Abdullah Battal Taymas - Rus İhtilalinden Hatıralar

Page 1



ABDULLAH

B. TAYMAS

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR 1917 - 1919

İKİNCİ BASIM

İSTANBUL 1968

ÖTÜKEN YAYINEVİ Nuruosmaniye Cad. No: 36/7

Cağaloğlu Tel:

_

İstanıbul

27 84 41



Ötüken Yayınlan : Nu: 21 Hatırat Serisi Nu: 1

Dizildi�i Yer Basıldığı. Yer Kapak Baskısı Kapak Kompozisyonu

Yüksel Mat baa&ı

Ahmet Sarı Matbaası Saygı Stüdyo Sayılı Matbaa



İhtilalin başlangıcı 1917 yılı, rumi takvime göre Şubat sonları idi. O günlerde ben Avrupa Rus­ ya'sının önemli merkezlerinden biri olan ve bizce tarihi bir şehir sayılan ; nüfusunun, hiç olmazsa, beşte biri Türklerden ibaret bulunan Kazan'da bir Türk gazetesinin yazı lşleri müdürü bulunuyor­ dum. 27 Şubat ( 12 Mart) günü « Rusya Telgraf Ajansı» akıllara durgunluk verecek kadar önemli bir haber getiriyordu : Petrograd'ta Devlet Duma­ sında ( Rus parlamentosunda) ki «Terakkisever Blok» ( Rusçası « Progressivnıy Blok » ) bir G€çici Ko mite kurmuş ve bu Komite eski hükumeti devirerek, iktidarı ele almış bulunuyordu. Bu , gerçekten, memlekette bir ihtilal başlangıcını gösteriyordu. Kazan'da halkın sevincine payan yoktu. Hareket, coşkunluk ve kaynaşma alabildiğine gidiyordu ; on­ dan sonraki günlerde de merkezden bir düziye he­ yecan verici haberler alınıyor ve baş döndürücü emirler yağıyordu. -

Ajans bültenlerinde, Petrograd ( 1 ) ve Moskova gazhelerinde ihtilalin başlangıcı şöyle tasvir edili­ yordu : ( 1 ) Eskiden Peterburg veya Petersburg adını taşıyan Rus­ ya başkentinin adı o günlerde Petrograd olmuştu. 1924 se ­ nesinde Lenin'in ölümü münasebetiyle Sovyet hükômeti, o zaman artık başkent olmayan bu şehrin adını Leningrad'a çevirmişti.


8

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

O sıralarda harp dolayısiyle taşıt işlerinin çığı­ rından çıkması yüzünden, memleketin bir kenarında bulunan başkent Petrogradta geniş halk kütleleri için korkunç bir geçim zorluğu ve yakıt kıtlığı hü­ küm sürüyordu. Kadınlar ve çocuklar şimalin şid­ detli soğuğunda saatlerce «kuyruklar» da duruyor­ lardı. Üşüye titreye uzun zaman bekledikten sonra alacakları şey bir kaç gram ekmekten, veya et ve yağdan ibaretti. Bu «kuyruklar» da sıra bekliyenler arasında ardsız arasız homurdanmalar, söylenme­ ler, bağırıp çağırmalar, iş başındakilere sövüp say­ malar ; şu veya bu bakanı veya generali atıp tut­ malar hiç te eksik olmuyordu. «Siyasi» dedikodular da gırla gidiyordu. Bu « kuyruklar» da hükumet ve harp aleyhinde usulcacık propaganda yapanlar da olmuyor değildi. Nihayet, bu memnuniyetsizlik ve şikayetler bir «karı isyanı» şekline dökülmüştü: Ka­ dınlar ve çocuklar kenar mahallelerden «ekmek is­ teriz, odun isteriz!» gibi sözlerle bağıra çağıra, baş­ kentin merkezlerine doğru yürümeye başlamışlardı. Bu bir işaretti, bir başlangıçtı. Bir müddet sonra bu halk hareketine işçiler ve hatta askerler de ka­ tılmıştı. .

Ayaklanan halk kütleleri de, ihtilal bayrağı açan işçilerle askerler de Devlet Dumasının ( Rus parlamentosunun) toplantı yeri olan Tauride Sara­ yına ( Rusçası: Tavriçeskiy Dvorets) doğru akışı­ yorlardı. Çünkü bu 4 üncü Duma berbat bir seçim ka­ nununa göre seçilmiş olmasına rağmen, iyi kötü hal­ kı temsil eden bir kurumdu. Son günlerde hükume­ te karşı büyük bir gayretle savaşıyordu. Nihayet o sıralarda memlekette Duma'dan başka teşkilatlan­ dırıcı bir merkez de bulunmuyordu. Bundan dolayı­ dır ki, o günlerde cephedeki Genel Karargahında


RUS İHTİLALİNDEN HATIRAIAR

9

bulunan başkomutan Çar İkinci Nikola, Duma'yı bir ihtilal ocağı sayarak, onun dağıtılması için 26 Şu­ batta (11 Martta) bir buyurultu çıkarmıştı. Aklın­ ca bu tedbiriyle ihtilal afetini önliyeceğini düşünü­ yordu. Ancak saylavlar bu emre boyun eğmeyip , faaliyetlerine devam etmişlerdi. Yani Devlet Duma­ sı dağılmak istemeyip, evvelce teşkil edilmiş olan « Terakkisever Blok» 13 üyeli bir «Geçici Devlet Du­ ması Komitesi » kurarak, o zamanki prens Golitsin k abinesini düşürmüş ve iktidarı ele almıştı. O sı­ ralarda merkezde iyi kötü biricik halk temsilcileri kurumu olan Duma'nın ihtilal dizginini ele alıp, ona düzgün -bir yön vermek istediği anlaşılmaktadır. Bir müddet sonra bu Komite yerini üyelerinin çoğun­ luğu çeşitli nüanslar taşıyan liberal saylavlardan teşekkül eden ve başında sağcı liberallerden prens İlvov bulunan geçici hükumete bırakmıştı. Bu hü­ kumete Adalet Bakanı sıfatiyle tek bir tane ve pek mutedil ( « Trudovik» y artisine mensup) sosya­ list alınmıştı, ki o da Dtf"ma üyelerinden Aleksandr Kerenskiy idi. Duma, Çan tahttan vazgeçmeye zorlamış, o da 3 (16) M:.:ı.rtt·· yalnız kendi adına değil, oğlu veliahd Aleksey aC. na da tahttan feragat etmiş. Demek 28 yıldan f'.'·· la hüküm süren müstebid hükümdarı devirmek için 5 gün gibi kısa süren bir ihtilal hareketi kafi gel­ miştir. Ondan sonra Çarlık tahtına Nikola'nın kar­ deşi Michel'in ( Mikhail Alekdansdoviç'in) çıkması gerekiyordu. Ancak bu ağır yükü o da üzerine al­ mak istemediğinden, mesele böylece kapanmış oı du. Artık Rusya'da mutlakiyet rejimi (Rusçası : \ Samoderjaviye ) tarihe karışmış oldu. Çüte «iktidar» Peki, bundan sonra Rusya'­ yı kim ve hangi teşekkül idare edecekti ? Duma üye-

Mutlakiyet rejiminin yıkılması

-

·

-


10

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

!erinden teşekkül eden Geçici hükfunet mi? Ne ge­ zer? Çünkü Geçici hükumet kurulur kurulmaz Du­ ma üyelerinden Kerenskiy, Skobelev ve gürcü Çk­ heidze'nin teşebbüsiyle

Petrograd'ta bir «İşçi ve

asker Sovyeti» teşkil olunmuştu, ki başta

üyeleri

menşevik sosyal - demokrat, sağcı sosyalist - re­ volüsyoner (S. R. ) , halkçı sosyalist (Narodnıy sos­ yalist) ve s. gibi partilere mensup mutedil sosya­ listlerden ibaretti. Şimdi artık yalnız kötü bir Du­ ma'nın kurduğu «Bourgeois» lar hükumeti

bulun­

mayıp, ihtilalin baş aktörleri olan işçilerle askerler (erler) in de kendi örgütleri, yani Sovyetleri bu­ lunmaktaydı. Bunlar artık Duma'nın ortaya çıkar­ dığı hükumeti hiçe sayarak, düşüncelerini, tasarı­ larını ve isteklerini kendi Sovyetlerine bildiriyorlar ve arzularını adeta ona dikte ediyorlardı. Sovyet de bu istekleri hükumete ulaştırıyor ve bunların, «ihtilalci halk» ın arzuları olduğunu ileri sürerek, her halde yerine getirilmesini istiyordu. Sovyet üze­ rinde işçilerin, hele «erler» in tazyiki gittikçe artı­ yor ve hükumet üzerinde Sovyet baskısı da o nis­ bette şiddetleniyordu ... Bunun neticesinde Duma'­ nın seçtiği ihtilal hükumeti artık Duma'ya

karşı

değil de Sovyet'e karşı sorumlu bir duruma düşmüş bulunuyordu. Sovyet'le hükumet arasındaki ihtilaflar, çatış­ ma ve çarpışmalar gün geçtikçe artıyor ve genişli­ yordu. Bu suretle, merkezde görünüşe göre, çifte «iktidar» meydana gelmiş bulunuyordu: Bir yanda geçici hükumet, öte yanda nüfuzu belki de

daha

üstün olan başka bir «hükumet» (Sovyet) vardı. Ancak bunlar

gerçekten

birer iktidar (pouvoir) mıydılar? Evet,

meydanda

Sudan iktidarlar

-

bir geçici hükumet vardı ve görünüşte iktidarı ele almış bulunuyordu. Fakat o, fiilen bir iktidar sayı-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

11

lamazdı. Çünkü bir iktidarın, bir hükiımetin devlet­ lik zorlama gücüne malik olması şarttır. Şubat - Mart ihtilalinin vücuda getirdiği

Halbuki Geçicı

hükumet katiyen bu gibi bir güce (kuvvete) malik değildi. Hakikatte o, yalnız iktidar fikrini (idee'si­ ni) taşıyan bir teşekküldü; iktidarın sembolü, oğul­ cuğu

(2) idi. . . Bunu bir parça izah edelim. Eski ik­

tidarın yıkılmasiyle bütün devlet mekanizması da büyük bir hızla yıkılmaya yüz tutmuştu. Merkezde bu hal mutlakiyet rejiminin düşmesiyle derhal baş­ lamış; devletlik yönetim cihazı

hemen çığırından

çıkmış ve devletlik iktidarın bekası, devamı için en ziyade gereken kısımları ise, büsbütün dağılmıştı: Adliye, zabıta gibi devletlik icbar organları tama­ miyle ortadan kalkmış; zabıtanın herhangi bir ik­ tidara herhangi bir hükumete ve rejime hizmet et­ meğe amade bulunan küçük ajan /le memurları bi­ le silip süpürülmüştü; merkezde ·eski polis unifor­

masını taşıyan adamlar bir anda ortadan kaybol­ muşlardı: Ortada genel emniyeti koruyacak hiçbir teşekkül kalmamıştı. Petrograd garnizonunun ihti­ lalci askerleri de yeni hükumet için bir dayanak olamazdı; artık politika ile uğraşan bu askerler hükumet için bir dayanak olmak şöyle dursun, ter­ sine, bir dert, hatta bir tehlike teşkil ediyordu. Bu gibi bir durumda bulunan

«Geçici hüku­

met» in yanısıra teşekkül eden «İşçi ve asker Sov­ yeti» dahi işçilerin ve daha ziyade ordu

erlerinin

şiddetli baskısı altında bulunduğundan, fiilen

bir

iktidar sayılamazdı. Zaten o, kendisi de bir iktidar olduğunu iddia etmiyordu.

KAZAN'DA Petrograd örengi üzerine Petrograd'ta cere­ -

yan eden hadiselerin tıpkısı Kazan'da da geçiyor-

(2)

Oğulcuk

=

Rüşeym, embryon.


12

RUS İHTiı.ı\LiNDEN HATIRALAR

du ; İhtilal merkezinde alınan türlü türlü tedbirle­ rin benzerleri bizde de alınıyordu. Kazan valisi, İh­ tilali benimsediğini ilan etmesine rağmen, görevin­ den atılmış, yerine bir « komiser» tayin edilmişti. Polis teşkilatı kaldırılmış, eski rejimi andırdığı için « polis» adı bile ilga edilip, elçabukluğu ile «milis» kadroları vücuda getirilmiş ; mahkemeler kapatıl­ mış ; hapishanelerin kapıları açılmış; her yanda hummalı örgütlenme ( 3 ) faaliyeti başlamış bulun­ yordu. ( Diğer il ve hatta ilçe merkezlerinde de İh­ tilal bu minval üzere yürüyordu : Oralarda da va­ liler, kaymakamlar tevkif ediliyor, yahut yerlerin­ den atılıyor ; eski adliye ortadan kaldırılıyor, büyü­ ğünden küçüğüne kadar zabıta memurları kovulu­ yor ; cezaevleri boşaltılıyordu ) . Hülasa, gerek mer­ kezde, gerek taşralarda teşrii, idari ve kazai ikti­ darın hepsi ortadan kalkmıştı ; bütün bunlann İh­ tilal devrinin icaplarına göre yeniden tanzim oluna­ cağı söyleniyordu. Türkler arasında Eskiden « Cemiyet-i Hay­ riye» !erinden başka örgütleri .bulunmıyan Kazan Türkleri de zamana, yeni hallere ve şartlara uygun bir tarzda teşkilatlanma hareketlerine başlamışlar­ dı. 1917 Mart İhtilali vukua geldiği zaman Kazan Türkleri bir siyasi teşekkülden mahrum idiyseler de, bereket versin, ki onlar arasında birçok aydın gençler bulunmuyor değildi. Bu, elbette, umut ve cesaret verici bir hal olmakla beraber, ortada bil­ lurlaşmış bir siyasi gayenin, bir milli programın bulunmaması can sıkıcı bir keyfiyetti. O sene Mayıs ayında Moskova'da umum Rusya müslümanlarının birinci kongresi toplanacaktı. İh-

( 3) Örgüt lanma.

=

Teşkilat, teşekkül; örgütlenme

=

Teşkilat­


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

13

tilalin vukua gelmesinden sonra baş gösteren ge­ nel milli emeller, yeni haller ve şartların ortaya çı­ kardığı memleket meseleleri orada görüşülecek; bütün Rusya müslümanları için bir milli - Siyasi program orada tanzim olunacak, belki de, 1905 İh­ tilali günlerinde vücuda getirilmiş olan eski «Müs­ lüman İttifakı» gibi, bir siyasi parti de kurulacaktı. «Milli Şôra.» İhtilalin ilk günlerinde Kazan'­ da bir «Milli Şfı.ra» vücuda getirilmişti, ki müslü­ manların ihtilal neticesinde ortaya çıkan milli ih­ tiyaçları, ve örgütlenme işleri ile meşgul oluyordu, ve « Şfı.ra» nın başına yardımcı avukat Fuad Tuktar geçmişti. Ancak bu « Şfı.ra» nın muayyen bir siyasi programı yoktu ; yalnız pek müphem ve elastiki olan «milli işler» temeline dayanarak çalışıyordu ; kimse bir siyasi parti kurmayı düşünmüyordu ; vaktiyle 1905 ihtilali sırasında Kazan'da önemlice siyasi faa­ liyet gösteren Yusuf Akçura bu sefer meydanda yoktu ; 2 nci ve 3 üncü Duma'larda Kaz�,_-ili müs­ lümanlarının saylavı bulunan ve 1917 ihtilaline te­ kaddüm eden yıllarda Kazan'da avukatlık eden Sadri Maksudi de, nedense, o günlerde Kazan'da görünmüyordu. nende F. Tuktar üzerinde ayrıca duracağımızdan, burada yalnız şunu söyliyelim, ki : Ru kişi 1905 ihtilali sırasında muharrir Ayaz ls­ haki ( İdilli) ve başka bazı gençler ile birlikte Rus­ ların «Sosyalist-revolüsyoner ( S. R . ) » partisinin si­ yasi programını benimsiyerek, Kazan Türkçesiyle "Tanğ Yulduzu» adlı sosyalist meslekli bir gazete •:ıkarmışlar ve o zaman Bourgeoisie partisi saydık­ lnn «Müslüman İttifakı» partisine karşı amansız �ıavaş bayrağı açmışlardı. Bu son ihtilaJ. sırasında ıNP, Tuktar da «Uslanmış» ve millileşmiş bulunuyor ve· tıpkı ondan 12 yıl önceki bourgeois « İttifakçılar» ı < :aspıralılar, Topçıbaşlar, Reşid İbrahimler, Y. Ak­ •:ııralar, Fatih Kerimiler ve başkaları ) gibi davra-


14

RUS İHTİı.Aı.iNDEN llATIRAIAR

nıyordu. Ne denir? «Tempora mutantur et nos mu­ tamur in illes». ( 4:) Şôraeıla.r ve solcular Bu Kazan «Milli Şu­ ra» sı kimi temsil ediyordu? Bu pek belli değildi. «Şiira» mensupları (ki ben de onlar arasındaydım) müslümanlan temsil ettiğini ve müslüman menfa­ atlerini savunduğunu söylüyorlardı. Ancak 11 - 12 sene önce Ayaz tshaki'ler, Fuad Tuktar'lar, Hüse­ yin Yamaşov'lar, Ömer Terigol'lar ve başkalan «Müslüman İttifakı» partisinin zenginler (tüccar­ lar, «burjuvalar», ağalar) ve hocalar partisi oldu­ ğunu, halbuki müslümanlann yalnız bu zümreler­ den ibaret olmayıp, onlar arasında çiftçiler, esnaf­ lar ve ticaret müstahdemleri gibi zümrelerin de bu­ lunduğunu ve bunların menfaatlerini de korumanın gerektiğini ve bu işin sadece «müslümanlık» çerçe­ vesi içinde yürütülemiyeceğini bağıra bağıra iddia ettikleri gibi, bu sefer onların yerine geçen Şehid Ahmediyev'ler, Alimcan İbrahimovlar, Fatih Seyfi­ ler, Mollanur Vahitov'lar ve başkaları aynı iddia ile ortaya atılmışlar ve «Milli Şfıracılar» a karşı sa­ vaş bayrağı açmışlardı. Kazan'daki müslüman «pri­ kazçik» ler (tezgahdarlar) «Şfıra» dan ayrı bir te­ şekkül vücuda getirerek, Şehid Ahmediyev idaresi altında «Avaz» adlı bir Türkçe gazete çıkarmağa başladıkları gibi, Mollanur Vahitov ve arkadaşları da müslüman işçileri örgütlendirmeğe çalışıyorlar ve bir sosyal - demokrat, daha doğrusu bolşevik partisi organı olan «Kızıl Bayrak» gazetesini çıka­ rıyorlardı ... Ter bıyıklı bir genç O sıralarda, eskiden adı asla işitilmemiş olan llyas Alkin adlı bir genç pey­ da olmuştu ki, bu, Kazan'lı Türk avukat Seyit Gi-

-

( 4)

Litince bir özsözdür ve «zamanlar değişiyoır ve onunla

beraber bilz de değtşiyonız» demektir.


RUS İHTİl..ALİNDEN llATIRAJAR

15

ray Alkin'in oğlu olup, harp günlerinde yedek su­ bay bulunduğundan, ihtilal devrinde Kazan'da müs­ lüman askerleri örgütlendirmek işiyle

uğraşın.ağa

başlamıştı. «Milli Şfira» nm başına geçen F. Tuktar eskiden de az çok tanınmış olan orta yaşlı bir kim­ se iken, llyas Alkin belki de liseyi henüz bitirmiş olan ve ihtilal dalgalannın yukarı attığı ter bıyıklı bir gençti...

URALLAR �İNDEN İDİL KIYILARINA 1917 yılının Mart ortalarında ben « Yulduz» ga­ zetesinden kendi arzumla ayrıldım. Nasıl ve neden ayrıldığımı söylemeden, müsaadenizle, bu gazeteye nasıl girdiğimi ve orada nasıl çalıştığımı kısaca an­ latmak istiyorum. tık ga.zet.eler « Yulduz» (Yıldız) gazetesi 1906 yılında, benim daha Rusya'ya dönmemiş oldu­ -

ğum sırada Hadi Maksudi efendi tarafmdaıl tesis olunmuştu. Bu, birinci Rus ihtilalinden sonra

19061907 yıllannda K azan'da çıkmaya başlayan sekiz tane Türkçe gazeteden 1913 senesine kadar sağ ka­ lan

biricik Türkçe gazeteydi. Bu gazete başta siya­

si bir gazete olmaktan ziyade «maliimat-ı nafia» (faydalı bilgiler) veren popüler ve yufka, haftalık bir dergi mahiyetinde olup, içindekilerin hemen he­ men tamamını Hadi Efendi kendisi yazardı. Ancak sonraları müslümanlar arasında bu gibi yeni ve as­ ri bilgiler yayan bir mevkuteye ihtiyaç fazla oldu­ ğundan, gazete yavaş yavaş gelişmiş, tutunmuş ve başyazarın kendisinden başka daha iki üç tane yar­ dımcı yazar alınmıştır; içindeki faydalı tamimi bil­ gilerden dolayı başta bu gazetenin, daha ziyade oku­ ma heveslisi, havadis ve fıkra meraklısı

hocalar,

esnaflar ve köylüler: tarafından okunduğunu söy­ lerlerdi. Sonraları gazetenin hacmi büyümüş, haf-


16

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

tada iki, üç defa çıkmaya ve bazı tanınmış kalem­ leri de çekmeye başlamış ve içindekileri de çeşit­ lenmiş ve genişlemiştir. Urallar ötesindeki Troyskiy şehrinde öğretmen bulunduğum günlerde bu gaze­ tede benim de birkaç yazım basılmıştı.

«Yulduz» a nasıl girmiştim? 1913 yılı Ha­ ziran iptidalarında şimdi anılan şehirde gene benim gibi öğretmen olan Bayan Azize Şamlı ile evlendik ten sonra, yaz ortalarında Kama nehri kıyısındaki Sarapul şehrinden Kazan'a kadar bir vapur seya­ hati yapmıştık. İşte, o zaman Kazan'daki bazı dost­ larım (5) « Sen öğretmen olmaktan ziyade bir mu­ harrirsin ; onun için Troyskiy gibi ücra bir kasaba­ da sönüp kalman doğru değildir. Görüyorsun ki, şu Hadi abzi'nin ( ağabeyin ) «Yulduzu» hala bir şeye benzemedi. Kendisine teklif edelim de seni gazeteye sekreter alsın, sen de bunu kabul et ve şu gazeteyi bir parça yoluna koy!» dediler. Gerçekten, muhar­ rirlik ve gazetecilik benim daha fazla hoşuma gi­ den bir meslek olduğundan ve Kazan gibi önemli bir merkezde yaşamanın mesleki ve fikri gelişmem için daha elverişli olacağını düşündüğümden dost­ larımın bu tavsiyesini kabul ettim, arkadaşlarımın teklifine Hadi Efendi de muvafakat etti. Kazan gibi bir üniversite şehrinde, Rus Jimnazyomundan me­ zun karımın da tahsiline devam ederek şu veya bu türlü bir meslek sahibi olabileceğini de düşünüyor­ duk. ( Gerçekten, eşim Kazan'da dişçi mektebinde okuyup 1917 yılında «diş tabibi» unvanını almış ve muayenehane açıp çalışmaya başlamıştı) . -

( 5 ) Güzel milli hikayeler i ve edebi tenkidleri ile tanınmış bulunan, ihtilalden sonra ( S. R.) partisine intisap eden ve gitgide Bolşevikliğe yazılan ve nihayet, Sovyet hapishane­ sinde ölen muharrir Alimcan İbrahimov da o zaman bana bu teklifi yapanlann baıtında bulunuyordu.


RUS İHTİLı\LİNDEN HATIRALAR

17

Bir ay sonra Kazan'a taşındık, ve bu suretle Ural ötesinden İdil kıyısına gelmiş olduk (6) . « Yulduz» cu Hadi Efendi Tanınmış müellif ve profesör Sadri Maksudi'nin büyük biraderi olan Hadi Maksudi efendi Kazan'daki medreselerin bi­ rinde dini ilimler tahsil ettikten sonra Rus ve İs­ tanbul basınını takip etmek suretiyle gözü ve fikri açılan ve Rusya Türklerine öğretim, eğitim alanın­ da oldukça mühim hizmetleri dokunan bir terbiyeci ve muharrirdi. Kendisi, Rusya Türkleri arasında 19 uncu asrın sonlarında beliren, öğretim usullerini ıslah etme teşebbüsünden ibaret olan «Usul-ü cedit» cereyanının öncülerindendir. Kırım'da, Bahçesaray' da, «Zincirli medrese» de öğretmenlik ettiği sırada meşhur Türkçü muharrir ve gazeteci İsmail Caspı­ ralı ile temaslarda bulunmuş ve onun talim ve ter­ biye meseleleri hakkındaki tasarılarını ve Türk dün­ yasının bugününe ve yarınına dair düşüncelerini öğrenmişti. « Usul-ü cedit» çi olan Hadi Efendi asıl yazar­ lık hünerini mektep kitapları yazmak alanında gös­ termişti. «Muallim-i Evvel » « Muallim-i Sani» gibi alfabe kitaplarından başlayarak, çeşitli ilm-i haller, ibadete ve muamelat-ı diniyeye ait derslikler, Türk dili sarfına ve nahvine dair eserler Arapçayı, Rus­ çayı ve hatta Fransızcayı kolay öğrenmeye yardım edecek olan türlü türlü kitaplar hep onun kalemin­ den çıkmıştır. Kendisi nazariyatçı ve fikriyatçı ol­ maktan ziyade bir metotçu ve tatbikatçı oldu­ ğundan, yeni Türk mekteplerine ders kitapları yetiştirmeye çalışır ; bu alandaki ihtiyaç ve istek­ leri dikkatle takip eder; piyasada sürümü olmıyan şeyleri yazmaz ve boş yere kalem depretmezdi . -

(6)

Volga ırmağının Türkçe adı İdil'dir. Rus İhtilıi.llnden Hatıralar: F: 2


18

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

Onun, Rusçadan öğretim, hele dil öğretimi, usulle­ rine dair eserleri çok okuduğu anlaşılmaktadır; me­ tod tarafının çok kuvvetli olmasından dolayı olsa gerektir ki, hiçbir Rus mektebinde okumadığı, Rus­ çası hayli zayıf olduğu halde Türklere Rusçayı ko­ lay öğrenmeye hizmet edecek olan «Rusistan» kita­ bını ve Fransızcayı hemen hiç bilmediği halde, aynı mahiyette olan «Frengistıµı» adlı eserini yazıp çı­ karmıştı; sürümlü bu kabil

mekteplik kitaplardan

o, epey para da çıkarıyordu. Hadi Efendi akıllı, temkinli ve bilgili olmakla beraber, evhamlı ve kuruntulu bir kimse olduğun­ dan, iyi bir gazeteci olamazdı; iyi bir gazeteci ol­ mak için bir parça cesaret, atılganlık, girginlik ve hatta biraz da ataklık lazımdır. Ben gazeteye yeni ruh, yeni yönet (veçhe) vermeye özendiğimden, o ise, mütereddit, çekingen ve ürkek tavrını muhafa­ za etmeye çalıştığından, aramızda iki de bir tar­ tışmalar ve ihtilaflar da olmuyor değildi. Kendisi­ ni benden daha bilgili ve daha çok tecrübeli sayan Hadi Efendiye hazan birtakım çok doğru ve makul şeyleri kabul ettirmek için de hayli nefes tüketmek ve çene yormak icap ediyordu. Gazete sahibi baş­ muharririne karşı benim tarafımı tutan başka bir kimse de yoktu; çünkü öteki yazarlar hep Hadi E­ fendi ekolünde yetişmiş olan kimselerdi... Aslında çok hoş ve iyi

tabiatli olan bu kişi,

münasebetli münasebetsiz övünmeyi ve çalım

sat­

mayı severdi. Bazan çok tuhaf ve çocukça şekiller alan bu övünmeler arada bir «Yulduz» sütunlarına da geçerek, öteki gazetelere ve hele mizah varaka­ larına alay ve eğlence konusu da teşkil ederdi. Ben bu kabil şeylerin gazeteye geçmemesi için çok uğ­ raşır, fakat her zaman muvaffak olamazdım. MP­ sela, Hadi Efendi aceleyle

sudan bir şey yazarak

onun başmakale yerine konulmasını isterdi ;

bPn


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

19

ise allem eder, kallem eder, onu, gazetenin, mesela üçüncü sahifesine bir fıkra yerine koyardım. Anla­ şılan, bizim başyazar, ciddi bir gazetenin başmaka­ lesinin ne mahiyette olmasının gerektiğinin farkın­ da değildi, yahut kendi kaleminden çıkan her şeyin her halde gazetenin başköşesine konulmak hakkını haiz olduğuna kani idi. Hadi Efendi siyasi veya milli, içtimai bir konu üzerine makale yazdığından kesin bir fikir söyle­ mekten kaçınarak, equivoque'lı

(iki türlü manaya

gelebilen) cümleler kullanmaya çalışır veya ihbari cümlelerden sakınarak, sorulu (istifhamlı) terkipler kullanmayı üstün tutardı. Ben bu hususta Türki­ ye'nin belli-başlı gazetecilerinden «Vakit» başyaza­ rı Asım Us ile Hadi Maksudi arasında açık bir ben­ zerlik görmekteyim.

Küçük bir ihtilaf neticesi

-

Her neyse, sevimli

ve iyi kalbli merhum Hadi Efendi ile iyi kötü dört sene işbirliği yaptık; kim ne derse desin, ben

bu

dört yıl içinde « Yulduz» gazetesine az çok ciddi ve yeni ruh verebildiğime kaniim; eskiden haftada iki, üç defa çıkan gazete, benim sekreterliğim zama­ nında haftada beş defa çıkıyordu; derken vukua geldi; daha engin ufuklar açıldı ve

ihtilal

daha ge­

niş faaliyet alanlan gözüktü; artık ben bu gazeteye bağlı kalamazdım. O sırada benim gazeteden ayrıl­ mamı tezleten bir vak'a da oldu ki, şundan ibarettir: Belli olduğu üzere Çar İkinci Nikola

1917 se­

nesi 16 Martta hem kendi, hem veliahd oğlu Alek­ sey adına tahttan feragat etmişti. Bu haber Kazan da alınır alınmaz ben sabık Çar hakkında gazetede basılmak üzere bir başmakale yazdım; makaleyi Hadi Efendi de tasvip eylemişti. Matbaaya verdik; ancak ertesi günü makalemin amansız bir sansür­ den geçmiş gibi, fena halde kırpılmış olarak çıktı­ ğını gördüm; halbuki ortada hiçbir sansür kalma·


20

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

rnıştı, gereğinden fazla bir basın hürriyeti devrin­ deydik; şaşırmıştım; matbaaya koştum ve bunun sebebini sordum;

anlattılar: Meğerse o akşam Ha­

di Efendi belediye üyelerinin bir toplantısına git­ miş, orada kimi sağcı - monarşist üyeler,

Çann

tahttan düşmesine acele sevinmenin doğru olnııya­ cağını, çünkü bu gibi ihtilal zamanlarında hallerin çabuk değişmesi mümkün olduğunu ve baskı altın­ da tahttan feragat eden Çarın da bir müddet sonra iktidarı yeniden ele alabileceğini söylemişler imiş. Bizim kuruntulu ve evhamlı Hadi Efendi bu söz­ lerden tel§.şa kapılmış ve benim makalemi hatırla­ mış; bundan, kim bilir ne gibi fena sonuçlar çıka­ bileceğini düşünmüş ve derhal gecenin geç saatle­ rinde «Ümid» basımevine koşmuş ve kolları sıvaya­ rak bizim makaleyi adamakıllı «kuşa benzetmiş» ve «işte oldu!» diyerek, bu kesik, kırpık, sakat maka­ leyi, altındaki benim imzamla basılmasına müsaade etmiş ... Bu durum karşısında ben ne yapabilirdim? Ben şunu yaptım: Derhal Hadi Efendiye bir mektup yazarak, makalemin kendisi tarafından kırpılmamış ve «düzeltilmemiş» eski şeklinde yeniden basılma­ sını istedim ve bu teklifim kabul edilmediği takdir­ Efendi de gazeteden çekileceğimi söyledim. Hadi benim bu teklifimi kalımı etmediğinden ben de «Yul duz» dan ayrıldım ve bunu « Kuyaş» gazetesine ver­ diğim bir mektupla okurlarıma da bildirdim.

TüRKİSTAN YOLUNDA Bir heyet

-

Kazan «Milli Şurası», Türkistan'a,

oralı Türklerin örgütlenmelerine yardırrtlarda bıu

..

lunmak amaciyle bir heyet göndermeğe karar ver­ di; o zaman Moskova'da oturan muharrir Ayaz İs­ haki bu heyetin bir üyesi olarak,

«

Yulduz'dan istifa

eden A. Battal» ın da alınmasını teklif

ediyordu


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

21

(«İl» gazetesinde); «Şura» tarafından bana bu

hu­

susta teklif yapıldı, ben de kabul ettim. Hafızam be· ni aldatmıyorsa, Haziranın haftasında Kazan iske­ lesinden bir İdil (Volga) vapuruna binerek Sama­ ra'ya (bugünkü Kuybişev'e) gittik. Bu heyetin için­ de benden başka Kazan Tıp fakültesinden İzzettin Seyfülmlıluk, Beyrut Amerikan kolejinden

mezun

muallim Burhan Habip vardı. Samara'da

trene bin­

dik; ancal{ Türkistan'ın

Taşkent'e

merkezi olan

doğruca gitmeyip, yolumuz üzerindeki Orenburg şehrine inip iki; üç gün kalmayı düşündük. İzzet­ tin'in ailesi Orenburg'da oturuyordu; benim de bir ağabeyim ve bir küçük kardeşim bu şehirde yaşı­ yorlardı; gayemiz yalnız

akrabalarımızla

görüş.

mek olmdyıp, Türkistan'a önemli bir ödevle gider­ ken bu şehirdeki Türk aydınları ve cemiyet adam­ ları ile de temaslarda bulunmak istiyorduk.

Türkistan'ın eşiği

-

' Bugün Samara'dan , Taş.

kent'e doğru uzanan büyük demiryol üzerinde, UraJ dağlarından çıkarak, Hazar Denizine dökülen Ural nehrinin sağ kıyısında bulunan ve Moskova'dan

1770 küsur km. mesafede vaki olan Orenburg şeh­ ri o zaman Kazan Türklerinin ikinci fikir ve kültür merkezi sayıldığından ve eskiden Rusların Başkırt Türkleri topraklarını ve Türkistan'ı istila

hareket­

lerinde önemli rol oynadığından ve Orta Asya'nın adeta bir eşiği olduğundan, onun üzerind� bir par­ ça durmak istiyoruz.

Orenburg kalesi

-

İlkönce

1735 yılında Oren­

burg isimli bir kale, İmparatoriçe Anna İonovna'

·

nın emriyle Başkırt ve Kazak Türklerine karşı sa­ vunma noktası olmak üzere, Or çayının Ural (Ca­ yık) ırmağına döküldüğü yerde kurulmuştu;

sonra

yerini üç defa değiştirerek ve eski adını muhafa­ za ederek, 1743 yılının Nisanında şimdiki yerine Ural suyunun yüksek sağ kıyısına kurulmuştur.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

22

Az bir müddet sonra gayet geniş bir ülkenin

idari

merkezi, askeri kalelerin stratejik düğüm noktası, Orta Asya ülkeleriyle ticari mübadelelerin ve dip­ lomatik münasebetlerin özegi

(7) Kazak (8) bozkır

larını ve Orta Asya Türk illerini istila için önemli bir üs olmuştu. Kazak stepleri ve Türkistan hanlık­ ları ile ticari münasebetleri kolaylaştırmak için Ca­ yık suyunun ötesinde (güneyinde)

bir

«Menovoy

Dvor» (mübadele alanı) da vücuda getirilmişti. Bü­ yük, deve kervanları, ve at sürüleri Buhara, Hive, Hokand, Taşkent ülkelerinden, Akmola ve Torgay eyaletlerinden buraya akışıyordu. Yüksek duvarla çevrilen, birçok sıra dükkanları, depoları ve ambar­ ları içine alan «Menovoy Dvor« (ki oralı

Türkler

düpedüz «Menawnıy» derlerdi.) bir nevi Şark çar­ şılarını andırıyordu.

Gelişen şehir

-

yet (il) merkezi oldu;

1744 yılında vila­ 1874 - 1877 yıllarında İdil kı­

Orenburg,

yısındaki Samara şehrine bir demir yolu ile bağ­ landı; 1905 - 1906 yıllarında bu demir yolu Türkis­ tandaki Taşkent'e kadar uzatıldı. Rusya

ve Orta

Asya mallarının aktarma ve transit noktası olması hasebiyle Orenburg'un iktisadi önemi arttıkça artı­ yordu.

Başkırt hareketleri

-

Eski Çarlık Rusyasının

sömürgecilik politikasının ön karakolu olan

Oren­

burg kalesi, müstevlilere karşı birkaç defa ayakla­ nan Başkırt Türklerinin amansız mücadele sahnesi olmuştur. İlk önce binlerce Başkırt ve Kazak Türk( 7 ) Merkezi. ( 8 ) Eskiden Rus ve Frenk tarih, coğrafya ve etnoğrafya eserlerinde K.irglZ (Kırgız) diye anılan Türk kavmi kemli­ sint Kazak diye beller. Bugün bu isim Sovyet resmi diline de alınmış, fakat onları Rus Kazaklannda:n. ayırdetmek için olacaktır ki, bu dlide bu söze Kazakh şekli verilmiştir.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

23

leri kale ve istihkamlar kurmak için zorla sürülür­ lerken, Başkırtlar buna şiddetle karşı koymuşlardı; adeta bir ayaklanma başgöstermişti. Kıyamı bas­ tırmak için gönderilen general Kirillov müfrezesi. yolda giderken Başkırtların hücumuna uğramıştı. Ondan sonra vukua gelen askeri ayaklanma gayet geniş ve şiddetli olduğundan, Başkırtlığa büyük

as·

keri kuvvetler sevketmek mecburiyeti hasıl olmuş­ tu. Merkezden kesilmiş olan

Orenburg

kalesinin

garnizonu açlıktan öleyazmıştı. Bu kıyam

yalnız

1740 yılında bastırılabildi, ve cezalandırma pek gad­ 9.488 kişi sallandırıldı; 3.101 kişi kü­ rek cezası giydi; 6.399 kadın ve çocuk zengin Rus çiftlik sahiplerine dağıtıldı; 396 Başkırt köyü ateşe verildi ( 9 ) . Pugaçov isyanı - 1773 yılında Don Rus �a­ darane oldu:

zaklarından Yemelyan Pugaçov adlı bir adam, ken­

2 nci Katerina'nın kocası olup da, karısının emriyle boğdurulan 3 üncü Petro süsü vererek, Ural

disine

ve İdil havzalarındaki mazlum ve

mağdur

yerli

halkların (Başkırt, Kazak ve Tatarların) ve dini ta­ kiplere uğrayan «raskonlik» denilen Rus mutezile­ rinin, bir bölüğünü"başına toplayarak, «Bir Alman karısının tahakkümünden kurtarmak» şiarını orta­ ya atmak ve herkese dini hürriyet ve iktisadi refah vadetmek suretiyle Katerina rejimine karşı

isyan

bayrağı kaldırdığı tarihten malumdur. Pugaçov, fa­ aliyetine ilk önce Uralsk (Cayık) Kazakları arasın­ da başlamış idiyse de, çarçabuk,

isyan

hareketi

için daha elverişli olan Orenburg yöresine (Başkırt­

6 ay ( 5 Ekim 1773 - 23 Mart 1774) muhasara altında tutmuştur. O zaman kalede 3 bin asker ve 70 top vardı. 177 4

lığa) geçmiş ve Orenburg kalesini

(9)

Başkırt kıyamlan hakkında bakınız: A. Battal: «Kazan

Türkleri» İstanbul 1925.


24

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

yılının ilk yazında Tatişçevo yanında yenilen Puga­ çov, şehrin muhasarasını kaldırmıştı. Bu suretle Orenburg çetecilerden kurtarılmış ise de, bununla Pugaçov hareketi sona ermiş değildi. Altı ay kıy­ metli zamanını Orenburg'un muhasarasiyle boşuna geçiren Pugaçov, yeni kuvvetler toplayıp İdil kıyı­ larına doğru

yurumeye

başlamış ve

1774 yılı 12

Temmuzda Kazan şehrine girmiş ve onun pazar-çar­ şı kısmını yakmıştı. Pugaçov isyanı bastırıldıktan

sonra,

Oren­

burg yalnız Orta Asya'nın istilasını yürütmek, dip­ lomatik görüşmeler ve mağlupları yargılama ve ce­ zalandırma merkezi olmuştur. Ancak Orta Asya'da Rus istilası genişledikçe Orenburg kalesi stratejik ehemmiyetini kaybetmişti.

ESKİ HATIRALAR 19 uncu asrın sonları idi . . . - Geçen asrın 90 ıncı yıllarında, küçük yaşımda Samara ilindeki kö­ yümden tahsil için geldiğimde, Orenburg artık şından geçirdiği eski olayları ve

ba­

maceraları unut­

muş; her yanda güvenlik yerleşmiş; 18. asırda yük­ selen toprak tabyaların yanlız tatlı ve tatsız geçmi­ si andıran izleri kalmış, ve şehir

oldukça düzenli

büyük bir Rus vilayet merkezi kılığına girmiş bu­

1897 yılı genel nüfus sayımına göre 0renburg'un nüfusu 72.740 kişiden ibaret olup, bu­ nun 12.975 i müslümanlar, demek Türkler idi (10) . lunuyordu.

Şehir, doğuya doğru ··uzanan, ta Ural dağları­ (vilayetin) nın ötesine geçen gayet geniş bir ilin merkezi olup, Yerşov adını taşıyan, iri yapılı, uzun sakallı ve kırmızı çehreli o zamanki vali (guberna( 10) Nüfus sayımına dair bu bilgiler Rusça (Ansiklopedi) den alınmıştır; Petersburg, 1897.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

25

tor - nakaznıy ataman) bu geniş ülkeyi «Kervan Saray» binasında oturarak idare ediyordu. Kumluk bir yerde bulunmasına ve yazın sık sık kum fırtınalarının başgöstermesine rağmen, şehir­ de oldukça büyük bahçeler de vardı; şehrin önemli bir meydanında muhteşem katedralin inşası

henüz

tamamlanmıştı. Daha o zaman, nedense, şehirde iki tane askeri lise (kadetskiy korpus) vardı; bundan başka orada erkek ve kız gimnaziaları (liseleri), Ni­ kolayev kız enstitüsü, öğretmen enstitüsü, dini se­ minaria, askeri sıhhiye memurları okulu, Kazak Kırgız öğretmen mektebi, kız misyoner mektebi bu­ lunduğu gibi, müze, Şehir

tiyatrosu,

Kimsesizler

yurdu (Darülaceze); silah ve mühimmat

deposu,

birkaç tane banka ve gümrük idaresi de bulunuycı,.r­ du.

Karnaval günleri

-

O devirde, demek

19 un-

cu asrın sonlarına doğru, kışın «Maslenitsa» (Kar­ naval) günlerinde, hali vakti yerinde olan Rusla­ rın çift (para) veya üç at (troyka) koşulmuş olan kızaklarla kafileler halinde Nikolayevskaya cadde­ sinin bir ucundan öbür ucuna ileri geri

koştukla­

rını seyretmekle eğlenir ve zevk alırdık. Buna müs­ Iümanlar katışmadıklarından, «bu fani dünyada bu gibi eğlentiler yoksa yalnız «kafirler» e mahsus mu­ dur?» gibi bir sual zihnimizi kurcalıyor idiyse

de, buna doğru dürüst bir cevap veremiyorduk. «Onlar» ın böyle yürük atlar koşulan süslü kızaklarda, sağ­ lam, soğuk havada, bütün dünya ve içindekileri unuturcasına erkekli kadınlı eğlendiklerini; müslü­ manların ise, bunları hayranlıkla temaşa

etmekle

yetindiklerini görerek, aklımıza bir de şu sual geli­ yordu: " Neden böyle? Tabii, bu suale de sadra şifa ve­ recek bir cevap bulamayıp, yalnız o zaman müslü­ manların, bu eğlenen, oynayan, gülen, tiyatrolara


26

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

giden, erkekli kadınlı «açık saçık» bahçelerde gezen kışın süvareler, yazın piknikler tertip eden, erkek ve kız çocukları üniformalar giyip, öbek öbek, çe­ şitli mekteplere gidip gelen; erkekleri caket, pan­ talon giyen, kravat takan; kadınları

sımsıkı

giyen, baş ve yüz örtmenin ne olduğunu

esvap

bilmeyen

insanlardan mürekkep bir topluluk içinde kendileri­ ne has ayrı bir «alem» olduklarını, öteki insanlar gibi, «açık saçık» gezip tozmanın, oynayıp gülmenin, hulasa, onlara benzemenin belki «günah» olacağını düşünüp avunuyor ve boynumuz bükük evlerimize dönüyorduk . . . Kriııolin et.ekliler Bir de o zaman şehir so­ -

kaklarında gezen birtakım Rus kadınlarının artla­ rının gayri tabii bir şekille kubbe veya tümsek gibi kabarık ve şişkin durmasına cidden şaşıyorduk. Bu­ nun o sıralarda moda olan crinoline (krinolin) etek­

19 uncu asırda bu etek­ 18 inci asırda moda olan «panier» denilen etek­

lik giymekten ileri geldiğini; liğin

liğin yerine geçmiş olduğunu daha sonraları öğren­ miştim. Demek, o devirde Paris

modası olan

bu

eteklik, bir Ortaçağ hayatı geçiren Türkistan'ın eşi­ ğinde bulunan bir R1;1s şehrine kadar yayılmış bulu­ nuyordu. Halbuki o zaman bizim Orenburg'taki müs­ lüman kadınları bile henüz sokağa «çapan» (birçe­ şit Buhara hırkası) ile örtünüp çıkarlardı.

Kötü bir operet

-

Bu devirden daha bir «içti­

mai» olayı hatırlamaktayım ki, o da şudur: Mem­ leket içinde turneye çıkan bir Rus operet trupu gü­ nün birinde Orenburg'a da gelmişti. İşte, bu

trup,

repertuarında bulunan operetlerden «Muhammedin Cenneti» adlı operetin sahneye konulacağını

bildir­

mek için, duvarlara afişler yapıştırmıştı. Bu vaziyet karşısında, şehirdeki bütün müslüman ahali galeya­ na gelmişti: Şehrin muteberanından temsilciler se­ çilip «politseymeister» e (emniyet müdürüne) ve va-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

27

liye gönderilmiş, gereken makamlara dilekçeler rilmiş, bu operetin

oynanmasının

ve­

müslümanların

dini hissiyatını rencide edeceği bildirilip, onun re­ pertuardan kaldırılması rica edilmişti. Orenburg müslümanlarının bu dileği yerine getirildi mi, geti­ rilmedi mi, pek iyi hatırlamıyorum. Ancak bu ope­ retin sahneye koyulduğu gecelerin birinde

şehir ti­

yatrosunda yangın çıktığını, müslümanların

bunu

Allahın gazabının bir neticesi olarak telakki ettik­ lerini pek iyi hatırlıyorum.. .

ORENBURG'DA TÜRKLER Göçmen Kazanlılar

-

Orenburg, ahalisi içinde

müslümanların, Türklerin nisbeten çokça bulundu­ ğu Avrupa Rusya'sı şehirlerinden biri olup, burada

5 6 tane cami ve bunlardan bazılarının yanında, Kazan Yurdundaki diğer Buhara tipi medreselere -

benzer medreseler de bulunmaktaydı. Bu camilere ve medreselere şehrin kimi «bayları» (zengin tacir­ leri) bakarlardı. Şehirde, çoğunluğu yün

yapağa,

deri ve bağırsak gibi hayvan ürünleri ve zahire tüc­ carı olan birçok Türk zenginleri bulunuyordu. Bun­ lar içinde en ünlüleri Ahmed, Gani ve Mahmud Hü­ seyinoğulları kardeşlerdi, ki bunların yaptıkları miin yanındaki medresede talebeler,

ca­

onların hesa­

bına pansiyoner olarak yaşarlardı, ve Rus lisanı dersleri de yalnız bu medresede okutuluyordu. Çoğunluğu Kazanlı olan bu

Türkler, buralara

ne zaman ve nasıl gelip yerleşmişlerdi? Tarihten malum olduğu

üzere,

hıristiyanlık

adına yapılan korkunç dini takipler, ve Moskof sö­ mürga:cilerinin iktisadi yağmaları yüzünden, Kazan Türkleri

atayurdundan göç

etmeye ve kaçmaya

mecbur olmuşlardı. Bundan dolayıdır, ki onlar, Baş-


28

RUS İHTiı.ı\ı.iNDEN HATIRALAR

kırt ülkesine, Şimaldeki Ar (Votiak) ormanlıkları­ na, İdil'in aşağı mecrasına, Ural dağları ötesine, Sibirya ovalarına. Kazak-Kırgız bozkırlarına ; son­ raları daha uzaklara (Türkistan ve Yedisu ülkele­ rine ) yayıldıkça yayılmışlardı. Sözün kısası : Ata­ yurdunda sefalet ve darlık arttıkça., Kazan Türkle­ rinin merkezden muhitlere doğru açılmaları da ar­ tıyor ve genişliyordu. Çariçe 2. Katerina devrin­ de, Kazak Türkleri stepleri sınırlarında önce askeri savunma amaciyle kurulan kaleler, sonraları asa­ yişli ticaret yerlerine dönünce pek çok Kazan Türk­ leri talih arayıp, bu şehirlere göçüp giderler ve yer­ leşirlerdi. İşte, Orenburg da bu gibi yeni merkez­ lerin biri idi. İçinde benim de 3-4 sene kaldığım «Kervansa­ ray» medresesi de Buhara tipi medreselerden biri idi. Bunun «Kervansaray medresesi» adını alması « Kervansaray» camii imamının idaresi altında bu­ lunmasından ileri geliyordu.

Bir «Kervansaray» Orenburg'taki «Kervan­ saray» ise, Şark hanları şeklinde yapılan ve med­ reseden bir parça uzakta buluna.n bir binanın adı idi. Her halde bu medrese Kervansaray'ın kurul­ masından sonra vücuda gelmiş olacaktır. Amma Ker­ vansaray'ın kendisi ne zaman kurulmuştu ? 1836 se­ nesinde Orenburg'da bir «Başkırt askeri idaresi» ( Rusçası : Başkirskoye voyskovoye upravleniye ) tesis edilmişti, ki işte bu « idare» nin yerleşeceği Şark üslubu üzerine bir bina yapılmasına hükumetçe ka­ rar verilmişti. Binanın yapılmasına 1843 yılında başlanmış, ve yapı 1846 senesinde bitirilmiştir. Ge­ nişçe bir meydanı veya avluyu, hanlarda olduğu gi­ bi, uzun koridorları ve birçok hücreleri ihtiva eden iki katlı ve beyaz boyalı binalar çevirmektedir. Av­ lunun ortasında, Orta Asya camilerinden ziyade, -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Türkiye ve Kırım camilerine

benziyen

29

müdevver

kubbeli ve içerde iki katlı güzel bir cami bulunmak­ tadır. Duvarlarına düzgün bir hatt-ı nesih ile Kur'­ an'dan «Suretül-Cu'ma» nın tamamı yaldız ile ya­ zılmıştır. Camiin mimarının ve yazıların hattatının kimler olduğunu öğrenemedim. Başta camiin sobası da bulunmuyormuş, bunu sonradan kurmuşlar. Ka­ zanlı müellif ve müverrih Şahabeddin Mercani bu Orenburg Kervansaray'ını Buhara ve Semerkand medreselerine benzetmiş ve ilk dört imamının tercemelerini de yazmıştır

hal

( 11 ) . Camiin tam Türki­

ye camileri minarelerine benziyen ince, yüksek ve za, rif minaresi, cami binasının gövdesinden sivrilmeyip, :tyrı olarak avlunun medhalinde bulunmaktadır. Av­ luya bu minarenin iki tarafındaki iki sokak kapı­ sından girilmektedir. Memleketin valisi, yukarıda da anıldığı gibi, bu Kervansaray binasında oturduğu gibi, vilayet idaresi, il basımevi v. s. de burada bu­ lunmaktaydı. Camiin müezzininin ailesi oturmak için de burada küçük bir daire ayrılmıştı. İmam ise. başka yerde oturuyordu. «Kervansaray», içindeki

ağaçlarının çoğu yıl­

lanmış çamlardan ibaret olan geniş bahçelerle çevril­ miştir; onun için o zamanlar Orenburg'da eksik ol­ mayan kum boranları (fırtınaları)ndan mahfuzdu . . .

N il kıyısından Cayık sahiline - 1908 yılının ya�

iptidalarında tesadüfen elime geçen «Musa Abdul­ lah» adlı birisinin (gariptir ki, o günlerde ben de

«Musa Abdullah» müstear adını taşıyordum) nüfus kağıdını ibraz ederek, Kahire muhafızlığından (vila­ yet dairesinden) aldığım bir pasaportla, bir «Devlet-i Aliye-i Osmaniye» tebaası sıfatiyle Rusya'ya gitmiş­ tim. Me$hur Türkçü Kırımlı İsmail Mirza Gaspıra(11)

Ş. Mercani: Müstefadül - Akhbar, C. 2, Sahife 212-


RUS İHTİLALİNDEN Hı\TIRALAR

30

la'nın, daha Kahire'de bulunduğu sırada (12) dönüş­ te Bahçesaray'a da uğramaklığımı tavsiye etmesi üzerine, «Tarcüman» gazetesinin 25 inci yıldönümü münasebetiyle yapılan ihtifal'de

hazır bulunduktan

sonra, başıma, fes yerine, bir şapka geçirerek, doğ­ ruca Orenburg'a yönelmiştim. Aradan belki de 10 yıla yakın bir zaman geçmişti. Benim hariçte bulun­ duğum günlerde Rusya, Uzak Doğuda Japonlardan dayak yemişti, ve bunun neticesinde bir ihtilal (1 in­ ci Rus ihtilali) vukua gelmişti; Rusya'da bu mem­ lekete uygun birçeşit

meşrutiyet rejimi kurulmuş;

Devlet Duma'sı (birnevi parlamento) açılmıştı; ve olmak üzere, Rusya

bu, ihtilalin iyi bir semeresi

teşeb­

Türkleri arasında da bir takım hareketler, büsler ve ler

ve

kaynaşmalar mecmualar

Orenburg'a bu sefer

olmuş,

çıkmaya geldiğimde

Türkçe

gazete­

başlamıştı. orada

İşte

«Vakit»

isimli bir gazete ve «Şura» adlı ayda iki defa çıkan bir mecmua yayınlanmaktaydı. Bu gazetenin naşir­ leri Orenburg ilinde altın ocakları sahipleri olan Şa­ kir ve Zakir Ramioğulları olup, «Vakit» in başya­ zarı Fatih Kerimi, « Şura» olan muharrir ve tarihçi

nınki ise, onun dayısı Rizaeddin İbn Fahreddin

idi. Bu defa Orenburg'da kaldığım günlerde, evvelce isimlerini bildiğim ve yazılarını

okuduğum bu iki

muharrirle tanıştım ve teklifleri üzerine «Vakit» te iğreti isimlerle bazı yazılar da yazdım. Bir sene ka­ dar ayrıldıktan sonra 1909 yılının ilkyazlarmda bir daha Orenburg'a geldim ve bu sefer «Vakit» mat(12 ) Bilmem ne gibi bir maksatla Gaspırah 1908 Yılımn ilkbaharında Kahireye get:ip, Arapça bir gazete çıkarmak sevdasına düşmüştü. Bir mütercim aramış, Kırımlı hem:.. şerilerl beni göstermişler. Aşağı yukan «kalkınma» mami­ sına gelen «An-nazha» adlı haftalık bir gazete çıkarmaya başladık. Fakat gazete yürümedi, onun için iki üç 'nüsha çıkardıktan sonra kapatmağa mecbur olduk.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

31

baasında bir görev aldım v e 1910 yılının yazına ka­ dar orada kaldım; gerek «Vakit» te, gerekse «Şu­ ra» da birçok yazılar yazdım.

Mümtaz iki sima:

-

Bu sefer

1917 ihtilalinin

vuku bulmasından sonra, Türkistan'a giderken, bir daha Orenburg'a iniyorum. Memleket, büyük ihti­ lalin balayını yaşıyordu;

burada da aynı heyecan,

aynı sevinç, aynı hareketler, coşkunluklar ve kay­ naşmalar. .. Eski bildiklerle ve dostlarla görüşüyo­ ruz ve onların düşüncelerini ve tasarılarını dinliyo­ ruz. . .

Fatih Kerimi:

-

«Vakit»

gazetesi

başyazarı

Fatih Kerimi, açık fikirli, yenilik taraflısı

molla­

lardan Gilman Ahund Kerimi'nin oğlu olup, tahsi­ lini İstanbulda Mülkiye mektebinde yapmıştır.

nun için İstanbul Türkçesini mükemmel surette bildiği gibi, bu şehirde tahsilde iken Fransızcayı da öğrenmiştir; Rusçası da fena değildi. Rusyaya dönünce Orenburgda küçük bir matbaa açmış

ve

birtakım hikayeler yazıp neşretmiştir. Bu hikaye­ ler oynak, akkın bir Kazan Türk yazılmış olmakla beraber, onun Şakir

ile

birlikte

yaptığı

Avrupa

lehçesiyle Ramioğlu

seyahatine

dair

eseriyle, «Kırım'a seyahat» adlı kitabı, tam İstanbul Türkçesiyle yazılmıştır. F. Kerimi, üslfı.bu düzgün, mantığı kuvvetli, hayat görüşü asri, fikirleri ileri bir Kazanlı muharrir ve gazetecidir. Onun idaresin­ de çıkan Orenburg'lu «Vakit» gazetesi bütün Rusya Türkleri arasında

rağbet

okunmuştur. Kendisi

kazanmış ve

sevilerek

Orenburg'da yaşayan Türk­

le:-in cemiy�t işleriyle de severek uğraşmış olan bir !;lahsiyettir. O, 1912 yılında, Balkan harbi sırasında «Vakit» muhabiri sıfatiyle İstanbul'a gelmiş ve ga­ zetesine çok özlü ve istifadeli

mektuplar

gönder­

mişti. Bu mektuplar, sonralan, «İstanbul Mektupla­ n» adiyle ayrı bir kitap şeklinde de neşrolunmuştur.


32

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

F. Kerimi, Bolşevik devriminden sonra, birçok diğer miliyetçi cemiyet hadimleri gibi, Rusya'dan ay rılamadığından, çarnaçar Sovyet hayatına uygun­ laşmak zorunda kalmış ve, eski bir Türkçe beytinin mefhumuna da uygun olarak (13), takibatı bir par­ ça hafifletmek ümidiyle Sovyet devrinde mutad oldu­ ğu üzere Orenburg'u terkederek Moskova'yn göç­ müş. Bundan birkaç yıl önce bu şehirde Devlet Neş­ riyat kurumunda küçük bir memur sıfatiyle çalıştı­ ğını duymuştuk ; ondan sonraki mukadderatını bil­ miyoruz. «Riza Kadı» «Şura» dergisinin başyazarı Ri­ zaeddin Efendiye gelince, o, aslında « llmiye» ye mensup bir zattır. Eski tip Kazan yurdu medresele­ rinden birinde okumuş, fakat kendi say ve gayreti, araştırma ve irdelemeleri sayesinde doğru ve sağlam hayat görüşü edinmiş bir mütefekkirdi. Epey zaman Ufa şehrindeki « İslam Dini Meclisi » üyeliğinde bu­ lunmuş ve bu memuriyeti sırasında durmadan bu «Meclis» in arşivini karıştırmakla, tarihi araştırma ve soruşturmalarla meşgul olmuş ve boyuna terbiye­ ye, ahlaka ve tarihe dair eserler yazıp bastırmakla uğraşmıştır. Bu devirde yazdığı eserlerinin mühim­ leri «Meşhur Hatunlar» adlı kalınca bir terceme-i hal kitabiyle Kazan Türklerinin belli başlı kimsele­ -

rinin hal tercemelerinden bahseden «Asar» serileri­ dir, ve bu sonuncu eser, tarihi materyalleri ihtiva etmesi bakımından önemlidir. 1906 yılında Ramioğulları, kendisini Orenburg' da çıkarmak istedikleri Türkçe bir mecmuayı idan� etmek için çağırmışlar ; o da « Dini Meclis» teki üye­ lik görevini terkederek bu daveti kabul etmiş ve « Şura» mecmuasının başyazarı olmuştur. Onun bu ( 13)

Baktım, ki senin nağmeni yoktur edecek gCı:ş, Tebdil-i makam eyleme, takviH mekan et!


