki tutum ve davranışlarda tutarlılık ve kararlılık görmek isterler. Küçük çocuklar kendilerine yakın olan yetişkinlerin deneyimlerinden faydalanmayı önemserler. Onlar farkına varmadan ebeveynlerin duygu durumlarını okumayı öğrenerek aile içinde yolunda gitmeyen bir durum ortaya çıktığında farklı tepkiler vermeye başlayabilirler.
Çocuk ve Ergen Gözünden Boşanma Boşanma süreci ebeveynlerin ve çocukların kendi algıları açısından farklılıklar gösterir. Ebeveynler evliliklerinde yaşadıkları stresli ve çatışmalı durumun sonlanması nedeniyle kimi zaman bir rahatlama hissi yaşamaya başlarken, çocuk ve ergenler için ise ailenin dağılmasının yarattığı ebeveynlerini kaybetme duygusu oluşabilir. Bu sürece suçluluk, korku, öfke, üzüntü, reddetme ve gerileme gibi duygular ve davranışlar da eşlik edebilir. Hatta okulda akademik
ve sosyal sorunların yanı sıra uyku sorunları, yeme bozuklukları, kronik baş ve karın ağrıları gibi bazı fizyolojik belirtiler ortaya çıkabilir. (Benedek & Brown, 1995) Suçluluk, çocuklarda boşanma sürecinde ortaya çıkabilecek olan duygulardan biridir. Örneğin “Annem babam benim yüzünden mi ayrıldılar?” gibi sorgulamalar içine girebilecek olan çocuklara ebeveynlerin; aldıkları kararın ondan kaynaklanmadığını, kendi aralarında çözümlenemeyecek bir sorunları olduğunu ve ayrı yaşamalarının daha uygun olacağına dair karar verdiklerini ifade etmeleri önemlidir. Korku, çocukların anne-babalarının ayrılıkları sonrası hissedebilecekleri bir diğer duygudur. Okul öncesi yaştaki çocuklarda birlikte yaşadığı ebeveynin de onu bir gün terk edebileceği, güvenli alanını kaybedebileceği ve evden ayrılan ebeveynin onu eskisi kadar sevmeyeceği gibi konularda korkular yaşanabilir. Daha büyük yaştaki çocuklarda ise benzer korkuların yanı sıra boşanmanın hayatını nasıl etkileyeceği ile ilgili korkular da yaşanır. Öfke duygusu, çocuklarda boşanma sürecini kabul etmeye başladıklarının bir belirtisi olarak kendini gösterebilir. Bu durumda ebeveynlerin bu duyguyu görmezden gelmemeleri ve kabul edilebilir düzeyde açığa vurmalarına izin vermeleri önem taşır. Üzüntü, çocukların ailenin dağılmasına dair hissettikleri önemli bir duygudur. Ağlamak, yalnız kalmayı istemek, az konuşmak, öfkeli davranmak, bu duyguyu yansıtan resimler yapmak, hayale dalmak ve eski alışkanlıklarını terk etmek gibi davranışlar bu üzüntünün bir yansımasıdır. Duygusunun anlaşıldığını hissettirmek, onarıcı olacaktır. Reddetme, çocukların ebeveyn ayrılıkları aşamasında gözlenebilecek bir durumdur. Çocuklar anne-babalarının bir gün tekrar bir araya gelecekleri ümidini taşıyabilirler. Aile içerisinde her ne olumsuzluk yaşanırsa yaşansın, çocuklar için ebeveynlerinin bir arada yaşaması hayali daha önemlidir. Ebeveynlerinin neden ayrıldıklarını anlamalarını zorlaştırabilir. Çocuklar, ayrılık durumunu kendisinin istenmediği şeklinde yorumlayabilmekte, dolayısıyla kendini değersiz, istenmeyen kişi olarak algılayabilmektedirler. Bu nedenle eşler, birlikte açıklama yaparken çocuklarının ihtiyacını göz önünde bulundurarak “Bizim ayrılmamız senden de ayrılacağımız anlamına gelmiyor. Seninle her zaman ilgileneceğiz ve seveceğiz.” gibi ifadeler kullanarak çocuklarını rahatlatmalıdırlar. Gerileme, boşanma sürecindeki çocuklarda görü-
39
