Mukaddimeyi Yapan iZIETTIN METE
MiLLiYEriN FELSEFESI
•
VE
iNANÇ
TORKLERDE ULUSAL
Içinde
26
TOrk matetekklrlnln
,..z••• vardir.
K.M0M1N ,��'�W KiTAPLilil . . .. .
••ı• ..
'
83fl
TÜRKİYE BASlMEVI 1942
Mukaddlme
c
MILLIYETlN FELSEFESI
»
Asırlarca müddet. fikri beşere tahakküm eden felsefi cereyan1arın bugün orz•·lliği dramatik manzara, tek ve mücerret bir felse -:feye değil. ôfaki bir mônası olan silôh altına alınmış felsefelerin varlığına altımetlir. Mazide cereyan etmiş olan hôdisalın, gerek bu günkü inkiı,;afa hcmüz ulaşamamış olması, gerek bu hôdiselerin munfasıl yani, ayrı zaman ve mekônlardo seyrelmiş bulunması, beşer fikrinin de ayni mahiyel ve isiikamelle inkişaf etmemesine ômil olmuştur. Fikri beşerin tek bir kalıbı olmayıp, başka başka çıkış nok taları olduğu ve binaenaleyh başka başka istikametler takip ettiği. sôbit olmuş bir gerçektir. Şimdiye kadar bunun aksini ispata çalışmış olan mütefekkirler, yani, fikri beşerin bir tek çıkış noktası ve bir tek gayesi bulunduğu iddiası, aslô ilimada şayan olmayan fikir sergüzeşlleridir. Her gün yeni bir maceraya müntehi olan beynelmilelci doktrinler, ·her zaman dikkat ve teyakkuzumuzu celbeder. Insanlar kürei arzı sardığı. Tev rat yazıldığı, Yahudiler Mısırdan koğulduğu. Halife Harunurreşidin Türk Parmak oğullarını mahvettiği, hukuku düvelin mahiyeti anlaşıldığı zamanlardanberi, beyneimiJel -aklın da. melafiziğin de, insaniyelin de neye delôlet ettiği anlaşılmıştır. Fakat. Malazgirdlerde Türk ulusal kültürüne çarpara k ön As yada darmadağın olmuş olan Ehli salip haydutları, Babil escretin den Keyhüsrevin hiınmetile kurtulan Yahudi ôlemi, Eyüp Salôhad dinlerin, Mustafa Kemallerin karşısına kılınçla çıkarnıyan ve büyük Türk Hun imparatorluğunu ancak kancık�kla. kahpelikle ikiye böle bilen korkak ve münafık insan sürüleri, hayat memat endişesile başka silôhlara sarılmağa, yani, doktrinler. nazariyeler uydurarak. milletleri aldatmağa mecbur olmuşlardır. Netekim, fikri beşeri asırlarca iğfal ederek, bu gibi insan yığın larını şimdiye kadar hıfzetmiş olan siperi seiko, Tevret gibi, Inci! gibi, uyuşturucu ve şaşırtıcı doktrinler, Aristo gibi mübtedi. Kani ve -Sipinoza gibi, Yahudi filozoflardır. ·
Türklük v• Türk üetünlüğünün. niçin hafızamızda bir kanun: katiyelile her zaman dinamik bir yekun olarak hazır bulunduğunu• anlayabilmek için. ilim ve fal54!fenin tarihi inkişaf ve ôlamşG mul telekkisi. ehemmiyetle dikkatimizi çekmektedir. Biliyorsunuz ki, felsefe tarihi doktrinlerle, meslek ve me:ıheplerle doludur. Bu fikir ve iddi� meddi ceziri, arzettiğim gibi bayraksız insan kitlelerinin hayat memat endişesind�n çıkıyor. Felsefenin, umumiyi idrake matuf bir beşeri tecessüs mahsulü olduğunu iddia eden filozof, ilmin hasbi olduğunu ileri süren ôlim ve mütefekkir, hakikatte, tarihte hiçbir sahife açamamış pallanço ka-· vimlerin avukatlığını yapmış oluyorlar. Ilim ve felsefenin, böyle bir gayeye matuf inkişaf etmeyip, te.. fekkür tarihine antrepolajik bir dram olarak takaddüm ettiğini, ye gône pusula olan tarih ispat ediyor. Aristodan ta 191 4 dünya savaşına kadar birtakım tarifler, prob lemler getiren ve Okyano&lar aşarak dünyanın her tarafına sarkan. skolastik haçlı nazariyeler, di kkati m izi ehemmiyet le çekım birer in� eelerne mevzuudurlar. Hôlô mücerret ve beşeri mevzu ve gayelerden bah seden naza riyeler; mezhep ve meslekler, son dünya kargaşalığı önünde ken di kendilerini halJetrneğe ve yerlerini gayri kabili inkôr bir fikre ter ke mecbur olmuşlardır. Bu fikre bugün her şeyin üstünde olan ulusal inanç mi syonu ulusal ülkü, ulusal gerçek denilmektedir. Filozofinin en çetin ve ciddi meselelerinden birini teşkil eden bu ulusal inanç problemine, kıymetli ve salô hiyetl i makalelerile Türk filozofunun dik:kat nazarını ilk defa çeken büyük 1 ü rk mütPfekkir� Hasan Ali Yücel olmu ştur Parlak surette ispat edilen hendesi davaların bile fevkinde olan bu inanç, Meselô Jan Darkın, Allahın yalnız Fransa kralına yard ım .
.
edebileceği fikri. frensayı tam iki asır dünya önderliği mevkiinde tu tmuştur. Fakat hemen yine kendi içinden zuhur eden Anatel Frans gibi adamlar, sadis bir zevkle Fransı7 inkilôbını ve onun kahra manlarını, yerin dibine batırmaktc ve Jan Darkın bu inancını yok etmek için, sanki Alman tonklarile ittifak etmekte gecikmemişlerdir. Bunun içindirki ; Bilhassa umumi harptenberi dünya miitefek kirlerinin teveccüh ettiği bu ulusal inanç felsefesi, koz m c pc !it doktrin -
5
'fer�. tezsiz, davasız, başıboş nazariy�l�re karşı silah altına alın -mıştır. Çünkü: Bir mill�tin varlığının mônôsını v� ülkü istikam�ini çiz m�k. başı dumanlı m�tafiziğe değil, ancak bir mill�t için var olan ielsefeye v� ulusal tarihe düşer. Ilmin hasbi olduğunu ileri süren mütefekkir, tarihi c�reyanlara sapa düşmüş bir safdildir. M�deniyet tarihi, ilimierin arnali zoru retler tesiri le doğup inkişaf ettiğini gösteriyor 1... cEski Yunan çoğrafyacısı Strabon bile, hendesenin Mısırda, Nilin ·taşmasile doğduğunu görmüştür. Taşan nehir arazi hudutlarını sular ·altında bırakınca, toprağın kadastresunu yapmak lazım gelmiş ve 'böylece basit hendese şekillerini vücude getirecek hatlar çizilm�k mecburiyeti hasıl olmuştur. Hesapla heyetin. gemici ve tüccar bir millet olan Finikelilerde terakki ettiğini herkes bilir. Pastör gibi bir ·adamın faaliyetleri bile, arneli endişelerle istikametini tayin etmiştir. Bu adamın keşifleri hep ipek böceğine ariz olan hastalıklara, ko laraya şarbon ve kuduza karşı miicadele etmek gibi ihtiyaçlara te- kabül etmiştir.» Bu noktaya işaret etmekteki maksadım, bir ilmin doğru ola 'bilmesi için, hasbi olmasına değil, fakat, bir millet için, var olmasına bağlıdır .. I limierin tarihi gelişmesi, bir felsefei ulô olmak iddiasında ·bulunan insaniyetci nazariyelerin iç yüzünü göstermekte, felse -fenin beşeri hikmetinden ziyade ulusal bir dram olduğunu ifade etmektedir. Nitekim, bugün hakikat namına baldıran içecek Sakrat lar değil. Buhtnassarlar vardır. Beniisrail kavminin umumi bir temayülü ve Babil escretinin •bir kitabesinden ibaret olan rasyonalizm, nevi şahsına münhasır inancı olan tarihi milletiere karşı silah eltına alınmıştır. Felsefe tarihinde gördüğümüz doktrinl�r. teoriler, problemler gerç"kten be şeri bir gayeye değil. hususi maksaliara matuf kaHelerden çıkmış tabiyelerdir ! Bütün bir insaniyeti ihataya çalışan rasyonelisliere nazaran, insan düşünüşünün ana hatları, ôpriyori olarak mevcuttur. Yani, ilmimize môna ve islikarnet veren prensipler, kablidirler. Aristodan ·itibaren makulôt namı verilen mefhumlar, zihnin bu bizatihi çark-
6
larını teşkil eder. Binaenaleyh ; bir Necidli nasıl ve neyi düşünebili yorsa, bir Malenezyalının da böylece düşünmesi mukadderdir. Yani demek isteniyor ki : Yer yüzünde milletler değil, insaniyel vardır. Işte Beniisrail felsefesinin tutturmak istediği dava budur 1' Fihteye bile, insan olalım insan diye bağırtan bu Ibrani tabiyesi, bugün MakyaveiJer önünde maskara olmaktadır... Cemiyeti Akvam masasında söz Kanliara değil. artık Viisonfare düşüycr! Binaenaleyh ; koyunlarını canavarlar yerken, çitler arkasında havlayan çoban köpeği gibi ne mücerret bir felsefe, ne de bundan daha başka birşey ifade etmiyen Aristo mantığı artık mevzuubahs değildir 1. Her türlü ı:ılusal gelişmeye asırlardanberi mani olagelmiş olan bu Yahudi felsefesi, skolostik mantık, hak, adalet. insoniyet gibi mefhumlar, münofık insan yığınlarının bir dalovereşinden başka birşey değildir. Koca dunyayı mücerret aklın kategorilerine kapatmak ve hôdi satın maveresına sürüklemek isteyen rasyonalistler, niçin bugünkü fizik ve riyazi meselelerin hallini asırlardan beklemiş ve niçin 1914 lere, Ehli salipiere rnani olamamışlardır? Aklın, kendi kendine işleyen otomatik bir çark ve beşeri pren siple ri olan bir varlık olmadığını, milletler ruhiyatının takip etıiği isti kamet, örf ôdet, gibi farklor da göstermektedir. Bir diyapazon gibi bütün beşeriyele şômil bir felsefe ve ilimden bahsetmek, malihulyadan başka birşey değildir!. Beniisrail kavmine tek Allah fikrini ilham eden, hakikaten, tek felsefe zarureti değil, işaret ettiğim gibi, hayat memot endişesidir. Netekim Beniisrailin mülhem olduğu tek Allah, onların c hfad ı olan Sipinoza ve Dekart felsefesinin tahlilinden de çıkar. Maksat, bütün insanları tek ve mücerret bir kalıbo sokmak, ve milletleri uyuşlurmaktır. Fakat, hakikolte bir dönmeda kı p olon bu. kolıba, yalnız safadil milletler düşebilmiştir. Beniisrail kavmini tek Allah fikrine ulaştıran. tek felsefe zarureti değil, sırf hayat rtıemat endişesi olduğunu, Tevratta mevzu olan emir ve nehyilerden istid lôl edebiliriz. Beniisrail kavminin, en yüce ve necip bir kavim oldu ğunu, binaenaleyh bu kavme hürmelte kusur �tmenin neticesi, Nu hun gemisine binernernek olduğunu, Ahdi etik, açıktan açığa ilôn -·
.
7
etmektedir. Binaenaleyh. Tevrat gibi mukaddes ve bitaraf olarak ta nınmış kitapların bile, hakikalte, tarafkir olduğunu görüyorüz. MilôHan üç buçuk asır evvel, yani, hadisatın henüz inkişaf et memiş bir çağında geldiği için nıcızur görebileceğimiz Aristo. bugünkü acabacı mantığını ortaya koymuş ve islam felsefesi üzerinde tesir ederek, Ebülferaç, Farabi, Fahreddini Razi, lbnirrüşd gibi alakadar lar bulmuş ve beş asırdan fazla bütün Islam aleminde hüküm sür müştür. Yine 12 nci asırda Endülüs ve Sicilya medreseleri vasıtasile Garba Garkarak, müsbet ilimierin inkişafına kadar yani, Rönesans ortalarına kadar devam etmiştir. Kent, makulelere ait tetkiklerinde, idrCık izahında Aristodan mü teı;ıssir oldu. Fakat Kantın bize arz eHiği heybelli nazariyesinin bu rada tekrar bir tenkidine girişrnek istemiyorum. Ilmin tarihi geliş mesi, onun terkibi apriyori katogorileri altında sıraladığı en esaslı mefhumları, mekanı, zamanı, cevheri illiyeti birbiri ardınca yıkarak, Kanla zaten makus bir şekilde cevap verdi. Bu asırda çok görülen umumi zihincilik ve mefhumculuk te mayüllerinde yalnız Aristo değil, bir türlü millet �lamamış olan bu münafık insan yığınları da tesir etti. Bakonların karşısında bazan kendi kendini halleden ve bazan da yeni Aristocular sayesinde osırlar aşmağa çabalayan bu skolas lik mantık ve iki yüzlü doktrinler, Conk bayırlarında yırtılarak, aslı inönlerinde, Murat dağlarında yazıldı.. Bugüne kadar hüküm sürmüş olan yahudi tarifler ve hiristiyan mütearifeler, ortodoks ve katolik kaziyeler her tarafta baş aşağı gelmektedir. 1 914 e takoddüm eden su ri mantık ve umanist na zariyeler, yalnız, ilmin tarihi gelişmesi karşısında değil. aynı za manda içtimai şE!niyet, tarihi kader önünde de bocalamaktadır. Her an çıkan yeni bir mesele, ve milletler tarihi. ne Aristo mantığının kıyas ve taıammunlarile, ne Harnilton cetvellerile ne de aklın bu mücerret ve cihanşumul kategorilerile izah edilemiyor 1. Bugün dünya kargaşalığı ve tarihi, hakimiyelin bir timsali olan yüce Türk milletinin verdiği meydan muharebeleri, Dumlupınarlor lnönleri bu mantığın yeniden yazılmasını gerektirdi. Çünkü : ocıki mantığın kıyas ve istidlôllerine rağmen, büyük Türk ulusu Haymorıu ovasından ta Akdenize, iki saaHe inerek, kağnılarla, tankların arkuuın
8
dan ulaşmış ve Avrupa allamesinin olamazlarını Metris tepelerde kırk ikilik bir top temakasile altüst etmiştir.. Eğer m ücerret bir akıl, ve yalnız bir felsefe mevzuubahs ol saydı ne Şark meseleleri ne Ehlisalip sergüzeştleri olmazdı demiş lik.. Halbuki, orta zaman hristiyan ôleminin en insaniyetçi popasiarı bile bu Ehlisalip haydutlarının macerasını anlatırlarken, bizimkiler şöyle kılıç salladılar diye utanmadan öğünüyorlar. Binaenaleyh: teessüf olunur ki. mücerret akıl ve insaniyel ül küsü bir fecri kôzipten daha ileri gidemiyor ı Escsen u mumi tevazüne yani, bir beşer panteizmasına herşey den evvel kemmiyet manidir ı Yani, eğer bütün kıtalara adam oğul ları müsavi olarak taksim edilmiş ve çoğalıp azalmak kanunundan serazad kalmış olsalardı, belki ozaman ancak mihaniki bir tevazün teessüs edebilirdi. Halbuki bu tasavvura bir taraflan bu kemmiyet farkı, diğer taraftan da gayri mütecanis zaman ve mekônlarda gayri şamil olarak tevali eden tarihi cereyanların keyfiyel ve sen tezi manidir 1. Mill�tler arasında yükselen sedler, bu gayri müsavi olarak başlama, ve tarihi kader gibi müterafık ve mudil ômiller tarafından çekilmektedir. Binaenaleyh, ciddi bir mütefekkirin vazifesi bu oluşların insani bir gaiyeti olup olmadığı değil. fakat bu asil ve mukadder macera da önderlik davasının hangi millet tarafından açılabileceğini göster mektir. Umumi harptenberi dünya m ütefekkirlerinin, önderlik davasının ancak kendi milletleri tarafından açılabileceğine dair birçok sebepler bulmağa çalıştıklarını görmekteyiz. Fakat, tarih, önderlik vakasının ancak Türk milletinin ulusal vicdanında tecelli etmiş bulunduğunu, binaenaleyh, bu davayı sürmek hak ve salôhiyelinin ancak Türk milletine \ erildiğini, asırlardanberi tekrar etmektedir. Evet, önderlik vakası, ömrü hilkatle başlıyan ve asırlar aşarak en büyük kavgaların koptuğu lnönlerine kadar tabiat kuvvetlerile göğüs göğüse gelen bir milletin varlığında tecelli edebilir 1.. Tari hi n her çağında savaşmış, Ergenekonlardan çıkmış ve fikri beşere ön derlik ederek bugünkü reformaları, rönesansları hazırlamış bir mil letle, yıldızlı semaların altına. hakka. hürriyete. intibaha onun arka·
9
�ından yürüyerek ulaşmış milletler, ayni hak ve salôhiyetle ayni davayı açamaz Büyük Türk ulusunun, tarihin derinliklerinden yücelerek, zaman ve mekan içinde çizdiği baş döndürücü mahrek, hangi milletin, hangi Romanın, hanği i slavın adımlarile katedilebilmiştir. Yeni mantıkı. Cenk bayırlarında yazan yüce Türk ulusal inancı, asırlerdenberi göğüs göğüse gelmelerin, Melezgirdierden akseden borazanların, Oyvar kalelerini titreten köslerin ve Alp dağlarından ·aşan okiarın sadme ve aksi sadalarile gelişmiştir!. e>nderlik vakası, işte kendisinde kırk ikilik bir top tarrakası taşı yan yüce Türk milletinin ulusal inancında tecelli edebilir 1.. Fakat her milletin tefekkür tarihine yaptığı gibi, Türk tefek kür tarihine de tesir eden münafık nazariyeler ve skolôstik mütea rifeler, dönme tarifler bellerinden kırılmadıkça, bu ulusal inanç felsefesini anlamak maalesef çok güçtür. Hala orta zaman hristiyan tefekküründen hareket eden ruhi yatçılar, şuur, irade gibi psikolojik vakaların sebeplerini, rasyonc listler gibi, sabit ve ôprıyori zannediyorlar. Bu suretle insanlar ve delayısile milletler düşünüşü arasında bir vahdet. ayniyel tevehhüm ·olunuyor. Yani veraset, terbiye ve tarihi cereyanların milletler ruhi ·yatı üzerindeki tesiri atianıyor !.. Böyle bir düşünce tarzının da şüphesiz şöyle bir neticesi ola ·bilirdi. Bir insan veya bir millet, hangi tarihi cereyanı yaşamış olursa ol�un, şuur ve iradelerde tahavvülôt, yani bir yükselme veya elçalma . olmaz. Halbuki : Bütün psikolojik vakaların bir itiyatlar silsilesi, alışma olduğu. akıl şuur, irade gibi vakaların daha yük sek, yaratıcı mertebeleri tanzim ve tertip edilebileceği. daha afaki ·bir vaziyete konulabileceği Vatson, Gernap gibi pehaviyoristler ispat ederek, psikolojiyi statik telekkiJgrden kurtarmışlardır. Milletler, bu yeni ilmi iddiadan istifadeye. dualist ruhiyat yerine yaratıcı bir psikoloji getirrneğe savaşmaktadırlar. Aklın, hayata in ·tibak maksadile yapılan aksiyonların bir heyet mecmuası olduğunu kabul eden mütefekkirler, bir takım noktai hareketler vazetmek suretile de adam sendeci bir psikoloji yerine. müteal bir zihniyetin yeni ve daha yüksek bir telCıkkinin muazzam me�anizmasını kur ·moğa çalışıyorlar. Eski ruhiyatta, buna imkôn yoktu. Zira: Biraz ••
lO
evvel arzettiğim gibi. psikolojik vakalar, kabli ve sôbit sebeplerle izah olunuyordu. Akıl ve psikolojinin bu şekil izahı ise, ancak bayraksız· ve tarihsiz insan sürülerinin işine yaradığını arzetmiıştim. Tari hi kader ispat ediyor ki Bir milletin vasıl ·olduğu netice . Tarihi hatıralarile mepsuten m ütenasiptir. Yani çarpışmcımış veya çarpışmak fırsatını bulamamış insan kütleleri!ıin iradi intikalleri. sa vaşmış milletierin iradi intikallerinden çok aşağıdır. Bu noktai nazar; bir milletin bir akşama kadar nasıl birden y ükselivereceğinin ip uçlarını vermektedir.. Bunun için, psikolojiyi dualizmden, aklı rasyonalizmden kurtar mak kôfidir. Bir tenbihe mukabil nasıl fiziyolojik bir aksülômel vu kua geliyorsa. bir telekkiye mukabil de yeni bir pisikolojik aksül amel husuleogelir. Yani balta! ve kozmopolit tarif ve telekkiler ye rine, yaratıcı mefhumlar vazederek, yeni ve ulu bir pisikolojiye mün tehi olunabilir. Hakikaten. refleks hareketlerin tahlili. onları iradi ha reketlere bağlayan intikelin ne olduğunu gösterrneğe kôfidir. Bunu fiziyolojik bir hôdiseden hareket ederek te tesbit edebiliriz. Refleks ler; umumiyetle gayri iradi bir aksiyondur. Yani, fiziki bir ten bih nasıl fiziyolojik bir aksülômele tekabül ediyorsa. herhangi bir· telekkl de pisiko�i_k_�ir. aksül6�����j�kQ_bGf eder. �jn�enaleyh. acabacı bir mantık. kozmopolit bir felsefe. dönme bir e..slE?biyat yerine hamle�i ve ina�cl-ol�n fel�ef�_yi, ilmi. getirebiliriz. Mehmetçikle be rab�!:�y-ür ek -edebiyatı, Tük ulus�l_ inan��_ı iz_c:ıh e���iye cek felsefeyi. Türk slira·t ve. hamlesini -anlatamayan ôlimi . biz de-- · · anlamayız !. -DI�sal inanç, taiim ve terbiye ile. telkin ile gelişir ve yükselir� Binaenaleyh; pisikolojinin istikbolini. yabancı doktrinlere. acabacı ve mütereddi Aristo mantığına münafık ve garezkôr mezhep ve naza riyelere değil. oklitl<?rini. Lojandırlarını. Puankare gibi ôlim ve Lord Gürzon ·gibi pelaikacılarını daima yenmiş olan Türk ulusal inancına bırakıyoruz !. Bütün hareket noktamız ve fikri sabitimiz. bu ulusal· inanç, bu milliyelin felsefesidir 1.. �inaenaleyh; biz kôğıtlarımızı tezsiz edebiyat, ve ko7mopolit ilme_ dgğiL .J<�yg_gcı b.!r ��febjyc:ıt. jddiC;ıÇı- bir felsefe iC;:iiı_�arcayabiliriz! •
__
�"Y_��iy��
_
_
·
-------
-
· .
-
-
.
-- -
-
. .
..
..
--
-
•.
Bir dava. bir mesele önünde kolaylık veya zorluk mefhumla- rının bütün milletlerce ayni şeyler olduğunu, hiçbir psikolog veya mü-
ll
verrih iddia edemez. Böyle bir ga.flet ancak Riza Tevfik gibi bed h ahiarda görülebilmiştir. Işte yüce Türk ulusunun bazan bir husumet dünyasına karşı değ nekle savaşarak gôlip çıkması, bu engin tarihinin bir gerekmesidir !. Binaenal�ytı}_T._ü!_�_�gt�f�k�_r_i �<:]S_ıLv� neyi �üşürı�çeğinL&rk �.!_ Dür_kb_cıy_rıı_�aı:ı__�_eğil, �en� i Jı:ırihin_�_'? n .S.!:l�a�_ kt!!:_l.. Yarınlara, huşula, maverasında bulunduğumuz m ev'ut istikballere< Avrupanın arkasından değil, doğrudan doğruya adım alacağız !.. __
En yüce hedeflere, Sakaryaya, Lozana nasıl doğrudan doğruya adım attıysak 1.. Fakat itiraf etmeli�ir ki : Ziya Gökalp Bey ve tanzimat çılar davayı yanlış açtılar .. Avrupalılaşmak, muasırlaşrnak hülôso leşmek ve laşmaklarla devemteden bir hareket, bizi toklitçi yaptı� Kop<!rnik nazariyelerini, Kepler düsturlarını kabul etmekle ne kaybe-· deceğimiz soruluyordu. Halbuki bu !aşmak ve le�meklerin, Kent der ki, Durkaym söylüyor ki !ere müntehi olacağı hesaplanamadı. g�kalp .§_eyirı . v�. tanzimatçıların fikirl�riniıı ülyiyt=Jine ş üphe yoktur. Onlar �a memJ�k�t ve. .mill�t gş_ki!� ç!rp]r:ı�!Lc:l!:· Onlar da bE�lay�k --�;r ��gey__ QI_ırıQğa __çal,ıştılar. Fakat dava yanlış açıldı, netekim biz bunları �eninceye kad_-a___r,______ başk�l�r; çıktı.._ __________________ ______________ Avrupa ikı aramızdq_ r!l�YZ.Y.U _bı;ıbs..ol g[l_gir b�_ll.k...Qş_!!]ık teknik farkını yok etmek için, vazedilen leşm���-�!l!!l.E�_.hareket !!�t�sı. her tarafınd_9!1__9�ğr_ll___ �_i_r_ .!c:ı�iy� c:ıl�rıı_c:'! !. Tari h in en yüce maceralarını sürmüş ve yaşamış olan bir ulus, niçin bir günde iki asır birden kctedivermesln, niçin öğleye kadar mesela ingilterevi geçivermesin ? Niçin ihtimaliyet. kantom ve termo dinamik nazariyelerini Türk filozoflar, Türk ôlimler kurmasın?.. Kepler d üsturlarını bulmak, Sokaryayı yaratmaktan daha mı zordur?. Hafı zamızda dinamik bir yekun olarak her zaman hazır bulunan ulu bir mazi önünde, ayakta durabilecek hiç bir acaba ve hiç bir olamaz hailesi yoktur. Türk m ütefekkirlerine hitap ediyorum !. Tan klarile di ritnotlarile bütün bir dünya husumetini Sedilbahir sırtlarından başaşa ğı nasıl yuvarladığımızı unuttunuz mu? En mağrur d üşman olaylarını, teknıe ile değnekle Kocatepe sırtiarına seren büyük Türk millc;ıti değil mi? __
__
----·----· --- ···--
··--
__
__
l2
Leşrnek ve !aşmak fikri teknik ihtiyaçlardan doğudu. Yani doğ rudan doğruye ihtiyaça karşılık gibi geldiği için, niçinsiz ve çünkü süzdü. Netekim, Gök Alp &yin felsefesine Oürkaymın içtimaıyatı ve bilhassa kıymet ve şe' niyet hükümleri hakkındaki fikirleri tesir eHi . Ziya Beyin kanaati, gü��el_ik h_ay_cdın _t��_!VV�� �e!.LY�_b_un�Qn -çıkan prensiple�in. m��,i- bir neticesidi. Fakat. filozofun vazifesi. şar .kın be�rr.i�de�- k9Ç�rk�n -garbın .iz�ine, garbı� izminden u;aklaş;k�� :şOrkiiı-l:lezmlne düşmek değildir._ -. -- Bi�aenaleyh. o mütefekkirlerin hüsnü niyet ve fikirlerinin ulviye· tine rağmee, teşebbüsleri makus neticelerle biHi. Yani battat Os manlı ruhile Dürkhaym arasında bocalayıp durdular. Tarih. derin ve şômil olan emir ve nehilc:lin heybetli bir şuuru ve tükenmli!z bir Okyanusudur. Bir taraftan baHal ve lsagocu Osmanlı ruhile, diğer taraftan hilkatle başlıyan tırihini, Mondros adasının önün de bekleyen bir tekneye sığdırmak isteyen husumet dünyasile sava şarak, ulusal hakimiyet ve istikl61i önünde dünyayi dize getirmiş bir millet, elbette her davayı açmaktc haklı idi. Tarihi böyle hercü mercetmiş bir millet önünde, Avrupayı taklit etmiyelim de ne yapa lım denemezdi 1. Güneş manzumesini mahrekinde çevirecek kadar derinden akan bu Okyanusu, asıl ve mukadder macerasına 1 91 9 da başlaya rak, lnönlerinde Aristoyu, Lozanlarda Venizelosu halletmiştir. Bu ulusal inanç sırrına erememiş olan tanzimatçılar, haddi za tinde birbirinin ayni olan kaidecilik ve ananecilik mGnakaşalarile işi uzatmışlardı. Muhafazakôrlar mevcut koideleri lôyetegayyer hakikat ler silsilesine idhal ederek değiştirilmesini istemiyorlar, cezriler ise. kai· deleri kabul etmiyenleri miirtetçilikle itharn ediyerlardı. Ç_!i_r:!_�--h-�� i_�i tarafç� da kaidP, zamanların fevkinde ve muhitlerin haricind'? kai_m binefsihidir. (Kaide} daima ayni şeydir. ----T�kômülün s�reksiz ve _mütereddi bir vakfesi gibi addolunmayıp. C_(]lll_�� sabit bir ( �_yn_) addolunduğu anda, cansız bir kadit halini alır. Çünkü kaideler oturdukları yerde kalan munfossıl tak: litle�di;�-A-;;��;ı�r i��� . ibd�- -ve hamle demektir. Çünkü: anoneler,_ f!lU.ht;l�jı!'.lc:ı_rı_�ir.k_i�ite zevı<?_bcm etmiş _bir maziye, !Jrka_dc::ı_ı:ı_ ı:rı!!hO.r� bir kuvvet gibi iten tarihi bir cereyandır. Diğer tabirle, anane ı;;;-bir �iileti�--��rihi hatı�a ·: ahlak, namus, kahramanlık gibi Qn y�s�[�fiki_r �ôbitlelliii�ı.: ·
_
_
·
-
·
-
---
-
lstiklôl savaşında bütün düşmanlarımızı. Mondoros adasının. önünde bekleyen tekneye bu tarihi hamle ile bindirdik 1. Binaenaleyh: ciddi bir mütefekkir, suri bir escret olan kaideleredeğil, tarihi hatırciara inanır. Yani ulusal mabadültarihe, bu arkadan gelen itme, hamle ile çıkılır 1 Tam bir izah ı için ciltlerle k ita p isteyen bu dava, bugün her millet tarafından açıfmıs bulunmaktadır. Bütün eyvallahçı ve adam sendeci ahlaksız naza riyelere statik kaidelere, ecnebi hurafelere-. aman ve meydan verilmiyer ! . Bir ataJet ve avutma felsefesi olan kozmopolit m efh uml ar dimağlardan kerpetenle söküliip atılıyor!.. Ne Tevratı. ne Brohmanı, ne lsayı dinleyen var. Koyunlarını kurtlar yerken, çoban köpeği gibi. çitler arkasında havlayan metafiziki kozmopolit nazariyeleri geri çevir iy o r la r. Şimdi felsefe d em ek kışla demek, felsefe demek yenmek deml'k, ilim demek tepelemek demek, edebiyat demek, susturmak ve yıldırmak demektir !.. Binaenaleyh, milletler arasındaki sed ler, labiat kanunları kadar serazat h üküm sürecek ve ebediyen yühelecektir. Umumi oluş, yarınlara Eflatunlar Spinozalar değil, dôralar, Makya veller a rzetmeğe vazııhamildir. Kavga ebedi ve mu ka dderd i r lnsa_!l _ ygl!;ırL iç.in. deı;Jil. .Q.ı.ı.__Q_q.. lar parlak su��tte l��� -�9_ijgn_Jıruıdc.s.�� dq voları n fevkinde olı:ın _ �_ı:ihi!cıtıraJgr, ve bir. takım l<!"Lf'Dgt_b.Okümjgrl na�ı�_cı__yaşıy�;:-·�-e-�lüy��_cı�:-_ - -Kozmopolitlerin her fırsatta isti h za edegeldikleri bu k ı y m cıtler, hafızamızda dinamik bir yekun olarak her zaman hazır bulunacaktır. Bizim için, bedahe!_� mÜn(]�E5.�-��ilemez_ <:) l_c:ııı VC] r_lık, Pek.o._r t�ı-� ArislQn_!l!!_f!lan��� d_'?ğil. .�Q..c.li�����!.n ta!:;ii \:ıkkanul'l_ kaJiyeUe bize telkin et!iği Türkçl!J.Q.ğfuı.f.?lsefesi_ciir, .Suri manltğın r_es_mdtLÇi dg ireye ancak hafızasız mütdekkirlerle kQ..�ffiQ.P.O.liL��.sığQ.bilicl. Fe! şefc-nin, kuzularını canavarlar ka[>ı�ır.�.!IL- citler.__gr.kas ında h avl ay a n bir çob�n köp � g_i�qı�_9.�.!.1'l.���-iz.ahım_ı:r.iihlakbd Tili:lc �ütefekkiri��ı;;��;,k�n. bu büyük Türk rrıii!gtinin Akdt;ni�e ç:öJ-eceği dah<i-Ç"OJ(:�ş_��eri -�Q . ş!,:,"��-!��Y'?..�Şak_cm- a de ma_ğ lOp 4i!Q�C:(!ği � daha çok lcıi� ()rc;lar y_�jy1q�ygygJler yardır. ----ışte"T� rk lüğü n tarihi mukadd eratı ve ulusal in anc ı bu ülküdür! .
