Tutuklu Gazete 4. Sayı

Page 1

SAYFA 1

SIYAH 01

4

3 MAYIS 2015

Baskılarla, davalarla, sansürle, işten atmalarla, tutuklamalarla...

YILDIRAMAZSINIZ

B

Uğur Güç*

ugün Dünya Basın Özgürlüğü Günü. Fakat yıllardır bu özel günü kutlayamıyoruz. Cezaevlerindeki meslektaşlarımızı kurtarmak için çabalıyor, özgürlük mücadelesi veriyoruz. Geçen yıl Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) dünya basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke içerisinde 154. sırada yer alıyorken, gazetecilik meslek örgütleriyle birlikte sürdürdüğümüz mücadelenin sonucunda 40 medya emekçisinin tahliye edilmesi bizi 149. sıraya taşıdı. Fakat halen ülkemizde 21 gazeteci sadece işini yaptığı için cezaevinde.

ÖZGÜRLÜĞE SOPA, YANDAŞA ÖDÜL AKP iktidarına boyun eğmeyen, kalemini satmayan gazeteciler demokratik ülkelerde yeri olmayan Terörle Müca-

dele Kanunu (TMK) ile yargılanmakta. İktidar partisi, meslek ilkelerinden taviz vermeyen, soru soran gazetecilerin karşısına TMK sopasıyla dikilirken; bağımsız gazeteciliği reddeden, evrensel meslek ilkelerini tanımayan, sadece iktidarın istediği şekilde yazmayı-konuşmayı içine sindiren ‘iktidar gazetecileri’ni ve ‘havuz medyası’nı Basın İlan Kurumu üzerinden resmi ilan havucuyla beslemekte.

BASKI TIRMANIYOR

Bunlar yetmezmiş gibi tüm kamu kaynaklarını iktidarının yeniden tesisi için seferber etmekte bir beis görmeyen AKP, tarafsız kamusal yayıncılık üretmesi gereken TRT ve Anadolu Ajansı, propaganda ve manipülasyon aracı olarak halkın haber ve bilgi alma hakkını engelleyerek, sağlıklı bir kamuoyu oluşmasının önüne geçiyor. Gazetecilik bugün en karanlık günlerini yaşıyor. Baskı, tehdit ve

sansürün pervasızca uygulandığı bir dönemdeyiz. Öyle ki, öldürülen savcı Mehmet Selim Kiraz'ın cenazesinde halkı ilgilendiren her olay sonrasında yapıldığı gibi yine gazeteciler hedef alındı. Başbakan'ın talimatıyla Hürriyet, Cumhuriyet, Posta, Zaman, Bugün, Sözcü, Taraf, Yeniçağ, Ortadoğu, Today’s Zaman, Milli Gazete, BirGün ve Yurt Gazeteleri ile CNN Türk, Kanal D, IMC TV, Samanyolu Haber ve Bugün TV’de çalışan gazetecilere akreditasyon uygulandı ve meslektaşlarımız cenaze törenine alınmadı. Cumhurbaşkanı'nın açıklamaları da gazetecileri açıkça tehdit eder nitelikteydi. Bu açıklamalar sonrasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu, olayla ilgili haberleri nedeniyle Bugün, Cumhuriyet, Posta ve Hürriyet gazeteleri hakkında res'en soruşturma başlattı. Akreditasyon gazetecinin habere

ulaşmasını engellemenin ötesinde sansüre, yasağa, okuru/izleyiciyi cezalandırmaya dönüştü. Basın emekçileri sansür ve otosansür kıskacında özgürce yazıp, çizemiyor… Köşe yazısı, haberi, analizi, fotoğrafı beğenilmeyen gazeteciler, ekranda söylediklerinden hoşlanılmayan televizyoncular patronlarına şikâyet ediliyor, işten attırılıyor. Vergi cezalarından korkan medya patronları da iktidara boyun eğiyor. Dayatılan tek merkezli haberciliği kabulleniyor. Pek çok gazete Ankara ofislerini ya kapatıyor ya küçültüyor. İşsizlik tehdidiyle, iktidar gücüyle susturulamayan yayın organları ve gazeteciler dava baskıları ile sindirilmek isteniyor. Basın savcıları dosyaları incelemeden tekzip kararı veriyor. Fazla mesai yaparak bütün dosyaları davaya dönüştürüyor, tekzip hakkı kötüye kullanılıyor. Seçimin yaklaştığı bugünlerde unu-

Türkiye Gazeteciler Sendikası, belli aralıklarla çıkarttığı Tutuklu Gazete’yi 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü gününde dördüncü kez sizlerle buluşturuyor. 3 Mayıs her ne kadar Dünya Basın Özgürlüğü günü olarak adlandırılsa da, Türkiye’de ne yazık ki bunun bir karşılığının olmadığını bu gazeteyi okuduğunuzda anlayacaksınız. Geçmiş yıllarda cezaevindeki gazetecilerin yazılarından oluşan Tutuklu Gazete’yi bu kez dışarda gazetecilik faaliyetlerinden dolayı yargılanan gazeteciler gündemi ile çıkartmaya karar verdik. Bu kararı vermemizde, özellikle son bir yıl içinde gazeteciler ve gazeteler hakkında açılan yüzlerce dava etkili oldu. Para cezalarıyla, hapis cezalarıyla tehdit edilen gazeteciler davalarını, basın özgürlüğüne dair düşüncelerini Tutuklu Gazete için kaleme aldılar.

tulmamalı ki, medya demokratik yaşamın vazgeçilmez unsurlarından biridir. Basın, iktidarı ve idareyi yakından takip ederek toplumun yapılanlar hakkında bilgi edinmesini sağlar. Değişik fikirlerin ortaya çıkmasına, toplum içinde yayılmasına ve tartışılmasına yardımcı olur. Kamu yararı bulunan haberleri toplayarak halka, topluma ulaştırmak, böylece toplumun düşünce ve kanaatlere ulaşmasını ve kamuoyunun serbestçe oluşumunu sağlamak, kamu gücünü elinde tutanlar üzerinde toplumun denetim aracı olmak basının en önemli görevidir. Gazeteciler görevlerini yaptıkları için yargılanmamalıdır. Hele ki gün geçtikçe çamura saplanan, ülkeyi çatışma ortamına sürükleyen, yolsuzluklara batmış, hak, hukuk ve adaleti yok eden bir iktidar gazetecileri hiç yargılayamaz. *Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı


SIYAH 02

Basın özgürlüğü kime lazım? Sibel GÜNEŞ*

Ç

ağdaş demokrasilerin en temel güvencesi olan basın özgürlüğü, Türkiye’de iktidarın çıkardığı yasalar ve medya üzerinde oluşturduğu baskı sonucu ne yazık ki gücünü yitirdi. Basın ve düşünceyi ifade özgürlüğünün bireyin temel hak ve özgürlüklerinin omurgası olduğu ise iktidar cephesinde kimsenin umrunda görünmüyor. Gücünü sandıktaki oydan alan iktidar, sokakta kendisine oy veren halkın hangi gerçeği kimin bakış açısıyla öğreneceğine ya da öğrenmeyeceğine de kendisi karar vermek istiyor. Geçmişten bugüne 64 gazeteci düşündükleri ve yazdıkları nedeniyle hedef gösterildiği için karanlık odaklar tarafından öldürüldü. Gazeteci cinayetleri cezasız kaldı. Gazeteci cinayetlerinde yılı ne olursa olsun sık sık savcılar değişti ve belgeler kayboldu. Son 10 yıldaki tablo da iç karartıcı. 300’e yakın gazeteci cezaevine girip çıktı, 10 binlerce dava açıldı. Meslektaşlarımız 1-7 yıl arasında değişen sürelerde cezaevinde tutuldu. Gazeteciler terörist olarak damgalandı. Gazetecilere akreditasyon uygulandı, yayın yasaklarıyla halkın gerçekleri öğrenme hakları engellendi. 2014 yılında 700 gazeteci işten çıkarıldı. Sansür, otosansür, iktidara muhalif gazetecilerin patronaj kesimi tarafından işten çıkarılmaları, birbiri ardına kapanan ya da küçülen gazeteler gündemin olağan konuları haline getirildi. Baskılar bunlarla sınırlı kalmadı. Gazetecilerin sendikalı olmalarını önleme çabaları, gazetecilerin kutuplaşmasını artıracak faaliyetler iktidara yakın gruplarda zirveye ulaştı. Gazeteciler üzerinde siyasetçilerin, iktidarın başlattığı karalama, suçlama kampanyaları ise hâlâ sürüp giderken Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde umudumuzu yine de koruyoruz. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti olarak diyoruz ki; yaşanabilir bir Türkiye için gazetecilerin görevlerini yapmaları engellenmemeli, basın emekçilerinin sosyal güvenceleri iyileştirilmeli, patronların insafına terk edilmemelidir. Sendikalaşma desteklenmelidir. Zor koşullara karşın haber peşinde koşmayı sürdüren, üreten, halkın haber alma kanallarını açık tutmaya çalışan basın emekçilerimizin Dünya Basın Özgürlüğü Günü kutluyoruz.

T

Aysun YAZICI*

ürkiye Gazeteciler Sendikası’ndan Çağrı (Sarı) beni arayıp yazı istediğinde, 8,5 yılla yargılanıyordum. Telefonu kapatıp annemi aradığımda ise nur topu gibi yeni bir davam olduğunu ve artık 11,5 yılla yargılandığımı öğrendim. Suçum, 1725 Aralık operasyonlarının Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı’nın ifadesini ‘yazmak’. Şikâyetçi ise tabi ki Recep Tayyip Erdoğan. ‘Yeni Türkiye’de gazeteciler için hayat böyle. Her an avukatınız arayabilir ve “Hakkında yeni bir soruşturma var, ifade vermen gerekiyor” sözüyle savcılığa çağrılabilirsiniz. Ben Taraf Gazetesi’nin 3 yıldır adliye muhabirliğini yapıyorum. İşim, soruşturma ve davaları yazmak. Ama son dönemde buna bir yenisi daha eklendi, ‘ifade vermek’. 17 ve 25 Aralık operasyonlarından sonra, düzenli aralıklarla savcılığa gidip hakkımızdaki soruşturmalara ilişkin ifade vermek, haber yapmak gibi bir rutinimiz oldu. Oysa ben her zaman yaptığım işi yapıyorum, yani adliyeden aldığım belgeleri haberleştiriyorum. Yargılandığım davalardan birisi, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasına ilişkin. ‘Suçum’ bakanların, soruşturma dosyasındaki telefon görüşmelerini yazmak. Bir diğer ‘suçum’ da, 25 Aralık soruşturmasının içeriğini haberleştirmek.

