A. Buket Coşkuner - Sibirya'dan Nazi Kampları'na

Page 1



''Sibirya'dan Nazi Kaınplarına''


© 2007, Ufuk ötesi Yayınları © Bu kitabın her türlü yayın hakkı

Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince Ufuk ötesi Yayınlarına aittir.

Kapak Tasarımı: Ali Arif Esatgil Tashih: Aydil Erol İç Tasanın: Burhan Maden Baskı: Çetin Matbaası Davutpaşa Mah. Güven San. Sit. C Blok Nu:248 Topkapı/İSf 0212 576 59 85 ISBN: 978-975-8806-23-2 1. Baskı: Ağustos 2007 e-posta: ufuk@ufukotesi. com hHJ?:// www.ufukotesi.com

UFUK ÖTESİ YAYINLARI Alemdar Mah. Molla Fenari Çıkmazı Nu: 16-18 İşcan Han Kat: 3 Cağaloğlu - İSTANBUL Tel: (0212) 511 88 28 - 511 72 09 Faks: (0212) 511 72 16


''Sibirya'dan Nazi Kaın plarına''

A. Buket Coşkuner

İstanbul

-

2007


A. Buket Coşkuner 2 Eylül 1986'da Kayseri'de doğdu. Ada­ na'da İsmet İnönü İlkokulu ve Kurttepe Anadolu Lisesi'ni bitirdikten sonra liseyi Robert Kolej'de okudu. Bir sene Kalifor­ niya'da değişim öğrencisi olarak bulun­ du. Lise son sınıfta Amerika'daki Oberlin Koleji'nden tam burs kazandı ve şu an bu üniversite'de ikinci sınıf olarak eğiti­ mine devam ehnektedir. Aynca Kının Türkleri'yle ilgili bu projeyle Amerika'da Jerome Davis Araş­ hnna Ödülü'nü aldı.


Yaptıkları sayamayacağım kadar çok yardımları için Zafer Karatay'a ve Hakan Kırımlı'ya, giriş bölümüyle büyük katkısından dolayı Kemal Özcan'a, New York'ta bana evini açan ve hiçbir yardımı esirgemeyen Refika Osman'a, Halim Saylık'a, projeye ilk başladığımdan bu yana yol gösteren Timur Berk'e, Neşe Karatay'a, Filiz Tutku Aydın'a, İbrahim Altan'a, °İstanbul Kırım Türk­ leri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'ne, Ankara Kırım Türkleri Derneği'ne, New York Kırım Türkleri Derneği'ne, Röportaj yaphğım büyüklerime, bana hep destek veren aileme, Kırım' dan ayrılmak zorunda bırakılan ve projeye başlama sebebim olan dedeme Teşekkürler



İçindekiler Önsöz Giriş

.

.

..

.

............. ..... ................. . ........................... .......................

9

13

............................................................................................

BÖLÜMl

TÜRKİYE

. . . .. . . .

............................................... .. . ...

. 69

. . ... ................

Özbekistan Çölleri ....................................................................71 Paraşüt İplerinden Kumaş ......................................................83 Kel Kafalı Kız ile Köylü Oğlan ............................................... 90 Sürgünden Opera Sahnesine ................................................102 Nazi Üniformasıyla Kaçış .....................................................111 Toprakta Doğum ....................................................................118 BÖLÜM2 AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ ...................................123 'Cezalandıracaksan kabahatlileri bul!' ...............................125 Patatesten Ay-Yıldız Mührü .................................................130 Tabut Olan Sığınaktan Kurtuluş ..........................................137

7


Köydeki Komünist

.................................................................

Bombalar ve Çocuklar Üç motosikletli Dağılan Aile

...........................................................

147

154

.......................................................................

............................................................................

Mağarada bir ay

.................................... ..................................

Gerçek de bir oyun olsaydı

B

141

...................................................

158 161 171


..

On söz 2006 yılının Ocak ayında başladığım bu sözlü tarih projesini, yaphğım röportajların Kının Türklerinin Milli Mücadelesinin sebeplerini ve gerekliliğini desteklemeye yeterli olabileceğini düşündüğüm için, 2007 yılının Hazi­ ran ayında sonlandırdım. Büyüklerimden dinledikleri­ min bende yarattığı etkiyi gördükten sonra, aynı etkiyi herkesin üzerinde yaratmasını umarak, kitap haline ge­ tirmeye karar verdim. Projeye başladığımda, başarmayı hedeflediğim tek bir amaç vardı: Kının Türklerinin hayatta kalma hikaye­ sini herkese duyurmak; böylece insanlar ve kültürler arası empati gelişimine yardımcı olmak. Fakat, farklı insanlarla tanışıp, başka hikayeleri duydukça, bu amaç değişik boyutlar kazandı ve kendiliğinden çoğaldı. Bu bir senelik süreçte yavaş yavaş farkına vardığım, proje­ nin katkıda bulunmasını umduğum diğer önemli amaç­ lar ise: • Sözlü tarihe başvurulduğunda, tarihin kişisel bo­ yutta ne kadar değişebileceğini göstermek. Tarih kitapla­ rında yazan belgelere dayalı gerçekler, o zorlukları yaşa­ yan insanların gördükleriyle karşılaşhrıldığında, yine o insanlar için, aslında ne kadar geçerlidir? 9


Röportajları Türkiye' de ve ABD' de gerçekleştir­ dim. Çalışmamı da Türkiye ve ABD olmak üzere iki bö­ lümde topladım. Bu sayede diasporadak.i hayatların hangi alanlarda farklı veya aynı olduklarını öğrenmeye çalışhm. Ulaşhğım sonuç şu oldu ki, Kınm'a geri dönen Kırım Türklerinin en büyük sorunları işsizlik ve anava­ tanlarında toprak sahibi olamamakken, diasporada ya­ şayan Kırım Türklerini en çok yoran sorunun, yeni nesil Kırım Türklerindeki kültür ve benlik kaybı yaşamaları. • Dolayısıyla, diasporadak.i Kırım Türklerinin yo­ ğun bir düşünsel ve kültürel savaş verdiklerini gördüm. • Bu sebeple, amaçlardan biri de kitaptaki hikaye­ lerin, genç nesil Kırım Türklerinin milli benliklerinin nereden köklendiğini ve bu benliğin korunmasının ne­ den önemli olduğunu anlamalarına yardım etmek. • Belki başka amaçlar sıralanabilecek olsa bile, son olarak üzerinde durmaya ve yansıtmaya çalışhğım du­ rum, farklı toplumlar arası ideolojik çahşmaların insanla­ rın arasından değil de, politikadan kaynaklandığıdır. (Bu fikrimi açıklığa kavuşturmak ve desteklemek için röpor­ taj yaphğım her kişiye özellikle diğer milletlerden insan­ larla savaş öncesi ilişkilerini sordum. Hepsinin yanıtlan dost oldukları veya çok iyi anlaştıkları doğrultusunday­ dı. Hatta savaş sırasında bile birbirlerine yardım ediyor­ lardı.) •

2. Dünya Savaşı dönemini görmüş büyüklerimizi ar­ hk kaybediyoruz. Kırım Türkleri nüfusunun neredeyse yarısını zaten 1944-1947 seneleri arasında kaybettik. Er­ keklerin çoğu savaşta kaybedilirken, aydınlar ve zengin10


ler de çalışma kamplannda öldüler. Bu yüzden büyükle­ rimizle gerçekleştirilebilecek sözlü tarih projesi imkanları çok kısıtlı ve bu günden güne daha da güçleşiyor. Proje sürecindeki zorluklardan diğeri de bazıları­ nın röportaj yapmak istememesiydi. Gösterilen tepkiler

arasında şu sözler vardı: 'Yaşadıklanmızı çok anlattık. Bir işe yaramadı. Hastayım. O günleri bir daha yaşamak istemiyorum.' öte yandan bazı büyüklerim hamlama güçlükleri çektiler veya yanlış hahrladılar. En doğru şekilde hikaye­ lerini yansıtabilmek için aynı sorulan birkaç defa sor­ dum. Bazıları ise herşeyi en ince aynntısına kadar hatır­ lıyordu. Toplumlar yerleşir, düzen kurar, kimlik edinir, deği­ şir, göç eder, baskı albnda kalır, ayakta kalır, yok olur. Tarihte Kırım Türklerinin yaşadıklannı yaşayan başka toplumlar da vardır. Sosyolojik yapıların denklemleri birbirlerine benzer. . Bu görüş her ne kadar genel bir bakış açısı ve çoğu kimseyi tahnin edebilecek doğruluk�erse de, bölünen toplumlann kimliklerini yeniden bulma arzusu ve hakkı göz ardı edilemez. Bu arzuyu gerçeğe dönüştürmek için çaba sarf edilmesi, şiddete başvurmadan mücadele edil­ mesi, hak aranması, yaphrıınlann sorgulanması, önyar­ gılann bırakılması ve destek aranması gerekir. Her ne kadar hiçbir şey sadece siyah veya beyaz olmasa da, Kı­

nın Türklerinin yeni nesilleri bu şartlarda iki seçenekle karşı karşıyadırlar. Ya kişiselliğin ve buna bağlı olarak kişisel çıkarların öne çıkhğı yeni dünya düzenine katılıp tarih ve kültürlerini unutacak ya da geçmişlerine ve kim11


tiklerine sahip çıkıp vatana dönüş mücadelesine destek verecekler. Son olarak, röportajları okurken bazen 'Tatar' bazen de 'Kınrn Türkü' ifadeleriyle karşılaşacaksınız. Özellikle röportajlardan direkt aktardığım kesitlerde, büyükleri­ mizin 'Tatar' kelimesini kullandıklarını göreceksiniz. İki kavramın hiçbir farkı yoktur ve aynı milleti temsil et­ mektedir. Umarım bu çalışma 'Vatana Dönüş'e katkı sağlarken, çok yönlü ve objektif bir sözlü tarih kaynağı olur. A. Buket Coşkuner 13 Haziran 2007

12


Giriş Dr. KEMAL ÖZCAN KIRIM TÜRKLERİNİN SÜRGÜNÜ VE MİLLi MÜ­ CADELE HAREKETİ (1944-1990) Ed. H.C. Güzel, O. Karatay, C. XX, Ankara 2002, s. 205-221'de yayınlandı) (Türkler,

Kının, Karadeniz'in kuzeyinde, bugünkü Ukrayna Cumhuriyeti'nin sınırlarında özerk cumhuriyE:.\ statü­ sünde bir yanrnadadır. Stratejik olarak son derece önem­ li bir konumda yer almaktadır. Bu yanmada tarih bo­ yunca Hazarlar, Kıpçaklar, Peçenekler, Uzlar gibi Türk kavim ve toplulukları tarafından yurt edinilmiş, X.V. yüzyıldan itibaren de Kının Hanlığının merkezi olmuş­ tur. Kının Hanlığı kuruluşundan kısa bir müddet sonra, Osmanlı Devleti'nin İstanbul'u fethini müteakip, bu dev­ letin himayesi altına girmiştir. Yaklaşık 300 yıl süren bu durumdan sonra, Kının, 1774 yılında Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile bağımsız hale gelmiştir. Ancak bu bağımsızlık çok kısa sürmüş, 1783 yılında Rus Çarlığı tarafından ilhak edilmiştir. 13


Kırım'ın Rus hakimiyetine düşmesiyle birlikte, ya­ rımadada Türk nüfusa karşı ağır baskılar uygulanmışhr. İnsanların büyük bir kısmı "Ak topraklar" olarak adlan­ dırdıkları Osmanlı Devleti'ne göç etmiş, bir kısmı katle­ dilmiş, bir kısmı çeşitli yerlere sürgüne gönderilmiştir. Kırım 'da yaşanan zulüm 1917 yılında gerçekleşen Sovyet İnkılabına kadar devam etmiştir. Kırım Türkleri, Sovyet İnkılabını desteklemişlerdi. Bunun sonucunda inkılabın lideri Lenin 1921 yılında yayınladığı bir deklarasyon ile Kırım Özerk SSC'nin ku­ rulduğunu ilan etmiştir. Kırım'da teşkil olunan bu özerk cumhuriyet, yarımadada Rus nüfusun çoğunlukta olma­ sına rağmen Tatar hakimiyetindeydi. Başkanı Veli İbrahim.ov adlı bir Tatardı. Resmi dili de Tatarca idi. Kı­ rım'da Tatar hakimiyetinin yeniden şekillenmeye başla­ dığı bu dönem, ne yazık ki, kısa sürdü. Lenin'in ölü­ münden sonra Sovyet Devleti'nin lideri olan Stalin, Kı­ rım'a hpkı Rus Çarlığı döneminde il. Katerina'nın bakış açısıyla bakıyordu. Yani Kırım'ın Türklerden arındırılıp, bu güzel yarımadanın Slavlaşhrılmasıru istiyordu. Nite­ kim o, bu düşüncelerle Kırım Türklerini 1941 sonbaha­ rında topyekiln Kazakistan'a sürgüne göndermeyi dü­ şünüyorduı. Ne var ki o sırada patlayan il. Dünya Savaşı buna imkan vermedi.

ı

14

P. von zur Mühlen, Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında, Çev. E.B. Özbilen, Ankara, Mavi Yayınlan, 1984, s. 220; E. Kınmal, "Kınm Türkleri", De rgi, 5. 59, 1970, s. ll'de Alman ordusunun Kınm'a girmesinden sonra Akmescid (Simferopol) şehrinin resmi hükümet dairelerinden birinde Sta­ lin hükümetinin daha 1941 sonbahannda Kınm Türklerini tamamen Ka-


il. Dünya Savaşı sırasında, 1939 yılında yapılan Sov­ yetler

Birliği nüfus sayımı verilerine göre, Kırım'da

1.123.806 kişi yaşıyordu. Bu sayının 557.449'unu Ruslar, 218.492'sini Kırım Türkleri ve 153.478'ini Ukraynahlar oluşturuyordu. Bölgede en az nüfus Litvanyalılara aitti (888 kişi)2. il. Dünya Savaşı'nda Sovyetler Birliği toprak­ larına da ayak basan Alman orduları, Ekim 1941'de

Kı­

nın'a girmişlerdi. il. Dünya Savaşı öncesinde, Almanların da Kırım'a dair çeşitli planlan bulunmaktaydı. Onlar Kırırn'ın kendi topraklarına dahil edilmesi3, bölgenin Alman subayları için bir tatil beldesi haline getirilmesi veya İtalyanlarla ihtilaflı olduk.lan Güney Tirol Almanlarının buraya yer­ leştirilmesi düşüncesini taşıyorlardı. Bu düşüncelerini gerçekleştirmek için ise, Kırım'da yaşayan Ruslar, Uk­ raynalılar, Kırım Türkleri dahil herkesin sürgün edilmesi gerektiğine inanıyorlardı4. Savaşın başlamasından yaklaşık iki yıl sonra Sovyet topraklarını istila eden Alman orduları, Ekim 194l'de Kırırn'ın kuzeyindeki Orkapı (Perekop)'dan içeri girerek, 30 Kasım 1941'e kadar Akyar (Sivastopol) dışında bütün

3

zakistan'a sürgün etme niyetini ortaya koyan bir belgenin ele geçirildiği ifade edilmektedir. Ukrayna SSC Kamu Düzenini Koruma Bakanlığı, Başsavcılık ve KGB'nin Kınrn'dan sürgün edilen Kınm Türkleri ve diğer milletlere mensup kişiler hakkında Ukrayna KP MK Sekreteri P. Şelest'e gönderdikleri rapor (15 Ni­ san 1967), Ukrayna Devlet Merkezi Arşivi (TsDAGO Ukraini), fon (f). 1, liste (L). 24, dosya (d). 6321, yaprak (y). 12-15. A. Dallin, German Rule in Russia, 1941-1945: A Study of Occupation Policies. London-New York, St. Martin's Press, 1957, s. 51-52, 253-254. A. Nekriç, Nakazannıye Narodı, New York, Khronika, 1978, s. 24-25.

15


Kınm'a haklın oldular5. Kınrn'ı Almanlara terk eden Sovyet idaresi, beraberindeki askeri kuvvetlerle bölge-: den çekilirken büyük bir katliama girişmiş, kendi asker­ lerinin yatbğı hastaneleri dahi ateşe vermekten kaçın­ mamışlardı6. Kınrn'a giren Alman orduları ise, bir kısım halk tarafından kurtarıcı olarak karşılanmışh. Almanlara gösterilen bu ilginin bir benzerini, Kının dışında yaşayan Kırım Türklerinin vatanlanrun bağımsızlığını elde etmek için Almanlarla temasa geçmelerinde görmekteyiz. İlk olarak Edige Kınmal ve Müstecip Ülküsal gibi tanınmış iki Kırım Türkü, Türkiye Cumhuriyeti'nin de çabalan

sonucu Almanya'ya gitti. Kırıma! ve Ülküsal burada Alman yetkililerle ülkesinin ve halkının geleceği hakkın­ da girişimlerde bulundular7• Aynı şekilde Kınrn'da da bir kısım Kırım Türkü, vatanlanrun Sovyet Rus hakimi­ yetinden kurtularak bağımsız bir Kırım Türk devleti ha­

lini almasını istiyordu. Bu gaye ile Alman ordusu bünye­ sinde kurulan askeri taburlarda bazı Kırım Türkleri yer almışh. "Gönüllü Nefsi Müdafaa Taburları" olarak da adlandırılan bu teşekküllerde yer alan I<ınm Türklerinin bir bölümünün ise Nikolayev ve Akmescid (Simferopol)'deki Alman esir kamplarında bulunan as­ kerlerden oluştuğunu da belirtmek gerekir8. Önemli bir s

6

1

s

16

Bu konuda bkz.: N. Abdülhamitoğlu, Yüz Binlerin Sürgünü, İstanbul, Boğaziçi, 1974, s. 43. E. Kınına!, "Sovyet Rusya Hakimiyeti Altında Kının Dergi, 5. 49, 1967, s. 65. M. Ülküsal, il. Dünya Savaşında Berlin Habralan ve Kınm'ın Kurtuluş Davası, İstanbul, Kutulmuş Matbaası, 1976, s.19 vd. E. Kınına!, Kının Türkleri", Dergi, S. 59, 1970, s. 11. ",

"


kısnu, hayatta kalına arzusundaki savaş esirlerinden oluşan bu taburların, o dönemin şartlan içinde ne kadar "gönüllü" oldukları ihtiyatla karşılanmalıdır. Bu tabur­ larda gerçekten gönüllü olarak yer alan Kırım Türkleri­ nin amaçlan ise, Alınan hakimiyeti alhnda yaşamak de­ ğil, ne şekilde olursa olsun Rus hakimiyetinden kurtul­ mak ve bağımsız Kırım devletini kurmaktı. Onlar bu hedefe ulaşabilınek için, Alınanların kendilerine ne tür haklar tanıyacağını hesaba katmadan böyle bir işbirliğine giriştiler9. Nefsi Müdafaa Taburlarında yer alan Kırım Türkle­ rinin mevcudu hakkında kesin bir bilgiye maalesef sahip değiliz. Bununla birlikte, bu taburlarda bulunan Kırım Türklerinin sayısının genel olarak 20.000 kişi civarında bulunduğu ifade edilrniştirıo. Bize göre bu konuda en doğru bilgiler Alınan askeri belgelerinde bulunmaktadır. Nitekim bu bilgilere göre, Kırım' da toplanan gönüllü O. Özkınm, '11. Dünya Savaşında Kırım Türkleri ile Almanlar Arasındaki Münasebetler", Emel, S. 25, 1964, s. 15; Kırıma!, usovyet Rusya Hakimiye­ ti . ", s. 66. ..

ıo

Knm: Proşloye i Nastayaşçeye, Ed. S.G. Agacanov, A.N. Saharov, Moskvi', Mısl, 1988, s. 83; Mühlen, Kırım Türk gönüllülerin sayısının bir ara 20 bin kişiye ulaşhğıru belirtmektedir, Mühlen, a.g.e., s. 186.; Kınmal, Bolşeviklere karşı silahlı mücadeleye kahlan Kırım Türklerinin toplam sa­ yısının 1942-1944 yıllarında 8000 ile 20000 asker olarak değiştiğini belirti­ yor: Der Nationale Kampf Der Krimturken mit be!IOftderer Berucksichtigung der Jahre 1917-1918, Emsdetten/Wesfalen, Verlag Lechte/Emsdetten (Westf.), 1952, s. 305; Ülküsal 14 batalyon ve 4 bin kişi­ lik bir gruptan bahseder, Berlin Habralan, s. 108-109; Broşçevan ve Tıgliyants'a göre, bu tür gönüllü teşekküller 200-300 kişilik 10 tabur ve 14 bölükten oluşuyordu, Broşçevan-Tıgliyants, a.g.e., s. 35; Nekriç eserinde kendi köylerini korumak için "Yerel" Nefs-i Müdafaa Taburlarına katılan­ lardan bahsediyor ancak bir sayı vermiyor, a.g.e., s. 32-33.

17


sayısı toplam 9255 kişidir11. Görevi Kınm'daki diğer mil­ liyetlere mensup halkı korumak ve Sovyet partizanlarına (çeteci) karşı mücadele etmekı2 olan bu taburların infaz birlikleri olarak görev yaptığı ve Kırım'da yaşayan 88 bin sivilin ölümünde, 85 bin kişinin de Almanya'ya sürgün edilmesinde görev aldığı Sovyet makamları tarafından iddia edilmiştir13. İşgalin ardından Kırım' da kurulan Alman idaresinin, Kırım Türklerine karşı askeri kontJlarda gösterdiği iti­

madı siyasi meselelerde göstermediği dikkati çekmekte­ dir. Bunun en bariz tezahürü, Almanlar tarafından Kı­

rım' daki askeri makamların, yerel yönetimlerin ve emni­ yet teşkilahnın büyük çoğunluğunda Rusların göreve getirilmesinde görülmektedir14. Bunun yanında Alman­ ların kendileriyle işbirliği yapan Kırım Türklerine karşı bir takım kültürel imtiyazlar sağladığı bilinmektedir. Kırım Türkleri aynca Müslüman Komitelerinin teşkili gibi siyasi bir ayrıcalık da elde etmişti. Bu komite sadece dini ve kültürel meselelerle ilgilenme yetkisine sahip olmasına rağmen, gayr-i resmi olarak Kırım Türklerinin siyasi merkezi haline gelmişti ıs. 11

12 13 14 15

18

203 yerleşim bölgesinden 5655 kişi ve 5 esir kampından 3600 kişi. Bkz. G. A., Litvin, "Knmsko-Tatarskiye Formirovaniya: Dokumenti Tret'yevo Reyha Svidetelsvuyet", Vayenno-İstoriçeskiy Jurnal, S. 3, Moskva, 1991, s. 91-93. Kınına!, "Kının Türkleri", s. 11. Broşçevan-Tıgliyants, a.g.e., s.35; Knm: Proşloye i Nastayaşçeye, s. 91. E. Kınına!, Nationale Kampf s. 314. A. Fisher, The Crimean Tatars, Califomia, Hoover lnstitution, 1978, s. 156157; Sovyetler Birliği döneminde yazılan eserlerde bu komiteden "Burju­ vazi-milliyetçi komite" olarak bahsedilmektedir. Görevleri arasında, par-


Bir kısım Kırım Türkünün Alınanlarla çeşitli ilişki­ lerde bulunmasının yanında, bu topluluğa mensup önemli bir kitlenin ise gerek Sovyet Kızıl Ordusu içinde gerekse partizan (çete) hareketi saflarında Alınanlara karşı silahlı mücadeleye katıldığı görülınektedir. Kırım Türklerinin bu mücadeleleri savaş sonrası Sovyet litera­ türünde uzun süre yer alınarnışh. Nihayet Sovyetler Bir­ liği'nin son dönemlerinde yayınlanan eserlerde bu konu­ lara yer verilıneye başlanmış, Alınanlarla işbirliği yapan­ ların aksine, Kırım Türklerinin çoğunluğunun "vatanla­ rına sadık kaldıkları" ifade edilmiştir. Bu mücadelede yer alan birçok Kırım Türkünün yüksek derecede ma­ dalya ve nişanlarla taltif edildiğine de yer verilmiştir. Bu mükafatlardan biri ise, savaş sırasında 30 tane Alınan uçağını düşüren ve bu kahramanlıklarından ötürü iki kere "Sovyetler Birliği Kahramanı" unvanı alan Alunet Han Sultan'a takdim edilmiştir16. Kızıl Ordu ve partizan saflarında yer alan Kırım Türklerinin mevcudu hakkında da kesin bir bilgiye ne yazık ki, sahip değiliz. Bununla birlikte, Kınm Türkleri­ nin Sovyetler Birliği KP MK'nin XXIII. Kongresine gön­ dermiş oldukları bir bildiriden anlaşıldığı kadarıyla, sa-

16

tizan hareketine karşı mücadele için teşkilatlanma, Sovyet ve komünist fa­ aliyetlerin imhası, eski adet ve geleneklerin yeniden canlandınlması vb. hususlann yer aldığı belirtilmektedir: Knm: Proşloye i Nastayaşçeye, s. 81-82 .. Broşçevan-Tıgliyants, a.g.e., s. 34; Nekriç, a.g.e., s.141; Ahmet Han Sultan'a 24 Ağustos 1943'te Sovyetler Birliği Kahramanı ünvaru, 29 Haziran 1945'te ise Lenin nişanı ile ikinci madalya olarak "Zalotaya Zvezda" (Altın Yıldız) verilmiştir, Knm:Proşloye i Nastoyaşçeye, s. 84.

19


vaşın başında Kırım'ın Kuybişev, Bahçesaray, Aluşta, Sudak, Lenin ve Balaklava rayonlarına ait 21 köyden 18 yaşın üzerinde 4252 kişiden 2324 genç (ki bu bölgelerde­ ki toplam yetişkin nüfusun %56.9'dur) Kızıl Ordu'ya katılmışh. Aynca, yine bu köylerden 329 kişi partizan hareketine iştirak etmişti. Bu bildiride, Kının Türklerinin Kızıl Ordu ve partizan cephelerinde yetişkin nüfusunun %26.4'ünü kaybettiği de belirtilmektedir17• Kının Türkle­ ri gösterdikleri üstün başarılar sayesinde Kızıl Ordu ve partizan hareketi içerisinde kumanda mevkilerine kadar yükselınişlerdi18. Bütün bunlara rağmen, partizan hare­ ketinin

Rus

asıllı

komutanlarından

Makrousov

ve

Martinov gibi şahıslar, Kının Türklerine karşı besledikle­ ri düşmanlığı daha da ileriye götürerek, Sovyet yöneti­ mine sunduğu raporlarda Kının Türklerinin Almanlarla işbirliği yaparak "vatana ihanet ettiklerini" defalarca ifade etmişlerdil9. Kasım 1943'te Stalingrad'da Alman ordusuna karşı ezici bir galibiyet kazanan Kızıl Ordu birlikleri, ilerleme­ sini sürdürerek 10 Nisan 1944'te Kınrn'a yeniden hakim oldu. Kınrn'ın tekrar Sovyet hakimiyetine girmesinin ardından, zafer sarhoşluğu içinde olan Kızıl Ordu asker­ leri özellikle Kırım Türklerine karşı ağır baskılar uygula-

17 1s 19

20

"Obraşçeniye Knmskotatarskogo Naroda k XXIII Syezdu KPS.5", Natsional'nıy Vopros v SSSR: Sbomik Dokumentov, Sostavitel': R. Kupçinskiy, Kiyiv, Suçasnist', 1975, s. 288-326. Nekriç, a.g.e., s. 38-39. A.g.e., s. 35-37.


dı, hatta birçok Kıruiı. Türkünü katlettiıo. Sovyet askerle­ rinin Kının Türklerine karşı böyle bir tutum sergilemele­ rinin alhnda yatan en önemli sebep, Kının Türklerinin Almanlarla işbirliği yaparak Kızıl Ordu ve partizan ha­ reketlerine karşı savaşmalanydı. Zira Sovyet yönetimi tarafından yapılan menfi propagandalarla bu insanlar Kının Türklerinin vatana ihanet ettiklerine inandınlmış­

lardı2t. Sovyet yönetimi Kının'a tamamen haklın olduktan sonra, 20 Nisan 1944'te Kının KP bölge komitesi, savaş sırasında Almanların yapmış oldukları cinai faaliyetler ile onlarla işbirliği yapanları tespit etmek amacıyla bir

Olağanüstü Devlet Komisyonu kurulmasına karar ver­ di. 5 Haziran 1944'te çalışmalarına başlayan komisyon Mayıs 1945'te görevini tamamladı22. Bu komisyonun çalışmaları sonunda hazırlanan raporlar, Sovyet hükü­ metinin daha önceden düşündüğü Kının Türklerinin sürgününe bir bakıma zemin hazırladı. 70 yıllık Sovyet tarihinde, bu ülkede yaşayan birçok topluluğun topluca sürgüne gönderilmeleri çok görülen bir olaydı. 1930-1950 yıllan arasında birçok halk yaşadı.k­ lan yerlerden sürülerek ülkenin başka bölgelerinde, zor şartlar albnda yaşamaya terk edilmişlerdi. Bu uygulama­ lara ilk defa, 1 Şubat 1931 tarihinde "kulak" olarak ad­ landırılan toprak sahibi zengin köylüler maruz kalmışh.

20 21 ıı

N. Devlet, "240 Kının Türkünün Müracaatı", Emel, S. 146, 1985, s. 4. Fisher, a.g.e., s. 162. Broşçevan-Tıgliyants, a.g.e., s. 8-9.

21


İki yıl içerisinde sürgünleri gerçekleştirilen bu şahısların toplam mevcudu 1.317.000 civarında idi23. 1937 yılında Sovyetler Birliği'nde yaşayan KoreWer24, 1940'ta Polonya ile Sovyetler Birliği arasında 20 yıl önce cereyan eden savaştan sonra ülkede kalan 380.000 Polonyalııs, 1941'de İdil (Volga) kıyılarında yaşayan Almanlardan, savaş sı­ rasında Alman ordusuna yardım ettiği gerekçesiyle top­ lam 1.024.722 kişi26 sürgüne maruz kaldı. Bunuri yanında 28 Ekim 1943 tarihli SSCB YSP kararnamesiyle toplam 93.139

Kalmuk

Altay,

Krasnoyarsk,

Ornsk

ve

Novosibirsk bölgelerindeki özel iskan alanlarına sürgün edildi27• 2 Kasım 1943'te ise toplam 69.267 Karaçay Türkü vatanlarından zorla çıkartıldı2s. Bütün bu toplulukların sürgüne gönderilme gerekçesi hemen hemen aynıydı: Almanlarla işbirliği yapmak veya onlara karşı gerektiği gibi mukavemet etmemek. Oysa Alman işgaline hiç ma­ kalmayan ve onlarla herhangi bir teması bulunma­ yan Çeçen-İnguşlar da Stalin döneminin bu acı siyase­

ruz

tinden nasibini almışlardı. Bu uygulama sonucu yaklaşık 600.000 Çeçen-İnguş, 23 Şubat 1943'te başlayan bir ope-

23

24

25 26 27 ıs

22

V.N.Zemskov, "Spetsposelentsı", Sotsis (Sotsiologiçeskiye İssledovaniya), No. 11, Moskva, 1990, s. 3-4; "Deportatsiya: Beriya Dokladıvayet Stalinu", Haz. N.F. Bugay, Kommunist, No. 3, Moskva, 1991, s. 101 . "Pognıjenı v Eşelonı i Otpravleru k Mectam Poselenii ... ", Haz. N.F. Bugay, İstoriya SSSR, No. 1, Moskva, 1991, s. 144. "40-50-e Godı: Posledstviya Deportatsü Narodov", Haz. N.F.Bugay, İstoriya SSSR,. No. 1, Moskva, 1992, s. 122; Zemskov, a.g.m., s. 5. "Deportatsiya ... ", s. 111. A.g.m., s. 102. "Pogrujenı ... ", s. 145.


rasyonla vatanlarından zorla çıkarılarak Kazakistan ve Kırgızistan'ın çeşitli bölgelerine sürüldüler. Aynı bölge­ de yaşayan ve bir kısmının Almanlara yardım ettiği tes­ pit olunan Kabard, Edige ve Çerkesler ise hiçbir yaph­ rımla karşılaşmadan yerlerinde kalmışlardı29. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlara yardım et­ tikleri gerekçesiyle vatanlarından topluca sürülen toplu­ luklar arasında sıra Kırım'da yaşayanlara gelmişti. İlk olarak Kırım Türklerinin sürgünü gerçekleşti. Ardından Kırım'da yaşayan Almanlar, Rumlar, Bulgarlar, Ermeni­ ler de "zorunlu göçe" maruz kaldılar. Kırım'dan toplam 12.422 Bulgar, 15.040 Rum, 9621 Ermeni, 1119 Alman ve diğer milletlere mensup 3652 kişi sürgün edilmişti30. Sovyet devletinin izlediği bu sürgün politikası sonucun­ da, İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında ülkede toplam olarak 3.332.580 kişinin, yaşadığı topraklardan çıkartılarak Sovyetler Birliği'nin diğer bölgelerine yerleş­ tirildiği ve 1948-49 yıllarında bu sayının ölüm, sürgün­ lükten serbest bırakılma gibi sebeplerle 2.275.900 kişiye indiği belirtilmektedif31. Sovyetler Birliği topraklarında İkinci Dünya Sava­ şı'run en şiddetli cereyan ettiği yerlerden biri olan Kı­ rım'ın yeniden Sovyet hakimiyetine geçmesinden sonra, Sovyet güvenlik b�eri NKVD ve KGB tarafından böl-

29

JO 31

Mühlen, a.g.e., s. 226; "Deportatsiya ... ", s. 104'te 29 Şubat 1943 itibariyle Çeçen-İnguş ÖSSC'nden toplam 478.479 kişinin sürüldüğü, bunlann için­ den 91.250 kişinin İnguş olduğu belirtilmektedir. "Deportatsiya ... ", s. 109. A.g.m., s. 1 1 1 .

23


genin Alman istilacılardan, "Sovyet karşıh unsurlardan" ve Almanlarla işbirliği yapanlardan "temizlenmesi" için yoğun bir çalışma başlahldı32. Bu itibarla, 13 Nisan 1944 tarihinde Kının Özerk SSC'nin "Sovyet karşıh unsurlar­ dan temizlenmesi" hususunda bir talimatname yayın­ landın. Sürgün operasyonunu uygulayacak olanların hazırladığı 22 Nisan 1944 tarihli rapora göre, 1 Nisan 1940 tarihi itibariyle Kınrn'da 1.126.800 kişi bulunuyor­ du. Bunun içinde Kının Türklerinin mevcudu hakkında kesin bilgiler bulunmamakla birlikte, yaklaşık 218 bin kişi olduğu tahmin ediliyordu34. Operasyon sonuçlarının merkeze bildirilmesi sırasında, Kının Türklerinden 20.000 kişinin Kızıl Ordu saflarından ayrılarak Almanla­ rın tarafına kahldıklan da belirtilmişti35. Bütün bunların ardından Sovyet yönetiminin, Kırım Türklerinin topyekün sürgününe kesin karar verdiği anlaşılmaktadır. Serov ve Kabulov'un 7 Mayıs 1944'te Beriya'ya gönderdikleri rapor bu tespiti doğrulamakta­ dır. Söz konusu raporda sürgün operasyonu hazırlıkları­ nın 18-20 Mayıs'a kadar tamamlanmasının, operasyonun

ise 25 Mayıs'a kadar sonuçlandırılmasının mümkün olJ2 JJ

34 JS

24

Broşçevan-Tıgliyants, a.g.e., s. 27. SSCB İçişleri Bakanı ve Devlet Güvenlik Bakanının bu emri için bkz.: M.N. Guboglo-S.M. Çervonnaya, Knmskotatarskoye Natsional'noye Dvijeniye, C. il, Moskva, Rossiyskaya Akademiya Nauk, Tsentr po İzuçeniyu Mejnatsional'nih Otnoşenii, İnstitut Etnologü i Antropologü im. N.N. Mikluho-Maklaya, 1992, s. 42-43; aynca bkz. Knmski Tatan 19441994: Statti, Dokumenti, Svidçennya Oçevidtsıv, Kiyiv, Ridniy Kray, 1995, s. 71-72. "Pogrujenı ... ", s. 151 . "Deportatsiya ... ", s. 107.


duğu belirtilmektedir 36. Beriya ise, 10 Mayıs 1944'te, Kı­ rım Türklerinin Sovyet halkına karşı "ihanet etmesi" göz önüne alınarak, bütün Kınm Türklerinin Kırım bölge­ sinden çıkarılması hususunda Stalin'den Devlet Güven­ lik Komitesi (GKO)'nin onay vermesini talep ediyordu. Beriya sürgün edilecek Kınm Türklerinin, hem tarımda (kolhoz ve sovhozlarda), hem de sanayi ve ulaşım alan­ larında kullanılmak üzere Özbekistan SSC bölgelerinde iskan edilmesinin uygun olacağını düşünüyordu37. Stalin, Beriya'nın bu talebini hemen ertesi gün kendi imzasını taşıyan ve bütün Kınm Türklerinin Kınm' dan sürülmesine karar veren GKO'nin 5859 sayılı "çok gizli" kararnamesiyle yerine getirdi38. Kararnamede Beriya'nın Kınm Türkleri hakkında zikrettiği hususlar tekrarlan­ makta ve onların Almanlarla işbirliği yaptık.lan inancı pekiştirilmektedir. GKO bu hususları göz önüne alarak, Kırım Türklerinin aileleriyle birlikte topyekün Kınm dan çıkarılmasına ve "özel sürgünler (spetsposelentsı)" ola­ rak Özbekistan'ın belirlenen bölgelerinde sürekli ikamete tabi tutulmasına karar verdi39. '

Kınm Türklerinin sürgünü 18 Mayıs 1944'te saat 03.00 civarında başladı4o. Son derece organize ve zamana

karşı oldukça titiz bir şekilde yapılan operasyonlarda, ilk

36

"Pognıjenı...", s. 151.

