Ülkü Halkevleri Dergisi - Sayı 83

Page 1



l Ç l N D E K l L ER Büyük Feliket Krşısında Milli Şef ve Halkevleri

Prof. Dr. Fuad Köprülü 385 Kemal Ünal 87

X.

Dr. Refik Saydam 391 401 Necib Ali K üçüka Prof. A. Mez (Almanca· dıı.n çeviren : Cemal Köprü·

uncu Tasarruf Haftası Açıı Nutku Miknatisli Mayinler Ortazaman Türk İslim Dünyasında Edebiyat •

·

Frans Emil Sillanpaa : Bu Seneki Nobel M iikilat mı Kazıınaıı Romancı Bir Edirne Seyahatni.mesi : Edime Şehrindeki Eeki Eserlere Dair. Olsaydım c Şii r> Mısra·lımm c �iir> Satuk Bugra Hu Menkıbeai ve Tarih Tirol Almanları'nın Tehciri Mes'eleai Demiryolları ( Şiir ) Eski ve Yeni Türk Spor Edebiyatı Sensiz Günlerim (Şiir) İçtimi'i Yardım Hizmetleri A.lmaııya'da temleri Gülün Çocukları (Şiir) Erken Batıyor (Şiir) Y uous ve Tapduk Emre Ha.klwada Villiam Wilson c Hikiye>

İçtimi'i

HALKEVLERI

Yardım

407

Peyami Erman

414

Nahid Sırrı 417 428 Ceyhun Kansu 428 Şemsa Karatay F. Gre maret 1 Fr8D8ızca'd an çeviren : Osma.D. Turan429 437 Ahmet Halil 442 Necmettin Esm 443 Nüzhet Baba 448 Şemsa Karatay .

Dr. Muhittin Celil Sıtkı Akozan

449

Şadi Varlık

454

Dr. Muhittin Celil

461

Çalıpııaları

466

HADİSELER/

Cümhurreisimizin Erzurum Seyahalları - Milli İktisat ve Tasarruf H aftası diseleri •

-

FiKiR Bir

&m

- •

Dünya Hi· 470

HAY.ATI

Okuyucunun

Romancı -

454

Adnan Eni 4SS Edgar Poc (Fransızca'dan çeviren : Fethi Yücel 458

POSTASI

Halke_vleri'nde Sosyal Halkevleri Neşriyatı .AYIN

Hizmet Sia-

lü)

Notları [Üç Meniye; Maıhii'iıın En Emektar Muharriri - Bir Eski Bir Genç Aktri.st; Bir Prens'in Hatıraları Bir Nut.lı.u Okurken J Nahid .

- •

m

BIBLIYOGRAFY.4

Zahir Sıtkı Güvemli cYeni Gramer>-. Fethi Tevet cTagor Külliyatı>-. Halit Fahri Ozansoy cBaykup -. H. Hilmi Yücebq cTekirdağlı Şairler>-. M. Nuri Cençosman c K ırkından Sonra :t. 478

Yazılar, Direktör adına gönderilmelidir. idareye ait işler için ÜLKÜ idare Direktörlüğü Ankara adresine müracaat olunmalıdır. ÜLKÜ'ye yalnız yıllık abone yazılar ve abone çıkış yılı başından sayı­ lır. Abone parası 2 5 0 kuruştur ; ilk mektep muallimleri ile bütün talebeler için abone parası 1 75 kuruştur. Abone paralan Ankara'da ÜLKÜ Direktör­ lüğü'ne gönderilmelidir. O L K O İdare merkezi : A N K A R A Ulus Meydanı K oçak Han. Telefon : 2478


Sayı: 83

IKİNCİKANUN 1940

Cilt: XIV

ÜLKÜ

��EV"LER.İ :OER.GİSi' Direktör

:

M. FUAD KÖPRÜLÜ

/

BÜYÜK FELAKET KARŞISINDA

FUAD KÖPRÜLÜ

26/27 İlkkanun'da Anadolu'nun geniş bir sahası, müthi§ bir zelzele feJaketine uğradı. Erzincan, Sivas, Tokat, Amasya, Orda, Samsun, Malatya çevresinde bir çok kasabalar, köyler baştan başa yıkıldı; Türk kültürü'nün eski merkezlerinden biri olan zavallı Erzincan, bir harabe halini aldı. Tabia­ tın en sert, merhametsiz bir mevsiminde, binlerce yurtdaşımız aç ve çıplak kaldı; ve binlerce yurtdaşımız da çöküntüler altında ızhrabla can verdi. Türk vatanı, çok zamandanberi tabi'atm bu kadar korkunç bir darbesine uğrama­ mıştı... « Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için » düstiirunu asırlardanberi kendine şı'ar edinen Türk milletinin tefkatli, hassas kalbi, bu büyük facı'a karşısında hemen çoştu. En büyüğümüzden en küçüğümüze kadar herkes milli ve insani vazifesini ifa için elinden geleni y;:pıyor. Hükfımet, bu feli­ keti karşılamak için kabil olan her türlü tedbirleri almıştır. Büyük Millet Mec­ lisi Reisimizin başında bulunduğu Milli Yardım Komitesi de hemen fa'aliye­ te geçerek, yurdun her köşesinde geniş bir yardım teşkilatı vücude getİrmİf­ tir. Mukadderatın binbir tecellisini görmüş ve binbir ıztırabına karşı koymuş olan büyük milletimizin , bu çoşkun şefkat ve tesanüt havası içinde, bu feli­ ketin yaralarını da az zamanda saracağı muhakkaktır. Yurdun bugün enkaz haline gelmiş matemli köşelerinden yann ma'mureler fışkırtacak olan milli birlik, milli irade, ·milli tesanüt, bu facı'a karşısında en asil ve kudretli bir tekilde kendisini gösterdi. Feıaket büyüktür; fakat ona sür'atle karşı koy­ mak hususundaki milli irade, ondan çok, çok daha büyüktür. Halkevleri'-

385


883

Ü

L

K Ü,

İKİNCİKANUN

1940

mizin, bütün milli teşekküller gibi, bu hususta da maddi ve ma'nevi vazifeleri­ ııi kuvvetle yapacaklarından eminiz •

MİLU

YARDIM

KOMİTESİNİN

BEYANNAMESİ

" Misli bu memlekette hatırlanmııyan bir zelzele, bir kısım vilayetleri­ mizde korkunç tahribat yapmıştır. Erzincan' da yıkılmadık bina kalmamıştır. Şehir dümdüz bir harabe halini almıştır. Diğer bazı vilayet ve kaza merkez­ lerimizle köylerimiz dahi afetten derece derece müteessir olmuştur. En feci'i bu afetin birçok vatandaş hayatına mal olmasıdır. Can kaybının ve yaralı sayısının hakiki miktarını henüz bilmiyoruz. Bu dakikada cümlenizi felaket kurbanlarının hatıralarını anmağa, dul, öksüz ve yuvasız kalmış olanların büyük ıstırabını düşünmeğe da 'vet ediyorum . Felaket haberinden derin bir teessür duyan Cümhurreisimiz ve Millt Şefimiz derhal en seri' ve en etraflı yardım tedbirleri alınmasını emretmi� ierdir. Cümhuriyet Hükumeti, daha ilk andan itibaren müte 'addit sıhhi im­ dat, malzeme ve yiyecek trenleri tahrik etti. İ ki Vekilimiz bu sabah Ankara'· dan zelzele mın�akasına gitti. Ayni teessür içinde bulunan millet vekilleri· miz, dünkü içtima'larında, benim riyasetim altında bir milli komite teşkil ederek, milletimizin de yüksek yardımına müracaat edilmesine karar verdi­ ler, komite bugün Ankara'da teşekkül etti. Bütün vilayet ve kaza merkezle­ rinde de hemen şubeler kurulacaktır. Vatandaşlarımın nakit ve eşya i'anesinde birbirleriyle müsabaka ede­ ceklerine asla şübhe etmem. Facı'anın ıztırablarını, ancak sür'atli, toplu ve umumi bir yardım seferberliğiyle hafifletebiliriz. Unutmayınız ki binlerce va tandaşınız kara kış o rtasında açıktadırlar. Ekme�e. yuvaya ve her türlü eşya­ ya muhtaçtırlar. Devlet, harabeleri ma 'mureler haline getirecektir. Fakat felaketzedeleri inşaat mevsimi gelinceye kadar soğuktan. hastalıktan, açlıktan muhafaza et· mek ve barındırmak Türk milletinin en yüksek anane ve faziletlerinden o· lan tesanüt ve yardımlaşmanın müstesna bir misalini göstermek mevki'inde­ yiz . Felakete uğrıyan vatandaşların ümidi devlette ve sizlerdedir . Milli Komite'nin ve şu'beleri'nin etrahnda toplanınız, vatandaşlık va· zifesini yapınız . , T. B. M. M. Reisi ve Milli Yardım Komitesi Reisi ABDÜLHALİK RENDA

-'

.


MİLLi

ŞEF

ve

HALKEVLERİ

« Halkevleri'nde, memleketin içtimai ve kültürel sahalannda memlekete hi� met ebneğe istidatlı vatandaşlardan geniş mıkyasta hizmet isteyeceğiz ». İ. İnönü 6 Mart 1939

KEMAL ÜNAL

1932 Yılında 34 le baılayan Halkevi sayısı 1939 da 373 Ü bulmuştur. Bunlarda kayıtlı kadın erkek azanın sayısı yüz elli bini aşmıştır. Fakat Halk­

evleri toplantılarına iştirak miktan her zaman kayıtlı azanın on mislini bul­ muıtur. Halkevleri'mizde yılda üç binden fazla konferans verilir bunun her Halkevi'ne düıen nisbeti 17 dir. Otuz altı Halkevi aylık mecmı.ı'a neşreder. 231 Halkevi'nden gelen raporlara göre bu yıl Halkevleri'nde açılan 69 türkçe okuyup yazma kursunda 5121, 32 Yabancı diller kursunda 2921, 13 Dikit biçki kursunda 758, 52 Çiçekçilik ppkacılık kursunda 9161, 20 Müzik kursunda 1120, 7 Resim - Heykel kursunda 267, 7 Muhasebe kur­

sunda 3674, 20 diğer bilgilere ait kurslarda 3362 talebe vardır.

Yine 231 Halkevi'nin raporuna göre Halkevleri'nin son kitap mevcudıı 303.019 dur. Senenin altı ayında bunlardan istifadeye gelenlerin sayısı 714.400 dür

Halkevleri'nde her yıl verilen temsil sayısı 1900 dan fazladır. 87 Halkevi'nin bandosu 160 Halkevi'nin de radyosu vardır. Kalkev­ leri'nde yılda 1400 den fazla konser (orkestra, bando, caz, solo, koro, halk türküleri) verilir. 19 u sesli ve 12 si sessiz olan sinemalarında 1938 yılın• da 1760 sinema gösterilmiştir .. Elli Halkevi'nde, içinde jimnastik, iskrim ve güreş yapılmıya müsait salon, altmıı Halkevi'nde de jimnastik tesisleri yapılacak avlu vardır. Bu av­ lular'ın on sekizinde bazı jimnastik aletleri konu!muştur. 15 Halkevi'nde güreş minderi, ellisinde voleybol, yedisinde basketbol vasıtası vardır. 12 Halkevi dağ sporlarıyle 14 ü su sporlarıyle meşgul olup 30 Halkevi de atlı ciridi hi­ maye ve teşvik etmektedir •

Bütün i>u rakkamlar Halkevleri'nin kemmiyet hacmini kısmen ifade eder. Bu milli müessesenin gerek bünyesini ve gerek fa'aliyetini gösterecek daha bir çok rakkamlar vardır. Ancak Halkevleri'nin Türk kültürüne ola.D 387


t) L K t),

Ild:NciKANUN

19'10

hizmetini rakkamlar dışında çalışma şiı'beleriyle de ölçmek gerektir. Bu ba­ kundan bir hüli.sa yapılırsa Halkevleri halk terbiyesine ıu sahalarda çalış­ maktadır :

1

- Fikir sahasında; konferanslar, neşriyat (kitap ve mecmu'a çıka­

rarak) dershaneler, kütüphaneler, okumaevleri, folklor - ebıoloji, tarihi tet­ kikler.

2

- Güzel sanat sahasında; tiyatro, resim,

müzik, fotograf, kukla,

karagöz, sinema, raks (milli oyunlar)

3

Beden terbiyesi,

4

Sıhhat ve içtimai muavenet,

5 6

Propaganda ve tenvir itleri.

Köy işleri,

Görülüyor ki yurdun

373 tehir ve kasabasında yÜz elli binden fazla

izası bulunan Halkevleri, bulundukları şehir ve kasabaların iki milyona ya­

kın nüfusiyle ve yine herbiri kendi çevresinin köyleriyle (ki bunların sayı­ sını ve nüfus yekWıunu, hakiki rakkamlanyle bulamayacağımız)

[ 'f-] geniş

bir kültür teması içindedir.

1932 denberi her yıl coğrafi sahası biraz daha genişleyen Halkevleri'nİn çalışma şartlan da değişmektedir. Tahsil çağını bitirip Halkevi kadro­

suna girenlerin sayısı her sene biraz daha artıyor. Bizzat Halkevleri devaınh

uğraşmalarıyle kütlelerin kültür seviyesini her yıl biraz daha yükseltiyor. Bi­

1932 yılına 1932 yılında henüz

naenaleyh coğrafi genişleyişle birlikte kültürel çalışmaların da nazaran değişmesi yani arbnası icabediyordu. Kaldı ki

halk

terbiyesinin milli

hususiyetlerimize

göre nasıl olacağı

tecrübe edil­

memiş olduğundan yalnız ana hatlan ihtiva eden bir ta'limatname hazırlan­ mıştı arada geçen sekiz yıllık tecrübe, bu ana hatların bir çok istikametlerde fubelendirilmesi lüzumunu hissettiriyordu. Halkevleri

C. H. Partisi'nin bünyesine ve prensiplerine bağlı bir kül­

tür teşekkülüdü,r. Onların kurulmasına ve işlemesine yarayacak vasıtaları, külfetleri Parti üzerine almışbr. Ve müessesenin çalışma yollarmı ana hat­

ları içinde Parti tayin eder. Ancak «her Halkevi kendi miştir.

çalıpn.asmı kendisi düzenlemelidir» denil­ C. H. Partisi umumi idare hey'eti bu çalışmalara yardım ve ana hat­

:lardan aynlmamasına dikkat eder. Filhakika ötedenberi Parti meb'uslan kendi intihap dairelerindeki Halkevleri'yle alikalandırılmışbr ve her yıl par(*]

1938

Yılında 1279 köy gezisi yapılmıştır. köylerden şehirlere gelip

uğrayan köy halkını da hisaba katmak lazımdır.

Halkevleri'ne


MİLLİ ŞEF

ve

HALK.EVLERİ

ti teşkili.hm mürakabe eden 'uzuvlar Halkevleri çalışmalanyle de meşgiil ol­ muşlardır. C. H. Partisi umumi idare hey'eti geçen yıl munbasıran Halkevleri �a'aliyetini ta'kip ve çalışmalarına yardım ebnek üzere dört müfettiş tayin ebniştir. Bu kadar sıkı ve devamlı alakanın verdiği intiba' iledir ki C. H. P. Umumi İdare Hey'eti 1932 yılında ilk Halkevleri açılırken hazırlanan ve ha­ len tatbik edilen talimatnameyi yeni baştan tetkike lüzum görmüştür. Bu arada düzenlenmesi Halkevleri'ne bırakdan çalışmalar için de bütün mem­ lekette tatbik olunabilecek iyi ve pratik bazı esaslar vermeği düşünmüştür. Bunun için umumi idare hey'eti bu ydın başlarında «Halkevleri Danışma Komitesi» adıyle aralarında yine umumi idare hey'eti azasından bir kaçı bu­ lunan bir komisyon teşkil etmiştir. Halkevleri'ni «Yeni Türkiye hayatının batlı başına bir unsuru» sayan Cümhurreisi'miz İsmet İnönü, 24/4/ 1939 tarihinde Halkevleri Danışma Ko­ mitesi'nin içtima'ına riyasetle çalışma metodlannı tanzim etmişlerdir. Milli Şef Birincikanun'un 23 ve 24 ünde de komiteye riyasetle hazırlanan rapor­ lan inceden İnceye tetkik etmişler ve direktifler vermişlerdir. Halkevleri Danışma Komitesi, Halkevleri'nin son yıllardaki teftişlerinden alınan neticelerle umumi idare hey'eti bürolarındaki dosyalardan ve halk ter­ biyesiyle meşgw mütehassıslar'ın fikirlerinden istifade etmiş ve her çalışma unsuru üzerinde aydınlabcı kararlar almıştır •

..

Milli Şef 6 Mart 1939 da İstanbul Üniversitesi balkonundan bütün va­

�lara hitap ederken «Halkevleri'nde; memleketin içtimai ve kültürel

sahalarında memlekete hizmet etmeğe istidatlı vatandaşlardan geniş mikyasta hizmet isteyeceğiz» demişlerdi. Her meslekte bir çok genç ihtiyar vatandaşın Halkevi çatısı altında yurda faydalı olmak İstediği de bir hakikattır. Sosyal menfa'atı ve başkalarına hizmeti kendininkinden üstün tutmak bir Türk hasle­ tidir. Türk münevveri de bu asil hisler içinde memleketine faydalı olmak gay­ retindedir. Halkevleri şimdiye kadar bu gayretlerini toplayıp iftihara değer neticeler almıştır. Ancak memleketin kültür seviyesinin ilerileyişi ve halk ter­ biyesine yarayan vasıtaların artışı Halkevleri'nin toplayıcı ve çalıştırıcı vazi­ fesini kolaylaştırmıt olmakla beraber dünyanın yeni ve ileri §Bl'tlan ona yeni vazifeler yüklemiştir. Yeni vazifeler için ise yeni çalışma metodlan lizımdır. Milli Şerin yüksek direktifleri içinde vuzuhlanmış olan yeni çalışma yol­ lan Halkevleri'ni en kısa yoldan maksada ulaştıracaktır. Bu tedbirler, za. man zaman bazı yerlerde azımsayarak karşılaştığımız mesaiye hız verecektir. Taptaze bir enerji içinde işlerini nasd düzenleyeceklerini tayinde mütereddit ve muztarıb kalan Evler de emniyetle ilerleme imkanlarını yine bu tedbirlerle bulacaklardır.


390

Ü

L

K Ü

,

İKİNCİKANUN

1940

Her Halkevi kendi çalışmasını düzenlerken ve mahalli tartları, imkanları tayin ederken, şüphesiz kendi muhitinin ve tecrübesinin dar sahası içindedir. Halbuki yıllardanberi bütün Halkevleri'nin çalışmalarını yakından ta'kip et­ miş, muvaffakiyetlerin müsbet unsurlarıyle muvaffakiyetsizliklerin sebeple­ rini öiçmüş olan merkezi bir teşekkülün rehberliği, Halkevleri'mize İsabetli yolları gösterecektir ve her Halkevi bu yollarda kendilerince,mürnkün olan sür'­ at içinde ilerliyecektir. Meslek ve me'mw·iyeti dışında da memleketine faydalı olmak ateşini duyan herkes Milli Şerin kendilerinden istediği hizmet için Halkevi'ne koşarken, yine onun yüksek alakası içinde ana hatları çizilmiş bir çalışma metodüna

kavuşacağına inanmakla şüphesiz en büyük emniyet ve

huzuru duyacaktır. Halkevleri'mizin önümüzdeki yıllarda daha verimli ola­ cağına inanalım.


BAŞVEKİLİMİZ REFİK SAYDAM'lllq

X. UNCU

TASARRUF

HAFTASINI AÇIŞ

NUTKU

Ba§vckilimiz D. Re fik Sayda m, onuncu tasarruf n yerli malı haftasını 12. XII. 939, saat 16 da Ankara Ha lk& vi'nde söylediği çok kıymet li bir nutukla açmıştır. Nutuk radyo i le neşredilmiştir. Türkiyc'nin ek on o mik inkişafını rak· kamlar ve hadiseler zikriyle anlatan ve her cü m lesi sürekli a lkışlarla karşılanan hu değerli nutku aynen dercediyoruz :

Aziz yurttaılarun ; Bugün, onuncu tasarruf ve yerli mallar haftası başlıyor. Artık bugün, milli bayram günlerimiz arasında yer almış bulunmaktadır. Bize verdiği se­ vinç kadar, manası da büyük olan bu haftaya girerken, hepinizi hürmetle selamlarım .

Cümhuriyet devrinin genç mes'ut senelerine baktığımız zaman, bu bay­ manasını anlamakta güçlük çekmeyiz. Milli iktisat mefhumunu Türk yurduna sokan, bu mfhumu Türk varlığına yeleştiren, Türk cemiyetini ve Türk ferdini iktisadi zihniyetle çalıımıya sevkeden, Türk devletini her saha­ da olduğu gibi iktisadi sahada da iptidailikten kurtarıp programla çalııan modern bir devlet haline koyan, cümhmiyet rejimi, cümhuriyet idaresi ol­ muıtm'· Ciimhuriyet Türkiye'si, her türlü dahili h�-ursuzluk ve nifaktan uzak ve tam bir ahenkle biribirini anlıyarak, daiına ileriye doğru yürüyerek ça­ lqaıı ve temiz çiftçileriyle. memleketin her tarafını biribirine bağlıyan de­ miryollanyle, vatanın bütün köşelerine yayılan ve miktarı günden güne ar­ tan fabrikaları ve seneden seneye geniş inkişaf hamleleri kaydeden İç ve dıı ticaretiyle, işletilmesine hergün daha büyük gayretler sarfolunan madenleri, milli bankaları, deniz nakliyatı hizmetini gören ve yürümesi için elden gelen gayret esirgenmiyen deniz ticareti filosu ile heybetli bir iktisadi varlık levhası arzetmektedir. İşte bu levhanın ifade ettiği mi.nadır ki, bugünkü bayramımız­ da göğüslerimizi fahir ve gurur ile dolduruyor, hepimize atiye emniyet ve ima­ nı ve daiına daha ziyade çalı§ma arzu ve zevkini aşılıyor ramın

Bu hareketin güzel yurdumuzun her köşesine yayılıp benimsenmesine, milli iktisat ve tasarruf mefhumunun ve yerli mala rağbet ve iltifatın yurttaş­ ların dimağlarında kökleşmesine, büyük küçük her Türk'ün görüş -Al duyuı tarz:nda iktisadi bakımdan hayırlı inkilaplar vücut bulmasına değerli yar­ dımlara dokurımuı (ılan milli iktisat ve tasarruf cemiyetine bu bayram günü89 t


Ü L K Ü,

892

İKİNCİKANUN

1940

müzde huzurunuzda tetekkiir ve takdirlerimi beyan etmekten zevk duymak­ tayım. Aziz dinleyicilerim , Bu sene Tasarruf ve Yerli Malı haftasını, dünya siyasi ufuklarmm ve iktisadi durumunun fevkaladelikler arzettiği bir zamanda idrak ediyoruz. Şimdiye kadar geçirdiği imkinlar Türk milletine, giriştiği iktisadi savq ve kalkınma hareketlerine, işaret ettiğim fevkaladelikler içinde de bu fevkalade­ liklerin icaplannı ve her yurttaşa tahmil ettiği vazife ve mükellefiyetleri müd­ rik olarak sükunet, azim ve daha büyük bir heyecanla devam etmek kuvvet­ tini vermiftir. Bundan asla ıüphemiz yoktur •

Bilhassa tasarruf ve yerli mallar baftalan zarfında olmak üzere, mil­ lete bitap etmiş bulunan buyük mes'uliyet adamlanmızla mütebassıalanmız, yurt istihsalatınm artbnlmasındaki fayda ve zarureti mes'uliyet ve ihtisasın verdiği salahiyetle daima tebarüz ettirmiye çalışmışlardır. Her zaman tek­ rar edilmiştir ki, istihsalatımız hem memleket pazarlarında ve hem de dıı piyasalarda satılabilmek için kafi değildir. Hariçten mubayaa etmek mecbu­ riyetinde bulunduğumuz mallan kolaylıkla ve kafi miktarda alabihnemiz için Çetitli istihsallerimizi her türlü çarelere bat vurarak artırmak li.zımdır. Bu gayeye erişmek ve vücuda getirilen programları zaman kaybetmeksizin ta­ hakkuk ettirmek için bütün yurttaşların birbirleriyle yarışırcasına çalışma­ ları, türk camiasına karşı bir vazifedir, memlekete karşı bir borçtur, ayni zamanda iktisadi bir zaruretin de en kısa ifadesidir. Aziz yurttaşlarım, Coğrafi vaziyet ve bususiyetlerimiz ve insaniyet alemindeki mevkiimi­ ziıı bize bahşettiği imkaruar, bugünkü şerait içinde zirai, sınai ve toprakalb

istihsallerimizi artırmaktaki menfaat ve zarureti düne nazaran kat kat faz­ lalaştırmış bulunmaktadır. Çiftçi, sanayici, madenci, tüccar ve İşçi hulasa biitün müstahsil unsurlar ve ikbsadi faaliyet sahasında resmi veye hususi nzife almış olan vatandaşlar, memleketin atisine inanarak, yurt bünyesinin mali ve ikbsadi kudret ve sağlamlığına güvenerek, hüklımetin mahsulat ve masnuatımıza değer fiyatı daima temin etmek için gereken her türlü ted­ birleri zamanında alacağımdan emin olarak ve bu bakımdan her hangi bir endişe}•e dahi asla düşmiyerek. memleket istihsalatının seviyesini yükselt­ miye ve dolayısıyle ihraç ve ithal imkanlarını arttırmıya azami gayretle ve tarihi gUnlerin verdiği heyecan ve şevk ile çalışmalıdırlar. Bunu, memleket kendilerinden istemekte ve beklemektedir. Gerek İptidai maddesi olarak ve gerekse gıda maddesi olarak istihsal olunan çeşitli ve yüksek vasıf ve hususiyetleriyle mütemayiz mahsullerimizle


BAŞVEKİLİMİZ REFİK SAYDAM1N NUTKU

393

baıta kömür olmak üzere madenlerimizin dıt piyasalarda iyi fiyatla kolayca kuvvetli müşteriler bulacağından biç fÜphe edilmemelidir. Görülüyor ki, is­ tissali.tımızın arttırılmasına çalışılması vatandaşlann şahsi menfaatlerinin de icabıdır . Yapdığımız günlerde, Milli Şefimizin fU ipretlerini her an gözönünde bulundurmakla mükellefiz : "Bütün bu güç prtlarla beraber biz ticaret işlerinde en az sıkınhyı gÖ· ren milletlerden olacağız. tık önce ıurasını emniyetle söyleriz ki memleketi­ miz ve ordumuz, en lüzumlu iaşe maddelerinde bal ve ati için hiç bir tehdi­ de maruz değildir. Hatta ihraç maddelerinin tahdidinde biz, en geniş dav­ ranabilecek memleketlerden biriyiz. Harp zamanında dahi mahsullerimiz, çoğu itibarıyle, cihan piyasasının arıyacağı maddelerden olacaktır. ,, Aziz yurttaşlarım, Memleket iktisadi hayahnın, içinde bulunduğumuz sene zarfındaki bat­ bca tezahürleri hakkında size malUınat arzebnek isterim •

.,.

1938 Senesinde, harici ticaretimiz geçen senelere nazaran faik bir inki­ pf göstermݧ olmakla beraber, harici ticaret blancomuz memleketin iktisadi cihazlanmasından mütevellit olarak ihtiyacının büyük mikyasta artmış olması dolayısıyle, aleyhte kapanmıştı. Elimizde bulunan 10 aylık istatistik rakkam­ lan, 1939 senesi harici ticaret bili.nçosunu lehte bir bakıye ile kapayacağuıım ıimdiden kabul etmemize müsait bulunmaktadır. 1938 senesinin 10 aylık ihracat kıymeti, yüz milyon dört yüz bin lira iken, bu kıymet 1939 yılının ayni aylarında üç milyon üç yüz bin lira fazla. ııyle yüz üç milyon yedi yüz bin liraya çıkmıştır •

'f

İthalabmıza gelince: 1938 senesinin 1 O aylık ithalat kıymeti yüz yirmi yedi milyon dört yüz bin lira iken, bu kıymet 1939 senesinin aynı ayların­ da yirmi bin milyon yüz bin lira noksanı ile, yüz alh milyon üç yüz bin liraya düşmüştür. 1 938 senesinin 10 aylık muvazenesi aleyhimize yirmi yedi milyon liralık bir bakıye göstermݧ iken, aynı muvazene 1 939 senesinde ancak iki buçuk milyondan ibaret aleyhte bir bakıye göstermektedir. Görülüyor ki, ihracatımız son senelerdeki muttarit artıf istikametinde­ ki inkitafını muhafaza etmektedir. Bu cihet bilhassa memnuniyetle kayde ta· yandır. İhracatımızın artması için icabeden tedbirleri zamanında almak ve ih­ raç mallarının bilhassa çiftçi ve köylü lehine kıymetlendirihnesini temin ebnek yolundaki mesaiye ihtimamla ve büyük bir dikkatle devam edeceğiz.. Esa­ sen, ihraç mallarımızın büyük bir kısmı, kıymetlendirilme bakımından, de­ min de İşaret ettiğim gibi, ha! i hazır dünya konjonktürleri itibanyle bir ta­ kım kolaylıklara mazhar bulunmaktadır. İthalat cephesinden de, memleket mnumi hayatının her türlü tazyikten korunması ve milli sanayi sahasındaki faaliyetlerimizin aksamaması ve durmaması için hariçten almıya mecbur ol•


t)

L K

Ü, İKİNCiK.i..NUN

1940

duğumuz eıya ve emtianın ehven ve uygun fiyatla ithalini mümkin kılmıya çalışmaktadır. Memleket dahilinde, ithal malları üzerinde her hangi bir spe­ külasyona mani olmak için, gerek dahili fiat politika ve mürakabesi ve gerek ticaret ve tediye anlaşmaları bakımından, icabeden tedbirlere tevessül olun­ maktadır ve olunacaktır Herhalde, bütün yurttaşlar bilmelidirler ki, hükUınet müteyakkızdır. Yer­ siz ve sahipsiz spekülatif fiyat tereffülerine hiç bir suretle meydan vermiye­ cektir. Ancak lüzumsuz endişelere kapılıp normal ihtiyaçtan faz!a mübaya· ada bulunarak piyasa teşevvüşlerine sebebiyet vermemek husunda halkımı· •

za

da bir vazife terettüp ettiğini bu vesile ile bir defa daha hatırlatmayı fay­

dalı görürüm Dıı ticaret politikamızda, bir çok senelerdenberi devam eden beynel­ milel iktisadi durumun ieabı olarak, kliring ve takas usullerinin geniı bir yer alımı olduğu malfımdur. Arzettikleri bazı müşkilata rağmen, bu usullerin tat­ •

bikinden memleket menfaattar olmuştur. Şerait ve imkanların müsaadesi nis­ betinde ticaret ve tediye anlaşmaları politikamızı normal ve basit esaslara doğru götürmek gayemizdir

Milli mahsullerimizden batlıcalarınm bugünkü vaziyetlerine kısaca temas etmek, bunların durumundaki umumi temayülü göstermek bakımından, fay­ dalı olacak zannındayım İhracat ticaretimizin en kıymetli maddesini teşkil eden tütün istibsalatı­ •

mızın seneden seneye, gerek miktar ve gerek kalite itibarıyle, tekamül ettiril­ mesine ve bununla mütevaziyen sağlam satış imkanlarının teminine matuf ola­ rak devamlı tedbirler alınmaktadır. Bu sene rekoltesi geçen seneden mühim nisbette fazla olmasına rağmen tütünlerimiz bu sene asgari yüzde beş daha yüksek fiyatlarla satılmıya başlamıştır.

Hububat ve gıda maddelerimiz bu yıl geçen yıllara nazaran daha iyi evsafta ve daha çok miktarda İstihsal edilmiştir. Şurasını tebarüz ettirmek lazımdır ki, muhtelif hububat maddelerimizin istihsalinde iki üç sene evve­ line nazaran köylümüzün istihsal kudretinde hepimizi bihakkın iftihar etti­ recek derecede ve yüzde yirmiden yüzde elliye kadar değişen nisbetlerde, inkişaflar görünmektedir. Alman tedbirler sayesinde hububat fiyatlarının İs• tıkrarı devamlı olarak temin edilmektedir. Dünya vaziyeti dolayısıyle bu mad• delerin cihan piyasalarındaki fiyatları da mühim nisbette yükseltmekte olup, kabil

i ihraç

mıktarının satışı için en

müsait

imkanlar mevcut bulun­

maktadır. Bütün gıda maddelerimizde ayni müşahadeyi yapmak kabildir

.•

Pamuk, tiftik ve yapağı gibi sanayie yarıyan İptidai maddelerin istih­ sali de seneden seneye inkişaf etmektedir. Bu mahsullerimize de, gerek da


BAŞVEKİLİMİZ

REFİK SAYDAM'IN

395

NUTJCJ'

hilde gerek hariçte, hararetli talepler vardır ve fiyatları da yüksek sevıye• lere vRrmıştır •

#{.

Kuru meyvalarımıza gelince: son senelerdeki istihsalinizi rekor teşkil edecek derecede yükselmiştir. Bazı piyasaların muvakkaten çekilmiş olması· na rağmen, satışlar muntazaman cereyan etmekte ve fiyatların karlı seviye• de kalınası için her türlü tedbirlere büyük itina ile müracaat olunmaktadır. Netice olar.-k diyebilirim ki, tlünvamn içinde bu!.uncluğu dünkü ve bu­ gii-ıkii müşkil vaziyetlere rağme�1, müstahsil kütlemiz için tam emniyetli bir buzu• hav�.3mın ve refah şartb.rmm idarnesini en ileri bir gaye olarak gÖ· zetmemizin manasını ve yü.�sek kıymetini hadiseler açıkça göstermiş oluyor. Yük!ıek verimli ietili::ai bugünden başarıldığmı gördüğü..>nüz iıler, en sı�.ın­ blı bir devrede bile, böyle bir kudret ve emniyet tesis etmek baklDllndan, mühim semereler vermiştir. Bu yolda yürür ve bu pyenin tam olarak ta­ hakkukunu beklerken, ileride teessüsünü ümit ettiğimiz dünya sulhu nizamın­ da da, milletimizi üzerine terettüp eden hakiki vazifesini ifa etmit bir unsur olarak görüyoruz •

Aziz yurttaşlarım Tasarruf mevzuunda1 milli paranın kıymeti ve istikran meselesinin e­ hemmiyeti ve bu hususta cümhuriyet hükumetinin ötedenberi gösterdiği has­ sasiyet malUındur. Dünya siyasi vaziyetinin geçirdiği buhranlar, zaman za• man milli para etrafında halkımızı tereddüde düşürebilecek bazı şayialann çıkmasına vesile olmaktadır. Şurasını açıkça söyliyebilirim ki, hükumetin ala­ bileceği kararlar ve tedbirler, milli paranın kıymetini ve İstikrannı sağlamlaş• brmıya matuf olacaktır. Bu yolda alınacak tedbir ve kararların ise, gizli tu· tulmasına tabiatıyle sebep ve imkan yoktur Tasarruf hareklilerinden bahsederken, bunun muayyen bir şekli olan dev­ let dahili istikrazlarına da biraz temas etmek İstiyorum. Cümhuriyet hüku­ metinin yeniden piyasaya çıkarmış olduğu tahviller cem'an 36.500.000 lira· ya baliğ olmaktadır ki, bunu da tasarruf yekıinuna ilave etmek icabeder. Bunun 12 milyonu Ergani 24,5 milyonu da Erzurum demiryolunun İnşasına tahsis edilmiştir. Bilhassa küçük tasarruf erbabının iştirakini ve istifadesini temin için beherinin kıymeti 20 lira olarak tesbit edilmiş olan bu tahvillerin, gördüğü rağb�t tasarruf fikrinin memleketimizdeki kuvvetine ayrı bir mi­ sal teşkil etmektedir. Bugünlerde piyasaya çıkanlmış olan altıncı tranş Sivas· Erzurum istikrazının bilhassa küçük tasarruf sahipleri nezdinde eskiden çok fazla rağbet göstermekte olduğunu memnuniyetle görüyoruz Milli tasarrufun herkesçe malfun olan ehemmiyeti üzerinde daha fazla durarak, sizleri yormak istemem. Şurası muhakkaktır ki milli tasarruf, mil­ letler hayatında birliğin bir ölçüsü emniyet ve istikrarın mevcudiyetinin ba· riz bir delili ve yurda bağlılığın bir ifadedesidir. Milli tasarruf milli sermayenin •


S9S

Ü L K Ü , İKİNCİÜNUN

1940

müvellidi ve dolayısıyle milli istihsalin muharrikidir. Bir milletin bankala­ nndaki tasarruf mevduabrun arbfı, fÜphesiz ki, o milletin iktisadi &tisinin ve iktisadi istiklilinin müemmen bulunduğuna delalet eder. Bu manada an­ ladağun milli tasarruf hareketlerinin, memleketimizde inkİfaf etmekte oldu­ iunu görmekle büyük bir haz duymaktayız. Bir müddet evvel Erzurum'a varnuı olan demiryollanmız, yeni yeni kurulan fabrikalarunız milli tasarru­ fun, milli zekanın yurdumu�da cümhuriyet idaresi altında yarattığı güzel e­ serlerdir. Bundan maada bankalarunazda yekiinlan günden güne kabaran tasar­ ruf mevduatı hepimizi sevindirecek bir durum arzetmektedir. Bu sahaya ait

bir kaı; rakkam arzetmeme müsaadenizi rica ederim 1937 senesi haziranında, ikiyüz yetmİf yedi milyon liraya baliğ olaa tasarruf mevduata yekWıu, 1938 senesinde üç yüz beı milyona yükselmİf bulunuyordu. Bankalannuzdaki mevduat hesaplan yükselici seyrini muha· faza ederek, içinde bulunduğumuz senenin ilk aylarında üç yüz yirmi bet milyon lira gibi küçük görülmiyecek bir yekWıa eritmittir Bu münasebetle, rakamlardan daha beliğ bir hadiseye temas etmek İs· terim. Bu sene Nisan ve Eylw aylarmda, dünya vukuatının aldığa cereyan üzerine tereddüde düten bir takım vatandqlar, bankalardan mevduatlanru kısmen çekmeği muvafık görmüşlerdi. O zaman, telap. ve bankalardan mev• duabnı çekmeğe sebep ve mahal bulunmadığuu, bankalanmızm her zaman mevduata sahiplerine iade edebilecek vaziyet ve kudrette olduklarını ve bü­ kUnıetin bu noktayı ehemmiyetle göz önünde bulundurduğunu söylemiıtim. Bu sözlerimi teyiden ıimdi sizlere ıunu ifade etmekle memnunum ki, ban­ kalannuz sebepsiz telq göstermiı olan vatandqlara paralannı iade etmekte biç bir suretle müşkilata maruz kalmamışlardır ve bu suretle çekilen para­ lar yine bankalanımza dönmeğe baılallllftır. Bunun b8yle olması tabiidir. Çünkü Eylw hadisatı dolayısiyle de sabit olmuıtur ki, vatandaılann bankalardaki mevduatı emin ellerdedir. Ve bükUnıetimiz bu emanet busu· sunda daima müteyakkızdır. Bankalardaki mevduatm yükseliıi, bu müesseselerin umumi ikraz ka­ pasitelerinin artması üzerinde müessir olmuıtur. Her ne kadar beynelmilel hadiseler yÜZünden kısa bir müddet için bir kredi darlığı husule gelmiı ise de milli bankalarımız, Türkiye Cümhuriyeti Merkez Bankası'nın da yardımı ve ittirakiyle, bu buhrana sür'atle izale etmİflerdir. •

#/o

Ticari kredilerde, geçen sene faiz nisbeti yÜZde sekiz buçuğa düşürül­ müıtü. Bu sene de, memleketimizin en esaslı istihsal unsurunu teşkil eden çif­ çi müstahsilimizin kredi ihtiyaçlarını ehven surette temin etmek ve böylece zirai istihsalatın daha ucuza mal edilmesini mümkin kılmak üzere zirai mak­ eatlara hasrohmacak lqedilerin ucuzlatalmasmı derpif edecek yÜZde sekiz


;; \j\ 1-:1.;.İLİ\!İZ REFİK SAYDAM'IN NUTKU

897

buçuk faiz haddini yüzde altı nisbetine indirdik. Bu tenzilit takriben yüzde otuz nisbetindedir. Bir taraftan faiz nisbeti indirildiği gibi, diğer taraftan da -:>rla ve uzun vadeli kredilere inkişaf imkinı verilmiştir . Sigorta sahasında da aynı teyakkuzu göstermekteyiz. Tasarruf ve ihti­ yatın başlıca tezahürlerinden olan bayat sigortalarında görülen inkişafı, da· ima sigortalar hukukunun siyaneti yolundaki tedbirlerimizle teşvik ediyoruz. •

Aziz dinleyicilerim, Milli sermayenin müvellidi olan milli tasarruf, ileri memleketlerde mil­ li sanayileşme hareketlerinin kuvvet aldığı başlıca bir menba olmuştur. Milli sermayeye dayanan milli sanayi ise, her yerde, nihayet milli kuvvet ve kud­ ret demektir. Memleketimizde de milli tasarruf ve milli iktisat mefhumaln­ nm olgunlaşarak yerleşmesine muvazi olarak sanayi hareketlerinin inkişaf ettiğini görmekteyiz. Bu suretledir ki, resmi kayıtlara göre 1927 senesinde sanayi istihsali· bmızın kıymeti 32 milyon lira iken 1933 senesinde bu kıymet 265 milyon liraya yükselmiıtir. Tatbik edilmekte olan sanayi planlarının itmammdan sonra, bu kıymetin üç yüz milyon lirayı aşacağını kabul edebiliriz Milli sanayiin memlekette İşgal ettiği ehemmiyetli mevkü müdrik olan ıcümburiyet hükUıneti, bu sabadaki gayelerinin bir in evvel tahakkukunu arzu ettiğinden, devletin bizzat sanayi kurucusu olarak harekete geçmesi icap etmiştir. Bu suretledir ki, sanayileşme hareketi büyük bir milli dava olarak ele almmış ve bi!diğimiz devlet sanayi pianları vücut bulmuştur. Yaşamakta bulunduğumuz nazik ve çetin anlar, sanayileşme hususundaki isticalimizin ne kadar yerinde olduğunu bir defa daha, tam bir vuzuhla göstermiş olu­ yor. Bu itibarladır ki, bu planların tatbikine hızla ve intizamla devam olun­ makta ve eskilerin bir an evvel ikmaline çalışılmaktadır. Sanayi davamızın tatbikatında bugün vasıl olmuş bulunduğumuz merhalede dahi, evvelce yur­ mahrumiyeti yüzünden, bilhassa fevkalade dumuzun sanayi şubelerinden zamanlarda, çekilen sıkıntılarm büyük bir kısmından kendimizi kurtulmuı ad· edebiliriz . •

lf

Devlet sanayiinin en büyük ve ehemmiyetli kısmını teşkil eden Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları, cümburiyetin heybetli bir eseri olarak sene içinde faaliyete geçmiş ve 10 Eylw 1939 tarihindenberi Türk demirinin istihsaline başlanmıştır. Karabük fabrikalarının mühim aksamından olan boru fabrika­ sıyle haddehane ve çelikhane kısmının da bir an evvel işletmeğe açılması için elden gelen gayret sarfolunmaktadır. Yine bu sene içinde, ötedenberi büyük ehemmi.yet verdiğimiz pamuklu dokuma sanayii manzfımesine 26 bin iğiyle Malatya Bez ve İplik Fabrikası iltihak etmiş bulunmaktadır. İkinci kağıt, ıel­ lüloz, Sivas Çimento fabrikalarının İnşaat ve montaj işleri ilerlemektedir. İkinci kağıt fabrikası da faaliyete geçtiği zaman, memleketin kağıt ihtiyacmm ta-


Ü L K Ü, İKİNCİKANUN

398

1940

mamen yakın bir kısmı milli istihsal ile karıılanmış olacaktır. Memleket sa• nayünin ihtiyaçlarının temini kadar,

memleket

müdafaası

bakınıından da

ehemmiyeti malfun olan kimya sanayiimize dahil fabrikaların İnşasına ça• lışmaktadır. Kastamonu kendir hazırlama fabrikası için muhtelif memleket­ lerden istenen tekliflerin cevabı beklenmektedir. Memleketimizde sınai te­ siratın çoğalması ile istihli.ki artmakta

bulmıan ateı

tuğlasını imal

edecek

fabrikanın kurulması için lizım gelen tetkik ve tqebbüslere girişilmiştir

Şeker fabrikalarımızın bu sen�ki faaliyeti memnuniyeti mucip netice­

ler vermiıtir. Dört fabrikamızın istihsalib doksaa üç bin tonla ıimdiye ka­ dar eriıilmemiı bir miktara varmıştır. Bu noktayı, pancar eken çiftçilerimi­ zin yüzünü güldüren bir hadise olarak kaydetmek isterim. Şeker istihsalitı­ mız yüz beı bin tona yükselmiı bulunmaktadır.