lebilecek bir diğer ifade biçimidir. Bazı çocuklar anne babasının boşanmasına, gelişim süreçlerinde tamamlamış oldukları daha önceki aşamaya geri dönme davranışı gösterebilmektedirler. Görülebilecek tipik gerileme davranışları, parmak emme, tuvalet alışkanlıklarında gerileme, anne-babaya vurma, anne babadan ayrışamama, eskiden sevilen bir oyuncağa yeniden dönme ve bağlanma şeklinde görülebilmektedir. Bu davranışlar kısa vadede beklendik savunmalar olmakla beraber, devamlılığı durumunda üzerinde durulması gereken konulardır. Bu tür davranışlar, çocuklara zor durumlardan kaçarak rahatlama, kontrolü sağlama, zihinsel olarak ise emin ve rahatlatıcı bir yere sığınma imkânı vermektedir. Çocukların bu davranışları karşısında sabırlı olunmalı, onların ailelerinden bu dönemde beklediklerinin sevgi, destek ve anlayış olduğu unutulmamalıdır. Yalnızlık ise aileden bir üyenin ayrılıp gitmesi ile oluşabilecek ve çocukta boşluk yaratabilecek bir histir. Çocuk evden giden ebeveynin yaşattığı yalnızlık hissinin yanı sıra, birlikte yaşadığı ebeveyninin artan sorumlulukları nedeni ile kendisine ayrılan zamanda da azalma ile karşılaşabileceğinden daha çok yalnızlık duygusu yaşayabilir. Kimi küçük çocuklar hayali arkadaşlar yaratarak kendilerini oyalayabilirken, yaşça büyük olanlar ise sıkılabilir, yalnızlık hissedebilirler ve evde tek başına kendilerini idare etmek, korkuları ile baş başa kalmak gibi durumlarla yüz yüze kalabilirler. Ebeveynlerin bu süreçte kendi yaşamlarını düzene koyarken çocuğun yaşamında rutinleri de oluşturmaya özen göstermesi gerekecektir. Fizyolojik belirtiler çocuklarda ailede yaşanan sıkıntılara bağlı olarak rastlanabilmektedir. Yaşadıkları strese bağlı olarak mide rahatsızlıkları, baş ağrısı, göğüs ağrıları ve kramplar gibi fizyolojik sorunlar yaşayarak tepkilerini ortaya koyabilirler. Bu bedensel sorunların psikolojik temelli olabileceği unutulmadan aile tarafından önemsenerek ele alınmalıdır. Ayrıca bu dönemlerde sık hastalanmalarının sebepleri arasında aşırı üzüntü ile bağışıklık sistemlerinin zayıflaması da yer alabilmektedir. Bu durumlarda aileler mutlaka çocuklarını gözlemleyerek nedenlerini araştırmalıdır. Boşanma sürecine bağlı olarak çocuk ve gençlerde uyku sorunları da baş gösterebilmektedir. Kendi yataklarında yatmama, uyumak istememe, kâbus görerek uyanma gibi birtakım problemler yaşayabilmektedir. Bilinmeyen bir karanlığa dalmak gibi duyumsanan uyku, çocuklara bunu terk edilme ve kaybetmek duygularını çağrıştırabilir. Uyku problemleri, sevgi ile yaklaşan ve kararlı davranan bir ebeveyn sayesinde, birkaç ay içinde normale dönebilmektedir.
40
Ayton & Flasher (1993), bu stres faktörlerinin altında yatan temel bazı dinamikleri şöyle tanımlar.
Özsaygıya tehdit: Okul başarısında ve sosyal hayatta sürekli ya da geçici yaşanan kayıplar özsaygının yitirilmesine sebep olabilir.
Belirsizlikler: Bazı aileler boşanma kararını çocuklarıyla bir süre paylaşmamayı tercih edebilirler. Bazı aileler ise boşanma kararını çocuklara açıklarlar ancak çocukta güven ortamını oluşturacak nedenler ve sonrasında nasıl bir süreç izleneceği konusunda net bir açıklama yapmakta zorlandıkları için çocukların kaygı düzeylerinde artışa sebep olabilirler. Bu belirsizlikler çocuk ve gençte kafa karışıklığı ve güvensizlik yaratabilmektedir.