Yolsuzluğun faturası gazetecilere kesildi

Soruşturmalar artık tepemizde Demokles’in kılıcı gibi... Ne kutulardaki milyon dolarlar, ne de bağış diyerek verilen rüşvet iddiaları… Yolsuzluğun faturası gazetecilere kesiliyor

Hay bin akıl!..

Bütün bunlar bir yana, hakkımda çok ilginç bir dava daha açıldı geçtiğimiz günlerde. Bu kez şikâyetçi Bilal Erdoğan. Bilal Erdoğan kendisini ‘ak’layan yargı kararını yazdığım için dava açtı bana. Nedenini ben de anlamadım. 25

Aralık soruşturmasının Bilal Erdoğan’ı aklayan ‘takipsizlik’ kararını yazdığım için Bilal Erdoğan tarafından suçlandım. Erdoğan, takipsizlik kararını yazarak, kendisine “hakaret” ve “iftira” ettiğimi iddia etmiş dilekçesinde… Hay bin akıl!.. Savcının şüpheliyi temize çıkardığı metin üzerinden “hakaret” çıkartan akla ne diyeyim!.. Neyse ki, bu davanın ilk duruşmasında “delil yetersizliğinden” beraat ettim. Soruşturma dosyalarını ve tazminat davalarını yazmıyorum bile. Hikâyemiz, aslında Erzurumlunun hikâyesine benziyor. “O da ne?” diye sormayın. Hemen anlatıyorum: Erzurumlu öldüğünde mizanın başına getirmişler,

sevap ve günahlarını tartmışlar. Günahları biraz fazla çıkınca, “Senin biraz cehennemde kalman gerekiyor” demişler. Erzurumlunun koluna girmiş iki zebani, götürmüş cehennemin bir köşesine bırakmışlar bizimkini. Aradan biraz zaman geçmiş, Erzurumlunun cehennemden çıkıp cennete geçiş yapma vakti gelmiş. Melekler cehennemin kapısına gidip bizimkini almak istemişler. Cehennemin kapısı açılmış, “Hadi Erzurumlu, çıkış vakti!” demişler. Erzurumlu tepkiyle, “Kapatın, kapıyı kapatın! Sırtım ancak ısındı!” diye bağırmış...

Akıl rafa kalktı

Bazen “Ülke tımarhaneye döndü” diyo-

rum. Basın ve ifade özgürlüğü diplere vurmuşken, bazıları Erzurumlu gibi, “Daha sırtımız yeni ısındı” diye durumdan son derece memnun. Ne Freedom House’un özgürlük raporları, ne de Uganda, Ruanda ile sansür konusunda yarıştığımız gerçeği kimsenin umurunda değil. Soruşturmalar artık tepemizde Demokles’in kılıcı gibi... Ne kutulardaki milyon dolarlar, ne de bağış diyerek verilen rüşvet iddiaları… Yolsuzluğun faturası gazetecilere kesiliyor, sanık sandalyesine oturanlar gazeteciler oluyor. Ne diyelim… Akıl artık raflara kalktı, mantık tatile çıktı… Bize de ifade vermek düştü. *Taraf Gazetesi Adliye Muhabiri

*Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri

TUTUKLU GAZETE 3 Mayıs 2015 Sayı: 4 Türkiye Gazeteciler Sendikası Adına ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Uğur Güç İsim Sahibi: Bedri Adanır Yayın Kurulu: Çağrı Sarı, Gökhan Durmuş, Sevgim Denizaltı, Sibel Bahçetepe, Utku Zırığ Adres: Türkiye Gazeteciler Sendikası Basın Sarayı Türkocağı Caddesi No:1 Kat:2 Cağaloğlu/ İstanbul Baskı: Ezgi Matbaa Basın Gazetesi’nin özel ekidir. Parayla satılmaz. Mizanpaj: Duygu Alper

Gelecek nesillere ne yanıt verilecek? Ahmet ABAKAY*

Ü

lkemiz, AKP iktidarının 13 yıllık döneminde basın, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda cumhuriyet tarihinin en ağır, en baskıcı dönemini yaşadı, yaşıyor. Bu aynı zamanda gazeteciler açısından en utanç verici süreç. Çünkü bu iktidarın baskılarına; büyük, küçük çıkarları için gönüllü teslim olan, hemen onun kanatları altına giren çok sayıda meslektaşı gördük. Yazıları, haberleri, görüşleri, siyasal bakışları nedeniyle çok sayıda gazeteci cezaevlerine konuldu. Cezaevlerindeki gazeteci sayısı bir ara 100’ü geçti. Şimdi halen cezaevlerinde 21 gazeteci bulunuyor. Bunlar demok-

ratik ülkelerde yeri olmayan Terörle Mücadele Yasası nedeniyle yıllardır içeride. Bu gazeteci arkadaşlarımız başbakan, cumhurbaşkanı,bakanlar tarafından haksız şekilde “terörist” ilan edildiler. Oysa bu arkadaşlarımız, yargılandıkları iddianamelerde yaptıkları gazetecilik mesleklerindeki işleri nedeniyle suçlanıyorlar. Bir de cezaevinde olmadıkları için pek gündeme gelmeyen gazeteciler için açılan, devam eden davalar var ki, bu davaların sayısı binlerle ifade ediliyor. Eski başbakan ve şimdinin cumhurbaşkanı, gazeteci, yazarlar ve çizerler için en fazla dava açma rekorunu elinde bulunduruyor. Ülke öyle bir hale geldi ki, sosyal medyada birkaç satır yazı yazan ya da

yazılan bir yazıyı beğenen veya paylaşanlar aranıp bulunup devlet yöneticilerine hakaret ettikleri gerekçesiyle haklarında ağır davalar açılmakta, bu nedenle gözaltına alınanlar dahi bulunmaktadır. İktidar yanlısı olmayan, muhalif duruş sergileyenlerin soluğu mahkemelerde aldığı bir ülkede yaşıyoruz. Akreditasyon uygulaması altında olay izlemeye, görev yapmaya giden gazeteciler cami avlularına bile sokulmamaya başlandı. Türkiye, basın ve ifade özgürlüğü konusundaki sıralamada dünyada Afrika ülkeleri arasında sayılıyor. Medyanın yüzde 80’i iktidarın kontrolü ve denetimi altına alınmıştır. Bu iktidar döneminde iktidarla el ele veren medya patronlarının işten attığı gazeteci sayısı da binlerle ifade ediliyor.

Böylesine bir baskı ve müdahale ortamı genel anlamda da ağır bir otosansür iklimi yaratmıştır. İktidar, yanına çekemediği yayın organlarını kendisine hizmet eden iş adamlarına satın aldırmakta da oldukça pervasız uygulamalara imza atmaktadır. Böylesine demokrasi dışı uygulamalar sonunda varılan nokta şudur; ülkemizde gazete ve televizyonların önemli bölümü adeta “devletleştirilmiş”, daha doğru bir deyimle iktidarlaştırılmıştır. Hükümete bağlı KİT haline dönüştürülmüştür. Her sektörde olduğu gibi, özellikle de medya sektöründe sendikalı olmak en büyük suç olarak görülmektedir. *Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı


SIYAH 03

soL Gazetesi’ne ‘yıldırma’ davaları HaFiZe KAZCI*

Tutuklu gazeteci aday adayları…

S

BARIŞ İNCE*

osyal medyamız malum, ‘milletvekili danışmanı aday adayları’nın saçmalıklarıyla çalkalanıyorken, ben de kendime bu manada daha afili bir aday adaylık bulabilirdim belki. Ama bunu bulabildim! Çünkü ben de gazetemdeki diğer arkadaşlarım gibi farklı bir yolu seçtim. Tutuklu gazeteci aday adaylığı… Şu anda gazetemize açılmış 90’a yakın dava var hayırlısıyla… Benim üç tane ceza davam var, birisi de yolda. Yoldakinin adını kurabiye koydum… Allah analı babalı büyütsün onu da. Belki burası mavra… Ama mesele şu ki burada, biz bir soyguna şahit olduk. Düşünün bir… Misal bir kuyumcu soygunu… Suçüstü yakalanan soygunculara kelepçe takıldı, biz de “kuyumcu soyguncusu hırsızlar yakalandı” diye haber yaptık. Sonra soyguncuların konuşmaları, pazarlıkları her şeyi piyasaya saçıldı. Dinledik. Vay be dedik, adamlar ceplerine bir yol değil, duble yol yapmış. Fakat daha sonra ne olduysa oldu, polisler görevden alındı, davaya bakan hâkimler yer değiştirdi, yerlerine

Şimdi bunları yazdığım ‘Tutuklu Gazete’deki bu satırlar yüzünden de tutuklanırsam şaşırmam. Kaderin naçizane bir cilvesi olur. Ama biz yazmadan duramayız eş dost akraba atandı, hırsızlar serbest kaldı, biz de kendimizi sanık sandalyesinde bulduk. Polisler paralel, savcılar eşkenar dörtgen, biz ters piramit, iktidar ise yamuk! Başbakan’a hakaret suçundan yargılandığım “Ceplerine duble yol yapmışlar” davasının savunmasında bunu anlatmaya çalıştım. Haber TÜRGEV fezlekesini yazmaktan ibaretti. Yazmayacak mıydık? Tamam, belki benim kağıt param döne dolaşa birilerinin cebine girmiştir, olabilir, ancak birileri bu naneleri kendi üstün zekalı ailesinin küçük sırrı sanıyorsa pek bir yanılıyor. Savunmamda dedim ki, “Polis elinizde, yargı elinizde, savcılar emrinizde, bu davanın sonucu belli, ben de oturmuş savunma yazıyorum, üstelik açtığınız davaya haber olan fezlekeyi sürekli güvenmemizi telkin ettiğiniz ‘güvenlik güçleri’ hazırlamıştı. Yılda ayda bir kere güvendik, o da başımızda patladı.”