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

mecmuada «Uluğ hadiseler ve

meşhur

33

kimseler»

başlığı altında yazdığı tarihi ve biyografik makale­ leri cidden faydalı ve değerli eserlerdi. Bu, gazeteci­ lik devrinde

Fahreddinoğlunun

birçok

terceme-i

hal kitapları çıkmıştır, ki Gazali, İbnü-Ruşd, Abul­ ala-Al-Maarri, Ahmed-Midhat

efendi,

Ahmed-Bay

gibi eserler bunlar arasındadır. Rizaeddin efendinin selis, İstanbul yazı diline çalan, tatlı ve yumuşak bir üslubu vardır. Bu zat ne iş ile meşgul olursa olsun. Kazan Türkleri arasında «Rıza Kadı» demekle ma­ ruftu ve öyle anılıyordu. Böİ şevik devriminden sonra,

bütün «bourgeoi»

gazeteleri gibi, «Vakit» ile «Şura» da kap�tılmıştı.

O zaman Fahreddinoğlu tekrar« Dini Meclis» üye­ liğine dönmüş ve müftü Alimcan - Barudi'nin ölü­ münden sonra ise, müftülüğe (yani anılan Dini Mec­ lis başkanlığına) seçilmişti. 1926 senesinde bir heyet içinde Mekke'ye İslam Nedvesine giderken İstanbul­ dan geçtiği sırada kendisiyle tekle görüşmüş, ve ona dair İstanbullu «Vakit» gazetesinde kısa bir yazı da bastırmıştım. Bu sefer yaşının ilerlemiş olmasından mı, yahut Sovyet devrinin haşin materyalist

haya­

tının cansıkıcı tesiri neticesinde mi, kendisini fazla mistikleşmiş ve «maveraileşmiş»

görmüştüm.

Türkiye ve Hicaz seyahati onun

bütün hayatında

Bu

ilk defa yaptığı uzun yolculuktu. Lakin o, fikir ale­ minde uzun uzun seyahatler yapmış; dünyanın gi­ dişini

takip

etmiş,

muhadderatiyle yunca

İslam

ilgilenmiş

dindaşlarına,

ve ve

Türk bütün

ırkda§larına

ve

dünyasının ömrü

bo­

milletdaşla­

rına faydalı olmaya özenmiş ve çalışmıştır. Mekke Nedvesinden döndükten sonra, 1936 senesinde ece­ liyle ölmüştür. Merhumun Larousse du Xeme siecle'­ de birkaç satırlık terceme-i hali vardır. Gerek Rizaeddin Efendinin gerekse yeğeni Fa­ Rus İhtilalinden Hatıralar: F: 3


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

34

tih Kerimi'nin Kazan

Türklerinin, belki de

Rusya Türklerinin, fikri

bütün

uyanışlarında, ve medeni

hareketlerinde büyük hizmetleri geçmiştir.

Seçkin bir şair

-

«Vakit» ve «Şura» nın naşir­

leri olan Ramioğullarına gelince, bunlar Kazan Türk­ leri «bayları» arasında en kültürlü ve en ileri fikir­ lilerinden sayılıyorlardı. İki kardeşlerden Zakir Ra­ mi sadece altın madencisi bir «bay» olmayıp, bir şair de idi. «Derdmend» imzasiyle düzgün, özlü ve

lirik

şiirler yazardı. Meşhur Çağatay Türk şairi Mir-Ali­ ŞirNevai'ye nazire olmak üzere yazdığı şu beyitleri hep beraber okuyalım Tenkeyin ak, töşkeylerin king yaratkan Yanğagınınğ inğ uçunda minğ yaratkan; Saklar üçün zifa boyun yaman közden Çeçkeylerin ayak bilen tinğ yaratkan. Yani : Tenini ak, göğsünü gen (14) yaratmış Yanağının en ucunda ben yaratmış; Korunmak için endamını fena gözden Saçlarını ayak ile denk yaratmış.

Asya topraklarına geçiyoruz

Gereken kimse­ t lerle emaslarımız ve şahsi işlerimizi bitirince Oren­ -

burg'dan ayrılıyoruz (15). Ural (Cayık) nehri üze­ rindeki demiryolu köprüsünden geçerek artık Asya kıtasına, Kazak-Kırgız

bozkırlarına ayak

oluyoruz. Eskiden, benim

basmış

çocukluğumda demiryolu

yalnız Orenburg'a kadar gelip

dayanıyordu. Türk

( 14) GeniŞ. ( 15 ) Sovyetlerin şehir �simlerini değiŞtirme iptilasından Orenburg şehri de kurtulamamıştır; şöyle ki: 26.12.1938 ta­ rihinde çıkan, SovYetler Birliği Yüksek Şurası Başkanlığı­ nın bir emriyle Orenbuııg şehrinin adı Çkalov'a çevrilıniştir Bu, 15. 12. 1938 tarihinde Moskova'da «Maksim Gorkiy» adlı ıbir dev uçağın denemes: yapılırken düşüp parçalanan Soıv­ yet uçakınanımn adıdır.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

İllerini

istila

eden

Ruslar

Türkistan'ın

35 içlerine

doğru uzanan ilk demiryolu şimal ( Orenburg) yö­ nünden değil de, batı ( Hazar Denizi) yönünden inşa etmişlerdir. «Hazarötesi demiryolu» (Transcaspien) adını verdikleri bu yolun inşasına Hazar Denizi kı­ yısındaki Kızılsu ( Krasnovodsk) dan 1880 senesi 4 (17) Eylfılde başlanmış, ve yolun son noktası olan Semerkand'a ilk tren 1888 yılı 26 Şubatta (10 Mart­ ta) varmıştır ( 16); yolun uzunluğu 1.343.57 versttir -, (17) . Bizim üzerinde gitmekte olduğumuz demiryolu ise, Orenburg'dan Taşkent'e kadar yalnız 1905-1906 yıllarında uzatılmıştır; Samara'dan başlayıp Taş­ kent'e kadar olan yolun uzunluğu 1.990 km. dir. Bu suretle Türkistan, Moskova'ya ve Petersburg'a doğ­ ru ve kestirme bir demiryolu ile bağlanmış oluyordu. Şimal yazının en tatlı günleri. Orengburg'dan 60 km. kadar mesafede vaki olan ve yöresinde çok zengin tuz madenleri bulunan Tuztübe şehrinden ge­ çiyoruz. Cayık nehrinin bir kolu olan İlek suyu

bu

şehrin yanından akar. Vaktiyle gençliğimde buralar( 16) Bu yolun inşasına 1880 yılı 4 ( 17) Eylülünde başlan. mış ise de, birçok fasılalar verildiğinden, Kızılaravat'a ilk lokomotif 1881 yılı 17 Eylu.Ide varmışken, ondan ilerisine doğru travers döşeme işine yalnız 1885 senesi 25 Temmu­ zunda başl anmı ş, ve Aşkabad'a ilk lokomoti.f ayni yılın 12 Aralığında varmıştır; Amuderya yakasına ise, 1886 yılı 23 Aralıkta vanlımştır; ondan sonra yolun Buhara toprakları üzerinden uzatılmasına dair «Yüce buyurultu» yalnız 1887 yılı 23 Haziranda çıkmış, ve 124 gün geceli gündüzlü çalış­ mak suretiyle Amuderya üzerine 3 km. ye yakın bir ahşap köprü kurulmuş, ve ilk tren Buhara'ya 1888 senes; 10 Mart­ ta; Semerkand'a ise, 28 Mayısta varmı'ştır. Şu halde Se­ merkand'a ilk tren, yolun inşasına başlandığı günden 7 yıl 8 ay 12 gün sonra ; yafrıız işe devam edilen zamanlar sa­ yıldığı takdirde 3 yıl 7 ay 13 gün sonra varmış oluyor. ( 17) Bir verst 1 .067 km. dir. =


RUS İHTİLALİNDEN llATIRALAR

36

da llek ve iki Kobda ırmakları boylarında ben dolaşmıştım ve göller dizisini

de içine alan ve tasviri

( 18) çayırlıklariyle tanınmış olan Tintekkara ırma­ ğında olta ile balık avlamak zevkini tatmıştım.

O

zamanki idari bölünüşe göre, buraları Torgay ili sa­ yılıyordu, bugün ise (yani şu satırların günlerde) Kazakistan

Cumhuriyetinin bir

yazıldığı parçası

olmuştur.

TVRKİSTAN'IN GÖBEGİNDE Taşkent şehri

-

Geniş, ve bol sulanmış olan bir

vaha üzerinde bulunan TAŞKENT şehrine

varıyo­

ruz. Çarlık devrinde burası Sırderya eyaletinin (Sır­ daryinskaya Oblast'ın),

Türkistan genel valiliğinin

merkezi olup, genel vali ve Türkistan askeri bölgesi komutanı bu şehirde oturuyordu ; şehir, Rus Orta Asya sömürgelerinin idari, fikri, ticari ve sınaü öze­

ği

(merkezi) idi. Rakımı 455 olup, toprağı löslüdür,

bitektir. ( 19) . Tanrıdaği

(Tianşan)

sıradağlarının

batı eteklerine takın bir yerdedir. Taşkent, Türkistan'ın çok eski şehirlerinden bi­ ridir ; eskiden Şaş ve kimi rivayetlere göre, Binket isimlerini taşımıştır. Taşkent de öteki birçok Tür­ kistan kentleri gibi türlü türlü ellere geçmiş ve ba­ şından bir yığın vak'alar geçmiştir. 1736 yılında Taş­ kent'ten Orenburg üzerinden Kazan'a Türkistan ta­ cirleri gelmiş ; 1739 da Rusyadan Taşkente ilk tica­ ret kafilesi gitmişti. 1795 de Taşkenti Buhara emiri Şahmurad işgal etmiş ; 1814 de, şehri Hokand'lılar almış, ve onların hakimiyeti 1940 yılına kadar sür­ müş ; o tarihte şehri bir daha Buharalılar almış ; 1846 da şehre gene Hokandlılar girmiş ; 1863 de ise gene ( 18) ( 19)

Pittoresque sözü yerine kularuyoruz. Münbit.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

37

Buharalılar şehre hak iddia etmişler ve sözde

ona

hakim olmuşlardır.

Rus istilası Türkistan hanları bu suretle ho­ roz döğüşü yaparken, Rus generali Çernayev artık -

Türkistan topraklarına ayak basmış bulunuyordu ; o, 1864 yılı 27 Eylfılde (10 Ekimde) Çemkent şeh­ rini aldıktan sonra, ne byı_asına olursa olsun Ta!'?­ kent'i almaya karar vermişti. Elindeki kuvvetler kafi gelmediğinden, ilk teşebbüsünde muvaffak

ol­

madıysa da, 1865 yılı 27-28 Haziran gecesi Taşket'i ani hücumla düşürmüştü. Rus kaynaklarına göre, o zaman Çernayev'in emrinde yalnız 1950 kişilik bir müfreze ve 12 tane top bulunuyordu. Türkistan'ı istila eden Ruslar

bugün Kazakis­

tan adını taşıyan Kuzey Türkistan'da köyler, Güney Türkistan'da ise, yeni şehirler veya eskiden mevcut şehirlerin yanında ayrı kentler kurmuşlardır. Bun­ dan dolayı birçok Türkistan şehirleri «Eski şehir», «Yeni şehir» olmak üzere, iki kısma ayrılmıştır. Türkistan'ın yeni medeni hayatı, asri mektepler, dev­ let kurumları, bankalar ve

oteller «Yeni şehirler»

de; Ortaçağ hayatı ve ticaret faaliyeti ise

«Eski

şehirler» de özeklenmiş bulunmaktadır. Tabiatiyle, bundan Taşkent de bir istisna teşkil etmeyip, bura­ da da Eski Taşkent, Yeni Taşkent olmak üzere, iki Taşkent vardır.

Eski Taşkent

-

Ruslar geldiği zaman yerli ti­

caret ve zanaatın merkezi olan eski Taşkent ta son zamanlaradek bir Şark ve Ortaçağ şehri olarak kal­ mıştı. Şehrin tam ortasında

gayet geniş ve kısmen

kapalı bir çarşı vardı ki, içinde 4500 kadar dükkan bulunmaktaydı; öteki Şark kentlerinde olduğu gibi, burada da bir çok kervansaraylar ve hanlar vardı. Pazar kurulduğu günlerde şehirde baş

döııdürücü

bir gürültü ve uğultu hüküm sürüyordu. Burası da, «Gürültülü Şark»ın örneklik bir köşesinden başka bir


38

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

şey değildi. Bu şehir de Ortaçağ kentlerinin

büttin

özelliklerine malikti : Sokaklar dar, eğri büğrü, hava­ lar kuru iken tozlu, yağış zamanında çamurlu oluyor­ du; evlerin sokak tarafına çıkan pencereleri yoktu. Şurada burada, hele dörtyol ağızlarında camiler, mes­ citler, «evliya» mezarları (türbeler) serpilmiş bulu­ nuyordu; şehrin hemen hemen her semtinde mezar­ lıklara rastgeliniyordu.

1901 yılında Eski Taşkent'te 120 vardı. Sakinleri arasında,

bin

nüfus

Kazak-Kırgızlar, «Tatar­

lar», Hintliler ve yerli Yahudiler de bulunmakla be­ raber, ahalisinin asıl kütlesi «Kent Özbekleri» teşkil etmekteydi. Batı Türkistan'ın göçebe Türkleri, di­ yelim, Kazak-Kırgızlar ve Uruğlu Özbekler bu şehir­ li Türklere «Sart» derlerdi ki, sonraları bu ismi on­ lar için Ruslar da kabul etmişlerdir. Halbuki onlar, kendileri «Sart» ismini kabul etmedikleri gibi, başka bir kavmi (etnik) isim de kullanamazlardı, yalnız «müslüman» demekle yetinirlerdi. Kent Özbeklerinin en güzeli Taşkentliler olup, bunlar genelce Türk ti­ pinin güzelidirler

(20) . Ancak bir yabancı, Taşkent

Türk kadınlarının siması ve hatta endamı hakkında herhangi bir fikir edinemezdi. Çünkü

yerli kadın­

lar sokaklara koyu mavi renkli ve adeta bir

çuvalı

andıran çarşaflara bürünerek, yüzlerini de kıl örgü peçe (perence) ile örterek çıkarlardı. Eski Taşket'in ahalisi alış verişle, demircilik, dökmecilik, eğercilik, kunduracılık, boyacılık, tuğla­ cılık, dabaklık gibi zanaatlarla; davarcılık, bahçıvan lık, bağcılık ve hayvan

ticareti

gibi işlerle iştigal

ederlerdi. Hokand'lılar devrinde Eski Taşkent

20 km. uzun­

luğunda hendek, ve mazgallı balçık surlarla ( 20) A. Zeki Velidi Togan: Bugünkü Türk�stan ve mazisi, sahife 50; Kahire, 1929 - 1940.

çevril-

yakın


RUS İHTİLALİNDEN HATIRAIAR

39

miş bulunuyordu. Bu surların «Yeni Taşkent» tara­ fındaki kısmı tamamiyle yıkılmış ve öteki kısımları duruyorsa da, kapılan artık hiçbir zaman kapanma­ maktadır.

Yeni Taşkent

-

Yeni Taşkent'e (Rus Taşkent'.,;

ine) gelince onun temeli 1865 yılında Rus askerlerinin Eski Taşkent'i almasından sonra atılmıştı.

Bu

Taşkent, Eski Taşkent'ten «Anhar>> (arapça ırmak manasına gelen «nehr» in çokluk şekli olsa

gerek­

tir) adlı kanalla ayrılmış olup, belirli bir plana göre kurulmuştur: Sokaklar düz ve geniş; iki tarafına ağaçlar (başlıca selvi kavaklar) dikilmiştir ve bunla­ ra arklardan kolayca su · verilmektedir; taş döşen­ miştir; geceleri gereği gibi aydınlatılmaktaydı. Hü­ kumet daireleri, bankalar, asri Rus mektepleri, irili ufaklı umumi bahçeler hep bu kısımdadır. Burada kiliselerden başka, bir iki cami ve bir de havra var­ dı. Eskiden (Çarlık devrinde)

«Turkestanskiye Ve­

domosti» (resmi g!izete) , «Russkiy Turkestan»; Rus ça ve Özbekçe basılan «Tuzemnaya gazeta» ( «Tlir­ kistan vilayetinin keziti») adlı üç gazetenin matbaa ve idarehaneleri şehrin bu kısmında bulunduğu gibi, birtakım ilmi cemiyetlerin şubeleri de burada bulun­ maktaydı. Hulasa. yanyana iki şehir biri Ortaçağ hayatı ve medeniyetinin ötekisi ise, yeni zaman medeniyeti­ nin mücessem örneğidirler. 1901 yılında Eski ve Yeni bütün Taşkent'in nü­ fusu 156 bin 414 kişi olup, bunlardan yalnız 25 bini Ruslar idi.

«Ceditçi ve girişken bir hoca

-

Biz Türkistan'a,

oradaki kardeşlerimize yeni şartlar ve haller içinde örgütlenme ve neşriyat işlerinde yardım etmek için gönderilmiştik. Onun için, Taşkent'e varır varmaz oranın Müslüman Türk cemiyet işleriyle meşgul olan


40

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

kimseleriyle temasa

gelmemiz

gerekiyordu.

«Şfıra-i İslam» adlı teşekkülün başkanı olan

İlkin Mü­

nevveri Kari ile temasa geldik ve ona, burada ne ile meşgul olabileceğimizi sorduk. Bu kişinin, bize nasıl kılavuzluk ettiğini anlatmadan önce, onun kendinden birparça bahsedelim. Kazan Türkleri arasında

ol­

duğu gibi, Türkistan'da da «hafız»a (bütün Kur'anı ezbere bilen kimseye) «kari» deniliyordu. Belki de bu tabir Kazan yurduna Türkistan'dan gelmiştir. Demek, bizim Taşkent'te ilkönce tanıştığımız orta boylu, tıknaz, yuvarlak çehreli, top sakallı, ve şirin Özbek Türkçesiyle konuşan, cana yakın, sevimli Mü­ nevver hoca da aslında bir «kari» ·(hafız) idi.

Bu

«kari» kendisiyle hemen ilk karşılaşma anında ağır başlı, muvazeneli ve akıllı bir kişi intibamı veriyor­ du. Gözlerinde keskin bir zeka ve biraz da kurnazlık belirtileri görülüyordu. Sözlerini tartarak söyler ve karşısındakinin sözlerini de dikkatle dinlerdi. Bence, Münevver Kari seciye bakımından tam bir «Şark dip­ lomatı» örneği idi. «Asri» kıyafetle değil de,

yerli

kıyafetle gezerdi. Bu, tahsilini asri Rus mektepleri­ nin birinde yapmayıp, eski İslam medreselerinde okuduktan sonra kendi çalışmaları ve araştırmaları ile Türk Müslüman cemiyetinin zamana uygun bir tarzda yenilenmesinin ve kurulmasının lüzumu ka­ naatine varan, Kazan'lı Hadi Maksudi, Hadi Atlasi ve benzerleri gibi, Türkistan «Usul-Ü cedit» çilerinin ileri gelen mümessili, girişken, bir hocaydı. Taşkent'in bir mahallesinde imam iken, bir «Usul-Ü cedit» mektebi açıp, Kırım'lı İsmail Mirza Gaspıralı'nın ter­ tip ettiği mektep kitaplarını kullanarak yeni öğre­ tim usulleriyle okutmaya başlamış ve bu mektep rağbet kazanınca kendisi de Özbek lehçesiyle ders kitapları tertip etmiş; sonraları açılacak olan yeni tip ilk okullara öğretmenler yetiştirmek maksadiyle ge­ ce kursları da açmıştır. 1905 Rus ihtilalinden sonra


RUS İHTİLALİNDEN HATIRAIAR

41

Münevver Kari kültürel faaliyetine daha ziyade hız vermiş Türkler arasında güzel sanatların (hele tiyat­ ro işlerinin) ilerlemesine çalışmak gayesiyle bir «Te­ rakkiperver Turan» cemiyetinin ve hayrat işleriyle uğraşacak olan bir İslam Cemiyet-i Hayriyesi'nin açılmasında önayaklık

etmiştir.

Bil

zat gazetecilik

ve politika işlerine de bikane kalmayıp, 1906 yılının güzünde «Hurşid» adlı gazete çıkarmaya başlamış, ancak bu gazete bir ay sonra hükumet

tarafından

kapatılmıştır. Ondan sonra Taşkent'te «Şöhret», «As­ ya», «Sada-i Türkistan»» ve «Terakki» gazetelerinin çıkarılmasında da Münevver Karinin şu veya bu şe­ kilde rol oynadığı muhakkaktır. (Ancak birinci Rus ihtilalinin vukuundan sonra çıkan bütün bu türkçe gazeteler «irtica» devrinde ya kendiliklerinden sön­ müş veya hükumet tarafından kapatılmıştır).

Bu zat

sadece ismiyle «Münevver Kari» olmayıp, gerçekten münevver (aydın) bir insandı da (21 ) .

«Meydan var, at yok» 1917 ihtilali, Rus ya'da yaşayan diğer kavimler için olduğu gibi, Tür­ -

kistan'lılar için de çok geniş imkanlar açmıştı.

Bu

imkanlardan faydalanabilmek için ise, eskiden

az

çok hazırlıklı olmak, fırsatları kaçırmamak, vakt-i zamanında örgütlenebilmek icap ediyordu, ve bunda muvaffak olabilmek için de bilgili, becerikli ve siyaset alanında tecrübeli ve işbilir adamlara ihtiyaç vardı. Halbuki yukarıda temas ettiğimiz «Usul-Ü cedid» ha(21 ) Münevver Kari'ın resmi evrakta kullandığı tam ism: Münevverhan Abdurreşid-Hanov'dur. Mesela, 1906 yılında çı­ kardığı «Hurdşid» gazetesinin sorumlu yazan sıfaüyle de bu ismı kullanmıştır. Ülkümen ve Usever dostumuz Münevver han ( Münevver­ Kari ) Ya 1931 yılının sonlarında veya 1932 nin iptidalann­ da «G. P. U.» tarafından zaman zaman yapılan «temizleme» ameliyelerinden biri sırasında «İnkılap düşmanı» sayılarak kurşuna dizilmiştir.


42

RUS İHTİLALİNDEN HATIRAIAR

reketi ise, her yerde sadece bir kültürel faaliyet olup, siyasetçe örgütlenme hareketi olmaktan uzaktı. Bun­ dan dolayı 1917 ihtilali vukua geldiği sırada Kazan Türkleri arasında olduğu gibi, Türkistan'lılar arasın­ da da bir milli - siyasi teşekkül ve hatta siyasi ha­ zırlık yoktu. Başında Münevver Karinin

bulunduğu

«Şura-i İslam» ise, bizim «Kazan Müslüman Şurası» na yalnız ismiyle değil, mahiyeti itibariyle de pek benziyordu. Belki içinde çalışan aydın, politikadan anlar ve işbilir kimselerin kıtlığı bakımından Kazan Şurası'�dan çok aşağı duruyordu. Aslında Taşkent Şurası da bizimki gibi, bir siyasi

teşekkül, «parti»

olmayıp, o günlerdeki birçok öteki müslüman teşek­ külleri gibi, yalnız müphem ve lastikli «milli

ihti­

yaçlar» temeline kurulan gevşek bir teşekküldü. Tür­ kistan «Ceditçileri» de bir milli - siyasi parti kurmak yoluna girmemişlerdi. Zaten bunun Taşkent'te ve hatta genelce elemanlar da

için, maalesef,

Türkistan'da, lüzumlu

bulunmamaktaydı.

Şehirli

Özbekler

arasında Rus askeri mekteplerinde okuyup da, mil­ letdaşlarının kültür ve siyaset işleriyle

uğraşabile­

cek kimseleri saymağa başlarsanız, bir tek elin bütün parmaklarını kullanmaya bile ihtiyaç hissetmezdiniz. Bilindiği üzere, ciddi politika adamı olabilmek için yalnız asri mekteplerde okumuş olan bir doktor, bir hukukçu veya mühendis olmak ve lisan bilmek kafi gelmeyip, ayrıca bir istidat, kabiliyet, arzu ve «aşk» da lazımdır. Öte yandan, Rusya müslümanları gibi siyasi hayat alanında ve «dünya» işlerinde geri ka­ lan insan toplulukları için sadece

«politikacı»lara

değil, bu alanda teşkilatçılık kabiliyetini haiz

olan

kimselere büyük ihtiyaç vardı. 1917 ihtilali karşısında Türkistan Türkleri ger­ çekten «meydan var, at yok» denilecek durumda mıydılar- Bir de bu hususta tam yetki sahibi olan bir Türkistanlının sözlerini dinliyelim:


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Tanınmış bir Türkistanlının fikirleri

-

43 1917 İh­

tilali patlak verdikten sonra Türkistan Türklerinin milli - siyasi işleriyle meşgul olan ve Türkistan da­ vasını hariçte de savunan ve bu yolda Rusça, Frenk­ çe ve Türkçe neşriyat yapan Türkistanlı Kaiak ay­ dınlarından Mustafa Çokayoğlu (22) Türkistanlıla­ rın ihtilal karşısındaki durumlarının hiç de parlak olmadığını «Hatıra parçaları»nda yana yakıla anlat­ maktadır. 1917 ihtilali patlak verdiği sıralarda Tür­ kistan müslümanları arasında asri manasiyle az çok örgütlenmiş, ve hiç olmazsa, sağlam ve zamana uy· gun bir içtimai veya iktisadi fikir ve gaye etrafında birleşmiş ve anlaşmış olan bir zümre bulunmadığına işaret etmiştik ; buna mukabil kökleri pek eski za� manlara uzanan, şeriat ideolojisi etrafında birle­ şen, kuvvetli bir hocalar, softalar zümresi vardı ki. bu zümre büyük Rus ihtilalinden ve onun doğurduğu hürriyetten ve geniş imkanlardan, eski Hanlar dev­ rini diriltmek, şeriat esasları uygulamak ve her ci­ hetten Ortaçağa dönmek için faydalanmayı düşü· nüyordu ; bu zümre örgütlenme imkanından istifade ederek «Ulema Cemiyeti» adiyle bir teşekkül de kur­ muş ve bu teşekkülün başına kanunlardan anlayan Rusça bilen Siralı La.pin adlı bir Kazak tercümanını getirmiş ; başında Münevver Kari'nin bulunduğu « Ce­ ditçi» «Şfıra-i İslam» örgütüne karşı amansız müca­ dele açmış, şuursuz kara cahil halk kütlelerini peşi­ ne takarak ve Rus kaytakçıları ( mürtecileri) ile de anlaşarak, Taşkent belediye seçimlerine kendi aday­ lar listesiyle katışmış ve bu seçim savaşında « Ce­ ditçi» leri yenmiş ve belediye başkanlığına da bir kaytakçı Rus monarşistini geçirmeğe muvaffak ol­ muştur. «Ulema Cemiyeti» başkanı Siralı Lapin bu ----------

( 22 ) M. Çokayoğlu 1941 senesi Aralık tifüsten ölmüştür.

ayında Berlin'lle


44

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

cemiyet adına Türkistan Komitesine verdiği proje­ sinde Türkistan'da «Mahkeme-i Şer'iye» isimli bir teşrii Meslis-i Ayan ( Senato) kurulmasını ve gerek Rusya Kurucu Meclisi tarafından, gerekse, umum Rusya Parlamentosu tarafından çıkarılan Türkis­ tan'a dair bütün kanunların bu Mahkeme-i Şer'iye'­ nin tasdikindan geçirilmesinin lüzumunu ileri sürü­ yordu ; öte yandan, Ulema Cemiyeti kaza ( juridic­ tion) işlerinde de kendini göstermeye başlamıştı. Şöyle ki, Mir Muhsin adlı bir Türk genci eski med­ reselerdeki öğretim usullerini tenkit ederek bir ma­ kale yazdığında «Ulema» bunu dine karşı hakaret sayarak, Taşkent «Kadıhane» sinden ( Mahkeme-i Şer'iyesinden ) bu gencin elini kesmek hakkında bir hüküm çıkartmıştı ; zavallı Mir Muhsin, elinin kesil­ mesinden, Taşkent savcısının ve ihtilal kurumlarının müdahalesi sayesinde ancak kurtulabilmişti. Bütün bu teşebüsler müslüman çoğunluğu adına yapıldığın­ dan, Rus demokrat hürriyetsever ve ileri unsurları­ nı Türkistanlıların «muhtariyet» idaresine ehliyet ve liyakatleri hakkında şüpheye düşürmüştü. Türkis­ tan müslümanları da memlekette büyük ihtilal vukua geldiği, muazzam hadiseler cereyan ettiği, milli gaye lere ulaşmak için geniş fırsat ve imkanlar açıldığı bir sırada hala « Ceditçi» , « kadimci» zümrelerine ay­ rılarak kendi aralarında amansız kavgaya tutuşmak suretiyle dosta ve düşmana karşı küçük düşmüşler­ di (23) . ( 23 ) Bütün bu sözler ÇokaYoğlunun « 1917 nci yıl hatıra parçalan l» adlı eserinde verdiği malıimata dayanarak yazılmıştır ( Pariıs Berlin, 1937: «Yaş Türkistan» yayın­ lanndan; Arap harfleriyle basılmıştır ve bu eser Ankara' da D. T. C. Fakültesi kitaplığında da vardır). Müellifin bu husustaki çok sarih ve kat'i ifadelerini eserin aşağıdaki sahifelerinde görmek miimkündür: 27,28,31,32,35,36,37,52, 58,61 ,76,79,85,86,94. -


RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

45

Güme giden gayretler Biz Taşkent'e vardı­ ğımız sıralarda ora müslümanlarının örgütlenme iş­ leri ne gibi bir durumda idi ? Uzak bir memleketten gelen bizler için bunu anlamak pek kolay bir iş de­ ğildi. Yukarıda da andığım gibi, Münevver Kari, k�,. rakteri bakımından bir « Şark diplomatı» olduğun­ dan bize karşı muamelesi son derece « diplomatça» idi : Güler yüz, tam bir nezaket göstermekte, hoşa gi­ den tatlı sözler sarfetmekte asla kusur etmiyordu. Fakat, oranın «dahili işleri» ne biz «yabancılar» ı faz­ la karıştırmak istemediği de 8.şikardı. Mesela o, bizi örgütleme işleri görüşülen herhangi bir toplantıya götürmek şöyle dursun, kendi idaresi altında (eski «Türkistan vilayetinin keziti» matbaasında) çıkan « Necat» gazetesinde yazı yazmayı da teklif etmeyip, ortada böyle bir gazete mevcutken, bizim için, giıya « Şfıra-i İslam» cemiyetinin naşiri efkarı olmak üzere « Şfıra-i İslam» adlı bir gazete çıkarmaya kalkışmış­ tı. Basımevlerinin kıtlığı, yüklülüğü ve kağıt azlığı meydanda iken, ayrıca böyle bir gazete çıkarmanın nekadar güç bir iş olacağı besbelli idi. Onun için bin meşakkatle bu gazetenin bir tek nüshasını çıkarabil­ dik ve, tabiatiyle, gazeteyi devam ettiremedik. Ga­ zete benim mes'uliyetim ve başyazarlığını altında çı­ kacaktı . . . Bu suretle bu Türkistan seyahatimde ya­ zılı eser olarak Taşkent'te bir tek nüsha gazete bıra­ kabildim. Bundan başka, o günlerde, başka yerlerde oldu­ ğu gibi, Türkistan'da da pek moda olan çatıaltı ve açık hava mitinglerine giderek « ateşli» nutuklar söy­ lüyorduk (burada belki « söylüyordum» demek daha doğru olacaktır) . Şunu da söylemeliyim, ki Münevver Kari bizi Şfıra-i İslamcıların tek bir toplantısına bile götür­ memişti ; biz bu teşekkülün toplantılarına değil, Ka­ ri'mizin bir gölgesi yahut bir yankısı kabilinden olan -


46

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Semiullah Kari'yi ve terakkiperverliği nazmen des­ tekleyen yarı aydın «şair» Abdullah Evlani'yi gör­ mekle yetiniyorduk. Her halde « Şura-i İslam» adını taşıyan, fakat siyasi bir parti şekline henüz dökül­ memiş olan bir teşekkül mevcutsa da bunun olduk­ ça zayıf bir kuruluş olduğu anlaşılıyordu. Ancak bu­ na karşılık, Münevver Kari zümresine muhalif olan çok kuvvetli bir «Ulema Cemiyeti» denilen hocalar, softalar teşekkülünün ve bir de sosyalist kılıklı solcu gençler grupunun bulunduğu da görülüyordu. Amma dostumuz «diplomat» Münevver Kari, bunların mev­ cudiyeti ve faaliyetleri hakkında bizi asla tenvir et­ miyordu ; biz bunu yalnız «dolayısiyle» öğrenmiş bu­ lunuyorduk. Biz, Taşkent'liler tarafından çağırılarak gelmiş olan yardımcılar veya uzmanlar değildik ; onlardan ne aylık, ne de yol parası aldık ; bundan dolayı olsa gerektir, ki onlar bizi yadırgadılar ; kim bilir belki de istenilmeyen bu yardımı hatta lüzumsuz ve fuzuli buldular da biz « yabancılar»ı kendilerinin «İÇ işleri» ne karıştırmak istemediler. Kazan Şurası bizi Tür­ kistan'lılara karşı beslediği en temiz ve en ulvi kar­ deşlik duygularına uyarak, belki küçücük bir fayda­ mız dokunur ümidiyle göndermişti ; yoksa biz de Türkistanlı kardeşlerimize olağanüstü yeni örgütlen­ me yollan ve usulleri gösterebilecek kadar geniş bil­ giye, esaslı tecrübeye ve siyasi olgunluğa malik kim­ seler değildik ; biz «Yabancılar»ın yerlilerle işbirliği yapabilmemiz yadırgaşmamak k arşılıklıca iyi niyet göstermek ve birbirimize karşı samimi olmak şartla­ riyle ancak mümkün olacaktı. Yazık ki, bu şartlar tahakkuk etmediğinden matlup olan işbirliği de hu­ sule gelmedi . . . Ve bu suretle, bu yolda Kazan Müs­ lüman Şurasının sarfettiği gayretler de güme git­ miş oldu . . . Torpillenen «komite» Taşkent'te bulundu-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

47

ğum günlerde eski Devlet Duması üyelerinden ve Ka­ zan Türk cemiyet adamlarından avukat Sadri Maksu­ di'yi de gördüm. Kendisi orada ilk ihtilal hükumeti olan prens Ilvov hükumeti tarafından, eski Türkis­ tan genel valisinin yerine geçerek, bu ülkeyi ihtilal hükumeti namına muvakkaten, Kurucu Meclisi top­ layıncaya kadar idare etmek üzere gönderilen «Tür­ kistan Komitesi»nin bir Müslüman - Türk üyesi sı­ fatiyle bulunmaktaydı. Komite 9 kişiden teşekkül et­ miş olup, başkanı Rus meşrutiyetçi demokratlar ( Kadetler) partisinin ileri gelen adamlarından olan Şçepkin idi. Geriye kalan 9 üyenin dördü Ruslardan, dördü Türklerden idi. Komite üyeliğine tayin edilen Kazak Türklerinden Alihan Bukayhanoğlu, ayni zamanda Torgay eyaleti komiserliğine (valiliğine) de tayin edilmiş olduğundan, bu görevinin başına gitmiş, onun için Türkistan Komitesinin faaliyetine katışmamış ve Taşkent'e uğramaya bile vakit bula­ mamış ; böylelikle onun bu göreve tayini sadece sem­ bolik olmuştur. Demek, komitenin bilfiil yalnız üç tane Müslüman - Türk üyesi vardı : 1. General Ab­ dulaziz Devletşin ; 2. Sadri Mahsudi ve 3. Mehmet­ can Tınışbay ; bunlardan ilk ikisi Kazan Türklerin­ den olup sonuncusu Kazak Türklerindendir. Türkistanlı Kazak Türkleri aydınlarından Mus­ tafa Çokayoğlu mezkur eserinde genelce bu komite hakkında ve onun Rus ve Türk üyelerine dair bazı bilgiler vermektedir. Çokayoğluna göre, Komite, Tür­ kistan ihtilal teşekkülleriyle, yani müslüman milli teşkilatı ve thke işçi ve asker sovyeti ile anlaşarak Türkistanı idare edecekti. thkede müslümanlar üs­ tün bir çoğunluk teşkil ettiklerinden, Komite, başlı­ ca onların fikirlerini hesaba katacaktı ; ancak müs­ lümanlann milli teşkilatları zayıf ve işbilir kadro­ ları kıt olduğundan, onlar çoğunluklarından istifade edememişlerdir. Komite daha ziyade Ülke sovyetçile-


48

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

rinin fikirlerine ehemmiyet vermiş ve gitgide onların elinde bir oyuncak haline düşmüştür ; böyle bir vazi­ yetin başgöstermesi ( Çokayoğlunun fikrine göre ) Komitenin kuruluşu da bir dereceye kadar sebep ol­ muştur ( 24) . Bundan sonra müellif üyeleri hakkın­ da ayrı ayrı kısaca malumat vermekte, ve gerek kus, gerekse Türk üyelerden hiçbirini beğenmemek­ tedir. Onun düşünüşüne göre, Komitede siyasi sima­ sı belli olan tek bir kişi vardı, ki o da başkan Şçep­ kin idi. Çünkü o, Katlet partisinin mühim şahsiyetle­ rindendi. Komitenin müslüman üyeleri Müslüman üye­ lere gelince, general Devletşin gerek ihtilalden önce, gerek ihtilalden sonra Rus hükumetinin itimadını ka zanmış olan nadir müslüman generallerinden biri olup, hiçbir politika ile meşgul olmamış ve bu meş­ galeye rağbet de etmemiş ; kimseye zararı dokun­ mıyan ve faydası da az dokunan kendi halinde bir adamdı ; fakat namuslu bir zattı. 1916 yılı Türkistan genel valisi general Kurapatkin onu kendi yanına ça­ ğırıp, bir görev vermiştir ; general oraya giderken de, Rus ordusunun sadık bir askeri ve itaatli bir memu­ ru sıfatiyle gitmişti ; muvakkat Türkistan komitesi­ ne de gene itaatli bir memur olarak girmişti. Tabii­ dir, ki onun, yeni şartlar ve haller içinde Türkis­ tan için faydalı olmak düşüncesi de vardı (25) . Sadri Maksudi hakkında ise, Çokayoğlu şu sözleri yaz­ maktadır : Bu zat, Rusya müslümanları arasında Rusya Devlet Dumasına katışanların, şüphesiz, en dirayet­ lisi idi ; ancak Rus milli, liberal demokrat partisine mensup olması kendisini birçok noktalarda serbest­ likten mahrum ediyordu. İşte bu hal, onun Türkis-

.( 24 ) Sahlfeler: 39 ( 25 ) Sahifeler: 40

-

-

40.

41.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

49

tan meselesi gibi bir sahada da kendisini gösterme­ sine engel oldu (26) . Başkan Şçepkin, Taşkent işçi ve asker sovyetı ile işbirliği yapamıyacağı kanaatine gelince göre­ vinden çekilerek , Petersburg'a gitmişti. Başkan, Taşkent'ten ayrıldığı zaman Komite üyelerinden Rus Preobrajenskiy ve Türk üyelerden general Devletşin ile S. Mahsudi de çekilip gitmişlerdir. Ço­ kayoğlu, Devletşin'in gitmesini «bir askeri memurun askerlik disiplin duygusuna uymasından ileri gel· miş bir hareket» diye izah ediyorsa da, S. Mahsudi'· nin Komiteyi bırakmasını hoş görmemekte ve «Yel­ patyevskiy Lipovskiy'nin Taşkent'te kalmaları gibi S. Maksudi de kalabilirdi : Onun Taşkent'te bulun­ ması bizim için son derece lüzumlu idi» diyor (27) .

Burada da c;ift.e iktidar Çokayoğlu'nun biz­ zat yazdığına göre, Türkistan Komitesinin sükunet içinde çalışması yalnız bir buçuk ay sürmüş ; zaten komite Taşkent'e gelir gelmez başkan Şçepkin ile işçi ve asker sovyeti arasında anlaşmazlıklar çık­ maya başlamış (28) ; nihayet, komite «Sovyet » -

( 26 ) S. 41. Burada müellif bu partinin adını anlatırken, fazlaca serbest davranmıştır. Çünkü bu partinin Rusça adı sadece «Konstltutsiyonno - demokratiçeskaya partia» olup ( ki me.,rutiyetçi demokrat parti demekt:r ) oıııun adı içinde ne «liberal» sözü, ne de «milli» ( Rusçası «Nasional­ naya» olacaktı ) sözü yoktur. Bunun liberaller partisi oldu­ ğu doğru ise de Ruslara has bir «m:.ıli» parti olmayıp, herbir Rusyalının girebileceği bir partidir. Nitekim mü­ ellif kendisi, Allhan Bukeyhan, Ali-Merdan Topçıbaş gibi Türk milliyetçilerinin de bu partiye girmiş olduğunu yaz­ maktadır ( aynı eser: Not S. 41 ) ( 27 ) Sahifeler: 45 - 46. ( 28) Sahifeler: 42 - 43. Rus İhtilalinden Hatıralar: F: 4


50

RUS İHTİLALiNDEN HATIRALAR

elinde bir oyuncak haline düşmüş (29 ) ve eski ko­ mite dağıldıktan sonra ise, sovyetlerin tazyiki al­ tında yeni bir hükumet komitesi de kurulamamış ( 30) .

Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi, Türkistan'ın merkezi olan Taşkent'te de, başka yerlerde olduğu gibi, ta işin iptidasında çifte iktidar kurulmuştur, ki biri İhtilal muvakkat hükumetini temsil eden Türkistan Komitesi, ikincisi ise, İşçi ve askerler sov­ yeti. Rusya başkentinde ve diğer önemli merkezler­ de olduğu gibi Taşkent'te de hükumeti temsil eden «iktidar» gittikçe kuvvetten düşmüş, Sovyet «ikti­ dar» ı ise gittikçe kuvvetlenmiş ve üstün gelmiş­ tir. Vaziyet böyle iken, S. Maksudi Şçepkin ile ge­ neral Devletşin'den ayrılıp Taşkent'te kalsaydı da­ hi ne yapabilirdi ? Liberal Türkistan Komitesinin Sovyetçiler, peçelenmiş bolşevikler tarafından tor­ pillenmiş olduğuna şüphe yoktur.

İHTİLALİN YVRVYfJŞü Çene yarıştıran memleket Haziranın sonla­ rına doğru Taşkent'ten ayrıldım. Bu seyahatimde bir hayli hayal kırıklığına uğradığımdan, dönüş yol­ culuğu esnasındaki duygularım hiç de iyi değildi. Bununla beraber bu seyahat benim için büsbütün faydasız da olmamıştı ; Türkistan yerli hayatının tipleriyle karşılaşmıştım ; Türkistanlılar hakkında kitaplarda okuyup öğrendiklerimi bazı müşahede­ lerle de kuvvetlendirmiş ve pekitmiştim . . . -

O sıralarda ihtilal artık dördüncü ayını geçi­ yordu, fakat hiç de tavsamamıştı tersine olarak , bü( 29 ) ( 30 )

Sahifeler: 39 - 40. Sah:lfe: 46.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

51

tün ü ç boyutuna genişliyor ve baş döndürücü bir hızla yürüyordu. İhtilalin bu ilk aylarında memle­ ketin dili adamakıllı açılmıştı : Memleket gözünü yummuş, ağzını açmış, durmadan konuşuyordu, bo­ yuna söylüyordu. Zaten bunda şaşılacak bir şey de yoktu ; çünkü asırlardan beri susan Rusya, konuş­ ma, söyleme iskanını bulunca mükemmel bir hatip kesilmişti ; söylevler vermeye, çene yarıştırmaya başlamıştı. Rusyalıların alabildiğine söylemek, yüz­ yıllardan beri yığılan dertlerini, acılarını sayıp dök­ mek, içlerini boşaltmak, eskilere, eski rejime gere­ ği gibi söğüp saymak ihtiyacı vardı. Askerler, işçi­ ler, köylüler, talebeler, esnaflar, tacirler, tezgahtar­ lar, bahriyeliler her zümre, herkes söylüyor, söy­ lüyor, boyuna söylüyordu. Her yerde : Tiyatroda, sirklerde, kulüplerde, caddelerde, meydanlarda kim­ seden korkmadan, çekinmeden yüksek sesle, bağıra bağıra söz söylemek, yüzlerce dinleyiciler önünde, her konu üzerine söylev vermek ne büyük mazha­ riyet, ne baha biçilmez saadetti ! Gayri Ruslar dahi Yalnız Ruslar değil, es­ kiden üvey evlat gibi muamele gören gayri Ruslar (inarodetsler) de çekinmeden, kimseden korkmak­ sızın toplantılarda, mitinglerde kendi dilleriyle is­ tedikleri gibi açıkça söz söylemek, söylevler ver­ mek suretiyle acılarını ortaya dökmek, dertlerini anlatmak, düşen hükumeti tenkit etmek, batan re­ jimi yerin dibine batırmak bahtiyarlığına ermişler­ di. Hulasa, herkes söylüyordu, söyleniyordu. Haki­ ki manasiyle her kafadan bir ses çıkıyordu. Mem­ leket bir kere de kendi sesini kendi dinlemek, dert­ lerini sayıp dökmek istiyordu. Amma bütün bu ha­ tipler ne söylüyorlardı ? Ne istiyorlardı ? Bunun o kadar büyük önemi yoktu. Asıl söylemek, söyliye­ bilmek vak'ası mühimdi ! Memleket çene yarışına çıkmıştı. -


52

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Şimdi utanarak itiraf edeyim ki , o günlerde çene yoranların birisi de ben olmuştum : İhtilalin ilk haftalarında müslüman işçiler arasında propa­ ganda yapmak için Viatka ilindeki İjevsk ( İj ) si­ lah fabrikasına gönderilmiştim ; oradan dönüşte Sarapul'da müslümanları sirk binasına toplayıp bir miting tertip etmiş, ihtilalin mahiyeti ve gayelerine dair uzun bir nutuk söylemiştim. Kurucu Mecliste seçim savaşı cereyan ederken Kazan ilinde Züye ( Sviajsk ) ilçesindeki Türk köylerine giderek, bizim listemize oy vermeye teşvik edip söylevler vermiş­ tim. Yukarıda da işaret ettiğim üzere, Taşkent'te çatıaltı ve açık hava mitinglerinde de birhayli nefes tüketmiştim . . . Bundan başka, bu ihtilalde bütün bu on bin­ lerce gevezeye taş çıkartan, gerek şöhretiyle, gerek­ se �enesinin kuvvetiyle hepsini geride bırakan, bi­ rinci ihtilal kabinesinde adalet bakanı iken, 16 Ma­ yısta artık harbiye bakanlığına getirilen büyük bir lafazan vardı, ki biraz da ondan söz açalım : Bir nwnarah lafazan 1917 Rus ihtilalinin ta­ rihini yazanlar Aleksandr Kerenskiy denilen kimse için ayrı bir fasıl tahsis etmeden geçemezler. Çün­ kü o, Rus ihtilalinin ilk 7 8 ayı içinde en ziyade sivrilen, en çok konuşan ve en meş'um rolü oyna­ yan bir kişidir. Kendi halinde bir avukat olan bu adam, İdil (Volga) kıyısında bir il merkezi olan Saratov şeh­ rinden sonra 4 üncü Dumaya saylav seçilmişti. Kendisi Rus sosyalist partilerinin en mutedili, bir Rus yazarının tabirince, yarı sosyalist siyasi par­ ti olan «Trudovikler» ( emekçiler) partisine mensup­ tu. İhtilalden önce Dumada kendi hizbi ( fractioniu ) tarafından her mesele üzerine hatip ( sözcü ) olarak ileri sürülüyordu ; uzun ve odlu nutuklar söyler, hü­ kumete amansızca atıp tutar ve söylevlerini daima -

-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

53

halkı hükumete karşı mücadeleye çağırmakla bitirir di. Bundan dolayı ihtilal patlak verdiği zaman mem­ leket kendisini tanıyordu. Yukarıda dahi anıldığı gibi, o günlerde biricik örgütleyici merkez olan Du­ ma üyelerinden olması bu adama ihtilal günlerinde geniş hareket ve faaliyet imkanları açmıştı. Başta kendini son derece yükselten, sonraları kendisi için bir başbelası olan « Petrograd işçi ve asker sovyeti» teşekkülünü, Duma'daki sosyalist arkadaşlariy1e birlikte, o kurmuştu ; hatta Geçici hük»mete onu Adalet bakanı olmak üzere « Sovyet» göndermişti . «Sovyet» in nüfuzu arttıkça genç sosyalist bakanın da nüfuzu artıyordu. Bu, bir 18.f adamı olup, o günlerde asıl lazım olan da bu idi. En çok lakırdı eski Devlet Duması yerine geçen, hatta Tauride Sarayının 13 numaralı odasına yerleşen Petrograd Sovyetinde söyleniyor­ du, ki bu kurumun bir numaralı lafazanı Aleksandr Kerenskiy idi. Bu sözebesi, bakanlar kurulu otu­ rumlarında «Sovyet» toplantılarında, tiyatrolarda, sirklerde ve açık hava mitinglerinde, bakanlıklar­ da konuşur, bazı fasılalarla sabahtan akşama ka­ dar söyleyip duruyordu : Bazan günde 6 7 defa nu­ tuk söyler, adeta günün bütün saatlerini söylev vermekle geçirirdi . Bu adam işlerinden ziyade sözle­ ri sayesinde yükseldikçe yükseliyordu : İhtilalin baş langıcında «Petrograd işçi ve asker sovyeti» başkan muavini ; ilk Geçici hükumette Adalet bakanı, 18 Mayısta kurulan koalisyon hükumetinde harbiye ve bahriye bakanı : 4 Ağustosta başbakan ve Eylul­ de başkomutan olmuştu. Harbiye bakanı iken 1 Tem muzda cephenin güney doğu kesiminde Rus asker­ lerini taarruza geçirmiş ise de, bu taarruz Rus ih­ tilal askerlerinin tam bir yenilgisi ve perişan bir halde cepheyi bırakıp, çil yavrusu gibi dağılması ile neticelenmişti . -


54

RUS İHTİLALİNDEN ııı\.TIRALAR

Kerenskiy devlet işlerini sözle, lafla, nutukla yoluna koymak istiyor ; harp hareketlerini de öğüt, nasihat, ikna ve kandırma yolu ile yürütmeyi dü­ şünüyordu. Onun için halk kendisine Rusça «glav­ nokomanduyuşçiy» (başkomutan) unvanı yerine «glavnougovarivayuşçiy» (baş öğütçü ) lakabını takmıştı. Kerenskiy, 1917 senesi 25 Ekimde (6 Kasım­ da) Petrograd yöresindeki Gatçina'da, Bolşevikle­ re karşı son kozunu oynadıktan sonra mücadelesi­ ne devam etmiştir. O, Avrupada ve Amerikada bir­ çok konferanslar vermiş, gazeteler ve mecmualar çıkarmış, Rus ve Frenk dilleriyle eserler neşret­ miştir. Kerenskiy, bütün bu neşriyatında Rus ihti­ lalinin iflasında kendisinden başka herkesi suçlu çıkarmak ve kendisinin başarısızlıklarını başarı­ lar gibi göstermek hususunda büyük bir ustalık gös­ termektedir. Bunu anlamak için onun Avrupada neşrettiği Rusça Gatçiııa adlı eseriyle Fransızca La Revolution Russe ( 1917) adlı eserlerini okumak yeter. «Egemenlik erlerindir ! » Askerlerin ( erlerin ) politika ile uğraşmalanna, teşkilatlanmalarına mü­ saade edildiğinden, orduda hem cephe gerisinde, hem cephede türlü türlü asker komiteleri kurulu­ yor ; ardı arası gelmiyen nutuklar söyleniyordu : Çe ne düşüklüğü hastalığına yalnız başıbozuklar değil, askerler de musap olmuşlardı . . . Orduda kaçakçılık çoğalıyor, disiplin bozuluyor, erlerin amirlerine itaatsızlıkları, onlara karşı zorbalık etmeleri, hat­ ta onların üzerine saldırmaları ve bazılarını öldü!"­ meleri görülüyor ; sözün kısası : Rus ordusu adama­ kıllı çözülüyor, yavaş yavaş, fakat durmadan da­ ğılıyordu : Askerler silahlarını atarak veya, bera­ berlerinde alarak birliklerini terkediyorlar ve can­ ları istediği yönde yürüyüp gidiyorlardı. Bu kütle-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

55

vi hareketin önüne geçecek hiçbir kuvvet yoktu. Gerçekten, ordu bitkin bir durumda idi ve çözülü­ yordu. Gittikçe genişliyen ve derinleşen ihtilalin asıl etkesi ( amili ) işte, muazzam ve disiplini çığı­ rından çıkmış olan bu ordu idi ; memleketin yazgı­ sı, istekleri açıkça belli olmayan, arzuları muayyen bir kalıba dökülmiyen, asker kıyafetindeki cahil köylülerin keyfine bağlı kalmıştı. İhtilali, aşağı yukarı bütün halk benimsemiş ve onu bütün halk tabakaları sevinçle karşılamış idiy­ se de, bunlardan hiçbiri kendisinde memleket idare­ sini ele alma yetkisini görmüyordu ; bu yetkiyi ken­ disinde gören tek bir kalabalık vardı, ki oda, ordu idi. Yeni ihtilal hükumetiyle, ilk « Sovyet» teşekkü­ lünün ne gibi iktidara malik olduklarını, yani hiç bir türlü iktidarı haiz bulunmadıklarını yukarıda gördük. Evet, o günlerde Rusyayı idare eden kuv­ vet ne Geçici ihtilal hükfımetiydi, ne de sosyalist aydınların elinde bulunan « Sovyet» ti ; memleketi ordu, daha doğrusu ordu « erler»i idare ediyorlardı ; Rusyanın yeni tarihini onlar yapıyorlardı ; halbuki en büyük kısmı iş başındakilere, amirlerine, subay­ larına ve genelce şehirlilere karşı derin kin ve hu­ sumet besliyen köy çocuklarından ibaret olan bu ordu, ihtilal havası içinde yalnız bir yakıp yıkma aleti, yani hükumet için sırf bir tehlike olabilirdi. Nitekim öyle de olmuştur.

TÜRKİSTAN'DAN KAZAN'A DöNDÜKTEN SONRA Bir bayan Haziranda Kazan'a dönmüş bu­ lunuyordum. Benim döndüğüm günlerde Kazan'da müslüman kadınlarının kongresi toplanmış ve de­ vam ediyordu. 1905 ihtilali günlerinde sosyal-de­ dokrat sıfatiyle çalışan ve neşriyat yapan ve bu 1917 -


56

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

ihtilali günlerinde Alimcan lbrahimov gibi bolşevik muharrirler tarafından, derecesini yükseltmek maksadiyle, «Bilşevik» diye vasıflandırılan ve iki ihtilal arasında bir gün Kazani'da « Asır» kitabe­ vinde düşerek, can veren Hüseyin Yamaşov'un ka­ rısı olan diş tabibi Hatice Tamaşova'nın kolları sı­ vayıp, sanki büyük memleket işlerini hallediyormuş gibi, kongrenin « Noviy Klub» taki toplantı salo­ nunda ileri geri dolaştığı şimdi de gözümün önüne gelmektedir. 1905 ihtilali günlerinde kocası H. Ya­ maşov, Ömer Teregolov ve arkadaşları tarafından Orenburg'da neşrolunan sosyal-demokrat kılıklı «Ural» gazetesinin sorumlu yazarı olmak üzere, bu bayanın adı yazılıyordu. «Ural» gazetesi çoktan ka­ pandıktan sonra, iki ihtilal arasında ise, sosyal-de­ mokrat meslekli gazetenin sorumlu yazarı Kazan'da dişçi mektebinde okuyup diploma almış, muayeneevi açmış, kocası ölünce Astrahanlı bir Kazak avukatla evlenip, eni konu şişmanlayıp, tam bir «burjuva» hayatı sürmeye boşlamıştı. Ambalaj kağıdına basdan gazete O sıralar­ da, adı yukarıda anılan F. Tuktar, bana, çıkaracağı «Kurultay» gazetesinin sekreterliğini ( yazı işleri müdürlüğünü ) üzerime almayı teklif etti. Ben de· kısa bir tereddütten sonra bu teklifi kabul ettim. (Bu sefer tamamiyle Hadi Mahsudi'nin antipode'u olan bir kimse ile işbirliği yapmak icap ediyordu ) . Kazan'ın meşhur « Piçen Bazarı» nde ( yani « Kuru ot Pazarı»ında) ki «Apanaylar hanı» nda (ki rus­ ça adı « Apapnayevskoye podvor'ye» idi ) gazete ida­ rehanesi olmak üzere, iki oda kiralamışlardı. Gazete tüccardan İlaceddin Almetoğlunun tasarrufuna ge­ çen eski « Millet» matbaasında basılacaktı. Gazete­ nin perde arkasında duran naşirinin de Almetoğlu olduğu anlaşılıyordu. Bu zat, Apanayevlar, Yunu­ sovlar, Kazakovlar, Alikayevler v. s. gibi Kazan'ın -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

57

tanınmış eski Türk «bayları» ndan ( zenginlerin­ den ) olmayıp, Kazan ilinin bir köyünden şehre ge­ lerek alış verişe başlayıp sermaye edinmiş ve eski­ den pek o kadar tanınmamış olan yeni zenginlerden­ di. Harpten önce, küçük, sabun yapımevi ve bir de satış yeri vardı. Harp zamanında ise, işini büyüte­ rek, sabun fabrikasını da genişletmişti. O, bir de­ receye kadar harp zengini (nouveau riche) de sayı­ labilirdi. F. Tuktar'ın onu nasıl « keşfettiğini» ben apaçık bilmiyorum ; bu, her halde bir tesadüf eseri olmasa gerektir ; çünkü Tuktar'ın birparça « insan sarraflığı» '"1a vardı. Kurultaycıların ileri gelenleri Almetoğlunun « Yeni Biste» deki sabun fabrikası­ nın yanındaki evinde bazı akşamları toplanırlar ve çay sofrası etrafında gazete ve yayın işleri ve bazı günün meseleleri üzerinde görüşürlerdi. Bu toplan­ tılarda Almetoğlu az ve ancak gereği kadar konu­ şurdu ; kimi «baylar» gibi « parayı ben veriyorum» diyerek « dirigeant»lık etmeye kalkışmazdı. Kısası : Bugün kaderinin ne olduğunu bilmediğimiz İlaceddin Efendi, kendi işlerini çok iyi kavrayan ve yürüten, millet ve cemiyet işleriyle de ilgilenen ve hiçbir zaman « çizmeden yukarı çıkmayan» aklı başında bir iş adamı idi. Sonraları o, yayın işlerine gereği gibi hız vermek niyetiyle matbaa satınalmış ve onu genişletmeye başlamış, gazeteden başka ders ki­ tapları da basmaya girişmişti. Ancak Bolşevik dev­ riminden sonra, tabiatiyle, bütün bu işler yüzüstü kalmıştı. Ben 1920 yılının ilkbaharında Sibirya'dan Kazan'a döndüğüm zaman Almetoğlu henüz sağdı, eski enerjikliğinden büyük bir şey kaybetmemiş ol­ duğu görülüyor ve hatta yerli Sovyet memurlariy­ le anlaşarak bazı «işler» görmeye devam ettiği de seziliyordu . . . Ben, mezkur senenin Ağustosunda Kazan'dan ayrıldığım sırada dahi, kendisini orada bırakmıştım.