37 Gös.yer; aynca bkz. "Deportatsiya ... ", s. 107.

GKO'run Kınm Türkleri hakkındaki kararnamesi için bkz. Guboglo­ Çervonnaya, a.g e , C. 11, s. 44-46; aynca bkz. Knmski Tatan, s. 72-75. 39 Gös.yer. "'° Broşçevan-Tıgliyants, a.g.e., s. 67. 38

.

.

25


başta "potansiyel tehlikeli" olarak nitelendirilen kişiler tutuklandı. Yetişkin erkeklerin büyük çoğunluğu Sovyet ordusuna alındığı için, geride kalanların ekseriyetini kadınlar, çocuklar ve yaşWar meydana getiriyordu4ı. Sovyet askerleri gecenin bir vakti, daha önceden tes­ pit olunan Kırım Türklerinin evlerine zorla girerek in­ sanları uykularından kaldırmış ve 15 dakika içinde bu­ lundukları yerlerin meydanında toplanmalarını söyle­ mişlerdi. Ne olup bittiğini anlamayan ve uykunun ver­ miş olduğu şaşkınlığı da üzerinden atamayan Kırım Türklerinin yanlarına, sadece taşıyabilecekleri eşyalarını almalarına izin verilmiş, birçok yerde buna dahi müsaa­ de edilmemişti42. Evlerinden çıkarılan halk bulundukları yerin mey­ danlarında, tarlalarda veya uygun görülen başka yerler­ de toplanarak kendilerini deıniryolu istasyonlarına taşı­ yacak nakliye araçlarını beklemeye başladı43. Korku ve endişe içerisinde bekleşen halk, bir de Sovyet askerleri­ nin taşkınlıklarına maruz kalıyordu44• Askerlerin taşkın­ lıkları o derece artmışh ki, yaşlı kadınlan, acıdan çılgına

S. Courtois, vd., Komünizmin Kara Kitabı, Çev. B. Tanatar, vd., İstanbul, Doğan Kitap, 2000, s. 287. 42 Taşkentskiy Protsess: Sud Nad Desyat'yu Predstavitelyami Knmskotatarskogo Narada, (1 İyulya S Avgusta 1969 g.). Sbomik dokumentov s illustratsiyami. Amsterdam, Fond im. Gertsena, 1976, s. 27. o R. Conquest, Nation Killers: The Soviet Deportation of Nationalities. New York: The Macmilla n Company, 1970, s. 61. 44 V. Vozgrin, "Genotsid Kak Kulminatsiya Etnosotsialnogo Konflikta", Knmski Talan: İstoriya i suçasnil Materiali Mizhnarodnoy Naukovoy Konferentsii, Kiev 1995, s. 28. 41

-

26


dönenleri kaçmaları için serbest bırakmışlar, sonra da arkalarından kurşun yağdırnuşlardı4s. Sürgüne gönderilenler arasında Kızıl Ordu mensubu Kırım Türk askerleri de bulunuyordu. Bu cümleden ol­ mak üzere, Kırım Türklerinden 524 subay, 1392 astsubay ve 7079'u çeşitli rütbelerde olan toplam 8995 Kızıl Ordu mensubu Kırım'dan çıkarılmıştı. Kırım'ın genelinde sür­ gün edilen sabık Kızıl Ordu mensubu ise toplam 10.892 kişidir46• Kırım Türkleri nakliye araçları ile istasyonlara ta­ şınmış ve burada kendilerini bekleyen vagonlara tıka basa doldurularak kapılan sıkı sıkıya kapatılmıştı. Hay­ van ve yük taşımada kullanılan bu vagonlarla daha önce de Çeçen ve İnguşlar sürgüne gönderilmişti47. İlk gün saat 20.00 itibariyle toplam 90 bin kişi istas­ yonlara götürülmüş, bunlardan 48.400 kişi 17 katara dol­ durularak gidecekleri yerlere gönderilmişti. 25 katarın ise beklemede olduğu bildirilmişti4B. 19 Mayıs'ta ise, saat 12.00 itibariyle istasyonlara toplam 140.000 kişinin götü­ rüldüğü, bunlard(;Ul 119.424 kişinin 44 katarla sürgün yerlerine gönderildiği ve halen 13 katarın daha bulun­ duğu belirtilmişti. Yine aynı gün saat 18.00 itibariyle ise

•s A.L. Vesnin, "Kak Proishodilo Vıseleni Tatar, Bcılgar, Grekov, Armyan iz Knma v 1944 godu", Knmskaya ASSR (1921-1945), Simferopol, Tavriya, 1990, s. 239-240. """40-50-e Godı ", s. 134. 47 Zekiye Seıtarova, "Hahralar", Der. E. Özenbaşlı, Haz. F. Mertoğul, (Çevirimçi) http//www.kirimdemegi.org.tr/hatiralar.htın, 06.05.2000 . 48 "Pogrujenı ...", s. 152; Beriya da aynı bilgileri içeren telgrafı Stalin ve Molotov'a göndermiştir, "Deportatsiya . ..", s. 107. •..

27


istasyonlara toplam 165.515 kişinin getirildiği ve bunlar­ dan 136.412 kişinin 50 katarla gidecekleri yerlere gönde­ rildiği rapor edilmişti49. Serov ve Kobulov tarafından 20 Mayıs'ta gönderilen son telgrafta ise, operasyonun saat 16.00'da tamamlandığı ve toplam 180.014 kişinin 67 kata­ ra doldurularak sürgün edildiği, ancak bunlardan 63 katarda bulunan 173.287 kişinin gidecekleri yerlere gön­ derildiği belirtilmekte, geriye kalan 4 katarın ise o gün gönderileceği ifade edilmektedir. Bunun dışında, Kının rayon askeri komiserliklerinin askerlik çağında olan 6.000 Kının Türkünü askere sevk ettiği haber verilmek­ tedir. Ayrıca Beriya'nın emriyle Moskova kömür maden­ lerinde çalışmak üzere 5000 Kırım Türkünün buraya gönderildiği bildirilmektedirso. Böylece Kınm ÖSSC'den toplam 191.01451 Kırım Türkünün sürgün edildiği gibi 49 50 sı

Gös.yer. "Pogrujenı. .", s. 152-153. Sürgüne maruz kalan Kının Türklerinin miktan konusunda tam bir görüş birliği bulunmamaktadır. Mesela Beriya'run Stalin'e sunduğu rapordaki resmi rakamlara göre sürgün edilen Kının Türkleri 183.155 kişiden ibaret­ tir: "Deportatsiya ...", s. 109. Kının KP rvfl<'nin sürgünden sorumlu görev­ lisi Nemikin'in raporlarına göre 187.859, SNK Devlet Komisyonu verileri­ ne göre 188.626 kişidir: V.M. Broşçevan, "Deportatsiya Jiteley Knma", Knmski Talan: İstoriya i Suçasnit, s. 28, yazar A. Avtarhanov'a göre 423.100 Kınm Türkü sürgün edilmiştir: Abdurahman Avtarhanov, "İmperiya Kremlya. Sovyetskiy Tip Kolonializma", Drujba Narodov, Nu. 1-5, Moskva, 1991, s. 206; E. Allworth'un tespitine göre, sürgün sonrasında hayahru kaybeden Kının Türklerinin %46.2 oranında olması ve hayatta ka­ lan %54'1ük oranın ise 228.474 kişiye tekabül ettiğini belirterek, Kınm'da yaşayan Türklerin 423.100 kişi olduğunu ifade etmektedir: E. Allworth, "The Crimean Tatar Case", Tatars of the Crimea: Their Struggle for Suıvival, Ed. E. Allworth, Durham, Duke University Press, 1988, s. 6; Bu­ nun yanında Knmskotatarskoye Natııinal'noye Dvijeniye adlı eserde Kı­ nın Türk Milli Hareketi mensuplan tarafından 1966'da yapılan Kının

28

.


bir durum ortaya çıkınaktadrr ki bu sayının gerçekleri ne ölçüde yansıttığı ihtilaf konusu olmuştur. Kınm Türklerinin 3 gün içinde tamamen vatanların­ dan sürgün edilmesi operasyonunun başarıyla netice­ lenmesi şerefine 19 Temmuz 1944'te bir tören tertip edilmiş ve operasyonda görev alanlar Sovyet yönetimi tarafından mükafatlandınlmışh. Ancak tören srrasında gelen bir haber, Arabat adlı bir Türk köyünün unutula­ rak boşalhlmadığı yönündeydi. Azak Denizi ile Sivaş arasında yer alan Arabat köyünün halkı balıkçılık ve tuz üretimi ile uğraşan köylülerdi. Kobulov adamlarına iki saat içinde orada tek bir Kınm Türkünün kalmaması yönünde emir verdi. Oysa Kınm Türkleriyle dolu yük katarları çoktan yol almışh ve onlara yetişme imkanı yoktu. Bunun üzerine Arabat'taki bütün Kınm Türkleri oldukça büyük ve eski bir gemiye bindirilerek mahzene kapahldılar. Gemi denizin en derin yerine getirilerek ambar kapaklan açıldı ve gemi içindeki insanlarla birlik­ te batuıldı. Bu olay sonunda Arabat köyünde yaşayan Kınm Türklerinden kurtulan tek bir kişi bile olmamışh. Bu operasyondan sonradır ki, Kobulov Kınm'ın Türkler­ den "tamamen" temizlendiğini belirten raporunu ilete­ bilmişfus2.

Türklerinin gayr-i resmi nüfus sayımı sonuçlanna göre, sürgün edilen hal­ kın topla ıruıun 238.500 kişi olduğu belirtilmektedir: Guboglo-Çervonnaya, a.g.e., C. I, s. 80. M. B. Altan, "The Arabat Tragedy: Another Page from the "Surgun", (Çevirimiçi) http://www.euronelnl/users/sota/arabalhbn, 08.04.2000; ay­ nca bkz. V. Vozgrin, "Sürgünlük Siyaseti", Yıldız, S. 4, 1991, s. 138. Öyle ki, sürgünden sonra Kırım'da Türk olarak sadece Hazar Türklerinin torun-

29


Sürgün operasyonunun yolda geçen safhası, Kırım Türkleri açısından unutulması güç hadiselerin cereyan ettiği bir tablo ortaya koymaktadır. Tıka basa vagonlara doldurulan halk, günlerce aç-susuz bir şekilde, en temel ihtiyaçlarını gideremeden, sonunun ne olacağını bilme­ diği bir seyahate çıkmışh. Yol boyunca birçok insan has­ talanmış, özellikle yaşWar ve çocuklar açlığa, susuzluğa, vagonların havasızlığına dayanamayarak hayahnı kay­ betmişlerdi. Ölenler durulan ilk yerde vagonlardan indi­ rilmiş ve defnedilmelerine müsaade edilmeden yol ke­ narlarına bırakılrnışhs3. Bu şekilde yol boyunca 7889 Kı­ rım Türkünün öldüğü belirtilmektedirS4. Uzun geçen bir yolculuktan sonra sürgün Kırım Türkleri, Sovyet yönetimi tarafından daha önceden tespit edilen yeni yerleşim yerlerine ulaşhlar. 4 Temmuz 1944'te Beriya tarafından açıklanan bu insanlık dramının sonuçlarına göre, Kırım Türklerinin tamamı gönderildik­ leri yerlere vasıl olmuş, bunlardan 151.604 kişi Özbekis­ tan'a, 31.551 kişi de 21 Mayıs 1944 tarihli GKO karama-

53

54

lan olan 3301 Karalın Türkü kalmışb: Bkz. E. Kınmal, "Muhtelif Haber­ ler", Dergi, S. 48, Münih, 1967, s. 79. V. İbrahim, "Bitmeyen Çileli Yıllar", Der. S. Bilal vd., Emel, S. 208, 1995, s. 30; "Sovyetler Birliği'ndeki Kırım Türklerinin İsteklerine Dair Belge", Emel, S. 62, 1971, s. 34; F. Kerimova, "Hatıralar", Haz. Z. Yüksel, Emel, S. 203, 1994, s. 28. H.D. Mustafayev, "Vozmeşçeniye Moral'nogo i Material'nogo Uşçerba, Nanesennogo Knmskotatarskomu Narodu v Hode Deportatsii: Printsipi i Podhogi", Knmski Tatan: İstoriya i Suçasnit (Do 50 Riççya Deportatsii Knmskotatarskogo Naroda), Materiali Mijnarodnoy Naukovoy Konferantsii (Kiyiv 13-14 Travnya 1994), Kiyiv, Inshtute Natsional'nih Vidnosin i Politologi NAN Ukraini, Kiev 1995, s. 54.

30


mesi gereği Rusya Federasyonu'nun çeşitli bölgelerine yerleştirilmiştiss. Ancak bu açıklamanın yapıldığı tarihte Kırım Türkleri henüz yeni yerlerine ulaşmamışlardı. Do­ layısıyla Beriya'nın yapmış olduğu açıklamadaki verile­ rin de gerçeği yansıtmadığı anlaşılmaktadır. Böyle ol­ makla beraber, bu durumu Sovyet yönetiminden hiç kimsenin umursamadığı, onlar için sürgünün başarıyla gerçekleşmesinin daha önemli olduğu görülmektedir. Kırım Türklerinin topyekün vatanlarından sürgünü­ nü müteakip, GKO kararnamesi uyarınca onlardan geri­ ye kalan bütün taşınır ve taşınmaz mal varlıklarına Sov­ yet yönetimi tarafından el konuldu ve bunlar ilgili ba­ kanlıklar tarafından müsadere edildi56. Müsadere işlemi­ nin daha süratli bir şekilde yapılabilmesi için ise, sürgün operasyonunun başladığı gün (18 Mayıs 1944) devlet tarafından Eşya Kayıt ve Kabul Komitesi kuruldu57• Tespit edilen mallar müsadere edilerek GKO tara­ fından yerel yönetimlere devredildise. Sürgün edilen Kı­ rım Türklerinin menkul ve gayr-i menkul emlaki, yapı­ lan sayım ve kayıt işleminin ardından koruma altına alı­ nacak, binalar ile evler yağma ve hırsızlıklara karşı mü­ hürlenerek muhafaza edilecekti59. Hal böyle iken, Kı­ rım'ın Slav ahalisinin Türklerden kalan mallan yağma-

55 "Deportatsiya...", s. 109. 56 Guboglo-Çervonnaya, a.g.e., C. il, s. 45. 57 Broşçevan-Tıgliyants, a.g.e., s. 67. 58 A.g.e., s. 48; Bir başka tespite göre ise, sürgünden sonra yakİaşık 80 bin adet ev /bina, 34 bin kadar bağ-bahçe, 500 bin civannda büyük baş hayvan mü­ sadere edilmiştir: Mustafayev, a.g.m., s. 55. 59 Broşçevan-Tıgliyants, a.g.e., s. 68.

31


lamak, hayvanlarına el koymak ve evlerini işgal etmek niyetinde oldukları, inşaatlarda kullarimak üzere Kının Türklerine ait mezarların taşlarını söktükleri, kıymetli eşya bulmak ümidiyle mescitleri talan ettikleri de dikkat­ leri çekmektediı-60. Kırım Türkleri ve Kırım'da yaşayan birçok toplulu­ ğun zorla Sovyetler Birliği'nin çeşitli bölgelerine sürül­ melerinden sonra Kırım adeta boşalıruşb. Her alanda son derece ciddi iş ve işçi gücü açığı ortaya çıkmışb. Özellik­ le Kırım'ın ekonomisine hayat veren ünlü bağ ve bahçe­ leri harap olmuştu. Uzmanlar bu durumun düzeltilmesi için çok zaman geçmesi ve çok şey yapılması gerektiğini belirtiyorlardı6t. Sürgün kararnamesinin ardından 15 Mayıs'ta Halk Ko­ miserliği Sovyeti (SNK) tarafından yayınlanan bir tali­ matname ile Kırım'ın güney bölgelerinde zirai faaliyetle­ rin yapılması için çalışabilecek elemanlar temin edilmesi hususu ele alırunışb. Kırım devlet yetkilileri, bu talimat­ name uyarınca 27 Mayıs'ta bir kararname yayınlayarak, yarımadadaki tanın işlerinin yürütülmesi için Ukray­ na'nın çeşitli yerlerinden iki ay içinde 13.800 kişinin geti­ rilmesini sağladılar62. Kırım'da yaşanan bu karmaşalık, yerel yöneticiler için çözülmesi im.kansız bir sorun gibi görülse de, sürgünün amaçlarından birinin Kının'a Slav halkı yerleştirerek bu yarımadayı Slavlaşhrmayı, diğer

Vozgrin, "Genotsid " s. 28. Nekriç, a.g.e., s. 40. 62 Broşçevan-Tıgliyants, a.g.e., s. 74. 60 6t

32

.•.

,


bir ifadeyle Ruslaşhnnayı sağlamak olduğu dikkate alı­ nırsa, Kırım Türklerinin sürgününü çok önceden planla­ yanların bunun önlemini çoktan aldıklarını tahmin et­ mek güç görünmemektedir. Nitekim GKO, 12 Ağustos 1944'te Kırım şehirlerine kolhoz işçilerinin yerleştirilme­ sini kabul eden bir kararname kabul etti. Bunun ardın­ dan Kırım SNK ve KP bölge komitesi bu kararnameyi tatbike koyarak 18 Ağustos tarihli bir diğer kararname ile GKO, Kırırn'ın verimli topraklarının, bağ ve bahçele­ rinin iskan ve ihya edilmesi amacıyla Rusya Federasyo­ nu bölgelerinden ve Ukrayna SSC'nden "dürüst ve ça­ lışmayı seven" kolhoz işçilerinin Kırım a göç etmelerine '

karar verrnişti63. Bu gaye ile Sovyet devleti tarafından zikredilen yerlerde yaşayan insanların Kırım' a göç etme­ leri için yoğun bir çalışma yürütüldü. İlanlar ve broşür­ lerle göç için propaganda yapıldı, gitmek isteyenlere geniş imkanlar sunuldu. Sağlanan her türlü imtiyaz ve imkanlara rağmen, teklif götürülen insanlar bu kampanyaya beklenen ilgiyi göstermemişti. Bunun üzerine Sovyetler Birliği'nin işgale uğrayan yerlerinde KP rayon komitelerine Kırırn'ın her bir bölgesine ne kadar insanın yerleştirilmesi gerektiğini belirten özel talimatnameler gönderildi. Talimatname­ lerde Kırım a göçmeyi reddedenler hakkında Almanlara '

hizmet suçundan ceza verileceği belirtiliyordu. Nitekim savaş sırasında Almanlara hizmet edenlerden bir kısmı,

63

A.g.e., s. 81-82.

33


Kınm'a göçüp orada yaşamağa razı olduğu için cezadan kurtulmuş ve bedava ev bark sahibi olmuşlardı64. 15 Nisan 1967 tarihli verilere istinaden 1944 tarihin­ den itibaren Kırım a yerleştirilmek üzere 101.707 ailenin (406.828 kişi) getirildiği anlaşılmaktadır. Bunlardan 162.096 kişinin Rusya Federasyonu SSC'nden, 244.734 kişinin ise Ukrayna SSC'nin çeşitli bölgelerinden Kınm'a gönderildiği görülmektedir65. Sovyet yönetimi tarafından rejim karşıtı olarak nite­ lendirilen Türklerin ve diğer unsurların Kırım yarımada­ sından çıkarılmasından sonra, buradaki Türk kültürü­ nün ve diğer gayri Slav toplulukların izlerinin ortadan kaldırılmak istendiği dikkati çekmektedir66. Bunun bir tezahürü olarak da Rusya Federasyonu SSC Yüksek Sov­ yet Prezidyumu (YSP) Başkanı N. Şvemik ve Sekreter P. Bahmurov tarafından 14 Aralık 1944'te alınan bir karar­ la67 Kırım' daki bütün Türkçe yer adlarının Rusça isim­ lerle değiştirildiğini müşahede etmekteyiz. Bu karan müteakip, Lenin tarafından 1921'de "doğunun rneşalesi" olması gayesiyle kurulan Kırım Özerk SSC'nin, 30 Tem­ muz 1945'te YSP Başkanı Katinin ve sekreteri Gorkin '

'" 65

66

67

34

Vozgrin, "Sürgünlük Siyaseti", s. 140. Ukrayna Kamu Düzenini Koruma Bakanlığı, Başsavcılık ve KGB'nin Kırun'dan sürgün edilen Türkler ve diğer milletlere mensup vatandaşlar hakkında Ukrayna KP MK 1. Sekreteri P.Y. Şelest'e gönderdikleri rapor, 15 Nisan 1967, TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 24, d. 6321, y. 12-15. Nekriç, a.g.e., s. 39. Kının ÖSSC 'ndeki Rayon ve Rayon Merkezlerinin isimlerinin değiştiril­ mesi hakkında RFSSC YSP'nun karan için bkz.: Guboglo-Çervonnaya, a.g.e., C. il, s. 47.


imzalı bir karamame68 ile ortadan kaldırıldığını ve Kınm bölgesine çevrilerek Rusya Federasyonuna dahil edildi­ ğini görmekteyiz. Kınm daha sonra, Stalin'in ölümünden sonra (4 Mart 1953) kendisi de bir Ukraynalı olan Hruşçev'in hakimiyete geçmesinin

ardından,

Ukray­

na'run Rusya'ya bağlanışının 300. yıldönümü münasebe­ ti ile Ukrayna SSC'ne hediye edilmişti (19 Şubat 1954)69. Bunun dışında, Kınm daki Türk varlığının yok edilmesi '

için yöneticiler ve yerel halk tarafından evlerin yıkılması, bağ ve bahçelerin kullanılmaz hale getirilmesi, Türklere ait mezarlıkların sürülerek naaşların da "dirilerin çektik­ leri ıstırapları çekmeleri" için yerlerinden çıkanlması7o, hatta mezar taşlarının yerlerinden sökülerek yeni yapılan binalarda inşaat malzemesi olarak kullanılması, Mark­ sist-Leninist eserler dahil olmak üzere Kırım Türkçesi ile yazılan binlerce kitabın yakılmasın, Kırım ' da yapılan tahribatın boyutlarını göstermesi bakımından önem arz etmektedir.

Kınm Türklerini sürgüne götüren ilk katarlar 29 Ma­ yıs'ta Özbekistan'a gelmeye başladılar. Özbek yetkililer,

68

69

70

71

Kının ÖSSC'nin lağvedilip RFSSC bünyesinde Kının bölgesine dönüştü­ rülmesi hakkında SSCB YSP'nun karan için bkz.: a.g.e., s. 48. Bu konu hakkında bkz.: "İnformatsiya "v Prezidiume Verhovnogo Soveta SSSR" 19 Fevralya 1954 g.", Pravda Ukraini, 27 Fevralya (Şubat) 1954, s. 2; aynca, S. Çervonnaya, "Kının Tatar Halkının Mukadderah: Devlet ve Kül­ türün Geçmişi, Bugünkü Problemleri ve Geleceği", Çev. İ. Yıldıran, A. Mertol, Emel, S. 191, 1992, s. 6. "Otkntoye Pis'mo v Zaşçitu Knmskih Tatar", Natsional'nıy Vopros v SSSR, s. 328. L. Aleksiyeva, İstoriya İnokomıslya v SSSR, Vennont, Khronika Press, 1984, s. 111.

35


daha önceden belirlenen istasyonlarda (Taşkent, Arıs ve Kagan) onları karşıladılarn. Yerleşim bölgeleri önceden tespit edilen Kırım Türkleri Özbekistan'da bölgelere göre şu şekilde dağıtıldılar: Taşkent Semarkant Buhara Fergana Andican Namengan Kaşka-Derya TOPLAM

56.362 31.540 3983 16.039 19.630 13.804 10.171 151.529 kişi73.

Kırım Türkleri bu bölgelerde çoğunlukla fabrika ve işletmelerin bulunduğu köy ve kasabalara yerleştirildi­ ler74. 1 Ekim 1944 tarihi itibariyle Özbekistan'daki kol­ hozlara 18.881, sovhozlara 7883 ve diğer işletmelere

10.527 ailenin yerleşimi yapıldı7s. Kırım Türkleri bura­ larda uzun bir müddet son derece ağır şartlar altında yaşadılar. Günlerce, haftalarca at tavlalarında, kuru top­ rak üzerinde, hatta kazdıkları çukurlarda yaşamaya çalı­ şarak hayatta kalma mücadelesi verdiler76. Son derece n 73

7• 75

76

36

Broşçevan-Tıgliyants, a.g.e., s. 86. R. Hayali, "Spetskontingent", Kınm Gazetesi, Akmescid (Siınferopol), 22 Şubat 1997. Aleksiyeva, a.g.e., s. 110. Hayali, gös. yer. A. N. İdrisli, "Yalıboyu'ndan Özbekistan Çöllerine", Haz. N. Sansoy, Emel, S. 210, s. 37.


çetin olduğu görülen bu hayat şartları, Kırım Türkleri arasında oldukça ciddi boyutlara varan can kayıplarına sebep olmuştu. Sürgünden yıllar sonra bizzat Kırım Türkleri tarafından yapılan nüfus sayımı sonucunda or­ taya çıkan tablo, yol boyunca ve yerleşim yerlerine var­ dıktan sonra geçen birkaç yıl içinde açlık ve hastalıktan ölen Kırım Türklerinin mevcudunu gözler önüne ser­ mektedir. Buna göre, sürgüne gönderilenler arasında bulunan 112.700 çocuktan 60.034'ü, 93.200 kadından 40.085'i, 32.600 erkekten 12.061'i hayatını kaybetmiştir. Bu sürülen bütün halkın %46.2'sı, diğer bir ifade ile hal­ kın neredeyse yarısı demekti77. Kırım Türkleri sürgün edildikten sonra, halkı kendi­ leri gibi Türk ve Müslüman olan Özbekistan SSC'nin topraklarına yerleştirilmişlerdi. Daha önce de toprakları­ na çeşitli milliyetlere mensup sürgünlerin geldiklerine şahit olan Özbek halkının, sürgün Kırım Türklerine karşı sergilediği tutumlar hakkında değişik görüşler bulun­ maktadır. Bunlar arasında, Özbekistan'ın Kırım Türkle­ rini çok isteyerek olmasa da onlara acıdığı için ülkeye kabul ettiğFB; Kırım Türklerinin KGB ve devlet yetkilileri tarafından yerli halka "vatan hainleri, düşmana satılmış, casus, hırsız ve cani" olarak tanıtılması dolayısıyla, Öz­ bek Türklerinin ilk zamanlar bu propagandanın etkisin77

78

A. Seyitmuratova, Natsional'noye Dvijeniye Knmskih Tatar: Sobitiya, Fakb, Dokumenb, Akmescid (Simferopol), 1997, s. 3. S. Gittin, "Crimean Tatars in Uzbekistan: Problems and Devolopments", (Çevirimi.çi) http://www.ca-c.org!joumal/engOl 2000/10.giUin.shtml, 28.01 .2000.

37


de kaldıkları, fakat bir müddet sonra onların söylenildiği gibi olmadıklarını, kendileri gibi Müslüman ve Türk ol­ duklarını görerek yardım ettikleri79, Kırım Türkleri ile Özbek Türkleri arasında bir yakınlık olmaması için özel gösteriler tertip edildiği, ayrıca Sovyet yetkililerin Özbek toplumuna: "Sizler bu yerlerde daha önce Alman esirlerini gördünüz, şimdi ise vatan haini Kırım Tatarlarını göreceksi­

şeklinde propaganda yapmalarına rağmen, "mer­ hametli ve misafirperver" Özbek Türklerinin bu tür aji­ tasyonlara kapılmadığı, Kırım Türklerinin ancak Özbek­ lerin yardımlarıyla ayakta kalabildiği80 ve ağrr ekonomik şartlar altında yaşayan yerel halkın büyük çoğunluğu­ nun Kırım Türklerine destek olduğusı gibi görüşler yer almaktadrr. Bunun yanında aksi görüşte bulunanlar da mevcuttur. Bu görüşlere göre, Özbekistan'a yerleşen Kı­ rım Türkleri, bu bölgede yaşayan ve Sovyet hükümeti tarafından kışkırtılan mahalli halkın nefret ve düşmanlı­ ğıyla karşı karşıya geldikleri, hatta taşlandıklansı; aynı inanca sahip sürgün Kırım Türklerine Kazak, Kırgız Türklerinin ve Taciklerin acıma duygusuyla yaklaşmala­ rına rağmen, Özbeklerin onları bir düşman olarak gör­ dükleri83 ifade edilmektedir. niz"

79

so 81

82 83

38

M. Ülküsal, Kının Türk-Tatarlan (Dünü-Bugünü-Yarını), İstanbul, Baha Matbaası, 1980, s. 298; Fisher, a.g.e., s. 314. Vozgrin, "Sürgünlük Siyaseti", s. 141. Broşçevan-Tıgliyants, a.g.e., s. 90. A. Sheehy, "Kının Tatarlan", Emel, S. 69, 1972, s. 21. Taşkentskiy Protsess, s. 590.


Sürgün Kırım Türklerinin yerleşim yerleri ve çalışma şartlarının oluşturulması meselesi de, onların sürgün ile alakalı GKO kararnamesinde yer alan talimatlar arasın­ daydı. Kararnamede SSCB Ziraat Bankası Genel Müdürü Kravtsov' a, Özbekistan'a gönderilen sürgünlere yeni yerleşim yerlerinde ev inşası ve iş temini için aile başına 7 yıl vadeli 5000 ruble verilmesi talimatı verilrniştiB4. Oy­ sa o dönemin şartlarında bir iş yeri kurmak için en az 8-9 bin rubleye ihtiyaç duyulmaktaydıss. Talimat doğrultu­ sunda hazırlanan kredi dağılım planına göre, sürgün Kırım Türklerine uzun vadeli 52 milyon, karşılıksız ola­ rak ise 7.564.000 ruble verilmesi öngörülmüştü. Bu plan çerçevesinde, 1 Mart 1945'te sürgünlere 27.569.000 ruble dağıtıldı. Yaza doğru SSCB Ziraat Bankası tarafından ilave olarak 22 milyon ruble daha verildi. 1944-1945 yıl­ larında Özbekistan'da 5930 aileye toplam 34.358.000 rub­ le uzun vadeli kredi tahsis edildi. Kredi dağıtımı 1945 yılında sona erdirildi. Kredinin geri kalan kısmı 1946'da Semerkant bölgesinde dağıtılmaya başlandı. Burada 2.251.000 ruble uzun vadeli, 31 bin ruble de karşılıksız olarak sürgünlere dağıtıldı. Andican bölgesinde 806 bin ruble uzun vadeli, 16 bin ruble karşılıksız, Taşkent'te ise 2.947.000 ruble uzun vadeli ve 1.195.000 ruble karşılıksız olarak tahsis edildi. Geri kalan 8 milyon rublenin dağı­ tımının 1947 yılında yapılması kararlaştırılmıştı. Bu mik­ tardan fiilen 7.779.000 ruble dağıtılmıştı. Bunun 4.585.000 84 ss

Guboglo-Çervonnaya, a.g.e., C. II, s. 47; Knmski Talan, s. 76. Broşçevan-Tıgliyants, a.g.e., s. 107.

39


rublesi hayvan alımı, 969 bini konut inşası, 2.255.000 rub­ le ise iş yeri kurulması için tahsis edilmişti. Talimatlar gereği kredi tahsisinin 1944 yılı sonuna kadar tamam­ lanması gerekiyordu, ancak kredi dağıtımı 1947 yılında sona erebildi ve bir daha tekrarlanmadı. Kredi dağıtımı­ nın başlamasından bu zamana kadar Kırım Türklerine

yaklaşık 52 milyon ruble dağıtılmışh. Aile başına düşen miktar ise ortalama 1539 ruble idi. Bu paraya ise o dö­ nemde ancak 16.3 kg un alınabilirdi86. Bu şartlar içinde, tarım alanında temayüz etmiş bir topluluk olan Kırım Türkleri, bulundukları yerlerde mevcut fabrika ve sana­ yilerde çalışmak zorunda bırakılmışh. Böylece onların tanın toplumu olmaktan çıkarılarak sadece fabrikalarda ve sanayi tesislerinde çalışan bir "işçi millet"B7 haline getirildiklerini söylemek mümkündür. Bu gelişmelerden sonra, 1947 yılında yayınlanan Öz­ bekistan Bakanlar Kurulu kararnamesinde, sürgün Kırım Türklerinin hayatlarını sürdürebilmeleri için yapılan çalışmaların tamamlandığı belirtiliyordu. Aynca bu ka­ rarnamedeki hükümlere göre, sürgünlere tanınan vergi muafiyeti gibi imtiyazlar ortadan kaldırılrnışh. Bundan böyle Kırım Türkleri de diğer Sovyet vatandaşlan gibi her türlü vergiyi ödemek zorunda bırakılmışlardıss. Bu

86

e1 88

40

Hayali, a.g.m., 3 Mart 1997. Bu konuda aynca bkz.: K. ÖZcan, Kınm Türk­ lerinin Sürgünü ve Vatana Dönüş İçin Milli Mücadele Hareketi (19441990), İstanbul, Doktora Tezi, İ.Ü. Sosyal Bilimler Ensititüsü, 2001, s. 99102. Aleksiyeva, a.g.e., s. 1 10. Hayali, a.g.m., 17 Mart 1997.


durum, Kının Türklerinin artık sürgün statüsünden kur­ tularak, hayat şartlarında iyileştirmeler yapılacağının ve diğer Sovyet vatandaşlarıyla aynı haklara sahip olabile­ ceklerinin bir işareti olarak kabul edilebilirse de, vatanla­ rına tekrar dönüş haklarının verilmesine dair bir ümit ışığı gözükmüyordu. Böyle bir durumda Kırım Türkleri­ nin vatanlarına dönebilme hakkını alabilmeleri için uzun mücadeleler vermesi gerekiyordu. 18 Mayıs 1944'te vatanlarından topyekün sürülen Kı­

rım Türkleri, 26 Kasım 1948'de kabul edilen YSP karar­ namesine göre vatanlarından ebediyen çıkarılmış ve bir daha yurtlarına dönme haklan ellerinden alınrnışhs9. Stalin'in ölümünden sonra ise, Sovyetler Birliği'nde yu­ muşama rüzgarlan esmeye başlarnışh. Stalin'in yerine devlet başkanı olan Hruşçev, KP'nin XX. Kongresinde yaphğı konuşmada, ülkede yaşanan

bütün olumsuzlukların. tek müsebbibinin Stalin olduğu­ nu, onun zamanında yüz binlerce insanın vatanlarından çıkarılarak sürgün edildiğini ifade etrnişti9o. Hruşçev'in bu sözleri, halkta Stalin döneminde uygulanan baskıların sona ereceği umudunu doğurmuştu. Nitekim 24 Kasım 1954'te SSCB Bakanlar Kurulu kararıyla, il. Dünya Sava-

89 Bu kararname hükümleri aynı zamanda, sürgüne maruz kalan Çeçen-İnguş, Karaçay, Balkar, Kalmık ve Almanları da içine alıyordu: Broşçevan­ Tıgliyants, a.g.e., s. 109. 90 Hruşçev konuşmasında aynca "hatta müsait bir yer bulanabilse idi halinde bütün Ukraynahlar da bu sürgüne maruz kalacakh" şeklinde bir ifadede bulunmuştu: O. Sander, XX., XXI. Ve XXII. Kongreler ve Sovyet Dış Poli­ tikası, Ankara, S.B.F. Yayınlan, 1967, s. 8; aynca Abdülhaınitoğlu, a.g.e., s. 121-122.