Boşanma Süreci Yaşanırken
Konfor alanlarını kaybetme kaygısı: Çocuklar alışmış oldukları ev düzeninde oluşabilecek değişimle kendi konfor alanlarını kaybetme endişesi yaşayabilirler. Hangi ebeveynde kalacaklar, gidiş geliş nasıl olacak, ekonomik destekleri kim ve nasıl sağlayacak, her iki evde de kendine ait özel alanları olacak mı gibi sorular çocuk ve gençlerde çeşitli kaygı durumları yaratabilmektedir. Ebeveyn desteğinin kaybı: Ebeveynler, boşanma sürecinde yaşadıkları bazı kriz durumlarının çözülmesi ve yeni hayat düzeninin kurulmasını sağlarken çocuklarının temel bazı ihtiyaçlarını karşılamayı ihmal edilebilmektedir. Arada kalmışlık hissi: Ebeveynlerin evlilik sürecinin bazı yansımalarını boşanma sonrasında da kızgınlık, öfke gibi duygularla sürdürmeleri, hatta birbirleri hakkında çocuklarıyla olumsuz paylaşım yapmaları çocuk ve gençlerde arada kalmışlık hissi doğurur. Bu durum çocuğun kendini ebeveynleriyle özdeşleştirmelerinde güçlük yaratır. Rol model olma: Ayrılık sonrası ebeveynlerden birinin rol model olarak eksikliği çocukta boşluk yaratabilir. Anne veya babanın olmayışı çocuğu güvenlik, otorite ve disiplin algısından uzaklaştırabilirken, hemcinsi veya karşı cinsten ebeveyne olan uzaklığı onun kimlik oluşumunu farklı açılardan etkileyebilir. Sosyal statü kaybı: Ebeveynlerin boşanması genelde çocukta sosyal statü kaybı gibi algılamasına sebep olabilir. Kendini diğer arkadaşlarından farklı görebilir, utanıp içine kapanabilir ya da öfke patlamaları yaşayabilir Okul başarısızlığı: Özellikle boşanmanın yeni gerçekleştiği ilk yıllarda ailede oluşan değişimler beraberinde çocukta oluşan stres, zihinsel dağınıklık hali, belirsizlikler onun okul başarısını etkileyebilir.
Bedenek ve Brown (1995) bu zor süreçte ilk adımın, çocuklara boşanmayı anlatmak olduğunu aktarırlar. Bazı anne ve babalar çocuklara, boşanma niyetlerini haber vermeyi gereksiz bulurlar. Çocukların yaşının küçük olması bu davranışı pekiştirir. Bu çocuk için yıkıcı olabilecek bir davranıştır. Bu tip davranışlar, çocuğun reddedilme duygularını kuvvetlendirmenin yanı sıra onun olanlara anlam verebilmek için kendi hikâyesini oluşturmasına yol açabilir. Çocuklara, boşanmaktan söz ederken dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan biri onlara doğru bilgi vermek olmalıdır. Çocuklar yaşanan durumu ebeveynlerinin düşündüğünden daha güçlü bir şekilde karşılayabilirler. Eğer, bu konuda doğru söylenmediğini sezerlerse, hem olayı daha yoğun yaşarlar hem de anne ve babalarına olan güven duyguları zedelenir. Ancak bu noktada unutulmaması gereken yetişkine özel olanın kenara ayrılarak paylaşımda bulunmanın daha destekleyici olacağıdır. Çocuklara boşanmaya yol açan gelişmeleri ve yaşanılan tatsız ayrıntıları anlatmanın hiçbir yararı yoktur. Boşanmaya karar vermiş ailelerin, kararın çocukları üzerindeki etkisinin neler olabileceğini düşünerek hareket etmeleri gerekir. Boşanmaya karar verdikten sonra veya hukuki süreç başladıktan sonra, çocuğun yaşına göre, aile içerisinde az çok hissettiği bu farklı durumun, uygun bir dille, yaşına uygun bir şekilde anlatılması gerekir. Bu durumu genelde anne-babanın birlikte çocuğa açıklaması uygundur. Yapılması gereken, çocuğa anne baba olarak evlerini ayırmış olsalar dahi