58

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Sorumlu muharrir ve başyazar F. Tuktar, yeni gazetenin başka Türk gazetelerine nisbeten, hacim bakımından daha büyük ve gösterişli olmasını isti­ yordu. Ancak o günlerde piyasada kağıt buhranı hüküm sürdüğünden ve hele ortalıkta beyaz kağıt asla bulunmadığından, büyük hacimde bir gazete çıkarmak oldukça müşkül ve hatta im kansızdı. Onun için gazeteyi büyük hacimde, fakat kahve renkli ambalaj kağıdı kullanmak suretiyle çıkarmaya mec­ bur olmuştuk. Zaten uzun süren harp ve onun do­ ğurduğu ihtilal neticesinde her şey donuklaşmaya yüz tuttuğundan, o günlerde bir gazetenin kahve rengindeki ambalaj kağıdına basılmış olarak çık­ masını kimse ayıplayamazdı . . . Kağıt kıtlığının bir sebebi, harp ve ihtilal dolayısiyle fabrikaların ge­ reği gibi çalışmaması ve hariçten de kağıt gelme­ mesi idiyse, öteki mühim sebep de, o günlerde ka­ ğıt sarfiyatının son haddine varması idi ; çünkü ih­ tilal Rusya'sı yalnız çene yarıştırmakla, durmadan konuşmakla, söylemekle kalmayıp, alabildiğine yaz­ makla ve neşriyat yapmakla da meşguldü. Beyan­ nameler, propaganda yaprakları, afişler, gazeteler, broşürler ve yufka dergiler seli bütün Rusyayı isti­ la etmişti ; eli kalem tutan herkes gazete çıkarı­ yor, yazı yazıyor, halka bir şeyler anlatmak istiyor ve akıl hocalığı ediyordu . . . Başta bizim yeni gazetenin etrafına F. Tuk­ tar'ın «perestişkarları» olan ateşli ve iddialı, ancak kalem, yazı ve gazetecilik işlerine yabancı birta­ kım toy Türk « Studentleri» ( yüksek mektep tale­ beleri ) toplanmış idiyseler de, bunlar çarçabuk or­ tadan kayboldular. Gazete işleri normal yoluna gir­ di ; o günlerin iyi muharrirlerinden sayılan Cemal Velidi ve tarihçi adayı Aziz Ubeydullah (U. Aziz) de bizim gazeteye yazılar vermeye başladılar. «Kurultay» ın kurucusu 1913 senesine ka-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

59

dar ben Kazan'dan uzaklarda yaşadığımdan, « Mah­ mud Fuad Tuktarov» u yalnız gıyaben, bazı maka­ leleri ve risaleleri vasıtasiyle tanırdım. Bizim Ka­ zan'a taşındığımız tarih olan 1913 yılı yazında o, Hukuk Fakültesini henüz bitirmiş idiyse de, yaşı pek normal sayılamazdı. Çünkü kendisi evvelce memleketi olan Çiştay'da bir medresede okumuş, sonra Rusça öğrenmek maksadile Kazan'daki « Rus­ Tatar öğretmen okulu» na girmiş ve oradan « Öğ­ retmenlik» şehadetnamesi almıştır. 1905 ihtilali sı­ rasında hemşerisi muharrir Ayaz İshaki ile beraber, sosyalist kılıklı «Tanğ Yulduzu» , « Tawuş» ve « Tanğ Mecmuası» gibi gazeteler çıkararak, arkadaşlariy­ le birlikte o zamanki milliyetçi müslüman liberal­ ler partisi olan « Rusya Müslümanları İttifakı» mensuplarından Kırımlı İsmail Gasprinskiy ( Gaspı­ ralı ) , Kafkasyalı ( Azeri) Ali Merdan Topçıbaş, Si­ biryalı Reşid İbrahim , Kazanlılardan Yusuf Akçu­ ra, muharrir Fatih Kerimi, ikinci Duma üyelerin­ den Sadri Maksudi gibi milliyetçilere karşı aman­ sız savaşlarda kurulmuştur. 1905 ihtilali yatıştı­ rıldıktan sonra ise, başka bazı Kazanlı gençler gi­ bi, hususi surette hazırlanarak «Gimnazia» ( klasik lise ) imtihanını vermiş ve Kazan Üniversitesinin Hukuk Fakültesine yazılmıştır. F. Tuktar, 1905 ih­ tilali günlerinde, Petersburg'a da gitmiş ve orada « Duma» daki «Müslüman Fraksiyonu» na girmeyip müstakil hareket eden « solcu» Kazanlı saylavlar­ dan Kelimullah Hasanov tar�ından çıkarılan Türk­ çe « Duma» gazetesinde yazılar yazmıştır ( 31) . Ge­ ne o sıralarda « Birinci, ikinci ve üçüncü Duma'lar­ da Müslüman Deputatlar» adlı resimli bir eser de ( 31 ) Bu gazetenin ilk sayısı 1907 yılı 21 Nisanda çıkmış ve ayni sene 8 Ha:ı:iranda hükümet tarafından kapatıİ­ mıştır.


60

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

neşrettirmiştir. (Bu, F. Tuktar'ın kitap kılığında çı­ kan biricik eseri olsa gerektir ) . O, bu eserinde ken­ di fikrine muhalif olan veya şahsen sevmediği müs­ lüman saylavları amansız surette ve hazan haksız olarak, kötülemekte ve yerin dibine bırakmaktadır. Zannedersem, bazı kimseler hakkında yazdıkların­ dan sonraları, müellif kendisi de nedamet getirmiş olacaktır. F. Tuktar o günlerde « Sosyalist» , «ihti­ lalci» ve «enternasyonalisb> olmakla beraber, pek «ihtiyatlı» ve « tedbirli» bir kişi olmuş olacaktır, ki o zamanki siyasi faaliyetlerinden dolayı ne hapse girmiş, ne de bir yere sürülmüştür. Halbuki arka­ daşı ve hemşerisi Ayaz İshaki, o zaman birçok de­ fa hapishaneleri boylamış, jandarmalardan dayak yemiş ve Şimal Buz denizi kıyılarına sürülmüştür. . . . F. Tuktar, i k i ihtilal arasında, sırtına üniversi­ teli ceketini, başına da koyu mavi kenarlı üniver­ siteli kasketi geçirerek, Hukuk Fakültesine devam etmişti. Ayaz İshaki, 1913 senesinde Romanov ha­ nedanının 300 üncü yıldönümü münasebetiyle ilan edilen umumi aftan faydalanarak sürgünden dönüp de, bu sefer Petersburg'da, vaktiyle atıp tuttuğu «baylar» dan topladığı yardımlarla, hiç de sosyalist kılıklı olmayan « İl» gazetesini çıkarmaya başladı­ ğı zaman, artık eskisine benzemiyen fikirleri ve yazılariyle, F. Tuktar da eski arkadaşını destekle­ meye koyulmuştu. 1905 ihtilali sıralarında ifratçı­ lık, solculuk ve ihtilalcilik ile tanınmış olan «Tanğ­ cılar» ın yeni gazetesi sınıf ve zümre farkı gözet­ meyen mutedil, « milli» bir organdı. Yalnız, Peters­ burg gibi bir merkezde çıktığı için, sansür baskısı­ na daha az maruz kaldığından, Kazan'da ve diğer taşra şehirlerinde çıkan Türk gazetelerine nisbeten bazı milli meseleler hakkında daha serbest yazabi­ liyordu. Şu da var ki « İlçiler» de «Tanğcılar» ın sal­ dırganlık ruhu epey gevşemiş olmakla beraber, on-


RUS İHTİLALi:NDEN llATIRAl.AR

61

lar gene «sectaire» likten tamamiyle kurtulmuş de­ ğillerdi. 1917 ihtilali patlak verdiğinde F. Tuktar, Ka­ zan müslümanlarının örgütlenme hareketlerinin ba­ şına tam bir milliyetçi olarak geçmiş bulunuyordu. Bu sefer, eskiden yerin dibine batırdığı « İttifakçı» önderler gibi davranıyor, « Sınıflar» dan, « sömüren­ ler;> le «sömürülenler» den asla bahsetmiyor ve « sosyalizm» lafını ağzına bile almıyordu. Yukarıda da andığımız gibi, 1905 ihtilali günlerindeki F. Tuktar'ın ve arkadaşlarının yerine bu sefer artık başkaları (Mollanur Vahitovlar, Şehid Ahmediyef­ ler ve koldaşları) geçmişlerdi . . . F. Tuktar'la benim ilk temasım 1917 senesinin yazında Türkistan'a gidecek heyet üyeliğine seçil­ diğim zaman olmuş ve « Kurultay» gazetesinde ça­ lıştığım günlerde sıklaşmıştı. Bundan dolayı onun ahlak ve tabiatını, düşünce ve temayüllerini yakın­ dan öğrenmek fırsatını bulmuştum. Benim anlayı­ şıma göre Tuktar, haşin ve saldırgan tabiatlı ol­ makla beraber, haddi zatında iyi kalpli ve arkadaş canlı bir kimse idi. Kazan'da iken bir Rus kızı ( Bn. Sofia) ile evlenmişti. Ona da çok bağlı ve hürmet­ kar görülüyordu ; Merverid ve 1Ihamiye adlı iki kız kardeşinin hayatları ve tahsilleri ile de çok alaka­ dardı. Bunlardan küçüğü İlhamiye, Rus mekteple­ rinde okuduktan sonra, milleti için iyi ve faydalı bir terbiyeci olarak yetişmişti. Tuktar içmeyi de severdi. Kazan'da iken, iş­ ret meclislerinde arada bir hembezmlerinden bazı­ larını «iğnelemeyi» sevmekle beraber, mülayim, se­ vimli ve hoşsohbet görünmeye çalışıyordu. Bu gi­ bi toplantılarda sohbetdaşlarını eğlendirmek i çin iki türlü «marifet» gösterirdi : Biri maiyetinde muavin avukat olarak çalıştığı Kaıı.ıanlı Türk avukat Se­ yidgiray Alkin'in konuşmasını taklit etmek ; öteki-


62

RUS İHTİLALİNDEN HATIRAIAR

si, figürleri hayli yakışıksız ve gülünç olan bir oyun oynamak (bu oyunun tuhaf bir adı da vardı, ancak ben şimdi unuttum ) . Yaşı epey ilerledikten sonra, girdiği Hukuk Fakültesini bitirerek, bir avu­ kat olması büyük bir başarı olmuş idiyse de, onun fazla kitap okuduğunu, kendi ihtisası olan hukuk ilminde bile az çok geniş bilgi sahibi olduğunu tah ­ min etmiyordum. Genel kültürürün de pek o kadar yüksek olmadığı gazete ve dergilerde yazdığı ma­ kalelerinde açıkça görünüyordu. Yazıları pek uzun, fakat özsüz olurdu. Bunlardaki mana ve muhteva yönünden olan gevşekliği, ibare ve ifade şiddeti ile örtmeye yeltenirdi ; gazetelerde polemiğe tutuşma­ yı pek severdi. 1917 ihtilalinden önce, « Yulduz» un 10. yıldönümü münasebetiyle benimle de şiddet­ li bir çarpışması olmuştu . . . Polemiksel yazılarında muarızlarını bahis konusu olan mesele çerçevesin­ de konuşmak suretiyle yenmeye pek o kadar ehem miyet vermeyip, meselenin dışına çıkarak, şahsiya­ ta dalmak yoliyle susturmaya kalkışırdı. Sözün kı­ sası : Mantığı ve bilgisi ile değil de, ifadelerinin hu­ şuneti, ibarelerinin keskinliği ile « kuvvetli» bir po­ lemikçi idi. Nazariyatçı olmaktan ziyade tatbikat­ çı ve teşkilatçı bir kimse olup, bu tarafı epey kuv­ vetli idi. Kendisi Hukuk Fakültesini zarzor bitirin­ ce anılan Seyidgiray Alkin'in muavini (muavin avu­ kat) olmuş idiyse de, kitaplar okuyup bilgilerini genişletmeye ve avukatlık mesleğinde tecrübe sa­ hibi olarak kendini göstermeye vakit kalmadan ih­ tilal vukua gelmiş, ve bizim Tuktar da, günlük po­ litika meselelerine ve teşkilat işlerine atılmıştı . . . F. Tuktar, iyi ve kuvvetli bir avukat olabilir miydi ? Zannetmiyorum. Bir kere Rusçayı geç öğ­ rendiğinden, bu lisana vukufunun pek tam olması şüphelidir. Öte yandan, bir konu üzerine konuşma­ ya başladığında, sözleri pek temelsiz ve mantıksız


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

63

olmamakla beraber, uzun, ağır ve usandırıcı bir şekilde, geveleyerek söylerdi ; bir de, yukarıda da­ hi anıldığı gibi, genel bilgileri kıt olduğu gibi, dü­ şüncelerinde ve amaçlarında geniş kanat yayımına ( envergure'e) da malik değildi. Maddi kuvveti ise, hiçti. Bütün b'..l sebeplerden dolayı, bence, F. Tuktar şayet avukat kalsa idi, yalnız « Piçen Bazarı» avu­ katı olabilirdi. 1917 ihtilali ise, onu bu mütevazi avu­ katlık mesleğinden kurtararak, başka birçok kim­ selere olduğu gibi, ona da geniş ihtilal zamanı faa­ liyeti ufuk ve imkanları açmıştı. Ancak F. Tuit­ tar bu imkanlar meydanında da, başka birtakım ihtilal devri adamları gibi, pek kısa bir zaman at oynatabilmiştir. Yazık olan emekler Prof. Sadri Maksudi (Arsal ) bir gün Ankara'da bana şu hikayeyi an­ latmıştı : Paris'te mülteci hayatı geçirdiğimiz sırada F. Tuktar, bir gece kurslarına yazılıp, Fransızca öğ­ renmeye başlamıştı ; bir akşam bu kurslardan ar­ gın yorgun döndüğünde Ayaz'la bana demişti ki : « Senelerce memlekette medresede bir şeyler öğren­ miştim ; neticede bunların bu hayatta bir işe yara­ mıyacağı anlaşıldı ; onun için Rusça öğrenmeye baş­ ladım : Dünya ilimlerinden haberdar olmak istiyor­ dum ; öğretmen mektebini ikmal ettim ; bin bir tür­ lü zahmetlere katlanarak hususi dersler almak su­ retiyle lise bitirme imtihanlarına hazırlandım, mu­ vaffak oldum ; sonra dört sene Hukuk Fakültesine devam ederek, diploma aldım, hukukşinas oldum ; tam hayat alanına atılarak işe başladığım sırada bu bilgilerin hiç bir işe yaramıyacağını ilan ve be­ ni memleketten kaçıp gitmeye mecbur ettiler ; şim­ di burada gurbet illerinde kırkımızdan sonra Fran­ sızca öğrenmeye haşladık ; bakalım bu ne işe ya­ rayacak ?.» -


64

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Rusya'da Kazan dışında birçok defa karşılaş­ tıktan, gerek o, gerekse ben, başımızdan birçok ma­ ceralar geçirdikten sonra, F. Tuktar'la 1923 sene­ sinde Berlin'de tekrar karşılaştık ; ceplerimize bir mikdar döviz koyarak, o, Paris'ten, ben ise Finlan­ diya'dan Almanya'ya gelmiştik. O zaman aldığım intıbaa göre, Tuktar'ın Paris'te öğrendiği fransız­ canın «bir işe yarayacağını» gösteren bir belirti yoktu ; çünkü kendisi bedence çökmüş ve ruhça sönmeye yüz tutmuş gibi görünüyordu. Ben Ber­ lin'de bir ay kaldıktan sonra, geri Finlandiya'ya dönmek zorunda kaldım. Ancak bu mecburi dönüş benim işime yaradı ; çünkü Helsinki Üniversitesi kitaplığındaki Rusça kaynaklardan faydalanarak «Kazan Türkleri» adlı eserimi Berlin'den dönüp Hel­ sinki'de geçirdiğim iki yıl zarfında yazdım ve 1925 yılı lstanbul'a geldikten sonra neşrettim. Tuktar ise, 1924 senesinde Türkiye'ye gelmiş ve Ankara' da B. Hamdullah Subhi'nin Maarif Vekilliği zama­ nında Maarif Vekaleti Umumi kütüphanesinde bir memuriyet almış ; 1927 yılının haziranında « Matbu­ at Müdüriyet-i Umumiyesi» ne mütercim sıfatiyle çağırılıp lstanbul'ıdan Ankara'ya geldiğimde Tuk­ tar'ı bu memuriyetinde bulmuştum. Ankarada ay­ nı kütüphane memurlarından dört tane çocuk anası olan ve pek de taze olmayan bir dulla evlenmiş, fa­ kat o günlerde karısiyle arası açılmış bulunuyordu. Biraz sonra, hem bu memuriyetinden, hem karısın­ dan ayrıldı, ve bir müddet işsiz kaldıktan sonra İk­ tisat veya Ticaret Vekaletinde mukayyitlik görevi aldı ; oradan çıkıp Ankara Hukuk mektebinde kü­ tüphane memuru oldu ve o sırada daha bir defa geçkin , fakat Tuktar'a nisbeten çok genç bir kızla evlendi ; bir müddet sonra hastalandı, kan tükürme­ ye başladı : Ciğerlerinin çürii k olduğu anlaşıldı ; bun­ dan dolayı oradaki görevine son verildi ; bir iki de-


RUS İHTİLALİNDEN IL\TIRALAR

65

fa İstanbul'a veremliler sanatoryumuna gönderdi­ ler, ancak gereken « rejim» lere riayet etmediğin­ den, bu, sanatoryom kürlerinden, tabii, pek az isti­ fade etmişti. Nihayet 18-12-1938 tarihinde ağzından kan boşalarak bu ölümlü dünyaya gözlerini kapadı.. Rahmetlik F. Tuktar'ın bin bir meşakkat ile öğrendiği Rusçası da, Rus üniversitesinde okuduğu hukuki bilgiler de, nihayet, Paris'te öğrendiği Fran­ sızca da Türkiye'de «bir işe» yaramamıştı. Bunun asıl sebebi, onun sıhhatça yıpranmış, ruhça gevşe­ miş ve sönmüş olması idiyse de, belki kendisinin _ yalnız «kendi çöplüğünde ötebilen bir horoz» yara­ dılışında olması da bu hususta bir parça rol oyna­ mış olabilir. O, Ankara'da alkol aldığı sırada Ka­ zan'daki gibi, artık Alkin'in taklidini yapmaya, ace­ lacayip figürler yaparak oynamaya kalkışmıyor, belki sölpüyüp, uyuklamaya başlıyor ve sızıyordu... Kurşwıa dizilen tarihçi Bizim « Kurultay» gazetesinde yazı yazan genç muharirlerden birinin de Aziz Ubeydullah ( U. Aziz) olduğunu yukarıda anmıştım. Sonralan Sovyet Rıısya'sında kalarak, tarihi eserler yazmış olan bu kişi hakkında bir iki söz söylemeyi uygun buluyorum. 1905 ihtilalinden sonra, Kazan Türkleri ara­ sında Rus asri mekteplerinde okuma hevesi epey artmıştı. Aziz Ubeydullah da o ihtilalden sonra üni­ versiteye giren Kazanlı Türk gençlerinden biridir. Babası Salih ağa, Kazan'ın sayılı zenginlerindendi. Vaktiyle herhalde ticaretle meşgul olmuş, sonraları ise, şehirde pek çok ve önemli kazanç getiren ta­ şınmaz mülkler ve akarlar edinmiştir. Karısı öldük­ ten sonra, iki oğlu ve bir kızının hatırı için olacak, bir daha evlenmemiştir. Çocuklarının üçü de Kazan Üniversitesinin Tarih-Filoloji Fakültesine girmişler. 1913 senesinde Kazan'a taşındığım sırada, Aziz -

Rus İhtilalinden Hatıralar: F: 5


66

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Efendi bu Fakülteyi ya henüz bitirmişti veya bitir­ mek üzere idi, - pek iyi hatırlamıyorum. Kendisile 1912 yılının yazında Ufa ilindeki bir köyde kımız içerken tanışmıştım. Ben Kazan'a göçtükten sonra 1917 ihtilalinden önce de kendisiyle temaslarım olu­ yordu. Hoşsohbet, alaycı, şen ve şatır bir çocuktu. Güldüren hikayeler, anekdotlar söylemeyi ve şunun bunun taklidini yapmayı severdi. Ona bir bilgin, ( savant ) olmaktan ziyade, komik bir sahne aktörü, yahut komediler ve güldüren hikayeleri yazan bir muharrir olmak yakışacaktı. (Gerçekten Aziz Efen­ di, birtakım güldürücü hikayeler yazıp bastırmıştı da ) . U. Aziz, korkak, bir kişi idi. Bu hasletinden dolayı bir kadın veya çocuk gibi, hazan gülünç va­ ziyetlere de düştüğünü kendisi gülerek anlatıyordu. Bundan dolayıdır ki, gazetelerde siyasi konular ve günün meseleleri üzerine yazı yazmaktan sakınır­ dı. Evlenmişti. İç harp günlerinde Kazan'dan ay­ rılmamıştı, ayrılsa da, pek uzaklara gitmemiş olsa gerektir. 1918 yılının Eylulünde Kazan'da kaçtığım­ dan sonra 1920 yılının ilkbaharında dönerek, 19 Ağustosa kadar Kazan'da ka;ldığım halde, ben Aziz'i' bir defa olsun göremedim. (Ben temerküz kampında oturduğum sırada, bu, yüreksiz dostum elbette beni arayamazdı ; bundan dolayı ben onu kı­ namadım da . . . ) U. Aziz, Sovyet devrinde Rusya'da kalıp, yeni hallere ve şartlara uygunlaşmaya mecbur olan Ka­ zanlı aydın gençlerden biridir. Zaten eskiden de po­ litika ile meşgul olmadığından, ona bir «spets» (uz­ man ) , yani öğretmen ve müellif sıfatiyle çalışmak imkanı vardı. Bolşevikler, hele iktidara yeni geçtik­ leri sırada, tarafsız ( partisiz) aydınları çalıştırmak­ tan kaçınmıyorlar ve «bakın, partisiz aydınlar da bizimle işbirliği yapıyorlar» demek için U. Aziz gi­ bi « Zararsız» aydınlardan faydalanmayı istiyorlar-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

67

dı bile. Bizim eski dostumuz Aziz de Kazan'da og­ retmenlik etmek, dergilerde yazılar yazmak sure­ tiyle kendi uzmanlığı çerçevesinde çalışmıştır. Ko­ münist partisine yazıldığını sanmıyoruz. U. Aziz'in 1922 den 1925 e kadar Kazan'da ça­ lıştığı anlaşılıyor. Bu seneler içinde o, yazı işlerine hız vermiştir. Şöyle ki, 1922 yılında Kazan'da inti­ şar eden ve bir kollektif eser olan «Kayyum Na­ siri Me�muası» nda onun «Kayyum Nasirinin ilmi talimi hizmetleri» başlıklı uzunca bir irdelemesiyle « Nasiri çın (gerçek ) ilim-fen babında» serlevhasiyle kısa bir yazısı basılmıştı. 1923 senesinde bir mek­ tep kitabı olmak üzere, «Tatar tarihi» adlı 140 sa­ hifelik eseri ; 1924 yılında Ali Rahim ile beraber yazdığı üç bölümden ibaret «Tatar edebiyatı tari­ hi için materyaller toplama yolunda bir tecrübe» isimli kalın bir kitabı ; 1925 senesinde gene Ali Ra­ him ile ortaklaşa yazdığı «Tatar edebiyatı tarihi (feodalizm devri ) » denilen eseri (ikinci basım ola­ rak ) ; gene aynı senede «Tatarlarda sınıflar tarihi (17 nci, 18 inci asırlarda ve 19 uncu asrın başla­ rında) » unvanlı risalesi basılıp çıkmıştı ( 32 ) . Bun­ dan başka, vaktiyle Moskova'da Rus diliyle ve Pav­ loviç (Veltman ) idaresi altında çıkan « Noviy Vos­ tok» ( Yeni Şark ) dergisinin 1925 senesi intişar eden 7 sayılı kitabında U. Aziz'in «Tatarların Pu­ gaçov kıyamına k atışmaları» başlıklı bir tarihi ir( 32) Bütün bu eserler o zaman Arap harfierlyle basılmış.. tır; billndl.ğl üzere, S()fllI'alan Kazan'da da Türkler için Litin alfabesi temeline göre, yeni bir alfabe kabul edil­ mişti. Şimdi ise, bu sistem de atılarak, Rusya'daki umum Türkler lçin Rus alfabesi kabul ettiribruş, ve bu suretle meşhur Rus musteşrik mlsyonerı Nikola İlmenskiy'nin bu husustaki emeli, kendisinin ölümünden sonra olsa da, ta­ hakkuk etın::ştir.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

68

delemesi de çıkmıştı. Onun, bizim görmediğimiz başka eserlerinin çıkmış olması da şüphesizdir. U. Aziz ( arkadaşı Ali Rahim de beraber) bü­ tün bu tarihi eserlerinde ya kendi kanaatlerine gö­ re, veya Sovyet devrindeki modaya uyarak, tarihi materyalizm usullerine göre fikir yürütmekte ve her yerde «Sınıflar savaşı» aramaktadır. Ancak ya­ zıları eski devirlere dair olduğundan, komünizmin iki resıiliyle, bolşevizmin iki yalvacına dithyrambe (medhiye ) ler söylemek zorunda kalmamıştır. 1925 den sonra olsa gerektir, ki U. Aziz Ka­ zan'dan uzaklaşarak «tırnak altında kir arayan » soydaş komünistlerin gözü önünde bulunmamak maksadiyle Bakü üniversitesine profesör olarak git­ miştir ; Sovyet devrinde yer değiştirmenin takibatı hafifletmek için az çok faydalı olduğunu yukarıda Fatih Kerim'den bahsederken de anmıştık. Aziz'in Bakü'de ne kadar kaldığını bilmiyoruz ; ancak Azer­ baycan başkentinde de bazı eserler yazmış olduğu­ nu biliyoruz. Kendisi gibi Kazan Tarih-Filoloji Fa­ kültesini bitirmiş olan kızkardeşi Meryem Ubey­ dullah'ın da Bakü'de bulunduğunu ve orada Kazan­ lı hukukşinaslardan Necip Halfin ile evlendiğini ve gene orada vefat ettiğini duymuştuk. Son harp yıl­ larında Avrupa yoliyle aldığımız bir haberden U. Aziz'in kurşuna dizildiğini öğrenmiştik. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, U. Aziz politikadan uzak duran, Sovyet şartlarına tamamiyle uygunlaşan, eserlerini de Marx-Engels nazariyesine göre yazan ve aynı zamanda son derece «ihtiyatlı» , suya sa­ buna dokunmaktan içtinap eden yüreksiz bir kim­ se idi. Şu halde, böyle bir adamı kurşuna dizdiren cellatların korkaklıkta U. Aziz'i bile geçtiklerinde hiç şüphe edilir mi ?

«Dukhovnoye Sobraniye» den medeni muhta.ri­ yet'e 1917 Yılı Mayıs iptidalarında, Moskova'da -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

69

toplanan Birinci umum Rusya müslümanları kong­ resinde verilen bir karara göre, ikinci böyle bir kongre eski takvime göre, temmuz sonlarında Ka­ zan'da toplanacaktı. Bu tarih geldi çattı : İhtilalin beşinci ayında bulunuyorduk ; Moskova kongresinin kapanmasından beri ise, üç ay kadar zaman geçmiş­ ti. İhtilal, yıldırım hıziyle yürüyerek, gittikçe «de­ rinleştiğinden» , memlekette bu üç ay içinde pek mühim olaylar vukua gelmişti ; vaziyete hakim ve sözünü dinletebilecek bir merkezi iktidar da kal­ mamıştı. Onun için Rus olmayan kavimler, hele si­ yasi ve medeni bakımdan olgun ve yetişkin olan mil­ letler, kendi mukadderatını kendi ellerine almak yo­ luna girmişlerdi. Geçici, İhtilal hükumeti daha ih­ tilalin başlangıcından iki hafta sonra ( 29-3-1917 de ) bir beyanname neşreyleyip, Lehistan'a istiklal va­ detmişti. Çar İkinci Nikola tarafından kaldırılan Fin Anayasası ihtilal vukua gelir gelmez yeniden yürürlüğe konulmuştu ; Temmuzda ise, bu ülke ba­ ğımsızlığını ilan etmişti. Ukrayna Rada'sı (Milli Meclisi ) de, 30 Haziranda yapılan bir anlaşma ile Geçici ihtilal hükumetini bu ülkenin autonomie'sini tanımaya mecbur etmiş ve milli ordu vücuda ge­ tirmek hakkını kazanmıştı, ki bu hadise liberallerin kabineden ayrılmalarını bile mucip olmuştu. Cenu­ bi Kafkasya (Azerbaycan) , Türkistan, Kazakistan (Kuzey Türkistan) ve hatta Başkırthk Türkleri de kendi topraklarının muhtariyetiyle birer ülke ola­ bilecek bir yönde örgütlenmeye giriştiklerinden, on­ lar arasında «Umum Rusya Müslümanları» fikri hayliden hayliye gevşemiş, ve bundan dolayı bu Ka­ zan kongresine bu Türk ülkelerinden temsilciler gelmemiş gibi idi. Onun için bu kongre pek de «Umum Rusya Müslümanları kongresi» sayılamaz­ dı. Zaten bu ikinci müslüman kongresinin inceliye­ ceği ve hakkında bir karar vereceği en mühim me-


70

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

sele de, «belirli ülkeleri bulunmayan» iç Rusya ve Sibirya Türklerine ait bir meseleydi. Şöyle ki : Mos­ kova kongresinin, Devletin rejimine dair kararının birinci fıkrası şu şekildeydi : « Müslüman kavimleri­ nin menfaatlerini temin eylemek için en uygun ida­ re usulü milli federasyon ve toprak temellerine ku­ rulan ve belirli ÜLKELERİ BULUNMIYAN KA­ VİMLER İÇİN İSE, MİLLİ-MEDENİ MllliTARİ­ YET SAO.LAYAN HALK CUMHURİYETİDİR» Kongre zabıtları : Sahifeler : ( 250-251 ) (33.) Kazan Türklerinin belli başlı şahsiyetlerinden olan ve vaktiyle İkinci ve Üçüncü Devlet Duma'la­ rında saylav bulunan Sadri Maksudi ( Arsal) o sı­ ralarda « Türkistan Komitesi » üyesi sıfatiyle Taş­ kent'te bulunduğundan Moskova kongresinde hazır bulunmadıyse de, anlaşılan, kongrenin bu kararın­ dan mülhem olarak, « İç Rusya ve Sibirya müslü­ manları» için eski Avusturya - Macaristan İmpara­ torluğunda yaşayan bazı kavimler hakkında tasar­ lanan milli-medeni muhtariyet projelerine benziyen bir tasarı hazırlamakla meşgul olmuş ve Kazan kongresine çantasında bu hazır tasarı bulunduğu halde gelmiştir. Bu tasarı kongrede okundu, müza­ kere ve münakaşa edildi, ve nihayet ; bu kongrenin, tam o günlerde Kazan'da toplanmış mollalar kong­ resiyle Müslüman askerler kongresi üyelerinin de ka ­ tıştığı bir oturumunda 22 Temmuzda ( 4 Ağustosta) kabul edildi. Bir de bu «muhtariyet» rejimini ger­ çekleştirmek için « Muhtariyet heyeti» kuruldu ve başkanlığına, tabiatiyle, tasarı sahibi seçildi. Bu he­ yet, faaliyete geçmek için, Ufa şehrine gidecekti. ( 33 ) «Bütün Rusya Müslümanlannınğ, 1917 nci yılda 1-11 mayda MeskEw'de bulgan umumi isyezdininğ, proıtokolları» ( Petrograd, Emanet şirketi matbaası, 1918), bütün Rusya Müslüman Şurası başkaruçi komitesmmğ neşri.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

71

Muhtariyet merkezi olarak pek d e tarihi v e milli önemi olmayan bu şehrin seçilmesi, bir yandan ora­ da 18 inci asırda imparatoriçe İkinci Katerina ta­ rafından kurulan ve «Ürenburg Muhammedi Ruha­ ni meclisi» adını taşıyan bir 1sl8.m dini kurumunun bulunmasından, öte yandan coğrafi bakımdan Ka­ zan'a nisbetle Sibirya'ya daha yakın bulunmasından ileri geliyordu. Kongrenin bir oturumunda merkez olarak Kazan'ın seçilmesini istiyenler tarafından gayet şiddetli gürültü patırtı ( obstruction ) yapıldı­ ğını hatırlıyorum. O zaman ben de, Merkezin Ka­ zan ' olmasına tarafdar idim. « Muhtariyet Heyeti » Ufa «İç Rusya ve Sibirya müslümanlarının millet meclisi» ne saylavlar seçimini hazırlamakla ve hu iş için milletin servetce ileri gelenlerinden para top­ lamakla ve bazı tasanlar tanzim etmekle meşgul olacaktı. Bunlar çok mühim ve oldukça zor işlerdi . Bu meclis, mezkur Türklerin bir çeşit Constituante'ı da sayılabilirdi. Demek ihtilalin «derinleşme» sinden faydalana­ rak, biz de, hiç olmazsa, « topraksız muhtariyet» ilan etmek suretiyle vaktiyle Rus hükumeti tarafın dan vücuda getirilen eski bir dini teşkilat olan « Dukhovnoye Sobraniye» (34) den kendi elimizle kurulacak olan, geniş yetkili milli-medeni muhtari­ yet teşkilatına geçmek istiyorduk . .

«DERİNLEŞEN» İHTİLAL VE DURDURULAMIYAN HARP «Ana-Baba günü» Böylece, Rusya'da yaşa-

( 34 ) «Ruhani MecliSı> demektir. Bu kurumun tam ismi «Orenburgskoye Mogametanskoye Dukyovnoye Sobraniye» dir. Bu «Muhammedi Ruhani Meclisi» İmparatoriçe 2 ne: Katerina emriyle Ufa şehrinde 1789 yılında açılmıştı. Bu müessese hakkında bk. A. Battal: «Kazan Türkleri», sahife Jer: 137 - 141 ; İstanbul, 1925.


72

RUS İHTiı..ı\LiNDEN HATIRALAR

yan belli başlı gayri Rus

kavimler iktidarları ve,

hazırlıkları ölçümünde milli işlerini yoluna koymak­ la uğraşırken, memlekette ihtilalin «derinleşmesi», merkezde (Petrograd'da) siyasi partilerin çekişme­ leri sürüp gidiyordu; başka türlü söylersek, böyle­ ce ihtilalin «derinleşmesi» yüzünden gayri Ruslar kendilerinin milli işleriyle bu derece serbesti ile uğ­ raşabiliyorlardı. Harp de durmuş değildi;

kabine

buhranları birbirini kovalıyordu. Hükumet

yalnız,

çorap söküğü haline gelen cepheyi tutmak için sa-­ vaşmak mecburiyetinde olmayıp, cephe

gerisinde

ve cephede olanca gayretiyle çalışan bozguncularla da uğraşmak zorunda idi.

14 Temmuzda «Kadet»

(liberaller) partisine mensup nazırlar hükumetten çekilmişlerdi; 20 Temmuzda prens tıvov

hükumet

başkanlığından çekilmiş ve onun yerine Sovyetçile­ rin isteğiyle sosyalist Kerenskiy getirilmişti. Bol­ şevikler her yerde, durmadan ortalığı karıştırmak­ la uğraşıyorlardı. Petrograd'da 16 Temmuzda bolşe­ vikler ayaklanmışlarsa da muvaffak olmamışlardı ; taşrada, vilayetlerde, memleketin kenar illerinde neler olup bitiyor, ne gibi teşebbüsler yapılıyor, ne gibi olaylar ·cereyan

ediyor, - merkezin bu gibi

«ufaktefek» işlerle uğraşmaya vakti yoktu ; herkes bildiğini yapıyor, aklına eseni kuruyor ; hulasa: Memlekette tam bir merkezden kaçma vetiresi gö­ ze çarpıyordu. Rus ihtilal hükumeti ise, müttefikle­ rin batın için, ister istemez cepheyi tutmaya, şu­ rada burada Almanlar'la karşı taarruzlara geçerek, Rus ordusunun henüz ölmediğini göstermeye öze­ niyordu. Bolşevikler ve

yardakçılar ise cephenin

dağılmasını, taarruzların muvaffak olmamasını ve «emperyalist harb» in bir iç harbe dönmesini is- tiyorlardı; bu maksatla ötede beride hükumete kar­ şı ayaklanmalar ve baltalama ediyorlardı.

hareketleri

tertip


RUS İHTiı.ı\LiNDEN HATIRALAR

Dillere düşen «bourgeoisie»

73

Sosyalistlerle liberaller (Kadet'ler) den teşekkül etmiş olan koa­ lisyon kabinesi, Temmuz ortalarında liberal ba­ kanların çekilmesiyle dağılmış ve ondan sonra çe­ şitli sosyalist partilere mensup kimselerden, adeta düpedüz bir sosyalist kabine kurulmuş ve başkan­ lığa da mahut Aleksandr Kerenskiy getirilmişti ; devlet işleri kamilen sosyalistlerin eline geçmiş bu­ lunuyordu ; bu sosyalist hükumet, bütün mülki ve askeri işler hakkında « Sovyet». ten talimat alıyor, baş rolü ise, Kerenskiy oynuyordu ; görünüşte o, bir diktatör kesilmişti . . . « Burjuy» bakanlar bir yana atılmıştı amma, hala harp durdurulamamıştı ; henüz sulh belirtileri görünmüyordu. Bunca arzulanan sulh neden yapıla­ mıyordu ? Bunu halk önünde şu veya bu türlü izah eylemek gerekiyordu. İzahı bulunmuştu. Artık sov­ yetçiler ve türlü türlü ihtilal hatipleri, halka har­ bin bitirilmesine ve barışın yapılmasına Rusya ve Avrupa bourgeoisie'sinin engel teşkil ettiğini anla­ tıyorlardı. Hatiplerin iddialarına göre, harbe son vermek bourgeoisie'nin işine gelmiyordu ; çünkü on lar, yani bourgeois'lar emperyalisttirler, militarist­ tirler, sömürgecidirler . . . Gerçekten o günlerde dil­ lerden düşmiyen ve türlü çekimlerle tasrif edi­ len en moda kelimelerin biri şu bourgeoisie ( Rusça şekli : Burjuazia) kelimesi olup, en ağır gaygışlara, ilençlere, hakaretlere uğrayan içtimai küme de bu kelimenin medlulü olan zümre idi. «Bourgeois» kimdir? Bu zümreye mensup f)lan kimseye, biraz da pejoratif nüans verilerek «burjuy» deniliyordu. Amma «burjuy» kimdi ? Ge­ niş halk kütleleri şöyle dursun, hatiplerin bile çok­ luğu bu kelimenin medlulünü pek iyi bilmiyordu. Bundan «bourgeoisie» , «bourgeos» kelimelerinin ta­ rihteki ve Economie-Politique ilmindeki manalanna -

-


74

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

pek o kadar önem verilmiyordu. Cahil halk, başta kendisinden üstün olan herkesi «burjuy» sayıyordu ; ancak hesapsız hatipler ve yazarlar tarafından söy­ lenen kışkırtıcı sözler neticesinde « burjuazia» nın o devre mahsus yeni bir manası meydana çıkmıştı. Şöyle ki, halk artık «bourgeosie» yi «harbi uzatan, emekçilerin kanını emen insanlar zümresi» diye bel­ lemeye başlamıştı. Peki, bu insanlar kimlerden iba­ retti ? Cephe gerisinde kalan, caket giyen, kravat takan herkes «burjuy» sayılıyordu ve bunlara kar­ şı derin bir husumet hissi besleniyordu. Sosyalistler ve Bourgeoisie Gariptir ki, mu­ tedil sosyalistler bir yandan bu ihtilalin sadece bir «bourgeoisie ihtilali» olduğunu iddia edip dururlar­ ken, öte yandan aynı sosyalistler ve peykleri tara­ fından bourgeoisie sınıfına karşı amansız bir savaş bayrağı açılmıştı. Bu hal, elbette halk kütlelerini, bolşevizm'i kolayca benimsemeye hazırlamaktan başka bir hareket değildi. Gerçekten, ihtilalin ilk haftalarında ve aylarında hatiplerin nutuk seli bol­ şevikler için mükemmel bir zemin hazırlamıştı. İlk «işçi ve asker sovyetleri» nin bourgeoisie aleyhin­ deki propagandası «Sovyetler» in kendi ölümünü de mucip olmuştur. İhtilal ve harp Büyük bir ihtilal vukua gel­ ; halk bu ihtilale korkunç askeri yenilgilerden, mişti ağır maddi kısıntı ve sıkıntılardan kurtuluşun baş­ langıcı diye bakıyordu. Artık bütün bu felaketlerin asıl sebebini ortadan kaldırmak gerekiyordu ; her­ kesin gözüne çarpan bu sebep harptı. Demek, her şeyden önce harbe son vermek lazımdı. Halk küt­ leleri böyle düşünüyordu ; cephedekiler de bunu bekliyorlardı . . . Halbuki aydın liberaller ve subay­ ların önemli bir kısmı büsbütün başka türlü düşü­ nüyordu. Bunların fikrince ihtilal, harbi iyi idare edemiyen, beceriksiz rejimi yıktı ; zafere ulaşmak -

-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

75

isteyen halk, hezimetten başka bir şey getirmeyecek olan hükfımeti devirdi ; artık zafere ulaşmak için harbe devam etmeli orduyu canlandırmalı ve onda yurtseverlik duygusunu uyandırmalı ! Ancak birçok kimseler de asırlardan beri yurt severlik duygusuna yabancı olan bir halka kısa bir zaman içinde böyle bir duyguyu aşılamanın kabil olamıyacağını, Rus oldusunun bitkin halde bulun­ duğunu ve harp etmek istemediğini pekala biliyor­ lardı ; ancak bunlar da birçok afaki ( objectif ) se­ beplerden dolayı Almanya ile ayrı bir barış yap­ manın da mümkün olamıyacağını düşünüyorlardı. Rusya bu harpte yalnız değildi, müttefikleri vard.L Gerçekten, hükumet Almanya ile, müttefiklerinder ayrı bir barış andlaşması yapmayı düşünmüyor, «düşmanı yere serinceye kadar harbe devam et­ menin gerektiğine» kandırmak amacı ile cepheye birçok öğütçüler, propagandacılar gönderiyordu. Cephedekiler ise, bu öğütçüleri sevinçle karşılıyor­ lar ; uzun ve ateşli söylevleri dikkatle dinliyorlar ; ancak işe gelince kendi bildikleri ve tasarladıkları gibi davranıyorlardı. Halk harbin bir an evvel dur­ durulmasını, hükumet ise, müttefiklerle birlikte ye­ ni bir hızla devam ettirilmesini istiyordu ; onun için halka harbin gayesini anlatmak gerekiyordu. Bu ödev, Geçici hükumette dış işleri bakanı ve meşru­ tiyetçi demokratlar partisi lideri olan Milükov'a ve­ rildi. Bu bakan o sıralarda büyük bir kalabalık önünde söylediği bir nutkunda Boğazların yabancı ellerde bulunmasından dolayı Rusya'nın Akdenize serbestçe çıkamadığını, onun için Boğazlara hakim olmanın Rusya için büyük ehemmiyeti haiz bir ga­ ye ( harp gayesi ) olduğunu ve bu milli gayeye ulaş­ mak için müttefiklerle beraber harbe devam etme­ nin lüzumunu anlatmıştı. Milükov'un bu çıkışı halk ve « Sovyet» tarafından hükumetin emperyaliz ile


76

RUS İHTiıALiNDEN llATIRAIAll

suçlandırılmasından ve dışişleri bakanının ( 15 Ma­ yısta) kabineden atılmasından başka bir fayda ge­ tirmemişti. Çünkü halk, h arpten son derece bık­ mıştı. Ne Boğazları, ne de başka « arz-ı mev'ud» la­ rı ele geçirmeye kandırmakla onu harbe devam et­ meye kandırmanın imkanı kalmamıştı. Bundan ötü­ rii harp taraflısı olan bir hükumetin işbaşında ka­ labilmesi çok müşküldü . . . Sovyetçiler ve harp - Halkın ve ordunun te­ mayüllerini sezen « Sovyet» ta işin iptidasında har­ be son vermeyi teklif ederek «bütün cihana» bir beyanname ile başvurmuştu ; « Sovyet» bu müraca­ atına «bütün cihan» dan bir cevap alamadıysa da, bununla Rusyalılara kendisinin gerçekten harbe son verme taraflısı olduğunu göstermişti. Bundan sonra Sovyetçiler «milletlerin kendi egemenlikleri temeline kurulan, tazminatsız ve ilhaksız ( 35 ) ba­ nş» teklifiyle Avrupa ülkelerine bir murahhas ku­ rul da göndermişti . . . Rus ihtilal kurumu bu teşeb­ büsiyle hariçte hiçbir türlü başarı elde edemediyse de, içerde kendisinin harbi bitirme taraflısı oldu­ ğunu tekrarlayıp duruyor ve her fırsatta harbe de­ vam etmek fikrinin hükumetten çıktığını anlatıyor­ du ; o sıralarda hükumet sovyetçilerin elinde bir oyuncak durumuna düşmekle ve onun her isteğine boyun eğmekle beraber, Sovyetçiler de harbi bir türlü durduramıyorlar, halkı hep lakırdıyla oyalı­ yorlar ve «peynir gemisini lafla yüriitmeye» yelte­ niyorlardı . . . Harbin bitmesini ister gibi görünen Sovyetçi­ ler hiç olmazsa şark cephesindeki harbi neden dur­ duramıyorlardı ? Bu sorunun cevabı şudur : Hiç ol­ mazsa doğu cephesindeki harbi durdurmak Rusya­ nın Almanya ile yarı bir barış yapmasiyle ancak ( 35 )

Başkalannın topraklannı almadan, demektir.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

77

kabildi ; ayrı bir sulh akdi istenildiğinde Almanya­ nın korkunç ağır şartlar ileri süreceği de belliydi. Halbuki o sıralarda Sovyetçilerin çokluğu «Obo­ rontsıy» ( müdafaacılar) denilen ve Alman milita­ rizmine boyun eğmek istemiyen bir çeşit yurtsever mutedil sosyalistler olduklarından, bu tehlikeli yolu tutmak cesaretini gösteremiyorlardı. Günler geçiyor, ihtilal kabarıyor, genişliyor ve derinleşiyordu ; cephe çözülüyor, askerler dağılıyor, cephe gerisi çığrından çıkıyor ve şurada burada vukua gelen baltalama hareketleri de eksik olmu­ yordu . . . Güpegündüz bir patlama Ağustosun sonları­ na doğru olsa gerek, bir gün gündüzün Kazan'da Kabangölü kıyısındaki evimizde konuşup oturduğu­ muz sırada boğuk bir patlama sesi duyuldu, evin sürgülenmemiş kapıları şiddetli bir gürültü ile ar­ dına kadar açılıverdi ; evde, deprem olmuş gibi bir sarsıntı sezildi ; pencerelerin camları zıngır zıngır oynadı ; hep birden dışarı fırladık. Neye uğradığı­ mızı bilmiyorduk. Meğerse bu, Kazan'ın « Purkhova­ ya» denilen semtindeki barut ve mermi fabrikasın­ da vukua gelen bir infilakın ( patlamanın ) doğurdu­ ğu sarsıntı imiş ; patlamalar kısa kısa aralarla bir­ birini kovalıyordu. Bütün şehir halkı sokaklara dö­ külmüş ve ürküne ( 36) tutulmuş bulunuyordu. Da­ ha büyük, şiddetli ve korkunç patlamaların vukua gelmesi pek muhtemel olduğundan, evde kalmak ve gecelemek tehlikeli sayılıyordu, bundan ötürü o ge­ ce komşularımızla beraber Kabangölü kıyısında açık havada yattık. Bu, açık havada geceleme neticesin­ de olacaktır ki o zaman henüz üç yaşını doldurup dördüncü yaşına basmış olan oğlumuz Bilgivar'ın -

( 36 )

99).

Ürkün

=

panik ( K.işgarlı

Mahmud Divanı, C. 1, S.


78

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

( bugünkü doktor Bilgivar Taymas'ın ) boğma­ casından ertesi sabah hiç bir eser kalmamıştı. Bi­ zim için o sırada bu da bir sevinç vesilesi olmuştu . Kazan barut ve mermi fabrikasında vukua gelen bu patlamanın da bir kaza neticesi olmayıp, bir baltalama ( sabotage ) eseri olduğu söyleniyordu, ki bu söylentilerde bir hakikat şemmesi olduğu da şüphesizdi . . .

BOLŞEVİK tHTtLALt İhtili.l içinde «ihtili.l» Kazan'da 25 Ekim'de -

(7 Kasımda) Petrograd'dan yeni bir ihtilalin vukua geldiğine dair müheyyiç bir haber alınmıştı : Geçi­ ci hükumet devrilmiş, başbakan Kerenskiy kaçmış, öteki bakanlar tevkif edilmiş ; iktidar « Petrograd işçi, asker ve köylü Sovyeti » nin eline geçmiş bu­ lunuyordu. O zaman Petrograd Sovyetinde Bolşe­ vikler hakim bulunduklarından bu, Lenin zümresi­ nin iktidarı ele almasından başka bir şey olamaz­ dı. Gerçekten, Petrograd'da karargahını Smolniy zadegan kızlar enstitüsünde kurmuş olan Lenin ve koldaşları derhal bir « Halk Komiserleri Sovyeti � vücuda getirmişler, yepyeni bir rejim kurmaya gi­ rişmişlerdi, ki bunun adı « Sovetskaya Vlast» ( Sov­ yet Eğemenliği ) idi. Bu, artık yeni bir ihtilaldi . Ona «Üçüncü İhtilal» (37) denildiği gibi, eski res­ mi takvime göre, Ekim ayında vuku bulduğundaıı « Ekim İhtilali» de deniliyordu. Merkezden gelen bu «ihtilal» haberi 27 Şubat (12 Mart ) ta alınan öteki ihtilal haberi gibi, şehir­ de sevinç, heyecan ve coşkunluk uyandırmayıp, ter( 37 ) 1905 yılında Rusya�nın Uzak Doğu'da yenilm�I nefa. cesinde vukua gelen ihtilale 1 inci ; 1917 senesi Şubat-Mart ayında patlak veren ihtilfile 2 nci ; aynı senenilı Ekim-Ka­ sı.ın aylnda vukua gelen Bolşevik ilhtllaline 3 ncü ihtilal denilmektedir.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

79

sine, korku, kaygı ve cansıkıcı düşünceler uyandır · mıştı. Kışa girmek üzere idik. Bir ilkbahar havası içinde başlayan ihtilalin de, galiba, titretici, sıkıcı ve üzücü «kış mevsimi» hulul ediyordu. Buna has­ ret, helecan ve yüce umutlarla beklenen demokrasi (halk hakimiyeti ) yerine bir ochlocratie ( 38 ) gel­ mek üzere bulunuyordu. Bunu da, devrilen, menfur monarşinin yerini tutacak olan amansız bir oligar­ şinin (39) takip edeceğine benziyordu. «Sovyet» ne demektir? Rusçada « Sovet» şeklinde söylenen sözün medlulü neden ibaretti ? Bu söz aslında danışma, danışık, meşveret, şura demek olup, Rus resmi lisanında bir terim olarak da Bol­ şevik rejimi ile birlikte ortaya çıkmış değildir. Çün kü daha Çarlık devrinde bakanlar kuruluna « Sovet minitrov» denildiği gibi, eski Senato (Ayan Mecli­ si ) için de «Gosudarstvennıy Sovet» ( Devlet Şura­ sı demektir ) denilirdi. 1917 ihtilalinin başlangıcında da « Petrograd işçi, asker ve köylü Soveti » ni, Du­ ma üyelerinden mutedil sosyalist olan Kerenskiy, Skobelev ve gürcü Çkhiyidze kurmuşlardı. Yalnız « Sovyetlere tam egemenlik ! » şiarını ileri sürerek, Sovyetler adına hareket eden Bolşevik sosyal-de­ mokratlar iktidarı ele alınca, kurdukları kızıl dik­ tatorya'ya « Sovetskaya Vlast» ( Sovyet egemenli­ ği) adını vermişler ve ondan sonra tabir bütün ci­ hana yayılmıştır . . . Kazan'da Bu « Üçüncü ihtilal» de, tıpkı Şu­ bat-Mart ihtilali gibi, yukarıdan geldiğinden, o da, ötekisi gibi, taşralarda, hele il merkezlerinde der­ hal yankılar bulmuş ve buralarda da, egemenliğin Sovyetlere geçmesi uğrunda mücadeleye girişilmiş­ ti. 1917 ihtilalinin başlangıcından «Ekim ihtilali»-

-

( 38 ) ( 39 )

Avam takımı hakimiyeti. Ollgarchie

==

küçük bir zümrenin hıikiıniyeti•


80

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

nin vukuunadek geçen sekiz küsur ay zarfında ih­ tilal devrinin birtakım siyasi, iktisadi, içtimai ve ruhi halleri ve şartlarının tesiri altında « Sovyet»­ ler, her yerde büyük bir hızla « Sol» a kaymışlar ve sonbahara doğru, artık Lenin zümresine mükem­ mel bir alet olacak hale gelmişlerdi. Bolşeviklerin « Sovyetlere tam egemenlik ! » slog1ını, zaten « sol­ laşmış», «bolşevikleşmiş» olan « Sovyetler» tarafın­ dan da benimsenmiş bulunuyordu. Onun için Ka­ zan'da da Bolşevik aygıtı olan askerler (erler) ile «yunkerler» ( askeri mektep talebesi ) arasında ce­ reyan eden kısa bir çarpışmadan sonra egemenlik Sovyetlerin eline geçivermiştir. Bolşeviklerin taktiği Eskiden Rusya'da ka­ nuni yollarla teşekkül eden, açıkça, kendi sahici diliyle iş gören, neşriyat yapan, solcu, hele sosya­ list siyasi partiler bulunmadığından, bunlar hep giz­ lice « yer altında» çalıştıklarından, bu solcu-sosya­ list zümrelerin programları ve siyasi - iktisadi ga­ yeleri pek az kimselerce malumdu. Şubat-Mart'ta patlak veren ihtilalden sonra da Bolşevikler nasıl bir devrim yapmak istediklerini, memlekette ne gibi bir rejim kuracaklarını açıkça söylemiyorlardı. Hatta biz, Kazan'da mitinglerde, toplantılarda ve basında «Bolşevik» sözünü pek az işitiyorduk. Ka­ zan'da açıktan Bolşevik organı olduğunu söyliyen bir Rusça gazete bile yoktu. O devirde onlar da hep «Rusya sosyal-demokrat işçi partisi » perdesi altında hareket ediyorlar ve çalışıyorlardı. Bu, on­ lar için peçelenmiş bir taktikti. ( Bu peçelenmiş tak­ tiği Bolşevikler, icap ettikçe, bugün de kullanmak­ tadırlar . . . ) O devirde Bolşevikler, geniş halk küt­ lelerini, hele ordu erlerini, avlamak için daha zi­ yade, o zaman en çok calip görünen aktüel ökse­ leri seriyorlardı, ki bunlar, eğemenliği halka ver­ mek; bütün felaket ve sefaletlerin kaynağı olan -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

81

. harbi durdurmak ; harbi devam ettirmek istiyen « zalim» ve «kan içici» «bourgeoisie» yi ortadan kal­ dırmak ; bütün Rusyalıların kutsal rüyası ve bütün dertlerin devası olan « Uçreditelnoye Sboraniye» yi ( Kurucu Meclisi ) bir an evvel toplamak ; herkesi erkinliğe, genliğe ve eşitliğe (40) kavuşturmak gi­ bi şeylerdi. Bunlar arasında onların elindeki en kuv­ vetli kozlar, harbi durdurmak ve o zaman neden ibaret olduğ·u pek açık belli olmayan «bourgeoisie» yi yok etmek vaidleri idi. Çünkü halk, gerçekten, harpten bıkmıştı ve harbi devam ettirmek istiyen bir zümre sandığı «bourgeoisie» den de nefret edi­ yordu. İhtilal hükiimeti ve Bolşevikler Demokratik ihtilal hükumeti, Bolşeviklerin iktisadi, siyasi ve iç­ timai programlarını açıklayıp, onların memlekette ne gibi bir yeni mutlakiyet rejimi kuracaklarını ; iç­ timai sınıfları birbirine düşüreceklerini ; hususi mül­ kiyeti kaldırıp, herkesi Devletin kölesi durumuna koyacaklarını halka anlatmak uğrunda adam�kıllı propaganda yapmaktan ziyade, onların şeflerinin memlekete Alman mühürlü vagonunda döndüklerini, düşmanla işbirliği yapmakta olduklarını ; Alman ca­ susları, vatan hainleri olduklarını söyletiyor, ve on­ lardan halkı ve askerleri bu suretle nefret ettirebi­ leceğini sanıyordu. Halbuki bunlar, o zaman, halka birer mücerred mefhumlar gibi geliyor ; Bolşıwik­ lerin ümit verici «muşahhas» vaidleri onu daha zi­ yade celbediyordu. O zaman halk kütleleri, Bolşeviklerin peşinden gitmekle «her şey» in sahibi, memleketin efendisi olacağını sanıyordu. Amma gerçekte öyle mi oldu ? Bu sualin cevabını, aziz okurlarım, size bıra-

( 4a) Erkinlik savat.

hürriyet; genlik

=

refah ; eşitlik

=

mü-

Rus İhtililinden Hatıralar: F: 6


82

RUS İHTİLı\LİNDEN llATIRAIAR

karak, ben şimdi Bolşeviklerin ne biçim politikacı­ lar ; bolşevizmin ne gibi bir doktrin ( akide) oldu­ ğu üzerine söz açmak istiyorum. Bolşevikler ne tasarhyorlardı ? 1898 yılında t�şekkül eden « Rus sosyal-demokrat işçi partisi » nin 1903 senesinde Londra'da toplanan ikinci kong­ resinde program düzülürken, parti iki zümreye ayrılmıştı. Çoğunluk zümresine «Bolşevik» denildi, ki bu zümrenin başında Vladimir Lenin duruyordu. Kelime Rusça « çoğunluk» ( ekseriyet) demek olan «bolşinstvo» sözünden alınmıştır. Azınlık grupunun başında ise, Akselrod ve Martov bulunuyorlardı, ki bunlara « Menşevik» denildi ; bu söz Rusça azın­ lık (ekalliyet) demek olan « menşinstvo» sözünden çıkmıştır. Demek, «bolşevik» sözü haddı zatinde programa veya taktiğe ait bir anlamı ifade etme­ yip, yalnız bir siyasi zümrenin, bir parti toplantı­ sında çoğunluğu teşkil ettiğini anlatmaktadır. Hal­ buki bu iki grup, asıl program ve tabiye mesele­ sinde ayrılmışlardı. Bu hususta bolşeviklerin, men­ şeviklerden ayrıldığı başlıca noktalar şunlardır : 1. Partinin merkezi örgütü, ihtilali kendilerine meslek (profession) edinen birkaç kişi (profession­ nel ihtilalciler) tarafından çevrilmeli ; bunda kati­ yen seçim usulü uygulanmamalı ( tatbik edilmeme­ li ) ; 2. Liberal (bourgeois) partilerle işbirliği yap­ mamalı ve 3. Bourgeois rejimine karşı silahlı isya­ na hazırlanmalı ; bu isyan muvaffak olduğu tak­ dirde geçici proletarya diktatörlüğü kurulmalı. Menşevikler bunların hepsine muhaliftiler ; yanı onlar, parti örgütlerinde azınlığın diktatörlüğünü kabul etmezler ; liberal partilerle işbirliği yaparak, işçi sınıfının menfaatleri için her türlü meşru fır­ görürler ; sat ve imkanlardan faydalanmayı caiz silahlı ayaklanma yoliyle iktidarı ele geçirmek, iş­ çiler diktatörlüğü kurmayı doğru bulmamakla kal-


RUS İHTİULİNDEN HATIRALAR

83

mayıp, bunun işçi sınıfı için zararlı olacağını bile iddia ederler. 1914 harbi patlak verdiği sırada bolşeviklerin lideri Lenin ve koldaşları, Avrupa'da muhacerette bulunuyorlardı. Onlar bu harpte Rusya'nın yenil­ mesini arzu ediyorlar ve ellerinden geldiği kadar bu yolda çalışıyorlardı. Onlar için bu « emperyalist» harbin her memlekette bir iç harbe dönmesi kutsal bir gaye idi. Lenin, Trotskiy ve Staliıı Rusya'da 1917 ih­ tilalinin patlak vermesinden aşağı yukarı bir ay sonda, Lenin ve arkadaşları, Rusya ile harp duru­ munda bulunan Almanya topraklarından Alman hükumetinin müsaadesiyle, mühürlü vagonlar i çinde geçerek İsviçre'den Rusya'ya döndüler ve merkez­ de faaliyete başladılar. Onlar büyük bir gayretle hem Geçici hükumete, hem mutedil sosyalistler ta­ rafından çevrilen « Sovyet» teşkilatına karşı sa­ vaş bayrağı açtılar. O sıralarda bolşevikler saffın­ da son derece özenle çalışanlardan birisi de menşe­ viklikten bolşevikliğe geçen Leon Trotskiy olmuş­ tur. O günlerde henüz pek o kadar tanınmamış olan Stalin ise,, Avrupa'daki arkadaşlarından önce 25 Martta Sibirya'daki sürgün yerinden dönmüş bulunuyordu. Üç merhale Yukarıda görüldüğü üzere, pol­ şevizm «Rusya sosyal-demokrat işçi partisi» nin bir hizbinin tuttuğu tabiyeyi ifade eder. Bilindiği gibi, dünyadaki bütün sosyal- demokrat partiler prog­ ramlarını marksizm veya i ktisadi materyalizm na­ zariyesi üzerine kurmuşlardır. Marksizme göre in­ san topluluğunun gelişiminde üç merhale vardır : 1 ) Feodalizm ; 2 ) Kapitalizm ; 3 ) Kollektivizm. Feo­ dalizmi, kapitalizm ortadan kaldırmıştır ; kapitaliz­ mi de kollektivizm yok edecektir. Bu nasıl olacak ? Marx ve şakirdleri diyorlar ki : Bugün servet bir -

-


84

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

merkezde yığılıyor, temerküz ediyor. Bu serveti is­ tihsal edenler, kalabalık olan işçilerdir ; onu benim­ seyenler ise, sayıları pek mahdut olan kapitalistler­ dir. İşçilere verilen ücret onların emeklerinin tas­ tamam karşılığı olmayıp, kazançtan arslan payı hiç çalı.;; mayan patronların eline geçmektedir. Halbuki yığılan servet hakikatte işçilerin lüzumundan fazla çalışmalarının bir semeresidir, «fazla kıymet» tir ve onun için çalışanların hakkıdır. Bundan dolayı, istihsal takım ve aygıtları, fabrikalar ve işletme yerleri hep çalışmayan bourgeois'ların ( kapitalist­ lerin ) elinden alınıp, çalışanların, emekçilerin, ya­ ni işçilerin (kollektif'in) eline verilmelidir ; yani is­ tihsal takım ve aygıtları kollektif!eştirilmeli ve is­ tihsal edilen maddeler de kamunun faydasına kulla­ nılmalı, doğruluk ve eşitlik ile üleştirilmeli . . . Rusya'nın durumu Görülüyor, ki marksizm nazariyesine göre, kollektivizm sisteminin kurul­ ması için büyük endüstrinin son derece ilerleme­ si, istihsal maddelerinin aşın kertede bollaşması, birikmesi ; proletaryanın ( işçilerin ) pek fazla ço­ ğalması, ekonomik hayatta büyük rol oynayan bir içtimai sınıf haline gelerek, adamakıllı örgütlenmiş olması şarttır. 1917 senesinde Rusya böyle bir durumda mıy­ dı acaba ? Başlıca bir köy iktisadiyatı ülkesi olan Rusya, o tarihte endüstriden büsbütün mahrum de­ ğil idiyse de, hakikatte bu memlekette her şey : Ka­ pitalizm, siyasi hayat, örgütlenme, bourgeoisie, proletarya, partile - hep oğulcuk ( rüşeym ) halin­ de idiler. 1917 yılında Rusya' da 2 buçuk milyon kadar işçi var idiyse de, bu, Garptaki manasiyle bir proletarya sayılamazdı. Çünkü işçilerin mühim bir kısmı ilkyazda evlerine köy işlerine çekilip gi ­ derlerdi . Bu, sözde «proletarya» emek disiplini ta­ nımaz, kendisinin geçinme kaynağı olan fabrikala-


RUS İHTİLı\LİNDEN HATIRALAR

85

rın, maden kuyularının, tersanelerin v.s. nin kadri­ ni bilmezdi ; demek, o, Garptaki manasiyle prole­ tarya psikolojisinden mahrumdu. ( Rusya'da hakiki proletaryanın bulunmayışı ve Rus işçisinin bir pro­ letarya psikolojisinden mahrumluğu ihtilalin baş­ langıcında açık surette görülmüştür) . Şehirlerde ticaret, bourgeoisie yeni yeni geliş­ meye başlamıştı. Serbest meslek sahipleri ise, se­ nede yüz bin ruble kazansalar, kendi apartımanla­ rında yaşasalar dahi kendilerini proletarya züm resinden sayarlar, ve kitaplardan öğrendikleri sos­ yalizm nazariyelerine dayanarak, bourgeoisie'ye karşı derin husumet beslerlerdi. Sözün kısası : 1917 yılında gereği gibi gelişmiş olan endüstri de, ilerle­ miş olan bir kapitalist ekonomi de, sahici bir bour­ geoisie de, gerçek bir proletarya sınıfı da bulun­ muyordu ; yani bu memlekette marksizm temeline göre sosyalizm - kollektivizm kurmak için hiç bir türlü zemin yoktu. Öte yandan, o tarihte Rusya'­ da bir memleketi batırmak için yetecek olan şu gö­ rüngüler ( 41) vardı : 1 ) Kör ve basiretten mahrum bir rejim ; 2 ) Başarısız sürüp giden harp ; 3 ) Milli­ yet ve yurtseverlik duygularından mahrumluk, ve 4 ) Teşkilatsızlık. Rus sosyal-demokrat partisinin mutaassıp ve ifratçı kolunu teşkil eden bolşevikler, işte bu gibi bir ülkede marksizm temellerine göre bir sosya­ lizm-kollektivizm kurmak amaciyle iktidarı ele al­ maya çabalıyorlardı. Gerçekten, onlar bu işi başar­ dılar ancak onların bu başarısı Rusya'nın kollekti­ vizm rejimi için olgun bir hale gelmesinden neşet etmeyip, memlekette şimdicik saydığımız dört gör­ düngünün mevcudiyetinden ileri gelmiştir. ( 41 )

Tezahürler, pht'inomen'Ier.