41


şı'nda Kızıl Ordu saflarında yer alan askerler, SSCB Kah­ ramanlık madalyası ve nişanı ile ödüllendirilenler, yerli halkla evlenen kadınlar, Rus, Ukraynalı ve diğer milli­ yetlere mensup kadınlar, sakatlar, tedavisi mümkün ol­ mayan hastalar ile il. Dünya Savaşı'nda ölen askerlerin yakınlan sürgünlükten azat edildiler91• Bu doğrultuda YSP tarafından 13 Aralık 1955'te kabul edilen ve "sür­ günde bulunan Almanların ve ailelerinin üzerindeki hu­ kuki sınırlamaların kaldırılması"na dair karamame92 sürgüne maruz kalan toplulukların hürriyete kavuşması yönündeki ilk kanun olarak kabul edilmektedir. 28 Nisan 1956'da ise Kırım Türkleri, Balkarlar, SSCB vatandaşı Türkler, Kürtler ve Hemşiller, daha önce sürgünlükten azat edilen Almanlarla benzer şartlarda serbest bırakıldı­ lar93.

V.N. Zemskov, "Massovoye osvobojdeniye Spetsposelentsev i Ssılnıh (19541960 gg.)", Sotsis, Nu. 1, Moskva, 1991, s. 10. 92 T.F. Pavlova, "Dokumentı TsGAOR SSSR po İstorii Deportatsii Naradov v 40-50-ıye godı'', Deportatsii Naradov SSSR (1930-e - 1950-e godı): Materialı k Serii "Narodı i Kul'tun", XV / 1, Moskva, RAN İnstitut Etnologii i Antropologü, 1992, s. 14. Ancak bu kararnameye göre, sürgün edilen Almanlar daha önce yaşadıklan yerlere dönme hakkına sahip olmadıklan gibi, sürgün esnasında onlardan müsadere edilen mallann da iadesi söz konusu değildi. 93 Deportatsii Naradov SSSR, s. 81, 88; Ukrayna KP MI< Sekreteri A. Kiriçenko, 15 Eylül 1954'te Hnışçev'e yazmış olduğu bir mektupta, 1944 yılında sürgüne gönderilen Kınm Türkleri ile diğer topluluklann bir daha Kınm'a girmelerinin yasaklanmasını ve müsadere edilen mallann iadesine izin verilmemesini talep ediyordu; bkz.: 1944 yılında sürgün edilen ve sür­ günlükten serbest bırakılanlann Kınm bölgesine yerleşmek istemeleri hak­ kında Ukrayna KP MI< birinci sekreteri O.İ. Kiriçenko'nun SBKP MI< Sek­ reteri Hnışçev'e mektubu (15 Mart 1954), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 24, d. 3614, y. 7-8. 91

42


Bu kararname Kırım Türklerine vatana dönüş hakkı sağlamamış olmasına rağmen, durumlarında gözle görü­ lür bir iyileşme kaydedilmişti. Her şeyden önce, birçok

Kırım Türkü 1944'te zorla yerleştirildikleri işlerden ayrı­ larak asıl meslekleri olan çiftçiliğe geri dönmüş, bir kısmı ise sürgünde geçen zaman zarfında kazanmış olduğu tecrübelerle teknik işlerde çalışmaya devam etmişti94• Sürgünlükten azat olunan Kırım Türklerinden bazısı ise, vatanlarına yakın bölgelerde yerleşmeyi tercih etmişler­ di. 1956 yılı Ekim ayı sonuna kadar toplam 778 Kırım Türkü, Kırım'a komşu olan ?aporojye bölgesine gelerek buraya yerleşmişti9s. Ancak bu durum Sovyet yetkililerin hoşuna gitmemiş ve 15 Aralık 1956 tarihli bir kanunla, daha önce Kırım' da yaşamış . olan ve sürgün yerlerinden ayrılan Türklerin, Almanların, Rumların, Bulgarların, Ermenilerin ve diğerlerinin Ukrayna'ya ait Zaporojye, Herson, Odessa, Nikolayev, Kırım ve Zakarpat bölgele­ rinde yerleşmeleri yasaklanrnışh96. Hruşçev'in

iktidara

gelmesinden

sonra,

Stalin'in

sürgüne gönderdiği birçok topluluk vatanlarına dönme hakkını elde etmesine rağmen Kırım Türkleri, Ahıska Türkleri ve Volga Almanlarının bu haktan mahrum bıra-

94 95

96

Aleksiycva, a.g.e., s.124. KP Zaporojye bölge komitesinin Ukrayna KP MK birinci sekreteri Kiriçenko'ya gönderilen, Kının Türkleri, Almanlar, Rwnlar ve diğerlerinin yerleşmek için Akimov ve Mclitopol rayonlanna geldiklerini bildiren ra­ por (26 Ekim 1956), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 24, d. 4306, y. 187-188. Kının'da yaşamış olan Türk asıllı şaluslar hakkında Ukrayna İçişleri Baka­ ru İ. Golovçenko'nun raporu (21 Kasım 1969), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 25, d. 218, y. 29-33.

43


kılmaları düşündürücüdür. Bu durum karşısında Kırım Türkleri, vatanlarına dönüş hakkını kazanmak için sesle­ rini yükseltmenin gerekli olduğuna inanmışlar ve bu uğurda mücadele etmeye karar vermişlerdi. Uzun yıllar süren Stalin dönemi baskılarının ardından ülkede baş gösteren deStalinizasyon siyasetinin de etkisiyle, Kırım Türklerinin ileri gelenleri tarafından Taşkent'te bir Te­ şebbüs Grubu97 meydana getirildi9B. Grubun amacı Kı­ nın Türklerinin toplu ve organize bir şekilde vatana dön­ mesi, milli özerkliklerinin yeniden tesis edilmesi idi99. Bu grubun ilk girişimi, büyük ölçüde demokratikleştiğine inandıkları ülke yönetimine, vatanlarına dönebilmeleri için ricacı ve itaatkar tarzda mektuplar kaleme alarak müracaatlarda bulunmakh. Müracaat sahipleri bu tür başvurular neticesinde, hükümetin Kırım Türklerinin vatana dönme konusunda ne kadar samimi olduklarını görüp onların Kırım a geri dönmelerine izin verecekleri düşüncesini taşıyorlardı. Vatana dönüş için bütün halkın samimiyetinin bir göstergesi olarak mümkün olduğunca çok imzalı dilekçeler göndermeye gayret ediliyorduıoo. '

İlk toplu müracaat 6000 kişinin imzasıyla Haziran 1957'de Yüksek Sovyet'e gönderildi. Ardından Mart 1958'de 16.000 ve Ağustos 1958'de 12.000 kişinin imzala91 911

99 ıoo

44

Rusçası İnitsiativnaya Gnıppa. "1957-1975 Senelerinde Kının Tatarlarının Milli Hareketi", Emel Mecmua­ sı, Yol l. Sovyet Rusyadaki Kınm Tatar Milli Hareketi Organı, New York, Kının Tatar Milli Merkezi, 1978, s. 19; Aleksiyeva, a.g.e., s. 1 12; Guboglo­ Çervonnaya, a.g.e., C. I, s. 101. "1957-1975 Seneleri... ", s. 24. Aleksiyeva, gös.yer.


<lığı dilekçeler Sovyetler Birliği'nin yük.sek makamlarına gönderildi. Toplu dilekçelere en çok katılım 1966 yılında sağlanmışh. Belirtilen yıl Sovyet makamlarına gönderi­ len bir dilekçeye toplam 120 bin imza toplanmışhıoı. Kırım Türklerinin geniş ölçüde takdirini ve desteğini kazanan bu hareket, Sovyetler Birliği genelinde, özellikle Kırım Türklerinin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde teşkilatlanmaya başlamışh. Oluşturulan teşkilatlar, mese­ lelerinin çözülmesi için kendi temsilcilerini seçiyor ve diğer teşkilatların temsilcileriyle bir heyet oluşturarak anlan Sovyet devletinin başkenti Moskova'ya gönderi­ yorlardı. Bu heyetin her türlü masrafı Kırım Türk toplu­ mundan toplanan paralarla karşılanıyorduıoı. Sovyetler Birliği'nde böylesi toplu bir harekete ilk defa rastlanılı­ yordu ve ülkedeki deStalinizasyon siyasetinin de etkisiy­ le ilk zamanlar bu hareket mensupları herhangi bir poli­ siye baskıyla karşılaşmamışh. Ancak Sovyet yetkililerin merkeze sundukları raporlardan Kırım Türklerinin bu faaliyetlerinden son derece rahatsız oldukları anlaşıl­ maktadırto3. Bunun bir tezahürü olarak, kısa zaman son­ ra vatana dönüş mücadelesi için aktif faaliyet gösteren Kırım Türklerine karşı Sovyet yönetiminin uyguladığı baskı ve yıldırma olaylan cereyan etmeye başladı ve ha-

101 Özcan, a.g.L, s. 123. 102 "1957-1975 Seneleri... ", s. 25. ıw

Örnek olarak bkz.: Kının Türklerinden birkaç kişinin Kınm'daki faaliyet­ leri hakkında KP Kının bölge komitesi tarafından Ukrayna KP MK birinci sekreteri Podgomiy'e yazılan rapor (25 Ağustos 1958), TsDAGO Ukraini, f.l, L. 24, d. 4740, y. 73-80.

45


reket üyelerine yönelik ilk tutuklama olayı 1959'da ger­ çekleşti104. Sovyet hükümeti tarafından Kırım Türkleri aleyhine açılan ilk dava ise 1 1 Ekim 1961'de Taşkent böl­ ge mahkemesinde görülmüştü. Enver Seferov ile Şevket Abdurrahmanov'un yargılandığı bu mahkeme sonunda, kendilerine isnat edilen "Sovyet karşıtı milliyetçi hisler taşıyan bildiriler hazırlamak ve dağıtmak" suçlarından Seferov 7 yıl, Abdurrahmanov ise 5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı105• Sovyet devletinin Kırım Türklerine yönelik yıldırma faaliyetlerinin, bu harekete sekte vurmak yerine daha da körüklediği görülmektedir. Bunun en bariz örneğini, 1962 yılında Kırım Türk gençlerinin bir araya gelerek bir cemiyet kurmak için teşebbüste bulunmalarında gör­ mekteyiz. İleride Kırım Türk Milli Hareketinin (KTMH) liderlerinden bir olacak Mustafa Cemiloğlu'nun konuş­ macı olarak katıldığı bir toplantı sonunda, toplantıya iştirak eden Kırım Türk gençleri arasında vatana dönüş için Kırım Türk Gençlik Birliği kurulması hakkında geniş bir kanaat hasıl oldu. Ancak bazı kışkırtıcıların devreye girmesi ve toplantıdan birkaç gün sonra iştirak­ çilerden bir kaç kişinin tutuklanmasıyla bu teşebbüs bir düşünce olmaktan öteye gidemedi. Aynca bu toplantıya

104 Sheehy, a.g.m., s. 23. Sovyet güvenlik organlaruun takibatına maruz kalan Kırım Türklerinin sayısı 1973 yılına kadar 5000 kişiyi bulmuştu. Bu konu­ da bkz.: "Vsenarodniy Zapros Knmskotatarskogo Naroda v Politbyuro TsK KPSS", Samizdat Belgesi, Nr. 1884, Dekabr 1973, s. 4-5. (Yunus Kandırnov'un özel arşivinden alınmıştır). 1os Taşkentskiy Protsess, s. 57.

46


katılanlardan bazıları ya işlerinden atıldı ya da okulla­ rından kayıtlan silindi. Mustafa Cemiloğlu da çalışhğı fabrikadan çıkanlmışh 106. K1MH'nin 1964 yılından itibaren bir duraklama ge­ çirdiği görülmekle birlikte, bu durumun yapılan baskı­ lardan değil, bilakis hareketin önde gelenleri tarafından, vatana dönüş taleplerinin son derece itaatkar ve ricacı bir tarzda kaleme alınan dilekçelerle karşılanamayacağı gö­ rüşünün ortaya çıkmasından kaynaklandığı dikkati çek­ mektedir. Bu görüşü ortaya atanlar, daha aktif ve ses getirecek bir mücadelenin yapılması taraftanydılarıo7. Hruşçev'in iktidardan indirilerek yerine Brejnev'in geç­ mesiyle birlikte (1964) umutlanan Kırım Türklerinin faa­ liyetlerinde yeniden bir canlanma görülmeye başlamışh. Ancak Brejnev dönemi Kırım Türklerine karşı daha sert baskıların uygulandığı bir dönem olmuştu. Buna rağmen

Kırım Türklerinin yakalamış oldukları çıkışı devam et­ tirmeyi başardıkları görülmektedirıos. Bu dönemde hare­ ketin protesto tarzında değişiklikler olduğu da göze çarpmaktadır. Toplu dilekçelere yine devam edilmekle beraber, dilekçelerdeki üslubun değişikliğe uğradığı dik­ kat çekmektedir. Kırım Türklerinin artık talepkar olmayı bir yana bırakarak, 1964 yılından sonra hükümetin ken­ dilerine uyguladığı milli politikaya karşı eleştirel yakla-

106

101 108

A.P. Grigorenko, A Kogda Mı Vemyomsya, New York, Crirnea Foundation, 1977, s. 11-12; aynca bkz.: Knmski Tatan, s. 160-174; Natsional'niy Vopros, s. 255-271. " 1957-1975 Seneleri.u", s. 29. Guboglo-Çervonnaya, a.g.e., C. 1, s. 106.

47


şunlarda bulunduk.lan görülmektedir. Üstelik dilekçe­ lerde daha sert ibareler kullanılarak Sovyet devletinin 1944'te Kırım Türklerinin tamamının sürgün edilmesi jenocit (katliam) olarak ifade edilrnektedir109. Hareketin gelişim ve değişim gösterdiği alanlardan biri olarak da kalabalık mitingler ve toplantıların tertip edilmesi göste­ rilmektedir. Kırım Türkleri tarafından meselelerine çö­ züın getirmeyen yönetimleri protesto etmek gayesiyle organize edilen bu gösterilere kimi zaman on binlerce kişinin katılrnası110, o dönemin şartlan içerisinde bir hay­ li önemli bir hadise olarak dikkati çekmektedir. Kırım Türkleri, hareketin gelişimi ve daha geniş kitlelere ya­ yılması için iletişimin ne denli önemli olduğunun farkın­ da idiler. Bu hususta, özellikle Kırım Türklerinin önde gelenleri tarafından daktilolarda yazılıp çoğaltılan bildi­ rilerinm etkili olduğunu söylemek mümkündür. Bu ya­ yınlar sayesinde hareket, gerek Sovyetler Birliği'nin di­ ğer bölgelerinde yaşayan Kırım Türklerinin, gerekse hem Sovyetler Birliği'ndeki hem de yurt dışındaki insan hak­ lan temsilcilerinin dikkatini çekmişti. Hareketteki bu gelişimin bir tezahürü olarak Moskova'ya giden Kırım Türk temsilcilerinin sayısında da gözle görülür bir artış meydana gelmişti. Yapılan bütün baskılara rağmen azalması beklenen temsilci sayısı, gittikçe artarak 1967 yılı ortalarında 400 kişiye kadar ulaşmıştı. Bu temsilciler 115

ııo ııı

48

Aleksiyeva, a.g.e., s. 1 14. Guboglo-Çervonnaya, gös.yer. Sovyetler Birliği'nde bu tür yayınlar samizdat (kendi basım) olarak adlan­ dınlmaktadır.


meselelerinin çözümü için Moskova'da resmi makamları ziyaret

ediyor,

onlara

taleplerini

içeren

mek­

tup/dilekçeler sunuyor ve geniş katılımlı gösteriler tertip ediyorlardı11 2. Kırım Türkleri ayrıca 1 Mayıs 1965'ten itibaren

Lenin Bayrağı

adlı bir dergi de çıkarmaya baş­

lamışlardı. Ancak, Kırım Türkçesiyle yayınlanan bu ga­ zete, hareketin sesi olmaktan çok uzak, Özbekistan KP Merkez Komitesi, Yüksek Şilrası ve Bakanlar Kurulunun bir organıydı. Yine de bu derginin Kırım Türkçesinde yayınlanmış olması önemli bir gelişme kabul edilmekte­ dirll3. Diğer taraftan, Kırım Türklerinin yasak olmasına rağmen vatanları Kırım'da da çeşitli faaliyetler göster­ dikleri, bu bölgedeki devlet yetkililerinin Sovyet hükü­ metine sundukları raporlardan anlaşılmaktadır. Bu ra­ porlardan birinde Ukrayna KP MK Sekreteri P. Şelest, son zamanlarda ve özellikle 1965 yılında, geçmişte Kı­ run'dan sürgün edilen Türklerin Kınm'a ziyaretlerinin arttığını, onların burada siyasi faaliyetlerde bulundukla­ rını ve Kırım 'a dönüş için gerekli ortamı sağlamaya çalış-. tıklarım bildirmektedir114. Kının Türklerinin vatana dö­ nüş mücadelesi açısından olumlu bir gelişme olarak, Ağustos 1965'te Kırım Türklerinin tatillerini Kınm'da 112 1 13

114

Fisher, a.g.e., s. 178. Bu konuda aynntılı bilgi için bkz. K. Çapraz, "Kının Tatar Türklerinde Basın", Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1990, s. 28-29. Ukrayna KP MK Sekreteri P. Şelest'in 1965 yılında Kının Türklerinin Kınm'ı ziyaretleri hakkında SBKP MK'ne verdiği bilgi (12 Kasım 1965), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 24, d. 5991, y. 207-208.

49


geçirmelerine izin verilmesi gösterilebilir. Böyle bir iznin ardından Kırım Türklerinin ferdi ve gruplar halinde Kı­ nm'ı ziyaretlerinde gözle görülür bir ar tış meydana gel­ miştir. Ancak bu d urumdan . rahatsız olan Kınm'daki Sovyet yöneticileri, onların Kırım'a geliş amaçlarının seyahat etmek değil, ilerde muhtemel geri dönüşleri için zemin hazırlamak olduğunu ileri sürmektedirlerııski, bu tespitte yanıldıklarını söylemek pek mümkün değildir. Zira aynı yetkililer tarafından Kırım Türklerinin orada bulWldukları sürede, sürgünden önce yaşadık.lan evleri­ ni arayıp bulduk.lan, hatta bu evlerde yaşayanlarla çeşitli görüşmeler yaptık.lan ifade edilmektedir t t6 .

Kırım Türklerinin aralıksız olarak sürdürdükleri faa­

5 Eylül 1967 tarihinde yayınlanan bir kararname ile bu mazlum

liyetleri sonucunda, Sovyet devleti tarafından

halkın itibarları iade edilmiştir. Adı geçen kararnamede

1944 yılında vatanlarından sürülen Kırım Türklerine haksızlık yapıldığı itiraf edilmekte, o zamana kadar bu topluma uygulanan her türlü kısıtlamaların kaldırıldığı ve Kırım Türklerinin de diğer Sovyetler Birliği vatandaş­ la rının yararlandığı her türlü haktan istifade edebilecek­ leri belirtilmektedir. Bunun yanında onların seçme ve seçiline hakkına sahip olduk.lan, basın yayın organlarını kullanabilecekleri, devlet kademelerinde görev alabile­ cekleri ve her çeşit kültürel faaliyette bulunabilecekleri Sürgün kısıtlamasının kaldınlmasından sonra Kının bölgesindeki Kının Türkleri arasında meydana gelen oluşuınlar hakkında KGB raporu (5 Şu­ bat 1966), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 24, d. 6166, y. 50-55. 1 1 6 Gös.yer. m

50


de kararnamenin hükümleri arasında yerini almaktaydı. Yine aynı gün yayınlanan bir başka kararname ile 28 Nisan 1956 tarihli Kınm Türklerini de ilgilendiren karar­ namenin ikinci maddesinin hükmü ortadan kaldırılmışh. Bu durumda Kınm Türkleri de diğer Sovyet vatandaşlan gibi o zaman yürürlükte olan çalışma ve pasaport (ika­ met) kurallarına uymak şarhyla Sovyetler Birliği'nin her yerinde yaşama ve çalışma hakkına sahip olmuşlardı. Kararnamede dikkati çeken diğer bir husus ise, Kınm Türklerini tarif ederken kullanılan ibare olmuştur. Asır­ lardır kendilerine Kırım Türkleri (Tatarları) denilen bu topluluk, YSP kararnamesine göre "bir zamanlar Kırım 'da yaşamış olan Tatar asıllı vatandaşlar" olarak adlandınlmak­ ta ve onların arhk Özbekistan ve sürgünden sonra yer­ leştirildikleri diğer bölgelerde "kök saldıkları" ifade edil­ mekteydi117. Buradan, Sovyet yönetiminin Kınm Türkle­ rini bir millet olarak kabul etmediği, her ne kadar haklan iade edilmiş olsa da "kök saldıkları" yerlerden ayrılıp vatanlarına gitmelerine izin vermeyecekleri gibi bir ka­ naate sahip olduğunu tahmin etmek güç gözükmemek­ tedir. Nitekim zikredilen kararname ile Kınm Türklerine önemli imtiyazların tanındığı gözükse de, Kının Türkle­ rinin yıllardır talep ettikleri mevzuların büyük bir kısmı­ nın vuzuha kavuşturulmadığı da dikkati çekmektedir. 117 "Daha Önce Kırun'da Yaşamış Olan Tatar Asıllı Vatandaşlar Hakkında

SSCB YSP'nun Karan (5 Eylül 1%7)", Guboglo-Çervonaya, a.g.e., C. II, s. 51. Bu kararname mebıi için aynca bkz.: Knmski Tatan, s. 106-107; "Af Kararnamesi", Emel, S. 47, 1968, s. 3.

51


Bu hususların başında, Kırım Türklerinin sürgünden önce sahip olduğu milli özerkliğin yeniden tesis edilmesi gelmektedir. Aynca toplu bir şekilde vatanlarından çıka­ rılan Kırım Türklerinin, yine topluca ve devletin kontro­ lünde vatanlarına dönme istekleri de bir hükme bağlan­ mamıştı. Kırım Türklerinin kararnamede bahsi geçme­ yen bir başka talebi ise, sürgünden önce kendilerine ait olan taşınır ve taşınmaz kültürel ve kişisel emlakin iadesi idi. Ne yazık ki bu hususların hiç biri, sadece Kırım Türklerinin yaşadıkları yerlerde yayınlananııs bu karar­ namede yer almamış ve Sovyet yönetimi daha önce de olduğu gibi, Kırım Türklerinin beklentilerine cevap ver­ memişti. 5 Eylül Kararnamesinin ardından Sovyetler Birli­ ği'nin diledikleri yerinde yerleşme hakkına sahip olan Kırım Türklerinin vatanları Kırım' a gelişlerinde büyük bir artış gözlemlendi. Kırım Türklerinin çoğunluğunu keşif ve müşahede amacıyla gelenler oluşturmaktaydı. Bu kişilerden bazıları Kırımlı devlet yetkilileriyle de gö­ rüşmeler yapmış ve kendilerinin Kırım' a yerleşimi ile ilgili meseleleri dile getirerek bunların çözüme kavuştu­ rulmasını talep etrnişlerdil19• Ancak Kırım Türklerinin vatanlarına dönmelerini istemeyenler bunun önlemini de m

Sheehy, a.g.m., s. 25. 11 9 Kının Türklerinin talepleri arasında mezkfu kararnamenin Kınm'daki gazetelerde de yayınlanması, kendilerinin nerelere yerleştirilecekleri, eği­ tim ve çalışma şartlanrun nasıl olacağı gibi hususlar yer almaktaydı. Bu konuda Ukrayna KP Kının bölge komitesinin SBKP MK Politbürosunun Kının Türkleri hakkındaki kararnamesinin uygulanması hakkındaki ma­ kımatı (15 Eylül 1967), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 24, d. 6321, y. 33-37.

52


almışlardı. 5 Eylül 1967 kararnamesinden önce Kırım da oturma izni sadece şehirlerde ve büyük kasabalarda ge­ çerliydi. Kınrn'ın bozkır kesiminde yaşayanların büyük bir kısmında ise ikamet tezkeresi/pasaportun mevcut olmadığı ve burada yaşayabilmek için ikametgah isten­ mediği bilinmektedir. Ancak kararnameden hemen son­ '

ra, Kınrn'ın her tarafında ikamet tezkeresi/pasaportu olmayan herkese acil bir şekilde pasaport/ikamet tezke­ resi dağıtılrnışhı20. Bunun bir tezahürü olarak, Kırım Türklerinin yürürlükteki çalışma ve pasaport/ ikamet kanunlarına uymaları engellenmiş oldu. Bütün bunlara rağmen Kırım Türklerinin, özellikle Eylül ayının ikinci yansında ve Ekim ayında Kınrn'a toplu ve düzenli bir şekilde yerleşmek, orada oturum izni almak ve çalışma şartlanru tahkik etmek gayesiyle toplu seyahatler düzen­ ledikleri görülmektedir. 21 Eylül 1967 tarihi itibariyle, kararnamenin yayınlanmasını müteakip Akrnescid (Sirnferopol), Bahçesaray ve Kınrn'ın diğer bölgelerine SOO'den fazla Kırım Türkünün geldiği tespit edilrniştirı 21 . Aralık 1967'ye kadar ise yaklaşık 1200 ailenin (6000 kişi) göç ettiği, ancak "kanuni esaslara" uygun şekilde yerle­ şim için gerekli işlemleri sadece 2 ailenin yerine getire-

120 5 Eylül 1967 tarihli SCB YSP kararnamesinden sonra Kınm Türklerinin

gelişleri hakkında Ukrayna KP Kının bölge komitesi sekreteri Ki.riçenko'nun malumatı -Gizli- (3 Ekim 1967), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 24, d. 6321, y. 49-55. 1 21 Kınm Türklerinin Kınm'a gelişi hakkında Ukrayna KP Kının bölge komi­ tesi sekreteri Ki.riçenko'nun malumatı (21 Eylül 1967), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 24, d. 6321, y. 39-47.

53


bildiği belirlenmiştirı22. Bu durum karşısında binlerce Kınmlı Türk ailesi Kırım' da başlarını sokacak bir yer aramak için dağıldı ve birçoğu da Kırıın' ı terk etmek zorunda kaldı. Ev satın almaya muvaffak olanlar ise bu­ ralara yerleştiler, ancak bu kişilerin karşılaştıkları asıl zorluk alım-satın işlemlerinin resmiyet kazandınlınasın­ da yaşanmıştı. Bu işlemler yapılmadan satın alınan evde yaşamak Sovyet yasalarınca "kanun dışı" kabul edili­ yordu. Bu meseleyle ilgilenen mahkemeler de alım-satım belgelerinin yokluğu yüzünden satın alına işlemlerinin geçersiz olduklarına karar verince çoğu aileler satın al­ dıkları evlerden ve Kırım sınırlarından zorla çıkarıldı­ lar123. Kınmlı yetkililer, Kırım Türklerine çalışacakları bir iş olmadan ikamet izni ve ikamet izni olmadan da iş vermeyeceklerini beyan ediyor, doğan çocukların nüfus kayıtlarını, evlenen çiftlerin nikah akitlerini dahi yapmı­ yorlardıI24. Sovyet yetkilileri, KTMH'nin Kırım Türklerinin va­ tanlarına geri dönüşü için yürüttükleri faaliyetlerin önü­ ne geçebilmek gayesiyle 1968 baharından itibaren, Kı­ rım'a göçün devlet organları tarafından düzenli bir şe­ kilde gerçekleştirileceğini açıkladılar. Kırım'a yerleştiri­ lecek kişilerde, KTMH'ne hiç katılmamış, toplanan dilek­ çelere imza akmamış, hiçbir toplantıya iştirak etmemiş, Türk temsilcilerin Moskova'ya gitmeleri için para ver-

1 22 Aleksiyeva, a.g.e., s. 117. 123 m

54,

Örnek olarak bkz.: a.g.e., s. 118. TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 25, d. 2 18, y. 29-33.


memiş olmak gibi şartlar aranıyordu ve bu kişiler KGB tarafından tespit ediliyordum. Daha ziyade vasıfsız, kül­ tür seviyesi düşük Kırım Türkleri arasından seçilen şa­ hısların Kırım' da tarım alanında çalıştırılması planlanı­ yordu. Tahsilli ve mesleklerinde uzman Kırım Türkleri­ nin ise yerleştirilecek kişilerin arasına dahil edilmediği dikkat çekmektedir126. Sovyet devletinin bu uygulaması sonucu 1968'de 198, 1969'da 104, 1970'te 45, 197l'de 65, 1972'de 50 aile Kırım'a yerleştirildi. Ferdi olarak ise 195 aile Kırım'a geldi. Bu dönemde gelenlerin toplam sayısı 3496 kişiden ibarettim. Bu durumun Kırım Türklerinin Sovyet makamlarına karşı protestolarında ve vatana dö­ nüş mücadelesinde daha da etkili olmalarına yol açtığı görülmektedir. Kırım Türklerinin uzun yıllardır devam eden ve şid­ det unsurları içermeyen mücadelesi artık Sovyetler Birli­ ği'nde, özellikle insan haklan savunucuları tarafından takip ediliyor ve destek de buluyordu. Kırım Türk tem­ silcilerinin Moskova' daki faaliyetleri sırasında tanışma imkaru bulduğu insan haklan savunucuları arasında tanınmış birçok Sovyet ilim adamı ve aydını da yer alı­ yordu. A. Kosterin, İ. Gabay, A. Saharov, T. Franko, M.

ııs 126

127

Aleksiyeva, a.g.e., s. 1 18. Ukrayna Bakanlar Kurulu İş Kaynaklan Komitesi Başkanı A. Denisenko'nun, Mayıs-Haziran 1968 tarihinde yürütülen Kının Türkleri­ nin yerleşimi çalışmaları hakkında Ukrayna KP MK Sekreteri O. Lyaşek'e raporu (19 Haziran 1968), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 25, d. 72, y. 22-29. Kınm Türklerinin Ukrayna topraklarında yerleştirilmesi hakkında Ukray­ na KP MK İdari organlar şubesinin Ukrayna KP MK sekreteri İ. Lutak'a raporu (6 Ağustos 1973), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 25, d. 891, y. 22-24.

55


Lisenko, P. Grigorenko gibi şahıslar, Kırım Türklerinin mücadelesinde onlara büyük destek ve yardımda bu­ lunmuşlardı. KTMH'nin, özellikle P. Grigorenko ile ta­ nışhktan sonra büyük bir ilerleme kat ettiği görülmekte­ dir. Kosterin'in doğum günü münasebetiyle düzenlenen toplantıda Grigorenko ile tanışan Kırım Türkleri, onun bu toplanhda yaphğı konuşmadan sonra hareketlerinde köklü değişikliklere gittiler. Grigorenko konuşmasında, Kırım Türklerinden zorla alınanların iadesi için "ricada"

değil, "kesin bir şekilde "talepte" bulunmalarını; hakla­ rının iadesi konusunda ses getirecek toplanh ve gösteri­ ler tertip etmelerini; meselelerini dünya kamuoyuna du­ yurmalarını ve kendileri gibi baskılara maruz kalan di­ ğer topluluklarla da temas kurmalarını tavsiye ediyor­ dutıs. Grigorenko'nun bu tavsiyelerine kulak veren KTMH'nin önde gelenleri, seslerini daha fazla duyura­ bilmek için kalabalık toplanh ve nümayişler tertip etme­ ye başladılar. Bu gösterilerin en büyüğü 21 Nisan 1968'de Taşkent yakınlarındaki küçük bir kasaba olan Çirçik'te gerçekleştirildi. Kırım Türkleri burada hem Le­ nin'in 98. doğum gününü, hem de geleneksel "Derviza" bayramını kutlamak için toplandılar. Toplantının asıl amacı Kırım a geri dönme ve Lenin tarafından kurulan '

milli özerkliğin yeniden tesisi isteklerini bir kez daha yetkililere duyurmaktı. Ancak böyle bir gösterinin ya­ pılmasına izin vermeyen Sovyet yetkilileri, aldıkları ge-

ııs

56

Şest Dney - "Belaya Kniga"- Sudebniy Protsess İli Gabaya i Mustafı Cemileva, Ed. M. Serdar, New York, Fond Knm, 1980, s. VI-VII.


niş güvenlik tedbirleri ile toplanan kalabalığı yüzlerinde gaz maskeleri bulunan polislerin sıkhğı tazyikli ve boyalı sularla, zor kullanarak dağıtmışlardıt29. Kırım Türklerinin daha sonra da protesto faaliyetleri olmuştu. Bu olaylar neticesinde birçok kişi tutuklanarak mahkemeye sevk edilmişti. 21 Nisan 1968'deki Çirçik olaylarının düzenleyicisi olarak Enver Abdülgaziyev, Said Abhayırov, İbrahim Abibullayev, Reşat Alimov, Refat İsmailov ile birlikte beş kişi daha tutuklanmışh. Yapılan muhakeme sonucu hepsine 2,5 ila 3 yıl katı re­ jimli çalışma kampı cezası verilmişti130. 1 Temmuz-5 Ağustos 1969 tarihleri arasında Taşkent'te yapılan ve "Taşkent Onu" olarak da anılan yargılama sürecinde KlMH'nin önde gelen üyeleri Sovyet karşıh propaganda yapmakla suçlandılar ve yapılan muhakeme sonunda 1 ila 3 yıl ağır şartlı çalışma kampına gönderilmekle ceza­ landırıldılarm. Diğer bir mahkeme ise, insan haklan sa­ vunucusu i. Gabay ile Kırım Türklerinin liderlerinden Mustafa Cemiloğlu aleyhine açılan davalar hakkında idi. 6 gün sfuen yargılama sonunda her ikisine de "Sovyet karşıtı faaliyetlerde bulunmak" suçlarından 3'er yıl ağır hapis cezası verildim. KlMH liderlerinin yargılanarak mahkfun edildiği 1970 yılının, hareket açısından oldukça kritik bir döne-

129

ı:ıo m

m

"Kınm Türklerinin Moskova'dak.i Temsilcilerinin Protestosu", Emel, 5. 47,

1968, s. 14-15. Fisher, a.g.e., s. 190. Sheehy, a.g.m., s. 30. Şest Dney, s. 401.