ona olan sevgi ve ilgilerinin hiçbir zaman son bulmayacağını aktarmak olmalıdır. Bu durumun yani anne babanın artık hayatlarını ayrı yaşayarak devam ettirmelerinin, herkesin faydası için zorunluluk olduğu ve başka alternatif kalmadığı, yine çocuğun yaşına uygun bir şekilde anlatılmalıdır. Çocuğa onun hangi tarafta kalırsa kalsın diğer ebeveyni görebileceğinin ve irtibatın devam ettirileceğinin altı çizilmelidir. Çocuğun ilerleyen dönem içerisinde psikolojik durumu takip edilmeli, özellikle gizli depresyon ve kaygı durumları göz önüne alınmalıdır. Bu yeni durum çocuğun sosyal hayatında, bazı sorunlar oluşturabilir ve uyum güçlüğü denen bir tabloya zemin hazırlayabilir. Çocuğa verilecek sevgi ve sağlanacak huzur ortamı,
her türlü sıkıntı ile baş etmek için gerekli olan en önemli araçtır. Ayrıldıktan sonra, ebeveynler birbirlerinin aleyhinde konuşmamalı ve çocuğa eşi ile olan problemi yansıtılmamalıdır. Bu durum boşanma yaşamış ailelerde sık görülür ve önemli problemleri beraberinde getirebilir. Aynı zamanda çocuğun ayrı yaşadığı ebeveyni sık görmesi (önemli bir problem yoksa ) sağlanmalı ve çocuğun iletişimi devam ettirilmelidir. Boşanma olayının, çocuklara anlatılması için en doğru zaman eşlerden birinin evden ayrılmasının gerçekleşeceği günden en az bir hafta önce olmalıdır. Çocukların haberi duyduktan sonra kafalarını kurcalayan pek çok soruları ve dolayısıyla endişeleri olacaktır. Eğer, boşanma haberi eşlerden birinin tam evden ayrılacağı gün verilirse, çocukların duygularını açıklamak ve sorularına cevap bulmak için zamanları olamayacaktır. Bu nedenle, mümkün olduğu ölçüde normal bir aile düzeni içinde sürdürülecek bir süre boyunca, çocuklar anne ve babalarına soru sorma fırsatı bulmalıdır.
Son Söz... Boşanma sonrasında çocuk için anne ve babası farklı evlerde yaşasalar da aile kavramı devam edecektir. Bu nedenle aile bireylerinin birbirlerinin duygu ve düşüncelerine saygı duymaları önemlidir. Anne babalar yetişkin kimlikleriyle yaşanılan sorunların üstesinden gelebilecek özgüven ve kararlılığı gösterebilmelidirler. Çocuklarının yüksek yararı adına ebeveynlerin birlikte ve bilinçli olarak hareket edebilmeleri, boşanmanın olası olumsuz etkilerini yönetebilmeleri önemlidir. Unutulmamalıdır ki, her çocuk birbirinden farklıdır, her çocuk, her olaydan aynı oranda etkilenmeyebilir, tepkilerini ifade ediş biçimi ve zamanı farklılık gösterebilir. Bu süreç içerisinde yaşanan güçlüklerin yönetilemediği durumlarda ise bir uzmandan destek alınarak ilerlemenin anne-baba-çocuk adına katkı sağlayacağı göz ardı edilmemelidir. KAYNAKÇA • Ayalon, O. & Flasher, A. (1993). Chain Reaction: Childeren and Divorce. I. Title. II. Flasher, Adina. • Benedek E.P; Brown, C (1995). How to help your child overcome your divorce. American Psychiatric Press Inc.Washington D.C. P.912,16-23,60-72 • British Library Cataloguing in Publication Data. (First Published by Jessica Kingsley Publishers, Ltd., London)
41
BİZDEN HABERLER Önleyici Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Servisi Çalışmaları 42