Evet tekrarlıyorum: TÜRGEV adlı bir vakıf kurdular, o vakfa bağış adı altında rüşvet aldılar, o rüşvetler karşılığında memleketin arazilerini eşe dosta peşkeş çektiler, imara açık olmayan yerleri imara açtılar, medya patronlarına maden hediyesi verdiler, sonra da karşılığında yayın yönetmenlerini arayıp istedikleri haberleri girdirdiler, istemediklerini yediler, yedikçe semirdiler, gencecik çocuklarımızı da toprak ettiler! İfademde bunları söylediğim için 2 Haziran’da 5,5 yıl hapis istemiyle hapisle yargılanacağım. Bir tanesi daha yolda demiştim; BirGün’den arkadaşlarım Berkant’a 3 adet, Can’a 2 adet aynısından geliyor. Tekmelemeye başladı… Tutuklu gazeteci aday adayları… İyi de bu yamuk iktidar “düzeldiğinde” ne olacak? Bu ülkenin yüz akı olan bir gazeteye “sözde gazete” diyen “sözde hukukçular” bu iktidar değiştiğinde yüzümüze nasıl bakacak? Her

gün sayfalarımızı bu garip metinlerle dolduranlar ülkede basın özgürlüğüne vurdukları darbenin hesabını nasıl verecekler? Her gün hukukçu askerleri eliyle bizlere ceza davaları açan ‘üstün zekâlı’ ailenin mensupları; paraları, pulları iktidarları olmadan insan içine nasıl çıkacak? Bu parasever “babacım”lar, hiçbir sermaye çevresi ile ilişkisi olmayan, ihale dendiğinde iskambil oyunu dışında aklına bir şey gelmeyen insanları hapse tıktırarak nasıl rahat uyuyacak? Şimdi bunları yazdığım ‘Tutuklu Gazete’deki bu satırlar yüzünden de tutuklanırsam şaşırmam. Kaderin naçizane bir cilvesi olur. Ama biz yazmadan duramayız. Durursak Metin Göktepe’ye, Hrant Dink’e, Musa Anter’’e, Uğur Mumcu’ya ve şu an halen bedel ödemekte olan tutuklu gazetecilere ayıp sayarız. Bu arada... Bu isimleri ‘milletvekili danışmanı aday adayları’ yan yana anmaz, anamaz... Bu onların ayıbı olsun. Ama biz tutuklu gazeteci aday adayları birbirimizi gözümüzden, gönlümüzden tanırız. Bu da onlara dert olsun. *BirGün Gazetesi Genel Yayın Sorumlusu

u l k u t Tu : r e l i c e t e z a G Rakamdan gayrı hiçbir şey Erol ÖNDEROĞLU*

T

ürkiye’de tutuklu gazetecileri tartıştığımız dönemi ne yazık ki geride bıraktık. Her ne kadar, hâlâ demir parmaklıkların ardından olanlar olsa da… Türkiye şartlarında politik bir rüzgâr geldi geçti, her camia “kendininkini” kurtardı, köşesine çekildi. Sivil toplum, ortalıkta kalanlara bir ad koyamıyor. Onlar gazeteci mi, örgütlerin talimatıyla hareket eden militanlar mı? Gazetecilik faaliyetlerinden mi, yoksa şiddet içeren/içermeyen politik faaliyetler nedeniyle mi tutuklandılar, mahkûm edildiler? Öncekiler kimdi, kalanlar kimler…

İSTATİSTİĞE İNDİRGENEN ACILAR

Ülkemizde bu tür meseleler hep ortada kalmaya mahkûm. Medya ve gazetecilik standartlarımız günübirlik şartlara teslim edildikçe, insan hakları ihlallerinin çözümü veya gündeme gelmesi daima, başkasının vicdanını yaraladığında değil, “dünyada görülmemiş”, “tarihte bir ilk”

haksızlıklar yanı başımızda geliştikçe gündeme gelecektir. Tutuklu gazeteciler sorunu bir de iktidar eliyle bir güzel kirletilir ki, mesele getirilip bir istatistik mevzusuna indirgenir. “Bir elin parmakları” veya “bir-ikiyi geçmez” dersiniz ama tutukluluğu yasayla 5 yılla sınırlandırdığınızda 40’ı aşkın medya temsilcisi özgürlüğe kavuşur. Onlar artık sadece birer istatistiktir. Çocuğunu, eşini evde bırakıp aylar, yıllarca cezaevine girmek, iletişim cezası almak, havalandırmaya çıkamamak, keyfi aramaya tabi tutulmak, dört ay arayla özel yetkili ağır ceza mahkemeleri karşısına çıkmak, gizli tanığa muhatap olmak, ağır cezaya aktarılmak, cezaevi değiştirmek, maddi sıkıntıda boğulmak vs. Bunlar sayılmaz, siyasette bir karşılığı olmaz.

BİR MESLEK CAN ÇEKİŞİRKEN

Türkiye’de gazetecilerden 200’ü aşkını, tekrar cezaevine dönme endişe içerisinde yaşıyor. Sanılmasın ki, bir tek eleştirel

medya temsilcileri bu durumda. Kimse kendisini kandırmasın. Yakın gelecekte yargı hukuk devleti rayına oturtulmazsa, politik davalar birçok medya temsilcisini hükümlü hale getirecek, yeni acılarla karşılaşacağız. Üstelik Türkiye’de bir mesleğin ayakta kalabilmesinin temel şartı olan gazetecilerin iç diyaloğu hiç olmadığı kadar zarar görmüş durumda. Sektörün bir kesimi, gözü kapalı bir şekilde ve ilkeleri başka bahara bırakarak iktidarı meşrulaştırmaya sarılırken; diğer bir kesimi, ondan koptuktan sonra özgürlükleri savunmada yokuş aşağı “vitesi boşa” alıyor. Siyaset akıp giderken, yüzyılı aşkın bir meslek kültürü ve birikiminin her geçen gün eriyip gittiğini ve aşındığını görebiliyoruz. Habercilikte şiddet, din, sermaye ve ideolojiye tapınma ve kutuplaşmayla gazeteciler gayrimeşru odakların hizmetinden hiçbir zaman çıkamayacaktır. Bianet’in Ocak-Mart dönemine dair Medya Gözlem Raporu’nda geçen 56

hakaret veya tazminat davasının 8’inde Başbakan Erdoğan’ın, 21’inde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 7’sinde oğlu Bilal Erdoğan’ın, 3’ünde Erdoğan Ailesi’nin adı geçiyor. Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Kanunu temelinde suçlanan 21 gazeteci ve 9 dağıtımcı mayıs ayına hapiste girdi. Bu dönemde, 1 gazete yazarı öldürüldü, 10 gazeteci saldırıya uğradı. 7 gazeteci ve 4 gazete tehdit edildi; 2 gazetecinin evinde arama yapıldı. 7 gazeteci ve bir sosyal medya aktörü gözaltına alındı. Erdoğan'a "hakaret"ten 3 gazeteci ve 2 çizer mahkûm oldu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’ye 22 bin 983 avro ceza verdi. Gazeteciler, içinde yaşadıkları sistemsizliği, keyfiyeti, adaletsizliği ve ilişkisizliği yukarıdaki tablodan göremiyorlarsa yapacak bir şey kalmadı demektir. *Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi

Haziran Direnişi’nden 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonuna dek attığı manşetler AKP iktidarının hedefi oldu, halkın haber alma hakkını sağlamak ve gerçekleri ulaştırmak “suç unsuru” kabul edilerek davalar açıldı

H

alka yalan söylemek suçtur” diyerek 1 Ekim 2012 tarihinde yayına başlayan günlük soL yayın hayatı boyunca sayısız dava, soruşturmaya maruz kaldı. Haziran Direnişi’nden 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonuna dek attığı manşetler AKP iktidarının hedefi oldu, halkın haber alma hakkını sağlamak ve gerçekleri ulaştırmak “suç unsuru” kabul edilerek davalar açıldı, bir kısmı hapis cezalarıyla sonuçlandı, bir kısım dava halen devam ediyor. Haziran Direnişi günlerinde atılan manşetlere açılan dava hapis cezasıyla sonuçlandı. Hatay’da Ahmet Atakan’ın polis saldırısı sonucu hayatını kaybetmesi üzerine soL’un 11 Eylül 2013 ve 12 Eylül 2013 tarihli nüshalarındaki “Sorumlusu Erdoğan” ve “Gazcı Bakan Halkı Suçladı” manşetleri “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ile suçlandı.

GEZİ MANŞETLERİNE HAPİS CEZASI

İstanbul Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek” ile suçlandım. Mahkemede şu savunmayı yaptım: “soL gazetesi halka yalan söylemek suçtur diyerek yola çıktı. Haziran Direnişi günlerinde de soL Gazetesi halkın yanındaydı. Hükümetin baskıcı politikaları ve hukuk dinlemez tavrına karşı halk sokaklara döküldü. AKP hükümeti ise meşru protestolara karşı sokağa çıkan halka adeta savaş açtı. soL’da çıkan tüm haberler bu direnişin yansımasıydı.” 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası aldım. Verilen ceza ertelenerek, 2 yıl denetim süresi belirlendi. soL’un hapis cezasıyla sonuçlanan bir diğer davası ise, Erdoğan’ın ODTÜ’lü öğrencileri hedef alan “bunlar terörist, bunlar ateist” sözlerine yanıt olarak Fikir Kulüpleri Federasyonu tarafından yapılan açıklamanın haberleştirilmesi oldu. “Biz solcuyuz, sen hırsız” başlıklı haberde dönemin Başbakan’ı Erdoğan’a hakaret edildiği iddiasıyla dava açıldı. Davanın karar duruşmasında “Erdoğan’a hakaret suçlamasıyla 11 ay 20 gün hapis cezası aldım. Mahkeme cezanın ertelenmesine hükmederken 1 yıllık denetim süresi kararı verdi.