1927

senesi istihlikin altmıı

altı bin ton kadar olduğu düşünülürse bu rakkamın halkımızın tagaddi sevi­ yesinin yükseldiiini göstermek itibarıyle hususi bir ehemmiyeti haiz olduğu anlaıılır. Burada, ıunu da beyan ehnek isterim ki, memleketin muhtelif köşele­ rine serpiştirilen fabrikalarımız birer i.stilısil müessesesi olarak kıymet ifade etmekle beraber, ayni zamanda inşa edildikleri mahaller ve civarları için bi­ rer

iktisadi hareket, umran ve refah müjdecisi olmaktadır

Devlet eliyle baprılan sanayileşme hareketimizin bugüne kadar geçirdiği aafhalar, milli

sanayümizin

bütün meselelerini daha vazih bir surette gör­

memizi ve burolara daha bariz ist�karnetler vermemizi mümkin kı'mak�adır ..

Memleketimizde, hususi sanayiin de, devlet sanayüne muvazi olarak, taazzu­ vunu teshil etmek mevzuunun bir başlangıç merhalesi olarak bu sanayün kar­ şılığını bazı ıekli engellerin izalesi, Büyük Millet Meclisi'nce kabul buyu­ rukm kanunlarla milin.kin olmuştur. Her ha!de normal ça.lışmalarıyle mem­ leketin iktisadi cihazlanma ve nizamına yardım eden hususi sanayi teşebbüs­ lerin�, kolaylıklara mazhar kılarak, teşvik yolundaki mesaimize devam olu­

nacaktır. • 1

Toprak altı servetlerimizin istismarı yolundaki çalıımalanmıza, bun­

ların tediye muvazenesi bakımından haiz oldukları ehemmiyeti de göz önün­ de tutarak, hızla devam etmekteyiz

Memleketimizin başlıca enerji kaynağını teıkil eden Ereğli kömür hav­ zasımn

istihsr;!atı, son s�nelerde, cEmhuriyeUe;1 evvelki seneiere nazaran he­

men üç misli derecesinde artmış olmakla beraber iktisadi hareket ve faali­ yetlerin yeniden yeniye doğurduğu ihtiyaçları karşılamak için, bu havzada istihse.Ii bir elde toplamak gibi, daha cezri bir tedbire müstacelen baş vurul­ ması zaruret iktisap etmiş bulunuyor. Kömür havzamızı devletleştiı-mek hu-


BAŞVEKİLİMİZ REFİK SAYDAM'IN NUTKU

899

susundaki düşüncelerimize bir hafta evvel havzada yaptığım tetkikat neti­ celeri kuvvet vermit bulunmaktadır. Krom ve bakır istihsi.limiz, memnuniyetbaht bir şekilde inkişaf etmek­ tedir. Ergani' de yedi bin bet yüz ili. on bin ton saf bakır istihsal edilmek üzere kurulması evvelce kararlaştınlmıı bulunan tesisat ikmal olunmuftur. Bu işletme halen tecrübe iıletme devresinden normal istihsi.l devresine gir· mit bulunuyor. Senede iki bin be§yüz ton saf bakır çıkaran Kuvarsan ma• d.enmin de İfleti!mesine mwıtazaman devam olunmaktadır. Murgul bakır madenlerimizde senede sekiz ila on bin ton saf bakır istihsi.l edecek kabi­ liyette bir tesisat vücude cetirilmesi için cereken tqebbüslere girİfilmİftİr •

..,

Divrik demir madenimizde istihsalat devam etmektedir. Bu madende vü­ cuda getirilmesi İcap eden tesisatın ikmali halinde memleket daha büyük fay• dalar temin edeceği aşikardır. Demir cevherlerimizden bahsederken Kocaeli Viiayeti'nin Hendek ka:ı:R�ında �kııı.rya a�zı civannda mahiyeti itibanyle bü­ yük imtidadı olduğu tahmin olunan rüsubi demir madenine tesadüf edilmİf olduğunu kaydetmek isterim. Buradaki tetkikat hararetle devam etmektedir. P..tiden arama faaliyetimiz, programlar dairesinde inkişaf etmiştir. Petrol ara• r:ulal"ma devam ofurınf:ki:adı.r. Memleketin muhtelif noktalarında yapı..!mış ve yapılmakta olan sondajlara zamimeten bu sene Adana mıntakasmda da wndajlara başlanmıt bdunmaktadır. Peh"ol aramalanna petrol buluncaya ka­ dar devam etmek karanmızdır. Türk azmi nihayet bu işi de ba§81"acaktır. Alüminyom istihsi.line yarayan boksit zuhurati memleketin muhtelif yer­ lerinde teshil edilmit bulunmaktadır. Zonguldak, Akseki ve İslihiye'de bu­ lunmuş olan bu zuhurattan istifade imkinlan taharri ve tetkik edilmektedir •

,,.

'" Bütün memleketi başta başa demir ağlarla örülmüş görmek en büyük azmimizdir ,, buyurmuş olan Milli Şefimiz ötedenberi çizmiş olduğu demiryo­ lu siyasetim!:ıin takip ve tathiimıde, yurt refahı, ve müdafa'lsı b�kımmdan, çok kıymetli bir semereyi daha elde etmiş bulunuyoruz. Türk mühendisleri­ nin fasılasız gayreti sayesinde demiryollarımız Erzurum'a varmış bulunmak­ tadır. Gerek demiryolu ve gerek şose İnşaat siyasetimize şimdiye kadar ol­ duğu gibi hızla devam etmek ve ticaret filomuzu yakında tekrar yeni gemiler• le zenginleşmiş, başta kömür havzası limanlan olmak üzere Akdeniz ve Ka­ radeniz sahillerimizdeki limanlardan başlıcalarını biran evvel İnşa, islah ve takviye edilmiş görmek azmindeyiz. Bütün bu mevzuların cümhuriyet hüku­ metince ehemmiyetle ele alınmıt olduğunu arzetmekle bahtıyarıın Aziz dinleyicilerim ; Milli sermayenin başlandığı azametli işleri emniyetlP. tevdi edecek ehli­ yetli ellere ihtiyacımız büyüktür. Yeni iktisadi hayatımız, çalışma sistemimiz ve çalışaa.k elemanlann vasıflan üzerinde her zamandan ziyade tavakkuf •


0

L K

'O, ttd:NdKANUN 1940

ebnenizi emrediyor. Milli faaliyetlerin her sahasında olduğu gibi, tahsisen ik­ tisadi teşebbüsler muntazam, mütevazi, feragatli ve sabırlı bir çalıtma ile, batlamasma memur edildikleri ݧİn seviyesine gerçekten yükselmit bir ehli­

yete sahip unsurlarla teçhiz edilmedikçe, alacağımız neticeler muhakkak ki beklediğimizin aksine olur

Bu itibarladır ki, devlet ve milJetçe fedakarlık yapılarak yetitmeleri için ecnebi memleketlere göndermekte olduğumuz gençlerimizin adetlerini arbr· mıt bulunuyoruz. Bu vatan evlitlannın kendilerine düşen yüksek vazifeyi müdrik olarak ve tam bir bilgi ile ve yaşadığımız

zamanın

emrettiği verimli

çalıtma metodlanna intibak ebnİf olarak, vakit kaybebneksizin, yurda avdet edip hizmete girmelerinin temin edilmesi lazımdır.

D iğer taraftan, millet itlerinin idaresini ellerine almıt olan büyük küçük her fercıın, aledderecat çahtmak ve çalıttmnakta it yapmak '"" it istemekte

gayr-i ciddi ve müsamahasız davranmalanndaki kat'i lüzuma suret-i mahsusa­ da, ݧaret etmek isterim, devletçe ve milletçe ancak böyle bir çahtmaya ko­

yulmak

sayesindedir ki, her gün genişHyen faaliyet mevzularında vasıflan

ve istidatları matlup istikamette inkitaf etmit hakiki it ve vazife adamlarımız yetişmiş olacaktır. Milli hayat ve faaliyetin ortaya çıkardığı bu mühim mea'ele­ lere bütün vazife sahiplerinin liyak olduğu alika ve hususiyeti gösterecekle­

rini ümit ederim .

Aziz yurttatlanm;

Türk vatam'run yükselmesi ıçın olduğu kadar, kudretle ve emniyetle müdafaası için tası �ur hareketinin nasıl büyük bir rol oynadığını eğer, hu­ zurunuzda tebarW: ettirebildimse çok bahbyar olacağım. Dünyanın en dağ­ dağh bir devrinde yaşıyoruz. Türk milleti vakur ve temkinli durutu, samimi birlik manzarası ile bütün cihanın nasd takdir nazarım celbediyorsa, hakkın­ da fena düşüncesi olanları da o kadar hayrete düşürmektedir. Türk milleti dostluklanna sadık, açık kalple kendi milli hudutlan dahilinde sakin çaht· mak ve yaşamak azmindedir. Bu birliği, bu sükian ve bu çahşma azmini boz­ mak istiyenlere iyi gözle bakmaz

Büyük Türk milletinin hakiki hissiyatına tercüman olarak emniyetle söy­ liyebilirim ki: Milli Şef'in etrafında tek kalp ve tek vücut çalışan milletimiz, hilinden ve istikbalinden emindir.,,


D

1

ş

s

ı

y

MI KNA Tİ Si.1

A

s

E

T

MAYİNL ER

NECİ B ALI KÜÇÜKA Bu ay içinde garp cephesi, arasıra vakı' olan ileri karakol hadiselerinden ma'da hemen sükunetle geçmiştir. Cephelerdeki muharebe vaz'iyetini tetkik eden bir muharririn fikrine göre ilkbahara kadar burada esaslı bir hareket beklemek doğru değildir. Çünkü Majino ve Sigfrid hatları karşısında iki taraf ordularının yapacakları fedakarlıkların büyüklüğü her iki taraf ordularının manevre kabiliyetlerini pek korkunç bir surette tahrip etmesi muhtemeldir. Bunun için ya bitarafların toprakları üzerinde hareket etmek veyahut da da­ ha kahir makine ve insan kuvvetiyle harbe atılmak iktiza eder. Bi.:yük Biri­ tanya Başvekili"nin beyanatına göre İmparatorluk henüz kendi geniş hudut­ ları içinde seferberliğini ikmal etmiş değildir. Daha bugünden Alman ordu­ larına büyük bir faikıyeti olan İ ngiliz - Fransız kuvvetinin bir müddet son­ ra ne hale geleceğini tasavvur etmek mümkindir. Kara harbinin Alman tap­ rakları üstünde nasıl ve ne suretle inkişaf edeceğini şimdiden bir to.hmin karara bağlamak acele bir hareket olur. Buna mukabil denizlerde ve hava­ larda şiddetli muharebeler oluyor. 1 9 1 4 de muharebenin bütün ağırlığı Fran­ sa"nın üstüne yüklenmiş iken şimdi bu yük. İngiltere'ye teveccüh etmiştir. Al­ man hava filoları, Ortaçağ devrindenberi ufuklarında düşman gözü gezmemiş olan İngiltere'nin İskoçya gibi en uzak topraklarının üstüne bombalar yağ­ dırıyor. Bu, İngiltere tarihi için büyük bir hadisedir. lngiliz Adaları'nı c lkinci Rayh> devrindenberi abluka etmek emelleri içinde tutuşan Alman zekası geçen harpte bütün teşebbüslerine rağmen buna muvaffak olamamıştı. Şim­ di (miknatisli mayinler) le l ngiltere'ye tekrar hücum etmiş bulunmaktadır. Tekniğin harpte tatbikı, harbi geçen şsırlara nisbeten çok gayr - i insani bir hale koymuştur. Polonya'da Alman ordusu'nun yaptığı korkunç tahribatı ilk­ çağ devirlerinin en müstebid ve gaddar bir hükümdarı, bu kadar geniş ve insafsız bir mıkyasta yapmamıştır. Almanlar harbi kazanmak için, her vasıta­ yı meşru' sayan M a k y a v e l sistemiyle hareket etmekte, ve tekniğin bü­ tün terakkilerini kalplerinde en küçük bir ürperme duymadan harbe tatbik et• mektedirler. Fakat bu hareket tarzı ötedenberi devletler arasında bir hukuk kaidesi halinde tesbit edilen kaideleri altüst etmektedir. lngiliz sularına bırakı­ lan mayinler yalnız buralarda değil, açık denizlerde veya bitaraf memleket sularında bitaraf gemilerini batırmakta ve her gün yeni bir faci'aya sebebiyet vermektedir. Zaten abluka ( Blocus) ta'biri R e n e L o d i 11 o t 'un tahkiki gibi bir alman kelimesidir. Abluka son zamanlarda diplomatları hukukçu­ ları meşgul eden en mühim mes' elelerden biri oldu. Çünkü abluka ile harbe 401


402

0

L K

Ü,

İKİNCiKANUN

1940

karşı üçüncü şahıs vaziyetinde bulunan bitaraflar'ın hukuku mevzu - ı bahistir. Muharıpler bitarafların ticari eşyalarına hürmet etmek mecburiyetindedir­ ler. Bunun için muharipler ancak harp mevaddı sayılan eşyayı musadere e­ derler. Harp maddeleri'nin nelerden ibaret olduğu bu muharebeye kadar az çok tayyün etmişti. Daha on yedinci asırda G r o ç y Ü s ticari eşyayı üç kısma ayırmakta idi : 1 ) Ooğı udan doğruya haıp mevaddı olan eşya top, tüfek, barut gibi. 2 ) Doğrudan doğruya harp mevaddı olmayıp bilvasıta harp mevaddi sayılan eşya kumaş vesaire gibi 3 ) Asla harple alakası oimayan eşya, lüks şeyler gibi 1 909 da Londra mukavelesi harp maddeleri'nin karakterini vuzuhla ta­ yin için bir çare bulmak cihetleriyle meşgul olmuş ise de bulduğu tedbirier muvakkat bir mahiyette idi. 1 9 1 4 de Londra mukavelesi hiç bir devlet ta• rafından nazarı dikkate alınmadı. 1 9 1 5 de müttefikler harp mevaddı liste­ sini daha geniş mikyasta tuttular. Almanya da buna mukabele etti. Fakat şimdiki mayin muharebesi bütün bu tedbirleri altüst edecek mahiyettedir. Mayinlerin istihdaf ettiği gayeye göre İ ngiiiz sularına girecek her vapur, man­ yotolu mayinlerin tehdidi altındadır. Almanlar'ın bu hareketine karşı mütte­ fikler de Alman menş' eli bütün malların musadere edileceğini ilan etmek su­ retiyle, hududu bütün denizlere şimil bir vaz'iyet ortaya atmış oldular . Almanlar harice mal çıkaramayınca hariçten kendisine tabiatiyle mal gel­ meyecektir. Binaenaleyh, eldeki istatistiklere göre Almanya ithalatının % 2 3 ünü uzak memleketlerden, % 2 0 sini de müttefik memleketlerden tedarik edil­ yordu. İ ngiltere bitaraf memleketlerden Almanya'ya girecek mallar etrafın· da umumi harbe nazaran daha geniş bir takyıdat koyduğu gibi bitaraf mem­ leketlere gidecek Alman menş' eli malları da musadere edeceğini ilan etti. Bundan müteessir olan bitaraf memleketlerden bazıları lngiltere'yi protesto· ya kadar gittiler. Almanlar denizlere manyotolu mayin dökmek suretiyle, ithalat ve ihracat bakımından İ ngiltere';-i tecrid etmek istediler. İ ngiltere de bu tarz hareketiyle Almanya'va karşı mukabil ve şedit bir abluka yapmış oldu. İ ngiltere' nin bu hareket tarzı doğru mudur ve hukuki esaslara ne dere· ceye kadar uygundur } İngiltere tarafından ihtiyar edilen bu hareketi abluka hukukıyle te'lif etmek kabil değildir ; çünkü buna dair hükümleri Birleşik A­ merika devletleri' nin istiklali muharebesinde Rusya İ mparatariçe' si İkinci Katerina'nın teşebbüsiyle 2 8 Şubat 1 Mart 1 780 ilk vak'a olarak tesbit edilmiş ve Napolyon muharebelerini müteakip 1 8 1 5 de Viyana ve 1 88 6 !Paris muaheleri'ndeki hükümlerle tekamül etmiştir. Bütün b u kararlarda daima bitarafın ve hukuki tabirle üçüncü şahsın hukuku gözönünde tutul· muştur. Şu hale göre İngiltere'nin kararını bu bakımdan derinleştirmekten ziyade işi meselleme bakımından tetkik eylemek icabeder. Misilleme (represaille) yeni zihniyet - i hukukiye'ye göre devlet ara· sında meşru' bir hak olarak telakki edilmiştir. Ortaçağ' dan on sekizinci as-

-

-


MİKNATİSLİ

MAYL�LER

ra kadar. misilleme işi başka şekil ve şartlara tabi'di. Beynelmilel hukuk ka 'idelerine karşı Almanya tarafından ta' arruza karşı yapılan bu hareket hu­ kuk prensipleri dışında değildir. İ ngiltere Hükumeti bu ka 'ideyi tatbik eder­ ken bitaraflara karşı bitarafları zarara sokmak kastıyle değil, Almanya'nın lngiltere' de yapmak istediği zarara mukabele etmek için yapılmış bir hare­ kettir. Eğer iki tarafın yapmış oldukları fi'ilden üçüncü şahıs mutazarrır olu­ yorsa zarar ve ziyanın asıl buna sebebiyet veren tarafından ödenmesi icap­ eder. Mamafih lngiltere'nin bu tarz - ı hareketi Almanları'ın bütün propaganda­ larına rağmen bitaraf muhitlerde büyük bir heyecan uyandırdı. Çünkü İ ngil­ tere' nin giriştiği büyük muharebenin neticesinde bitaraflar kendi hayat ve em­ niyetlerinin temin edileceğini takdir etmektedirler . Sovyet - Fin Harbi

Hadiseler inkişaf ettikçe Alman - Sovyet adem - i tecavüz paktı'nın giz­ li ahkamının şümulü vus'atı anlaşılmaktadır. Almanlar garp cephesinde meş­ gul iken Ruslar İptida muslihane bir hülul ile Estonya, Litvanya ve Leton­ ya'yı elde ettiler. Ve nihayet ayni yoldan Finlandiyalılar'la da anlaşmak is­ temişlerse de milli istiklalleri etrafında fazla hassas olan Finlandiyalılar u­ zun müzakerelerden sonra Ruslar'ın teklifini reddetmişlerdir. Bunun üzerine Ruslar bütün hudutlardan Finlandiya' ya faik kuvvetlerle ta 'rruza geçmek su­ retiyle fi'len harbe başlamışlardır. Büyük Rusya devletinin 3 buçuk milyon­ luk küçük Finlandiya' ya ta 'rruza geçeli bir aya yaklaştığı halde Finler' in, ha­ rikülade kahramanlığı karşısında bu satırların yazıldığı dakikada askeri bakım­ dan o kadar ehemmiyeti haiz olmayan şimal mıntakası müstesna olmak şar­ tıyle hiç bir yerde muvaffak olamamış ve bilakis yapılan ciddi muharebe­ ler Sovyet mağlubiyetiyle neticelenmiştir. Şu günlerde kat'i ve büyük muha­ rebelere intizar edilmektedir. Bununla beraber dünyanın en büyük devlet­ lerinden biri olan Rusya'ya karşı Finler'in takatlerinin son haddıyle çalıştık­ tan sonra kendilerinin Polonya gibi günün birinde kan ve ateş dalgası için­ de boğulması muhtemeldir. Belki tarih ikinci bir Termopil zaferi de kayde­ debilir. Fakat düşmanlarının her bakımdan kıyas kabul etmeyecek büyük­ lüğü karşısında bu ihtimal uzaklarda titreyen bir mum kadar hafiftir. Fin­ landiya' nın mukadder olan işgalinin bügünkü harp vaziyeti üzerinde mühim tesir icra etmeyeceği tabiidir. Fakat bu hareket cihanda uyandırdığı alaka ve heyecan bakımından büyük bir hadise olmuştur. Cihan politikasında olduğu kadar beynelmilel vicdanda yeni vaziyetler seçilmiştir. 1 ) Sovyetler'le - Almanlar arasında akdedilen adem - i tecavüz paktı emsali gibi bir adem - i tecavüz paktı olmaktan ziyade dünya siyasi haritası üstünde esaslı bir anlaşmaya müstenittir. Ve bu aniaşma İ ngiliz ve Fransız emperyalizmine müteveccih geniş mikyasta düşünülmüş bir plan vücude ge­ tirmiştir ki Sovyetler şimdi bu planı sahife sahife tahakkuk ettirmektedirler. Bu pianın hudutlarını tayin etmek mümkün değilse de Prens Bismark zama-


tl L K O ,

404

IKINC.İK..i..1'EL'N

1944'.>

nında başlayan ve nihayet onun sukutunu hazırlayan siyas! programla büyük harp sonu Alman askeri ve diplomasisine mensup büyük devlet adamlarının yazdıkları hatırattaki fikirleri düşüııecek olursak bu anlaşmanın hudutları üze­ rinde az çok bir fikir edinmek mümkin olabilir. Maamafih hadiselerin nasıl bir istikamet alacağını şimdiden tesbit etmek asla doğru değildir. Hadiseleri dikkatle ve sükunla ta 'kıp etmek lazımdır. 2 ) Sovyetler0in Finlandiya'ya karşı kullandıkları harp sebebi · cihan ef­ kar - ı umumiyesinde iyi tesir yapmamıştır. Cihan ihtilalı davasıyle doğan kı­ zıl inkilap seneleri geçtikten sonra Milletler Cemiyeti' ne girmiş ve beynelmilel hukuk zihniyetinin devlet mefhumuna verdiği manayı kabul eylemişti [ 1 1 . Sovyet politikası, bu harbin zuhuruna kadar daima cihan sulhunu en hararetli bir surette müdafa'a eylemişti. Her şeyin sulh yoluyla hallini isteyenlerin ba­ şında Sovyetler bulunmakta idi. Muta'arrızın agresseur tarifi hakkındaki formül Sovyet - Türk mes' desinin mahsuluydu. Sovyetler bu maksatla bir çok dev• letlerle adem - i tecavüz paktı yapmış ve başka milletlerin hayat ve istiklalleri hakkını tanımıştı. İşte bu zümreden olmak üzere 1 9 3 2 senesinde Sovyetler­ le Finlandiyalılar 1 945 senesine kadar devam etmek üzere bir adem - i teca· vüz paktı yapmıştı. Harbın zühurundan sonra Finlandiya paktın ihtiva et­ tiği mukavele hükumlerine aykın bir muamele yapmaktan çok ictinap edi­ yordu. Sovyetler'in hukuki hiç bir sebebe istinat etmeden vak'ı olan tecavüzü Ü· zerine Finlandiya, Milletler Cemiyeti'ne müra0caat etti. Milletler Cemiyeti paktın 1 2 nci maddesinde «cemiyet' in bütün azası aralarında çıkan ve bir har• be sürükleyebilecek olan ihtilafları gerek hüküm usulleri mücibince ve ge­ rekse konseyin tetkikine arzedilsin bir talimatnameye tevfikan halledilir. Üç aylık bir mühlet hitam bulmadan tarafeyn harp etmezler. » denilmektedir. Cemiyete aza olan tarafların arasında çıkan ihtilaflar her halde sulh yoluyla halledilecekti. İşte Finlandiya paktın bu maddelerine tevfikan Milletler Ce­ miyeti' ne müracaat etti. Milletler Cemiyeti de aza devletleri içtima·a çağır­ dı. Sovyetler Milletler Cemiyeti konseyinin bu da 'vetini kabul etmemekle beraber, Finlandiya devletiyle kendi arasında niza 'ı mucip bir hal mev­ cut bulunmadığını ve Milletler Cemiyeti'ne müraca'at eden sabık hükumetin meşru 'iyetini kabul etmediğini ve Finlandiya hudutlarında yeni teşekkül e­ den kommunist - sosyalist Sovyet hükumetiyle iyi münasebette bulunduğu­ nu bildirdi. Sovyetler'in hukuki bir çerçeve içinde bundan başka cevap ve­ rebilmeleri tabi'i mümkin değildir. Hareketlerini meşru' kılacak biricik mÜ· dafa 'a yolu bu idi. Fakat bunun çok hafif ve tehlikeli bir müdafaa sistemi olduğu meydandadır. Çünkü bir ihtilal hey'eti'nin ne vakıt meşru' bir hü­ kumet olabileceğini ve devletler tarafından hangi hal ve şartlar içinde tanı­ labileceği beynelmilel hukuk ve ka 'idelerle artık tesbit edilmiş olduğundan Sovyetler' in bu mes' ele etrafındaki görüş ve mantık tarzını hiç bir devlet : : : İlk SO\-yet Kanunu

Esasi'siııde

fl'lvlet'h hudutları yoktu.


MİKNATİSLİ

l\1AYİNLER

405

kabul etmediği gibi dünya vicdanında ağır bir infi'al ve hiddet uyandırdı. Nihayet Milletler Cemiyeti, Sovyetler Birliğini Milletler Cemiyeti'nden hariç bırakmıştır. Milletler Cemiyeti bu mes" el eyi iki esastan tetkik eyledi :. 1 ) Sovyet Birliği Milletler Cemiyeti pakti'nin 1 2 inci maddesine v� Paris paktine 1 9 32 de Finlandiya ile 'akdeylediği adem - i tecavüz paktine riayet etmemiştir. 2 ) Sovyetler Birliği konseyin da 'vetine icabet eylemediği gibi kon· seyin bu husustaki tavassutunu da kabulden imtina· ettiği cihetle, Milletler Cemiyeti paktın on beşinci maddesi mucibince icap eden her türlü tedbirleri almakta haklıdır. İ şte bu esaslara binaen : Milletler Cemiyeti, haklı ve malum Finlandi· ya'nın mukavemet kuvvetini ziyadeleştirmek için her türlü maddi ve ma'· nevi yardım yapmağa cemiyet azaları'nı ta"ahhut altına sokmuştur. Ve Sov· yetleri kendi aralarından hariç bırakmak suretiyle cezalandırılmıştır. Tür•. kiye Rusya'ya karşı tatbik edilen bu harekette istisna'i vaziyettedir· � Biz Rusya'ya bir takım dostluk kayıtlanyle bağlıyız . Mukaveleleri . mize ve verdiğimiz söze hürmetkarız. Miiletler Cemiyeti'nin bu kararı . nın ne gibi müsbet bir netice vücuda getirebileceği malum değilse de her halde harbin tali'i üstünde okadar müessir olmayacağı meydandadır. Yalnız gerek Habeşistan' ın İşgalini ve gerek bu mes' elede Milletler Cemiyeti' nin almış olduğu kararları beynelmilel hukuk bakımından bir terakki olarak kaydetmek lazımdır. Bu kararın umumi bir kıymeti yoksa da dünya millet· leri'nin şu'ur ve vicdanlarını bir nokta etrafında toplaması ve haksız bir harekete karşı bir çok milletler kalbinin bir anda ve bir mes'le için mütees· sir olması beynelmilel hukuk ideali için atılmış bir adımdır. Bütün sademe­ lere rağmen beynelmilel çalışma birliği olmuş değil. Bilakis bir adım daha ileri atmıştır. Denizlerde muharebe devam ediyor. Son deniz muharebesi. manevi kuvvet itibariyle otoritelerin demokratlarla kıyas etmiyecek dere· cede zayif olduğunu göstermiştir. İ nsan irade ve kuvvetinden istifade etmek İçin, onun her şeyden evvel hür ve serbest olması icap ettiği bir daha sabit olmuştur.


M i L L E T

V E

E D E B i Y A T

ŞEVKET AZIZ KANSU Bir milleti diğer bir milletten ayırd eden en ehemmiyeli amiller içinde e p i j e n e t i k dediğimiz, yani Biolojik verasetle intikal eden bedeni ve ru· hi karakterlerin yanında bu karakterlere inzımam eden, karakterlerin mev­ cut olduğunu unutmamak lazımdır. Bir milletin hayatında her bir nesil di­ ğer bir nesile her batın kendisinden sonra gelen batna bu karakterleri ço­ ğaltarak devr eder. Esas Biolojik irsi karakter ve kabiliyetlerin hassası bu karekter ve kabiliyetlerin muayyen veraset kanunlarına tabi olarak nesilden, nesile intikal etmeleridir. Ve bir fert tarafından hayatı esnasında kazanılan fizik ve mantal evsarın bu ferdin züriyetine, esas irsi karekterler gibi, intikal etmediklerini de biliyoruz. Fakat bir cemiyette bu cemiyet fertlerinin yarat­ ma mahsullerinin ve mesela bir cemiyette e d e b i y a t dediğimiz b e ş e r i t e z a h Ü r vasıtasıyle elde ettiği her yeni ve e p i j e n e t i k mahiyette bir kazancın, Biolojik ve binaenaleyh daimi bir i r s gibi baki kaldığı şüphesizdir. Bir milletin edebiyatı, o millette ferdi bayah ve ferdi bayatın zaruretleri­ ni aşan yeni bir organ demektir. Ve bu organ nesilden nesile istihale ve inkişaf ederk o milletin en kuvvetli ve en kudretli soyundan ruhi vasatını teı­ kil eder. O halde milli bir edebiyat her şeyden evvel, milleti teşkil eden fert­ ler cami'asının üzerinde yaşadıkları milli toprak, yani vatan ve tabiatın vücude getirdiği maddi ve coğrafik bir muhit gibi ferdi şuuru besleyen ve havalandıran manevi ve ruhi bir muhittir. Ve bu vasat bir milleti teşkil eden epijenitik amillerin içinde de en kudretli ve kuvvetlisidir. Bir millette nesilden nesile istihale ve inkişaf ederek o milletin en kuv­ vetli soydan ruhi bir vasatını vücude getiren ve adına e d e b i y a t dediğimiz organ'ın milli hayattaki vazife ve rolünü bu suretle anlamış oluyoruz. Ruhi bir vasat olmasından dolayı evvela şuurlara tesir eden ve şuur vasıtasıyle malum bir tabiri kullanarak «f i k i r - h a r e k e b mahiyetini ik­ tisap eden edebiyat asrımızın dinamik duruşıyle de sıkı sıkıya alakadardır, yani dinamik bir hayat telakkisinin dinamik bir edebiyat yaratmağa meyil etmesi kadar tabi'i bir şey olamaz. Ve dinamik bir edebiyat da dinamik bir tes"sir vasıtasıdır. Bize her şeyden evvel hakim ııartlara muvaffakiyetle ce­ vap vermeğe muktedir ve hayatı kuşatan muhitin karekterlerine uygun bir tekilde inkitaf eden şuurlu hayatın organı olacak bir edebiyat lazımdır.


T

A

ı

R

H

ORTAZAMAN TÜRK - İSLAM DÜNYASINDA

E

D

E

1

B

y

A

T

PROF. A. MEZ - Başı geçen sayılarda Bütün mektupları iki kısma ayrılıyor: evvela cevapları verilecek mektupların imali; -bu arada mektubun alındığının te'kidi en nazik tebrik ve tehniyelere vesile vermiş oluyurdu ; mesela vezırın baı kadıya yazdığı mektup şöyle başlıyor: "Kadı - ül - kuzatın mektubu denize katıldığı takdirde sularını tatlılaştıracağı kelimelerle ve geceyi aydınlatıp uzaklaştıran fikirlerle vasıl oldu [ 40 ] -. Daha sonra " an ,,

-

ladım ,, mukaddimesiyle iptidar eden cevap. Bu mektuplardan bugün bile üstadane tahrire karşı duyulan hayret ve zevk ile okunmakta olup bunlar hatta iş hususunda yapılan tebliğlerde bile en ince ifade üzerine en kıymet­ tar bir libası örtmekte ve müsrifane bir suhuletle başta ve nihayette kafiye­ leri kelime oyunlarıyle kelime örgülerini serpmektedir. Bununla beraber cümlelerin manaları bu lafız ve kafiye oyunları ve keyfi kafiye gürültüleri ile boğulmadığından hakikatte söylenilen sözler daha sonraki asırlarda ol­ duğu gibi müşkilatle değil, belki suhuletle ve derhal anlaşılmaktadır. Hatta bu mektuplar tercüme edilmiş olsalar, yani bütün lafzi ziynetlerinden tecrit edilerek mümkıin olan namüsait bir vaziyete getirilseler bile okunabilir bir haldedirler. Resmi mektuplara misal olmak üzere S a b i tarafından ka­ leme alınıp t z z e d d a u 1 a h 'nın 357 /968 tarihinde Bullicistan'ın ve al Quf dağlarının fethini haber veren Acemoğlu 'A d u d e d d a u 1 a h 'ya gönderdiği tebrik mektubu gösterilebilir : " Es-seyyid Emir 'A d u d e d­ rl a u 1 a h 'nın mektubu -Allah onun kuvvetini muhafaza etsin- Cenab-ı Hakk'ın doğruluğuna, saadetine ve sofiliğine mukabil bahş ve ihsan ettiği muvaffakıyetlerin haberi ile, -Allah zat-ı mufahhamini berdevam etsin- al­ Quf dağları ve al-Bellils'u fetih ile dine düşman ve hak yolundan dönmüş o­ lan ahalisini bir sığınaktan diğerine süren, bir melce'den diğer bir melce'e tı­ karak galebe çalan bekçilerini öldüren, kahramanlarını mahveden, çayırını ve toprağını çöle çeviren nam ve nişanlarını ortadan kaldıran ve bütün bu se­ beplerden dolayı onları zilletle alçalarak sulh aramayı ve rehine vermeyi, hazinelerini teslim etmeyi, hak dinine sokarak mü'minlerin sınıfına iltihak ettirmeyi temin eden haberler ile buraya vasıl oldu. Me'ale muttali' olarak Emir 'Adudeddaulah bashettiği inayetten dolayı Allah'a hamd-ü senalarda [40]

Jatimah il,

277. 407


408

Ü L K Ü, İKİNCİKANUN

1940

bulundum, zira Allah'ın onun vasıtasiyle hangi ganimetleri ibda ettiğini bi­ l.yor ve Allah'ın ona muvaffakıyetbah' şeylerden dolayı seviniyor ve onuIJ malik olduğu şeyden birlikte müstefit oluyor ve onunla birlikte hareket edi­ yorum. Onun elde ettiği şerefi yüksek ve seferi onu idare eden kadar mü kemmel buldum. Emir'in -Allah ona kuvvet bahşetsin !- kabahatlıları hal lerini ıslah edinceye kadar inatcıları yumuşayıncaya kadar cezalandırma sına alıştık. Ve yine Allah'ın ona yardım etmesine, ona saadet bahşetmesin� ve tuttuğu işleri iyi bir netice ile nihayetlendirmesine de alıştık. Bundan başka Emir'in ali huzurundan bir havadis gelince onu derhal takip eden bir yenisine kulak veririm, geçmiş bir vak'adan dolayı kendisine yaptığım her bir teşekkür yeni ve yakın bir vak'anın daha vukua geleceğini bana tekeffül eder. Ona inayeti ile taze hayat vermesini hediyelerini mebzUlen ihsan etme­ sini, manevi ve maddi alemde istediklerine ulaştırmasını, ufak veya büyük düşmanlarına karşı sancağını muzaffer kılmasını, az veya çok sözünün on­ lara hakim olmasını, harpte ve sulhte perçemlerini onun eline vermesini, düşmanları, istesinler veya istemesinler, ona tabi kılmasını Allah'tan dile -

rim,, [ 4 1 ] . Kafiyeler (seci) le süslenmiş olan tarzı resmi tahrirattan {sultanijjat) hususi mektuplara (i h v a n i j j a t) geçti. 3./9. uncu asırda hükumdar ve sair lbn al - Mu 'tazz, hükumdar ve şair 'Ubaidallah ibn 'Abdullah ibn Tahir'e scci'siz olarak ta'ziyede bulunmuş ve mukabilinde seci'siz bir teşekkürname almıştır ; halbuki her iki namenin de bu yolda yazılışı yüz sene sonra için kabil - i tasavvur değildi [ 42 ] . 4./ 1 O. uncu asrın sonunda nefis name san 'ati okadar yüksek bir rağbete mazhar bulunuyordu ki birçok kimseler resmi me'muriyete sahip bulunmadan onunla tıpkı çok eski zamanlardanberi şair­ lerin şiirle geçindikleri gibi hayatlarını kazanabiliyorlardı. Bu hususta mek­ tup tarzı ustadları'nın en meşhurlarından birisi zaman i'tibarıyle garp ede­ biyatının ilk muharriri olan Abubekr - el - Harezmi (vefatı 3 8 ';/99 3 ) dir. Bu zat hemen hemen şarkın bütün İslam hükUındarları'nın nez. tinde bulun­ muş, Buhara, Nişabur, Herat, İ sfefan ve Şiraz Saraylan'na g•rip çıkmıştır [ 4 3 ] . Hükumdar, vezir, general, kadı, me' mur, ilahiyat aliNi ve filolog olmak üzere pek çok kimselere mektuplar yazmıştır ; mevzu 'lan bayram teb­ rikleri, mansıb ve rütbece vaki' terfi'ler, muvaffakiyetler ve ölüm münase­ betiyle tesliyet, gazel, hastalık, harp tehlikesi, atiyelere mukabil teşc:�k;ir gibi mu'tad hususlar teşkil etmektedir. Bu mektupların içinde bir de emlake çok fazla vergi tarhından dolayı vergi müdüriyeti' ne vaki' bir şikayetname vardır; bu name de muharrir Horasan'ı kendi dilinden ma'sun kılmak iste­ di�i takdirde bu hususta bir ça 're bulmasını talep etmektedir. Filhakika ver[41 l Rasa'il, Sabi Ba'abda, s. 57 f.

[42] Ş a b u ş t i, K i t · ed -.dıjıirıi.t.

Berlin, fol. 46 a ff. [431

latimah iV, 123 H.


ORTAZAMAN

TÜRK · İSLAM

DÜNYASINDA

409

gi müdürü bu mektup üzerine bir senelik vergiyi affetmiştir [ 44 ] , bir çok talebenin, onun isminin söhretiyle cezbedildiği ve başlıca fıkahanın bu arada bulunduğu anlaşılmaktadır ; talebe veya sabık talebeye hıtap edilen ba'zı mektuplar ve bir de bir talebenin ta ·yinine ait bir teşekkürname bu kollek· siyon dahilinde bulunmaktaciır [ 45 ] . Bu mektuplardan bir numune, me· sela : «oğlum ; mektupların benim için elma, ıtrıyat, çiçek ve demet nev·in· den şeylerdir. Birincisini alınca çok sevinirim, fakat ikincisini beklerim ; gön­ derilmiş mektuplarından dolayı sana müteşekkirim, yenileri gelinceye kadar da gün ve geceleri saymaktayım. Bunun için uzun ve çok yaz ve bil ki seni sağlam ve serbest olarak sevmekteyim. Seni öyle bir kuvvetle sevmekteyim ki her hangi bir yerde mevcut düşmanların bunun tesiriyle dost haline geçerler. Huzurumda olduğu zaman senden kuvvetle zevkyap olurum, benden uzak olunca da sana hasret çekerim. Benim çektiğim hasreti bilmiş olsaydın bütün insanların üstünde gurur ve azametle yükselirdin, arz sakinlerine sadece gözünün ucuyla bakmış ve dudaklarının bir ucu ile onlara hıtap etmiş olsay­ dın onlar senin yanında hiç bir ağırlığa malik olmayacaklardı> [ 4 6 ] Bu mektupların yanında Sabi'ninkiler çok sakin ve maddi kalmaktadırlar. Bu mektuplarda esas keyfiyet takrirlerdeki suhulet ve ritimdir, mevzu', sanatka­ rın çelengini etrafına sarmasını te'min edecek telden ibarettir. Bu uslup ise es· ki arapça ile pek çok müşterek çizgiler arzeder ; kuvvetli sözlere, iyi muka­ yeseye ve deruni huzursuzluğa karşı alakayı gösterir. Yalnız cengaverane pa­ tetik mevzu ·1ar kabalaşarak grotesk bir hale girmişdi ki bu palhos, onun bir halk cemiyeti içinde yaşamasını te'min eden yegane mevzu'u teşkil ediyordu. Harezmi'nin kelam tarzında başlıca hususiyetleri grotesk uslup tarzı idi : mübala 'a ve tekrar, her ikisi de şu 'urlu sanat vasıtası olarak icra ediliyor· du : «birisi fenalık etmek istiyordu, bilmiyorum, rüzgar onu sürükleyüp götürdü, yahut onu toprak içine aldı, yahut onu yılan soktu, yahut onu vahşi hayvanlar paraladılar, yahut onu golyabaniler götürdü, yahut şeytan aldı, yahut yıldırım yaktı, yahut onu develer çiğnediler, yahut onun klavuzu yolunu şaşırttı ) Bir deveden mi düştü yahut bir dağ tepesinden mi yuvarlandı, yoksa kuyuya mı düştü, yoksa üstüne bir dağ sırtı mı kapandı, yoksa elleri mi kurudu veya a­ yakları mı kötürüm oldu, yoksa cilt hastalığına mı tutuldu, yahut da satlı­ can mı oldu ) Yoksa bir köleye mi ta 'rruz etti de onun tarafından mı öldü­ rüldü ) Dağlarda mı yolunu şaşırdı, denizde mi boğuldu yoksa sıcaktan mı öldü ) yoksa kuduran dere mi alup götürdü. Yoksa öldürücü bir ok mu İsabet etti ? Yoksa kötülük etti de sonradan mı recm�:!'.ldi ) > [ 4 7 ] . Mektuplarından birinin bir nüshasını satınalmak isteyen birine şöyle yazıyor : ce;ia.::!� olsay· dı kağıt yerine yanaklarımın derisini, kalem yerine parmaklarımı, mürekkep .

[44] Rasa'il ed. [ 451

Rasa'il

Constanıinopl. p. s.

119 ff.

81.

[46]

Ra.•a'il,

s.

76.

[47]

Rasa'ü,

ıı.

88.