86

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

FELSEFi !BAKIMDAN BOLŞEViZM Siyaset ve tatbikat bakımından, bolşevizmin neden ibaret olduğunu böylece açıkladıktan sonra, onun bir Rus fenomeni (göriingüsü ) olması bakı­ mından özünü ve mahiyetini tahlil etmeye çalışa­ lım. Bolşevizmin mahiyetini anlamak için ondan ev­ velki Rus fikir hareketlerine bir göz gezdirmek fay­ dalı olacaktır.

«Narodnik» ler ve fikirdaşlan - Geçen ( 19 uncu) asrın 60 ıncı yı.Jlarında Rus aydınlan ve ya­ zarları arasında «halkseverlik» manasına gelen «narodniçestvo» fikri baş göstermişti, ki, bu fikri güdenler Rus köylüsünün hayatını, tabiatını, ahla­ kını ve temayüllerini incelemek ile meşgul olmuşlar ve akıllarınca şu neticeye varmışlar : Rus köylüsü­ nün tabiatında derin bir hakkaniyet ruhu saklı kal­ mıştır ; bu halk cahildir, ilkel ( iptidai) dir, ona okumayı, yazmayı öğretmeli, ancak hayatın gerçe­ ğini biz ondan öğrenmeliyiz ; bu halkı kendimize doğru yükseltmeye çalışmak istemez ; aksine biz ona doğru alçalmalıyız ; Rus halk ruhu yüksektir, o, başka kavimlere bir örnek, bir misal olabilecek mahiyettedir . . . «Narodniçestvo» taraflısı olan aydınlara, ya­ zarlara ve mütefekkirlere Rusçada «narodniki:t (halksever) denir. « Narodnik» lere göre, Rus köy­ lüleri arasında « obşçina» ( toprağın bütün köy ce­ maatı arasında müşterek mülk olması) şeklinde bir nevi «sosyalizm» nüvesi de yaşamaktadır. Bunu kaldırmak şöyle dursun, ona dört elle sanlmamız lazımdır : Ruslar arasında «slavianofil» ( İslav mu­ hipleri ) denilen zümre de aynı fikri taşıyordu. Ayni fikir meşhur Rus mütefekkiri Leon Tolstoy'un eser­ lerinde de görülmektedir. «Narodnik» muharrirle


RUS İHTiLALiNDEN HATIRALAR re (bunlar arasında

sosyolog

87

Mikhaylovskiy

de

vardır) göre, Rusya'nın sosyalizm-kollektivizm sis­ temine geçmesi için, Batı Avrupa'da olduğu bir kapitalist iktisadiyat devresini tiyaç yoktur. O,

sosyalizm

gibi,

geçirmesine ih­

hayatına

doğrudan

doğruya sıçrayabilir. Gerek «narodnik» lerin,

ge­

rek «İslav muhipleri» nin, gerekse «Tolstoymanlar» ın kanaatine göre, Rus halkı bir «ilahi ruh» taşı­ maktadır; Rus içtimai hayatı sağlam ve köklü iken, Garp sosyal hayatının temelleri çürümüştür, ve bu hayat yıkılmaya mahkumdur ...

thtili.lci sosyalistler

-

Başta

edebiyatta

basında münakaşa edilen bu felsefi ve içtimai

ve dü­

şüncelerden bir siyasi parti doğmuştur, ki bu, SOS­ yALİST - REVOLÜTSIONER (S. R. ) ler partisi­ dir, ki ihtilalci sosyalistler demektir. Bu, aslında marksizm nazariyesine ve işçi sınıfına dayanan bir siyasi parti olmayıp, şimdi anılan fikir cereyanın­ dan doğan halis Rusa mahsus bir «sosyalist» par­ tidir. Bu parti mensupları da,

elbette,

sosyalist

program ileri sürüyorlardı : İstihsal takım ve ay­ gıtlarının kamuya (ammeye) mal edilmesini (sos­ yalizasyonunu) müdafaa ederler, demek bourgeoi­ sie rejimini tanımazlar ve kapitalist rejime

karşı

savaşırlardı. Marx'tan «fazla kıymet» nazariyesini kapmışlardı. Ancak onlar, iktisadi hayat

şekilleri­

nin evolution (tehavül) yoliyle gelişimini

kabul et­

miyorlar ve insan iradesine tam bir serbestlik ta­ nıyorlar, ve onun için mevcut siyasi rejime karşı savaşta terör (tedhiş) e başvurmayı lüzumlu lu yor ve sosyalizm rejimine

«tafralar»

bu­

(sıçrama ­

lar) yoliyle varılabileceğini iddia ediyorlardı.

Menşevikler «Rusya sosyal - demokrat işçi partisi» nin 1903 yılında Londra'da toplanan kong­ -

resinde iki hizbe ayrıldığını anlatmıştık.

Bunlar­

dan azınlığı teşkil eden «menşevikler», psikoloji ba-


88

RUS İHTİLUİNDEN HATIRALAR

kınımdan garpçı idiler. Onlar, Rusya'nın diğer dev­ letler arasında bir istisna teşkil etmediğini ; bazı Rus sosyalistlerince birçeşit sosyalizm örneği sayı­ lan « obşçina)> nın ortadan kaldırılmasının lüzumu­ nu ; sosyalizm - kollektivizm bir ideal ise de, Rus­ ya'nın da Garp ülkeleri gibi, bu gayeye bir kapita­ lizm devresinden geçmek suretiyle varması gereke­ ceğini ileri sürüyorlardı, ve tabiyelerini (taktikle­ rini ) de ona göre tanzim eylemişlerdi. Bolşeviklerin felsefesi Bolşevikler ise, türlü nüanslardaki bütün Rus «narodnikleri» gibi, Rus tarihinin, gelişiminde ayrı bir yol takip ettiğine inanıyorlardı ; Rus halkının yarı feodalizm haya­ tından doğruca sosyalizm hayatına atlamak sure­ tiyle, bütün dünyaya bir örnek olabileceğini iddia ediyorlardı. « Garp ülkeleri tarihin genel mekaniz­ masına göre, kapitalizm merhalesinden ve içtimai sınıflar arasında savaşlar devresinden geçe­ rek, iktisadi ve içtimai yürüyüşüne devam etmiş imiş, ancak beşeriyet tarihinde özel bir yer tutan R u s y a' n ı n da neden bu gibi merhalelerden geçmesi icap etsin ?» deniliyor­ du. Bolşevizmin de marksizm temeline kurulduğunu gördük, ancak Rus topraklarında marksizm baş­ ka bir renk almıştı. Bu, Garptaki manasiyle bir · marksizm olmayıp marksizm unsuriyle beraber, «Slovianofillik», «narodniçestvo» ve «İsyancılık» un­ surlarını da içine alan özel bir Rus «marksizm » i idi. Bolşevizmin psikolojisi Garptan uzaklaşma, Garp kültüründen nefret hassalarını taşıyan tipik bir Rus psikolojisi idi. Avrupa gerek cemiyetçili­ ğinde, ( sosyalizminde) , gerekse ferdiyetçiliğin de (individualisme'nde) tehavül (evrim) ruhunu, ta­ kip fikrini güder. Halbuki Rus psikolojisi buna ya­ bancıdır. Rus bolşevizmi marksizmin bazı esasları­ nı ve onun görkemli (42) tabirlerini benimsemiş -


RUS iHTiı.Aı.iNDEN HATIRALAR

89

ise de, Rus psikolojisi kazanında kaynatılmış olan bu sistem Rus ruhuna, zaman ve mekana tastamam uygun bir kalıba dökülmüştür. Alii.rus marksizm İşte, bu «Rus marksizmi» (bolşevizm ) , « İslavseverlik » , «Tolstoymanlık » ve « Halkseverlik» ( narodniklik) hepsi müşterek bir vasfa maliktirler, ki o da, Rus halkının yeryüzün­ de özel bir vazifesi ( mission'u ) bulunduğuna inan­ dır. Doğrusu, bütün bu Rus fikir hareketlerinde bü­ yük bir «dini kuvvet» vardır. Siyasi parti doktrini yaldızı ; sosyalizmin iktisadi, felsefi terimlerinini içine alan mutantan phraseologie'leri üzerinden RUSYA'NIN KUDSİYETİNE, onun GÜNAHLAR VE HATALAR İÇİNDE BOCALAYAN CİHANI KURTARMA VAZİFESİNE ve RUS HALKININ ÜSTÜNLÜÔÜNE KUVVETLİ BİR İMAN sırıtı­ yordu. Bu gibi bir Rus psikolojisinden doğan içti­ mai - siyasi nazariyelerle donatılan Rusya, Garba ve onun kültürüne karşı savaşıyordu. Rus « mucizesi» Şu halde. Bolşevikler, ha­ kiki Rus psikolojisini taşıyan, yabancı Garp kültü­ ründen son derece nefret eden ve onu yıkmak için savaşan, « Nurun Şarktan geleceğine» ve Rusyanın bütün cihana en yüksek akıl ve hikmet örneği ver­ meğe ve içtimai hakkaniyet adalet yaratmaya aday olduğu kanaatini taşıyan Rus çocuklarıdır­ lar. Onların ağzında, cemiyeti yeni temeller üzerine kurmak, bourgeoisie'yi ortadan kaldırmak, sosyal devrim yapmak ve harbe derhal son vermek gibi şiarlar katiyen boş laflardan ibaret değildirler. On­ lar Garptan Ma!Xın iktisadi schemasını almakla beraber, psokolojik bakımdan ona yabancı idiler. İsyancı tıynet, aceleci karakter ve kızgın akıl için insan topluluğunun yavaş yavaş tekamülünü bekle-

-

( 42) Mutantan,

pompeux.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

90

mek imkansız bir şeydir. Çağdaş cemiyeti yıkarken bu adamlar hiçbir şey kaybetmiyorlardı. Çünkü on­ lar, Garp kültürüne yabancı ve ondan çok uzak idi­ ler. Şüphesiz, onlar Garp kültüründen bir savaş si­ lahı olmak üzere düsturlar (formüller) ve . bazı fi­ kirler almışlardı; ancak faaliyetlerinin asıl gövdesi Rusya'nın yaratacağı tansı'ya

(mucizeye)

inan­

maktan ibaretti. Onlar için zikzaklar, bir yana sap­ malar yoktu; onlar bir mutaassıp, bir manyak gibi, gözledikleri amaca doğru şaşmadan

yürüyorlardı;

ileride bir sosyalizm cenneti vardır, ki hiçbir engele aldırmaksızın ona ulaşmak

lazımdır. Buna

olacak şeyleri, ne bahasına olursa olsun, yok

mani et­

meli ! Ukel (iptidai) inan ; ilkel, yalınç (basit) man­ tık ; ilkel ideoloji ve ilkel içgüdü (instinct) ; hikmet ve medeniyet kaynağı olan Avrupa'nın kültürüne ve tecrübelerine karşı tam bir saygısızlık ve

iti­

matsızlık, - işte, Bolşevizmin karakteristik vasıf­ ları ! Aslında bu - Rus köylüsünün psikolojisidir. Onun için Bolşevizm bir ithalat malı sayılamaz. Ha­ yır ! Bu, su katılmadık Rus malıdır ve Rus görün­ güsüdür.

ÜÇ AY ALTI GÜN SUREN «MUllTARlVET» Ufa yolculuğu Kazan Milli Şurasında çalış­ -

malarımıza, toplantılarımıza ve «Kurultay» gazete­ sini çıkarmaya devam ediyor ve yeni Millet Meclisi seçimlerine dair Ura'dan haber ve talimat bekliyor­ duk. Nihayet, bu talimat geldi. Bu talimata

göre,

şimdilik saylavları vilayet milli şuraları seçecek ve­ ya tayin edecekti. Ufa Meclisine gidecek olan say­ lavlar arasında ben de vardım. Artık Sovyetler

devrine girmiş

bulunuyor­

duk : Kasım ayının son günleri idi, kara kış bastır­ mı�tı ; su yolları buzlarla örtüldüğünden. Ufa yolcn­ luğunda Sarrı nra'va kadar İdil üzerinden vanurla gidemezdik. Bundan dolayı Kazan'dan trene bine-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

91

rek, önce Moskova yönünde batıya doğru gidecek ; sonra Timriazovo veya Ruzayevka istasyonunda aktarma yaparak, geri yönde, yani güney - doğuya doğru, yol alacak ve Samara üzerinden Ufaya va­ racaktık. O günlerde bu uzun yolculuk sırasında bile yataklı vagona yerleşmeyi tahayyül edemez­ dik. Vagonlarda oturacak yer bulmak dahi büyük mazhariyet ve saadet sayılıyordu. Uzun süren harp yüzünden deıniryolu taşınının ve ulaştırma­ nın çığırından çıkmasına rağmen, trenler yolcular­ la dolup taşıyordu. Terhis edilen veya terhis edil­ meksizin cepheyi veya birıliklerini bırakan asker­ ler ; kargaşalıktan faydalanarak para kazanmak hevesine düşen açıkgöz seyyar vurguncular ; mem­ leketin muhtelif yerlerinde toplanmakta olan hesap­ sız kongre ve konferanslara giden veya oralardan dönen murahhaslar bütün trenleri ve istasyonları dolduruyorlardı. «Millet Meclisi» 1917 senesi Kasım ayınır­ sonlarına doğru Ufa'ya vardık. Her yandan saylav­ lar gelmekteydiler. Şehrin merkezinde, Sabircan Şamgul adlı ( 43 ) manifatura tüccarının, o zaman artık kapanmış bulunan büyük mağazasının üst katı, bazı tadilat yapıldıktan sonra, «İç Rusya ve Sibirya Türk - Tatarlam>nın Millet Meclisinin top­ lantı yeri olarak seçilmişti. Meclis 30 Kasımda açıldı. Çeşitli sınıflardan olmak üzere, 120 saylav vardı. Bunları kabataslak şu şekilde tasnif edebiliriz : Mollalar (hocalar) . mual­ limler, muharrirler, gazeteciler, yedek subaylar, (er) ler, «istudentler» ( yüksek okul talebeleri ) , bir iki avukat ve iki üç kadın. Bu saylavların hiçbiri belirli siyasi partinin mümessilleri olmayıp, müphem «milli gayeler» te-

( 43 )

Bu kişiden kısaca ilerde bahsedeceğiz.


92

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

meline kurulan «Milli Şuralar» ın ; İhtilal mevlfıdu olan « soldat» ( asker) komitelerinin veya talebe birliklerinin gönderdiği delegeler ( saylavlar) idi­ ler. Onun için muayyen ve billfırleşmiş bir siyasi programları ve umdeleri de bulunamazdı. Ben ken­ dim de bu hususta bir istisna teşkil etmiyordum . Yüzyıllardan beri siyasi işlerle uğraşmıyan, siya­ si yönden örgütlenmeyi düşünmeyen bir kaymin Constituant'ındaki temsilcileri elbette başka türlü olamazlardı . . . İki hizip Meclisteki saylavlar iki hizbe (fraksiyona) ayrılmışlardı : 1 ) Türkçüler hizbi ve 2 ) Toprakçılar hizbi. Ancak bunların birer siyasi partinin parlamento �plan olması şöyle dursur kuruluşları ve bu isimleri almaları bile bir tesadüf eseri olmuştu. İkinci hizip, topraklı muhtariyet ta­ raflısı olduğu için bu ismi almıştı, ki bu hizbin üye­ leri İdil-Ural Türkleri için de « milli - medeni muh­ tariyet» i kafi görmüyorlar, yani bu Türkleri «be­ lirli ülkesi bulunmayan kavimler» den saymıyorlar, belki Rusya federatif Devleti içinde muhtariyetli bir « İdil - Ural ştatı» ( devleti ) nin de bulunması­ nın lüzumunu ileri sürüyorlardı. Kazan Üniversite­ si talebesinden Alimcan Şeref bu müstakbel İdil Ural devletinin haritasını da çizmiş ve ıdevlet sınır­ ları içinde yaşayacak olan kavimlerin istatistik cedvellerini de hazırlamış bulunuyordu. Bu devlet içinde Türk unsuru çoğunluk teşkil edecekti. Bu , şüphesiz bir çeşit siyasi program idi. « Türkçüler» hizbinin siyasi pprogramı ismin­ den anlaşılmıyorsa da, herhalde « topraksız muhta­ riyet» ( sadece kültür alanındaki muhtariyet) ol­ duğu besbelliydi. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, bu fraksi­ yonlar herhangi bir siyasi partinin parlamento grupları olmayıp, gelişi güzel teşekkül eden züm-


RUS İHTiLALİNDEN HATIRALAR

93

relerden ibaret olduklarından, ve beni gönderen Kazan milli şurasından şu veya bu türlü hizbe katılmak yetkisini almış bulunmadığından, ben bu hizplerin hiç birine intisap etmeyip, adeta tek ba­ şıma tarafsız kalmıştım. «Topraklı muhtariyet» - Millet Meclis! yal­ nız milli, medeni muhtariyetin esaslarını müzakere ve kabul etmek için toplanmış olduğıından, bir İdil - Ural devleti kurmak meselesini incelemek onun yetkisine dahil değil idiyse de, «toprakçılar» ın ıs­ ran üzerine bu mesele de Meclisin gündemine alın­ dı : Bu meseleye dair Alimcan Şerefin raporu din­ lendi, çizdiği haritası tetkik edildi ; konuşmalar ve tartışmalar oldu ; neticede Kazan şehrinde çalış­ mak üzere bu sefer bir «topraklı muhtariyet heye­ ti» kuruldu. Ancak «Türkçüler» bu heyetin üye­ liğine kendi fraksiyonları mensuplarından kimseyi vermediler. Anlaşılan, onlar bunun ciddi bir şey olduğıın a inanmadıklarından, işi çoluk çocuğa tap­ şırm akta (teslim etmekte) bir mahzur görmediler. Millet Meclisi, Maarif, Maliye ve Diniye Neza­ retlerinden ibaret olmak üzere, üç nezaretten te­ şekkül eden bir Milli İdare kurdu ve bunların üye­ lerini seçti. Milli İdarenin reisliğine Sadri Maksfı­ di, Diniye Nezaretinin başkanlığına da müftü Ali­ can Barudi seçildiler. Millet Meclisinin bu ilk ve son içtima devresi bir ay kadar sürdü ve 1918 yılının Ocak ayı ipti­ dalarında Meclis dağıldı, ben de başka arkadaşla­ rımla birlikte Kazan yolunu tuttum. Geri «Dukhovnoye Sobraniye» ye - « İç Rus­ ya ve Sibirya Türk - Tatarlarının Milli İdaresi>' 1918 yılı 6 ( 19) Ocakta, yani Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmelerinden 2 ay 12 gün sonra kurulmuş­ tu. Sovyet hükumetinin bizim Milli İdaremizi bu şekliyle ve bu teşekküliyle rahat bırakacağı pek


94

RUS İHTİI..ı\LİNDEN llATIRAIAR.

şüpheli idi. Gerçekten, Ufa bolşevikleri merkezin emriyle Milli İdareyi, yalnız Diniye nezaretini bı­ rakarak, kuruluşundan 3 ay 6 gün sonra yani 1918 senesi 12 (25) Nisanda dağıttılar. . . Demek, « İç Rusya ve Sibirya Türkleri » gene «Dukhovnoye Sobraniye» devrine dönmüş bulu­ nuyorlardı, ki meşhur «Altın balık» masalında ol­ duğu gibi, büyük hulyalar ve tatlı rüyalardan son­ ra elde « kırık tekne» ile kalmak işte buna derler . . . Ufa dönüşü Tam biz Ufa'da bulunduğumuz günlerde (5.1.1918 de ) Sovyet hükumeti Petrog­ rad'da toplanan « Uçreditelnoye Sobraniye» yi ( Ku­ rucu Meclis - Constituante ) dağıtmıştı. Dönüşte biz, Moskova - Kazan demiryolu üzerindeki Temria­ zovo istasyonunda aktarma yapacaktık. İşte bu is­ tasyonda Moskova'dan gelecek olan treni bekle­ mek için indik. Ocak ayı içinde bulunduğumuzdan, yeryüzü kalın kar tabakasiyle örtülmüş bulunu­ yor, korkunç bir soğuk hüküm sürüyordu ; ısın­ mak için istasyon binasının kocaman bekleme sa­ lonuna girmenin imkanı yoktu ; çünkü salon, mem­ leketlerine dönen asker (er) lerle ağzına kadar dolmuştu. İçerdeki talihlilerin hemen hepsi birbi­ rine yapışık halde ayakta duruyorlardı. Salonun kapısında kalın bir buğu sütunu yükseliyordu, ki biz bir parça ısınabilmek için eldivenli ellerimizi birbirine vuruyor, durmadan yerimizde zıplıyor ve kapıdan buram buram çıkan buğunun ısısından fay­ dalanmıya çalışıyorduk. Nihayet Moskova treni geldi, vagonlarda son derece kalabalık vardı, ken­ dimizi güç halle bir üçüncü mevki vagonuna atabil­ dik. Bir de ne görelim : Bizim Kazan'lı arkadaşlar­ dan, adı yukarıda geçen Fuat Tuktar, Çistay'lı Se­ miullah Salihoğlu ve Ufa'lı Muhittin Ahmeroğlu bu vagonun üst yataklarında uzanmış yatıyorlardı. Bunlar, Petrograd'da, yeni Rusya'nın yeni nizamı-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

95

nı kurmak için toplanan Constituante'ın Türk üye­ lerinden olup, bu yüce kurumun 4 Ocak 1918 deki ilk ve son oturumunda hazır bulunduktan, ve yeni iktidar tarafından koğulduktan sonra memleketle­ rine dönmekte idiler . . . Bu üç Türk aydını, yeni de­ mokrasiyi, yeni nizamı, vatandaş hürriyeti ve hu­ kukunu değil de, yalnız hayatlarını kurtarmak su­ retiyle memleketlerine dönmekte olan Müslüman Türk, Constituante üyeleri idiler. Fuat Tuktar, ka­ rısı Bayan Sofia'ya hediye olarak dönüşte bilmem hangi istasyonda satınaldığı kocaman bir « kalaç» ( has ekmek ) getiriyordu. Çünkü o günlerde böyle bir ekmek seyrek bulunur şeylerdendi . . .

RUSYA KURUCU MECLİSİNİN

KARAYAZISI

Bir kutsal rüya Eskiden Rusya'da bir Ku­ rucu Meclisin (Uçreditelnoye Sobraniye'nin) top­ lanması bütün Rus sosyalist ve hatta demokrat partilerinin en yüce ve kutsal rüyası idi. Ancak hü­ kümdarı «Tanrı tarafından takdis edilen » , hüku­ meti, sosyalistler şöyle dursun, liberallerin bile resmen siyasi partiler kurmalarına yalnız Uzak Doğu yenilgisinin bir neticesi olan 1905 ihtilalin­ den sonra zarzor müsaade eden ; hürriyeti kendi arzu ve keyfine göre, azar azar, damla damla ver­ mek istiyen bir devlette, memleketin rejimini yeni baştan kuracak olan bir Constituante'ın toplanma­ sı gayet uzak bir hayal gibi görünüyor, bu sö­ zün ağıza alınması bile suç sayılıyordu . . . Ancak 1917 ihtilali patlak verince böyle bir Kurucu Mec­ lisin toplanmasının gerekliği açıktan açığa söyle­ nebiliyordu. Onun için daha hükumet başında libe­ ral bir prens ( tlvov) bulunduğu sırada 3.6.1917 ta­ rihinde Rusya Kurucu Meclisini toplama hazırlık komisyonu faaliyete başlamış bulunuyordu. Bütün -


96

RUS İHTİI.ı\LİNDEN HATIRALAR.

memleket halkı bu Meclisin mucizeler yaratacağı­ na : Ekmeği bollaştıracağına, hayatı ucuzlatacağına, köylüye toprak dağıtacağına, gayet geniş hürriyetler getireceğine, harbi durduracağına inanıyordu. Ne­ den ? Çünkü iktidar için savaşan bütün siyasi par­ tilerin kodamanları öyle söylüyorlardı ; herkes bu yüce Meclisin bir an önce toplanmasını istiyordu ve sosyalist - revolüsyonerle menşevikler liberalle­ ri (kadetleri ) , halk efkarından korkarak, bu işi ge­ ciktirmekle, sallamakla itham ediyorlar ; bolşevik­ ler ise, ayni cürümle S. R. leri o zamanki işçi Sov­ yetini ve geçici hükumeti suçlandınyorlardı ; bu­ nunla beraber partilerden herbiri (Bolşevikler de beraber) halkın arzularını ve emellerini yalnız Ku­ rucu Meclisin gerçekleştirebileceğini ileri suru­ yordu. Onun için Kurucu Meclise seçim kanunu bü­ yük bir acele ve telaş içinde düzülmüş ve yayınlan­ mıştı. Bu seçim kanununa göre, müstakbel Kurucu Meclisin gayet radikal - solcu olacağı muhakkak görünüyordu. Mecliste seçimler Bolşevik ihtilalinin vukuundan sonra, yani 12. 11. 1917 tarihinde ya­ pılmıştı. O sıralarda şehirlerden köylere haberler çok geç ulaştığından, Rus köylüsü, zaten, primitf Rus «Sosyalizmi» temeline kurulan ve Rus ruhuna dayanan S. R. partisinin büyük kudretine ve Rus­ ya'yı saadete ancak bu partinin ulaştıracağına ina­ nıyordu. Bolşevik propagandası henüz köylere ka­ dar yayılmış değildi. Bundan dolayı köylerde oyla­ rın ezici çoğunluğunu S. R. partisi kazanmış ; bü­ yük şehirlerde ve cephelerde ise, bolşevikler üstün gelmişti. Seçimler son derece karışıklık, gürültü pa­ tırtı, kavga ve curcuna, tehdit ve baskı havası içinde cereyan etmişti ; askerler, «Bourgeois» san­ dıkları ve saydıkları kimseleri dövmek ve öldürmek ile korkutarak seçim sandıkları yanma blrakmı­ yorlardk


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

«Çalınan minare, ve kılıfı»

97

Henüz iktida­ rı ele alan bolşevikler Kurucu Meclis seçimine ma­ ni olmamışlardı. Zaten bu Me�lisin toplanması Bol­ şevik partisi için de yüce bir' ülkü değil miydi ? Yeni Mecliste ezici çoğunluğu mutedil S. R. ler teş­ kil ediyor,onlardan sonra bolşevikler ve ifratçı S. R. ler geliyordu. Meclis üyeleri arasında az da olsa menşevikler ve liberaller ( kadetler) de vardı. Bol­ şeviklerin sayısı bütün Meclis üyelerinin beşte bir­ rinden fazla değildi. Onun için üyelerinin çoğun­ luğu kendisine düşman olan Bolşevik - Sovyet hü­ kumetinin, yeni Kurucu Meclise karşı ne gibi bir vaziyet alacağı merakla bekleniyordu. Eğer bu hü­ kumet milletin arzusuna boyun eğerse, iktidarı Mec­ lis çoğunluğunun kuracağı başka bir hükumete bırakmaya mecbur olacaktı ; başka bir yol da, bol­ şeviklerin serbestçe hareket etmesine engel ola­ cak Kurucu Meclisi dağıtmak yolu idi. Ancak bu dağıtmayı «makul» bir sebeple izah eylemek la­ zımdı. Çünkü halkta Rusya'yı bütün felaketlerden yalnız Kurucu Meclisin ( Constituante'ın) kurtara­ cagı ınanı yaşıyordu. Zaten bunu bolşeviklerin kendileri de tekrar tekrar ve bağıra bağıra söyle­ memişler miydi ? Ancak memleketin yeni efendileri Kurucu Meclisi dağıtmaya hazırlanırken , «minareyi çalan kılıfını da hazırlar» denildiği gibi, bunun iza­ hını da kolayca bulmuşlardı : Yeni kurucular mecli­ sinin, halkın arzusuna aykın bir bourgeoisie Mec­ lisi olduğunu meydana çıkarmak için «proletarya diktatörlüğü» nazariyesine başvurmak kafi idi. Gerçekten, Yeni Meclis birkaç « kadet» ten, men­ şevikten ve ezici S. R. çoğunluğundan teşekkül et­ miyor muydu ? Bolşeviklerin sayısı ise, yalnız 150 kişiden, yani bütün üyelerin beşte birinden, fazla ·deği ldi. Buna göre, bu Meclis ya bazı k ayıt ve şart-

Rus İhtilalinden Hatıralar: F: 7 .


98

RUS İHTiı:..ı\LiNDEN HATIRALAR

!arla veya kayıtsız ve şartsız « hain bourgeais Ge­ çici hükumeti» ni tanıyacağı muhakkaktı. Bolşe­ vikler bakımından, bourgeoisie nizamı devrinde Kurucu Meclisin mahiyeti ve teşekkülü zaten baş­ ka türlü olamazdı ki . . . Sosyal devrim ise bugün i ktidara işçileri (proletaryayı) ve züğürt köylüleri getirmişti. Onun için tarihe karışan bir devrin ka­ lıntısı olan burjuvalık Kurucu Meclis için artık ha­ yat hakkı olamazdı. Millet bugün gayelerini, bolşe­ vikleşmiş olan İşçiler Sovyeti aracılığı ile bildir­ mekte ve arzularını aynı kanaldan gerçekleştir­ mektedir ; işte bu, tamamiyle kafidir. Zaten democ­ ratie, yani çoğunluğun hakimiyeti, nedir sanki ? . . Buorgeoisie idaresi devrinde bu, elbette rejimlerin ( idare şekillerinin ) en iyisidir ; ancak sosyalizm rejiminde, daha doğrusu sosyalizmin henüz uygu­ lanmak üzere bulunduğu bir sırada, hakimiyet pro­ letaryaya aittir, ki yalnız bu sınıfın ' diktatörlüğü sayesinde yeni sosyal nizam kurulabilir. Şu halde işçi sınıfının diktatörlüğünü kabul etmek bir zaru­ rettir, ve bundan dolayı çoğunluk azınlığa boyun eğmelidir. Ancak zamanla, yeni sosyal nizam sağ­ lamlaştıktan sonradır ki bugünkü azınlık çoğunlu­ ğa dönecektir . . . Demokrasiden diktatörlüğe İşte, Lenin ve koldaşları da demokratizm esaslarını reddederek, Uçreditelnoye Sobraniye'yi dağıtmak için bu su­ retle zemin hazırlamışlardı. Bu onlar için kesin bir ihtiyaç ve zaruretti . Fakat bu, herhangi bir azınlığın çoğunluk üzerinde tehakkümü ıçın yol açmak demekti. Nitekim aynı usulü Bolşeviklerden görerek, İtalya'da faşistler, Almanya'da naziler de tatbik eylemişlerdi. Sözün kısası : Rusya'da Çarlık mutlakiyet ve istibdat rejimi yıkılmış idiyse de, onun yerine bolşevik mutlakiyet ve despotizm ku­ rulmuş bulunuyordu ; yani memlekette istibdat -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

99

idaresi yeni bir isim (proletarya diktatörlüğü ) al­ tında yeniden diriltilınişti. Kurucu Meclis Petrograd'da eski Devlet Du­ masının toplandığı Tauride Sarayında 1918 yılı­ nın 4 Ocağında geç vakit açılmıştı. Mecliste çoğun­ luğu teşkil eden S. R. partisi üyelerinden Viktor Çernov başkanlığa seçilmiş, ve bu geveze hatip bir buçuk saat süren nutkunu söylemişti. Meclis yeni toprak kanununu kabul, memleketin federatif cum­ huriyet olduğunu ilan etmiş, ve genel barış kurmak hususunda bütün cihana müracaatta bulunmuştu. Bir t.ek öldürücü nutuk Rusya sosyal de­ mokratlarının menşevik koluna mensup ve eski ba­ kan Gürcü Tseretelli bolşeviklere hücum ederek parlak bir nutuk söylemişti. Hatip bu nutkunda Bolşevikleri marksizm temellerini ihlal etmek, de­ mokratizm prensipleriyle eğlenmek ile suçlandır­ mış ve tarihin onları cezasız bırakmıyacağını kes­ kin ifadelerle anlatmıştı. Böylelikle, Rusya Kuru­ cu Meclisinin ilk ve son oturumunda yeni despot­ ları amansızca hırpalayıp söylenen biricik nutuk bir Gürcü say�av tarafından söylenmişti. Bu, Tse­ retelli'nin Rus topraklarında söylediği son nutku olmuştur. Sonralan biz onu milli Gurcü hükumeti­ nin bir üyesi sıfatiyle kendi memleketi olan Gürcis­ . tan' da görüyoruz. Ferahlama Ertesi günü (5 Ocakta) Sovyet Bakanlar kurulu ( Sovnarkom ) Uçredntelnoye Sob­ raniyen'in dağıtıldığını ilan etti ve o gün Tauride Sarayına doğru giden saylavlar bu binanın silahlı bolşevik bahriyeliler tarafından kuşatıldığını gör­ düler ve tevkif edilmemek için, saraya yaklaşmak­ sızın sessizce çekilip gittiler ve dağıldılar . . . Bolşevikler Kurucu Meclisi dağıttıktan sonra rahat nefes aldılar ; çünkü artık onların örgütlen­ miş olan hiç bir düşmanları kalmamıştı . . . -

-


100

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

UFA'DAN KAZAN'A DöNÜNCE Muhalefete devam Bolşevik devriminin ilk -

günlerinde Sovyet idare cihazı çok gevşekti. «İhtilfil tribunalı» denilen mahkemelerde cereyan eden yar­ gılamalar, komedi oynanan tiyatro sahnelerine benziyordu. O günlerde bu mahkemeler sanıklar hakkında daha çok « Sosyal tevbih » kararları çı­ karmakla yetiniyordu ; muhalif gazetelerin tenkit­ lerine de, hele taşralarda, bir dereceye kadar ta­ hammül ediliyordu. İlk ihtilal hükfunetlerinin bi­ rinde iaşe bakanı olan bir mutedil sosyalist ilk ay­ larda Sovyet idare cihazının zaafını tasvir etmek için şu hikayeyi anlatmaktadır : 1918 yılı Mart ve Nisan ayında, yani Bolşe­ viklerin iktidarı ele geçirdiklerinden altı ay sonra, Moskova'da bir şoförle karşılaştım . Bu şoför, Ge­ çici hükumette bakan bulunduğum sıralarda beni de taşıyordu. Eski bildikler sıfatiyle selamlaştık ve kendisine : «Nasılsınız, ne yapıyorsunuz ? Eskiden Çarı taşıyordunuz, şimdi kimleri taşıyorsunuz ?» di­ ye sordum. O. « Ne yaparsın . . . Bolşeviklere çalış­ mak zorundayız. Ancak ben de onlara pek metelik verdiğim yok ya Dün yoldaş filan ( Halk Komi­ serlerinden birinin adını söyledi ) benden otomobil istemiş ; ben ise, örgütümüzün yazmanı sıfatiyle ona bir mektup göndererek : Yukarıda i ktidar var­ sa aşağıda da iktidar vardır otomobil veremiyece­ ğiz, diye cevap verdim» dedi. Eski bakan ilave edi­ yor : «Aşağıdaki iktidar yukarıdaki iktidardan da­ ha az kuvvetli olmayınca, bu düpedüz iktidarın yokluğu demekten başka bir şey değildir . . . » Gerçekten, Bolşeviklerin iktidarı ele geçirme­ lerinden sonraki ilk aylarda Kazan gibi bir m er­ kezde bile iş başındakileri tenkit etmek, muhalefet­ te bulunmak ve yeni iktidarı tanımamak, hakkında söz söylemek mümkün oluyordu. Bunu hükumet ba. . .


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

101

şındaki yeni efendilerin kararsızlıkları, henüz ken­ dilerini toparlıyamadıkları, şaşkınlıkları ve iş ba­ şında gerçekten kalabileceklerine güvenmemeleri ile, yahut da kendilerine fazla güvenmeleri ile açık­ lamak mümkündür. Onun için Kazan Bolşevikleri bizim muhalif «Kurultay» gazetesini birdenbire kapatmamışlardı. Son darbe - 1918 yılı Şubatında Kazan'da umum Rusya Müslüman askerlerinin ikinci kong­ resi toplanmıştı. Bu kongrede Tatar Bolşevik tem­ silciler büyük faaliyet gösterdiler. Zaten şehirde Bolşevik eğemenliği kurulmuş bulunuyordu ; kong renin mutedil ve milliyetçi kolunun üyeleri ko­ münistler tarafından tevkif edilmişlerdi. Ancak milliyetçi kuvvetler kendilerini toparlayıp, Ka­ zan'ın başlıca Türklerle meskun olan «Bulak ötesi » kısmını ele geçirdiler ( sonraları buna Rusça alaylı «Zabulaçnaya Respublika - Bulak ötesi cumhuriyeti » adı verilmişti ) . Fakat Komünist partisinin il komitesi ve Kazan Sovyeti tarafın­ dan teşkilatlandırılan Tatar işçilerinin gayretiyle, merkezden çağırılan kızıl bahriyelilerin de yardı­ miyle bu milli hareket Mart sonlarında bastırıldı ; merkezden gelen ihtilalci bahriyeliler birçok hali vakti yerinde olan kimselerin evlerine baskın ede­ rek, yükte hafif, pahada ağır şeyleri yağma etti­ «ganimet» yüklene­ ler ve Kazan'dan epeyce bol rek çekilip gittiler . . . İşte, bu hadiseden sonra, demek Nisan ipti­ dalarında, «Kurultay» gazetesi kapatıldı ; bununla beraber, bir müddet sonra F. Tuktar'ın baş ve so­ rumlu muharrir olmaması şartiyle başka bir isim­ le yeni bir gazete çıkarabileceğimizi bildirdiler. «Kurultaycılar» toplandık ve benim baş ve mes'ul muharrirliğim altında «Altay» isimli yeni bir gaze­ te çıkarmaya karar verdik (bu ismi Cemal Velidi


1 02

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

teklif etmişti) . Yeni gazetenin

biçimi «Kurultay»

biçimi olduğu gibi, tuttuğu yol ve taşıdığı ruh da aynı idi. Böyle olduğu içindir, ki Nisan ayında ga­ eve

zetenin 13 üncü sayısı çıktıktan sonra bizim bir asker geldi ve beni alıp «İhtilal

komitesi» ne

götürdü. Orada, eskiden hiçbirini tanımadığım Ta­ tar komünistleriyle karşılaştım. «Altay» ın kapatıl­ dığını ilan ettiler ve beni de bir odaya kapattılar. O gün akşama doğru veya ertesi gün sabah hiçbir türlü isimle

gazete

çıkarmıyacağıma ve davamın

«İhtilal tribunali» nde bakılacağı güne kadar «Ka­ :?:an'dan ayrılmıyacağıma tıktan sonra

dair» bir kağıt imzalat­

salıverdiler. Bu suretle

ben de çok

ucuz kurtulmuş oldum.

Uslan üzleti

-

Ondan sonra artık politika ile

uğraşmayıp, öğretmen Muhittin Kurbanali ile mek­ tepler için Türkçe okuma kitapları yazmaya başla­ dık. Bu kitapları bizden tıac Ahmet matbaası ala­ cak ve yayınlayacaktı. Yaz geldi, karım ve o zaman dört yaşını doldurup beşinci yaşına basan oğlumuz Bilgivar, F. Tuktar ve karısı Madam Sofia ve bir de Meryem isimli bir geliklik kız hep beraber Ufa taraflarına kımız içmeye, dinlenmeye gittiler. Ben de tam Kazan şehrinin karşı yakasında, Kazan ili­ nin mazisinden birçok olayların şahidi bulunan yük­ sek bir tepe üzerindeki Uslan köyündeki bir sayfi­ yeye taşınıp ders kitapları yazmaya devam ettim.

İÇ HARP DEVRİNE GİRİYORUZ Rusya iç harbinin doğu cephesi

-

Bolşevikler

tarafından silah kuvvetiyle dağıtılan Kurucu Mec­ liste çoğunluğu teşkil eden ve köylülerce pek sevi­ l en

so�yaliEt - Rcvolüsyoner partisine mensup say­

lavların bir kısmı Sovyet hükumetine karşı bir is­ yan tertip etmeyi tasarlayıp, bunun çarelerini ve


RUS İHTİLALiNDEN HATIRALAR

103

yollarını arıyorlardı. 1918 yılının 8 Haziranında bunlar İdil nehri kıyısında ve ta Uzak Doğudaki Vladivostok'a Mançurya ovalarına kadar uzanıp giden demiryolu hattı üzerinde bulunan Sama.ra ( bugünkü Kuybişev) şehrinde ayaklanarak ora­ daki Bolşevikleri koğmuşlar ve « Kurucu Meclis üyeleri Komitesi» ( Komuç) adıyle bir örgüt vücu­ da getirmişlerdi. Bu, bir çeşit hükumet de sayıla­ bilirdi. İşte, bu komitenin vücuda getirdiği askeri müfrezeler yukarıdaki Simbirsk (bugünkü Ulya­ novsk ) şehrini, aşağıdaki ve gene demiryolu üze­ rindeki Sizran kasabasını almışlardı. Ağustos ayın­ da «Komuç» artık bir «Halk ordusu» na malikti, ki bunu teşkil eden insanlar 8.500'ü gönülfülerden 22 bini seferberlik yoliyle toplanan kimselerden ibarettiler. Çeko - Slovaklar O sıralarda Rusya'da bu­ lunan Çekoslovak lejionları da Vladivostok'a ve oradan Almanlarla dövüşmek amaciyle Batı cephe­ sine gitmek üzere, Samara'dan geçiyorlardı. 42 bin kişiden terekküp eden bu lejionlar Rusya Av­ rupasındaki Penza şehrinden başlayıp Vladivostok'o kadar uzanan 8 bin km. demiryolu hattını emirleri altına alarak, hedeflerine doğru yürümek azminde idiler. O zaman harbiye halk komiseri (bakanı) olan Leon Trotskiy, Çekoslovak lejionlarının yolunu kes­ mek ve onları silahsızlandırmak hususunda bir emir neşretti ise de, lejionlar bu teşebbüslere her yerde silahla karşı koyuyorlardı. İşte, Samara'dan geçmekte olan Çekoslovaklar, Samara komitecileri için mühim bir dayanak olmuşlar, ve belki de on­ lara bir miktar silah da vermişlerdir. Kazan'ı alan halk müfrezesi içinde bir miktar Çekoslovak ve Sırp askerleri de bulunuyordu. ( Çekoslovakları Vladivostok limanından Fransa limanlarına taşı­ manın güçlüğünü ve Almanya'nın yenilmesinin -


104

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

yaklaşması dolayısiyle belki de lüzumsuz ve fayda­ sız olacağını göz önünde tutarak İtilaf devletleri Çekoslovak lejionlarının Rusya'da kalarak Bolşe­ vik aleyhdarı kuvvetlere yardım etmelerini isti­ yordu. ) Kazan'ın «Aklar» tarafından işgali Rusya' da iç harp günlerinde Bolşeviklere kızıllar denil­ mesine mukabil onlara karşı isyan eden ve savaş açan kuvvetlere, kim olursa olsun, «Aklar» denili­ yordu. İllerisi için de bu notumuzun hatırda tutul­ ması faydalı olacaktır. 1918 yılı 5 Ağustos gunu akşama doğru Uslan önünde İdil ( Volga) üzerin­ de harp gemisi kılığına bürünmüş olan bir vapur peyda oldu. Uslan iskelesine eski Rus subayı kıya­ fetinde insanlar çıktı. Şehrin güney kısmından tü­ fek ve mitralyoz sesleri duyulmaya başladı. Uslan önünde demirleyen gemi, toplariyle, Kazan 'dan Moskova'ya doğru uzanan demiryolu hattını döv­ meye başladı ; bundaki maksadın, Kazan' dan kaç­ mak istiyen kızılların ric'at yolunu kesmek olduğu aşikardı. Karanlık bastı ; şehrin güney kısmında, demek Türklerle meskun mahallelerinde, bir yangın çıktı ; Uslan'ın yüksek tepesinden bu yangının alevle­ ri pek güzel temaşa ediliyordu. Gittikçe artan si­ lah sesleri karanlıkta daha açık işitiliyordu. Gece yarısına doğru silah sesleri dindi, yangının alev­ leri gittikçe hafifledi . Ertesi gün 6 Ağustosta her şey anlaşılmıştı. Meğerse Samara'da «Komuç» çular ( 44) bir nehir filosu kurarak, gemileri asker­ le doldurmuşlar ve İdil boyunca yukarıya doğru sevketmişler ; ilkönce Sim bir şehrini almışlar ve -

( 44) Bu, «Kurucu Meclis Üyeleri Komitesi» manasına ge.. len Rusça «Komltet Çlenov Üçreditelnago Sobrania» söz­ lerinin kısaltılmış şeklidir ; ileride bizde kolaylık için bu · kısaltılmış şekli kulanacağız.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

105

5 Ağustosta Kazan önlerine gelerek asker çıkar­

mışlar ve Kazan'a hücum etmişler imiş. Demek, ar­ tık Kazan'ı «Halk Ordusu» (Rusçası : «Narodnaya armiya» ) müfrezeleri işgal etmişlerdi. Sovyetlerin 5 inci kızıl ordu komutanı Letonyalı Vatsetis, kur­ may heyeti ile birlikte Kazan'ı bırakarak batı yö­ nünde kaçmıştı. Bu, Rusya iç harbinin İdil (Volga) cephesini teşkil ediyordu. Hazine 1918 yılının Ağustosunda Kazan'ı alan Aklar, Alman ordularının tehdidi altında mer­ kezden Kozan'a nakledilerek Devlet bankası şube­ sinde muhafaza edilmekte olan Devlet hazinesini ele geçirip, Samara'ya götürmüşlerdi. Bu hazine 651 milyon altın ruble ile, önemli bir kıymet teşkil eden platınden ve çarlık devrinin banknotlarından ibaretti. Bolşevikler için Kazan'ın sukutu, İdil üze­ rinde daha yukarı tarafta bulunan Nijniy Novgo­ rod'ın elden çıkmasına da mucip olabilirdi , ki ora­ dan demiryolu ile Moskova da pek uzaklarda de­ ğildir . . . Üzlett.en meydana 6 Ağustosta ben köyüm­ den şehre indim. Cemiyet ve siyaset işleriyle meş­ gul olan Kazan Türklerinden bir zümre, Bedrettin Apanay'ın evinde bir toplantı yaptık ve yeni du­ rum içinde yapılması gereken işleri görüştük. Şe­ hirde Kazan ülkesinde yaşayan başlıca üç kavimin ( Rusların, Kazan Türklerinin ve Çuvaşların ) tem­ silcilerinden ibaret olan bir idare heyeti kurulmuş­ tu, ki Kazan Türklerinden bu heyete eski askeri Şura başkanı İlyas Alkin girmişti. Biz de (yani es­ ki Kurultay'cı Altay'cıların Kazan'da bulunanları) toplanarak, Bolşevikler tarafından kapatılan gaze­ temizi yeniden «Kurultay» adiyle çıkarmaya ka­ rar verdik. Bu toplantımızda Cemal Velidi ile ben­ den başka n8.şirimiz İlaç Almetoğlu , yazarlardan -

-


106

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR.

talebe İzzettin Seyfülmülfık ve Kayyum Mustakay hazır bulunmuşlardı. Gazeteyi gene eski «Kurul­ tay» hacminde, ancak kağıt kıtlığından dolayı yal­ nız iki sahife olarak çıkarmaya başlamıştık. Şehir­ de bir ferahlık havası ve ağır bir kabustan kurtu­ luş neşesi hüküm sürüyordu. Bununla beraber bir kararsızlık ve cephe bölgesi durumu da sezilmi­ yor değildi . . . Ağustos içinde bizim kımızcılar (yani, karım, oğlum, F. Tuktar, karısı ve Bayan Meryem ) kafi­ lesi de bin müşkülatlı bir dönüş yolculuğundan son­ ra Kazan'a gelmişlerdi. Ancak, F Tukrar, Kurucu Meclis üyesi sıfatiyle «Komuç» a katılmak için Sa­ mara'ya gitti. O sıralarda Ayaz İshaki de dolaşık yollardan, Moskova'dan Kazan'a gelmiş ve Kurucu Meclis üyesi olmasa da, Samara yolunu tutmuştu. K aza.n'dan aynlış 1918 yılı Eylfıl iptidala­ rında Kızılların Züye ( Sviajsk ) bölgesinde ağır bastıklan işitiliyor, Ak'ların ric'at ettikleri sezili­ yordu ; Kazan, Aklar tarafından boşaltılmaya baş­ lamıştı. Biz de halk hakimiyeti taraflısı ve kızıl diktatörlük aleyhdan gazete çıkardığımız için şe­ hirde kalamazdık. Onun için acele toplandık ; sırtı­ mızda hafif elbise, cebimizde pek az para, koltuk altımızda küçük bir çıkın olduğu halde ve yakında Kazan'a dönmek umudiyle şehri bırakarak ; Layış şehri yönünde yola koyulduk. Şimalde 'Eylfıl ayı. kışın eşiği demektir. Onun için soğuklar başlamak üzereydi ; başka birçokları gibi biz de Bolşevikleri çok zayıf sanıyorduk. İç harplerde şehirlerin elden ele geçmesi mutad bir iş olduğundan Kazan'ın Kı­ zıllar tarafından terkedildiği gibi, «muvakkaten» Aklar tarafından da bırakılmasına büyük bir mana vermiyorduk. Onun için Layış yöresinde en çok iki hafta kadar dolaştıktan sonra Kızıllar tarafından terkedilen Kazan'a kollarımızı sallaya sallaya döne-


RUS İHTiı.ALiNDEN HATIRALAR

107

cegımızı ve yeniden mutad işlerimize başlayacağı­ mızı tahmin ediyorduk. Halbuki bu mecburi yolcu­ luk, ta Doğu Sibirya'da Baykal gölü civarındaki İrkutsk şehrine kadar uzandı ve tam bir yıl 7 ay sürdü. Ben tekrar Kazan'a yalnız 1920 yılının Martında dönerek aileme kavuşabildim. Kızıllar yeniden Kazan'da «Komuç» çular Kazan'ı aldıktan sonra düşmanı nefes aldırmadan kovacak yerde Kazan zaferinin bayramını yapmak­ la meşgul oldular. Vatsetis, kurmay heyetiyle bir­ likte Kazan'ın 30 km. kadar batısında İdil'in sağ kıyısında ( Kazan ise sol kıyısındadır ) bulunan ve 16 ncı asrın ortalarında Müthiş lvan devrinde Ka­ zan'ı istila hareketinde mühim bir üs ödevini gö­ ren Züye ( Rusçası : Sviajsk ) kasabasında durmuş ; merkezden Kazan hezimetini öğrenen harbiye halk komiseri ve Kızıl ordu başkomutanı Trotskiy de oraya gelmiş ve şu günlük emri çıkarmıştır : « Her­ hangi bir birlik müsaadesiz ric'at ederse, birinci ola­ rak birliğin siyasi komiseri, ikinci olarak da o bir­ liğin komutanı kurşuna dizilecektir». Kızıl başko­ mutan bu sözünü işleriyle de tekit ederek, « hainlf ri » ve asker kaçaklarını idam ettirmeye başlamL.�­ ti. Propaganda ve örgütlenme işlerinin de hızını arttırmıştı. Merkezden gelen takviyeler sayesinde Eylfıl başlarında Trotskiy'nin emrinde 62 bin mu­ harip ve 214 top bulunuyordu. Kuvvetlerini topla­ dıktan sonra Kızıllar taarruza geçtiler ve 10 Eylfıl­ de Aklar tarafından bırakılan Kazan şahrini geri aldılar. ( Biz bunu artık yolda işitmiştik.) Bolşevikler Kazan'ı geri aldıysalar da, devle­ tin altınlannı elden çıkardılar ve bir de Ya Şeynek­ man, S. Gassar, V. Khatayeviç, M. Mejlauk, M. N. Vakhitov gibi kendilerince kıymetli yiğitlerini kay­ bettiler. Çünkü bunlar Kazan'dan vakti zamanında sıvışmışlar, ve bilmem kimin tarafından ele veri-


1 08

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

lerek, kısa bir yargılamadan sonra kurşuna dizil­ mişler. Mollanur Vahitov Bunlardan sonuncusu Molla-Nur Vahitov Perm ilinde tanınmış Türk tüc­ carlarından Vahitoğullarının akrabasından olup, anlaşılan, zengin olmıyan bir Vahitov'un oğludur. Rus mektebine gitmiştir. Sonraları üniversiteye gi­ remiyen «zayıflar»ın sığınağı olan hususi ve «Psik­ ho - Nevroloji Enstitüsü» gibi garip bir isim taşıyan yüksek mektebe girmiştir, fakat bu mektebi ikmal edip etmediği belli değildir. Sivri kafalı, daracık alınlı, soğuk çehreli ve meymenetsiz bir adamdı. 1917 Şubat ihtilalinin ilk günlerinde M. N. Vahi­ tov Kazan'da bulunuyordu «Kızıl Bayrak» adlı bir işçi gazetesi çıkarmıya başlıyor, Türk işçileri ara­ sına girerek mitinglerde ateşli nutuklar veriyor ve bu işçileri örgütlendirmekle uğraşıyordu. Ancak bu zavallı adam gerek yazılarında, gerekse nutukla­ rında Marks - Engeles nazariyelerine İslam birliği ( panislamizm ) umdelerini de karıştırıyor ; Peygam berin yeşil sancağı ile Marks'ın kızıl bayrağının yanyana dikilebileceğini anlatıyor ; sosyalizm pren­ siplerini İslam kaideleriyle desteklemeye özeniyor­ du. Bir bolşevik sosyaliste hiç de yakışmıyan Molla­ Nur gibi tuhaf bir isim taşıyan bu adamcağızın Petrograd okulunda faydalı birtakım şeyler öğren­ miş olduğunu gösteren bir nişane göze çarpmadı­ ğından başka, adamın sözleri ve yazıları, anılan mektepte onun hissesine yalnız psychonervose dilş­ tüğü intibamı veriyordu. Vahitov, galiba bir bolşevik listesinden Kuru­ cu Meclise de seçilmiş ; ancak, Başkırt saylavı Şe­ rif Manatov gibi, yolda geciktiğinden, bu Meclisin mezkur biricik oturumunda bile hazır bulunama­ mıştır. Geç gelen bu iki solcu Türk saylav. sol ka­ nat saylavlariyle beraber, protesto yüzünden . Mec-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

109

lis oturumunu terkeden muharrir Alimcan İbrahim ile birleşerek, o zaman milletler işleri halkkomiseri (bakanı) olan Stalin ile görüştükten sonra bir «Müslüman komiseriatı» kurmuşlar ve Sovetizm'in « müslüman» cephesini teşkilatlandırmıya girişmiş­ ler. Bunlar Petrograd'da «Çulpan» adlı bir gazete çıkardıkları gibi, hükumet Moskova'ya taşındıktan sonra İstanbullu İsmail Suphi ile de birleşerek, Türkçe «Yeni Dünya» adlı gazete çıkarmışlardır. Vahitov, anlaşılan, Akların hücumundan bir müddet önce, Moskova'dan Kazan'a gelmiş, fakat vakti zamanında kaçamadığından, bu şehirde ya­ kayı ele vermiş ve bir bolşevik «büyüğü» sıfatiyle, yukarıda anılan Rus ve Yahudi arkadaşlariyle bir­ likte kurşuna dizilmiştir. Bu gibi «büyük» ve teh­ likeli işlere «kelleyi koltuğa alarak» ve « ya devlet başa, ya kuzgun leşe!» parolasını rehber edinerek girişilmesi pek tabiidir.