17-25 ARALIK HABERLERİNE DAVA

17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu sürecinde yapılan haberler de AKP’nin hedefi oldu. soL Gazetesi ve soL Portal’ın 4 Nisan 2014 tarihinde “Erdoğan ve Bilal’den sözde tekzip” haberine, Bilal Erdoğan ve Recep Tayyip Erdoğan’ın şikâyetiyle ‘hakaret’ gerekçesinden dava açıldı. Bilal Erdoğan’ın şikâyeti üzerine soL’un 23 Aralık 2013’teki “Bilal’in vakfından pis kokular geliyor”, “Erdoğan’ın vakfında kuşkulu işler” başlıklı haberleri, 26 Aralık 2013’teki “Başbakan’ın oğlu da dosyada” haberi ve 29 Ocak 2014’teki “Bilal’in vakfına 100 milyon dolar” başlıklı haberine dava açıldı. soL yazarı Kemal Okuyan’ın 2 Ocak 2014’teki “Bu Şebeke Dağılır ya da Dağıtılır” başlıklı köşe yazısı da yine Bilal Erdoğan’ın şikâyeti üzerine dava konusu oldu. Ayrıca Yasin El Kadı’nın şikâyeti üzerine 18 Mart 2014’teki “El Kadı istiyor, Erdoğan Rabia’dan vazgeçmiyor” haberi de soL’a açılan davalar arasında. *soL Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü


SIYAH 04

Siyasetçiler gidecek medya görevini sürdürecek Nazlı ILICAK*

Mesele esir düşmekte değil Tan Matbaası baskınının üzerinden tam 70 yıl geçti; ama unutmadık. Belki en son hatırladığımız olay bu olsaydı unutabilirdik, olmadı. Matbaa ve gazete baskınları devam etti, ediyor

Vural Nasuhbeyoğlu*

T

utuklu Gazete... Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın bir süredir bu isimle bir gazete çıkarıyor olmasının ülke gerçeğiyle bir ilgisi var elbette. Bu yönüyle Tutuklu Gazete, neler yaşanmış da böyle bir gazete çıkarılmış diye soracak gelecek kuşaklar için, günümüzün gerçeğini ortaya koyacak bir belge aynı zamanda. Hazır, neler yaşanmış derken, AKP iktidarında yaşanan 12 yıllık döneme geçmeden önce, biraz hafıza tazelemekte fayda var.

BASKIN, BOMBALAMA, İNFAZ

1945 yılında, tek parti döneminde, iktidarın yönlendirmesiyle bir grup “vatansever”in Tan gazetesinin matbaasını basması ve yağmalaması var tarihimizde. Ve gazetenin sahipleri Sabiha ve Zekeriya Sertel’in yurtdışına kaçmak zorunda bırakılmaları. Tan Matbaası baskınının üzerinden tam 70 yıl geçti; ama unutmadık. Belki en son hatırladığımız olay bu olsaydı unutabilirdik, olmadı, matbaa ve

Türkiye böyle karanlık dönemlerden geldi geçti. Yolcular gitti, hancı kaldı. Siyasetçiler gelip geçecek, medya kamu görevini yapmayı sürdürecek

T

ürkiye’de basın özgürlüğü her zaman tartışma konusu yapılmıştır. Zaman zaman, medya mensupları siyasi iktidarın hışmına uğramışlar, işlerini kaybetmişler, ya da seslerini kesmek zorunda kalmışlardır. Bir de darbe dönemleri var… O devirlerde de, sıkıyönetimin bildirileri basının elini kolunu bağlamış, sadece hapis cezaları değil, gazetelerin bir süre için kapatılması da gündeme gelmiştir. Medya patronlarının gazetecilik dışında birçok iktisadi faaliyeti var. Dolayısıyla, tam manasıyla bağımsız davranamıyorlar. İster istemez iktidarla menfaat alışverişi içine giriyorlar. Bu durum da, gazetecilerin özgürlüklerini sınırlıyor; onları otokontrole ya da otosansüre sürüklüyor.

Umutsuz olmamak gerek

Bu döneme gelirsek… Eskilerine rahmet okutacak gelişmelerle karşı karşıyayız. Mesela 28 Şubat’taki akreditasyon âdeti, şu anda genişletilerek uygulanıyor. Çok sayıda gazeteci, muhalefet yaptığı için işini kaybetti. Bir diziden yola çıkarak, Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca, terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle cezaevine atıldı. Keza Mehmet Baransu, sözde askere kumpas kurduğu için hapishanede. Cemaate yakın gazetelere el konulmak istendiğini görüyoruz. Çabalar bu istikamette. Tetikçiler, “Bir terör örgütünün yayın grubu olur mu?” diye yazıp çiziyorlar. Zaten Zaman gazetesinin Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, bu amaçla gözaltına alınmıştı; şimdi terör örgütü üyeliğinden yargılanıyor. Cengiz Çandar’ın bir tabirini çok beğenmiştim, burada tekrarlayayım: “Birçok medya kuruluşu iktidara secde ediyor. Birkaçı henüz rükûda.” Baskılar o raddeye geldi ki, ya secde edeceksin, ya tasfiye olacaksın. Ama umutsuz olmamak gerekiyor. Türkiye böyle karanlık dönemlerden geldi geçti. Yolcular gitti, hancı kaldı. Siyasetçiler gelip geçecek, medya kamu görevini yapmayı sürdürecek. *Bugün Gazatesi Yazarı

VE AKP’Lİ YILLAR

12 yıllık iktidarının ilk döneminde, geçmiş hükümetlerin baskıcı ve ceberut yönetimlerini diline dolayıp özgürlük ve demokrasi nutukları atan AKP, kendinden önceki hükümetlere rahmet okuttu. Yaptıkları değil, sadece yöntemleri değişti. En küçük bir karşı sese tahammül gösterilmezken; biat eden, sahibinin sesi olan medya beslenip palazlandırıldı. Yandaş medya hiç bu kadar yandaş olmamıştı. Literatürümüze “havuz medyası”, “Alo Fatih gazeteciliği” gibi kavramların eklendiği bu dönem, birçok meslektaşımız ‘örgüt üyesi’, ‘terörist’ diye yaftalanarak tutuklandı. “Kitap bombadan daha tehlikelidir” denildi, gazeteciler meydanlarda namert ilan edilerek hedef gösterildi, anlı şanlı köşe yazarları işten atılmanın ne demek olduğunu öğrendi. Bu kadarını da yapamazlar dediğimiz anda facebook, twitter ve youtube yasakları başladı.

DAVALAR SÜRÜYOR

Gezi direnişi ve ardından 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarıyla artık yeni bir dönem de başladı, tüm ülke ve elbette bizler için. Gezi eylemleri ve yolsuzluklara ilişkin yaptığımız hemen her haber ve köşe yazısı dava konusu oldu. Yargıya görülmemiş müdahaleler yapılarak yolsuzluk davaları düşürüldü, üstüne yolsuzluk paraları faiziyle ‘sahipleri’ne geri ödendi. Yolsuzluk davaları düştü ama operasyon haberleri nedeniyle gazetelere açılan davalar, otomatik olarak gelen tekzipler ve tazminat davaları devam ediyor.

Medyaya iktidarın etkisi

Gazete fiyatları, genel giderleri karşılamıyor. Dolayısıyla, yan işlerle medya kuruluşları ayakta durabiliyor. Hatta bu suretle daha bağımsız davranabileceklerini ileri sürüyorlar. Ama Türkiye gibi bir ülkede, iktidar, kolayca onların işlerine müdahale edebiliyor. Ekonomik faaliyetlerini olumsuz etkileyebiliyor. Sözgelimi, vergi denetimleri yoluyla ağır cezalar kesilebiliyor; ya da işyerlerine haksız müdahaleler gerçekleşiyor; ruhsatlar iptal ediliyor vs… Kısacası, bu bir zihniyet meselesi. Politikacı sınırlarını bilse, özgürlüklere inansa, hoşgörülü davransa, medyanın bir kamu görevi yaptığı bilincine varsa, böyle müdahaleci olmayacak. Demek istiyorum ki, en özgürlükçü kanunları getirin, zihniyet değişmedikçe, gene de medya kendisini serbest ve bağımsız hissedemez. Medya kuruluşu, gazete fiyatları maliyeti karşılamadığı için güçsüz kalıyor dedim. Sadece satış fiyatı değil, bir de reklam pastası var… Siyasi iktidar, reklam verenleri de etkileme gücüne sahip.

gazete baskınları devam etti, ediyor. (Uzağa gitmeye gerek yok, daha bu yıl, Charlie Hebdo olayında Cumhuriyet gazetesinin başına gelenleri hatırlayalım.) Ardından 90’lı yıllar... Savaşın bölgeyi kana buladığı, batıda ise her türlü baskı, şiddet ve sansürü olağan kıldığı dönem. Yıl 1992. Tansu Çiller’in başbakan sıfatıyla başkanlık ettiği bir MGK toplantısında alınan kararların hemen ardından bombalanan Özgür Ülke (Gündem) gazetesi... Bir meslektaşımızın da canını yitirdiği bombalamanın üzerinden tam 23 yıl geçti ama unutulmadı. Unutulacak gibi değil çünkü. Bütün o yıllar OHAL yasakları, Kürt illerine sokulmayan gazeteler, daha matbaadayken gelen toplatma ve kapatma kararları, sokak ortasında infaz edilen gazeteciler ve Kürt sorununa dair yaptığımız her haber ve yazdığımız her makale nedeniyle ifade vermek için kapısında adeta sıraya girdiğimiz DGM’ler demek. Bir yandan dönemin ‘amiral’ gazeteleri tarafından tüm yaşananların yok sayılması, hatta baskıya ve saldırıya uğrayan gazete ve gazetecilerin kendi meslektaşları tarafından devlet ağzıyla ‘militan’, ‘terörist’ ve benzeri ifadelerle itham edilmesi demek.