\
.
.
,
.
.
_
__
·
.
___
__
.
İzzettin Mete
.
�\4
MILLi FELSEFEYE DOLiRU Ben neyim? Nerden gelip nereye gidiyorum ? Niçin ve kimin için varım ?. Bu sorular, yer yüzünde insanlığın var olduğu ôndanberi kafa >'larımızın içerisinde büklüm, büklüm olup çöreklenmiş bir yılana .benziyen istifham işaretleridir. Külti:ır ve bilgi dereceleri ne olursa olsun bu sorular, düşünme kudretine ermiş her dimağın ezmeye ve eritmeye çalıştığı birer demir leblebidir. Dağ başlarında arkadaşları koyunlar, kuzular, d üşmanları kurt lar. canavarlar olan bir çoban bugün de tahta parça!arına veya hayvan kafalarına tapacak kadar medt?niyet düzeyi gcıri olan bir ·vahşi bile bu soruların ezici sıkıntılarını duymaktan kurtulmuş -değildir. Ferd, ölüm denen, ôkibetin bir gün kendisi için de gerçekleşe ·ceğini bildiği dakikadan başlıyarak iyi kötü, sistemli sistemiz, akla uyar uymaz bir görüşe sahip olmaya başlar. Bu dünya görüşünü elde etmek bir felsefe yapmaktır. Resmen kendisine filozof dediği· miz insanlar, felsefe yaptığının farkında olanlardır. Bu itibariodır ki, insani konuşan, gülen bir hayvan diye değil, felsefe yapan bir ya ratık diye tarif etmek isteyen büyük adam, yanlış birşey söylememiştrr. Tek tek her insanda bir insiyak kuvvetile var olan bu geniş d üşünüş kabiliyeti. terbiye edilmez, yahut yanlış yolda inkişaf etti rilirse bu kötü telôkkilerin sahibi olan fertler, dahil oldukları kitlenin varlığını bile tehlikeye düşürecek bir hayat tarzına bağlanırlar. Onun içindir ki, yeni bir hayat kuran milletler, münevverleri vosıtasile halkın çürümüş, kokmuş eski inanışlarını tazelemek mecburiyetinde dirler. Escsen yaradılışı çok gerçekci, doğru ve açık yürekli olan ·Türk halkına son asırlarda fena telkinlerle aşılanmak istenen ( ey vallahçı) (bana neci ) ruhun zaman zaman kötülüklerini görmüşüz ·dür. Bu infiradcr kendini düşünücü, aldırış etmeyici görüş ve duyuş, ,riyakôr şeylılerin, düzenci hocaların yapmak istediği afyonlu bir
ıs
f�lsefedcm başka birşey değ i ld ir lrıkılôp Türk iyesinin bütün bu iman ve duygu meselelerinde ileri sürdüğli or.a fi kirlerin sistemli bir fel sdesini yapmak. bugünün Tül'k müm>vwrlerine d üşen esaslı vazife lerelen biridir. Bu g örü ş ve düşü nüş sisteminedir ki. ben milli felsefe diyebi lirim. Bütün tarih b oy un c a canlılık, hc:reket. ve faaliyet örneği olarak gelen, doğmadan ·ö nc e var olduğu kadar öldükt en sonra da yaş ,yacak olan büyük kitle uğruna can vmmı;siııi bilen ve bütün kı.:vvetlerıni bu ereğe yünelten, Türk ruhunu, bir hendese intiza mi l e .
.
sistemleştirecek bir felsefeye muhtacız. Kant, Alman cemiyeti için bu işi yapan bir mütefekkir tipidir. Felsefenin esası. vazifedir. W. James pratik Amerikan ruhunun en yüksek bir ilimi; halini ( prağmatizm) ile inşa ettiği içindir ki Ame rikalıların ve bu yolda dünyanın en bı.yük filozoflarından bi�i ol muştur . Böyle bir felsefi esas ortaya konmadıkça. bilhassa pratik ha· yatta büyük hamleler olamaz. Başta yazdığımız soruların cevapları demek olan görüşler, her ferdin kaftısında billür parlaklığile vuzuh kazanmedıkça edebiyatçının kalemiden süpheler, karışık fikirler, ressamın fırçasından boğucu gölgeler, ruh sıkrcı şekiller; heykeltraşın demir çubuğundan güzellik namına acubeler çıktığı gibi köylüsü asırlar önceki inanlarile tevekkül kapısında köle, memuru bu işleri düzellecek ben mi kaldım diverek vurdum duymaz bir adam; ome lesi gündeliğini ortırmak için sağdon ve soldan gelen ilham ve te sirlerle cemiyete kafa tutuan bir yurddaş olur. Türk milletinin felsefesini yapmak isteyen için tarihi, fikri, ferdi ve içtimai bütün unsurlar hazırdır; Son çeyrek asırlık vakaları, Ça nakkale müdafaasından büyük zafere ve büyük zaferden bugüne kadar, derin ve ihatolı bir bakışla gözü önünde canlandıran ve ta rihin diğer safhalarında yaptığı medeniyetler ve gosterdiği fedakôr lıkları kitap yapraklarından kalb sayfalarına intikal ettiren bir Türk mütEfekkiri, milli felsefemizin, bu muhteşem fikir binasının temel taşlarını koyabilmek liyakatini kazanmış olacaktır.
Hasan Ali Yücel
16
FELSEFENIN MILLIYET! VE MILLIYETlN FELSEFESI Bu kelimelerin yanyana gelmesi kulaklarımda garip bir inikôs. içimde ôdeta bir lztırap yaratıyor. Felsefe ve milliyet... Insanları birbirinden ayırmak hususunda en önemli ve canlı sedleri yükselt miş olan c milliyet • insanların şüphe ve tereddüt hislerini bıraka rak, �yrılıkları ve düşmanlıkları unutarak, bir araya toplanabile cekleri felsefe sahasını da hükmü. altına alacak olursa insanlar arasında k�ndimizi kard�ş hi$Selm�ğe nasıl. imkôn bulacağız? Felsefeyi ne mô�ada anladığımızı �ir düşünelim. Felsefe ancak muhtelif insan bilgileri üzerinde akıl ve muhc;ıkemenin vücude ge tirdiği bir seı:ıtez Qlabilir. Felsefenin bu mahiyeti bizi tamamen objektif bir dünyaya götürür. Felsefeye temel olan bilgilerin yegône kaynağı ilim olmak icabeder. Başka herhangi bir şekil ve mahi yetieki bilgiler felsefe binasına sokulması caiz olmıyan malzeme lerdir. Onları mabadüttabiaya bırakabiliriz. Fakat felsefeyi ancak objektif ilmin o gün için bir hakikat ve realite olarak bize arzettiği fikri futuhata istinat etlirebiliriz. Milliyet duygularını ifrata vardıranlar ve bir hastalık yahut afet şekline sokanlar ilmin bu yüksek ve kudsi bitaraflığına da el uzatmışlar, ilmin ancak « milli • olabileceği iddiasını ortaya almış lardır. Fakat ilim, kudsiyelinden uzaklaşır ve kıymetini kaybeder. I lim, mahiyeti iktizası, cihanşumul ve objektif olmağa mecburdur. Çünkü ancak böyle bir bilgiye ilim adı verilebilir. Her memlekete göre değişecek bilgiler bütün insanlar için bir kıymet teşkil et mekten hali kalırlar. Milliyet hisleri ve mülôhaza.ları ilim ve felsefe hudutlarının dı şında kalırlar. I lim ve felsefenin sert ve ciddi mabedine yüzlerini sürmek isliyenler oraya evvelden peyda edilmiş bütün fikir ve ka naatleri terk ederek içeri girebilirler. Felsefenin milliyetini tasavvur dan zihnim acizdir. Milliyelin felsefesıne gelince: Burada felsef� tôbirini ancak pek geniş bir mônada kullanmak şartile bir milliyet felsefesinden bahsa imkôn vardır. Fakat felsefe bukadar umumi bir şekil de kabul-!pct lirse hakiki mônasını kaybeder. Felsefe düşünrneğe başlıyan insanlarla birlikte doğmuştur.
17
Fakat milliyet ancak dünün evlôdıdır. Bugünün hem sosyeto2ler içinde hem sosyeteler arasındaki münasebetlerin en ateşli bir pren sibi ve rehperi haline gelmiştir. Felsefelere hôkim olan akıldır. lman dinin tenıelidir. Milliyet daha ziyade hissiyola dayanır ve insanlar hislerine bir akıl ve mantık cilôsile hususi bir prestişe bir otorite vermek sıkıntısından kendilerini kurlaramazlar. Onun için, mil liyete bir felsefe icat ettiler. Yani milliyet duygularını her türlü ilirazın üstünde, makul ve sağlam göstermek çarelerini ara't:lılar. Halbuki insanlar doğru buluşlarına değil hislerine uygun gördükle rine inanmayı tercih ederler. Bunun içindir ki felsefe sahasına yükselebilenler azdır. Çoğu yarı yolda kalır. Bundan dolayıdır ki felsefede bir milliyet buluna bileceği zan olunmuştur. Felsefeyi milli hedefler uğurunda ôlet etmek isliyenler onu da hissiyalın ve ihtirasatın hükmü alhna sok mağa çalı:;;tılar. Ne felsefede milliyet vardır. Ne milliyelle felsefe.
Hüseyin Cah it Yalçın
MilLIYETlN FELSEFESi Fertler arasmda hukuki müsavat arayan liberalizm ve iktisadi müsavat arayan komonizm, mücerret insanın haklarını ve menfa atlerini gözeten iki nazariyedir. Liberalizm de, Komonizm de, bir milleti millet yapan sosyal şartları hiç birini düşünmüş değillerdir. Ikisinin de gözünde insan cemiyetleri, aralarında lisan, hukuk, eko nomi, estetik, ·coğrafya, iklim ve tarihi kader farkları olmıyan, bir kalıptan çıkma, aynı hukuki veya iktisadi vetireler içinde inkişafları zaruri. sadece müşterek şartların emrinde menfaal ve istihsal kütleleridir. Bu iki nazariye de insanı reel şartlarından tecrit ederek, sade ce müşterek ve umumi vasıfları içinde mutlak ve mücerret bir mefhum halinde görür. Insan cemiyetlerini reel tekômülleri içinde müşahede altına alan şosyoloji böyllil bir mefhum tanımıyor: lçti mai morfolojinin tayin ettiği tiplerden birine dahil olmıyan, mutlak ve mücerret bir insan cemiyeti yoktur. Hart, Klan, kabile iimmlll F
:
2
18
veya millet.. gibi şekillerin dışında, kütlelerin umumi karakterlerini . aramakle dayan bir sosyoloji. ilim haysiyetle mevcut bile olmamıştır. Tarihi sosyoloji. bize, insan cemiyetlerinin tekamül ettikçe milli üniteler halinde billurleştıklarını gösteriyor. ôyle ki, milletler ara sında temas, anlaşma ve sevişme imkônlarını artııran teknik inki şaf { şimendöfer, otomobil, tayyare, telefon, radyo... ), bir yandan enternasyonal ve beşeri ruhu kuvvetlendirirken, bir yandan da milletleri eskisinden fazla taazuv e!tiriyor, milli benliklerini kabartı yor. Çünkü milletler arası ( beynelmileli temasların ve münasebet lerin vücudü.. elbette bu milletierin vücudüne bağlıdır. Milletler ol macian c milletler arası ,. mefhumu bile teşekkül edemez. Bugün insan cemiyetlerini ancak içinde yaşadıkları reel millet çerçeveleri içinde tanıyabiliyoruz. Bu çerçeveler arasındaki milli katogori farklarını hesaba katmıyan ve hepsi için müşterek bir ideal planı içinde idare sistemleri kuran bir ideoloji, liberalizm veya kominizm, insan cemiyetlerinin en gerçek şartlarını ihmal etmiş ol manın affedilmez ilmi hatasına düşmüştür. Reel planda millet evv_el gelir. insan sonra; binlerce yıllık ağır bir teka'!lülle tarihin önümüze koyduğu bu planı mücerret ve ideelci nazariyelerimizle yıkmak mümkün değildir. Buna tam manasile ideal bile denemez. Hareket noktası reel olmıyan bir ideal. hareket noktası millet olmıyan -- bir insan cemıyefı, sadece ha aldir. Mil ıyetçi ık düşmanı bir yahudiye sorunuz: Denize bir Alman ve bir Yahudi düşse hangisini kurtarır ? Cevap malum: Yahudiyi kurtarır. Fakir bir türke sorunuz: Denize zengin bir Türk ve fakir bir Alman düşse . hangisini kurtarır ? Cevap malum : Türkü kurtarır. Demek ki reel planda milliyet duygusu, insanlık ve sınıf duy gularından üstündür. Yahudiler milliyet düşmanı ve inscıniyetçi görünürler. Onların bu düşmanlıkları yabancı ırkların ve milliyetierin nasyonalizmine karşıdır. Aralarındaki müthiş tesanüde bakılınca Yahudilerin en ırkçı ve milliyetçi kavim oldukları besbelli değil midir ? Her millet için reel planda birinci ideal, kendi milli taazuvu, ikinci ve son ideal de, milletler arasındaki temas ve münasebetle rin mükemmel bir nizama kavuşmasıdır; birincinin üstünden atlayı�
19
ikinciye varmak Isteyen insaniyetci ye beynelmilelci nazariyelerin hepsi. ayakları milli realit�ye takılarak, yüzü koyun kaeakl���ak üzeredirler. Bugün. cemiyet hadiselerine hangi yüzünden bakarsak bakg lırn. milli karakterin birinci plônda ka'rşımıza dikildiğini görürüz,; Son asırların tarihi. milli birliklerin teşekkülü tarihidir ; son yılların tarihi. milli ekonomiterin teşekkülü tarihidir. Modern psikoloji bize insan ben'inin en son tahlilinde milli- sosyal unsuru bulunduğunu g�teriyor. Ferdin benliği. benliğin tekômülü veliresine dahil sosyal bir teşekküfdür. Ister psikolojinin aradığı fert olarak. ister sos yolojinin aradığı cemiyet olarak, insanı milli oluş şartfarının dışında ne müşahede. ne mütalea edebiliyoruz. Insan cemiyetlerini moda lojik bünyelerinden ve en son merhalesinde milli hususiyetinden a yırmak. bır cismi şeklınden ayırmak kadar jmkônsız olduğu için, mücerret insan nazar iyeleri. milliyet hôdiseleri önünde bozgundan bozguna uğrayorlar. lcinde bulunduğumuz hQ.�QIJ bezimetlerin kanlı delilleri ve ispatlarile dolup taşıyor. Çünkü mücerret insan -hayali karşısında millet bir realite - �-miffiyet reel bir bôdisedir: milletlerarası nizarnının teessüsü arıcak milli taazuvların tekômülüne bağlıdır. Milletlerarası insan. anca k milletler tom şuur! arına ve ta azuvlarına kavuştuktan sonra do_ğgcaktır. Milletleri inkôr eden bayali beynelmilelcilik ve insaniyetcilik son günlerini yaşıyor.
Peyami Safa K.MOM�N 0��-'-' V i ; /\ i· ı �
1
MILLIYETlN FELSEFESI •
Milliyelin felsefesi vardır. Felsefe; düşünmek olduğuna göre. her milletin kendi şahsına münbasır bir düşünme tarzı vardır. Eğer bütün insan kitleleri ayni surette d ü şünseydi ne Arap. ne Acem, ne Ibranilik olurdu. Milletleri meydana getiren tesiret ne ise. ruhiyat ve zihniyeti yapan tesiret ta odur. Felsefe tarihin�e gördüğümüz meslek ve doktrinlerin menşe. zaman mekôn ve bu zaman VI? mekôn içinde cereyan eden badiselerdir. Binaenaleyh; her millı;ıtin
20
tarihi mukadderatı birbirine banzemez şekilde tecelli etmiştir. lrkan · çok yüksek yaratılmış bir milletle, ondan aşağı yaratılmış milletler· ayni suretle düşünmezler. lrkan aşağı milletler tarih sayfalarına yalnız esaret. zillet yazmışlardır. Çünkü haysiyet ve şeref hissi bu gibi milletlerde pek az veya hiç mevcut bile değildir. Bir milletin. mazisi, istikbalinin insiyaklarını teşkil eder. Netekim, bugün hale ve i�tikbale umutla, güvenle bakmamız, maziden gelmektedir. Halbuk� mazisi olma����Ls�_ da işaret ettiğim gibi escret ve zilletfen iban!!t �l�!'- kaviı:t!Jer ..Qi�irıı__.sıi_I:�.L�üşünebilir mi? Onlardan tarihi hak aramk hissini, tarihi kaderleri kaldırmış ve yok etmiştir. Bunun içindir ki m�lliy;t�-j�Jiı�f_�C � f�lş��hf�.�'!'J�!Y�!!_�imuştur. Sonra, fels�f�:�rT!_gvzu ve gayesine rağmen�_yi� �ı:r:ı�_ıı:ıi_ .�1.ı'. _i_sti�_amet tcı.!<jp_gdeıı:ıısımiştir. Netekim Amerika gib� bir sanayi memleketinde fay��--ıı:ıa!uf prağmatizm, şarkta ta_!Tlg��-� qkŞf��-�İcıgate --�üteveccih _ tasavvuf doğmuştur. �!Ul�tin J.IDsefesL olduğunu . sösteı"en b.ı.ı_ı:ıq_ı;ı_rı _c!_qhC!_ y_cız_ıh__ bir· misal olamaz. Doktor Rıza Nur _
·
·
-
-
-
__
-
------
_
MILLIYETlN FELSEFESI Milliyelin felsefesi mi ? Elbette vardır. Frenkierin c Le gı!mie des peuples :t, c Milletierin dehası, dedikleri müsbetteki nazariyenin mücerretteki manası nedirki ? Ekonomi ve politika ; edebiyat ve felsefe, spor ve ash>rlik gibi kafa, beden ve strateji hamleleri, evvelô fert ve milletin yaratmaları ;· zamanla milletler ara!Sı yayınları, neticede her miiletin berıimsediği beşeri ve içtimoi tatbikler değil midir ? Milliyelin felsefesini inkôr müssirle eseri karıştırmakton ileri geliyor sanırım. Sebeple neticeyi ayırmak lôzımdır. Insanın fikirden değil, fakat fikirin insandan doğ duğu gibi... Peygambersiz önımet tasavvur edemyieceğimiz gibi, milliyetsiz insar>lık da havsalamıza ğüç sığan bir mefhumdur. Mucit bir ki.-ıyakerin, müstait bir bestekarın ··torı rıozoriye ' alimin ma sinde yohut ahenk tertibinde başardıkları yenili' lıdır ve kôinatın varlığında boşka bir diizen yural... . ·kat her iki�
21 n n de dehası onları en yakından çevreleyen cemiyetin ve cemi ·yet hadiselerinin, milletin ve milli terbiye ile ilmin üsaresidir. 1Fikrin doğuşu ölüşü ve verimi gibi... Orta Afrika zencisinde radium ·kaşifini aramak gülünçtür. Radium ister Amerika madenierinden istihsal edilsin, şifası ister orta Afrika zenci cemiyEtinde tatbik edilsin. biz yine radium dediğimiz ••.man ilk aklımıza Curie gelir, ve sonra onun fransız olduğunu a ...sünürüz. Shakes Peare'in mevzularının hatta tiplerinin bile ekserisi ya ·bancı memleketlerde geçen hadiseler, yabancı memleketlerden ·alınmış şahsiyetlerdır. Fakat sanatkar ingilizin, kareklerler ingilizin, düşünceler ingilizin mahsulüdür. Ne kadar alimin oiursa olsun bir Kanfın fikirleri alman bün yesinin; bir Hazreti Mev.lanın meşnevisi Türk yaradılışının mahsu... lüdür. Tufeyli ve Parazilin milli tesiri geçicidir. Çünkü Tufeyli'nin kainat ölçüsünde mikyası yoktur. Ihtilaller doğurabilir, muha rebelere sebep olabilir. Fakat ihtilal ve muharebenin sonunda gene milletin zaferidir ki. hem öz vetanda hem yabancı memlekette müspet verimi verebilir. Bugün yer yüzünde bir milletler paraziller ·muharebesi hüküm sürüyor. Parazitler perde arkasındadır. Onları harp meydanlarında göremezsiniz. Kanlarını akıtmazlar. Fakat ke selerini doldururlar. Hangi taraf galebe çalarsa çalsın bir galibiyel koca dünya tarihinde bir an bile değildir. Neticede dünya dehasını doğuran yine milli prensiptir : Işte Rousseau büyük ihtilal terkibinden sonra Napolyon. lste 1918 Spartekus hareketinden sonra Almanya. Işte dünya adamı Lenin'den sonra millet adamı Stalin'e 1 Osmanlı imparatorluğunun inhitatı, bir dönme Valde Sultanla bir Portekiz milliyetçisi Nesi'nin perde arkasından devlet işlerine i karışmalcrile başladı. Buna koca Sokullu bile karşı kayam adı. Türkün tek�ar doğuşu, Türk milletinin, Türk anasının, Türk köylüsünün imanlarından doğdu. Işte Osmanlının menfi tuleylisi ; işte Türkün müspet millisi 1 Şu halde Türk milliyetinin felsefesi nedir 1 ;Berrak su gibi açık bir muadele : Anadolu kökü + Garp ve Şark <ITlalzemesi Türk jenisi. =
Celaleddin Ezine
MILLIYETlN FELSEFESI Insan cemiyetleri en çok zümrelerden başlayarak gittikçe daha• geniş halkalar halinde arzı kuşatıyarlor. Eskiden klanlar, kabileler ve siteler vardı; şimdi milletler var. Millet, mesaha itibarile olduğu kadar kesafet itibarile de eveiki cemiyetlerle kıyas edilerniyecek derecede büyüktür. Bazan bütün eski bir. imparatorluğun nüfusu bir milletin şehrine toplanıyor. Bu yakicışma ve sıkışma insanlar ara sında manevi bağları da, gerginlikleri de arttırıyor. Insanlar yanyana• yaşamak mecburiyelile her türlü ruhi münasebetlere giriyorlar : Düş manlıklar da dostluklar kadar zengin. Buradan, muasır milletlerin, büyük hamleleri, meslek bağları ve sınıf mücadeleleri anlaş;lır. Maddi ve manevi kesafet, her iki bakımdan bir yayılma ve taşma doğuruyor. Büyük kültürler zayıflarını nüfuzu altına alıyor. Büyük kuvvetler küçüklerini ortadan kaldırmak istiyor. Irili ufaklı her cemiyetin bir yayılma istidadı, bir nevi « imparatorluk» u olduğu gibi, milletin de c imperatorluk hırsı var. Milletloır -zaman bakımın· dan- bu kesafeti kazanma yarışında ne kadar ilerdeyse imparator luk hırsı o kadar büyük oluyor. Bu yalnız istilô ile, servetle, ser maye nüfuzu ile değil; kültürünün, ilminin hôkimiyeti ile kendini· gösteriyor. Eğer tarihi seyri ortadan kaldırmak ve milletierin kuru luşunu ayni zamanda tamamlamak mümkün olsaydı bu davaya lüzum ve imkôn kalmazdı. O zaman �devletler hukuku » bir hayal değil, vakıa olur; ve her millet ke ndi istihsali ve kendi kültürlerile kanarak aralarında bir uzlaşma doğardı. Bununla beraber hacım ve kesafetçe en ileri safta olmayan, milletierin de zengin kültürler yaptıkları görülmektedir. Bunun sebebi, kültürü vücude getiren ômilin yalnız mikdar değil, fakat c zaman. dahilinde oluş » olmasıdır. Bu yüzden kesafetler bazan muvaffak oluyorlar, fakat bu insanı aldatmamal ıdır. Bütün canlı ve cansız tabiat gibi insanın da şeniyelinde en büyük rol aynıyan c zaman. dahilinde oluş • nisbeten- küçük teşekküllerin çok sağlam ve de-. -
23
rin teşekküller olmasına hizmet edebiliyor. Onlar büyük akıniara mukavemet ettikleri gibi, bazan bir sel geçmiş olsa bile yine granit kayaları gibi yerlerinde kalıyorlar. Nüfusu, ihracat eşyası ve kitap larile toptan ve tüfekten daha kuvvetli ;stilô yapan zamanımız mil letleri karşılarında bu nüfusa daima düşman kalacak kavgala'r, bu eşyayı alamıyacak kadar c istihlôk kabiliyeti » az insanlar, ve bu kilapiara karşı koyan kitaplar buldukları zuman nihayet bir gin durmaya mecbur olacaklardır. Milliyet meselesi konuşulurkl?n Üç mefhumu esaslı surette ayır· mak lôzımdır : Irk. kavim. millet. Irk teşri hi bir teşekküldür. Kavim bir dil ve örf bütünüdür. Millet_ �!!�_!.9i��zan dayanan, bazan dayanmıyan bir isti.b_şgJ_�--�-l!ltii_r: _Q�tünüdür. Her ce_!!.liyette _ELd!:!� . ğibi milleUe de cjili_ı:ı:ı_gL_şını{!gr_»__ vardır. ktimai teşekkül inkişaf ettikçe bu sınıflar arasında gerginlik artar. Vücudün bazı buhranla rım yaşın zaruri neticesi görmek lôzımgeldi�i�i� sı�!f�l!:�u- ve mücadelesini de milli inkişafın ilerleyişinden doğan zaruri bir netice 9I_bi görmelidir. Bu nevi mücadelele� olacaksa olacaktır. Anc�k--..;.;G him olan. henüz teşekkül şartlarından birçoğuna sahip bulunmıyon cemiyetin cebri hareketlerle millet olmaya çalışırken, bu sınıf buhranını suni olarak yaratmasıdır. O zaman sınıflar, tarihi bir inkişafın mahsulü olacak yerde parazil olarak meydana çıkıyorlar. Bu parazil sınıflar istihsal ve kültür bakımından görmeleri lazımgelen rolü göremedikleri için hem çabuk yıkılıyor, hem de içinde doğduk ları milletin tabii inkişafına en esaslı zarar teşkil ediyorlar : c Zaman dahilinde oluş » o engel oluyorlar; hazır kültürlerden birini kopye etmek suretile kültürün tabii inkişafına mani oluyorlar; milli teşek külün hangi safhada olduğunu görerek ona göre tedbirler almaya imkôn bırakmıyacak bir nevi galvanisation yapıyorlar. Bu milletierin en büyük vazifesi parazil sınıfları ortadan kaldı rarak, her şeyden ev"� iÇt"f��i !��kkWT;.:�i-�T�g;:i gibi tesbit etme-k, kendi unsurlarile ve kendine benzer millellerle beraber zaman dahilinde oluşa imkôn_�-ı:ı�rl��-��--b�_I�J_5!ecikmişse mevcut �_!l!lurlar ve kuvvetlerle muk��emete gi���tir. _
__
___
-------�--
-
-
)
__
- ---�·----· · ·
Profesör Hilmi Ziya Ulqen
--
•
24
IRSIYETiN MiLLET BONYESINDEKI ROLO
[*]
Millet hayatının en mühim unsuru, fertlerin irsi hamulesidir. lrsi vasıflar, sonradan kazanılmış vasaflardan prensip itibarile fark lıdırlar. Fertlerin atalarından getirdikleri müspet ve menfi irsi kabi liyetler, değiştirilemez. Bunlar oldukları gibi nesilden nesile geçerler. Halbuki sonradan kazanılan kabiliyeller ancak fert hayatile kaim dir. Ve ferdin ölümü ile ortadan kaybolur. Bir milletin istikbali fertlerin ekseriyetindeki hamulenin istikametine tôbidir. lrsi istidat lara insan elile mukabele kabil değildir. O halde müspet ir� poli tikası şu olabilir : Millet hayatı bakımından müsait irsi hamuleyi taşıyan fertlerin çoğalmasına yardım etmek menfi hamuleyi taşı yanların çoğalmasını tahdit etmek. Bunu yapabilmek için irsi olan müspet ve menfi islidotları bilmek lôzımdır. Bu bahiste irse bağlı hastalıkları - ki millet haya tının büyük bir menfi unsurudur ele alıyorum. Hastalık Wirhow'a göre hayati muvazenenin bozulmasıdır. Hastalığın veraset ilmi bakımından tarifi, bütün uzviyetin veya bir kısmının reaksiyon kabiliyetinin değişmesidir. lrsen intikal eden şey. hastalık değil muayyen harici şartlara karşı uzviyetin o hastalığa has bir şekilde, reaksiyon verme kabi liyetidir. lrsi bir hastalığın bir fertte kendisini göstermesi için şu şartlar lôzımdır : 1 Ferdin o hastalığa ait veraset nüvesini hômil bulunması. 2 Bu nüvenin hastalık şeklinde tezahuruna imkôn verecek harici şartlar. 3 Hastalık manifestasyonunun mutat şekilde görünmesi. irsi hastalıkların da diğer irsi farikelar gibi Mendel kanunia rına uygun bir şekilde sevrettiği görülmüştür. Ancak bu şekil bazı vakaları aşikôr olduğu halde, bazılarında biraz karışıktır. Onun için bu hastalıkları tetkik ederken açığa vurmaya 1 Dominant ) ve saklı kalmıya 1 Resessif ) meyl eden kısımları birbirinden ayırmak lôzımdır. Dominant bir şekilde intikal eden hastalıklar ; Açığa vurmaya meyl eden hastalıklarda ebeveynden birinin o hastalığa müpk?lô, birinin salim olması takdirinde çocukların yarısı salim olacaktır. Her batında hasta fertlerin sayısı sağlarnlara mü -
-
-
�]Mevzuumuzla alikadar olan bu yazılar,
Profesör Sadi lrma�ın mÜ•
asadesile lrsiyetin Millet Bünyesindeki Rolü isimli kitabından alınmıştır.
25
savidir. Ebeveynden her ikisi dominant
bir hastalıkla malul iseler,
çocuklarının 3/4 hasta, 1 /4 ü sağlam olur.
Ebeveyni sağlam bir fertte bu hastalıklar görülmez.
Bu söylediğimiz kaideler tamamen cari olmakla beraber zôhiren
buna uymaz gibi görünen vak'alar da vardır. Çünkü şunlar olabilir : 1
-
Hastalık tam şeklinde kendini göstermez.
2 Bazı dominan t hastalıklar bazan çok geç zuhur eder. Ve bir fert bu çağa varmadan başka bir hastalıktan ölebilir. -
Resessif hastalıklar : Deminat hastalıklarda her batında muh
telif fertlerin
hasta
almcisı
esastır.
Halbuki
resessif
vasfı bir veya bir kaç batında görülmemektedir.
hastal ıkların
Resessif bir hastalığın bir fertte zuhuru için ebeveyninden her
i kisinin hastalığın
veraset nüvesini hômil olmaları lôzımdır. Fakat ebeveynin bizzat hastalığın tezahüralını göstermiş olmaları şart de ğildir. Ebeveynin bu haslalıkla malul bir aileye mensubiyeti kôfidir. Resessif
hasialıklardo ebeveyninden her ikisi
·iseler çocukların 1 /4 hasta, 3/4 sağlam olur.
haricen sıhhatli
Ebeveyind•m birisinde hastalık zuhur Etmişse, çocukların yarısı
hasta
yarısı sağlam,
ebeveyinden
mişse çocukların hepsi hasta olur.
her ikisinde hastalık
zuhur et
Bazan bir hastaiık veya irsi bir farike bir değil müteaddit veraset
ünitelerine bağlı olarak geçer. Sağırlık, dilsizlik, erken bunama
gibi.