57


min başlangıcı olduğu görülmektedir. Bu tarihten itiba­ ren harekette yavaş yavaş bir düşüşün başladığı dikkati çekmektedir. Harekette yaşanan bu düşüşün altında ya­ tan sebebin yalnızca bundan ibaret olduğunu söylemek güçtür. Bu amilin yanında, hareketin ortaya çıkhğı dö­ nem ile 1970'lerden sonraki zaman arasında Kırım Türk toplumunda meydana gelen sosyolojik, ekonomik ve kültürel bir takım değişiklikleri de göz ardı etmemek gerekir. Zikredilen dönemde Kırım Türk toplumunda sosyal sınıf yapısında bir takım değişikliklerin olduğu bilinmektedir. Sürgün sonrasında Sovyet devleti tarafın­ dan yeniden oluşturulan bu sınıf, çoğunlukla fabrika işçilerinden teşekkül etmekte iken, o dönemde yerini inşaatçı, teknisyen, şoför vb. gibi değişik alanlarda kalifi­ ye ol.muş elemanlara terk ettiği gözlemlenmektedir. Bu­ nun yanında, 1944 yılında yaşanan sürgünden sonra Sovyet devleti tarafından ortadan kaldırılan ..re-riı.illi kül­ türün birer temsilcileri olan aydınların yerine, yine öğ­ retmen, doktor, mühendis gibi yüksek tahsilli kişilerin meydana getirdiği Kırım Türk "aydın" sınıfının doğmosı önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dö­ nemde Kırım Türk gençlerinin tahsil yapma imkanı bul­ duğu, halkın pek çoğunun geleneksel meslekleri olan çiftçiliğe geri döndüğü ve bu durumun Kırım Türkleri­ nin yerleşimi mevzuunun da değişmesini beraberinde getirdiği dikkati çekmektedir. Sürgünden sonra tespit edilen yerleşim yerlerine toplu bir halde yerleştirilen Kırım Türklerinin, artık yıllarca çalıştıkları fabrikaların da bulunduğu bu sürgün bölgelerinden ayrılarak, daha ziyade büyük şehirlere göç etmeye ve buralarda çalışıp 58


hayatlarını sürdürmeye başladık.lan görülmektedir. Bu dönemde Kırım Türk ailesinin hayat standardında da gözle görülür bir iyileşmenin yaşanması söz konusudur. Ancak Kının Türk toplumunda meydana gelen ve müs­ pet gibi görünen bu değişikliklerin, milli hareketin geli­ şimine ciddi anlamda sekte vurması da bu dönemin önemli özelliklerinden bir olarak zikredilmelidir. Daha önce hep bir arada yaşayan Kırım Türklerinin işlerini ve yaşayış yerlerini değiştirmesinden sonra hareket üyeleri arasında bir kopukluk ve koordinasyon eksikliğinin ya­ şandığı göze çarpmaktadır. Bu gelişimin bir tezahürü olarak, KTMH adı geçen dönemde faaliyetlerini sadece birkaç aydının gayretleriyle sürdürmek zorunda kalmış­ h133. KTMH'nde yaşanan bu düşüşte, 5 Eylül 1967 karar­ namesinden sonra Kınrn'a yerleşmek ümidiyle yaşadık­ ları yerlerden ayrılanlar ile bu kişiler arasında hareketin önde gelen isimlerinin de yer alması önemli rol oyna­ maktadır. Kınrn' a yerleşmek için Sovyet makamlarından otur­ ma izni alamayan Kınrn Türklerinin büyük çoğunluğu daha önce yaşadık.lan sürgün yerlerine geriye dönmedi­ ler. Onlar daha s<;mra tekrar Kınrn'a göçme ümidiyle, buraya mümkün olduğunca yakın herhangi bir yere yer-

1 33

KTMH'ndeki düşüşü daha net bir şekilde SBKP Kongrelerine gönderilen dilekçelerin altına atılan imza sayılarından da izlemek mümkündür. 1966 yılında XXID. Kongreye 130 bin imzalı dilekçe gönderilirken, XXIV. Kong­ reye 60 bin, XXV. Kongreye 20 bin, XXVl. Kongreye ise sadece 4 bin imzalı dilekçe gönderilmiştir. Bu hususta bkz.: Aleksiyeva, a.g.e., s. 124-125; "1957-1975 Seneleri . .'', s. 43. .

59


leştiler. Ancak Sovyet hükümeti Kırım Türklerinin Kırım sınırlan dışında da bir arada yerleşmelerine müsaade etmemişti. Bu durumda Özbekistan ve diğer bölgelerden ayrılan yaklaşık 100 bin Kırım Türkü, dağılmış aileler veya küçük gruplar halinde kendilerine teklif edilen yer­ lere yerleşmek zorunda kalmışlardı. Novorossiysk ve civarında on binlerce, Krasnodar ülkesinde yaklaşık 30 bin, Taman ve Kuzey Kafkasya'nın diğer bölgelerinde, Ukrayna'nın güneyinde, Herson, Zaporojye, Donetsk, Odessa bölgelerinde ve diğer başka yerlerde bu şekilde yerleşen Kırım Türkleri yaşamaktaydı134. Birçok mensubunun Kırım' a gitmesiyle birlikte ha­ reketin düşüş eğilimine girmesi, doğal olarak bu hareke­ tin liderlerini önlem almaya sevk etti. Bunun bir tezahü­ rü olarak, 1975 yılında KlMH'nin faaliyetlerinde yeni­ den bir canlanma görülmeye başlandı. Hareketin merke­ zini Ö zbekistan'dan Kırım' a kaydırmayı düşünen lider­ ler, Kırım Türklerinin kitleler halinde Kırım a gitmesini teşvik etti. Liderlerin bu teşviki sonucu belirtilen yıl için­ de Kırım' a 912 kişinin geldiği Sovyet makamları tarafın'

ı:l<

1973 verilerine göre Herson'da 1541, Zaporojye'de 1063, Donetsk'de 693,

Odessa'da 61 kişi yaşıyordu. Az miktarda Kınm Türkü de Voroşilovgrad, Kirovograd, Kiev, Nikolayev, Çerkassi ve Harkov'da ikamet etmek zo­ runda kalıruştı. 1968'den itibaren 650 kişi çeşitli sebeplerle Ukrayna sınır­ lanru terk etmişti. 1 Mayıs 1973 tarihli Ukrayna İçişleri Bakanlığı verilerine göre Ukrayna SSC'nde toplam 6874 kişi yaşamaktaydı. Bunlardan Kı­ nm'da 23 aile (101 kişi), Herson'da 31 aile (142 kişi) Zaporojye'de ise 2 ai­ lenin (8 kişi) ikamet kaydının yapılmadığı belirtilmektedir: Ukrayna KP MK İdari Organlar Şubesi Müdürü Opanasyuk'tan Ukrayna KP

MK birin­

ci sekreteri V.V. Şçerbitskiy'e Sunulan Rapor (14 Tenunuz 1973), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 25, d. 891, y. 26-3 1 .

60


dan ifade edilmektedir. Kırım'da mevcudunu arttırmaya başlayan hareketin, burada seslerini duyurabilecek çeşitli faaliyetler yapması bekleniyordu. Yapılması beklenen bu faaliyetlerin başında ise daha önce örnekleri çok görülen bildiri dağıtımı ve toplu dilekçelerle resmi kurumlara müracaat edilmesi geliyordu. Hareket liderleri aynca 1975 yılı içerisinde Sovyetler Birliği'nde ve özellikle Kınrn'da yapılması planlanan yerel ve uluslararası etkinliklerde toplu gösteriler düzen­ leyerek dünya kamuoyunun dikkatlerini kendi meselele­ rine çekmeyi de düşünüyorlardıı3s. Kırım Türklerinin yarımadada gitgide artan nüfusu ve faaliyetleri karşısında, Kırım' daki Sovyet yöneticileri yine baskı metotlarına müracaat etmişti. İkamet izni alamayan bazı Kırım Türkleri, polisiye baskılarla karşı­ laşmış, gece baskınlarıyla evlerinden zorla çıkarhlmış ve Kırım' dan uzaklaştırılmıştı. Kırunlı yöneticilerin bu dav­ ranışları son derece üzücü ve feci bir olayın yaşanmasına da yol açmıştı. Musa Mahmut adlı bir Kırım Türkü 5 çocuğu ve eşiyle birlikte geldiği ve bir ev satın alıp yer­ leştiği Kınrn'dan polis zoruyla çıkartılmak istenince, ço­ cuklarının gözleri önünde üzerine benzin dökerek ken-

135

Kının Türkleri ağırlıklı olarak İçki (Sovyet) (860 kişi), Lenin (841 kişi), Larindorf (Pervomay) (591 kişi), Karasu Bazar (Belogor) (468 kişi) rayonlannda yerleştiler: Kının KP Sekreteri Kiriçenko, İşçiler Meclisi Baş­ kanı Çemodurov ve Ukrayna KGB Yarduncı şefi Troyak'ın Ukrayna KP MK'ne Kırun'da Kırım Türklerinin faaliyetlerinin artması hakkındaki ra­ poru (27 Kasun 1975), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 25, d. 1250, y. 6-10.

61


dini yakmışh136. Musa Mahmut'un ölümüyle sonuçlanan bu trajik olay bile Kırımlı yöneticilerin Kırım Türklerinin yarımadadaki yerleşimini önleme gayretlerinin önüne geçememişti. Bu gayretlerin bir sonucu olarak Sovyetler Birliği Bakanlar Kurulu tarafından 15 Ağustos 1978'de Kırım bölgesindeki pasaport/ikamet kurallarını düzen­ leyen bir kanun kabul edildi. Buna göre, yasal olmayan yollarla Kırım'a gelip yerleşen Kırım Türklerinin bölge­ den çıkarılması için Kırım İçişleri Bakanlığı organlarına tam yetki verilmiş, aynca bu şahıslara evlerini satan veya kiraya veren yerel halkın da cezalandırılması hükrr,e bağlanmıştım. Diğer taraftan Özbekistan'da da devlet görevlileri tarafından Kırım Türklerinin bu ülkeden çıkı­ şı yasaklandı. Kırım' a gitmek isteyenlerin ikamet kayıtla­ n silinmiyordu. Böylece iki yerde birden kayıt yaphrma hakkına sahip olmayan Kırım Türkleri, Kırım' da da oturma izni alma i.rnkanından mahrum kalıyorlardıI38. Alınan bu tedbirlerden sonra, Kırım Türklerinin Kırım'a gelişlerinde büyük ölçüde azalma tespit edilmektedir. Kasım-Aralık 1978 ve Ocak 1979'da Kırım'a sadece 30 civarında aile gelmiş ve bunlardan yalruz bir aile yerleş­ me imkanı bulmuştu. Diğer aileler ise Kırım'dan çıkarıl­ mıştı. 1979 yılının Şubat ayında ve Mart ayının ilk 15 136 137 138

62

Jivoy Fakel: Samosojjeniye Musı Mamuta (Sbomik dokumentov), Ed. R . Cemilev, New York, Fond Knrn, 1986, s . 63-65; Özcan, a.g.l, s . 194-196. Kının bölgesindeki pasaport kurallanrun pekiştirilmesi yönünde ilave kararlar hakkındaki SSCB Bakanlar Kurulu Kararnamesi (1978), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 25, d. 1740, y. 3. Guboglo-Çervonnaya, a.g.e., C. 1, s. 125.


gününde Kırım' a gayr-i resmi olarak hiçbir ailenin gel­ memiş olması Sovyet makamları tarafından belirtilmek­ tedirl39. Sovyet hükümetinin almış olduğu karar ve tedbirler­ le Kırım Türklerinin vatanlarına gruplar halinde akını kısmen de olsa önlenmişti. Böyle bir "başarıyı" yakala­ yan Sovyet yönetimi, Kırım Türklerinin önünü tamamen kesmek amacıyla, onlara yeni bir "vatan" kurmaya niyet­ Özbekistan'ın lenmişti. Bu gaye doğrultusunda Kaşkaderya bölgesindeki Mübarek ve Baharistan adlı iki kasabanın tamamen Kırım Türklerine tahsis edilmesi ve buraya özerklik statüsü verilmesi tasarlanmıştıt4o. Sov­ yetlerin düşüncesine göre bu uygulama ile Kırım Türkle­ ri, yeni bir "vatana" ve arzu ettikleri milli özerkliğe ka­ vuşmuş olacaklardı! Tabii olarak Kırım Türklerinin bü­ yük çoğunluğu, Kırım'ın ancak beşte biri kadar olan iki kasabadan müteşekkil bu suni vatan teklifine sıcak bak­ mamış, bütün baskılara rağmen Sovyet yönetiminin bu projesine katılmayı kabul etmemişti. Sadece 2000 civa­ rında Kırım Türkü burada yaşamayı kabul etmiştit4ı. Sovyet hükümetinin Kırım Türklerini vatanlarından uzak tutmak için gösterdikleri gayretlerin hepsi boşa çıkıyordu. Onlara sunulan "yeni vatan'' seçeneği kabul m

ı .o m

Kınm'da uygulanan pasaport kurallan hakkında Ukrayna KP MK idari organlar şubesi şefi A. Çurnak'ın Ukrayna KP MK Sekreteri V: Şçerbitskiy'e verdiği malumat (17 Mart 1979), TsDAGO Ukraini, f. 1, L. 25, d. 1940, y.10-11 . Devlet, "240 Kı nın Türkü . ", s . 1 1 . "Kınm Tatarlan Sovyet Devletine Karşı", Çev. H. Kırımlı, Emel, S . 1411 45, 1984, s. 17. ..

63


görmemiş ve Kırım Türkleri kendi anavatanlanna dön­ me kararlılığından taviz vermemişti. Sovyet yönetiminin isteği doğrultusunda hareket eden birkaç Kırım Türkü de onların bu arzusunu kırmaya muvaffak olamamışlar­ dı. Artık KlMH'nin önderliğinde yürütülen vatana dö­ nüş mücadelesi dönülmez bir hal almıştı. Özellikle 1980'li yılların ikinci yansından itibaren yoğunlaşan faa­ liyetler, Kırım Türklerini "zafere" taşıyan amiller olma yolunda önemli katkılar sağlamışlardı. Bunun yanında gerek dünyada gerekse Sovyetler Birliği'nde yaşanan sosyal ve siyasi değişikliklerin de Kırım Türklerinin va­ tana dönüş mücadelesini etkileyen diğer unsurları teşkil ettiği görülmektedir. Özellikle 1985 yılında Sovyetler Birliği'nin yönetim kadrosunda meydana gelen yenilikle M. Gorbaçev'in hakimiyete geçmesinin ardından, ülkede uygulamaya konulan "Perestroyka = Yeniden yapılan­ ma" ve "Glastnost = Açıklık" politikası sonucunda Sov­ yetler Birliği'nin hemen her alanında köklü değişiklikle­ rin meydana gelmeye başladığı bilinmektedir. Kırım Türklerine yönelik baskılar da bu dönemde ortadan kalkmaya başlamış, hapishanelerdeki liderleri serbest bırakılmaya başlanmışh. Mustafa Cemiloğlu da Aralık 1986' da tutuklu bulunduğu Magadan Hapishanesinden çıkarılarak özgürlüğüne kavuşmuştut42.

142

64

Cemiloğlu'nun hapisten kurhılmasında Kınm Türkleri ve A. Saharov başta: olmak üzere diğer insan haklan savunucula rının dönemin ABD Baş­ kanı R. Reagan'a yazdı.klan mektubun büyük etkisi olduğu belirtilmekte­ dir; bkz.: Guboglo-Çervonnaya, a.g.e., C. 1, s. 285.


Sovyet yetkililer Kının Türklerinin temsilcileriyle gö­ rüşmelerde bulunmuşlar ve meselelerinin Çözüleceği yönünde vaatlerde bulunmuşlardı. Ancak bunlar birer vaat olmaktan öteye gidememişti. Taleplerine müspet cevaplar alamayan Kının Türk temsilcileri, bunun bir sonucu olarak seslerini daha yüksek ve farklı usullerle duyurmaya karar vermişlerdi. Bunu gerçekleştirmek için Moskova'da büyük bir miting tertip ettiler. 23 Temmuz 1987 günü Sovyet rejiminin kalbi olarak kabul edilen Kızıl Meydan' da toplanan yüzlerce Kının Türkü ve onla­ rı destekleyen Sovyet vatandaşlan, Sovyetler Birliği'nde eşi benzerine az rastlanan bir miting gerçekleştirdiler. Mustafa Cemiloğlu'nun önderliğinde tertip edilen bu gösteri, orada bulunan yabancı basın mensupları tarafın­ dan bütün dünyaya aksettirilmiş ve bütün dünya kamu­ oyu tarafından ilgi ve dikkatle takip edilmişti143. Mitin­ gin devam ettiği bir sırada Sovyet resmi haber ajansı TASS tarafından bir duyuru yayınlanmışhı44. Bu duyu­ ruya göre, Sovyet yönetimi Kırım Türklerine "büyük haksızlık yapıldığını" kabul ediyor ve meselenin çözümü için bir devlet komisyonu kurulduğunu belirtiyordu. Bunwtla birlikte, açıklamada yer alan ifadelerden Sovyet devletinin eskiden beri sahip olduğu görüşlerinin kay­ bolmadığı da anlaşılmaktadır. Bu hususta açıklamanın Kırım Türklerinin taleplerini karşılama noktasında yapıcı 1•3 Z. Karatay, "Kının Türklerinin Moskova Gösterileri Nasıl Başladı Nasıl Cereyan Etti?", Emel, S. 161, 1987, s. 4-5. 144 Duyuru metni için bkz.: "TASS Ajansının 23 Temmuz 1987 Tarihli Kırım Tatarlanyla İlgili Açıklaması", Çev. H. Kınmlı, Emel, S. 161, 1987, s. 24-26.

65


bir yaklaşımda bulunmadığını söylemek mümkün gö­ rünmektedir. Nitekim Kırım Türklerinin vatana düzenli ve toplu olarak dönüş, milli özerkliğin tesisi gibi olmazsa olmaz istekleri, Kırım'ın demografik yapısı gibi mazeret­ ler ortaya sürülerek savuşturulmak istenmektedir. Böyle bir durumun ise Kırım Türkleri tarafından kabul görme­ si, daha önce yaşanan örneklerde de görüldüğü üzere ihtimal dahilinde bulunmamaktadır. Kırım Türkleri bu açık.lamaya ve sunulan çözüm önerilerine karşı tepkilerini yine kendilerine özgü usul­ lerle vermişlerdi. Nihayet verdikleri bu tepkiler, Sovyet hükümetinde olumlu bir tesir bırakmış ve 14 Kasım 1989'da vatanlarına dönüş yolunu açan bir deklarasyo­ nun yayınlanmasında etkili olmuştu. Belirtilen tarihte Sovyetler Birliği YSP tarafından kabul edilen bu dekla­ rasyona göre, sadece Kırım Türkleri değil, daha önce kendilerine haksızlık yapılan bütün Sovyetler Birliği va­ tandaşlarının hakları kendilerine iade edilmiş ve bu hak­ lar devlet garantisi altına alırunışhı4s. Sovyetler Birli­ ği'nin en yüksek makamı tarafından açıklanan bu dekla­ rasyon ile Kırım Türklerinin ve vatanlarından uzakta yaşayan diğer toplulukların, özgürce, hiçbir sınırlama olmadan vatanlarına dönebilmeleri için bütün hukuki ve suni engeller ortadan kaldırılmış oldu. Devlet artık Kırım Türklerinin vatanlarına dönüşünü engellemek için değil, bilakis bu dönüşü organize etmekle ilgilenmeye başlaya-

ı•s

66

"Deklaratsiya Verhovnogo Soveta Soyuza Sovetskih Sotsialistiçeskih Respublik", Pravda, 15 Noyabrya 1989.


caktı. Bu doğrultuda, Kırım Türklerinin sorunlarıyla meşgul olmak amacıyla bir komisyon kurulmuştu. Ko­ misyon bu konuda çalışmalara başlayarak bir göç planı hazırlamıştı. Bu plana göre, öncelikle Kırım Türklerinin vatanlarına dönüşü ve milli bütünlüklerinin tesisinin kanuni hakları olarak kabul edilmesi gerekiyordu. İkinci olarak, Kırım Türk toplumunun dönüş meselesinin mer­ kezi yönetim tarafından rasyonel bir şekilde ele alınıp birbirini tak.ip eden üç safhada gerçekleştirilmesi öngö­ rülüyordu. Birinci safhada altyapı, konut, sosyo-kültürel ortam ve üretim alanındaki gelişim meselelerinin aynı anda çözülmesiyle, şalusların yakınlık dereceleri göz önünde bulundurularak dönüşün devlet denetiminde yapılması planlanmaktaydı. İkinci safhada, şahısların kendi başlarına, bireysel imkanları kullanarak dönmeleri tasarlanmaktaydı. Bu durumda devlet bir takım yüküm­ lülüklerden kurtulmuş olacaktı. Üçüncü safha ise, grup halinde toplu dönüş planlarıydı. Böylece toplu olarak Kırım' a dönenlerin bir arada yaşayarak yeni köyler veya kasabalar meydana getirmeleri düşünülmekteydit46. Netice olarak, 1944 yılından beri Kırım Türklerinin vatana dönüş uğruna verdiği mücadeleler geç de olsa meyvesini vermiş ve kitleler halinde vatana dönüş baş­ lamıştı. Bunun neticesinde, 1987 yılında Kınm'a yerleşen Kırım Türklerinin sayısı 2300, 1988'de 19.3000 kişi iken, bu sayı 1989'da 28.000'e yükselmişti. 1 Mayıs 1990 itiba1"" Kırım Tatar halkının problemleriyle ilgilenen komisyonun çözüm önerileri hakkında bkz. Guboglo-Çervonnaya, a.g.e., C. il, s. 81.

ve

67


riyle ise Kırım'da toplam olarak 83.116 Kırım Türkü ya­ şamaya başlamışh147. Bu arada daha önce Ukrayna'ya bağlı bir bölge olan Kırım, 12 Şubat 1991'de Ukrayna Cumhurbaşkanı L. Kravchuk'un imzasını taşıyan bir kanunla tekrar Özerk SSC haline getirildi14B. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra bağımsız bir cumhuriyet haline gelen Ukrayna'ya bağlı özerk bir cumhuriyet olan Kınm'da 1995 nüfus sayımına göre 2.600.000 kişi yaşa­ maktadır. Bunun %67'sini Ruslar, %22'sini Ukraynalılar, %10'unu Kırım Türkleri ve %1'ini diğerleri (Karaim, Kınmçak, Rum, Ermeni, Alman, Bulgar, Yahudiler) oluş­ turmaktadır149.

147

Guboglo-Çervonnaya, a.g.e., C. il, s. 254. t48 Ukrayna SSC'nin Kının ÖSSC 'ni yeniden tesis eden kanunu hakkında bkz.: Guboglo-Çeıvonnaya, a.g.e., C. il, s. 103. 1 49 "Kınm'a Genel Bakış", (Çevirimiçi) www.vatankirim.net/genel.htm, 10.04.2001.

68


BÖLÜM 1 TÜ RKİYE



..

Ozbekistan Çöl leri Güneşli bir kış gününde Arire Hanım'ın Kartal'daki evine doğru yola çıkhm. Eve vardığımda kapıda Arire Hanım ve Kırım' dan gelen yeğeni Halime karşıladılar beni. İçeri geçip, pencerenin kenarındaki iki tekli koltuk­ tan birine oturdum. Karşıma da Arire H anım geçti. Bana bakıp bakıp gülümsüyordu. Benim onların taraftan ol­ mam gerektiğini söyledi. Yaltalılara benziyormuşum. Bu samimi ortamda bir çay içtikten sonra başladık söyleşi­ mize: Arire İdrisli 1928 yılında Yalta'nın Simeiz kasabasın­ da doğuyor. Asıl soyadı Nezetli fakat Türkiye'ye göç edip evlendikten sonra İdrisli soyadını alıyor. Annesi, babası, büyükanneleri ve büyükbabaları da aynı yerde doğuyorlar. Bildiği kadarıyla ailesi hep Simeiz'de yaşı­ yor. Kendi anlatmaya başlamadan önce onun eski soya­ dını 'Nezetli'yi söylediğimde 'Ay kızım sen zaten her şeyi biliyorsun' dedi, gülüştük. Ben de 'Bilmeyen var mı Arire Hanım çok meşhursunuz' dedim. Anlatmaya baş­ ladı: 'Bilmiyordum ben meşhur olduğumu. Ama geçen­ de sokağa çıktığımda hanımlar gördüler beni; dediler ki "Sizi televizyonda gördük (Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız

71


Arasında belgeselini izlediklerini düşündüm)" Ya bak dernek meşhurum'. Sonra Simeiz' deki ailesini ve hayatını sorduğumda kendinden bir yaş büyük abisi olduğunu söylüyor. Aile­ sinin maddi durumu orta halli olan Arire Hanım, özellik­ le hayabnın kurtulmasında büyük paya sahip olan baba­ sından övgüyle bah­ sediyordu: 'Bana "Babasının kızı" derlerdi. Babam okumadı ama çok akıllı ve kabiliyetliy­ di. Otuz yaşındaydı o zaman.' Babasının fotoğrafına bakhm ve Arire hanımın babasına çok benzediğini söyledim. Arire Ha­ nım devam etti: 'O zamanlar Rus Mektebi'nde hiçbir ArirP. H�nım'ın h�h�ı:ıı Müslüman çocuk okumazdı. Ama babam düşmanı yenmek için bilgi ge­ rekli diye düşünürdü. "Ben okuyamadım hiç olmazsa sen oku" derdi. Beni Rus Mektebi'ne gönderdi. Oradaki çocuklar benimle çok alay ederlerdi. Eve her gün ağlaya­ rak gelirdim. Babama yalvarır yakarırdım gitmek istemi­ yorum diye.' 72


Ama babası ısrar ediyor onu Rus Mektebi'nde okut­ makta, çünkü kızının çok bilgili olmasını ve başka diller öğrenmesini istiyor. "Kendi dilimizi zaten evde konuşu­ yoruz. Başka dil öğrenmelisin ki güzel bir işin olsun" diyor babası. Sonra Arire H anım ekliyor: 'Babam oku­ mama çok önem verir­ di. Ezilrnemem, aşağı­ lanmamam için oku­ mamı isterdi. Dış görü­ nuşum, kıyafetlerim sınıftaki diğer çocuklara göre kötüydü ama ba­ bam derdi ki dış görü­ nüş değil insanın içi önemli. O yüzden ken­ dimi yetiştirmemi ve korumamı isterdi. "Sa­ na inanıyorum, yüzü­ mü kızartma" diye tek­ rarlardı hep. Çok kitap alırdı. Kendi okumazdı Arire Hanım gençken ama bize okuturdu.' Sonra Rus Mektebi'ndeki günlerine dair bir anısını anlatıyor. Bir gün derste bir harfi yanlış yazıyor. Öğret­ meni onunla dalga geçiyor ve 'Yontulmamış Türk' diye bağınyor. Sınıftaki çocuklar dalga geçerek kahkahalarla ayaklannı yere vuruyorlar. Bu kadar alçaltılmaya daya­ namayan Arire Hanım çantasını etrafa savuruyor, sağa sola vuruyor. Bazılannı hırpalıyor. Bunun üzerine baba­ sını okula çağırıyorlar. Arire Hanım suçunu anlıyor ve 73


çok korkuyor. 'Ama benim de bir gururum var' diyerek savunuyor kendisini babasına karşı. Bir tokat beklerken, babası Arire Hanım' a yaklaşıyor ve elini kızının omzuna koyuyor, "Sen bekle burada kızım" diyor. Müdürün oda­ sına girip elini masaya vuruyor. "Bu kıza neden böyle davranıyorsunuz? Her gün eve ağlayarak geliyor. Uta­ nın!" diye bağırıyor. Neye uğradığını şaşıran müdür öylece bakakalıyor. Arire Hanım bulundukları yerden Rus okuluna gi­ den tek Tatar olduğunu söylüyor. Arkadaşları hep Tatar­ ların okuduğu okula gidiyorlar ama orada iyi eğitim verilmiyor. 'Rusça yazmayı, konuşmayı bilmiyorlardı. Eğitim kalitesi düşüktü. Böylece cahil kalmaları sağlanı­ yordu' diyen Arire H anım üzülerek sonradan okula gi­ demediğini belirtiyor (çünkü on beş yaşında sürgüne gönderiliyor). Fakat Rus Mektebi'nde dört yıl okuması çok işine yarıyor; hatta sürgünde hayatta kalabilmesini sağlıyor. Bu durumu şöyle açıklıyor: 'Hiç değilse Özbe­ kistan' da Özbeklerle Rusların arasında tercümanlık yap­ tım. Bununla hayatta kaldım desem olur. Onun dışında çölde hep toprak işlerinde, inşaatlarda çalışırdı bizimki­ ler. Çok ağır işti. Çok insan öldü' Bütün konuşma bo­ yunca tekrarladığı cümle bu Arire Hanım'ın: 'Çok insan öldü... ' Sonra Arire Hanım'ın yaşadığı kasabadan, Simeiz' deki hayattan bahsediyoruz. Kasabada Ruslar, Yunanhlar, Ermeniler, Kırım Türkleri ve az sayıda Alman da bulunuyor. Hepsi çok iyi anlaşıyorlar. 'Bizim yaşadığımız yer çok güzeldi. Herkes gelirdi. Merkez yerlerde hep Ruslar var74


dı. Bizi çok az çalıştırırlardı o zaman. İşe almazdılar, saymazdılar. Şimdi anlıyorum. Okumamızı, bilgilenme­ mizi istemezlerdi, o yüzden bize hep toprak işleri veri­ lirdi. Mesela bahçıvanlar Kırırnhlar olurdu o zaman' di­ yor Arire Hanım. Artık bilinen fakat çarpıcılığını koru­ yan başka sözler ekliyor: 'Almanlar çok zulüm yaptılar: Yahudilere yaptılar, Çingeneleri öldürdüler. Tatarlara millet olarak zarar vermediler ama gece saat üçte dışarı çıkan biri bir daha geri dönmeyebilirdi. Almanlar tara­ fından öldürülebilirdi. Bazen polisler sessizce sokak or­ tasında insanları kollarından tutup götürürdü Alman­ ya'ya çalıştırmak için. O zaman sormazlardı 'Kimsin sen?' diye. Amcam bir gün kızlarına bakan bir Alman askerine kızdı. Hiç korkmadı, öldürülebilirdi de. "Sen ne bakıyorsun benim kızlarıma?" diye bağırdı, ama Tatarca konuşuyordu. Tabii asker bir şey anlamıyordu. O yine de kızmaya devam etti. Asker de çekip gitti.' Diğer milletlerden insanlarla ilişkilerini sorduğum.­ da, Kırımlılarla diğer milletler arasında kız alıp vermenin olmadığını söylüyor. Ve ekliyor 'Bazen kaçamak yapan­ lar oluyordu. Özellikle Tatar kızlarının başka milletler­ den insanlara varması hoş karşılanmıyordu. Zaten kapa­ lıydık, çok namusluyduk hepimiz.' Bir de kasabada kendi aralarında toplanıp eğleniyor­ lar. Birbirlerine maniler atıyorlar. Sinemanın da olduğu­ nu ama onların pek gitmediğini söylüyor. 'Asıl güzel hayatı Ruslar yaşıyorlardı. Hep Rus operaları geliyordu.' Sonra 18 Mayıs 1944 gecesi gerçekleşen sürgünü an­ latmaya başlıyor. Şunu diyor Arire Hanım: 'Savaş başla-

75


<lığında ben on üç yaşımdaydım. Sürgünde on beş ya­ şımdaydım. Çok iyi hahrlarım sürgünü. Şuradaki sokağı bilmem ama sürgünü tam içime gömdüm, yüreğime bastım, hiçbir şeyi unutmadım.' Devam ediyor: 'Evimiz çok güzeldi. Sürgün günü büyük bir temizlik yaphk evde. Rus asker­ lerinden biri "Niye bu kadar canını veriyorsun bu temiz­ liğe? Belki bir şey olur, trene binip gitmen gerekir... " de­ di. Ben de alaya aldım, "Biz hiç trene binmedik. Babaan­ nem de görmedi." dedim. Şimdiki gibi yollar yoktu. Kimse uzak yerlere gitmezdi. Tren de görmedik. Tren Akmescit'te vardı.' Rus askerleri bundan önce sürgünü hiç belli etmiyor­ lar. Sadece Kırım Türklerine her fırsatta 'Sahcılar' diyor­ lar. Arire Hanım sürgün gecesi rüya görüyor. Korkarak uyanıp babaannesine anlahyor. Rüyasında Rus askerleri evlerine geliyor, eşyalarını kanşhnyorlar. Bir de sandık­ tan yün çıkarıyorlar. Yün açılıyor, uzuyor. Babaannesi bu rüyayı hükürnet hışmına yoruyor. "Hayrola! Bu hükü­ met bize karşı bir şey kanştımasın" diyor.

O gün sabah saat dört civarında askerler kapıyı çalı­ yor. Evi aramaya başlıyorlar. Rus askeri Arire H anım'ın evindeki yün yorganları görünce "Bak nasıl yaşıyorlar. Biz samanda yahyoruz bunlar yünlerde. Bundan sonra nasıl yaşayacaksınız görün siz!" diyor. Nereye gideceklerini sorunca "Akmescit'e gide­ ceksiniz sonra dönersiniz. Eşya almanıza gerek yok" diyerek evden çıkarıyorlar Arire Hanımları. Arire hanım heyecanlanıyor, 'Ay ne güzel Akmescit'e gidip treni gö­ rürüz' diyor. Hemen çok sevdiği bir Fransız yazarın ki76


tabuu eline alıyor, koşturarak gidiyor. Trende pencere kenarında yer kapıp kitap okumak istiyor (ikimiz de bu durumda ağlanacak duruma gülüyoruz burada). O sıra­ da teyzesi eline kefen ve güğüm alıyor. "Koş koş! Bir çukurda bizi de Yahudiler gibi öldürüp gömecekler" diye bağırıyor. Meydanda toplananlar arasında kadınlar, çocuklar ve yaşhlar var. Erkekler çalışma kamplarına veya ordu­ da savaşmaya götürülüyorlar. O gecenin devamını şöyle anlahyor: 'Bizi meydanda topladılar. O zaman bir fırhna çıkh. Koskocaman ağaçlar, çınarlar, manolyalar kökle­ rinden söküldü. Uğultular göğü inletti. Köpekler havla­ dı, kediler bağırdı. Kadınlar ağlaşıyordu meydanda. Ömrümde ilk defa Kırım ' da dolu yağdığuu gördüm o gece. Korkunç bir gündü. Tabiat adeta bizimle beraber ağlıyordu. Sonra bizi Akmescit'e götürdüler. O zaman ilk defa tren gördük. Bize gitmeden önce Akmescit'teki Tatarla­ rın Rus askerlerini öldürdüklerini söylediler . . Sonra Akmescit' e vardığımızda oradakiler geldiler, bize sordu­ lar "Niye yaphnız? Niye?" diye. İki taraf birbirinin üze­ rine yürüdü. Onlara da bizim (Yalta tarafındakilerin) öldürdüğümüzü söylemişler. Sonra bir bizim bir de on­ ların taraflarından hoca çıktı ortaya. İkisinin de ellerinde Kuran vardı. Kuran'a el basarak yapmadıklarına yemin ettirdiler herkesi. Sonra iki tarafın da öldürmediği, onla­ ra yalan söylenildiği çıkh ortaya. Duruldu ortalık. Bizi parçaladılar. Aileleri dağıttılar. Bazılarımızı Ural'a götürdüler. (O sırada yanımızda Alime Hanım 77


var. Kendisi Arire Hanım'ın yeğeni. Onrm ninesını Ural'a götürüyorlar. Ninesini beş çocuğrmdan ayırıp, çocuk.lan da Özbekistan'a sürüyorlar. Alime Hanıın'ın annesi on dört yaşında; beş çocuğrm en büyüğü. En kü­ çükleri ise üç yaşında.)