EVRENSEL, İŞÇİLER VE PATRONLAR

Bütün bu tarihten biz de Evrensel gazetesi

olarak 90’lı yılların ortalarından itibaren payımıza düşeni aldık, almaya da devam ediyoruz. Buna ek olarak, aslında her dönemin gerçek iktidarı olan, sermaye ve patronlar da yakamızdan hiç düşmedi. Sadece öldüklerinde bazı gazetelere haber olabilen işçilerin örgütlenme ve hak arama mücadelelerini haber yaptığımız ve sadece Evrensel’de yer bulan işçi mektuplarını yayımladığımız için patronlar tarafından açılan davalar hiç bitmedi. Davacı kimi zaman asgari ücretle günde 12 saat çalışmaya isyan edip sendikaya üye oldukları için Adıyaman’da işten atılan Güçlü İplik işçilerinin demeçleri nedeniyle Adıyaman Valisi oldu. Kimi zaman da işçileriyle “aynı secdeye baş koyan ama haklarını vermeyen” gıda devi Ülker oldu. İşten attığı işçilerin direnişi nedeniyle yaptığımız her habere karşı “torba dava” açan Ülker patronu, yüz binlerce liralık tazminat istiyor. Gerekçe; marka değeri zedelenmiş! Metal ve otomotiv devi Ford da “Benim Ülker’den neyim eksik” diyerek haberlerimiz ve işçi mektupları gerekçesiyle on binlerce liralık tazminat davası açtı. İzmir’de bir tekstil fabrikası, İstanbul’da oldukça büyük bir metal devi, hatta işçileri yüz üstü bırakan sendikacılar... Liste uzayıp gidiyor. Asgari ücretin ev kirasını ancak karşıladığı, meslek hastalıklarının tavan yaptığı, taşeron ve güvencesiz çalıştırmanın gelenek haline geldiği, çocuk işçiliğin gün geçtikçe yaygınlaştığı, kadın işçilerin normal ücretin yarısına çalıştırıldığı, hak arayan işçinin kapı önüne konulduğu, sendikaların patronlara yanaştığı, iş cinayetlerinde her yıl binlerce işçinin hayatını kaybettiği bir ülkede işçilerin taleplerini ve örgütlenme mücadelelerini yazmak suç oluyor. Gazetecilere gizli tanıklar ve sahte delillerle yıllarca ceza verilen memlekette, bizzat tezgâhı başında ter döken işçinin nasıl sömürüldüğünü ve insan yerine konulmadığını yazdığı mektup, soruşturma ve tazminat nedeni olabiliyor. Sendikalaşmaya yanıtı işten atmak olan ve aslında Anayasal bir suç işleyen patronun yaptığı değil de, bunu yazan gazeteci yargılanıyor. İşçinin alınteriyle ve fakat patronla işbirliği halinde sefahat içinde yaşayan ve her dönem yolsuzlukların adresi konumundaki bürokrat sendikacılar değil de, bu durumu haber yapan Evrensel hedefe konuyor. İşte işçinin, alınteriyle geçinenlerin sesi olmanın bedeli bu. Bu, işçiler ve bizim açımızdan, değişen dönemlerin değişmeyen gerçeği. Demokrasimiz “ileri” de olsa, “geri” de olsa... Halkın haber alma hakkının sembollerinden biri olmuş Metin Göktepe’nin gazetesiyiz biz ve ödenecek bedelin sadece tutuklanma olmadığını hiçbir zaman unutmadan yolumuza devam edeceğimiz de onların gerçeği. * Evrensel Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Avrupa'dan görünen yeni karanlık Türkiye Mogens Blicher Bjerregaard*

T

ürkiye uzun yıllardır basın özgürlüğü konusunda dünya sıralamasının sonlarında yer alıyor. AB’ye katılması gündemde olan bir ülkede bu kadar demokrasi ve basın özgürlüğü sorunu yaşanıyor olması elbette Türkiye’nin hanesine eksi olarak yazılıyor. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde de gazeteciler sorun yaşamıyor değil. İtalya ve Fransa’da ekonomik ve siyasi baskıların yoğun olduğu, Lüksemburg ve Estonya’da kamu yararına haber yapan gazetecilere dava açılması, İspanya ve Portekiz’de gazetecilerin haber kaynaklarına yönelik yeni düzenlemeler, Makedonya’da gazetecilere gözaltı ve ölüm tehditleri gelmesi, Sırbistan ve Macaristan’da gazeteci sendikalarına yönelik baskıların sürmesi hepimizi harekete geçirmeye yeter aslında. Ancak bu hak ve özgürlüklere yönelik olumsuz tabloya Türkiye’nin de katkısı maalesef büyük. Bugün Türkiye’de hâlâ 21 gazeteci cezaevinde bulunuyor. Bu sayının birkaç yıl öncesinde 100’ü aşkın olması, Türkiye’de özgürlüklerin garantisinin olmadığının belgesi. Evet, Federasyonumuza üye Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın öncülüğünde basın meslek örgütlerinin yıllardır sürdürdüğü mücadelenin ardından cezaevlerindeki gazeteci sayısı azaldı. Ama bu Türkiye’de gazetecilerin sorunlarının bittiği anlamına gelmiyor. Genel Sekreter Mustafa Kuleli’nin söylediği gibi “İşsizlik baskısı altında ve ortalama

500 Avro maaşla çalışan insanlardan basın özgürlüğü kahramanı olmalarını isteyemezsiniz.” Bu yüzden basın özgürlüğü alanında verilen mücadeleyi sendikal mücadeleden ayıramayız. Türkiye halklarının AB özgürlük standartlarını yakalamasının en kısa yolu istihdam ve iş güvencesi sağlamak, insanlara dayanışmanın önemini kavratmak ve onları tekrar sendikayla buluşturmak. Bugün Avrupa’dan görünen yeni Türkiye; daha özgür, daha eşit haklar sağlayan, daha çevreci, daha umut verici bir Türkiye değil. Görünen tablo daha karanlık, otoriter ve baskıcı bir Türkiye. TGS’nin verilerine göre hâlâ yargılanan yüzlerce gazeteci, onlarca gazete ve televizyon bulunuyor. Örgütlenmenin önündeki engeller gazetecilerin sendika çatısı altında bir araya gelmesini; özgürlük, gelecek ve iş güvencelerini kazanmalarını engelliyor. Türkiye Gazeteciler Sendikası bir taraftan basın özgürlüğü mücadelesi yürütürken, diğer taraftan da gazetecilerin sorunlarının gerçek çözümü olacak örgütlenme konusunda ciddi hamleler yapıyor. Bizler de Avrupa Gazeteciler Federasyonu olarak Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın her iki alanda yürüttüğü mücadelede yanında olacağımızı, destek vereceğimizi belirtiyor ve Türkiye’deki gazetecilere sendikalı olmaları için çağrıda bulunuyoruz. Türkiye’nin geleceği, Avrupa’yı da etkiliyor ve ilgilendiriyor. Basını özgür, bağımsız bir ülke, demokratik bir ülkedir. *Avrupa Gazeteciler Federasyonu Başkanı


SIYAH 05

Sansürde son nokta: Yayın hakkını engelleme Özer Sürmeli*

Ü

lkemizde özel görevli mahkemeler kapatılana kadar “tutuklu gazeteciler” başlığıyla gündeme gelen basın özgürlüğü; son dönemde yayın yasakları, gazetecilere açılan davalar ve akreditasyon tartışmaları ile gündemde. Akreditasyon uygulaması ve otosansür mekanizmalarını pekiştirme amaçlı davalar elbette kabul edilemez. Bu baskı araçları kabul edilemez olmakla birlikte, ülkemizde basın özgürlüğünün sınırlanması, yayın imkânının ortadan tümden kaldırılmasına uzanmakta. Hükümeti zor duruma düşürebilecek haber konularında çıkarılan yayın yasağı uygulamaları bunun bir örneği. Ancak bugün basın özgürlüğü denilince pek gündeme getirilmeyen ve sansürün boyutunu kat be kat artıran farklı bir uygulama alanı söz konusu. Bu da, hükümet tarafından sakıncalı görülen kurumların yayın imkânının topyekûn ortadan kaldırılması. Başbakanlığa “kamu güvenliğini zarara uğratacak durumlarda televizyonların yayınlarını durdurma” yetkisi tanıyan düzenleme, basının üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmakta.

Tarih, yasakları/engellemeleri de, bu yasaklara kimlerin neden ihtiyaç duyduğunu da yazacak. Çünkü tarihi bu yasaklara/ engellemelere direnenler yazacak

Yayın hakkı gasp ediliyor

Bu yetkinin henüz resmi olarak kullanıldığına tanık olmasak da, gayri resmi olarak uygulanmasına Ulusal Kanal üzerinden başlandı. Yıllarca emredici kanun hükümleri ve onlarca mahkeme kararına karşın, kablolu televizyon platformunda yayın yapması engellenen Ulusal Kanal, bu imkânını uzun bir mücadelenin sonunda kazanmayı başardı. Ancak şimdi de TMSF aracılığıyla hükümet tarafından yönetilen Digitürk platformu için benzer bir durum söz konusu. Mahkeme kararları, anayasal güvence, emredici kanun hükümleri ve uygulanması zorunlu RTÜK talimatlarına karşın, TMSF tarafından belirlenen Digitürk yönetimi, Ulusal Kanal’ın bu platformda yayın yapma hakkını gasp etmekte. Ulusal Kanal, güncel rakamlara göre Türkiye’de televizyon izleyicilerinin yüzde 20’sini kapsayan bir alanda, savunduğu düşüncelerin hükümeti rahatsız etmesi nedeniyle yayın yapamamakta. Ticari bir kurum olan ve şu anda hükümet eliyle yönetilen Digitürk’ün 600 bin dolarlık yayın gelirine sırtını dönmesi, konunun ciddiyetini net olarak ortaya koymakta. Sadece Ulusal Kanal’ın Digitürk platformunda yayın yapması

Hakan Gülseven* Aslında mahkemeye falan çıkarmasalar daha iyi. Hep aynı mahkemeye çıkıyoruz. Eski hâkim tayinini istedi. Allah bilir nelere maruz kaldı. Yeni bir hâkim geldi. Derhal ceza kesmeye başladı. Mahkemeye gitmesek ‘yakalama’ çıkıyor. Gidince de ne söylersek söyleyelim cezayı yiyoruz. Saçma sapan bir durum…

engellenerek, devlet yıllık 1 trilyon 460 milyon lira zarara uğratılmakta. Ticari bir kurumun olağanüstü şartlar dışında böylesi bir geliri reddetmesi pek de mümkün değil. Ancak hükümet sopası kanunların ve mahkeme kararlarının üzerine çıkınca, ne devletin zararı ne de kurumun kârı göz önüne alınmakta. Meblağın yüksekliğine karşın konunun ticari boyutu ve devletin zararı, basın özgürlüğü kısıtlamasının yanında çok daha önemsiz kalmakta. Anayasal güvence altına alınan halkın haber alma hak ve özgürlüğü aleni olarak engellenmekte, bir televizyon kanalının ülkedeki 5 televizyondan birinde yayın yapma imkânı filli olarak ortadan kaldırılmakta. Mukayese kabul etmese de, durumun ciddiyetini anlatabilmek için somut bir kıyas yerinde olacak: Akredite olunamayan organizasyonlar ajanslar aracılığıyla haberleştirilebilir, her türlü ceza göze alınarak/göğüslenerek yayın yasağı getirilen konular haberleştirilebilir. İki durumda da yapılacak yayınlar okuyucu/izleyici kitlesine ulaştırılabilmekte.