Şimdi irsen intikal ettiği sabit olan hastalık ve hastalık istidot
larının en mühimlerini yazalım : Sinir ve ruh hastalıkları :
Koku alamomazlık, o delelerde ufalma. erken buna ma, gezgincilik,
. hamaseksualite, manyakdepresif cinnet. kekemelik, titreklik, salaklık. Dahili hastalıklar :
Habis kansızlık, damar setliği, astım,
basedav, şeker hastalığı.
kanama hastalığı. verem ve kGJnser istidadı. Göz ve kulak hastalıkları :
Şebeki tabakanın sökülmesi, astigmatizm, gece körlüğü. miyopi, -sağırlık. Görülüyarki irsi hastalıklar büyük bir yekun tutmaktadır. Bunların tedavisi i mkônsızdır. Yapılacak şey a ktif ve pasif ı9tı
fadır ki kitabımızın son kısmında bundan bahsedeğiz.
26
ZEKA VE DEHANIN IRSILIGI Veraset biyolojisinin araştırmaları dehô ve kabiliyelin de irsen
intikal
eden vasıflardan
bulunduklarına
hususta herkesin hergün yapabileceği edelim :
1
-
gelmiştir.
2
-
vermiştir. 3
-
herhangi
( Gottard }. 4
-
Bach
ailesinden beş
nesil zarfında
Bir dahinin
diğer
bir fertle akraba
5 büyük kopmonist
bir dahi
ile akraba
olması i htimalinden
Amerikada 1 400 kişilik zürriyet veren bir ailenin 300 ferdi
çıkmışlardı. (Wood}. -
Bu
şunları ilôve
Straws ailesi iki batın içinde üç büyük operet sanatkôrı
Edvard'a varan 5
şüphe b!rakmamışhr.
müşahedelere
olması
ihtimali
bin kere fazladır ve asılları Vonat
en yüksek içtimai
mevkilere
Würtsburg 1 1 62 lise mezunu şahadetnameleri araştırılın
ca şu netice elde edilmiştir. a) En iyi not alan
Iclebenin bobaları
mektepten en iyi derece ile çıkmışlardır.
dedeleri de
ekseriyetle
b) En fena not alan çocukların baboları dedeleri de ekseriyetle
mektepten fena not almışlardır.
Kaliforiniyc do 648 vak'cda zeki mektep talebesinin ebeveyn lerinin içtimci vaziyetleri şöyledir : 402 sinin babası akademik zat·
lar, büyük m üteşebbisler, 1 96 sının ilk tedrisct
muollimi,
tüccar, 22 sinin tüccar yalnız bir tanesinin ameledir.
32 sinin
Bu vckıalar yüksek kabiliyetlerin sadece emek ve ter mahsulü
olduğuna dair olan eski kanaeti yıkmaya kôfidir.
V al n ız kabiliyelin tevarüs tarzı muğlaktır. Bir çok vasıflar bil i·
yoruzki tevcrüs terziarını kolaylıkla izah ve takip mümk ündür. Bun ların çoğu
bir tek Vl"raset nüvesine bağlıdır.
Bu ünite ile nesilden
ne5ile geçer. Hastalıkların irsiyet tarzı da böyledir. Halbuki zekô ve kabiliyelin irsiyetinde
yeili insanın
çocuğu
bu basit tarzı bulmuyoruz. Yoksa her kabili
kabiliyeili ve
kabiliyelsiz olmak lôzırndı.
Yapılan araştırmaların
her habiliyetsizlerin de
çoçuğu
verdiği netice kabiliyetlerin poliin vera·
27
Poliid veraset demek
set yolunu takip edişidir.
bir farrkcnın m üte
addit veras�t n üvesine bağlı olarak geçişi demektir. Bu m üsait üni telerin
bir yere toplanması
birikmesi lazımdır.
ve
bir
ferdi
yapan
Böye bir toplanış herşeyden
kromosomlarda
evvel bütün menfi
lesirlerin bertaraf edilmesile mümkündür. Tecrübeler göstermiştir ki
poliid verasette en küçük müessirler toplanan üniteleri tahrip etmeye kôfidir. Şu halde kabiliyelin bir ferdde tecelli etmesi için : 1
-
Ebeveynden birisinde veya
her ikisinde zekô ünitelerinin
mevcudiyeti. 2
-
Bu
üniteierin
zarar verebilecek mevzuu bahistir :
hasara
m üessirler
pek
uğrarnaması şarttır. mu hteliftir.
Başlıca
Bu ünitelt!! re şu
ômiller
a) Meni hücresinin kadın uzviyeti dahilinde kimyevi veya fiziki
müessirlerle hasara uğraması, mihbelin fazla hamıziyei veya leviyeti, Ghdab:n
şekkül
b)
ve
hareketine
zayıf
iltihap!ar gibi.
ı'Vkni h ücresile
birbirine uyma m ası.
rahim
veya
nefirde
yumurta h ücresinin bilmediğimiz
ka
fena te•
bir tarzda
c) Alkol, firengi röntgen ve redyum şuaları tenasül hücrelerinin
doğuşlarırıo ve oluşlarına zarar verebilirler.
Görülüyorki bir kabiliyelin bir ferlfe leeeliisi için birçok müsait
şartların toplanması şarttır.
Bazılerı büyük adam evlatlarının hep m ütereddi tipler olduğunu iddia ederler. Istatistikierin belageti karşısında bu iddianın bir gaf let es,�ri olduğu muhakkaktır.
ile büy ü k
Bu fikirde bulunanlar
kabiliyeti ayni şey telôkki
ederler.
içiima
mevki
Vo meselô Sultan
Harnit paşalarından bazılarının çocuklarının mütereddi tipler göster diğini delil olarak gösterirler. Çaycılık.
vukluğun rütbesi vezarete
ğinin
zekô yüksekliğile bir olmayacağı
cuklarının
kabiliyelsizlikleri
Basurculuk. ahırcılık, dalka
kôfi geldiği bir devirde, paşa
mev.ki yüks�kli
bedihidir. Bu gibilerin ço
oğlu olduklarından
değil,
gayrı
kôfi bir irsiyet hamulesile dünyaya gelişlerindendir. Sonra bir ı:ı.>kô ' ailesinde zekônın her batın fertlerinde d e tecelli etmesi şart dı.>ljildir. Zekônın bağlı kısmı resessif
olduğu
veraset
nüvelerinin
bir kısmı dominant bir
mahiyette intikal ederler. Resessif
vasıflarm kn·lli•ıl
:ıs
ıçın ebeveynden her ikisinin aynı vasfı haiz olmaları şarttır.
Onun
için büyük kabiliyel ailelerinin bir veya bir kaç bafın için bir kabi liyetli
etmez.
fc;ırt vermemeleri
Bundan elmas •.
•
maada
c
zekanın
irsiyeti
aleyhine
binesip erbabı him met •.
c
bir
delil
teşkil
çamura d üşmüş
çorak yerde akmış kabiliyel •. sözlerine alem olan insan
tiplerini unutmamak lazımdır.
Yüksek kabiliyelin en mühim unsuru
irsiyet olmakla beraber inkişafı için m üsait cemiyet ve terbiye şart· larına mu htaçtır.
c
Çarıklı diplomat •. eyarenfiği dinlenir adam • söz
lerile tavsif edilen ve hiç bir terbiyenin yardımına mazhar olmadan sırf
irsi kabiliyellerile
biliyoruz.
halk
içinde
yüksek
En aşağı içlimai tabakada yaşamış
nüfuz
kazanan
tipler
olan böyle bir ferdin ço-
cuğunun müsait şartlar altında büyük bir kabiliyel göstermesi
irsi·
yetin a leyhinde değil lehinde bir delildir. Dehanın hangi motiflere bağ l ı olduğunu henüz bilmiyoruz. Bil diğimiz birşey varsa Deha veren ailelerde çok defa önceden yük sek kabiliyeili muhtelif fertlerin birer m Gbeşşir gibi zu hur etmesidir. "' ' Bu tip dahilerin örneği ·Muhamm etl Mevlana, Goethe, Napoleon, Kent, Darwin'dir. l:ilu dahilerin hepsinin ailesinde kendilerinden. evvel sık sık vasali kabiliyellerin üstünde insanların liyoruz.
gelip
i çıimai biyoloji bakımından mijhim olan nokta
yeili ailelerin millet içinde yaşaması
bu gibi kabili
ve çoğalmasıdır. Halbuki bü
tün d ünyadaki temayül aksi istikamettedir. aileler tedricen sönmektedir. Nitekim
geçtiğini bi
Her tarafta bu neviden
Fc:ılkenberg tarafından l sveçte
yapılan bir istatistik memleketin tarihinde ve kültüründe büyük rol_. '
.
ler oynamış
ailelerin çoğunun
bir esra varmadan
ortadan kayıp
olduğunu göstermiştir. Son zamanlarda Almanyada ve Amerikada teşek�ül
eden
ırk hıfzıssıhhası cemiyetleri
bu hususa çareler ara
makle meşguldür. Kitabın son feıslında bunlardan bahsedeğiz.
29·
MILLETLERDE ISTIFA Birçok kafalarda yerleşmiş
yanlış bir zan
vardır.
Bu zanne.
göre milledierin hayatı fertlerin hayatı gibidir. Nasıl bir ferd doğar, . büyür, ve m uayyen bir kema,. devresine girdikten sonra. zeval bu muayyen bir ihtişam devresincAı sonra
lursa bir millet te böylece
sukuta mahkumdur.
Hakikatte milletierin zevali. i:aruri ve mukodder birşey değildir.
Bilôkis biyoloji bakımından
her millet
·
gitgide
inkişaf ve ıstıfaya
müstaiddir. Tarihte kaybolduklarını
gördüğümüz kültür milletlerinin
ratan, taşıyan, esirgeyenlerin
içtimai şartlar yüzünden
ziyaı biyolojik değil içtimoi hôdisedir. Kaybolan şey milletin nüfusu değil o miiletlere has kültü.!:..._YSl vermemesid ir.
•
fena
Her şeyden evel bu içtimai sukulun sebeplerinin
ve her millet için su kutu n tesir etmiştir.
nesil
tanınmaması
m u kadder birşey telôkki edilmesi
Biyoloji bakımından bir milletin ıstıfa vaziyeti üzerinde kilde tesir yapmak m ümkündür. 1 - Parakinetik. 2- l diyokinetik. 3- Selektif usuL . Parakinez demek ferdin
veraset
bünyesinde
den evel bu · çeşit vasıfların
evlôda
intikal
mevcut
fena .
üç şe
olmadığı
halde terbiye ve intabak tesirile yaratılan vasıflar demektir. Her şey edemiyeceğini
bilmek
gerektir. Terbiye sayesinde bir millelin veraset hamulesin_i düzeltmeğe imkôn yoktur. Çünkü bugünkü biyolojide kisbi vasıfların kal edemiyeceğine kani bulunuyoruz.
irsen inti
Fakat terbiye dedigirniz kuv
vet her yeni nesil üzerinde aynı şiddet ve aynı istikamette tesir et
tirilirse o zaman bu muvakkat tesir daimileşmiş olur ve ôdeta irsen intikal eden vasıflar gibi kendini gösterir. Terbiye hem ruhu hem bedeni,
ları nisbetinde, müteessir edebilir.
. ferdin irsi kabiliyel ve imk�n
Bedeni terbiye bugün her m üterakki milletle büyük ve milli bir
spor proğramı çerçevesinde yapılmaktadır. Fikri terbiye ferdierde mevcut
irsi hamuienin
ni üsbet sahada .
azami d erecede işletmeye ve menfi hamulenin inkişafına m aya çalışır.
mani ol
·
30
Bu noktadan zamanımızın mektep sistemlerinde ısiaha rnuhtaç
taraflar vardır. Evvela d ünyanın hemen her yerinde tahsilde yaş ve sınıf usul ü hakim olmaktadır, Halbuki bu biyolojinin icabatile taban tabana zıHır. Muhtelif kabiliyetlerde çocukların yaş birliği yüzünden aynı sınıfla okutulması zekiler için na
j
�
zaman ziyai.
gabiler için
ye'si muı;; p olmaktadır. Sonra muhtelif kabiliyelteki çocukların mek 1 tebi m üsôvi senelerde bitirmesi düşünülecek bir meseledir. Bu hususta lenz der ki :
«
Bazı çocuk lara 1 3 c;;; melik liseyi 1 5- 1 6 yaşında biti
rE:!bilmek i m kanı verilmelidir. Yoksa zekôsını tamamen
felmek l üzumunu duymayan zeki bir genç
lnkişaf etliro?mez » .
tahsile vak
kabiliyellerini tamamen
l çtimai biyoloji bakımından tahsil müddetinin uzunluğunu da
söylemek lazı mdır. Bugünkü şartlar altında yüksek tahsil 25 yaşın dan
eve(
bitmiyor.
Staj
ve hayata
hazırlık dQ
ayrıca s�neler
işgal ettiğinden okuyan sınıf 30 yaşından evvel evlenmek
imkanını
bulamıyor. Hal bu ki bu yaş evlenmek için geçtir. Çünkü cinsi hayat nadir istisnalardan sarfı nazar 50· 60 ında sönüyor. Bundan maada
bu kader uzun seneler
bekôr kal mak mecburiyelinde kalan genç cinsi hastahldarın ve a hlôksızlıkların yayılmasında ômil oluyor. His ler zafa uğruyor. Jzdivaç müeı;sesesine itimadı kalmıyor. Ve niha yet m ünevver sınıfın az zürriyet vermesi sebeblerinden birisi de bu geç evleniştir. Bütün bu mahzurları
ortadan
müddetinin kısaltılmasına ihtiyaç vardır.
kaldırmak için
tahsil
Halbuki gittikçe artan bilgi humulesi karşısında bütün fakülteler
tahsil müddetlerini uzatmaya meylediyorlar. Bir kısım Pedegoklar lise tahsilinin i 2 - 1 3 seneye sığaımyacağını iddia ederler.
lôkkiler mektebin neyi vermesi lazımgeldiği hakkında
Bütün bu te fikirterin bir
leşmemiş olmasından ileri gelir. Hakikatte orta ve yüksek meldebin
her disiplinden ortada mevcut bütün bilgi hgmulpsini ta1eheye ver mesi bir gaye değildir. Uyandırılması lazımgelen en mühim nokta
icat ve keşif kabiliyeti, müşahede ve tenkit melekeleridir
•
.§_u
noktai nazardan içtimai biyoloji.
lerden tarih.
vakit almakta
coğrafya. •
liseniyet
·
rer.
guruplarının
icat ve tenkit kabiliyetini arttıracak men yerlesmemj�tir.
mekteplerde verilen deıs
lüzumsuz derecG!de
Buna mukabil mekteple;irnizde
�i· terbiye
sistemı
ıenÜz ta �
31
Tabiat ilimlerinde
fazla bir nazariyecilik
dersin yalnız tecrübelere karşılık olması
vardır.
Bu ilimlerde
kôfi değildir.
caizse tabiot ilmini talebenin bizzat yapması lôzımdır.
Eğer tôbir
Bu noktaya
ehemmiyet veren iş mektebi prensibi bu tekniği kavramış muallim
lerin azlığı yüzünden her. üz mekteplere tama men girememiştir. Tat bik olunduğu yerlerde
mühim semereler
vermektedir.
Bu usul ile
tabiat ilim leri verilecıak zamanı yarı yarıya kısoltmak m ümkündür.
lrsi olan vasıfların tamamen sabit olmadık!arına işaret elmiştik.
Cinslerin
tekômülü, yeni ırkların husulü uzviydler
vasıfların da
değişrnek kabiliyeline
bağlıdır. Bu
gibi Cimillerin rol aynad iğını henüz bilmiyoruz.
larına intıbak.
hayat mücadelesi,
ôiimler taraf;ndan ortaya atıl mıştır.
gibi
tunamomıştır.
Jrsi vasıfiarı değiştirebilecek
bir
ôleminde
irsi
değişmeden
ne
Değişen iklim şart
takım ômiller muhtelif
Fakat bunlardan hiç birisi tu
ilk müessir olarak
alkol ve sifliz
ileri sürülmüştür. Fakat her i ki müessirin tesirleri idiyakinetik olmak
tan ziyade parakinetik
bir mahiyet
Bu Cimil lerin
göstermektedir.
idiyokinez yapabilmesi üzerine belki münakaşa edilebilir.
san cemiyeti
içinde
bu tesiri
yapmakta oldukları
Fakat in
çok şüphelidir.
Yalnız yukarıda söylediğimiz gidi bu çeşit müessirler her nesil ferd
Ierinde tesirlerini gösterdikçe irsi vasıfları değişliı·meye benzeyen bir intıbo uyandırırlar. Hakikatfe de bu tesirin bütün nesillerinde devamı mevzuu bahistir. Bazıları alkolün tesirini bin seneye kadar biliyorlarsa d a
yeni araştırmalar
dört beş bin sene eve!
götüre
Çin
ve
Japonyada pirinç alkolünün kullanıldığını ispat etmişlir. Alkol kullan
mayan millet yoktur. Yalnız her yerde istihsal tarzı başkadır. Sifliz hakkmda da aynı şey söylenebilir. Vaka siflizin Avrupada beş
asır
dan beri hüküm sürdüğü anlaşılıyerse da dünyanın başka yerlerinde
en eski zamanlarda bile mevcut olduğu anlaşılmıştır. Ancak geçen
asırlar zarfında husule gelen muafiyet şartları neticesi ve şiddetini değiştirmiştir.
sifliz şeklini
Daha beş asır evel hat ve öldürücu bir
hastalık olan sifliz bugün hemen dağradan doğruya
hiçbir vefiyatı
mucip olmayan, fakat bilvasıto en muhtelif araza S•?bebiyet veren
müzmin bir hal kespetmiştir. Bazıları asırlarca zaman
sule gelen m uafiyet şartlarının irsen intikal
eıtiğini
zarfında hu
iddia
ederle�.
Fakat bu iddia u mumiyetle kisbi vasıfların intikal edememesi hük-
32
mümüze uygun değildir. Bundan
daha
ziyade
şu
nokta mevzuu
bahistir. Bir çok tufeylatta olduğu gibi firengi mikrobu da asırlarco
zamandanberi muhtelif vasıtalardan geçe
geçe
tesiri
değişmiş ve
hat hastalık yapma vasıflarını kaybederek bugünkü bildiğimiz müz nıin firengiyi meydana getirrneğe başlamıştır. Yeri gelmişken şunu
işaret edelim ki irsi firengi deniLm ve çocuğun
doğumunda
len firengi irsi olmaktan ziyade kongenitaldir. Yani cenini
görü
hayatta
voldesinin kanından geçmiştir. l diyoknetik tesirleri olan ômillerden birisi de rorıtgen ve red yum şualarıdır. Bu şuaların iı·si vas ı flara tesir ettiğini Morgan ve
Hertwig'in tecrübelerinden anl ıyoruz. Acaba bu şualar bir ıstıfa va sıtası olarak kullanılabilir mi? Bu nokta hakkında bazı teklifler ya
pıl mıştıı·. Meselô Hemofili hastalığında
tenasül
insanların
bilhassa
hastalığı taşıyan kadınların tencsül uzuvlarını muayyen dozda rönt
.gen şuaatına lôbi lutulmasını teklif edenler olmuştur. Fakat bu şu a larla biraz ileriye gidilse kadını tamamen akim bırakmak neticesi elde edilir. Az şua verilse
husule
ihatasızlığı üzerinde olmasına
gelecek tesirin
i m kôn
yalnız
yoktur. Binnazariye
hemofil
bu
irsi
hastalığı beriaraf etmek için yalnız bu hasta lığa ait veraset n üve
sinin Kromosom'daki
yerini bilmemiz lôzım gelir. Halbuki bunların
her i kisi de imkônsızdır. Onun için şimdilik şuaların bir
ıstıfa va
sıtası olarak kullanılması imkônından mahrumuz.
SELEKSiZON cSEÇiM» lstıfanın en mühim ve en fazla
randuman
verecek
gelmiş bulunuyoruz. Bu da seleksiyondur.
çaresine
Başka bahislerde andığ ım;z istatistiklerde şu neticeyi çıkarmış
tık : Bütün kültür milletleri içinde menfi
olan yüksek
zekôyı
taşıyanlar
her
bir
seleksiyon
vardır. lrsi
yerde azalmaktadır. Orta ve
aşağı zekô tabakası ise çoğalmaktadır. Bu hal eski kültür millet
lerini mahvetmeye müncer olduğu gibi Avrupa keye maruz bırakmaktadır.
kültürünü de tehli
Bu zeval mukadder değildir. 0nüne geçilmesi
önüne geçmek seleksiyenun vazifesidir.
kabildir. Bunun
33 1
-
Pasif seleksiyon, kabiliyetsizlerin, irsi fuhuş
mütemayil Asosiyal fertterin çoğalması na mani olmak. 2
-
Aktif seleksiyon, cemiyet
taşıyanların
çoğalmasına
için
ve
kıymetli irs
cinayete
hamulesini
muhtelif vasıtalarla yardım etmek.
PASSIF SELEKSIYON Bütün Avrupada psikopat, ayyaş, cani, saralı, sağır ve d ilsiz
lerden mürekkep 1 O milyon,
ve yalnız
Almanyada
bir milyonluk
bir kütle vardır. Her yerde yapılan istatistikler ispat ediyor ki
tipler vasalinin
üstünde
'ZÜrriyet yapmaktadır
bu
ve işin dahcı fenası
bu kütlenin fertleri tabiatile normal fertlerle değil kendi aralarında
evlenerek tenasüle devam
etmektedirler.
zarfında bu gayri içtimai sınıfın beş on
line terk edilirse, mukadderdir. Bir yandan yüksek
Onun için
son
iki asır
misli artması. kendi
ha
Demekki cemiyetin bugünkü gidişi :
kabiliyetliler mahvalurken öte yandan asosiyal
unsurların çoğalmasına göz yumma vaziyetidir.
Amerika Birleşik D. ve Almanya bu sahada fili icraata girmiş
lerdir.
Burada evvelô
irsi hastalıkların mıktarı
ve
menşeleri sağ
lam istatistiklerle tesbit edilmiştir. Bu istatistikierin verdiği netice çok dikkate şayandır.
Bunlardan
bir misal alalım :
Bugün Amerikada
mevcut irsi Korelalı 1 500 ü geçen ferdin aslen 16 ıncı asırda Avru
pada n gelen 6 kişiden üreme olduğu anlaşılmıştır. Bu posif seleksiyona üç çare düşünülmüştür,
1
-
itibarile
daki
Bu gibilerin izdivaçlarına m üsaade etmemek. Nazariyat
m üsait neticeler vermesi lôzım gelen bu usulün tatbikatın
müşkilat pek büyüktür.
Çünkü
cemiyet
�urette tenasül imkanlan daima mevcuttur.
içinde
gayri m' şru
Buna rağmen bu usulün tatbik edildiği yerlerde diğer bazı mü
!;ait neticeler alınmıştır. Bilhassa bu fertlerin evlenmesine müsaade
edilmediği münasip şekil
almıştır.
uzaktır. 2
-
vasıtalarla ilan edilince bu netice daha �yi bir
Fakat
söylediğimiz
gibi
kafi
bir c,:CJre
Asosiyal unsurların bir müessesede topL
-ılmaklan l....o ..rı-.i yol F : 3
içinde bazı fertlerin
bu suretle h üriyet!erini tehdit
hukuk nazariya
tınça belki doğru olmayan bir şeydir. Fakat cemiyetin büyük men·
faatieri bunu icap ettirirse tatbikinden çekinmernek lôzım gelir.
Asosiyal unsurların bütün hayatl•rı müddetinde bir m üessesede
kalmaları
oradci
ve
meşgul olmaları
yine cemiyet
için
kendilerine
uygun
işlerle
hom cemiyetin menfaatine, hem de insani düşün
celere uygun ve radikal bir çaredir. Ancak bu usulün icap ettirdiği masrafları da
millet bu usulü
bir kere düşünmek gerektir. Amerika gibi en zengin
içlerinde bulunan
tatmin etmeye muvaffak
olamamıştır.
1 O milyon asosiyal ferdi böyle
tutmak ve beslemek imkônından
Avrupalılar
bir yerde kapalı
büsbütün mahrumdurlar. Asyanın
fakir milletleri için ise böyle bir şey şimdilik hatıra bile getirileınez. 3
-
Bu zoruretler
karşısında pasif ıstıfa için üçüncü bir çare
bu�muştur. O da asosial unsurları mecburi bir akimleştirme ameli·
ya t ına tôbi tutmaktır. Bu usul Amerikada ve Almanyada vôsi mık· yasta tatbik edilmektedir. cavi2! ameliyatın
Ve şimdiye kadar yapılan 5 bini m üte
fert için sıhhi bir mahzur da
doğurmodığını gör
müşlerdir. Bu omeliyolla bertaraf edilen şey çinsi kuvvet değil yal nız tenasül
çok tatbik
bırakır.
hücrelerinin harice
edilen
vazektomi
çıkması
ameliyatı,
irnkônıdır.
Bu hususta en
lıusyeleri tornamen salim
Yalnız m eni h ücrelerini prostado getiren m eni
kanalını bir
yerinden bağlar. Bu suretle fert cinsi kuvvetini hiç kayıp etmez. Bu kuvvet
cinsi
belki de fazlalaşır. Yol n ız men i borusu kopalı olduğu için temas esnas ı nda meni dışarıya çıkamaz. Bu ameliyatın ,iyi
neticelerinden birisi de istatistiklerle . ispat edildiği veçhile cinsi has talıkların azalmasına
yardım etmektir.
sani bir şey yoktur. Ve hiç bir kimse
Demek ki bu işte gayrı in
bir şey kay ı p etmiyor. Yal
nız cemiyet tehlikeli unsurlardan kurtuluyor. Yegône dikkat edilecek nokta
emeliyota
tôbi
Maamafih cinayetierin
olanların
tekerrürü
iyi
ve doğru seçilmiş
yanında daha bir takım ruhi gayrı tabiiliklerin
ecdadında
olmasıdır.
ve aynı fertte cinayet temayülü mevcudiyeti
ferdin
psikopatların bulunuşu mühim ip uçlorıdır. Ve bu nok
talar nozarı dikkate alınınce bir haksızlık yapmak imkônı güçleşiı·.
35
AKTiF SELEKSIYON Aktifseleksiyonu hayvan ve nebatlarda temin etmek kolaydır.
Çünkü burada Vakıa Efiotun
tenasül
Devlet
için
sırf damızlıklar
narnındaki
kullanmak
kitabında insan
böyle damız.lıkların kullanılmasını terviç etmişti.
kabildir.
cemiyetinde
de
Fakat mütekamil
insan Etik ve esletiğile kabili tatbik değildir. Bunun yerine vasetinin üstünde kabiliyetli fertlerin zürriyetlerini
çoğal!mak üzere bir takım
kanuni mevzuat teklif edilmektedir. Bugünki.i mevzuatımız öyledir ki
fazla çocuk ebevevn için daimi bir yüktür ve hayatı kazanma mü cadelesinde az çoçuklular rekabet vaziyeline gelmektedirler. kabetle süphesiz yükü az olan az çocuklular
·bu vakıa m illi
bir hıfzıssıhhanın
Bu re
kazanmaktadır.
Işte
icaplarile taban tabana . zıttır. Bu
sahada yapılan teklifferden bir tanesi ebeveyn sigor!asıdır. Bu usul
de insan nasıl yangın ve felaketierin yorsa çocukların
zorarına karşı
icap etiirdikleri masraflara karşı da
sigorta edili
sigorta ediU
yor. Bu usul pek az yerde tatbik edilebilmiştir. Fakat bunun umu mileşmesi de
ıstlfanın
istediğimiz seleksiycnu temine
aleyhindedir.
Çünkü
böyle
bir
kafi değildir.
sigorta
Bilakis
karşısında zaten
-1 üzum undan fazla çoğalmaktc olan kabiliyetsizler sınıfı tenasülünü büsbütün artıracaktır. liC tıv.l :'r � � 'f'-.� .....,. � � •..ı lstıfa vaziyeti üzerinır -nier'ıfi esir ya pan cinillerden birisi de ·
veraset vergisi m eselesidir.
\
_
,
Bu vergide bugün
az çocuklu ailelerin
lehindedir. Buna mani olmak için veraset vergisinin çocuk sayısile makusen m ü tenasip olmasını teklif etmişlerdir. B azı nıa!i tedbirlerle ıshfa vaziyeti üzerine epeyce müsait te
ya pmak müm kündür. Fakat sırf mal i ve hukuki mevzuatla ıstıfanın temin edilebileceğine inan mak safdillik olur. Bizce en m ü
sirler
him nokta, veraset
fasına
c!ajr
ve içtimai biyolojinin milletierin te
bylduğy bokikatlerjn
mi'ıneırver
;;d�--;;t;
kitle nrasmdg ygyılma-
.... sıdır. Bu bilgiler herkesi by büyük m i ll i meseleler etrafında düşünmeye sevkedecektir. Münevver kütle bu malumat karşısında n ıilli kültürü ve varlığı muhafaza icin en şerefli vazife olarak yükşek J:!amuleli bir zürriyet meydana getirmeyi kabul edeceklerdir. Biz
büyük tercakiyi bu kanaetin husulünde görüyoruz.
Prof. Dr. Sadi lrmak
irsi -
en
36
BUGONKO MILLETLER VE RUHI HALETLERI Daha Ortazamanda başlayıp en m üsaid şartlarını Yenizaman-.
da bularak inkişaf eden içtimai ve siyasi hareketlerin başında m il·
Jetterin birlik ve taazzuvlarını, yapılarını vücude getiren arniller ba kımından, tahakkuk ettirmeğe çalışmaları görülür. Sadece bir k ıt' aya
veya onun bir parçasına inhisar etmiyerek cihanşumul
bir
mahiyef alan bu çalışmaların daha küçük ve sık nüfuslu Avrupa kıt'asında
şiddet ve sür'at peyda etmesi milli birliğin
sempati ve
heyecanlarını, iç ve dış m ücadelelerini, ihtilôl ve inkılôblarını da evvlô bu kıt'ada tahkkuk ettirmiştir.
Bugünkü Avrupayı dolduran küçük
ve büyük milletierin mevcudiyeti bunu gösterdiği gibi, ayni şiddet ve şuurda olmamakla beraber, Asyada dahi milli taazzuvlara doğ ru siyasi ve içtimai mühim hareketler olmaktadır. Başta Japonya olmak üzere Çin, Iran,
Hind ve Efganda bu hareketlerin zafer ve
mücadeleleri, kısa zaman farklarile, tevali edip durmaktadır. Bu iki
dünyanın arasında ve birleştiği bir yerde bulunan Türkiye, coğrafi voziyeti ve iki medeniyelin çalıştığı bir noktada bulunmosı itibarile milli birlik ve taazzuvu için yaptığı m ücadelelerde
yenilmesi
çok
daha güç zıd şartlara maruz kalmakla beraber nihayet çok daha
büyük milli bir birliğe namzet olan ilk taazzvunu, başta Ata ları ol
mak üzere, geçirdiği tarihi bir imtihanla kazanmak iktidarında ol duğunu göstermiştir. Vôkıa bu suretle umumi ve bir cinsten olunca yanı
şekilleri
belirmemiş, yapıları taazzuv etmemiş kavimler ve bunların kaypak,
ekleme ve istikrarsız siyasi camiaları yerine şekil leri belli, yapıları
taazzuv etmiş, tabii istikrarlarını yaratmış milletler
vücud
bulunca
bunları teşkil eden ana unsurlar da m üşterek ve umumi olmak ik tiza eder. Dil, ırk. tarih, kültür. m illiyet, din ve coğrafya olmak üzere ye
di neviden toplanan bu ana unsurları bugünkü milk,tlerin hepisinde
görmemek kabil değildir. Meselenin bu tarzda tahlili. milli yapıları
açıkça ayrılmış unsurlar vasıtas!le daha iyi ve daha sarih bir suret
te göstermek içindir. Bu ana unsurların orijinal bir surette birbirleri le kaynaşıp sistemleşmeleriledir ki milletlerde görülen
hususiyeller
tebaruz eder. Unsurlar arasındaki farklı hususiyeller de bunlara: ayrı bir çeşni ve kudret verrneğe sebeb olur.
·
37
Bun l ardan dil milli birliklerin mutlak bir amili olmasa bile ha kim amilidir. Burada dil deyince, eski kavimlerde görüldüğü gibi yalnız konuşu!upta yazılmak ve tesbit edilmekten korkulan fani ve
esersiz diller değil, zevk, düşünce ve bilgi an'dnelerini
tesbit etmis
ve bu suretle manevi birlik ve kültürü yaymakla başlıca amil olmuş
bugünkü milli diller aniaşılmak lôzım gelmiştir.