Ü L

410

K

0,

İKİNCiKA.NUN

1940

olarak da göz bebeğimi kullanırdım» [ 48 J . Mübalaaları ha 'zan bizim için o zamanki hayatın ifrat ve tefritine ait İşe yarar bir liste arzetmektedir : bu cüm­ leden olarak herşeyin kendisinde tali'siz ve aksi cereyan ettiğini şöyle ta'rif ediyor: « yabancı bir ata bindim, yabancı keseden yidim, kira evinde otur­ dum, üzüm suyu İçtim, yazın yün esvap taşıdım, kışın kağıt, bana yazdıkları zaman hürmet gösterdiler, yüz yüze olunca da esen» diye hitap ettiler ve namaz saflarında kunduralarla bir safa, yani en son cemaat safına koyuldu lar. İ ş o hale geldi ki kölelerim bana fena muamele ettiler ve atım aksilenme­ ye başladı. Birlikte seyahate çıktığım yoldaşların benden evvel menzile vasıl oldular. Elime iyi bir dirhem geçince elimde kalp hale geçiyordu Satınaldığım bez vücudumda çalınan mal oldu, temmuz' da elbiselerimi yıka­ dığım zaman güneş kayboldu ve bulutlar yükseldi, haziran' da seyahate çık­ tığım zaman rüzgarlar esdi ve sis manzarayı kapadı. Nem var nem yoksa te­ refimden ma'da hepsi mahvoldular v. s. » [ 49 ) . Yahut tekerrürlerle ince bir tebasbus te'min ediyor ve bize güzel bir mektubu dizebilmeye yarayacak bir sıra kitapların isimlerini veriyor : cEfendim mektubuma cevabı öğle ile ku.. luk vaktı arasında yaz dediğinden bahsediyor ve ben o mektubun yavaş yavaı yazıldığını zannetmiştim : halbuki efendi' nin denizinin nekadar derin ve dol­ gun olduğunu biliyordum. Ben ise bu mektup için kapumu kapar, perdemi indirir, kitaplarımı yanıma alır, vergi me' murları ile Buyiler' den Hasibi ile İbn Muqlah arasına oturur, Yezdad ile Şeddad'ın nesillerini mezarlarından uyandırır ve Basra'lı İbn el - muqaffa'yı İranlı Sahi ibn Harun'u Mısırlı İbn 'Abdan'ı, Hasan ibn Wahl'i, Ahmet ibn YG.suf'u, ahıretten da'vet ederdim, sağıma Ardeşir ibn Ba - bekam'ın hayatını, soluma et - tabjin wal - bajan kitabımı koyar, önüme Buzurcmihr ibn al - Bahtikan'ın hikmetlerini ve bil­ hassa da Sahih, 'aim ez zeman'ın mektuplarını alırım. . . [ 5 0 ) . •

Halbuki Harezmi kendinden daha genç muasırları indinde zamanı geçmiş ve çok basit olarak telakki ediliyordu : çünkü «herkesin umumiyet­ le yaptığı ve her kalemin yazdığı gibi yazıyordu [ 5 1 J » bu müterakkilerin en başlıca mücahitlerinden birisi Hemedan'lı Abufadl idi. 2 2 yaşında Sahih ibn 'Abbad'e mülaki olmak üzere Rai'e geldi, 1 2 sene sonra da [ 5 2 ) Nişabur'a gelerek orada tahriri ve şifahi olarak bir çok kereler Harezmi ile boy ölçüştü. Ancak hasmı öldükten sonra Nisabur'u terkederek Horasan, Secistan, Af­ ganistan da büyük seyahatlerine başladı bu seyahatta her bir şehri ziyaret ediyor ve semeresini topluyordu. Nihayet Herat'ta karar kıldı, evlendi, zen­ gin oldu ve malikaneler satın aldı ve 398/ 1 00 7 senesinde kırkını pek az aş· (48]

Rasa,ü,

s.

106,

n

keza

s.

68.

(51] (52]

H a m d i n i Rasa'il, Beirut, e. 76. Jatimah'nın Şam tabında o lduğu

(49)

11.

30.

gibi 382 değil, J a q. lrşad 1, 97 ile birlikte

[50]

s.

35.

392 oku malıdır.


ORTAZAMAN

TÜRK

-

İSL.AM

411

DÜNYASINDA

mış olduğu halde vefat etti [ 5 3] . Hafızasının kuvveti ile şöhret kazanmıştı ; bir def'a işittiği 5 O den fazla mısra 'h bir kasideyi tamamıyle tekrar edebi­ lirdi [ 5 4 ] . Harezmi' den daha fazlasına muktedir olduğu şeyler meya­ nında şunları sayıyor : « satırları tersine okununca cevabını de ihtiva eden bir mektup yazmak, ba'zı muayyen harfler, harf grupları olmaksızın veya­ sırf harf-i ta 'rifsiz bir mektup yazmak, çaprast okununca manzum olan bir mektup yazmak, şerh ve tefsirine göre hemen meth hem de tekdir manasına gelen bir mektup yazmak [ 5 5 ] . . . ; bütün bunlar vaktiyle münşiliğin en yük­ sek mahsulleri telakki ediliyordu. Cahiz'in üslubunu da alelade kelam tar· zına benzer şekilde ve çıplak ve bir san 'at tabirinden veya işitilmemiş bir kelimeden hali« [ 5 6 ] telakki ediyordu. Hemdani' nin elimizde bulunan mek­ tupları bereket versin ki böyle malayani şeylerden azade olmakla beraber Harezmi'ninkilerden daha tumtırakh ve münasebet almaz birtakım alaka ve imanlarla doludur .. Yeni bir san'at meydana çıkıyor : sırf mektup uslubu'nun harıcına çıkan ve tahkiyedc zevk bulan bir san'at. Hazremi de hiç vakı' olmayan bu san'at hikayelerin az çok fasıla ile misal olarak zikredilmesidir. bu cümleden olarak eşeğini kaybetmiş olan Buhara' lı ki iyinin çok yakın bır luduğu uzaklara seyahat etmektedir hikaye ediliyordu. «Eşeğini aramak için yola çıkıp, Oksus nehrini aşıyor ve her bir misafirhaneye sorarak eşeğini ara­ makı a devam ediyor. Bulamayınca Horasan'ın ortasından geçerek Taberistan ve Babilonya'ya varıyor pazarlarda dolaşıyor, fakat hayvanı bir türlü bula­ mayor. Nihayet bu işten vaz geçiyor, uzun ve yorucu bir seyahatten sonra evine dönüyor. Günün birinde ne görse beğenirsiniz ! Eşeği eğer ve dizginle­ ri ile, siyah kayışı ve kemeri ile ahırda yem yemekle meşgul.» [ 5 7 ] . Bütün duyguların vatana karşı hissedildiğini takviye maksadıyle «deve ciğerlerinin kabalığına rağmen mensup olduğu şehre hasret çektiğini, kuşların vatanları· na dönmek için genişlemesine denizi aştık > larını Tahir ibn al Husram'dan hikaye etmektedir. •

c Eski Kahire'ye geldiği zaman orada sokaklarda kabirler vücuda gel­ diğini, hahlann yerlere serildiğini, evlerin mükemmelen tezyin edildiğini, a­ damların yaya ve hayvanların üstünde olarak dolaştıklarını, sağa sola para­ lar atıldığını halbuki onun başını önüne eğerek hiç konuşmadığını hiç bir şeyi görmek istemediğini ve hiç bir kimseden zevk almadığını, sebebi sorulsa : Bu­ JCD.Ç0 ın eski kadınlarının (Buşenç onun memleketidir) seyirciler arasında bu­ lunmadığınden dolayı böyle hareket ettiği cevabını verdiğini ( 5 8 ) > anlatı­ yor. «Bir tacir oğlunu para, ve nasihatlarle techiz ettikten sonra yabancı diyara gönderiyor ve oğlunu bilhassa cömertliğe karşı ikaz ediyor : Allah sahidir,

74.

[53] Jatimah iV, 168. diri olarak gö ­

[55]

Rasa'ü,

müldüğü ve kabirden haykırdığı rivayet edi·

(56]

Muqamen, Beirut,

[57]

Resa'il,

s.

17-ı, f.

[58]

Resa'il,

s.

370.

lir (Jbn Hallikan ed. Wüstevfeld, 1. 69). [54] J a t i m a h iV, 167.

8.

8.

72.


() L K (), İKİNdKANUN 1940

412

fakat sahavetini bize vermekle onun hiç bir şey'i eksilmez, bunun bize fay. dası olmasına mukabil ona bir zararı olmaz. Halbuki bizler için iş böyle de· ğildir. > Halbuki oğlunu yabancı memlekette ilim aşkı sarar ; parasını tahsil uğrunda sarfeder, « ve parası tükenince fakir bir halde elinde kur" an ve tef· sir kitapları ile babasının evine döner der ki: baba, sana bu dünyaya hakim olduğum. ahırette hükmettiğim ve ebedi ·hayat bulduğum halde kur'an ve tef· sirleriyle geliyorum, sana hedis ve ahbac ile, fıkıh ve onun - gavamızı ile, isko­ lastik ve ihtisas ilimleri ile edebiyat ve onun incelikleriyle, gramer ve onun iştikaklarıyle, ta'rifleriyle, felsefe ve onun prensiplerıyle dönüyorum ; ilimden çiçek ve nur (naur vanur ) u, güzel san'atlardan asil ve güzeli (hurr vahur l ) topla 1 bunun üzerine baba oğlunu pazara götürdü, onu sarrafın v e bez tacİ· rinin yanına çekti, sonra bakkala ekmekçiye, kas::.ba götürdü. Ve nihayet o• nunla beraber sebzeciye girdi bir mıktar sebze İstedikten sonra dedi ki : para yerine istediğin bir surenin tefsirini al, tacir i'tiraz etti dedi ki : basılmış para ile mal satarız tefsir edilmiş bir ayet ile değil. o zaman baba eline biraz tuz aldı oğlunun başına koyduktan sonra dedi : ey bedbaht çocuk ölçekle gittin aatırla geldin, sebzeci senin için bir ölçek sebze bile satmayor l [ 5 9 ) >. Ham• dani"nin dramatik hususlara karşı duyduğu alaka Sahib'in mahfelinde gezici ilim talipleriyle onların seyahat ve lisanlarına ait alaka ile karşılaştı. Bizzat vezir bunların argosunu (munakat bani Sasan) mükemmelen anlayor ve bu dilde Abu Dulaf al - Hazraci ile musahabede bulunuyordu. Bu zat c ilim ve güzel san 'atlar hizmetinde olarak > Hindistan ve Çin' de seyahat etmişti. « Bu memleketler hakkında pek mühim malumatı ona borçluyuz. Sahih' e yaz­ malar toplar ve işlerini takıp ederdi > [ 6 0 ) o yalnız yabancılar için değil, münevverlerce ekserya yabancı,lardan daha yabancı kalan milletinin aşağı tabakasına da alakasını teşmil ederdi. Bu sahayı Cahiz evvela keşfetmiş ve daha 1 5 O sene ev vel hususi İşaretleriyle beraber küçük bir liste tertip etmişti [ 6 1 ) ki bu listey i Baihaqi 4. / 1 O. asrın başında biraz genişlemit olarak zik· reder [ 62 ) . Şimd. ise Abu [ ıulaf bu adamlar hakkında mufassal ızahlı uzun 1: ::- manzume yazm·şdı ki bu manzume iki evvelki nümunelerini çok geride bırakmıştı [ 6 3 ) . Onu bu lıususa teşvik gayreti Ahnaf al - Ukbari'ye ait o­ lup bu zat da bir har e:oeı _--lus idi ve vatansızlıktan iştikayı mutazammın bir manzumee yazmıştı. Maamafih şöyle böyle kıymetsiz de olsa bir argo lugat kita· hı yazmamıştır. Böyle olmakla beraber Abu Dulaf a mevzu 'u vermişti [ 64 ) . r:;;.] [60]

Resail,

[64 l Bn nev'i dilenci Maqimah'lf'rindea

393 fr.

< Raıı.

J a t i m a h 111, 174.

(61) Kiıab al

e.

11.

47 H.

[62) Kit al

-

Buhala ed. Van

malıasin ed.

Schwallay,

dane yazmıı olmakla

naca ne tebirce birbirine benzemezdi. Bun­ lardan yalnız 50 denesi kalmıştır;

a.

III, 175.

ff.

Bundaki

400 adedini ise tam olarak almamalıdır. Ras., s. 74 de biı mektubu

624 u. [63) 1 a l i m ah,

Vloten,

490, 516) 400

övünmektedir ki bunlardan hiç birisi ne mi­

ceğine i ddia etmektedir.

400

şekiHe yazabile


ORTAZAMAN

TÜRK - İSLAM

DÜNYASINDA

413

Hamdani kısa. retorik ve dramatik harekete malik 'kısa hikayeler için husui istidada sahip olarak hu daireye dahil bulunulmaktadır. Bunun se­ meresi olarak bir takım Maqam�'leri vaı-c!::- ki bunlardan b::- dctnesi Rusa­ fahmaqame' si olup Abu Dulaf mazumesinde olduğu gibi argo ta "bırleri­ nin bir listesini ihtiva etmektedir [ 65 J . O ilk maqamah'nin mısralarını Abu Dulaf manzumesinden almak suretiyle onun eserini ima tarıkiyle gös­ termek istemiştir [ 66 ] . Harezmi. Hamdani'nin bu makamelnden başka iyi bir şey vücude getirmediğini iddia etmiş ve bundan Hamdani' nin fena halde canı sıkılmıştır [ 6 7 ] . Münekkidin bu eserlerden nasıl bir tesir aldığı hakkında malumatımız mevr.ut değildir. Meciislerin gruplandırılması husu­ ıunda bizim için büyük terakki tek bir adam etrafında toplanır: İ skenderi­ ye'li Abulfath bu zat ile karmakarışık hikaye nev'ileri muayyen bir sisteme dayanmış, daha yüksek bir şekle doğru yükselmiştir. En hafif, ince ve bugü­ ne kadar hiç bir yerde yetişilememiş bir nev'i sergüzeşt romanlarına bir a­ dım mesafe kalmıştır. Maalesef bu adım atılmamamıştır; bu, bunı.1 çatmak için lazım gelen kuvvetin noksan oluşundan ileri gelmemiştir - bu halk hikayele­ rinden de anlaşılır - fakat makameler belagatçılara mahsus bir edebiyat idi ve öyle de kalmıştı. Ve bu belagatçılar ise birbirine bağlı ve alakalı tahki­ yeye ehemmiyet vermeyorlardı. Bunlarca yalnız birbiri ardısıra vak 'anın ka• ranlıklarından fırlatılan kelam raketlerinin bir manası vardı. Hamdani'nin şiirleri de toplanmıştı [ 68 ] . Fıtri c:muharrirlen in halis manzumeleri retorik lirik olmaktan tamamıyle mahrum ve ekseriye da san'at­ karca ve müktedanca idi. cO bülbül terennümüne gözyaşlarıyle tempo tutardı:t [ 69 ) . Gramere ait ince san 'at oyunları yapar hatta W harfi olmadan manzu­ me yazardı ki Sahih herhangi bir harfi hazfederek diğer harflerle bir manzu­ me yazabildiii halde bu W harfini hazfederek yazamamıştı [ 70 ] . Bitmedi Almancadan çeviren : CEMAL KÖPROLO

[66]

Jatimah

III,

17

Maqimah'­

lerin ıarihleri yoktur. al · Husri, 'İqd l, 280 R. ye göre Hamdinijjah

( Beirııt'a 150 HJ

385; 995 tarihinde dikte edilmişt ir.

[67]

a.

il a m d i m i, Resa'il,

s.

390.

[68]

Paris

Cabi re

de

1321 de

basılmıştır.

yazması daha tam Ye daha doğrudur.

Paris, fol. 50. ili. 223 ; Dimin. Pari1,

[69 I

Divan,

[ 70 )

J atimah

fo}. 54

L


D Ü N y A

E D E B İ Y A T I

FRANS . EMİL

BU

SENEKİ

NOBEL

S İ L L A N P A A•

MOKAFATINI

KAZANAN

ROMANCI

PEYAMI ERMAN Bu sene Nobel mükafatı bir Finlandiyalı romancı'ya verilmiş bulunuyor. Kitabın ismi cGenç Ölmüş» tür. Lakin Avrupa muhitinde almanca tercüme­ siyle [ 1 ] tanınmış olduğu için, esere kısaca «Silja» ismi veriliyor. «Sillanpaa» esasen bu mükafata çoktanberi namzet gösteriliyordu. Lakin Finler'in istiklalinden beri, bu memleketin İ sveç'le lisan sahasında bazı anlaşmamazlıkları yüzünden, bu mes' ele de uzayup gidiyordu. Finlandiya lsveç'ten ayrıldığı andan itibaren ( 1 809) Rus hakimiyeti altına girmekle beraber milli bir edebiyat vücude getirmeği esas olarak göz­ önünde bulundurmuştu. lık zamanlarda İsveç lisanında yazan bazı müellif· ler haricinde (J. - L. R u v e r b e r g) prensip itibanyle kendi milli lisanlarını işlemeği gaye edindiler. İşte A h o'yı yetiştiren ( 1 86 1 1 92 1 ) bu cereyan oldu. Lakin, bundan başka � Sillanpaa > nın şahsiyetini yapan bariz vasıf, onun daha ziyade bir köy ve çiftçi romancısı olmasıdır. O, hayatlarını tabi­ atı işleyerek kazanan insanların ve muhitleri'nin romanını yazıyor. Yine meT· zu 'una uyan lisanı da her türlü sun 'i şekillerden kurtulmuş, basit ve sami­ midir. Toprağa ve halka bağlanmasının esas sebebi de, Finlandiya'nın bir köylü memleketi _olmasıdır. Yüzde seksenden fazla ahali, şehirlerden uzak, göller ve çamlıklar mıntakasında yaşıyor. Ekserisi ziraatle meşguldur. Kah­ ramanları da daima köylülerdir. Bundan başka kışların uzunluğu, açlık buh­ ranları, dahili ihtilaller de bu memlekete mütahammil, romantik ve herşeye rağmen, dürüst seciyesini aşılamıştır. İşte « Sillanpaa » romanıyle bu haya­ tın muhtelif cephelerini ve bunların, Finlandiyalılar'ın halet - i ruhiyesinde bı­ raktığı te' sirleri mevzu' olarak almıştır. Roman baştanbaşa, toprakla mücadeie eden insanların gündelik ha­ yatlarını tasvir ediyor. Bu itibarla tamamen millidir. Lisanındaki hafif müp­ hemliği de, aynen çilekeş ve romantik Fin ruhunda bulmak kabildir. Hikaye çok basıttır : zengin köylü çocuğu, ailesinin evinde ortakçılık eden bir çiftçi'nin kızıyle evleniyor. Kısa bir zaman sonra annesiyle babasını kaybediyor. Sonra karısı' da ölüyor. Lakin hayatta yalnız başına kalmadan •

[• J F. E. S i 1 1 a n p a a hakkındaki bu

yazımız, Fransızca Les Nouve lles l.itteraires'in ''e 19 XI 1939 La Tribune des Nations, ·

hafta lık siyasi gazetesini n 24 . XI . 1939 tarihli nüsha larından iktibas edilmiştir . [l]

4.14

Silja die Magd.


BU SENEKİ NOBEL MÜKAFATINI KAZANAN ROMANCI

.u5

evırel, idaresizliği, basiretsizliği yüzünden iflas edecek dereceye gelmiş bu­ hmuyordu. Binaenaleyh karısı ölürken, baba ocağını da çoktan satmış olu­ yor. Küçük kızıyle kalan K u u s t a S a l m e l u s o sırada ufak bir evle mahdut bir tarlaya maliktir. S i l j a on beş yaşına geldiği gün, babasının da göçtüğünü görüyor. Bu andan itibaren romanın kahramanı hayatta yalnız da ve daima el kapısında yaşayacaktır. S i l j a güzeldir. Hizmetçi olarak girdiği çiftlikte erkeklerin mütemadi alakc.larına soğukkanlılıkla karşı koyuyor. Herkese karşı tamamen kapalıdır. Yirmi ya!!ında bu ilk işini bıraktığı zaman, ihtiyar bir profesör'ün ya­ mna giriyor. Hayatının en mes'ut aylarını işte burada geçiriyor. Yine ayni yerde A r m a s isminde bir gençle tanışıyor. Kendisini verdiği bu delikanlı­ dan hemen irtesi günden itibaren bir daha görmemek üzere ayrılmak mec­ buı-iyetinde kalacaktır. S i l j a Profesör" ün yanında uzun zaman çalışamıyor. Memleketini terk­ eden efendisi"nin hizmetini de ister istemez bırakacaktır. Bu arada bir de ağır hastalık geçiriyor. İşte bu hastalık daha sonraları onu ölüme kadar sürüklüyor. Yeni işinde yine köylülerin yanındadır. Bu sırada memlekette bir ih­ tilal çıkıyor. Komunistlerle milliyetperverlerin bu mücadelesinde, her iki taraftan da bazı adamları ölümden kurtarmağa çalışması itibariyle, isteyerek, kendine göre bir rol oynayor .. Bir taraftan, ilk hastalığının te'siriyle git­ tikçe mücadelesizleşmektedir. Neticede yataktan çıkmaz oluyor. Efendileri onu kovmakla beraber, kendisine ihtimam da gösteriyorlar. Genç kız ar­ tık kalkamayacaktır. Her an göreceğini ümit ettiği nişanlısından da hiç bir haber alamıyacaktır. İ şte bu şartlar altında gözlerini hayata yumuyor. •

Romanın en dikkate değer kısmı, mevzu'un muhtelif sahifelerinden ziyade, bunların anlatılış tarzıdır. Esasen romancı daha başlangıçta kahra­ manının öleceğini kari'ine bildiriyor. İ çinde esrarlı hiç bir şey yoktur. Herşey evvelden maiumdur. Ve vak'alar, mukadderatlarına uyarak, sırasiyle ya­ vaş yavaş meydana geliyor. Burada, zengin bir toprak sahibinin nesli ile be­ raber nasıl kuruduğunu görüyoruz. Son mümessiU olan K u u s t a S a l m e l u s adeta mecalsizdir. Servetini kaybederken, kat'iyen tali"ine küsmüş bir in­ san ruhunu taşımamaktadır. Bu tevekkül en bariz şeklini kızında alıyor. S i 1 j a tali'ine küsmüş değildir. Lakin hayata karşı da bilgisiz hiç değildir. Müellif in en büyük kudreti, şahsiyetleriyle beraber yaşarken, kari'ine ayni zamanda bunların üzerine yükselmenin de imkanlarını hazırlamasıdır. Esasen bu ilk yazdığı roman değildir. 1 9 1 6 da «Hayat ve Güneş» 1 9 1 9 a ,Mukaddes Sefalet» 1 9 2 3 de «Hiltu ve Ragnar» i vermiştir. Bundan başka <Sevgili Vatanım» ( 1 9 1 9 ) ; «Toprakta Yaşayan» ( 1 924) ve « İ tiraf» ( 1 92 8 ) isimleri altında topladığı hikayeleri vardır.


Ü L K Ü , İKİNCİKANCN 1%1

Kendisi ! 888 de doğmuştur. Bir fakır köyiü ailesinin çocu?uydy. Bü­ tün çocukluğunu ve gençliğinin bir kısmını tamamen Hame mmta..:•asında geçirdi. Burası hakiki bir Finlandiya toprağıdır : göller, çam ormanları ve l\.ar... Binaenaleyh, cS i 1 j a» ro:nanını yazmadan evvel yaşamıştır, denilebi­ lir.Lakin en büyük kabiliyetini, mevzu'unu Fin köylüsü'nun gündelik haya­ tından alması itibariyle göstermiştir. Denilebilir ki, eser tam ma 'nasiyle mü­ ellif in, Fin halet - i ruhiyesinj ve nihayet memleketinin damgasını taşımakta­ dır. Bu itibarla çok cana yakın, tabi'i ve alayışsızdır. Vukuflu ruh tahlilleriyle beraber, sadelik ve doğruluktan başka bir şey gözetmeyen bir romanı mükafatlandırırken, Nobel J ürisi muhakkak pek ye· rinde hareket etmiş bulunuyor.


s

E

y

A

B İ R E D İ RN E

H

A

T

S EYAHATNAMESİ

EDİRNE ŞEHRiNDEKİ ESKİ ESERLERE DAİR

NAHİ D SIRRI C am i ' l e r

- Baıı geçen sayılarda Edime'nin en kıymetli eski eserleri, hemen her şehirimizde olduğu gibi cami'lerdir. Fakat öyle sanıyorum ki, hayır muhakkakki, hiç bir şehirimizde şehirin cesamet ve ehemmiyetine nazaran cami'lerin adet ve ehemmiyeti bu kadar yüksek değildir. Selimiye ile Üçşerefeli ve Eski cami'in minarele­ rinin ya'ni on minarenin birbirlerine karıııarak hepsi bir tek cami'e ait his­ sini verişlerini, ve bilhassa gece bu minarelerin şerefeleri donanmışken göze te'min ettiği nefis manzarayı ebediyyen unutamıyacağım. Dördüncü Sultan M u r a d'ın emrile 1 05 3 tarihinde yapılan bir tahrirde Edirne'de on dördü Osman oğulları ve üç yiizi.i hayır erbabı tarafından yapılmış olarak üç yüz on dört cami' bulunduğu sabit olmuş. Bu tarihten sonra yapılmış cami' her halde beşi onu geçmiyecek. Ve yangınların, feyezanların, harplerin ve zamanın elile de belki M u r a d - ı R a b i' zamanında mevcut adedin üçde ikisi yıkılıp kayb­ olmuş. Fakat bu nisbeti kabul edince de kalan mikdar pek büyükdür. O ka­ dar ki, böyle bir kısa etüdde ancak en mühim ve güzellerinden beş on satırla bahsedebileceğim ve pek çoğunun adını da a amıyacağım. Edirne cami'leri­ nin en mühimleri Salatin cami 'leri. Banilerinin evvelkisi Birinci M u r a d ve sonuncusu İ kinci S e 1 i m' dir. Birinci M u r a d'ın cami'i olan Muradiye haddi zatında cami' .olarak değil Mevlevi T ekyesi olmak üzere yapıİıp b il aha re Dervişler arasında bir . cinayet işlenmekle hariçte Sema 'hane inşa edilmiş ve burası cami' olmuş. Cami'in daha doğru Tekye'nin inşasını, Padişah'ın ru'yasına giren Celalettin Rumi istemişmiş. Mihrapta nefis çiniler, ve boya ile berbad edilmiş olmakla beraber yine latif bir minber var. E vl i y a Ç e l e b i önündeki bahçelerde bülbüller ötüp en latif çiçekler yetiştiğini söylüyor. Mevlevi olan Sultan Re­ şat, Edirne'ye icra ettiği seyahatinde Cami'i ziyaret edip ancak bir kaç yıl evvel yıkılmış olan Mevlevihane' de gece ayininde hazır bulunmuş, ta 'miri için de külliyetli ihsan vermiş. Balkan harbinin sonunda ya 'ni Edirne'nin is­ tilasını mJteakip Ceyb - i Hümayun Katibi olan teyzemin damadı haci Hak­ kı Bey'i, Edirne'ye galiba yine Mevlevi'Ierine ihsanda bulunmak için gön­ dermiş olduğunu şimdi mübhem bir şekilde hatırlıyorum . Cami' olmak üzere yapılmış ilk Padişah cami'i Y ı l d ı r ı m B a y e .•

4:17


418

Ü L

K

Ü , İKİNCİKANUN

1940

i t ' in Tunca'nın karşı sahiline bina ettirmiş olduğu tek minareli küçükçe cami'. İ lk mermer halkasından dolayı vaktile Küpeli Cami' diye anılırmış. İçinin garip bir şekli var, daire dahilinde bir salibi andırıyor. Birinde bir Bizans Kilisesi mevcutmuş ve cami' - i mezkur Kilise'nin harabesi üzerine yapıl­ mış. Etrafında hamam, imaret ve İkinci M u r a d ' ın küçük Şehzadesi olup babasının ölümü ile Tahta çıkan Fatih'in galiba Ürenüs Bey'le boğdurttuğu küçük Pr-ıs' İn, türbesi varmış. Bunların hepsi yıkılmış . Eski cami' Y ı l d ı r ı m B a y e z i d ' in ilk oğlu Süleyman tarafın­ dan yaptırılmağa başlanmış. Biraderi Musa onu katlettirip yerine geçtikten sonra İnşasına devam ettirmiş ve nihayet o da biraderi Çelebi Mehmed'in kurbanı olmuş ve Edirne'nin en mühim üç cami'inden biri ve en eskisi olan bu ma'bed sonuncunun zamanında ikmal edilmiş. İlk önce «Süleymaniye> ismini taşıyormuş, sonra « Ulu Cami' » ve kendisinden daha büyük olan üç şerefelinin inşasından biri de «Eski Cami'» ismini almış. Bunun içinde çok güzc,l yazılar, üç şerefelide çok müzeyyen kapılar olduğu ve Selimiye ise mi'mari sanatının muazzam bir abidesi olduğu için, Edirne'de (Eski Cami'in yazısı, üç şerefelinin kapısı, Selimiye'nin yapısı) şeklinde bir söz tekrar olu­ nuyor ve otelin Gümülceneli hademesinin bile malumu bulunuyor. Bu cami'in mi'marı ı<onya'lı Hacı Alaettin imiş. Diğerinden bir az büyük olan ikinci minaresi cami'in inşası bitmek üzere iken ilave edilmiş ve eskiden kışın abdest alma yerlerinde sıcak su akarmış. Dokuz kubbeli cesim tavan dört direğe istinad ediyor. Dıvarlarında bir kaç tane hakikaten nefis yazı var. Fakat ta­ vanı da dıvarları da kaplayan müteaddit çiçek ve perde resimlerini sevmedim. 1 1 02 de ve Edirne'yi en çok sevmiş Padişah'lardan biri olan Dördüncü Mehmed'in sağlığında ikinci kardeşi Ahmed' - i Sani Edirne' de tahta çıkarak bu cami'de kılıç kuşanmış. Y ı 1 d r ı m'ı Osmanlı tahtında istihlaf eden büyük oğlu Süleyman o gaileli zamanda cami' yaptırmağa başladığı gibi kardeşi Musa onun yerini alınca .o da adeta yüz adım ötede Üçşerefeli'yi inşa ettirmeğe koyulmuş. Fa­ kat inşasını bitirmeğe biraderi ve halefi Çelebi Mehmed de muvaffak olamı­ yarak, cami' onun oğlu ikinci Murad zamanında hitam bulmuş ve bir za­ manlar «Yeni Muradiye» ve «Yeni Cami'» adlarını taşımış. Dış avlusunun sütunları, başlıkları, bütün tezyinat, resimlerinden bildiğim Endülüs İspan· ya'sını bilmem niçin hatıra getiriyor. Kapılarının sütunları ve tezyinatı ise ve tezyinatı ise Hindistan' daki bir cami' in ayni imiş. Bu cami'e üç asırdır is­ mini veren dört minarenin üç şerefelisi Osmanlılar'ın yaptıkları üç şerefeli ilk minare ve bütün ma 'abid - i isiamiye minarelerinin en geniş ve yükseği imiş. İçinden, bizzat girip ba��madım ama, her şerefe için müstakil bir minare var­ mış. Dört minarenin diğer üçü dahi birbirlerinin ayni değil. Biri diğer iki­ sinden uzun ve iki şerefeli ve kimisinin üzerinde çubuk ve kimisinin bakla­ va şeklinde nakışlar var. Bu cami'in mi'marının adı malum olmayıp tarihin rivayetine göre el ve ayakları mefluç imiş ve sediye içinde nakledilirmiş . z


BİR

EDİRNE

SEYAHATNAMESİ

4-19

Tunca nehri kenarında ve asıl şehir cihetinde olan Darülhadis ise ikin­ ci M u r a d 'ın eseri. Birinci M u r a d 'ın yaptırdığı M u r a d i y e ilk ön­ ce Tekye olduğu gibi, Dar - al - hadis' den medrese olarak yapıldığı halde bilahare cami' olmuş. Ve, diğer benzeyiş noktası, nasıl Muradiye'yi Birinci Murad ru'yasında M e v l a n a'yı görüp onun işaret ettiği yerde yaptırıldı ise ikinci M u r a d da ru'yasında Peygamber'i görerek bu Dar - al - hadisi yap­ tırmış. Dar - al · hadis'in minaresi Balkan harbinde, yanında ayrıca yapılmış medrese de daha sonra yıkılmış, ve şimdi kendisi de acil bir ta 'mire muhtaç bir hale gelmiş. Arkasında, biri sade kubbe ve sütunlu ya 'ni yarı açık olmak üzere iki harap türbe var ki, hınçahınç yatmak üzere içlerinde Osmanlı hü­ kümdarlarından ikinci M u r a d 'la ahlafından İkinci M u s t a f a ve Ü­ çüncü A h m e d ' in küçük yaşta ölmüş müteaddit kız ve erkek evlatları medfun. Zahir küçük yaşda öldüklerinden kendilerine ehemmiyet verilme­ yüp böyle hepsi bir arada dar yerlere sıkışdırılmışlar. Mezar taşlarına bak­ dım amma yazıları dışarıdan seçemedim. Fatih M e h m e t lstanbul'u ele geçirerek payitahtlıktan ıskat ettiği Edirne' de bir cami' inşa ettirmemiş. Harplerden vakit bulmadığı için mi, kendisini mahlu' bir hükümdar şeklinde Manisa'ya iade eden kiyam ha­ reketine Edirne sahne olduğu için mi, bilmiyorum. Fakat ilk çocukluğu kısmen burada geçen oğlu ikinci B a y e z i d 'in Tunca sahillerinde ve Edirne'nin karşı tarafında yaptırdığı bir mühim cami' var. Murabba' biçim­ li, yüksek kubbeli, iki minareli ve en şayan - ı dikkat yekpare mermerden minberi. Cami', iki minareli olmakla beraber büyük değil. Lakin etrafındaki eserlerin hey' et - i mecmu 'sı ile mu 'azzam bir kül teşkil ediyor. Bu, bilhassa şımarık ve hi:lrİs küçük biraderi C e m ' e tahtını ve kellesini teslim etmediği için sevilmeyen B a y e z i d ' e asırlarca hayru du'a te'min etmiş olan bir eserdir. Zira cemi'in etrafındaki müteaddit binalarda asırlarca kadın erkek hastalara bakılmış, mecnunlar, alliller barındırılmış, yolcular ve garipler kendilerine birer çatı bulmuş. Nehir kenarında olan ve eakiden mevcut nh­ tımı ile mezarlığından şimdi bir eser kalmayan cami'le arakasındaki yol ara­ sındaki iki meydan üstünde medrese'ler, kadın ve erkeklere mahsus müsa­ firhaneier, timarhaneler, hastahaneler, ta 'amhaneler, eczahaneler, hamamlar, mutfaklar, koğuşlar varmış. Bir kısmı ortadan tamamen kalkmış, bir kısmı harap bir halde ayaklarının önünde akan ve temizlenmedikçe her sene da­ ha yükselen Tunca'nın daimi tehdidi altında, boş ve metrlik duruyor. Şa­ dırvan'lar harap, tavanlar çökük, pençereler camsız, bütün kubbelerin kur­ şunlarına ise civarın çingeneleri musallatmış. Ve nihayet sonuncu Padişah Cami'i: Edirne'nin görülecek başka hiı; bir şey'i olmasa da yine görülmesi için buraya gelmek farz olan mu'azzam eseri, Sinan'ın mahsul - ı dehası olan Selimiye, Kanuni'nin ihtiyar ve zavallı bir kukla olduğu yıllarda büyük ve değerli Şehzade' sinin katili olmak bahasına ken­ d in e V eli'aht yaptığı Rus Hürrem' in oğlu Sarı Selim, sermest girdiği ha


Ü L K Ü , İKİNCİKANUN 1940

mamda incili ve elmaslı nalınlar ayağından kaydığı mermerlere düşerek bu­ nun neticesinde ve nisbeten kısa bir saltanatı müteakip ölan serhoş S e l : m, değersiz ve şerefsiz İsmini bu kadar mu'azzam bir esere vermeğe elebette ki layık değildi. Fakat tali'i güzelmiş ve guya bu cami' de bir ru'ya neticesinde yapılmış. Peygamber Sultan ikinci Selim'in ru'yasına girerek eski sarayın yanında bulunan bu yerde bir cami' yapılmasını emrettiği için hemen inşa• aına başlanmış ve hicri 9 75 de başlayan inşaat yedi yıl sonra, 982 de hitam bulmuş. Selimiye'nin en fevkalade şeylerden biri Ayasofya kubbesinden bü­ yük olup 8 sütun üzerinde duran kubbesidir. Sinan bu kubbeyi iddi'a üzerine ve Ayasofya'nın kubbesine faik azamette bir eser vücuda getirmek kabil olmadığını iddi'a edenlere cevap olarak yapmış. Zeminden bu kubbenin ni­ hayetine kadar 45 metre irtifa'ı ve kubbenin 9 8 metre muhiti vam111, Cami'in orta yerinde on iki mermer sütune müstenid bir köşkümsü yer, bu· nun tavanının etrafında güzel eski nakışlar ve altında cami'in azametine nis­ betle ancak bir oyuncağın oyuncağına benzeyen bir şadırvan var. Sütunların birindeki bir lale resmi içinse daha Edirne'ye gelmeden menkıbe ve riva· yetler di.ıymuşdum. Selimiye'nin iki arka minaresinde, her şerefe için ayrı olarak cem'an üçer merdiven mevcut, ve hiç birinden diğer ikisinin görünmediğini üçünün· de içlerine dahil olup birer miktar çıkmak suretiyle bizzat gördüm. ilk şere· feye erişmek için 1 5 0, ikinci şerefeye varmak İçin 200 ve nihayet üçüncü ıerefeye tırmanmak için 2 5 0 basamak çıkmak lazımmış. Ve en üst şerefede rüzgarlı günler insan adeta uçacak gibi olur, elbisenin içine dolan rüzgarla durduğu yerde yükselip sanki kanatlanacak hale gelirmiş. Elektrik yokken yüzgarlı, yağmurlu, karlı kış gecelerinde elde fener buraya nasıl çıkmış, bu­ raları fenerle nasıl donatmışlar, buralarda nasıl mahya kurmuşlar ? XI inci asırda renkli kandillerle dört mahya kuran Edirne' li Hacı Aliş Ağa'nın Se· limiye' de büyük bir hünkar mahfili ve bu mahfilin dışarıdan kapısı var. Ka· pıdan girince oldukça dar ve dik bir taş merdivenden yukarıya çıkmak la· zım. Edirne'ye son gelen Osmanlı Padişah'ı Sultan M e h m e t R e ş a t cum'a selamlığını burada eda eylediği gün, ihtiyar, hastalıklı ve şişman vÜ· cudunu, üniforma ve kılıncını ve mukavves bacaklarına kim bilir ne güç çı­ karttı. Fakat çektiği zahmeti elbette ki hiç belli etmemeğe bu merdivende de bütün gayretini sarfetti. Tahta altmış beş yaşında, Osman oğulları arasın­ da en ihtiyar olarak çıkan bu Padişah bitkinliğini farkettirmekten öyle çeki­ nirdi ki .. Cami'in arakasındaki bu sedde ve türbemsi bir yerde, üçüncü Ah· med' in çocukken ölmüş ve Selim adlı bir Şehzadesi yatıyor •

Selimiye'nin sol tarafında Bulgar toplarından kalmış bir eser gösterdi­ ler. Esasen de Edirne'yi tahliye etmeğe mecbur kalacaklarını hissettikleri za· r:::: � büyiik rütbeli Bulgar zabitlerinin Selimiye'yi berhava etmeği istemiş c : :. :.:..L an

ve babası bir Alman Prensi ve Anası son Fransız Kıralı'nın kızı


B İ R EDİRNE S EYAHA1 NA M E S İ

421

olan bir Fransız Prenses oluşunu unutmayarak kendisini daima ecnebi saymıı olan birinci F e r d i n a n d ' ın tarih huzurunda böyle bir mes'uliyeti kabul edemiyeceğini söyliyerek bunun önünü aldığı da malumdur. Şunu da ilave etmek İsterim ki Selimiye bütün haşmet ve azametile şimdiden meydandadır ve bu azamet ve haşmeti layıkıyle göstermek için mesela lstanbul' da yeni cami'in yediği milyonları bizden istemiyor ve almıyacak. Sade çarşıdan gelir­ ken ucra ve ön tarafta bulunan bir ilk mektep binası yıkılırsa cami'in aza­ metli manzarasını bozmağa çalışan yegane ve küçük bir hail de, ufak bir mee­ lağ mukabilinde ortadan kaldırılmış olacaktır. Banisinin hüviyeti itibarile Sitti Sultan Cami'ini de Salatin Cami'i !ay• mak gerektir. Çünkü Sitti Hatun yahut Sitti Şah Sultan diye anılan bu Sitti Sultan Fatih Sultan Mehmed'in karısı ve ve zül - kader oğullarından Süley­ man Bey'in kızıdır. Cami', lise ve kız muallim mektebile hemhudut bulunan bir bahçe içinde, ve iki tarafında sessiz iki sokak var. Bu yerde Sultan'ın Sarayı varmış, ölünce bahçesine defnolunarak bilahare cami'i yapılmış. Bi­ nanın önünde artık suyu kesilmiş bir şardıvan ve arkasında S i t t i Hatun'la. kızına ait denen ve üzerine parça parça olmuş mezar taşı bırakılan mezar. Cami'in bahçesine imamın kapısı tumayan ahşap barakasından girdim. içinde artık namaz kılınmıyor, liseye intikal etmiş ve mektebin kütüphanesi olacakmış. Şehirde yüz binlerle nüfusun ibadetine yetecek cami' bulunduğunu ve bunların bir kısmının gittikçe daha haraplaştığını düşünerek Sitti Sultan Cami'inin binası b usuretle hüsn - i muhafaza edilir diye habere sevindim. Sa­ de isterim ki divarlarını muntazam kütüphaneler ve kolleksiyon dolapları kaplasın. Yandaki muallim mektebinde olduğu gibi müstaid talebe levha.· lan ve esbak müdürlere ait fotoğraflar değil. Osmanoğullan tarafından yaptırılmayıp başka ashab - ı hayır tarafından bina olunan cami'lerin en büyüğü ise Lan Cami'idir. Bu Lan Fatih'le oğlu ikinci B a y a z i d'in tabib - i hususisi imiş. Halkça Laleli Cami'i diye anılan bu cami' İstanbul caddesinin başında, sanırım ki mesdut ve her halde pek hazin bir halde. büyük ve eski bir zelzeleden önce mu'azzam bir kubbesi ve etrafında on dört sütuna müstenit diğer on bir kubbesi varmış. Şimdi önüne ahşap ve köhne dükkanlar yapılmış ve yol genişletilirken bazı aksamı or­ tadan kaldırılarak bu meyanda banisinin kabri de yok edilmiş. Kütüphaneyi Selimiye'deki odasından alıp burayı da ta'mir ve umumi manzarasını boz­ madan tevsi' ederek neye Lari Cami'ini de kütüphane haline ifrağ etmemeli) - Fakat bu Lan A b d u 1 h a m i t Çelebi Padişah'lardan pek mi çok tah­ sisat ve ihsan alırmış ve ömründe nefsine hiç bir şey harcetmiyerek eline geçen bütün serveti bu cam'ie mi hasretmiş ki, Edime'deki bütün ayan ve vüzera cami 'lerinin en büyüğünü bina ettirebilmiş) . . .


Ü L K Ü , İKİNCİKANUN

1940

Köprüler

Edirne'de Meriçi bir ve Tunca'yı sekiz köprü üstünden geçtim ve eğer hata etmiyorsam Edirne' deki köprülerin adedi dokuzdur. Tunca üzerinde . timalden cenuba doğru ilk köprüler, şehirden saray içine yani ilk adaya geçen cSarayiçi> yahut cSultan Süleyman> ve aradan karşı sahile isal eden «Fatih Köprüsü> yahut cCephanelik Köprüsü> cSa­ rayiçi· köpriisü» dür. Altı ayak üzerine beş kemerli K a n u n i 'nin «Cep­ hanelik köprüsü» ise büyücek üç kemerli olup daha evvel, F a t i h'in za­ manlarında yapılmış. Aşağıya, cenuba doğru genişlemiş olan Tunca'yı «Sa­ raçhane başı» köprüsü kat'ediyor ki bu köprü Edirne'de Türkler tarafından yapılmış olan ilk köprüdür. Hicri 8 5 5 ve miladi 1 48 1 de ikinci M u r a t Vezirlerinden hadim Ş a h a b e t t i n Paşa tarafından bina ettirilmiş ve za­ manla ve Paşa' nm namını taşıyan mahalleyi tamamen yok etmiş. Feyezan­ lardan çok harap olduğundan, ikinci Mustafa zamanında ta 'mir edilmiş. Or­ tasındaki Kasrın kitabesi bu ta'miri söylüyor, hatta ilk baniyi kale almıya­ rak : Eyledi ferman bu cisri yaptı Sultan Mustafa diyor. Köprü 1 1 ayak üze­ rine l O kemerli. Aşağı doğru inmekte devam edince Tunca ortasındaki hanendenin adasını iki sahiie bağlayan köprülerle karşılaşıyoruz. Edirne sahili ile ada arasında hicri 9 7 5 de Tunca yolunu değiştirip buradan da bir kolu geçince ; ortası yüksekçe, biri büyük ve dördü küçük kemerli olarak ikinci Selim tara­ fından in§a ettirilen «Tekgöu veya «Yalnız gön köprüsü. Bundan sonraki toprakları da hazan su basmağa başladığından, 1 O 30 da buraya bir üçüncü ve ara köprü ilave edilmiş. Bu geçildikten sonra, Tunca'yı tamamen aşarak karşı sahile ve orada bulunan Yıldırım Cami'ine varmak için Yıldırım köp­ rüsünü de geçmek lazım : ortası yüksekçe ve 9 kemerli dar bir köprü. Yıldırım zamanında inşa ve Kanuni tarafından ta 'mir ettirilmiş. Üzerinde bulunan bir kitabe bu ta'miri bildiriyor. Cenuba doğru inmekte devam edince Edirne tarafından Tunca ortasın­ daki topraklara varan ve sonra o topraklardan öteki sahile geçen iki köprü daha görüyoruz. M i h a 1 g a z i ve B a y e z i t köprüleri. M i h a l g a z i köprüsü aslında Bizans İmpratorlarından M i c h a 1 P a 1 e o l o g u e tarafından inşa ettirilmiş ve Osmanlılar'ın şehri almaların­ dan önce bu köprüye Mihal köprüsü denirmiş. Köprüyü bilahare K ö s e M i h a 1 neslinden biri ta 'mir ettirdiğinden Mihal gazi köprüsü diye anılır olmuş. Fakat geçen asrın sonlarında o derecede harap bir hale gelmiş ki, 1 90 2 de Sultan H a m i t yıktırarak İtalya' dan mimarlar celbiyle yeniden yaptırmış. Fakat köprünün bundan sonra ald!ğı «Hamidiye» ismini halk kul­ lanmıyor. Mihal köprüsü'nden sonra varılan, karşı sahile ve karşı sahilde Bayezit cami'ine isal eden Bayezit köprüsü ise bu cami'le beraber ikinci B a y e z i t tarafından yaptrılmış.