D

Bahsettiğimiz durumda ise yapılan/ yapılacak yayının kitleye ulaştırılması tamamen engellenmekte, imkânsız kılınmakta.

Ortak mücadele gerekiyor

Tablo bu kadar vahim olmasına karşın konunun basında yer bulmayışı da; medya kurumlarımızın basın özgürlüğü, gazetecilik ahlakı ve meslek dayanışması açısından nasıl da sınıfta kaldığının önemli bir göstergesi. Doğrudan hükümete bağımlı sermaye çevrelerinden havuzlanan maddi imkânlar ile yaratılan; yıllarca hükümetlerle paralel yayın çizgileri izlerken çıkar çatışmaları üzerine yollarını ayıran ve en ince maliyet hesapları ile yönetilirken zararına gazete çıkarıp basının etki gücü ile elde ettikleri imkânı ihale/iş takipçiliğinde kullanan medya grupları için basın özgürlüğünden bahsetmek elbette mümkün değil. Bu kurumlar açısında basın özgürlüğü, algı yönetimlerinde kullanacakları propaganda serbestisinden ibaret. Bir süredir akreditasyon

sorunu yaşayan çeşitli basın kuruluşlarının yıllarca, birçok kuruma uygulanan akreditasyon ve sansürlere sessiz kalmış, hatta hedef gösteren yayın çizgisi ve nefret diliyle sahip çıkmış olması, bu durumun somut örneklerinden sadece biri. Ülkemizdeki medya yapılanması ve sonuçları üzerine yazılanlarla (elinizdeki sayıda bu konunun çokça işleneceğini tahmin etmek zor değil) tekrara düşmemek adına bu yazıda sorunun farklı bir boyutuna dikkat çekmekte fayda var. Kendini muhalif ve ilerici olarak tanımlayan birçok basın kuruluşu bile konunun üzerine eğilmemekte, şu an için kendisine uzanmayan hukuksuzlukları görmezden gelebilmekte. Yukarıda anlatılan düzeydeki bir sansürün/hukuksuzluğun, okuduğunuz sayfalarda yan yana yazılar kaleme alıp basın özgürlüğünü savunduğumuz meslektaşlarımızın kurumlarında bile ne kadar yer bulup bulamadığı sorusu; gazeteciler, özellikle de muhalif/ilerici basın mensupları/kuruluşları açısından tartışılması gereken önemli bir soruna işaret etmekte. Birçok alanda olduğu basın özgürlüğü konusunda da ortak bir tavır sergilenmemesi, karar vericilerin istedikleri gibi cirit attıkları bir alan yaratmakta. Hemen tüm kurumların kendisi dışındaki kurumlara uygulanan hukuksuzlukları görmezden gelmesi, ortak bir direniş mecrasının yaratılmasını engellemekte. Ortak bir tepki yaratılmasının önüne geçen bu durum, yürütme ve etkisi altındaki kurumlara hukuksuzluk uygulamaları için geniş bir hareket alanı sağlamakta. Düşünün ki, gazetecilere açılan davalar ve verilen hapis cezaları bile kişi/kurumların siyasi görüşlerine göre haber değeri kazanmakta.

Son söz

Hükümet ve/veya yargı üzerinde etkin olan güçlerin çarklarına çomak sokabilecek yayınların önünü kesmek için çıkarılan hiçbir engel asla kabul edilemez. Davalar, tutuklamalar, işten çıkarmalar, holding kurumları için vergi cezaları/ihale tehditleri vb. yöntemlerle dayatılan otosansür mekanizmasının yetersiz kaldığı alanlarda, yayın yasakları/engellemeleri ek tedbirler olarak karşımıza çıkmakta. Yayın yasaklarına/engellerine bu kadar yoğun ihtiyaç duyulması, hükümetin ne kadar zor durumda olduğunun da bir göstergesi olarak okunmalı. Tarih, yasakları/engellemeleri de, bu yasaklara kimlerin neden ihtiyaç duyduğunu da yazacak. Çünkü tarihi bu yasaklara/engellemelere direnenler yazacak. *Ulusal Kanal Muhabiri

Bireyin ve basının özgürlüğü... Hikmet Çetinkaya*

İ

nsanlık tarihine baktığımızda, ‘basın özgürlüğü’ salt gazetecilerin değil, toplumun özgürlüğü anlamına gelir. Baskı ve şiddet sarmalında bir evrende, özgürlük yaşamın en önemli varlığıdır. Düşünceyi ifade özgürlüğü, tüm halklar için yaşamsaldır. Elbet özgürlüğün temelini çağdaş bir demokrasi, evrensel hukuk, laiklik oluşturur... Din temelli toplumlarda, baskıcı rejimler egemen olduğu için temel hak ve özgürlükten söz edilemez. İslam coğrafyasına baktığımızda bunu çok açık bir biçimde görebiliriz. Peki, Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler var mı, yok mu? Sanayi devrimini yapmış, gelişmiş ülkelere baktığımızda Türkiye laik demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Bu doğrudur! Doğru olmayan, demokrasi ve özgürlüklerin yaşamsal bir boyutu olmadığıdır. Sivil haklar ve basın özgürlüğü zincirin halkalarını oluşturur. Baskı ve gözdağı sarmalı hem bireyin hem de medyanın üzerinde baskı oluşturur. Türkiye bu gerçekle karşı karşıya bugün! Az önce değindiğim gibi, temel hak ve özgürlükler tüm yurttaşlar içindir. Tüm yurttaşlar için yaşamsal bir önem taşıyan düşünceyi ifade özgürlüğü, gazetecilik mesleğinde kullanılmaya başlayınca, ‘basın özgürlüğü’ne dönüşür. İsterseniz insanlık tarihine şöyle bir bakıp, ‘tarih baba’ya şu soruyu soralım: “İnsanlık tarihinde en önemli olay ne oldu?” Hıristiyan Ortaçağı yıkıldı, İslam Ortaçağı ise dimdik ayakta duruyor... Avrupa, aydınlanmanın ışığıyla birlikte, kel düzeninin zincirlerini kırdı, cadı avlarına son verdi. Bu ışık, 1789 Fransız Devrimi’yle gerçekleşti... 1917 Rus Devrimi ve 1923 Türk Devrimi... Mustafa Kemal hem Fransız hem de Rus Devrimi’nden etkilendi, çağdaş bir devlet kurmak istedi. 1923-1936 arasında bazılarını gerçekleştirdi. Ama sonraki süreç, ırkçı bir devlet yapılanmasını getirdi. Türkiye çoğulcu demokrasiye 1946 yılında geçti, 1950’de Demokrat Parti iktidar oldu. O günden bugüne; demokrasiyi, insan haklarını, temel hak ve özgürlükleri, acı ama gerçek, yaşam biçimine dönüştüremedik. Elimdeki verilere bakıyorum, gerçekten utanç verici bir fotoğraf çıkıyor karşıma. 2014 yılında 217 gazeteci darp edildi; 559 gazeteci, yazar, basın çalışanının işine son verildi... 60’ın üzerindeki gazeteciye dava açıldı... Tekzip, yalanlama, yandaş gazetecilere kıyak... Çok olay var anlatacağım ama yer sınırlı, buraya kadar.... *Cumhuriyet Gazetesi Yazarı

Utanmaz devlet!

ün yine bir hapis cezası aldım. 11 ay bilmem kaç gün. Para cezasına çevrildi. 7 bin lira. Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden unsur şikâyetçi olmuşt u .

Adı geçmeyen yazıda kendisini kastettiğimi düşünmüş; yazıda hakaret lafı geçmezken, hakaret ettiğimi öne sürmüştü. Biz böyle saçma sapan davalarla muhatabız işte. Aslında mahkemeye falan çıkarmasalar daha iyi. Hep aynı mahkemeye çıkıyoruz. Eski hâkim tayinini istedi. Allah bilir nelere maruz kaldı. Yeni bir hâkim geldi. Derhal ceza kesmeye başladı. Mahkemeye gitmesek ‘yakalama’ çıkıyor. Gidince de ne söylersek söyleyelim cezayı yiyoruz. Saçma sapan bir durum… Cezalar incelikli. Bir sene ceza verse, sabıkalı

olduğum için hapse gireceğim. 11 ay bilmem kaç gün ceza paraya çevriliyor. Otomatik… Bence bir seneyi aşan hapis cezası versinler, gireyim, yatayım, cümle âlem rezilliği görsün. Yok. Vermiyorlar. Nasıl olduğunu bilmediğim bir iyi hal var üstümde. İyi halden sürekli 11 ay bilmem kaç gün… ••• Memleket böyle acayip bir yer işte. Ortadayız, yazı yazıyoruz, devletten durmadan ceza yiyoruz. Utanmaz bir devletle muhatabız. Bize ceza kesen bu devletin rezilliği çıkmış ama utanmıyor. Hayatım boyunca yüzümü öne eğdirecek tek

iş yapmadım. Sülalemde, yedi göbek akrabalarımda hırsızlık, uğursuzluk yoktur. Lakin ben durmadan ceza yiyorum. Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden unsur “Camide içki içtiler”, Kabataş’ta başörtülü bacımı taciz ettiler” diye yalan söyleyip halkı kin ve düşmanlığa teşvik ediyor, kaçak bir sarayda oturuyor, hakkında görülemeyen kalpazanlık davası var, onun devleti bana ceza kesiyor. Başbakan Yardımcısı başkentin belediye başkanının havladığını söylüyor, hakkında yolsuzluk iddiaları ortaya atıyor, “Şimdi konuşmayacağım, sonra söyleyeceğim” diyor, onların devleti

bana ceza kesiyor. Polisler katil olmuş, cinayet işliyorlar, tutuksuz yargılanıyorlar, göstermelik cezalar alıp pışpışlanıyorlar, onların devleti bana ceza kesiyor… Millete tecavüz etmek isteyen müteahhitlerin, memleketimizi yağmalayan şirketlerin, tefeci bankaların devleti… Yolsuzluktan, hırsızlıktan, zimmetten yargılanan vekillerin devleti… Bana ceza kesiyor… Ufacık çocuğa tecavüz edenleri, çocuğun ‘rızası olduğu’ gerekçesiyle aklayan bu devlet bana ceza kesiyor… ••• Ey bu devletin hâkimleri! Siz daha kesin o cezaları! Siz ceza kestikçe babam benimle iftihar ediyor… * Yazarın Yurt gazetesinde 27 Mart tarihinde yayımlanan yazısıdır.