Bütüt milli diller, lehçelerden birinin siyasi ve edebi bir dil ol
mağa başlamasile doğmuş, milli taazzuv ve birliğe doğru gittikçede
ona göre taazzuv ve inkişaf etmekten geri kalmamıştır. Milli dillerin hurriyetle inkişafı her şeyden evvel siyasi istiklôle bağlı olduktan
sonra rııuhtelif
lehçelerin bu istiklôle nail olanlarda tam
manasile
milli bir dil olmak iktidarı hepsinden fazla olacaktır. Diğer unsurların
lafsilini başka bir yazıya bırakarak halete ba kalım.
zamanımızın taşıdığı tipik ruhi
Bugünkü milletler tarihimin tecrübelerinden istifade etmiş ve
ayni zamanda tabiate hôkim olmak idealile çalışmayı a'ane haline getiı miş
dinamik
ve
yaretıçı
oldukları için hiç bir noktada
birlikler olarak temayüz etmekte
duramaz sür'atli değişiklikler içinde
akıp gitmekte ve bütün dünyayı beraberinde sürüklemek
istidadını
göstermekte birleşmiş görünmektedir. Bu itibarla zamanımız dünya
sı bir milletler müsabakasının azim ve ihtiraslarile çal kanıyor. Diller,
ırklar, kül�ür ve milliyellerin rekabetleri günden güne artarak şiddet
ve vüs'at peyda etmiş bir halde
bulunuyor.
Ayni zamanda
milli
şuur gittikçe genişliyerek millı;ıtleri teşkil eden ana unsurların hepsin den istifadeler temin etmek üzere bunların ettirmeğe,
üstünlüklerini tahakkuk
bütün vasıtalarla ve bilhassa bunların en m üessiri olan
mm. teknik ve san'atla çalışmayı itiyad etmiş oluyorlar.
Bundan bir asır evvel maziye hasreti ve tabiate hayra nlığı tem
sil eden romantik ruh, bugün ciddi hayata alakası olmıyan bi artist
kaprisi gibi görülmektedir. Sadece efsaneler ve tarihle beslenmek
ten zevk alan ve bunlara doyan nesiller de kalm amıştır.
Denebilir
ki bugünkü yeni milletlerde yaşayan insanlar için bütün bilgiler in
tikali mahiyettedir, bütün sanayi ve bunların
-değişken ve geçicidir, bunun için
maddi m ü nasebetleri
umumi hayat
kanunları
gitgide
beklenilmedik şeyleri hesaba katmağa mecburdur. Reelile şu vGıya
budur tarzında açıkça gösterilebilir
gibi
değildir. Çünkü mekôn, za•
man ve madde öyle hürriyetlere kağuşuyor ki bunları evvelden kes• tirrnek m ümkün değildir. Harikulôdeliklerle müsbet hareketler şaşıla cak surette birbirlerile uzlaşmış, rüyalar hakikate, bedahetler şüphe ye münkalib olmuştur. Bugünün sağlam ve paralı bir adamı, kuş misali, istediği yere bir şimşek s ür'atile gidebiliyor, ve geceleri
birbirlerinden yüzlerce·
kilometre uzaklıkta şaray gibi m uhteşem otellerde geçirebiliyor, ay ni zamanda zevkin her türlüsünü
kısa bir zamanda
süratle tada
biliyor. O halde ki sadece fiziyolojik olan hayat bir tarafa bırakılır sa bugünkü ruhi ve içti mai hayat bir asır evvelki hayatla da mu kayese edilerniyecek kadar fevkaladeliklerle
dolmuştur.
Son yirmi
beş sene zarfında ne büyük değişiklikler olduğunu va beklenmedik. ne m üt h iş i ktidarların
hazırlanmış olduğunu iki senedenberi gt!.çir
mekte olduğumuz büyük haile bütün çıplaklığile gösterdi. ve tarihe kıyasen yapılan muhakeme ve tahminler
Maziye
m ütamadiyen.
maruz kalınan reelillerin istihzalarile karşıland!. Dünü bekleyenierin çoğu
bugünGn su prizlerile şaşkın ve perişan olduklarının farkın12
varacok bir teem mül anına bile sahip olmacan değişrnek ml2cburi yetinde kaldı klarını gördüler. Bu
öyle bir gidişki
olduğumuz
yaşayarak ve durarak şahit
muazzam tahavvüllerin s ür' etle va ki olan in kişafla rı !calan ôdetleriı değiştirmek, hayatın ihtiyaç ve vasıtalarını başkalaştırmok ve nere
deyse
mazi
ile ruhi
hiçbir rabıtası
kalma mış
insanlar yetiştiren
yepyeni bir devir açmak istidadını göstermektedir. Acaba maziden hemen
hiç bir şey yaşamıyan
ve onda kendi
zamanları için hiç
bir misal bulunmıyacak bir ôti mi · hazırlanıyor? ve harpler,
örf
ve
ôdetler, tezotlar
ihtisas!ar, politika
kovalamacasına
girişiyor, ve
gittikçe eskilerine benzemekten uzaklaşarak herşeyin yenisi an' ane lerin ve bütün eskilikierin Bilhassa
ôdet
{erini
ve fikir inkilôpları
olon
bir
eherr. m iyet
birbirlerini süı.'at!e
kazanıyor.
takip ettikçe
aynı zamanda yaşayan nesiller bile birbirlerine karşı a nlaşılmaz ve· hattô gülünç görünmek, yaşarken ölü sanılmak acılarını tadıyor. Hele insanlar tarafından kullanılabilir bir hale getirilen fizik mekanik kuvvetler ve bunların isabetleri
varmak istedikleri
o kadar süratle ve hissolunur
v.e
hedefl12rin ölçülü.
bil' tarzda
artıyor ki
rakkinin bu vadideki hamlelerinin muvaffakiyetinden şüphe
te-.
etmeğe•
39
kimsenin mecali kalmamıştır.
Fizik ve mekanik kuvvetlerin
bu dP.
rece artması aynı zamanda bunları istihlôk etmek zoruretlerini do gurarak isrofını andıran büyük çapta sarfiyata yol açmış, harp ve sulh
gibi her
mecbur olmustur. manevi
nevi hayat da
aynı
Bunun için insanlar
kuvvetlerile değil.
olanca
temposunu
israf
tutmağa
artık sadece fiziyolojik ve mekanik
fizik ve
kuvvetlerinin
ve dövüşrnek zoruretinde bulu nuyor, zevk ve elemler bunların tokat hudutlarına kadar devam . • ed ıyor.
tahammül
kabiliyetlerile yaşamak
Pr. M.
Şekip
Tunç
MILLIYET FELSEFESI Ilimden ziyade felsefi ve içtimai mahiyette olan
bu mevzular
üzerinde tatlı tatlı okunan, enteresen yazılar yazmış olan arkadaşlar arasında bir m üsbet ilim talebesinin söyliyeceği şeylerin sıcak değil ılık bile olacağına kail olanlardan değilim. Ne yapayım ki bu işi almış olan lzzeddin Metenin takibind �n kurtulamıyarak şu
üzerine
satırları karaladım. Bir ilim meselesinin m ünakaşasında bir takım ta rifler ortaya koymak usuldendir. Biz de evvelô bu iki mefhumun kısa tariflerini gözden geçirelim. Çiçeron diyor ki
c
Dünyada
filosofların
kitaplarında
görülen
şeylerden daha saçma şeyler yoktur J) , Bir takım filosoflar da, Son şans istisna edilirse, her nevi akıllılık görülür; felsefi uçuşların çoğu hafif havanın terfi kabiliyetine benzer. Bu seyahotimizde metafizikin çomurlu derelerinden,
din münazaalarına
melce olan
ve
iskandil
tutmıyan denizlerden alargada bulunup aydın limanlara uğraya lım. Felsefe durgun mudur? Ilmin daima ileri gidiyormuş gibi görünme sine mukabil felsefe arazi kaybediyormuş
gibi
görünliyor.
sebebi felsefenin ( iyi ve fena, güzellik ve çirkinlik, besti, hayat ve ölüm) gibi ilmin usullerine
nizarn
a çılmamış olan
çetin meselelerle uğroşmasıdır. Araştırma sahası
Bunun ve
ser
sert ve
tam formalasyon
dan m üteessir olan bir bilgiye müncer oldukça ilirrı halini alır. Hı>r
ilim felsefe ile başlar, sanatic
nihayet
bulur;
faraziyelerle
zuhur
eder ve zaferle nihayet bulur. Felsefe (metafizikte olduğu gibi) meç hulün veya (etikte veya siyasi felsefede olduğu gibi)
tam olmıyan
malumun farazi tefsirinden ibareHir; Hitit istihkômlarının muhasara sında ön siperleri teşkil eder.
Ilim fethedilmiş olan
nun arkasında nakıs ve hayrete şayan
arazi olup bu
d ünyamızı kuran
bilgi
ve
saneti ihtiva eden mıntakalar emniyettedir. Felsefe şaşkın ve sakin duruyormuş gibi görünüyor; meyvelerini yor,lkendisi de gayrı m uayyen, hoşnutsuz olarak geçip gidiyor.
kızları olan ilimiere bırakı ·
keşfedilmemiş
mıntakalara
doğru
Ilim analitik tariften, felsefe ise sentetik tefsirden ibarettir. külli cüzlerine, organizmsi organlara, meçhulü çalışır. Ilim eşyanın kıymetleri
maluma
rasyonlarını
göstermekle
çevirmeğe
ve ideal imkônlarını a ramadığı
tam ve son medlGilerini de düşünmez; bugünkü a ktüelile kanaat
edip
nazariarını
dar
Ilim
ve
gibi ope
bir huzme
içinde tabiate ve tabialteki velirelere levcihle iklifa eder. Ilim adamı tabiat karşısında bitaraf bir adamdır; bir pirenin bacağı kadar
bir
dahinin yaratıcı kabiliyeti de onu aynı derecede alôkadar eder. Fa kat filozof hakikati tarifle kanaat etmez; u mumi münasebelini tayine çalışıp
hakikelin tecrübe ile olan
manasını ve kıymetini anlamak
ister; tahlilcilikten ziyade terkipçilik yapar; öğrenmek kaygusile
parçalamış olduğu
çalarını bir araya getirrneğe çalışır.
meraklı
ilim
adamının
saat mekanizmesinin par
Jıim yaraların nasıl tedavi edi
leceğini öğrettiği gibi nasıl öldürüleceğini de öğretir. Vetirelere bakıp bunlardan mono çıkarmak ilme düşer; sulh zamanında ölüm nisbetini perakende olarak azaltır. harp esnasında
ölüm listesini
çoğaltır; fakat yalnız akıllılık - yani bütün tecrübeler koordine edilmiş arzu - ne zaman tedavi
toptan
ziyası altında
ve ne zaman öldürülece
ğini bize bildirir. Tenkit ve koordine etmek te felsefenin vazifesi dir; ellerimizdeki cihazlarla vasıtoların ideellerimizle gayelerimizin tefsir ve terkibi bakımından pek ileri gittiği devirde hayatımız sağlamlık ve çılgınlıkla dolu olup bir hiçliği ifade eder. Çünkü bir hakikat bir arzuya bağlı olmadıkça birşey değildir; bir maksat ve bir gaye ile münasebeli olmadıkça tam değildir. Felsefesiz i lim, perspeklivisi ol olmıyan ve kıymetlendirilmemiş olan hekikatler bizi harabi ve ümit fakat felsefe ve yalnız
sizlikten kurlaramaz. Itim bize bilgi verir, felsefe akıllılık verir.
41
' lojik,
Sathi olarak felsefe beş etüd sahasını ihtiva eder ki bunlar da estetik, etik,
politik ve metafiziktir.
ve reşerjde ideal usul metodudur ; lerinde lojik
öğretrneğe
Bunlardan
lojik düşünce
insan faaliyelinin m uhtelif şekil
ve rehperlik
etrrıeğe çalışır.
Bir çoğumuz
için donuk bir etüd olmakla beraber tefekkür tarihimizin en büyük:
vakaları insanların d üşünce ve araştırma metotlarındaki ıslahatından ibarettir. Estetik ideal şekil, g üzellik etüdüdür ki
buna sanat felse
fesi denir ; etik ise ideal tavır ve hareket etüdüdür ; Sokralın dediği gibi en büyük bilgi iyi ve fena lık bilgisi, hayatın akıllılık bilgisidir ? Politika
( Bir çoklarının
sendıkları gibi
sandalye kapmak
ilim ve
sanatı olın ayıp ) ideal sosyal organizasyon, Monarşi, Demokrasi, sosyalizm, anarşizm, feminizm... Siyasi felsefe dramının eşhasıdır. Bunların sonuncusu ve diğerlerine nazaran en müşkil vaziyette olan metafiziktir.
Çünkü onlar gibi bunun gayesi ideal ziya altında ha
kikati koordine
etmek olmayıp bütün
eşyanın son şe'niyeti
bulup
- çıkarmaktır ; maddenin, fikrin hakikatini ve son mahiyetini çıkarmak ve madde ile fikir arasındaki müncısebeti bulmaktan i barettir. Felsefenin
bu parçalarını birbirinden ayırmak onun güzelliğini,
kaçırmış oluruz. Will Durant'ın Stary Philosophy adlı popüler ese
rinin son tabının medhalinden aldığımız şu satırlardan sonra sede
- de gelelim. Bir müspet ilim talebesi bu cismin
bakabilir.
d üşüncesi
molekülleri ve fertlere de
Bir sosyaloğun
bu moleküllerin atomları gibi
bu cisim, molekülü
ne olursa olsun,
uzvi m ürekkep cisimlerden,
ve en yeni
bir cemiyete bir cisim, aileye
bu
ve atomu hakkında
fertlerde
bir takım uzvi ve gayrı
proton
veya notronlarden m ü
daha doğrusu bir takım elemanlardan
d üşüncelere elektron,
rekkep bir kütledir ; tıpkı sofra tuzu ve sirke gibi. Aradaki fark in
san denilen mobililesi ve şuuri olan sosyal hayvanın tepesinde ta şıdığı bir okkalık beyni var. En büyük harikalar ve yine en büyük budalalıklar bu beynin mahsulüdür. I nsan denilen bu mahl ukun
· bir kusuru varsa o da çok şey bildiği veyahut
bildiği veyahut bil
diğini zannettği halde kendini bilemernesi ve belki de bilemiyecektir. Amerika Birleşik Cümhuriyetinde
·
Şeklen
birbirine
benzeyen
yüz yirmi milyon insan var.
bu insanlar düşünce
ve ideal itibaril•1
· birbirinden farklıdır ; Tıpkı aynı ülkede 3000 türlü B ma nın bulun ması gibi,
yaprak,
meyva
ve çekirdeklerinin
birbirine
benzenwııi
42
bakımından Elma adını alan bu meyvalar tatları, sertliği ve yumu şaklığı, renkleri ve cesametleri... gibi bir takım karakter farkları olduğu gibi cemiyet denilen küçük bir insan gurupuna giren fertlere şekil ve kıyafet itibarile birbirine benzemekle beraber zekilik ve gabilik, güzellik ve çirkinlik, iyi veya fena.., ve sair karakteristik ba kımdan birbirinden farklı oluyor. Bu zahiri hetroceniteye rağmen bu insanlar cemiyet da.ha. doğrusu millet dediğimiz bir gurubu teşkil ediyorlar. Hayatın esas şartı olan hayat mücadelesi m uvacehesinde bu gurup mtıayyen bir hedef uğurunda birbirile birleşiyor. Bu halde bir fizikçi bakımın dan millet dediğimiz organizasyon bir takım tabii vetirelerin tesi rile yeryüzünün muayyen bir noktasında toplanmış ve maişetini o · noktada idrak eden bir insan gurubundan ibarettir. Her mahluk gibi bu insan gurubunun da bir yaşama hakkı var. Bu hakkı koru mak, yurdunu diğerlerinden korumak için teşkilatiandırmak zarureti karşısında kalıyor ki bunun başında (milliyet) mefhumu gelir. Bu halde milliyet kendini (memleketinin menfaalleri ve yükselmesi uğ runda feda etmek) gibi mukaddes bir gaye şeklini alıyor. Bunda: hiç gayri tabiilik yok. Bir köpek bağlı olduğu bir eve veya çiftliğe iki bakım dan bağlıdır. Biri oraya kendi cinsinden diğer müstehlikin girmesini istemez, ikincisi kendini besliyen, en çok gördüğü efendi sini sever. insan da beslendiği için, küçükten itibaren görüp sevdiği muhiti için meleketini ve milletini sevmek mecburiyetindedir. Gerek maddi ve gerekse manevi bakımdan bu böyledir. Cemiyeti teşkil eden ferdler arasındaki hetrocenite cemiyeller arasında daha büyük mikyaşta görülür. Binaenaleyh insanlar Ford otomobili gibi bir ka· rakterde, bir düşüncede, bir idealde çıkmadıkça milliyet mefhumuna' nazaran daha yüksek mefhum olan inşaniyet mefhumuna yer ver mest imkansızdır; bu bir hakikattir. Küçük insan gurupları areısında görülen farklar, muvazenesiznğin büyük insan gurubunda daha bü yük olcc�ğı aşikardır. Bu halde i nsaniyet prensipi belki ( son şeni yet ) tir.fakat tahakkuku bugün için değil uzak istikbalde bile müm kün olamıyacaktır. Yukarıdaki izahata göre felsefenin cihanşünıul olması ve mil liyetin felsefesi olmaması icap ederse de h cıl böyle mi? Her guru bun yaşaması ve kendini müdafaa etmesi için bir milliyet prcmsi-
43
pine bağlı kalması zarureti karşısında kalıyor. Bu zoruret karşı!;ındo sôy her şeyin felsefesi olduğu gibi,
bir bakımdon
bir felsefesi olabilir. Ilim de de böyle değil m i ?
( milliyet ) in de esas itibarile
Ilim
cihanşümul bir organizasyon olmakla beraber Babil ilmi. Mısır il mi,
Grek il mi. Islam ilmi diyebiliyoruz. Babilliler aya, Mısırlılar Güneşe
ehemmiyet tecrübeyi,
vermişler.
Metofizik
babası
aristoyu
çıkaran Grekler
tatbikatı ihmal edip mantıka, Apstraksiycr.a
verdikleri bu n l arı a lan islam alimleri ilme daha tatbiki den bakmışlar
ve
ehem miyet bir
cephe
veı·mişlerdir. Felsefede de
buna ( Tatbiki vasıf )
böyle değil m i ? Grek felsefesi, islam felsefesi... demiyor muyuz ?
H.:r ni bat foto serı te z usulile yaşarsa da atmosferik şartları mu hteiif olan nıemlekc<tlel'de aynı nebata başka türl ü bakmak,
beslemek mecburiyeti ihtiva
etmesi
yani kültür farkı var. Değişmiyen k anunları
itibarile
telif mıntakalardo ilimdir. Demek ki
Botany
başka
bir
başka
il min de bir
m
ilim
olmakla
usuller kullanan
beraber
muh
agriculturde bir
i l l isi olabilir. Milli zarfa bürünmüş
ilim olcbilirse neden milli zarfa bürünmüş olan bir felsefe
olmas ın.
Gel'çe m ill iyet bir gaye değil bir alet ve felsefe is� b ir gaye ise de btı ikisinin bir çok hususlarda bi rl eşd iği görülür. llimde de böyle. Meselô Aristo metafiziği ( yani felsefes ; ) m üsbet ilmi birçok asıdar geri b!rakmışlır. P ri ncipia adlı eserile ( hikmet tabiiye ) yi yaratan Nevton su l ta sı l ngilterede, on u n tefazuli hesapfaki rem zine sod ık kalmalarındon dolayı. bir asır riyaziyeci yetiştirme miştir. Tamamiie ve l�evton'un m utlak mi haniki felsefer.in etik ve politik �u bele,-inde mutiokiyeti kurduğu gibi Einstein'in insaniyet na
zariyesi aynı şübelere yeniden tesir etmiştir. Bu halde i i!m, felsefe ve insan bi r b i rin e nüfuzu olan mefhumlardır. Muhtelif asırlarda
Dahası var.
ve memleketlerde y etişen filo
zofl ı:ı rı n f,dsefe!eri bir mi ? Misal olarak demo k rasi nin ve ilim adom lorır.ın
en büyük
hakkındaki
düşmanı
d üşüncesini
Nitsene köle ahlakıyaiı
olan
Nitsche'yi alalım.
politik ideallerine
addettiği
Niçenin kültür
bakmakla arılayabiliriz.
demokratik
ah!akıyatı
reddedip
yerine efendilik ahlakıyat prensibini ikame ediyor. Ono göre demok ratik ahlakıyat beşeriyelin taammümüne fakat efendilerin hakimi yeti b eş eri y elin bir
ırkın ancak
ilerlemesine sıo.bep oluyor. hakiki aristokresi
ile
Efendilerden m ürek k ep
yetişebileceğini
iddia
eden
Niçe
( Saadet için m üsavot ve hürriyet ) diye bağıranlara (ah mak
,lorı ve çapkınları yükselten, fakat dürüst ve zeki insanları düşüren ı ,rejim diye cevap vererek fertlere ve ailelere ilim adamı kendi kendine malik olmıyan, miyen b:r köleden :kabul eden
kıymetlerine göre bir
kendi kendini idare ede
başka birşey değildir. Diktatörlerin hakimiyetini
bu felsefe
bugün ( nasyonal sosyalizm ı
veya ( faşist ı
rejimlerinde görülmüyor m u ?
Tekôm ül
hakkındaki mefhumlarını
Darwın'den alan filozofların
birçoğu Darvin'in tekômül hakkındaki umumi fikrini almakla kalma yıp onun tekômülün d üşüncelerini de
hususi vetire
almışlar.
ve mihaniki
Darwin'in
hakkındaki
hususi
( Tekômül mihaniki ı ne
ait
mefhumu t2dirid tebeddül vetiresidir. Bu fikrin esasını ortaya koyan Newton mihanikidir. Nevfon tebeddülü kabul etmiş
m ütemadi
bir vetire olarak
ve Darwin de tekômül mihanikinde bunu esas almış
tır. Diğer taraftan fizikçilerden Planck filozoflardan
Hegel ve daha sonra da Karl Marx tebeddülde inkıtalı mekanizmayı kabul etmiş lerdir. l<ar! Marksın ( Diyalektik metaryalizm ı felsefesinin esası bu radaa batar.
almamış mi i
Bu felsefe de bugün Rusyada milli
H üliısa geçmiş olan hatalarından dolayı
bir felsefe şeklini
affedeceğimiz, şevkle
öğretmek istedikleri dersleri şevkle öğrenmekfiğimiz y ü k ademiarı dinleyelim. Sokrat Crito'ya diyor ki felsefe hocasının
lazımgelen bü c
aklını başına al,
iyi veya fena olduğuna bakma, yalnız felsefenin
kendini d üşün. Onun doğruluğunu ve iyiliğini araştır. Fena ise her kesin ondan yüz çevirmesine çalış ; fakat iman ettiğin gibi ise onu takip et, ona hizmet et ve ondan hôz duy. :t
Tekômül
tarihi ve bilhassa beşerin
duğu kadar cazip olan bir etüd olup mekle takip edilemez.
Birşeyin
tekômül tarihi
gerçek ol
preponenion'dan tecrit edil
tarihini a raştırdığımiz
sıralarda bir
kıymeti haiz olabilecek neticelere vasıl olabilmek için şahsi kanaat lerimizden { ne kadar akla mülôyim gelirs� gelsin ı feragat etmek lôzımdır. Bir
hristiyanın
kendi
dini menşe
ve tekômülü hakkında
neticeler yürütürken objektif olması lqzımgeldiği gibi Voodoo ( hay vana tapa n ) ın menşe
ve tekômülü hakkındaki neticeler de okadar
bitaraf olmalıdır ; Avrupalı bir moralist monogem izdivacın cemiye timizi idare eden
bir vetire
olduğunu araştırırken
Tibetlilerin pali-
45
endi tekômülünü de
aynı bitaraflıkla
münokaşa
etmesi
lôzımdır.
Bir hiristiyanın hiristiyanlığı gerçek Voodoo'yu korkunç batı! itikat, yahut monogem izdivaca beşeriyelin �n büyük ahlaki zaferi gibi
bakıp poliandri'ye ahlakta sukut gibi bakması bir hakikat almakla· beraber bu hakikat menşeine tevcih edilen roşerjlere doğru tesirler icra etmez. Diğer taraftan, her iki halde de menşe ve tekômül.
hakkında son neticeye varsanız d a cevap isteyen bir suc! karşısın da kalırsınız. Bu dinlerden biri doğru mu, yahut bu cil� organizas yonlarındon birisi iyi mi, öyle ise hangisi ? Bunlar öyle sucller ki ,
iman ve itiyatların tekômülü üzerindeki roşejler bunlara cevap ve remez. Te mül nazariyesi üzerinde yürütülen daimi m ünazaalar her iki partinin şu noktayı hatıriemaiariie kalkobilir. Bir şeyin ora
kfı
ya nasıl o şeyin
geldiğini bilmekle ne olduğunu
şeyi izah etmek
söylemekle
oraya
mümkün clduğu gibi
nasıl
bildi•miş
geldiğini
olamayız. Hülôsa, mutlak mönada alınırsa milliyelin felsefesi veya fP-lse fenin milliyeti olamazsa da burada yine bir torifle karşılaşırız. O da: mutlak nedir ?
Termodinamikin üçüncü prensibine göre ( biz suhu
netin mutlak sıfırına vasıl olamayız J ;
ceği büyük m üşküller
karşısında
ona yaklaştıkça gire
çünkü
Binaena!eyh
kalıyoruz.
mamak şartile.
mutlakıı
Fakat dozunu kaçır-
ortadan kaldırırsak milliyelin felsefesi olabilir.
Prof. Salih Murad Uzdilek MILLiYETlN FELSEFESi
Büyük mikyasta davaları olan
halkların
birbirleril;;o
çarp:ştığı,
kendi hekemonyaların ı boşkalarına kabul etiirmek ihtirosile yanıp tu tuşan milletierin birbirine girdiği bir zamanda emiiliyelin felsefesi• ne· dair sorulan bir suale hôdiseleri göstermekten başka rilebilir ? Fakat suali soranın bu cevap
ile
ne
cevap ve
iktifa etmediği anlaşılı
yor. O halde hôdiseleri gösterirken tefsirine de çalışalım. Millet ve milliyr' 'l es !ı :. '-'rıro toprak üzerinde halkların dağ,
ı
nehir, dere... lerle � r , , ,de• ayrıldığı gündenberi mevcuttur. Aynı. suretle işin fe>lsefesi v� i.:ı•�"lojisi de beraberce teşekkül etm iştir. Fa-
46
-kat 1 9 ve !O nci asırların millet ve milliyet meselesi, nev'i Şlılısına m ünhasır bir hal aldı. On dokuzuncu asıra kadar belki <: halklar » vardı, fakat son iki asırda (; halklar», «miiletler» e inkılôp etti. Milli yet fli!lsefesi, işte bu inkılôbın mahiyetini tahlil etme işinden başka birşey değildir. Mütefekkirlerin böyle bir tah!ile girişmesinden evC!I hadiselerin mevzuu hazırladığı şüphesizdir. Pederşohı aile efradı, « şah » olan c baba » nın himayesi a ltında kendilerine göre huzur ve sükun içinde yaşamaktadırlar. Aile efradından c Ahmed » in, c Mehmed » i n, c Ay. şe l) nin, « Fatma > nın ilah... hususi şahsiyetleri yok değildir. Fakat buna rağmen hepsinin şahsiye!i, daha büyük bir şahsiyelin gölgesi içindedir. Ama günün birinde bu c Ahmet ll lerin, � Mehm�t "' lerin i lah... yani aile efradının fertçilik gl"ı ıtükl&ri görülüyor. Sebep ? Çünkü şartlar değişmiştir. Artık kalaba!ık cile hayalını idarrıe ede miyor, bozan baba, çocuklarını aiie çevresinden dışarı aiıyo1·. Biraz sonra c kendi aleminde sultan ll ferdierin yetıştiği. « şah » olan " ba ba » nın da sadece bir ferd olduğu görülüyor. Ondaıı sonra devrin mütefekkirleri, oilede hüriyeften, demokrosiden, yeni ailenin hususi yetlerinden bahsediyorlar. Mütefekkir bunlardan bahselliği için aile bu hale gelmiş değildir. Mütefekkiri söyleten şerait vardır. Milli.yet meselesi de ayni. Meselô 1 9 1 8 den eveiki Avuduryo Imparatorluğunu pederşahı bir aileye benzetebilirsiniz. Hadiseier, bu impara torluk içinden halklar ve milletler çıkardı. Keza 1 9 1 8 den eveiki Osmanlı Imparatorluğunu düşününüz. Devrimizin m111iy�'t m e selesini eskimez bir mukay0se iie belirtmek mümkündür : Hiç · bir « pı=derşah :t , bu eski aile babası, sürd üğü saltanaHan isteyen-;k vaz geçriıez. Düşünün üz, o ne saltanattır ı Hukukta hakim 9ion kendisi dir, herşey kendi işaretile halledilir. Elinden ge:se, iktisadi şartlar mü saade etse etrafa çil yavrusu gibi dağıtılan aile efradını tekı·ar bir çatı altında toplayacaktır. Fakat kendi hesabına heyhat l Zamanı mızın müzmin milliyetler meselesi. milletler içinde birinin, işte tıpkı bu baba gibi olmak istemesinden, yani başka milletleri hekenıon yası altına almak iradesinden çıkıyor. Burada ahlak mes�lesi ikinci, -hattciı üçüncü derecede kalır. Mamofih her hekemonyocı miiid, ken disinin ahlaklı olduğu kanaatindedir: Vücude gei:ireceği tahakküm de -guya ahlôk narnınodır ı
41
Bu noktada milliyet meselesinin içyüzü de anlaşılıyor : Her mil
let daha çok
tahakkuk etmek istiyor.
Bu
c
tahakku k
lt
esnasında
başka milletleri benimsemek, kendi içinde eritmek. ona zerre kadar
ozap vermemektedir. Hatta bu yol diniere sahip peygamberlerde de mensup oldukları
c
halk
lt
ın şuuru kuvvetlidir.
Hazreti Muham mede
atfedilen sözler içirıde araplık ve arapça hakkında öğücü h ükümler vardır. Dünyanın müsl üman olması. adeta arapleşması ile aynı şey
addedili ya r Asırları atlıyalım : Insaniyel fikrile tev'em olduğun iddia • .
edil'-.n
komm ünizmin
Rus şeflerinden Leninde de Ruslu k aynı de
·recede kuvvetlidir. Onun için değil midir ki huyları, lisan!arı bir olan muhtelif
!ürk
halkları,
Ruslaştırılmaktadır.
Rusyada
Fakat yollar başka 1
ayrı birer lisan addediliyor. men, ôzbek... sayılıyor, den?
Çünkü
başka başka yollardan
Türk ha l k l a r ının
Türk halkları Türk değil.
vahdetin önüne geçilmiş bulunuyor.
Türk halkları arasında
milli bir
Fakat aynı Rusya, birbirinden
çok farklı lslav halklario dolu Rusyada c
l ehçeleri
Kırgız. Türk
hatta harflerile birbirlerinden ayrılıyor. Ne
bu suretl e muhtelif
·büyük ve mu kaddes
gidilefek
aynı siyaseti gütmemekte.
Rus vata n ı :. ndan bahsetmekte, hatta - 1 939
harbinde olduğu gibi - Polonyalıları. Okrcnyalıları
c
ırk kardeşleri
için
husul bulmasına
lt
bile saymaktadır. Keza ' 939 dan eveiki Fransa. Ceza ir. Suriye, Fas ve Tunus araplarında araplılık fikrinin h usu l üne meydan ve r me m ek Cezairi ilik, Suriyelilik.
çalışıyoı·du.
O halde
Rusya
Faslılık...