BİR EDİRNE SEYAHATNAMESİ

Bundan sonra Tunca'yı ilk defa olarak bir tarafından öbür tarafına ka­ dar kat' eden büyük bir köprüye varıyoruz. Türk mi'marisinin en güzel eser­ lerinden birini teşkil eden bu köprünün yerinde evvelce ahşap bir köprü var­ mış. 1 020 Tarihinde ve Birinci Sultan A h m e t zamanında "Defterdar Edirneli Ekmekçi Zade Ahmet Paşa tarafından inşası tılört sene sürmek üzere kargir olarak yapılmış, ve 1 842 ye kadar c:Cisr - i cedit» diye anıldıktan sonra Meriç üstündeki köprü viicude getirilince adını ona vermeğe mecbur kalarak «Eski köprü:ı> ismini almış. 1 1 ayak üzerine 1 O kemeri, ortasında tarihi kasri ve bu kasırda mermer bir levha üzerine hakkedilmiş kitabesi var. Edirne'nin san'at itibı:t.rıyle en mühim köprüsü bu. Bu köprüyü geçip bir kilometre kadar yolu ta'kip edince ise evvel ce de bildirdiğim gibi Meric' e varıyor ve daha büyük, fakat daha yeni, an­ cak bir asırlık bir başka köprü ile karşılışıyoruz. Bu tren yolundan Edirne'ye varan seyyahın ilk geçeceği köprü ve Meriç üstündeki yegane köprü yerinde evvelce ahşap olarak başka köprü mevcut olup c:Demirtaş> köprüsü ve «ikinci köprü» isimlerile anılırmış. 1 8 3 7 de buradan geçen ikinci M a h m u t kargir olarak inşasını emretmiş ve beş yıl süriip ikmali büyük oğlu A b d ü i­ m e c i d ' in saltanatına isabet etmiş. «Yeni köprü» adını alan bu köprü 1 3 ayak üzerine 1 2 kemerli. Tam orta yerinde öteki eski köprüleri takliden bir tarih kasrı mevcut. Bunun cephesinde ta'lik yazı ile bir kitabe varmış. Yunan İşgalinde kaybolmuş. Bu kasrın üstünde güneşin ziyası vurdukça parlayan bir de murassa' arma varmış ki bunun hangi tarihte zayı' olduğunu bilmiyorum. Bu köprülerin bir çoğunda vaktiyle İstanbul köprülerinde olduğu gibi barakalarda bekleyen me' murlar mevcutmuş ve bunlar belediye hastahanesi için duhuliye resmi alırlarmış. cEdirne rehnüması» kitabında R ı f' at O s m a n Bey bir onuncu köprü Tavuk ormanının şimalinde evailde Mamak köprüsü diye anılan «Topçu köprüsü» adlı bir ahşap köprü zikrediyor. Ya 'ni bu köprü daha şimalde ve Sarayiçi adasından evveldir, şu halde de şehrin dışında kalıyor demektir. Binaenaleyh hala mevcut ise bile, onu Edirne şehrine ait bir köprü addetmemek caizdir. Edirne köprülerini böyle sayıp anlatırken, bunlardan birinin c:Sarayiçi> köprüsünün kenarından Tunca'ya düşüp boğulan bir Hacı M e h m e t H i 1 m i Paşa'yı anmak istiyorum. Macerayı Badi Efendi'nin kitabında gördüm. 1 2 76, ya'ni Sultan Mecid'in son zamanları ve Haci M e h m e t H i 1 m i Paşa mutasarrıf ünvanıyle icray ı hükumet etmektedir. Köprünün merdiven basamaklarına çömelmiş abdest alırken, müvazenesini kaybedip nehire dü­ şüyor ve sularının çoşkun aktığı bir mevsi molduğu için Tunca ölüşünü bile vermiyor. Fakat Paşa' nın yanında bulunan ve kendisini kurtarmak üzere ar­ kasından nehire atılan tütüncüsünün cesedini ise biiahare bulup çıkarıyorlar. -


0 LK 0

424

Hanlar

ve

,

İKİNCİKANUN 1940

Çarıılar

E v 1 i y a Ç e 1 e b i, Edime' de 1 3 Karbansaray ve 1 3 Tüccar hanı bu­ lunduğunu söylüyor. Verdigi rakkamfarda daima tarh icabettiğini bilmekle beraber, yine vaktile Edirne' de pek çok tüccar han ve kervansarayları mev­ cut olmuş bulunduğunu teslim etmek lazım. Kalmış hanların en mühimlerin­ den biri, «Ayşe kadın cami'i»nin karşısında olup cAyşe kadın hanı» diye de anılan cEkmekçi oğlu kervansarayı:. . Birinci A h m e d 'in veziri olup eski köprülerin de banisi bulunan Defterdar Ahmet Paşa, bu hanı Padişah'ın em­ rile yaptırmışmış. İçinde pek çok oda, iki şadırvan, dört ahır, cadde üstün­ de de müteaddit kargir dükkan mevcutmuş. Asırlardan beri zelzeleler, yan­ gınlar geçirerek esaslı bir ta 'mir görmiyerek, hor hakir türlü işte kullanılarak eski ma'murluğunu tabii'dir ki kaybetmiş. Amma yine ayakta. Bir zaman sü­ vari kışlalığı ettiği gibi şimdi de asker işgalinde bulunduğundan içine gire­ medim. S i n a n'ın eserlerinden olup çarı1ı tarafında kain olan ve eski cami'in altlarına düşen R Ü s t e m Paşa hanı ise tüccar elinde ve içini gÜzelce gez­ dim. Harap ve ancak beşde biri kullanılıyor. Ortasında suyu kim bilir ne za­ mandan beri çekilmiş bir şadırvan var, bunun üstünde vaktile pek zarif bir cami' mevcutmuş. Bilmem üst katı mı alt katından altı katı mı üst katından daha metruk. Medhalin bir tarafındaki bir odayı Edirne bürosu işgal etmiş. Yandaki küçük Rüstem Paşa hanı'nın daha ufak avlusunda şardıvanı yok . R Ü s t e m Paşa Hanı'nın önündeki otobüslerin de karargahı bulunan cesim arsada bayram münasebetile salıncaklar kurulmuş, köfte, simit ve şeker satan esnaf yerler tutmuş, mehmetçiklerle çocuklar safaya dalmışlardı. Bu arsayı yakın zamanlara kadar Merzifon'lu M u s t a f a Paşa'nın hanı işgal edermiş. Ta'mir edilemiyecek kadar harap olunca yıkmışlar. - Eski cami'i bu meydandan görmeği seviyorum. Doğrudan doğruya cami'in içinden mey­ dana eski ve oldukça uzun bir taş merdiven iniyor. İlk zamanlardaki Padişah ve Vezirler'le kumandan ve İlmiye ricali'nin bu merdivenleri vakur ve hey­ betli inip çıkışlarını, bu taraftan çok daha büyük görünen Eski cami'e giriş­ lerini ve Eski cami'den ayrılışlarını muhayyele adeta görür gibi oluyor. Ve bu merdivenin basamaklarında şimdi daima küçük çocuklar oynaşıyor. Edirne'nin eski çarşıları ise üç tane olup bunların en güzeli tarihçe de muahharı ve ayni zamanda tamamıyle metruk ve harap olanıdır. Bu, ikinci S e l i m 'in oğlu üçüncü Murat tarafından Selimiye'nin yanında ve cami'i kuşatan avlunun cenubunda babasının cami'ine vakfolmak üzere yaptırılmış yetmiş üç kemerde yüz yirmi dükkanlık ve cArasta> namıyle ma'ruf bir çarşL Vaktile haffaflar çarşısı imiş, 1 29 1 de üstündeki kurşunlar alındıktan sonra tedricen harap olmağa balşalyup bu metruk ve bedbaht hali bulmuş. Orta­ sına isabet eden küçük kubbe dışardan hakikaten nefis bir manzara arzedi­ yor. Ortada ve bu kubbe altında bir kapısından içeri girip iki müntehasına


B İ R E D İ R N E S E Y A H A 1' N A M E S i

kadar gittim. Gök yiizüne yer yer asılmış tavanlardan yağmur ve kar içeriye serbest iniyor ; ötede beride nbek öbek sıvalar ve taşlar birikmiş. Edime Tu­ ring Kulübü'nün broşürü ise buranın son zamanlarda mükemmelen ta'mir edil· diğini memnuniyetle haber veriyor galiba. Bunun hakikat olması ise cidden temenniye layıktır. S e m i z A 1 i Paşa'nın mi'mar Sinan'a yaptırdığı cAli Paşa Çarşısı> daha aşağıda ve saraçlar caddesine pek yakın. Ortasında meydan mı veya divanhane mi bir kısım olmak üzere iki tarafı dükkan arası yol olmak üzere bu çarşı hayli uzun ve iki kısımdan mürekkep. Hele bir kısmında epey açık dükkanı var. Bilhassa manifatura işi yapılıyor. Yazın sıfır üzerinde 45° ye ka­ dar çıktığı söylenilen çok sıcak günlerde belki serin olur ve içine iltica edil­ meye değer amma, kışın soğuğu öldürücü olacak. Evvelce de dediğim gibi biçare Musevi dükkancıları küçük mangallara girecek gibi yaklaşmış, ısın­ mağa çalışıyorlar. Çarşıya pek yakın ve saraçlı cRddesine de müvazi olan bedestan daha ufak fakat daha mu'nis bir yer. 1 4 kubbesi, ortasında 6 sutunu, müstatil şek­ li var. Burasını Çelebi Sultan Mehmet yaptırarak iradını da zamanında ikmal edilen Eski cami'e vakfetmiş. Dört tarafında dört kapısı ve bu dört kapının üzerinde, birisi tamamıyle silinmiş bulunan dört resmi mevcut. Resimleri kim veya kimler yapmış acaba ? Bunlardan birinde Meriç sahilleri ve birinde ha­ rabesi ayakta duran Adalet Kasrı dahil olduğu halde Sarayiçi görünüyor. Bedestanda şimdi eski eşya satılıyor ve dükkanlarının hiç biri dıvarl a ayrılmayan esnafın bir kısmı burada da Musevi . Sade Bulgaristan muhaciri bir Türk kadını gördüm ki, bilhassa yatak takıml arı satıyordu ve ikinci hırkasını başından aiarak buna tamamen sarılmıştı. Cebimden çıkar­ dığım bir kağıda bir iki şey kaydettiğimi görünce alakadar olup her hangi bir şey satmak teklifini bu suale ilave etmeğe tenezzül etmeyen bir vakarle nereden geldiğimi sordu ve : «Buraya dair bir şey mi yazacaksınız ? » dedi. Ve biri tamamen harap ve metruk bulunan bu üç çarşıda dolasırken, kendisinden ileride bahsedeceğim Leydi M o n t a g u'yı hatırladım. Üçüncü Ahmet zamanında Edime'yi gören bu kadın kaçgöç ve kalın yaşmaklara rağmen Edirne hanımları arasında sevda maceralarının da eksik bulunmadığı, bu kaçgöçler ve kalın yaşmaklar sayesinde altı ay görüşüp seviştikleri kim­ selerden hüviyyetlerini gizliyebilmek ve istedikleri zaman ayrılıvermek su­ retile istifade ettiklerini - kim bilir belki de bir kıskançlık - anlattıktan eonra çiftlerin en çok çarıııda Yahudi dükkancıların dükkanlarındaki kuytu köşelerde sözleşip buluştuklarını anlatır. Şimdi, çarşının ancak dörtte biri açık dükkanlarında, ellerini küçük mangallara uzatmış ısıtmağa çalışan Mu­ sevi dükkancıların kaçının ceddi bu çarşıda dükkan sahibi idi diye düşün­ düm ve bu dükkanlarda o zamanlar, iki üç asır önce fısıldaşılmış şeylerden acaba havada hala bir ihtizaz var mı diye kendi kendime sordum.


Ü L K Ü , İKİNCİKANUN

Hamam1a

r,

Ç e f m e l e r,

Te kye

1940

1er

E v l i y a Ç e l e b i, Edirne' de otuzu mütecaviz çarşı hamamı ve ayan ve eşraf konaklarında üç yüz elli hususi hamam bulunduğunu yazıyor. Üç yüz elli rakkamındaki mübalağanm yanında otuz rakkamı muhakkak ki mütevazi' ve ge�çek. Bu otuz hamam umuma açık olmakla beraber her sınıf halk için gidilecek hamam ayrı imiş ve her tabaka kendi hamamına gidebi­ lirmiş. Şimdi Edirne' de iki üç hamam işliyor ki bunlardan tarihi kıvmeti olan çarşıdaki Tahtakale hamamıdır. Kadınlara ve erkeklere mahsus ik i kı­ sımdan mürekkepmiş ve ikinci Murat tarafından dar --al - hadis' e irad ol­ mak üzere yRptırılmış. Ben gelmeden bir iki gün evvel ve bereket ki içinde müşteri bulunmadığı bir sırada külhanında bir infilak vakı' olmuş. Ta'mir edilip tekrar açılacağını sahibi kahvede anlatırken ve tesadüfen duydum.

işlememek şartıyle ve harap bir manzara arzede ede daha ayakta duran en eski hamam ise Yıldırım Bayezit'in hamamıdır ki, «Saray Hamamı» adı­ nı taşıyor ve Selimiye Cami'i'nin pek yakınındadır. Birinci Murat zamanında burada saray yaptırıldıktan sonra Yıldırın da bu hamamı yaptırmış. Ve bu hamam Y ı l d ı r ı m ' ın büyiik oğlu ve halefi S Ü l e y m a n'ı Edirne' de en çok hatrlanan yerdir. Kardeşleri aleyhine Anadolu' da ittifak etmiş ve kendi­ sine ordular sevkedi!mişken bu adam mey ve mahbub ile sonu ge1mez bir hamam eğlencesine koyularak işte buraya kapanıyor ve erkan - ı devletin bü­ tün ikaz ve ricalanna rağmen dışan çıkmıyor. Nihayet, kendisini sarmağa gel­ miş ordular Edirne'yi kuşatırken, Ürenus Bey'le Yeniçeri Ağası bir daha ge­ liyorlar. O yine aldırmıyor ve safasını bozmağa çalışan kara habercilerden Yeniçen Ağası'nın hakaret olmak üzere sakalını tıraş ettiriyor. Ondan sonra ve iş İşten geçtikten sonra da alelacele geyinip dışarı fırlıyor, son bir iki ada­ mıyle beraber atlara binip şehirden kaçıyor. Edirne' deki çeşme sebillere gelince, toprağa gömülmeğe başlamış, suyu kurumuş, dökülmeyen taşları kararmış olmak şartıyle, bunlar adeta hisapsız. Eski cami' önünde, Y ı l d ı r ı m civarında, Bayezit cami'i medhalinde, Se­ limiye Cami'i önünde sebiller var. B a y a z i t medhalindekini 5 i n a n'ın es eri olarak ha.tırlıyorum. Yıldırım civarındaki Hasan Çelebi sebili ise Edir· ne'nin en eski sebili imiş. Selimiye'nin önündeki Merzifon'lu Kara Mustafa Paşa'ya ait olup daha yeni b ir eser. San 'at kıymeti büyükmüş amma o da ha­ rap. Ta'mir edilse mevkii'nin iki sokak ortasında ve aşağıdan gelinirken yük­ sekte o luşu ile kendini pek gö sterecek lstanbul caddesinin başnda da, eski Vezir ve Vali'lerden E s a t M u h l i s Paşa 'nın bir sebili mevcut. Azametinin fevkala del iğiyle şöhret bu­ lan ve tanzimat ediplerinden ve Abdülhamid-i sani vezirlerinden S a d u 1 1 a h Paşa'nın babası olan bu zatın sebilinde kendisinin mütevazı'ane beyitleri ve fakat bunun yanında şanını ala eden kasidemsi şeyler var. Ç eşme' nin suyu akmıyor ve birisi parmaklıklarının içine bozulmuş ve köhne bisikletini at.


BİR EDİRNE SEYAHATNAMESİ

�27

mış. Yürüyüşündeki mağrur eda hakkında Sultan M a h m u d 'un merakı tahrik edilerek bir gün gizlice ona bu yürüyüşü seyrettirilen Esat Muhlis Paşa mezanndan kaldırılıp getirilse de - zaten banisinin azametine rağmen pek • mütevazı' olan - çeşmenin bugünkü halini görse... Cami'i ve sarayı kesir olan Edirne'de tabii ki Tekye, Şeyh ve Derviı de pek mebzuldü. Daha fethin akabinde M u r a d H u d a v e n d i g a r'ın ıU'­ yasına girerek M e v l a n a C e l a l e t t i n R u m i 'nin tarikatindekilere mahsus olmak üzere Muradiye'yi bina ettirmiş olduğunu evvelce söyledim. Evliya Çelebi tekyelere ve bulundukları yerlere dair bir haylı tafsilat veri­ yor. Bu tekyelerin en meşhurlarından biri de Süleymaniye Cami'i kurbinde olup mezarlığı duran Gülşen tekyesi ki, galiba Arabistan' dan gelen Şeyhi pek mergup ve mu 'teber bir zat imiş. Yaptırdığı güzel yoldan cenazesi İstan­ bul' a nakledilmek üzere Edirne İstasyonuna getirilmiş olduğu halde, bir az da menfi vaz'iyetinde Edirne'ye gönderilen bu eski Başvekil Vali'nin cena­ ze alayına dahi payitahtta tahammül etmeyen Abdülhamid'in telgrafı ile ta­ butu geri çevrilen Kadri Paşa işte bu tekyenin mezarlığında medfun. Yazısı bir az kararmış mezar taşı parmaklıktan görünür. Lisenin Üzerlerine düşen yokuşlarda dolaşırken kendilerinden harap olmuş bir cami'in adını sorduğum bir erkeğin yanındaki bir kadın cevap vermiş ve eski ve büyük bir bina gös­ tererek c · mademki eski şeyleri soruyorsunuz. Burası da kadiri dergahı idi-> demişti. Saraçlar caddesinin yanlarına düşen uzun bir sokak da bir şeyh ve tekye adı taşıyor ve dıvarları duran bir büyük arsa da bu şeyhin tekyesi varmış. Fakat hassaten not ettiğim ismini kağıtlarımın içinde bir türlü bulamadım. Bitmedi -


ı

l

ş

R

OLSAYDIM lnc�cik bir kiraz dalı olaydım, Kirazımı vermez solar kıtrurdu.m, Leylak kokan balıar yeli olaydım , Dağ başını aşmaz ka/,ır dururdum ... •

Km1al olsam sesim vermez susardım, Suya düşer, dallar gibi çürürdüm, Kıış olsam kendimi çamda asardım, Ölüm nasıl şeymiş ben de görürdüm ...

CEYHUN A. KANSU

MISRALARIM Senden kopan bir parça, senden gelen bir sestir, Bana bütün zeııklerden dalıa üstün hevestir, lllıanıını verdiğin sana !tas mısralarımı . •

Var onda bahar gibi

renkli his çiçekleri

Bir lıayat kaynağulır gözünün bebekleri. Sevgim dönmek bilmiyen hızla gider ileri Senin kokun olmıyan şiirler bana yarım . •

Bahtım! boşa harcanan günün yasını unut Duygum: hiç aldanmazsın sevgimin yolunu tut Bana sonsuz teselli, bana ölmez bir umut llharnını verdiğin sana has mısralarım.

ŞEMSA KARATAY

428


E D E

B i

T A

T

y A

R i H ı

SATUK BUGRA HAN MENKIBESİ VE TARİH •

F. G R E N A R D - Baıı

geçen

sayılarda -

Böylece Gazneliler'le Balasagun türkleri arasında ezilen Samani huku­ meti' nin son izleri de ortadan kalktı. Bizim tezkere bu hadiseleri tamamıylo umumi bir tarzda ve okuyucuyu daha iyi malumatlar etmek maksadıyle bun­ ları üç muhim nokta üzerinde mahiyetini değiştirerek nakleder : her §ey­ den önce siyasi bir seferden tamamen askeri bir sefer yapar ; ihtimal ki yu­ karıda zikredilen llik Han'ın mektubundan mülhem olarak kasden Samani· leri kafi şeklinde gösterir ; Ebul Hasan' ın fetihlerini Kızıl Deniz' e kadar gö­ türmek suretiyle mubalağa eder, halbuki ancak Amuderya'yı çok muvakkat bir zaman için geçti. Fakat umumiyetle hikaye aşağı yukarı doğrudur, o şe­ kilde ki çok kat'ıyet ve tafsilat aramamak şartıyle Hotan'a karşı yapılan mü­ cadelelere aid kısmından istifade edebildik . Ebul - Hasan Nasr llik Kara Han hükumet'inin ilk yıllan, Tarih - i y e­ mini' de bir hülasası bulunan mektubunun şehadet ettiği gibi, kafirlere karşı muharebelerle meşguldü - Bu muharebeler Hotan ülkesinin fethile neticelen­ di. Gariptir ki müslüman müellifleri, dinlerinin intişarı bakımından bu kadar mühim olan bir fetih hakkında hiç bir malumat vermiyorlar. Yalnız onlar vasıtasıyla 1 006 da Hotan'ın, Ebu] Hasan Nasr'ın tabi (Vassal ) i bulunan kardeşi veya amcası oğlu Yusuf Kadır Han tarafından idare edildiğini bili­ yoruz . Çin yıllıkları bize 9 7 1 de Hotan'ın henüz budist olduğunu öğretiyor ; ilk defa olarak 1 009 da yerli prenslerin halefi olan Yusuf Kadir Han' dan başkası alamayacak olan bu şehrin han (he - hau) ını tavsif edenler ; yıllık­ lar Han'ın Çin Sarayı' na, eski adete göre dindar bir budist değil, bir Hoci - hou, yani galip bir ihtimalle bir müslüman gönderdi. Bu vak'alar bizim tezke­ re'nin anlattıklarıyla tevafuk eder ve bir itimada şayan olduğunu isbat eder. Hotan Krallığı, miladdan önce (kaç yüz yıl yukarı çıktığını bilmediğimiz) bir zamana çıkıyordu ; uzun asırlar arasında, Ortaasya'nın birbirine galip ge­ len muhtelif hakimlerine mütenaviben vergi vermek suretiyle bitge] vaha­ ları, çalışkan ve sakin halkı ile daima ayni vaziyette kalarak mevcudiyetini muhafaza etti. VIII ve IX uncu asırlarda Lha - sa' nın tabiiyetine düştü ; 8 7 3 te T urfan' dan çıkarılan Tibet'liler Hotan ülkesinde bir kaç yıl daha kaldı­ lar ;sonra Lha - krallığı taksim ve tahrip edildiğinden Hotan' daki mevki, Kiş­ mir' in bir kısmında ve, La - dag' da [ 1 J yerleşmiş bulunan bir Türk sülalesi [ 1] Elbiruni, Reinaud tercümesi, J. asi. ,

42Q

1844, il, 259 260. •


0 L K Ü , İKİNCİKANUN 1940

�30

(ihtimal ki eski Kuşan'ların ahfadı) tarafından alınmıştı. ldrisi'ye göre bu La - dağ Türk prenslerinin da Hotan'ı payitaht yaptıkları gözüküyor. Bununla beraber Çinliler bu site hükumdarına wang ünvanını verirler, halbuki Tibet Türkleri reis - i han [ 2 ] ünvanını taşıyordu, ve bunların yıllıkları, X uncu asır­ da gönderilen veya kabul edilen sefaretler münasebetiyle Türk ırkından bir prensin cYada taşı şehri> nde yerleşmiş olduğunu farzettirecek hiç bir vak'­ aya işaret etmezler. ldrisi tarafından kullanılan tabir Hotan'ın Tibet'in en mühim bir şehir olduğu - burada garbi Tibet mevzu - ı bahistir - idi, Türk Ha­ nının makam değil [ 3 ] . Fakat Mes'udiye göre çok kuvvetli olan ve daima harbe hazır bir çok göçebelere kumanda eden bir türk sülalesinin himayesi­ ni Tarim havzasının cenubuna kadar yayması, Balasagun ve Kaşgar Hanla­ rının burada karşılaştıkları şiddetli bir mukavemetin sebebini izah eder . Karluk Türkleri' nin ilerlemelerine bu kadar uzun zaman muhalefet edenler asla Hotan'lılar değildir. Kaşgar'la Hatan hakimleri arasında cereyan eden mücadeleler Ebul Hasan Nasr Hükumeti' nden çok daha önce başlamıştı, zira 9 7 1 de Hatan hükümdarı Çin İmparator'una dansetmesini bilen bir fil gönderdi, bundan filin şimal komşularıyle (ihtimal Satuk'un oğlu Musa ida­ resinde) yapılan bir harpte yakalanmış olması icap eder. Ebul Hasan'ın culusunda Bugra Han'ın halefleri kuvvetlerini cenuba doğru çok fazla ge­ ni§lediği gözükmeyor ; eğer tezkeremize itimad edersek bu kuvvet'in Yar[2]Mdudi, M ü r ü c · ü z · Z e h e b, I,

zannedilnıiştir, çünkü hakıkaten gölü kate · derek geçen Tarım'ın muhtelif kolları asla

350. [3]

Medinet

üt · T i b e.t . ldrisi

hiç Hotan adını vermez ; fakat

c

T i lı

•:

ı'i ıı

Oğuz'larla Karluk Türkleri arasındaki hudu­ dun Aksu ile Koça arasında bul und uğu nu

gördük. Bakhuan §arka akan bir suyun ke­

b a ş l ı c a Ş e h r i :ıı nin Hotan olıııa�ı mu­ hakkaktır. Balıg - Kara . Hoca'dan Bakhu­

narında idi ;

' an a

vardı r ; o halde şarka akan, Tarım'ın bir ko­

garbe doğru 12 gündür; Bakhuan'dan

Yüksek

Nuşacan

=

Kişgar'a

14

gündür;

etrafında tarlalar ve otlaklar

lu olan Koça suyu dur, ve tarla ve otlaklar·

Bakhuan'dan Ti bet Şehri 'ne 14 gündür. ld­

la

risi'nin günü 10 fersenklik, takriben 55 Km.

imal edi len demir C§yalarıyle meşhurdu ; Koça

lik uzun bir gündür. Kara · Hoca'dan itiba­

Han'lardanberi demir madenleri ve ocakla·

ren mufassal bir harı ta üzerinde yolu taki p

çevirilmiştir.

Bakhuan, kendi

dahilinde

riyle meşhurdu. Tibet Şehri renkli taşlar, kaj·

ederek 12 kere 55 Km. götürünüz; ayni vec­

lan ve Pars derileri i hraç ediyordu ; Hotan

hile Kişgar'dan hareket ederek 14 kere 55 Km. alınız, her iki halde de Kuça cıvarına

da türlü renklerde yada taşları ihraç ediyor·

düşcrsini. Yahut Kara · Haca'dan Kaşgar'a bir

zifesini görüyor. Suyunu Deruan gölüne a·

düz çizgi çiziniz, bunu 26 parçaya ayırınız, Kişgar'dan Kuça'ya kadar olan mesafenin bu parçaların 14 ü n a muadil olduğunu gö­

tan ve şark istikametinde akan bir çayın

receksini, Kuça'dan Kara . Hoca'ya olan me­ �afe de 12 ye muadildir. Bakhuan, Han ai­

10 günlük mesafede kain Beruan gölü, ldrisi

lesine mensup bir prens tarafından idare

oung houng

dilen, Tokuz Oğuz'lara tabi, büyük bir müs­ tahkem şehirdi ; binaenaleyh Koça daima ni&­

betcn büyük bir ıehir olmuşt ur, ve Tokuz

du,civar ormanlar da kaplanlara sığınak va·

kenarında inşa edilnıiştir; suyu

tatlı, çok

balıklı olan ve Çin'in son şehri Tokha'dan tarzında hesap ederek Cha tcheou veya T'· ·

·

=

Tokha'ya 10 günlük mesa·

fede bulunan Lob nor'dur ki içerisinde çok balık vardır, ve suyunun ac ı olmasına rağ · men bir çok seyyahlar tarafından suyu tatlı


SATUK

BUGRA

HAN

431

MENKIBESİ VE TARİH

kent'e kadar da yetişmediğini kabul etmek icap eder · Yarkent'in İslam hu­ dutları çerçevesine girmesi ilik Han'ın ancak Maveraünnehir seferlerinden yani 99 3 ve 99 6 dan önce Hotan ve garbi Tibet' e karşı giriştiği harplerden sonradır. Balasagun Hanı'nın payitahtlarından birini muhasaraya alan cenup kafirlerine karşı müşkil mücadeleleri, çok sonra kuvvetle ve doğrudan doğru­ ya müdahaleye karar verdiği Buhara iıılerinde, fevkalade ihtiyatlı olmasını temin etti. Kendi ajanı Faik'in ölümü ve Gazneli Mahmud'un tehdit edici vaziyeti, onu gayretlerini garp tarafına temerküz ettirdiği zaman, o zaman Guma' dan Lob nor' a kadar yayılan Hotan krallığının fethini bir an için ter· ke mecbur oldu. Budist'lerin Kaşgar'a karşı bir tecavüzları, dikkatini şarka celp etti, ve düşmanlarını kat'i bir surette mağlup etmek için (ihtimal ki Dört imam tezkiresiyle gösterilen 1 000 tarihlerinde) Yusuf Kadir Han'i gön­ derdi. Dört imam menkıbede oynadıkları büyük rolü şeniyette oynamamış­ lardır. Onlar dini otoritelerine yardım etmek ve kafirler memleketinde ken­ dilerine iyi bir yer bulmak için Yusuf Kadir Han'ın Ordusunu takip eden basıt seyidler olmak mecburiyetinde idiler. Her ne olursa olsun, sefer uzun ve müşkilatlı oldu ; bir yıldan fazla süren bir sargı'yı müteakip Hotan alın­ dık.tan sonra mağlup ordunun kırıntılan Polur yolu dağlan üzerind�ki manas­ brlarda takip edilerek katlıam edildi ve dağıldı. Mabet ve manastırlar tah­ rıp veya cami'ye tahvil edildi, şehir de toprakla beraber oldu ve fersahlerce p.rka nakledildi [ 4 ] . Nihayet en geç 1 005 de İslam sulhu Lob nor'a kadar hukum sürdü. Yusuf Kadir Han zaptettiği yerleri has olarak aldı ( 5 ] . Buhara alındıktan sora Ebul Hasan Nasr, Horasan'ın hakimi olduğun­ dan kendisinin tebrik edilmesi, ve o zamana kadar aralarında mevcut olan dostluk anlaşmasının ittifak muahedesine tebdilini teklif etmek için Sultan Mahmud'a yazmış idi. Mahmud bu tekliflere müsait cevap verdi ve İlik Han'ın kizıyla evlenmek için bir ilçi gönderdi. Amu'nun iki devlet arasında hudut zanned ilmiştir, çünkü

hakikaten gölü kat'ede­ rek geçen Tarım'ın muhtelif hatları asla acılık ıılmazlar. Şu halde Tibet Şehri Tarim üzerinde iJi, fakat bu te ferr uat evvelkil er g i bi Hotan kadar Yarkent'e de tevafuk eder. Ho· tan lehinde karar vere n cihet bu şehrin ha· kikaten Kurluk Türkleri'ne karşı hakiki mü· kav emet merkezi olan Ya rkent'den farklı ol· masıdır, zira I dri si bilhassa miskü anber ve güzel cariyelerini metheder, bu iki şey ile Hotan islim alemindeki eöhretini kazandı. İdrisi d er ki Tibet şehrinden (Şimal · i garp İs· tikametinde) Atlas veya Atbaş'a kadar 7 ili 10 gün Uzkent'den 2 gün, yol üzerinde ve Kii�gar'a 6 giindür; fakat metninde bir brısıklık olduğunu ve Tibet şehrinden Nu· şecım veya Kişgar'a 10 gün olduğunu zan.

netlerim; Hotan'dan Kişgar'a kadar olan ha­ kiki mesafe 811.ı gündür. İdrisi'nin Tibet Şeh­ rinden bahsettiği hiç b ir şey mutlak surette Tilıet'e ait olamaz · Bu coğrafyacının yan­ lıalıitı hususunda Dutreuil de Rhi ns hey'et · i ..,,feriyesi hakkındaki eserimde dediğim gibi tekrar nazar · ı dikkatı celbederim. İstilihla· rının henüz halledilmemiş garabeti beni ha· taya düşürdü (İdrisi'nin coğrafyası, laubert tercümesi, I, 489 · 491) .

[4] Dutreuü de Rhins, ilmi hey'eti sefe­ riye ( M i s s i o n s.c i e n t ) , III, 138. Eski şe­ hir Yotkan'da idi.

[5] El · Utbi

Melik · i Çin, yani tesmiye eder ; İbn · ü.l Esir Çin yerine Rotan yazar c

bunu

Hotan Kralı > olarak


O

L K

O , İKİNCİKANUN

1940

olacağını şart ko�tu. Fakat Mahmud imparatoroluğunun diğer ucunda Mul­ tan· ın fethi ile uğraştığı zaman müttefikı boş kalan Horasan cihetinde ülke­ ıini büyütmek için fırsattan istifadeye muahedelerinin mani olmadığını düşün­ dü. Belh, Herat ve Nışapur'u zapteden ( 1 006) bir Subaşı tekin {ordu baş­ buğu beyi) sevketti. Bunu öğrenen Mahmud yıldırım çabukluğu ile Hind'· den dönerek Türkleri Belh0ten tardetti. Subaşı'nın kıt'ları kaçtılar, yaz or­ tasında çölde serseriyane dolaştılar ; yorgunluk ve susuzluktan bitgin olduk­ larından mağlup ve maktul düştüler, kalan kısmı da dağıldılar. Ertesi yıl han, Yusuf Kadir Han'ı imdada çağırdı, ve onunla birlikte Amu'yu geçti. Mah­ mut bir kıt'a Oğuz getirtti. Ortaasya'nın bütün muhtelif mıntakalarından, Hindistan' dan Basra körfezine, Hazar' dan Loh nor' a kadar olan bütün böl­ gelerden çıkarılan insanlardan terekküp eden iki ordu Belh'in dört ferseng cıvarında çarpıştı. Türkler tamamıyle bozguna uğradı, ve Mahmud bundan böyle onların tarafından musterih kaldı. [ 6 J Bununla beraber Ebul Hasan Nasr'ın kardeşi, Ahmed ibn Ali ile ayni ph• olduğunu sandığım Togan Han, devlet idaresi başında olmadığından eon derece hiddetlenerek Mahmud nezdinde, muahedeye sadakatından do· layı, protestoda bulundu, daima kardeşinin hareketlerini takbih ettiğini be• yan etti, beyhude yere onu bundan vaz geçirme�e teşebbüs ettiğini temin etti ve onu bu vefasız müttefikine saldırmağa teşvik etti. Bu intrikalara maruz kalan Ebul Hasan derhal bulunduğu Maveraünnehri terketti ve Balasagun' da kalmış olan Han'a karşı yürüdü. Uzkent'e varınca karın yolları tıkaması yü­ zünden durmağa mecbur oldu { 1 O 1 O ) . Bu esnada iki kardeş de Sultan Mah· mud' a, aralarındaki mücadelelere iştirak etmesini, niyaz ettiler. Mahmud onların elçilerini büyük bir şenliğe davet etti, bu şenlikte onlara öyle göz kamaştırıcı debdebe ve kuvetini gösterdi ki Türk prensleri kendilerini onun yanında oldukça aciz hissettiler. Bunlar kendi hükumdarlarına, kudreti lran'ın Husrevleri, Rum'un Kayserleri fevkıne çıkan bir hükümdar karşısında nıfak halinde bulunmanın nekadar akılsızlık olduğunu arzettiler Ebu! Hasan ve Ahmed ibn Ali çok iyi münasebette değilse de sulh içinde yaşamış oldukları a-örünüyor. Birincisi zaten az zaman sora, 1 O 1 2 de, öldü. Satuk tezkeresi mÜ· ellifi'nin iddia ettiği gibi kafirlere karşı olan bir muharebede telef olduğu hiç bir yerde zikredilmez . •

Ahmed ibn Ali Togan İlik Karahan Kutbuddevle ona halef oldu. Gerçi kardeşine karşı kusurdan ari olmaktan uzak olmuşsa da dindar bir adamdı, dini bilgileri geniş ve Allah yolunda çok gayretli idi. Ortaasya'nın zaruri mu· vazene şartı olan Mahmud'un dostluğunu elde etmek için ihtimamla çalıştı, ve bütün gayretlerini Türkler' le ve Şark kafirlerine yani Beşbalık Uygurlarına karşı harp etmeğe sevketti. Bizim tezkerenin son günleri hususunda Satuk

[6] El Ütbi, arapça metin Delhi

ıaş

-

basması, 234, 264; ibn ül Esir, IX. 133 . 135. •


s.:..1 uK

BUGRA

H A.N

MENKIBESİ

VE

TARİH

Bugra Han' a atfettiği seferler Togan Han'ın seferleridir. 1 0 1 7 de 300 000 0 ) ı;ygur kaşgar ülkesini istila ettiler ve sekiz gün zarfında Balasagun' a girdi­ ler [ 7 ] . Togan Han kabilelerinin başlarını topladı ve hasta olmasına rağmen bizzat düşman üzerine yürüdü, düşmanını mağli'ıp etti ve onu üç ay, ihti­ mal ki bizim tezkerenin naklettiği gibi, Turian' a kadar takıp etti. Dönüşünde hastalık onu götürdü ( öldü ) . Menkıbedeki Saiuk Bugra Han böyledir [ 8 ] . Togan Han'ın halefi Ali'nin üçüncü bir oğlu Ebul Muzaffer Arslan llik Kara Han Şerefüddevle' dir [ 9 ) . O zaman Semerkant valisi bulunan Hotan fatihi Yusuf Kadir Han Mahmud'u yardımına çağırarak ona karşı isyan etti. Gazne Sultanı birbirine zincirlerle bağlı bir köprü üzerinden Amu'yu geçti. İbn ül Esir' e göre bu memlekette bu cins köprü ilk defa görülüyordu. Fakat Mahmud fena, tehlikeli ve Hindistan' daki vazıyetini tehlikeye koyabilecek bir işe giriştiğini düşündü. Baktriyan'a girdi. Yusuf kızdı, Arslan' a mülakı olarak ikisi birlikte Belh üzerine yürüdüler. Kanlı bir bozgunluğa uğradılar ( 1 O 1 9 ) ve adamları Amu'yu geçmek için öyle bir telaş öyle bir kargaşalık­ la atıldılar ki bunlardan bir kalabalık kısım suya düşüp boğuldu. Bir kaç gün sonra Mahmud kendine, Harzem Şah'ın elçilerinin, hükümdarlarının tebrikle­ rini getirdiklerini görmekle hayret etti. Mahmud onlara : « bu kadar az bir zaman zarfında Türklerin inhizama uğradığını nasıl öğrenebildiniz � > dedi. Onlar da : « nehrin yuvarlayıp götürdüğü Türk külahlarının çokluğundan > cevabını verdi. Zaten Mahmud Hindistan' da yayılmanın Ortaasya' dakinden daha kolay, daha faydalı olduğuna, Türkler aleyhinde yapılacak bütün te­ ıebbüslerin yıkıcı bir delilik olacağına, arzularını mevk'ı - i fiile çıkarmak için onları tahdıde mecbur olduğuna, şimal komşuları ile imkan oldukça iyi mü­ nasebette bulunmak, olmadığı takdirde müdafi vazıyette bulunmak lazım geldiğine kani olmuştur . Bir çok kronikler arasında Mecma'ut Tevarih Arslan'ın bozulmasını hicri 4 1 O { 1 O 1 9 ) tarihinde tesbit eder. Fakat Mahmud, Hindistan' da, devamlı bir rurette 409 dan 4 1 4 yıllarına kadar meşguldü. Müneccimbaşı bozgunluğun­ dan sonra doğrudan doğruya hususi hayata çekildi [ 1 O ] ; lbn ül Esir { IX, 2 1 1 ) vak'ayı tarih vermeksizin nakleder ve hükumette hiç bir intıkal kaydet­ meksizin geçer ; Mecma 'ut Tevarih Türk emirini muharebeden az sonra öldü[7] Muhtelif

tarihçilere göre bunlar Çin­

Bugra Tekin Arslan Han tesmiye eder. Du­

liler, Hotan'l ılar ve Kıtay'lar idi. Bu tarihte

h.Jra'da Arslan Han' ı n

Kıtay'lar şimali Çin'in hakimi idiler ve ora­

ra ? )

da Liao sülalesini t :>�is etmişlerdi. Az önce

de bir kısmı Arslan Han, nam ı n a basılmış

Tekin

muasırı

Diya

Il ahauddevle, ve ayni

(Dııg­ veclıile

Kançeu Uygıır'ları ile beyhude munazaalar­

bir çok p aralar

da bulunuyorlardı. Fakat Liao

meyen Tekin ve Han ünvanları ile Arslan ve

sülalesi

yıl­

bulundu.

Fakat

teli f

lıklarının sükutu mevzu - ı bahis seferin on­

Bı ıgra adları ara sın d a

lardan gelmediğini isbat eder _

kaide olarak ayni şahsın iki muhtelif

[8]

sonrası ;

El - Utbi,

İbnül

arapça metin, s. 376 ve

Esir, IX, 209, M e c m u a -

T e v a r i h , Schefer

[9]

Raverty

bas ı m ı ,

ut

233.

( T a b a k a t, s. 85 ) onu

edil­

tezat vardır. Um umi t o t em

ad ı n ı taşı ı..l ığı n ı zannetmiyorum. Bıg11 Tekin'­ in,

Sogut

yacağı

Emirinden başka

bir kimse olDıı­

muhakkaktır.

[10]

Grigorief bas ımı ,

s.

64.