Arire Hanım (solda) Bakü'deyken

Nereye gittiğimizi bilmeden yirmi sekiz gün bitli hayvan vagonlarında yol aldık (elini masaya vuruyor alhru çize çize 'Bitli, bitliydi vagonlar!' diyor. Ekliyor: 'Bizden evvel yaptılar ki brmlar bit kapsın hasta olsunlar diye'). Bizi yok etmek için ellerinden geleni yaptılar. Yolda sadece bir yerde yemek verdiklerini hahrlıyorum. Çok açlık çektik. Üstümüz başımız da kirliydi. Yolda bitlendik hepimiz. Erkek çocuklar, yaşlı adamlar vardı. 78


Hepimiz aynı vagondaydık. Vagonlar çok sıkışıktı. Ben bacaklarım bükülü otururdum. Dizlerim sanki kesilirdi. Ağlardım. Önümdekine bacağımın çok ağrıdığını söyle­ yip omzuna koymak istemiştim. Annem arkada oturu­ yordu. Çocuklar bir yerde, yaşlılar bir yerdeydi. Bir anda hiçbir şey yokken açtılar vagonları, aramızdan beş kişiyi aldılar. Nereye gittikleri belli değildi. Başka yere götür­ düler. Aileleri dağıtıyorlardı birbirlerine yardım etmesin­ ler, ceza olsun diye ... Üstümüze çok varırlardı. İstasyon­ larda bağırıp çağırırlardı "Satıcılar" diye. Çok aşağıladı­ lar.' Sonra Özbekistan'a varıyorlar. Orada herkesin on­ lardan nefret ettiğini söylüyor. Özbeklere Tatarların kan içtiği söyleniyor. 'Bizi çok sert karşıladılar. Yaşlı başlı adamlar taş atarlardı üstümüze. "Bize kötülük getirdiniz derlerdi" O yıl da çok soğuktu. Bize derlerdi ki "Siz ge­ tirdiniz bu soğuğu". Yüzyılda bir kere olan o soğuk, o da bizim şansımıza.' diye özetliyor Arire Hanım çektikleri­ ni. Devam ediyor: 'Çok insan öldü. Üstümüz başımız yoktu. Birbirimizden uzaktık. Yakıt yoktu. Çok ağır şart­ lardı. Özbekler için de çok ağırdı. Onlar da açtı, savaş vardı. At arabalarında bizi işe götürürlerdi. Çocukları da götürürlerdi. Başımızda adamlar dururdu polis gibi. Bizi çalıştırırlardı. Sıcak yemek vermezlerdi. Korkardık başı­ mızı çevirmeye, bir bakardık arkamızdaki ölmüş. Her gün biri ölürdü. Gömmeye de yer yoktu. Çok insanı kurtlar, çakallar yedi. Ağır hasta olanlar (genelde sıtma olanlar) yığılıp kalırlardı yolda, sonra çakallar yerdi on­ ları.

79


Askerden gelip ailelerini arayanlar vardı. Hangi köyden geldiklerini söylerlerdi. Bizim kendi postamız vardı. Kimse yardım etmiyordu, biz de kendi kendimize yardım ettik. Kağıtlara yazardık nereden olduğumuzu, soy adlarımızı. Kim nereye giderse sorardı gittikleri yerlerde. Aileler bir araya gel­ meye çalışırdı. Oradan başka yere gidemezdik. İ zin al­ mak gerekirdi. Çalışmak için gidip iş arardık. Ancak ağır işlere alınıyorduk; inşaat işi, tarla işi. Çok okumuş insan­ lar, profesörler bile badana yapmaya başlamışlardı. Mek­ tebimiz de yoktu.' Sonra bir anısını ekliyor: 'Ben bir git­ miştim iş aramaya gitmiştim. Anlamamışlardı Tatar ol­ duğumu. Ermeni'ye de benzerdim, Yunan'a da. İ lk başta ilgilendiler, alacak gibi oldular. Sonra pasaportumu iste­ diler. Kırım Tatarı olduğumu görünce yüzleri bozuldu, biz seni sonra ararız dediler ama tabii ki aramadılar.' En ağır cezayı alanlar fabrikalarda çok ağır şartlarda ölün­ ceye kadar çalışbnlıyorlar. Bir ara Ermenilere geliyor konu ve Arire Hanım şun­ ları söylüyor: 'Ermenileri bizden daha sonra sürgün etti­ ler. Ama onların yanına üç yüz kilo eşya almalarına izin verdiler. Biz hiçbir şey alamamışbk. Özbekistan'da kadı­ nın biri yorgansız geldiğimizi görünce sordu: 'Senin yor­ ganın yok mu?' diye. Ama Ermeniler altınlarını bile al­ mışlardı yanlarına. Onları bizim gibi kırmadılar, aşağı­ lamadılar. Bizim gibi kirli pasaklı gelmediler, temiz gel­ diler. Bir de onların Ermenistan var. Oradaki akrabaları yardım ettiler. Ya bizim kimimiz vardı Özbekistan'da? Bize kim yardım etti? Bizde önüne geleni ezdiler.'

80


Arire Hanım on iki yıl Özbekistan'da kalıyor. Sonra Kırım hariç her yere gidebiliyorlar. Kırım' a da gidenin olduğunu söylüyor ama Tatar olduğunu öğrendiklerinde peşine adam takıyorlar. Duyduğu komik bir hikayeyi aktarıyor: 'Bir adam gitmişti Kırım' a. Anlamışlar Tatar olduğunu. Peşine yaşlı bir adamı takmışlar. Arkasından gelen yaşlı adamı görünce, o da çıkmış dağlara bayulara, dolaşmış, ta ki peşine takılan yaşlı adam nefes nefese kalıp "Yeter gezmeyin ne olur. Benim görevim bu; beni sizin peşinize taktılar. Çok yoruldum" diye yalvarmış.' Guatr olan Arire H anım Özbekistan'ı terk edip teda­ vi için Bakü'ye, tanıdıklarının yanına gidiyor; orada te­ davi oluyor. 'Özbekistan'da hava çok kuruydu. Su yok­ tu. Havuzlar vardı, oradan içen sıtma oluyordu. Bakü'ye hayatımı borçluyum' diyor. 'Özbekistan başkanı bizim oradan ayrılmamızı istememişti. Çünkü biz çok çalışı­ yorduk. Biz gidersek kim çalışacakh? Ahlaklıydık, husız­ lığımız yoktu. Herkes bizi örnek gösterirdi. Bize çöpler vermişlerdi ev kurmamız için. Biz sonra oraları temizle­ dik, çiçekler ektik, cennete çevirdik.' Bu arada bazı Ruslarla yazışıyorlar. Ruslar diyorlar ki 'Sizi bekliyoruz. Size hurda yer hazuladık' Sonra bir haber çıkıyor, Karadeniz'de yirmi bin Rus askeri öldü­ rüldü diye. Tatarların öldürdüğü söyleniyor. Bazı Ruslar gelip 'Sizi affedemeyiz' diyorlar Arire Hanım' a. 1989'da Türkiye'ye, halasının yanına geliyor. Sonra Türkiye'de evleniyor. Bu arada duyduğu haberler Arire Hanım'ı çok sevindiriyor:

81


'Artık bizimkilerin Kırım' a dönmeye başladığını du­ yunca havalara uçtum. Kimse belli etmezdi, ama herkes içten içe Kırım' a dönmenin hayalini kurardı. Hiç unuta­ madım Kırım gibi cennetten ayrılıp Özbekistan çöllerine sürülmemi... '

Arire Hanım, lstanbul'daki evinde

82


Paraşüt İ pleri nden Kumaş 1921 yılında Bahçesaray'ın Tatar-Osman köyünde doğan Lütfiye Hanım, anne ve babasını çok küçükken kaybediyor. Kendinden küçük kardeşleri de çocuk yuva­ sında büyüyorlar. Lütfiye Hanım ise öğretmen olan 'abi­ siyle Sudak ilçesinin Kutlak köyünde yaşamaya başlıyor. Harp başlayıp abisi askere alınınca yalnız kalıyor ve köydeki amcasının yanına gidiyor. İlkokulu köyde bitiri­ yor. Köyde ailesi tarımla uğraşıyor ve bulundukları yer­ de sadece Kırım Türkleri yaşıyor. Kardeşlerinin şimdi ne yaptığını sorduğumda Lütfiye Hanım savaş bitince kardeşlerini arayıp buldu­ ğunu, fakat sonra izlerini tekrar kaybettiğini söylüyor. Abisinden bahsettiğimizde de 'Sonra ağabeyim bir yer­ lerde edr düşmüş. Artık harp sona erince döndü geldi, buluştuk. Hanımı vardı' diyor. Lütfiye Hanım ilk evliliğini 1938'de, on yedi yaşın­ dayken, yapıyor. Ama kısa süre sonra eşini askere alıyor­ lar. Genç çiftin evhliklerine güvenmelerinin sebebiyse aslında ·savaşın ilk zamanlarında, bakmakla yükümlü olduğu insanlar olan erkekleri askere almayışları. Lütfiye Hanım'ın eşinin de annesi ve iki küçük kardeşi olduğu­ nu söylüyor. Bu durumu şöyle anlatıyor: 'Ailesine bak83


malda yükümlü olanları askere almıyorlardı. Ona güve­ nip evlendik ama sonra onu askere aldılar.' Sonra eşin­ den bir daha haber alamayan Lütfiye Hanım, 'Herhalde rahmetli oldu, bir yerde vuruldu, öldü' diyor. Savaş sırasında Alınan ordusuna katılan Kırım Türk­ leriyle ilgili bir soru yönelttiğimde, Lütfiye Hanım, Kı­ rım'ın Simferopol şehrinde toplanıldığından ve Alınan­ ların bazı insanları esir aldıklarından bahsediyor. Bu esirlerin arasında Kırım Türkleri de var. Esaretten kur­ tulınak için Alınan ordusuna alınmaları gerektiği için bazılarının Alınan ordusuna katılmak zorunda olduğunu söylüyor. Bu olayların peşinden uzun süre yalnız kalıyor Lütfiye Hanım. İkinci evliliğini yaphğı sırada Kırım'ı tekrar 'Komünistler'in işgal edeceği' haberleri yayılıyor. Lütfiye Hanım ve eşi, savaş bitince tekrar Kırım'a dön­ mek umuduyla Ukrayna'daki Odessa'ya i<açıyorlar. Kı­ nm'da durum daha da kötüleşince geri dönemiyorlar. Bu sefer Romanya'ya kaçıyorlar. Romanya günlerini şöy­ le anlatıyor: 'Kalabalık bir gruptuk. Yalta' dan oyuncula­ rın ve şarkıcıların bulunduğu bir gruplaydık. Roman­ ya'ya geldik. Köstence şehrinde kaldık. Sonra bizi ora­ dan, çok eskiden Kırım' dan göç eden Tatar aileleri gelip aldılar. Her şeyimizi hazırlamışlar. Yatağımızı, evimizi, yiyeceğimizi, içeceğimizi... Çok rahattık.'

84


Lütfiye Çolpan gençken

Fakat Balkanlar da işgal edilince Romanya'yı terk etmek zorunda kalıyorlar. 'Bilemediğim bir güç bizi ora­ lardan toplayıp Almanya'ya götürdü. Buna öncülük ya­ pan insan olarak Ahmet Özenbaşıııso'run lafı geçiyordu'

ıso Dr.

Ahmet Özenbaşlı önemli Kınm Tatar aydınlanndan ve Milli Hareketin en önemli destekleyicilerinden. Özellikle 1925'te Akmescit'de yayımlanan

85


diyor. Harp sona ermek üzereyken Almanya'da Türingen'de kalıyorlar . 'Orası Almanların işgal ettiği bölgelerden getirdikleri insanlarla doluydu. Çok kalaba­ lık bir kamptaydık. Ağaçlardan barakalar yapmışlar. Fakat biz yanlış yere gitmişiz. Oraya cezahlar götürülü­ yormuş. Sonra çıkardılar bizi oradan' diye ekliyor Lütfiye H anım. Kampta koşulların nasıl olduğunu sor­ duğumda yüzü kararıyor, 'Çok kötüydü' diye başını sallıyor. Bu noktada, daha ileriye gidecek ve konuştu­ ğum kişileri üzecek konulara geldiğimizi hissettiğimde, tereddüt yaşıyorum ama şanslıyım ki konuştuğum her­ kes hahrladığı her şeyi büyük içtenlikle anlahyor. 'Biz Romanyadan gelirken biraz yiyecek getirmiştik fakat kamptaki diğer insanların yiyecekleri yoktu. Savaştan dolayı vagonlarca şeker ve paraşüt ipi vardı. Kumaş ko­ lay bulunmuyordu. Paraşüt iplerini işleyerek kumaş yaphk. Şekerden de peynir şekeri yaphk. Hepsini sattık. Çocuklar kuyruğa girip alıyorlardı. öyle geçinebildik.' dedikten sonra kampı anlatmaya devam eden Lütfiye Hanım, kampın komutanından bahsetmeye başlıyor. Dediğine göre kampın yönetiminden sorumlu Alman komutanı Kının da asker olarak görev yapıyor ve Kının '

Türklerine sempatisi olduğu söyleniyor. 'Bize kolaylıklar sağladı. "Benim haberim olmayacak, buradan çıkacaksı­ nız" dedi. Kampın komutanı bize ayrıcalık tanıdı; kamp­ tan çıkmamıza izin veriyordu. Diğer insanları dışarı bı-

'Çarlık Hakimiyetinde Kının Faciası yahut Tatar Hicretleri' adlı eserine birçok çalışmada kaynak olarak başvurulmuş.

86


rakmıyorlardı. Etraf tellerle çevrilmişti. Bombardıman­ dan korunmak için yeraltında sığınaklar vardı. Savaş bitiyordu artık. Rusların işgali başlamıştı. Almanlar ye­ nilmişti. Kamptakilerden bazıları kurşuna dizilmiş diye duyduk. Baktık ki kamptakileri başka yerlere götürüyor­ lar. Biz de kendi başımıza orada burada yatarak kaçtık. Bir köyde barındık biraz.' Beş yüz kilometre yol yürüyorlar. Yakalanmamak için dolambaçlı yollardan gittikleri için yollan uzadıkça uzuyor. Bu şekilde Avusturya'ya yürüyerek sonunda Viyana'ya varıyorlar. Gruptaki erkekler şehri dolaşıp onlarla aynı zor şartlarda olan insanlar aramaya başlıyor­ lar. Viyana'da onlar gibi kaçmış olan çok Ukraynalı ol­ duğundan bahsediyor Lütfiye Hanım. Bir süre sonra erkekler " İyi haberle geldik" diyorlar. 'Yakınlarda UNRRA (United Nations Relief Rehabilitation Administration)ısı diye bir teşkilattan bahsettiler. O kampa yerleştik. Şartlarımız çok iyiydi. Harp sona ermiş­ ti artık' derken yüzünde bir gülümseme beliriyor Lütfiye Hanım'ın. Sohbetimizin sonuna yaklaşırken şunları diyor Lütfiye Hanım : 'Harp bitince 1948'de Türkiye'ye dön­ dük. Yolda çok iyi muamele gördük. Karaköy iskelesine geldiğimizde bizi ellerinde çiçeklerle Kınm' dan gelmiş olanlar karşıladılar. Tören yapıldı. Fakat bizi orada in­ dirmediler. Tuzla'ya götürüldük. Tuzla'da Balkanlardan

ısı

Birleşmiş Milletler'in bir kolu olarak yurdundan ayrılıp başka ülkelere göç edenlerin sorunlarıyla ilgilenen yardım kuruluşu.

87


gelenler için hazırlanan kamplarda kaldık. Avustur­ ya' dak.i yaşantımızdan sonra Tuzla' da hayal kırıklığına uğramıştık. O zamanki Tuzla bakımsızdı. Karnınuz toktu ama Tuzla yaşanılacak yer değildi. Sonra tanıdığımız bir aile bizi aldı o kamptan. Uzunca bir süre iş bulamadık.' O sıralarda Amerika kota açıyor. Bunun üzerine Amerika'ya yerleşerek New York'da Ocean Avenue'nun yakınındaki King's Highway'de kalıyorlar. Orada çalışıp, para biriktirip rahat bir hayata kavuşuyorlar. Ama Lütfiye Hanım ekliyor 'Tabii biz o zaman Türk.iye diyene canımızı veriyoruz. Türk.iye'nin şartlan çok ağırdı ama her şeye rağmen Amerika' da para biriktirince Türk.iye'ye döndük.' Lütfiye Hanım daha sonra eşi vefat edince Ameri­ ka' dak.i akrabalarının yanına gidiyor ama kısa süre sonra tekrar Türkiye'ye dönüyor. Şu an tek başına İstanbul'da yaşıyor.

88


LĂźtfiye HanÄąm lstanbul'daki evinde

89


Kel Kafah Kız ile Köyl ü Oğlan Ankara'da ulaştığım Şefika Ortaylı, yaşına rağmen birçok olayı ayrıntılı hahrlamasıyla beni şaşırtmıştı. Evi­ ne vardıktan sonra yaklaşık iki saat süren sohbetimize başladık:

1918 yılında Kemelci Köyü'nde doğan Şefika Hanım, ilk olarak babasından bahsediyor. 'Babam oldukça kül­ türlü ve dindar bir insandı, jimnasyumda (Rusça ve Fransızca öğreten, soylu ailelerin çocuklarının gittiği okulda) okudu. Annem de zengin aileden idi ama üvey annesi onu okutmamış.' Dedesi annesini Kuran öğren­ mesi için okula gönderiyor ama üvey anneannesi "Oku­ mayı öğrensin ama yazmayı öğrenmesin. Kim bilir kim­ lere yazar, rezil eder bizi" diyor. O yüzden annesi okuma biliyor fakat yazma bilmiyor. Annesine gelen mektuplara Şefika Hanım cevap yazıyor. 'Annem öyleydi işte. Eğitim zenginliğe bakmıyor, kimin arasında yetişirsen ona bakı­ yor' diyen Şefika Hanımla sohbetimiz genellikle kendisi­ nin eğitimi üzerine odaklanıyor. Ailesini anlatmaya devam ediyor: 'Babam bir tane kadınla evlenmiş ama kadın otuz beş yaşındayken öl­ müş. O kadın çocuk da doğurmamış. Sonra benim an­ nem hakkında bahsetmişler babama, evlenmesi için. An90


nem bir hayli gençti babamdan, on-on beş yaş. Annem on yedi, babam otuz beş yaşındaymış. Annemden bir sürü çocuğu olmuş o zaman. Beş erkek kardeşim, bir de ablam vardı. Ablam on yedi yaşında evlendi gitti ben küçükken; çok güzel kızdı.' Şu an Şefika Hanım'ın kar­ deşlerinin hepsi vefat etmiş . Zengin ailelerin

Kınm ' daki yaşayışları hakkında bil­

gi edinmeye çalışıyorum. ' Eskiden zengin ailelerin işi zordu, çünkü çok misafir geliyordu. Annem de gencecik kadındı, çok yoruluyordu' diyor. Daha sonra ailesinin soyundan bahsediyor : 'Para, mal, mülk fazla yoktu bizim ama

han

ailesine

yakındık,

mırzalar dandık .

Mırzalığımızın hiçbir faydasını görmedim, hep zararını gör düm' derken babasının çektiği zorluk.lan hahrlıyor . Devam ediyor, 'Etra fta üç Tatar köyü, iki

Rus

köyü, iki

Alman köyü vardı. Evlilikler kendi milletimizden insan­ ların arasında olurdu. Bizim hocalar nikah kıymazdı başka milletten insanlara.

Ama herkesle iyi geçinirdik,

birbirimize gidip gelirdik. Köyümüzde sadece Tatarlar vardı . Babamı çok seviyorlardı. Köylülerle arası çok iyiydi. Babanu iki defa hapishaneye attıklarında, köylü­ ler kurtardılar onu . Mırza olduğu için hapse atıldı. Bir Yahudi avukat bulmuşlar .

O

da sa vunmada bul unmuş

"Köylüler onu çok seviyordu, köylülerin babası gibiydi " diye.' İki ay hapiste kaldıktan sonra babasını serbest bı­ rakıyorlar.

O

zaman Şefika Hanım daha altı yaşında .

Fakat bu defa avukat, babasına "Köyde kalırsan sana iş yok. Toprağın yok, hiçbir şeyin yok. Sen şehre taşın' di­ yor . 'Köyde hiç olmazsa dört, beş tane koyunumuz, iki tane de ineğimiz vardı. Herkesle de iyi geçiniyorduk .

91


Ama köylülerle vedalaşhk, şehre taşındık. Bir ev kirala­ dık otuz rubleye. Ben bu sırada ilkokula başladım. İyi okuyordum.' Kırım'ı terk ettikleri zamana gelmeden önce Kı­ rım'daki hayatlarını anlatıyor. 'Köyde Mayıs ayında tepreş yapılırdı. Arabalara binerdik. Nehrin etrafında kimi çarşaf, kimi masa örtüsü sererdi. Bir tarafta kadın­ lar, bir tarafta erkekler otururlardı. Bütün köyün halkı hep beraber yemek yerdik. Erkekler güreş yapardı, ka­ dınlar dans ederdi. Maniler söylenirdi, çınlaşırlardı. Bir köyün halkı, aile gibiydi. Burası gibi değildi. Orada ben ahlaksız olayların olduğunu hiç duymadım. Bizde köyün efendisi mollaydı. 'Babam derin bir kuyu kazdırmışh, su çıkarmak için. Koyunlara ayn, ineklere ayn su vermek istediler. İçecek su vardı. Herkes de su taşırdı. Bakhk ki hamile bir kadın çeşmeden su getiriyordu. Tam orada da dört tane erkek oturuyordu. Aralarında molla da vardı. Molla, erkekler­ den birine kadına yardım etmesini söyledi. Sonra kadı­ nın kocası geldi. Molla, adama karısına su taşıttığı için kızdı. Molla ne derse o olurdu. Herkes ondan korkardı.' Annesine, çok çalışkan olan Şefika Hanımı Rus oku­ luna göndermesini söylüyorlar. Annesi kızının hiç Rusça bilmediğini söylese de, bir senede öğrenir deniyor. Bu­ nun üzerine Şefika H anım 2. sınıfı bitirdikten sonra Rus okuluna gitmeye başlıyor. 'Hiç kelime bilmeden Rusların arasına yerleştim' diyen Şefika H anım devam ediyor: 'Bir hayli alay edenler de oldu, yardım edenler de oldu. Biraz Tatarca bilen bir kız , "Benim annem Tatarların evinde hizmetçi olarak calışh. Benim yanımda otur, ben 92


hiç olmazsa sana yardım ederim. Nasıl dersler verdiler anlatırım" dedi. Adı Varya Tatayevski'ydi. Onun yanın­ da oturdum. Ama ötekiler alay ediyorlardı. Annem sa­ çımı örüp, temiz giydirip gönderirdi alay etmesinler et­ raftakiler diye. Ben de Kınm'ın belli başlı ailelerinden­ dim; Karaçaylardan. Birisi alay ediyordu, birisi de müda­ faa ediyordu. Yarım sene öyle bir hayli zahmet çektim. Sonra öğrendim yavaş yavaş.' Rus okulunda daha Rusçayı yeni öğrenmeye başla­ dığı için birinci sınıfta kalmasını bekledikleri halde geçi­ yor. Ortaokulu yine Rus okulunda okuyor. Bu sefer baş­ ka problemler ortaya çıkıyor. İşsizlik başlıyor ve mirza çocukları oldukları için abilerini işten çıkarıyorlar. 'İnsanlar başka davranıyordu, devlet başka. İhtiyar bir adam geldi. Adam sordu, ne kadar toprağımız var diye. Babama "Ben senin çocuklarını işten çıkardım. Parti bana vazife verdi mirza çocuklarını işten çıkar; başkalarına iş kalsın diye. Onların hepsi çok çalışkandı. Ama seni bu­ rada herkes biliyor. Niye burada yaşıyorsun? Sen aileni topla, buradan Rusya'nın herhangi bir yerine git, tanın­ madığın bir yere. Bu çocuklar seni beslerler" demiş. "Ben çocuklarını işten çıkardığımda müdür neredeyse döve­ cekti beni; en iyi çocukları işten çıkarıyorum diye". İşte biz de gitmeye karar verdik. Kınm'da Bahçesaray'ın ya­ kınındaki bir köyün hocası Stalingrad' a gitmiş. Stalingrad o zaman daha yeni kuruluyordu. Traktör ve tank fabrikaları yapılıyordu. Evveliyatını sormadan işe alıyorlarmış. Gitmek için para lazirndı. Paramız yoktu; satacak bir şeyimiz de yoktu. Çünkü her şeyimizi eli­ mizden almışlardı.' 93


O sırada Şefika Hanım ilkokulu bitiriyor fakat karne­ sini alamıyor. Herkese karnelerini veriyorlar ama Şefika Hanım'dan zengin çocuğu diye para istiyorlar. Annesi zaten ahilerinin karnelerini alabilmek için bütün entarile­ rini sahyor. Şefika Hanım bunların nakışlı, çok güzel entariler olduğunu söylüyor. Bu yüzden Şefika Hanım'ın

6. sınıfa geçiyor ama karnesini alamıyor. Şefika Hanım Rusya' daki hayatını anlatmaya başlı­ yor: 'Biz de Stalingrad' a gitmeye karar verdik. Yol parası için iki tane halımızı sattık ama yetmedi. Babamla abilerim bizden önce gittiler. Biz kaldık, para biriktirip gitmek için. O sırada tifo salgını başladı. Ailece tifo ol­ duk. Yavaş yavaş her şeyi sattık. Sadece bir kaç giyecekle yorganlarımız kaldı. Böylece Stalingrad'a gittik. Ama orada şehir kocaman, Volga Nehri'nin yanında. Bütün kaçan Kulaklar oraya gelmişler. Evimiz yoktu. Orada bizimkiler gibi taş evler de yoktu; keresteden yapılmış evler vardı. Bizde tuğladan yapılır evler. Nereye yerleşeceğimizi bilemiyorduk. Sekiz kişiydik, ev bulamıyorduk. Sonra babam bizden evvel gittiği için, camiye gidip hocaya ev sormuş. "Ben bir arkadaşın evinde oğlumla kalıyordum fakat şimdi bütün ailem geldi. Bir eve ihtiyacımız var" demiş. Hoca da toplamış oradaki insanları; ev aramışlar. Ama bulamamışlar. Bir tanesi babama "Benim kocaman bir odunluğum var. Bo­ şaltırım, oraya girersiniz. Hiç olmazsa yağmurdan, gü­ neşten korur. Kışa kadar da bir ev buluruz " demiş. Biz de yerleştik o odunluğa. Kerestelerden sedirler yaphk. Bir gaz ocağı, bir de tencere vardı.

94


Sonra ben okula gittim. Karnemi alamadığım için, "Karneni bir ay içinde göndermezseler, biz seni altıncı sınıfa almayız, beşe indiririz" dediler. "Acele çıktık, kar­ nemi alamadım" dedim. Sustum, yalan söylüyordum. Okumaya başladım. Sonra sınıfta kızlarla oğlanları yan yana oturttular. Kızla kız, oğlanla oğlan oturunca çok çene çalıyorlardı. Benim de babam tifodan sonra saçları­ mı tıraş ettirmişti. Kel kafalıydım. Rusya'da da okula şapkayla bırakmıyorlardı. Ben kel kafalı oturuyordum. Yanıma bir oğlan getirdiler; İvan'dı adı. Kırmızı gömlekli bir köylü çocuğuydu. "Ben böyle kel kafalı kızla oku­ mam" dedi. Ben de geri kalmadım , "Bu k<;>ylü aptalla oturmam" dedim (Burada uzun süre çocukluğuna gülü­ yor Şefika Hanım). Zorla oturttular. İlk sırada sırt sırta oturuyorduk, birbirimize bakmıyorduk. Fakat müdürün yardımcısı kimya öğretmenimizdi. Çok güzel bir laboratuvar yapmış. Oraya gidince çok hoşumuza gitti. Çeşitli deneyler yapıyorduk. İvan'la kimyaya merak sar­ dık ve birdenbire arkadaş olduk. Yani kel kafalı kız ile köylü oğlan artık anlaşıyordu.' Okuldaki bu anısından sonra tekrar Rusya'da çektiği zorlukları hatırlıyor: 'Kazan Tata rının biri geldi. Kış yak­ laşıyordu. "Kışın siz bu odunlukta donarsınız. Benim bir tane evim boşaldı. Sizin için pek küçük ama hiç olmazsa soğuktan korunursunuz. Orada oturabilirsiniz" dedi. Taşındık. Sonra bizim Kırımlılardan biri geldi, "Mirzam, size çok iyi bir yer bulduk. Evde çok içki içen bir öğret­ men var. O içerse, kendisine gelmiyor. Ama içmediği zaman talebeler geliyor; onları yüksekokula hazırlıyor" dedi. Çok iyi bir matematikçiymiş. "Ama içtiği zaman 95


geceleyin sarhoş sallanıp çıkarsa, ona bir yemek yedirir­ seniz bir ay içmiyor. O z�man işinizi yapar" dedi. Biz de taşındık. Evin bir salonu ve iki odası vardı. Salonu ve odalardan birini bize verdi; küçük odada da kendisi ka­ lıyordu. O odaya lise mezunları gelip ondan ders alıyor­ du. Ama adam içince üç dört gün kendine gelemiyordu. İçiyor içiyor yatıyordu. Ondan sonra geceleyin sarhoş çıkınca annem ona yemek yediriyordu. Kendisini topar­ lıyordu ve odasını temizliyordu. Talebeler gelmeye baş­ lıyorlardı. Okulum da eve yakındı. O evde iki sene otur­ duk, çok güzeldi.' Daha

sonra

Ahilerinin biri

abilerinden

bahsetmeye

başlıyor.

demiryolunda tren kondüktöru olarak

çalışıyor. Diğerinin de ressam olduğunu söylüyor ve salonunun duvarındaki abisinin yaptığı tabloyu gösteri­ yor. 'Ahim çok iyi bir artistti, hep ödüller kazanıyordu. Bir tane çok iyi ressam gelmişti. Babam ahime ondan ders aldırmak istemiş ama ressam çok para istemiş. Ba­ bam da veremeyince, ahim ressamdan ders alamadı ama kendi kendine öğrendi resim yapmayı. O ahim ortaokul­ dan ayrılıp çalışmak zorunda kalmıştı. Ama yine resim yapıyordu. Resim yapmak onu daima kurtardı. Alman­ ya' da sürgünde olduğumuz zaman da oradaki manzara­ ları yapar, yerli insanlara satardı. Ressam ahim Rusya' da hamal olarak çalıştı. Az çok geçiniyorduk' diyor. Şefika Hanım ve ondan büyük abisi okumaya devam ediyorlar. Büyük abisi sonra Askeri Tıp Akademisini kazanıp doktor oluyor. 'Ben de iftiharla bitirdim. Hiçbir şey bilmeden gittim, önce alay edildim, ama sonra iyi okudum.' diyen Şefika Hanım Kınm'daki Rus okulunda 96


geçen bir anısını daha hatırlıyor. Öğretmen onu kerat cetveliyle ilgili soru sormak için tahtaya çağırıyor. Şefika Hanım kerat cetvelini biliyor ama öğretmeni anlamıyor. 'Ben de ağzım açık öyle bakıp kalıyordum, anlamıyor­ dum dediğini' diyor. Sonra öğretmen kızıyor, Şefika Ha­ nım'a bir şey bilmediğini ve aptal oduğunu söylüyor. O zaman dokuz yaşında olan Şefika Hanım ağlıyor. Öğ­ retmen üsteliyor ve aptal kız demeye devam ediyor. Ar­ kadaşı olan Varya da "O hepimizden iyi biliyor, ikinci sınıfı bitirmiş gelmiş. Ama o sizin ne sorduğunuzu an­ lamıyor. Siz soruyu tahtaya yazarsanız cevabı yazacak" diyor. Sonra öğretmen tahtaya birkaç tane soru yazıyor. Şefika Hanım 'O daha soruyu bitirmeden ben tıkır tıkır yazıyordum cevaplan. Sonra geldi, benim saçlarımı ok­ şadı, yanağımdan öptü. Sınıfa da dedi ki "Gördünüz mü ne kadar çalışkan o? Hem sizin öğrendiğinizi öğreniyor, hem de lisan öğreniyor. Onunla alay etmeyin" dedi. On­ dan sonra öğretmen çok iyi baktı bana. İkinci sınıfı ifti­ harla bitirdim. Hem de Rusçayı öğrendim bir senede. Sonraki senelerde hep sınıfın birincisi oluyordum.' Liseyi Rusya'da bitiren Şefika Hanım, matematikte de sınıf birincisi oluyor. Bir gün sokakta matematik öğ­ retmenine rastlıyor. Fakülteyi kazandığını söyleyen Şefi­ ka Hanım'a hangi bölümü seçeceğini soruyor. Şefika Hanım edebiyah seçeceğini söyleyince matematik öğ­ retmeni çok kızıyor ve bir daha onunla konuşmuyor. Şefika Hanım bu duruma çok üzülüyor. Rusya' da fakültede okurken çok başarılı olan Şefika Hanım'dan öğretmeni "Aranızda bir Tatar kızı var. He­ pinizden iyi Rusça biliyor" diye bahsediyor. Babasının 97


"Aman kızım, Rus okulunda okursan iyi okuyacaksın. Başka milletlerin arasında üstün olmalısın. Kötü okursan sadece seni değil, milletini de aşağılarlar" dediğini hatır­ lıyor. Sonra ekliyor 'Babamın bu dediğinin doğru oldu­ ğunu fakültede anladım. Bir Kazan Tatarı oğlan vardı. Aynı okulda okuyorduk. Oğlan aynı zamanda çalışıyor­ du. O yüzden okul için çalışmaya pek vakti olmuyordu. Notlarımızı öğrendiğimiz gün o oğlana kaç zayıfı oldu­ ğunu sordular. Üç tane dedi. Oğlanla alay ettiler, "Ko­ yun kafalı Tatar" dediler. Onunla alay eden kız da bana ders için sorular soruyordu. Kıza "Niye onunla alay edi­ yorsun? Bunun milletiyle alakası yok, dersini çalışmamış sadece. Ben de Tatar'ım ama iyi notlar alıyorum. Bak sen de çalışnuyorsun, gelip benden öğreniyorsun" dedim.' Rusya' daki hayatından sonra Almanların işgali dö­ neminde Kınm'a dönüşlerini anlatıyor: 'Almanlar Kı­ nın'ı işgal ettiklerinde, biz de Kınm'a kaçıp geri döndük. Fakat "Size, topraklarını almaya geldi, derler" dediler. Şimdi yine Ruslar geliyor, sizi sürerler dediler. 1944'te Avrupa'ya gitmek için müracaat ettik. Kamplarda kalı­ yorduk. A vusturya'ya gönderdiler bizi. Önce Polonya'ya gittik. Abim ağır hastalandı orada. Bekleme kampında kaldık. Sonra Avusturya'ya gönderdiler; işçi kampına yerleştik. Ben çalışnuyordurn, fakat küçük çocuklara ba­ kıcılık ettim bir süre. Avusturya'da kampta evlendim. "Evlen. Evlenmezsen seni bir yere alırlar, başına bir iş gelir" dediler. Sonra Türkiye'ye gitmek için müracaat ettik. Kırım'da doğduğumuzu söyleyemedik çünkü o dönemde Kırımlıları sürmüşlerdi. Türkiye'de doğduğu­ muzu söyledik. 1948'de Türkiye'ye geldik. Büyük oğlum 98


doğmuştu, ikinci oğlwna hamileydim. Burada bir gece­ konduya yerleştik. Kocam işe girdi. Fakat buraya geldik­ ten sonra fazia yaşamadı. Kötü zamanlardı.' Sonra Türkiye'de nasıl bir hayat kurduğunu anlat­ maya başlıyor. 'İyi ki Edebiyat seçmişim. Matematik biti­ rip de Türkiye'de ben ne yapacakhrn kızım? Buraya (Ankara'ya) geldim, burada da dediler ki "Rusça biliyo­ rwn deme sakın. Sana komünist derler, işe almazlar". Zaten işe gidecek durwnda değildim. Çocuklarım da vardı. Etrafta soranlar olmuş Kırımlıların arasında bir Rusça bilen var mı diye. Tabii ben susuyordwn. Anka­ ra'ya yeni gelmiştik, hiçbir eşyamız yoktu. Üç çocuğu­ muz vardı. Bir kadın geldi, "Siz Rusça biliyor musu­ nuz?" dedi. "Biliyorwn ama kimseye söylemeyiniz lüt­ fen" dedim. Beni aradıklarını söyledi. "Dil ve Tarih Coğ­ rafya Fakültesinin dekanı benim arkadaşım. Gelen Kı­ rımlıların arasında bir Rus dili uzmanı varmış, siz misi­ niz?" dedi.' Rus dili uzmanı olduğunu kimseye söyle­ meyen Şefika Hanım, daha sonra fakültede işe alınıyor. Devam ediyor, '1949'da geldik, beş sene kimseye söyle­ medim Rusça bildiğimi. Türkiye'ye ilk geldiğimizde çok fakir yaşadık. Yatağımız yorganımız bile yoktu.' Şefika Hanım girdiği işte çok beğeniliyor. TRT'de ça­ lışması teklif ediliyor. Ama Şefika Hanım üç çocuğu ol­ duğunu ve emekliye ayrılmak istediğini söylüyor. "Ama bu memlekete hiç mi borcunuz yok? Şurada Yunanistan bile Rusça yayın yapıyor, kendi propagandasını yapıyor. Ama biz yapamıyoruz Rusça uzmanımız olmadığı için" diyorlar. Bunun üzerine Şefika Hanım TRT'de açılan Rusça yayında görevli oluyor. 'Her gün Türkiye'de olan . 99


haberleri Rusçaya tercüme ediyordum. Bir sene boyunca hem fakültede hem radyoda çalıştım ama sonra fakülteyi yirmi beş sene çalıştıktan sonra bırakmak zorunda kal­ dım. On sene dt• TRT' de çalıştım. Sonra küçük bir ev aldım. Biraz dah,1 normal bir hayat sürmeye başladım' diyor. Krrım'a tekrar 1994'te, sürgünün 50. yıldönümünde giden Şefika Hanım, Krrım'la ilgili hayal kmklığını ve üzüntüsünü anlatıyor. 'Kırım'ın kendi güzelliği kaybol­ du. Bizden sonra gelenler çok kötü yapmışlar Kuırn'ı. Krrım çok değişmiş kızım. Bir memleketin halkını sürer­ sen, oranın özellikleri kayboluyor. Bizde ne meyveler yetiştirip Avrupa'ya ihraç eder­ lerdi. Onların hepsi ölmüşler çünkü yeni gelenler onları korumayı bilememişler. Krrım'ı çok severim. Sevmez olur mu insan doğduğu yeri? Gittiğimde bir hayli dolaş­ trrdılar, her yeri gördüm. Bahçesaray'ı çok iyi biliyor­ dum, yine gördüm. Orada çok değişiklik yoktu fakat bizim taraf epey bozulmuş. Köye yeni gelenler, oranın özelliklerini bile­ memişler. Bizimkiler daha iyi biliyorlardı oturdukları yerden bereket çıkarmayı. Her yerin insanı oranın bere­ ketini daha iyi çıkarmayı bilir. Güney tarafındaki o bah­ çeler kaybolmuşlar. Fransa' da yazılan bir Rusça gazetede okumuştum. Yazar Kırım'ın kayısı bahçelerinden, nasıl bütün Rusya'ya kayısı ihraç edildiğinden ve bu bahçelerin artık yok olduğundan bahsediyordu (çünkü onları yetiştiren halk sürgün edilmişti). Fakat Almanlar da kaçtı.klan za­ man Krrım' daki vişne bahçelerini yakıp kaçmışlardı. 100


Kendi ülkelerinde olsa bir tek ağacı yok etmezler. Savaş çok berbat. Almanlar da giderken oraların bereketini yok edip kaçtılar. İnsanların ahlakı da bozuldu. Fakirlik olunca hırsızlık da başlıyor. Güzeldi bizim memleket. Sen bilmiyorsun, sen küçüksün. Ben hatırlıyorum.'