1 91 8 den evvelki
ve Frensade milletierin
endişelerinin
Avusturya
maruz
felse>f�>si üzerinde d üşünecekler için
ile 1 91 8 den
bırakıldığı
.
nı esail.
sonraki
milliyet
ip ucu ve r i yor Millet re e lilesi n i
inkôr eden rejirn veya tefe kkür sistemi, kendi kendisinden tenakuza d iişrnekte
ve
« a l e mi sersem
l) ,
c
herkesi kör lt addetnıektedir. Bilôkis
ahlaki inkişcf. milletierin heyet haklerını c
tanımak » . kolay değil ! Kendi h a kk ını
c
.
tanımaktan ibaretti r
ta nıta mıyo n
»
Bu
halkın hakkı
Fakat ne yapalim ki bu c ta nı tmak lt da kolay bir iş c ta nın maz ı> , değil. EvvC!Ien kendisini c tanıtmak lt iste yen halkın kemiyeti mese lesi var. Yüz milyonluk bir millet. kendi içinde veya yenındaki beş,
on milyonluk milleti kayıtsız ve şartsız
hür bırakmakta
kendi gu
rurunu alçaitan taraf görüyor. O halde ferdi terbiyc;:deki mü�kül burada da kendisini gösteriyor : Ferdi n terbiyesinde gaye, na sı l
48
ferdin
kötü nefs
c
de daha geniş Türk şairi : c
c
ini yenmesı ıse, milletierin terbiyesindeki hedefi ,
mikyasteki
c
Hayvan » ı terk etmeden
milletlerde
kötü nefs ,. i c
insan
havyan ,. ı, yani kendi
c
d ikleri halde
c
insan ,. dan,
c
mağlup
etmektir.
Bir
ı arzularsın 1 d iyor. Bugünkü
ll
hekemonya arzularını terketme
insaniyel ,. den, sosyalizmden, demok
rasiden beşeriyetten, adalet ve sulhten bahsediyorlar. Yeni impara torluklar yaratma hareketlerine, yeni rüyen zamanımızın
c
milliyet felsefesi
c
hayvanlaşma » ya doğru yü
ll
, işte bu nokta i."ı zerinde de
rinleşnıek mecburiyetindedir. Bu itibar ile milliyet felsefesi, milliyet perver olanlar kadar
nasyonalizmin aleyhtarı olanlar için de
aynı
derecede mevcuttur. Hattô nasyonalizm aleyhtarı ola nların haklkatte, üstü kapalı
şekilde daha
çok
nasyonalist
olduklarını
d üşünecek
olursak onlar için mesele daha mühimdir. Işte sorduğunuz mese leye, günümüzün ç•rpışan c sol ,. ve c sağ ll ideolijilerini göz önüne a larak
bu
suretle cevap
Allahın bir kıta veya
verilebileceğini
zannediyoru m.
kıtalar üzerinde yarattığı çeşitli
Herşey,
halklar ara
sında bir m üvazene tesis meselesidir. Fakat başta kemiyet bu mu vazeneye môni. Hesabı yerinde bir Allah, her halktan lişer milyon
yaratsaydı,
ederdi ! Fakat belki de yanıyor. Zira kemiyet beklenen
c
cehd
ll
i
bu
muvaze:ıe
meselô el
surette
teessü s
bu muvazenesizlik, ilôhi gaiyet fikrine da m üsavatı olsaydı, insanlar. kendilerinden
gÖ5!eremiyeceklerdi.
m illetçe sayıları birbirine
mihaniki
Şimdi
önüm üzdeki
denk olmıyan insan oğullarının
gösterip gösteremiyeceklerini b e kli y or !
asır,
bu cehdi
Dr. liyaeddin Fahri
MiLLiYETİN FELSEFESi 1 - Felsefe m ücerret ve ôlemşümul bir d üşünce midir ?
- Bu mevzulor bizim için klôsik bir hale gelmiştir. O derecede,
ki bunlarla uğraşanlar için, bunlar üzerinde fikir ihtilôfı bile yoktur. Bizim için fikir ayrılığı, ancak, felsefeye ait
daha hususi meseleler
ortaya atıldığı zaman mümkün olabilir... Şimdiki halde ise,
felsefe
ile ihtisas halinde u graşanlar, böyle bir sual karşısında aynı cevabı verirler : Felsefe mücerret bir düşünce midir ?
Gayet tabii m ücerrettir. Zira. hakikat m ücerreHir. Bir, iki kelime �le. bu fikir şöyle anlatılabilir : Sanatkar düşünüşünü. alim düşünüşünü, sonra da,
filosof dü
şünüşünü ayırt ederseniz. fikrinizi kolayca anlatmış olursunuz. Sanatkar d üşünüşü nedir? Biliyoruz.
Bu tip
daha ziydde mu
·hayyele faaliyetine bağlı ve 9ayesi manevi güzelliktir. Alim d üşünüşü, o da bellidir : Muayyen bir sahada,
muayyen
bir metodla çalısır; tecrübe ve m üşahede yapar; hadise ile uğraşır; vardığı neticeyi, itirazı kabil olmıyan bir delil ile ispat eder.
Filozof düşünüşü. bu iki tipten hiç biri değildir : Bunda uğraşa
·cak mevzu h &d ise değildir; sonra bunun metodu da başkadır? Tec ·rübi neviden bir metod değildir. Gayesi de fark lıdır : Jlimle uğraşan
•insanla uğraşmaz.
Felsefe düşünüşünün
gayesi,
insandır.
insanın
izahıdır : Sanatkar insanı, d üşünen, bir ideal sahibi insanı aramak tır. Bunlar, hep,
bu
d üşünüşün gayeleridir.
Ilim, insana lakayıttır.
Felsefe ile uğraşan. alemle olduğu kadar. insanla da uğraşır.
2- liimler tarihi, felsefe mi felsefeler mi olduğunu ifade eder?
Bu 5ualin cevabı da, felsefe düşünüşünün
bir h ususiliğinin ne
ticesidir : Yani, bu düşünüş sahasında sistemler sistemleri takip eder : Başka tobirle, bir mesele bitmiş sayıldığı yerden,
yeni baştan, baş
gösterir. Bu sahada hiçbir mesele tamamile kapanmış farzedilemez. Aralarındaki ayrılığa rağmen, büyük filosoflar aynı dava uğurunda, bi r
c
blok
�
birleşmiş insanlardır :
ve büyük s!stemler,
Ayrı görünürler; fakat
teşkil etmiş kimseleri andırırlar.
3- FelsE>feyi daha müfid kılmak m ümkün değil midir ?
Bu düşünüş bütün neticelerile o!uşlar, cem iyetlerdeki değişiklikler
meydandadır : hep
felsefe
Zira,
hareketler.
fikirlerinin
ortaya
koyduğu neticelerdir. Felsefe fikirleri - biz istesek de. istemesek de kendi neticı;lerini ortaya koyarlar. Eskiden bir söz vardır : malı
� c
«
Evvelô yaşamalı. sonra felsefe yap
derler. Bu fikrin m üdefaası güçtür. Halbuki : Evvelô d üşünmeli. sonra hareket etmeli
ha kolay m üdafaa edebilirsiniz. Görülüyor ki
kafi . gelmez m i ?.
felsefe
bir hareket
�
derseniz fikrinizi da
prensipidir.
Bu fayda
ona
Hatemi Senih Sarp F : 4
50
MILLIYETlN FELSEFESI Milliyetçifiğe inananlardanız.
Bir ideoloji oluşu delayısile milli�.
yetçiliğin de bir felsefesi mevcuttur. Bizim isted iğimiz matist
bir düşünüşle m ücerret
doğup, vücut
bulduğu
olmaktan
camiaya
faideli
ziyade
felsefe Prag�
arneli
alabilmelidir.
olmalı ve.
Böylece
bir
camia için faideli olan ve d aha doğrusu faideli olabilmek gayesile kurulan
bir felsefe sistemi,
doktrin
ideoloji
diğer
bir camia için
muzır ve faidesiz olabilir. İl min mil liyeti yoktu r ; ôlemşumuldür. Fa
kat felsefe böyle değildir ; sosyal hayata taôlluk eden kısımlarının, milliyeti mevzuu bahistir ; çünkü böyle bir felsefe sosyal bir kitlenin môşeri vicdanının tezahüründen başka birşey değildir.
Ve ancak
o.
cemiyetin bünyesine uygundur. Ayrıca o cemiyele faideli olabilmek gayesini istihdaf edecek şek i i d e kurulmuştur. Türk m illiyetçiliğinin felsefesinde
bu esaslı vasfı ; Türk camic
sına faideli olmak ve Türk tefekkürü ne, duyuşuna uygun bulunnıak karakterini
haiz olmalıdır. Hariçte yabancı
bir zihniyetin,
b ize ta�
mamile zıt bir tefekkür, d üşünüş ve duyuşun mahsul ü olarak doğan. bir felsefe sistemi yetirniz
bizim b ün yemize uymaz
için istismarcı, inhisarcı
ve bittabi bizim cemi
olabilmek i st ida d ı n ı taşır.
Türk corniasına faideli olabil mek
gayesini istihdaf
Böyl.:ce.
ede;-.ıeyen ya
bancı bir feisefe sistemi. doktrin ve ideoloji huduclarımızı aş m ama l ıdır Milliyetdliği C. H . P. mizin
etmiş
bulunuyoruz.
Fakat
al�ı umdesinden
mevcudiyetine
hiç bir
..
biri olarak kabul.
kimsenin ş üp he
edemiyec eği Türk milliyetçiliginin felsefesi maatteessüf bugüne kada!" ihmal edilmiştir. MütefekkiriHimizdıen bek lüdiğimiz bunun esas hat.... larını ç izmek
b amba şka ve b a riz olan. karakterlerini. a y r l ı k ları n ı belirtmektedir. Bu fe ls efenin hasbi o l m o k ve
diğ2r m i :!etierin kinJen
.
tan ziyade tamami le
arneli olmasını temi n etmek
sına faideli olabilmek gayesini
hiç şüphesiz yine Türk
istihdaf edebilecek
mülefekkirkrinin
ve Türk camic hab getirm e k
en esaslı vazifelerindendir.
Biz milliyetçiliğin taın hakiki fPisefesi n i yaptığımız
ve onu diğerle
rinden esaslı ve mazbut korak!er l('�i:ı:o ayırt ettiğimiz zaman en bü yük işi başarm ış olacağız. n'Jğmcıtik J üşüncelerle yaldızlı görünüşlü, tamamile hasbi
'ze U'fmayan ve bizim tefekkür, d ü
bizim b•·
ş ünüş, d uyuş ve toplu ye..,. , . . .
tarzımıza ternamile
aykırı yabanc�
51
felsefe
sistemlerine
yarı m ünevverlere
ğinin felsefesi böyle
ve ideolojilerine
kapılmak
istidodını
Türk co rniasının maşeri
vicdanının sembolüdür.
bir felsefe sistemi ancak Türk ruhundan doğabilir.
bir camianın Felsefesi hiç bir zaman bize uzyrnoz Türk camiası
gösteren
hakiki yolu göstermiş olacağız. Türk milliyetçili
için faidesiz. muzırdır.
in hisorcı bir zihniyetin
Ve
Yabancı
ve böyle birşey
Böyle bize yabancı tamamile
mohsul ü olan ideoloji ve düşünüş tarzların
dan korunmak Türk milliyetçiliğinin hakiki ve vazıh felsefe siste
m i n i vazetmekle
kobildir.
Bunu
yapmak büyük
lerine d üşüyor.
Türk m ütefekkir
İstanbul Üniversitesi T ale be Birli�i Katibi Umumisi
Aı1ni Kefeli MiLLiYETİN FELSEFESi Her meyvenin
özel bir lezzeti,
kokusu vardır. Bunun içindir ki, karınca ve örümceklerin
her çiçeğin özel
elmanın olduğu
çeşitlerine
rastlarız.
bir rengi ve
kadar da,
Fakat
gülün,
lu çeşitiikiere
rağmen yine onlar, elmadır, güldür. karınca veya örümcektir!er. Ne mElez olmak. ne başka bir m u hit v� ikiimin mahsul ü olmak bun ları mensup oldukları
familyadan
atmamızı icop eltirmez.
ayırıp to
başka
bir cins
içine
Yani biçim ve çeşni farkları ne olursa ol
sun, hiçbir zaman elmayı armut diye; g ü l ü, enginar veya lôle diye; örümceği de istekoz veya yengeç diye kabul edemeyiz. Ne için? Çiinkü her varlık, bin bir türlü değisme ve gelişmelere rağmen,
kendi asli bünyesinin, soyunun özelliklerini taşır. zaman
kaybetmez.
millet
ne için
bunlara
Ve bunları hiçbir
benzemesin ki.
o da
�ekômülün binbir merhalesinde pek çok değişmelere uğradığı halde rine insandır. Kendi orijinal karakterini diğer insanlardon farklı olo ·ak mu hafaza eden bir kuvvettir. T abiat mekanik olmaktan ziyade dinamik aksiyonlar la yüklü bir rarlıktır. Ta biat aynıyelten hoşlanmıyor; arla. sentez
tabiat
tenakuz ve tezad
�e antitezlerle dolu bir savaş a lanıd ır.
Fakat bu sa
•aşlar. bu aksiyonlar, tabietin bizzat kendisini değiştiremiyor;
bvlki
�
sı
tesirini 1 ·
başkalaştırıyor;
reaiiteyi maskeliyor.
Aldatıcı görünüşlerin milletler, bu
içinde herşey ne ise yine o kalıyor. Bunun içindir ki,
. küçük arzımız üzerinde ceşitli iklim, çeşitli gıda ve muhit şartlarına uyarak renk. boy. endam .itibarile ve nihayet sosyal zoruretler içinde din, kültür ve teşkilat itibarile birbirinden farklı birtakım topl uluklar şeklini alıyorlar. Bunun içindir ki. ben milleti, bazı mütefekki r ler gibi yalnız bir ruh birliği değil ayni zamanda bir uzviyet kabul ediyoru m. Bu uz viyet, çeşitli değişmelere, melezleştir'ci tesiriere kat, kendi özel bünyesinin, iptidoi
ve
maruz kalabilir. Fa
asli tohurr.un ruhi
ve
uzvi
hassalarını büsbütün kaybetmez. lstilôlar, göçler, iktisadi etkiler, bu uzviyet üzerinde ancak geçici bir baskıd•rl<:ır. Millet de.
nebat gibi
kendi adını koymamış. kendi benfiğini idrak etmemiş olsa bile kendi
ru hi ve uzvi karaktPrinin dinamik aksiyonlari le kendini diğer millet lerden ayırmamıza yardım eden
vatan,
tarih
ve
medeniyet
eseri yaratır. Millet bu bakımdan, bir nazariye değil
gibi
bir realitedir;
o bir tarihtir, hiirriyettir, fazilet ve medeniyettir. Milleti sop halinde, öz ve site halinde ve bu cemiyetlere mahsus zihniyetler içinde de yine kendi kendinin ayni olan qörürüz.
Her meyvenin tohumu,
istidat ve kudretle içine düştüğü muhitin büz bir inkişafa mazha r olur. değişmez karakterile her yerde
taşıdığı
imkônları nisbetinde
Milletler de
öyledir.
ve her zaman
gür
Asli bünyımin
hususiyetini muha·
1 faza eden, ve milli tohumun sakladığı kudret nisbetinde bir gelişme
1 ve aksiyonlar yekunu olara k ortaya çıkar.
Milllet, kendi bütünlük ve birliğini
bazan ailede, bazan d inde,
bazan malda ve bazan şefierin şahsiyetinde, idra k etmiş alabilir ve kamusal mefklırelerine de bunları kayna k yapabilir. ve içine kendin den olmıyan unsurları da alarak hazım ve temsil edebilır. Veya bu unsurları kendi gayelerine
hizmet ettirebilir.
13ütün
bunlar,
millet
üstünlügünün ve bir uzviyet olara k - kendi gelişim ve değişimlerinin zaruri kıldığı faaliyetlerdir. Bu faaliyetler, millet iradesinin oir geril mesidir ki. bunun şiddet ve kudreti.
yurd sınırlarının ve hôkimiyet
alanının genişliği üzeı·inde bir rol oynar. Milli ihtiraslar ve heyecanlar. bu ihtirası ve heyecanı duyamamış, veya ka y betmiş o!an ve bu sebepten bir millet olmaktan çıkarak dağınık cemcallar haline gi ren ınsan aşılar .
kitlelerini içine alır, ona kendi mayasile kendi rengini
53
Bu itibario milleti, bir ilim ve bir filozofi konusu olarak d üşün
mek onu spekülatif hayaller içinde eritmek demektir. kendini imal eden,
kendi medeniyet ve mefkuresini
Millet kendi
daha doğrusu
kendi ilim, sanat ve felsefesini kendi ruh ve zekôsil e yaratan dina mik bir kudreUir. Bu sebepten milleti teşkil eden maddi ve manevi unsurlar, ancak bu mevzuu aydınlatmak için müdafaa edilen geçıq ve sathi ômillerdir.
Mesele,
bir cemiyetin
kendi adını
bil mesinde
veya kerldine ad koymasında değil. sadece bütün bir tarih boyunca devam e egelen varlığının idrakindedir. Henüz bir millet haline ge lememiş plan topluluklar, bu ebediyete akıl erdirememiş olan insanlord
geri
m iM'ekkeptir.
n
Mille i yalnız bir bütün olarak d üşi.i nmek
ve bu bütünün yük
sek medc niyet ve iktidariarına temel aramamak do yanlış ve eksik
bir görüş olur. Zira. millet, büyüklük ve kudretini, kendi atomlarını
teşkil ede
ferdierinin ayrı ayrı kıymet ve
ka hraman ğıno borçludur. ları gibi
CC
zekôsına, fedakörlık
Zira, milletin otomlorı,
nsız ve m ünfaiJ değil,
belki
her biri
ve
maddenin atom ayrı ayrı atı Jmak,l
gerilmek, wratmak ve başarmak iktidarında olan birer aktif varlık tır. Bunun
indir ki, bir milletin deho ve iradesini ancak bu karak
lerleri beni nsemiş olan ferdierinin kemmiyeti temsil eder. Canlı ve
yekpare gi i görünen millet, bu bakımdan organlarının, h ücrelerinin
ayrı ayrı ç lışan, veren, yaratan, vozifeye intıbokı bilen enerjik hamle ve gayretlE ile yaşar ve devam eder. Bu itibario vermiyen c miyetler daima
f<>rdlerinP kıvmet
geri, ve milli mefkure ve iradeleri gev
şemiş ih!!yı__���3!<ın ve sımarık topluluklardır.
Milletıc bir kere bu kıymet ve mônayı verdikten son.ı;g milli 9_<!;
yelerin
ne ]olması
luzımgeldiğini
tayin
etmeğe de lüzum kalmaz.
Çünkü mil t, . kedi kamusal seviye ve ihtiyacına uygun olan idealleri yine kendi ��alıcı bünyesinden çıkaracaktır. Sosyal muayyeniyetin
�
yani başın a bir m'ill i muayyeniyet te vardır ki, bu, filôn veya filôn ölim ve fil zofun ortava atacaöı
sahsi
bızzot keAij tarihi ve organık bünyesinin
bo lıdır.
c:ıl!i milleti yapan, filozof,
ve suni
prensip,
değil. be i bunları kendi büyüklüğüne imal ede millettir
·
gereklı kıldığı ilim
ve
.ı.
deöil
aksıyonlaı:_o spekülasyon
yakışecak şekil ve seviyede
54
•
•
benziyen ve aynı ihtiyaçlara bağlı yaratıklar haline getirmektedir. Bundan cesaret alan kemiyet ve hacım itibarile büyük ve dalayısile de keyfiyel iiibarile yüksek milletler. daha küçük ve dar milletleri kedi bünyelerinde ı?ritmek. hazmetmek gayesini taşırlar. Bu. iptidai bir darvenizm temayülünü ifade eder. Tarih birçok milletleri. büyük kuvvetlerin elinde bozulmak ve temsil olunmak tehlikesine düşürmüş tür. Fakat bu iste büyük zarara uğrayanlar ferdlerdir. Hiçb r zaman milletin kendisi değildir. Tebea olan veya mahkum sayılan milletler. her çeşit tazyik ve tehdide rağmen varlıklarını. hücrelerini . tohum larının derinliklerinde saklamış ve hiç olmazsa, kendi ruhi karakter lerini evlôtlarına miras bırakmıştır. Môzi ile ilgileri kestir miş olan milletler, tabası oldukları büyük milletin ahlakını dozmak. tehlikeli zamanlarda efendilerine ihanet etmek görünüşte küçük ve adi olan hakikatte ise, zenginleştiren işlere girerek hôkim milleti fak leştirrnek suretile mahkumiyetlerinin acısını çıkarır ve lesellilerin" bu çeşit intikamlarda ararlar. Bir defa millet teşekkül etmiş ve tarihini yapm olduktan sonra artık onun tamamen imhasınc imkôn yoktur. nekadar çok yolunursa okadar gürbüz olarak ve top ğın daha uzak bir köşesinden yeniden türerler, Elverirki. toprak al nda on la rın bir damla kökü kalmış olsun. Millet de böy1edir ir gün hiç beklenmeyen bir zaman ve mahalde ürer. tlirer ve t rihini tesis eder. Demek ki bir millet ölmez. öldürülemez. Arıcak t ômülünGn tabii seyri bir takım vakalar ve arızalarla geciklirilebilir. Tarih bize bunnn bin bir çeşit misalini vermektedir. Hakikat bu ol ktan son ra millete d üşen vazifı?. kendi inki afına mani olan e �eri gör mek. onları ortadan kaldırmayı:!_ çalı!i_m ak ve inkişafı lavl<:!�ıcı vasıtaları yaratmaktır. Bu işte örnek. �z diğer milleti ri n kazan dıkları seviye değildir. Dinamik · bir millet ilim, teknik. sa ;;-t ve .. fel sefede. milletlerustu bır ku·aret _g§stermeyi-gci.ye ----.Q;�dadır. Hülôsa millet, bütün _bir tarih. bütün bir__.ı:eolite.c - - ll bi.!',_ me Q_eniyet ve ahlak sembolüdür ki varlığını ve devamını. JıO � k�n�i irade ve dehasına borçludur. Millet kamusal bir semQa in !ay naştırdığı. mütecanis bir · duygu, düşünce bir iman ile irleşmiş yüksek bir insan topluluğudur. O kendinL�şmak ve dai olmak ihtirasının hami� ve heyecanı içinde bizzat kendi kadde-
ss
·ratını yaratmış olan Tanrısel ve tutsal bir kuvvettir. Millet. daima saf olarak kendi kendinin aynı olan_ ve içine hiçbir yabancı u nsur ve fikir kabul etmiyen _bj_ı: _ uzviyettir. Mlliyeti başka türlü anlamak. ancak empery�!!_st_ �i_ı:_j_decill�?_jn_�lığa düşman bi_r zihniyete inan mak demektir. Asrım ı zm ahlaksel vesiyasal tasavvurlarını böyle -a�aşılmıı_ ]ili milllyef"-;;-eru.e.r sine_bağlamak, beşeri saadetiii ti"f v�sıta v �����l��-!5an_ı y��m .
4
Cemil Sena Ongun
'
"
Me· eniyel dediğimiz
' ,,,-:; ,....., . , " , �
-
�cerret 'mefhumo
·': r"":> � � -- �.JJ
analık eden sebeple•rin bir iz hı da şudur : Nefsi harici tehlikelerden korumak. Bunun için, alet r icat etmişiz. bunun için, evler yapmışız, ve kalabalık ·1aşdıkça ' u maşer.i müdafoo için, bügünkü devlet sistemine doğru giden teş ilôtlanmo hareketleri içinde yuvarlanıp gitmişiz. Pek asit bir mütaleo ileri sürmüş olmaktan . çekinmesem, bu mezariye bugünkii mücadele hayatımızın çeşit safhalarına tatbik etmekten orkmıyacağım. Kabile devrinde m ücadelenin sebebi ha · yat hakkı idi, derebeylik zornanında serf, beyin ebedi m üsteciri olmağı bi hayat emniyeti uğruı.o, kabul ederdi, Empire devrinde •imparator himayesi altındaki çeşitli halkların hayat hamisi idi. Jan k Russo, Montesiyo, o zamono kadar bir ( Şey! ) olmak tan öteye gidemeyen insanların nebati yaşayış tarziarına bir de ruhi hay hakkı tanımak için mücadele ettiler, Ingilierede hüküm dare kab 1 ettirilen ve ingiltereyi millileşme yoluna sevkeden şart, :halkın h ct hakkı istemesinden doğmuştu. Marks da aynı davayı g üttü. ve en müsait yaşayış tarzına gidecek yolu, toplulukları n ahenk le ·· aselmesinde bulmadı da sınıf tezatlarının çarpışmasında lenin dar mevzuu içinde, muhtelif nazariyelerin doğruluk veya iljğini münokaşa edecek değiliz. Maksadımız yalnız m üda faayi s i zoruretinin ve maharrik kuvvetinin cemiyetleri götürdüğü ·şaşmG istikameti tayinden ibarettir. Ş di meselenin tecrübi bir safhasını ileri sürüyorum : Hayat, �uva nesini. içinde bulunduğu m ücadele ve çarpışmadan alıyor. ·•
56
Klan devrinde totem için Klanlar orasında çarpışma olurdu, kabile· devrinde mahsullerin müdefaası veya yağması için vuruşuldu, Site ticari ve dini çekişmelere analık etti. Imparatorluk, hakiroiyet, gurur ve şı;-hretini dinle mezcederek muharebe meydanlarında ölüler verdi, ve harp bir zaman kırılan gururların tamiri için bir ôlet bir zaman dinin intişorı için bir vesile olarak ortoya çıktı. Ve nihayet devrimiz de papas Malthüs'ün nazariyelerine hak verdirecek şt>kil2e iktisadi sebeplere dayanan bir çehreye büründü. Boğuşmanın önüne geçmek için nazariyeler nazariy eri takip. eHı. Akvam cemiyetleri kuruldu, bütün sulhperver g � yr :er boşa. . gitti ve nihayet harp gitgide ortan bir dehşetle yine ükmünü ic•a eHi. Utopie ôleminin içinde doleşmadan ve yarın hakkın 'o keha nette bulunmadan, dünden ibret almak istersek vereceğim z hüküm şudur : Dünya yuzünde harp diye bir reelile vardır, ve h p m ües sesesi yaşadıkça da harp edecek taraflar elbet bulunocak r. Insanı iktisadi zaruretlerin bir tarafton birbirlerine y loş!ırdığı· ve birer kütle halinde birleşen insanların da diğer kütl.,ier d uşm a n oldukları doğrudur. Fakat itiraf etmelidir ki, midesinden b ;;ko hissi ve dimağı olon insanın zümreleşmP.k için çok daha rr.u il sebep lerin tesirlerine tôbi olduğu do bir hokikottir. ·
t
Coğrafya, ırk, (isan, tarihten intikal eden müşter cyinler; müşterek inançlar, ononeler vardır. Her biri kendi başına r zümre nin muhfelif cüzleri orasındaki sıkı rabıtayı tesis edecek k u dretle · olmıyan bu unsurlar, hep bir araya gelince, iktisadi F teuı 'den. çok daha kuvvetli olduklarını ispat etmişlerdir. Müşterek tarihi inkôr edemeyiz. Size benliğinizi tan ı n , ruhu nuzu asilleştiren, hislerinizi heyecan nöbetile kamçı:ay tarihin· tesirini isteseniz de istemeseniz de üzerinizde ıaşırsınız. is. iniz tari hinizin mirasıdır. Evinizin eşyasında, yaşayış tarzınızcia d ·· e baği ı sınız, ailenizi inkôr edemezsiniz ki, cilenizin mensup toplu- luğu da edebilesiniz... Yabancı hôkimiyeti size madunluk hissi verir, irıson tabi i ikti zaşınca, bu histen kurtulmak için mücadele eder, hayal mÜc·delesi bir bakıma, muhite tahakküm sevkıtabiisinden doğduğu için, fizme altında yaşamamak şuuru da bu millileşme gayretinin muharri l olur�
oldu �
51
Kaldı ki, siyaset. mevzii toplulukları dağıtocak ölçüde geniş bir em niyete de varmış olmaktan da uzaktır. Ve millet, ayni zamanda Politika denilen realitenin de ne\ zadı olmuştur. Bu da milletin bir başka cephesidir. lçtimai muayyeniyeti inkôr edemeyiz. klan, kabile. site, Empire devresinden geçen beşer kitleleri, bir taraftan iktisadi hayatın ge lişmesi, diğer taraftan iş bölümünün artması, zıt menfaollerin teliH yolunda atılan adımlar, hürri"et fikrinin gelebesi ve yeni fikir evlôt ları doğurması. sermayenin inkişafı, ve bilmukabele sa'yin kendini müdafaay teşebbüsü coğrafi hudutlar, manevi kıymetler, milletlı;ırin doğmasına sebep oldu. yukarıda saydığımız devreleri geçirmeyen ler, hukuku esasiyenin ( mi(let ) diye tarif ettiği bir halde yaşasalar bile, binbir gelişme buhranından kurtulamadılar, kanaatimce, Çarlık Rusyanın inhilôli, dolambaçlı yoldan bir millileşrnek gayretinden başka birşey d-=:ğildi. ôyle olmasaydı. 20 senedenberi Kommunizmin kucağında milliyetçiliğin m üdafaasını yapan bir ihtilal ordusu. karşısın· daki Faşist işçilerle öldüresiye döğüşmezdi. Istesek de istemesek de, içtimai kanunlara tabi olmağa mec buruz. Vekpaı·e bir kitle halinde bizi birleştiren sebeple. bize lstiklôl Harbini yaptıran sebepler aynidir. Muayyen tekômül devrelerinin içinde millet basamağında bulunuycru?.. Onun için milliyetçi o!mağa mecburuz. bu yalnız bir heyecan meselesi değil. bir içtimai zoruret intıbak mesc=lesidir. Varının ne doğuracağını bilmiyoruz... Fakat bildiğimiz birşey var : henüz. mill Pt devrinin ötesini nazari sahada bile gözlerimizin önünde -belirfecek emereler doğmadı. ·
Cihat Baban
Bu���<?rı_ "f()P�c:_ğ�___!ikirler� :
Sucllerinize Nictehe'nin şu sözlerile cevap verebilirim. c Sulhü harbin fevkine koyan her felsefe, saadet fikrinin menfi bir ekidesi ni taşıyan her ahlak, bir gaiyet tanıyan her fizik ve metafizik, her dini ve bilhassa bedii temayülün, felsefeyi ilham edenin hastalık
58
olup olmadığını tahkik ettirecek bir sağı, bir solu, bir önü ve arka sı vardır.. Fiziyolojik ihtiyaçların afakiyet. ideal ve fikri sırf örtülerine gay rirrı2ş'ur bürünüşü o kadar ileri gider ki insana dehşet verebilir. Birçok vakalar felsefenin, vücudün tefsiri, tercümesi, vücudün muamması olup olmadığını kendi kendime 5ordum. Zannediyorum ki bu ana kadar fikrin tarihini idare eden en büyük kıymetler ar kasında ya ferdin ya kabilenin ya orgun bedeni ( Conformation ) •lerı saklanmaktadır. Biraz aşağıda : c Bütün filezofların nczarında şimdiye kadar hakim o!an şey hakikat deği!, sıhhat, istikbal. neme, kudret ve haycttır. Ve Niha y2t fikirlerimizi ız.tırap içinde doğuruyoruz. Ve anne gibi onlara kan, kalb. şevk, neşe, ihtiras, endişe vicdan, içimizde ne varsa hepsini veriyoruz. Bence felsefe, hayır nedir! Şer nedir! Ve yaşanmağa de ğer hayat tarzı nasıldır ! SucHerine cevap arar. Ve bir ir.san için de bundan daha müfit ne vardır ?. Kemal Cenabın fikirleri : Dünya tcbabet tarihine ismini geçirmiş olcn bu büyük Türk hekimi, sucll2rim karşısında cevap veremiyeceğini. ihtisasının hari cinde olduğunu ve buna hayret etmememi söyledi. Kendi sahasının bir büyük iistadı olan Kemal Cencbın bu sözleri, şu noktayı teba rüz eıtirmek isti) ordu. Herkes haddini bilirse, yani kimyager kim yagerliğinde. edebiyatçı edebiyatçılığında durursa ilim yükselir. Her şeyden çınlıyan ôlim orta zamanda mevcut olabilmişti. Bugünün ôlimi yalnız bir şeyden anlar fakat iyi anlar. Kôzım Nam i Oor unun cevabı : Mevzuumuz!a yakından mGnasebeti olduğur.a kail olduğum Kazım Nemi Dcruya Bayazıdda rastladı � . Bence mücerret ve ulvi bir felsefe mevcuttur ve ilimden yük sektir. ilmin erişemediği ve şaşırdığı zamanlarda kendini gösfgrir. Bir kere ilimle felsefe arasında bir çok farklar vardır etüt farkı, gaye ve prensip farkı : Mücerret ve cihanşümul bir felsefenin mevcut olacağını zanne derim çünkü : Felsefe. ilim gibi objektif değildir. Bütün ilimierin ma-
59
verasında, yani ilimierin ilmidir. Tenkit tahlil ve sentı;?z ilmi dir. Ilim lerin menşei ve mu harrik kuvvelidir. Adam oğlu dünyaya sanatkar olarak gelmiştir. Daima sual sorar. Ilmin cevabı mahdut ve katidir halbuki felsefe nihai cevabı araştırmaktadır. Filhakika bugün ha! ledilememiş nice proplemler vardır. Halletmek ilmin salôhiyeti hari cindedir. Bu metafizik sahadır. Bu saha kendilerini zorla hissettirir. Ulvi bir düşünce de var olacaktır. Felsefenin bu ndan daha büyük faydası olabilir m i ?.