Ü L K Ü , .tıc1NC1KA.NUN

484

1940

'

riir [ 1 1 ] . Bu şahadetlerden, Arslan' ın felaketinin, hayatı sonunda değilse, hükumeti sonunda vuku' bulduğu istintaç edilebilir. Onun 4 2 5 ( 1 O 2 4) yılına kadar kendi adına basılmış paralarına malik bulunuyoruz. Bu Mahmud'un ser• best kaldığı yıldır ve Gerdizi onun bu tarihte Maveraünnehre yaptığı bir sefere işaret eder [ 1 2 ] . Bu seferin 4 1 9 seferi olduğu muhakkaktır, fakat Ger­ dizi' nin iki seferi bir sanıp karıştırarak birincinin tarihini, ikincinin tafsılatı­ nı nakletmesi mümkikindir . Arslan'ın saltanatının başlangıcı sonu kadar · daha az mes'ut olmadı. Selefinin idaresindeki bütün memleketleri saklayamadı ve doğu bölgelerinin bir kısmını müstakıl Türk beylerine bırakmak zorunda kaldı [ 1 3 ] . O zaman, gerek Kıtay (Liao) lar, gerek Tibetliler'le olan savaşlarda olsun Uygurlar'ın fetihleri mevzu - ı bahis değildir, vergi vermeyi reddeden vassaller bahis mev­ zuudur . 1 024 veya 1 025 yılı son aylarında Yusuf Kadir Han hükumeti eline al­ dı, ve kudretli bir surette Balkaş'tan Hotan'a Uygur sınırlarından Amu der­ ya' ya değin bütün ülkeleri itaatı altına aldı. İbn ül - Esir' e göre ( lX, 2 1 O ) Harun Bugra Han'ın oğlu Gerdizi'ye göre ilik Han (Togan'ın amcası oğlu - Cousin'i - idi, ki ayni kimse dernektir. Fakat paralarında Arslan Yusuf ibn Ali adı vardır. O halde tezkirede gördüğümüz gibi üç selefinin kardeşi ol­ ması icabeder. Filhakıka 99 3 de artık çocuk olnı.ayan bu kıymette bir ada· mın bu zamanda babasına halef olmaması, ve sülaleden oldukça uzak biri­ nin ona tercih edilmesi güçlükle anlaşılır. Harun'un ölümünde hukumet sü­ recek bir vazıyette bir oğul bırakmadığını kabul etmek lazımdır. Öte taraf­ tan Tabakatlar (S. 1 1 6) , eski bir müellifi, İ bn Haysan'ı Feryabi, zikreder­ ken Yusuf Kadir Han'ın, selefi Ebul Muzaffer'in kardeşi olduğunu teyid eder­ ler ; ben Yusuf'u, Harun'un değil, Ali'nin oğlu kabul etmeniz icabettiğini zannediyorum. Arslan Yusuf Mahrnud' a ondan gördüğü tektirden hiç bir kin besle­ medi. Harp meydanında karşılaştıktan sora iki hukumdar ziyafet masası et­ rafında oturmuşlardı, ve ilik Han'la Gazneliler'i birleştiren eski dostluk ba­ ğını yeniden bağlamışlardı. 1 02 8 de yeni güçlükler zuhur etti. Mahmud Bugra Hanlar sülalesinden Ali Tekin' in Buhara üzerindeki istibdadına nihayet ver­ mek için müdahale etti. Amuderya'yı geçti ve Yusuf Balasgun'dan onun önüne geldi. İki hükumdar arasında yeni bir ittifak muahedesine müncer olan bir müiakat vuku buldu. Arnuderya'nın iki akıdın memleketleri arasında hu­ dut teşkil etmeğe devam edeceği, Ilik Han için, hukurndarı her gün daha teh­ likeli olan Harzern'in Mahrnud'l!n himayesi altına geçeceği, sultan'ın kızı [11] Sch/er basımı,

234 : •

.P

Ji

..:..; � ..:.. liJ ı" � ' ..:ı ı

cit•

[ 12] •

Raverty tarafından zikredilmi§, op.

s. 904.

[13] M e c m u a - u t T e v a r i h.


SATUK BUGRA HAN MENKIBESİ VE TARİH

Zeyneb'in Yusuf'un oğlu Bugra Han'a nişanlanacağı, İlik Han'ın kızının Mahmud'un oğlu ile evleneceği, ve nihayet Semerkant civarında yerleşen ve Harezm ile Maveraünnehir'de yağmacılık eden Oğuzlar'ın Selçuk kabi­ lesinin Horason' a nakledileceği şart koşuldu [ 1 4 ] . Bu zamanda Türk - Karluk İmparatorluğunun şark kısmının İslamın ol­ ması ikmal edilmiş olmaktan uzaktır. 1 02 6 da Mahmud' un ailesinden pren­ sesin izdivacını talep eden Yusuf'un akrabası müslüman olmadıklarından reddedildi. 1 04 3 de Balasagun ve Kaşgar civarındaki Türkler' den on bin çadır halkı Kur'an dinini kabul etti [ 1 5 ] . XII nci asırda Kara Kıtay'ların is­ tilası islamiyetin gerilemesine bir sebep teşkil etti, ve, Xlllüncü asırda Küclük'ün tarihi ve Avrupalı seyyahların raporları bize buralarda mühim miktarda bu­ dist, maniheist ve hıristiyan unsurların mevcut olduğunu gösteriyor. Müs­ lüman misyonerlerinin 1 4 üncü asırda Şarki Türkistan' daki fena mezhepleri kökünden kaldırmak için sarfettikleri gayretleri meydana koymak fırsatını elde edeceğimiz muhtemeldir . Bu isbat eder ki bizim tezkere Satuk'un nes­ linin yeni dini kabul etmeyen herkesi merhametsizce öldürdüğünü ifade et­ tiği vakit mübalağa eder. Arslan Yusuf 1 0 32 de öldü. Satuk Bugra Han menkıbesinin bahsetti­ ği son şahsiyet budur. Binaenaleyh Türk - Karluk sülalesinin tarihini daha uza­ ğa gidersek takip etmeyeceğiz. Artık sülalenin yıldızı düştü, ve inhitatı sür' atlı oldu. Hukumdar ailesi azaları arasında şiddetli kavgalar, muharebeler, sui­ kastlar, kıtaller ve zehirlenmeler oldu. Gazneliler kudretlerini muhafaza et­ tikçe ilik Han'lar İmparatorluğu mevcut oldu. Fakat Horasan'a nakledilen Selçuk boyu, kara bulut gibi ufukta gözüktü, ilkin hemen hissedilmez bir va­ ziyette iken tedricen büyüdü ve derhal müthiş bir fırtına gibi semayı kapladı. Her taraf zaptedildi. İ ran, Harezm, Elcezire yeni gelenlerin boyunduruğuna boyun eğdi. Karluk Türklerinin irsi düşmanları olan Selçuklar ve onlara sa­ dık Oğuzlar'ın artık onlara değil Gazneliler' e karşı ihtiyatlı hareket etmelerini icap ettirecek sebepler mevcuttu, ve az çok onları nasıl mağlup edeceklerini biliyorlardı, zira onlar Türkler' e karşı Türkler idiler. XI inci asrın üçüncü dört­ te birinde Satuk Burga Han'ın ahfadına matbuiyetlerini kabule mecbur et­ tiler. Fakat daima bir Türk' Ü tepeleyen daha bir Türk bulunur : Mançuri' den çıkmış olan Kara Hıtay'lar 1 1 40 da bunu Selçuklular'a gösterdiler, ve Kaşgar ve Semerkant emirlerinden vergi aldılar, arz - ı tazım gördüler. Bun­ ların da yerine, 1 2 1 O a doğru Harezm Şah ve Çingiz Han tarafından ezil­ meden önce bir kaç yıllık kısa bir zaman için Ortaasya' da metbuiyetlerini '.\ayrnan' ların küçlük geçti . Yusuf'un ölümünden sonra Devleti üç kısma ayrıldı : Semerkant ve Fer­ gana, Taşkent ve Evliya Ata, Balasagun, Kaşgar ve Hotan - sonra, muvak[ 14] sımı,

:'()4,

T a r i h - i B e y h a k i, Kalküta ba­

S. 230. T a b a k a i N a s ı r i, S. 84, ·

w

Raverty'nin notları.

Ll5J Raverty, T a b a k a t, s. 905 ; Esir ıx, 355 .

İbn iil -


Ü L K Ü , İKİNCİKANUN

436

1940

kat bir birleşmeden sonra hududu Hocent'te tesbit edilmek üzere kat'i surette iki hükumet teiekkül etti. Kudatku Bilik. [ 1 6 ] , 1 065 den i 1 02 [ 1 7 ] ye kadar saltanat süren şark kısmı hükümdarı, Yusuf Kadir Han'ın torunu, maçrık me­ liki, kanlar kanı, Harun Bugra Tapkaç ilik Kara kan' a ithaf edildi. Semerkant ilik Han'larının sonuncusu Harezm Şah taraf:ndan mağlup edilen ve 1 2 1 2 de öldürülen Osman ibn Ali Celalüddin oldu. Şark Türk Karluk'larının son hu­ kumdarı da ancak Kopal civarlarını muhafaza etmiş olan Arslan Han oldu. 1 2 1 1 de Çingiz Han'a arz - ı itaat etti, o da ona bir Moğ,�l prenses'i verdi, fa­ kat, Reşid üd - din diyor, Cengiz Han ona Sart ünvanını verdi, çünkü bundan böyle ona Arslan Han [ 1 8 ] ünvanını taşımasına müsaade etmesi imkansızdı. Yirmi batından fazla hukumdar nesli olan Orhun Han'lar hanı' varisi artık bir burjuvadan farklı değildi. ilik Han'lar sülalesi şairleri, alimleri, tarihcileri sehavetle besleyen süla­ leler arasında temayüz etmez. Bu sülale bize kaba Barbar ve cahiller sülalesi gibi görünür. Bununla beraber vakayıcılar, bu hukumdarların çoğunu dindar­ lıkları ve ilim adamlarına karşı rağbetleri dolayısıyle methei:lerler. Tarih - i Re­ şid! müellifi eski bir kitapta Balasagun" da bulunan çok mıktarda yüksek ilim adamları zikredildiğini gördüğünü nakleder, ki burası anlaşılmaz. Şüphesiz din işlerinde safca din adamlarına muti ve kitaplarda sihir ve din vasıtala­ rından başka bir şey görmiyen bu Barbarlar ilahiyat'tan başka dımaği fa­ aliyetlerin olabildiğini asla anlamadılar : bunlar yalnız ilahiyatçı'larla ala­ kadar oldular ve şairlerle tarihçileri ihmal ettiler . Bitti OSMAN TURAN -

Fransızcadan çeviren

[ 13]

İbn-ülEsir

IX, 313. Bir metinde mü­

ellif Yusuf diyor. Bu bir yanlıştır .

:

[18]

Raşid

-

üddin,

Berzin

basını

1,

Bretschneider, Medı - aval Reseirches, II, 40.


i Ç T İ M A İ

H A D İ S E L E R

TİROL ALMANLARl'NlN TEHCİRİ MF.S'ELF.Sİ

HAL İL

AHMET Bu

son

aylarda

Avruyada'ki

halkların

tevzi'

tarzları üzerinde siyasi tesirlerin müdahalesine şahit oluyoruz : İtalya'daki Almanlar, Almanya'ya, ortadan kaldırılan Polonya'nın Lehler'i Almanya içlerine, es­ ki Çekoslovakya Çekleri Rusya'ya, Estonya Almanları Almanya'ya .. ila.. nakil veya tehcir ediliyorlar. Veya edilmek isteniyor. Harp sonrası Avrupa'sının bu dik­ kate şayan demografik . sosyal vak'aları içinde en mü· himmi Tirol Almanları'na ait olanıdır. Aşağıdaki sa, hifeler, bu vak'ayı araştırmaktadır - ÜLKÜ -.

t

Gazeteler bugünlerde İ talya ile Almanya arasında garip bir nüfus mÜ• badelesinin cereyan edeceğini haber veriyorlar . Eğer, gerçekten buhaber tahakkuk ederse, yani cenup Tirolu'nun Al­ manları Alamanya'ya nakledilirse, İşin içinde yalnız bir taraflık bulunduğun­ dan karşılıklı mübadele değil, bir tehcir karşısında kalacağız demektir . Malum olduğu üzere 1 9 1 9 da akdedilen Versay muahedenamesi, ga­ liplerden sayılan İ talya"ya, Avusturya - Macaristan İ mparatorluğu mirasın­ dan Tren tin ve Triestin ile beraber bunların şimalindeki cenup Tir ol' unu ver· mekle müttefiklik payını ayırmağa çalıştı. Eğer yalnız Trentin ve Triestin ile iktifa edilseydi, bu havalinin sekenesi İ talyan olduğu için, bir adalet ihti­ yacına cevap verilmiş olacaktı. Fakat bu iki noktanın sekiz, on kilometre yu­ karısından itibaren, Almanya'nın her hangi bir mıntakasından daha kuvvet­ li bir Almanlık arzeden ve bu gün bir mübadele ve tehcir hadisesine sahne teşkil edeceği haber verilen bir saha başlamaktadır. İ talya, yirmi seneden­ beri bu türlü vasıtaları kullanarak ezelden Cermen olan bu mıntakayı ital­ yanlaştırmağa çalıştı. Habeş harbinin başladığı günlere gelinceye kadar bu temsil siyaseti en zalimane bir şekilde cereyan ediyordu. O kadar ki Hitler cKavgam» eserinde , Alman kan ve lisanından olan yerlerin Almanlığa av­ deti lüzumunu serdederek, halis Almanlarla meskun olan bu mıntakaya da işaret etmek mecburiyetinde kalmıştı. Diğer taraftan Alman mekteplerinin ve gazetelerinin kapatılmasına rağmen bu temsil, beklenen neticeyi vermedi. Cenubi Tirol" dan geçenler, her ne kadar şehirlerin ve köylerin _ isimlerini İ talyanlaşmış buldular, isimlerin ve ünvanların İ talyanlaştırıldığını gördüler­ se de,biraz dikkatli bir müşahede ile bu c İ talyanlaştırma »nın pek sathi ve zahiri olduğuna hükmetmek güç değildi. Filhakika Avusturya İmparator437


Ü L K Ü

İKİNCİKANUN

1940

luğunun mesela Bozen, Sankt, Ulrich, T oblach, Klansen, Briseen, İterzing, Pusteral . . . gibi şehir ve kasabalarına aırasiyle Bolzano, Ortiesi, Chinsi, Dob­ bice Bressano, Vıpiteno, Valle di Pusteria ... isimlerini verdiler. Bütün ticari firmalara, sokak isimlerine İtalyanca bir şekil verildi. Mekteplerden almanca kaldırıldı ve resmi tedrisat lisanı, her türlü ekalliyet hakları çiğnenerek, İtal­ yanca' ya çevrildi. Bütün bunlara rağmen kırk yıllık kuvvetli ve köklü Alman kültürü, o kadar kuvvetli olmıyan İtalyan kültürüne nasıl mağlup olabilirdi ? Nerde kaldı ki, cenubi Tirol, yanıbaşındaki Avusturya v e Almanyadan kül­ tür gıdasını almakta devam ediyordu. Bir zamanlar Avusturya ve İ talya a­ rasındaki dostluk münasebetleri bu gıda alışı kolaylaştırmıştı bile . Öte taraftan Almanya' da için için hazırlanan nasyonal - sosyalizm ha­ reketi, nasıl Alsas Loren, Memel, Südet, Malmedi, Danzig . . . için siyasi bir kurtuluş edebiyatı yapıyor idiyse ayni şekilde Tirol için de vaitlerde bulunu­ yordu. Meşhur Alman şairi Arnd'tın mısralarını tahakkuk ettirmek vazife­ siyle gittikçe büyüyen ve nihayet 1 9 3 3 te iktidar sandalyesine gelen nasyo­ nal - sosyalizm, harici siyaset icabı, gerek iktidar elde etmeden evvel, ge­ rek sonra İ talya'yı gücendirmemek için canubi Tirol işine lakayd gibi gö ründü. Nihayet mihverin teşekkülü bu lakaydiye kat'i bir aiakasızlık zaru­ reti telkin etti . Berlin, hemen Tirol'u İ talyanlaştırmak, bu suretle ayni siyasi ideoloji­ ye bağlı iki memleket arasındaki bu ihtilaf vesilesini ortadan kaldırmak için bir çare düşünüyordu. Tirol Alman'larına « Alman - İ talyan dosluğu uğru­ na ve her bahaya İ talyanlaşmak zarureti vardır : Tirol dağlarına akseden almanca türkülerinizi terkediniz her bakımdan Romalılaşmız ! » şeklinde bir nasıhat vermenin, ve bu nasihat bütün dünya Almanlarının şefi olan Hitler tarafından değilse, bir tesiri olmıyacağı belli idi. Böyle bir nasihat, bilakis herhangi bir şekilde Tirol ile alakadarlık da ifade edebilirdi. O halde ne yapmak lazımdı ? İ şte gazetelerin verdiği tehcir bu suale çare bulundu­ ğunu gösteriyor : Bir taraftan Tirol Alman'!arının İ talyanlaştırma hususun­ daki gayr - i insani hatta gayr i hukuki tedbirler!e dust Almanya'yı gücendir­ memek, diğer taraftan dost İ talya'nın milli hudutları içinde İ talyan olmıyan bir Cermen kütlesini bırakıp her türlü muhtemel münazaa ve ihtilaflara vesi­ le vermemek için bu iki mihver devleti, Tirol halkını Almanya'ya nakletmek için anlaşıyorlar . -

Bazı ecnebi gazeteleri bu anlaşmayı 1 9 1 5 teki Ermeni tehciriyle 1 9 2 1 deki Türk - Yunan mübadelesine benzetiyorlar. Hakikatte, İ talyan Al­ man anlaşması, Ermeni tehcirine ve Türk Yunan mübadelesine benzemek­ ten çok uzak nev'i şahsına münhasır bir hadise olarak gözönüne alınmalıdır. 1 9 1 5 te Türkiye, bir kısım Ermeniler'i nakil ve tehcir etmişse buna, milli bir felaket gününde vatanı içinden ve arkadan vurmak teşebbüsleri sebep olmuş­ tur. Hadise, harp zamanının müstesna olan psikolojisiyle izah edilebilir. 1 92 1 deki Türk - Yunan nüfus miibadelesine gelince bu, tamamıyle iki devletin, -


TİROL ALMANLARININ

TEHCİRİ

MES'ELESİ

-i.39

hatta kısmen iki taraf halkın rizasına istinad etmişti. Tirol Alman'larının Al­ manya'ya nakil ve tehciri ise müsebbibleri itibarıyle bambaşka bir hadise teşkil etmektedir . Bu defa işin içinde karşılıklık yoktur. Yani Tirol'dan Almanya'ya nak­ ledilecek Alman'lara mukabil, Almanya' dan Tirol' a getirilecek İtalyan yok­ tur . Sonra Almanya' ya zorla nakledileceği haber verilen bu yüzde yüz, su katılmamış Alman'lar, tarihin kendilerini bulunduğu bu toprak parçasından ayrılmak için zerre kadar arzu ızhar etmiş değillerdir. Hatta yirmi yıldır nasıl devam ettiğini anlatacağımız zalımane ve insafsız· bir temsil politika­ sına rağmen, bu arzuya şahit oluyoruz . Nihayet Almanya kendinden geçmiş halde Alman jeopolitikçilerin uydurdukları c hayat sahası » peşinde koşarken sayısı 300 bine yakın olan bu Alman kütlesini nerelere yerleştirmeyi düşünüyorlar ';) Bir Fransız gazetesi ne derece doğru olduğunu tahmin edemediğimiz şu manalı mütalaayı yürü­ tüyor : ona göre Tirol Almanlar'ı, Danzig kori dorundan Eski Polonya içeri­ lerine sarkıtılacakbr. u

Cenubi Tirol'un İ talya'ya bırakılmasından bugüne kadar devam eden yirmi sene içinde, İ talya' nın bu havalide takip ettiği temsil siyaseti resmi Al­ manya' nın sükutu ile karşılanırken, asıl Almanya, bilhassa devlet tarafından da himaye gören « Almanya haricindeki Almanlık Yurdu· · Verein für das Deustchtum im Ausland» ismindeki muazzam teşkilat şeflerince hiç iyi gö­ rülmemiştir. İ ki senede bir bu «yurd» un tertip ettiği halk bayramlarına, Tirol'­ dan gizlice gelen kafileler de takılır, şimal ve cenup Alman' ları günlerce de­ vam eden bu bayram günlerinde kucaklaşırlar. Bu hal, H i t l e r i z m'in zu­ hurundan evel ve sonra, değişen nisbetlerle devam eder dururken son üç senedenberi, Alman Hükumeti'nin şiddetli emirleri bu gibi tezahürleri kat'i surette menetmiş bulunmaktadır. Bu suretle Memel, Südet, Malmedy, Danzig, Alsas sembolleri arasından çıkarılan Tirol, bir müddettenberi Almanya· ca hiç yokmuş gibi farzedili­ yor. Bun.dan cesaret alan İtalya, almancayı mekteplerden tamamıyle kal• dırdı. Bir müddet, kiliselerde duaların almanca yapılmasına müsaade etti ise de şimdi yeni bir emirname bunu da ortadan kaldırıyor. Esasen ayni emir­ nameye bağlı bir talimat ile Tirol' a otuz İ taiyan papası gönderiliyor : bu papaslar, Alman papaslarının yerine geçecekler, dini vaizları İtalyanca ya­ p<>. ı:-aklardır. Bir müddet Tirol Alman'ları, beş on memurdep başka İ talyan bulunmayan Alman kasaba ve köylerine dağıtılan İtalyan papaslarının Va­ tikan tarafından kaldırılacağını ümit ettiler ise de bu ümit boşa çıktı. Bilakis Tirol'un E n d r i c c i İsmindeki Baş Papası, bu defa daha dehşetli bir tem­ sil siyaseti takip etmeğe başladı. Nihayet ayni siyasetin, sokakta ve evdeki


440

Ü L K Ü . İKİNCiKANUN

1940

almanca konuşma işine karışacak kadar ileri gittiğini söylersek hayret edil­ mesın. Kırk yıllık memleketlerinin, tarihin nadir kaydettiği insafsız ve gayr - i medeni bir temsil rejimine tabi tutulduğunu gören Tirol Almanlığı, buna da aes çıkarmadı. Çıkarmak istese bile. ne yapabilirdi ? Çünkü Tirol Alman' lı­ ğının, Berlin'den işaret alacak bir H e n l e i n ' i yoktu. Almanya'ya dönen her göz, « İtalyanlaş h ihtarında bulunan yapmacık bir ses ile karşılaşıyor veya vaziyet, mihver politikası icabı olarak böyle gösteriliyordu. Dahilden vuku bulan her türlü tazyika, hariçten gösterilen her türlü sempatisizliğe rağ­ men Tirol yine susmasını bildi ve İtalyanlaşmağa çalıştı. Fakat hemen İtal­ yanlaşmak kendi elinde mi? Pazar günleri kasabalardan uzak dağlarda ak­ seden Alman şarkılarının sesini kısmak mümkün müdür? Fakat bu, mümkün olsun veya olmasun, Roma hiç bir yabancı lisan istemiyor. Almancadan, fransızcadan, İtalyancaya geçmiş ve İ talyanlaşmış kelimeleri çıkarmağa ça­ lışan faşist Roma, almanca . konuşan bir İ talyan parçasına hiç tahammül e­ demeyecektir. Diğer taraftan ayni Roma, derece ve şiddet ne olursa olsun, temsil siyaseti ile gayesine erişemiyeceğini müdriktir. Burada mihver siyase­ tine karşı bir itimatsızlığın da nişanesini görmek için çok dikkatlı olmağa lüzum yoktur. Alman - İtalyan dostluğunu daimi gösterecek sebepler pek kuvvetli değildir. Resmi ve siyasi Almanya, Tirol'un İtalyanlaştırılmasına karşı susabilir. Fakat Almanya haricindeki Almanlar'ı idareye ve terbiyeye memur olan « Almanya haricindeki Almanlık derneği » nin atıl durduğunu bizzat Alman devlet adamlarının buna gerçekten razı olduğunu zannetmek hatadan ibaret olacaktır [ 1 ] , bu dernek hiç bir zaman Tirol Almanlı;ırı' nıo ana diline karşı hareket edilmesine müsaade edemez. Ana dilin kelimele­ rini taşıyan sokak isimlerinin, müessese isimlerinin değiştirilmesine göz yu­ mamaz. 1 9 3 5 de B o l z a n o' da Mussolini' ye karşı hazırlanan su' ikast, pek ileri giden İ talyanlaştırma siyasetine karşı bir aksülamel olup, planı Alman­ ya' da hazırlanmış bulunuyordu [ 2 ] . Bu suretle devam eden bir temsil siyaseti, bugün yerini tarihin hemen kaydetmediği şekilde yapılan bir tehcir hadisesine bırakıyor : Almanya'ya [ l ] Netekim c Kavgam > da şu satırlar var­ dır : c Bugün bize 18.zım olan İtalya'dır . Garpte ve şarktaki vaziyetimiz için bu itti­ faka mühtacız. Tirol'a gelince onu timdilik bir tarafa bırakalım. Büyük projelerimiz ta­ hakkuk edince, Almanya siyasi istiklal ve iktidarını elde �dince Tirol mesel�sini ele alırız . > Fakat böyle bir istikbali sezen M us s o 1 i n i, bugünkü tehcir politikasını bizzat H i t 1 e r' e yaptırmaktadır . [2] Tirol'un büyük şehirlerinden olan Bolzano'da Alman halk şairlerinden W a 1 t e r'

in bir heykeli vardır. Bu şair, meşhur N i­ b e 1 e n g e n'in sahibidir. Su'ikast, o sene için­ de bu heykelin önünden geçecek olan İta­ yan, diktatörüne, ayni heykel önünde yapıl mak üzere hazırlanmış idi. Fakat teşebbü­ sün haber alınması üzerine M u s s o 1 i n i, şeh­ re girmeden Roma'ya dönmüş, hemen hey­ kelin yıkılmasını emretmiş idi . Filhakika N i b e 1 u n g e n şehrinin abidesi o tarihte itibaren kaybolmuş ve şairin ismini taşıyan meydana bugünkü İtalyan Kralı'nın ismi ve­ rilmiştir .


TİROL ALMANLARININ

TEHCİRİ

MES'ELESİ

�ı

(idecek olanların yanında gitmiyenler hükumet kuvvetiyle cenubi İtalya' ya Afrika' daki İ talyan müstemlekelerine dağıtılacaktır. Garip olan cihet, bu teh­ cirin yapılmasına, ideolojisi A l m a n l ı k olan bir Alman lılükumeti tara­ fından yardım edilmesi, bu suretle kendikendisini inkara başlıyan bir milli ideoloji karşısında kalınmasıdır. Biz burada sadece tehcir vak'asını tesbit ettiğimizden hiçbir siyasi düşünce, şu veya bu milletin veya halkın taraftar­ lığını yapmak maksadı gütmüyoruz. Yalnız şöyle bir suali sormaktan ken­ dimizi menedemiyeceğimizi de ilave eyleyelim : milli ve beynelmilel hukuk prensiplerini çiğniyerek yapılmak istenen bu nakil ve tehcir hadisesi Avus­ turya' yı Almanya'ya ilhak eden Hitler'in o zaman Mussolini'ye verdiği söz de ebedi dostluk vadi ile izah edilsin. Fakat bir ferdin diğer bir ferde karşı yaptığı yemin, velev bu fertler devlet şefleri bile olsalar, acaba sakin, itaatlı bir halk kütlesini, mukadderatın ve alın yazısının bağlı kıldığı bir top­ rak parçasından, o toprak üzerindeki tarihten ve hatıralardan silahla, kam­ çı ve zorla ayırmak için kafi bir sebep teşkil edebilir mi �


ş

t

t

R

D E Mİ R Y OLL A R I Bu demir yollar senin, iraden sinirindir. ôvün ey Türk : muhaller artık hep esirindir.

*

Kalblerimizde sevinç heyecan var Aşkale, Yurdun dört bucağından sende can var A şkale. Haykıralım çınlasın, ses versin bize dağlar, Eğilsin dik zirveler gelsinler dize dağlar. Çağlayanlar boş yere köpürüp haykırmasın, Fırtınalar dalları insafsızca kırmasın. Kartallar inat edip gökte dolaşmasınlar, Okyanuslar kabarıp bize yanaşmasınlar. Biz yıldırım yayından kopmuş şimşekten okuz, Parolamız durmadan yüksel.. ilerle .. Ve hız. Nur görmeyen gözlere biz ışık saçacağız, Çelik dağlar eridip, demiryol açacağız. Kafa sakin, gönül şen, geçeriz dağı, taşı, Ne bir ayrılık izi, ne gözde hicran yaşı. Meriç, Seyhan, Sakarya, ırmaklar Dicle, Fırat, Erciyeşler, Toroslar, Koplar eğilir kat kat. Katarlar raya çarpar, kalk3r ve düşer tak tak, Ovaya düdük sesi yayılır ,ı;ıcak sıcak. Devrimlerin yürüyor tavanlar çata, çata, A rtık müsterih uyu : Ebedi Büyük A t a !

.

.

1 n ö n Ü bize şeref, bize tarih, bize tan, 1 n ö n ü bize bayrak, bize Şef, bize Vatan.

Selam bu milyonlardan, milyonların başına, Secdeye durmak gerek bu ülkü savaşına.

*

Bu demir yollar senin iraden, sinirindir, Ô vün ey Türk : mııhaller artık hep esirindir.

NECMETTİN

ESİN


s

p

o

R

F.SK.i VE YENİ TÜRK SPOR EDEBİYATI Nt.tZHET

BABA

Türk spor edebiyatının şu kısa bibliyografisini yazmak itiraf e deyim

t:i epey zahmetli oldu. Kitapların isimlerini sadece sıralamış ve eserler hak­ kında bir mütalaa ilave etmemiş olsaydım bu işin daha kolaylıkla içinden !rıkardım. Fakat istedim ki -başka bir yazımda Türk spor edebiyatının müs· takbel şemaı.ını çizmek şartıyla- bu mevzu üzerinde bir fikir cereyanı uyan­ sın ve müstakbel çalışmalarımız için bütün alakadarlar elde mevcut eserle­ rin mahiyeti hakkında yorulmadan hakiki vaziyete ıttıla' hasıl etsinler. Eski ve yeni Türk spor eserlerini şöyle bir tasnife tabi tutarak tetkilt edebiliriz : 1- Çok eski Türk spor edebiyatı, 2- Arab harflerinin kaldırılmasına kadar son 50 senelik te'lifat, 3- Türk harfleriyle yazılı spor te'lifatı, 4- Mevkut ve gündelik spor neşriyatımız. Çok Eski Türk Spor Edebiyatı

" Eski Türk sporları üzerinde araştırmalar ., isimli eserinde H a 1 i m B a k 1 K u n t e r 'in pek doğru olarak işaret ettiği gibi eski Türk spor �debiyatının ayırıcı vasfı Türkler'in sporu bir talim ve idmandan ziyade ( İnP,ilizler'de olduğu gibi ) güzel tarzda bir eğlence vasıtası, yiğitlik ve mertlik imtihanı olarak benimsediklerini bize göstermesidir ( İstanbul Cümhuriyet Matbaası, 1938, 72 sahife, 125 kuruş). Eski Türk spor te'lifatı dünyanın en zengin spor edebiyatını t e şk i l eder. Atlı sp or lara, mübareze sporlarına, güreşe, okçuluğa dai r müteaddit eı:erlerden başka atalarımız muhtelif spor n evile ri nd e n bahseden pek çok kitap bırakmışlardır. Bunlardan bazıları türkçe, bazıları arabca veya farsca yazılmıştır. Türkçe yazılanlar da Türk lehçesinin muhtelif nevileriyledir. Eski Türk spor edebiyatının bu derece tenevvüü Türk h ayat ın da spora ve­ rilen büyük ehemmiyetin tabii neticelerindendir. "Eski Türk sporları üzerinde araştırmalar., adlı eser, muharririnin il.Za!dıkça sporcuların fikir kudreti artardı. Eski Türk spo r cu ları i y i ye t i ş ­ =ıiş bir sporcunun yaşlandıkça beden kuvvetinin azalmasına mukabi.l tecrü­ :_ e s i n i n ve b i ! g i s in i n arttığını çok güzel bildikle rinden ya� ileriledikçe ant­ :-rnman hafifliyor ve vü c u du n sağlam ve dirik kalması için gerekli olan fa­ � � iyet hududunu aşmıyordu. Fakat btm:ı mukabil yaşlı s p o r cul arı n biigile­ rinden ve tecrübelerinden hakemlik, mürebbiyelik, r.ma l l i mlik su r et i n de H3


Ü L K Ü, İKİNCİKAN UN

1940

istifade olunuyordu. B unlar yeni nesli yetiştirmeğe, tetkikat, tetebbü'at ve te'lifata daha fazla ehemmiyet veriyorlardı ,,. " Eski Türk sporları üzerinde araştırmalar ,, adlı eser muharririnin mukaddimesinde gösterdiği mahviyete rağmen bizce çok şayan-ı dikkat bir eserdir. Kitabın ehemmiyetini içindekilerin tahminler ve indi mütalaalar­ dan uzak oluşu birkat daha arttırmaktadır. Şimdiye kadar ele alınmamış bir mevzuu böyle sistematik ve hakiki bir vukuf ve ihtimamla inceleyen mu harrir araştırdıklarını bularak üzerinde münakaşa götürmez bir tarzda or­ t.2ya koymuştur. Burada bu yıl " Türk kemankeşleri ,, adıyla intişar eden ve esbak İstan­ bul valisi S ü 1 e y m a n K a n i İ r t e m tarafından yazılan eseri de unutmamak Iazımdır ( İ stanbul, Ü lkü Basımevi, 1939, 145 s.ahife, 80 kuruş). Bu eser bir vakıtlar çok ileride olduğumuz bir sporun canlı safhalarını göstermekle kalmıyor, bize bir ibret dersi veriyor. Okçuluk gibi çok ince ve teknik bir sporda dünyanın hiçbir milletinin erişemediği ileri durumu­ muzu gösteren " Türk kemankeşleri ,, yalnız bilek kuvvetine dt ğil bilgi, meharet, zeka ve zevk-ı selimden hisse alan bir sporda milletimizin nelere kadir olduğunu göstermek itibarıyle da mühimdir. Son senelerde ve bilhassa Amerika'da en umumi sporlar arasına giren okçuluk ve bu sporun tekniği hakkında bizden öğüdler istiyen bazı mek­ tupların Amerika konsolosluğuna yazıldı ğını duymuştuk. Orada Türkler'in bu sporda hala çok ileride olduklarına inanan birçok kimseler olduğunu biliyoruz. A caba bu sporu canlandırmak için son senelerde sarfedildiğini gördü­ ğümüz azimli ve enerjik hareketleri takviye etmek bu işi şahsi teşebbüsle­ rin mahdut kudretine ve vesaitine bırakmamak icap etmez mi ? " Türk kemankeşleri ,, kitabında mühim bir kısmı okçuluğa ait tarihi nsiıkaların kopyeleri olmak üzere (22) tane resim vardır. Bunlar H a 1 i m B a k i K u n t e r 'in kıymetli ve zengin kolleksiyonundan alınmıştır. K u n t e r kendi etüd ettiği bir mevzua ait vesikaları ve resimleri emsaline az tesadüf edilir bir cömertlikle başka bir mütetebbiin istifadesine arzet mekle büyük bir fazilet ve feragat gösterdiği gibi S ü 1 e y m a n K a n i l r t e m de her resmin altında ayrı ayrı mehaz göstermek ve isim zikret mek suretiyle bu necip harekete asil bir mukabelede bulunmuştur. Eski spor kitapları arasında burada üstad F a i k 'in jimnastik kita­ bını da zikretmek bir borçtur. Üstad kitabına ilmi ve zamanın terakkiyatı­ na göre ifadeyi havi güzel bir mukaddime ile başlamış ve eser 'A b d ü 1 b a m i d devrinin ortalarına tesadüf eden bir tarihte yazıldığı için bir ha­ dis de koymuştur. -

( .:ı� � \l ı

� ;.

_:,l..1o 'Jı

.JI.-�

yani beden ilminin dünyada

�.1 1

) Mdisini zikrederek j imnastiğin

diğer ilimlere tercih edildi ğini zikretmek


ESKİ VE YENİ TÜRK

SPOR

EDEBİYATI

suretiyle hocaların ve müteassıbların spora karşı vukubulacak itirazlarını önlemek istemiştir (İstanbul, 1307, 8 kuruş). Eski Türk Sporları kitaplarının en meşhurları şunlardır : T a y b u ğ a, Ganiyyetülmerami "yazma" ; L a ç i n, Kitab ı hayl velfürusiye "yazma" ; L a ç i n, Kitab-ı tuhfetülmücahidin fil'amel-i bilmeyadin "yazma" ; N a s i r - e d d i n M e h m e t v e Y a k fi p, Kitab-al fürusiye biresm - el fürusiye "yazma" ; C a h i z, feza'il-at-türk "yazma" ; K e m a n k e ş M u s t a f a, Kavisname "yazma" ; M u s t a f a K a n i, Telhis "taş basması" ; Kanunname-'i rimat "yazma" ; E d i r n e 1 i H a s a n Ç e 1 e b i, Ok- Yay Risalesi "yazma" ; A tıcıların Sicilleri "yazma" -

-

...

Arap Harflerinin Kaldınlmasma Kadar Elli Senelik Spor Edebiyatımız Meşrutiyet devrine tekaddüm eden senelerle meşrutiyet devrindeki kitaplarımızın, spor edebiyatımızın gerek kemiyyet gerekse keyfiyet bakı­ mından bir incelemesi yapılmak lazımgelse tereddütsüz bu neşriyatın bir kıymet ifade etmediğini söyleyebiliriz. F a i k Bey'in j imnastik kitabı ve birkaç talimatname müstesna, geri kalan kısmının gerek teknik bilgi gerekse yazılış itibarıyle muasır milletlerin çok daha geri bir durumda bulunduğıı C'lUhakkaktır. Esasen bu zaman zarfında yazılan bütün kitaplar uluorta ter­ cümeler ve derme çatma asardan ibarettir ve bu itibarla burada tetkike de­ �er mahiyette görülmemiştir. Gerek yerini Türk Spor Kurumu'na terkeden Türkiye idman Cemiyet­ leri İttifakı gerekse Türk Spor Kurumu'nun memleketimizde spor edebiya­ tma çok büyük yardımları dokunmuşutr. Denebilir ki kıymet ifade eden �ütün eserler bu teşekküller tarafından vücuda getirilmiştir. Memleketi mize yayılmış bulunan bütün sporların beynelmilel ve milli nizamname ve kavaidnameleri bu teşekküllerin zamanında tercüme edilmiş, yazılmış ve tedvin edilmiştir. Bütün bu eserlerin üç dört sene gibi kısa bir zamanda vücuda getiril­ miş olması da ayrıca zikre değer bir hadisedir. Bukadar kısa bir zamanda vücuda getirilen kıymetli spor bibliyograf­ vamızı gözden geçirelim : 1- Modern atletizm : İngiltere ve Amerika'da atletizme ait en ileri gelen eserlerin tetkikiyle meydana getirilen bu eser emekle ve dikkatle ya­ zılmıştır. En kıymetli sekiz on eserin bir hülasası mahiytindeki bu kitabı : r n yazdığım için içindekilerin uzunca bir zahmet neticesi olduğundan şüphem yoktur (Devlet Matbaası, 1935, 276 sahife, 40 kuruş) . Öyle tahmin ediyorum ki atletizme ait yegane işe yarar bu kitabımız­ �3.n daha iyisi İngilizce, fransızca ve almancada da tek bir kitap halinde yoktur. Son zamanlarda Amerikalılar'ın vücude getirdikleri ve atletizmin ·: ütün şubeleri için ayrı ayrı birer kitap halinde bastırdıkları hareketlerin


Ü L K Ü, İKİNCİKANUN

446

1940

relantı resimlerini -ihtiva eden seri müstena modem atletizm bir ana kitap olarak her zaman için hatırı sayılır bir eserdir. 2 - Yüzme ve can kurtarma kılavuzları :

bu e•erler de yine modern atletizm gibi Amerika'nın en ileri gelen yüzme antrenörlarinin ve Weis­ meller gibi şampiyonların eserlerinden iktibas edilmiş, kabil-i istifade ki­ taplardır (Devlet Matbaası, 1934, 93 sahife, 40 kuruş).

3 - Voleybol ve basketbol kılavuzları : bunlar da yukarıki eserler gibi Amerika'da intişar etmiş eserlerden tercüme oluıunuş, faydalı eserler ara-· sında sayılaıbilecek teknik malfunatı ihtiva etmektedirler (Nümune Matba­ ası, 1934, 108 sahife, 40 kuruş) . - Yelken, kürek ve denizciliğe ait eserler :

4

denizcilik nizamname­

lerinden maada bütün dünyaca tanınmış bir yarışçı olan M a n f r e d C u r­ r y 'nin eserinden iktibas edilmiş olan "Yelken yarış taktikleri" kıymetli olmakla beraber yarıda bırakılmıştır. Bu layemut eseri tamamlamak icap eder.

5

- Futbol kılavuzu :

bu da modern atletizm gibi en meşhur İngiliz

oyuncularından C h a r 1 e s B u c h a n ve A b e c J a m e s ve daha başkalarının eserlerinden ve kendi bildiklerimden ilave suretiyle yazılmış iyi bir kitaptır. Basılışında yanlışlar bulunmasına rağmen istifadelidir (İs­ tanbul, Başarı basımevi, 938, 141 sahife, 80 kuruş).

6

-

Kar1 D e im

tarafından yazılan " Spor sahaları ,. nın tercümesi

ve "Köy spor sahaları" da faydalı eserler arasındadır (İstanbul, Nümune matbaası, 1 935, 84 sahife, 40 kuruş). Bu saydığım kitaplara milli ve beynelmilel nizamname ve kavaidname­ leri de ilave edecek olursak hepsi birden yirmi dördü bulmaktadır ki çok dar bir bütçe içinde iş gören Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı ve Türk Spor Kurumu için bu çok büyük bir muvaffakıyet sayılır. Bu teşekküllerin vücuda getirdikleri spor kitaplarına ilaveten yine son dört beş sene zarfında kendi şahsi gayret ve emekleriyle eser vücuda geti­ ren arkadaşlardan V i 1 d an A ş ı r 'ın atlatizme ait eseri, İ 1 y a s S i n­ a

1 'ın

" okulda oyun ,, ve " öğretmen kampları ,,

adlı eserleri,

ın boksa dair küçük kitabı, C e m i 1 A v c ı 'nın ucki eseri,

F u a d P u r a n 'ın

" El topu ,,

a z ,i

E r z i n 'in

" Sporda ilk yardım ,,

At

a

ismin­

adlı kitabı faydalı ve çoğal­

ması çok şayan-ı arzu spor edebiyatımızı teşkil etmektedir. y

M.

" Teknik avcılık ,,

Doktor

N i­

ismini taşıyan eseri çok mühim


F.SKİ VE YENİ TÜRK SPOR EDEBİYATI

bir boşluğu dolduran kıymetli ve bu mevzu üzerinde yegane eserdir [ 1 ] . Yüksek Ziraat Enstitüsü talebe ders kılavuzu neşriyatı meyanındaki "Kayak talimatnamesi" de memlekette yeni doğmuş olmasına rağmen etra· fma binlerce heveskar toplamış bulunan bir spor şubemizin yegane ve çok kıymetli bir teknik kitabıdır ( H e r b e r t R i d e 1, Ankara, Yüksek Ziraat Enstitüsü matbaası, 1935, 80 sahife, 100 kuruş). Bütün bu eserlerin bir araya toplandığı zaman, içlerinde hakikaten kıymetli ve emek verilerek yazılmış olanları bulunmakla beraber ihtiyacı­ mızı tatmin edecek kemiyyet ve keyfiyette olmadıkları görülür. Buna sebep sistematik ve derece derece, kademe kademe bir spor neşriyat serisi teşkil etmek gayesiyle ·işe başlanm!Ş olmamasıdır. Kıymtli teknik bir eserin fay­ dası, müptedilere hitap eden sade, basit ve kolay anlaşılır hazırlayıcı risale, broşür ve el kitapları mevcut olmadıkça çok azalmış olur. Bu itibarla spor edebiyatımızı, bazı spor şubelerinde kuvvetli ana kitaplara malik olmakla beraber zengin addetmek mümkin değildir.

Mecmu'a ve Gündelik Gazete Spor Neşriyatımız. Bugün için elimizde belli başlı iki spor mecmuaımz vardır Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü tarafından neşrolunan Beden Terbiyesi ve Spor ,, Maarif Vekaleti tarafından neşrolunan " Okul Spor ,,. Birincisi onuncu sayısını, ikincisi dördüncü sayısını idrak etmiş bulu­ nan bu mecmualardan Uki münderecat itibarıyle belki biraz dağınıktır. Fa­ kat şimdiye kadar çıkan spor mecmualarının en iyisi ve faydalısı olduğu da �üphesizdir. Okul Spor'a gelince ; orta mektep talebesine hitap eden bu mecmua hakikaten güzel çıkıyor. İçindeki yazılar kadar tertibi de mükem­ meldir. Bu emeğinden dolayı V i 1 d a n A ş ı r 'ı candan tebrik etmek gerektir. Gazetelerimizdeki spor neşriyatımıza gelince ; kağıt buhranından korkarak ufalan sahifelerinde bugünlerde tesadüf edemediğimiz ve çok c!efa bir asıl ve esasa dayanmayan yazılarıyla ve bir kulüp rerıginin müda "

-

-

·

[ l ] V i 1 d a n A ş i r, Atletizm , İs­ tanbul, 1 9,) 3, 86 sahife 40 kuruş; İ l y a s S i n a 1, Okulda Oyun, İstanbul, Rem­

zi kitapevi 1939, 126 sahife, 40 kuruş ; İstanbul Maarif Müdürlüğü neşriyatı, Öğretmen Kampları, İstanbul, Ülkü Basımevi 1939, 126 sahife, 40 kuruş ; M. A t a k, Boks, Gazetecilik ve Mat­ baacılık T.A.Ş., 1 935, 83 sahife, 50 ku­ ru ş ; C e m i 1 A v c ı, Teknik Avcı­ lık, Ankara, Selen Matbaası, 1937, 350 sahife, 1 50 kuruş ; Dr. N i y a z i E r­ z i n, Sporda ilk Yardım, Ankara, Re-

cep Ulusoğlu fe, 100 kuruş. Bunlardan neşredilen şu lazımdır : Dr.