SIYAH 06

Örgütlenmezsek özgür olamayız T Gökhan durmuş*

Özgürlük gazeteciliğin oksijeni, gazetecilik demokrasinin garantisidir

K

arikatür çizip twit atanın Cumhurbaşkanı’na hakaretle, haber yazıp manşet atanın halkı iktidara karşı kışkırtmakla, belgesel çekenin terör propagandasıyla suçlandığı, gazetelerin yargılanıp gazetecilerin hapsedildiği ve basın özgürlüğü sıralamasında dünyanın 154’üncüsü olan bir ülkenin habercileri olarak karşılıyoruz bu yıl da 3 Mayıs’ı. BM tarafından “Dünya Basın Özgürlüğü Günü” olarak kutlanmasına karar verilen 1993’ten bu yana, Türkiyeli gazeteciler olarak bir tek yıl bile “kutlama” yapamadık. Bugün cezaevlerinde bazıları yıllardır yatmakta olan 21 meslektaşımız, yüzlerce gazeteci aleyhine açılmış binlerce dava var. Buna karşın, dünyanın en özgür basınına sahip olduğumuzu söyleyerek adeta dalga geçen bir iktidara sahibiz. Terörle Mücadele Yasası (TMY) yıllardır yazan çizen herkesi terörize edip sindirmek için kullanılıyor. Bir soru sorma mesleği olan gazeteciliği, soru sormadan ya da yalnızca iktidarın hoşuna giden sorular sorarak yapmamız isteniyor. İktidarı rahatsız eden sorular soranlar, sokakta ve sosyal medyada linç ediliyor. Akreditasyon uygulamasıyla haberi alıp halka ulaştırmamız gereken ve özünde halka ait olan mekanlar muhalif gazetecilere kapatılıyor. Neredeyse cami avlusunun bile yandaş olmayan gazetecilere, foto muhabirlerine, kameramanlara kapatıldığı bir akreditasyon uygulaması var. Bu gidişle, halkın temsilcilerinin yasama görevini yerine getirdiği Meclis’in bile gazetecilere kapatılması endişesi yaşıyoruz. Tekzip hakkı kötüye kullanılarak, iktidarı eleştiren her haberde, dosyalar doğru dürüst incelenmeden tekzip kararları veriliyor. İktidarın aynı zamanda medya patronu olduğu ve asıl işi gazetecilikten başka her şey olan holdinglerin mülkiyetindeki bir medya sahiplik yapısı; “muhabirsiz, foto muhabirsiz bir gazetecilik” düzeni kurmaya çalışıyor. Her gün 10, 100, 1000 gazetecinin işten atıldığı, işsizliğin kabus olduğu zamanlardan geçiyoruz. Hâlâ işten atılmamış olanlarımızın, sendikasız ve kölelik koşullarında, yıllardır zam alamadan, açlık sınırının altında maaşlarla çalışabildiği için

şükretmesi bekleniyor. Ekonomik, siyasi ve fiziki baskı, tehdit ve sindirmenin zirve yaptığı, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın yargı kararı olmaksızın kurumlara müdahele edip yayın yasakları koydurabildiği, yayınları beğenilmeyen medya kurumlarının vergi baskısıyla denetime alınmaya çalışıldığı bir dönemde, kaçınılmaz olarak otosansür halkın haber alma hakkı önündeki bir başka büyük engele dönüşüyor. Dünyanın özgürlük alanı olarak gördüğü internet de burada yasaklar alanına dönüştü, artık sitelere ulaşım yargı kararı olmadan engellenebiliyor, sosyal medyayı zincirlemeye dönük yasal düzenlemeler yapılıyor. Bütün bu koşullara karşın, “gazetecilik” yapmak adına her kapıyı açan, ekranları ve köşeleri dolduran yüksek ücretli “mabeyn katipleri” de var. Tarih onları da gazeteciliğin utanç sayfasına not ediyor. Biz aşağıda imzası bulunan meslek örgütleri olarak, gazetecinin aydın olması gerektiğine ve aydınlığın en temel ölçütünün de otorite ve iktidara hizmeti reddedip halk için yazıp çizmek olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle, “özgürlük gazeteciliğin oksijeni, özgür gazetecilik de demokrasinin garantisidir” diyoruz. Basın özgürlüğü mücadelemizin, sadece bir meslek için yürütülmediğini, özgür ve demokrat bir Türkiye özleyen her vatandaşın mücadelesi olduğunu vurguluyor ve herkesi “GAZETECİLİK İÇİN AYAĞA KALK”maya çağırıyoruz. G9’nun 3 Mayıs açıklaması (TGS, AEJ, ÇGD, DMD, EMD, FMD, Haber-Sen, PMD, PHKD, RTGD, TGC Ankara Temsilciliği, TSYD Ankara Şubesi, DİSK/Basın-İş)

ürkiye’de basın özgürlüğü yok. Bu cümleyi medya sektörü içindeki herkes gibi siyasiler de, yurttaşlar da çok sık söylüyor. Basın özgürlüğünün neden olmadığına dair toplantılar, sempozyumlar yapılıyor, enine boyuna bu konu tartışılıyor. Sorunlar arasında örgütlenme birinci sıraya yerleşemiyor, sıralama iktidar baskısı, cezaevindeki gazeteciler, sansür, otosansür, akreditasyon, işsizlik, örgütlenme diye akıp gidiyor...

İKTİDAR BİAT EDEN GAZETECİ SEVER

AKP iktidarının 12 yıllık dönemi Türkiye’de gazetecilere en fazla baskı uygulanan dönem oldu. İktidara muhalif gazeteciler “terörist” ilan edilerek cezaevlerine konuldu. Yıllarca cezaevlerinde yattılar. Hâlâ da muhalif 21 gazeteci cezaevinde yatmaya devam ediyor. Türkiye’de bu kadar gazeteci cezaevindeyken; sokaklarda meslektaşları, okur kitleleri onların özgürlüğünü isterken, iktidar da boş durmayarak kendi medyasını yarattı ve toplumun genelini yanlış yönlendirdi. İktidarın müdahalesi sadece kendi medyasını yaratarak da bitmedi. Muhalif

Hanife Şahan*

İ

leri Gazetesi’nin 9. sayısında yer alan "Kaçak sarayın kaçık sultanı" manşeti nedeniyle, 'Cumhurbaşkanı'na hakaret' suçlamasıyla tarafıma dava açıldı. Davaya gerekçe gösterilen "Kaçak sarayın kaçık sultanı" haberinde Atatürk Orman Çiftliği'ne kaçak olarak yapılan sarayın maliyeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, bir kafede oturan gençleri sigara içtiklerinden dolayı azarlaması eleştirilmişti. Haberde yer alan ‘kaçık’ kelimesinin sözlükteki anlamı 'Bazı davranışları dengesiz olan, zıvanasız' olsa da, "Haber içeriğinin her ne kadar Cumhurbaşkanlığı sarayının yapımı ve maliyetine ilişkin eleştiri niteliğinde olduğu anlaşılmış

medya kuruluşlarına baskılar yapıldı, davalar açıldı, para cezaları verilerek gazeteciler susturulmaya çalışıldı. Açılan telefonlarla yayın akışları değiştirildi. İktidar yanlısı yayın kuruluşlarında çalışan gazeteciler öyle düşünmeseler de patronlarının baskısı ile biat eden gazetecilik yaptılar. Neden? Çünkü onların gelecek ve özgürlüğünün teminatı olacak bir sendikaları yoktu. Örgütlü olmadığımız için özgür de olamadık.

sonra iş güvencesi olmayan gazetecilerin de kendilerine otosansür uygulamasıyla büyüyüp bir çığ haline dönüştü. Cenazelere dahi akreditasyon yapılması gerektiğini de yeni öğrendik. “Düdük bende istediğimi yaparım” anlayışındakilerin karşısında örgütlü duramadığımız için sansüre, akreditasyon uygulamalarına boyun eğdik. Örgütlü olamadığımız için özgür de olamadık.