Mi LLiYETlN FELSEFESI ı-:elsefenin milliyeti ile milliyelin felsefesi mefhumları arasında farklar v a rd ı r Milliyelin felsefesi dı;omek. bence millet nwfhumunun makuliyetini ve insan düşüncesindeki yerini tetkik ed ip bir hakikat ifade edip etmediğini mc:ıı a ktır. Zannediyorum ki bugünkü dünya da bununla meşguldür. Ronesor:slanberi başlıyan milliyel kalkınması her larafta yeni den hızlanmışlır. Fransız tarih edebiyalçılarından Gaston Pari de miştir ki : • Milli bir edebiyat • bir milletin yegône mahfedeilemiyen vasfıdır demiş.. Bu. edebiyatçı fikri. Bir de ruhiyatcı fikrini mı>selô Furoyd'u alalım. Furoyd bilhassa yahudilerde bulunan aşağılıi( his sini yenmek için, milliyet mefhumunu yahud ilere aşılamcık lazımdır. Aşağılık fikri, bildiğimize göre. derin bir sinir buhranına delalet el tiğinden. milliyet hissinin. fert!erin ve milletierin saadet ve mukad derafında pek mühim bir rol oynadığını zannediyorum. Benim noktai nazarıma göre. bütün milletler, milliyetlerini la n ıttırmak için mücadelt� ediyorlar. Bu da önüne geçilmez bir leza hür ruhu ve zarur.etlir. Binaenaleyh ; • Enternasyonalizm • beşeriyeti mesut edemez. Filozofiyi daha münfid kılmak mümkün olduğuna göre, fikri be şerin ayni islikarnet to�ip etmediği de kendiliğinden sabit olmuş olur. Nitekim. filozofi tarihi bu kaygu ile inkişaf etmiştir. Bütün insaniyete şamil tek bir felsefe sisteminden bahselmek evhamdır. .
60
Böyle olmasaydı felsefe tarihi yalnız bir doktrinle kalması icap ederdi. Halbuki o kadar doktrin. tez. sentez, meslek, mezhep. sistem var dır ki fikri beşere dehşet verir. Escsen mücerret bir felsefe zaten faydasızdır. Prerısipleri ôli problemler olan felsefi meslekler olabilir. Fakat. kavli mücerreUe kaldıktan sonra ne işe yarar. Demek olu yor ki felsefenin. felsefe olabilmesi şartı da asrımızda doğrudan doğruya fayda mefhumuna dayanıyor. Bizim bugünkü felsefe ise gayrı müfittir. Ortaya attığınız mesele çok mühim ve ciddidir. Müspet ilimleri tedris ederek bu faydalı felsefeyi hazırlamak haki katen bugünkü neslin vazifesidir.
Dr. izzettin Şadan
Her ilmin bir tarifi vardır. Felsefenin iarifine de milliyel soku yorsanız. bu taktirde milli felsefe çıkorabilirsiniz. Fakat. bana göre. felsefenin böyle bir tarifi yoktur. Çünkü : Felseffmin diğer ilimlerdeo bir farkı olması lôıım geldiğini aşağı yukarı herkes kabul etmiştir. Malumdur ki felsefe. mevzu ve gayesi itibarile. sırf beşeridir. mücer rettir. Felsefeyi diğer ilimlerde:n ayıran bu karoklerdir. Felsefe, daima en son suale cevap arayacak bir ilimdir. Ilimierin ilmi ol ması hay siyetile, daima hasbi ve bitaraf kalacaktır. Binaenaleyh felsefenin bun dan daha müfit olabileceği bir saha yoktur. Fikri beşerin en büyük tecessüs ve endişesi. daima metofiziki dir. Hôdiseler metofiziki ne kadar beriaraf ederlerse elsinler insan oğlu bu tecessüs ve endişesinde yine ısrar edecektir. Işte bütün fikri beşeri birleştiren nokta bu ebedi problemlerdir. Bir milletin ulusol inancını geliştirmek meselesine gelince : Bu da evvel emirde ilk tahsil işini en ön sefa almak suretile m ürn• kündür. Ilk tahsil ne kadar ciddi tutulursa netice de o kadar ve rimli olur.
Reşat Ekrem
61
Her millet, dimağında pişen düşünceden. kalbinde pişen duy9udan, mutfağında pişen oşa kadar ayrı, kendine mahsus, millidir. Milletler malı müşterek bilgiler müstesna, her fikir ve his mah sulünü, milli çizgilerinden tanırız : Bu Türktür, bu Almandır, bu Rustur. Düşünce ve duygu eserlerinde kendi çehreleri görülmeyen mil4etlerin, dünya haritasında da müstakil çehreleri görülmez. Kremlin m üzesindeki kadife parçaları : c Ben Bursalıyım ! • diye ·bağırıyor. Benakis m üzesindeki çiniler : ( Ben Türküm i ) diye övünmektedir. Bakinin mersiyesi, ·N �dimin şarkıları, Yunus Emrenin ilôhileri, Karaca Oğlanın koşmaları, Köroğlunun destanları.. hepsinde milli benliğimizin damgasını görürüz. Süleymaniye, Ayasofyaya benzemez. Çünkü Tlirktür. Ve Sakaryanın eşine, hiçbir harp tarihinde rastlayamaı.sınız. · Çünkü, o da Türktür.
Yusuf Ziya Ortaç
MiLLiYETl N FELSEFESI Skoiastik tarifleri hareket mebdei olarak al;rsak, belki o zaman; •bir mücerret felsefeden. yani, mücerret insanı düşünen bir ( môba tüttabia ) dan bahsolunabilir. Halbuki : skolastik tarifleri hareket mebdei olarak kabul etmemize artık imkôn kalmamıştır. Tari h : raszonalizmin ve slıri mantığın aksi istikametinde cereyan edip durmaktadır. Eski çağlarda olduğu gibi asrımızda da felsefeyi ; mücerret in sanı düşünen bir ülkü g i bi, tarif etmek istiyorlar. Asırlarca evvelki manzara, filozofları böy le bir tarife sevkedebilir ve buna bir diye ceğimiz olmayabilir. Fakat şimdi içinde bulunduğumuz tarih : eski ve orta zaman telCıkkilerini yıkmış manzara ve telakkiler değişmiş ve insan düşünüşü önünde günegün istifhamlar belirmiştir: Şimdi bu meseleler, istifhamlar önünde bulunan milletler, işin içinden çı kabilmek ıçın, felsefeyi de, ilmi de yeni baştan tarife mecbur o l m u ş l ard ır.
62
küll i yi düşünen m eto f izi k yerıne, şe nıyeti olan fe l sefeyi yapmağa çalışıyorlar. Gerçekten, şimdi ilim de felsefede Eskimaları değ i l . m i l liyeti n i d üşünü yo r. Bir misal ol a ra k so n d ü n ya k a rgaşa lığ ın ı alalım. Bu hayat memat dö ğ üşünd e · şarapnelleri old uğu kadar m ülefe k k irleri de. ô l i m leri .-!e ayııı hegemonya arkasından k o ş u y o r l ar. Döğ L·ışen d ü n y a. hak, h ürriyet. adalet g i bi m e fiıu m l a rı derin den sarsmış ve yeni t arifle r v rm i ştir. Zaten bu m i1 1etl�r o rası hu o
Yani. m ücerret i ns a n ı .
•
•
o
kukun tahakkuk e!! i �i. tari h i n h i ç bir sahifesinde yazı! ı değildir.
hald.e felsef.:!
olr.;ak haysiyet i ! e varl ı ğ ı na
i r:anabi:Eceğimiz
zik değil, d o ğ ru d a n doğruya o;; e ni yettir. Bizi mu t l ak a
yak laştırecek
m illiy el i n felsef<?si::i ir.
I n s a n l ığ ı n
ati bir kanun katiyıö l i i C!
olan
bu
şe'niyet
i se.
rn il liyı;ıt
ufk u nda gezisen ha; kler.
Şu
m eta f i
ve
bu k ci na
if a d e �)diyor, binaenaleyh. Türk filozofunun
alt:nda k a y boi u p c;itmek değ i l, ni ü{id olac a k bir fels�Jenin teme l i n i atrr.a ktır. Viiyenı Ce y m i s ve Rozı?nberg gibi m ütefek kirkr bu ışı yapmışlardır. hattô en b it ara f görünen f il o z of la r bile bu endişe iie hareket et
vazifesi ; battel ve s k o'astik tarifle ı i n
m i l l i ye ti ne
tiklerini
kabul elm�)mernize sebep yoktur. To plu
ol a ra k da
evvel
pey g a m berieri
yo i ı u d i yi,
ne
gösterebi liriz.
M u s a yahudiden
ev
Ne
ve l
ve
v a z ıh
bir misôl
M u ham m e d ,
ara ptan
arabı c ü � ü n m ü şt ür.
Biric:enaleyh ; denıeb i i i r k i ; fi l o z: c fi tari h i rni::de
bir sahife henüz
yczı lma :nış b u l u n m a k:ad ır. F i k i r h a y a tı m ı z ı n bu çok yolcın sahifele
rini işlenmiş gö• meği,
i zzetlin
Mete kadar ben de i s te rn e k te y im.
Samih
Nafiz
Tansu
N u ru l l ô h Atccın fikri : S u c l i n cevabını verecek k a d a r okumuş b u l u n m a d ı ğı n ı . he>le bu ile meşgul o l m a d ı ğ ı n ı � öy leyen Nuullôh r\taç,
rrıevzu larla, febJe
felsefenin milliye!i olm az, a fa k i bir su rı;ıile d ü ş Gnen bir adam için. felsefe; ha ki ki tarifin i bul u r. FebdP, h a k a y ı k ı eşyanın künhünü ve h ok a y ı k ı araştırır, gibi söLierle n i hı.ı y e t cevap v e r i y o r d u . istP bizi:n
fikir a daml a r ı mı z: ın fıkri sabitleri . . n tarifi nden. hôlô Ef l a t u n u rı etiğiden ha r e k
Aristonu
U. eA�yor-
63
lar. Burada herşeyden evel afak i kelimesin in. k� ndi fik rine makus olduğuna işaret edeyim. Afaki dem ek müsbet müşohhas reel demektir. Bunun içindir ki metafizikten yani mücerret bilg id en ayrıdır. Halbuki; N uru l lah Ataç hem ofokiyi müdafaa ediy or. hem de mabadü!tabioyi. eski fil ozoflar gibi. felsefe. hakayıkı arıyan diye tarif ediyor.. Felsefe. asırlarco böyle hakayıkı arıyon diye tari f edilegelmiş- tir. Fakat bu ta ri fi n ne faydası olmuştur. Eşyanın hakikatini aramak demek. asırlaca müddet, meddemi fikirden, fikir mi maddeden çıkıy�rlarla uğraşıp durmak değildir. Felsefeyi. eşyanın hakayikını aramak diye tarif edenler, acaba bu zamana kadar hangi hckayıka ulaşmışlardır. Bize yal nız birisi ni göster e m ezler mi ?. Felsefe. laf olsun diye yapıian tariflerden iba ret değil, m etafi ziği yırtıp geçen sert c. luşl ard ı r. Felsefenin. biran için. eşyanın hakayıkını aramak demek oldu ğunu kabul e!sek bile, bu hakayık ne Boğdatto, ne Bosradadır. H a kay ı k, hakayık 1 Bu hakayık, Türk ulusunun yeryüzün� diktiği çoltepelerdir. Yüzlerini sürmek için, ada l et, hüriyet mabedi arıyan bir beşeriyel varsa, Metris tepelere gider Eğilmez, bükülmez hokoyık. eğ i i m ez. bükülmez adalet. ham le v e dinarnizmin bir Bohrimu h iti Kebir i olan Türk tarihinden yü kse .
lecektir.
Doktor Adnan Beyin fikirleri
. - - - - - - - ··--------------
Eğer burada felsefeden kastettiğiniz metafizik ise, mücerret •insanı d üşünen bir felsefe yoktur. Fakat son felsefe cereyanları metafiziğin ehemmiyetini gittikçe kaybettiğini gösteriyor. Bu demek değildir ki metafizikle uğraşmak artık fazladır. Metafizikle de uğrcı ·şanlar olmalıdır. Fakat asıl felsefe. insana müfit olacak realist ·mutaları gösterecek bir felsefedir. Binaenaleyh felsefenin daha müfit olması kabildir. Bu arıcak felsefeyi müsbet ilimler üzerine tesis etmekle kabildir Bu meseleleri bugünün Türk gençleri ele almalı ve uğraşmalıdırlar. Yalnız bu ·uğraşma sırasında ne Mistisizme ne de Niçeye düsmem e l idir · .
.
Yavuz Abadanın fikirleri :
-
Her millet için güvenilebilecek olan hakikat kastası. şe'niyetten ' başka bir şey olamaz. Mücerret bilgi. metafizik, bilhassa zamanı mııda ehernmiyetini kaybederek. yerini gitgide müsbet ilimiere bırakmaktadır. Mücerret bilgi. mevzu ve gayesi itibarile diğer bilgilerden ayrı ve hususi bir mevkii olduğu kabul edilmiş olsa bile. bu ancak eski zamanlar için mevzuubahs olabilir. Filhakika, dünyanın hiç bir ye rinde aynı örf ôdet ve aynı môşeri vicda;ı hüküm sürmez. Kendi sosyal hayat tarzının yanlışlığını ne Tibetli, ne de Madagaskarlı kabul eder. Kıymet hükümlerinin tamamen sarsıldığı ve her tarifin yeniden yapıldığı bir zamandayız. Mazide ve halde olduğu gibi. istikbalde de Milliyelin felsefesile karşılaşacağız. Binaenaleyh ; Türk tefekkür tarihi istikbale hazır, dinamik ve fedakôr ve milliyetçi bir gençlik istemek ted i r .
65
MILLIYETlN FELSEFESI c Ilmin vatanı yoktur. � diyenler, c Felsefede milliyet • mefhu munu tasavvur edemiyecekleri gibi c Milliyelin Felsefesi • ni yap mak isliyenierin fikirlerini de kabul edemiyecekleri pek tabiidir. Biz burada ne öteki fikre, · ne de beriki kanaale taraftarlık edecek de ğiliz. Sadece c Milliyet • fikrinin dayandığı esaslara, basit bir şekilde, temas etmek istiyoruz : tasvir levhasından c Beşerin tekamülü hakkındaki bilgilerimizin ibaret • olarak kabul edilen c tarih • in geçirdiği devirler ve bu de virleri dolduran asırlar, hadiselerile incelenecek olursa, her devirde, her asırda ve hatta bazı asırların ilk ve son kısımlarında. insan topluluklarını idare eden hakim fikirlerin bulunduğu, yekdiğerine . benzemeyen hakim esasların göze çarptığı görülür. ltikadımızca tarih, asırları dolduran hadiseler değil, bu hadi seleri meydana getiren amiller, hakim kanaatlerdir. Vakalar, tarihin malzemesi olmaktan ileri geçemez. Bu itibario < tarih tekerrür et mez ». Belki ; hadiseler benzeyebilir. Orta zamanlar Avrupa tarihine iki fikir. din fikri ile ziami fikir hakim olmuştu. Kilise efikir din• den derebeylik ( Feodalile ) c fikr ziami • den ileri gelmişti. Yine Avrupa tarihinde, 1 7 inci asrın monarşi ( Mutlakıyet ) as ri, 1 8 inçi asrın münevver monarşi, 19 uncu asrın ise demokrasi ( Halk hükumeti ) asrı olduğu malumdur. 1 9 uncu asrı dolduran hadiseler, iki büyük inkilaptan, Fransa inkilabı ile sanat inkilabından ileri gelmiştir. Frarısa inkilabı c hürri yet ve milliyet • fikirlerini doğurmuş, sanat inkilabı da c içtimai ve iktisadi • hareketleri meydana getirmiştir. 19 uncu asırda, milliyet nazariyesini ilk defa, büyük Napolyo· nun çizmeleri altında ezilen milletler arasında görüyoruz. Madam ki, kendini idare etmek hakkı yalnız millete aittir. O halde millet, ecnebilerin idaresi altında bulunmamalı, ecnebi bir millete katılmamalı, birçok idarelere ayrılmamalıdır. Her millet müstakil bir hükumet kurmalı, bir milletin bütün parçaları yalnız bir hükumet halinde toplanmalıdır.• Işte milliyet nazariyesinin temeli. Tarihin diğer asırlarında bu nazarieye asla düşünülm"rnioti. Hükumetler ya mirasa göre kuruluyor, yahut fütuhat mahusulii olu
Y ı .'!
66
yordu. Lisan, ırk, ahlak ve din bakımından yekdiğerine benzemiyen milletierin bir arada toplanması tabii görülüyor, bir kavmin muhte lif parçalara ayrılması ise m ühim bir hadise sayılmıyordu. Eski za manlar tarihinde c Romo impparatorluğu •. yeni zamanlar tarihinde yakın zamanlar c Şarleken ( Charles - Ouint ) Hülyalaları •. nihayet tarihinde c büyük Napolyonun istila hareketleri • hep bu fikirden ileri gelmişti. Viyana kongresinde bile böyle hareket olunmuştu. 1 9. cu asır Avrupasında birçok yayancı milletierin meydana getirdiği hükumetlerde c milli isyanlar ,. görülmüştür. Hangi memle kette ufak bir millet, büyük bir h ükumete katılmışsa o milleti ayır mağa çalışılmış. büyük bir milletin ufak ufak hükumetiere ay rıldığı yerlerde ise o parçaları bir millet haline getirmek için topla mağa uğraşılmıştır. Bu asırda Avrupaya milliyet bakımından iki fikir hakim olmuştu : Birinciye göre millet, ayni hükGmete karışan insan topluluklarına denir. Hangi hükumete tabi olacağını kararlaş tırmak hakkı o memleket ahal;s;,e bırakılmıştır. Ikinci fikre göre milliyet, ayni ırktan ibarettir. irı .::ı n ların arzusuna bakılmaz. Ayni kandan insanlar, istemeseler bile yine birleşmeye mecburdurlar. Bu iki milli fikirden birinciyi F :-ansızlar, ikinciyi Almanlarla Rus lar iltizam etmişlerdi. Büyük tarih alimlerinin kabul etmiş oldukları bir nazariyeye göre. lisan ile ırkın. ırk ile milliyelin münasebeti yoktur. Bugün her biri birer milliyet olarak meydana çıkmış olan büyük kavimlerin muhtelif cinslerden vücude gelmiş olduğu, bir mil leti teşkil eden insanların kamilen ayni cinsten olmadığı ise bir ha kikattir. c Ruhul'akvam » müellifine göre; medeni milletler arasında saf bir ırka tesadüf etmek mümkün değildir. Bu milletler, muhtelif cinslerin karışmasından, kaynaşmasından türemiş tarihi ırklardır. Ingiliz milleti, Seltlerle Cermenlerin karışmasından, Fransız milleti ise Seltler, Franklarla eski Yunan ve Romalıların kayncşmasından hasıl olmuştur. Ancak, bu tarihi kaynaşma h.er zaman. her yerde mümkün olamamış. hatta çok defa muhtelif cinsler, birbirlerile kaynaşama dıkları için. büyük saltanatların yıkılmalarına sebep olmuşlardır. Avusturya. Rusya imparatorluklarile Osmanlı saltanatı bunun canlı birer misalidir. Türk milletine gelince : Tarihin büyük tanıdığı milletlerden biri ve belki en mühimmi
67
olan Türk . milleti. mukadderotın kendisine hazırlamış olduğu siyasi. askeri. medeni vazifeleri tam olarak başarmış, bütün tarih devirle rinde varlığını müsbet ve canlı vesikalar bırakmak suretile isbota çalışmıştır. Sekizinci asırdan itibaren lslôm dünyasına girrneğe başlıyan Türkler, 1 1 nci asırda çökmeğe yüz tutmuş olan bu alemi takviye etmiş ve o asırdan 1 8 nci asra kadar Avrupa ile mücadeleye gi .rişerek bütün Şark ve lslôm aleminin hakiki koruyucusu olmuştu. 1 6 ncı asır. Türklerin büyük asrı idi. Bu asırda Türklük, mad di ve manevi kültür bakımından- Garba, Avrupaya üstündü. 1 7 nci a sırda Şark ile Garp beraber olmuştu. 1 8 nci asırda ise bu üs tünlük Türk zararına olarak Garba geçmiş, Garp Şarka üstün gel mişti. Garbın bu üstünlüğü. Şorkın Garbı taklit etmesine yol açmış, Avrupalıleşmak fikri ise 1 8 nci asırda doğmuştu. Bu fikrin esaslı hareketleri ise 1 9 ncı asırda görülmüştü. Bu sebepten bazı tarihci lerimiz, 1 9 uncu asır tarihimize «Yenilik devri• ismini vermekte te reddüt etmemişlerdi. 1 9 ve 20 nci asırlarda, memleketimizde başlıca dört mühim �ereyanın yol almış olduğunu görüyoruz: lslôhatcılık, tanzimatcılık, meşrutiyetcilik, millicilik. Türkler, tarihte muhtelif diniere girmişlerdi. Fakat müslümanlık, �n asırdonberi Türk milli dini olmuştu. Escsen islôm tarihi yalnız arap tarihi değildir. lslôm dini yalnız arap dini değildir. lslôm me deniyeti de yalnız arap medeniyeti değildir. lslôm tarihi islôm dünyasına giren, islôm dinini kabul eden, islôm medeniyetine· hiz met eden (1 8) cinsin müşterek tarihidir. Bu müşterek tarihte her bir ırkın ayrı ayrı hissesi, ayrı ayrı hizmeti. ayrı ayrı rolü vardır. lslôm medeniyetine araplar kadar, arap olmıyanların ve has soten Türklerin hizmetleri pek çoktur. Milliyet felsefesini yapmak istiyenler, Türk milletinin dayandığı tarihi esasları göz ön.ü nde bulundurmak zarureti karşısındadır. Tanzimatın bu bakımdan muvaffak alamadığını iddia edenler haklı .görülmektedir.
M. lekai Konrapa
68
Esad Mahmud Karakurd Zaman, her şeyi, fikir tarihine dehşet verecek şekilde değiştirip duruyor. Değişmez zannettiğimiz mütearifelerin bile bir akşama ka dar değişmiş olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Allahın sözü olarak gösterilen ltôhi kanunların bile nasıl bir tekômül ve mecburi değişikliklere maruz kaldığı meydandadır. Böyle olmasaydı islômı ve hristiyanı dini felsefenin hôlô devam etmesi icap ederdi. Yani kit ise hukukile, ahkômı şer'iyenin hôlô hükümran olması lôzımdı. Halbuki ; ilimierin tarihi gelişmesi ve felsefe tarihi, zamanların fevkinde, muhitlerin haricinde bir prensibin varlığına delôlet etmiyor. Dünyaya, mücerred insanı, mücerred hak ve hürriyeti duşünen bir Sokrat, bir Efiotun gelmiştir. Bu filozofların mücerred insan için gösterdikleri heyecan ve endişenin samimiyetiden emin olabiliriz. Fakat, bu endişe ve heyecan, ancak o zamanın gereklerinden iba rettir. Bugünkü dünya, karşımıza büsbütün başka bir manzara ve büsbütün başka bir şeniyelle çıkmaktadır. Her millet, artık kendi hekemonyasının tahakkukuna çalışmaktadır. Mütefekkirler de, ôlimler de, tek bir hekemonya, yani tek bir felsefe için değil, hekemonyalar, felsefeler için çalışıyorlar. Binaenaleyh ; bugün bir hakikat olmak haysiyetile, tek bir felsefeden, cihanşümul bir ülküden bahsolunamaz. Ben diyorum ki : Bütün hakikatierin hareket noktasıı zamandır. Zamanın mevzu ve icaplarına iyi anlayan bir mütefekkir; vaktini maba düttabia ile değil, mensup olduğu milletin ilmihalini yapmağa ve yük seltrneğe vakfeder. Bugünkü dünya mütefekkirleri bu işi yapmağa çalışmaktadırlar. Hakikaten, bir milletin oluşunun mônasını ve ideal istikametini metafizik değil. tarih tayin etmelidir. Zira ; tarih bir oluştur. Şe'ni yettir. Tecrübe edilmiş, yaşanmış ve anlaşılmıştır. Filozofa, nereden hareket edip nereye gideceğini tarih gösterir. Hakkı, hürriyeti, hayır ve şerri tarif ve izah edecek olan filozof, zamanın bir kategorisi olan tarihi herhalde ihmal etmemelidir. Ta rih bilmeyen filozof, daima aldanmağa ve adam sendeci mütevekkil biri olarak kalmağa mecbur ve mahkumdur. Çünkü filozofu ileri itecek olan tarihten başka hiç bir kuvvei .muharrike yoktur.
Mevı.uumuzla alikadar olan bu yar.ılar, İstan bul Üniversitesi feransları
i�imli
1 937 - 1938 kon
kitabından
iktihas
olunmuştur.
ZAMANIMIZIN FELSEFi CEREYAN VE DOKTRINLERI Prof. V. Astar
Edtbiyat Fakülte&i Profesiirlerinden
Zamanımızın. doğrudan doğruya yaşadığımız devrin fikir cere yanlarını karakterize etmeğe kalkışmakla, itiraf edelim ki biraz güç bir işe tesebbüs ediyoruz. Bu cereyanlardan hangisinin geçici olaca ğını hongisinin devam edeceğini kestirebilecek derecede bugün on lardan uzakloşmış bulunmıyoruz. Bu cereyanlorın tamamile objektif bir resmini çizebilecek derecede bütün onları soğukkanlılıkla muha keme etmemize imkôn yok. Bu sebeptım dolayı gözlerinizin önünde bu akşam canlandırmağa çalışacağım manzaranın. objektif olmak hususundaki bütün gayretlerime rağmen sübjektif bir karakter taşı yacağını biliyorum. Bilhassa zamanın darlığı bu cereyanların hep sinden bahsedilmesine imkôn veremiyeceği için, bunlardan en mü himlerini seçmek meçburiyetinde kalacağız. Omit ediyorum ki. bu hususta yapacağım intihapta isabet görürsünüz. 1 9 uncu asrın ikinci nısfına 1 870 90 seneleri arasına bakacak olursak felsefe sahasında Herbert Spencer ve Auguste Comte gibi muharrirlerin büyük bir kıymet kazandıg ını ve felsefede her şeyi tekômül mefhumile izaha yeltenen bir pozitivizmin hôkim olduğunu görürüz. Tekômül mefhumu tamamile Darwinizm bakımından izah ediliyor. Kôinattoki bütün tehalüfün tedrici bir surette meydana gel diği iddia ediliyordu. Bu bakımdan bir hôdiseyi tedricen meydana getiren şartları göstermek mümkün olabilirse. o hôdise tamamile izah edilmiş addolun11bilirdi. Meselô hayatın maddeden dağmuş ol duğunu göstermekle hayat, şuurun dimoğda vukua gelen hôdiselerle meydana geldiğini göstermekle şuur, ve nihayet insanın hayvandan neşet etmiş olduğunu göstermekle insan izah edilmiş addolunuyordu. Her şeyi jenetik illiyel münasebeti ile izah etmek usulünün bir husu siyeti de, tanılması istenilen meV7uu n münferit ve asli unsurlara -
70
ayırdedilmesi ve bu unsurlardan her birinin j�netik bakımdan izah· edilmesile taayyün eder. Bu noktada Darwin'in tesirini görüyoruz.. Darwin bütün hayvan ve nebat cinslerinin. m üstakil bir surette ta havvül eden uzuvların şekillerini değiştirmesile izah ediyordu. Bu· değişiklik hangi havyanda iyi ve faydalı bir şekilde vukua gelirse o· hayvanın bu değişiklikten daha az istifade etmiş olan rakiplerineo hayat kavgasında galebe edeceği kabul ediliyordu.
Tekamül tarihine ve illiyel esasına istinat eden bu izah tarzının· önünde çok mühim bir meselenin, eşyanın mahiyeti meselesinin kay bolması zaruri idi. Filvaki bir eşyayı meydana getiren unsurların tesbit edilmesile o eşyanın izah edilebileceği kabul edildiği icin. ayrıca bir mahiyet meselesini ortaya atmanın ·ve bir eşyanm, bir . sanat eserinin, yahutta bir dinin mc:ıhiyetini araştırmanın hiçbir manası olamazdı. Burada bahsedilen tekômül tarihine m üstenit po zitivizmin atomisi tasavvurlarla çalışan bir fiz!k ilminden ilhamını almış olduğunu unutmamalıyız. Bu sahada büyük muvaffakiyeller ihraz eden bu tetkik tarzı sonradan biyolojiye tatbik ediliyor ve bu sahada da bir müddet hüküm ediyor. Fakat ayni tetkik tarzının, manevi ilimler sahasına tatbik edildiği anda. artık bizi tatmin etmesine imkôn olamazdı. Bir dramı münferit unsurlarına tahlil ederek, muharririn bu parçalardan herbirini nereden aldığını araş tırmakle bir sanat eseri anlaşılamaz. Pozitivist bir edebiyat tarih çisi, Göthe'nin dediği gibi elinde parçalarla kalır, fakat bu parça ları birleştiren fikri bağı hiç bir zaman izah edemez. Pozitivizm manevi ilimler sahasında bugün Psikolojizm adını taşıyan bir isli kamete gitmek zoruretinde idi. Psikolojizm tôbirinden, hukuk devlet, sanat, din ve ilim gibi fikri teşekküllerin insan faaliyetine irco edilerek bu faaliyetle izah edilmesi temayülünü anlıyoruz. Hegel'in objektif ruh yahut objektif fikir tabirini verdiği bütün bu teşekkül lerin - insan faaliyetile meydana gelmelerine rağmen - tamamile kendilerine has, ferdin fevkinde bir hayata ve konuniyete ma lik olabileceklerini bittabi psikolojizm nazarı itibare almıyordu.
Tekômül tarihine istinat eden pozitivizmin çok mühim netice lerinden biri de bilhassa metafiziğin ortadan kalkmasını istilzam et mesi ile tayyün eder. Kainat hakkındaki bütün bilgileri teAıin etmek ve bilgi neticelerini mukayese ederek toplamak tamamile münferit
71
ilimierin bir vazifesi oddolunduğu için artık kôinotın do mohiyetini sormanın hiçbir mônosı olamazdı. Tekômül tarihine istinat eden pozitivizme, geçen osırın son larında Almanyoda çıkan yeni Kontionizm cereyonile artık nihayet verilmiş oluyor. Fakat yeni Kontionizmde, münf@rit ilimierin metod larındon tamamile ayrılan bir metodla kôinotı tanımak istiyen bir me tofiziğin imkônını reddettiği için po!itivizmden esaslı bir surette ayrıl maz. Felsefede çok esaslı bir değişiklik ancak asrın dönüm noktasında vukuo geliyor. Yeni bir devrin. bir metofizik devrinin başladığını görü yoruz. Işin garibi, bu metofizik temayülünün lngilterede, pozitivist psikolojinin bu klasik volanında 1 9 uncu asrın başındaki Alman fel �fe sistemlerine (bilhassa Hegel'e) istinat eden bir ideolizmi meydana getirmiş olmasıdır. Burada Brodley ve Bosanquet'yi ve onların tale belerinin felsefe sistemlerini düşünün. Bu mütefekkirlere göre idrok alemi ve münferit ilimierin sahası sadece bir görünüşü. bir fenomeni ifade eder. Kendi kendine var olon varlık bu alemin arkasında, bu alemin üstünde ve ötesindedir. Bu mutlak varlık görünüş aleminin her tarafına müteconis bir surelle yoyılmoz. O kendisini maddeden ziyade ruhta, psiko - fizik uzviyetten ziyade tarihte belli eder. Bu sebepten dolayı o kayıtsız fikirdir ! ingilierede olduğu gibi halyoda do Alman idealist felsefe sistemlerinin tesiri altında inkişof eden \ir meJofiziğe tesadüf etmek mümkündür. Bu cereyonın boşında Senedeıto Croce bulunuyo�. Croce, Comte ononesinden gelen po zitivist Ardigo'nun tesirlerine ltolyado nihayet veren bir mütefekirdir. Eskinin kısmen devamını ifade eden bu sistemlere bakocak olu�sok yeni, orijinal ve bilhassa devrimiz bakımından çok karakte ristik bazı hususiyetlerle korşıloşobiliriz. Bu hususiyeller bilhassa zomanımızın bazı metafizik cereyanlorındo daha ziyade l'uzuhlo te borüz ediyor. Biz bu felsefe cereyonlorının mümessillerinden sadece Bergson'u ve bugünkü Ingiliz felsefesinde ço k mühim bir yer olon Samuel Alexondr'ı tanımoya çalışacağız. Zamanın darlığı bizi bu mütefekkirlerle ikilfa etmek mecburiyelinde bırakıyor, 1 7 inci asrın büyük metofizik sistemlerine, mesela bir Descar tes'in, bir Hobbes'in, bir Spinozo'nın, bir Leibniz'in sistemlerine ba kacak olursc.k bu sistemlerin tamamile resyonalist bir karakter ta şıdığını görürüz. Bu m ütefekkirler sistemlerini hendese davaları gıbi
n
bedihi kaziyelere, vazıh prensipiere istinat ederek ispat etmeğe ça
lışıyorlardı. Böyle mücerret bir mebdeden hareket eden ve hakikati ispat etmeyi istihdaf eden bir metafizik ideali
artık bugün maziye
asrın ortasında bazı Alman m ütefekkirlerinde,
meselô Lotze'de
karışmış bulunuyor. Fakat diğer taraftan bu yeni metafizik: 1 9 ncu ve Fehner'de tesadüf edilen ve istikra esasına istinat eden
ve
metafi
zik temayüllerile de karşılaştırılmamalıdır. Modern metafizik m ünfe· ferit ilimierin neticelerini faraziyevi bir birlik içinde lışmıyor.