Matbaası, 1939, 174 sahi­

başka, son zamanlarda iki eseri de unutmamak N i y a z i E r z i n 'in Spor Hıfz-ı sıbbası çok mühim bir boş­ luğu dolduran ve hakiki kıymet ifade eden bir eserdir (Ankara, Ulusal Mat­ baa, 1939, ·243 sahife, 100 kuruş) ; Dr. F e r i d G Ü r s a n da Spor Hekimi adlı eseri dilimize çevirmekle, Türk Sporuna hakiki bir hizmet ifa etmiştir (Ankara, Alaeddin Kral Basımevi, 1939, 172 sahife, 75 kuruş).


0

L K

'O, tıdNdKANUN

1940

fiiliğini yapmaktan ibaret neşriyatla::ıyle Türk sporuna ve sporculuğuna yardım etmediği muhakkaktır. Ekserisi ısmarlama muharrirlik mahsul\i olan bu yazıların acıklı tarafını, maçı ve hakemi görmeden tenkit ve asıl ve esasını bilmeden ortaya laf atmak gibi yakışıksız işler teşkil etmektedir. Şurası da şayan-ı kayıttır ki gündelik gazetelerin spor muharrirlerinin ço­ ğu hiçbir spor yapmamı� ve yahutta hiçbir sporu iyi yapamamış gençlerden­ dirler. Bu şartlar altında gündelik gazetelerden yapıcı, öğretici ve faydalı spor neşriyatı beklemek elbetteki beyhudedir. Ne Yapmalıyız i' Bu yazımızda spor edebiyatımızın durumunu mübaleg.asız ve hakikate uygun bir tarzda incelemeğe uğraştık. Memleket gençliğini yakından alakadar eden spor edebiyat politika mızın ana hatları hakkında başka bir yazımızda düşündüklerimizi ortaya koyacağız.

SENSİZ GÜNLERİM YılJar serin bir rüzgar yollarında bahtımın Ümit çiçekleriyle sevgimin süsleridir. Aşkın gözümde tüten haz/arımdan biridir, Bu duygum en temizi, hepsinden ileridir . . Sana bunu anlatmak için ne yapmalıyım i'

Neden, neyi bir ilah yaparak tapmalıyım i'

En ufak duygulardan ilham mı kapmalıyım i' Susma, sükut anların beni hırçınlaştırır . .

Saadet muhayyel bir dünyanın neş'esi mi i' Sevişmekse yalınız hayalin hevesi mi i'

Bu mısralar benim mi, ıztırabın sesi mi i'

İşte sensiz günlerim beni böyle taştırır . .

ŞEMSA

KARATAY


ı

T

ç

i

M

A

iÇTİMAi A L M A N Y A' D A

1

y

A

R

D

1

HİZMET SİSTEMLERİ

İÇTİM A1

H1ZMET

S l S T E ML E R i

Dr. M. CELAL DURU Bütün memleketlerdeki muhtelif İçtimai hizmetlerin gruplandırıldığı alb nevi metoddan genelleştirilmiş { g e ne r a l i s e) şekline misal olarak Al­ manya gösterilir. Lakin bu Almanya, son istilalardan önceki Almanya"dır; Avusturyalılar"ın, Çekoslovaklar'ın, Polonyalılar'ın kendilerine mahsus me­ k>dları vardır. Biz de bu yazımızda daima eski Almanya'yı kastedeceğiz. Almanya pek eskidenberi mahalli ve mıntakavi muhtariyetleri bir an'­ ane halinde muhafaza edegelmiştir. Bununla beraber 1 9 1 9 W ei m a r Ana Yasası İçtimai hizmetler için müşterek ve tek şekilli bir program çizmiştir. Bu pogramın tezlerini ve amaçlarını adı geçen kanunun aşağıdaki maddeleri açıkça gösterir : c Madde 119. - Aile hayatında temeli ve milletin gençleşip büyümesinin mesnedi olan evlenme, Ana Yasa'nın himayesi altındadır. Evlenme her iki tarafın hukukla beraberliği esa· sına dayanır Hükıimeı ve Komünler ıi.ileyi muhafaza, efradının sıhhatıııe nazaret ve sosyal bakımdan siyaset vazifesiyle mükelleftirler. Çok çocuklu aileler tavizkir bir asistansa hak kazanırlar. Hükumetin himaye ve 8.3istansını talep etmeğe her anne haklıdır . Madde 120. - Çocukları, bedeni, ruhi ve içtimai vasıflarını geliştirecek surette yetiştir­ mek ana ve bahanın yük.-ek bir vazifesi ve tabi'i bir hakkıdır. Müracaat edilecek usiiller ve •

tedbirler Hükiimet'in ınürakabesine tab'idir. Madde 122. - Gençlik istismar olunmaktan, ahlaki, dımaği ve bedeni ihmallerden esir­ genir. Bu maksadı temin için Hükiimet ve Komünler lüzumlu tedbirleri hazırlamak mecburiyetindedirler Madde 153. - Tasarruf serbesttir, ancak umumun nef'ine hadim şekilde kullanılmak mec­ •

_

buridir ,

Madde 155. - Toprağın tevz:i'i ve kullanılışı su' · i istimal edilmemek, her almana temiz bir mesken temin etmek, bütün alman ıi.ilelerine, hususiyle çok çocuklulara bir ocak ve çalı­ pcak bir yer elde etmek bakımından Hükiimet'in mürakahesi altındadır. Madde 163. - Zeki ve heden kudretini müşterek hayatın yarınına kullanmak şartıyle her almanın şahsi hüriyeti mahfuz.dur. Her alman kendi hayatını bizzat çalışarak kazanmak imkanlarını elde etmekle mükelleftir. Kendine uygun bir çalışmaya muvaffak olamadığı vakit, tutunabilmek için, gerekli ıısistamı İslC'Jehilir . > •

Görülüyor lci Almanya"da kollektif duygu ve mes'uliyet pek ziyade ileri­ letilmiş ve bundan dolayı umumi idarenin müdahalesi çok geniş tutulmuştur. Sosyal asistans ve asürans pek eski zamanlardanberi Almanya' da mev44-9


450

ü L K Ü , İKİNCİKANUN 1940

cuttu. Lakin Almanya'yı terkip eden her devlette ayrı ayrı nizamlaştırılmıştı. Cihan harbinden sonra bütün memlekette tek bir şekilde umumileştirilmiştir. Almanya' da bu işlerle meşgul olan devlet ve ilim adamlarının kanaatleri ıudur : " Asri asistans sadece korumak vazifesiyle kalmamalı, yeni yeni kıy­ metler yaratmalıdır. En yüksek ülküsü şahsın bizzat kendi vasıtasıyle, kendi gayretiyle kendi işiyle arzusuna, ihtiyacına ve sıhhatine elverişli ve gerekli levazımı kuvvetlendirmek olmalıdır. Bütün şekillerinde, yapılan asistans in­ saniık şanına hürmerkar bir şekilde yapılmalıdır ; liyakat ve ehliyet sefaletle yok olmaz ; zamanında yapılan asistana faaliyetten kalmış olan kudreti yeni­ den canlandırır. Fırsat kaçırılırsa ihtiyaç büyür ve bunu gidermek ya gayr · i mümkin veya çok yüksek kuvvet ve masarıfı müstelzim bir hale gelir. On­ dan dolayı vaktinde yapılan asistanslar daha ekonomik ve daha tesirlidir. Yardım gören · kendi kudretini elde eder, etmez kendisine artık lüzumu kal­ mayan yardım kesilmelidir. Yardımın şekli ve kullanılacak vasıta vakasına göre değişir. Fakat şu muhakkaktır ki, başlıca yardım para dağıtmak sure­ tiyle değil, şahsın şahsa yardımı tarzında olmalıdır. » Bu esaslara dayanan Almanya' daki Püblik Asistans başlıca ıu ıekilleri ihtiva eder : a) Aidat, elbise, çamaşır, mobilya, gıda, ev kirası, ödünç para, bir müessesede tedavi gibi maddi yardımlar ; b) Evde, dispanserde, hastahanede tıbbi yardım ; c) Yersizlere ikametgah ; d ) Çocuklara, ah�akı tehlike.de bulunanlara, habsten çıkmışlara koruyucu ve terbiyevi asistans ; e} İş bularak veya bir yere yerleştirerek asistans ; f) Kanuni ve hukuki asistans. Bu işler her yerde kurulmuş olan asistans komisyonları tarafından gö­ rülür. Komisyonun her hangi bir şahıs hakkında karar vereceği celseye bizzat o şahıs da iştirak eder. Komisyonlarda, papaslar, hekimler, profesörler hu­ · susi hayır cemiyetleri delegeleri, nahiye meclisleri mümessilleri, belediye iş­ leri şefleri bulunur . Masrafları vasi olan vilayetlerin varidatı asistans birlikleri tarafından temin edilir. Umumi hastahaneler de bu birliklere bağlıdır. Almanya' da sigortalar, pansiyonlar ve asistanslar bir kanuna bağlan­ dığı gibi gençliği koruma ve yetiştirme işleri de birer kanun ile bütün mem­ leket dahilinde tek şekle ifrağ edilmiş ve genelleştirilmiştir. Memleketin gençlik işleriyle meşgul olan bürolara ( J u g e n d a m t ) denilir, Almanya baştan başa bu bürolarla örülmüştür. Bu büroların baş­ lıca üç vazifeleri vardır : a) Ma 'kus şartlar dolayısıyle düşmüş çocukları şahsen himaye ( J u .. gend fürsorge);


i C T t M A' 1 H İ Z M E T S İ S T E �t l

ER

l

b ) Çocuk esirgeyen enstitüsyor Jarın tekamülüne hizmet ( J u g e n d f lege): c) Bizzat gençler tarafından kurulan teşekküllere ya-; <lım ( J u g e n d. b e w e g u n g ). Bürolar bu çalışmaların birinci kısmını ifa için muhtaç olduğu sığınağı ve geliri bulunmayan gebelere ve bilhassa bekar gebelere yardım ederler. Medeni haklar servisi ( = Nüfuıt Daireleri ) evlenme dışında doğan her ço­ cuğu bu bürolara haber verirle:t, bürolar çocukların her birine bir vasi tayin eder. Vasiler hısımdan, dosthrdan, insaniyet severlerden seçilir veya bir müessese bu vazife ile vazifelendirilir : lakin çok defa vasiler hususi bir ka­ n�nla bu işe tevzi edilmiş olan resmi memurlardır. Vasiler çocuğun babası­ nı ararlar, çocuğa ve annesine yardım ederler, bu himaye çocuk 2 1 yaşına girinceye kadar sürer. Öksüzlerin, yoksul aile çocuklarının şahsi esirgeme ve muhafazası da bürolara. aittir. Gündüz kreşlerine verilen çocuklarla çı­ raklık, hizmetçilik, satış m emurluğu ve amelelik eden gençleri, harp yetim­ lerini ve harp malullerinin çocuklarını himaye dahi bu büroların vazifesidir. ·

Yapılan bir istatistiğe göre, büroların vasilikleri altında 5 60.000 ço­ cuk vardır : bundan ba�ka bürolann müesseselere yerleştirdiği 66.000 ço­ cukla 48.000 suçlu veya ahlakı tehlikede çocuk da büroların vasiliği altın­ dadırlar . Gençliği himaye bürolarının ikinci vazifeleri daha umumidir: anneleri, çocukları ve gençleri esirgeyen hususi ve resmi bütün teşekküllerin aynı in­ tizam ve ahenk dahilinde çalışmalannı takip eder ; doğum evlerinden baş­ lıyarak annelere, çoc.uklara mahsus dispanserler, mektep dispanserleri, oyun takımları, meslek ve sanat müesseseleri, tatil teşekkülleri, çocuk kitaphane­ leri gibi her enstitüsyonla alakal anır ; ahlaka uymayan neşriyat ile, sinema tehlikesiyle, sokak kazalanyla mücadele eder ; gençlere toplantı yerleri ha­ zırlar. Bazı şehirlerde " G e n ç l i k E v 1 e r i " açılmıştır ; bunlar ayni za­ manda otel, lokanta, kooperatif, beden terbiyesi ve fikri teamül merke:deri ve eğlenti yerleridir . Gençliği himaye bürolan çocuk mahkemeleriyle, kadın polislerle, sıh­ hat ve asistans daireleriyle, hususi hayır cemiyetleriyle daima irtibattadır ; zaten bürolarııı idare heyetlerinde bu teşekküllerin her birinden birer mümes· sil bulunur . AsistanF, sağlık ve gençliği himaye işleri birbirinden ayrıdır ve hepsi Dahiliye Na·careti"ne bağlıdır ; bununla beraber bu muhtelif işler birçok şehir­ lerde S o s y a l K o r u m a D a i r e s i " ünvanı altında tek bir idareye verilmiştir. Her mahallede bir doktor, bir ziyaretçi hemşire ve lüzumu ka­ dar tali memur çalışır . Almanya'daki hususi asistansa gelince : 30.000 den fazla enstitüsyon ve bunlara bağlı 1 00.000 den fazla hayır sever vardır. Bunlar tarafından 500.000 kişi gece ve gündüz, -400.000 kişi de yalnız gündüz veya yalnız ..


452

Ü L K Ü,

iKL'iCİK...i. :-. t::-<

1 9 l0

gece bakılmaktadır. Hastahanelerdeki yataklardan üçte biri bu teşekküllere aittir. Siyasal, dini ve daha hususi bir takım maksatlarla, bir kısmı pek eski zamanlarda, kurulmuş bulunan bu muhtelif enstitüsyonlar şimdi aralarında İçtimai milli bir birlik tesis etmişlerdir. Buralarda çalışanların çoğu h i z m e t l e r m e k t e b i "nden diplomalıdır ; bu mekteplerin sayısı 36 yı geçer, Berlin'de bir de " Y ü k s e k i ç t t i m a i h i z m e t m e k.t.e.b.i." vardır. "

Hastahanelerin, mekteplerin çoğunda sosyal hizmetle mevcuttur. Yersizler için tesis edilen " Ç a l ı ş m a k o 1 o n i 1 e r i " çok iyi neti­ celer vermektedir. Bir çok şehirlerde Belediyelerle hususi hayır cemiyetleri ahlakı tehlikeye düşmüş kızları ve kadınlan korumak için elele vermişlerdir. Sosyal servis, çocuk mahkemelerinde, büyüklere mahsus mahkemeler­ de ve hapishanelerde de faaliyet gösterir ; tahliyeden evvel ve sonra mah­ kümün ailesiyle ilgilenir. Metrük ve mühmel çocuklar hususi bir müşahede müessesesinde bir müddet nazaret ve müşahede altında bulundurulduktan sonra sınıflandırı­ lırlar ve kabiliyetlerine göre ya bir mektebe, ya bir müesseseye verilirler. Bunlar üzerindeki himaye 2 0 yaşına kadar sürer . Sıhhat Daireleri Sosyal Asurans İdareleri'yle iş birliği yaparak annele­ rin, çocukların sıhhatlerini korur, mekteplerde sihhi hizmetler görür, alko­ lizma, verem, zührevi hastalıklar, akıl hastalıkları ve kanserle mücadele e­ der . 1 8 yaşından büyük gençlerin inbikten çekilme içki kullanmaları, hatta 1 6 yaşından aşağıların - yanlarında ana ve babalan olmadıkça - bira ve ta· rap içmeleri yasaktır. Almanya' da aleni fuhuş da memnu'dur .

Çocukları ve hastalan esirgeyen ve alkolizmaya, vereme, zührevi has­ talıklara karşı mücadele eden Milli Teşekkül ile Alman Kızıl - Haç Cemiyeti milli bir sıhhat komitesi teşkil etmiılerdir. Alman Kızıl - Haç'ının 200 den fazla sıhhat merkezi vardır . Şehirlerdeki mesken buhranına, köy evlerinin ıslahına ait iktisadi ve İçtimai birlikler faaliyete geçirilmiştir. İş ve işçiler meseleleri kat'i usul ve kanunlara bağlanmıştır. Almanya' da tahsil 6 ncı yaştan baılar ve bazı yerlerde 1 6, bazı yer­ lerde de 1 8 yaşına kadar mecburidir ; tek mektep {e c o l e u n i t a i r e ) usulü caridir. Öğretmenler, Muallim Mektebi mezunu değil, Üniversite me· zunudurlar. İlk mekteplerin dört sınıfı muhtelittir; bu sınıfları bitiren ve 1 O yaşına giren çocuklar salahiyetli mütehassıslar tarafından ve muayene edilerek be· den ve zeka kabiliyetlerine göre muhtelif mekteplere ayrılırlar ; bu mektep­ lerin bazıları ilk tahsilin yüksek sınıflarını ikmal ettirdikten sonra talebesine umumi ve mesleki maliimat veren mütemmim kurslar halinde devam eder :


ICTi

�f A' l H İ Z M E T S İ S T E M L E R 1

bir kısmı sanat ve ticaret öğretir ; daha bir kısmı da üniversitelere mahreç olmak üzere lise halindedir. İstidadı ve meyli hususi bir ihtimamı icap ettirenlerirı mektepleri ayn· dır . İlk ve Orta mekteplerde dersler öğleye kadardır ; öğleden sonra be­ den terbiyesi, müzik, gezinti, müze ziyareti gibi mesai yapılır . Kızlar için 1 4 yaşından sonra başlıyan mütemmim tahsile bilhassa Ev Bakımı dersine ehemmiyet verilir. Gençlere ve yaşlılara mahsus yablı veya sadece gündüzlü « Y Ü k s e k H a l k M e k t e p l e r i > mevcut olduğu gibi « H a l k K Ü l t.ü 1 Ü 't adlı cemiyetlerin konserleri, gösterileri, sabit ve seyyar kitaphaneleri, sinemaları çok faydalı olmaktadır Halka sihhi bilgiler vermek için hükumet tarafından memur edilen ko· miserler nahiyelere kadar teşmil edilmiştir . Kanuni ve milli birer vazife olarak bütün memleketi kavrayan bu içti­ mai hizmetlerde itirazsız mutavaat edilen bir disiplin hakimdir . •

Şu yukarıdaki malılmab kendisinden iktibas ve telhis ettiğimiz R e n e S a n d sözlerini bitirirken, acaba Almanya bu pek ziyade umumileştirdiği muazzam (enorme) işi başarabilecek mi ? diyor. Son senelerin istatistikleri­ ne, propaganda neşriyatına bakılırsa Almanya çizdiği programı hafifletmek şöyle dursun, bir kat daha genişletmiştir. Son yıllarda faaliyete geçen c Kıı Yardım Teşk ilatı » ,

<( Ana ve Çocuk Teşkilatı » . « İaşe Yardım Teşkilatı »

gibi milyonlarca azası bulunan halk birliklerinin muvaffakıyeti pek ziyade dikkatı çekmektedir. istirahat yuvaları, Alman kadınlar;ı birliği, nete vasıtala,riyle kuvvet ( K r a f t d u r c h F r e u d ) cemiyetleri gibi orijinal teşekküller ve haf· tada bir kap yemek ( E i n t o p f e s s e n ) usulü gibi yine orijinal varidat kaynakları sayesinde milyonlarca marklık ve milyonlarca halkı faydalandı­ ran yardımlar yapıldığı iddia olunmaktadır. Yine kendilerinin ifadelerine göre bu içtimai hizmetler sayesindedir ki, evvelce % 8 olan çocuk ölümü % 6 ya, evvelce binde 1 3 olan doğum binde 1 9 a çıkanlmııtır; çocuk ö­ lümünün % 4 e indirilmesi ve doğumun binde yirmi ikiye çıkanlması bek­ leniyormuş.

Bu hesapta, tabi'i, bugünkü harbin tesirleri dahil değildi .


ş

ı

ı

R

GOLON ÇOCUKLARI Yaz göçünce bağlardan benzi sarardı &üzün Ese ese göllerde seher yeli aam oldu. Gözler ışık ararken çöktü güne bir hüzün Ne çabuk akşam oldu, ne çabuk akşam oudu l Zaman, seldir dediler . . . A kmadan durur mu gün l

Hazan diye bir an var düşün sarmaşık, düşün . . . A h olmadan sinede hicranların dumanı, Kökleşmeden gönülde rüyaların yalanı, Gülün çocuklar, gülün, ömrün sırrına varın,· Gülün çocuklar, gülün, saçlar ağarır yarın . . .

SITKI

AKOZAN

ERKEN BATIYOR Güneş bu iklimde erken batıyor

Bütün ağaçların yemişleri ham.

Dağlar kederinden hasta yatıyor .. Birer canlı ölü çınar, d ef ne, çanı. Zümrüt şamdandaki al-mumu yakın. Bitinceye kadar yansın bırakın . . Yaprakları delen tırtıla bakın . . Tüyler ürpertici korkunç intika.m . . . S uları yıpratan duygusuz kaya, Çalı çırpı taşır leylekler aya . . Ceylan gözlü kızlar dargın aynaya, Şehirlerde akşam, köylerde akşam . . .

ŞADI

VARLIK


E

D

E

ı

B

Y U N U S ve T A P D U K

EMRE

y

A

T

HAKKINDA

H. ADNAN ERZI Umumi ve sosyal bir kaideye tevfikan halk kütlesi kendi ruhunun zev­ kini. düşünce tarzını ve hususi telakkilerini temsil eden büyük populaire şah­ siyetleri tamamen benimseyip hayatları etrafında bir çok menkıbeler, riva­ yetler vücuda getirir. Bu geniş kütlenin tarihi hakikatleri tahrib ve onlara destani bir mahiyet vermek hususundaki kabiliyeti buna inzimamen zaman ve mekan değişikliği düşünülünce teşekkül eden menakıbın ne derece muh· telif bir çehre arzedeceği kolaylıkla anlaşılır. Bilhassa evsafını zikrettiğimiz şahsiyetlerin h erhan gi bir mıntakada zuhur etmesi veya orada gönüllü bu­ lunması sakinler İçin büyük bir mazhariyet teşkil edeceği tarzındaki telakki merkadler (makam) arasında büyük bir tehalüf olmasını intaç etmiştir . Mesela Anadolu içtimai tarihinde ehemmiyetli bir mevki işgal eden di­ ni · siyasi bir hareketin fa'ili cSarı Saltuk:!> a muhtelif yerlerde bir çok makam­ lar atfederler [ 1 ] . işte ayni hal Türk Halk Edebiyatı'nın umumi inkişafı Ü• zerinde pek kuvvetli ve sürekli bir tesir icra etmiş olup, coşkun eserleri ağız­ larda dolaşan, halka inmekle onun ruh ve zevkine hitap edebilmekte en bü­ yük muvaffakıyeti gösteren Y u n u s E m r e için de varittir. Filhakika Ana· dolu'rıun müteaddit yerlerinde bu sofi şairin gömülü olduğu rivayet olunur. c İlk Mutasavvıflar » a d lı eserinde Y u n u s hakkında ilk ilmi ve mufassal tetkiki neşreden ustad F u a t K ö p r Ü l ü, bu rivayetleri ayrı ayrı zikretmiş; Bay B u r h a n Ü m i t de cYunus Divanı» na yazdığı çok sathi mukaddeme­ sinde [ 2 J Karaman' da bulunan tekke hakkında bi r vesika neşretmiştir. M ü­ teakiben şairimize tahsis ettiği çok mühim bir monografisinde Bay A b d Ü 1b a k i G ö l p ı n a r l ı netice itibarıyle dokuz mevki tesbit edebilmiştir ki bunları aşağıya dercediyoruz : Bursa, Kula ile Salihli arasındaki Emre köyü, Afyon'a tabi Sandıkb [ 3 ] , Karaman, Sivas yolu üzeri, Erzurum' a bir buçuk saat mesafede Düzcü köyü [ 4 ] , Konya Ak11arayı ve Porsuk suyunun Sakarya'ya karıştığı Sarıköy. Şimdiye kadar bilhassa kayde şayan olarak mezkur yerlerden Er•

[l] E v 1 i y a Ç e 1 e h i Seyahatname'si Cilt 2 S. 133 140, cilt 3 S. 191, 481 ve bil­ hassa A. G ö 1 p ı n a r 1 ı, Y u n u s E m r.e S. 30 31 e bakınız . [2] Ayrıcıı bak ınız. Yeni Türk Sayı 7 s. 554 - 580. [3] Bu mevkideki mezar ve mahalli rİ· ·

·

455

vayet için bakınız: Ülkü cilt XI Ağustos 1938 A 1 i G ü n el ü z cYunus'un bir mezarına dair> s. 525 . 7. [ 4] A l i G ö 1 p ı n a r l ı cDutçu> diye yazıyor (Yunus S. 67) Halbuki Düzcü veya Tuzcu olacak (A. Ş e r i f, Erzurum Tarilll 1936 isı. s. 171).


Ü L K Ü

456

,

İKİNCİKANUN

1940

zurıım ve Sarıköy'ün authentique merkadı ihtiva ettiği hakkında iki nokta · nazar ileri sürülmüştür :

ı

l ) cMarifetname» sahibi 1 b r a h i m H a k k ı, Z i y a e t t i n F a h r i ( 5 J ve A. Ş e r i f [ 1 6 J Düzcü köyündeki merkadın sıhhatli olabileceğini kabul etmişlerdir. Hatta 1. H a k k ı sadece c Şe'ni delillere istinad eden > bu kanaata kat'i bir şekil vermek için iki taı diktirmiştir [ 7 ] . Halbuki bu husuta tarihi menabi'de hiç bir kaydın mevcut olmaması, ayrıca taşlarda bulunan 79 7 tarihinin tamamıyle hakikatten uzak olması böyle bir kabw tarzınm ı_:ıayan ı itimat olmadığını ortaya koyar. 2 ) Prof. F u a t K ö p r Ü 1 ü ise Slarıköy' deki makamı hakikate en yakın bir ihtimamla Y u n u s' a ait olarak kabul etmekte [ 8 J A. G ö 1 p ı n a r l ı da ayni fikre iştirak eylemektedir. Çünkü Nefehat tercümesi S. 792 ve cB e k­ ayrıca t i ş i V i l a y e t n a m e s i» nde bu keyfiyetin kaydedilmesi [ 9 ] «Ş a k a y ı k»ın T a p d u k E m r e' nin Sakarya yakınlarında ikamet ettiğini bildirmesi oldukça kanaatbahş delaildir. İşte biz burada yeni bulduğumuz bir delailden bahsedeceğiz. Kütahya V a h i t Paşa kütüphanesinde 8 79 numarada mukayyet ve cMe­ nakıb i Evliya» ismini taşıyan bir mecmuada K a s ı m E n v e r i, Şeyh C Ü· i B i s t a m i, Ş e }' h C a m i, Z a r i f i ve Ş u r u r i n e y d, B a y e z i d gibi büyük sofilerin eş'arı meyanında bulunan M e v 1 a n a C e 1 a l e d d i n-i R u m i 'nin bir rubaisini takiben münderiç : •

,

Sen canandan seçmedin canan arzu kılu.rsu.n Andan zünnar kesmedin iman arzu kılıırsu.n

Tıl/ ı nareste gibi damenin at eyleyüp Ele çevgan girmedenk meydan arzu kılu.rsan -

kıt'ası «Şeyh · i meşayih ül · azam Yunus Emre kim makam . ı mubarekeleri Sankarye' dedir.» başlığını taşımaktadır. [5] Z. F a h r i, Erzurum Şairleri S. 18 - 19. [6] A. Ş e r i f B e y g u, Erzurum Tarihi s. 171. [7] Bunların kitabelerini buraya der· cetmeyi lüzumlu. görüyoruz. Elfatiha Kıı1b • elarifin Tapdıık

JI.' ..iı

•.;-

Emre

i Billah Yunw

•.r

JW .Mı Wl

·

[9] cEşıir - ı hakayık - ı ilahiden bİI' sohbet

eyledi kim kimesneler ol meclisi•

hayran

oldular ve dekayık - ı . gayri mütena·

hiden bir nefes söyledi kim niçin guyandeler kim kendünde zuhur

görüyoluz.

bıJdu, fücümle tak­

rir kıldılar 11e - kaleme aldılar halta bİI' ""'"

El/aıiha

Elarif

(Erzurum Tarihi S. 171 - 173). [8) Türk Edebiyatında ilk Muıas11vvıf· 311) S. 3ll. lar (S. 307

aciz ve sergerden kaldılar. Dahi her nuıu/c

�..ıJ

7M

cetmeyi lüzumlıı

1193 tarihinde İ. H a k k ı tarafından inta

ettirilmi§tİr

teber

Emre

ı.r..ıJ

kitap ve divan oldu. Hala merkaıll

Sivrihisar ku.rbünde mevlidine yakındır'.> ( Bekttişi Viltiyetnamesi,

s. 150 . 153 :

H a 1 ı ı E f. nU1hu1

YUDUI s. 74 ).


YUNUS ve TAPDUK

EMRE

HAKKINDA

Bu kayıt büyük sofinin Sarıköy' deki mezarının mecmuanın tertip edildiği dokuzuncu hicri asrın sonunda maruf olduğunu göstermektedir [ 1 O] (San­ karye' nin Sarıköy mukabili olarak kullanıldığı şüphesizdir ) . Ayrıca ilave e­ delim ki mezkur manzumenin 9 1 2 tarihinde istinsah edilmesi bilhassa dik­ kate şayandır. Çünkü Lamii, Nefehat tercemesini 9 2 7 Recebinde bitirmiştir. Böylece kendisinin kaydettiği rivayetin tarihi bir esasa istinad ettiği tebarüz ediyor . işte bütün bu delail karşısında Prof. F u a t K ö p r Ü 1 ü'nün nokta ı naza­ rı nı yani Yunus'un Sariköy'de medfun olduğunu ka bul etmek mktezidir. -

u

Ayni mecmuanın baı tarafına sonradan güzel nesihle T a p u u k ve Y u n u s E m r e ile H a c ı B e k t a ş ı V e l i ve Ş e y h H a s a n 'a ait ol­ mak üzere arapça bir kısım ilave edilmiştir. Bu kısım doğrudan doğruya Ş a k a y ı k -ı N u m a n i y e 'den alınmıştır. Fakat T a p d u k E m r e 'nin me­ nakıbı yazıldığı yerin kenarında aşağıya dercettiğimiz bir manzume mevcuttur. Biz bunun Yunus'un büyük mürşidine ait olduğunu kuvvetle tahmin ediyo­ ruz. Yunus Divanının tetkiki bu hususta kat'i neticeyi verecektir . Ger (eğer) &orarsen benden ey �eyh • i ecel Mezhebim nedir deyu fil (/ı�Ü) · Ü amel Mezhebim bUdur canına bibedel Gelene gir dimezem gidene gel.

Y u n u s'un bir çok maruf ve giizel eserleri varken bunun intihabı mu­ haldir .

[ 10] Bu mecmua (68) Varaktan ibaret

ber

V. 136

·

olup umumiyet itibarıyle çok eski l;ir ıııan·

mud

zara arzt:Lmektedir. Kabı eskimiş mukavva·

ği c.Gülşen • i

dır. Muhtelif zamanlarda ve muhtelif kim· seler tarafından yazılmış küçük risilelerden mürekkeptir. Mevzu · meyi, muhtevi dığını

v. 52

parçadan

ı

bahs ettiğiıniı manzıi·

kısmın 912 tarihinde yazıl· ·

56

istihraç

da bulunan mensur bir ediyoruz.

Bununla

bera·

·

tarafından

sofi ( Eb'adı 12 çok

Son

466 arasındaki

Şeyh

Mah.

T e b r i z i 'nin 717 de telif eyledi­

Ran

977

Dervit

de istinsah

Yusui bin Ali edilmiştir.

Bir

şairin farsi eş'arı da mukayyettir X 20). olarak

Y u n u s'un

M e v 1 il. n a'nın

kıtasının

mana

ruba'iııiyle

itibarıyle

biri·

birine pek ziyade benzediğini iıaret edelim.


H

ı V

A

K I

L

L

I

A

M

V

y t

L

S

O

E

N

EDGAR POE E d g a r P o e, 1809 da Baltimur'da doğdu. Haya­ tı, ihtiraslı ve maceralarla dolu olarak ge çti. P o e'­ nun cıeuası, mucıze rad.:lesme va ran bır zeka, istis­

nai tipler yaratmaya son derece ka,b iliyetli bir mu­ hayyile ile kendini belli ed er E d g a r P o e bütün saadetini dört elemanda aramıştır : açık havada hür yaşamak, bir kadmııı a şk m a nail o lmak, her türlü mevki hırsından uza� bulunmak ve yeni bir güzel ya­ ratmayı gaye edinmek. Hiç bir muharrk, beşeri hayatın istisnalarını on�n kadar sihirli b i r şekilde an l a ta mamı ş tı r Gayet nazık ve uçucu mahiyette olan ljeyleri sezip tart ar, bu mu­ .

.

hcı.y y"'' ve ı:ıeıırsız ha,,ıerın tesi riyıe, yarattığı insan tiplerinin nasıl fenalığa doğru sürüklendiğini ilmi bir d ikka t ve ö z enle tasvir eder. P o e'nWl hayatı, baştan başa, hakiki bir t ra j edi­ di r ; faka� \ı:2.der ona daha haz in, daha acı ve bayağı sahnelerle karışrk b i r ö ' üm hazırlamışt1. B i r sabah şafak sökerken, kendisi i c k i d en s ı z mı ş bir halde. bir d em i ry o l üstünde ölü olarak bulunmuştur. Öldüğü za­ man tam kırk ya şınd ay dı. E d g a r P o e'nun HarikulMe Hikayeleri, bugün

bütün lisanlara çevrilmiş ve bütün dünyaca tanınmış­ tır. Bu t e rc emele r in en mükemmeli, muhakkak ki, fr::ms;z edibi Ş a r ! B o d 1 e r tarafından yapılamdır. B o d l c r, P o e'nun muasırı idi. P o e'nun esraren­

giz deh'.isma hayran olmuş, b i r çok şiirlerinde onun tesiri altında kalmıştı. B o d 1 e r' in. tercemeleri .de, aslına sadakat ve asıl muhrriri tebarüz ettiriliş iti­ b ar ı yle, b i r şaheserdir. Okuyucularımıza, B o d 1 e r'in tercemel erinden çevirdiğimiz bu hikaye, aynı zaman­ da E d g a r P o e'nun muzlim kalan hayatı için ro­ manse bir o t obiyografi olmak itibaı ıyle de haklı bir

şöhret kazanmıştır.

F. Y .

Şimdilik, kendimi W i 1 1 i a m W i 1 s o n diye tanıtmama müsaade edilsin. Gözümün önüne serilen şu temiz sahifeler hakiki adamla kirlenmiş oJmasınlar. Bu ad, pek çok defa, bir nefret ve hakaret mevzuu oldu ; aile me de ağır bir zül . . . İrkilen rüzgarlar bile onun akla sığmıyan düşkün lilğünü arzın en uzak köşelerine kadar götürmediler mi ? Ey, büı:ün sür günlerin en kimsesizi olan sürP,ün 1 A rtık yeryüzünde her türlü şereflere, yaldızlı ümitlere ve çiçeklere gözlerini kapamış bir ölü değil misLı ? Ümit­ lerinle gök yüzü arasına koyu, yaslı, sonsuz bir bulut girmiş değil midir ? Anlatılmaz bayağılıklar, afvedilmez cinayetler içinde yaşadığım son 458


VİLLlAM VİLSON

yılların hatırasını, elimden gelse bile, bugün bu sahifelere geçirmek niye­ tinde değilim. Hayatımın yakın bir devresinde birdenbire en son haddine yükselen ahlaksızlık sahnelerinin yalnızca başlangıcını çizmek istiyorum. Şimdilik öz gayem budur. İ nsanlar, umumiyetle, derece derece körlenirler. Halbuki benden her türlü fazilet, bir manto gibi ansızın sıyrıldı. Hangi te­ sadüfün, nasıl bir kazanın başıma bu felaketi getirdiğini anlatmama müsa­ ade ediniz. Artık ölüm yaklaşıyor, önden gelen gölgesi, kalbime tatlı ve ılık tesirlerini sunmuştur. Bu karanlık vadiyi geçerken hemcinslerimin biraz sempatisini -merhametini deyecektim- kazanmak en büyük emelimdir. İs­ terdim ki, kendilerine arzedeceklerim arasında bir günah çölü içerisine ka­ rışmış bazı kadersizlik vahaları da bulunduğunu görsünler. Onlar da kabul etmek lUtfünde bulunsunlar -ve böyle yapmamak ellerinden gelmeyecek tir- ki dünyada pek çoklarının baştan çıktığı görülmüşse de, insan hiçbir zaman bu şekilde düşmemiş, fenalığa böyle ınağlı'.'ıp olmamıştır. Hakikat aranırsa, acaba hayatımı bir rüya içinde yaşamadım m1 ? Masallarda bile rastlanmayan birtakım hayaletlerin esrarına kurban gitmiyor muyum ? Ben, her yerde, mizacının coşkunluğu ve hayalperestliği ile kendisini belli etmiş bir neslin soyundanım. İlk çocukluğum gösterdi ki cedlerimin taşkın karakteri bana da tamamıyle intikal etmişti. Yaşım ilerledikçe bu karakter daha kuvvetle belirdi ; bin türlü sebeplerden dolayı, dostlarım için ciddi bir üzüntü ve benim için de bir mağduriyet kaynağı oldu. En vahşi heveslere kendini kaptırmış bir gönüllü, baş edilmez ihtirasların oyuncağı ddum. Zaten zekaca pek dar olan ve ayni yarad!lışın noksanlarıyle kıvranan ana babam, bende göze çarpan bu fena hevesleri durduramazlardı. Her neka­ dar bir iki kere bunların önüne geçmeyi denedilerse de zayıf ve yönetimsiz teşebbüsleri tamamıyle boşa gitti. Partiyi ben kazanmıştım. O andan itibaren lıer sözüm, ev içinde bir kanun kesildi. Pekaz çocuğun yardım görmeden yürüyebildiği bir çağda ben kendi keyfime bırakıldım. Mektep hayatına ait ilk intiba'larım, İngiltere'nin, cesim ağaçlarla do­ nanmış, evleri son derece eski, loş bir kasabasında, Elizabet stilinde bir bi­ naya bağlıdırlar. Bu muhterem ve eski kasabacık, hakikatte rüyaya benze­ yen ve ruhumu okşamak için yaratılmış olan bir yerdi. Şu anda, koyu göl geli yollarının insana ferahlık veren serinliğini hayalimden geçiriyor, bin türlü yeşilliklerinden çıkan güzel kokuları teneffüs eder gibi oluyorum. De� rinden gelen ani ve hüzünlü feryatlarıyle gotik çan kulesinin büründüğü sis tabakasını her saat başında yırtan çan seslerini duyuyor, tarif edilmez bir hazla titriyorum. Eski okul anıları ve hülyaları içine kendimi bırakmakla onlarda, benim gibi bir adamın doyabileceği kadar, cana yakınlık hissediyo­ rum. Bu çocukca teferruat içinde kendime küçük ve devamsız bir teselli ara· maklığım, içinde yoğrulduğum felaketlerin büyüklüğüne bağışlansın. Esa sen, ilk hatıralarım asıllarında gülünç ve bayağı da olsalar, muhayyelemdc son derece ehemmiyetli bir yer tutuyorlar. Onlar bile, kara gölgesini üze -


460

0 L K Ü, İKİNCİKANUN 1940

rimden ayırmayan kaderin henüz ilk tenbihlerini yolladığı zaman ve yere gizliden gizliye bağlıdırlar. Artık beni .bırakınız, herşeyi hatırlamak isti yorum. Okulun binası, demin söylemiştim, eski ve biçimsizdi. Geniş arsasını, tuğladan yapılmış, harç ve kırık cam parçalarıyle sıvalı yüksek bir dıvar çe­ viriyordu. Bakışlarımız, habshanelere yaraşan bu seddin dışarılarını haftada yalnız üç defa görebilirlerdi. Her cumartesi günü öğleden sonra, iki öğret­ menle beraber, küçük bir kır gezintisi yapmamıza müsaade edilirdi ; pazar günleri de, sabah akşam, _düzgün adımlarla kasabanın biricik kilisesinde dua etmeye giderdik. Okulun baş öğretmeni ayni zamanda kilisenin vaızcısıydi. Ağır ve gösterişli adımlarla kürsüye çıkarken kendisine ne derin hayret ve imreniş dolu gözlerle bakardım ! Bu sevimli, alçak gönüllü, yürüdükçe dal­ galanan siyah cübbesi gayet temiz, muhterem adam, biraz sonra asık suratı, tütün kokan esvabı, elinde sopasıyle karşımıza çıkacak olan adamın ayni miydi ? Ey, korkunçluğu her türlü cevabı alt üst eden büyük muamma 1 Kalın dıvarın bir köşesinde, sımsıkı kapalı, büyük bir asma kilitle mü cehhez ve birçok dişli demir edevatıyle sarılmış duran koca demir kapı, her an bize acı nazarlarla bakıyor gibiydi. Karşısında ne derin bir korku hissi duyardık ! Kapı, yalnızca, haftanın evvelce bahsettiğim peryodik üç aza dında açılırdı ; o zaman, cesim kanatlarının her gıcırdayışında, ruhumuzun esrarle dolduğunu hisseder, düşünce ve müşahede dünyalarına dalardık. Ge­ niş avlu, gayr-i muntazam bir şekildeydi ve birçok kısımlara bölünmüştü. İçlerinden en büyük üçü dördü teneffüshane olarak kullanılmaktaydı. Top­ rak, ince kum ve çakıl taşlarıyle dümdüz edilmişti ; üstünde ne bir tek ağaç, ne de oturacak bir kanape vardı. Okulun ön cephesinde, bodur defne ağaç­ larıyle, çimenlerle bezenmiş bir çiçek bahçesi göze çarpıyordu. Fakat bu mukaddes vahayı geçebilmemize pekaz fırsat düşerdi : mektebe ilk gelişte, mektebi terkederken, yahutta Sen Jan, Noel tatillerini geçirmek üzere bir akraba tarafından davet edilirsek . . . Ya okul binası -ne tuhaf ve eski bir yapıydı !- bende adeta tılısımlı bir saray tesirini yapıyordu ! Dönemeçlerinin, hadsiz hesapsız taksimatının sonu yoktu. Herhangi bir yerinde durup birinci mi yoksa ikinci katta mı ol­ duğunu kat'iyetle söylemek son derece müşkildi. Bir odadan diğerine geçer ken hiç olmazsa üç dört basamak inip çıkmak zorunda kalırdık. Yan cephe­ lerinin taksimatı akla sığmayacak derecede çoktular : dönemeçler ve kori­ dorlar biribirine karışıyordu, öyle ki, binanın toplu bir bakışta bize verdiği fikir, namütenahilik hakkında edindiklerimizden pek te fark etmiyordu. Beş yıl içinde, diğer on sekiz yirmi okurla beraber yattığım koğuşun ne tarafta olduğunu hiçbir zaman layıkıyle kavrayamadım. Mütalea salonu, binanın -hatta o zamanki kanaatime göre dünyanın­ en büyük salonuydu. Pençereleri değirmi, tavanı basık, upuzun sıkıntılı ve i::: be bir yerdi. Uzak bir köşede duran ve hepimizi korkudan titreten sekiz


VİLLİAM VİLSON

on adımlık murabba' hücre, baş ö ğretmen sayın doktor B r a n s b y 'nin ilahi kudretini temsil ediyordu. Sağlam yapılıydı, kapısı da muhkemdi ; kendisi içerde yokken onu açmaktansa en ağır şekilde ölmeyi daha elverişli bulurduk. Diğer köşelerdeki odalar daha az ürktüğümüz yaşama bilgisi, in­ gizlice ve riyaziye öğretmenlerine ayrılmıştı. Salonla içine gelişi güzel ser­ pilmiş olan hadsiz hesapsız sıra ve rahlelerin gözleri, parmak lekesi taşıyan kitaplarla tıkabasa doluydu. Hepsi de pis, eski ve zamanla yıpranmıştılar, isimler, türlü türlü yazılar, kaba saba resimlerle karalanmışlar, bıçak yara larıyla delik deşik olmuşlar, ilk şekillerini kaybetmişlerdi. Salonun bir ni­ hayetinde su dolu bir kova, bir diğerinde de kocaman bir çalar saat duru yordu. Bu muhterem okulun dört dıvarı arasında, canım sıkılmadan, tiksin­ meden hayatımın üçüncü beş yılını geçirdim. Çocukluğun doğurucu zekası, oyalanmak ve e ğlenmek için lazım olan hadiseleri kendiliğinden yaratır, dı­ şarıdan bir yardıma ihtiyacı yoktur. Görünüşte monoton olan mektep haya­ tım, gençliğimin olgun çağlarına erişince şehvette, ve sonraları. da fenalıkta aradıklarımdan daha coşkun heyecanlarla doluydu. Öyle zannediyorum ki, benim zekamın ilk inkişafı, başkalarınkine benzemeyen bir şekilde oldu. Umumiyetle, çocukluk hayatında geçen vak'alar, insan olgun bir çağa eri şince, tesirlerini kaybederler. Herşey belirsiz bir gölge, insicamsız ve müb­ hem bir hatıra olur ; hülyalı ıztıraplara zevk ve eğlence anları karışır. Benim için böyle değildir. Eski madalya yazıları gibi derin ve sürekli olarak hafı­ zama işlenmiş bulduğum bu satırları vaktiyle olgun bir adam enerjisiyle duymuş olmalıyım. Halbuki, vak'aların akışına bakılırsa, bu yaşayışta insana hatıra olarak kalacak ne az şey vardı ! Sabah uyanmak, akşam yatağa girmek, ö ğrenile cek veya ezberlenecek dersleri hazırlamak, haftada üç kere izin ve gezinti­ ler, teneffüs zamanlarını içinde kavga gürültüyle geçirdiğimiz avlu . . . Bü­ tün bunların cevherinden, ruhi bir büyünün tesiriyle, taşkın hisler ve bol hadiseler fışkırıyor ; türlü türlü heyecanlar ve baş döndürücü ihtiraslarla dolu bir alem kaynıyordu. ·

Ey, demir disiplin altında geçen güzel günler, hayatın da en iyi zaman­ ları imişsiniz I . . .