YOLLARA

DÜŞMÜŞTÜK

Yukarıda da anlattığım gibi, en çok iki hafta sonra Kazan'a dönmek düşüncesiyle, yaya olarak şehirden çıktık. Eskiden hiç de bilmediğimiz, bir il­ çe merkezi olan Layış uluyolunu bularak, yürüme­ ye başladık. Kurultay'cılardan Cemal Velidi, İzzet­ tin Seyfülmülk, Kayyum Mustakay ve ben dört arkadaş idik. Ürküne ( paniğe ) tutularak, şehirden kaçan ve bu yönde yürüyen, bizden başka da bir­ çok kimseler vardı, ve çoğu, bizim gibi, yaya idiler. Şehirden kaçanların hepsi gazetecilik etmiş veya politika ile uğraşmış kimseler olmayıp, şimdi dedi­ ğim gibi, paniğe kapılarak ve genel korku psiko­ zuna tutularak «bir semt-i meçhul» e doğru giden kimselerdi. Aralarında kadınlar da vardı. Bunlar­ dan büyük bir kısmı, şüphesiz, ortalık yatıştıktan


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

1 10

sonra Kazan'a dönmüş olacaklardır. Şehirden ak­ şama doğru ayrılmıştık. Onun için Kazan'dan 70-

75 km. kadar

mesafede ve Kama nehri kıyısında

bulunan Layış şehrine o gün varamadık ve bir

köyde

bir

Rus

evinde

gecelemeye

yolda mecbur

()lduk.

Suya düşen ümitler

-

Ertesi gtin

line vardığımızda, kasabayı

Kama sahi­

kaçaklar ve askerler duru­

ile dolu bulduk. İskelede büyükçe bir vapur

yordu. Bunlar istiyen kaçakları alıp güneye doğru götürmeye hazır bir halde istim üzerinde bulunu­ yordu. Biz gerek yolda, gerekse Layış'ta Kazan'ın düşmek üzere bulunduğuna, yahut artık düşmüş ol­ duğuna, ve Akların çok müşkül bir durumda bulun­ duklarına dair

duyduğumuz

haberlerden

yakın

bir zamanda Kazan'a dönemiyeceğimize kanaat ge­ tirdiğimizden yolumuza devam etmeye karar ver­ dik. nk dehefimiz Samara idi. Vapurlardan

birine

bindik ; bilet filan istiyen yoktu. Bu vapurun kime ait olduğu belli olmamakla beraber, herhalde kiden İdil'de veya Kama

es­

nehrinde vapur

işleten

kumpanyalardan birinin malı olup, bugün

vatan­

daşlar kendi aralarında dövüştükleri sırada hangi tarafın eline geçerse onun malı olacağı muhakkak­ tı. O gün, yani 1918 yılı Eyllllünün haftasında vapur Akların elinde idi, yarın,

bu

öbürgün Kızılla­

rın eline geçerek, Aklara karşı kullanılmıyacağın­ dan kimse emin olamazdı . . .

Uzun

yolların başı

-

Vapur

ağzına

kadar

dolmuştu. Hareket ettik, Kama'dan Volga'ya geç­ tik ; cenup yönünde gidiyorduk. İdil'in sağ kıyısın­ da yüksek bir tepe üzerinde Kazan ilinin bir

ilçe

özeği olan Tetiş şehrine vardık. Yukarıda dahi an­ dığımız üzere, ilk hedefimiz Samara idi ; kurul tay­ cı arkadaşlarımızdan biri olan F. Tuktar da orada bulunuyordu. Ancak Tetiş i skelesine yanaşır

ya-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

111

nruımaz vapurun komutanı Tetiş ile Samara sında İdil'in sağ sahilinde

ara­

bulunan bir il merkezi

nlan Simbir ( Simbirsk - Ulyanovsk ) şehrinin Kı­ zıllar tarafından alınması dolayısiyle geminin ar­ tık Samara'ya gidemiyeceğini ; yolculardan istiyenle­ rin aynı vapur ile geri dönebileceklerini, istemiyen­ lerin burada karaya çıkabileceklerini ilan etmesi üze­ rine, biz geri gitmeyip buraya çıkmağı tercih ettik. O günlerde Simbrisk şehrinin Tukhaçevskiy

komu­

tası altındaki Kızıl Ordu tarafından alındığını son­ radan öğrenmiştik. Bu Tukhaçevskiy,

eski

Çarlık

ordusu subaylarından olup, ihtilalden sonra Bolşe­ viklere katılan, onlarla iç

işbirliği yapan

harbi cephelerinde büyük

ve Rusya

yararlıklar gösteren

bir kızıl komutandır. İkinci cihan harbinin arifesin­ de Kızıl orduda eski askeri rütbeler diriltildiği sı­ rada Tukhaçevskiy'ye mareşal Unvanı verilmiş,

fa­

kat 12.6.1937 tarihinde, diğer birtakım ileri gelen Sovyet büyükleriyle birlikte kurşuna dizilmişti. Karaya çıktık. Güzel, güneşli bir Eylfıl havası vardı. Bundan sonra

ne yapacağımızı

görüşmek

için bir «müşavere meclisi » tertip ettik. Aramızda Cemal Velidi aslen oralı olduğundan, ailesinin Te­ tiş ilçesinde bir köyde bulunduğunu ve onun

için

şimdi çocuklarının yanına gitmek istediğini

söy­

leyip, bizimle vedalruıtı ve ayrıldı. Dörtten üçe in­ dik. Şimdi hikayemizi kısa bir zaman için şuracık­

ta keserek, bizden ayrılıp Tetiş kasabasında kalan birkaç yıl sonra tevkif edilerek, ÇEKA bodnı­ muna atılan ve orada ölen dostumuz muharrir ve muallim Cemal Velidi hakkında birkaç söz söy!P­ meyi uygun buluyorum. Zindanda, ölen muharrir Kıymetli bir mu­ harrir ve kafalı bir fikir adamı olan Cemal Velidi ile 1917 yılı ihtilalinin ilk aylarında Kazan'da «Ku­ rultay» ı çıkarmaya başladığımız günlerde tanışve

-


1 12

RUS İHTİLALİNDEN HATIRAIAR

mıştım. O da gazetemizin

yazarlarından olmuştu.

Bundan dolayı kendisiyle, sık sık temaslarda bulu­ nuyorduk. Alçak gönüllü, az, fakat öz sözlü, zeki, doğru görüşlü, metin seciyeli, iyi arkadaş ve hoş­ sohbet bir zattı. Kendisi asri Rus

mekteplerinden

birinde tahsil görmüş olmayıp, Kazan'da bir med­ resede okuduktan sonra dünyevi bilgileri ve sağlam millet sevgisini meşhur Bubi mektebinde ( 45) oku­ makla edinmiş ; şahsi gayretiyle ve bu sayede

Rusça öğrenmiş

birçok orijinal ve terceme eserler

okumak suretiyle bilgi ve fikir ufkunu genişletmiş­ tir. C. Velidi, medeni faaliyete Orenburg'taki Hü­ seyiniye mektebinin ilk ve orta kısımlarında

Türk

dili öğretmenliği göreviyle başlamıştı. Benim bildi­ ğime göre, onun kitap kılığındaki ilk eseri, «Tatar edebiyatının barışı» ( seyri ) adlı 120 sahifelik bir kitap olup, 1912 senesinde Orenburg'ta «Vakit» ba­ sımevinde basılmıştı. Bu eser, Kazan Türk edebi­ yatına dair bir kalem denemesi

olmakla beraber,

içinde bazı orijinal düşünceler dikkatları çekebile­ cek güzel sözler de yok değildir. Bu alanda ondan önce kimse böyle bir denemeye kalkışmamış oldu­ ğundan, eksik ve

kusurlu olmakla beraber,

bir

başlangıç olması itibariyle bu eser değersiz sayıla­ maz. Başka bir yerde yazdığım gibi, «bu kitapçık­ ta verilen bilgilerin değeri bu konu üzerine bir Ka-

( 45 ) Bubi kasabasında, tahsilini İstanbul'da yapmış olan Ubeydullah Feyzi ile kardeşi hoca Abdullah Efendi tara­ fından zamana uygun bir Türk mektebi açılmıştı, ki bU­ radan birçok eli kalem tutan yazarlar, bilgi sahibi mual­ ı:mıer v. s. yetişmişti. Bubi biraderler o zamanki Rus hü­ kumeti tarafından panislamizm ve pantürkizm ile suçlan­ dınlarak, mahkemeye verilmiş ve hapse atılmışlar, mek­ tepleri de, bir daha açılmamak üzere, kapatılmıştı.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

113

zanlı muharrir tarafından çizilen ilk krokiler ol­ malarındadır.» Öte yandan, C. Velidi, Orenburg'lu «Vakit» ga­ zetesinde «Celey»

imzasiyle bir seri esaslı, edebi

tenkit makaleleri de bastırmıştı ki, bunlar da o za­ man için hususi bir üslfıba ve edaya malik, olduk­ ça orijinal yazılar idi. Orenburg'da bulunduğu za­ man yazdığı «Milliyet meselesi » adlı eseri aynı şe­ hirde «Vakit» neşriyatı arasında çıkmıştı. İşini bi­ len bir öğretmen, usta bir edebiyat tenkitçisi olan C. Velidi'nin, gerekirse, doğru görüşlü bir püblisist ve gazeteci de olabileceğini biz, Kazan'da «Kurultay» ve «Altay» gazetelerinde

milli ve içtimai konular

üzerine yazdığı özlü ve değerli yazılarından anla­ mıştık. C. Velidi yazılarında manaya ve mefhuma ne derece önem veriyor idiyse, şekil hakkında da o der.ece özeniyordu. O, öyle bir muharrirdi, ki ka­ tiyen manasız ve faydasız bir şey yazmaz ve yaz­ dıkları da okunmadan kalmazdı. Haniya kimi ya­ zarlar vardır, ki imzaları mutlaka

sizi, yazılarını

okumaya sürükler. C. Velidi de işte bu çeşit ya­ zarlardandı. O, Türk dilinin kaide, lfıgat ve naza­ riyatına da yabancı değildi. Orenburg'dan Kazan'a taşındıktan sonra ihtilalin ilk günlerinde «Tatar ti­ lininğ ilmi grameri » adlı mühimce bir eser neşret­ tirmişti. C. Velidi'yi ben, kendisinden 1918 yılının Ey­ lfıl iptidasında Tetiş'te ayrıldıktan sonra, ilk defa

1920 senesi ilkbaharında Sibirya'dan Kazan' a dönü� de Çeka'nın karariyle Toplama ( Temerküz)

kam­

pında oturduğum günlerde Kabangölü kıyısındaki evimde görmüştüm . O zaman eski bildiklerden kim­ se ziyaretime

gelmediği

halde,

vefalı C. Velidi

Kamptan eve döndüğüm günlerin birinde beni zi­ yaret

etmek nezaketinde bulunmuştu. Eski günleRus

İhtilfilinden Hatıralar: F: 8


1 14

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

re ve yeni hallere dair uzun uzadıya konuşmuştuk. O zaman kendisinde fikirce de, bedence de büyük bir değişiklik görmemiştim. O, vaktiyle Tetiş'te bizden ayrılıp kaldıktan sonra birdenbire Kazan Sovyet otoritelerinin pençesine düşmemek için, üc­ ra köylerde dolaştığını ve icabında suları nasıl (kendi tabirince) « ecel tagarağı» ( teknesi ) denilen küçük kayıklarla geçmek mecburiyetinde kaldığı­ nı tatlı tatlı anlatmıştı. Ben de Sibirya'da gurbet illerinde nasıl yaşadığımı ve başımdan ne gibi ma­ �eralar geçirdiğimi hikaye etmiştim . . . C. Velidi de, birçok diğer milliyetçi arkadaşla­ rımız gibi, kendini « Sovyet Cenneti» nin dışına ata­ mamış, memleketi olan Kazan ülkesinde kalarak, yeni hallere ve şartlara uygunlaşmaya çalışmıştır. Ancak bu «Uygunlaşma» onun için pek kolay ol­ mamıştır. Çünkü hiç olmazsa, pasif bir halde fik­ ren müstakil kalmak ; şahsi düşüncelerini, kanaat­ larını ve şerefini feda etmemek istiyordu. Ancak «bizim gibi düşünmiyenler bizim düşmanlarımızdır» diyen sekterlerin ve fanatiklerin hakim olduğu bir diyarda bunun ne kadar müşkül bir iş olduğu aşi­ kardır. Bununla beraber medeni cesaret ve karak­ ter sahibi olan C. Velidi'nin bu hususta epey mu­ vaffak olduğu da anlaşılmaktadır. O, başta ücra bir Türk köyünde öğretmenlik etmiş sonra yavaş yavaş Kazan'a gelmiş ve orada kendisine « Şark öğ­ retmen Estitüsü» nde edebiyat öğretmenliği görevi verilmiştir . . . Yukarıda da andığımız gibi, icabında püblisist ve politikacı bir muharrir dahi olabilen C. Velicli, Sovyet devrinde artık bu alandan elini ayağı.�ı çek­ miş ve apolitique ( siyaset yabancısı) bir adam ol­ muştu : Öğretmenlik ediyordu, dil ve edebiyat ders­ leri veriyordu, fakat Sovyet gazete ve mecmuala­ rında yazı yazmaktan çekiniyordu. Ancak diktatör-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

115

lük ülkelerinde susmak d a bir nevi pasif muhalefet sayıldığından, C. V elidi'nin bu sükutu Kazanlı Ta­ tar bolşeviklerini pek fazla

sinirlendiriyordu. Ta­

nınmış Kazanlı muharrir ve komünist Alimcan İb­ rahimov'un ona bir gün : « Yürük kaleminiz, halk hakimiyeti devrinde neden böyle birdenbire durdu ? » diye çattığını anılan görüşmemiz bana kendisi anlatmıştı. Bununla beraber, o, Sovyet

sırasında Velidi devrinde politika

dışında bazı şeyler yazmamış da değildir. Onun bu devirde Rus diliyle yazdığı en mühim eseri « İdil Tatarlarının kültür ve edebiyat tarihi taSlakları ( 1917 senesine kadar) » adlı 106 sahifelik bir kitap­ tır. Bu değerli eser 1923 yılında Moskova'da Dev­ let neşriyatı arasında çıkmıştır. Bundan başka o, Kazanlı meşhur muharrir Kayyum Nasiri hakkın­ da tertip edilen kollektif bir eserde «Kayyum Na­ siri'de tatar dili». başlıklı kısa bir makale yazmıştır. ( Ancak makalenin hacminden ve yazılışından Veli­ di'nin bunu pek de istekle yazmamış olduğu sezil­ mektedir)

.

C. Velidi kendisine, milleti için faydalı

ve uzun sürecek olan başka bir önemli iş bulmuştu ki o da, şimal Türk lehçeleri hakkında büyük bir sözlük yazmak işi idi. « Tatar tilininğ tulu sözlüğü» ( Tatar dilinin

mükemmel

sözlüğü) adını taşıyan,

geniş planlı bu sözlüğün Arap harfleriyle ( a) dan ( t ) ye kadar olan birinci

cildi (ki 720 sahifeden

ibaret büyükçe bir cilttir) 1927 yılında çıkmışken, aradan epey zaman geçtiği halde eserin arkası gel­ memişti. Derken, galiba 2 nci Türk Dili Kurulta­ yında Dolmabahçe sarayında maruf Rus Türkoloğu ve dilcisi Samoyloviç ile karşılaşmış ve bu eserin geriye kalan ciltlerinin neden şimdiye kadar çık­ madığını sormuştum . O, « kitabın müellifi öldü de, ondan » , diye cevap vermişti. Beynimden vurulmuş gibi oldum. Gerek eski bir dostumun ölüm salığı,


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

1 16

gerek çok faydalı ve önemli bir eserin yüzüstü kal­ ması haberi bana bir yıldırım tesiri yapmıştı. Sonraları aldığımız haberlere göre, zavallı ar­ kadaşım tevkif edilmiş ve zaten ciğerleri bozuk ol­ duğundan, Sovyet zindan rejimine tahammül ede­ meyip, bu ölümlü dünyaya gözlerini kapamıştır. De­ mek, insanların yalnız işlerini ve hareketlerini kont­ rol etmek, gözetlemek bakışlarını, çehrelerinin çiz­ gilerini gözetlemekle yetinmeyip, kalplerini de oku­ yan ve ruhlarının derinliklerinde dahi araştırmalar yapan zalim rejim, bu metin insanın büyük bir ıs­ rarla susmasını affetmemiş ve arada onun da ka­ nına girmiştir. Metin, eğilmez, bükülmez C. Velidi bir kahraman gibi ölmüştür. Ancak onun aziz ha­ tırası şimal Türklüğünün gelecek nesillerinin yü­ reklerinde hiçbir zaman ölmiyecektir.

KAZAN İLİNDEN Taba.na kuvvet!

-

dönüyoruz. Birimizin

UZAKLAŞIYORUZ

Yolculuğumuzun hikayesine Tetiş'te kaldığını yukarıda

gördük. Üç arkadaş ( İzzettin, ve ben)

Kayyum Mustakay

yolumuza devam edecektik. Bizim Tetiş' -

te, yani İdil'in sağ kıyısında fazla eğlenmemiz doğ­ ru olmazdı. Çünkü Kızılların, gibi, bugün

Simbirsk'i aldıkları

yarın Tetiş'i de işgal

etmeleri pek

mümkündü. Onun için cephe durumu icabı olarak, nehrin sol, yani doğu kıyısına geçip, yolumuza ya­ ya devam etmeye karar

verdik, ve hiç olmazsa,

ayakkabılarımızı ona göre « tadil

etmeyi» gerekli

bulduk : Kalınca çoraplar ve « çabatalar»

( ıhlamur

kabuğundan örülmüş bir nevi çarık) satınaldık ; is­ karpinlerimizi çıkınlarımıza bağladık. Küçük bir ka­ yık tutarak karşı yakaya geçtik ve karaya basınca, yeni bir hızla Melekes

ayak

kasabası yönünde

yürümeye başladık. Güz iptidaları

olmasına rağ-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR men yağış yoktu,

1 17

ılık ve güneşli bir hava vardı.

Hafif ayakkaplarımızla daha rahat, daha hızlı gidi­ yorduk. Büyükçe bir kasaba, eskiden canlı bir za­ hire pazarı olan ve yeni Simbirsk-Bügülme demir yolu üzerinde bulunan Melekes'e varmadan, yolda bir Türk köylüsü, bir mikdar ücret mukabilinde bi­ zi arabasına aldı.

Buraları çok tenha idi, hiçbir

yerde Kızıl kuvvetlere rastgelmiyorduk. Anlaşılan İdil'in sağ

kıyısında Simbir şehrini alan Tukha­

çevskiy komutası

altındaki kızıl

askerler henüz

İdil'in bu tarafına geçip de Melekes'e kadar gelme­ ye cesaret edememişlerdi.

Buraları artık Samara

ilinin Stavropol uyezdine (ilçesine) tabi topraklar­ dı. Melekes'ten sonra yolumuza yaya devam ettik. Bu ilçede bir

hayli

müslüman

Türklerin

yaşa­

makta olduğunu biliyorduk. Gerçekten, şurada bu­ rada göze çarpan minareler bu bölgede birçok müs­ lüman köylerinin bulunduğunu anlatıyordu.

Yolu­

muz üzerinde Filip adlı bir köyün de bulunduğunu öğrendik. Bu adı duyunca benim içim ferahladı. Çünkü bu isim bana Troyskiy'de tahsilde bulundu­ ğum günlerde tanıdığım kavun kafalı bir genci ha­ tırlattı. Aklımda kaldığına göre, bu, Stavropol il­ çesindeki Filip adlı bir köy imamı olan Rakip hoca­ nın oğlu idi. Bu isimleri hatırladığıma kendim de şaştım, çünkü aradan 15

yıldan fazla bir zaman

geçmiş bulunuyordu. İşte, Filip köyünde bu genci bulursak, bir parça dinlenmeyi , sıcak çay ve belki de sıcak çorba içerek içimizi ısıtmayı umuyorduk. Ni­ hayet, oldukça

yorgun bir halde akşam üzeri ka­

ranlık çöktükten sonra Filip köyüne girdik. Alaca karanklıkta sokaklarda

kimseler

gözükmüyordu.

Rakip mollanın evini sormak için,

pencerelerinden

petrol lambasının zayıf ışıkları sızan evlerin birine başvurmak zorunda kaldık.

Perdesiz pencereden

içeriye bir göz attık . Bir de ne

görelim ? İçeride


1 18

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

açık baş, saçları sakallarına karışmış Rus kıyafet­ li erkeklerle

gene açık baş ve Rus karıları kılıklı

kadınlar oturuyordu. (Zaten, «Filip» de bir müslü­ man Türk köyüne

yakışan bir isim değildi ya ! ) .

Pencereyi hafifce vurduk ve bu köyde «Tatarlar» ın nerede oturduklarını sorduk. «1Ieride, köprüyü geç­ tikten sonra ! » diye cevap verdiler.

Soruşturduk,

araştırdık, epey uğraştıktan sonra, mollanın evini bulduk. Eski bildik Fatih efendi de beni

hatırladı

ve tanıdı. Meğerse bu köy iki bölümden ibaret olup, bir kısmında « Tatar» denilen

müslüman Türkler,

öteki kısmında ise, gene Türk ırkından, fakat or­ todoks olan Çuvaşlar

yaşıyorlarmış. Bizim kendi­

lerine başvurduğumuz Rus kılıklı

adamlar bu so­

nunculardan imişler. « Filip» eskiden kurulan Çuvaş köyünün adı olup, müslüman Türkler buralara son­ radan gelip yerleşmişler ve ayrıca bir köy adı dü­ şünmemişler imiş.

Hamamdan sonra ayaza

-

Rakip molla ve ka­

vunbaşlı oğlu Fatih efendi iyi kabul edip, çay ve yemek sofrası kurdular ve bizi gereği gibi ısındır­ dılar. Üstelik, bize, hazır ısıtılmış

hamamlarında

yıkanmak fırsatını da verdiler. Ancak bu « misafir­ perver» liğin sonu pek tatlı olmadı : Molla ve oğlu bizim Kızıllardan kaçan politikacı kimseler

oldu­

ğumuzu sofrada öğrenmişlerdi. Biz hamamda iken baba-oğul iki hoca köye kızıllar geldiği

takdirde.

kendilerinin bizim gibi «korkunç» adamları

barın­

dırdıklarından dolayı başlarına büyük bir dert açı­ lacağını düşünerek, karanlık çöktükten sonra gelen bizleri gene karanlık perdesi altında savmaya karar vermişlermiş. Bunu bize ilan ettiler : bir arabaya at koştular ve uşaklarına bizi pek uzakta bulunmayan Guban köyü imamının evine kadar götürüp bırak­ mak için talimat verdiler. Sıcak köy hamamından henüz çıkmış olan bizler için, şimalin oldukça ayaz-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

1 19

lı Eylfıl gecesinde hafif elbiselerle yola çıkmak na­ hoş ve hatta sıhhat için « konukseverliğin» bu

tehlikeli bir iş idiyse de,

türlüsünü de hoş görmekten

başka çaremiz yoktu. Ne yaparsın ? İşin içinde «po­ litika» vardı ! BerP-ket versin, ki mecburi gece yol­ culuğu uzun

sürmedi ; hamdolsun,

ayazlanıp bir

hastalığa da tutulmadık. O zaman ben de birparça gençtim. Gece

yarısında bir baskın

-

Arabayı

süren

uşak, bizi, gece yarısı Guban köyü imamının evinin cümle kapısına kadar götürüp indirdi ve çekilip git­ ti. Adamakıllı üşümüştük, bir an önce içeriye dal­ mak için can atıyorduk. O memleketlerde köylerde dahi avlular

çitle

yahut balçık kerpiçlerden örülmüş veya tahta du­ varlarla çevrilidir. Avlunun sokak tarafından ara­ ba geçebilecek büyük bir kapısı hemen her zaman kapalı kalır ve yalnız icabında açılır. İnsanların gi­ rip çıkmasına mahsus olan küçük kapısı ise, yalnız geceleri sürgülenir. Bizim mollanın sokak tarafın­ daki avlu duvarı ve cümle kapısı tahtadandı ; ka­ pıların hem büyüğü, hem küçüğü sürgülenmiş bu­ lunuyordu. Evdekiler, bütün köylüler gibi, derin

� y­

kuya dalmışlardı. Sokak kapısını hızlı hızlı vurd{i,>c :

Uyandılar ; kapıya gelen adama kimler olduğumuzu nereden gelip, nereye gitmekte

olduğumuzu, pek

üşümüş bir halde bulunduğumuzu anlattık. Ev sa­ hibi, bir gazeteci olmam hasebiyle benim adımı az

(0 zamana kadar üç gazetede, yani Orenburglu «Vakit», Kazanlı « Yulduz» ve «Ku­ rultay» gazetelerinde çalışmış ve bundan başka bir çok mecmualarda da yazılar yazmıştım) . Gece ka­ ranlığında tatlı uykularından uyandırıp rahatsız ettiğimizden dolayı ev sahipleri içlerinden bize bir parça kızmış olabilirler ; ancak gece yarısında basçok işitmiş imiş.


120

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

tıran ve sokak kapısını hızlı hızlı vuran bu beklen­ medik konukların, hocaların amansız düşmanı olan « Kızıllar» olmadıklarından dolayı belki memnun da olmuşlardır. Bellidir, ki bu dünyada her işin hem iyi, hem kötü, hem sevindirici, hem kederlendirici t�:-3.fları vardır. İçeriye aldılar ve bir şey yemek is­ teyip istemediğimizi sordular. Haniya, bir hikaye vardır. Üstübaşı berbat halde olan bir Araba : « Ne istersin, söyle ! sana güzel bir yemek pişirelim » de­ mişler. Arap da : « Bana bir cüppe ile bir gömlek pi­ şirin, başka bir şey istemem ! » diye cevap vermiş. Onun gibi, biz de, gece yarısından sonra yiyeceğe değil de, sıcak bir yatağa muhtaç olduğumuzu söy­ ledik. Derhal evin misafir odasının zeminine güzel yataklar yaptılar. Biz de köy hamamı ile ayazın gevşetici tesiri altında derin ve deliksiz uykuya daldık . . . llk hedefimize varıyoruz Ertesi sabah kalk­ tığımızda çaydan sonra imam efendi ile «Kızıllar­ Aklar» savaşına, memleketin şu feci durumuna dair bir parça konuştuk. Ev sahibi bizi ilerideki Kızılsu köyüne kadar araba ile götürteceğini söylemek ne­ zaketinde bulundu. Kızılsu adı bende gene bir ümit ışığı uyandırdı. Benim, daha Orenburg'da tanıştı­ ğım ve şimdi bu köyde imam olmaları muhtemel olan Şakir ve Şehid isimli iki kardeşi hatırladım. Çünkü bunlar buranın Kızılsu köyünden olduklarım söylerlerdi. Kızılsu'ya gelince orada bunlardan yal­ nız dazlak kafalı Şehid efendiyi bulduk ; Şakir ad­ lısı başka bir yere göçüp gitmişti. Ancak kurnaz Şehid hoca Orenburg'taki tanışlığımızı hatırlama­ dığı gibi, şimdicik adları anılan Türkçe gazetelerde yazılar yazmış olan ve bazı eserleri de intişar eden «A. Battal» ı da işitmemiş gibi davrandı. Ben de, tabii, onun hafızasını zorlamayıp, yalnız içimden şu Çağatayca beyiti okumakla yetindim : -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

121

ü� kişidin lazım oldı ihtiraz Biri aksak, biri sokur, biri taz ( 46) . Buradan artık İdil kıyısı pek uzak değildi. Bir araba tuttuk ve « Kızıllar» ın bulunmadığı bir İdil iskelesine (belki de Mayna iskelesine ) vardık ve oradan da bir vapura binip Samara'ya ulaştık. Ya­ zık, ki Kazan ile Samara arasındaki bu yolculuğun kaç gün sürdüğünü şimdi hatırlamıyorum ve yalnız burada Samara ile Kazan arasındaki mesafenin düz çizgiye göre 300 km. olduğunu söyliyebilirim. Samaraya gelir gelmez bir fotoğrafçıya gittik ve üçümüz bir arada « Les Miserables» deki Jean Va­ jean'1 veya Maksim Gorkiy'nin bazı eserlerindeki «bosiak» (baldırı çıplak) !arı hatırlatan kıyafetleri­ mizle «bir hatıra olmak üzere» fotoğraflarımızı çı­ karttık. Kendisini o kadar görmek istediğimiz F. Tuktar arkadaşımız ( Komuç) murahhaslariyle bir­ likte Ufa'da 8 (21) Eylfı.l'de açılan « Devlet müşa­ vere Meclisi» ne gitmişti. Bir hayal kırıklığı içinde idik. İzzettin bizden ayrılıp, memleketi olan Oren­ burg'a gitti.

ŞARKA

OOGRU

Samara'dan Ufa'ya İlk hedefimiz olan Sa­ mara şehrine varmıştık. Görüldüğü üzere, burada artık üçten ikiye inmiştik. Bize de ( K. Mustakay ile bana da) bu şehirde kalmakta hiçbir mana ve maksat yoktu. Onun için uzunboylu düşünmeden ikimiz trene bindik ve Ufa yolunu tuttuk. Artık şark� doğru gidiyor ve hareket noktamız olan Ka­ zan'dan ve ailelerimizden gittikçe uzaklaşıyorduk. Ufa Devlet Müşavere Meclisi Biz Ufa'ya vardığımızda Sovyetlere karşı savaşı düzenlemek ve -

-

( 46)

Aksak = topal; sokur = kör; taz = dazlak.


122

RUS İHTİLALİNDEN HA.TIRALAR

hızlandırmak için bir «umum Rusya hükumeti» kurmak amaciyle toplanan «Ufa Devlet müşavere meclisi» nin toplantıları devam ediyordu. Oturum­ larda S. R. partisinin oldukça mutedil koluna men­ sup olan ve eski ihtilal kabinelerinde bakanlık et­ miş bulunan N. D. Avksentiyev başkanlık ediyordu. Bu Müşavere meclisi Samara'daki « Komuç» temsil­ cileriyle Sibirya'da Omsk şehrinde Sovyet egemen­ liğini devirmek suretiyle kurulan « Muvakkat Si­ birya hükumeti» mümessilleri arasında yapılan bir anlaşma sonucunda toplanılmış idi. O günlerde şu­ rada burada Sovyet memurlarını koğarak, kurulan ve gözettikleri hedefler arasında az çok farklar bu­ lunan birtakım « ülke hükumetleri» veya o kabil hükumetlerin « muhaceret» te bulunan temsilcileri vardı. Bu « ülke hükumetleri » nin a)'.'rı ayrı kurum­ ları ve askerleri de mevcuttu. Ancak bu hükumet­ ler kendi aralarında anlaşmış, hareket ve faaliyet planlarını, gaye ve hedeflerini birleştirmiş değiller­ di. Bu hususlarda anlaşmak ve birleşmek için bu « hükumetler» in temsilcilerinin biraraya gelerek görüşmeleri, konuşmaları gerekiyordu. Bundan do­ layı o günlerde Bolşeviklere karşı hareket halinde bulunan veya hareket halinde bulunmasalar da, bu hareketlerin taraflısı olup, şu veya bu örgütü temsil eden bütün zümrelerle örgütlerin murahhas­ larını bu «Ufa Devlet Müşavere Meclisi » ne davet etmeye karar verilmişti. 1918 yılının 8 ( 12) Eylfı­ lünde açılan bu Meclise Samara « Komuç» u, Si­ birya Geçici hükumeti, Ural ( Yekaterinburg) ülke hükumeti ; Rus kazakları ( Kazaçiyler) teşekkülleri, Belediye ve Zemstvo ( mahalli idareler) ; Başkırt hükumeti ; Alaş Orda ( Kazak Türkleri hükumeti ) ; Türkistan hükumeti, « İç Rusya ve Sibirya Türk Tatarlarının milli idaresi» temsilcileriyle bağımsız olarak birçok Rusya Kurucu Meclisi (Constituante )


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

123

üyeleri ve kimi bolşevik düşmanı diğer teşekkülle­ rin murahhasları iştirak etmişlerdi. Bu Meclise ka­ tılan üyelerin sayısı 170 kadar olup, çoğunluğu o yılın Ocak ayı iptidalarında dağıtılan « Uçreditelno­ ye Sobraniye» nin yeniden toplanması taraftarı olan S. R. partisi üyeleri teşkil etmekteydi. Başkır­ distan hükfımetini Zeki Velidi ve arkadaşları ; Alaş Orda'yı, Alihan Bukeyhan ve koldaşları, Türkistan hükumetini ise «muhaceret» te bulunan Mustafa Çokayoğlu temsil ediyorlardı. (O günlerde Türkis­ tan'ın tamamı Bolşevik istilası altında bulunduğun­ dan ortada bir Türk Türkistan hükumeti yoktu, onun için Çokayoğlu bu hükumeti yalnız bir « siyasi mülteci» sıfatiyle temsil etmekteydi. ) Prensip kavgaları «Ufa Müşavere Mecli­ si » nde Sibirya geçici hükumeti çevresine toplanan sağcılarla, «Komuç» etrafına yığılan solcular çarpı­ şıyorlardı. Türk murahhaslar ise, daha fazla ve çekici vaidlerde bulunan solcuları destekliyorlardı. Çarpışan taraflar düşmana karşı savaşmanın yol­ ları, çareleri ve usulleri üzerinde k onuşarak birleş­ meye özenmekten ziyade, yüksek siyasi «prensip-: ler» üzerinde tartışıyorlardı. Mesela, Sovyet hüku­ metinin dağıttığı « Kurucu Meclis» i tanımalı mı, tanımamalı mı ? Sosyalistler bunun tanınması üze­ rinde ısrar ettikleri halde, Meclisteki sağcılar ve on­ ları destekliyen liberaller, bolşevik hakimiyeti ve baskısı altında seçilen Kurucu Meclise kıymet ver­ meyip, daha elverişli haller ve şartlar içinde yeni bir Constituante'ın seçilmesinin gerektiğini ileri sü­ rüyorlardı. Şimdilik geçici olarak, bir askeri dik­ tatörlük kurulsun mu, kurulmasın m ı ? Bu mesele de mecliste uzun ve hararetli tartışmalara yol aG­ mıştı. Nihayet, şu esas üzerinde uyuşulmuş gibi ol­ du : 1 ) Diktatörlük yerine 5 üyeden mürekken bir Direktoriya (directoire ) kurulacak ; 2) Eski Cons-


1 24

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

tituante tanınacak ve 1919 senesi iptidalarında 250 üye ( saylav ) toplanabildiği takdirde bu Kurucu Meclis açılıp işe başlayacak. Ufa Meclisi 23 Eylıilde (6 Ekimde ) kapandı ve kapanış oturumunda Directoire'in beş üyesi se­ çildi ; bu kurulun başkanı mezkur Avksentyev ola­ caktı. Directoire üyelerinin 2 si sosyalist, 2 si libe­ ral olup, bir tanesi askerdi ( Gl. Boldırov) . Yeni kurul daha emin ve adeta cephe gerisi olan bir yerde bulunan Omsk şehrine yerleşecekti. Directo­ ire orada bir bakanlar kurulu vücuda getirecek ve ondan sonra diğer «ülke hükumetleri» kendi ken­ dilerini dağıtacaklardı. Artık « Komuç» un da hik­ met-i vücudu kalmamıştı. Onun yerine « Kurucu meclis üyeleri kongresi » adiyle yeni bir teşekkül kurulmuş ve çalışmak için Urallardaki Yekaterin­ burg şehrine gitmişti. Bizden « Kurucu Meclis» üye­ leri olarak F. Tuktar, Ömer Teregol, Semiullah Salih ve Türkistan'dan Mustafa Çokayoğlu da ora­ ya gitmişlerdi . Ufa şehri Ufa şehri, Rus muharriri ve belki de Türk soyundan olan Aksakov'un romanlarında adı çok geçen Dim (Ruslar «Dioma» derler) ve Ka­ raidil ( Ruslar bu ırmağa da «Ufa» derler) ırmak­ larının Akidil ( Ruslar «Belaya» derler) nehrine dö­ küldüğü yerde, yüksek bir tepe üzerine Moskoflar tarafından Türk ülkelerini istila günlerinde bir üs ( dayanak ) olmak üzere, 1586 yılında, demek Ka­ zan'ın sükutundan 34 yıl sonra, kurulan bir kaleden gelişmiş olan kenttir. Sonraları Kazan ve Başkırtlık ülkelerinde zaman zaman başgösteren kıyamlar ya­ tıştırıldıktan sonra Moskova devletiyle Sibirya ara­ sında bir alışveriş özeği olması bu şehrin çabuk ge­ lişmesine yardım etmiştir. ( « Ufa» nın, Türkçe tepe manasına gelen «Uba» dan bozulmuş olduğu sanıl­ maktadır ) . Üç ırmağın kavşağındaki yüksek bir te-


RUS İHTİL\LİNDEN HATIRALAR

1 25

pe üzerinde, etrafı ağaçlık ve yeşillik olan tenha, şirin, suyu ve havası iyi ve sağlam, adeta dinlen­ me yeri sayılabilecek bir şehirdir. Vaktiyle Ufa'nın kımızı ve balı da pek meşhurdu. Uralların ötesin­ de Büyük Sibirya hattı ile birleşen bir demiryolu üzerinde bulunup, Akidil kıyısında bir vapur iske­ lesi de vardır. İlkbaharda suların bol olduğu mev­ simde Kazan'dan Ufa'ya büyük vapurlar da gelir, yazın sular çekildiği zaman ise, yalnız küçük va­ purlar işliyebilirdi. Ufa'nın nüfusu 1897 genel sayımı esnasında 49.1 bin iken 1926 senesinde 96 bine, 1935'te ise, 195 bine çıkmıştır ( 4 7 ) .

Ufa'da Müslümanlar Türkler Vaktiyle Moskova hükumetinin amansız dini, siyasi ve ikti­ sadi tazyik ve takiplerinden bizar olup, her tarafa, hele dillerini anladıklan, adetlerini bildikleri soy­ daşları ve dindaşlarının memleketlerine ( Başkırtlı­ ğa, Kazak - Kırgız steplerine ) göç eden müteşebbis kazanlılar muhtelif zamanlarda Ufa şehrine de ge­ lip yerleşmişler. Bu şehirde Türk nüfusunun ne ka­ dar olduğuna dair bugün elimizde bilgiler yoksa da, şehirde vaktiyle 6 tane cami bulunduğuna bakarak, müslüman nüfusu hakkında az çok bir kanaate sa­ hip olmak mümkündür. 1905 ihtilalinden sonra Rusya'da yaşayan Türkler için gazete ve mecmualar çıkarmak imkanı başgösterince, Ufa'da da «Al-Alemül-İslami» ve «Turmuş» adlı Türkçe gazeteler çıkmaya başlamış­ tı ( 48) . -

-

( 47) Büyük Sovyet ansiklopedisi ( «Ufa» maddesi) . ( 4 8 ) Bunlardan birincisi 1906 yıh 12 Haziranda çıkmaya başlamış ve 1907 senesi 1 2 Şubatta kendiUğinden kapan­ mıştır. İkincisi ise, 1913 yılında çıkmaya başlamış ve Bol ­ şevik devriminde kapatılmıştır.


1 26

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

1905-1917 ihtilalleri arasında Ufa'da Hekimoğ­ lu, Şamguloğlu, Neziroğlu, Osmanoğlu gibi büyük işler gören zengin tacirler bulunduğu gibi, geniş topraklara ve mamur çiftliklere malik olan Gl. Şey­ hali, Kutlukay Alkin, Selim - Giray Cantöre aileleri de Ufa'da yaşıyorlardı. Tabii, bunların hepsi artık tarihe karışmıştır.

SİBİRYA YOLUNDA Ufa'dan ayrılış Artık Ekim ayının haftasın­ da demek, kışın eşiğinde bulunuyorduk. Benim sır­ tım çok yufka, ayakkaplarım yazlık, cebim de bom­ boş idi. Üstübaşı kış havasına göre düzenlemek icap ediyordu. Bereket versin, ki şehirde henüz ha­ li vakti yerinde olan Türk tüccardan bazı bildikler vardı. İbadullah Osmanoğlundan bir miktar ödünç para aldım ve bu para ile koyun derisinden bir kürk, bir çift kalın çorapla giyilebilecek çizme, « french» biçiminde bir ceket diktirdim ve bir de börk ( kalpak) satınaldırn. Artık Sibirya'da dahi kışlayabilecek bir tarzda giyinip kuşanmış bulunu­ yordum. Zaten Sibirya'ya gidiyorduk. O sırada Ufa' da bizim « Millet Meclisi» ve « Milli İdare» üyelerin­ den birkaç kişi toplanmıştı ; ben de eski bir saylav idim. Hepimiz toplanarak bir iki 3 üncü ve 4 üncü mevki vagonlarına yerleştik. « Milli İdare» nin yeni ve « geçici» merkezi olarak Batı Sibirya'daki Kızıl­ car ( Rusçası : Petropavlovsk ) şehri seçilmişti. Mem­ leketin şu karışık durumunda bu kurumun yalnız birkaç üyesi hazır bulunuyordu ; başkan Sadri Mak­ sudi de meydanda yoktu, ona Binyamin Ahtem ve­ kalet edecekti. Bu kafile içinde bulunanlardan şun­ ları hatırlıyorum : Milli İdarenin maliye nezareti üyelerinden Selim Giray Cantüre, Şeyhullah Alkin, Ubeydullah Bubi ; Maarif nezareti üyelerinden Za-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

1 27

kir Kadiri, Necip Kurbanali, İbrahim Bikkul, Ali Yenikey, Millet Meclisi üyelerinden muharrir Ayaz İshaki, Sultanbeğ Memlioğlu ve ben. İçimizde yal­ nız Zakir Kadiri ( Oğan) ailesini ( k arısı ve iki kızı­ nı) beraberinde almıştı. Aramızda bu iki milli ku­ ruma mensup olmayan kimseler de bulunuyordu, ki Fuat Tuktar, Ömer Teregol, benim Kazan - Sama.­ ra seyahati yoldaşım Kayyum Mustakay bunlar cümlesindendiler. Bir de bugün Ankara'da bulunan iktisatçı Aziz Miras'ın da bizim aramızda bulunduğu ­ nu ve müşterek sofralara tuz getirerek katıştığını hatırlıyorum. Neşeli bir karşılama Samara - Zlataust de­ miryolunun son noktası ve büyük Sibirya hattının başladığı yer olan Çilebi istasyonunda bizim kafi­ leyi yerli Türklerden bir heyet karşıladı. Heyetin başında Troyskiy-Çilebi büyük tuhafiye tüccarla­ rından Muhammetcan Veli ( yev) ile Çilebi ahundu Hekim Selim ( ov) un ticaretle iştigal eden küçük oğlu bulunuyordu. Bura müslümanlarının bizim ku­ dumumuz dolayısiyle büyük sevinç içinde bulun­ dukları anlaşılıyordu ; çünkü heyetin başında bulu­ nanlardan mezkur Ahudzade bulut gibi sarhoştu : Boyuna sendeliyor ve saçmalıyordu. Veliov'da ise, böyle göze çarpan sarhoşluk alametleri yoktu. Bizi toptan alıp, istasyondaki bir binaya götürdüler ve ortasına, nevaleler, mezeler, kadehler ve vodka şi­ şeleriyle donatılan sofra kurulmuş bir büyükçe sa­ lona aldılar. Bu, şaşılacak bir haldi. Çünkü eski­ den şimalli müslümanlar arasında büyük ve genel ziyafetlerde katiyen içki verilmez ve içilmezdi. He­ le «milletin büyükleri» ni böylece trenden iner in­ mez bol içkili sofra etrafına oturtmak şimal müs­ lüman Türklerinin içtimai hayatında bir « devrim» ( revolution) sayılsa yeri idi. Demek, büyük Rus devrimi ile birlikte bizim milli adet, gelenek ve gö-


1 28

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

reneklerimizde de bu gibi « devrimler» başlamak üze­ re bulunduğu anlaşılıyordu. Fakat o saatta bizim artık Sibirya'nın eşiğinde bulunduğumuzu da unut­ mamak lazımdır. Britanya adalarının iklimi

viski

içmeye sebep olduğu gibi, Sibirya'nın o maruf so­ ğuk ikliminin de insanı

vodka içmeye sevkettiği

bellidir. Anlaşılan, itidalci Veliyev ile ifratçı Selim ( ov) bizi Sibirya'nın kış hayatına hazırlamak dü­ şüncesiyle bu gibi «ısıtıcı» bir sofra hazırlamışlar­ dı. Ancak Sibirya ikliminde bile vodkayı Ahundza­ de Selim ( ov) un aldığı nisbette almak şart değil­ dir. Kaldı ki ; Çilebi şehri asıl Sibirya toprakların­ da da bulunmayıp, Ural bölgesinde bulunmaktadır. Çilebi'de bir iki gün kaldıktan sonra aynı va­ gonlarımızla Korgan yönünde hareket ettik. Gider ayak Çilebi hakkında bir iki söz söyliyelim : Çilebi şehri hakkında Çilebi, Uralların, Mias -

ırmağının her iki kıyısını tutmuş olan son şehridir. Eskiden orada Selebi veya Çelebi isimli bir Türk köyü bulunuyormuş ; büyük Sibirya demiryolu bu­ radan başlar. Burası,

Samara ve Ufa üzerinden

Moskova'dan gelen demiryolu ile, Viatka, Perm ve Yekaterinburg üzerinden Petrograd'dan gelen

«Şi­

mal demiryolu» nun bir kolunun birleştiği noktadır. 1917 ihtilalinden önce önemli bir transit yeri ve zahire ticareti özeği idi ; endüstri fazla gelişmiş değildi. Burada Çarlık devrinde Rusya'dan Sibirya'­ ya ve Uzak Doğu'ya giden göçmenlerin ihtiyaçları­ na bakmak ve yolculuklarını düzenlemek ile uğra­ şan bir göçmen işleri servisi de vardı. Eskiden Çi­ lebi, merkezi çok uzaklarda bulunan Orenburg ili•

nin bir ilçe özeği olup, bu, Troyskiy ilçesiyle birlikte Orenburg vilayetinin en şarki, en kenar ilçe­ leri idiler. Eski haritaya bir göz atılırsa, Ural (Ca­ yık ) nehrinin orta

mecralarından başlayan O ren -

burg eski « guberniya» sının (ilinin) upuzun ve bi-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

129

çimsiz bir şekilde güney - batıdan kuzey - doğuya doğru uzadığı görülür. Bu, neden böyle olmuştu ? Eskiden İdil ortası ve Ural bölgesi illerinin ( «gu­ berniya» }arının) sınırları tesbit olunurken, iktisa­ di mülahazalardan ziyade siyasi düşünceler üstün tutulmuştur. Bu «siyasi düşünceler» arasında bir idari birlikte ( « guberniya» da) gayr-i Rusların ka­ labalık olmaması ve Ruslara nisbeten çoğunluk teş­ kil etmemeleri düşüncesi başta gelirdi . Sovyet hü­ kumeti ise, 2 nci Katerina devrinden kalma bu ida­ ri bölünüşü bozmuş, vilayetlerin sınırlarını daha zi­ yade iktisadi mülahazalara ve temayüllere göre çizmiş, ecnebi kökten gelen «guberniya» yerine de Rusça « Oblast» sözünü koymuştur. Bu yeni hüku­ met bazı illerin topraklarını yeniden kesip biçerelt milli adlar taşıyan « Cumhuriyetler» veya «muhtari­ yetli eyaletler» de kurmuştur. Bugün Rusya'da b; ­ zim anladığımız mana ile «milliyet» denilen kav­ ram tanınmadığından, Sovyet hükumeti gayr-i Rus­ ların muayyen bir idari birlikte kalabalık olmala­ rından ve hatta Ruslara nisbeten çoğunluk yasa­ malarından korkmamaktadır. Çünkü oralı kavim­ lerde milliyetin direkleri olan din, milli tarih, milli gelenekler, milli yazı ve milli edebiyat «beynelmi ­ lellik» ( enternasyonalizm ) adına ortadan kaldırıl­ makta olduğundan, zaten işler, Rus olmıyan ka­ vimlerin tedricen Ruslaşmalarına doğru gitmekte­ dir. Stalin'in dillere destan olan bir özsözü ( vecize­ si ) varclır : « Sovyet kültürünün şekli millidir, özü beynelmileldir.» Ancak bu «milli» şekli de gittikçe değişmekte ve bozulmaktadır . . . Sovyet kaynaklarına göre, Çilebi'nin nüfusu 1931 yılında 1 17 bin kişiydi. Şehirde bir mahalle teşkil edecek kadar müslüman Türkler ve güzel, Rus İhtilalinden Hatıralar: F: 9


1 30

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

kargir bir cami vardı. İlçede ise, oldukça kesif bir Başkırt Türkleri kütlesi yaşamaktadır.

·

SlBİRYA'DAKİ HAYATIMIZ Kızılcar ( Pet;erpavul ) şehri - 1918 yılı Ekim ayının ortalarına doğru önümüzdeki kışı geçirece­ ğimiz Kızılcar şehrine varmış bulunuyorduk. Bu şehre Kızılcar adı Kazak - Kırkız Türkleri tarafın­ dan verilmiş olacaktır, ki « kırmızı yar» ( 49 ) de­ mektir. Gerçekten, orada İşim suyu kıyısında böy­ le bir yar vardır. Şehrin Rusça adı « Petropav­ lovsk» olup, Türkler de hazan Peterpavul derler. Batı Sibirya ile Kazak steplerinin şimal kısmının dümdüz bir yerinde büyük Sibirya demiryolu üze­ rinde bulunan bu şehir, 18 inci asrın ortalarında, 1752 yılında, demek, Elisabeth Petro kızı zamanın­ da, Kazak - Kırgız Türklerine karşı bir savunma noktası ( müstahkem mevki ) olmak üzere kurul­ muştu. O tarihte Kazan'ın sukutundan tam iki yüz yıl geçmiş bulunuyordu. 19 uncu asırda buradan güneydeki ülkelere, ta Taşkent ve Buhara'ya kadar · kervanlar gidip gelir ve türlü mal ve metalar ta­ şırdı. Şehrin dışında, Orenburg'da ve başka bazı step sınırlarındaki şehirlerde olduğu gibi, bir « mü­ badele alanı» ( Menovoy Dvor) vardır, ki eskiden orada Rusya mallariyle Asya malları değiştirilir ve gümrük muameleleri yapılırdı. Çin'den gelen bazı mallar da bu şehir üzerinden kervanlarla Orta As­ ya'ya sevkolunurdu. Ancak Rusya'nın Orta Asya ile alışveriş münasebetleri için Orenburg üzerinden Taşkent'e kestirme yollar açıldıktan sonra Kızıl- . car'ın Türkistan'la olan taşın ve ulaştırma işlerinYar, yarılmış yer, uçurum demekfr, ki Boğaziçi kı­ bugün İstanbullularca« Sarıyer» denilen köyün de asıl ismi «Sarı Yar» olsa gerekir. ( 49 )

yısında

·


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

131

deki rolü bayiiden bayiiye gevşemiş idiyse de, Ka­ zak - Kırgız bozkırlariyle ticari münasebetlerdeki mevkii pek fazla sarsılmamıştı. Şehrin sokakları gayet geniş ve düzgün olup, evlerin üstün çoğunluğu tek katlıdır. Şehir dışında pek güzel yetiştirilmiş ve bakılmış, geniş bir bah­ çe vardır, ki Tanrının bu kumluk kırında bu gibi bir bahçe yetiştirenlere aşkolsun ! doğrusu. Bu bah­ çenin bir tarihçesi de varmış, ama şu dakikada ben onu hatırlıyamıyorum. Sovyet kaynaklarına göre, şehrin nüfusu 1939 yılında 91, 7 bin kişiden ibaretti ( 50 ) . Bunun belki üçte biri müslüman Türklerdir. Şehirde birkaç tane cami vardır. Türklerin çoğunluğu buraya eski Ka­ zan ülkesinden ve daha batıda bulunan Tambov ilindeki Eci kasabasından gelen göçmenlerdir. Bu sonuncu zümre mensuplarından Devletgildioğulları, Tümenoğulları, Muradoğulları, Halid Yangurazoğlu, gibi oldukça zengin ve büyük işler gören tacirler vardı. İbrahimoğulları, Şemsettinoğlu gibi varlıklı tacirler ise asıl Kazanlılardandılar. Biz Kızılcar'a Ekim ayının ortalarında, demek, Sibirya kışının tam hukukunu almak üzere bulun­ duğu bir Eırada gelmiştik. Geleceğimiz önceden ha­ ber verildiğinden, Kızılcarlı Türkler hepimiz için. geçici olarak, odalar hazırlamışlardı. Ben diğer bir arkadaşımla beraber bir Türk ailesinin misafir oda­ sına yerleşmiştim. Ora müslümanlarında bekarları aile içine almalç mutad bir iş olmadığından, gerek bu aile, gerekse ötekileri bizleri yalnız « Cemiyet hadimleri» olduğumuzdan dolayı, hatır için evlerin­ de barındırmışlardı . . . «Mülteci» milli idare - «İç Rusya ve Sibirya Türk - Tatarları milli idaresi » o günden itibaren ( 50)

Büyük Sovyet ansiklopedisi.


1 32

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Kızılcar'da faaliyete geçmişti . Yukarıda da andığı­ ·mız gibi, Milli İdarenin başkanı Sadri Maksudi, Ufa ya da, Kızılcar'a da gelememişti. Onun Ağustos ayı içinde Moskova'dan gizlice ayrılarak, «bir semt-i meçhul» e doğru gittiğini, o zaman kendisiyle bir­ li kte Moskova'da bulunmuş olan Ayaz İshaki'den öğrenmiştik ( sonraları S. Maksudi'nin Nijgorod ili Sergaç ilçesine tabi Mişer Türkleri köylerinde do­ laştıktan sonra, sakal bırakarak, kılık kıyafet de­ ğiştirerek, Moskova ve Petrograd üzerinden sağ esen Finlandiya'ya geçebildiğini ve oradan da Fran­ sa'ya gittiğini duymuştuk ) . Peterpavul'da Milli İda­ renin maarif nezareti üyelerinden Zakir Kadiri, İb­ rahim Bikkol. Ali Yenikey ; maliye nezaretinden Ubeydullah Bubi , Şeyhullah Alkin, Selim Giray Cantüre, Arif Kerimi, Millet Meclisi üyelerinden Ayaz İshaki, Sultanbeğ Memlioğlu ve A. Battal bu­ lunmakta idiler. Milli İdare başkan muavini avukat Binyamin Ahtem de oradaydı ve başkanlık ödevini görüyordu. Bir çeşit «muhaceret» durumunda bulunan bu «Milli İdare» parçasının zaten acil ve mühim işleri de yoktu. Çünkü bu Milli İdareye tabi en kalabalık « İç Rusya Türkleri » arkada, çok uzaklarda Sovyet hakimiyeti altında yahut iç savaş bölgelerinde kal­ mışlardı. Bununla beraber Milli İradenin buradaki üyeleri yeşil boyalı bir mektebin büyükçe bir sınıf odasında toplanıyorlar ve bazı milli meselelerle uğ­ raşıyorlardı. Sudan bir gazete Rusya Kurucu Meclis üyelerinden F. Tuktar ile ömer Teregol Yekaterin­ burg'dan «Kurtıcu Meclis üyeleri kongresi» nden Türkçe neşriyat yapmak için bir miktar para al­ mışlardı. Peterpavul'da Türkçe bir gazete çıkar­ mak istiyorduk. Ancak şehirde iki matbaa var idiy­ se de, bunların hiçbirinde yeter miktarda Arap -


RUS İHTİI...ı\LİNDEN HATIRALAR

133

h arfleri kasaları bulunmuyordu. Ne yapmalı ? Sa­ mara'da «Komuç» kurumu ile temaslarda bulun­ dukları sırada bizim saylavlar bu İdil şehrinden ayrılırken, orada çıkan Türkçe «Halk» gazetesinin harf kasalarını da beraberlerinde almışlar imiş. Bu kasalar Kızılcar'a kadar getiıilmişti. Gazetemiz için bu kasalardan faydalanmak makdasiyle onla­ rı iki matbaadan birinin bir köşesine yerleştirdik. _ Fakat kasalar açılınca birçok harflerin yolda dö­ külüp zayi olduğunu ve geriye kalanlarının da kar­ makarışık bir hale geldiği anlaşılmıştı. Mevcut harf­ ler düzenlendi ama, birçok harflerin veya harf şe­ killerinin (bilindiği gibi, Arap alfabesinde baş, or­ ta, son ve tek olmak üzere her harfin dört türlü şekli vardır) eksik olduğu görüldü. Tam bir çare­ sizlik içindeydik ; Şehirde kağıt kıtlığı da hüküm sürüyordu. Bin meşakkatla bir müddet haftada 1-2 defa küçük iki Eahifelik gazete çıkarabilecek ka­ dar kağıt elde edebildik. Fakat bu « müddet» ge­ çince yeniden kağıt bulacağımızdan emin değildik. Üstelik, basımevlerinde Arap harflerini dizebile­ cek mürettip kıtlığı da vardı «Mayak» gazetesini çıkarmaya başladığımızda birçok harf şekillerinin noksanından dolayı onların yerine öteki şekilleri kullanmak zorunda kalıyorduk. Mesela, yazılarımız­ da sık sık tekrar edilen «millet» sözünü dizmek için Arapça baş mim şekli yetişmediğinden, onun yerine bu harfin orta şeklini koymaya mecbur oluyorduk. Bu şekilde de kafi gelmediğinden «millet» kelimesini kullanmaktan vazgeçip, onun yerine manaca ona yakın olan başka bir kelime, mesela, « halk» sözü­ nü, kullanlyorduk. Bazan bilgiç mürettip bu söz deği!Ştirme ameliyesini kendiliğinden yapıveriyordu. Bu , yalnız bir misaldir. Başka türlü harf ve şekil değişiklikleri ve bundan doğan tuhaflıklar da az ol­ muyordu. Bundan dolayı gazetedeki yazılar teknik


1 34

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

bakımdan da çirkin oluyordu. Öte yandan kağıt, harfler ve dizici kıtlığı sebebiyle gazetemiz yalnız haftada bir iki defa çıkabildiğinden, istediğimiz gi­ bi, bol bol yazı da yazamıyorduk. Halbuki aramız­ da başlıbaşına birer gazete idare etmiş, başmakale­ ler yazmış olan Ayaz İshaki, F. Tuktar, Zakir Kadi­ ri gibi gazeteci muharrirler bulunmaktaydı. Ben de bunlar arasındaydım. Hulasa « at var, meydan yok» kabilinden bir durum hasıl olmuştu. Bundan dolayıdır, ki gazetenin hem başyazarı, hem sekre­ teri ben olduğum gibi, gazeteyi her defasında « Ku­ rultay» daki arkadaşı!llız ve Kazan - Ufa seyaha­ tındaki yoldaşımız Kayyum Mustakay ile ikimiz dolduruyorduk , başkalarına iş kalmıyordu. « Ma­ yak» ı zannedersem, yalnız 30 nüsha çıkarabildik (yazılı kağıt meraklısı olduğumdan, bunların kol­ leksiyonunu, belki Kazan'a döneriz umudiyle, yol­ culuğun bin bir zahmetlerine bakmaksızın, 1919 yı­ lının yazında ta Sarapul şehrine kadar üzerimde ta­ şımış idiysem de, oradan gerisingeri kaçtığım sıra­ da bu kolleksiyonu rahmetlik kaynanam Fatma ha­ nımın evinde bırakmıştım : bunların hikayesini ile­ ride göreceğiz ) . Bir taşra hayatı Biraz da Kızılcar'da bü­ tün bir kışı ( 1918 - 1919) nasıl geçirdiğimizi anla­ tayım : Bir iki kişi müstesna olmak üzere, Ufa' dan bu şehre göç edenlerin hepsi «bekar» idiler ; yani bir bölüğümüz, ailesiz kimseler ( sahici bekarlar ) olup, bir kısmımızın aileleri yerlerinde ( kısmen Sovyet idaresi altındaki bölgelerde ) kalmışlardı. Ben kendim ikinci zümreye mensup bulunuyordum ; çünkü karımla oğlum Kazan'da kalmışlardı. Hepi­ miz yerimiz, yurdumuzdan, her bakımdan sıcak yu­ vala rımızdan, sevdiğimiz insanlardan, akrabaları­ mızdan, mutad işimiz, gücümüzden ayrılmış bulu­ nuyorduk. Karakışta uçsuz, bucaksız Sibirya ovala-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

135

rına düşmüştük ; bir nevi siyasi muhaceret hayatına katlanmaya mahkumduk ; hem odaları, hem ken­ dileri soğuk kimselerin evlerinde oturuyorduk ; ne adamakıllı bir gazete görüyorduk ne de okunacak bir kitap buluyorduk ; oralarda o günlerde radyo denilen şeyden eser bile yoktu. Kendi memleketi­ mizde gönül okşayan, / pettoresque ( tasviri ) bir manzara gibi görünen karla örtülü kırlar ve hava­ da ıslık çalarak oynayan kar tipileri burada diyar garibi olan bizlerin kalblerimizi hüzünle doldur­ maktan vatan hasretimizi kabartarak sevgililerimi­ zi hatırlatmaktan, canımızı sıkmaktan ve ıçımızı üzmekten başka bir işe yaramıyorlardı. . . Haftada bir iki defa çıkardığımız küçük bir gazeteden baş­ ka, kafamızı ve fikrimizi meşgul edecek, vaktimizi sıkılmadan geçirmeye yardım eyliyecek bir işimiz de yoktu. Bir züğürt kütüphane Şehirde yalnız Rusça kitapları ihtiva eden bir şehir kitaplığı vardı. Bir gün okumak için kitaplar aramaya bu kitaplığa git­ tim. Kitaplıkta hiçbir nizam, düzen kalmamıştı. Kütüphane memuru olan kızcağız soğuktan mos­ mor kesilmişti ; kitaplar da gayet azdı ; benim gibi bir adamın okuyabileceği bir kitap yok gibiydi ; mevcut kitapların dahi bir cildi varsa öteki cildleri eksikti ve başka türlü de birçok eksiklikler ve ka­ rışıklıklar göze çarpıyordu ; uzun zaman araştırdık­ tan sonra okunabilecek ve istifadeli tek bir tane ki­ tap bulmuştum, ki o da Amerikalı muharrir ve sey­ yah Corc Kennan'nin Sibirya sürgünleri ve mah­ puslarına dair olup da, bir çok dillere tercüme edi­ len ve İlusça tercümesi 1890 senesinde Paris­ Londra'da basılan Siberia And Ex ile ( Sibirya ve sürgün ) adlı meşhur eseriydi. Bir miktar depozito parası yatırdıktan sonra bu kitabı aldım ; ancak soğuk ve karanlık bir kış gecesinde henüz okuyup -


1 36

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

bitirmemişken, sokakta düşürüp kaybettim ; gaze­ teye verdiğim araştırma ilanından da bir netice çıkmadı. Bu suretle zaten züğiirtleşmiş olan Kızıl­ car şehir kütüphanesinin daha bir iyi kitabı ek­ silmiş oldu (51 ) .