Filvaki bir Bergsu'un ilme
kayt kalmadığını,
ve
toplamağa ça
ilmin neticelerine karşı lô
mümkün olduğu kadar
derinlere
çalıştığını görüyoruz. Fakat böyle olduğu halde
nüfuz etmeğe
son söz
bırakılıyor, ve bu suretle bütünlüğü ile kôinat hakkında
elde edilmesine çalışılıyor.
intuitiona
bir bilginin
Bergson'un hadsi görüşlerinden biri, asli bir tezadın bütün ôlem
de muhtelif şekiller alarak tekerrür ettiğini söyler. Mütefekkire göre bu tezad mekôn ile zaman, madde ile ruh,
yahut bndi tabiri ile
madde ile hafıza, uzvi olmıyan tabietle uzvi hayat crcsındk devam
edip gider. Bergson son eserinde bunlara içinde hareket eden bir tezadı
tarihi hayatın
daha ilôve ediyo r :
Statik
hudutları
chlôkla
mistik din. Bunlardan iki insanı bünyesi tekerrür etmiş mazbut bir
devlet dahil ine rapteder. Mistik dinlerin
hudutları içinde · ise insan ' beşeriyetinin bir uzvu, ve u l u hivetin bir çccuğu olarak kendisini duyar. Bütün bu tez adlar,
Bergsan'o göre
o kadar
birbirinden
ayrı
sahalara aitmiş 9ibi görünmelerine rağmen, asli bir tezetten iştikak
ederler ve mahiyetleri itibarile birbirlerine benzerler. Za manla mekôn arasındaki tezadı ele alalım.
bir noktaya işaro?t etmek
Burada mühim
lüzumumunu hissediyor um.
Bergson za
manla mekan a rasındaki tezaltan hareket ederk"'n bunları birer re
alite olarak kabul eder. Bu nokta mütefekkiri
Kent'tan
ve
Kent'ın
1 g uncu asırdaki muakkiplerinden esaslı bir surette ayırdetmektedir.
Kent zamanla mekônı mahs şuurun m üşahhas iki şekli olarak ka
bul ediyordu. Sonra tenkidi felsefe zamanla mekanın idealitesi ve fenamanalitesi meselesinde ısrar ediyordu. Alman mütefekkirinin na zarında zamanla mekôn hakiketen var olan varlıkları değil,
görü
nüş ôleminin formlarını teşkil ederler. Idealist metafi zik de bu fikri old.ığu gibi almış, zaman ve mekôn dahilindeki görünüş aleminin
73
üstünde mutlak bir varlığın, hakiki manasile bir metafizik reelilenin
mevcudiyetini ispat etmeğe çalışmıştır.
bir reolite olarak kabul etmekle,
Bergson zaman ve mekanı
kendisini Kent'tan
idealist ananenin metofizik tesirlerinden de
James Scheler, Hiedegger ve nihqyet
olduğu kadar
ayırdediyor.
bütün
Amerikan
yeni reelislieri Bergson'un bu fikrine iştirak etmektedirler.
Nietzsche,
Ingiliz
ve
Tekrar Bergson'a ve zaman mekan arasındaki tezada dönelim.
Evvela mekanın, m ütecanis nokta ların
bir heyeti mecmuası
kareklerize edildiğini görüyoruz. Bu sebepten dolayı
birinden diğerine geçilebileceği
olarak
bu noktaların
ve tekrar geri dönülebileceği pren·
sip itibarile kabul ediliyor. Buna mukabil zaman
Bergson'a naza
ran. geriye çevri lmesi mümkün olmıyan bir sırayı teşkil eder.
Her
zaman noktası yepyeni bir realitedir ve bir defaya mahsus, tekrar
yaşanılması m ümkün olmıyan bir kıymeti haizdir.
Zaman ile me
kan a rasındaki bu tezad, madde ile şuurda tekerrür eder. Fizikçinin tabiat hadiselerinin esası olarak
mekan dahilinde tekerrür
etmiş
sabit
kabul ettiği madde,
bir varlıktır.
Madde
ale
minin kanunları kemiyet kanunlarıdır. Madde aleminde illet ile eser
orasında kemmi bir birlik mevcuttur. Şuurda is� hiç birşey tekerrür
etmez. Çünkü yaşanı la n
her anda,
ayni hayal içinde
yaşanılan
bütün hatıraları n bir hissesi vcr� ır. Bu sebeten dolayı Bergson mad
de ile ruh arasında k i farkı tebarüz eltirebil mek için yazdığı esere madde ile hofıza adını vermektedir. Madde ile ruh alemleri orasın
da uzviyet ô l e m i, hayat ôlemi uzanmaktadır.
Bergson burada tekômülcülüğün izlerin i takip ediyor.
Hayvan
ve nebat eleminin bütün nevileri m ütefekkire göre yc,kdiğerinden çık m ıştır ve yekdiğerine
bağlanorak
inkişof
eden bir hayat zincirini
meydana getirir. Cinslerin tehalüfü meselesinde Bergson Darwinizm den ayrılıyor. Onun nozorında tekôm ül, bir gaye takip eden kuvvet fikri ile izah edilemiyeceği gibi tesadüf ile ve hayoto daha iyi inti bak edenlerin yaşoyacağı fikri ile izah edilemez. ne de m ihaniki
konunların bir eseridir.
Tekômül ne goyi
Ananevi hayatın şeceresi,
insanda zirvelenen düz bir hat ile ifade edilemiyeceği gibi Darwin'·
nin zonnettiği gibi kırık hatlarla do izah edilemez. Hayat daha zi
yade yekpore bir kaynakton çıkan bir nehrin manzorasını hatırla
tır. B u nehir b i r hayat hemlesile ta hrik edilerek muayyen noktalar-
74
da çatallanır, dal budak salar. Tahavvül eden · harici şortların altın da, aslında yekpare olan hayat durmadan yeni şekiller yaratır. l zafi manada sabit olan ananevi şekillerden her biri, i klim, toprak, su, hava gibi h arici şartların hayata vazettikteri meselelerin hal şeklini
gösterir. Ananevi hayatın şekli bu meselelerden doğar ve bu mese leyle taayyün eder. Ancak bu hal şekillerinin herbirinde evvelce he
saplanması mümkün olmıyan, yeni ve yaratıcı bir hususiyet vardır. Sanki her defasında hayat hamlesile tahrik edilen hayat cereyanı,
kendisinin serbestçe
akmasına m ani
olan, kendisine ; karşı koyan
maddenin içine akıyor, manialara çarpıyor ve bu manialara intıbak
ederkPn uzvi şekilleri yaratıyor ve bu şekillerin içinde muayyen bir müddet donup kalıyormuş gibidir.
Her tarafta zamanla mekanın, hafıza ile maddenin, hayat veti
resi ile cansız maddenin dualizmi i le karşılaşıyoruz. Kainattaki bu dualizme iki bilgi tarzı tekabül eder. Ta hlil ve terkip eden aklın bil gisi ve sezen duyan hadsin bilgisi. Zekô maddenin ve mekanın hu
dudları içindeki alemi umumi mefh u mların yardımı ile kavrar ve ifa
de eder. Buna mukabil hads hayata ve ruha nüfus eder. Fakat kav radığını herkesin
anlıyabileceği umumi mefhumlarla ifade edemez.
Hadsın nüfus ettiği realite umumi mefhumlarla
derecede m üşahhastır.
ifade edilerniyecek
Insan denilen varlık kendisini yekpare bir
nehrin içinde ve hayalı kendi içinde duyar. Fakat onu izah edemez.
Tanınmayan ve bilinmeyen gayeler peşinde meçhul semtlere doğru sürüklenir gider. Bergson felsefesinin en mühim fikri yaratıcı tekamül
ile ifade edilmektedir.
mefhumu
Bu mefhuma nazaran kôinata, ayni şartlar
dahilinde ayni neticeleri tevlit eden mihaniki kanunların yerine ser best ve yaralıcı kuvvetler h ükmetmektedir. Her uzvi varlık, her ruhi
hadise hiç değil ise kısmen yeni bir yaratılışın ifadesidir.
Bu fikir
ile Bergson modern m ütefekkirlerinin bir çoğu ile, fakat bilhas&a
demin adı geçen ve bugünkü Ingiliz felsefesini en mühim şahsiyet lerinden biri olan Somuel Alexander ile bir benzerli k arzediyoruz. Alexandr da
Alman filozofları
Bergson
gibi, yahut Amerikan filozofu James ve
Driesech ve Scheler gibi her nevi bilgiyi önleyen
ve intuisyona istir.ad eden bir tecrübeyi, felsefesine haraket noktası
olarak intihap etmişti. Bilgiye tekaddüm eden bir tecrübe, bu m üte-
15
fekkirlerin nazarında düpedüz eşyaya teveccüh eden ve bilgi naza
riyesi ve metodoloji araştırmalar ile bulandırılmamış olan bu bilgi
tarzını ifade eder. Pozitivizm ve yeni
9
kantianizm evvela bilgi me
todları üzerinde çalışıyorlar ı ve bilahere bu metodların yardımı ile kainatın tanılabileceğini iddia ediyorlardı.
20 nci. asır filozoflarının
çoğu artık bu bilgi nazariyesi araştırmalarından yorulmuş gibi gö
rünüyorlar. Kendi aralarından birinin söylediği gibi, artık bıçağı kul lanacakları yerde mütemadiyen bilemekten usanmış bulunuyorlar. Alexander felsefesinin
başlangıç noktası tabiat
ilimlerinin ve
fiziğin esasını teşkil eden « m adde• dir. Bütün realite mekan ve za man dahilindedir.
Maddenin esas sıfatı mekanda yer kaplama ve
hareket etme olduğuna göre, Bergson'nun aksine
bütün realite «maddi• dir denebilir.
Alexander zamanla mekanı yekdiğerinden ay
rıd etmiyor, bilakis onları ayrılmaz bir birlik olarak kabul ediyor ve
Einstein'nin relativite nazariyesine istinad ederek tek olan bir zaman mekandan
bahsediyor.
bizde ilk a nda madde
Matericlist telakkileri hatırlatan bu fikirler
aleminin yegane realite olduğu söyleniyor
muş hissini uyandırıyor. Fakat Alexander kendisinin bu şekilde tef
sir edilmesine razı değildir, Mütefekkir her şeyin maddi unsurların
dan terekküp etmesir.e rağmen, maddi mahiyeti haiz olmıyan ba
zı vasıflara da malik olduğu kanaatindedir.
Alexander bu suretle,
bugün felsefede ve ruhiyetıc çok mühim bir yer alan cGestalh na
zariyesinin bir m ümessilidir.
Filvaki muhtelif parçalardan terekküp
bir bütün daima parçaların mecm uundan fozfadır ve bir bütün ola
rak haiz olduğu sıfatları
parçaların sıfatlarından iştikôk ettirmek
mümkün olamaz. Bir melodi münferid seslerin mecmuundan fazladır ve kendisine has bir kıymeti. bir gestalt kalitesini haizdir.
Bir bü
tünün parçalorın mecmuundan fazla olduğu ve yeni kolitelere mo
lik olduğu fikrinin, geçen
asrın son 30 senesine hükmeden poziti
vi7min mihaniki jenetik telôkki tarzı ile hiç bir surette telif edilemi
yecegı
burada bütün sarahatile görünüyor.
Alexandar'o göre renk. ses, hararet gibi ihsas kaliteleri de bu
tarzda bir bütüne has olan gestalt kalitelerini haizdir. I lmi telökkiyı.ı tekaddü m eden realizm ihsas
der ve onlara
kalitelerini eşyanın sıfatları
realite izofe eder.
Tabiat
addu
ilim lerinin ve labiat ilinı
lerine istinad eden bir taraflı felsefenin son asırlardaki tPkômlilii ilu,
76
biz ihsas kalitelerini sübjektif hadiseler meyanında görmeye alışmış
bulunuyoruz. Alexander bu meselede tabiat ilimlerinin telakkisinden
tamamile uzaklaşıyor ve naiv realizmin fikirlerini kabul ediyor. Onun
nazarında bütün ihsas realiteleri eşyanın reel sıfatiarını teşkil eder ve
hiç bir zaman sübjektif ihsas unsurları olarak karakterize edilemez.
Ancak
bu sıfatlar, m ütefekkire göre, unsurların sıfatiarını değil, bir
bütünün kalitesini ifade etmektedir. Bir gestalt kalitesi.
elemanların
muayyen bir tarzda bir bütünü teşkil etmesile meydana gelir. Burada
da yaratıcı bir tekôm ülden bahsolunabilir. Alexander bu tabiri kullan mıyor. Fakat kendisi ve talebesi L Morgan
tekômülden bahsediyorlar.
Münferit
c
Emergency
unsurların daha
»
tabirile bir
büyük birliği
teşkil ederek yeni kaliteleri meydana getirdiklerini söylüyorlar. Maddi unsurların
zamanla
mekônın
hudutları
eşya ve eşyanın sıfatları doğuyor.
dahilinde
kaynaşması ile
Eşyanın müşterek tesiri ile yeni
bir birlik ve bütün meydana geliyor. Uzviyet ve hayat doğuyor. Hayat maddeden ayrı bir kuvvetin madde ile birleşm ssinden doğmaz. Haya tın unsurları maddeninkinden farksızdır. Fakat uzviyet, bu unsurların
{eni bir birliğini temsil ettiği için. yeni bir kaliteyi haizdir. Bu kalite
maddeye irca edilemez. Nihayet hayat hadiseleri canlı vücudün bir
kısmında, dimağda birbirile kayneşerak yeni bir birlik daha doğu
yor ve biz
ona şuur diyoruz.
Şuur da dimağı dolduran.
düşünen
ve idrak edPn cisimsiz bir ruh d�?ğildir. Şuuru takip eden unsurlar hayatı terki p eden unsurlardır. Fakat o. bu unsurların yeni bir bir liğini ifade
eHiği
için hayatla mevcut
olmıyan
kaliteleri
haizdir.
Maddeden eşyaya. eşyadon uzviyete, uzviyetten şuura doğru giden
tekamülün seyri
yetlerin
devam edip gitmektedir. Duyan ve yaşıyan uzvi
m ütekabil
meydana gelecektir.
tesirleri
ile
yeni
kalitelerile
yeni
teşekküller
Böyle bir varlığı m üşahhas bir suretle tasav
vur etmeğe imkôn olmasa bile onu sezebilir ve onun bir gün olup tahakkuk
edeceğini ümit edebiliriz.
yaratıcısı
olarak mebdede değil. bir
uluhiyet fikrile kapanıyor. tinde bulunuyor.
Alexander'ın
Alexander sisteminin sonu bir
Fakat Allah fikri kôinahn
ve tekamülün
gaye olarak sistemin nihaye
temsil ettiği felsefe istikameti
yeni realizm adını
taşır. Bu istikameti yeni kantianizmden ve pozitivizmden ayırd eden iki noktayı derhal tebarüz ettirelim.
Bu noktalardan
iki idrCık me-
77
selesine, diğeri ise bilgi nazariyesi ve metodoloji meselesine temas etmektedir.
Biz hakiki manasile neyi idrCık edebiliriz ve idrCık edi�
len alemin şeniyet alemi ile olan m ünasebeti nedi r ? Pozitivizm bu suale bizim sadece
ferit renkleri
ihsas muhtevalarını. ihsas fenomenlerini, m ün
ve sesleri
idrCık edebileceğimizi
ardında fikri konstrüksyon
ile tanılabilecek
olduğunu söyliyerek cevap veriyor. nız
ve
ihsas
muhtevalarını
eşyanın
kanaatindedir.
kendisini
ve
Yeni realizm bilôkis bizim yal
fenomenlerini
doğrudan
Biz reallteyi
ve görünüş aleminin
bir reel alemin mevcut
doğruya
idrCık edebilir
değil.
bütün şeniyeti
idrCık
edebileceğimiz
ve kendimizi
onun bir
uzvu olarak duyabilirız. Bilgi metodu meselesinde de yeni realizmin
fikirleri pozitivistlerden tamamile ayrılmayanlardır. Yeni realizme na zaran bilginin umumi mahiyette bir metodu yoktur.
Alem münferit
ve mütecanis sahalara inkısam eder ve bu sa halardan kendisine has bir bilgi metodu istilzam eder. Bu fikirler bize ister istemez
Almanyada
her biri
hemen hemen aynı
zamanlara tesadüf eden bir felsefe istikametini hatırlatıyor. Bu fel sefe cereyanına. adını veriyor.
menologie:t eski bilginin
m üessisi
Edmund
Husserl.
c
Fhaenomenologie :t
Adı ile birçok yanlış onlamalara yol açan cPhaQno 9ir bilgi nazariyesi meselesinden
hareket
ne dereceye kadar tecrübeye istinat ettiğini
ederek
ve tecrübe ile
mukayyet olmıyan bir bilginin mevcut olup olmadığını sormaktadır. Bilgi Husserl'e nazaran bilinmesi lôzım gelen eşyaya nüfüz etmekle doğabileceği için.
ve şimdi mevcut
tecrübeye ve haclsa istinat eder. Evvelô. burada
olan bir eşyayı müşahede ederek ve onu mey
dana getiren şartları tesbit edecek. faraziyevi
bir konstrüksion ile
eder.
ayırt ederek umumi
müşahede edileni umumileştirebiliriz. Bu ampirik kanunlara vasıl olunur. Bu kanunları kazanmak tecrübi ilimierin bir vazifesini teşkil Fakat aynı eşyayı
hususi
şartlarından
mahiyeti ile de tanımak müm kündür. Bu yoldan gidilerek kazanılan mahiyet kanunlarını. Husserl amprik kanunlardan ayırd ediyor.
I ki
noktanın arasında sadece bir d üz hattın çözülmesi. düz hattın ma hiyetinde meknuz bulunan
yüksekliği
haiz olması
bir hassasiyettir. Bir sesin muayyım bir
o sesin mahiyetini
teşkil ı,>dP.r.
Bu 6ur"tle
bir dinin, bir kültürün mahiyetini sormakla elde "dilım. aı;la ve öze taciiuk eden esas vasıfları tecrübi vasıflardan tarnamile ayıd etmek icap eder.
78
Phaenomologie esas mahiyeti
ve özünü
ile bir varlığın aslını
sormak hususunda bir teşebbüstür denilebilir.
Konferansın başında
pozitivizmin manevi ilimler üzerindeki tesirlerinden bahsederken söy lediğim cümleleri hatırlarsanız, Phaenomenologinin bu ilimierin inki ·
şafında
nekadar mühim
bir şekil
alarak insanın
bir rol oynamış
olduğunu anlıyabilirsiniz.
Pha.ınomenologie'nin inkişaf etmesile, mahiyet suclinin gittikçe yeni mahiyeti
meselesinde
temerküz
başladığını görüyoruz. Zomanımızın Darwincilerden
den uzaklaşlığını bize hiçbir mesele, insan�n dar tebarüz ettiremez.
içinde tamamile
taktirde
Çünkü
hususi ve ayrı
ortaya vazolunabilir.
yeti ilı;ı insanda, diğer
bütün
bu sual
qtmeğe
ve pozitivistler
mahiyeti meselesi ka
insanın
bir mevki aldığını
tekômül
silsilesi
kabul ettiğimiz
Hottô bu sualde, ôlemin esas mahi mahluklardan çok
daha başka bir
şekilde tecelli edeceği fikri gizleniyor. Bu fikrin ilk izlerine rönesans felsefesinde ve romantiklerde tesadüf etmek müm kündür.
Son zamanlarda fenomenolojiden yeni bir felsefe istikametinin çık
tığına şahit oluyoruz. Bu islikarnet kendisine cexistenital• felsefe adını
veriyor. Bu felsefenin eşya ile insan arasındaki tezoddan hareket ederek insanın mahiyetini tayin etmeğe çalıştığını görüyoruz. I nsan kendisini bir mevcudiyet olarak
ayırdeder insan bizzat kendisidir
duyar ve
ve
muhitindeki
eşyadan
kendisinden gayri hiç birşey
değildir. Insanın kendi me·,cudiyeti hakkında edindiği bu fikirde m ü him bir mesele gizleniyor. Insan kendi hakkında birçok şeyler söy
liyebilir. O muayyen bir bilgiye, muayyen bir karaktere maliktir ve muayyen sıfatları haizdir, bir devirde yaşar, bir kavme, bir millete
ve bir aileye mensuptur. Fakat bütün bu fikirlerle insanın mahiyeti ifade edilmiş mi oluyor. Bir insanın
başka bir devirde yaşadığını,
başka bir aileye mensup olduğunu ve buna rağmen malik olabileceğini tosavvur edemez miyiz?
ayni benliğe
Hiç kimsenin
huyunu
değiştirmeyeceği söylenir. Bu fikir doğru olmakla beraber başka bir ses bize bunun mümkün olduğunu söylüyor. i nsan esas mahiyeti ile hür bir varlıktır. Hayvan mahiyetini
değiştiremez.
hiç değilse, mahiyetini değiştirebileceği fikrine sahiptir.
siyet olmak haysiyetile hürdür. El bette biz, Iere naklederek kendimizi meselô
Fakat
insan
Insan şah
varlığımızı diğer devir
bir orta çağ insanı haline soka-
. mayız. Fakat buna mukabil mazi bizim tarafımızdan yaşanılmakta-
79
dır. Hakiki hayatımızı tarihin h udutları boyunca tevsi edebiliriz. Mu ayyen bir alın yazısı ile,
muayyen bir hayatın
ve
muayyen bir
devrin için�. bu felsefe istikametinin ıpümessillerindan birinin dediği gibi
c
fırlatılmış ,. bulunuyorum. Neden var olduğumu, nereden gel
diğimi bilmiyorum. Bu meçhuliyet içinde
sadece hayatın
bir gün
ölümle nihayetleneceği şüphe götürmez bir hakikat olarak karşımıza
dikiliyor. Insan esas mahiyetile
ihtiyarım haricinde içine atılm ış
c
ölüme çevrili bir varlıktır. ,. ve fırlatılmış olduğum
Kendi
bu h ayata
ve onun bana tahmil ettiği vazifelere kendimi hasr�tmenin lüzumunu duyuyorum.
Hayvan ve nebat gibi
hayatın ve zamanın
olmadığımı, hayata şekil verdiğimi anlıyorum. Existential felsefesinin
bu esas fikirlerinde
bir cüz'ü
derin görüşler
ve
mühim hakikc;ıtler mevcuttur. Filvaki, bu hakikatierin yepyeni olduğu
söylenemez. Diğer taraftan bu fikirlerde m istisizme doğru bir tema
yü! de göze çarpmaktadır. Mistisizm bilinebilenin, ifade edilebilenin hudutlarını aşar ve yaşanılanı, duyulanı fikir sahasına tatbike çalı
şır. Bilginin, cevap verilmesi m üm kün olanın hudutlarını aşarak vu zuhsuz mefhumların içinde kendisini kaybetmesi bittabi bir tehlike dir. Modern Existential felsefenin bazı noktalarda kendisini bu teh likeden kurtaramamış olduğunu zannediyoruz.
Mistisizme doğru bu sekildeki temayüller,
daima
pozitivizmin
bir reaksiyonu ile karsılaşırlar. Son senelerde pozitivizm in bir cere
yanın tekômül ile karşılaşıyoruz. Yeni pozitivizm mantık sahasında bir islôhat meydana getirrneğe çalışıyor. Mü messilleri. bilhassa mo
dern fiziğin usullerini ve bu usullerin tekômülünü gözönünde bulun
durmaktadırlar. Yeni poz:tivizm jenetik - mi haniki telôkkil<?rle çalıı,;an
eski pozitivizmin
bir tekôm ülünden
çok daha fazladır.
Bu f,•hwf"
istikametinin tekômülü ile ilmi mefhumların teşekkülünü izah ,,ırrwk
hususunda bazı derin noktaların aydınlatılabileceğini ümit ı•dı>bilirit.. Bu mevzu hakkında burada fazla söz söylerneğe I L'ı t.unı qiirmiiyo
rum. Yeni pazitivizmin kıymetli m ümessillerinden biri arum ınla bu lunuyor. Onun bizi bu hususta
edeceğini ümit ediyorum.
daha büyük bir r.a lı.ilıiy,•tl,,
ı�nvir
Za manın felsefesi, zamanımızın umumi kültür vaziyPiine uygun
bir manzara arzediyor.
Çabuk ilerliyen, çok yerlerde aykırı tezad
larla ç arpışan bir inkişaf karşısındayız. Bu tezadlar hakkında vazıh
80
ve toplu bir fikir edinmek çok güç.
Daha az. daha basit fikirlerin
idaresi altında bulunan devirlerde mesele daha kolay idi.
yolumuzu şaşırmamak ve bu
c
m üşkül • vaziyeHen
Burada
kurtulmak için
y�gane care zamanımızın fikir cereyonlarını m üşahhas etüdlerle ve etraflı bir surette araştırmak olabilir. Ancak böyle bir tetkik, zama· nımızın içinde çalkandığı fikir ve ahlak buhranları
hiç değilse kıs
men tadil edecek mütekabil anlaşmayı temin edecektir.
bir anlaşma ise başta tarihçiler
olmak üzere
Mütekabil
hepimiz
tahakkuk ettirilmesi icap eden bir gayedir.
tarafından
DESCARTES VE RASYONALIZM Hans Relchenbach
Edebiyat Fakültesi Umumi Felsefe
ve
Mantık Ordinaryüs Profesörü
Başlamış olduğumuz
ilimleri
Oniversitemizde
konferanslar
okutulan
silsilesinde
ihtisas
daha geniş
bir çerçeve içinde tanıtmaktır.
mütahassıs
alôkası
lerini tanır
ve bunların
güdülen
derslerinde
Bir şeyi öğrel"mek için
olsun veya ilirnde verimli bir surette çalışmak için olsun. ile meşgul
gaye.
olduğundan
bir ilimle
olan bir kimse,
o ilme ait bütün
halledilip edilmiyeceğini
anlayabildiği gibi
tefekkür sahasını kavrayabilecek
bir vaziyette bulunabilir.
mesele
usullerinin kullanılmasında emniyet ve ustalık kaza nır. Fakat, kendi
ihtisas sahasını içine bir parça olarak ile olan m ünasebetleri
alan ilmi tefekkür bütünü
göz önünde kolaylıkla kaçırır : kendi ilmin
den başka disipliniere sevkeden yolları görmez ve her yerde faa
liyette bulunan ruhun aynı bilgi ruhu �lduğunun farkına varmaz. lste bunun içindir ki serbest konferansiarımızia bu sınırları aşmak
ve. her birimiz
kendi
sahasından
başkalarına bazı şeyler anlat
makla, bilginin yalnız inceltilmes.i ni değil. ayni zamanda yayılma
sını da temin etmek istiyoruz. nün
bilgisinin
umumi
Bu gayretlerimizin ilerisinde,
bir tasvirini yapmak,
m ünferit
bugü
parçaların
rengarenk çokluğu gerisinde saklı bulunan birliği göstermek gayesi bulunmaktadır.
81
Bu münasebetle, size biraz f.?lsefedl?n bahsetmek vazifesi bana
düşmüştür.
Bu fırsaHan
pele büyük
bir sevinçle istifade ediyorum,
zira hiç bir ilim fel9t?fe kadar çizdiğimiz çerçiveye uygun değildir. Felsefe, diğer disiplinler nevinden
bir ilim değildir, onun faali
yeti mahdut bir sahaya münhasır olamaz. Beş"rl m otifetin sahaları nın bütünü, onun mevzuunu t"şkil "der. H"r ilimd"n bir takım yol
lar bizi felsefeye götürür, onun için iliml,nin sınırlarında daima felse·
fi meselelerin baş gösterdiği görülmekhıdir. Her hangi bir disiplinde
verimli bir tarzda çalışan her fert bunu pekôlô bilir; zira böyle bir kimse
alôkador olduğu
mütalea
meseleleri,
Qsaalora
etmeğe tesebbüs eder etmez,
ait çgrç"veler içinde
karşır.ında bir takım felsefi
sucller belirdiğini
daima görmüştür.
Buna rağm'ln, bugün f"lsefe
felsefenin, umı.ımi
meselelerin
için. ayrıca
aynı zamanda bir ihtisas disiplini haline d& girmiı,ıtir ; bunun sebebi
eden
hususi sucller
halli
öğr�;>nilmesi
icap
inkişaf ettirmiş olmasıdır. Bu manada Filosof.
umuminin m ütehassısıdır.
Fakat kendisini alôkadar eden meselelerdQ uğraı,ımakla liloso
fun muhtelif ilmi disiplinlerden uzaklaştığı da göriilmf.lkt&dir. Bu yüz den ilimlerle felsefe arasına bir yabancılık girmiştir. Ilim adamının
filozofun tetkik eHiği meseleleri görmediğini, onun n& iutı.>digini anla madığrnı sık sık müşahede etmekteyiz ; bununla hatanın daima i l ı m
adamında olduğunu söylemek istemiyorum ; bilôkis çok d�Fa kabahat
filozoftadır.
Mücerret meselelerle uğraşmak yüzündı.ın
filozof ekse
riya ayağının altındaki sağldm zemini kaybetmiştir : o zaman bilgi nin nasıl olduğunu soracağı yerde, bilginin nasıl bir manzara a rzet
mesini istediğini, yahut fikrince nasıl bir manzara arzııtmı.>ı;i icap et
tiğini tasvir etmiştir ; o, çok defa içinde her şeyi güz"l bir deruni a
h�nk halinde toplayan, fakat insanların bilgi adı altında anlad ı kları
şeylerle hiç bir münasebeti olmamak gibi yalnız bir fı;ık halası bu
lunan ideal binalar kurmuştur. Böyle bir felsefe hakikat bilgisind"n
daha ziyade şiire yakın olduğundan mefhumlar şiiri adını alabilir. Bu neviden
nundadır.
bildirrneğe teessüri ibaret
felsefeferin psikolojik
Insanların dili,
yoramakla kalmayıp
tavırlarını da
olan
kaynağı. dilin
yalnız bilgiyi formül
ifadeye
bu fonksiyonun
çift fonksiyo
haline koymağa ve
aynı zamanda insanların hissi ve
hizmet eder. Dilin his ifadesinden
bilgi
fonksiyonundan
daha ehemmiF : 6
82
yetsiz olduğu hiç bir vakit iddia edilemez ; bilôkis bu fonksiyon şiir
ve edebiyatta ehemmiyeti ve tesiri fevkalôde büyük olan bir tatbikat
yolu bulmuştur. Lôkin
asıl şiir,
ilmi
halde, müfhumlar şiiri. nunu bilgi fonksiyonu kımdan
bilgi
vermek
iddiasında
mahiyeti icabı, dilin
bukınmadığı
his ifadesi fonksiyo
ile karıştırmaktadır. Işte bu nevi şiir bu ba�
bir tehlike arzetmekte olduğu gibi, Ilmi düşünen ve hisse
den insanları tatmin edememektedir.