Veli Eğitimleri Annelik babalık rolleri hem çok keyifli hem de bazı zorluklarla doludur ve hergün yeni bir durumla karşılaşmayı, yeni stratejiler, becerilerle donanmayı gerektirir. Bu çeşitliliğe karşı hazırlık yapabilmek her zaman aynı hızda gerçekleşmeyebilir. Çocuğa alan açarak, saygı duyarak, onun özel alanına nüfuz etmeden, karar vermesini destekleyerek, denemesine fırsat vererek ilişki nasıl sürdürülür? Bunun dengesini kurabilmek belki de anne babalığın en önemli deneyimlerinden biridir. Bu süreci deneyimlerken ihtiyaç duyulduğunda bu konuda uzman olan kişilerden destek almak yeterlidir; ancak bazen destek almak da zor olabilmektedir. Çünkü yardım almak için istek duymak, istek duymak için de ihtiyaç hissetmek, ihtiyaç hissetmek için de farkında olmak gerekir. Farkında olmak da içeriye bakmayı gerektirir. İnsanoğlunun dışarıya bakması, dış dünyayı görebilmesi bazen içine bakabilmesi ve kendisiyle karşılaşmasından çok daha kolay olmaktadır. Geçmiş anılar, tecrübeler, duygular, bugünkü davranışı da etkilemektedir. Kolayca bakılamayan içerideki bu süreçler, subjektif değerlendirmelere neden olabilmektedir. Bireyler anne baba olduklarında, bu subjektif değerlendirmeleri ile hareket edebilmektedirler.
eğitimlere ve bilgilendirme toplanılarına katılabilmesi bu ortak dilin oluşması açısından da çok önemlidir. Bundan hareketle Psikolojik Danışma ve Rehberlik Servisimizin hedefleri arasında anne babalara yönelik çalışmalar da yer almaktadır. Bu yıl Levent ve Tepeören yerleşkelerimizde planladığımız eğitimlerde sizleri bu anlamda destekleyecek içeriklerin yer almasına dikkat ettik. Büyük çoğunluğunu tamamladığımız veli eğitimi çalışmalarımızın sayısının 40’a ulaştığını, şimdiye kadar yapılan eğitimlere katılan veli sayısının da 2100 civarında olduğunu söyleyebiliriz. Yıl boyunca; paylaşım grupları ve konferansların yanı sıra, bilgilendirici mailler, bültenler, Gelişim Dergimizdeki yazılar ile de anne babalara yönelik doğru içerikler sunmaya özen gösterdik. Biliyoruz ki doğru bilgi anne babayı güçlü kılar ve çocuğun sağlıklı gelişmesine zemin oluşturur.
Çocuğun anne ve babası tarafından kabul edilmeye, kapsanmaya, korunmaya ihtiyacı vardır. Bu süreç neredeyse gençliğin sonuna kadar yoğun olarak sürebilir. Anne babadan yansıyanlar çocuğun ruhsallığını şekillendirir. Zihinsel ve ruhsal olarak onlardan beslenir. Onlardan edindiği tecrübeler ile yaşamı anlamlandırması ve düşünebilmesi mümkün olur. Çocuk yetiştirirken, nesil farkını koruyabilmek, sorunlar karşısında sağlam durabilmek, çocuğun sözlü ya da sözsüz ifade ettiklerini duyabilmek önemlidir. Bunun yanı sıra gelişim dönemi özelliklerini bilmek ve döneme özel bireysel ihtiyaçlarının farkına varabilmek, zihinsel, duygusal, ruhsal kapasitelerinin oluşmasına destek olacak tutumları öğrenmek, anne babanın ortak yaklaşımlar sergileyebilmeleri adına destekleyici olacaktır. Çocuğun okula başlamasıyla birlikte anne babaları çocuğun gelişimi ve ruhsal dünyasına dair farkındalık kazandıracak çalışmalar yapmak konusunda okulunda katkısı oluşur. Bu bağlamda çocuğun gelişiminin desteklenebilmesi açısından aile ve okulun oluşturduğu güven ilişkisi ve ortak dil önemli taşır. Anne babaların okulun planladığı
43
Zorlukları kararlılıkla aşabilsin, Çizdiği yolda ilerlesin istediler, Bir okul kurdular. Özgüvenli gençler yetişiyor.
terakki.org.tr
Terakki, 1877’den beri değişmeyen ilke ve değerleriyle mutlu, uygar ve aydınlık nesiller yetiştirir.