Baka.ra pa.rtileri «Tabiat boşluğu sevmez» derler. İstemiyerek içine düştüğümüz bu « provent­ sia» ( taşra ) şehrinde vakit öldürmek için bir eğ­ lence, bir meşgale lazımdı. Fakat Kızılcar'da ne gi­ bi eğlence olabilirdi ? Arada bir şehirdeki Türk ama­ törleri tarafından şehir kulübünde bazı temsiller veriliyordu. Bazan bunları seyretmeye gidiyorduk ve oradaki lokantada, ısınmak m aksadiyle, bir iki kadeh aperitifle akşam yemeği yerdik . . . Bir müd­ det sonra meşhur Kazanlı artist ve rejisör Abdul­ lah Kariyef geldi ve oralı amatörleri toplayıp, ge­ reken terbiye ve talimi verdikten sonra daha önem­ li temsiller vermeye başladı. Kimi akşamları birta­ kım arkadaşlar, Moskova Yüksek Ticaret Enstitü­ sünden mezun yerli ve yakışıklı delikanlı Mustafa Tümen'in evinde bakara partileri tertip ediyorlar­ dı, ki hazan, bu partilere ben de iştirak ederdim : bu Tümen ailesi iyi kalbli ve konuksever insanlardan müteşekkildi. Bu eve gelip gidenler pek çok oluyor­ du ; evin soğuktan buz tutmuş kapısı girip çıkanla­ rın çokluğundan ardsız arasız gıcırdayıp duruyordu. Bizimle bakara partilerini paylaşanlar arasında, Şi­ mal Türk tarihinde şeametiyle maruf Hankirmen ( Kasim ) şehrinden kaçarak buralara kadar yu­ varlanmış olan, beyaz posbıyıklı ve beyaz takkeli -

( 5 1 ) C. Kennan bu tetkik seyahatini •Century Magazine,, d �rgisinin verdiği tahsisat :•le 1886 senesinde yapmıştı. Bu eser i şte, şu seyahat esnasında Sibirya mahpuslariyle sür­ günlerinin hayat ve durumlannı tetkik net:..Cesinde yazıl­ mıştır.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

137

yaşlıca bir Şakulov da vardı. (Kumar oynarken an­ lattığına göre, bu beyaz ve mubarek takkeyi ken ­ disine bir hatıra olmak üzere, meşhur Şeyh Alim­ can Barudi hediye etmişti . ) «İki mutlu izdiva�» Bu Şakulov kendisiyle beraber kültürlü, güzel endamlı, kumral ve bukle saçlı bir gelinlik kızını da getirmişti. İşte, bu kızca­ ğızla mavi gözlü ve yakışıklı Mustafa Tümen'in ev­ lenme törenleri de bizim için bir eğlenme vesilesi olmuştu. Üstelik, dostumuz Mustafa'nın hiç de ken­ disi gibi, güzel endamlı ve yakışıklı olmayan hem­ şiresine de kısmet çıkmıştı : Kızılcarın yerlilerinden olup da, Moskova'da «Lazarov Şark Dilleri Ensti­ tüsü» nü bitiren ve bizim Ufa Millet Meclisinde tu­ tanak başkatibi olan Alim Akçura, bu Tümen kı­ ziyle evlenmişti. Böylece etrafımızdaki tabiatta şiddet ve huşunet hüküm sürmesine ve memleke­ tin her tarafında amansız ve kanlı iç savaşların si}/ -

rüp gitmesine rağmen, muhabbet ve ülfet hayatı da kendi yolunda yürümekte idi. Etsever millet Bazan yerli Türkler bizi mü­ kellef gündüz ziyafetlerine ( «aş » !ara ) çağırır ve memleketin soğuk kış havasına pek uygun gelen yağlı ve kuvvetli yemekler sunarlardı. Bu «aş » zi­ yafetlerinde katiyen içki verilmezdi ; zaten ziyafet salonunun başköşesinde şehrin imamı ve hatta imamları oturuyorlardı. Buraya gelip yerleşen Ka­ zanlı Türkler dil, yemek ve bazı adetler bakımın­ dan epeyce, etraftaki Kazak-Kırgız Türklerinin te­ sirine çarpmışlardır. Bu tesir Orenburg, Troyskiy, Orskiy gibi step sınırlarındaki şehirlerde dahi gö­ rülüyorsa da, bence Kızılcarda daha fazladır. Bu şehirde bir « Çala Kazak» lar da vardır, ki bu, yarı ( quasi ) Kazak demektir. Bunlar şüphesiz yerli Ka­ zak Türkleriyle muhacir Kazan Türklerinin tesalü­ bünden ortaya çıkan bir zümredir. Bu zümre adet-


1 38

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

leri, yaşayışları bakımından saf Kazak olmadıkla­ rı gibi, halis Kazanlı Türk de sayılamazlar. Onun için onlara «Çala Kazak» ( yarı Kazak ) denilmiş­ tir. Bu da iki Türk kabilesinin birbirine karşılık­ lı tesirini göstermektedir. Bu gibi tesir altında ola­ caktır ki , burada yaşayan Kazanlı Türkler et ye­ mek hususunda çok ileri gitmişlerdir. Kazak - Kır­ gız Türklerinin sebzelere « çöp» ( ot) diyerek kü­ çümseme göziyle baktıklarını, patates, lahana, pan­ car, şalgam, balkabağı yiyenlerle eğlendiklerini bi­ liyordum ; Kızılcarlı Kazan Türkleri de misafirle­ rine sundukları haşlama ve kızartma etlerin yanına patates katmayı misafire karşı bir saygısızlık gibi addederlerdi . . . Sofralarında sebze yemekleri, hiç görünmezdi ; yemeklerin adeta hepsi, et hamur ve pirinç yemeklerinden ibaretti. Zaten, bu, asıl Ka­ zan ülkesinde de bir dereceye kadar böyledir ya ! Halbuki Masalskiy adlı bir Rus müellifi, Hazar De­ nizi ötesi Türkmenlerinden bahsederken, onların pek fazla ve türlü türlü bitkiler yediklerini yazmak­ tadır ( 52 ) . Şu halde, garp Türklerinin sebze düş­ künü olmalarını, onların, Türklüğün Oğuz-Türk­ men kolundan neşet etmiş olmalariyle açıklamak belki mümkün olur. Peterpavul'daki Kazan Türklerinin dil bakı­ mından da az çok Kazak-Kırgız Türklerinin tesiri altına düştükleri, onların Kazan diyeleğinde bu­ lunmayan bazı kelimeleri ve adverbeleri kullanmala­ rında, şivelerinde, edalarında ( intonat ion'larında ) , lakırdı persenklerinde kulağa çarpmaktadır. ( 5 Z ) Bu müellif diyor, Id: «Türkmenlerin yiyecekleri, Türkistan'ın öteki göçebelerinden bam başkadır. Bu so­ nuncular başlıca et ve sütten yapılan yiyeceklerle b�slen­ diikleri halde, birinciler ( Türkmenler ) daha ziyade vegeta­ rien (nebat y:ıyen ) dirler,» (Prens Masalskiy: «Türkislans .. kiy Kray» C. 19, sahife 388, Petersbuflg).


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

139

«Akşam ziyafetleri» « Asri» Türk gençleri ise, bazı akşamları içkili ziyafetler tertip ederler­ di, ki bu toplantılarda oldukça neşeli ve zevkli saat­ ler geçiriyorduk. Bu gibi gece ziyafetlerinden birini bugün de çok iyi hatırlıyorum. Oranın aydın gençle­ rinden ve Belediye üyelerinden Alim Maksudi'nin evinde bir akşam bu ç-ibi « neşeli» toplantı tertip edilmişti ; ben de davetli idim. O akşam gece yarı­ sına doğru gelen bir trenle ben gazetemi bastırmak için daha elverişli bir matbaa aramaya, hükumet merkezi olan Omsk şehrine gidecektim. Bu ziyafet­ ten çıkarak, doğruca 3-4 km. mesafede bulunan de­ miryolu istasyonuna gitmem lazımdı. Gece yarısı­ na doğru çıktım. Kafamın adamakıllı buğulanmış olduğu, açık havaya çıktığım zaman daha iyi anla­ şıldı. Yolda okumak için yukarıda andığım Ameri­ kalı seyyah Kennan'ın « Sibirya ve sürgün» adlı kitabını almıştım. Şiddetli ayaz vardı ; soğuktan « tükürük yere düşmüyordu » ; ayak altındaki kar. ben adım attıkça gıcırtıya benziyen ahenkli sesler çıkarıyordu . . . Hava almak ve bir parça « açılmak» düşüncesiyle, şimal evlerinin cümle kapısının ( kap­ kasının ) sokak tarafına konulması mutad olan sa­ bit sıraların birine oturdum, hayal ve hulyalarla karışık düşünceye daldım . . . Sonra seyahatımı ha­ tırlayıp, bir araba tuttum ve istasyona yöneldim . Vagona biner binmez kitabı hatırladım. Eyvahlar olsun ! kitap üzerimde yoktu : Ya yolda düşürmüş­ tüm . veya oturduğum sıranın üzerinde unutmuş­ tum. Kitapsız kalmıştım, onun için Osmk'ta kaldı­ ğım 3-4 gün zarfında can sıkıntısından her akşam . tiyatroya gidiyordum. Omsk'ta hükumet darbesi Ufa'da Devlet Müşavere Meclisine seçilen Directoire'ın Omsk şeh­ rine taşındığını yukarıda görmüştük. Ta işin başın­ dan beri, Directoire'daki sosyalist üyelerin boyuna -

-


140

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

«demokrasi» den, milletlerin hürriyetinden ve hu­ kukundan, eski Kurucu Meclisten dem vurm aları, her şeyden önce Sovyet rP.jimini devirmenin, Rus­ ya'nın birliğini sağlamanın gerekeceği fikrini besli­ yen Omsk'lu generalleri ve onları destekliyen libe­ ralleri son derece sinirlendiriyordu. O günlerde Omsk'ta İngiltere'nin temsilcisi olarak general Knox, Fransa murahhasları olarak da yüksek komiser Regnault ve Gl. Janin bulunuyorlardı. 30.11.1918 tarihinde Omsk'taki Rus generalleri ve milliyetçi liberalleri, şimdi anılan yabancı iki devlet mümes­ sillerinin de iştirakiyle bir danışma toplantısı yap­ tılar, ve bolşeviklerle savaş hareketlerine engel ol­ maktan başka bir işe yaramayan «demokrat» Di­ rektuvar'ı dağıtmaya karar verdiler. Ertesi gün (1.12.1918) ataman Krasilnikov, Directoire'ın sos­ yalist üyeleri olan Avksentyev'i, Zenzinov'u, Argu­ nov'u ve Ragovskiy'i tevkif etti ve ertesi gün, Ba­ kanlar Kurulunda Savunma Bakanı olan Amiral Kolçak'ı « Bütün Rusya'nın yüce şefi» (Verkhovnıy pravitel'i ) olarak ilan etti ( 53 ) . Bu, Omsk'ta bir­ çeşit diktatörlüğün kurulması demekti. Zaten Kol­ çak bunu kendisi de inkar etmiyordu : Bugün da­ hi hatırlamakta olduğum bir « prikaz» ında ( emir­ namesinde ) o, « beni diktatör oldu diye ayıplamak istiyorlar. Evet, ben diktatörüm ; fakat diktatör­ lük neden fena bir şey olsun ? Kadim Roma'da memleketin müşkül anlar geçirdiği sırada daima diktatörlük ilan ediliyordu», diyordu. Ancak sos­ yalistler bunu hiç de hoş görmüyorlardı ve : «Ne Lenin, ne Kolçak ! » diye bağırıyorlardı. Onun için Omsk'ta yapılan bu hükumet darbesinden sonra ( 53) ı\m.ıral Kolçak, bu tutulu elört sosyalist lideri ni el­ lerine harçlık para verip, nezaret altında önce Mançurya'­ ya, sonra ı\merika'ya yollarunıştır.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

141

mutedil sosyalistler dahi Kolçak'tan yüz çevirmiş­ ler ve hem gizlice, hem açıkça onun aleyhinde faali­ yete geçmişlerdi. Hatta 1918 senesi yazında Sama­ ra'da «Komuç» u kuranların solcu ( «Narod» ) züm­ resine mensup olanlardan Volskiy ve Burev 1919 yılının Ocak ayında « Komuç» un topladığı «Halk ordusu» (Narodnaya armia ) adına Sovyetlere kar­ şı mücadeleden vazgeçtiklerini ilan etmişlerdi. Kolçak ve biz Omsk'ta böyle bir hükumet darbesinin yapılmasından dolayı bizim durumumuz da fenalaşmıştı. Çünkü asıl memleketlerinden ka­ çıp buralara sığınan Kazan Türk cemiyetçi ve po­ litikacıları hala muayyen programlı bir siyasi parti mensupları değil idiyseler de, onların müşterek ba­ zı siyasi fikirleri de yok değildi : Bir kere hepimiz kızıl diktatörlük düşmanları idiysek de, Rusya'da eski Çarizmin dirilmesine de taraftar değildik ; Rus­ ya' da yaşayan bütün kavimlerin ( ki dünyanın al­ tıda birini tutan bu devletin sınırları içinde irili ufaklı 168 türlü millet ve kavim yaşamaktadır ) ( 54 ) hukukça eşitliği esasında ve Garp ülkelerin­ deki manasiyle bir demokrasi rejiminin kurulması­ nı istiyor ; gücümüzün yettiği nisbette bu uğurda ça­ lışıyor ; ve bu yolda yürüyenlerle işbirliği yapma­ ya özeniyorduk. Rus monarşist ve nasyonalistlerine nisbeten Rusların liberalleri bize daha mülayim ge­ liyordu ; imkan baş gösterdiğinde ise, liberallerle değil, sosyalistlerle birlikte çalışmayı üstün tutu­ yorduk ; türlü, türlü milletlerden kurulmuş olan ve « Rusya» adını taşıyan, gayet geniş bu memleke­ tin bir konfederasyon veya federasyon temelleri üzerıine kurulmasına taraftardık. ( Aramızda 1ihti-

( 54 ) Bk. «Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri İttihadının muhtasar etnografyası», Kaymakam Mehm.'! t, İstanbul. Askeri matbaa, 1930.


1 42

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

lalin ilk aylarının birinde Moskova'da toplanan bi­ rinci umum Rusya Müslümanları Kongresinde, dev­ letin idare usulü bakılırken, federasyon esasına karşı oy veren 2-3 kişi bulunuyor idiyse de, şimdi onların da o zaman şuursuzlukla istedikleri «Ünita­ ristlik» günahından nadim oldukları sanılıyordu ) . Coğrafi ve kavmi bakımdan bir devlet şeklinde ta­ azzi etmek imkanından mahrum olan kavimler için milli-medeni muhtariyet esaslarının uygulanması­ nı müdafaa ediyorduk. Halbuki Omsk'ta kurulan « Ak» diktatörlük rejimi memleketin ihtilalden ön­ ceki eski idare usullerini diriltmek istiyor, ve Rus­ ya'da vukua gelen büyük ve derin değişiklikleri ta­ nımamazlıktan geliyordu. Bizim «Milli idare» nin temsilcileri Omsk'a giderek, hükumet makamlariy­ le temasta bulunduklarında bu makamlar : « İç Rus­ ya ve Sibirya milli-medeni muhtariyeti » ni tanı­ madıklarını söyleyip, şimdilik bize eski « Ürenburg Muhammedi Ruhani Meclisi » hakkında « Rusya Kanunlar Mecmuası» nın 11 inci cildinde yazılı es­ ki kanun maddeleri geregınce iş görmekliğimizi tavsiye etmişlerdi. Memlekette bunca büyük sar­ sıntılar ve derin değişiklikler vukua gelmişken, bu adamların hala hiçbir şey olmamış gibi hareket et­ meleri, şa,şılacak bir haldi, doğrusu ! Bu, elbette, siyasi miyopluktan başka bir sebeple izah edile­ mezdi. Başka bir yerde dahi söylediğim gibi, ( 55) «biz gerçekten i k i ateş arasında kalmış insanlar durumunda bulunuyorduk ». Böyle bir durumun ba­ zı mutedil sosyalistleri ve gayr-i Rus milliyetçileri Sovyetler tarafına geçmeye mecbur ettiği de ma­ liimdur. (Bunu ilerde, Başkırtlardan bahsederken göreceğiz) . Amiral Kolçak kimdi ? Bir Türkçe soyadı -

(55)

A. Battal: «Kazan Türkleri», S. 231, İstanbul, 1925.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

143

taşıyan, şimdi anlattığımız üzere, Omsk'ta « Bütün Rusya'nın yüce şefi» ilan edilen ve nihayet, 1920 senesi kışında Uzak Şark'a kaçarken yolda Bolşe­ viklerin eline esir düştükten sonra İrkutsk'ta kur­ şuna dizilen amiral Aleksandr Kolçak, 1870 sene­ sinde doğmuş, karyerini bahriyede yapmış ve Rus­ J apon harbi sırasında yararlıklar gösteren bir ge­ minin bahriye kolağası, birinci cihan harbinde ma­ yın tümeni amiri olmuş ve 1916 yılında Karadeniz donanması komutanlığına getirilmiş. 1917 yılı ih­ tilalinin patlak vermesinden sonra donanmanın de­ niz erleri komitesinin ardsız arasız işe karışmaların­ dan bizar olarak istifasını verip İngiltere'ye gitmiştir. 1918 yılının ilkyazında ( baharında) Çin üzerinden Sibirya'ya gelmiştir. Görenlerin anlattıklarına gö­ re, Kolçak, orta boylu, beyzi kuru çehreli, birparça geniş alınlı, kara gözlü ve oldukça gösterişli bir kimse idi ; «terbiyesi icabı vekarlı ve nazik olmak­ la beraber, çabuk öfkelenir ve tehevvüre kapılırdı ; onun asabiliği affedilebilir ; cesur ruhu ne haris, ne de süfli idi. Anlaşılan, o, kıymetli bir askeri şef idiyse de, bir devlet adamı değildi : Sivilleri, ideo­ logları ve Yahudileri hiç sevmezdi» (56) . Paris'e gidecek olan mura.hhaslar 1919 yı­ lının ilkbaharına doğru « Milli İdare» Kolçak haki­ miyeti altındaki kimi «Milli Şuralar» ın temsilcileri­ ni çağırarak, bir çeşit « Küçük Millet Meclisi » top­ lamıştı, ki bu «Meclis» te Paris'te içtima halinde bulunan barış kongresine İç Rusya ve Sibirya Türklerinin milli ve siyasi isteklerini bildirmek üze­ re, murahhaslar da seçilecekti. Muharrir Ayaz !s­ haki «bir barış heyeti » üyesi olarak, zaten Ufa Mil-

( 56) Şu tırnaklar içine alınan sözler buraya general Ja_ nin'Jn «Ma miss:0n en Slbi-rie» Payot neşri, Parls, 1933 adlı eserinden aktarılmıştır.


1 44

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

let Meclisince seçilmişti. Gene orada bu heyetin üyeliğine seçilmiş olan Orenburglu muharrir Fatih Kerimi meydanda bulunmadığından, onun yerine başka birisi seçilmek icap ediyordu. «Meclis», eski Rusya Kurucu Meclisi üyelerinden Fuad Tuktar'ı seçti. Bu Paris seyahatı için Sibirya'daki Türk tüc­ car ve zenginlerinden iane toplaya toplaya Uzak Doğuya ve oradan da, kabilse, Avrupa'ya gitmek maksidiyle, Ayaz lshaki, nedense, Ömer Teregol'u da beraberinde alarak, Kızılcar'dan ayrıldı. O za­ man F. Turktar Kızılcar'da kaldı. Bilahere o, ve A. İshaki Uzak Doğunun bir yerinde birleşecekler ve kendilerine, anılan toplantıda verilen talimat ve salahiyet üzerine, Avrupa'da bulunması muhtemel olan Millet Meclisi ve Milli İdare başkanı Sadri Maksudi'yi arayıp bulacaklar ve üç murahhas bir­ leşerek, «İç Rusya ve Sibirya Türk-Tatarları»nın milli gayelerini müdafaa için faliyete geçeceklerdi.. BtR BOCALAMA DEVRESİ Kızılcar'dan aynlış

Yukarıda gördüğümüz gibi, biz, Türkçe neşriyat yapmak için parayı «Ku­ rucu Meclis üyeleri kongresi» nden almıştık. Bu para tükenmişti. «Kongre» , Kolçak hükumeti tara­ fından dağıtıldıktan sonra bizim para kaynağımız da kurumuştu. Onun için 1919 yılının ilkbaharına doğru hem parasızlıktan, hem hedefsizlikten dolayı «Mayak» gazetesi kapanmıştı. «Hedefsizlikten» de­ memizin sebebi şudur ki, Omsk'ta bir «Ak» dikta­ törlük kurulduktan sonra, biz artık demokratik ve milli gayelere dair yazı yazamadık. Yazdığımız tak­ dirde gazetemiz derhal kapatılırdı ve kendimiz de belki mahkemeye verilirdik. Zaten gazetemiz ıçın birçeşit sansür dahi kurulduğunu hatırlıyorum. Bu, böyle olmakla beraber Rus nasyonalistlerinin poli-


RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

145

tikasını da destekliyemezdik. . . Kolçak hükumeti­ nin bizim «Milli idare» mizi tanımadığını ve «Milli­ medeni muhtariyet» uğrunda çalışmamıza müsaa­ de etmediğini yukarıda yazmıştık. Onun için step karlarının erimesiyle bizim Kızılcar heyetimiz de erimeye başlamış, ve herkes başının çaresine bak mak zorunda kalmıştı. «Serbest» mülteci durumunda İç harp dola­ yısiyle Kazan'dan ayrılıp, Ural'lara ve Sibirya'ya yuvarlanan tüccardan bir kısmı Çilebi'de durmuş­ lardı. Bunlardan bazıları orada bir Türkçe gazete çıkarmayı düşünmüşler de, bu gazeteyi kurmak ve yürütmek için, beni Çilebi'ye çağırıyorlardı. Zaten Kızılcar'da bir işimiz kalmadığından, ben de bu da­ vete icabet ederek, Çilebi'ye hareket ettim. Ancak oraya varınca bu gazete meselesinin bir blöften iba­ ret olduğunu anlamıştım. Ben artık herhangi bir gazeteye, herhangi bir kuruma veya kurula bağlı olmayan tam manasiyle «Serbest» bir siyasi mu­ hacir veya mülteci durumda bulunuyordum. Bere­ ket versin, ki o günlerde Çilebi'de fazla ev buhranı yokmuş : Bir Rus ailesinde kolayca bir oda bulup vakit geçirmeye başladım ; ancak yarın ne olaca­ ğımız belli değildi. Ondan sonraki hayatımızın şu veya bu türlü yön alması Rusya iç harbinin şu ve­ ya bu şekilde çözülmesine bağlı gibi görünüyordu ... Avare dolaşan bir «damat» Çilebi'de benim vaziyetimde bulunan bir takım işitip veya görüp bil­ diğim miletdaşlarımla karşılaştım. Bunlar arasında Orenburg'da «Vakit» gazetesi idarehanesinde ta­ nışmış olduğum ve elinden mükerreren aylıklanmı aldığım, eski, matbaa veznedarı muharrir Yarullah Veli de vardı. Eskiden Buzawlık ( Buzuluk ) şehrin­ de büyük tuhafiyecilerden Gimranoğullan tica­ rethanesinde çalışan ve onların akrabasından bir -

-

Rus İhtilillnden Hatıralar: F: 10


146

RUS İHTİI.Aı.İNDEN HATIRAIAR

bayanla evlenen ve sonralan hem bu ticarethane­ den, hem k arısından ayrılarak, Orenburg'da «Va­ kit» gazetesi matbaasında idare memurluğu vazife­ sini gören bu kişi, orada da gazetenin naşirlerinden Zakir Rami'nin bir dul kıziyle evlenip, vaziyetini oldukça sağlamlaştırmıştı. Şimdi ise, o da tek ba­ şına Uralların bu tarafına atılmış, avare dolaşı­ yordu. Mayıs ayının sonlarında bulunduğumuzdan havalar oldukça ısınmışken eski «Canlı cenaze» , ve «Yaltırawuklı küz» ( ışıyan göz) muharriri ve bir, altın madeni ocakları sahibinin damadı, mutadın hilafına olarak, kocaman, kuklalı Sibirya k alpağı taşıyordu. Kim bilir, belki, henüz yazlık şapka al­ mak imkan ve fırsatını bulamamıştı. Yerinden yur­ dundan ayrılarak, mutad işini gücünü bırakarak, Ural ötesine ve Sibirya ovalarına düşen kimseler arasında böyleleri az değildi. O zaman benim de cebim adamakıllı hafiflemişti. Tam zama.nında bir çağrı Günün birinde can sıkıntısından, Kama nehri sahilinde bulunan · ve o zaman « Aklar» ın eline geçen Sarapul şehrin­ deki kaynanam Fatma Hanıma adresimi de göste­ rerek bir telgraf çektim ve kanın Azize'nin nerede bulunduğunu sordum. Kısa bir zaman içinde karşı­ lık olarak kaynanam «Azize Kazan'dadır, misafir gelin ! » diye bir tel çekmişti. Son derece maddi ve ruhi sıkıntı içindeydim. Onun için k ayınvaldenin bu çağrısını canıma minnet bildim ve hemen Sara­ pul'a gitmeye karar verdim. Geçen Sonbaharda Ufa'da diktirdiğim koyun derisi kürkümü satmak suretiyle yol parası edindim ; zaten yaz gelmişti, ve bu kürkü şuraya buraya taşımak da benim için bir «mesele» idi. Trenle Yekaterinburg üzerinden Perm' e vara­ cak ve oradan vapura binerek, Kama nehrinden kaynanamın memleketi olan Sarapul'a inecektim. -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

147

Trenlerde son derece kalabalık vardı. Kaynanama hediye olarak aldığım hayli ağır erzak paketlerini hep kendim taşıyordum : O zamanlar hamal tutmak bizim harcımız değildi. O günlerde 3 üncü mevki vagonu olsa bile, «klaslı» vagonlara binebilmek herkese nasip olan nimetlerden değildi. Onun için Çilebi istasyonunda güç halle yalnız bir kırmızı, at vagonuna binebildim. Yekaterinburg'a varma­ dan, bu vagondan başka bir at vagonuna geçmeye mecbur olduğumuzu da hatırlıyorum. Herhalde Çi­ lebi treni yalnız Yekaterinburg'a kadar gidecekti. Orada aktarma yapıp Perm trenine binmek zorun­ da idim. Fakat bu da öyle kolay bir iş değildi. Ye­ katerinburg istasyonunda üçüncü mevki bekleme sa­ lonunda, oturacak bir yer bulamadığımdan, paket­ lerimden birinin üstünde «arpacı kumrusu gibi » düşünceli düşünceli otururken, Perm cihetine giden bir trenin geldiğini söylediler. Derken, Kazan'dan tanıdığım bir Türkle karşılaştım. Selamlaştıktan sonra, yeni gelen trenin Tümen üzerinden Omsk' tan gelmekte ve bu bildiğimin de bu trenle hususi bir memuriyetle Perm şehrine gitmekte olduğu an­ laşıldı. Bu adam benim imdadıma Hızır gibi yetiş­ miş oldu ; beni ağırlıklanmla birlikte bir 3 üncü mevki vagonuna yerleştirmek nezaketinde bulundu. Çilebi'den Yekaterinburg'a kadar «klassız» denilen at vagonunda geldiğim düşünülürse, bu sonuncu şe­ hirden Perm'e kadar olan yolculuğum «şahane» bir seyahat sayılabilirdi . . . Bu yolculuk hikayesini kısa bir müddet için şu­ racıkta keserek, bir parça savaş cephelerine göz atalım : Savaş cephelerinde Bir yanda Sovyetlerin devşirme «Kızıl garde» !arı (Krasnaya gvardia'ları) , öte yanda Sovyet düşmanlarının dermeçatma «gö­ nüllüleri» olduğu halde başlayan Kızıllar - Aklar iç -


148

RUS İHTİLALİNDEN HATIRAIAR

savaşı benim doğudan batıya doğru seyahata çık­ tığım sıralarda, yani 1919 yılının yaz başında, tü­ menler ve ordular arasında cereyan eden tam bir cephe savaşı kılığını almış bulunuyordu. Üzerinden benim yolumun geçtiği «Ural cephesi» nde 1918-19 kışının sonlarında sükun hüküm sürüyordu. Orada yalnız, karlarla örtülü ağaçların altından güç halle hareket eden keşif kollarının çarpışmaları oluyor­ du. Kolçak bu sükundan askerlerini örgütlendirmek için faydalanmıştı. Ak askerler üç orduya ayrılmış­ tı : Sibirya ordusu, Batı ordusu ve Güney ordusu. Ancak 700 km. uzunluğunda olan cepheyi tutmak için yüz bin kadar asker kafi gelmiyordu. Üstelik, bir kısım askerleri, Uralları aşarak, doğuya giden iki tane demiryol hattını korumak için de ayırmak icap ediyordu. Bu Ak ordunun karşısında aynı mik­ tarda ve önemde olan Kızıl askerler bulunmaktaydı ve bunlar topçuluk bakımından daha çok üstün idiler. 30 bin kişiden ibaret olan «Sibirya ordusu» nun kurmay heyeti Uralların merkezi olan Yekaterin­ burg'da bulunuyordu, ki bu ordunun ilk hedefi Ka­ rna nehri kıyısında ve Petersburg'a giden «şimal de­ miryolu» üzerinde bulunan Perm şehri idi. Bu ordu başlıca Çekoslovaklardan teşekkül ediyordu ve baş­ komutanı Çek generali Gayda idi. 50 bin süngüden ibaret olan «Batı ordusu» nun kurmay heyeti Çile­ bi şehrinde oturuyordu, ki bu ordu Ufa üzerine yü­ rüyecekti. Bu orduya Rus generali Khanjin komuta ediyordu (bilahare onun yerine general Sakharov getirilmişti) . «Güney ordusu» 20 bin kişiden ibaret olup, Orenburg kazakları (kazaçileri) atamanı olan Dutov'un komutası altında idi. 6.3.1919 tarihinde başlayan «Ak » ların taarru­ zu çok başarılı gidiyordu : «Batı ordusu» 17 Mart­ ta Ufa'ya varmıştı ve İdil üzerindeki Samara yö-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

149

nünde ilerlemeye başlamıştı. Simbirsk yönünde «Ak­ lar» Bügülme'yi ve Buguruslan'ı almışlardı ve bu suretle Samara ile Simbirsk (Volga kıyısındaki bu iki mühim merkez ) büyük tehlike karşısında bulu­ nuyordu. Amiral Kolçak, İdil (Volga) üzerindeki Sarataw ( Saratov) veya Tsaritsin (bugünkü Sta­ lingrad ) yörelerinde güneydeki Gl. Denikin ordula­ rı ile birleşmeyi ve hep beraber Moskova üzerine yürümeyi kuruyordu. Aynı zamanda « Sibirya ordu­ su» 3 üncü kızıl ordunun elinden Perm şehrini al­ mış ve Kama nehrini geçerek, Viatka ( 57 ) yöntin­ de yürümeye başlamıştı. «Güney ordusu» önce Orenburg'u elden çıkarmış idiyse de, sonra onu ge­ ri almış ve güney Ural Kazakları (Kazaçileri ) ile teması sağlamıştı. Kama boyunca ilerleyen Aklar, Okhansk, Osa, Sarapul, Alabuga (Yelabuga) gibi ilçe özekleri olan şehirleri işgal ederek, ta Kazan iline tabi Çistay (Rusçası : Çistapol ) şehrine kadar ulaşmışlardı. Kazan şehri daha bir kere tehlike karşısında bulunuyordu. Ben Sarapu l'a doğru işte bu Ak asker grupunun izinden gidiyordum. Akların bu başarıları karşısında «İtilaf devlet­ leri» Kolçak ordularını büyük bir hızla Moskova'ya doğru yuvarlanmakta olan yeni bir korkunç silin­ dir gibi tasavvur etmeye başlamışlardı. Ayni za­ manda Gl. Denikin, Moskova üzerine güneyden yü­ rüyor : Gl. Yudiniç de Petrograd'ı tehdit ediyordu. Hatta Omsk'ta Rus ve yabancı generalleri eski pa­ yıtahta gidecek olan zafer alayı içinde işgal ede­ cekleri yerleri paylaşmakla da uğraşmaya başla­ mışlardı . . . Gene Sarapul yolculuğuna devam edelim : «l..Ji.z. ım» olan rahibeler Yekaterinburg'dan -

( 57 ) Sovyetler bu şehrin adını değiştirerek KİROV mışlardır.

yap­


150

RUS iHTiı.Aı.İNDEN HA.TIRALAll

Perm'e kadar olan 3 üncü mevki vagonundaki se­ yahatim, o zamana göre, çok rahat geçti. Perm şeh­ rine varınca istasyonda bir araba tuttum. O sıra­ larda istasyonlarda ve vapur iskelelerinde bir fay­ ton bulmak da büyük bir mazhariyet sayılıyordu . Geniş bahçe içinde kiliseli büyük bir bina vardı. Arabacıya burasının ne olduğu sordum. Kızlar ma­ nastırı olduğunu, fakat şimdi binanın boş bulundu­ ğunu söyledi « Peki, rahibeler ne oldu ?» diye sor­ dum. «Kızıllar yaşlılarını kovdular, gençlerini alı­ kodular» diye cevap verdi. «Gençlerini neden alıko­ dular ?» dedim. Arabacım manalı bir kafa hareketi yaparak ve daha fazla manalı bir eda ile : «Nujno ! » ( lazım ! ) diye cevap verdi. Bundan sonra artık bu konu üzerine arabacıya sualler sormıya lüzum kal­ mamıştı . . . Efradı dağılan aileler Perm'den su yoliyle Sarapul'a gidecektim. Fakat nasıl gitmeli ? Kama nehrinde normal vapur yolculuğu yoktu. Permli Türk tüccarlarından Sarısakal Lütfullah efendiye başvurdum . Allah razı olsun, uğraştı, beni aşağıya doğru gidecek olan bir sıhhiye vapuruna aldırma­ ya muvaffak oldu. Hiçbir hadisesiz Sarapul'a var­ dım ve «melk haslet» kaynanam Fatma Hanıma kavuştum . O günlerde benim için bir güler yüzün, can okşayan tek bir sözün ; Kazan adetine göre ku­ rulan bir çay sofrasının ve bir yumuşak ve ılık ya­ tağın pek büyük kıymeti vardı. Soğuk ve abus Si­ birya' da sekiz ay süren yalnızlık ve ayrılık haya­ tından sonra melek huylu kayınvaldem Fatma Ha­ nımın evine dönmek benim için en mes'ut bir olay­ dı. Fatma Hanım Sarapul'daki evinde yapayalnız kalmıştı : Biricik kızı, benim karım, diş tabibi Azi­ ze Hanım Sovyet idaresi altında Kazan'da kaldığı gibi , oğulları Yusuf ile Yakubun « Aklar» bölgesin­ de bulundukları biliniyor idiyse de bu bölgenin han-


RUS iHTiı.ı\LiNDEN HATIRALAR

151

gi noktasında bulundukları belli değildi ; damadı ise, Ural ve Sibirya bölgelerinde ileri, geri dolaşıyordu. O günlerde efradı bu durumda bulunan aileler ek­ sik değildi . . . Sarapul'dan geriye Sarapul'a dönmenin o zaman benim için en mes'ut bir olay sayıldığını şimdi söyledim. Ancak bu mes'ut günler uzun sür­ medi : Kaynanamın yanında bir hafta ya kalmış, ya kalmamıştım, ki Kızılların aşağılardan taarruza ge­ çerek, Ak'ları ric'ata mecbur eyledikleri haberi ya­ yıldı ve gerçekten, Sarapul'un boşaltılmasına baş­ landı. Artık ben de bu şehirde kalamazdım ; oraya geldiğim yoldan gerisin geri doğu yönünü tutmak gerekiyordu. Su yoliyle gitmek için iskeleye indim. Orada kızılca kıyamet hüküm sürüyordu : Cepheden Kızıllardan kaçan binlerce geri çekilen askerler, başıbozuk kentliler ve köylüler, hep buraya yığıl­ mışlardı. Yanılmıyorsam, iskelede iki üç vapur du­ ruyordu ve herkes bu vapurlara binmek için can atıyordu. Gemilere ilk sırada askerler alınıyor, on­ dan sonra belki başıbozuklar da alınabilecekti . An­ cak orada yığılan bütün başıbozukların bu gemilere sığmasına katiyen imkan yoktu. Başka birçok ka­ çaklar gibi, ben de son derece sıkışık durumda ve çaresizlik içindeydim. Derken, orada bulunan bir köylü Ar ( 58 ) koşumu ve arabasiyle birlikte bir at satacağını söyledi. Ben de vapura binmekten umut kestiğimden ve uzun beklemenin tehlikeli olabilece­ ğini düşündüğümden, arabaya koşulmuş halde bu·

-

( 58 ) Fin ırkının Ural şubesine mensup olan bir küçük ka­ vimdir, kt kendi, kendisini «Ud» tesmiye eder. Bu kavme Ruslar tarafından «Votiak» Kazan Türkleri tarafından «Ar» denilmektedir. Bu kavmin de büyük bir bölüğü Rus hükiımetiyle misyonerlerinin gayretiyle Ortodoks yapdinJş :ıse de, bi r kısmı Müslüman olmuştur. Bana at satan kişi 'Müslüman Arlardan olduAunu söylemişti.


1 52

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

lunan bu atı satınaldım ve arabaya binerek eve gel­ dim. O sıralarda kocası Sibirya'ya kaçmış olan kü­ tük yapılı bir Türk kadını, 15 yaşlarındaki Sare ad­ lı bir kızıyle kaynanamın evinde oturuyordu. Hazır arabayı görünce bunlar bana takıldılar : Kadıncağız Sibirya'nın bilmem neresinde bulunan «kayıp» ko­ casını aramaya gidecekti. Yolunu ve yönünü bilme­ diğim bir seyahate yapayalnız çıkmaktansa, bu ana ile kızı beraber almayı uygun buldum ; bunu kay­ nanam da muvafık gördü. Araba yolculuğu Kama nehrinin yukarıları­ na doğru yola koyulduk. Kızıllar tarafından girişi­ len bu taarruzun Kolçak için bir sonun başlar..gıcı olacağını o zaman elbette tahmin edemezdik. Çün­ kü biz savaşan tarafların cephelerdeki ve geriler­ deki gerçek durumlarını bilmiyorduk. İlk hedefimiz Kama'nın öteki sahilinde bulunan Osa (Usu ) şehri idi. Gidiyorduk. Kızıllardan kaçıyorduk. Ancak yo­ lumuzda Kızıllara rastgelmiyeceğimizden de emin değildik. Çünkü iç savaş alanları öyle bir girintili çıkıntılı durumda idiler ki ! Atımız bir kısraktı : karnının şişkinliğine bakılırsa gebe olması da pek mümkündü. Belki de bundan dolayı olacaktır ki ken disi çok asabi idi ; çarçabuk hırslanıyor, ikide bir­ de yeni sahibini dişlemeye kalkışıyordu. Her neyse, yavaş yavaş yol alıyor ve arkadan saldıran Kızıl­ lardan uzaklaşıyorduk. Epey yol aldıktan sonra Kama kıyısındaki bir köye vardık. Burada artık Kama'nın öteki yakasına geçmek gerekiyordu. Çün­ kü, yukarıda dahi andığım gibi, hedefimiz olan Osa şehri karşı yakada bulunuyordu. Üzerinde büyük büyük yolcu ve yük vapurları işliyen geniş ve de­ rin bir nehir geçit vermezdi, tabii. Meğerse, bir at­ la bir arabayı alabilecek olan ve kürek çekerek iş­ letilen büyükçe bir kayık ile geçilecekmiş ; yani bu­ ranın araba «Vapuru» bundan ibaretmiş. Çaresiz, -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

1 53

suya dökülmek ihtimalini de göze alarak, enine sı­ rıklar koymak şartiyle bir parça genişletilen, sözüm yabana bu « araba vapuru» na bindik. Kayıkçılar bütün kuvvetlerini bazuya vererek, kürek çekiyor­ lar, kayığımız alabildiğine sallanıyor ve yalpa vu­ ra vura gidiyor, biz de içimizden bütün bildiğimiz can kurtaran dualarını tekrarlıyorduk. Nihayet, sağ esen karşı yakaya çıktık : Kendimizi Sırat köprii­ sünü geçip Cennete kavuşan bahtiyar insanlar gibi hissediyorduk . . . Artık bize küskün ve sinirli kısrağımızla çekişe çekişe Kama'nın güneyinden gidiyor ve birçok Rus köylerinden geçiyorduk. Yolumuz daima sahili ko­ valamıyordu, fakat bu tarafta kendimizi daha emin hissediyorduk. Pek ağır bir yük teşkil eden kütük yapılı bayanı ve kızını aldığıma bin kere pişman ol­ dumsa da, son pişmanlık fayda vermez ki ! . . . «İşçi» hakimiyetinden kaçan işçiler Kama' nın sol kıyısına geçince, arada bizim gibi, Kızıllar­ dan kaçarak, at koşulmuş arabalarla Osa yönünde giden başka birçok insanlara da rastgeliyor ve ha­ zan biz de onlara katılıp birlikte kervan şeklinde gidiyorduk. Bir aralık yüklerinin ağırlıklarından do­ layı uzun ve dik bir yokuşu çıkarken büyük zah­ met çekmekte · olan bir araba kafilesine yetiştik. Kısrağımızın hali malum. Onun için biz de öteki­ lerin zahmetlerini paylaşmıya mecbur olacağımız besbelli idi. Kafiledekilerin hepsi Ruslar olup, kılık kıyafetlerine bakılırsa, hiç de «kapitalist» yahut «Bourgeois» kimselere benzemiyorlardı. « Felaket ortakları» olmamız dolayısiyle konuşmak gereki­ yordu. Bunlar, yerlerini, yurtlarını ; işlerini, güçleri­ ni bırakarak, oldukça ağır şartlar içinde yabancı illere gitmekte olduklarına rağmen, neşelerini yitir­ miyen şen ve şakacı insanlardı. Meğerse, bunlar katiyen başkalarını istismar eden «burjuy» lar ol-


1 54

RUS İHTİL.\LİNDEN Hı\TIRAIAR

mayıp, Viatka ili, Sarapul ilçesindeki Votkinskiy ve İjevskiy Devlet İşletme evlerinde ( fabrikalarında) çalışan ve siyasi kanaatları bakımından mutedil sosyalist ( Menşevik veya mutedil S. R. ) olan işçiler imiş. Bunlardan biri ; hürriyet ve insan hakları adı­ na yapılan büyük ihtilalden, istibdat rejiminin yı­ kılmasından, «Kanlı Çarın» tahtından düşürülmesin­ den sonra kurulan bir rejimden kaçmak zorunda kalmamızın hem feci, hem komik bir hal olduğunu hatırlatarak ve bin bir zahmetle şu yokuşu tırman­ mamıza gülerek : «Eskiden müstebit Çarı taşıyor­ duk, şimdi de bu yeni despotları taşımak zorunda yız» diyordu. Şirin bir kasaba Uzun araba yolculuğunclan sonra, nihayet, Osa'ya gelmiştik. Bu yolculuğun kaç gün sürdüğünü hatırlamak şimdi imkansızdır. Osa'ya gelir gelmez atı arabasiyle birlikte « Okut­ tum» ve ana ile kızı da savdım : Onlar da bir va­ pura binerek, yukarıya doğru Perm'e gittiler. Ken­ dilerine ondan sonra hiç bir yerde rastlamadım. Ka­ ma kıyısından uzakça bir yerde tasvire değer bir tepe üzerine kurulan, sakin ve tenha bu kasabada bir müddet dinlenmek istiyordum. Bu şirin kasaba­ da barut kokusu da duyulmuyor ; yalnız tektük su­ baylar dolaşıyordu. Bir Rus ailesinde oda tuttum. Bellidir, ki benim gibi asabi mizaçlı ve biraz da fi­ kir sahibi olan adamlar ellerini k avuşturup otura­ mazlar ; bundan dolayı ben de ilçe «Zemstvo» ( ma­ halli idaresi ) tarafından açılan kitaplığa gittim : buranın kitaplığı Kızılcar'ınkine kıyas kabul etmez derecede zengindi. Bu kitaplıktaki kitaplar arasın­ da meşhur Rus profesörü ve tarihçisi ve aynı za­ manda politika adamı olan Paul Milükov'un RusGa « Rus Kültür Tarihi» adlı eserini de buldum ve oku­ mak için eve aldım. Ural dağları kollarının bu üc­ ra köşesinde memleketin bir kazan gibi kaynadığı -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

155

günlerde önemli edebi ve ilmi eserleri içine alan böyle bir kitaplığın bulunmasına insan hem şaşı­ yor, hem seviniyor. Bu da, il ci Aleksandr'ın re­ formlarından olup, 1864 yılından beri hukuk ve yet kileri bazan daraltılarak, bazan genişletilerek de­ vam eden «Zemstvo» denilen mahalli muhtariyetin iyi semerelerinden biri sayılmalıdır . . . Şehirde bir mahalle teşkil edecek kadar müs­ lüman Türkler de yaşamaktaydı, ki gölgeli ağaçla­ rı ve yeşil çimenleri ihtiva eden bir bahçe içinde nazarları okşayan minareli kargir bir de cami var­ dı. Zengin tüccar Vahitoğulları da bu şehirde yaşı­ yorlardı. Osa ilçesinde birçok Başkırt Türk köylü­ lerinin de bulunduğu malumdur.

Osa'dan aynlış Ancak bu tenha ve şınn kasaba benim için yalnız bir molataşı ödevini gör­ dü diyebilirim. Çünkü yukarıda anlatıldığı üzere, 1918 yılı kış ortasında Ufa'dan Millet Meclisi'nden dönerken kendisiyle Timriazovo istasyonunda tren­ de karşılaştığım Rusya Kurucu Meclisi'nin Türk üyelerinden biri olan Semiullah Salihoğlu, anlaşılan, Yekaterenburg'daki «Kurucu Meclis üyeleri kong­ resi » Kolçak tarafından dağıtıldıktan sonra bu şe­ hirde kalmış ve orada llçe Zemstvo'su maarif şu­ besinin müslüman maarif işleri astşubesinin mü­ dürlüğünü üstüne almıştır. Bu kişi bilmem nereden benim o sıralarda Osa'da bulunduğumu ve adresimi öğrenmiş. Günün birinde kendisinden bir telgraf al­ dım : Beni Yekaterenburg'da açtığı yazlık pedagoji kurslarına tarih öğretmeni olarak çağırıyordu. Za­ ten ben bu ücra kasabada işsiz güçsüz uzun zaman kalamazdım. öte yandan, Kızılların ergeç burasını da işgal etmeleri pek muhtemeldi . Onun için bu da­ veti canıma minnet bildim ve Perm'e giden ilk va­ pura atladım. -


1 56

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR URALLARDA

Pedagoji kursları 1919 yılının Haziran ayın­ da, Yekaterinburg'a (bugünkü Severdlovskia) var­ dım ve pedagoji kurslarında tarih okutmıya başla­ dım. Kurslar şehir dışında, ağaçlar arasındaki bir binada bulunuyordu. Biz öğretmenler de orada ya­ tıp kalkıyorduk. Bu kurslarda o bölgedeki ilçeler­ den, bilgilerini genişletmek maksadiyle gelen 40-50 kadar erkek ve kız ilkokul öğretmenine ders veri­ yorduk. O zaman Fethulkedir Süleyman adını ta­ şıyan ve 1917 ihtilalinde Başkırt hareketlerinde az çok rol oynayan, galiba 1923 senesinde müverrih Zeki Velidi Togan refakatinde Afganistan ve Hin­ distan üzerinden Avrupaya gelen ve bir müddet Fransa'da ve Almanya'da kaldıktan sonra 1925 yı­ lında gene Z. Velidi ile beraber Türkiye'ye gelen ve o zaman Ankara'da başuzman sıratiyle Türk Dil Ku­ rumu'nda çalışan ve Dil, Tarih ve Coğrafya Fakülte­ sinde hocalık eden Abdülkadir İnan'ın da bu kurs­ larda ders dinliyenler arasında bulunduğunu son­ radan öğrenmiştim. -

Yekat.erenburg şehri Bugün, Sovyet devrin­ de Sverdlovsk adını taşıyan Yekaterinburg şehri­ nin temeli daha 1 inci Petro zamanında 1721 yılında Tatişçev tarafından atılmıştı. Adını da belki Deli Petro'nun ikinci karısı olan ve kendisinden sonra imparatoriçe ilan edilen 1 inci Yeketerina (Kateri­ na) nın adından almıştır. Başta burası Urallardaki Başkırt Türklerine karşı bir savunma mevkii ol­ mak üzere, müstahkem imalathane (usine) ve ayni zamanda oranın bütün maden bölgesinin idare öze­ ği ( merkezi ) olmuştur. 1735 senesinde, demek im­ paratoriçe Anna İonovna zamanında, orada bir darphane de açılmıştı. 1763 yılında Sibirya ulu yo­ lunu buradan geçirmek suretiyle yön verilmişti. Yu-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

157

karıda (Hatıralarımızın Orenburg ve Kazan ile il­ gili kısımlarında) kısaca temas ettiğimiz Pugaçov isyanı sırasında maden fabrikalarında vukua gelen ayaklanmaları bastırmak işinde burası oldukça önemli rol oynamıştır. Yalnız toprak kölelerinin ( seflerin ) azad edilmesinden sonradır, ki Yekaterin burg maden bölgesi askeri idareden alınıp mülki idareye verilmiştir. Yekaterinburg pek çabuk gelişerek, Uralların ve belki de bütün Avrupa tlusya'sının en mamur, meskun ve en güzel bir ilçe merkezi olmuştur. Bu şehir güzellikte ve şenlikte, tabi olduğu il merkezi Perm şehrini bile geçmişti. Burada birçok imalat­ haneler ve fabrikalar kurulmuştu. Şehirde bir mik­ tar Türkler de yaşamaktaydı, ki bir cami de vardı. Bu şehirdeki Türk Agafuroğulları büyük işler gö­ ren, zengin tüccardandılar. İlçede ise, bir çok Türk (başlıca Başkırt) köyleri bulunmaktadır. Peters­ burg'dan ( Leningrad'dan ) başlayıp, Vologda, Viat­ ka ve Perm üzerinden Yekaterinburg'a gelen «Şi­ mal demiryolu» bu şehirde iki kola ayrılarak, biri Çilebi'den, ötekisi Tümen'den geçerek, Omsk'ta Bü­ yük Sibirya hattiyle birleşmektedir. Son �nn i.kıbeti Bu şirin ve güzel dağ şeh­ ri 2 nci Rus ihtilalinin, belki de şu son zamanları:ı en feci olaylarından birine sahne olmuştu. Daha ben Kazan'da iken, 1918 yılının Temmuzunda eski Çar ikinci Nikola Romanov'un ( yani yalnız onun ) Yekaterinburg'da Ural Bölge İşçi, Çiftçi ve Kızıl Garde Saylavları Sovyeti Başkanlık Divanının ka­ rariyle idam edildiğini ve bu kararın Umum Rusya İşçi, Çiftçi ve Kızıl Garde Saylavları Merkezi İc­ ra Komitesi tarafından da tasvip olunduğunu bu sonuncu icra komitesi başkanı Sverdlov'un imzasiy­ le gazetelerde neşrolunan bir resmi tebliğden öğ­ renmiştik. Fakat ihtilfil günlerinin olayları öyle -


158

RUS İHTİLı\LİNDEN llATIRAIAR

baş döndürücü bir hızla gelişiyordu, ki daha ihtila­ lin ilk günlerinde hiçbir türlü mukavemet göster­ meden ve kimse tarafından en ufak bir yardım gör­ meden, çarçabuk tahtından feragat eden, Peters­ burg yöresindeki Tsarskoye Selo sarayında altı ay mahbus kaldıktan sonra 1917 yılının Ağustosunda bütün aile üyeleriyle birlikte Batı Sibirya'nın ücra bir köşesindeki Tobolsk şehrine sürülen Çar Niko­ la adeta unutulmuş gibiydi. İhtilal zamanlarında bir takım hükümdarların idam edildiği tarihten ma­ lfım olduğundan, Rus Büyük İhtilalinin taşıp köpür­ düğü bir sırada miskin ve esir bir Rus Çarının idam edilmesi hemen hemen tabii bir hadise gibi görülmekteydi. Ancak sonradan anlaşıldı ki iş sa­ dece eski Çar 2 nci Nikola'nın öldürülmesiyle kal­ mamış, belki de bu şehirde son zamanların en feci, en menfur ve tüyler ürpertici hadiselerinden biri cereyan etmiştir. (Bu facianın tasvirini ileriye bıra­ karak, bu münasebetle Çar 11 nci Nikola'nın men­ sup olduğu Romanov hanedanı hakkında bir parça bilgiler verelim) .

ROMANOV HANEDANI Eski unvanlariyle söy­ lersek « Bütün Rusya'nın imparatoru, Lehistan Ça­ rı, Finlandiya Granddükü vesaire vesaire» 11 ci Ni­ kola, 111 üncü Aleksandr'ın oğlu ve Romanov süla­ lesinin 16 ncı hükümdarı idi, ki bu 16 hükümdarın dördü kadındı ( 59 ) . Deli Petro'nun dedesinden önceki Moskova

Romanovlardan önce

-

( 59 ) 1740 senesinde Çariçe Anna İonovna'nı'n ölümünden sonra bir yıl kadar, küçük oğlu İon Antonoviç'e vasilik eden A:nna Leopoldovna'yı bir kadın hükümdar olarak say­ mıyonrz.