Mefhumlar şiirine her devirde rastgelinebilir; meselô Effetunun
eserleri gibi, bizi sevindiren ve kıymeti haiz olabilir,
edemez.
bahtiyar eden yüksek
fakat h�kikat ve
Bu tefriki sözlerimin
başında
bir
estetik
açık bilgi arzularını tatmin
ehemmiyelle kaydetmek istiyo
rum. Burada felsefeden bahsettiğim zaman şimdi tasvir ettiğim ne viden felsefeyi değil, ilmi felsefeyi kastediyorum. Ilmi felsefe de her devirde yaşamıştır. Bu hususta Greklerde Sokrattan evvel gelen fi
lozofları kaydedebiliriz; bunları l ı-J ksız olarak Eflôtun devrindekiler den daha aşağı olarak göstermek ôdet olmuştur. Aristo dahi - bu
hususteki ciddi teşebbüslerinde tamamen muvaffak olmamış olmak
la bo2raber - bilhassa mantığı doiayısile, i lirnci filozoflar arasında sayılabilir. l slôm kültür çevresinde bu gibi filozoflar yaşamışlardır. Burada l bni Sina gibi, bilhassa Türk m ütefekkirleri ilmi mesele leri incelemişlerdir. lslôm felsefesine garpte tekabül eden Skolastik
devri, kilisenin nesiarına sıkı bir surette bağlı olması dolayısile, ser
best hamlelerde bulunamıyordu; bununla beraber burada bile ilmi
bir felsefe kurulması teşebbüslerine münferit olarak rastgelinmekte dir; fakat ilmi felsefenin
parlak
devri,
sanat
ve
ilim sahalarında
yarattığı şeyler itibarile fevkalôde zengin Rönesans devri ile baş lanmış olan yeni zamandır.
Işte bunun içindir ki ilmi felsefe tiplerinden bazılarını size ar zetmek üzere yeni zamanı seçtim. Maziye karışmış bu devir. asrı
mızın tefekkür ôlemi gibi mücadeleler ve münakaşalara artık o de
rece maruz kalmamak ve hakkında fikirlerde nisbi bir ittifak hası l . olmuş olmak itibarile burada teşebbüs ettiğimiz işe müsaittir; hal buki asrımızın
tefekkür
hayatı hakkında
içtihatlar o kadar keskin
bir tarzda birbirinin karşısına çıkmaktadır ki, mevzuu muasır sisterfı-
83
ler arasında seçince umumun tasvip ve kabulünü eelbelrneğe imkôn
o lamazdı.
Diğer taraftan, mevzubahsedeceğim devir maziye karış
mış olmakla beraber, pek �ki de değildir. Descart� takriben 300
yıl, Hume 200 yıl ve Kant 1 60 yıl evvel yaşamışlardır. Bunlar, ta rih bakımından oldukça kısa zamanlar olduğu gibi bu zamanlardan
bugüne kadar mutemadf bir inkişaf silsilesi takip olunabilir. Bu se beplerle size, şimdi zikrettiğim
üç büyük isme bağlı üç büyük fel
sefe sistemini misal alarak ilmi felsefenin ne istediğini ve nasıl bir felsefe olduğunu aniatmağa çalışacağım.
Ilmi felsefe bilgi mesel�inin tenkidinden doğmuştur; bunda en
mühim olan nokta, beşeri marifetten anladığımız
ve
kastettiğimiz
şeyin ne olduğudur. Bu noktanın telkikinde tabiat ilimleri, diğer ilim lerden daha •olgun
ve
daha ilerlemiş olmak itibarile m üstesno bir
yer işgal etmektedirler. Bunun da sebebi. tabiat
ilimlerinin diğerle rinden daha evvel doğmuş olmaları ve - bilhassa başlangıçta - ka nuniyet münasebetlerini
açıkca arzeden
basit
mevzularla
meşgul
olmalarıdır. Meselô, seyyarelerin hareketinin konuniyetini anlamak, sosy9lojik hôdiselerin Bundan dolayı
kanuntyetini
tabiat ilimlerinin
kavramaktan çok daha basittir.
usulleri, nisbeten
eski
devirlerde
katileşmiştir. Bu ilimierin inkişafı esnasında, gaiyeti mudil mahiyet
te olan hôdiselerin ayni ketiyelle araştırılması öğrenilmiştir. Bugün
hôlô tabiat ilimleri marifet nazariyesine ait meseleler için nümune olacak derecede iyi misaller vermektedirler. Tabiat ilimlerinin
yeni
zamandaki inkişafını nıütalea edersek,
bunlarda, zaferlerinin sebeb ve temellerini teşkil eden iki unsur gö rürüz : Unsurlardan birisi, ilmi sucllerin cevabını tecrübeden sormak için yapılan sistematik
m üşahededir, ( tecrübi usulün ne kadar bü
yük inkılôplar getirdiği malumdur. ) Bu hususta,
Galilee' nin sukut kanunları ile
nasıl tesis ettiğini düşünmek kôfidir,
simlerden daha çabuk sukut ettiğini
iddia etmişti. Gelilee tecrübe
yapmış ve Aristonun fikrinin yanlış olduğunu
ayni süratle dü�tüğünü
modern mihaniki
Aristo, ağır cisimlerin hafif ci
meydana çıkarmıştır.
ve
bütün cisimlerin
Daima, eskilerin is
pekülôsyonla halle çalıştıkları meseleler müşahede usulü
ile hallo
lunmağa başlamıştır. Batlamyos, arzın durduğunu ve gögün arz et
rafında döndüğünü şu fizik muhakeme illi! isbata teşebbüs etmiştir.
Eğer arz dönseydi, havada bulunan kuşlar bu harei<eti
meyip geride kalırlardı. Bununla Batlamyos,
takip ede
bir harekete
iştirakin
ancak sulp bir cisimle raptolmak şartiye mümkün olduğunu kaste diyordu.
Yeni zamanların başında
Kopemik
d ünyanın döndüğünü
ifade eden nazariyesini kurduktan sonra, filozof ve fizikçi Gassendi. Batlamyos'un fikrini cerheden bir fizik tecrübesi yapmıştır : Hızla giden bir geminin direğinin tepesinden aşağıya
bir taş
d üşürmüş;
taş direğin dibine düşm üş; binaenaleyh sukut esnasında geminin hareketine iştira k etmiştir. Bu enisten yüzlerce m isal verilebilir. Tabiote ait m ünasebet ve
bağlılıklar daima müşahede sayesinde elde edilmiş ve edilmektedir. Yeni ilirnde ômil ikinci unsur,
riyazi usulün tatbikidir.
Galiee
d üşen cisimleri müşahede ile i ktifa etmemiş. aYni zamanda müşa· hedelerini
riyazi
bir kanun şeklinde
toplamıştır. Ancak
bu riyazi
bina sayesinde, birbirinden farklı birçok
müşahedelerin bağlanması ile eldeedilen neticelerin çıkarılması mümkün olmuştur; binaeneleyh
riyazi usulün tatbiki ile meydana çıkarılabilmiş olan
tabiat konun
tarı vardır. Fakat riyaziyenin menşei t�crübe değildir. Riyaziye, baş ka ilimiere çok defa
aklın bir ilmi,
nümune olmuş olan
büyük kafiliğin
yani rasyonel bir ilim olmasına borçludur.
mahz
Böylece;
i lirnde tecrübi unsurun yanında akli bir unsurun bulunduğu ve hatta
kökü beşeri akılda bulunan bu usulün tabiat bilgisine büyük kafilik veren ômil olduğu görülüyor. Tabiat Bilgisinde tecrübi ve akl i olmak üzere iki usulün bulun
duğunu söylemek, modern marifet tenkidinin büyük mevzuuna işaret etmek demektir. Münakaşalar
hep bu iki usulün ehemmiyeti etra
fında yapılma ktadır; bazıları müşahede usu l üne büyük bir ehemmi yet affetmekle
ampirik, tecrübi, oluyorlar,
ileri sürerek rasyonalist, aklici, oluyorlar
ve
diğerleri ise
akli usulü
bu suretle ampirizmle
rasyonalizm arasındaki savaş. Avrupa felsefEsinin daima avdet eden
başlıca motifi haline giriyor.
Bu tezad
yalnız felsefe değil.
tabiat
ilimlerinde de açıkça belirmiştir. Kepler gibi bir astronom, bu savaşı kendi şahsında yaşamıştır. Kepler esas itibarile mistik bir şahsiyet
:
. tir. O, tabiat hôdiselerinin, batıni ahenk dolayısile riyazi kanunlarını i n'ikôs ettirdiklerine iman ediyordu. Bu sebeple, seyyarelerio hareketi 11'leselesinin tetkikine bir takım mistik, metafizik esas alarak başlamıştır .
·
telôkkileri
Mesela : Seyyarelerin
adedi ve mesafeleri arasında
hendoııı.ı
deki m untazam mücessem şekiller arasında mevcut m ünasebetl"rin
cari olması lôzımgeldiğine inanıyor, fakat m�ud bir talih onu Da nimarkalı astronom Tycho Bra� ile tanıştırıyor. Tych'nun o zama •
, derecede
na kadar görülmemi
m ükemmel m üşahedeler yapması.
onun ôlet imalindeki yüksek saneti sayesindedir.
Kepler bizzat bu
aletlerle müşahdeler yapıyor ve kendinin ve Tycho Brahenin m üşa hedel erinden, ilk nazariyesinin yanlışlığını ve aeyyarelerin büsbütün
başka bir konuniyete göre hareket ettiklerini anlıyor.
Bu keyfiyet,
müşa hedenin. ispekülôsyon üzerine gelebesi demektir : ayni zamon
da tecrübi usul tarafını iltizom eden Keplerin insani büyüklüğü için
bir bürhondir. Fakat Keplerin keşfı,
bo�ka bir bakımdan. okli usu
l ün zaferi dem� ktir. Zira bulduğu kanunlar riyazi konunlardı. Sey yorelerin mahrek inin birer kat'ı nokıs olduğunun keşfi, tobiat hôdi
selerine basit riyazi konunların hôkim olduğunu göstermiştir. Buldu ğu ahenkten dolayı bahtiyor olan
Kepler.
keşfinde tecrübi usulün
gelebesinden ziyade ekli usulün zaferin görmüştür.
Bundan sonr.:ı am ppirizmle rasyonalizm arasındaki
büyük sa
vaş filozoflar arasında vuku bulmuştur. Felsefi rasyonalizmin büyük
temelini atan adam Descartes'd ir. Bu şahsiyelin
psikolojisini onla
mak için riyaziyeci olduğunu kaydetmek ehemmiyetliciir. Haıtô Des
cartes tah lili hendeseyi keşfetmekle riyaziyenin kendi sınırları içinde aklileşme vetirı sini daha ileriye götürm üştür.
Zira
tahlili hendese,
hendesede hadsi olan unsurlar yerine sırf tahlili unsurların ikamesi
olarak telôkki olunmai ıdır. Riyaziyenin burada kaydolunon psikolojik
ehemmiyeti Descartes'in kendi inkişafı hakkında lôttan anlaşılmaktadır.
•
bize verdiği tafsi·
Usul hakkında Nutuk ı. da Descartes muh
telif ilimlerdeki tahsil ve telkikierinin seyrini anlatıyor. Bu münosebetle felsefeyi çok hırpalıyor ve bunun mükemmel zekalar tarafındon iş lendiğini, fakat hiçbir zaman
herkes tarafındon takdir ve kabul
o
lunacak neticelere vormadığını. fakat bunun yerine felsefenin sahte
muvaffakiyeilere sevkettiğini söylüyor. Desoortes moktadır : c
Je
sevais... que lô philosophie donne
aynen şöyle yaz
moyen de parler vroi
sembla blement de toutes choses et se faire admirer des moins sa· vants. ı.
86
Descartes. yalnız riyaziyeye
iyi muamele ediyor fakat şimdiye
kadar temelleri üzerine aynı sağlamlığı haiz başka bir çok binanın
inşa olunmadığına hayret ediyor : c
Je me plaisais surtout aux mathematique Cı cause de la certitu�
de et de revidence
encore
leur
de leurs raisons. mais
vrai usage
et pensant
m'kaniques, je m'etonnais
i•
qu'elles
de ce que
ne remarquais point ne servaient
qu'aux
leures fondemenis etant si
fermes et si salides, on n'avait rien bôti dessue de plus releve. :t
Bu kelimelerle bize Descatles'in felsefesinin aniaşılmasını müm
kün kılan
anahtar verilmektedir.
Onun için tek ehem miyetli gaye,
mutlak surette sağlam bir bilgi binası inşa etmektedir ;
şahsının aşağı
bu
bütün
ciddiyetini
vazifeden
hasrediyor.
isikarnet
nefret duyan Descartes
almıştır.
bu gayeye
Dercarles'in hayatı baştan Oniversitelerdeki
ilk önce subay sıfatile
tahsilden
yabancı ordularda
bir çok memleket dolaı;; ıyor :
bu zaman inziva içinde geçirdiği kış
Lorelte'e bir haç yapacağını
Hazreti Meryeme ahtediyor. Psikolojik
gecelerinde,
olan
bilginin
bu noktayı,
yakinini
size
bulduğu
bu adam için
toktirde
Notre - Da me de
bilgi meselesinin
ne kadar
ciddi olduğuna işaret etmek maksadile anlatıyorum. Bu küçük hi kôye aynı zamanda Descarles'in derin surette dindar bir ruh taşıdı ğını gösterir ; filhakika, bir müddet sonra alCıkadar olduğu esas me
seleyi halleder etmez, yakini bulur bulmaz, vadettiği haçı yapmıştır. Descartes'in bilginin sağlam temeli nedir, sucline bulduğu ceva
bı hepimiz biliyoruz : O, hakikat denen herşeyden
fikrinden hareket ediyor ve diyor ki :
şüphe edileceği
Etrafımızda eşyanın bulundu
ğundan günlük hayatta ve ilimde zannedilmekte olduğu gibi, emin
olabilir mi ?
Ben
şimdi ocağın
başında sırtımda
cübbem olduğu
halde oluruyorum ve bütün cihandan yalnız küçük odamı doğrudan doğruya görüyorum : o halde şu anda odamın dışında bir harici ele min varlığındon
emin değilim. Fakat acaba bunun haricinde emin
olabileceğim hiç olmazsa bir tek şey yok mu? Meselô, şimdi burada,
sırtımda cübbem
olduğu halde oturduğurndan emin
değil miyim ?
Descartes bu suale bizzat cevap veriyor ve bundan da şüphe edilme
si icap ettiğini söylüyor. Zira, diyor, bu vaziyette bulunduğumu çok
defa rüyamda gördüm, ve her defasında uyandıktan sonra gördüğü- · mün rüyadan ibaret olduğunu tesbit ettim.
O halde hiç bir yakini
87
hakikat yok mu ? Vardır. Zira ben herşeyden şüphe ettiğim vakit elimde, mutlak surette emin olabileceğim birşey kalıyor. o da şüphe ettiğim, yani düşündüğümdür. Fakat düşündüğüm zaman mevcut olmam lazım : Düşünüyorum o halde varım ; Gogito ergo su m. Arşimed bütün dünyqyi kaldırabilmek için sabit ve sağlam bir nokta aramıştı. Buna mukabil Descartes yakini bir hakikat elde et mekle üzerine bütün dünyayı kurabileceği sabit ve sağlam noktayı bulmuş oluyor Bunu nasıl yaptığını burada bütün teferruatile anlat. mak istemiyorum. Şu kadarını kaydedelim ki Descartes beşeri bil ginin bu noktadan itibaren en büyük bir sağlamlıkla tekrar inşa edi lebileceği neticesine varmaktadır. Size Descartes'in isbat usulünün ince bir tahlilini de yapacak değilim ; yalnız onun istintaç tarzını mü talea ettiğimiz zaman, bir mantık oyunu karşısında bulunmak his sinden kendimizi alamadığımıza ve islidialile itimadımiZI uyandıra mayan bir yakin meydana çıkardığına işaret etmek isterim. Daha sonra gelen devirlerde yapılan tenkitlerde, Gogitonun, ( yani düşü nüyorum ) un ifadesinde bile bir hata bulunduğu haklı olarak ileri sürmüştür. Descartes'in Gogitatur ( düşünülüyor ) demesi lazım ge lirdi. Ben gayet mudil ve derin meseleler ihtiva eden ve doğrudan doğruya muta olmaktan pek uzak olan bir şeydir. Descartes düşü nüyorumdan Beni isiihraç ediyorsa, sebebi Beni düşünüyoruma önceden sakmuş olmasıdır. - Fakat benim için şimdi ehemmi yetli olan nokta, Descartes'in felsefesile derin bir münakaşa açmak değildir. Ben, size yalnız bu adamın alakalarının merkez nokta sını neyin teşkil ettiğini göstermek istiyorum. Descartes'in hedefi, bilginin akli zir temele istinat ettirilmesi, tecrübenin emniyetsizliğin den kurtarılmasıdır. Bu motif yalnız Cogito ergo sum da değil, Descartes'in felsefesinde daima yeni şekillerde ifadesini bulmakta dır. Mesela Mediation'larda balmumu parçası teşbihi vardır: Elimde bir balmumu parçası var. Bu. sarı renkli katı bir cisimdir; balmu munu eritsem mayi haline girer ve koyu kahve rengi bir renk alır; fakat ben bütün bu değişikliklere rağmen ayni bulmumundan bah- · sediyorum. Bunu nereden biliyorum? Her halde tecrübeden değil. Bilakis tecrübe bana birbirini takip eden başka başka imajlar veri yor; bana deminki sarı cisimle şimdiki kahve rengi mayiin ayni madde oldunu bildiren aklımdır. Descartes'te daima mgvzuubahso-
88
lan nokh:ılardan biri. mcıırifetbi akıl unsurunun ehemmiyetidir; tecr.ü,. bi uswl yakini olmayan münferit bilgiler. \lerebilir; bize mutlak su rette mutP.ber olmak- iddiasında bulunabilen külli hakikatları ratio, akıl verir. Felsefi rcısyonalizmin nüvesi budur. Mantıki hôkimiyeti akla veren telôkkiyi sistemlendirmiş olan bu felı;efe. garp marifet tarihinde başka bir cereyanla münavebeten, birkaç defa en yüksek mevkie çıkmıştır. Fakat şimdi burada alakamızı mucip olan nokta tefekkür ôleminde böyle bir tipin belirmiş olmasıdır. Yoksa gayemiz onun hakkında müsbet veya menfi bir hüküm vermek değildir; garp tefekkürünün diğer ktıtpunu tetkik ettiğimiz zaman da ayni afakiliğr muhafazaya gayret edeceğiz. Descartes'in sistemi muasırları üzerine fevkalôde büyük tesirler bırakmıştır. Birbirinden büsbütün başka istikametler ondan ilham: almışlardır. Bunli:ır arasında; Pcrasionaliste'ler, Port · Raya!'da top lanmış olan Janeniste'ler gibi teolog ve dindar mütefekkirler ve res yanalizmin harici şeklini Descartes'don daha ileri götüren Spinoza gibi panteistler vardır. Spinoza hendesi usulü kullanan bir ahlôk kitabı yazmıştır. Bu eser, Allah, kôinat cevheri. beşeri hürriyet ve ihtiraslaro ait fikirleri izah eden bir hendese kjtabıdır. Rasyonalizm Spinoza' nın bu eserinde belki en garip şeklini bulmuştur. Fakat en modern mantığa birçok noktadan yaklaşmış olan Leibnizde bile ras yonalizm fikri canlı olarak yaşamaktadır. Leibniz'in c fikir hakikatleri 11 ve « vakıa ,hakikatleri 11, bilgideki iki unsurun k lôsik formülünü veren bir tefrik olduğu gibi c monad 11 ve c ezeli ahenk 11 nazariye· leri, akıl ile tobiat arasındaki ahengi izaha teşebbüs eden bir me tafizik sistemidir. - Resyanalizmin izini;günümüze kadar takip edebiliriz. Husserl'in, bir nevi akli psikoloji olan c fenomenoloji 11 si Descartes'ci felsefenin modern şekli telôkki olunabilir ; escsen Husserl birçok noktadan Descartes'crı dayandığını açıkça söylemektedir. Hattô modern felsefenin tecrübeci bir cereyanı olan lojistikçi pozitivizm, ehemmi yetli bir noktada Descartes"ın esas fikirlerile karabel arzetmektedir. . . Rasyonalizm beşeriyeti� pek eski bir ihtiyacının - mutlak _yakin ıhtıyacının - tarihi ifadesidir. Bu ihtiyaç, çocuğun ana kucagında, bazı reşidin Allahta emniyet aramasına benzeyen ve mtıtlak yaki nin temellerini akılda kurmak istemenin kaynağı addedeceğimiz psikolojik bir vakiadır. Işte bunun için rasyonalizm beşeriyelin yeni yeni şekiller alan fakat şimdiye kadar kafi surette tahakkuk etme miş olan ebedi bir rüyasıdır. -----
NETICE Filozofi tarihimizin �n ciddi istifhamlarına cevap t�şkil etmeğe ve milliy�tin felsefesi olduğunu Hadeye matuf olan bu eser; binlerce sahifelik kitaplarla anlotılaabilecek çok çetin felsefi bir proplemi, ihata mecburiyelinde kalmış ve bu mecburiyel bilhassa mukaddimeyi zorlaınıştır. Binaenaleyh, hcisıl olduğunu zannettiğim kompleksi kal.: dırmak maksadile şu satırların da ilôvesini gerekli buldum. Felsefenin milliyeti olamıyccağını tazammun eden yegône kuv vetli teori; rasyonalizmdir. Bu doktrine göre, fikri beşerin kadro ve menşei birdir. Ve bu fikrin ilk ucu mücerred bir kategoriye müntehi olur. Dekartın usul hakkında Nutuk isimli kitabında bile aklın bü tün insanlarda müsavi olduğu iddiası. diplomatik bir zarureti ifade eder. Çünkü : aklın tek ve bizzatihi bir noktai hareket olarak kabul edilmesi, Beniisrail ôlemi için çok mühimdir. Çünkü bu teori millet ler arasındaki kabiliyel ve faikiyet meselelerini ortadan kaldırır. Fakat arzettiğim gibi. bu, sırf Beniisrail kavmi lehine bir tabiyedir. Nitekim, bu hareket mebdei değiştiği takdirde, beşeri mesele yerine milli mesele kaim olur. Yalnız işaret edelim ki : Dekartın tabiyesi zayıftır. Çünkü : muvaffakıyetin vaya ademi muvaffakıyetin neden ileri geldiği mukadder sualine, Dekartın, ayrı ayrı usuller kullanılma sından dolayı diye verdiği cevap, kendi kendini halleder. Zira bu sistemde hôkimiyet ve istiklôlin usulde değil. akılda olması icap eder. Halbuki Dekartın sisteminde, usul akla tahakküm etmiş oluyor. Dekart ve Kant gibi simoların bu aşikôr tenakuzları. gerçekten bitaraf olduklarına değil. bilôkis, musırran akvamı lsraili yenin menfaatine müteveccih bulunduklarını gösterir. Zira : Rasyo nalizm yalnız bir vazgeçme felsefesidir. Romantik ve mistik haller önünde bir dalga kıran gibi somurtup durur. Fakat. mete, Atilla, Timor aksak, Tarık, Eyüb Salôhaddin ve Fatih gibi ulu Türk kuman danları ve bunları yetiştiren yüce Türk mill eti, asil ve mukadder mace rasına daima mislisizmin yani, her şeyi aşan tarihi haysiyetinin ilha mile devam ederek, aşmadığı ne Okyanus, tepelemediği ne düşman, yenmediği ne zor, susturmadığı ne munafık. indirmediği ne maskQ, evet dedirmediği ne Yenizelos kalmıştır. Kuvvayı milliy�si yani, tarihi haysiyeti bu kadar ulu oldu�u
içindir ki, resyanalizmin o dalga kıranlarını aşarak, riyaziyenin o ômali erbaalarını yırtarak, Cenk Bayırlarını, inönlerini yarattı ve bu yaratma inancı, bütün azarnetile tarihi bir cereyan halinde bizi da ima ileri itti. Milletler ruhiyalının gGnagün tezahürleri, gerileme veya ilerleme halleri, romantik aklın diğer tabirle, ulusal inancın takatile mütenasiptir. Bundan dolayıdır ki ; milletler ne ayni iddiada buluna bilecek, ne ayni hakkı isteyıo>bileceğinden, aralarında ebedi bir fark devam edip gidecektir. Işte rasyonalizm, bu endişe ile kurulmuş bir Beniisrail duzağıdır. Felsefenin milliyeti alamıyacağını zanneden mütefekkirlerin diğer bir hatası da, felsefenin tarif ve mevzuundan çıkıyor. Netekim, Aristonun bir kere yaptığı tarif, hemen hiçbir ma niaya çarpmadan asırlar aşarak gidiyor. Halbuki, bir tarifin kıymet ve hududu, zaman ve mekanlarda daima yeniden taayyün eder du rur. Ve bir nazariyenin felsefi olabilmesi için, mutlaka bitaraf olması şart değildir. Esasen bitaraf tecessüs ve endişe zaten vôki olamamıştır. Sokrat. Efiotun gibi filozoflar, böyle bir endişeyi temsil etmek istemişlerdir. Fakat, hiç bir fayda vermemistir, Bu da, zaruridir. Fakat, bütün bun lara rağmen, felsefe mefhumu niçin bukadar esrarengiz ve maba düttabiiye bir mana alıyor. Ariştenun tarifi karşısında fikribeşer ni çin bukadar eğiliyör ?. Fikribeşerin bu kadar bel bağladığı metafizik hakikatte, ta orta zamanlarda halledilmiştir. Beşeriyet. makus bir taliin zalim ve haks,z hükümleri altında asır lardanberi sürüklenip dururken, metafizik de çoban köpeği gibi, ko yunları, kurtler, canavarlar yerken çitler arkasında mı havlıyor ?. Işte tarif ve mevzuunun a7.emeti haysiyetile bukadar göklere çıkmış olan insaniyeiçi felsefenin elemelut manzarası ... Bugünkü dünya görüşü ; filozofiyi tekrar yeniden tarif ediyor. Felsefenin felsefe olabilmesi için tarafgir olmasını istiyor. Çünkü : Meselô bir muahede anında galip gelerneyen felsefenin hiç bir ma nası olamaz. Binaenaleyh, bir millet için dritnot, tank ne için mev cutsa, filozofi de onun için mevcuttur. Felsefe, ne tarifi, ne mevzuu ve ne de hareket noktası haysi yelile hiç bir zaman beynelmilel olmamıştır. Onun yerine bütün za man ve mekanlarda top tüfek sesleri konuşmuştur. Akıl, hüküm, karar , irade gibi bi.itün psikolojik oluşlar, hôdiselerden çı·
')1
kar. Bu mc;ıfhumlorın ilk çıkış katogorileri tarihi veya kablettariiıı vakalardır. Mudıhmiı. fizikten, mekônsız hendeseden bahsolunamı yacağı gibi, lıı'ıdiıw!;iz akıldan da bahsolunamaz. Vaka diyince, ta bii ve içtimai lııidi!;elerin hepsini kastediyoruz. Nitekim fiLiki hôdiselerin bile, ruhiyat tarihi üzerine nasıl ta hakküm �ıı iijini. istatistik ilmi gösterip duruyor. Ancak, tabiaf hôdiseleri ve tarihi vukuaf bütün zaman ve me kônlarda aynı şiddette ve aynı istikamette cereyan etmiş olsaydı işte o zaman belki tek bir akıldan ve beynelmilel bir tefekkür tar zından bahsolunabilirdi. Halbuki arzın bütün muhitinde 600 milyon senedenberi aynı rikkat veya şiddette cereyan etmiş tek bir vakıa bile tesbit edilememiştir. Işte milletler ruhiyatı arasında vukua gelmiş olan fark ve münaferef de bu izafiyetten çıkıyor !.. Nitekim Eskimaların fe telôkkilerile, Hutantuların telôkkisini yapan bu hôdiselerdir. Bundan istidlôl alunur ki : ilmimizin çarklarını teşkil eden, sôbit ve mutlak ne bir mefhum, ne de bir vahidi kıyasi vardır. Ruhiyat tarihinin �u namütenahi delillerinden onlaşılır ki : Bazı milletierin karşısında kı pırdamayan zorluklar, diğer bir millet tarafından yerle yeksan edilmiştir. Savaşlario gelişmiş ve ahdü peymanlarla gerilmiş bir milkıt esabının vahidi kıyasisile. eyvallahçı bir millet kafasının vahidi kı . yasisi aynı kategoriden olamaz. Işte bu bir olamaz, aynı değildir. Türk ulusu önderdir. Türk ulusu mübdidir. Büyük Türk ulusunun önünde hiç bir zor dik duramaz. Ululuk, önderlik Türklin tar ilıi hakkıdır. Hüküm ve inançları, Malazgirtlerden Sakaryalardan ıwli. yor. Diğer insan kitlelerinden bizi ayıran noktai hareket vıı IJ"r i l me Budur. En doğru olan da ; bu mistik ve romanlik lıiııtir. 1 J..r millet, bugün bir tarihi haktan bahsediyor. Fakat bu lı ak ı ı ı ııl ı ı ı hangi milletin hakkıdır ? Bunu tarih çoktan söylemiştir. Bu hak büyi.ik Tiirk ınill ..tirıirı hakkıdır. Içinden kağnı gıcırtıları gelen tarihin hakk ıd ı r lı;irıdu Mu rat dağları, Dua tepeleri yükselen bir tarihin hakkıdır. Içinde muhaçları, Orlaan ve lnönleri olan bir l milıirı ıJ"rilm,• 111 katile, içinde bir Galiçyası bile olmıyan tarihlc;ırin ıJı..ır ilımı takali bir olamaz. Binaenaleyh, büyük Türk milleti dairnn i\rı�· diiı,;ecek, ba� ka milletierin ebedi mürşitliğini yapacaktır. .
92
Bu gerilrtıenin ne demek olduğunu maatteessüf anlamıyan mü tefekkirler, mazi mefhumunun delalet ettiği mono ve şumuli de ka rıştırıyorlar. Mesela, maziyi bilakaydüşart kötülemeğe kalkan psi· koloji, maziyi, yalnız Arap ve Acem tesiri altında kalan ve tekke lerle, saraylarla, şadırvan ve medreselerle dolu bir 1 8 nci asır zan nederek, bütün bir maziyı bulandırıyorlar.. Günagıin Arap ve Acem tesiratının maverosında, bizi yüksek ülkü ve hedeflere itip duran kuvvei muharrikeyi göremiyorlar Varlığımızın manasını ve ülkü is . tikametimizi çizen tarihi cereyan, o maziden çıkmıyor mu ?. Işte, uzaklaşmamak istediğimiz mazi, içinde Kosvası, Çanakkalesi, Sakaryası, ahlôkı, medeniyeti kılıcı ve felsefesi olan môzidir Nitekim; Türk milleti ihtilôllerini, inkılôp ve hamlelerini başka milletlerden ilham alarak değif, bilôkis başka milletiere mürşit ola rak yapmıştır. Çünkü; ilim olsun silah olsun, her ne olursa olsun muhtaç ol duğu her şey kendi kôinatında mevcuttur. Işte her olur olmaza kılına bile dokundurmıyacağımız mazi, içinde, Meteler, Fatihler, Mu radı t-iudavendigarlar yatan ve medeniyetler yükselen mazidir. Tarif ettiğim mazi; bizim hareket noktamızdır. Devirdiğimiz ôlem, gıinagün Arap ve Acem tesiratile bizlikten çıkmış olan ve içinde Arap lisanı, Acem edebiyatı, Aristo ve Yahudi mantığı olan ôlemdir. Acaba ve adamsende gibi iki müdhiş kelimeyi ruhiyat tarihimize sokan, Türk tarihinin heybet ve azametini anlamıyan ve mazi ile devir arasın daki farkı göremiyen mütefekkirler olmuştur. Türkün büyük yarını, işte içinde Yahudi mantığı olmıyan milli yelin bu felsefesinden, Türk ulusal inancından yükseiGcektir. •..
.
1zzetlin
Mete
Filozofi tarihinin en çetin ·bir promlemini teşkil eden milliyetin felsefe sine dair düşündüklerini ııöyliyen ve oirer makale y87.arak kitaba şeref veren büyük Türk miitefek kirlerini ııelamlarken, yazılarının, matbaaya vürut tarih .lerile sıralandıA-ını ırn.eylerim.