Ateşli, coşkun ve emretmeye alışmış tabiatım, arkadaşlarım arasında da kendini gösterdi ve bana, yavaş yavaş, bütün akranlarım üzerinde büyük bir tahakküm ve nüfuz kazandırdı, -yalnız, içlerinden biri müstesna- bu talebe, hiçbir yakınlığımız olmadığı halde, benimle aynı adı ve soy adını taşıyordu ; -bu hal aslında şaşılacak birşey değildir- zira, benim soy adım, menşeimdeki esalete rağmen, eski devirlerdenberi kullanılagelen alelade bir isim olmuştu. Zaten bundan dolayıdır ki, yazılarıma başlarken, kendimi aslından pekte uzak olmayan W i 1 1 i a m W i 1 s o n adıyla tanıttım. Sınıfı teşkil eden­ ler içinde yalnız soydaşım, derslerde olsun, oyun, kavga ve teneffüslerde ol­ sun, bana karşı gelmeyi göze alabiliyordu. Sözlerime körü körüne inanmayı.


4'62

0 L K Ü, İK.İNciKANUN 1940

irademe boyun eğmeyi reddediyor, her fırsatta, elde ettiğim diktatörlüğe engel oluyordu. Eğer yer yüzünde yüksek ve kayıtsız bir zulüm varsa, o da, zeki bir çocuğun arkadaşlarının daha az enerjik olan ruhlarına yaptığı ta· hakkümdür. W i 1 s o n 'un muhalefeti benim için en büyük bir üzüntü kaynağı idi. Onu ve iddialarını herkesin yanında hiç korkmadan aşağılandırdığı:::n halde, yerimde tutunabilmek için ettiğim gayretleri kolayca atlatmasını bir üstün­ fük sayıyor, hakikatte kendisinden ürküyordum. Esasen bu yüksekliği, bu r.:.üsaviliği demek daha doğru olur, hakkıyle anlayan yalnız bendim. Arka­ daşlarım, izah edilemez bir göz bağlılığıyla kanaatlerinde sarsılmamış görü­ liiyorlardı. Zaten rekabeti, ve tasarladığım işlere küstahçe müdahalesi, hu­ susi bir maksadın temininden daha ileri gitmiyordu. Hatta bendeki tahak­ küm hırsından ve bunu aşılayan enerjiden de mahrum görünüyordu. Gerçi, bazı hallerde, hakaret ve küstahlıklarına mevsimsiz bir samimiyet tonu da kattığını hayret, aciz ve öfke içinde görmekten kendimi alamıyo:-dum ; fa­ kat kendisinin bu rekabete yalnızca bana karşı koymak, beni şaşırtmak ve ezmek için atıldığı tahmin edilebilirdi.

Belki de onu takındığı bu yalancı samimiyete soydaşlığımız ve okula ayni günde yazılmamız katılmış, yüksek sınıflarda kardeş olduğumuz dedi­ kodusu yayılmıştı. İcap eden yerde evvelce de söylemiş olduğum gibi, V/ i - 1 · s o n 'la ailem arasında hiçbir yakınlık yoktu. Fakat doğrusu kardeş olsay­ dık mutlaka ikiz doğacakmışız. Zira doktor B r a n s b y 'nin evini terk­ ettikten sonra şaşılacak bir tesadüf bana öğretti ki soydaşım da benim gibi 19 İlkkanun 1813 te doğmuştur. W i 1 s o n 'un devamlı rekabetinden ve çekilmez zıddiyetinden irki lerek kendisinden büsbütün nefret etmeyişim garip görülebilir. Aramız­ da muhakkak çıkan hergünkü kavgada zafer çelengini başkaları önünde ba­ na bırakıyor, sonradan bunun hakikatte kendi payı olduğunu hissettirmek istiyordu. Mizaçlarımızda birçok müşterek noktaların bulunmasına rağmen, karşılıklı münasebetlerimizin gerginliği, içimizde uyanan hislerin dostluğa inkıta.hına mani oluyor ; ancak benim gururum ve onun ağır başlılığıdır ki ikimizi de edep ve terbiye dairesinde tutuyordu. Kendisi hakkında hisettik­ lerimi layıkıyle tasvir edebilmek çok güçtür ; hunlar girift, karışık bir mal­ gama olmuştular, -henüz nefret haline gelmemiş- taşkın bir düşmanlı ğın saygı, korku ve telaş içinde birbirini tartma devirlerinde bulunuyorduk. W i 1 s o n 'la benim biribirinden ayrılmayan iki arkadaş olduğumuzu buraya ilave etmeyi de, ahtakçı bir adam için, lüzumsuz buluyorum. Şüphesiz münasebetlerimizin böyle anormal ve iki manalı oluşu, gerek y üzüne karşı ve gerekse gizliden gizliye yaptığım hesapsız hücumların alay ve kinaye kisvesi altında boşa gitmesine sebep oldu ( soytarıca hareketler bazan onulmaz yaralar açmıyor mu ? ) , ciddi ve cepheden bir düşmanlığın teessüsüne meydan bırakmadı. Plinlarımı olanca zekamı kullanarak tasar -


VİLLİAM VİLSON

lasam bile, bu bakımdan tam bir zafer elde edemiyordum ; zira soydaşımın karakterinde öyle bir vekar ve sükunet vardı ki hem kendi istihzalarımn bende açtığı yaradan keyifleniyor, hem de hiç istifini bozmadan gülünç ol­ maktan sıyrılıyordu. Onda yaralayabileceğim tek bir nokta vardı, belki de yaradılışının verdiği bir eksiklikten ileri gelen bu kusuru yüzüne vuran yalnız bendim, o kadar öç almaya susamıştım : hasmımın hançeresindeki bir eksiklik, sesinin çok pes bir fısıltıdan daha yukarı çıkmasına mani olu­ yordu. Ben de bu kusuru bir silah gibi kullanarak, ondan her türlü istifa deyi çekmek zavallılığına katlanıyordum. ·

W i 1 s o n buna birkaç şekilde mukabele ediyordu. Beni son derece öfkelendiren bir muziplik de bulmuştu. Nasıl yaptı ? B ukadar önemsiz bir­ şcyin bana dokunacağını nasıl düşündü ? Bu, benim hiçbir zaman halleme­ diğim bir sualdir. Ve artık her fırsatta bana karşı bu işkenceyi kullandı. Pek uygunsuz bulduğum zavallı soyadım, avam tabakasına yaraşır ismim için her zaman nefret duymuştum. Onların her hecesi sanki kulaklarımı zehirli­ yor gibiydi. Daha okula ayak bastığım gün ikinci bir W i 1 1 i a m W i 1 s o n 'un türediğini görünce, benimle aynı adı taşıdığı için, kendisine garaz bağladım ve ismimden bir kat daha nefret ettim. Bu yabancı sebebinden iki misli çağırıldığımı işitecek, bu yabancı hep karşımda olacak ve yaptıkları, uğursuz bir tesadüf yüzünden, benimkilerle karışacaktı. -

Bu hadisenin bende hasıl ettiği nefret, aramızdaki diğer beden ve ruhi müşabihetleri ortaya çıkaran her tesadüfte daha ziyade şiddetlendi. Henü?. yaşıt olduğumuzu öğrenmemiştim ; fakat görüyorum ki boylarımız birdir, umumi hatlarımızda, çehremizde şayan-ı dikkat bir benzerlik vardır. Ayrıca. hısımlığımıza dair yapılan dedikodulara da fena halde sinirleniyordum, bu­ na bilhassa yüksek sınıf talebeleri inanıyorlardı. Bir kelimeyle ( kimseye sezdirmemeye çalışmakla beraber ) aramızda herhangi bir zeka, benlik ve doğum benzeyişi iyması kadar beni alt üst eden şey yoktu. Bu müşabihetin sebebini onun da her cepheden benim kadar özenerek incelediği belliydi. Lakin yazdığım hadiseler arasında bukadar zengin tezatlarla dolu bir ka­ rakter göstermesini, ancak zekasının girginliğiyle izah edebiliyorum.

- Bihnedi -

Fransızca'dan çeviren

FETHi Yücel


H A L K E V L E R İ H ALKEVLERI HALKEVLERI ve SOSYAL YARDIM Sosyal asistana her vakit yardım şek­ linde tatbik edilmez ; istenilen ve bek­ lenilen her hangi bir iyiliği ve güzel­ liği teşvik eder mahiyette tertip e­ dilen mükafatlar sosyal asistansın da­ ha semereli ve tesirli nevileridir İhtiyaçlılardan çoğu ihtiyacını meydana koymakta 'Yle hatta doğru­ dan doğruya yapılan yardımı kabul­ de kendileri için tevazuu yıkan ve iz. zet - i nefislerini hırpalayan bir hareket yoluyla yapılan yardımı istemekte ken­ dileri için bir hak ve salahiyet görür­ ler . Altı çocuktan fazla çocuk sahi­ bi olan anneler HükUınetimiz tarafın­ dan verilmekte olan ikramiyelere kar­ şı vuku bulan dileklerin çokluğunda, bu arzettiğimiz ruhi haletin tesiri bü­ yüktür. Ondan dolayıdır ki, sosyal asis­ tana istihkak şartlarından ilki ihtiyaç ise ikincisi liyakattır. Bazı devletlerin sosyal yardım için fazilet ve şerefi ilk şart olarak koşmaları da bundandır . Türkün asil ruhundaki hayırsever­ liğin ve iyilik severliğin tecellisi eseri o­ lan " Vakıflar "da bu gibi milli ülkü­ ler ve moral şartlar mevcuttu. Gitgide skolastik bir zihniyetle sırf dini bir mahiyet alan vakıfların esasında fakir­ lerin ve ihtiyaçlılann ihtiyaçlannı gi­ dermek maksadıyle birlikte milli ve insani herhangi bir fazilet ve liyakati teşvik etmeli de mündemiçtir. Bugiin artık, eseri değil, adı bile unutulmuş o•

P O S T A S I

Ç A L IŞ M A L A R I lan vakıflarımızın şekil ve nev· ileri tet­ kik ve tahlil edilirse bunların tesisle­ rinden beklenilen, milletin ve devletin selametine ma 'tuf yüksek idealleri sez­ memek mümkin olamaz. Vakıf tesis edenler arasında miriden mal ve miras kaçırmak isteyen muhtekirler karışınca ve vakıflara bir, iki arpalıkla doyma­ yan aç gözlüler el koyunca atalarımı­ zın çok yüksek insani ve ma'şeri duy­ gularıyla kurdukları vakıflar bir kaç mabedi bile ayakta tutamayacak hale gelmiştir. Bugün, sosyal yardımı ilgilen­ diren vakıf müessesesi parmakla gös­ terilecek kadar azdır . Vakıfların, asıllarındaki maksat ve emellere irca 'ı hususu Cümhuriyet Hü­ kumetince düşünülmüş ve lazım �elen tedbirlerin tatbikına başlanılmıştır ; la­ kin neticenin tahakkuku için aradan kafi zaman geçmemiştir. Damarlarında, dedelerinin necip ve alicenap kanını aynı asalet ve şeref­ le taşıyan bugünkü Türk evlatları ara­ sında da, milli ve insani emeller u�run­ da sermaye ve servet tahsisini candan isteyenler pek çoktur. Kızıl - Ay "'e Ço­ cuk Esirgeme kurumları'na okul ve :1as­ tahane gibi müesseselere yapılan kLer­ rü ve hibeler bu varlığın çok bt>lagatli delilleridir. Zenginlerimizdeki hayırse­ verlik ve iyilik severlik duygulacaıın u­ mulduğu nisbette inkişaf göstereme­ mekte olması, yapılacak vasiyet ve hi­ belerin yerine masruf olabilmesi ve ze­ valden masuniyeti hususundahenüz ka-


HALKEVLERİ ÇALIŞMALARI

nuni hükılmlerimizin halkımıza tama­ mıyle kanaat verici bir şekilde neşir ve telkin edilmemiş bulunmasındadır. Eski vakıf usulleri bugünkü ihtiyaç ve telakkisine cevap verecek mahiyette ol­ madığı gibi diğer memleketlerde No­ terlerin tatbik ettikleri şekil de memle­ ketimizde şimdilik benimsenilmemiştir. Bu sebepledir ki, bir hayır için sabırsız­ lanan yutdaşlar ya kanun! şahsiyeti ta­ karrür etmiş cemiyetlere veya doğru­ dan doğruya Hükılmetin emrine teber­ rüde bulunmak şıklarından başka usul­ lere pek de rağbet etmemektedirler , Halbuki, sosyal asistana sadece bir kaç cemiyetin iştigal sahasını teşkil e­ den mahdut meselelere münhasır de­ ğildir ; ötede daha öyle sosyal yardım işleri var ki bugün bunlar sem�aye ve eleman bekleyor. Hükumet, içtimai yardım işleri için sürekli tahsisat vermek istiyenleri em­ niyetli ve halelden masun bir şekilde tatmin edecek pratik Ve kanuni Usul­ leri kabul edinceye kadar, hayırsever­ lerimizin insani duygularının halkımızı faydalandırmak hususunda Halkevleri' =ıizin Sosyal Yardım şubeleri pek iyi =ı.üessir olabilirler. Bunun için de kü­ ;:ik kuçük mükafatlar ve dar sah:ılı fon­ =.asyon " fondation "lar tesis edt:bilir­ ".a. Mesela, mektebini birincilikla. biti­ :-=.ek veya sınıfını pek iyi derecede ge­ ;ı:cek ihtiyaçlı çocuklara, evlendı.�inin � yılı içinde çocukları olan ihtıyaçlı­ ıra elbise yaptırma, her evlenen ihti­ �-çlıya işlerine yarıyacak bir hediye al­ :::.a.k gibi yardımlar hem te§vik, hem :.e takdir olur . Son günlerde elime geçen 1.-e sa­ -:.e:.e doğumu teşvik noktasından yal­ l:i:2 Paris şehrinde mevcut bu!unan sos-

465

yal yardım teşekküllerine ait bir me­ mento - da 60 dan fazla fondasyon s_. yılıyordu : mahallenin en güzel kızı­ na, en gürbüz çocuğuna, o yıl ;.;inde dul kalmış en genç kadına, en fazla çocuklu aileye, en faziletli anney:-, en maharetli kadına, evladını vatan uğ runda kaybetmiş anneye, çocuğunu has­ talıksız büyütenlere, evladını iyi terbi­ ye edenlere, iyi ve temiz giydirt"•ılere. güzel manzume okuyan veya piyano çalanlara, hasılı her hangi bir kisbi ve­ ya tabi'i liyakati bulunan ihtiyaçlılara tahsis edilmiş hibeler ve vasiyetler gö­ ze çarpıyordu . Türk iyilik, doğruluk ve güzellik işlerinde başka milletlerden geri kal mak şöyle dursun, başkalanna örnek verecek bir üstünlüktedir ; ancak c:van­ mert feragati kendisinin bizzat oıtaya atılmasına manidir; küçük bir delalet. samimi bir müracaat o yaratıcı hır!reti statik veziyetten dinamik bir ha.le ge­ tirebilir. Sosyal Yardım şubeleri�nizin bu delalet işinde büyük hisselerine şa­ hit olmaktayız ve daha da o]a,:E..ğız. -

Adana Halkevi'nde Sosyal Yardım faaliyeti Faaliyeti yüksek bir iş merkezi o­ lan Adana, sıhhi müesseseleri itibarıy­ le de zengin bir şehrimizdir. Her iki du­ rum oradaki Halkevliler için geniş bir sosyal yardım sahası açar. Bu yılın ilk altı ayına ait rapor bu icap ve imkan­ lann değerli arkadaşlanmız tarafından gözönünde tutularak ona göre bir prog· ram hazırlandığını ve bu prozramın ta· hakkukuna da başlandığını haber ver• mektedirler. İçlerinden 30 kadarı bp müntesibi


Ü L K Ü

,

İKİNCİKANUN

olmak üzere 800 den fazla üyesi bu­ lunan Adana Sosyal Yardım şubesi altı ay içinde 2 000 e yakın hastaya yar· dım eli uzatmış, ihtiyaçlı talebeye el­ bise, ayakkabı, kitap vermiş, Ceza Evi ve amele yaşayısıyle ilgilenmiştir ; köy· lülerimizin sıhhi durumlarıyla meşgul olmak üzere nümune köyleri seçerek bu yönden de işe başlamıştır . Sosyal yardımcılarımızdan, Ada­ na' nın çalışkan muhitinin çok müsait şartları ile mütenasip başarılar bekleriz. Zonguldak Halkevi'nde Sosyal Yardım faaliyeti Halkev!eri hemen her yerde bü­ tün >:ıubeleriyle teşkilatlandırılmış ol­ makla beraber, içlerinden bazıları şu· belerden bazılarına daha fazla bir ha­ reket ve faaliyet vermiş bulunmakla bir hususiyet arzeder. 1 9 39 yıiının ilk altı aylık raporu bile, gerek tertip, gerek münderecat bakımından başlı başına kıymetli bir eser olan Zonguldak Halkevi' nin faa· liyeti daha ziyade tenvir, irşat ve halk­ la kaynaşma sahalarında tebarüz edi­ yor. Hususiyle memieketin ve Hüku­ metin bütün salahiyetli zatlerinin de iştirakiyle yapılan bir köy gezisinin ik­ titaf ettirdiği neticeler pek parlaktır. Bu gezide, doktor üyeler sadece has· ta bakmakla iktifa etmemişler, mua· yene sonuçlarından içtimai delaletler de çıkarmışlardır : bu sayede bazı köy­ lerde sıtmanın varlığı, barsak kurtla· nnın bolluğu ve deri hastalıklarının çok­ luğu gibi nazara çarpmış, sıtma sava· §lyle su ve su ile temizlik meselelerinin muvaffakiyetler va'd ediyorlar . Zonguldaklı arkadaşlarımız su ve

1940

temizlik kadar hayatı ehemmiyeti haiz olan amelenin sıcak yemek yemesi problemiyle de yakından alaka peyda etmişlerdir ; yeni sene için bize büyük muvaffakiyetler va' d ediyorlar . Üsküdar Halkevi'nde Sosyal Yardam faaliyeti İçinde Eulunduğumuz yılın ilk altı ayına ait raporda sosyal yardımcılık bakımından büyük bir faaliyet kayde­ dilmeyor. Her raporda her şubeye ait tafsilat bulunamayacağından gelecek se· fere, Üsküdar' daki kıymetli arkadaş­ larımızın bu sahadaki çalışmaları hak· kında malumat alacağımıza inanıyoruz. Afyon Karahisar Halkevi'nde Sosyal Yardım faaliyeti •

Afyon Halkevi, yılın ilk yarısındıı, yüzlerce hastaya yardım etmiş, tesbit ettiği 400 kadar ihtiyaçlı talebeye sı­ cak yemek temini hususunda memle· ketteki hayır cemiyetleriyle el birliği yapmıştır. Çarşanba ve Perşenbe gün· leri pazar için şehre gelen köylülerimiz Halkevi'ndeki dispanserden faydalandı­ rılmaktadır. Upk Halkevi'nde Sosyal Yardım faali­ yeti Buradaki Halkevi, her Halkevi'n· de mutad bir faaliyet olan para yar­ dımlarına devam etmekle beraber köy­ ler "hakkında tertip ederek dağıttığı anket varakalarında ihtiyaçlılar ve sıhhi durumlar üzerine de sorular koyduğun­ dan derlenecek malumatın Sosyal Yar· dun komitesinin esaslı ve sürekli prog·


HALK.EVLERİ ÇALIŞMALARI ramının tertibinde de büyük faydalar temin edecektir. Ev'in bu devredeki para yardımı­ nın mıktan üçyüz lirayı �ec;miıtir . Antakya Halkevi'nde Sosyal Yardım faaliyeti Antalya Halkevi de para, ilaç ki­ tap yardımları ile birlikte hasta yurtta§­ lara tıbbi ve sihhi yardımlarında de­ vam etmiş, köy gezilerinde diı muaye­ ne ve tedavisi y ap tırmıı, köylülerimi­ zin dileklerini dinlemek ve sorguları­ na cevap vermek için haftada bir gün tahsis etmek suretiyle, çizilecek faali­ yet programının ana hatlannı bizzat memleketin efendisine tertip ettirmek tezini takip etmekte bulunmuştur. Ken­ dilerine başarılar dileriz . M. C. DURU

HALKEVLERİ ÇALIŞMALARJ A 1 b e r M a 1 c b e ( türkçeye çevi­ ren S a b r i E s a t Siyavuşgil) , Ye­ ni Terbiyenin Prensipleri, İstanbul Eminönü Halkevi, Dil Tarih ve Edebiyat Şubesi neşriyah, No. XIll, İstanbul, Arkadaş matbaası, 1 938, 30 kuruş.

467

( H a s a n O r t e k i n) ; Halk Adet· (M. H. B a y r ı ) ; Folk· lor ve Edebiyat ( Pertev Boratav) olmak üze­ re XII eser neşretmiş olan Eminönü Hal­ kevi neiriyal ı serisinin Xlll üçüncüsünü, bah· set mekte olduğumuz Yeni Terbiye'nin Prensip· leri teşkil ediyor. Altı formadan ibaret olan bu eser, Yeni Teriye'nin Prensipleri es. 5 13>, Seciye te­ §ekkiUünde İki Esaslı Devir es. 12 27>, ilk­ Çağ Terbiyesinin va:ııfları es. 27 43>, Röne· san3 Terbiyeli es. 43 · 57>, Amerikan Ter· biyesi eş. 57 · � olmak üzere baş bahisi Destanı

Zeri ve İnanmaları

içine almaktadır.

l\lütercim'in ifadesinden anlayoruz, ki bu «yazıların ilk dördü Üniversite'nin kuru· lUfunda .Mairif Vekileti müşaviri eıfatıyle İ�tcnbul"a gelen Cenevre Üniversitesi profe. sörlerinden A. M a 1 c h i n, 1934 senesi Şu­ bat ve .Mart ayl ar ı n d a ilk mektep öğretmen­ lerine hitaben verdiği konferanslardır. Bun­ l ara yine A. M a 1 c h 'ın, İsviçre mecmua­ larının birinde çıkan bir etüdü ilave edil· miştir>. e Terbiye'ye ve terbiye tarihine dair gayet orijinal ve terkibi görüşleri ihtiva eden bu ya­ zıları, matbuatın günlük ve perakende saha­ sı nd a n kurtarup terbiye ile alakadar olanlara derli toplu bir kitap > olarak bu eseri vücude getirmiş olan S a b r i E s a t Siyavuşgil'in bu tercüme eserinin neşrini çok faideli buluyor, hu husustaki çalışmasından dolayı, kendisini tebrik ediyoruz.

Şimdiye kadar, Halk Şairleri hakkında kü­ çük notlar (M. H a 1 i t Bayrı ) ; Sema'i Kah· veleri ve Meydan Şairleri ( O. C. K a y g ı 1 ı ) ; lsıanbul Adaları (Gustav Schlumberger) ; İstanbul Coğrafyası (B. Darkol) ; lstanbufdtı Karağöz ve Karagöz.'de İstanbul ( S. E. Siya­ �uşgil) ; Tıbbi Folklor ve iyi Telkinler (Dr. E. S üh e y 1 ) ; Türkler'de Karagöz. Prof. Y a k o­ o ı ; istrmbutda Jymar ve İskan Ha reketleri ı

B. E r g i n) ; Türk Halk Bilgi3ine Aiı ..4r1J1(M. Ş. Ü 1 k ü t a ş ı r) . Çora Baıır

::rrrvılar

H i k m e t Ş ö 1 e n, Lozan Hak­ kında Bir Konferans, Aydm Halkevi, Dil · Tarih Edebiyat Şu'besi neşriya­ b, No. XVIll. Aydın C. H. P. Ba­ aunevi, 1 938. Kapak dahil bir buçuk formadan ibaret olan bu broşürde münte§ir konferans Lozan sulhunun yıl dönümü münasebeti ile, 27. vı. 939 gecesi, Aydın Halkevi'nde verilmiştir. Konferansı.a, Loz.an'ın ehemmiyetini belirt· mek gayesiyle, bu sulhtan önceki yılların umumi vaz'iyeti göıönüne alınmış. hu sul· hun, Türkiye'ye k112andırdığı faideler zikre­ dilmiş, konferansa, bu sulhun, Avrupa'da Ye


Ü L K Ü , İK.İNClKANUN 1940 bizde, kıymetini tebarüz ettiren ifadelerin tekrarı ile son verilmiştir.

maliımat verilmiştir, geçen etmekte olan tercüme bir

sayılardan deYam piyes

de

ilaveten

neş-edil.miştir.

Dergiler Neşredilmekte olan Halk.evleri Dergilerin·

den Y eniıürk, Halk Bilgisi Haberleri, Bar· dar, Çoru.m, Doğu.ş, Gediı, Görii.şler son sayı• larınını çıkarmış bulunuyorlar. Aşağıda, muhteviyatlarından bahsedece­ ğimiz bu dergilerden başka, son günlerde Malatya Halkevi'nin dergisi olan Derme'ri aldık. Bu derginin · üzerindeki kaytlerden 13 üncü sayısı olduğu anlaşılmakla beraber, ne zaman neşredildiğine ait bir tarihe rastlaya­ madık. Dergi'nin ihtiva ettiği tetkiklerden is tifade edilebilmesi için, yalnız neşredildiği ( 1939) yılı n ın değil, ayının da tasrihi yerin de olacaktır. ·

:JI.

Y e n i t Ü r k., İstanbul Eminönii Halkevi tarafından çıkarılır aylık kültür ve san'at mecmu'ası, s. 84, Birinci.kanun 1 939, fiyab 20 kuruı. Her ay müntazaman çıkmakta olan Y e n i· t ü r k 'ün, bu sayısı ile yedinci cildi tamam· l anm ı ş bulunuyor. Bu sayıda, başyazıyı, 1 n ö n ü'nün, Bü­ yük Millet Meclisi'nin açılışı münasebeti ile vermiş oldukları nutkun tahlili teşkil ediyor. Bundan sonra gelen iki yazı A t a t Ü r k' ün ölümünün yıl dönümüne, dünya matbu.atı ve A tatürk 'e ayrılmıştır. Edebiyata ait olmak üzere M. Ş a k i r Ü I­ k ü t a ş ı r'ın Dede Korkut Hikayeleri metnini mühtevi yazısı V. L. S a l c ı'nın Kızılbflf Şairleri, bir edebi musahabe, şiirler, bir hi· kiye ve ba'zı nesirler, İtalyan pessimislerin­ den, G i a c o m o L e o p a r d i'nin hususiyet· lerine ait bir tetkik vardır. Dunlardan başka mecmu'ada Kör Sosro· •

lojisi, İstanbu.l hamamlarının istikbtilı, dayak

başlıklı makale'ler de n eşredil miştir. k ı sm ı nda ise, A t s ı z (Nihal) ın, Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarılıi adlı eseri hakkında A d n a n E r z i'nin bir tahlili ; yine bu kısımda son ay zarfında ç ı kan ha'zı mecmua' ve gazetelerde, m ecmu'a ca mühim b ulunan neşriyate ait bibliyografik cezası

Bibli yografya

·

Halk Bilgisi Haberleri, Eminönü Halkevi Dil - Tarih ve Edebiyat Şu'besi tarafından çıkanbr aylık mec­ mu'a, Birincikiuıun 1 933, s. 98, -10 kuruş. Bir buçuk formadan ibaret ve çift sütün üzerine dizilmiıı olan dergi'nin hu sayıs ında R. M a h m u t K ö s e l\I i h a l'.ın Dede Kor• kat hakkında. Ş a k i r S a b r i'nin Albasnıa.. hakkındaki yazılarından ııonra O s m a n B a l· k ı r tarafından tesbit edilen A vcı Malımad

adlı

bir Balıkesir masalı, H. T. D a ğ l ı o ğ l u'· İsparta çevresinden; İst anb ul'dan dl'.rl<'n• miş olan ata sözleri neşredilerek. O s m a n Ş e v k i U l u d a ğ'ın Bursa esnafiarı arasın· daki peştemal kuııanma ideıine dair olan makale ile, mecmu'anın muhteviyatı ııona eri· yor . nun

Ç o r u m 1 u,, Çorum Halkevi DilTarib ve Edebiyat Şu'besi tarafından iki ayda bir çıkanbr, 30 tk.inciteşrin 1 939, s. 1 7, 12,5 Kunlf . B aı yazıdan, 16 ncı sayıdan ııonra epey zamandır neşredilmemiş olan dergi'nin, bu tevakkufun un sebebi , izah edilirken , bun · dan böyle mutazaman çıkarılacağı haberini alıyoruz . MeC'mu'a çift sütun üzerine dizilmiş olup her zamanki gibi, 3 formadan ibareııir. İlk iki forması mecmu'anın esasına , son bir forma, foıograflara. mahkeme sicillerinden müfrez hükiımlerin neşrine ayrılmıştır. ·

Mecu'adaki yazılar, Halkevleri Der,Ue· ve A t a t ü r k'ün zıya'ına ait bir makaleden sonra esas iti barıy· le tarihi ve edebi mevzu'lara ait tetkiklere ay· rılmı�tır. Tarihi tetkikler Çorum'un tarihinde ka­ rakteristik vası flar ı ; X. uncu. Asırda Çorum başlıklı yazılard ı r. Edebiyata ait olmak üzere iki destan neşr· rinin razı kadroları'ndan bi.his


HALKEVLERİ edilmiştir ve cönklerden derlemeler başlığı al­ tında ve E ş r e f E r t e k i n tarafından is­ tinsah edi lmi ştir. Birincinin, destan · ı Kars'ın son dört­ lüğünde isim yoktur ; yalnız E ş r e f E r t e­ k i n, hazı vesai ke ve destanın taşıdığı hu­ susiyetlere göre 1293 de, bir kadın tarafından söylendigini kaydediyor; bu destan :

459

ÇALIŞMALARI

D o ğ u ş, Kars Halkevi aylık dergisi, sayı 6 - (47 ) , Sonteşrin, 1 939, sayısı, 10 kuruş . Kapak ve fotograflar hariç i ki formadan iba­ ret olan dergi, tek sütun üzerine dizilmiştir. Cüm­ h uriyet'i n X d ncı yılı hakkındaki bir baş ya­ zıdan, onu müteakip, Kars'ın k urt ulu şu na ve �Kars ile bölgesinin en eski çağlardanberi gör·

Ne

düğü yerleşme, akın ve hakimiyetlerin pek kısa

yatursun böyle gafletten uyan

Bu i şl ere

bir çizelgesi:> n den sonra gelen yazılar tamamen

aşna ol padişahım.

şa i rlerine dair tetkiklere ayrılmıştır. Bu makalelerden birinde, Aşık .M u s t a f a K e ş f i'nin oğlu v e 1885 de doğmuş olup he­ nüz sağ bulunan H u z ıi r i'nin hayatı hakkında izahat verilerek, bu şairin, Kars'ın güzellikleri· ni terennüm eden bir destanı neşrediliyor.

saz

mısralar ı yle başlamaktadır. İkinci destanın, 1293 e ait olduğunu yine E ş r e f E r t e k i n, bazı kaytlere istinaden söyleyor. Anonim olan bu destan, mecmua'da maılesef yanlıı basılmış, bu yüzden, şekli bo­ zulmu�tur. U fak bir dı kkatle, bunu tashih mümkündür, mecmuda, •

1828 Rus işgaline ve

dair, biri H a m i d ;

diğeri R i f' a t

taraf ı nda n yazılan iki şi'ir basılmıştır. Fakat bu

Gözun nürı fahr • i cihan yetiı ya Mu-

şiirler destan değil, yukarıda zikrettiğimiz vak'·

hammet yeti§

al ar haKkında düşürülen ve aruzla yazılan birer tarihtir. Kars'ın Kara Günlerinde başlıklı yazı da, M a z 1 u m i'nin, Kars' ın 93 harbinden sonraki günlerini ifade eden bir destanı dercediliyor. Kars'a ait hadiselere diir neşredi len şiirler

Gün gi,bi aleme doğan yeti§ ya M uham· met yetiş. Seni gözler iki göziim ayağına sürem rü­

ıüm Din senindir gayret bizim yetiş ya Mu·

hammet yetil tarzında basılan bu

m ı ra'ların :

Gözüm nıi.rı fahr • i cihan

Yeti§ ya Muhammet yetil Gün gibi aleme doğan yetiş ya Muhammet yeti§ Seni gözler iki gözüm Ayağına sürem yüzüm

Diıı senindir gayret bizim yetiş ya Muhammet yetiş. teklinde yazılması icap ederdi. Bu · son tekil· de yazarsak · destan Dergide.

11

Çorum'da

arasında, bilhassa, eski ve y azma bir çökte bu·

lundnğu tasrih edilerek, T e m ü r'ün Kars' ı zaptı a n tarafı ndan tertip edil­ diği son dörtlüğünden anlaşılan destan, edebi­ yat tarihimizce . eskiliği bak ım ından · , bir kıyme­

hakkında ve B a y k

ti haizdir.

Bahsettiğimiz bu neşriyattan başka, mecmu'. Sazşairleri ne ait daha bazı yazılar ve Kara tarihi ile al5kadar bir makale de vardır. Doğuş'un bu son say ısı nı Kars ve muhitini aksettiren güzel bir Halkevi dergisi buluyor; ba· ııılış itibanyle dalıa i 'tinal ı ve muntazam çıkma· ada,

_

Diğer bir makalede

93 harb.ne

dörtlükten ibarettir.

derlenen maniler de

sını temenni ediyoruz.

dan

Yukarıda isimlerini kayt ve muhteviyatların· bahsettiğimiz dergilerden başka , Ma'.

nİ1!8 Halkevi tarafından çıkarılmakta olan Ge­

basılmıştır. 1lfabe sırasıyle neşredilen bu ma· :.Jer L harfi ne kadar gelmiş ve son mini'nin

diz'de, Manisa'da Saray • ı timire ve Şehzadeler

llllU lDJ'OS

leri'ni, Adana Halkevi tarafından ç ıkarıl makta

657 dir,

�lecmu'ada

başlıklı bir bahset· sicillerinden müfrez

Çorum Halayı

Türbesi, ayni m ecmu'ada münteşir Yurt Tetkik· olan Görüşler'de, Cihanharbi ve Halk Türküleri

� ve buna ait resimler; yukarıda

ile Köroğlu'nun Gürcistan Seferi başlıklı tetkik·

-�miz

leri de, Halkevleri'nin faideli neşriyatı arasında

gibi,

mahkeme

O::U:;mler metninin neşrine de yer ayrılmıştır.

saymak l azımdır.


A y

I

N

H

D 1 S

A

Cümhurreisimiz'in Erzurum Seyahatleri

Haftası

-

-

E

L

Milli İktisat ve

E

R 1

Tasarruf

Dünya Hadiseleri

Cümhur Reisimizin Erzurum Seyahatleri

Milli Şef İsmet İnönü geçen ayın on birinde akşam saat 2 3 de Erzurum istikametinde Ankara' dan ayrılmışlardı. Kendileri Gar' da Büyük Millet Meclisi Reisi ve azasıyle hükumet ve ordu er­ kanı ve halk tarafından tezahürlerle u­ ğurlanmıştı. Milli Şef İnönü, 1 3 Birin­ cikanun çarşamba günü saat 1 6 da Er­ zurum' a varmışlar büyük tezahürlerle karşılanmışlardır. Reisicümhur o gün, Vilayeti, Müstahkemmevki Kumandan­ lığı'nı, Belediye'yi, Vali Konağıyle Be­ lediye Reisi' nin evini, Üçüncü Umumi Müfettiş' in dairesini gezmişlerdi. Ertesi gün saat 1 O da şehirde yaya olarak bir gezinti yapan Milli Şef inşaatı bitmek üzere olan C. H. Partisi binasını, Yeni postahaneyi, İnhisarlar dairesini, Büyük Oteli, Doğumevi'ni ve diğer müesse­ ııeleri görmüşlerdir. Buradan yine ya­ ya olarak şehrin çarşı kısmına girilmiş bir çok dükkanlara uğranılmış ve bun­ ların sahipleriyle, Erzurum'un iktisadi durumu üzerine hasbihaller yapılmış­ tır. Milli Şef bütün bu gezintiler esna­ sında heryerde halkın canlı ve İçten tezahürleri ile karşılanmıştır. Cümhur­ reisi öğleden sonra yeni Muallim Mek­ tebini Mareşal Çakmak Askeri Hasta­ hanesini, Spor sahasını, Liseyi, nümu­ ne evlerini ve İnönü İ lkokulu"nu gezmişler ve bu gezintilerden sonra Ordu­ evi' nde ordu erkaniyle birlikte çay iç470

mişlerdir. Akşam Umumi Müfettişin ko­ nağında yemeği müteakip bir suvare ve­ rilmiş ve gece 2 4 de çoşkun tezahürler arasında Ankara' ya doğru hareket edil­ miştir. Milli Şef ayrılmazdan evvel Er­ zurum' a ait duygularını şöyle ifade et­ mişlerdir: « Erzurum'u ziyaretimden burada· ki tetkiklerimden memnun oldum. Ka· nunuevvel ortasında buraya gelmek be­ nim için hasret çektiğim bir zevk idi. Sonbaharın sonunda her tarafla yolu kesilen Erzurum'a çetin kıt günleri mun• tazam surette gelip gitmek ancak cÜm· huriyetin muvaffakiyeti olmuttur. Bu neticeye varmak için katlandığımız U• zun sabırların eziyeti . Erzurumlular'ın canlı ve net' eli bayatı içinde bir günde unutulmuttur. Dört sene evvel gördü­ ğüme nisbetle Erzurum'u çok kalkınmıt ve ilerlemiş buldum. Şarkta mamılr şe· hirler benim idealimdir. Erzurum iyi bir mamılre olmak için çok eksiğini atmıı· tır. Erzurum'un temiz ve medeni va• sıtaları mevcut bir şehir ve İyi bir kül­ tür ve sanat merkezi olması İçin daha yapılacak bazı işler vardır. Onlan da az zamanda yapmak mümkin olacaktır. Erzurum'da yüksek cemiyet vatansever zihniyet her çehrede aşikir bir surette görünür. Vatandatlarımı bu bakımdan da çok takdir ettim. Erzurum' dan mem• nuniyetle aynlıyorum. Yakında gene ge­ leceğim. Yapılmakta olan işlerin gidişi­ ni takip ederek yeniden zevk duyaca·


HADİSELERİ

AYIN

iım ve aranızda tatlı dakikalar geçire­ ceğim. » 1 5 lkincikanun Cuma günü saat 1 3 de Erzincan'a dönen Cümhurreisi bura­ da da yine tezahürlerle karşılanmışlar, Hükumet Konağı'nı, Ordu Müfettişliği'­ ni, Halkevi'ni, ve Belediye'yi ziyaretten sonra çarşıda yaya bir gezinti yzı.parak halkla hasbıhallerde bulunmuşlardır . Ertesi sabah saat sekizde Erzincandan ayrılan Cümhurreisi 9 , 3 0 da Kemah'a gelmişler ve istasyonda kendilerini kar­ vılayan halkla temas etmişlerdir. .

Milli Şef saat 1 3, 1 5 de Divriğ' e gelmişler ve üç saat kalarak buradaki demir madeniyle meşg'UI olmuşlardır. Evvela Divrik istasyonunda cevherle­ rin yükletilmesi tetkik edilmiş buradan tirenle Curek istasyonuna oradan da otomobille 7 5 0 metre yükseklik.deki Demirtepe ocağına gidilmiştir. Demir cevherinin topraktan çıkarılışı ile istas­ yona nakli ve işletmenin şimdiye ka­ darki ve şimdiden sonraki inkişaf şek­ li bilhassa tetkik mevzu 'u olmuştur. Yapılmakta olan 2 5 0 kişilik lokantalı amele evi de görülmüştür. Milli Şef Demirtepe civarındaki işletme sahasında bir müddet yaya o­ larak gezdikten sonra Curek istasyo­ nuna dönmüşler ve burada yapılmakta olan yüz kişilik lokanta, amele evleri, me' mur evleri, mektep ve hastahane hakkında malumat almışlardır. Cümhurreisi gece saat 2 1 de Si­ >aS. a gelmişler ve geceyi Vali Kona­ itnda geçirerek ertesi sabah erkenden �etkiklerine başlamışlardır. Sivas şehri­ == iymarı planı kendilerinin ilk meşga­ -=i olmuştur. Vilayet Konağı'nı, Parti' Ti ve yaya olarak çarşıyı, kütüphaneyi z:iyaretten sonra Devlet Demiryollan -

cer atölyesindeki öğle ziyafetinde bu­ lunmuşlar ve yemekten sonra burasını etraflıca tetkik etmişlerdir. Milli Şef gerek Sivas - Erzurum yolunun yapılış kıymeti ve gerek bu yolu ve atölye'yi yapan Türk mühen· disleri hakkındaki ihtisaslarını şöyle ifa­ de etmişlerdir : " - "Erzurum demiryolu güzer­ g.i.bını ikmalden sonra tetkik etmek ba­ na hakiki bir zevk ve sevinç venniıtir. Memleketimiz umumi bünyesi iti­ bariyle anzalıdır. Bizim memlekette yapılan ıimendüfer hatları fen aleminin daima dikkatini celbedecek eserler ol­ muştur. Geyve - Karaköy parçalan es­ kiden takdirle seyredilirdi. Toros gü­ zerg.i.bı yalnız bizde değil, bütün dün­ yaca seçme fen eserlerinden sayıldı. Cümhuriyette açtığımı§ güzerg.i.b­ lar hep birbirinden zor ve birbirinden kıymetli olmuştur. Samsun Sivas hat· tı mühendislerimiz için iftihar oluna cak bir eserdir. Malatya güzergahı bil­ hassa Ergani vadisi her yerde nadir sa· yılacak eserlerle doludur. Erzurum gü­ zergahı ise çetin olmakta sınai tesisle­ rinin her çeşitten pek ziyade bulunma­ sında diğer bütün hatlarımızdan üstün­ dür. •

Sansa boğazının bilhassa Atma ve Pingen boğazlarının İnşaatı, fen kud­ retinin ve İnsan azminin nadir eser leri olarak temap olunmağa değer.