1 01


S ü rgünden Opera Sahnesine Sudak'ta 1938'de doğan Remziye Hanım'ın hiç kar­ deşi yok. Anne ve baba tarafından Kulaklardan geliyor­ lar. Ne annesi ne de babası eğitimlerini tamamlayabili­ yorlar. Babası üniversite 2. sınıftayken okuldan alınıyor. Remziye Hanım Kulak olduğu için babasının eğitimine izin verilmediğini söylüyor. Sonunda hem annesi hem babası büyük mağazalarda müdür olarak çalışıyorlar. Oturduk.lan yerde başka milletlerle ilişkilerini sor­ duğumda Ruslarla çok iyi geçindiklerini söylüyor. Anne­ sinin babasının hep Rus arkadaşları olduğunu belirtiyor. Başka milletlerden insanlar var mıydı hatırlamıyor. 'Kü­ çüktüm, bilmiyordum. Fazla da ilgilenmiyordum. Neden biliyor musun? O acı günleri çocuk olarak bile hatırla­ mak istemiyorsunuz. Onlardan kaçmak için hiç ilgilen­ miyorsunuz bile. Ben demek ki öyle bir hale girdim' di­ yor. Remziye Hanım daha küçükken 2. Dünya Savaşı başlıyor. 'İlk önce Almanlar Kırım'ı işgal etti, sonra Rus­ lar geldi. İkisinin arasında şamar oğlanı gibi bir onun bir bunun tokadını yedik. Almanların da Rusların da bom­ bardımanlarına maruz kaldık' diyor.

1 02


Remziye Alper

Almanlar yenilip geri çekilirlerken, annesi, babası ve dayısıyla, bir mavnayla (gemilerin arkasında torpido taşıyan kısımda) Karadeniz' den Almanlarla beraber yola çıkıyorlar. Çok kar yağdığı bir zaman olduğunu belirti­ yor. Mavnanın üzerine döşekler yayıyorlar. Her an pat­ lama olabilir korkusuyla yolculuk ediyorlar. Almanya'ya varıyorlar. Tekrarlıyor, 'Ben çocuk olduğum için pek hatırlamıyorum ama herhalde Ruslar oraya da geliyor­ larmış. Marokan dediğimiz zenciler, büyük askeri kam­ yonlarla bizi oradan alıp Avusturya'ya götürdüler. Bizi aldık.lan zaman "Müslimin? Müslimin?" diye sorup, bi­ zim de müslüman olduğumuzu anladıktan sonra batta­ niyeler verdiklerini hatırlıyorum.'

1 03


Remziye Alper (ortada) ödül kazandı�ı yarışm alardan birinde

Beş sene boyunca Avusturya' da kamplarda kalıyor­ lar. De Gaul'un koruması altında olduklarını söylüyor ve buna rağmen kamptaki tehlikeleri anlatıyor. 'Kamptayken Rus askerleri gelip bizi tehdit ediyordu. "Siz Kınm Tatarlarısınız, sizi geri alacağız" diyorlardı. 1 04


'Soprano Remziye Alper, Sofya'da d üzenlenen "6. Uluslararası opera şarkıcıları yarışması"nda ödül ald ı'

Fransızlar da bizim Türkiye' den gitmiş insanlar ol­ duğumuzu ve geri alamayacaklarını söylüyorlardı.' Fransızların onları çok koruduğunu söylüyor Remziye Hanım. 'Ben çocuk olduğum için çok fazla bilmiyorum. Ailemin koruması altındaydım. Annem babam çok ko­ ruyucuydu. Bana hiçbir şeyi belli etmemeye çalışıyorlar­ dı' diyen Remziye Hanım, kamptayken Rusların sürekli kampı teftiş ettiklerini söylüyor. Bir anısını hatırlıyor. Remziye H anım yemekhaneden elinde tepsiyle dönerken Rus askerleri "Nereye gidiyorsun güzel kız?" diyorlar. 1 05


Kafasını kaldırıp askerlerin gözlerine anlamadığını ifade eden bir bakış atıyor Remziye Hanım. 'Halbuki öyle de güzel anlamıştım ki. Anlamamazlıktan geldim. Çocuk olarak bile o korkular öyle bir kanımıza işlemiş ki, hiçbir zaman ağzımızdan bir şey kaçınnıyorduk' diyor.

Remziye Alper {sağda) opera sahnesinde

1948'de Türkiye'ye kabul ediliyorlar. İtalya'dan ge­ miyle Türkiye'ye geliyorlar. Yaklaşık iki hafta Tuzla'da kampta kalıyorlar. Remziye Hanım 'Tuzla'da kaldığımız zaman saçlarım çok uzundu. Annem saçlarımı yıkıyor­ du. Kamp müdürü geldi, "Ah çocuğum, ne kadar güzel saçların var senin. Ama hayat size bu saçları kestirir" dedi. Annem de "Bütün harp boyunca ben bu saçları korudum, burada nu keseceğim?" diye karşılık verdi.'

1 06


Ama Remziye Hanım ilkokulu bitirince saçlarını kesmek zonında kalıyorlar çünkü. annesi babası çok çalışıyorlar ve ona eskisi gibi bakamıyorlar. 'Adamın dediği doğru çıktı' diyor. Kampın son günlerinde herkesi çağırıyorlar, ve ne­ reye gitmek istediklerini soruyorlar. Herkes akrabaları­ nın yanına gidiyor. Remziye Hanım'ın da akrabaları Bursa'da oldukları için Bursa'ya gidiyorlar. Ama pek çok insan İstanbul'da kalıyor. 'İstanbul'da kalanlar daha iyi imkanlardan dolayı daha güzel hayatlar kurdular. Bur­ sa'da çok zorluk çektik. Bursa'dan İzmir'e geçtik. Kamp­ tan akrabalarınuz İzmir'e yerleşmişlerdi. Bizi de oraya çağırdılar.' İzmir'de bir iki yıl kaldıktan sonra Ankara'ya gidi­ yorlar. Çok zor geçindiklerini söylüyor. Devletten aldıklari az miktarda maddi yardım parası yetmiyor. Annesiyle babası gece okullarına gidiyorlar, çünkü çalış­ tıkları işler eğitim seviyelerine uymuyor. Fakat eğitimle­ rini ispat edebilecek resmi kağıtları, diplomaları yok. Rusya'da okumuş ve farklı bir eğitim sisteminden gelmiş olmaları da Remziye Hanım'ın anne ve babasını zorlu­ yor. Muhasebe, lisan, daktilo gibi kurslara katılıyorlar. En sonunda memur olarak işe alınıyorlar: annesi kütüp­ haneci, babası satış memuru oluyor. Evde babası piyano çalarken, annesiyle Remziye Hanım şarkı söylüyorlar ('Özellikle Kırım türküleri söy­ lerdik. Hasretimizi öyle giderirdik' diyor). Remziye Hanım ortaokulu bitirdikten sonra konservatuvara başlıyor. Konservatuvara çok yakın otu­ ruyorlar ve bir gün konservatuvarın önünden .geçerken 1 07


aıınesine oranın neresi olduğunu soruyor. Remziye Ha­ nım orayı görmek için ağlamaya başlıyor, ve konserva­ tuara giriyorlar. Öğretmen Remziye Hanımı dinliyor ve sesini çok beğeniyor. Hemen konservatuara girmesi söz konusu oluyor ve öğretmen, Remziye Hanım'ı yetene­ ğinden dolayı çok cesaretlendiriyor. Remziye Hanım konservatuvara girebilme düşüncesi karşısında önce duygu karmaşası yaşıyor. 'Bütün hayatı boyunca ezilmiş olmanın verdiği bir ürkeklik, çekingen­ lik var bizde. Hala küçük bir şeyde kenara çekiliyoruz' diyor. Fakat bu korkusunu yenip konservatuvara giriyor ve sonra başarılarla dolu bir hayata adım atıyor. Kendi­ siyle ilgili hazırlanan biyografilerden birinde Remziye Alper için şunlar söyleniyor:

'Devlet Opera ve Balesi'nde Remziye Alper soprano, eşi Orhan Tanrıkulu orkestra şefi olarak çalışıyor' 1 08


Remziye Alper, lstanbul'daki evinde, ödüllerini topladığı dolabın yan ı nda

'Alper; Frida Böhme, Carlo Galeffi, Maria Carena gi­ bi uluslararası üne sahip hocaların gözetiminde okuduğu Ankara Devlet Konservatuvarı Yüksek Opera Bölümün­ den 1963 yılında Mezzo-soprano olarak mezun oldu ve solist olarak atandığı Ankara Devlet Operası'nda sesinin 1 09


hemen hemen tüm partilerini söyledi ... ... Remziye Alper 1975 yılından itibaren Ankara Devlet Operası'nda söyle­ diği prirna partilerin yanı sıra ABD, İ talya, Avusturya, Belçika, Fransa, İspanya, Bulgaristan, Macaristan, Ro­ manya, Yugoslavya gibi ülkelerde opera temsilleri, orkesta ile konserler, resitaller ve radyo-televizyon için programlar yaph ... Eşi Orhan Tannkulu'nun 1989 yılında trafik kazası sonucu ölümüyle sarsıldı. 1997 yılına kadar sahnelerde kaldı. 1997'den sonra annesinin hastalığı se­ bebiyle sahnelerden çekilmeye başladı. 1998 yılında İs­ tanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvan'ndan gelen Şan Pedagogluğu teklifiyle Konservatuvarda ders ver­ meye başladı.' Birçok uluslararası yarışmada ödüller alan Remziye Hanım, imkansızlıklardan, yeteneğini kullanarak ve ge­ liştirerek imkan yaratıyor ve dünyaca ünlü bir opera sanatçısı oluyor.

1 10


Nazi Üniformasıyla Kaçış Yaklaşık alh ayımı aldı Cevher Harurn'ı röportaj yapmaya ikna edebilmek. Ama sonunda onun evindey­ dik ve karşılıklı, o tanıdık, sıcak sohbetlerden birine baş­ ladık. Cevher Hanım, 1925'te Kaçıboyu'nun Kalımtay Kö­ yü'nde doğuyor. Köylerinde genelde Kırım Türklerinin olduğunu söyleyen Cevher Hanım, birkaç farklı millet­ ten insanların da bulunduğunu ve onlarla iyi geçindikle­ rini ekliyor. Babası gençken Türkiye'ye gelip Fatih Medresesi'nde okuyor. Hacca gittikten sonra Kırım'a dönüyor ve evle­ nip, köyün imamı oluyor. Annesi ev hanımı olan Cevher Hanım'ın dört kardeşi vardı, fakat biri küçükken vefat ediyor ve üç kardeşi kalıyor. İki kız iki erkektiler. Şu an iki kız kardeş kaldılar. Ağabeyleri uzun yıllar önce Ame­ rika'ya taşınıyorlar. Biri kanser, biri de alzheimer'den vefat ediyorlar. 1930'lara geri dönüyoruz ve Cevher Hanım başlıyor o günleri anlatmaya: 1937' de din adamlarını, aydınlan, komünistler top­ luyorlar. O yüzden din adamı olan babasını tutuklama­ sınlar diye köydeki evlerini satıp şehre, Simferopol'e, taşınmak zorunda kalıyorlar. 111


Cevher Hanım lstanbul'daki evinde

Beş altı ay geçmeden kış günü gece birden kapılan çalınıyor. NKVD'den gelen Ruslar babasını alıp götürü­ yorlar. Babasını daha sonra çok aradılarsa da, bir daha haber alamıyorlar. 'Nerede öldü, ne oldu, hiç bilmiyoruz' diyor Cevher Hanım. Zengin aileden gelen dayıları zaten önceden Ural'a sürülüyorlar ve orada vefat ediyorlar. Babası götürüldükten sonra şehirdeki evlerini satı­ yorlar. Ablası evleniyor ve eniştesi ticaretle uğraşıyor. Bazı Rusların bahçeleri olduğundan bahsediyor. Sattıkla­ rı evin parasıyla o bahçelerden birine yerleşiyorlar ve ev kuruyorlar. Bir süre orada yaşadıktan sonra büyük ağa­ beyini askere, Kızıl Ordu'ya, alıyorlar. Küçük ağabeyi de bir işte çalışıyor. Savaş başlayınca köylerine dönüyorlar. Fakat orada da ortalık karışmaya başlayınca şehre geri 1 12


dönüyorlar. Eniştesinin bir kamyonu olduğunu söylü­ yor. Birçok Kırım Türkü (aralarında Lütfiye Çolpan da var), o kamyonla Ruslardan kaçmaya çalışıyorlar. Fakat o sırada Almanlar Kınm'ı işgal ediyorlar ve bütün yolları kapatıyorlar. Geri dönüp, Sivastopol'e gidiyorlar. O sıra­ da 17 yaşında olan Cevher Hanırn'ın nişanlısı Kızıl Or­ du'da asker oluyor ve Almanlara esir düşüyor. Aynı dö­ nemde Almanlar da .Kınrnlılan askere alıyorlar. Bunun üzerine Cevher Hanırn'ın eşi esirlikten kurtulmak için Alman ordusuna yazılmak zorunda kalıyor. 'Askere ya­ zılmayınca ne yapıyorlardı?' diye sorunca, 'Kampta iş­ kence ediliyordu. Hastalık, açlık ve sefalet çekiyorlardı.' Ya orduya katılıyorlar ya da çalışma kamplarına götürü­ lüyorlar. Böylece Cevher Hanırn'ın eşi Bahçesaray'da Almanların emrinde polis oluyor. O sırada Ruslar Kı­ nrn'ı işgal etmeye başlıyor. Cevher Hanırn'ın eşi, birçok insanla beraber Kı­ nrn'daki Alman kampına götürülüyor. Kısa bir süre son­ ra Cevher Hanırn'ın eşi sokakta Alman şefiyle karşılaşı­ yor ve şefi 'Geri geleceksin' diyor. Cevher Hanırn'ı da onunla gitmeye razı eden eşi, Bahçesaray'a geri dönüyor. Bu arada Cevher Hanırn'ın ailesi ve diğer Kırım Türkleri gemiye binip Romanya'ya çıkıyorlar. Gemilere yapılan Rus bombardırnaru 1s2 sonucu çok tehlike atlatarak Ro­ manya'ya varıyorlar. Gemilerden biri batıyor.

152

Kitapta yer verilen Remziye Alper röportajında gemilere binip kaçan ve Rus bombardımanına uğrayan Kırım Tatarlarından bahsediliyor. Remziye Alper de ailesiyle birlikte gemilere binenler arasında.

1 13


Cevher Hanı m'ın babası

Kırım' da kalmaya devam eden Cevher Hanım ve eşi, Rusların baskısı yoğunlaşınca ve Almanlar çekilmeye başlayınca Romanya'ya gitmeye karar veriyorlar. Fakat Kırımlıların çıkışına Almanlar artık izin vermiyor. Cev­ her Hanım ve hala polis olarak görev yapan eşi tek bir 1 14


şekilde kaçabileceklerini anlıyorlar. Eşi Cevher Hanım'a Alman üniforması giymesini söylüyor. 'Alman askerlerinin peşine takıldık, omzumuzda tü­ fek, sırtımızda üniforma, öyle terk ettik Kırım'ı. Çıkma­ mıza imkan yoktu, kaçak çıktık yani. Sivastopol'e geldik yine. Çok büyük bombardıman vardı. Yüksek bir tepe vardı, oradan Almanlar trenleri denize attılar, Ruslara kalmasınlar diye. Kamyonları yakıyorlardı, hayvanları vuruyorlardı. . . Gece tünele girip yatıyorduk. Gündüz de dışarı çıkıyorduk. Sonra gemiye bindik ve Romanya'ya doğru yola çıktık.' Daha sonra Cevher Hanım da eşiyle birlikte Roman­ ya'ya geçiyor ve ailesini arıyor. Romanya'da küçük bir lokanta açan küçük ağabeyi tarafından bulunuyor. Ro­ manya' da gemiden indikten sonra kadınlan bir tarafa, erkekleri bir tarafa ayırıyorlar. Abisi 'Korkma, ben seni takip edeceğim' diyor Cevher Hanım' a. Alman askerleri, kadınlan ve çocuk.lan kamyona bindirip istasyona götü­ rüyorlar. Bu insanlar yük vagonlarına bindirilip Alman­ ya' daki çalışma kamplarına götürülmeye hazırlanıyor. O sırada Cevher Hanım karşıda, bir faytonun yanında, kendisine işaret eden ağabeyini görüyor. 'Asker o tarafa gittiği zaman, koşarak faytona gel' diyor abisi. Cevher Hanım: 'Tek �sker trenin önünde dolaşıyordu. Asker başka tarafa gittiğinde ben koşarak faytona gittim, kaç­ tım. Sonra fayton aynı şekilde beyimi de kaçırd�.' Yaklaşık üç-dört ay Romanya'da ablasının kiraladığı evde yaşıyorlar. 'O sırada Romanya'daki Kırımlıları alıp kamplara götürüyorlardı. Biz de Romanya'ya yerleşmiş­ tik, özgür ve rahathk. Orada kalmak istiyorduk. Bu yüz1 15


den üç ay çatıda yaşadık. Gündüz çatıda yaşayıp gece aşağı iniyorduk. Askerler kontrol için geziyorlardı hep. Sabah çıkıyorduk yukarıya, bir parça ekmek ve beyaz peynir alıp. Öyle bütün gün saklanıyorduk. Derken, ge­ lip orada da buldular bizi, yakaladılar. Ne kadar Kırımlı varsak hepimizi toplayıp trene bindirdiler, Almanya'ya götürdüler. Yolda giderken çoluk çocuk da var tabii. Ço­ cuklar su istiyorlar, su yok. Ahim, "Tren istasyonda dur­ duğu zaman gidelim bir kova su alalım" dedi. Gittiler su almaya, su vermek istemedi askerler. Başlamışlar döv­ meye abimle arkadaşınu. Sırtlarında cop yaralan vardı. Öyle Almanya'ya geldik. Yine kamplardaydık.' Atlattıkları tehlikelerden ve zorluklardan sonra Al­ manya' daki kamp şartlarının iyi olduğunu söyleyen Cevher Hanım devam ediyor: 'Yemek veriyorlardı, işte ölmeyecek kadar . . . Esir şartlan nasılsa bizimki de öyley­ di. Kendi çabamızla yemek buluyorduk.' Almanya'daki kamplarda Kırım Türklerine daha iyi davrandıklarını çünkü Alman ordusuna katılan Kırımlı­ ların sempati uyandırdığını söylüyor. Kamptayken mut­ fakta çalışıyor ve verilen yemekler yeterli olmadığı için mutfaktan yemek çalmak zorunda kalıyor. Sonra hikaye­ sinin farklı bir yönüne değiniyor: 'Benim Yahudi arkadaşlarım vardı. Üç günlük yola gideceksiniz ona göre eşya alın dediler onlara. Arkadaş­ larım da en kıymetli eşyalarını aldılar. Sonra onları bir üniversite binasına soktular. Hepsini soydular. Kamyon­ lara yükleyip götürdüler.'

1 16


'Sonra Türkiye'ye IRQ153 vasıtasıyla geldik' diyor. Türkiye'ye yerleşmiş akrabaları ve arkadaşları yardım ediyorlar. Beyi muhasebeci olan Cevher Hanım Türkçe­ leri çok iyi olmadığı için ve işsizlik sorunundan dolayı beyinin muhasebeci olarak iş bulamadığını söylüyor. Sonra Alman bir ilaç firmasında hem Cevher Hanım hem de eşi çalışmaya başlıyorlar. Eşini kaybeden Cevher Ha­ nım, şu anda hasta olan ablasıyla beraber İstanbul' da yaşıyor.

ıs3

Intemational Refugee Organization (Uluslararası Mülteci Organizasyonu) : 1946'da kunılan bu organizasyon, Birleşmiş Milletler destekli olarak 2. Dünya Savaşı mültecilerine yardım ediyordu. UNRRA'dan (United Nations Relief and Rehabilitation Administration - Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi) daha özelleşmiş bir kurumdu.

1 17


Toprakta Doğum il. Dünya Savaşı anılarını anlatacak Kınm1ı büyükle­

rimle görüşmek ve Ankara Kının Türkleri Demeği'yle de iletişime geçebilmek için 2006 Nisan'ın başında Anka­ ra'ya gittim. Ankara'da son olarak İnayet Ankan'ı evin­ de ziyaret ettim. Yanıma oturmadan önce salondaki raftan eline bazı çerçeveli resimler alıyor ve hikayesine başlıyor. Bir aile fotoğrafı göstererek ortadaki on yaşlarındaki çocuğa işaret ediyor ve 'Şu çocuğun babası eski mirzalardan Bilal Bey' diyor. Ama fotoğraftaki gülen çocuğa ve Bilal Bey'e gelmeden önce daha eskilere gidiyoruz. Bu sefer eline başka bir fotoğraf alıyor ve annesini gösteriyor. Şık giyimli bayanların sıralandığı ve poz ver­ diği, Nikola zamanında okulda çekilmiş bir fotoğraf bu. Soylu görünümü olan insanların kimler olduğunu merak ettiğim sırada İnayet Hanım 'Biz Kantakuzinlerdeniz' diyor. Soylan padişah soyuna dayanıyor. Bu tür aileler komünist rejimde çok eziyet çekiyorlar. 'Başımıza bela oldu o soyadı. Babam da inat etti, değiştirmem dedi' diye ekliyor. O anda karşıma mirzaların dünyası çıkıyor ve araştırmama farklı bir boyut geliyor: Hiç duymadığım

1 18


bir ailenin soyluluktan ve zenginlikten felakete sürükle­ nişi. 1925 yılında Kırım' da Savgurk.ıyat'da doğan İnayet Hanım'ın üç kız kardeşi var. Bu kardeşlerinden şu an bir tek küçük kardeşi sağ ve İzmir'de yaşıyor. İzmir'deki kardeşi Türkiye'de bir Kırım Türküyle evleniyor. Kar­ deşlerinden biri ise savaş zamanında Fransa' da üniversi­ tede okuyor. il. Dünya Savaşı başlayınca Fransa'da kalı­ yor, geri dönemiyor. Mirzalardan olduklarını öğrenmeden önce annesinin babasının ne iş yaphğıru sorduğumda soylulardan ol­ duklarından çalışmadıklarını söylüyor. Babasının büyük bir un değirmeni var. İnayet Hanım babası için 'Babamın koca un değirmeni vardı. Kendi çalışmış kendi etmiş. Babam birisine iş buyuran bir adam değildi. Zengindi ama çalışarak kazaruruşh' diyor ve devam ediyor: 'Ba­ bamı getirmişlerdi. Kapının önüne ahyorlardı. Tüfeklerin ucuyla vuruyorlardı zenginmiş diye. Çok çekti babam. Bunların hepsi insanın aklında kalır, ama dünkü kalmı­ yor. Fabrikaları, evleri yaktılar. Bizi de dizdiler. Malları­ mızı yakıyorlardı. Bizi de yakacaklar sandık.' Daha sonra bütün ailesi Sibirya'ya sürgüne gönderi­ liyor. İnayet Hanını o zaman üç yaşında olduğunu söy­ lüyor. 'Beş kızdık. Üstümüzü başımızı soyup karların içine attılar' derken yine o üzüntünün tedirginliğini ya­ şıyorum. Sibirya' dan kaçmayı başarınca, Kırım' a geri dönüyorlar. Bu sırada 2. Dünya Savaşı başlıyor ve kısa süre içinde Almanlar Kırım'ı işgal ediyor. Almanlar tara­ fından esir alındıkları günleri şöyle anlatıyor:

1 19


'2. dünya savaşı sırasında Almanlar Yahudileri va­ gonlara koydular. Sonra bizi de sokunca başladık ağla­ maya. Yahudileri yakmaya fırınlara götürüyorlar diye duymuştuk. Bize de aynısını yapacaklarını düşündük. Sonra bizim Berlin'de Edige Kırıma11 s4 diye bir Türk başkanımız vardı. Çok çalışmışh. Onun adresini buldular Bedin' den. Ona durumlarını anlatan ve yardım isteyen bir telgraf çektiler. Edige Kırımal Almanlarla konuşup 'Bunlar Kırım Tatarları, bunlar sizinle beraber savaşhlar, akrabalarını kaybettiler, siz onları vagonlara bindiremez­ siniz' diyor. Sonra bizi oradan indirdiler. Savaşın son günleriydi, her yer bombalanmışh. Yakında Yahudi kampı vardı. Yahudileri çırılçıplak, bir binaya soktular. Dumanlar çıkmaya başladı binanın tepesinden. Alev alev, pis kokular... Biz de başladık ağlamaya sıra bize geliyor diye. Zaten Yahudilerin yakılmasını herkes gör­ sün istiyorlardı. Hepimiz ağlaşıyorduk. Sonra Edige' den bize telgraf geldi. Telgrafta 'Merak etmeyin, anlaşma yaphm, siz başka vagona gireceksiniz' diyordu. Bindi­ ğimiz vagonda sıkış sıkıştık.' O sırada hamile olan İnayet Hanım yolculuk sırasında doğum yapıyor. Tren durdu­ ruluyor ve dışarıda bir çukur kazılıyor. O sırada kısa boylu bir doktor geliyor. Nereden geldiği bilinmeyen bu doktorun Yahudi olduğu öğreniliyor. İnayet Hanım nasıl Yahudi olup da hala hayatta kalabildiğine çok şaşırıyor. 1 54

Edige Kınına!, Kınm'ın bağımsızlığı için İkinci Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında Almanya'da faaliyetlerde bulunan, binlerce Türk'ün esir kamplarından ve ölümden kurtulmasıru sağlayan Kının Türklerinin lide­ riydi. (Ufuk ötesi: 2007-05)

1 20


Kazılan çukurda, toprakta, doktorun yardımıyla ilk oğ­ lunu dünyaya getiriyor. İnayet Hanım devam ediyor: 'Hepimiz açlıktan bayıldık. Bizi bir yere bırakh Alman­ lar. Orada bizi tarlada, dağda, taşta, her yerde çalıştırdı­ lar. Almanlar daha kötü ben sana diyeyim. Elinde sopası "Arbeiten schnell!" (Hızlı çalış!) diye bağırırdı Alman askeri. İlerlemezsek, arkamıza sopa vururdu. Biz yine gençtik, kaytarırdık. Ama babam ... Çiftlikte çalışırdık, fabrikalarda çalışırdık. Bir tarafta Yahudileri yakarlardı.. Aman insan hatırlamak istemiyor ama hep yaşıyorsun o anlan.. Sonra bizi başka bir kampa athlar. Soğuk bir kış gü­ nüydü. Bir de ufacık çocuğum vardı. Sonra Türkiye' den bir heyet geliyor dediler. Bir antl� şma yapmışlar. Savaş yavaşlamıştı, bitmek üzereydi ama biz tekrar başlayaca­ ğını düşünüyorduk. Bir baktık bizi çağırdılar. Almanca da bilen kimse yok. Rus ve Alman askerler oturuyordu masa başında. Zehra çeviri yapıyordu. "Nerelisin? Kı­ nın' da hangi köydensin?" diye soru sorulup kaydedili­ yordu. Öyle öyle hepimizi soruşturdular. Sonra Türki­ ye'ye haber gitmiş Almanya'daki Türklerin hepsini yak­ tılar diye (burada artık gözyaşlarını tutamıyor İnayet Hanım). Türkiye'de bir kıyamet kopmuş. Tatarlar yürü­ yüşler yapmışlar, kendilerini öldürenler olmuş. Bunun üzerine İsmet Paşa olaya el koymuş_. "Paniğe kapılma­ yın" demiş. İsmet Paşa İnayet Hanımların bulunduğu kampa gitmiş. "Bunlar Kırım Türkleri. Bunların da te­ melleri Türk" diyerek Almanları tehdit etmiş. Ondan sonra yavaş yavaş bizi oradan göndermeye başladılar.'

121


Türkiye'ye yerleşip rahat bir hayata kavuşan İnayet Hanım, 'Kimisi Arnerika'ya gitti. Orada da çok Tatarlar var. Ama yerleştiler, artık buraya gelmediler, iş güç sahi­ bi oldular' diyor. Bundan sonraki bölümde Arnerika'ya yerleşen Kırım Türklerinin hikayelerini okuyacaksınız.

1 22


..

..

BOLUM 2 AM E RİKA BİRLEŞİK D EVLETLERİ



'Cezalandı racaksan kabahatl ileri bul !' 1923'te Sudak'ın Kapsihor köyünde doğan İbrahim Bey'in aslında Kınrn'daki soyadı Muhtarov ama Türki­ ye'ye gelince Altan soyadını alıyor. Babası molla olan İbrahim Bey, dört oğlan ikisi kız, altı kardeş olduklarını söylüyor. Şu an dört kardeşi rah­ metli oldu ve iki kardeş kaldılar. Diğer milletlerle ilişkilerini sorduğumda, köylerinde oturan bir Rus ailesinden ·bahsediyor. 'O Rus ailesi biz­ den de Müslüman idi' diyor. Ezana çok saygılı oldukla­ rından bahsediyor. Sonra politika ağırlıklı, Stalin rejimini eleştiren ko­ nuşmalarda bulunuyor. 'Öyle bir yaptı ki Ruslar, milleti birbirine düşürdü. Üç kısma böldü: fakir, orta halli, zen­ gin. Bu orta halliyi zengine kaybettirdi, fakiri de orta halliye kaybettirdi' diyen İbrahim Bey bu durumu bir hikayeyle örneklendiriyor: '1930 senesinde Stalin yar­ dımcısını gönderiyor Kınrn'a, Kırım Tatarlarını nasıl kaybedeceklerini araştırması için. Yardımcı Kınm'da hükümet binasında bir saat oturuyor ve bir saat içinde dört Kırım Tatarı birbirini şikayet ediyor. Yardımcı, Sta1 25


lin' e gidiyor ve "Yoldaş Stalin, hiç korkma, bu millet kendi kendini kaybedecek" diyor'. Sonra Alınanlar geliyor. Kırım halkı öyle bölünüyor ve zor şartlarda bırakılıyor ki, 'Kim gelse yardım edecek­ tik' diyor İbrahim Bey. Beş bin kişinin Kırım'da Alınan ordusuna yazıldığını ekliyor. 'Onlar (Alman ordusuna yazılanlar) da esir kamplarındaydılar. Kampta yemek vermiyorlardı. Açlıktan ölınemek için mecburen orduya gönüllü yazıldılar' diyen İbrahim Bey heyecanlı bir tonla devam ediyor: 'Alınan prdusunda üç milyon askerlik Rus ordusu vardı ve beş bin Kırımlı vardı. Cezalandır­ mak istiyorsan, kabahatlileri bul!' diyen İbrahim Bey bütün milletinin sürülınesinin arkasında eşit ve mantıklı bir gerekçe olınadığını belirtiyor.

lbrahim Bey New York'taki Kırım Tatarları Derneğinde 1 26


'Ondan sonra da bütün milleti aldı attı 1944'te. Çok insanları kaybettik bizim milletten. Başka milletlerden de çok insan öldü' diyen İbrahim Bey, Stalin'i ağır bir şekil­ de eleştiriyor ve kızgınlığı ses tonundan anlaşılıyor. Aradan elli sene geçmesine rağmen, sanki dünkü olay­ larmış gibi güçlü bir isyanla konuşuyordu. Kırım'dan yedi yaşında çıkıyor. Ural'a gönderilecek­ lerini, fakat babasının komünist bir arkadaşının, gece yapılan bir toplantıdan sonra babasını uyardığını söylü­ yor. İbrahim Bey'in ailesine Kırım'dan kaçmalarını, zira ertesi gün Ural'a sürüleceklerini söylüyor. Bunun üzeri­ ne İbrahim Bey'in babası, ailesini bir gecede Kırım'dan kaçırıyor. 'Çöle gittik, sonra orada bir kanal vardı. Çok arama yapmıyorlardı. Ural'a gitmedik ama Kırım'ın baş­ ka çöl tarafına gittik. Çölde biraz ·yaşadık, fakat sonra orada da yaşatmadılar, çıkardılar.' İbrahim Bey anne. tarafındaki herkesin Ural'a sürül­ düğünü ekliyor. Çölde yaklaşık on yedi sene yaşıyorlar. Bu sırada İbrahim Bey evleniyor. Sonra Ruslar Kırım'ı tekrar ele geçirdiği dönemlerde, İbrahim Bey ve ailesi de Nazi kamplarında buluyorlar kendilerini. Romanya'ya giden Kırım Türklerinin asıl amacı oradan Türkiye'ye geçmek. Fakat hepsi kendilerini Nazi çalışma kampla­ rında buluyor ve ancak yıllar sonra Almanya'yı terk edebiliyorlar. Bazıları ise Edige Kırımal tarafından uyarı­ lıyor. Romanya'nın da işgal edileceğini söyleyen Kırımal, onlara doğrudan uzağa, Fransa civarlarına gitmelerini öneriyor. Bunun üzerine İbrahim Bey direkt Almanya'ya gitmek durumunda kalıyor. Bazıları fabrikalarda, bazıla­ rı

ise tarlalarda çalışıyorlar.