RUS İHTİI.ı\LİNDEN HATIRALAR

159

Kniazları ( Prensleri ) ve Çarları Rürik hanedanına mensuptular. Bir gün oluyor, ki Kazan, Astrahan ve Tura ( Sibirya) Türk hanlıklarını ortadan kaldı­ ran Müdhiş İvan ( İvan Groznıy) ın oğlu Feodor (Theodor) un ölümiyle bu Rürik ailesi kesiliyor. Ondan sonra şair Puşkin'in meşhur « Boris Godu­ nov» adlı tarihi ve manzum piyesinde prens Şuys­ kiy ağzından « Dünkü köle, Tatar ; bir celladın da­ madı (60) ve ruhen kendisi de cellad» diye vasıf­ landırılan ; hakikatta ise, «Rusya'yı Garp medeniye­ tine Birinci Petrodan daha evvel sevketmek isti­ yen» (61) Boris Godunov hükümdarlık ediyor. Rü­ rik sülalesinden gelmiyen ve gerçekten Türk ırkın­ dan olan bu Moskof Çarının ölümünden dört yıl ön­ ce Rus tarihinde «Kargaşalık zamanı» ( « Srnutnoye vreme» ) denilen bir devir başlamıştı, ki bu, 1601 den 1613 yılına kadar sürmüştür. Bu karışıklık gün !erinde Vasiliy Şuyskiy adlı birisi 1606 dan 1610'a kadar Moskof Çarı olmuş ve bir de kendilerine Müdhiş İvan'ın bir manastırda boğdurulmuş olan oğlu Dmitriy süsü vererek, Moskova tahtına hak iddia eden iki tane düzenbaz çıkarak ortalığı ka­ rıştırmış ; Moskova şehrini bir müddet Lehliler iş­ gal etmişler . . . İlk Roma.novlar Nihayet, bir halk hareke­ tiyle bu kargaşalıklara son verilmiş ve 1613 yılın­ da Mikhail Feodoroviç Romanov adlı 16 yaşında".d bir çocuk «Zemskiy Sobor» ( Fransa tarihindeki Etats Generaux'ya benziyen bir çeşit kurultay) ta-

(60) Rusçası: «VçeraŞruy rab, tatarin, ziat palaça i sam ve duşe palaçn Borls Godunov Müthiş İvan'm en gaddar ve kanlı yardakçılarından olan Malüta Skuratov'un dama­ dı �di. ( 61 ) Tıtnaklar içine aldığımız bu sözler, Yusuf Akçura' nındır. ( «Altın Armağan» risalesi, sahife 58; İstanbul, 1 328 ) ve doğrudur. _


1 60

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

rafından Çar seçilmiştir. İşte, bu, Romanov harn!­ danının kurucusu ve ilk hükümdarıdır. Bunun oğlu Aleksey ise, « Büyük» veya Deli Petro'nun babasıdır. Bilindiği üzere, şair Puşkin'in şairane tabiriyle söy­ lersek, «Petro Avrupaya pencere açmak» gayesiyle şimalde Baltık Denizi (Fin Körfezi ) kıyısında yeni bir şehir ( Petersburg'u ) kurmuş ve eski Moskova'­ yı bırakıp orasını Yeni Rusya imparatorluğunun başkenti yapmış, kendisi de «imparator» unvanını takınmış ve böylelikle Moskova'nın son Çarı, Rus­ ya'nın ilk imparatoru olmuştur. Baba oğul kavgası «Büyük» Petro'dan son­ ra Romanov hanedanı zincirinde bir takım düşük­ lükler ve kırıklıklar başgöstermiştir. Bunu bir par­ ça açıklayalım : Petro'nun birinci karısı Yevdoika Lopukhina'dan Aleksey adlı bir oğlu vardı. Bu, 4.10.1711 tarihinde Şarlotte adlı bir Alman prensesi ile evlenmiş ve ondan bir kızı ve bir de oğlu ol­ muştu. Kızının adı Natalia olup, oğlunun adı Pet­ ro idi. Şarlotte 22.10.1715 tarihinde ölmüş ; Alek­ sey Yevrosen'ya Feodorovna adlı bir kızla sevişmiş ve nihayet onunla evlenmesine de müsaade edilmiş­ ti . . . Bu Aleksey çok sofu olup, hep mürteci papas­ Iarla düşüp kalkıyor, babasının reformlarını «bid'at» sayıyor, onlardan nefret ediyordu. Babasının hafi­ yeleri tarafından takibata uğradığından ikinci ka­ rısı Yevrosen'ya ile birlikte Viyana'ya kaGmıştı. Fakat Petro tarafından oraya gönderilen adamlar onu Rusya'ya dönmeye kandırmışlar, o da dönmüş ve 3.2.1718 tarihinde babasiyle karşılaşmıştır. İşte, o zaman Petro, Aleksey'i kendisine halef olmak hak­ kından mahrum ve ölüme mahkum etmiştir. Zaval­ lı « Tsareviç» ( Çarzade ) atılmış olduğu zindanda iı:ı­ kencelere dayanamayıp can vermiştir. İki çocuğu kalmıştı. -

-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

161

Kadınlar saltanatı Birinci (Deli ) Petro ken­ •.disine halef tayin etmeden 1725'te ölünce yeni hü­ kümdar seçmek hususunda çarın vezirleri iki par­ tiye ayrılmışlardı : Bir parti ölenin torunu olan Petro'yu ( yani Aleksey'in oğlunu ) , öteki parti de müteveffanın ikinci karısı olan ve Petro'ya gelince­ ye kadar birkaç kucaktan geçen soysuz Katerina'yı seçmek istiyordu. Nihayet, bu ihtilafı askerler çöz­ müş ve onların baskısı altında Katerina ( ki buna 1 inci Katerina denir) Rusya imparatorluk tahtına çıkarılmıştı. Bu kadın hükümdar artık Romanov sü­ lalesinden değildir ; yalnız Romanov sülalesinden olan bir hükümdarın ( Deli Petro'nun ) önce kapat­ ması, sonra nikahlı karısı bulunan ve ondan (ni­ kahtan önce ) iki kız çocuğu doğuran bayağı bir kadındır. Yalnız onun ( 1727 de) ölümünden sonra­ dır, ki Büyük Petro'nun torunu ( Aleksey'in oğlu ) Petro, 2 nci Petro adiyle henüz 12 yaşında iken tah­ ta çıkarılmış ve onun adına Devlet işlerini, Deli Petro'nun börekçilikten vezirliğe kadar yükselttiği Menşikov çevirmiştir. Bu çocuk imparator üç yıl sonra çiçekten ölmüş ve onun ölümiyle Romanov sü­ lalesinin erkek kolu kesilmiştir. Ondan sonra artık Romanov ailesinin kadın kolundan bir hükümdar aranıyor ve bulunuyor : Deli Petro'nun kardeşi ( Mos kof Çarı Aleksey Mikhayloviç'in oğlu) İon'un An­ na adlı kızı Kürland dukası Fredrik Wilheml ile ev­ lendirilmişti ; kocası ölünce bir dul kadın olarak Baltık kıyısındaki Mitava şehrinde yaşıyordu. Pe­ tersburg'da Romanov sülalesine mensup bir kimse ararken, işte bu kadıncağızı hatırladılar ve 1730 yı­ lında Rusya başkentine getirip Anna İonovna adiy­ le tahta çıkardılar. O zaman bu, olgunca bir taze duldu. Memleket işlerini, korkunç ve gaddar dik­ tatör olan Biran adlı bir Alman çeviriyordu. Bu. -

Rus İhtilılllnden Hatıralar: F: 11


1 62

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

eski ve yeni Rus tarihinde eksik olmıyan taçsız des­ potların en meşhurlarındandır, ki onun amansız ve şiddetli idaresi Rus tarihinde «Bironovşçin a» adiyle fena bir hatıra bırakmıştır. Anna İonovna Rus tarihinde ikinci kadın hü­ kümdardır. Bu Çariçenin çocuğu yoktu. Bundan ötürü o ölürken ( 1740 ta ) , bir ecnebi ile evli olup da, ondan boşanıp Rusya'ya dönen yeğeni Anna Leopoldovna'nın v:asiliği altında, bu kadının oğlu küçük İon Antonoviç « VI ncı İon» adiyle impara­ tor ilan edilmişti. Ancak bir yıl sonra "Deli Petro' - nun kızı Elisabeth, Çarın küçüklüğünden faydala­ narak, taraftarı olan subayların yardimiyle çocuk imparatoru anasiyle birlikle yakalatıp Uzak Şima­ le sürmüş ve 1741 de kendisi tahta çıkmıştır. Eli­ sabeth evlenmemiştir, yalnız Razumovski adlı bir dostu vardı ; memleket işlerine, imparatoriçe namı­ na o bakıyordu. Bu Elisabeth Rusya'da üçüncü ka­ dın hükümdardı. Deli Petro'nun Katerina'dan doğan Anna isim­ li öteki kızı Almanya'daki Holstein-Gottorp dükü Charlec - Fredric ile evlenmişti. İşte bunun oğlu olan Petro'yu teyzesi imparatoriçe Elisabeth 1742 de Petersburg'a getirip kendinin veliahdı olarak ilan etti. Görülüyor ki bu çocuk babası tarafından bir Alman olup, yalnız anası vasıtasiyle Romanov sü­ lalesine bağlanmaktadır. Bir de bu çocuğu Alman­ ya'daki Anhalt - Zerbst hükümdarı olan Chretien Auguste'in Stetin'de doğan kızı Sophie - Auguste Fredrique ile 1845 senesinde evlendirdiler. Görülü­ yor, ki bu da su katılmadık bir Alman kızıdır. 1761 de Elisabeth öldüğü zaman Holstein'li Alman çocu­ ğu Peter Ulric «111 üncü Petro» adıyle Rusya im- paratoru ilan olundu. Kansının da bir Alman kızı olduğunu şimdi gördük. Şu halde o günden itibaren Rusya'da Romanov hanedan sülalesinin ortadan


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

163

kalkıp, Peter de Holstein - Gottorp sülalesi teessüs etmiştir, demek daha doğru olmaz mı ? Gerçek­ ten, o andan itibaren bu sülalenin Romanovluğun­ dan ne kalmıştır ? . . . Ertesi yıl ( 1762 ) 28 Haziranda hükümdarın karısı, taraftarı olan subayların yardımiyle bir Sa­ ray devrimi yaparak, kocasını tahttan indirdi ve II nci Katerina adiyle onun yerine kendisi geçti. Ropşa kalesine kapatılan III üncü Petro aynı yı­ lın 5 Temmuzunda orada ölmüştür { «boğdurulmuş » diyenler d e vardır) . 1751 senesinde bu Alman çiftin bir erkek ço­ cukları olmuştu ki, ona Pavel (Paule) adı verilmiş­ ti . Buna göre, 1762 yılında onbir yaşında olan bu çocuk imparator ilan edilerek, anası yalnız vasilik edebilirdi. Anlaşılan bu kombinezon, fazla yüksel­ me düşkünü yaman bir kadın olan K aterina ile dostlannın işlerine gelmiyordu. 33 yıl boyunca bü­ yük bir debdebe ile hüküm süren ve Ruslarca ken­ disine «Büyük» Unvanı verilen İkinci Katerina'yı biz Türkler de çok iyi tanınz. Bu, Rusya'da dördüncü ve son kadın hüküm­ dardır. Boğdurulan imparator İkinci Katerina'nın 1796 senesinde vukua gelen ölümünden sonra oğlu, « Birinci Pavel» adiyle tahta çıkmış ve 1801 yılı 2 Mart gecesi, sonraları « İnjenirniy Zamok» (Mühen dis Şatosu ) adını alan Arkanjel - Mikhail şatosun­ da maiyeti tarafından boğularak öldürülmüştür. Vç Aleksandrlar Napoleon Bonapart ile har­ beden 1 inci Aleksandr ile, 1852-53 yıllarında Os­ manlı Devletinin de katıştığı « Kının Harbi» ni ya­ pan 1 inci Nikola, bu Pavel'in oğullarıdır. Balkan İslavlarını kurtarmak bahanesiyle Os­ manlı Devletine karşı 1877-78 harbini açan ; Kaf­ kasya'yı ve Türkistan'ı istila eden ; Rusya içinde -

-


164

RUS İHTİLALİNDEN HATIRAIAR

toprak kölelerini ( serfleri ) azad eden ve bir takım reformlar yapan ve nihayet, 1881 yılının Martında, bir ihtilalci tarafından bomba ile öldürülen II ci Aleksandr ise, 1 inci Nikola'nın oğludur. Bu sonun­ cunun oğlu olan ve kimse ile harbetmediği için Rus­ lar tarafından kendisine «Mirotvorets» ( Barışçı) lakabı verilen Çar III üncü Aleksandr ise, Yekate­ rinburg'da öldürülen son Çar 1 inci Nikola'nın ba­ basıdır.

SON RUS ÇARI U nci Nikola Romanov Yekaterinburg'da öldürülen son Rus Çarı II nci Nikola Romanov, 1868 yılında Petersburg'da doğmuştur. III üncü Aleksandr'ın, ikisi kız olan beş çocuğunun en bü­ yüğüdür. Anası, Danimarka kıralı IX üncü Chris­ tian'ın, Rus veliahdı ile evlenip ortodoks mezhebi­ ne geçtikten sonra Maria Feodorovna adını alan kı­ zı prenses Damgar'dır. İngiltere kıralı VII ncj Edo­ uard, Danimarka kıralının başka bir kızı (bilahare kıraliçe Aleksandra) ile evlendiğinden, Rus Çarı III üncü Aleksandr ile bacanak idi. Onun için Çar il nci Nikola, bu Edouard'ın oğlu kıral V inci Ge­ orge ile kardeş çocukları idiler. Zaten bunlardan herbirinin fotoğrafı derhal ötekisini andırmaktadır -

(62) il nci Nlkola tahtından feragata mecbur olduğu, Si­ birya'ya sürüldüğü, nihayet, Urallarda öldürüldüğü sıra­ larda Kral V inci George daha sağdı. Tahtından feragat eden Çarın Uoyd George hükUmeti tarafından İngiltereye kabul edilmediğini Rus İhtllfil Gerici! HükUıneti Başkanı­ nın aşağıda naklettiğimiz sözlerinden öğrenmiş bulunuyo­ ruz. İngiltere Kralı bu yakın akrabasını kurtarmak uğnı'n­ da herhangi bir teşebbüste bulundu mu acaba? Bu, son zamanlar tarihinin en önemli istlfhamlarında'n biri olsa gerektir.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

165

Nikola babası ölünce, 1894 senesi 20 Ekimde henüz 27 yaşında iken « il nci Nikola» adiyle imparator ilan edilmişti. Aynı yıl içinde daha veliahd iken, Almanya konfederasyonuna dahil olan Hess lilke­ sinin grandükü IV üncü Louis'in dördüncü kızı Ali­ ce ( Alix) ile Petersburg'da evlenmişti. O zaman kız 24 yaşındaydı. Felaketli t.aç giyme töreni Yeni Çarın tahta çıkmasından bir buçuk yıl sonra 1896 yılı 17 ( 30 ) Mayıs'ta Moskova'da taç giyme münasebetiyle ga­ yet büyük şenlikler tertip edilmiş, şehir civarında­ ki «Khodinskoye Pole» denilen sahada yüzbinlerce insan toplanmıştı. İşte, o sırada vukua gelen kor­ kunç kalabalık ve itiş kakış neticesinde iki bin kişi çiğnenerek, oradaki çukurlara yuvarlanarak ölmüş ve on binlerce insan yaralanmıştı. Maneviyata ina­ nanlar bu acıklı hadiseyi yeni imparatorun ege­ menlik devri için meş'um bir alamet saymışlardı. «Kanlı pazar» II nci Nikola devrinin elim hadiselerinden biri de 1905 senesi 9 ( 22 ) Ocak ola­ yıdır. Bu olay şundan ibarettir : 1905 yılının Ocak ayında Petersburg'da Putilov fabrikalarında çalışan işçiler grev ilan etmişler ve bu grev başka fabri­ kalara da bulaşarak genişlemişti. Bu grev hareketi neticesinde işçi sınıfının refahını sağlayacak olan siyasi ve iktisadi islahatın esaslarını içine alan bir dilekçe ile Çara başvurmaya karar verilmişti. 9 ( 22 ) Ocak Pazar günü, demek Uzak Doğu'da Rus - Ja­ pon harbinin bütün şiddetiyle sürüp gittiği sırada, kilise bayrakları, « mukaddes tasvirler», Çarın port­ resini ve üç renkli Devlet bayrağını taşıyan 2 yüz­ bin kadar Petersburg işçisi, başlarında rahip Gapon olduğu halde, Çarın oturduğu meşhur Kışlık Sa­ doğru yürümeye başla­ raya ( Zemniy Dvorets'a} mıştı. Maksatları böyle bir alay halinde gelerek, Papas Gapon vasıtasiyle dilekçelerini hükümdara -

-


1 66

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

sunmaktan ibaret idi. Üzerlerinde silah filan taşı­ mıyorlardı. İşçi alayı dilekçesini Çara takdim etme­ ye muvaffak olamadı, çünkü alay saraya yaklaşır yaklaşmaz, askerler işçiler üzerine yaylım ateş açmış !ardı. Bunun sonucunda, resmi kaynaklara göre, 128 kişi ölmüş ve 360 kişi yaralanmıştır (63 ) . Bu hadi­ se işçileri son derece kızdırmış ve onların Çardan umutlarını kesmesine sebep olmuştur. Rejim düş­ manları ise, bundan ihtilal propagandası için mü­ kemmel surette istifade etmişlerdir. İhtialci zümre­ ler bu güne « Kanlı Pazar» adını takmışlardı. Yenilgi ve ihtilil 1905 senesi yaz sonlarına doğru Rusya'nın Uzak Doğu'da uğradığı acı hezi­ met ve bunun neticesinde vukua gelen birinci Rus ihtilali az kalsın II nci Nikola'nın tac-ü tahtına mal olacaktı. Bu birinci ihtilal günlerinde de Rusya epey karışmış idiyse de, Witte gibi akıllı ve uzağı gören bir devlet adamının «isabetli» tedbirleri sayesinde umumi af, hürriyet ve meşrutiyet vadeden 1905 yı­ lı 17 (30 ) Ekim manifesti ( fermanı ) nı neşretmek ve Devlet Duması denilen bir nevi parlamentoyu toplamak suretiyle Çar Nikola yerinde tutunabil­ mişti. Zoraki vaidler Ancak Çarın bu jestlerinin samimi olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü o, daha Bi­ rinci Duma'nın toplanması arefesinde Kont Witte' yi hükumet başkanlığından uzaklaştırmış ve halka verdiklerini geri almağa başlamıştı. Üyelerinin ço­ ğu sosyalistlerden ve ihtilalcilerden değil de, «Ka­ detler» ( meşrutiyetçi demokratlar) denilen liberal­ lerden ibaret olan ve 1906 yılı 27 Nisanda (10 Ma­ yısta) toplanan Birinci Devlet Duma'sını 9 ( 21 Tem-

-

( 63 ) Sovyet kaynaklanna bakılırsa, ölenlerin sayısı bin ka­ dar, yaralananların adedi 2 binden fazla olmuştur ( «İstoria S. S. S. R.», C. iV, Sahife 32, Moskova, 1940).


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

muzda) dağıttığı gibi, onun yerine seçilen, solcu olan ve

167 daha

1907 yılı 20 Şubatta (5 Mayısta) top­

lanan İkinci Dumayı da 3 ( 16 Haziranda) dağıtmıç ve seçim

kanununu da hükumete

sokmuştu. Ondan sonra bu yeni

elverişli şekle

seçim kanununa

göre seçilen 3 üncü ve 4 üncü Duma'lar Garptaki manasiyle bir « mümessiller meclisi» olmaktan çok uzak bulunan Duma,

sözde

« parlamentolar» idi. 3 üncü

reformları hükumetle anlaşarak uygulamak

taraflısı olan «Üktabristler» in kuvvetli tesiri

al­

tında çalışmıştı, ki hatta bunlardan olan Duma baş­ kanı Guçkov genel siyasi programı o zamanki baş­ bakan Stolipin ile beraber

hazırlamıştı deniliyor.

Bu elbette Duına'nın bağımsız bir teşrii Meclis ol­ m aktan çıkarak, bir istişari kurum vaziyetine düş­ mesi demekti.

Yıkılan t.a.ht

-

Son 4 üncü Duma'da da sağcı

partilere mensup üyeler

çoğunluğu teşkil ediyor­

lardı. Azınlık olan liberaller ve sosyalistler ise, Du­ ma kürsüsünden, yalnız hükumeti tenkit etmek ve ona karşı sözle savaşmak için

faydalanıyorlardı.

Ancak Birinci Cihan Harbi günlerinde mülki ve as­ keri hükumet makamlarının tam bir beceriksizliği ve acizliği, Saray'da hüküm süren afsuncu mujik Rasputin'in dalaveraları ve memlekette de muhale­ fet ruhunun artması ve genişlemesi son Duma'daki mutedil çoğunluğu, liberallerin önderi olan ve adı yukarıda anılan Milükov'un

rehberliği altında bir

« Terakkiperver Blok» kurmaya zorlamış ve « Blok» Çann

1917 yılı 27 Şubatta ( 12 Martta) Duma'nın

dağıtılmasına dair çıkardığı emrine boyun eğmemiş ve bizzat iktidarı ele almıştır. İşte bu, İkinci Rus ihtilalinin başlangıcıdır.

II nci Nikola 15 Martta hem kendi, hem oğlu veliahd Aleksey adına ve kardeşi Mikhail ( Michel ) Aleksandroviç nef'ine tahttan feragat etmiş, 21 ve-


1 68

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

ya 22 Martta Rus ordusu Genel Karargahının bu- . lunduğu Mogileov şehrinden getirilerek, Petrograd yöresindeki Tsarskoye Selo'daki Aleksandrinskiy Sarayına bütün aile efradiyle beraber kapatılmış­ tır. Eski Çar orada aile efradiyle birlikte 14 Ağus­ tos tarihine kadar nezaret altında bulundurulmuş­ tur. Tsarskoye Selo'da 5 ay süren bu esaret hayatı­ nı Veliahd Aleksey'in mürebbi ve muallimi İsviçre­ li Fransız Bay Gillard ve kısmen de Geçici İhtilal hükumetinin başkanı Kerenskiy tarafından tasvir · edilmiştir. (64) . Bu beş ay içinde yapılan adli tah­ kikat neticesinde Çar ve Çariçenin vatana hiyanet suçu sabit olmadığından (65 ) onların yargılanmala­ rına lüzum görülmemiş ; ancak eski Çar ailesinin yaşaması için Petrograd civarı emniyetli sayılmadı­ ğından, İhtilal Geçici hükumeti bu aileyi oradan uzaklaştırmayı düşünmüş, ilk akla gelen şey sınır · dışına çıkarmak olmuştur, ki Çar ailesini kabul et­ mesi için o zamanki İngiltere hükumetine başvu­ rulmuş, fakat Lloyd Georges hükumeti bu teklifi ' kabul etmemiştir (66) . Bundan dolayı memleket içerisinde başka bir yere götürmek kalıyordu. Nere­ ye götürmeli ? Sürgün Başbakan Kerenskiy düşünmüş ta­ şınmış, nihayet Batı Sibirya'daki Tobolsk şehri üze­ rinde durmuş « Çünkü - diyor Kereskiy - oracı üc­ ra ve tenha bir yerdi, herhangi bir demiryolu hat­ tı üzerinde değildi. Kışın adeta bütün dünyandan ke­ silmiş bir durumda bulunuyordu ; oranın vali kona-

( 64) Pierre Glllard: Le tragique destin de Nicolas il et famille; Cinq mols de captivite a Tsraskoie-Seto ( Mars­ Amit 1917 ) ; Paris 1929. Ve Alexandre Kerenski: La Revolution Russe ( 1917: L'ex-tsar et sa famille, pp. 256-274, Paris 1928. ( 65 ) Al. Kerenski: İbldem, sahife 268 . ( 66 ) Gen� orada. sa


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

·

169

ğı eski Çar ailesinin ikameti için oldukça konforlu bir evdi (67 ) . Her ne hal ise, Kerenskiy, Çar ailesini , maiye­ tindeki bazı kimseler ile birlikte ( ki yukarıda anı­ lan M. Gillard da bunlar arasındaydı) 1917 yılı 14 Ağustosta sabahın saat 6 sında bir özel trene bin­ direrek, « Şimal demiryolU>> ile Vologda, Viatka, Perm ve Yekaterinburg üzerinden Tümen'e yolla­ mıştır. Kafile 17 Ağustos'ta Tümen'e varmış ve bir müddet sonra Tura nehrinde işliyen «Rus» vapuru­ na bindirilerek, Tobolsk'a sevkolunmuştur. Tobol ırmağının İrtiş nehrine döküldüğü bir yerde bulu­ nan Tobolsk şehrine vapur 19 Ağustosta varmışsa da, vali konağında hazırlıklar tamamlanmadığın­ dan, kafile birkaç gün vapurda kalmıya mecbur olmuş ve konağa ancak 26 Ağustosta yerleşebilmiş­ tir. il NCt NİKOLA'NIN KARISI

Çari«;e Aleksandra Jı'eodorovna Bu, Çar II nci Nikola'nın karısına Rusya'da ortodoks mezhebi­ ne geçmesinden sonra verilen isimdir. Asıl kız ismi Alice'dir. Ve yukarıda da söylediğimiz gibi , Hesse dukalığı Granddükü Luis'nin dördüncü çocuğudur. Anası ise İngiltere kraliçesi Viktoria'nın küçük kızı Alice'di r ; demek, meşhur kraliçenin torunudur. 1872 yılı 6 Haziranda Darmastadt'ta doğmuştur. Annesini çok erken kaybettiğinden, çocukluğunun büyük bir kısmını anneannesinin yanında İngiltere Sarayında geçirmiş ve orada terbiye görmüştür. Alman mı, İngiliz mi? İhtilal Geçici hüku­ metinin başkanı Kerenskiy, Çar ailesinin Tsarskoye Selo esareti günlerinde kendisiyle eski Çaric,e ara-

-

( 67 )

Gene orada.


1 70

RUS İHTİLAi.İNDEN HATIRALAR

.

sında cereyan eden bir konuşmayı anlatırken Alek­ sandra Feodorovna'nın kızarak, şu sözleri söyledi­ ğini yazmaktadır : «Benim hakkımda fena fikirler beslenmesinin sebebini anlayamıyorum. Ben bu memlekete geldiğim günden beri daima Rusya'yJ. sevmişimdir. Her zaman Rusya'ya karşı sempati besledim. Benim Almanya ve diğer düşmanlarımız tarafını tutmuş olmaklığıma nasıl inanılabilir ? Bende zaten hiçbir türlü Almanlık yoktur ki ! Ben terbiyem bakımından bir İngiliz olduğum gibi, di­ lim de İngilizcedir» (68) . Hoş geçirilen zamanlar Vaktiyle Moskova genel valisi olduğu sırada 1905 senesi 4 Şubatta Ka­ layev adlı bir terorist tarafından bomba atmak su­ retiyle öldürülmüş olan Granddük Sergey Aleksand­ roviç'in karısı Prenses Elisabeth, müstakbel Rus Çariçesinin ablası idi. Prenses Alice daha 17 yaşın­ <layken uzun zaman ablasının yanında kalmış, Sa­ ray hayatına katılmış, geçit törenlerinde, kabul re­ simlerinde ve balolarda hazır bulunmuş ve pek gü­ zel olduğundan, herkesin dikkat nazarını çekmiştir. Herkes onun Rus veliahdı Granddük Nikola ile ni­ şanlanacağını beklerken, hiçbir teklif ile karşılaş­ madan Darmstadt'a çekilip gitmiştir. Beş yıl son­ ra böyle bir teklif yapıldıkta kız bir parça tereddüt göstermişse de, nihayet 1894 yılının yazında Darms­ tadt'ta Rus veliahdiyle nişanlanmış ve ondan sonra yeni nişanlılar bir müddet İngiltere kıraliçesinin Sa­ rayında kalmışlardır. Rus veliahdı oradan memle­ ketine dönmüş. Tabut arkasından... Birkaç ay sonra genç prenses Kırını'daki Livadia'da ölüm döşeğinde ya­ tan mi.istakbel kaynatası III üncü Aleksandr'ın ya­ nına acele gitmek zorunda kalmış ve Çarın can çe-

-

( 68)

Al.

Kerenskiy'nin aYnı eseri, sah.�e 272.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

171

kişme demlerinde hazır bulunmuş ve ölünün tabu­ · tunu takip eden Çar ailesiyle birlikte Rusya'yı gÜ ­ neyden kuzeye doğru baylayıp, Petersburg'a gel­ miştir. Cenazeyi Petersburg'daki Nikolayevski ga­ rından Çarların medfeni olan Petropavlovsk kilise­ sine nakletme töreni Kasım ayının hazin bir günün­ de icra edilmiş, kar ve çamur içinde ilerliyen cenaze alayının geçeceği caddelerin her iki tarafına sayısız halk yığılmıştı. Büyük bir hulusla istavroz çıkaran basit Rus karılarının genç Çariçeyi ima ederek : «Ü bize tabut arkasından geldi, o bize felaket geti­ riyor» diye mırıldanmaları işitiliyordu. Gerçekten, gençliğinde neşesi ve göz alan güzelliği yüzünden kendisi için Sunshine ( güneş ışığı) denilen bu pren­ sesin ayaklarına Rusya'da ta ilk günden itibaren talihsizlik dolanmıştı, denilebilirdi . . . Arka - arkaya dört kız «;00uğu 26 Kasım'da, yani 111 Aleksandr'ın ölümünden bir ay sonra, ge­ nel yas havası içinde evlenme töreni yapılmıştı. Bir yıl sonra Çariçe bir kız çocuğu doğurmuştu, ki ona Olga adını verdiler. 1896 yılı 14 Mayısta Mos­ kova'da genç hükümdarlarm tac giyme töreni ya­ pıldı ve bu tören sırasında, yukarıda anlattığımız gibi, 2000 kadar insan çiğnenmiş ve ezilmişti ki, bu hadise halk arasında pek çok dedikoduyu mucip ol­ muştu. Çünkü Moskova resmi makamları, bu faci­ anın içyüzünü Çar ve Çariçeden saklamışlar, küçük bir kaza olmuş gibi göstermişlerdi. Bundan dolayı bu hal, yeni hükümdarların halkın felaketiyle ilgi­ lenmedikleri intibamı vermiş ve muhaliflerle ihti­ lalcilere hanedan aleyhinde çok elverişli bir propa­ ganda vesilesi olmuştu. Olga'dan sonra arka arkaya daha üç kız çocu­ ğu dünyaya geldi. Çocuklar sıhhatli ve gürbüz idi­ ler ; ancak ana ve babanın kudsi emeli henüz tahak­ kuk etmiş değildi . Çünkü bu emel yalnız vcliahd -


1 72

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

olacak bir oğlanın doğmasiyle tahakkuk edecekti. Onun için dördüncü kızın ( Anastasia'nın ) doğumu kendisiyle beraber bir hayal kırıklığı da doğurmuş­ tu. Hastalıkh veliahd Nihayet, 1904 yılının 12 Ağustosunda, demek Rus - Japon harbinin tam kız­ gın bir devresinde, Çariçe bir oğlan doğurmuştu ki, bu, büyük bir sevinç vesilesi olmuş ; kederli günler arkada kalmış ve artık bir saadet devresi başlamış gibi gözüküyordu. Ancak bu « saadet devresi » uzun sürmedi , çünkü onu çok ağır bedbahtlık günleri ta­ kip etti. Bunlardan biri yukarıda anlattığımız Ocak ayı katliamıdır, ki bunun hatırasının Çar ve Ça­ riçeyi bütün ömürleri boyunca üzeceği ve utandıra­ cağı tabii idi . Ötekisi de Rus - Japon harbinin pe1.: acıklı bir yenilgi ile bitmesi idi. Bu karanlık gün­ lerde başı taçlı baba ile annenin biricik tesellileri sevgili oğulları olmuşken, bu teselli de uzun sür­ memiş, çünkü veliahdın Mmephilie ( 69 ) hastalığına musap olduğu meydana çıkmıştı, ki bu, bütün Çar ailesi, hele çocuğun annesi için büyük bir üzüntü ve dert kaynağı olmuştur. Çariçe bu hastalığın na­ sıl bir hastalık olduğunu çok iyi biliyordu . Bir am­ cası, bir erkek kardeşi ve iki yeğeni bu hastalıktan ölmüşlerdi. Ta çocukluğundan beri bu hastalığın bü­ yük bir felaket olduğuna ve insanların ona karşı hiçbir türlü çare ve deva bulamadıklarına dair söz­ ler işitiyordu. En aziz ve sevgili biricik oğlunun, öteki akrabalarını alıp götürdüğü gibi, onu da bu -

( t9 ) Çabucak Mmmoragie'ye ( kan akmaya - nezf-i de­ me ) istidad'tan ibaret olan hılki ( yaradılıştan ) ve ailevi bir hastalıktır. Bir aile içinde kadınlar vasıtas:,Yle yalnız erkeklere geçer. Bu hastalığa tutulan erkeğin vücudunda küçücük bir yara, durdurulması çok güç olan hemmora­ gie'yi ( kan akmayı ) mucip olur ; ufacık bir çarpma göz:! batacak kadar bere. çüriik vücuda getirir.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

173

hayattan alıp götürebilecek olan bu meş'um hasta­ lığa tutulması, bir anne için ne kadar büyük bir tasa ve üzüntü kaynağı olacağını tasavvur etmek güç değildir . . . Bu dertle savaşmak, durmadan sa­ vaşmak gerekiyordu. Fen ve ilim gerçekten bu der­ de karşı savaşmaktan aciz midir ? Bunun hiçbir çaresi yok mudur ? Tabiplere ve operatörlere baş­ vuruldu, fakat nafile ! Zavallı ana artık insanlardan ümidini kesmiş, yalnız Allah'ın lfıtuf ve inayetini beklemeye koyulmuştu. Bir mucize gelirse, yalnız Allah'tan gelebilirdi. Ancak bu mucizeyi hakketmek gerekiyordu. Onun için zaten dindar olan Çariçe, mütemadiyen bir ortodoksun bütün hararet ve ate­ şiyle ibadete, dua ve niyaza kendini vermişti. O daki­ kadan itibaren saraydaki hayat gayet sıkı ve hatta haşin mahiyet almış bulunuyordu : Şenliklerden ka­ çınılıyordu ; hükümdarların icrası zorunda bulun­ dukları harici gösterişleri, mümkün olduğu kadar, eksiltilmeye çalışılıyordu. Aile yavaş yavaş dış dün­ yadan uzaklaşıyor ve inzivaya çekiliyordu. Halbuki oğ"lan iki hastalık krizi arasında yeniden hayat bu­ luyor, sıhhati yerine geliyor, acılarını büsbütün unutuyor, neşesi ve sevinci tazeleniyordu. İmpara­ toriçe bu hali görünce : «Tanrı benim dua ve yaka­ rışlarımı duydu ve bana acıdı» diye seviniyordu. Fakat az bir müddet sonra çocuk gene hastalanı­ yor, yeniden yatağa düşüyor, ıstıraplar içinde kıv­ ranıyor ve ölümle karşı karşıya gelmiş bulunuyor­ du. Haftalar, aylar geçiyor, dua ve niyazlara rağ­ men, beklenilen mucize, lfıtf-u ilahi bir türlü gel­ miyordu. Son umutlar da boşa çıkmıştı. İmparato­ riçenin ruhunu sonsuz bir ümitsizlik ve hüzün kap­ lamıştı. Ve ona bütün dünya kendisinden yüz çe­ virmiş gibi geliyordu . . . Afsuncu Raspuün İşte, Rus İmparatoriçesi tam bu gibi bir ruh haleti içindeyken, Saraya Si-


174

RUS İHTİIALİNDEN HATIRAIAR

biryalı basit bir köylü olan Grigori Rasputin adlı bir mujiği getirmişlerdi. Bu adam Çariçeye : «Be­ nim dualarımın tesirine ve müdahalelerimin kud­ retine inanırsan, oğlun yaşayacaktır ! » demişti. «De­ nize düşen yılana sarılır» dedikleri gibi, bedbaht ana da, kendisine bu adamın verdiği umud� kapıl­ mış ve bütün kalbiyle ona inanmıştı. Zaten kadın­ cağız ötedenberi Rusya'nın ve hanedanın kurtulu­ şunun halktan geleceğine kani idi. Onun için bu ba­ sit mujiğin, milletin «ülküsü» olan varlığı, yani ve­ liahdı, kurtarmak için Allah tarafından gönderil­ miş bir münci olduğunu tahayyül ediyordu. Ötesini artık iman kuvveti yapmıştı : Autosuggestionun (kendi kendine telkinin) tesiri, birtakım elverişli tesadüflerin de yardımı neticesinde kadıncağız, oğ­ lunun kaderinin bu adama bağlı olduğu kanaatına varmıştı. Rasputin, yeis içinde bocalayan ve sürekli mü­ cadele yüzünden takatten düşen ve acılarının son haddine gelmiş gibi görünen bu ananın ruhi hale­ tini gereği gibi kavramış ve bundan çıkarabileceği faydaları hakkiyle anlamış ve şeytani bir maharet­ le kendi hayatını, bu hasta çocuğun hayatına bağ­ lamaya muvaffak olmuştu. Ne papas, ne de rahip olan ve Ruslarca kendi­ lerine « Staraıın iki» ve « Startsı» denilen kimselerin ( 70) ortodoks hristiyanların dini hayatında oyna( 70 ) Rusça « strannik» ve « starets» kel:ıntelerinin çoğul şekilleridir, ki aslında birincisi gezginci, ilöncisi ise ih­ tiyar demek ise de, her-ikisinde bir dereceye kadar dini nüans da Yok değildir. Strannik, hald.kat arayıp, manastır dan manastıra, kiliseden kiliseye dolaşan ve mütedeyyin­ lerin sadakatlarlyle yaşayan kilınsedir. ccStarets» ise, mün­ zeVi yaşayan tarik-i dünyadır, ki insanlar ruhi sıkıntılar ve acılar anında onun nasihatlerine başvururlar. Hazan eski bir «strannik» de, «starets• e dönebilir.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

175

dıkları rolü bilmeksizin Rasputin'in son Rus impa­ ratoriçesi üzerindeki manevi tahakkümünü anla­ mak imkansızdır. Her ne hal ise, Aleksandra Feo­ dorovna, Rasputin'in manevi kudretine içten gelen bir imanla inanmış ve mujik onun gözünde büyük manevi nüfuz ve kudsiyete malik olan « starets» makamına çıkmış bulunan bir şahsiyetti. Rus impa­ ratoriçesinin Rasputin'e karşı beslediği bu duygu­ ların samimi olması da pek mümkündür. Fakat bir aziz ve veli sayılan bu adam hakikatta iğrenç ve ahlaksız bir mahlfıktu. Onu bir « münci» ( kur­ tarıcı) sanan kimselerin feci ölümlerinin asıl mü­ sebbiplerinden biri de bu herif olmuştur ( 71 ) . Prens Flex Yusupov, Granddük Dmetriy Pavlo­ viç ve monarşist saylavlardan Purişkiviç hanedanı kurtarmak emeliyle bir komplo · tertip ederek, 18.12.1916 tarihinde Rasputin'i öldürüp cesedini Neva nehrinin buz deliğinden atmış idiyseler de, bu tedbir, mukadder felaketin önüne geçememiştir. P. Gillard'a göre, veliahdın hastalığı il nci Nikola hakimiyet devrinin son bölümüne hakim olan baş unsurdur ve bu son yılların özlüklerini yalnız bu­ nunla açıklamak mümkündür. Çünkü bu hastalık bir yandan Rasputin'in saraydaki tahakkümünü kuvvetlendirmiş ; öte yandan, hükümdar ailesinin, can s!kıcı meşguliyetlerinden dolayı kendi k abuğu­ na çekilmesine, dış dünya ile temastan kaçınarak, i nziva hayatı sürmelerine sebebiyet vermiştir (72.) Al. Kerenskiy'e göre, il nci Nikola alçak gö( 71 ) İmparator� AJeksandra Feodorovna'ya dair bilgi­ lerin şu s0n kısmı, P. GUJard'ın mezkur eserinin «L'iınpe ­ ratrice Aiex. Feodorovna» başlıkh fasılından alınmıştır. Rus Sarayında seneJerce kalan bu kişi, eJbette son Rus İmparatoriçesinin hususi hayatını çok yakından müşaha­ de ve takip edebiJmiştilr. ( 72 ) Gene orada. Giriş kısmından.


1 76

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

nüllü, babacan ve dünya işlerine fazla önem vermi­ yen, halim, selim, mütevekkil, mukadderatına bo­ yun eğen bir kimse olduğu halde, karısı Aleksand­ ra Feodorovna tersine, mağrur, irad�li. dünyevi emeller besliyen, eski egemenliğin kaybolmasından pek müteessir ve yeni durumundan muztarip bir insan intibamı veriyordu. Gene bu devlet adamının anlattığına bakılırsa, saray nedimlerinden biri olan ihtiyar Narişkina, Geçici ihtilal hükumeti başkanı­ na, Rusya'nın ve Nicky'nin ( yeni Çar II nci Niko­ la'nın ) başına gelen bütün felaketlere eski impara­ toriçe Aleksandra Feodorovna'nın sebep olduğunu söylemi� imiş ( 73.) Şimdi hikayemize devam edelim :

ÇAR AİLESİ SÜRGÜNDE Tobolsk ve Yekat.erinburg

Bilindiği tizere, Çar ailesini Sibirya'ya süren Kerenskiy hükumeti 1917 senesi 25 Ekimde ( 7 Kasımda) devrilmiş ve yerine Lenin ve koldaşlarının Sovyet hükumeti gel­ mişti. Tobolsk tutsakları ise, bu hadiseyi yalnız 15 Kasımda, demek devrimin vukua gelmesinden bir hafta sonra öğrenmişlerdi. Petrograd'da rejim de­ ğişmesi Tobolsk sürgünlerinin hayatında birdenbi­ re önemli bir değişiklik husule getirmemiş. Yalnız birkaç ay sonradır ki, Sovyet hükumeti onlarla meşgul olmaya başlamıştı. Şöyle ki , Moskova'dan Tobolsk'a gelen Yakovlev adlı bir komiser 1918 se­ nesi 25 Nisanda Çarı, karısını ve Maria isimli kı­ zını alıp Yekaterinburg'a götürmüştü (veliahd has­ ta olduğundan, o sefer Tobolsk'ta bırakılmı�tı ) . Ça­ rın maiyetindekilerden prens Dolgorukiy, Dr. But­ kin, Çann odacısı Çemadurov, Çariçenin oda biz( 73 )

-

Yukarıda adı geçen eseri, sahifeler: 264-265 ve 272.


RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

1 77

metçisi Anna Demidova, granddüşeslerin uşağı Sed­ niyev de eski hükümdarlarla beraber götürülmüş­ lerdi. 30 Nisanda eski Çar, karısı, kızları ve maiye­ tindekiler yerli tüccarlardan İpatyev'in, bir hapis­ hane şekline konulan evine kapatılmışlardı ; prens Dolgorukiy ise, hapishaneye götürülmüştü. Bil8.hare Rodinov adlı bir komiser Tobolsk'a gelerek, tutsaklardan geriye kalanları ( eski veli­ ahd Aleksey'i, eski Çann Olga, Tatiana ve Anasta­ sia adlı kızlarını, Muallim M. Gillard'ı ve başkala­ rını) da aynı yılın 20 Mayısında alıp Yekaterin­ buag'a götürmüştü. Bunları 22 Mı;ı.yısta Tümen'­ den götüren tren o gece Yekaterinbug'a varmış ve gelenler içinden Çarın oğlu ile üç kızından başka Gl. Tatişçev'i, Kontes Gendikova'yı Madmazel Şneyder'i, eski İmparatoriçenin odacısı Volkov'u, aşçıbaşı Khritonov'u, uşak Trup'u ve 14 yaşların­ daki hizmetçi çocuk Sedniyev'i alıp götürmüşler. Sonradan anlaşıldığına göre, eski Veliahdı, Çarın üç kızını, aşçıbaşı Kharitnov'u, ihtiyar uşak Trup'u ve küçük Li oned Sedniyev'i İpatyev evine ( yani Çarın ve kansının bulunduğu eve) k apamışlardı ; Gl. Tatişçev, Kontes Gendrikova Madmazel Sney­ der ve Volkov ise, doğruca hapishaneye götürül­ müşlerdir. Bunlar arasından kaçmaya muvaffak olan Volkov'tan ve nedense canına kıyılmayan Sed­ niyev'ten başka kimse Bolşeviklerin elinden sağ kurtulamamıştır. Muallim Fransız Pierre Gillard, Muallim İngi­ liz Mister Gibbes ve diğer bazı arkadaşları serbest bırakılmışlar. Bunlar bir aydan fazla müddet Yeka­ terinburg'da bir 4 üncü mevki vagonunda kaldık­ tan sonra yerli Sovyet memurlarından derhal Perm ili topraklarını terketmek ve geri Tobolsk'a dönRus İhtilalinden Hatıralar: F: 12


178

RUS İHTİLALİNDEN HATIRAIAR

mek emrini almışlar. Mösyö Gillard bin müşkülat­ la 15 Haziranda Tümen'e dönebilmiştir. Tam o sı­ ralarda Sibirya'da Sovyetlere karşı ayaklanmalar başlamış bulunuyordu. 20 Temmuzda « Aklar» Tü­ men'i de almışlardı. Birkaç gün sonra eski Çar Ni­ kola Romanov'un Yekaterinburg'da 17 Temmuz gecesi idam edildiği, Çariçe ile çocuklarının daha emin bir yere götürlildüğü ilan edilmişti. 25 Tem­ muzda Yekaterinburg da « Aklar» ın eline düşmüş bulunuyordu.

Onbir ölümlük Yekaterinburg şehri «Aklar» ın eline geçince eski Çarın ve ailesinin ortadan kay­ bolması üzerine araştırma ve soruşturmalara giri­ şilmişti. Yukarıda yazıldığı gibi, eski Çar Nikola Romanov, İpatyev yerine karısı, Maria adlı uçun­ cü kızı, Doktor Butkin, Odacı Çemadurov ve odacı kız Demidova, küçük uşak Lionid Sedniyev ile bir­ likte kapatılmıştı. Sonradan eski Veliahc! Aleksey, Çarın öteki üç kızı, aşçıbaşı Kharitonov, ihtiyar uşak Trup ve Aleksey'ye bakan Bahriyeli Nagorniy de oraya getirilmişlerdi . Çemadurov hastalanmış ve cezaevi hastahanesine götürülmüş ve orada unutul­ duğundan dolayı bir mucize kabilinden kurşuna dizil­ mekten kurtulmuştur. Birkaç gün sonra Nagorniy ile İvan Sedniyev'i de alıp götürmüşler. Bu suretle İpat­ yev evinde Çar ailesi yanında yalnız Doktor Butkin, Aşçıbaşı Kharitonov, Uşak Trup ve Odacı kız Dc­ m idova kalmışlardı. -

Korkunç karar Çekoslovak askerleri ve di­ ğer Sovyet düşmanı kuvvetler Yekaterinburg'a yaklaşıyordu. Üstün ihtimale göre, Moskova'dan alınan emir üzerine Ural İşçi, Çiftçi ve Kızılgard Saylavları Sovyetinin Başkanlık Divanı, Çar aile­ sinin yok edilmesine karar vermiş ve bu işi başar-


RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

179

mayı « Çeka» ( 74 ) üyelerinden Yurovskiy adlı bir Yahudi komisere yükletmiştir. 14 Temmuz Pazar günü Yurovskiy bir papas getirip, mahpuslar için bir dini ayin icra ettirmiş ; ertesi gün küçük Lionid Sedniyev'i bu evden alıp, karşı tarafta nöbetçi as­ kerlerin oturduğu Popov'un evine götürmüş, 16 Temmuzda akşam saat 7'ye doğru , tamamiyle gü­ vendiği Midvedov'a ( ki bu, evi bekliyen Rus işçile­ rinin brujı idi ) nöbetçilerin taşıdığı tabancalardan 12 tane Nagan sistemi tabanca getirtmiş, ve ona Çar ailesinin o gece yok edileceğini bildirmiş ve bu haberin bir müddet sonra Rus n öbetçilere bildiril­ mesini istemiş ; Midvedov bunu nöbetçilere saat 10 ( 22 ) sularında haber vermiştir.

Gece karanlığında Gece yarısından sonra Yurovskiy, Çar ailesinin yattığı odaya girmiş ; aile üyelerini ve bu evde onlarla birlikte yaşayan kim­ seleri uyandırmış ve kendisini takip etmelerini iste­ miş : «Şehirde kargaşalık çıktı, onun için sizi başka bir yere götüreceğiz, bir müddet alt katta bekleme­ niz daha uygun olur ! » demiş. Komiser Yurovskiy, yardımcısı Mikulin ile önde, mahpuslar onların ar­ kasında yürümüşler. Yurovskiy, mahpusları aşağı­ da bir odada bırakmış ve çıkıp gitmiştir. Tutsaklar bir araba veya otomobil getirileceğini sanıyorlardı. Kının Bekleme epey uzun sürmüş ve niha­ yet Yurovskiy yedi arkadaşiyle beraber esirlerin bulunduğu odaya girmiş ve bir iki adım ilerliyerek, Çarın karşısına dikilmiş ve ona hitaben : «Taraf­ tarlarınız sizi kurtarmak istiyorlardı, fakat yetişe­ mediler ; artık biz sizi öldüreceğiz ! » demiş ve derhı:ıJ -

-

( 74) Bu, «Olağanüstü komisyon» manasına gelen Rusça sözlerin kısaltılmış şekildir, ki bu Komisyon, Bolşevik devrinin bir ihtilal tedhiş kurumudur ve sonralan «Ge­ Pe-U » adını almıştır.


180

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR.

onun üzerine çok yakından ateş etmiş, ve eski Rus !mparatoru hemen yere serilmiştir. Bu ilk ateş ge­ nel silah boşaltma için bir işaret olmuş ve cellad­ lardan herbiri kendi kurbanını seçmiştir : Yurovs­ kiy kendi hissesine Çar ile Veliahdı almıştı. Tutsak­ ların çoğu derhal can vermişler ; birdenbire ölmi­ yenlerin üzerine tekrar silah boşaltılmış veya sün­ gü darbeleri indirilmiştir. Aynı odada, aynı saatte toplu halde öldürülenlerin sayısı onbirdir : Çar aile­ sinden yedi kişi ( Çar, Çariçe, Veliahd ve dört ge­ linlik kız) ; bir aşçı, bir odacı, bir doktor ve bir de hizmetçi kadın. Celladlar ise şunlardır : Yahudi Ko­ miser Yurovskiy, Ruslardan kürek mahkumu Med­ vedev, Nikulin, Yermakov, Vaganov ve Birinci Ci­ han Harbi esirlerinden beş kişi. (Bu facia üzerine tahkikat yapan sorgu hakimi Sokolov bu esirlerin Macarlar olduğunu tahmin etmektedir) . Bu kırımın (katliam'ın) korkunç sahnesi soruşturma esna­ sında tanıklann söyledikleriyle tamamiyle aydın­ lanmıştır. Bu tanıklar şunlardı : Celladlardan biri olup da, bilahare Perm'de yakayı ele veren Medve­ dev ; kendisi inkar etmiş ise de, facia sırasında hazır bulunduğu muhakkak olan Anatoliy Yakimov ; cinayeti başka seyircilerden naklen anlatan Filip Proskuriakov. Bunların üçü de !patyev evinin mu­ hafızları arası.nda bulunmuşlardır. Yakılan cesetler Öldiinne işi tamamlandık­ tan sonra komiserler kurbanlarının üzerinde bulu­ nan mücevherleri ve kıymetli şeyleri toplamışlar cesetleri yatak çarşaflarına sardıktan sonra bır kıza­ ğın oklarını tezkere gibi kullanmak'. su�etiyle sokak kapısında bekleyen kamyona kadar taşımışlar ; onbir ceset kamyona yükletildikten sonra sabaha doğru yola koyulmuşlar. Herhangi bir karşılaşmayı önle­ mek için komiser Vaganov at üzerinde önde gidi­ yordu. Gayet bozuk yollardan geçerek, büyük müş-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

1 81

külata katlanmakla, önceden seçilen bir aklana ( 75 ) gelmişler, cesetleri yere indirmişler ve kısmen elbiselerini soymuşlar. O sırada komiserler Grand­ düşeslerin Üzerlerinde daha bir miktar mücevherat bulmuş ve hemen kapıp ceplerine atmışlar ise de, bunlardan bazılarını acele ile yere düşürmüşler ve çiğnemişler. Ondan sonra cesetleri büyük bir özen­ le doğramışlar ve yığılan et ve kemik parçalarını yaktfkları muazzam çoban ateşine atmışlar ve ateşi de üzerine döktükleri benzin ile kuvvetlendirmiş­ ler. Böylece cesetleri tamamiyle yok etmek maksa­ diyle Yurovskiy Yermakov ve Vaganov, öteki katil­ lerle üç gün ve üç gece uğraşmışlar ve şehirden or­ man açıklığına 175 kilo hamız-ı kibrit ( acide 'sulfi­ rique) ve 300 litreden fazla benzin taşımışlar. Nihayet, Temmuzda herşey tamamlanmış ; ka­ tiller çoban ateşinin izlerini yok etmişler ve külle­ ri ise, bir metruk maden kuyusuna atmışlar veya civardaki bataklığa savurmuşlar, ta ki hiçbir şey orada olup bitenleri meydana çıkarmaya yardım etmesin ! Yekaterinburg'da Öldürülenlerin yaşlan toplu halde öldürülen son Rus İmparatoru ailesi üyelerinin doğum yılları ve öldükleri zaman kaç yaşında oldukları aşağıda gösterilmiştir (birinci dört rakam doğum yıllarını ve parantezler içindeki rakamlar yaşlarını göstermektedir) Çar il nci Ni­ kola : 1868 ( 51 ) ; karısı Aleksandra Feodorovna ; 1872 ( 47 ) ; büyük kızları Olga Nikolayevna : 1895 ( 24 ) ; ikinci kız Tatiana : 1897 (22 ) ; üçüncü kız Anastasia 1901 ( 18 ) ; Veliahd Aleksey : 1904 ( 15) . Başka mahkumlar Çar ailesiyle birlikte bir -

( 75 ) Ormanda ağaçsız olan saha, orman açıklığı. Buna Şimal Türk diyeleklerinde «aklan» denildiği gibi, «alan» da de'nir.


182

RUS İHTİLAi.İNDEN HATIRALAR-

doktorun ve biri kadın olmak üzere üç uşağın da vurulduğunu yukarıda gördük. Tobolsk'tan Yeka­ terinburg'a gelenlerden Veliahda bakan bahriyeli Nagorniy ve uşak İvan Sedniyev ayrıca şehir dı­ şında kurşuna dizilmişlerdir. Prens Dolgorukiy'nin trenden alınıp, doğruca hapishaneye götürüldüğünü yazmıştık. Onun cesedi, şehri « Aklar» adlıktan son­ ra hapishane civarında bulunmuştur. Yekaterin­ burg'a Mösyö Gillard, Veliahd ve Çarın üç kızı ile be­ raber sonradan gelenlerden Gl. Tatişçev'in cesedi de Prens Dolgorukiy'nin cesedi ile bir arada bulun­ muştur. Kontes Gendrivova ile madmazel Şneider ise, Çar ailesinin öldürülmesinden sonra hapishane­ den alınarak, Perm şehrine götürülmüşler ve orada 1918 yılı 4 Eylül gecesi kurşuna dizilmişler. Bu iki kadıncağızın cesetleri «Aklar» tarafından 1919 yı­ lı Mayıs ayında bulunmuş ve tanınmıştır.

Bulunmayan mezarlar, bulunan izler 1918 yılı Temmuzda, demek faciadan 7 gün sonra «Ak­ -

lar», yani Çekoslovak askerleri ve Kızıllara karşı savaş bayrağı açan Rus kuvvetleri Yekaterinburg'a girer girmez öldürülen Çar ailesi üyelerinin izlerini aramaya koyuldular. Etraflı soruşturmalar ve araştırmalar neticesinde anlaşılmıştı, ki 17 Temmuz gecesi İpatyev evinin bodrumunda toptan öldürülen onbir kişinin cesetleri. yukarıda anlattığımız gibi, şehir civarında Koptiaki köyü yakınlarındaki bir orman açıklığında doğrandıktan sonra yakılarak yok edilmiş ve külleri havaya savrulmuştur. Omsk Hükumetinin başı olan Amiral Kolçak bu soruşturma ile ciddi surette uğraşmak için « Aşırı Önemli İşler Sorgu Hakimi» Nikola Sokolov'u ta­ yin etmişti. Bu kişi, araştırma işini büyük bir özen ve ciddiyetle devam ettirmiş ve ta Yekaterinburg şehri «Aklar» tarafından terkedilinceyedek, yani 1919 yılının Temmuzuna kadar bu soruşturma ile


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

183

meşgul olmuştur. Sokolov, cesetlerin yakılarak imha edildiği orman açıklığında araştırmalar ve kazılar yaptırmış ve bunun neticesinde maktullerin, zaten mevcut olmayan mezarları bulunmamış ise de, onla­ ra ait bazı insan vücudu kalıntıları, eşya parçaları ve ufak tefek izler elde etmeğe muvaffak olmuştur. Sorgu Hakimi Sokolov, bu araştırma ve soruşturma­ ların neticelerini Fransa'da ölümünden az önce ya­ yınladığı bir kitapta bütün ayrıntılariyle anlatmış­ tır. ki bu eserin Fransızcası da Paris'te Payot ya­ yınları arasında çıkmıştır ( 76 ) . Bulunan insan vücudu kalıntıları şunlardır : Yanmış ve hazan dökülen kezzabın tesiriyle kömür­ leşmiş insan kemiği parçaları ; bunların bazıların­ da keskin bir alet veya testere izi de gözüküyordu ; eriyip toprağa damlayan bir miktar insan vücu­ dundan çıkan yağ ; saçlar ; kesilmiş bir tane yüzük parmağı (o zaman bu parmağın İmparatoriçeye ait olduğunu tahmin etmişler) . Yerden toplanan eşyanın bir kısmı şunlardır : Yanmış mücevherat ( mesela kızların gerdanlıkları­ nının ) döküntüleri ; küçük ikonların kırıntıları ; gi­ yim ve ayakkabı parçaları (Granddüşeslerin ayak­ kaplarının parçaları, Çarın kasketinin küçük bir parçası gibi ) ; düğme, toka, çengel, çıtçıt v.s. gibi, elbisenin madeni takıntıları ( mesela, Çarın ve Veli­ ahdın kemer tokaları ; Doktor Butkin'in elbise düğ­ meleri gibi ) ; altı tane madeni korse balinası ( za­ ten Çariçe, dört kız ve bir hizmetçi kadın olmak üzere altı kadın öldürülmüştü ) ; Çariçenin minna­ cık fotoğrafının çerçevesi, ki bu fotoğrafı Çar dai­ ma üzerinde taşırmış ; fotoğraf yanmıştır ! Doktor Butkin'in takma diş dizisi ; gözlük camlarının kı( 76 ) Nicolas Sokolov: Enquete sur l'assassinat de la fa_ mille impılr:.Ole.


1 84

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

rıntıları ; öldürülenlerin vücutlarında kalmış olduğu tahmin edilen tabanca kurşunları ve birçok erimiş kurşunlar. Bütün bu insan vücudu bakiyeleri ve maktulle­ re ait eşya parçaları toplanarak bir sandığa konul­ muş ve Omsk şehrine, yani o zamanki « Sibirya Dev­ leti» nin bşkentine, götürülmüştür. 1919 yılının Temmuzunda «Aklar» Yekaterinburg'u bırakmaya mecbur olduklarından, Koptiaki köyü yöresindeki araştırmalara son verilmiş, hakim Sokolov da 12 Temmuzda «Başkent» e dönmüş. Ağustos ayını Omsk'ta geçirmiş ise de, durumun vehametini gö­ rünce Uzak Doğu'daki Çita yolunu tutmuştur. Çar ailesine aid bu relique ( mukaddes emanet) de Kızılların bütün Sibirya'yı istila tehlikesi kar­ şısında Uzak Doğu'ya götürülmüştür. Hakim Soko­ lov, vaktiyle iç harbin Ural cephesi arkerlerine ko­ muta eden Gl. Diterihs ile birlikte bu « emanet» i Mançurya'daki Kharbin şehrine kadar götürdükten sonra A vrupa'ya yollamak teşebbüsüne girişmiş­ ler, ve 1920 yılının Martında Kharbin'deki İngil­ tere Konsolosluğu aracılığiyle bu Devlet hükume­ tine başvurmuşlar ; Londra'dan menfi cevap gelin­ ce, Omsk'ta Amiral Kolçak Hükumeti katında Fran­ sız murahhas heyetinin başı olan ve o sıralarda Mançurya'da bulunup da memleketine gitmeye ha­ zırlanan Gl. Janin'e müracaat ederek, «Emanet» i Fransa'ya götürmesini rica etmişler, Birinci Cihan Harbi sırasında, 1916 yılında Çar il nci Nikola'nın Mogileov'daki Genel Karargahında da özel memu­ riyetle bulunmuş olan bu general, Çarın ve ailesi­ nin hatırasına hürmeten, bu «Emanet» i hükume­ tinden müsaade almaksızın, özel bir kişi sıfatiyle Fransa'ya götürmeyi üstüne almıştır. Gl. Janin'in bizzat anlattığına göre, kendisine Gl. Diterihs tara­ fından teslim edilen «kutu» ve valizlerde, yukarıda


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

185

bazılarını saydığımız insan vücudu kalıntılarından ve ölülere ait eşya döküntülerinden başka birtakım belgeler (vesikalar ) , fotoğraflar v.s. de bulunmak­ taydı ( 77 ) . Bu «Emanet» in, Birinci Cihan Harbin­ de başta bütün Rus kuvvetlerinin başkomutanı ve sonralan yalnız Kafkas Cephesi ordularının başko­ mutanı bulunan ve bahis konumuz olan günlerde Fransa'da bir «mülteci» sıfatını alan Granddük Ni­ kola Nikolayeviç'e tevdi edilmesi uygun görüldü­ ğiinden, Gl. Janin, Gl. Diterihs'ten mezkur Grand­ dük'e verilmek üzere bir mektup da almıştır. Ger­ çekten Gl. Janin « Emanet» i Fransa'ya kadar gö­ türmeye muvaffak olmuş, ancak Nikola Nikolaye­ viç, kendisinin emekli bir özel kişi olup, hiçbir türlü resmi sıfatı haiz olmadığını ve onun için bu « Ema­ net» i tesellüm etmek yetkisine malik bulunmadı­ ğını ileri sürerek, bunun, Rusya'nın eski Roma Bü­ yükelçisi ve Rus elçilerinin ulusu ( doyen'i ) olan Mikhail Giers'e teslim edilmesinin pek uygun ofaca­ ğını ileri sürerek, bunun, Rusya'nın eski Roma Bü­ yükelçiye, gereği gibi bir zabıt varakası tanzim edilerek teslim olunmuştur ( 78) .