Bunları görmek vatandaşlarım için yüksek iftihar vesilesidir. Bunlan tetkik etmek mühendisler için ciddi istifade mevzuudur. Mühendislik ede­ biyahınız bu eserleri bütün dünya fen alemine cesaretle tanıtabilir. Erzurum hattında bütün it ve muvaffakiyet


Ü L K Ü , İKİNCİKANUN

Türkler'e aittir. Sermayeyi, istikşaf, in­ kişaf ve yüksek fenni nazareti, her nevi' İnşaat için lazım olan işçileri Türkler te­ min etmiştir. Diyebilirim ki, şimendü­ fer İnşaatında Türk mühendisliği her mes' eleyi halletmeğe salahiyet imtiha­ mm Erzurum hattında vermiştir. Her meslek gibi, mühendislik de ancak en yüksek eser meydana getirdikten son­ ra olgunluk imtihanını vermiş sayılır. Bu bakımdan şimendüfer mühendisle­ rimizi tebrik ederim. Kendilerine kalbi teşekkürlerimi bu beyanatla ifade et­ mek isterim. Mühendisliğin diğer şubelerindeki arkadaşlara da kendi ihtisaslarının en yüksek eserlerini tahakkuk ettirerek mühendislik seviyemizi her istikamet­ te kemal derecesine yükseltmelerini is­ terim. " Milli Şef Sivas Orduevi'nde veri­ len çayda bulunduktan sonra saat 2 3 de şehirden ayrılmışlardır. 1 8 İkincikanun pazartesi saat on­ beşte Ankara'ya dönmüş olan Cümhur­ reisimiz garda yine Büyük Millet Mec­ lisi Reisi ve azasıyle hükumet ve ordu erkanı ve halk tarafından çoşkun te· zahürler ile karşılanmıştır. Milli İktisat ve Tasarruf Haftası :

Her yıl Birincikanun'un bir hafta­ sında tasarruf ve yerli malı propagan· dası yapılır. Bunu tertip eden Milli İk­ tisat ve Tasarruf Cem 'iyeti bu yıl o­ nuncu yılına girdiğinden geçen ay için­ deki çalışmasına ayrı bir i'tina göster­ miştir. Milli Şef in Başvekil iken kurdu­ ğu ve on senedir devam ettirdiği asil 'an 'aneye ri'ayet edilerek bu yılın ta-

1940

sarruf haftası da Başvekil Refik Say dam tarafından 1 1 Birincikanun Salı günü saat 1 6 da Ankara Halkevi' nde­ ki büyük toplantıda açılmıştır. Sayın Beşvekil'in bu nutkunda milli iktisadın yeni sahifeleri 1 5 blançosu izah edil­ diği gibi iç dış politikamıza da temas olunmuştur. Bu değerli nutuk Ülkü'nün bu sayısında mevcuttur. Haftanın açılış toplantısında An· kara Halk evi' nde ayrıca temsiller veril­ miş, şiirler okunmuştur. Bütün mem• lekette de haftanın devamı müddetin· ce Halkevleri'nde lise ve orta mektep· lerde konferanslar tertip edilmiş, bu haf ta mekteplerdeki yazı vazifelerinde talebeye mevzu' olarak ekonomi ve artırma ile alakalı bahisler seçilmiş ve kazananlara mükafalar verilmiştir . Hafta içinde yeniden kumbara alanlar­ la tasarruf hisabında muayyen bir mik­ tar biriktirmiş olanlara da kur'a ile ik­ ramiyeler dağıtılmıştır. Büyük şehirle­ rimizde vitrinlerini güzel tertip eden ticarethanelere de madalyalar veril­ miştir. Milli İktisat ve Tasarruf Cem 'iye­ ti' nin Ankara radyosunda tertip etti­ ği konferans serisinde bu yılın hafta­ sında Hariciye, Maarif, İktisat, Tica• ret, Zira'at Vekilleriyle C. H. P. Umu· mi İ dare Hey'etinden Trabzon Meb'­ usu Bay Sırrı Dayı değerli konferansla­ riyle iştirak etmiştir. •

Milli İktisat ve Tasarruf haftası içinde gazetelerimiz, bilhassa İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerde harp sebebiyle ithalat eşyasında başla· yan fiyat yüksekliğine temas ettiler. Halbuki Başvekilimiz tasarruf haftası­ nı açış nutkunda «yersiz ve sebebsiz spekülatif fiyat teref fü '}erine hiç bir su-


AYIN

retle meydan verilmeyecektir» demiş­ ti. Ticaret Vekili tasarruf haftası so­ nunda İstanbul' a giderek ithalatçılarla bir çok toplantılar yapmış ve kendile­ rine dünya iktisadi vaziyeti içinde Tür­ kiye' nin hal ve istikbaldeki mevki'ini izahtan sonra vazifelerinin ne olduğu­ nu, icabında ihtikara karşı hükumet'in ne gibi tedbirler alacağını anlatmış ve demiştir ki : «yeni vaz'iyete intibak ede­ meyen ihracatçıların yerine icap eder­ se, yenileri ikame edilecektir» filhakika Zira'at Bankası kahve ithaline başla­ mış, icabında diğer ithalat mallanyle meşgul olmak tedbirini de almışbr. Dünya Hadiseleri İngiltere ve Fransa ile Almanya arasında Eyluldenberi devam eden harp Birincikanun ayı içinde bazı deniz ve hava çarpışmalarından başka esaslı bir hareket göstermemiştir. Bu ay başında Alman ihraç mallarına karşı başlayan abluka şiddetle devam etmektedir. Al­ manlar' ın İ ngiliz sahillerine ve Şimal Denizi'ne havadan mıknatisli mayinler dökmesi bu tedbiri icap ettirmişti. Sovyet Rusya ile Finlandiya ara­ sında ikinciteşrin içinde devam eden müzakereler nihayet geçen ayın birinci günü harple neticelendi. Denizden ve karadan başlayan Sovyet ta 'rruzu, ta­ bı'at şartlarının da yardım ettiği kah­ ramanca bir müdafa 'a ile karşılaştı. Üç haftalık şiddetli musademeden sonra Sovyet kıt'aatı şimalde biraz toprak ka-

HADİSELERİ

473

zanmış cenupta göller mıntakasında mukavemet çok çetin ve muvaffakiyet­ li <Jlmuştur. Finlandiya ta 'arr:uzunun bir de milletlerarası hayatında yaptığı tesir vardır. Finler ta 'arruzun beşinci günü sulh teşebbüsünde bulundular Ruslar zaptettikleri ufak bir Fin toprağında kurulan Halk Hükumeti ile dost olduk­ larını ve geri kalan hükumeti tanıma­ dıklarını bildirdiler. Nihayet Fin Hü­ kumeti kendisinin ve Sovyetler'in aza­ sından bulunduğu Milletler Cem 'iyeti' ne müracaat etti. 9 Birincikanun' da top­ lanan Konsey vaz'iyeti asambleye bil­ dirmeğe karar verdi. Ayın on birinde toplanan asamble de işi 1 3 kişilik bir komisyona havale etti. Bu komisyon Rusya'yı derhal muhasımatı keserek Milletler Cem 'iyeti Asamblesi' nin na­ zareti altında sulh müzakeresine gir meğe da'vet etti. Sovyetler buna Mo­ lotof'un imzasiyle komisyona verdiği cevapta müracaatı redle karşıladılar. 1 4 Birincikanun' da toplanan Asamble on üçler komisyonunun şu kararını kırk devletten sekizi müstenkif kalmak üzere tasvip etti : 1

-

Mutaarruzun takbihi,

2 - Milletler Cem 'iyeti vasıta­ sıyle Finlandiya'ya ihtiyari yardımda bulunulması, 3 - Arjantin Hükumeti'nin ta­ lebi üzerine Sovyetler Birliği' nin, ce miyetten ihı acı.


ı

F

ı

K

H

R

A

A

y

1

T

BiR OKUYUCUNUN NOTLARI NAH İ D

SIRRI

Matbuahn en emektar muharriri

Ve bu hususta hiç bir şey demek yapılmadı

Babıili caddesinin Şeyh · ül · muharririn

malbuaı'm en emeklar

diyerek

uzvı

ki, biçare doksanlık adamın en son günlerine ve

fakat en

dün bedelle tefrikalar yazdırıp romanlar tercüme

ettirdiği ve müelliflerinden de ekser yok bahasına alınnıış eserlerin musahhıhliğini yaptırdığı leyman

T e v f i k'iıa

doksana

S Ü·

buldu.

caddesinde kitapçıları

dolaş! ığı·

Meserret Kahvesi'nin tat masaları üstünde yazı· lar ıişircrek veya kitap tashihleri yaparak kuna ekmek parası ç ıkarmağa çalıştığı görüldü .

yaklaşmış · bil ·

miyorum kaç yılı da Hfaletle geçmiş • ömrü.bu son ay içinde nihayet

kadar Babıali

Büyük

annemin

Bir eski romancı Romancı S a f v e t

dayızadesi olduğunu bildi;'ıim ve onun hesabını

N ezih i

bir kaç sen&

Bo

dayı ve teyzezadelerinin hemen hepsi gibi ken­

dir kaldığı Bakırköy Hastabanesi'nde ölmüş.

disiyle ancak bir kere konuşabilmiş olduğum lıu

S

ıat, galiba Sultan Murad'ın İkinci

ismi olcuğu, ticaret hayatında bir zaman ehem­

Mal.ıeyinci·

ei'nin oğlu ve Hazine · i hasse nazareti'nin vak·

a

fvet

Nezihi

adının

kendisinin

müstear

miyellice bir servet kazanıp kaybettikten sonra

tıyle büyücek bir memuru iken, ciddi bir yaıı

bu haştahaneye girmeğe tıbbi bir ihtiyaçle gö­

iktidarına da sahip olmadığı halde bu Babıili

türülerek

caddesine neden ve ne diye düşmüştü bilmiyo­

girip kaldığı söylendi. Kendisiyle muarefem ol­

rum. Sade, kanburlaşmış sırtı, bembeyaz saka­

madı, fakat uzun yıllar evvel okuduğum l.ıütün

lının

gömleği

yazılarını hatırl ıyorum. Onun bir az da Verıer·

ve boyuna g(ire çok iri başıylc, genç ve hele or­

yen bir gönül macerasını hikaye eden Zavallı

ta yaşlı muharrirlere hazin ve elim bir istikbalin

Necdet romanı Sultan Hamid'in son zamanları·

tf'hdidini - fısıldayarak · yahut

na doğru

yarı

örttüğü

yakasız

ve

kirlice

da

haykırarak ·

değil

de

ihtiyaç

saikasıyle al a narak

neşredilmiş bir küçük romandır ki,

Babıali caddesini iner çıkar, bazı kitapçı dük­

G o e t h e'nin

kanlarına girer, Meserret Kalıvesi'nin taş masa·

me sürüklememiş olsa da aşık veya sadece hassas

larında yazı

kimselere y ıllarca göz yaşı döktürdü durdu. Fa­

yazar veya

matbaa

tashihleri

ya­

Werther'i gibi sayı�ız işıkı

ölü­

pardı. Uçsuz bucaksız şehirlerin kim bilir han·

kat bu son zamanlar demek ki fazla değişti

gi semtindeki evinden ti Sirkeci'ye kadar nasıl

kalpler nasırlandı ki, hayl ıdır nüshası kalmıı

ve

gelir, yorgun başı ve titrek elleriyle nasıl çalı-

yan

9ır, fersiz gözleriyle nasıl giirürdü? Bir çok halk

lan rağbeti görmedi, ve zavallı romancı için l.ıo

masal ını kitap şeklinde tedvin eylemiş ve uzun

kimbilir ne kadar acı, en son ümitlere ve t�

kitabın yeni

harflerle

yapılan tab'ı umu·

ömrünün bazı sahifelerini yazıp anlatmış olmak­

sellilere inmiş ne elim ve feci bir darbe oldu.

la 1.ıeraber, isıikbilde kıymetinin takdir edile­

Zavallı Necdet için bugün gözyaşı dükt'Ccğimi

rek namının edebiyat tarihlerinde anılacağı el·

zannetmiyorum ama, şimdi sevilen bir çok

bette söylenemez. Hiç bir zaman müıevaz'ı bir

mana fiik olduğuna da kaniim. Müellil'in Za­

muharrir olmaktan öteye geçmemişti. Fakat, eli kalem tutanların, açlıktan ölmemek için bu

za.

vali ı elleri, l.ıu zavall ı gözleri v" bu zavallı başı

ro­

vallı Necdet kadar rağbet görmemekle beraber

rağbet görmeğe daha layık olan Kadın Kalba isimli bir eseri daha vard ı ,

çalıştırmaktan başka bir imkana mıi.lik olmayan

Onun

hazin ölümü

münasebetiyle yazılmıı

pir için bir şeyler düşünmeleri, bir şeyler yap­

bir iki fıkranın mevzu · ı bahs etmediği lıir ka·

maları icap etmez miydi "

biliyeti

474

de tiyatro

münek.kıtliği

salıaııı ndadır.


BİR Meşrutiyet'i

müteakip

bu

OKUYUCUNUN

8Bhada bakika·

ten şayan · ı dikkat bir kaç makale ve bir de

izah ve istizah mıştır

ki, 31

adlı iki Mart

perdelik

ihtililinden

piyes

az

evvel

47:l

NOTLARI

yıldan fazla bir müddet birinci G e o r g e ı is­ miyle saltanat

makamını işgal

ellikten

sonra

yaz.

1923 de, katili mahbesde öldürüldüğünden esrarı

Os­

anlaşılmamış bir ıekilde katledilmişti. Hatırala·

manlı Meb 'usan Meclisi'nde Ş üray • ı devlet reis­

rını

liğiyle evkaf nazırı'nın istizahlarından mülhem

sekizi bulan kız ve erkek çocuklarının en genci

olarak vücude getirilen bu piyes meşrutiyet dev­

olan prens C h r i t o p h e idi. de Monde et lea

rinde bu nev'in,

yani siyasi hicv nev'inin cid­

me\'ZU

ı

bahis

eyleyeceğimiz prens, onun

Cours > ünvanını taşıyan ve tibı' P e e n tarahn·

den alika bahş ve bizde bu devir hemen baş­

dan neşredilen eserinin, kırk senelik Avrupa'nın

tan sonuna kadar açık veya gizli idare · i örfiye­

sarayları ve kibar ilemi hakkında çok alikahahı

ler içinde geçtiğinden pek nadir nev'ilerinden­

maliımat verdiği gihi Türkiye ve Yunani�tan ara·

hiridir. S a v f e t N e z i h i'nin ölümü ile mua11r

sında

Türk edebiyatı tarihine u.lınmamıı hile olsa •·

nuna kadar geçen kanlı münasebetlerin tarihine

Balkan

harbinden milli mücadelenin ııo­

l ınmağa bir çok insandan daha çok hak BKhibi

dair şayan · ı dikkat şeyler söylemekte ve bil·

bir kalemi keybetmiş, yahut da. vaziyet ve bile

hassa V e n i z e 1 o s'ıın

nazaran sürünmekten kurtann ı ı oluyoruz.

Bir

genç

kralı

hüzünlü

ve acı

yıllar

geçirmiı

olurlarsa olsun bu iki zavallı ihtiyardan çok zi. yade acınmağa liyık değil midir? San'atkir bir babanın, 1\1 u h 1 i s S a b a h a t t i n'nin k ızı olup

hiç birine muntazam bir şen ve uzun ömür na­ aib '>lmayan operet

sahnelerinden sonra niha·

yet İstanbul Şehir Tiyatrosu'na, yani hili Da· rulbediyi diye andığımız teşekküle intisap etmiı ve orada kaldığı kısa müddet esnasında gittikçe daha kuvvetli ümitler vermiş olan hu gpn.; ka· dın, galiba Kral Lear piyesinde oynarken kan·

lar kusarak sahneden hasta yatağına d ü�tü "" hu

yatağı

küçük Kemal

terk

gibi

edemeyerek

veremden

zavallı

sönüp gitti . Hıt·

yatı daha intizamlı geçmiş ve Şehir Tiyatrosu'· u

daha evvel gelebilmiş olsaydı acaba onu yine

bukadar erken

dar

az

ve

bütün

kabiliyetinden

hııkıı·

şey gösterebilmişken mi kaybedecektik?

Bu hususta münakaşan ı n ne faydasi olur? J\lev­ simsiz açılan

'.!in

en

bu

güzel

G e o r g e 'ın

bahası onu ta'kihen büyük biraderi Danimarka

Fakat hayatının baharında ölen zavallı 1ıl e­

ut ık

hiç bir taraf ol·

mektedir. Prens'in babası olan kral

aktris

l e k, nekadar

tahi'i

mayan fakat canlı ve kuvvetli bir portresini çiz.

mezar önünde Türk sahnesi·

ümitlerinden

birini

kayheıtiğini

!ll)ylemekle iktifa edelim .

oldukları,

hu

hemşiresi

şimdiki

majeste

kralın ceddi olan İngiltere Kralı Yedinci

E d·

o u a r d ile diğer bir hemşiresi de son Rus ça· rı"nın pederi üçüncü A

1 e :ıı a n d e r ile izdiva�

eylemiş bulundukları cihetle hatırat sah ib i ço­ cukluğu ile gençliğini dünyanın en muazzam

sa•

raylarında ve merkezlerinde geçiriyor ve V e n i . z

e 1 o s, Kral C o n s t a n t i n ile rekabet niza'·

larınıla galip gelen hanedan

ı

kraliyi Yıınanis .

tan'dan ç ıkardıktan sonra da zengin bir dul ile izdivaç eyleyeceği Amerika'ya kadar her tarafı dolaşıyor,

halk

tabakaları

ile ihtilata tenezzül

ettiğine dair bir kayde tesadüf edilmiyorsa da. zengin tüccar bankerler alemlerine kadar iniyor. Kendisine teklif edildiği ve tarafından reddedil­ diğini söylediği üç tahttan ikisine diveı i hak· kında maliımatım yoksa da Litvanyalılar'ın onu kral yapmağı istemiş ve red gürmüş olduklarını gazetelerde bir servet

okunmuştu.

Kendisine pek

büyük

bırakıp ölen yaşlıca ve dul aldığı

Amerikalı zevcesi'nin vefatından bir müddet son· ra son Fransız Kralı L o

ıı

i s-Phi

1 p p e'in ah·

fadından olan ecdad ının tahtına iddi'a . yı hak eden

Gu

i s e dukasının k ızı ile evlenmiş ve hi­

len Roma'da yerleşmiş bulunan hu dedesi aslen Alman bilahare Danimarka ve daha sonra Yu· nanlı kozmopolit prens, kitabında, isimlerinin rak­

Bir Prens'in hatıralan 1860

da, yaşı

Janımarka Prensi, u

prens'in

kamları ve göğüslerinin nişananları ile pek uzak

daha yirmiyi bulınamıı bir

G u i 1 1 a u m e,

bir kaç hat­

kabulden imtina' etmiş

oldukları

! :ınan tahtını kabule muvafakat etmiş ve em

ve esrarlı bildiğimiz kral ve imparatorları hu· s�siyetleri ile ve türlü garabetleri ile yaşat ıyor.

Ne garip şeyler ve ne hoş tafsilat öğreniyoruz. Prens'in annesinin annesi olup güzelliğine adeta


0

476

L K

Ü, İKİNCİKANUN

ta'abbüdü hasebiyle endamının bozulmaması için yetmiş yaşında korsa'sı ve ayakkaplarıyle gece uykusuna yatan prensten, boyu tam bir metre 95 santimetre gelen çar ve üçüncü A 1 e x a n d r'a, kral C o s t a n t i n Yunanistan'da Cihanharbi es· nasında çıkarıldığı zaman bir kukla halinde yeri· ne geçirilerek bilahare bir maymun ısırmasıyle ölüp giden ikinci oğlu A 1 e x a n d r e'ın gizli bir şekilde evlenmesine ve iki yıl evvel vefaı eden İigiltere Kralı ve Hindistan İmparatoru Beşinci G o r g e s'ın oda uşağıyle hasbulıallere koyulup ona saraydaki bir başka uşağın esprili olmak id· diasındaki sözünü nakledecek kadar nazik ve mütevazi• olduğuna kadar böyle tarihten ziyade dedikoduya benzeyen fakat hazan da tarih muz. limliklerini çözüveren namütenahi fıkra vardır. Fakat az evvel de dediğim gibi, prens sade sa· !on veya saray dedikoduları ile meşgül olma· yarak Türkiye Yunanistan münasebetlerinin bir kaç yıllık tarihi ile de alakadar oluyor ve V e­ n i z e 1 o s ile onun maceralarına hayli esrarlı ve kanlı milyonları sayesinde uzun zaman des­ tek olmu' Zaharrof hakkında dikkate layik şey­ ler söylüyor .. ·

İlk önce prens'in büyük biraderlerinden biri olup 1897 harbinden sonra ve bu harbi kazan· mamıza rağmen Girid'e büyük kuvvetler komiseri yollanmış olan G e o r g e s'e karşı Ada'yı ayak· landınnasıyle adı duyulan V e n i z e l o s, Tür­ kiye' de meşrütiyetin i'lanını ta'kip ederek Yu· nanisıan'da patlak veren 'adem . i memnuniyet· ler esnasında Girid'den Amerika'ya gelmiş ve bazı· !arınca dehası ve bazılarınca kurnazlığı ve des­ saslığıyle bütün mııhafili teshire muktedir ol­ muştur. Prens diyor ki : ckendisi o tarihte o ka­ dar fakırdı ki, delik ayakkabılar ve pejmurde bir pantolon geyiyordu. Saraya di 'veti münase­ betiyle iriyeı bir redingot tedirik etmiş oldu· ğunu bize bilahire söyledi. Fakat kendisinde, kendinin de bilmediği bir vek'ar vardı. Müte­ basbıs nezaketi altında c • ı demirden bir irade ve merhamet bilmez bir gaddarlık hisolunu yordu.>. Bir dera,hanedanımıza karşı bağlılığı her türlü şüphesinin fevkinde olan bir rücü1 i •

siyasi babama V e n i z e l o s'un ele geçirilmit hir mektubunu tevdı' etti ki içinde V e n i z e l o a [ • ] Bu iki tezadın birl�meai, bilmem ki kabil midir ?

1940

kral aleyhine açık tehditler savuruyor>, cbundan evvelki bir G e o r g e s'ı geldiği yere gönder· miştim ve Atina'ya ancak bir başka G e o r s e s'ı kovmak için geldim. > diye yazıyordu. Bu mek· tulıun babamın eline geçmesinden bir gün son· ra V e n i z e 1 o s huzüra çıkmıştı. Gideceği es­ nada babam neş'eli bir eda ile kendisine bir şey göstermek istediğini söyledi ve bu mektubu u­ zattı. V e n i z e l o s bir def'alık harikıilade bir halde olan nefse emniyet hissini kaybetti ve sapsarı kesilerek : eşimdi ne yapacaksınız?> diye sordu. Babam başını salladı. cHiç. Alın bunu. size bu mektubu, bu mektube rağmen değişme­ yen emniyet hislerimin bir delili olarak verivo­ . rum.> Ömrünün feci' bir şekilde nihayet bulu· şuna kadar babam kendisine emniyet giisterdi.> Prens sarılı bir tarzda söylememekle ber.ı· her babasının ölümünü V e n i z e l o s 'dan bildi­ gi gibi kral C o s t a n t i n'i bir şatoda çoluğu çocuğuyla kül eımesine remak kalan bir yangı· nın da onun eseri olduğunu imi etmektedir. Kendisinin asil ve nesebi hakkında malümat ve­ rirken de hem Türk, hem Yahudi ve hem Er­ meniyülasil olması ihtimallerini hesap ederek işi nisbeten düzgün bir dülger olan saygılı rum ha· basının bu vaziyeti kabul saygılıkla mı ? do· ğumu esnasında ihtiyaten bir papas, bir haham bir imam getirmiş olduğunu naklediyor. Kaç kralın ve imparator'un evladı, hafid ve yeğeni olan bir prens'in çoktan ölmüş kimselerin aile namuslarını işe karıştırmamak zaferini, onlar velevki hakikaten insafsız düşman olsunlar bek· lemek kabildi. ·

Prens C h r i s t o p h e'un kendisinden ancak iki yaş küçük biraderzidesi olan şimdiki Kral Majeste İkinci G e o r g e s ile onun sadık ve azimkir Başvekili General M e t a x a s'ın fazi. !eti ve enerjik idareleri altında Yunanistan'ın artık tarihe intikal etmiş dahili niza'larına te­ mas etmeyelim ; niza' ve harplere kat'i bir eon vermek üzere Ankara'ya ilk gelişinde beni in· tiba'ları Muhit'te çıkmış . bir mü1ikatına maz. har etmiş olan Giridli politikacının leh ve a· leyhinde sözü uzatmayalım. Sade hatırat sahi­ binin, Anadolu'nun hirim · i ismetine geçmiı harplere samimi surette esef izhar ettiğini ve ebedi A t a t ü r k'ün askeri dehasından hürmetle balıseylediğini kaydetmek İslerim.


Bİ R

OKUYUCUNUN

Bir nutku okurken

NOTLARI

olduğu sahifelerin sayısının 1830 a bilii bulun­ duğunu

Fransız Akademisi'nin her yıl bir kerre VU·

söylüyor.

Nihayet

de

dünyan ın

yetit­

tirdiği en büyük musıkişinası B e e t h o v e n

ve

ku'a gelen bir büyük toplantısı vardır ki, bun·

hatta W a g n e r olmayan bir büyük musıkişi·

da sayısız zenginin hibesi sayesinde Akademi'nin

nas için bir tek mütetebbü'ün tam 1830 sahile

pek müteaddit ve mebziıl ve bazısı maddeten

yazışı !

de pek mühim olan mükafatları tevzi' ve bu

Bu kitaplar, ilimlerin ve ediplerin yamıak·

münasebetle iki nutuk irid olunur. Bu nutuklar·

ta her şeye rağmen fariğ olmadıkları bu kitap­

dan ancak biri kitaplara ve müelliflere aittir,

lar böyle her yıl yüzer yüzer

diğeri ise Akademi'nin hayır perverane mesai ve

yüzbiner yüzbiner !

teberriılerinden ve bunları

kazananlardan hah·

şey'i

bilmek

seder. Edebiyat mükafatlarına ait nutuk daimi

iddi'ası

katip tarafından okunursa da bu mevki'i işgal

her

eden zatın yani bu sütunlarda geçen ay vefa.

şey'i

nasıl

·

ve

nasıl yüzer yüzer,

toplandıkça ilim olmak, lıer her

ıey'i

güldürecek !

bilmek

nahvetinden

okumuş Fakat de

olmak insanlar

bir

tür ­

mezkıir nu·

kurtulmadıkları için , beşeriyetin mevcut ki· ' taplarını eskisinden bin kerre mülhit ve mu u­ zam bir İskenderiye yangınında yakarak bir İn·

tuk izadan münasip görülen bir diğeri tarafın·

san kafasına her şey'i eığdırabilecek yeni bir

dan, edebiyat tarihçisi, tiyatro münekkidi ve sey­

ilim

tından bahsetmiş olduğum G e o r g e s G o y a u'· nun · henüz halefi seçilmediğinden

yah

Andre

B e1 1 essor t

tarafından

okun·

muş.Bellesson mükafat alanlardan bahsedip eser· lerini

tahlil

ederken,

bunlardan

musıki

tarih·

yapmak

sevdasına tekrar düşecekleri

bir

devrin belki de 'arifesinde bulunuyoruz. Sade H e c t o r

B e r l o z adlı musıkişınaıı

için bir tek muharrir tarafından yazılmış

1830

çisi Boschot'un zamanında kadri bilinmemiş bir

sahife. Bizim bütün muharrirlerimiz tarafından

büyük bestekar olan H e c t o r'un hayat ve asi·

bütün musıki tarihimizi anlatmağa hasredilmiş

rını tahlile bütün bir ömür vakfetmiş olduğunu

bir cilt acaba var mıdır diye düşündüm ve ken·

eylemiı

di kendime müsbet ve k.at'i bir cevap veremedim..

ve 1869 da vefat eden bu adama tahais


t

B

L

t

y

F

A

R

G

o

y

A

K i T A P L A R ve M E C M U A L A R

b i r S ı t k ı G Ü v e m 1 i , Yeni Gramer , İstanbul, Çığır Kitabevi, 1939 25 kuruı. Z

a

F e t h i T e v e t , Tagor Külltyatı ; İatanbul, Arkadq Kitabevi, 1939, 30 KUl'Uf. Beş formadan ibaret ve orta çapta basılmııı

Kapak dahil altı formadan ibaret olan ve Ve­ fa Lisesi Edebiyat muallimi v e n 1 i'nın vüciide getirdiği

kitabı,

tahsil

çağında

Z ah i r S ı t k ı G Ü· bu küçük gramer

bulunan

cçocusa,

o•

olan eser Tagoı Külliyatı'nın birincisini teşkil edi­ yor. Birinci

1938, 40

tab"ının

(İstanbul.Acun Basimevi,

kuruş) tükenmesi üzerine, ikinci defa

kuma ve lisaıı derslerinde yardımcı olarak ü/•

olarak neşredilmiş olan ve bahsettiği ıniz eserin

gramer bügisinin verilme> si gayesiyle yazılmıştır.

ilk sahifelerini mukaddimeler teşkil ediyor. Bi­

Eserde, müellifin de kaydetıiği üzere :

rinci tab'ındıın naklen ne§redilen Birinci basılışa

a

-

Muğlak tasnif sisteminden ve ıstılah·

lardan kaçınılmak suretıyle zihnilik yerine tecrÜ.· be ve tetkike müstenit araştırıcılık tercih olun· muş , b - Misaller çoğaltılmayarak okuma kitap· /arın dan azl!mi istifade imkanı bırakılmıştır . mümkün mertebe muhtasar

bir şekilde kelimenin umumi tenevvü.'ü.nü. tetkik eder. Basit de olsa iştikukla::la ruhu yormamak için, kelimenin her şekline ait teşekkül tarzları ikinci kısmı meydana getirmiştir, ki bu kısım icabına göre tafsil veya ihtisar olunabileceği gibi, tercih edildiği takdirde fasıl fasıl birinci kısımla beraber gözden geçirilecek tarzda tertip olun­ muştur. Sona, cümle halinde bazı notlar ayrı

bir

kıııım halinde ilave olunmuştur. Böylelikle niıı· beten müşahhastan mücerrede ve ayni zamanda basıtten

disinde ilk sevgiyi uyandıran bir hatırayı ay­ nen naklediyor. İkinci Basılış'a Ö nüç'te de eserin birinci

tab'ı

mürekkebe siden bir yol takip edü­

mek istendi> ğini de, müellifin, buraya, kitap hakkında umumi bir fikir vermek gayesiyle ay­ nen aldığımız eser mukaddimesinden anlıyoruz. Gayet vazıh yazılan, kısa fakat esaslı ma­ lumat veren eserin neşrini, talebeye, kolaylıkla istifade edebileceği, müşkillerini halledebileceği bir kitap olması itibariyle faideli buluyor, tav­ eiye ediyoruz .

hakkındaki

tenkitlerin

bazılarını

nakleyleyerek, esas me\·zu'a T a g o r'un, hayalı· na giriliyor . E�erde,

Başlıca iki kısımdır : Birinci kısım

önüç'te, müellif, T a g o r'un eserlerine karşı ken·

büyük

Hindistan

§&İrinin

D Ü n y a ı i, Tagor'un Dini, Tagor'un Eserleri ve

F else/esi umumi başlıkları altında izah ile ki· tabın sonunda ayrıca bir bibliyografya da ve­ rilmiş; ilaveten T a g o r'un bir fotoğrafı ve bir mektubu da neşredilmittir . Birinci k ısımda,

1861

de doğan T a g o r'un

yetiştiği muhiııen, tahsilinden, şahsiyetinin teşek­ külünde müessir olan edebi amillerden, eserlerini ilhirn

eden

hadiselerden,

muvaffakiyetlerin<len

bahsolunuyor. İkinci kısımda, şairin, Türk Dünyasına

kar·

şı duyduğu alaka ; üçüncü kısı mda, T a g o r'un, müheşııiri bulunduğu Brahma Sanaç dininin te­ essüsü

ve

mahiyeti

hakkında

malllınat

verili­

yor . Bu almıştır;

üç bahis, kitabın iki formasında yer esas

olarak

üzerinde

durulan

kısım

T a g o r'un eserlerine ve felsefesine ait olan ba­ histir. Kitabın üç formasını içine alan bu ea­ hi felerde T a g o r'un şöhreti ve hususiyetleri be­ lirtiliyor.

Yurt ve Dü.nya ile Gora romanının,

Kurban, Karanlık Odanın Kralı, Poştahane

,78

hayatı

ve eserleri ; Tagor'un Hayatı, T a g o r ve T ü r k

dram·


479

BİBLlYOGRAFYA larının, Kara Bahtlı Ressam, Misafir, Mrinmayi ;

hikayelerinin, Sadhane ad ı yle neşredilen 8 ko n­ ransını muhtevi eseri nin, daha sonra, RiiyÜ· ren Ay, Bahçıvan., Meyva Sepeti, Gitanjıdi isimli eiir kitaplarının tetkik ve tahlilini görüyoruz. Bu eserlerin mevzuları tetkik ve tahlil edili rk en, sırası geldikçe onlardan müntehap parçalar da alınmıştır. Son yıllar zarfında A t s ı z a Y o 1 d a ş müstear namıyle bir çok mecmualarda, Halk şair­ ri'ni muvaffakiyetle taklit eden ve bilhassa türk· lüğü müterennim şiirlerine rastladığımız F e ı h i T e v e t'in münteşir ilk eserleri umumiyetle Yarın Turan benimdir ; Bir Bayrak Altında ; FuzUli'·

gibi şiir kitaplarından ibarettir. Son zamanlarda, bilhassa Kopuz mecmu as ın da, e­ d eb i tetkiklerine de rast ladığ ı mı z şairin, hazır· lamakta olduğu Tagor Külliyatı'nın ikincisini teşkil eden Gitanjali de neşredilmek üzeredir. nin Bahçesi

Fethi Tevet'in A h m e t H i k m

e t hakkın·

da bir eser hazırlamakt a olduğunu da. Kopuz'da bu eserin bir parçasını ihtiva eden makalenin neşrinden anlayoruz .. Okurlarımıza, birinci kısmının ikinci tab'ı ya pılan Tagor Külliyatı'nı tavsiye ederken, mÜ· ellif'in, hazırlamakta olduğu diğer tetkik eser· )erini d� bekleyoruz..

H a 1 i t F a b r i O z a n s o y, Baykut ( Piyes ) , İstanbul Ülkü kitap Yurdu, 1 939, 84 sahife, 30 kurutDarülbeday'i tarafından, muhtelif zaman­ larda muhtelif def'alar temsil edilen Baykuş, tekrar basıldı, ki bu eserin dördüncü tab'ıdır. Üç perdeden ibaret bulunan ve aruzla yazı­ lan B a y k u ş, H a l i t F a h r i Ozansoy'un en muvaffakıyetli ve bilhassa onun şöhretini te­ minde en büyük bir rol oynayan eseridir. Sahne edebiyat ımızda oldukça mühim bi r yer alan bu piyes'in, Bayk�'un, yeni tab'ıni okurlarımıza haber veriyor;

Halit Fahri

Ozansoy'un basılmakta bulunan Sükut adlı şiir kitabını ; Konakta Kervanlar ile.Sönen Kandil­ ler ve İlk Şa'ir isi mli basılacak olan bu üç manzum piyesinin de bir in evvel neşrini,

bekliyoruz.

A. H i 1 m i Y ü c e b a f, Tekirdağlı Şairler; İstanbul Cümburiyet Matba'ası, 1 939, 1 73 sahife 50 kW'Uf. Şimdiye kadar Trakya Köylertnde kültür derlemeleri ; Namık Kemal ve Vatan Sevgisi;

adıyle

iki

eser neşretmiş olan

A.

H i 1mi

Yücebaş'ın, Tekirdağlı Şairler adlı ki tabın ı n

birinci kısmı basılmıştır. Eserin yazılmasında istifade edilen men­ ba'l ar : M. F u a d K ö p r ü 1 ü'nun Divan Ede· biyatı Antolojisi; A b d Ü l b a k i G ö 1 p ı n a r 1 ı'nın Meltimüik ve Melamüer'i ; Sadettin N ü z h e t'in Türk Şnirleri ; Ş e m s e d d i n S a­ m i'nin Kamus · al · ii'liim'ı ; T a h i r Olgun'un , Nev'i ve Suriye Kasidesi; Şeyhi'nin Vekayi­ ül fuzalti'sı ; Fatin Tezkeresi; R i z a. S e h i tezkireleri ve Hazine · i /Ünund ur. •

·

Eserde, Abdullah HulUsi, Ahmet Sarban . Ali Saydam. Ali Kem l eri, Aşık

Köse Recep,

Alimi, Atayi, Bahaeddin, Basri Goeul, Bedri

Bedreddin, Behişti, Bezmi, Cafer, Cemali, Baba, Davud, Derviş Ahmet Dede, Fahri, Fat· ma, Fehim, Fehmi H. Cumalıoğlu, Ferdi, Fı-thi, Hacı Mahmut, Hacı Pir, Hafız Emin, Hamid · i binevii, Hasan Ağa, Hatemi, Hay­ dar, İ brah i m Zikri, l\fahvi, Ma'rufi Salıık, Mehmet Fahri, M uazzam Mardin, Nabi Çe­ lebi, Namık Kemal, Na'ti, Necip Selma, Neh­ ri Ahmet, Nutki Bala, Nev'i Neyzen, Şevk et, Piri Çelebi, Remzi, Rirat, Rüşeni, Server Ali, Sıtkı Bayer, Suphi, Süleyman, Şaban Sırrı, Şehri, Şerifi, Tal'at, Yahya, Yahya Sırrı, Yusuf Dede, Zikri Baba olmak üzere 60 şa· irden bahsedilmektedir.

Kitabın c

sonuna ,

A.

Hilmi

Yücebaş'ın

Trakya Köylerinde Kültür Derlemeleri > adlı

kitabı için olan bibliyografik mahiyette •e ( 13 Şubat 935) ilave edilmiştir.

Zaman'da ç ıkan bir yazı da

Okurlarımıza, Tekirdağlı Şairler

A.

Hi 1mi

kitabını

Yücebaş'ın

tanıtmak gayesiy.

le, eserin, yazılması için isi ifa de

edilen eser­ lerden ve muteviyatından bahsettik. Sözlerimize son verirken eserin, ikinci cildinin de hazırlanmakta olduğunu haber vı> riyonız..


Ü

430

L K

Ü, İKİNCİKANUN

M. N u r i G e n e o a m a n, Kırkından Sonra, latanbul, 01kii Baaimevi, 1939, 30 kW'Uf . Dört buçuk formadan ibaret ve orta

çapta

basılmış olan hu kitap, 28 adet şiiri ihtiva et· mektedir. Bir gazel . ve üç adet şarkı hariç, ta· mamen hece vezniyle yazılmış şiirlerden mürek· keptir . Dörtlüklerle ve umumiyetle bugünkü Halk Edebiyatında çok kullanılan ve 11 li ve yedili vezinlerle yazılan bu şiirlerin son dörtlüklerin·

de §&İrin ismi geçmektedir.

Halk §&İrleri huım·

1940

Göç etmiş yuvadan dertli kumrular Güvercin yurdunda Kaz. olmaz gönül •

Pınarlar şen degü, kurnalar öksüz Daslarda o telli turnalar öksüz. Mu.siki değişmiş zurnalar öksüz Dümbelek sesin.den

caz

Sevgiden el çekmq ôşiklar ya.Zı Başlamış gençliffen sonbahar /aslı Dillerde dolaşan K e r e m'le Aslı Yanımda, Oflu bir la: olmaz gönül

siyetlerini taşıyan ve bu edebiyatın tesirlerini, bilvasıta, R i z a T e v f i k'ten de alar., ekserisi temiz ve samimi bir tarzda yazılan bu oiirlerden, başlığı esere isim

t eşkil

eden ilk parçayı, yo.ıü

Kırkından Sonra şiirini aynen neşrediyoruz : Bülbüller şakınaz.viran ballarda Perifan güllerde

na:

eserini,

Nuri Genç bilhassa

olmaz. gönül • O s m a n'nın, ilk parça·

İstanbııl'a.

Konya'ya, Ankara'ya

şiire

meraklı

ediyoruz .

Kurumuş ırmaklar çallayan ıular

: Fevziye A bdullah, Dayı,

şaz

Umum

neşriyatı idare

adla

okuyucularımıza tavsiye

eden : Cevdet Kerim

Ankara Ulu.sal Matba'ada basılmıştır .

Bur·

a it tabi·

at tasvirlerini ihtiva eden Kırkından Sonra

Dağılmıı kırlara baygın kokular

İnce

Feminist gençliğin kaldık solunda , Kırkından sonra da

sa'ya ve

Bir solgun çiçekle yaz. olmaz. gönül

Çok saçı Leyla'nın gez.din kolunda ;

sını yukarıda neşrettiğimiz ve

Sonbahar yelleri esti dallarda

imtiyaz sahibi

Hey N u r ı yoruldun ôşlcın yolunda

B.

olmaz. göuül

olmaz gönül


HALKEVLERI H.ALKEY/ Adana

Afyon Amasya Antalya

Anvin Bafra

Balıekair Burdur Buna Çorum Denizli Di yarbabr

Elizıi Eminönü Eminönü Erzurum

Ealı..i tehir C• .Alllep

DERGiNiN .ADI

D E R G tL E R I

Görüşler Tqpınar Yeşilırmak Türk Akdeniz Çoruh Adın yaprak

Giresun İspana izmir Kayseri Kon ya

Kaynak

Mersin M i lis Muğla N i ğd e

Manisa

Burdur Uludal Çorumlu İnanç Karacada& Yeni Türk H. B. Haberleri Ata yolu Halkevi Ba�pınar

Aba On

Fikirler Erci yet Konya Gedia

İçel

Yeni Milla M uğla A k p ınar

Niksar

Ülker

T ıabmn

İnan

Samsun Sinop Sivas Urla

Altan

!>

DERGiNiN .ADI

H.ALKEY/

Yozğat Zonguldak

Xl X l\laf18 Dıranu

iV Eylül

Ocak

Bozolı:.

Karaelmaıı

( .

BEDEN TERBIYF.SI VE SPOR MECMUASI Bqvekilet Beılen Terbiyesi Genel Direktörlüğü'nün, fikirlerini neşretmekle oldup bu lık mecmuanın, ilk say ısı İkincikinun 1939 da neşreJilnıişıir. Gençliğin oyun, jimnastik.

ay. •e

ıpor faaliyetlerine yol gösterici ma hi yetle olan • ' Beden Terbiyesi 11e Spor mecmuasını, oku­ yucularımıza, bilhassa, H alkevler'inJe bu saha üzerinde çalıfllnlara, mesa"ilerini tanzim ve tq­ vik için, bir yarJımcı olmak üzere tavsiye ederiz. Y ıllık abonesi 180, ahı aylığı 90 kuruf. M üracaat mahalli : Ank�ra Yeni�ehir, Necati Bey Caddesinde " Beden TerbiyUi Genel UitW. ıörluAü "• Tdefon : 2405. "

PREHiSTORYA ARAŞTIRMALARINDA METODLAR Ankara Dil - Tarih - Coğrafya Fakültesi An tropoloj i Profesörü Dr. Şevket Aziz Kansu tarafından yazılan bu eser, A nkara Halkevi'nin, Müze ve Sergi Şubesi neşriyatındaııd ır. Bu ııaha üzerinde çalı§malara, metodlu çalıımalr. yullaruıı gösteren " Prehistorya ArqtmııalarınJa Metodlar ,, ı fiJdeıJe tavsiye ederi& •

lş Bet yıldanberi inlİfBI' eden bn felsefe mecmuasını kültür ilimleriyle ilitiii olan bütiin okullarımıza tavsiye ederiz. Yıllık abonesi yalnız bu liradır. Yazı ve idare itleri için ıu ademe müracaat : Jş !rlECMUA.SI - İstanbul .



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.