127


Savaşın sonunda Rusların kamplarda dolaştığını ve Sovyet vatandaşlarını Rusya'ya götürmek için topladık­ larını söylüyor. 'Çok insanları götürdüler. Biz de Türk'üz dedik, kamplarda kaldık. Amerika o zaman Türkiye'nin savaşa girmediğini ve nasıl olup da kamplarda Türklerin olduğunu sordu. Türkiye' den İhsan Bey diye bir subay geldi, kontrol etti bizi. Türk pasaportu olan yirmi beş talebenin olduğunu söyledi. Bizim de Türk olduğumuzu, fakat Osmanlı Dönemi'nden sonra Türkiye topraklan dışında kaldığımızı söyledi. Bu yüzden bizi kamplardan (UNRRAı ss kampları) attılar, Almanlara teslim ettiler. Altı yıl Almanya' da yaşadık. Hepimizi köylere dağıttılar, çiftliklerde çalıştık' diyor. Avusturya'da da çalışan İbra­ him Bey, orada bulW1duğu sürede yoğun Amerikan bombardımanı olduğunu ve hayatta kalabildiğine şük­ rettiğini belirtiyor. Aklına gelen bir hikayeyi anlatmaya başlıyor: 'Harp zamanında köyde oturuyorduk. Almanlar geldiler, ihti­ yarından gencine köyün bütün erkeklerini topladılar. Herkesi Alman ordusuna gönüllü yazdırmaya çalıştılar. "Yalnız kendi vilayetinizi koruyacaksınız, bizim askeri­ miz yetişemiyor. Sizi komünizmden kurtaracağız" dedi­ ler. İhtiyarlar gönüllü yazılmaya başladılar ama gençler korkuyorlardı. Başladı bağırmaya Alman asker, sonra herkes yazılmak zorunda kaldı. Bir hafta sonra aldılar bizi cepheye koydular. On iki gün askerlik yaphm onla­ ra. Rusların bombardıman saldırısı sırasında kaçtım Alı 55

Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi

1 28


manlardan. Korkhım, yakalasalar vuracaktılar. Ama aramadılar bizi, herhalde bombardımanda öldüğümüzü zannettiler.' 1950' de Türkiye'ye geliyor, 1960'da da Arnerika'ya yerleşiyor. Annesinin ısrarı üzerine ilk önce Türkiye'ye gidiyorlar. Annesi vefat ettikten sonra Amerika'da ya­ şamaya karar veriyorlar. 'Türkiye'den gelenlerle Kının' dan gelenler bir ol­ muyor. Türkiye'de yaşayanlar Türk kimliğine daha ya­ kın oluyor. Ben Türk vatandaşıyım. Hem Türk hem Amerikan vatandaşıyım.'

1 29


Patatesten Ay-Yı ldız Mührü Dört kardeşi olan Abdülhakim Bey, 1924'te Kınm'ın İçki (Sovetskiy) Bölgesi'ndeki Çerkeztobay köyünde do­ ğuyor. Konuşmasına 2. Dünya Savaşı dönemini anlata­ rak başlıyor: '1930'larda Kınm'da kolhoz kuruldu. Stalin hükü­ meti zenginlerin bütün mal varlığına el koydu. Kimsenin malı mülkü kalmadı, en fazla bir sığır veya iki koyunu vardı herkesin. Zenginleri Sibirya'ya yolladılar. Benim babamın da her şeyini aldılar. Kulaklardandık. Babama iki sene hapis verdiler. NKVD gelip dets6 "Altınlarınızı nereye sakladınız? Ne malınız var?" diye sorardı. Her gelişte rahatsız ediyorlardı. Sonra malımızı mülkümüzü bırakıp o köyden kaçtık. Bizim köyden yirmi beş kilometre uzakta, büyük.anne­ min oturduğu başka bir köye gittik. Gece karanlıkta yağmur, çamur, beş çocuk bir de annem yürüdük. Ba­ bam iki senede hapishaneyi bitirip gelene kadar annean­ nemin köyünde, onun evinde oturduk. Sonra babam geldikten sonra şehre gittik. Tekrar köye dönerniyorduk 156

Scıvyetler Birliği İçişleri Halk Komiserliği

1 30


NKVD'ye şikayet edecekler diye. Bizim evlerimizi alıp Ruslara vermişlerdi. Köyde zenginler gitti fakirler kaldı.' Şehirde bir süre oturuyorlar fakat iş olmadığı için köylere dönmek zorunda kalıyorlar. 'Zar zor neyse bir köye geldik. Orada kaldık, halarnlar vardı. Onların saye­ sinde köye yerleştik. On sene kaldık' diyerek Alman­ lar'ın işgalini anlatarak devam ediyor.

Abdülhakim Bey New York Kırım Tatarları DerneQinde

'Almanlar geldi, 1941 senesi. Kırırn'ı işgal ettiler. Harp devam ediyordu tabii. Sonra Almanlar geri çekil­ meye başladılar. Babam da o vilayette, köylerde, camiler ve dini mektepler açhrrnak için faaliyete geçti. Almanlar yenilmeye başlayınca, bize de Kınrn' da kalmak tekrar 131


tehlike arz etti. Yine Ruslar gelirse, babamı süreceklerdi. Babamın cami açtırması, din dersleri vermesi Rusların işine gelmiyordu tabii. Allah'ı tanımayan insanlar dini tanır mı? Babama zorluk çıkarıp gene Sibirya'ya sürecek­ lerdi.' ' Kırım'dan çıkıp Türkiye'ye gideriz ümidiyle ailecek

çıktık' diyen Abdülhakim Bey Kırım'dan gemiye binip Odessa'da iniyor ve oradan Romanya'ya devam ediyor. Daha sonra kendini Nazi çalışma kamplarında buluyor. 'Kış kıyamet, vapura, daha doğrusu vapurdan küçük barcaya doldurdular hepimizi. Odessa'ya çıkardılar. Odessa'da mektep vardı, o mektebe koydular bizi.' Ge­ len insanları bu boş mektebe yerleştirip oradan Alman­ ya'ya götürüyorlar. 'Biz de iki hafta mektepte kaldıktan sonra

Almanya'ya

götürüldük.

Bir

aya

kalmadan

Odessa'yı Ruslar alacaklı, orada kalmamız tehlikeliydi. İnsanlar barcadan çıkar çıkmaz şehre kaçtılar. Ama son­ radan Almanya'ya zar zor gelip çıkhlar çünkü Ruslar geliyorlardı.' 'Başta Polonya'ya getirdiler. Herkesi getirip toplu­ yorlardı orada. Ruslar da vardı, başka milletler de vardı. Orası öyle bir yerdi ki dezenfekte yapıyorlardı insanları, baştan aşağı temizlik. Sonra Avusturya'ya bırakıyorlardı trenle. Çünkü insanlar, yol da pisti, durum çok kötüydü. Avusturya'dan da Almanya'ya gönderiyorlardı. Viyana'dan trenle Münih' e getirdiler bizi. İşte orada Yahudilerin kampı vardı. Onun yanında da yine bir kamp vardı ama o kampta dışarıdan gelen başka millet­ lerden insanlar vardı, Rus, Ukraynalı, Litvanyalı... Kam­ pa gelen Almanlar, oradan işçi alıp götürüyorlardı. Buna 1 32


"dağıtım kampı" deniliyordu. Şehirlere, fabrikalara la­ zun olan kişileri, şehirden gelip alıyorlardı; köylere lazun olanlar köyden gelenler tarafından götürülüyorlardı. Kendi tarlalarında karın tokluğuna çalışhnyorlardı.' Münih'ten bir bira fabrikası sahibi, Abdülhakim Bey de dahil sekiz Kırun Türkünü fabrikada çalışmak üzere götürüyor. Savaş başladıktan sonra fabrikada çalışanla­ rın çoğu askere alındığı için, fabrika sahibi bu şekilde işçi toplamaya başlıyor. Bu sırada çalışanlara bir bahçede tahtadan baraka yapıyorlar ve sekiz aile orada kalıyorlar. Her aileye birer oda veriliyor. Savaş bitene kadar bu ba­ rakada yaşıyorlar. Savaş sonunda Almanların terk ettiği kışlaları, askeri binaları, Amerikalılar birçok değişik milletten ins anın sığındığı kamplara dönüştürüyorlar. Orada çalışhnlını­ yorlar. Sovyetler Birliği'ne geri dönmesi kararlaşhnlan Sovyet vatandaşlan, bu kampları arayan Rus askerleri tarafından götürülüyorlar. Kampın içine uzanan trene yüklenen savaş mağduru Sovyet vat;;ındaşlan, aranıp toplanıyorlar. Özellikle Doğu Kampı'nda olan Sovyet vatandaşlan zorla Rusya'ya geri gönderiliyorlar. Bah Kampı'nda ise Bah Avrupa ülkeleri vatandaşfan (Fran­ sızlar, İtalyanlar, Yunanlılar, vs), Amerika koruması al­ hnda evlerine geri dönebiliyorlar veya daha serbest bir hayat sürebiliyorlar. Bu yüzden Abdülhakim Bey de Bah Kamp'ına gidiyor. 'Doğu Kamp'ına gidersek bitti, o za­ man Rusya'ya kadar gideceksin, istesen de istemesen de' diyen Abdülhakim Bey devam ediyor: 'O zamanlar Münih'te Türkenstrasse (Türk sokağı) diye bir cadde vardı. İlk gidişimizde o caddede bazı Türk 1 33


öğrencilerle tanıştık. Harp bittikten sonra onlar bize pa­ tatesten mühür yaptılar.' Almanya ve civarındaki kamp­ larda kalan Kırım Türklerine sığınma kamplarına Türk vatandaşı olarak kabul ettiren belgeler böyle hazırlanı­ yordu. Patatesten kırmızı ay ve yıldız şeklinde mühürler hazırlanıyor, sahte adresler yazılıyor. Savaşın ve savaş sonucu hayatta kalma mücadelesinin yarattığı bu yön­ temler, beni 2. Dünya Savaşı'nın yol açtığı ve evinde gü­ venle oturan bir insanın anlayamayacağı psikolojik yı­ kımları fark etmeye bir kez daha zorluyor. Bunun üzerine Abdülhakim Bey Türk vatandaşı ola­ rak kampa giriyor. Kamplarda bir süre yaşadıktan sonra Türkiye'ye geliş süreci hayal kırıklığına yol açıyor. Türk ve Amerikan subaylarından oluşan bir heyet kampı tefti­ şe geliyor. Bütün Türk vatandaşı gözükenleri çağırıp sorguluyorlar. O zaman Türkçeyi bilmeyen Abdülhakim Bey'e

masayı

gösterip

Türkçesini

soruyorlar.

Abdülhakim Bey masanın Rusça karşılığını söylüyor. Bu sırada masada üç

subay oturuyor: Rus, Amerikalı ve

Türk. Sorulara Rusça yanıt verenleri Rus subay yakalıyor ve Rusya'ya geri götürmek istiyor. Türk subay 'Bu insan­ lar da Türk ama Romanya'dan, Ukrayna' dan, Bulgaris­ tan' dan gelmişler' diyor. Sonunda Amerikan subayı Türkiye'nin 2. Dünya Savaşı'na katılmadığını ve kamp­ larda sadece savaşa katılan milletlerin insanlarına sığın­ ma hakkı vermekle yükümlü olduklarını söylüyor. Bunun üzerine Kının Türkleri kamptan çıkarılıyorlar ve köylere dağıtılıyorlar. Köylerde otellerde bedava ka­ labilen Kının Türklerine kendi paralarını kazanmaları söyleniyor ve maddi yardım kesiliyor. 'O zaman illa Tür_ 1 34


kiye'ye gidecektik. Halbuki Fransa'ya, Amerika'ya veya Kanada'ya gidebilirdik istesek' diyor. Ailelerindeki bü­ yüklerin Türkiye sevdalarından ve Türkiye'ye gitme ısrarlarından bahsediyor. 'Türkiye'de İsmet İnönü 'Be­ nim Almanya 'da öğrencimden başka Türk vatandaşı yok' de­ di; almak istemediler Türkiye' ye'

l brahim Altan ve Abdülhakim Saraylı

Bu sırada yanımızda oturan İbrahim Altan ekliyor: 'öyle insanlar oldu ki Ukrayna'dan, otellerde kalırken dördüncü kattan önce halalarını (çocuklarını) sonra ken-

1 35


dilerini atmak isteyenler oldu Rusya'ya dönmemek için. Ama Roosevelt'in eşi kanun1 s1 çıkardıktan sonra Ruslar zorlayamadı.' Sonra Amerika Türkiye'ye mülteciler için maddi des­ tek sağlıyor ve artık Türkiye'ye gidebilen mültecilere yaşama im.kanlan kolaylaştırılıyor (Söz gelişi aylık ev kirasının parası veriliyor). Türkiye' de iş bulana kadar bu yardım devam ediyor. 1950'de Türkiye'ye gelen Abdülhakim Bey, 1960'taki ihtilalin ekonomik durumu­ nu zorlaşhnnası yüzünden, 1964'te eşi ve oğluyla Ame­ rika'ya göç ediyor. Amerika'da şimdi rahat yaşadığını ve New York'taki Kının Türkleri Derneğine yardım etmeye çabaladığını belirtiyor.

t57 Çıkanlan kanun, savaş mağdurlanrun ülkelerine dönme mecburiyetini ortadan kaldırdı. (İbrahim Altan)

1 36


Tabut Olan S ı ğ ı naktan Kurtuluş 1931 'de Kınm'ın Sudak ilinde doğan Abdülrefi Bey, Türkiye'ye gelince 'Uçansu' soyadını alıyor. Ailesi esasen Sudak şehrine üç kilometre mesafede olan Taraktaş'tan. Sudak'ta yaşadı.klan yerde Rusların bulunduğunu söylüyor. Aranız nasıldı diye sorduğumda, şöyle cevap veriyor: 'Esasına bakılırsa, Rus halkı fena insanlar değil­ lerdi. İnsan olarak iyiydiler. Fakat komünizm rejimi; anayı babaya düşürüyordu. Mesela annem benden kor­ kuyordu, amcam benden korkuyordu.' Bu insanlar hak­ kında en ufak bir şey söylemesi, onların götürülmelerine, hapse atılmalarına sebep olabiliyor. Rejimin, aile içinde bile birbirine güveni kaybettirdiğini belirtiyor. Rusların iyi insanlar olduğunu fakat sorunun rejimde olduğunu tekrar ediyor. Abdülrefi Bey'in bu söyledikleri, bu proje­

nin sonunda ulaşhğım sonuçlardan birini destekliyor: İnsanlar arasındaki çahşmanın kaynağı insanların kendi­ leri değil, politika. Çünkü diğer milletlerden insanlarla ilişkilerini sorduğum her büyüğüm, iyi anlaşhklanru ve bir sorun olmadığım belirtiyor. Ulaşhğım bu sonuç bun­ dan önceki ve ilerleyen söyleşilerde de destekleniyor. Beş erkek kardeştiler, fakat şu an bir tek kendisi kal­ dı. Babası Kulak olduğu için Sibirya'ya sürülüyor. Bir 1 37


daha babasını görmüyor. Annesiyle beraber kalıyor. 'Ba­ bam öldükten sonra iki kardeşim de kızamıktan öldü. Annem bakamadı. Kış, Aralık, ev yok, soğuk. . . ' Almanların işgali sonrası Abdülrefi Bey ve ailesi 1944'te Almanya'ya götürülüyor. Annesi Almanlar için çalışıyor. Bu arada zengin aileden geldikleri için, Rusla­ rın onları bulup öldüreceklerinden korkuyorlar ve tek çare olarak Almanya'ya gitmek kalıyor. 'Orada çiftçilerin evlerinde, domuz ahırlarında uğ­ raşhk, çalıştık. Pancar tarlasında sabahtan akşama kadar dört ayak üzerinde pancar temizliyordum.' Pancarları nasıl temizlediğini anlattıktan sonra 'Bu iki dizim kıp­ kırmızı yaraydı, kan akıyordu dizlerimden . . . Alman­ ya' da da öyle çalışırdık çalıştırdıkları zaman' diye ekli­ yor. 'Biz Almanların tarafında olmamıza rağmen Alman­ lar bizi insan yerine koymadılar. Mesela bize serbestti her taraf. O sırada Amerikan bombardımanı çok fazlay­ dı. Bir geldiler mi uçakla, bulut halinde geliyorlardı. Ben bir yaşlı hanımı kamptan aldım, başka bir kampa götüre­ cektim. Amerikan uçakları geldi. Yol kenarında da sığı­ naklar vardı. Sığınağa gittik, ama kadını kapalı gördüler, şapkalı, almadılar bizi içeriye (kadın Alman değil de yabancı olduğu için). Beni alıyor, kadını almıyor. Ben de yabancıydım ama kadının kolunda Doğudan geldiğini belirten 'üst' yazıyordu. Sokaklarda gezmek bile yasaktı onlara. Bende bir şey yazmıyordu, bize serbestti.' Kadını o durumda bırakamayacağını söylüyor ve başka sığınağa girebiliyorlar. 'Bombardıman başladı. Bizim sığınak epeyce sarsıldı, sallandı.' Sığınakların zikzak şeklinde yapıldığını, böylece yarısı bombadan yok olursa bile ya138


rısının

kalmasını

sağlamaya

çalıştıklarını

anlatıyor.

'Alarm çaldı, sığınaktan dışarı çıktık. Bizi almadıkları sığınağın ortasına bomba düşmüş. İçinden kimse kurtu­ lamamış ...

'

Abdülrefi Nalbant

Sonra Birleşmiş Milletler'in Mülteci Sığınma Kamp­ larında kalıyor. 'Türkiye doğumlu gösterdik kendimizi. Oradaki Türk öğrencilerde mühür ve belge vardı. Mühürü küreğin sapına, meşe sapına, işlediler. O mühür binlerce insanın hayatını kurtardı. Ankara doğumlu, İzmir doğumlu . . . Bilmediği şeyleri yazıyor belgenin üze­ rine, basıyor mühürü.' Böylece Ruslardan kurtuldukları­ nı söylüyor fakat onlara daha da yardım eden başka bir 139


durum vardı ki o da Fransız kampında kalıyor olmala­ rıydı. Fransızların Yalta Konferansı'na katılmadığı için Rusya'ya 'adam vermek' zorunda kalmadığını söylüyor. 'Kampa Ruslar geldiğinde bizi kamplardan dışarı ahyor­ lardı (bir anlamda saklanıyorlardı), iki üç tane ihtiyar kalıyordu. Onlar da Rusça bilmiyordu zaten.' Böylelikle 1949 senesi sonunda Türkiye'ye göç ediyorlar. Abdülrefi Bey 1959'da evleniyor ve eşini alh aylık hamileyken bırakıp Türkiye' den ayrılıp tekrar Al­ manya'ya dönüyor. O ayrıldıktan kısa bir süre sonra da devrim oluyor. O yüzden devrimden önce ayrılmasaydı bir daha kolay çıkamayacaklarını söylüyor. Daha sonra­ lan da Amerika'ya göç ediyorlar.

1 40


Köydeki Komü n ist Abdülhakim Saraylı'nın ablası olan Şefika Hanım, 1923'te

Kınm'ın

İçki

(Sovetskiy)

Bölgesi'ndeki

Çerkeztobay köyünde doğuyor. Röportaja başlamadan önce Şefika Hanım anlatacak çok şey olduğunu ve bu zamana kadar hep içinde tuttu­ ğunu söylüyor. 1932 yılında dokuz yaşında olan Şefika Hanım o günleri iyi hatırladığını söylüyor. Annesi ev hanımı, ba­ bası tüccardı. Oturdukları köyde sadece Kırım Türkleri vardı fakat çevre köylerde de Bulgarlar yaşıyordu. 'Çok iyi geçiniyorduk. Bir problem yoktu. Babam alışveriş yapıyordu; o onlara gidiyordu, onlar geliyordu. Muhab­ betliydiler. Çok iyilerdi. Rus yoktu köyümüzde. Yalnız o zaman bir tane komünist vardı. Kardeşim anlatmıştır belki' deyince anlatmadığını söylüyorum. 'Anlatmadı mı? "Ben anlattım hepsini dedi". Bak bunları anlatmadı demek ki. En çok anlatılması gereken bu adam (köydeki komünist). Çünkü bu adam bizim her şeyimizi yok etti. Babam zengindi, her şeyi vardı. Köy kenarında ahırları, hayvanları vardı. Köyümüzde ondan başka zengin yok­ tu. Bir tane komünist vardı. Çok fakirlerdi; babası yedi senedir yatakta yatıyordu. Fakir oldukları için komünist 141


oluyorlar orada. Herkesten yüksek oluyorlar o zaman da. Zenginlere kıymet vermiyorlardı, her yere sürülüyor­ lardı. Babamı da süreceklerdi. Ama babam mahsus bü­ yüklerle içiyordu, onlara yardım ediyordu. Onun için süremediler. Öyle kaldık biz. Ama o komünist adam başladı babamla uğraşmaya. Babamı hapse attırdı. Beş çocuktuk biz. Bir de babamın başka iki kızı vardı. Onla­ ra da bakıyordu.' Annesiyle çocuklar kalıyorlar. Şefika Hanım o za­ manlar onlarda kalan amcasının kızıyla beraber birinci sınıf okula gidiyor. Amcası savaşta kaybolup bir daha haber alınamayınca, amcasının eşi iki kızını bırakıp baş­ ka biriyle evlenmiş. Böylece iki amca kızı Şefika Ha­ nım'ın ailesiyle yaşamaya başlıyorlar. 'O kızlar okula gittik. Geri döndüğümüzde bir bakhk ki bizim eve insan­ lar dolmuş, eşyalarımızı sahyorlar. Neyimiz varsa çıka­ rıyorlar, dışarı koyuyorlar, köydeki insanlara sahyorlar. Annemin sandıklarını araştırıyorlar, alhn arıyorlar. On­ dan sonra insanlar alıyorlar eşyalarımızı, gidiyorlar, biti­ yor. Gece yavaş yavaş geri getiriyorlar. Bir iki hafta sonra tekrar gelip neyimiz varsa tekrar çıkarhp satmaya başlı­ yorlar. öyle annemi uğraştırdılar. Bu sefer annem aldı bizi, her şeyimizi bırakh. Anneannemin yanına başka köye gittik. İki tane odası vardı, birisinde beş çocuk bir de annem oturduk. O sene de açlık senesiydi. Yiyecek içecek bir şey yoktu.' Babası hapishaneden çıkınca şehre taşınıyorlar. Zen­ gin olduklarından kimse onlarla konuşmuyor ve işe de alınnuyorlar. Kardeşiyle tarlalarda çalışıyor; kargaları

1 42


kovuyorlar. Bunun karşılığında 'Bir çorba içiriyorlardı' diyor Şefika Hanım. 'Oraya yakın bir köy vardı, halam oturuyordu. Ne­ dense bilmiyorum, oraya taşındık. Halarnların evinin yanında küçük bir ev vardı. O kadar zengindik ki, ora­ larda nasıl oturduk bilmiyorum. Öyle bir odalı evde oturduk. Sonra halam oradan taşınıp başka bir köye gitti. Biz de ev aldık. Beş çocuktuk; benim büyük ablam vardı. On altı yaşındaydı. Kolhoza girdik orada. Ablamla ba­

bam çalışıyorlardı. Ben de okula gidiyordum yakın bir köyde. Benden büyük ablam bir süre sonra hastalandı, öldü. Ben o zaman on dört yaşımdaydım. Babam geçin­ diremiyordu ailemizi. Para vermiyorlardı ki o zaman da. Boğaz tokluğuna çalıştırıyorlardı. Bir babamın çalıştığı idare etmiyordu. Beni okuldan aldılar. Ben de çok güzel okuyormuşum. Öğretmenim babama kaç tane mektup göndermişti. Özellikle matematiği çok seviyordum, hırs­ lıydım. Halamın kızıyla aynı okulda okuyorduk. O ye­ dinci sınıfı bitirince kadın doktoru olmak için başka şeh­ re gitti. Beşinci sınıfı bitirmiştim. Ben de yedinci sınıfı bitirince onun arkasından gidecektim. Ama babam bı­ rakmadı. Çok ağlamıştım o zaman.' 1944'te, Sürgün'den önce, Kınrn'ı terk ediyorlar. 'Kalsak babamı sağ bırakmazlardı' diyor. Annesinin ar­ kadaşı 'Ruslar size (kadınlara) bir şey yapmazlar ama iki oğlunuzu alırlar. Siz kalın, onlar gitsin' diyor ve bunun üzerine Şefika Harum'ın iki erkek kardeşinin o kadınla beraber Alrnanya'ya gitmesine karar veriliyor. Şefika Hanım'ın babası, ortalık yatıştığında döneceklerini söy­ lüyor. Ama annesi, babasına 'Sen nereye gidersen ben 1 43


oraya giderim' diyor. Sonra babası bütün aileyi alıp gö­ türüyor. 'Yazıldık Almanya'ya gitmeye. Üç aileydik. Ba­ bamın bir arkadaşı, bir de köyün hocası vardı.' Bunun üzerine Şefika Hanım'a ne kadar ayrıntılı, güzel hatırla­ dığını söylüyorum. Şefika Hanım 'Hahrlarım, hiç unut­ mam vallahi, bilmiyorum. Çok beynime yerleşti herhalde bunlar. Çünkü o zaman çok gücüme gidiyordu' dedikten sonra devam ediyor: 'Sonra onlarla beraber hepimiz is­ tasyona gittik. Oradan trene bindirttiler bizi. İndiğimiz yerde otelde kaldık, bekledik. Barca gelecekmiş bizi Odessa'ya götürmek için. Hepimizi yüklediler barcaya, Odessa'ya gidiyorduk. Bu sırada uçaklar barcalan bom­ balıyordu. Ama vuramadılar bizi.'

Şefika Baydar 1 44


Odessa'ya vardıktan sonra bir otele yerleştiriliyorlar. Otelden hiçbir yere ayrılmamaları söyleniyor. Almanlar kapıya asker koyuyorlar doğru Almanya'ya gitmelerini sağlamak için. 'Ama bizim insanlar da Almanya'ya değil Türkiye'ye gitmek istiyorlardı. Romanya'ya kaçıp, ora­ dan Türkiye'ye gideceklerdi. Kaç kişi şehre kaçtı. Ama askerler yanında eşyayla çıkmaya izin venniyorlardı, ancak boş gidersen çıkabiliyordun şehre. Valizlerle çı­ karmadılar kaçarız diye. Yine de bazıları her şeylerini bize bırakıp şehre gittiler, oradan da Romanya'ya geç­ mişler. Kutularla kızarmış kuzular bıraktılar. Babam da 'Almanlar nereye götürürse oraya giderim, kaçmam' dedi.' Odessa'dan trene bindirilip doğrudan Almanya'ya götürülüyorlar. 'Vardığımızda fabrikatörler bekliyorlar­ dı. Bira fabrikatörü gelmiş, bizi işçi olarak alıp götürmek için. Bir yere yerleştirdiler bizi. Sonra Amerikalılar bom­ balamaya başladı. Üstümüze günde belki 1500 uçak geli­ yordu. O zaman gençtik ya, fazla korkmuyordum. Şimdi olsa . . . ' Bombardıman bir sene devam ediyor. Büyük bi­ naların altına saklanıyorlar bombardıman sırasında. 'Ge­ ce bazen kapılar kırılıyor, kapanıyor. Çıkıp başka bir yere gidiyorduk. Birbirimizi görmüyorduk, her yer ka­ ranlık, toz dumandı. Bombalardan gelen ışıkla kaçıyor­ duk ancak. Bir gece annemler gitmişti, sadece ben kal­ mıştım. Çıktım, nereye gittiğimi görmüyordum. Bir bi­ nanın kapısına vardım. Kocaman, patlamamış bir bomba vardı kapının önünde. Ama ben yine de içeri girdim. Baktım ki annem, babam, herkes orada. Askerler de var­ dı. Onlar bile ağlıyorlardı korkudan. İşte öyle sabahı bu1 45


luyorduk, sonra başka yerlere gidiyorduk. Bütün gece gezerek bir sene böyle uğraştık.' Amerikalılar geldikten sonra UNRRAıss kamplarına geçiyorlar. Birkaç sene o kamplarda kaldıktan sonra Türkiye'ye gitmek için yazılıyorlar. Şefika Hanım'ın ba­ bası 'Türkiye Müslüman ülke' diye gelmek istiyor. Fakat Türkiye o zaman kabul etmiyor. Bunun üzerine Ameri­ ka'ya gitmeye çalışmışlar. Amerika'ya da gidemiyorlar. Bu sırada Türkiye'de Adnan Menderes dönemi başlıyor. Menderes mültecileri kabul ediyor. Böylece Türkiye'ye göç ediyorlar. Türkiye'de evlenen Şefika Hanırn'ın ailesi Amerika'ya gidiyorlar. Şefika H anım eşi ve çocuğuyla Beyoğlu'nda oturuyor. Çok güzel bir hayatı oluyor. 'Keş­ ke Amerika'ya gelmeseydik diyor.' Fakat tekrar kota açılınca, 1979'da Şefika Hanım da Amerika'ya gidiyor. Türkiye'yle karşılaşhnnca Amerika' daki hayatının nasıl olduğunu soruyorum. 'İkisinin de iyi tarafı da var, kötü tarafı da var. Türkiye'de çok rahattık. Keşke aklım olsaydı çocuğumu Türkiye'de okutup, evlendirip, sonra buraya gelirdim. Ama acele ettik o zaman bütün akraba­ larımız orada olduğu için. Beyim burada (Amerika' da) şoförlük yaptı. Oğlumuzu da okuttuk, avukat çıktı. Be­ yim 1991'de vefat etti. Çok iyi, terbiyeli bir insandı.' Şimdi geriye baktığında, 'Babarnlar çok sabırlıymış, o kadar olaylara dayandı' diyor. Köydeki komüniste ne olduğunu sorduğumda, Almanlar gelince kurşuna dizil­ diğini söylüyor.

ıss

Birleş� Milletler Mülteci Sığınma Kampları

1 46


Bombalar ve Çocuklar 1941'de doğan Rüstem Bey'in ailesi Bahçesaraylı. 1944 yılının Şubat ayında Kırım'ı terk ediyorlar. Babası ailesini Kırım'dan çıkarmayı tercih ediyor. Ruslar Kı­ rım'a geldiğinde durumun çok daha kötüleşeceğini söy­ lüyor . Babası muhasebeci, annesi ev hanımı. Kırım'daki harumların çoğunun çalışmadığını, ev hanımı olduklarını belirtiyor. Annesinin anlattıklarına göre, diğer birçok Kırım Türkü gibi Odessa'ya çıkıyorlar. Oradan da Ro­ manya'ya geçiyorlar. Rusların barcalan bombaladığın­ dan bahsediyor. 'Bildiğim kadarıyla barcalardan iki veya üç tanesi batmış.' Sağ kalanlar Romanya'ya çıkıyor. Romanya'dan Almanlarla beraber Almanya'ya gidi­ yorlar. 'Onlarla sürükleniyoruz. Trenle yolculuk, yürü­ mek . . . ' Landig kampına varıyorlar. 'Orada patlamamış bir bombanın infilak etmesiyle benim abim de dahil, beş çocuk öldü' diyen Rüstem Bey bir süre duraklıyor. Sonra devam ediyor, 'Ondan sonra, babam hastalandı. Kötü günler gördü, çok kötü günler . . . Hatta Türkiye'de de tedavisi devam etti babamın. Hastaneye düştü babam. Hastanede kendine gelen doktorları, onu almaya gelen polisleri (NKVD polisleri) sanıyor ve kendini odasının 1 47


penceresinden alıyor. Caddeye düşüyor, arabalann ara­ sına. Omuz kemikleri kırılıyor. Hatırlıyorum, ablamla beraber hastaneye gidip ziyaret etmiştim babamı.' Rüs­ tem Bey, onlann ziyaretinin hem memleketini hem de oğlunu kaybeden babasını derinden etkilediğini söylü­ yor.

Rüstem Kavak

1 48


Landig'deki bomba patlamasına geri dönen Rüstem Bey ekliyor: 'Abimi Landig'de gömdük. Beş çocuğu da tanıyorduk. Ölen çocuklardan bazılarının ailesi vardı, bazılarının yoktu. Bir ailenin tek evladı vardı, onu kay­ betmişlerdi.' Zaten moralleri bozuk olan kamptaki Kırım Türklerinin bu olaydan sonra iyice yıkıldık.lan söyleni­ yor. Landig'den sonra Avusturya'ya gidiyorlar. Kampta­ ki bazı insanlar İtalya'ya, bazıları İsviçre'ye gidiyorlar. Ama çoğtınluk Avusturya'ya geçiyor. Yaklaşık iki buçuk sene Avus­ turya'da kalıyor Rüstem Bey ve ailesi. Başlarında iyi in­ sanlar olduğtınu söyleyen Rüstem Bey tanıdık bir hika­ yeden bahsediyor: 'Onlar bize sahte Türk mühürleri yap­ tılar. Patatesten ay yıldız mühürler. Böyle belgeler hazır­ ladılar. Böylece biz Türk vatandaşı görünüyorduk.

O

yüzden Türkiye'ye gitmemiz gerekiyordu. Fakat o za­ man Türkiye pek bir şey yapamadı (Rüstem Bey'e göre bunun sebeplerinden biri Türkiye'nin Rusya'yla arasının bozulmasını istememesi) . Ama sonunda birkaç insanın yardımıyla ben, annem, babam ve iki ablam, Türkiye'ye gidebildik. İstanbul'un Fatih semtinde oturduk. Babam portakal satardı; geçimimizi öyle sağlardık. Ben Fatih mektebinde okudum. Sonra Vefa Lisesi'nde okudum.' Amerika'da teknik okulda okuyan Rüstem Bey, ken­ di işini kuruyor. Şu an evli olan Rüstem Bey'in bir kız ve bir oğlu var. New York'ta röportaj yaphğım diğer bü­ yüklerim gibi, Rüstem Bey de New York Kırım Türkleri Derneğine sıkça gidiyor ve bu topluluğtın elinden geldi­ ğince bir parçası olmaya çalışıyor.

1 49


Amerika' da Kırım Türkü alınanın nasıl olduğunu soruyorum. Rüstem Bey, 'İlk gelen herkes çok zor za­ manlar geçirdi. Buraya eğitimli gelen Kırım Tatarları, bina bakııru işlerinde çalıştılar. Tamirat, boya yapıyor­ lardı. Bu, Amerika'ya gelen Kırım Tatarlarının ilk sanah oldu. Bu tür işlerde çalışmayanlar da vardı ama az rast­ lanıyordu. Fakat bu işlerden güzel para kazanıldı çünkü kira, elektrik, telefon paralan da verilmiyordu. Bizden sonra gelen nesiller daha güzel tahsil sahibi oldular. Aramızda çok iyi doktorlar, avukatlar var. Bu insanlar gittikçe arhyor. Artık o baba-ana sanatı (bina bakııru) bizden gitti. Onlardan sonra gelen nesiller farklı iş alan­ larına yöneldi. Ben esasında New York Üniversitesi'nin İngilizce bölümünde okudum. Ondan sonra meslek üze­ rine okudum. Esas yaptığım iş emlakçilikti. Bu işi yaphm uzun seneler. Taksi de sürdüm burada on beş sene. Ken­ dime çalışıyordum. Çok meslek değiştirdim. Ama her birinde uzun seneler çalıştım.' Amerika'ya gelen Kırım Türkleri, yaptıkları ne olur­ sa olsun, bu ülkeye ayak uydurmayı başarabilmiş insan­ lar. Ama aynı zamanda kendi benliklerinin bilincini kay­ betmemişler. Hala Kırım Türkleri Derneğine gidip, ora­ daki etkinliklere yardım ediyor ve çalışmalara katılıyor­ lar. Eski nesil Kırım Türklerinin en büyük sorunu olan, yeni nesil gençlere nereden gelip neler yaşadıklarını ha­ tırlatmak görevi, Amerika' da yaşayan Kırım Türklerinde de var. Özellikle Amerika gibi bir ülkede, kültürün par­ çası haline gelip başka bir benliği korumak kolay olınu­ yor. Genelde çoğu insan en kolay yolu, Amerikalılaşmayı seçiyor. Bu sorun hala Kırım Türklerini, özellikle de 2. 1 50


Dünya Savaşı dönemini atlatmış büyüklerimizi, endişe­ lendiriyor. Tatar Nedir?