CEZAEVLERİ DOLDURULDU

İŞSİZLİK ORANI EN YÜKSEK SEKTÖR

Bir ülke düşünün ki, 100’ün üzerinde gazetecisini cezaevlerine koydu. Sadece bu sayı bile utanç kaynağı olmaya yeterli. “Hayır onlar gazeteci değil” diyen, daha sonra “3-5-10-40’ı gazeteci ama onlar da gazetecilik faaliyetlerinden içeride değiller” demek zorunda kalan dönemin Başbakanı bile bu kadar tepki olacağını düşünmemişti gazetecileri cezaevlerine koyarken. Örgütsüz bir topluluğun içerisinden 100 gazeteciyi cezaevine koymayı bir tehlike olarak görmemişti kendine. Onlarca meslek örgütü, sendika, yüzlerce gazeteci bir araya gelerek cezaevindeki gazetecilerin özgürlüğü için yıllarca birlikte mücadele etti. Bu birlikteliğin sağlanmasında dönemin TGS Başkanı Ercan İpekçi’nin katkısını da belirtmekte fayda var. Meslek örgütleri, sendikalar bir araya gelerek, gazeteciler birlikte itirazlarını dile getirerek onlarca gazeteciyi özgürlüğüne kavuşturdu. Hâlâ cezaevinde bulunan 21 gazetecinin özgürlüğü için de bu mücadele devam ediyor. Ama şunu da unutmamak gerekiyor; eğer örgütlü olsaydık, cezaevlerini gazetecilerle doldurmalarına engel olabilirdik. Örgütlü olmadığımız için özgür olamadık. Sansür Türkiye’nin uzun yıllardır en büyük sorunlarından biri. Medya patronlarının başka ticari faaliyetlerde bulunmaya başlamasıyla hızla yayılan ve artan sansür uygulamaları, bir süre

Gerçekler devrimcidir ise de, ‘kaçık’ ifadesi ile Sayın Cumhurbaşkanına yönelik küçük düşürücü ifade kullanıldığı anlaşılmıştır" ifadeleri iddianamede yer aldı. Saray’ın kaçak olduğu sadece memleketimizde değil, dünyada bile dalga geçilen bir konu haline gelmişken, Cumhurbaşkanı’na yönelik yine dünyada eleştirilen birçok başlık varken, bu durumun yaşanması basın

Türkiye’de işsizlik oranı yüzde 11 ile 17 arasında değişen rakamlarla açıklanıyor. TÜİK’in verilerine gore Türkiye’de işsiz gazetecilerin oranı yüzde 29,1. Bu verilere gore, her üç gazeteciden ikisi işsiz. İşsizlik gazeteciler içerisinde hızla yayılırken, işini koruma çabası içerisine girenlerde yaşananlara ses çıkartmama, kabul etme hali de artıyor. İş ve gelecek güvencesinin sendikalı olmaktan geçtiğini göremediğimiz için bugün en büyük sorunumuz işsizlik. Örgütlü olamadığımız için özgür de olamadık.

ÖRGÜTLENİRSEK BAŞARIRIZ

Medya ve basım sektöründe faaliyet gösteren beş sendika olmasına ragmen, toplamda örgütlülük oranı ancak yüzde 4-5’leri bulabiliyor. Bu oran direkt gazeteciler baz alındığında ise sadece yüzde 3’lerde kalıyor. Uzun uzun medya söktöründe sendikanın nasıl tasfiye edildiğini anlatmanın gereği yok. Bu sürecin başında duranların bugün vicdan azabı içerisinde olduğunu görüyoruz. Geçmişi değiştiremeyiz ama geleceği değiştirmek elimizde. Yukarıda kısa kısa değindiğim sorunların çözümü sendikalı olmaktan geçiyor. Sendika gazetecilerin iş ve gelecek güvencesi iken halkın da doğru, tarafsız haber olmasının güvencesi. Bugün işi olanlar için sendikalı olmak işsiz kalma tehlikesi gibi gözüküyor olsa da, asıl gerçek sendikalı olmadığı zaman işsiz kalacağı. Son bir yıl içerisinde yüzlerce gazeteci işinden atıldı. Yine yüzlercesi tazminatını bile alamadı. Eğer sendikalı olsaydık, örgütlü davranabilseydik, birlikte mücadele edebilseydik, bu tabloyu değiştirebilirdik. Türkiye Gazeteciler Sendikası olarak son iki yıldır hep birilerinin “Olmaz“ dediğini yapıyoruz. Örgütleniyoruz, sözleşmeler imzalıyoruz. Ama yeterli değil. Sektörde sendikasız gazeteci kalmayana kadar mücadelemiz devam edecek. *TGS İstanbul Şube Başkanı özgürlüğünün Türkiye’de ne kadar ayaklar altında olduğunun göstergesi. Her geçen gün gazetecilere ve genel olarak basına yapılan saldırı artmakta. Bu AKP hükümetinin sadece basına yönelik baskı aracı oluşturmak üzere gerçekleştirdiği bir eylem değil, Türkiye’nin içine girdiği çıkmaz ile ilgili bir durumdur. Bu davalar bizi daha fazla meşru kılmaktan öte, daha da cesur haber yapmamıza neden oluyor. O yüzden gerçekleri paylaşmak için daha fazla uğraşmak, çalışmak bir zorunluluk haline geliyor. Bu yüzden “Gerçekler devrimcidir” diyerek yol almaya devam ediyoruz. *İleri Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü


SIYAH 07

21 gazeteci hapiste

Esaret duvarları demokrasi dalgasına set olamaz Hidayet karaca*

U

zun zamandır tutsaktım Silivri’de. Şimdi ise esirim. Dizi senaryosu sebebiyle zincire vurulan özgürlüğümün dört duvar arasındaki 133. günüydü ve bir hukuksuzlukla esaretim resmiyet kazandı. Hâkim kararını dinlemeyen savcılarla da tanışmış olduk. Türkiye, hukuksuzluk tarihine acı bir tecrübe daha ekledi bu süreçte. Öğrendim ki; toplumu yaralayan bütün yıkımlarda vatandaşın canını, malını, gözyaşını hiçe sayıp ‘iktidarımız bu durumdan en az zararla nasıl kurtulur’ diye kriz masası kuranlar, hakkımdaki tahliye kararını uygulatmamak için adliyenin orta yerine ‘hukuksuzluk’ masası kurmuş. Tehditler koridorlarda dolaşmış, hukuk adamları baskı altına alınmış. İktidarı kaybedince yargılanma korkusu yaşayan yöneticilerin eline düşmek; bir ülkenin başına gelebilecek en kötü durum olsa gerek. Bu karanlık ruh halini yaşayanların, geçmişlerindeki kirli yanları örtebilmek için devlet mekanizmasını işlemez hale getirmekten başka bir çaresi yok çünkü. Ülkemin yakın tarihi ne yazık ki bu türden örneklerle dolu. Asker veya sivil; illegal işlere bulaşan, yolsuzluk girdabında savrulanların taarruz için seçtikleri ilk hedef; demokrasi, şeffaflık ve hukuk oluyor. Nedeni basit aslında: Haksızlıklar karşısında sessiz kalmayanları susturan ve sindiren vesayeti kalıcı kılmanın tek yolu bu. Evet, demokrasi kültürümüz zirveye ulaşmamıştı; ama ağır aksak da olsa ilerleme kat ediyordu. Ne yazık ki; 17 Aralık 2013 büyük bir dönüm noktası oldu Türkiye demokrasisi açısından. Yolsuzluk ve rüşvet skandalının patlak vermesiyle birlikte Türkiye demokrasisi, geçmişte aldığı darbelerden daha ağır bir yükle karşı karşıya kaldı. Şeffaflık ve hukuk sütunlarının dibine dinamitler yerleştirildi. Nefret, şiddet ve ahlaki erozyona uğrayıp toplumsal hayatı derinden etkileyen büyük bir kırılma yaşandı. Devlet yönetiminde söz sahibi olan bazı isimlerin illegal özgeçmişlerini sümenaltı etmek ve bu kirli geçmişi halkın gözünden kaçırma stratejisi devredeydi. Ve maalesef bu strateji, ülkemde demokrasiye hiç olmadığı kadar darbe vurdu; hukuku ‘talimata ve şahsa göre karar veren’ illegal bir düzenek haline getirdi; en kötüsü de muhalif kesimlere yönelik nefret ve şiddeti her fırsatta körükler oldu. Hem ülke içinden hem de özgür dünyadan gelen tüm tepkilere rağmen, bu ateşi körüklemeye devam ediyorlar. “Yargılanacağız” korkusuyla, ülkenin zor da olsa elde ettiği demokrasi kazanımlarını bertaraf ediyorlar. Ülke bu karanlığı kaldırmaz. Bu hukuk ihlallerine hiç kimse uzun süre sessiz kalamaz. Sebebi çok açık; hukukun ve emniyetin olmadığı bir ülkede vatandaş huzur içinde yaşayamaz. Hukuksuzlukları eleştirdi diye hiç kimse “Acaba başıma ne gelecek” korkusuyla hayat sürmek istemez. Tüm gizleme çabalarına rağmen, hukukun ve emniyetin bertaraf edilmesi sebebiyle ülkede nelerin yaşandığına herkes tanık oluyor çünkü. Dilerim, 13 yaşındaki çocuğun bile sosyal medyadaki paylaşımı sebebiyle savcı karşısına çıkarıldığı günlerin acı birer hatıra olarak anıldığı huzurlu günlere kavuşuruz. Resmi tutsak olsam da umudum tükenmiş değil. Günden güne büyüyen baskı canavarına ve maruz kaldığım hukuki cinayetlere rağmen dimdik ayakta durmaya niyetliyim. Çok iyi biliyorum ki; kanunsuzlukla örülen esaret duvarları hukuk ve özgürlük talepleri karşısında ilelebet dayanamaz, demokrasi dalgasına set olamaz… Bu inançla otoriter zihniyetin nefreti kışkırtan, şiddeti olumlayan ve gerilimi tırmandıran tüm politikalarına karşı demokrasi mücadelesine devam edeceğim. Muktedirlerin hoşuna gitmese de insan hakları, evrensel hukuk ve şeffaflık talebinde bulunan herkesin, her kitlenin destekçisi olacağım. Gazetecilerin tutuklanmaması için, nihayetinde ülkemizin huzura kavuşması için bundan başka çaremiz yok. ‘Tutuklu Gazete’nin çıkmasını gerektirecek bir tek mağduriyetin bile yaşanmadığı ‘özgür basın’ günlerini görmek dileğiyle… *Samanyolu Yayın Grubu Başkanı, 6 No’lu Ceza İnfaz Kurumu Silivri Cezaevi


SIYAH 08

UNUTMAYACAğIZ

Sabah-Atv grevinin örgütleyicilerinden biri olan Nuh Köklü adına Metin Göktepe özel ödülü, örgütlenme çabalarından ötürü Türkiye Gazeteciler Sendikası’na verildi.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.