Sait Menli, Kının da 1925'te Kezlev'de doğdu. Babası derici olan Sait Bey'in annesi genç yaşta vefat ediyor. Dört kardeşlerdi. Abisi Leningrad'da vefat ediyor. Ablası ve erkek kardeşi Kezlev'de yaşıyorlar. '

Sait Menli

Yaşadığı yerde Ruslar ve Kının Türkleri bulunuyor. Ruslarla nasıl geçindiklerini sorduğumda, 'Ruslarla iyiy­ di aranuz . Hiçbir şey yoktu. Zaten biz Kezlev' de Ruslarla

151


beraber büyüdük. Ruslar da Tatarca biliyordu, biz de Rusça biliyorduk. Sait Bey 1941'e (16 yaşına) kadar okula gidiyor. Son­ ra okuldan ayrılıp, berber oluyor. Savaş zamanında yaşı tutmadığı için askere alınmıyor. 1944'te Almanlar tarafından Almanya'ya götürülü­ yor. Nasıl olduğunu sorduğumda, 'Sokakta geziyordum. Yakaladılar. Alıp götürdüler... ' diyor. Yanına hiçbir şey almasına izin vermiyorlar. Öylece sokaktan götürüyor­ lar. Ailesi bu sırada Kırım'da kalıyor. Onlar da 18 Mayıs 1944'te Özbekistan'a sürülüyorlar. Babası sürgün sıra­ sında vefat ediyor. Sait Bey ailesinden geriye kalan kar­ deşlerinden ancak 1957'de haber alabiliyor. 'Bizim sağ olduğumuzu onlar anladı, onların sağ olduğunu biz an­ ladık' diyor. Kardeşleri şu an Kırım'da yaşıyorlar ve çok rahat hayatları olduğunu söylüyor Sait Bey. Eve ve işe sahip olduklarını, çocuklarının da iyi eğitim aldıklarım söylüyor. Kırım'a dönen Kırım Türklerinin karşılaştıkları zorlukları duyduktan sonra Sait Bey'in kardeşlerinin durumu beni şaşırtıyor. Sait Bey'e bu durumu belirtti­ ğiİnde, genelde köydeki insanların çok zorluklar çektiği­ ni söylüyor. Onun kardeşleri ise şehirde yaşıyorlar. Almanya'da Mainz şehrine götürülüyor. Büyük bir fabrikada bir buçuk sene çalışıyor. 'Ondan sonra Ameri­ kaWar gelip bizi kurtardılar' diyor. UNNRA kampların­ da kalıyor. Kampta kayıtları tutuluyor ve en son hangi ülkeye gitmek isterlerse oraya yerleşme hakkı veriliyor. Sait Bey önce Türkiye'ye geliyor. Türkiye'de hayatının nasıl olduğunu sorduğumda, çok güzel olduğunu, Tür1 52


kiye'nin onlara çok iyi baktığını söylüyor. Türk vatanda­ şı olmadıkları için onlara iş bulunduklarını ve özel ola­ rak yardım edildiğini belirtiyor. 1949'da Kırım Türkü bir hanımla evleniyor. Sonra Amerika'da New York'a taşınıyor. İlk başta kaynakçı olarak çalışıyor. Biraz para biriktirince taksi şoförü oluyor. Amerika'ya ilk geldiğinde hiç kimseyi tanınuyor. 'Burada "Tatar'ım" desen, Tatar ne bilmiyor­ lar ki. "Tatar kim?" diyorlardı. " Kırım" desen, "Kırım neresi?" diyorlardı. Neresi olduğunu söyleyince de, Rus olduğumu söylüyordu.' Zamanla diğer Kırım Türkü ailelerle tanışıyor ve cemiyet kuruyorlar. Toplantılarını bodrum katlarında yaptıklarını söylüyor. Sonralan cemiyet başkanı seçiyor­ lar ve para topluyorlar. New York'ta şu an Kırım Türkle­ ri Demeği'nin bulunduğu binayı sahn alıyorlar. 'Amerika'ya geldiğimden beri dünyayı gezdim gör­ düm. Anladım ki Ruslar bize kötülükten başka bir şey yapmamışlar. Okutmadılar bizi. Şehrimizde ortaokul vardı, lise yoktu.' Bu durumların politikayla ilgili oldu­ ğunu, Rus halkıyla ilgili olmadığını söylüyorum; bana katılıyor.

1 53


..

Uç motosikletli 1925'te Kırım'ın Tavbadrak Köyü'nde doğan Enver Çelebi'nin babası inşaat işlerinde ve çiftliklerde çalışıyor. Abisi ise birkaç sene içinde mezun olup mühendis ola­ cakken, 2. Dünya Savaşı başlayınca askere alınıyor. Al­ man işgali doğuda ilerlerken, abisinden bir mektup geli­ yor. Mektupta, öncü pilotlardan olduğunu ve onun için dua etmelerini söylüyor. Bu mektuptan sonra bir daha haber alınamıyor. Enver Bey, 'Herhalde öleceğini anla­ mışh' diyor. 1930 senesinde, Enver Bey beş yaşındayken, sürgüne gönderiliyorlar. Arkangeç adındaki bir yerde alh sene kalıyorlar. Orada kardeşi vefat ediyor. Bunun üzerine Kınm'a dönüyorlar. İş bulamıyorlar. Canköy civarında ('Demiryolu'nu geçince Canköy vardı' diyor. O yerleri ve insanları adeta aklında tekrar görüyor ve yaşıyor hissi verdi). Canköy'de de üç-dört sene kaldıktan sonra, kendi köylerine geri dönüyorlar. 'Orada kaldığımız sırada, partizanlar geldi köyümüze. Bizim millet çetelerle işbir­ liği yaph diye, arabalara koyup Bahçesaray'a götürdüler. Bu arada beni de arabaya bindirmek istedikleri zaman, kurtuldum. Romanya'dan gelen Tatar askerlerden birine 'ağam, ağam' diye yalvardım. O beni çekip aldı, kurtar1 54


dı. Kırk tane köyden arkadaşımı Bahçesaray' a götürüp kurşuna dizdiler.' 'Bizim orada bir değirmen vardı. O değirmeni ka­ pattılar. Köye doğru gittiğimde bu değirmenden çıkar­ dıkları iki Kubanlıyı bir de Tatar soydaşımızı bir armut ağacına ashklarını gördüm. Arabanın üzerine çıkartıp, ip geçirdiler boyunlarına. Sonra arabayı öne çektiler. Parti­ zanlarla işbirliği yaptılar diyerek asıldılar. Ama bazı kur­ tulanlar da oldu.'

Enver Çelebi

'Almanların geldiği dönemde açlık vardı. Ekmek almak için on sekiz kilometre yürürdük. Geceleri çıkıp 1 55


ekmek için sıra bekliyorduk.' Ekmeklerin çok pahalıya satıldığını, ve ekmek sıkıntısı arthkça fiyatların da arttı­ ğını söylüyor. 'Bembeyaz ekmek dört rubleydi. Onu al­ maya da para yoktu. İki veya üç kilo ekmek alabilsem iyiydi. Onları yüklüyordum sırtıma, geri dönüyordum on sekiz kilometre ... Aldığım iki kilo ekmek, eve varana kadar yarısını ben yiyordum.' Motosikletli 3 Alman, köylerini basıyor. Aralarında Enver Bey' in de bulunduğu yaklaşık elli insanı bir tepeye çıkartıyorlar. Bu insanların arasından kurtulan Enver Bey, kalanların Bahçesaray'a götürüldüğünü ve ellerinin bağlanıp giysilerinin çıkartıldığını söylüyor. Daha sonra çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu bu insanlar bir kam­ yonda üstüste konulup kurşuna diziliyor. Enver Bey'in annesi urbalarını diktjrdiği yerden dönerken, Kırımlıları kurşuna dizmek üzere olan Alman askerleriyle karşılaşı­ yor. Alman askerlerinden biri annesinin elindeki bohçayı yere ahyor ve içindekileri dışarı saçıyor. Annesinin par­ tizan olmadığına karar veren Alman askerleri, kadını bırakıyorlar. Daha sonra Enver Bey ve ailesiyle diğer köylüleri meydanda topluyorlar. 'Bahçesaray'a öldürülmek için götürülen o insanlardan bir ben kurtuldum' diyor. 'Kimin partizan olduğuna nasıl karar veriyorlar?'

diye sorduğumda gelen yanıt kaç masum insanın öldü­ rüldüğünün sebebini açıklıyor: 'Bir şeye bakmıyorlar. İki Alman öldürülmüştü. Kimin öldürdüğü belli değildi. Çünkü bizim köyün bir kilometre yukarısında bir Rus köyü vardı. Orada da öldürmüş olabilirler.'

1 56


Almanlar Kırım dan çekilirken Enver Bey ve ailesi de '

Akyar'a gidiyorlar. Akyar'a varıp Kınm'dan çıkışlarını anlatıyor: 'Almanlar Akyar'ı her gün bombalıyorlardı. Bütün yıkılmıştı Akyar. Bir okulun köşesi sağlam kalnuş. Bizi oraya koydular.' Oradan vapura bindirilip Romanya'ya çıkıyorlar. Vapurun tuvaleti bile olmayan bodrum katının, partizan diye tutuklanan Kırım Türkleriyle dolu olduğunu söylü­ yor. Enver Bey'in annesi ve babası da bu katta kalıyorlar. 'Bodrum kokuyordu. Bitlenmiş insanlar. Balalar ve yaşlı insanlar vardı.' Annesi tütün alıyor ve Enver Bey tütün­ leri Romen askerlere verip onlarla vapurun daha iyi olan üst kısımlarında oturuyor. Köstence'ye vardıkları zaman Enver Bey vapurdan gece vakti aşağı iniyor. İçinde buğ­ day ve arpa olan çuvalların arasında saklanıyor. Annesi ve babası Köstence' de indirilip vagonlara bindiriliyorlar ve Almanya'ya götürülüyorlar. Köstence'den çıkan tren, yakındaki bir Tatar köyünde duruyor. Bu srrada Enver Bey annesi ve babasından sonra başka trene binip onları durduk.lan Tatar köyünde buluyor. Romanya'da Polon­ ya'ya, oradan da Almanya'ya gidiyorlar. Almanya' da çalışma kamplarında kaldıktan sonra Türkiye'ye geçiyor ve 1960'larda da Amerika'ya göç edi­ yor.

1 57


Dağı lan Ai le 1926'da Kınrn'ın Terli Köyü'nde doğuyor. 2. Dünya Savaşı'nın sonunda Almanlar çekildiği zaman, Ruslar bu köyü yıkıyorlar. İki kardeşi olan Farih Bey'in annesi ev hanımıydı fa­ kat bazen kolhoz işlerine gidiyor. Babası da tarlalarda çalışıyor ve daha sonra sürüldüğü Ural' da ölüyor. Köylerinde sadece Kırım Türkleri yaşıyor , lakin bir de Bulgar çoban olduğunu söylüyor. Aralanrun iyi oldu­ ğunu ekliyor. Köylerine bir buçuk kilometre uzakta Rus­ lar oturuyor ve babası ara sıra onlar. için de çalışıyor. Almanlar köylerini işgal ettiklerinde, Kuban' a kaçı­ yorlar. Farih Bey on beş yaşındayken, Alman askerleri bir sabah erkenden geliyorlar ve köyü sarıyorlar. Köyün diğer gençleriyle beraber Farih Bey'i de alıp başka bir vilayette topluyorlar. Farih Bey'in ailesi köyde kalıyor ve 18 Mayıs 1944'te Ural'a sürülüyor. Almanlar, topladıkları insanları önce büyük bir binada bekletiyorlar. Sonra Akmescit'e götürüp hapishaneye koyuyorlar. Hapisha­ nede bir hafta kaldıktan sonra Akyar'a götürülüyorlar. Bir sabah vapura bindiriliyorlar ve Romanya'ya çıkıyor­ lar. Romanya'da da etrafı telle örülmüş hayvan vagonla­ rına bindirilip bir ay süren yolculuğa başlıyorlar. Maca-

1 58


ristan'da tren durduğu zaman, oradaki insanlar vagon­ lardakilere yemekler getiriyorlar. '1960 senesinde Türkiye'ye geldik. Ama Almanya'da çok çektik. Almanlar bizleri çalıştırdılar. . . Çalışırken arkamızdan bakıyorlar, ayakkabılarımız tahtadan ayak­ kabılar. Üstümüzde fabrikanın verdiği giysiler var. Ye­ mek az, sabah ekmekle yağ verirlerdi' diyen Farih Bey, savaş bitinceye kadar Almanya' da kaldıklarını söylüyor.

Farih Terli

Savaş bitince, Rus askerleri kamplara geliyorlar ve 'Stalin sizi affetti. Vatanınıza dönün' diyorlar. Farih Bey böylece Rusların onları kandırmak istediğini belirtiyor ve 1 59


devam ediyor, 'Biz gitmedik. Çünkü Ruslar vagonların içerisinde kendilerini öldürdüler Rusya'ya gitmemek için . . . . . . Roosevelt'in karısı gidiyor, vagonları açtığında Rusların kendilerini öldürdüklerini görüyor . . . Roosevelt'in eşinin baskısıyla Sovyet vatandaşlarının ülkelerine dönme zorunluluğu ortadan kalkıyor. Bunun üzerine kurtulan Farih Bey, Türkiye'ye gitmek için baş­ vuru yapıyor. 1949'da İzmir'e geliyor ve Devlet Karayol­ larında çalışıyor. 'Bizlere Türkiye'de çok yardım ettiler' diyor. Özbekistan'dan, 18 Mayıs 1944'te sürülen kardeş­ lerinin yaşadığı haberini alıyor ve onlara kavuşuyor. Amerika'ya kota açılınca Türkiye'yi terk ediyor. Şu an eşiyle Amerika' da yaşıyor. '

1 60


Mağarada bir ay Akmescit'te 1928'de doğan Refika Hanım'ın Kı­ rım'daki soyadı Tabiyeva'ydı. Yedi kardeşten dördüncü çocuktu. Babasının dükkanı vardı. Kırımsayız'dan mal (sebze, vs) alıp satış yapıyor. Refika Hanım bazen okuldan sonra babasına yardıma gidiyor. Rus okulunda okuyan Refika Hanım'ın iki abisi ve bir ablası Tatar okullarına gidiyor­ lar. 'Fakat alfabeyi değiştirdiler, okulları kapattılar, uzak okullara yolladılar derken bana okula gitme sırası geldi­ ğinde babam "Sen Rus okuluna gideceksin kızım. Yoksa bu tahsillerle hiçbiriniz muvaffak olamayacaksınız" dedi. Ben de Rusça bilmediğim için ağlamaya başladım. Ba­ bama olmaz dediğim halde kesinlikle kabul etmedi. "Yok balam, zamanı gelince çok memnun olacaksın. Şimdi zor olacak ama sen yaparsın" dedi babam. Ben yatakta ağlıyordum. O sırada anneannem geldi yanıma. Saçlannu okşadı. "Bak kızım sana bir şey anlatacağım. Bu Rusları görüyorsun" dedi. Biliyorum, geceleri insan­ ları alıp gidiyorlardı. Mesela halam iki çocuklar beraber kalıyor. Kocasını gece vakti Ruslar gelip aldılar. Hiçbir sebep de göstermiyorlardı' diyor Refika Hanım. Nereye götürüldüklerini sorduğumda, 'Sibirya'ya mı, Ural'a mı 161


bilmiyorum. Nerede işçiye ihtiyaç varsa oraya götürü­ yorlardı herhalde' diyor. Devam ediyor, 'İki halamın da kocası öyle götürülüyor. Büyük halamın kocasından bir daha haber alınmıyor. Küçük halamın da kocası Ural'da seksen yaşında ölüyor. Anneannesi Refika Hanım'la ko­ nuştuğunda "Kızım, sen şimdi Rus okuluna gideceksin. Bunların hepsini öğreneceksin. Ondan sonra gelip bize anlatacaksın. Biz de ona göre davranacağız, önlemimizi alacağız. Sen bize yardım edeceksin. Nasıl bunu kabul etmezsin" diyor ve bunun üzerine Refika Hanım Rus okuluna gitmeyi kabul ediyor. Okullar 1 Eylül' de açıldığı halde, Refika Hanım 22 Eylül' de gidebiliyor okula. Çünkü okula başlamak için sekiz yaşında olmak gerekiyor. Sekiz yaşını doldurmadı­ ğı ve Rusça bilmediği için okula kabul etmediklerini söylüyor. O sırada müdürün odasına bir öğretmen geli­ yor. Bu sırada ağlayan Refika Hanım'a, onu sınıfına ka­ bul edebileceğini söylüyor. Sınıfta tek Tatar olan Refika Hanım, başarısında dolayı bir ödül alacağını düşünüyor. Fakat ödülü başka bir kız alıyor. Tatar olmasından dolayı hak ettiğini alamadığını düşünen Refika H anım, bütün okulun önünde konuşma hakkı istiyor. Ödülü hak etme­ sine rağmen Tatar kızı olduğu için ödülün ona verilme­ diğini söylüyor. Refika Hanım'ın annesi kızının bu başarı ödülünü alamamasına çok kırılıyor ve öğretmenine bir mektup yolluyor. Okul çıkışında Refika Hanım'ın anne­ sini gören öğretmen durumu izah ediyor ve Refika Ha­ nım'ın okul önünde yaphğı konuşmaların kendisine bir kara leke sürdüğünü belirtiyor. Bunun üzerine annesi, Refika Hanım' a öğretmeninden diz çökerek özür diletti1 62


riyor. 'Annem haklıydı. Öyle söylememem lazımdı. O öğretmen olmasaydı ben o mektebe giremeyecektim' diyor Refika Hanım.

Refika Hanım (altta soldan ilk) ve ailesi

28 Ocak 1944'te Akmescit'i terk ediyorlar. Gevlev'e gidip bir otelde kalıyorlar. Akmescit'ten çıkmalarının sebebi ise sokaklarda Almanların yolu kapatıp, işçi top­ layıp, arabalara koyup Almanya'ya göndermesi. 'Baba­ nızı göndermediler mi?' diye soruyorum. Babasını göndermediklerini söylüyor. Fakat kendisi iki defa Almanlar tarafından arabalara konuyor ve ikisinde de kaçmayı başarıyor. 1 63


Refika Han ı m 'ı n babası

Sonra Odessa'ya geçiyorlar. Fakat Mart'ın sonunda Rus askerleri Odessa'ya vardıklarında Refika Hanım ve ailesi orayı da terk etmek zorunda kalıyor. Bunun üzeri­ ne babası yüksek miktarda para ödeyerek, Rornanya'ya çıkmak için vize alıyor. Rornanya'ya vardıklarında Al-

1 64


man askerleri tarafından yakalanıyorlar ve vagonlara konulup işçi kamplarına gönderiliyorlar.

Refika Osman'ın annesi (Jim nasyumda)

'Almanya'da Leihag denen bir yere gittik. Leihag'da bizleri bölmeye başladılar' diyen Refika Hanım, herkesi çeşitli işlere dağıttıklarını söylüyor. Refika H anım aile1 65


siyle beraber çalıştıkları yerden kaçıyorlar. Herhangi bir trene binip nereye gittiklerini bilmeden, sadece bulun­ dukları yerden uzaklaşmak için, yolculuk yapıyorlar. Oradan ayrılmak istemelerinin sebebi ise Rusların yak­ laşması ve bütün amaçlarının Ruslardan kaçmak oldu­ ğunu ekliyor. Inst denen bir yere varıyorlar . Geceleri istasyonda kalıyorlar. Almanlar, istasyonda kalamayacaklarını söy­ lüyorlar ve hepsini çıkarıyorlar. Daha sonra bir sığınak buluyorlar ve orada saklanıyorlar. Bu sefer Alman asker­ leri geliyor ve sığınakta kendilerinin kaldıklarını söyle­ yip Refika Hanımları kovuyorlar. Otuz iki Kırım Tür­ künden oluşan grup, nereye gideceklerini bilmiyorlar. Gezinirken, Refika Hanım'ın babası bir mağara buluyor ve otuz iki kişi o mağarada yaşamaya başlıyorlar. 'Ma­ yıs'ın 15'iydi. Üstte yol vardı ve büyük arabaların geçti­ ğini duyduk. Almanlar mı geliyor? Amerikalılar mı? Ruslar mı? Bilelim kimin eline düşüyoruz. Başka gidebi­ lecek yerimiz kalmadı. Bakıyorlar ki Amerikalıların bü­ yük GMC kamyonları geçiyor.' Kırımlılar, Almanca, Rusça, Tatarca biliyorlar fakat İngilizce bilmedikleri için Amerikan askerleriyle konuşamıyorlar. Sonra askerler­ den biri Lehçe konuşmaya başlıyor. Rusçaya yakın oldu­ ğu için, Refika Hanım'ın abisi Rusça karşılık veriyor, Tatar olduklarını söylüyor. Fakat askerler Tatarların kim olduklarını bilmi­ yorlar. Refika Hanım'ın babası askerleri mağaraya çağı­ rıyor. Askerler, kim olduklarını bilmedikleri bu insanları takip ediyorlar ama aynı zamanda şüphelenip daha ge­ riden yürüyorlar. Refika Hanım'ın babası, korkmamala-

1 66


ve ailesi olduğunu söylüyor. Askerler mağaraya vardıklarında çoğunluğunu çocuk ve ihtiyarların oluş­ turduğu otuz iki kişiyle karşılaşıyorlar. Şaşkına uğrayan askerler, ne olduğunu soruyor. Refika Hanım'ın abisi, her gittikleri yerden kovulduklarını ve ancak o mağaraya sığınabildiklerini anlatıyor. Mağarada yiyeceksiz, her şeyden mahrum olarak nasıl hayatta kaldıklarına hayret eden Amerikan askerleri, bu trajik durumu kamerayla kaydediyorlar. Mağarada geçen bir aydan sonra, bu grup, . her aileye bir oda düşecek şekilde evlere yerleştiriliyor. Sonra Landig'deki UNRRA kampına götürülüyorlar. Kampta nereden geldikleri ve kim oldukları sorulduğunda Kının Türkleri olduklarını söylüyorlar ve kamptaki bütün Kı­ nın Türklerini birbirine yakın barakalarda topluyorlar. Diğer röportajlarda insanlar UNRRA kamplarından çıkarıldıklarını söylüyorlar ve aynı şeyin Refika Hanım­ lara da olup olmadığını soruyorum. Refika Hanım Rus askerlerinin kampa gelişlerini anlatmaya başlıyor. Yalta konferansından sonra her milletin insanının kendi vata­ nına dönmesi gerektiğiyle ilgili maddeden bahsediyor. Fakat Kırım Türkleri, korktuklarından dolayı Kının' a dönmek istemiyorlar. Refika Hanım, 'Rusların eline düşmek istemiyorduk. Onun için Türk olduğumuzu söy­ ledik. Birisi Anafartalar Caddesinde, Ankara' da doğdu­ ğunu; birisi Bursa'da yaşadığını söyledi' diyor. Bu yüz­ den Kının Türkleri, Türk subaylarının bulunduğu başka bir kampa veriliyorlar. Fakat Türk subayları, Alman­ ya'da sadece bazı Türk talebelerinin olduğunu ve Kırım Türklerinin son zamanlarda Türkiye' den çıkan vatandaşmu

1 67


lar olmadığını belirtiyorlar. Türk vatandaşı olmadıkları kanıtlanınca ve Kırımlı olduklarını da saklayınca, Kırım Türkleri UNRRA haklarını kaybediyorlar ve kamptan çıkarılıyorlar. Refika Hanım devam ediyor, 'O zaman bizi otellere dağıttılar. Yatak yok, hiçbir şey yok. Geçim parası da vermiyorlar.

Refika Osman, New York'taki evinde 1 68


Ke�di kendine bakacaksın. Kamplardan atılmamız bizi çok büyük bir şoka soktu. Çünkü ilk önce sıhhat yoktu; pek çoğumuz hastaydı. Almanya' da da işsizlik vardı. Ancak inşaatlarda çalışabiliyordun ama canını çıkarıyorlardı. . . Pek çok Rus geri Rusya'ya yollanıyordu. Sibirya'ya sürülüyorlardı. Bu yüzden geri dönmek iste­ meyen bir çok kişi intihar ediyordu. Otelde beşinci kat­ taki bir kadın, camı kırıp önce çocuğunu, sonra kendisini atmıştı. Çoluğu çocuğu olmayan birisi kendini kesmişti.' Gazeteler bu intiharları yazmaya başladıkları zaman, Eleanor Roosevelt Yalta'da alınan kararı değiştirmek için çaba sarf ediyor ve vatandaşların kendi ülkelerine dön­ me zorunlulukları ortadan kalkıyor; isteyen dönüyor. Artık serbest olan Kırım Türklerine, Kırım' a dönmek istemedikleri için göç hakkı veriliyor. İstedikleri ülkeye gidebiliyorlar. Refika Hanım ve ailesi, birçok Kırım Türkü gibi, din ve kültür açısından duydukları yakınlıktan dolayı, Tür­ kiye'ye göç ediyorlar. Amerika'ya kota açılması üzerine, 1958'de Amerika'ya geçiyorlar. Önceleri New York'ta tanıdıklarının evinde kalıyorlar, sonra zamanla kendi düzenlerini kuruyorlar. Refika Hanım ve ailesi Detroit'e taşınıyorlar ve Refika Hanım orada yine bir Kırım Türkü olan Rüstem Bey'le evleniyor. Eşini kaybeden ve üç kızı olan Refika Hanım, şu an New York'ta tek başına yaşı­ yor. Kırım'la ilgili en çok neyi özlediğini sorduğumda, 'Vatanım, kızım ... Vatanım! Vatan gibi hiçbir yer yok. Ben on altı yaşımda vatanımdan ayrıldım. Gençlik za­ manım o yollarda geçti. İşçi olarak Alrnanya'ya götürdü1 69


ler ama ne dil biliyorduk, ne bir yer biliyorduk. O yazın sıcağında tarlada çalışıyorduk. .. Hem çalıştırıyorlar, hem yemek de vermiyorlar. Yalnız kartlarla beraber biraz patates, un veriyorlardı. Bununla nasıl iş yapabilirsin? Yazın sıcağında uzun çizmeler giyerdim. Çizmeme un doldururdum. Un çıkmasın diye ayaklarımı sürükleye sürükleye giderdim eve.'

1 70


Gerçek de bir oyu n olsayd ı Kının'ın meşhur aktrislerinden olan Ayşe Hanım konuşmasına, bana oynadığı oyunlardan resimlerini gös­ tererek başlıyor. Gorki'nin piyeslerinde aldığı rollerdeki fotoğraflarından Krrırn Tatar kıyafetleri giymiş fotoğraf­ larına kadar onlarca resim çıkarıyor. Tatarca konuştuğu için zaman zaman anlamakta güçlük çekiyorum fakat Refika Osman gerektiği yerde bana tercüme ediyor.

lbrahim Altan, Ayşe Debtanova ve Refika Osman: Ayşe Ha­ nım'ın New York'taki evinde 171


1918 senesinde Yalta'ya yakın olan Dereköy'de do­ ğuyor. Annesi ve babası köyde çiftiçi olarak çalışıyorlar. Annesi on üç yaşındayken babasıyla evleniyor. Sonraları babası köydeki bir zenginin dükkanında satıcı olarak çalışıyor. On üç kardeşlerdi. İki kardeşi küçükken vefat ediyor.

Ayşe hanım'ın ablası, Kırım Tatar elbisesiyle Ablasını on yedi yaşındayken istemeye geliyorlar. On üç çocuğa bakmak zor olduğu için, babası kızına dü­

ğün yapamayacağını ama birbirlerini beğendilerse evle­ nebileceklerini söylüyor. Aslında Stalin'in partisine katı­ lan ablasının eşini, 1937'de 'millet düşmanı' diyerek Si­ birya'ya sürüyorlar. Kısa süre sonra ablasını da Sihir1 72


ya'ya sürüyorlar. Eşini Stalin hükürnetine karşı diye tu­ tukluyorlar. Ablasını da eşini bu görüşlerinden dolayı Sovyet polisine bildirmediği için tutukluyorlar. Bir ba­ kınla ablasının da düşman işbirlikçisi olduğunu öne sü­ rüyorlar. Daha sohbetimizin başında ortaya çıkan bu hikaye, Sovyetler Birliği'nde 1930'ların başından Soğuk Savaşı'n bitimine kadar olan akıl almayacak paranoyayı hatırlatıyor. Diğer röportajlarda da bahsedilen 'anayı babaya düşman etmek' durumun doğruluğunu bir kez daha gösteriyor.

Bir piyesten: Ayşe Hanım ve eşi

Beş sene sürgünde kaldıktan sonra ablasının bıra­ kılması gerekiyor. Fakat o sırada 2. Dünya Savaşı başlı1 73


yor ve ablasını da, eniştesini de serbest bıraknuyorlar. Ayşe Hanım da 1938'de Kırım'dan Tacikistan'a sürülü­ yor ve ablasının izini kaybediyor. Aynı sene yine bir ti­ yatrocu olan eşiyle evleniyor. Sürgünden kurtulunca ablasının Kırım'daki adresine mektup yazıyor. Fakat Kırım'da hiçbir Tatara ulaşamıyor. Bu yüzden ablasın­ dan yine haber alamıyor. O zaman da Kulakları sürüyorlar. Ablası bu sırada hala ailesini arıyor ve eski eşinin izin kaybediyor. Bir gün ablasına Kırimskaya Zeynep diye birisinin onu ara­ dığını söylüyorlar. Bu kişinin aracılığıyla Kulaklardan biriyle evleniyor. Aradan seneler geçiyor, sürgünde ço­ cuk.lan oluyor. Evlilik teklifi geldiğinde, ablası bir şart koşuyor: Ayşe Hanım'ın bulunması ve onun koruması altında olması. Uzun süre ablasından bahsediyor. Bunun sebebi ise Ayşe Hanım'ın beş yaşında annesini kaybetmesi ve abla­ sının ona annelik yapması. 'Ben ona taptım' diyor Ayşe Hanım ablası hakkında. Sürgünde beş kilometreden öteye gidemiyor, gider­ lerse NKVD tarafından cezalandırılıyorlar. Her ay gidip yaşadıklarını ve yeni doğanları rapor etmeleri gerekiyor. Bu sırada Ayşe Hanım atom bombası yapılan bir nükleer santralde çalışhğını söylüyor. Bir gün Ayşe Hanım'a içinde ablasının adresi yazan bir mektup ulaşıyor. Bunun üzerine Ayşe Hanım bir gece gizlice trene binip, saklanarak ablasını bulmak için kamptan kaçıyor ve yola düşüyor. Ablasını buluyor ve kavuştuklarında büyük bir sevinç yaşıyorlar. Sonra Ayşe Hanım ablasını yanına getirmek istiyor. Bunun için de 1 74


sahte bir döküman hazırlamaları gerekiyor. Mecit adında bir arkadaşıyla bu konuda konuşuyor. Mecit de başka bir arkadaşının vasıtasıyla bu dökürnanı hazırlayıp Ayşe Hanım'a gönderebileceğini söylüyor.

Ayşe Hanım ve tiyatro ekibi savaş s ı rası nda cephede Kızıl Ordu askerlerine oynarken

Bunun üzerine Ayşe Hanım dökürnanı almak için Leninabad şehrine gidiyor. Geri dönüp ablasını da alı­ yor. Fakat ablasıyla kaçarlarken NKVD ablasını yakalı­ yor ve tekrar sürgüne gönderiyor. Bu sefer Ayşe Ha­ nım'a çok yakın bir yere gönderiliyor. Ayşe Hanım 'Sür­ günden sürgüne koyuyorlar' diyor. Ona annelik yapan ablasının hakkını ödemek için elinden geleni yapıyor. 1 75


Ablası artık yakın oturduğu için ona her şeyde yardım ediyor.

Ayşe Hanım ailesiyle sürgündeyken

Sürgünden sonra savaş zamanında Kırım'a dönüyor­ lar. Onlar vardıkları suada, diğer Kının Türkleri Alman­ larla vapurlara binip yaklaşan Rus işgalinden kaçmış oluyor. 'Biz Almanları kaçırdık' diyor. Almanlar çekilir­ ken herkesin çalıştıkları yerlere dönmesini söylüyorlar. Fakat Ayşe Hanımların tiyatrosu savaş başlayınca ka­ pandığı için dönecekleri bir yer yok. Tiyatronun başka­ nıyla konuştuklarında, halklarına oyun sergilemeye de­ vam etme karan alıyorlar. Akşam yediden sonra sokağa çıkma yasağı olduğu için oyun saat beşten yaklaşık alh 1 76


buçuğa kadar sürüyor. 'Yanın saat eve kaytmaya (kaç­ maya) veriyorlardı' diyor.

Ayşe Hanım oynadıQı rollerden birinde

Ailesiyle Romanya'ya çıkıyor. Bu sırada Romanya'ya Ruslar geliyorlar ve bütün Kırım Türklerini trene bindi1 77


rip, anlan Kınm'a götüreceklerini söylüyorlar. Ayşe Ha­ nım

yoldan 'Gidiyoruz gidiyoruz bitmiyor... Bitlendik,

kurtlandık. Bir su vermiyorlardı.

Vaziyet pek ağudı'

diye bahsediyor. Tren istasyonlarda değil de sakin yer­ lerde duruyor. Durduk.lan zaman o bölgenin halkı yiye­ ceklerle geliyor ve trendekiler ellerinde ne varsa, belki bir bluz, yiyeceklerle değiştiriyorlar. Trende tuvalet yapı­ lacak yer olmadığında ve tren çok nadir durduğundan yemek bile yemiyorlar tuvalet ihtiyaçları olmasın diye. Hayvan vagonlarında bir buçuk ay süren yolculukta tiyatro grubundan bir kadının çocuğu doğuyor.

'O

bala

(çocuk) üç gün koynumuzda yattı. Açmıyorlardı kapıyı. "Bala öldü, bala öldü" diye ba­ ğırıyorduk Rusça. Hiç açmıyorlardı. Ağlaştık, sızlaştık' diyor. Nihayet sakin bir yere geldiklerinde kapı açılıyor.

O

zaman çocuğu, Kazakistan'da, gömebiliyorlar. Tren­

den indiklerinde kendilerini yine Orta Asya' da buluyor­ lar. Kamplara vardıklarına bitli olduklarından bütün elbiseleri yakıyorlar, yıkanıyorlar. Barakalara yerleştirili­ yorlar. Nükleer santral için çalıştıklarında toprakta taş (uranyum) aradıklarını söylüyor. Üstlerine koruyucu hiçbir şey, bir maske bile, verilmiyor. Kamplardayken kızı yeralh gruplarında çalışıyor ve Kınm'la ilgili gizli yayınlar basıyorlar. Eşiyle savaş zamanında da beraber olduklarını söy­ lüyor. Nasıl olup da eşinin askere alınmadığını sordu­ ğumda, alındığını, hatta tiyatro grubundan başka insan­ ların da Rus ordusuna katıldığını söylüyor. Tiyatro grubundan bahsederken, savaş zamanında hükümetin anlan Dağıstan' a yollamak istediğinden bah-

1 78


sediyor. 'Bir tane Kırım tiyatrosuyduk. Bizi saklayacak oldular. Rus tiyatrosuyla bir binada çalışıyorduk. Bütün halkınuz biliyordu bizi' diyor. Fakat halkını bırakmak istemeyen Kırım Tatar tiyat­ rosu, saklanmayı reddediyor. 'Biz vatanımızda oturup, ordumuza, milletimize bakacaktık' diyor. Hepsi kaldık­ tan sonra, tiyatroları savaşta, cephedeki Sovyet askerle­ rine oyunlar sergiliyorlar. Tepelerinden uçakların geç­ mesine rağmen oynuyorlar.

Cephedeki oyunların birinde çekilmiş tiyatro grubunun fotoğrafı Sohbetimizi bitirdikten sonra elinde defterlerle geli­ yor. Bütün hayatını yazdığı bu defterlere bakabileceğimi söylüyor. Fakat Rusça yazdığı için güzel fırsatı değerlen-

1 79


diremiyorurn. Bu srrada yanımızda bulunan Refika Ha­ nım, 'Bunların yazılması gerek. Ne kadar kaleme vuru­ lursa o kadar faydamıza' diyor.

1 80



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.