( 77 ) Gen. Jarun: Ma mission en S.iiberie, (Payot rından, Paris 1933, sahife 303 ).

yayınla­

Yekaterinburg faciası» na dair buraya kadar verdi­ ( 78 ) ğimiz bilgiler şu eserlerden alınmıştır ( neşir tarihleri sı­ rasiyle göster!lmiştir; bunlann hepsi Payot yayınlarından­ dır ) : 1 . Pierre Gillard: Le tragique destin d e Nieolas il et sa famille, Paris, 1929. 2. P. M. Bıkov: ( Sovyet muharriri ve Yekaterinburg'­ daki Ural Sovyetinln eski! başkam) : Les demlers joıurs des Romanov ( Rusçadan tercemedir ), Paris 1931. Gen. Janin: Ma mission en Siberie, Parls 1933 ( kitabın «Appendice» kısmından). «


1 86

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

URALLARDA ÖLDÜRt!LEN BAŞKA ROMANOV'LAR

1. Granddük Mikhail Aleksandroviç Bu, Çar III üncü Aleksandr'ın ikinci oğludur. 1878 yılında -

doğmuştur. Bilindiği üzere, Çar II nci Nikola, 15/3/ 1917 tarihinde hem kendi, hem oğlu Aleksey adına ve kardeşi Mikhail Aleksandroviç nef'ine tahttan feragat etmişti. Ancak 16 Martta Duma Geçici İc­ ra Komitesi ve ihtilal Geçici Hükumeti üyeleri ile görüştükten sonra o da, bilahare toplanacak olan Rusya Kurucu Meclisinin rejim hakkındaki kararı­ nı bekliyeceğini söyleyip, Çarlık tahtını kabulden imtina etmişti. Constituante toplanıncaya kadar Devlet işlerini «Geçici Hükumet» yürütecek ve bu işte ona artık, yukarıda anlattığımız gibi , Devlet Duması değil de, « İşçi, Asker ve Çiftçi Saylavları Sovyeti» yardım edecekti . . . ( Kerenskiy, Sovyetçile­ rin baskısı altında 14/9/1917 tarihinde Rusya'nın bir demokratik cumhuriyet olduğunu resmen ilan etti ise de, bu hal, Rus ihtilalinin daha o zaman ta­ bii seyrini değiştirdiğini gösteren arazdan başka bir şey değildi . . . ) . Granddük Mikhail o zamanki hü­ kumet başkanı Prens İlyof ve Duma Başkanı Rad­ zianko ile bir odaya çekilip görüştükten sonra, öte­ ki hükumet üyelerinin bulunduğu salona çıkıp da. iktidar yükünü üzerine alamıyacağını bildirince, o zaman henüz Adalet Bakanı olan Kerenskiy, Grand­ dük'ün elini sıkarak : «Asaletmeap, siz gerçek bir yurtsever gibi mertçe hareket ettiniz ; ben bu hare­ ketinizi herkese bildirmeyi ve sizi herkese karşı savunmayı üstüme alıyorum ! » dediğini, fakat on­ dan sonra kendisini yalnız Çar Nikola'nın Tobolsk'a yollandığı gecede bir defa gördüğünü yazmakta ( 79 ) ( 79 )

Aleksandr Kerenskiy'n:n mezkur eseri, sahife 79. ·


RUS İHTiı.ı\ı.İNDEN llATIRAIAR

187

ve bu son görüşmenin nasıl cereyan ettiğini başka bir yerde şöyle anlatmaktadır : İki kardeş karşı-karşıya - «Ben, Çarın yola çıkmadan önce kardeşi Mikhail Aleksandroviç ile görüşmesine müsaade ettim ; hernekadar benim için hoş bir şey değil idiyse de, iki kardeşin görüş­ mesi sırasında benim de hazır bulunmam zarure­ ti vardı. İki kardeş gece yarısında İmparatorun ka­ binesinde karşılaşmışlardı. İkisi de çok heyecanlı görünüyor, geçen ayların hadiselerini fikren tazeli­ yorlardı. Epey uzun zaman sustuktan sonra, yola çıkarken vuku bulan görüşmelerde mfıtad olduğu üzere, düzensizce, öteden-beriden, acele-acele ko­ nuşmaya başladılar. Granddük : «Alix nasıldır ? Ço­ cuklar iyi midirler?» diye sordu. Onlar sanki diken­ ler üzerinde duruyorlarmış gibi, karşı-karşıya ayak­ ta duruyorlardı. Arada bir karşıhkhca ellerini tu­ tuyorlar veya üniformalarının düğmeleriyle oynu­ yorlardı. Mikhail Aleksandroviç benden : « Çocukla­ rı görebilir miyi m ? » diye sordu. - « Hayır ; benim için bu görüşmeyi uzatmak imkansızdır ! » diye ce­ vap verdim. Granddük : «Peki ! » dedikten sonra, kardeşine dönerek : « Artık onları benim için sen kucaklarsın ! » dedi. Vedalaştılar. Kim tahmin eder­ di, ki bu, onların son görüşmeleri olacak ! » ( 80 ) . Mikhail Aleks sürgünde - Mikhail Aleksan­ droviç hiçbir zaman politika ile uğraşmamıştır ; İlı­ tilalin vukua gelmesinden sonra, yani 1917 yılının Martından beri Petrograd yöresindeki Gatçina'da oturuyordu. Yalnız 1918 yılının Şubatında, yani Sovyet devriminden sonra, tevkif edilerek , katibi Y ohnson ile beraber Perm şehrine sürülmüş ve ora­ da eski Zadegan mahfili'ndeki bir odaya konularak , nezaret altına alınmıştır. Sonraları merkezin emriy( 80)

Aynı eser, sahifeler: 270-271.


188

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

le serbest bırakılınca katibi, uşağı Çelişov ve şofö­ rü Vorunov ile birlikte Kama sahilinde bulunan ve çok iyi tefriş edilmiş olan Korolev oteline yerleş­ mişti. Başta mahalli milis ( yani polis) nezareti altında yaşamış ise de, sonra bu nezaret işini Perm Vilayet Çekası kendi üzerine almış, ve Granddük belirli günlerde Çeka dairesine gidip gözükmeye (isbat-ı vücud etmeye ) mecbur tutulmuştur. Ara­ sıra karısı Kontes Brasova da Petrograd'dan Perm 'e gelip gidiyordu. Bir rivayete göre, kadın­ cağız Moskova'ya giderek, Lenin'i görmüş ve ko­ casının Rusya dışına çıkmasına müsaade istemiştir. Böyle bir müsaade verilmemekle kalmayıp, Braso­ va kendisi de tevkif edilmiştir. Fakat o, memleket haricine kaçmaya muvaffak olmuştur. Baskın ve katil Anlaşılan, Mikhail'in şehir­ de serbest dolaşması, daha doğrusu bu dünyada yaşaması, Perm Çekasını pek fazla sinirlendirmiş olduğundan, bu terör kurumu onu şu veya bu yol­ la yok etmeyi düşünmüştür. 1918 senesi 13 Hazi­ ran gece yansı birkaç kişi Korolev oteline bir bas­ kın yapmışlar, Granddükü uykudan uyandırıp, Vi ­ layet Çekasından verilen vesikaları göstererek, ken­ dilerini takip etmesini istemişlerdir. Bu vesikalar­ da Mikhail'in derhal Perm'i terketmesi isteniyordu. Granddük bu adamların sözlerine inanmayıp, bir doktorun ve Çeka Başkanı Makov'un çağrılmasını i steyince, gelen adamlar kendisini zorla götürecek­ lerini söylemişler ; o zaman katip Yohnson kendisi­ nin de efendisiyle beraber gideceğini bildirmiş ; adamlar her iki « tutsağı» otelden çıkarmışlar ve getirdikleri arabalara bindirerek şehir yöresindeki ormana götürmüşler ve ikisini de arabalardan in­ dirip kurşuna dizmişler. Biz, Granddük Mikhail'in öldürülmesine dair bu malumatı Sovyet muharriri P. Bikov'un ismi yu-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

1 89

karıdaki notlarımızda anılan eserinden aldık ( sahi­ feler : 156-159) ; orada bolşevik muharrir, Grand­ dük Mikhail'i geceyarısı alıp götürerek, kurşuna di­ zen kimselerin bu işi kendiliklerinden yapan mesu­ liyetsiz şahıslar olduğunu ve mesul makamları yan­ lış yola sevketmek maksadiyle, işlerini bitirdikten sonra, Vilayet Çekasına ve Milis ( Polis) dairesine telefon ederek, birtakım meçhul şahısların gece ka­ ranlığında Korolev oteline gelerek, Mikhail Roma­ nov'u katibiyle birlikte Sibirya ulu yolu yönünde alıp götürdüklerini söylediklerini yazmaktadır. An­ cak eski Ural Sovyeti Başkanının bu sözleri elbette çok su götürür. Nitekim Bikov'un eserini Rusçadan Fransızcaya çeviren Prens Sidamon-Eristov, Bi kov'un bu iddiası münasebetiyle yazdığı bir notta Mikhail Romanov'un sorumsuz şahıslar tarafından öldürülmüş olması iddiasını çörütmeye çalışmakta­ dır. ( Aynı sahifeler ) . Aklar Perm civarında büyük bir özenle aramışlarsa da, Mikhail Romanov'un ce­ sedini bulamamışlardır ( 81 ) . 2. Alapayevsk'ta öldürülenler 1918 yılının ilkbaharında Yekaterinburg'da başka bazı Roma­ nov'lar da bulunuyordu, ki şunlardı : 1 ) Çariçe Aleksandra Feodorovna'nın ablası Elisabeth Feodo­ rovna (bu, yukarıda adı anılan Moskova Genel Va­ lisi Granddük Sergiy Aleksandroviç'in k arısı idi ) ; 2 ) İkinci Nikola'nın amca çocuğu Granddük Sergiy ; 3 ) Pren tvan (Jean ) ; 4 ) Prens Konstantin ; 5 ) Prens lgor ( bu üçü Granddük Konstantin'in oğulla­ rıdır) ; 6) Granddük Pavel ( Paul) 'un oğlu Prens Paley ve 7 ) Sırp Prenseslerinden Helena (82) . ·

-

( 81 ) P. Bıkov'un ayın eseri, sahife 167. ( 82 ) Bu sonuncu isim, benim elimdeki kaynaklardan Mos­ yö Glllard'ın eserinde bulunmuyorsa da, Bikov'u:n eserinde vardır. Fransızca tercemesi, sahife 161.


190

RUS İHTiı.ı\LiNDEN HATIRAIAR

Bu 7 Romanov, 20/5/1918 tarihinde Yekate­ ringburg'da tevkif edilerek, bu şehrin kuzeyinde takriben 160 km. mesafede bulunan Alapayevsk kasabasına götüriilmüşler ve kasaba dışında, fab­ rikalar semtinde bulunan ve « Kırdaki Okul» adını taşıyan bir binaya yerleştirilmişler. Granddüşesin daimi arkadaşı Rahibe Yakoleva ile Granddük Ser­ giy'in katibi S. Ramez de bunlara refakat ediyor­ du ; ayni yılın 18 Temmuz gecesi ( demek, Yekate­ rinburg faciasından yalnız 24 saat sonra) başka bir şehre götürmek bahanesiyle bu 9 kişi « Okul» bina­ sından alınarak, bir arabaya bindirilmişler ve ka­ sabadan 12-13 km. mesafede bulunan bir ormana götürülüp öldürülmüşlerdir. Cesetleri bir metruk maden kuyusuna atılmıştır. Aklar Urallara gelince bu cesetler araştırılmış ve 1918 yılı Ekim ayında meydana çıkarılmıştır. Kurşun izleri yalnız Grand­ dük Sergiy'in vücudunda göriilmüş ; ötekilerin na­ sıl öldüriildükleri açıkça anlaşılamamış ise de, tüfek dipçikleriyle dövülerek öldürülmüş oldukları

tah­

min edilmiştir. Bu cesetler ilk önce Alapayevsk bü­ yük kilisesine gömülmüş, sonra oradan

kaldırılıp,

Omsk'a götürülmüş ve 1919 yılına kadar orada kal­ dıktan sonra Granddüşes Elisabeth ile kemikleri Pekin Mezarlığından çıkarılıp,

rahibenin Kudüs'e

götürülmüş ve orada 1921 yılı Ocak ayı sonlarında merasimle toprağa verilmiştir ( 83 ) . Hatıralarımıza devam edelim : ( 83 ) Grandük Bikhail Aleksandroviç'in öldürülmesine dair bilgiler yalruz Bolşevik muharriri P. Bıkov'wı mezkür eserinden ( sahifeler: 156-160) Alapayevsk faciası hakkın­ daki malUmat ise, hem bu eserden, hem P. Gillard ile GI. Janin';m eserlerinden alınmıştır.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

191

BİR DAHA SİBİRYA'YA Kolçak ordulan çekiliş halinde Kolçak or­ dularının Kızıllara karşı 6/3/1919 tarihinde başla­ yan taarruzunun nasıl geliştiğini yukarıda « CEP­ HELERDE» başlığı altında kısaca anlatmıştık. Ni­ san ortalarında Ufa'yı alarak, batıya doğru ilerli­ yen ve Kama nehri boyunca yürüyerek, Kazan ili sınırlarını geçen Aklar, Kızılların İdil (Volga) sa­ vunma hattını ( Kazan, Simbir ve Samara şehirleri­ ni ) tehdit ettikleri gibi, Perm'den hareket ederek, Petrograd yönünden i lerliyen Sibirya askerleri de Viatka şehrini tehdit ediyorlardı. Sovyetçiler aynı zamanda kuzeyde Petrograd üzerine yürüyen Gl. Yudeniç'e, güneyde ise, Moskova yönünde hareket halinde bulunan Gl. Denikin'e karşı da savunmak ve savaşmak zorunda idiler. Gerçekten 19 uncu yı­ lın yaz aylarında Kızıllar üç yandan kuşatılmış du­ rumda ve büyük bir tehlikeyle karşı k arşıya bulunuyorlardı. Bununla beraber o zaman en tehlikeli cephe doğu, yani Kolçak cephesi olduğun­ dan, Sovyetler daha ziyade bu cepheye ehemmiyet vererek, her şeyden önce «Kolçak'ı ezmek » parola­ siyle olanca gayretleriyle örgütlenmeye koyul.muş­ lar ; Sovyet rejimine sadakatlerinden şüphe edil­ meyen işçilerden gönüllüler toplamaya girişmişler. Sovyet kaynaklarına göre, Komünist Partisinin ha­ raretli çağrısına icabet ederek, Petrograd ile Mos­ kova bütün komünistlerin beşte birini ve Meslek­ daşlar Birliği üyelerinin onda birini cepheye gön­ dermiş ; « Komsomol» ( Komünist Gençlik Birliği ) da en ileri gelen üyelerinden birkaç bin genci doğu cephesine yollamıştı. Gönüllü yazımı bütün şehirle­ ri kaplamıştı ( 84 ) . Çek generali Gayda'nın « Sihir-

( 84 ) lan,

«İstoıria S . S. S . R.« Prof. K. V . Bazileviç v e başkan­ c. 3, sahife 233, Moskova, 1943.


192

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

ya Ordusu» karşısında yenilmesi ile 24/12/1918 ta­ rihinde Perm şehrini Aklar'a terkeden 3 üncü Sov­ yet Ordusunu yeniden teşkilatlandırmak için Lenin tarafından Jozef Stalin ile, Umum Rusya Çekasının Başkanı «Altın Kalpli» Feliks Dzerjinsliy cepheye gönderilmişlerdi. Bu iki kişinin gayretleri neticesin­ de 3 üncü Orduya çekidüzen verilmiş ve taarruza geçilebilecek bir hale getirilmişti. Ufa yönünde sa­ vaşan Kızıl askerin başına ise, en muktedir iki Sovyet komutanı olan Fnınze ile, bugün Sovyet as­ keri edebiyatında ismi görülmeyen Tukhaçevskiy getirilmişlerdi. Üslerinden pek fazla uzaklaşan, cephe gerile­ ri de pek sağlam olmayan, arkada hazır ihtiyatları da bulunmayan, cephane, silah ve mühimmat ba­ kımından çok zayıf olan Kolçak ordularına karşı 1919 yılı Nisan aylarında artık Kızılların taarruzu başlamıştı. Mayıs sonlarına doğru Kazan cihetin­ den Kazan-Sarapul demiryolu ve Kama nehri bo­ yunca saldıran Kızılların bu bölgedeki Aklan şarka doğru geri sürdüklerini bizzat gördüğümü yukarı­ da anlatmıştım. Tuçhaçevskiy-Funze komutasın­ daki Kızıl askerler de 3/6/1919 tarihinde Ufa şeh­ rini geri almışlardı. Milli idareciler Bu münasebetle şunu da söylemek gerektir ki, mezkur yılın 17 Martında bu şehir Aklar tarafından alınınca bizim Kızılcar'daki « Milli İdare» üyeleri, Nisan ayı içinde olacak, Ufa'­ ya dönmüşlerdi. Ancak onlar orada yalnız bir ay kadar kalabilmişler ve Mayıs sonlanna doğru, da­ ra geldiklerinden, trene binemeyip, Ufa'nın doğu cihetinde bulunan bir maden imalathaneleri şehri olan Zlatous'a kadar arabalarla gitmek zorunda kal­ mışlar. Bu sefer « Diniye Nezareti» Başkanı Müftü Alimcan Barudi kaçamayıp, Ufa'da kalmıştır. Ufa'­ ya giren bolşevikler, nedense, Müftüye ve oradaki -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

1 93

diğer «Diniye Nezareti» üyelerine ilişmemişler. Ben 1920 senesi ilkbaharında Sibirya'dan Kazan'a dö­ nerken, Müftüyü Ufa'da sağ-salim bulmuştum ve « Diniye Nezareti » binasının üst katındaki dairesin­ de beraber çay içmiştik. Ufa'dan ayrılan «Milli İda­ re» üyeleri Zlatous'ta trene binerek, doğruca Omsk'a gitmişler, Kızıllar 13 Temmuzda Zlatoust'a da girmişlerdi . . . Bize de yol göründü Çek Generali Gayda' nın komuta ettiği « Sibirya Ordusu» nun savaştığı şimal cephesine gelince, bu ordu, Petrograd yönün­ de yalnız «Şimar demiryolU >> üzerindeki Glazov şeh­ rine kadar varabilmiş ve orada Kızıllar tarafından durdurularak, ric'ate mecbur kılınmıştır. Ben o sıralarda, yani 1919 yılının Haziranında yukarıda yazdığım gibi, Yekaterinburg'da Peda­ goji kurslarında öğretmenlik ediyordum. Derken, Perm şehrinin 30 Haziranda Kızıllar tarafından alındığı haberi yayıldı. Yekaterinburg'da hükumet kurumlarının boşaltılmasına başlandı, ve bizim kursların da artık devam edemiyeceği anlaşıldı. Herkes başının çaresine bakmakta serbest bıra­ kılmıştı. Ben ilk konak olarak Omsk'a gitmeyi dü­ şünüyordum. Yollara düşenler İstasyona gittim : Yığılan trenlerin haddi-hesabı yoktu ; vagonların en büyük kısmı, o zaman yolcu vagonu olarak da kullanılan, kırmızı renkli yük ve « at» vagonları idi. İstasyon binası ve etrafı askerler ve ta İdil ve Kama boyla­ rından akıp gelen ve zaten tıkanık olan yolları da­ ha fazla tıkayan sivil kaçaklar ile dolmuş bulunu­ yordu. Aralarında birçok Tatar Türkleri kıyafetin­ de olanları da vardı. Sırtına «kazaki» ( bir nevi uzun hırk a ) geçirmiş, başına yuvarlak ve basık börk (kalpak ) giymiş 50 yaşlarında bodur boylu ve sey-

-

Rus İhtilalinden Hatıralar: F: 13


194

RUS İHTİLALİNDEN .HATIRAIAR

rek sakallı birisi ayrıca dikkatimi çekti. Tel8.şlı-te- · laslı ileri-geri dolaşan bu yusyuvarlak adam biulen­ di. Yanına vardım, selam verdim ve konuşmaya başladık. Meğerse bu hemşehri ta Kazan ilindeki Çistay yöresinden ailesiyle birlikte kaçarak, bura­ lara kadar yuvarlanmış ve kendisi benim çok eski bildiklerimden muallim ve muharrir Zakir Kadiri' nin kayın pederi imiş . . . Yerini-yurdunu yüzlerce kilometre gerilerde bırakan bu adam ve benzerleri nereye gidiyorlardı ? Elbette bunu onlar kendileride bilmiyorlardı. Onlar için belirli bir hedef yoktu. Ortalıkta umumi bir ürkün ( panik ) hüküm sürüyordu. Hali-vakti ye­ rinde olanlar ; şu veya bu sebepten yeni rejimin ta­ kibatına uğrayanlar veya uğramaları muhtemel olanlar ; yahut da hiçbir suçları olmadığı halde Sov­ yet rejimini beğenmiyenler ve bu rejim altında ya­ şamak istemiyenler hep kaçış psychosuna tutul­ muşlar ; arkadan saldıran « düşman» önünde çeki­ liyorlar, kaçıyorlardı ; trenleri dolduruyorlar, yol­ ları tıkıyorlar, askerlerin ric'atını zorlaştırıyorlar­ dı. Kimsenin kimseden bir hüviyet kağıdı veya her­ hangi bir vesika sorduğu yoktu ; onun için Avrupa Rusya'sından Uralların doğu tarafına bir lav gibi dökülen bu insan kümeleri içinde Bolşevik ajanları­ nın ve Sovyet casuslarının bulunması da pek müm ­ kündü. Herkes Rusça konuşuyordu ; aynı memleke­ tin vatandaşları değil miydiler ? Kılık-kıyafetc;e de aralarında büyük fark yoktu . . . Zaten ucu-bucağı olmayan Sibirya ovalarmd� çekilme ve kaçma imkanları gayet genişti. Şimali Asya'nın Büyük Okyanus'a ( Pasifik'e) dayanan ke­ narı Urallardan daha binlerce km. uzaklarda bulu­ nuyordu. Kaçak siviller tam bir meçhulivet içinde idiler : Düzensiz hareket halinde bulunan bu ins3 n yığınlarını kimse durduramadığı gibi , onlara vazi-


RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

195

yetin nice olduğunu anlatan da yoktu. Kim bilir ? Belki bu Kızıl taarruzu bir yerde durdurulacaktı da, Aklar yeniden bir karşı taarru­ za geçeceklerdi ; Bolşevik orduları geri sürülecek­ ler, ve alabildiğine doğru yönünde kaçan bu barışse ver insanlar da geldikleri yollardan gensın-geri memleketlerine dönebileceklerdi . . . « Gün doğmadan meşime-i şepten neler doğar ! » . Bir insan büsbütün ümitsizliğe düşmedikçe onun için her şeyin mümkün görüleceği tabiidir . . . Ben de Yekaterinburg istasyonunda şuraya, buraya başvurup, bir trene binerek, Çilebi veya Tü­ men yönünde yola çıkmak imkanlarını soruştur­ dum. Umut pek zayıftı. Derken, istasyonda, şimdi kim olduğunu hatırlamadığım birisi «Zemstvo» 'nun şehirden at koşulan arabalarla ayrılacağını ve is­ teyen memurların da bu kafileye katılabileceklerini söyledi. Ben de «Zemstvo» kurslarının bir öğretme­ ni (demek, bir «Zemstvo» memuru) değil miydim ? kafileye Hemen gereken makamlara başvurdum, beni de almaya razı oldular. Yekat;erinburg'dan ayrılış Zannedersem, er­ a ) atlar koşulmuş tesi gün ( Temmuz iptidalarınd birçok arabalarla kafile halinde şehirden ayrıldık. İrbit şehri yönünde gidiyorduk. Kafilede birçok «Zemstvo» memurları ve bir de Rus lise öğretmeni vardı. Bunlar hepsi Ruslardı. Kafilede Müslüman ve Türk namına yalnız ben bulunuyordum. Batı Sibir­ ya topraklarında dümdüz bir ova üzerinden gidi­ yorduk. Şimal yazının en hoş günleri idi. Hava çok güzeldi : Fazla sıcak olmadığı gibi, yağış da yoktu.: Okşayıcı bir güneş çuvağları ( 85 ) altında sakin bir tabiat içinde açık ve temiz bir havada yol alır­ ken, vatandaşların ucu-bucağı bulunmayan engin -

( 85 )

Şua demektir.


1 96

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

bir memlekete sığmıyorlarmış gibi, amansızca kav­ ga etmelerine, dövüşmelerine ve birbirini öldürmele­ rine insan şaşıyordu doğrusu ! Şahsi durumumuz hiç de parlak değilken, kafiledekiler hepimiz bir kır safasına gidiyormuşuz gibi, şen ve neşeli idik : Ha­ limizin dramatik cihetlerini asla düşünmeyip, yal­ nız komik taraflarını hatırhyarak eğleniyor ve gü­ lüşüyorduk. Birçok Rus köylerinden geçiyorduk ( hiçbir Müslüman-Türk köyüne rastlamadık ) . Ka­ file bir köye girdiğinde köylüler bizi merakla ve dostça karşılaşıyorlardı. Ötede vatandaşlar bilmem neyi paylaşmayarak, birbirini öldüre dursunlar, bu­ radaki insanlar çok sakin, cana yakın barışçıl gö­ rünüyordu. Mola verdiğimiz köylerde uzun, sarı saçlı, yalın ayak çocuklar etrafımızı alıyorlardı. Bi­ zim lise öğretmeni hazan bu çocuklarla uzun boylu « pedagojik» musahabelere dalıyordu . . . İrbit'te Hafızam beni aldatmıyorsa, 200 km. lik yolu üç günde katederek, lrbit kentine vardık ve atlarımız ve arabalarımızla bir mektep avlusu­ na konduk. 1918 yılının Eylülünde Ka.zan'dan ayrıldıktan sonra 1921 yılının Eylülünde Fin kaçakçılarının bir kayığına binerek, gece karanlığında Kronştadt ka­ lesi yanından geçmek suretiyle, Finlandiya'ya çık­ tığım güne kadar geniş Rusya'nın çeşitli bölgelerin­ de, bazan kendi adımla, hazan müstear isimlerle, kılık-kıyafet değiştirerek dolaştım. Bu üç yıl için­ de hiçbir zaman, ve hiçbir yerde şu Yekaterinburg ile lrbit arasında yaptığım araba yolculuğu sırasın­ da geçirdiğim zevkli ve safalı anlara benziyen da­ kikalar yaşadığımı hatırlayamıyorum . . . Asri kız arayan imam İrbit'e gelir-gelmez İmam Zahid'i aramaya gittim. Kim umardı ki ben kendi ayağımla Batı Sibirya'nın ücra bir köşesin­ de bulunan lrbit'e gideceğim de, bilmem hangi ta-

-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

197

rihte Troyskiy şehrinde talebem olan Zahid Efendi ile karşılaşacağım. Bu Zahid Efendi Troyskiy'de «Resuliye» med­ resesinde fakir, pek mütevazi ve kendi halinde bir­ « şagird» ' ( talebe ) idi. 1903 senesi başlarında ben Troyskiy'den ayrıldım ; İstanbul ( ve mecburen Es­ kişehir, Afyon Karahisarı ve İzmir) üzerinden Mı­ sır'a gittim. Ben orada iken, birinci ( 1905 yılı) Rus ihtilali vukua geldi ; 1908 yılının yazında Rusya'ya döndüm ; 1909'un yaz başından 1910'un yazına ka­ dar Orenburg'da «Vakit» gazetesinde çalıştım ; 1910 un güzünden 1913'ün ilk yazına kadar Troyskiy'de öğretmenlik ettim ve aynı yılın yazında « Yulduz» gazetesinin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstüme alarak, Kazan'a taşındım. Troyskiy'den ilk ayrılı­ şımdan 10-11 yıl geçmişti. Ya 1913'te veya 1914'te idi, ki günün birinde Kazan'da şişmanca, tıknaz, yüzünden sıhhat fışkıran, ağırbaşlı, bir parça «Sa­ kil» adam intibaı veren ve tam manasiyle alafranga kıyafetli olan ve Müslüman Türk olduğu yalnız ba­ şına geçirdiği Kazanlılara mahsus küçük siyah ka­ dife «kelepuş» ten ( takkeden ) anlaşılan bir gençle karşılaştım. Bu şık genç kendisini « İrbit İmamı Za­ hid ! » diye tanıttı. Meğerse bu, vaktiyle Troyskiy'de « Resuliye Medresesi » nde benim talebem olan ve o devirde, « Cilen» ( bir çeşit cübbe ) , hırka ve mes taşıyan Zahid Efendi değil mi imiş ! ? Şaşa kaldım. Eğer ziyaretime gelip de, kendisinin kim olduğunu söylememiş olsaydı, katiyen bu adamın bizim öteki Zahid Efendi olduğunun farkına varamazdım. Me­ ğer bizim Zahid Efendi, ben Troyskiy'den ayrıldık­ tan sonra tahsilini bitirmiş, İrbit kasabasına imam olarak gitmiş, « terakkiperver» ve « asri» bir molla ( imam ) olmuş imiş. İşte bu, « asri» liğinden dolayı , hayat arkadaşı edinmek üzere, « asri» bir Türk kı­ zı arıyormuş. O günlerde Rus asri mekteplerinde


1 98

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

okuyan « modern» kızlar Kazan Türkleri arasında da nadir olduğundan, « asri» Molla Efendi her yaz izin alıp seyahate çıkarak araştırmalarına büyük bir ısrarla devam ettiği halde, böyle bir kız bulmakta epey zahmet çekiyormuş. Çünkü zaten bol olmayan « asri» Türk kızları, kıyafetçe pek « asri», düşünce bakımından pek « Cedidçi» olan bir İmam Efendi ile dahi evlenmeğe pek istekli değildiler galiba . . . Nihayet, Zahid Efendi aradığını bulmuş. Ev­ lenmek için « asri» kız arayan Kazanlı Türk gençle­ rinin talihi varmış ki, o sıralarda iç Rusya'daki Penza taraflarından bir dul kadın 5 tane kıziylc birlikte Kazana taşınmıştı. Bu kızlardan biri ( büyü­ ğü ) bir üniversitenin bilmem hangi fakültesini bi­ tirmişti, liselerde öğretmenlik ediyordu. İkincisi ge­ ne bir Rus mektebinde okumuş ve «Feldşer» ( Sıh­ hiye Memuru ) olmuştu. Üçüncüsü de, zannedersem, « Gimnazia» da ( Rus Lisesinde) okumuş ve olduk­ ça kültürlü bir kızcağızdı ; dördüncü ve beşinci kız­ lar da Kazan'da Rus mekteplerinde tahsillerine de­ vam ediyorlardı. Kızların hepsi « asri» olmaktan başka, boylu-boslu, ve biri istisna edilirse, güzelce bayanlardı. Bunlardan büyüğü Bakfı'de öğretmen­ lik ettiği sırada, sonraları eski müstakil Azerbay­ can Cumhuriyetinin devlet ve siyaset adamlarından olan bir zatla evlenmişti. Pehlivan yapılı ve kızla­ rın içinde en çirkini olan sıhhiye memurunu ise, Kazanlı, Dr. F. M. almıştı. Üçüncüsü, meğerse, bi ­ zim İrbit İmamı Zahid Efendiye kısmetmiş. Kalan kızlara da kısmet çıktığını ben sonradan öğren­ miştim. İmam ve eşi İşte, bu sefer Zahid Efendi dostumuzla İrbit'te karısiyle birarada daha bir de­ fa karşılaştım. İlk karşılaşmamız cami bahçesinde açık havada oldu, sonra evinde hep beraber çay iç­ tik : Eski hatıraları pek tazeleyemedik ; konuşula-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

199

�ak taze mevzular o kadar çoktu, ki m aziye dön­ meye asla ihtiyaç hissetmiyorduk. Zahid Efendi, belki de ahval dolayısiyle, fazla asabi görünüyordu. Boylu-boslu olan «Usta-bike» ( hoca kansı ) ben görmiyeli enikonu şişmanlamış olduğundan, daha ziyade «heybetli » gözüküyordu. Bilindiği gibi, yeni rejim, papazlarla hocaların barışmaz düşmanı idi. Bizden sonra oralara Kızıllar tekrar gelince bizim « Cedidçi» hocamızın hali nice olduğunu öğrenmek kabil olmadı. Acaba, o zaman kendisine « cedid» çi­ liğinin bir faydası dokundu mu ? Zannetmiyorum . Çünkü bu yeni rejimde hayat hakkı kazanmak için insana sadece « Cedidçi» ve «asri» olmak kafi gel­ meyip, «yeni nizam» ın hendesi olmak zarureti de vardır . . .

Meşhur panayır yeri İrbit, aslında bir çayın adı olup, kasaba da ismini ondan almıştır. Bu şe­ hir Yekaterinburg'un ( bugünkü Sverdlovsk'ın) ku­ zey-doğusunda 200 km. mesafede Perm-Tavda de­ miryolu üzerinde bulunmaktadır. Sovyet kaynakla­ rına göre, nüfusu 1926'da 11.732 kişi iken, 1933'te 23.500'e çıkmıştır ( 86) . !rbit 1633 senesinde ku­ rulmuş, ve başta bir kasaba iken, 1781 yılından beri Perm ilinin ilçe merkezi bir şehir olmuştur. Es­ ki kasabanın çevresinde istihkamları vardı ; 18'inci asırda II'nci Katerina zamanında vukua gelen «Pu­ gaçov İsyanı» günlerinde kıyamcıların saldırışları­ na karşı dayanmış, ve hükümdara sadakatından do­ layı kasabalıktan şehirliğe çıkarılmıştır. -

Eskiden İrbit bir şehir olmaktan ziyade, bütün Rusya mikyasında öneme malik bir panayır yeri ol­ makla meşhurdu. Coğrafi mevkiini pek iyi bilmedi­ ğimiz halde, hatta çocukluğumuzda «İrbit yermin( 86 )

«Bolşaya Sovetskaya Entseklopedia.»


200

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

kesi» ni ( 87 ) işitiyor ve « İrbit çiklewiği» ni yorduk ( 88) .

kırı­

Gerçekten, lrbit kasabasının Sibirya uluyolu ( Verkhotorye-Tümen-O'obolsk ) üzerinde bulunmas1 onu Rusya mallariyle Sibirya, Türkistan ve Çin mallarının karşılaşma noktası yapmıştır, ki burası gitgide ünlü bir mal mübadelesi yeri, ve şöhreti Rusya sınırlarını aşan bir panayır kenti olmuştur. Alış-veriş muamelelerinin ölçümü bakımından bu­ rası Avrupa Rusya'sının İdil kıyısında her yaz açı­ lan Nijniy-Novgorod ( Mekerce) panayırından son­ ra ikinci derecede bir panayır sayılıyordu . lrbit he­ nüz bir kasaba iken 1643 yılında orada panayır ku­ rulmaya başlamıştı. Panayır kışın muntazam su­ rette Rumi takvime göre 1 Şubattan 1 Marta ka­ dar bir ay devam ederdi . 19'uncu asrın 60'ıncı yıl­ larında bu panayır pek fazla gelişmişti. O yıllarda her panayır çağında 40-50 milyon rublelik ticari muamele yapılır ve 100 bin kadar tacir gelirdi. Buraya Avrupa Rusyasında her türlü mensu­ cat, deri ve sahtiyan mamulatı, tuhafiye eşyası, şe­ ker, demir, ve demirden yapılan eşya ; Sibirya'dan ise, başlıca av derileri, kısmen çiğ deri ; Ti.irkistan' - .

( 87 ) ccYerminke» sözü, Kazan Türkçesinde panayır de­ mek olup, gene aynı manaya gelen Rusça «Yarmarka» sö­ zünden bozulmuştur, ki bu söz de «senelik pazar» dem�k olan Almanca Jahrmarkt sözünden alıninıştır. Bunun böy­ le olduğunu Dil meseleleri üzerine yazdığım b:'r makalem­ de de söylemiştim ( «Ulus» gazetesi) . ( 88 ) Kazan Türkçesinde «Çildewük» fındık demekf<r. «İrbit çiklewüğü» ise, Kazancada Slbirya serd'inin ufak fıstığına verilen isimdir, ki bu :ısmin ona, İrbit panayın yoliyle gelmesinden dolayı verilmiş olduğu şiiphesizdir. Nitekim Astrahan yoliyle gelmesfuden dolayı Kazan'da ce­ vize de ccEçtirhan çiklevWügü.. denirdi,


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

201

dan yün-yapağı ve hah ; Çin'den çay, ipek v.s. ge­ . lirdi. Büyük Sibirya demiryolu yapıldıktan sonra, bir kenarda kalması yüzünden, İrbit'in ehemmi;reti azalmaya başlamıştı.

Sovyetlerde panayır yok Urallarda ve Sibir­ ya'da iç harp bitince, Sovyet Hükumeti «bütün Sov­ yetler Birliği ölçümünde önemi haiz olmasından do­ layı» İrbit panayırını diriltmiş idiyse de, 3 sene son­ ra ( « Sovnarkom » un 16/1/1925 tarihli karariyle ) böyle bir «Önem» İrbit panayırından alınarak, Ye­ katerinburg panayırına verilmiş ; İrbit yalnız mal­ halli panayır olarak kalmıştır. 1930 senesinde ise, ( göçebe ahali bölgeleri müstesna) bütün Sovyet­ ler Birliğinde Panayır denilen şey kaldırılmıştır. -

İrbit'te Müslüman cemaatı ve güzel kargir bir cami vardı. Bizim İrbit'ten geçtiğimiz sıralarda ( 1919 yılının Temmuz ipti d alarında) Zahid Efendi, işte, bu camiin imamı idi . . . Bizim Yekaterinburg'dan gelen kafilenin başı «Zemstvo» cuların bir müddet İrbit'te kalarak , olayların gelişimini bekliyeceğini söyledi. Benim za­ ten «Zemstvo» ile bir ilişiğim kalmamıştı. Bir an evvel Omsk'a varmam ve orada Kazan'daki «Ku­ rultay arkadaşım Fuat Tuktar'ı bulmam gereki­ yordu. Onun için araba tuttum ve yoldaşlarımla ve­ dalaştıktan sonra demiryolu hattına çıkmak ama­ ciyle Tümen şehrine gittim.

GEÇMİŞ ZAMANLAR Maziye bir bakış İrbit-Tümen arasındaki araba yolculuğu bana mazinin ve tarihin acı ve -


202

RUS İHT:iı.Aı.İNDEN llATIRAJAR

tatlı bir çok hadiselerini hatırlatmıştı ; bu topraklar da cereyan etmiş eski işler ve haller bir sinema per­ desinde imiş gibi, içgözümün önünden birbirini ko­ valayıp, geçip-geçip gidiyorlardı. Zihnen 16'ncı ve 17'nci yüzyıllara dönmüş ve düşünceye dalmıştım. Yolun iki yanındaki kırlar, ovalar, tepeler ve ağaç­ lıklardan, genelce tabiat görünüşlerinden ziyade, fikrimi bu diyarlarda bundan 3-4 yüz yıl önce ya­ şamış olan insanlar, onların hayatları, tabiat ve ahlakları ; işleri-güçleri ; kalkınmaları, ve düşmele­ ri ; özeniş ve yeltenişleri ; çarpışma ve çatışmaları ; yenmeleri ve yenilmeleri ve acıklı akıbetleri işgal ediyordu. Düşünüyordum : Bundan 3-4 asır önce buralarda Ostiak, Vogul denilen Fin uruğları ( ka­ bileleri ) ve kimi Türk kavimleri yaşıyorlardı, Rus­ lardan eser yoktu. Halbuki Yekaterinburg ile İrbit arasında hep Rus köylerinden geçtim ; şimdi ar­ kamda bir Rus şehri bıraktım ve gene· bir Rus şeh­ rine gidiyorum. İşte, Ruslar « Sihir» ülkesine şu be­ nim gitmekte olduğum yollardan sokulmuşlardı. Bu . Moskofların 15-16'ncı asırlarda şarka doğru yayıl ­ malarının devamından başka bir şey değildi . 16'ncı asrın ortalarında ise, Moskof Çarlığının doğu ve güney-doğu yönündeki genişleme ve yayılma ham­ lelerinin hızı artıyordu . Moskofların bu yönlerde yayılacağı sahalar hep Türk ülkeleri idi. İdil bo­ yunda «Altın Orda» devletinin parçalanmasından sonra teşekkül edip de, durmaksızın kendi araların­ da kavga eden küçük beğlikler ve hanlıklar Mos­ kof'a karşı Türk illerinin önkarakolları olup,

batı

tarafından gelen bu şiddetli baskıya karşı koymak­ tan geri durmadılarsa da, o zamana göre, iyi silah­ lanmış olan ve yeni harp usulleri kullanan Moskof askerlerinin saldırışlarına uzun

zaman

mazlardı. Rus tarihçisi Solovyov'un

dayana­

dediği

gibi,


RUS İHTll.ALİNDEN llATIRAIAR

203

« tüfek ve kurşunun yay ve oku yenmesi mukadder­ di. »

Yıkılan hailiıklar

İşte, bundan dolayıdır, ki 1522 yılının güzünde Kazan Hanlığı, 1556'da Astra­ han Hanlığı Moskoflar tarafından düşürülmüştü. Ruslar İdil ( Volga) nehrinin sol ( doğu ) sahiline geçmişler, ve bu suretle 16'ncı asrın ortalarında Türk ülkelerinin batı tarafındaki ön savunma ( İdil) hattı yarılmış bulunuyordu. Ancak Ruslar bu yön­ de şarka doğru pek çabuk ve kolay ilerliyememiş­ lerdi. Kazan şehri ve yöresi 1552 yılında alınmış idiyse de, henüz bütün memleket istila edilmiş de­ ğildi. Ülkede birçok Türk köyleri vardı. Kazan'ı müdafaa eden askerlerden bir kısmı Ruslara esir düşmeyip çekilebilmişler ve köylerdeki Türkleri ve başka yerlileri müstevlilere karşı ayaklandırmış-

lardı. Kazan'ı kurtarmak amaciyle baş gösteren bu hareket 1560 yılına kadar sürmüş ve Rusları bay­ iiden bayiiye uğraştırmıştır. Bu

yönde

Rusların

çok ihtiyatlı hareket etmeye mecbur oldukları şun­ dan da bellidir, ki İdil'in sol kıyısında ilk Rus şeh­ ri olan Samara'nın temeli yalnız 1586 yılında,

de­

mek Kazan'ın sukutundan 35 yıl sonra atılabilmiş­ tir.

Şimalden �virme hareketi

-

Buna

mukabil

Ruslar, şarka doğru ilerlemek için daha az

muka­

vemet gördükleri veya hiç mukavemete uğramadık­ ları başka bir saha bulmuşlardı, ki o da Kazan ül­ kesinin çok uzaklarında kuzeyde bulunan bir

saha

idi . Bu, ormanlık ve dağlık olan gayet geniş şimal ülkelerinde pek zayıf teşkilatlı ve dağınık bir hal­ de, çeşitli kabilelere ayrılmış

durumda ve sayıca


204

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

pek az olan Komi ve Ud (89 ) denilen Fin kavimle­ ri yaşıyordu. 13'ünci.i, 14'üncü ve 15'inci asırlarda talih arayan bazı girişken ( müteşebbis ) Ruslar ( ki bunların büyük bir kısmı Novgorodlular idi ) mede­ niyetin çok aşağı basamaklarında bulunan bu ka­ vimlerin yaşadığı ve tabiatça zengin topraklara so­ kulmuşlar : Çiftlikler, köyler, kasabalar, küçük şe­ hirler kurmuşlar ve Orta Çağ feodalleri gibi geçin­ meye başlamışlardı.

İstil8.run öncüleri Bunlar şarka doğru yü­ rüyen istila hareketinin öncüleri ; başkalarının top­ raklarına barış yoliyle sokulan sömürgeciler ( kolo­ nizatörler ) idiler. Bunlar o ülkelerde pek çok olan tuz göllerinden ; gayet geniş, içinden .geçilmez sık ormanlarda haddi-hesabı olmayan pahalı av derile­ rinden ve çeşitli madenlerden faydalanmak suretiy­ le büyük servetler elde ediyorlar ; ber�berlerinde kölelerini ( serflerini ) de getiriyorlar ; o ülkelerde Rus unsurunu çoğaltmaya çalışıyorlar ; saf, dince ve medeniyetçe çok geri olan yerliler arasına hıris­ tiyanhk yaymaya özeniyorlar, kiliseler açıyorlar, yani misyonerlik ile de uğraşıyorlardı. Yerlilerin hareketlerine karşı çok uyanık bulunuyorlar ; et­ rafta olup-bitenleri öğrenmek için malumat toplamakla da uğraşıyorlardı ; demek, Moskova Çarla­ rının bir çeşit siyasi ajanlığı ödevini de görüyorlar, ve topladıkları bilgileri Çarlara bildirmekten de ge­ ri durm.uyorlardı. Hulasa, bunlar bu ülkeleri « Rus-

( 89 ) Ruslar bunlardan b:ır:incisinin bi r kısmına «Zııian», öteki kısmına «Permiak» adlarını vermişlerse de, bu iki kısmın ikisinin de aynı dili konuşan ve kend! kendile­ rini «Komi» tesmiye eden tek bir kav� olduğu anlaşıl­ mıştır.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

205

laştırmak» uğrunda olanca gayretleriyle çalışıp-ça­ balıyorlardı. Bu kolonizatörler kademe-kademe Şimali Ural­ lara doğru ilerliyorlardı. Bu yürüyüş de Kazan ve Astrahan'ı alan Müdhiş (IV'üncü) İvan zamanında pek ziyade hızlanmış, çünkü onun hükumeti tara­ fından gereği gibi desteklenmiştir. Bunların bir miktar silahlı adamları ( « drujinaları» ) bulunduğu gibi, icabında onlara yardım etmek için Moskova'­ dan as�er de gönderiliyordu.

Stroganov'lar Müthiş İvan devrinde bu gibi sömürgecilerin en meşhurları Strganov'lar olmuş­ tur. Konumuzla ilgili bulunduğundan bunlar üze­ rinde bir parça durmak istiyoruz. Aslen Norgo­ rodlu ( 90 ) oldukları rivayet edilen Stroganov'lar 1517 senesinde şimaldeki ıssız Üstüg bölgesini kolo­ nize ettikten sonra, onlardan Grigoriy Anikiyev Stroganov 1558'de Kuzey Urallardaki Çusovaya ır­ magı kıyılarındaki toprakları v.s. yi işgal etmek için Çardan müsaade almış ve neticede Kama'nın yu­ karı akımında gayet geniş topraklar Stroganov'la­ rın eline geçmiştir. Oralarda birtakım kentçikler -

( 9D) Çarlık devrinde bir il merk�zi olan N()1Vgorod, eski­ den ( 13 üncü, 14 üncü ve 15 inci asırlarda) «Novgorod Velikiy» ( Büyük Novgorod ) l1smiyle tanınmış olan birçe­ şlt serbest şehirdi; geniş topraklan vardı ; şarka, Urallara doğru sömürgeciler ( kolonizatörler) yollardı . Şehirde .«Veçe» denilen b� nevi halk Meclisi vardı; lkniazlar (prens ler) bu Mecllstn fikJr ve kararlannı hesaba katmaya mec­ burdurlar, yani Moskova kniazları gibi, isted.tierini ya­ pabilen despotlar değildiler. Şehir, şimaldeld Alman ser­ best şehirleri BirDği demek olan Hansa ile geniş ölçümde alış veriş yapardı. Moskova kniazı III üncü İvan zama_ nında 1471-1479 yıllarında Moskova'ıun saldırışlarına karşı koymuş idiyse de, dayanamayıp, 1479 yılında kesin olarak, Moskova'ya ilhak edilmiştir.


206

RUS İHTiı.Aı.1NDEN HATIRALAR

kurulmuş ve şuraya-buraya 35 kadar Rus köyü serpilmişti. Tuz fabrikalan işletmeleri ve yerlilerle alış-veriş etmeleri yüzünden çarçabuk büyük ser­ vet edinmişler, ve silahşorlariyle yerlilerin isyan ha­ reketlerini bastırmak ve onlan Rus egemenliğine bağındırmak uğrundaki faaliyetleriyle de Çarın teveccühünü kazanmışlardı. Bu teveccühün netice­ si olmak üzere, onlara Çar tarafından, şehirler kur­ mak, kaleler örmek, yanlarında silahşör bulundur­ mak, top dökmek, ve Ural ötesi yerlileriyle savaş­ mak ve « Asyalılar» la gümrük resmi ödemeksizin alış-veriş etmek hakkı verilmişti. Tam o sıralarda Moskova Çarlığında geniş toprak sahiplerinin zulmünden bizar olarak, yerle­ rini-yurtlarını bırakıp kaçan bir kısım insanlar tü­ remişti, ki bunlara «Kazak» deniliyordu. « Kazak» mevcut hükumete boyun eğmek istemeyip, dağa çı­ kan adam demek olan Türkçe bir kelimedir. Bu gibi insanların şiarları Türkçe « ferman padişahın, dağlar bizimdir ! » sözünde ne güzel ifade edilmiş­ tir ! ! Bu Rus kazaklarından bir bölüğü Volga ( İdil ) kıyılarında yağma v e çapulculuk ile uğraşıyorlar, tüccar ve devlet gemilerini soyuyorlardı . . . Müthiş İvan bir yandan bu «Kazaklar» ın bir kısmını Mos­ kova'ya yakın bölgelerden uzaklaştırmak, onların soygunculuğundan kurtulmak, öte yandan onların yardımiyle yeni yeni topraklar zaptetmek maksat­ lariyle Stroganov'lara, bu «Kazaklardan i�tiyenle­ ri ücret mukabilinde kendi hizmetlerine almaya ve onları Urallar'da ve ötesinde yaşayan yerlilere kar­ şı kullanmaya müsaade etmişti (91 ) .

( 9 1 ) Stroganov'lar ailesine mensup olan Gr!goriy demet­ riyeviç Stroganov'un oğullan Nlkola, Aleksandr ve Sergi'ye 1 722 yılında Birinci Petro babalarının Devlete yaptığı mü-


RUS İHTiı..Aı.tNDEN HATIRAIAR

'2D7

TURA TVRK HANLIGI İsim meselesi Batı Sibirya'nın bu köşesinde kurulan Türk Hanlığının ismi, Şark kaynak­ larına göre, « Sihir» değil de, «Tura» dır. Tarihçi Zeki Velidi Togan diyor, ki : « Şiban Oğullarından Murtaza Han ve oğlu Köçüm Han, Tura memleke­ tinin imar ve iskanı yolunda çalıştılar. Tobol ve İr­ tiş havzalarında birçok yeni kaleler yapıldı. Bu ci­ hetten memleket de kale ve siper manasına gelen Tura ismini almıştır» ( Bugünkü Türkistan ve Ya­ kın Mazisi, sahifeler: 107-108, Kahire 1929 - 1940 ) . Köçüm Han'ın ve memleketinin ismi Abulgazi Ba­ hadır Han'ın « Şecere-i Türk» ünde de geçmektedir. Ancak bu eserin bizim gördüğümüz, Petesburg'da Demaison tarafından neşrolunan nüshasında bu isim yanlışlıkla « Turan» şekline dökülmüştür ( sa­ hife : 177) . Abul-Gazi Köçüm Han hakkında şu söz­ leri yazmaktadır : « Köçüm Han Turan vilayetinde ( yani Tura'da) kırk yıl padişahlık kıldı ve uzun yaşadı, nihayet, iki gözü kör oldu. Bin üç yılında Köçüm Han'ın elinden Turanı ( «Turayı» demek is­ tiyor ; eğer kelime gerçekten « Turan» olsaydı, bu, « Turannı» olmak icap ederdi : A. T. ) Orus ( Rus) aldı. Köçüm Han kaçıp Mangıt ( yani Nogay ) hal­ kının arasına karıştı ve Allah'ın rahmetine kavuş­ tu ( aynı sahifede ) . Burada gösterilen 1003 tarihi -

hirn' hizmetlerden dolayı baronluk payesi vermişti, ki bunlar Stroganov faınilyasmın üç kolunun uzak dedeleri­ dir. Stroganov ailesinden birçok tanınmış devlet adamları yetişmiştir. Ezcümle, kont Gr:�oriy Aleksandroviç Stroga­ nov ( 1770-1850) Türklye'de sefirlik etmiş ve bu memuri­ yeti sırasında Sırbistan'ın durumwıu iyileştirmek uğrunda çalışmıştır.'


208

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

elbette hicri tarihtir ve miladi 1594 tarihini karşı­ lar, ki Rus kaynaklarında gösterilen tarihlerden pek farklı değildir. Rahmetlik tarihçi Hadi Atlasi de « Sihir Ta­ rihi» adlı eserinde Abulgazi'nin Köçüm hakkındaki, bizim de şuraya naklettiğimiz sözlerini olduğu gi­ bi almış ve oradaki « Turan» şeklini de şöylece ka�ml ederek, bundan « Turan» adının bu toprak­ lara da şamil olduğuna dair bir tarihi faraziye bile çıkarmıştır (sahifeler : 9-14-175 ) ; Kazan 1912, « Ümid» Matbaası ) ; halbuki Abulgazi'nin «Turan'ı Orus aldı» cümlesindeki « Turan'ı» nın accusatif şekline dikkat etseydi, « yanlış» a dayanarak, «yan­ lış» nazariye kurmaya kalkışmamış olurdu. Galiba bu accusatif şekline Demasion da dikkat etmemiş­ tir. Moskova-«Sibir» münasebetleri Bugün «Ba­ tı Sibirya» adını taşıyan ülkenin en batı ve Uralla­ ra en yakın olan kısmında bulunan İrtiş, Obi, To­ bol, İşim, Tura, Tavda ırmakları ve bunların kol­ ları kıyılarında Ostiak, Vogul denilen Fin kavimle­ ri ve bazı Türk uruğları yaşıyordu. Bu ahalinin bir kıHmı yerleşik, bir bölüğü göçebe ve bir kısmı da serseri idi. Bunk•::- avcılık, şimal geyiği beslemek ve biraz da komşulariyle alış-veriş etmek ile geçini­ yorlardı. «Tura» Türkleri, hele onların Tobol ırma­ ğı kıyılarında oturanları, çiftçilikle iştigal· ederler­ di. Rus kaynaklarına göre, 1555 yılında, demek Kazan'ın sukutundan 3 yıl sonra buralı beğlerdc1c. Yatıker ( 92 ) , Kazan ile Astrahan'ın Moskoflar ta-

( 92 ) «Sib:J-,. tarihinilı en iyisini yaz;m P. Slovtsorv bu is­ min Tobal TürkçesindekJ teleffüz şeklinin böyl� olduğunu söylemektedir. ( «İstoriçeskoye obozrenie Sibiri» adlı ese­ rinde ).


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

209

rafından alınması münasebetiyle kutlamak için Müthiş lvan'a elçiler, armağanlar göndermiş ve Moskof Çarından, « Sihir» ülkesini de himayesi al­ tına almasını istemiştir. Moskof Çarı bu armağan­ ları «yasak» (haraç) diye anlamış ve Sibirlilere karşı Rus Çarının tebaaları imiş gibi muamele et­ meye başlamış ve unvanları arasına «Bütün Sibir'in Hükümdarı» ünvanını da ilave etmişti.

Köçüm Han Takriben 1563 yılında Şibani­ Jerden Köçüm Murtaza oğlu Yatıker'i öldürüp, bü­ tün « Sihir» topraklarını işgal etmiş ; İrtiş ve Tobol kıyılarında yaşayan Türklerin, «Baraba Tatarları» nın ve İrtiş Ostiaklarının hanı olmuştur. Köçüm başta Moskova Çariyle iyi münasebetlerini devam ettirmek istemiş ve hatta 1571 yılında Çara 1000 tane samur derisi hediye ile elçi de göndermiştir. Köçüm böylelikle Moskof Çarını oyalıyabileceğini zannediyordu. Hakikatte başında Köçüm'ün bulun­ duğu «Tura Devleti » eskisine nisbetle daha kuvvet­ li idi, çünkü hanın çeşitli kabilelerin başında du­ ran hısım-akrabaları da onu destekliyorlardı. Yeni Han gereği gibi kuvvet kesbedince Moskova'ya kar­ şı kafa tutmaya ve «Perm toprakları » na saldırış­ larda bulunmaya başlamıştı. Köçüm'ün Moskof nü­ fuzu altında bulunan bu topraklar üzerine yaptığı hücumlar, hazan Moskova'nın egemenliği altına düşmüş olan gayri Rus kavimler arasında da yan­ kılar buluyor ve onların Moskova memurlarına kar­ Kö­ şı ayaklanmalarını mucip oluyordu. Mesela, çüm'ün hareket ve faaliyetlerinin tesiri altında No­ gay Türklerinin Moskova hakimiyetinden kurtulma teşebbüsleri ve Kazan ülkesindeki Çirmişlerin ayak­ lanmaları vukua gelmişti. Köçüm, Moskova ile büs­ bütün bozuşmak istemiyor idiyse de, «Tura» da -

Rus İhtilalinden Hatıralar: F: 14


210

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

adamakıllı yerleşmek, bütün kabileleri birleştirip­ kuvvetli bir Türk devleti kurmak istiyordu. Türkis­ tan'la da münasebetlerini kesmiyor, oradan mane­ vi ve medeni kuvvet alıyordu ; Batı Sibirya'nın bu köşesinde İslam dinini yaymak suretiyle de birlik yaratmaya çalışıyordu. Gerçekten, 1570 yıllarında arasında· buralarda yerliler (yani gayri Türkler) lsıa.m dini epey intişar etmiş bulunuyordu. Kaderin ne garip cilvesidir ki, « Sibir» ülkesin­ de İslam dinini yapmak, ile uğraşmış olan Köçüm Han'ın Ali, Abul-Hayır ve Altanay isimli oğulları­ nın çocukları Moskova'da Ortodoks Mezhebini ka­ bul etmişlerdi. Bunlar Rus tarihinde « Sibirskiye» ( Sibiryalı ) diye tanınmış olan «Kniazlar« (Prens­ ler) ailesini kurmuşlardı. 1718 yılına kadar bunlar · «Tsareviç» ( Şehzade) ünvanını taşıyorlar ve Sa­ rayda bir dereceye kadar saygı görüyorlardı. Bun­ lardan Şehzade Valisiy Aleksandroviç Sibirkiy, De­ li Petro'nun oğlu Aleksey « meselesi » ne karışmış olduğundan, Sibirya'ya sürülmü.ştü. 1718'de bunun oğullarına «Tsareviç» ( Şehzade) Unvanını taşımak yasak edilip, yalnız « Kniaz» ( Prens) ünvanını ta­ şımalarına müsaade edilmişti . Onun torunu piyade generali Vasiliy Feorodoviç Sibirskiy, İmparator Pavel (Paul) zamanında Sibirya'ya sürülmüş, fakat l'inci Aleksandr zamanında Senato üyeliğine tayin olunmuştu. Bunun torunu Aleksandr Aleksandro­ viç Sibirskiy arkeolog olup, bazı eski paralara dair eserleri vardır. lvan Andreyeviç Sibirskiy ise, Mos­ kova Üniversitesinde Tıbbi Bilimler Profesörü idi.

Serüvenci Kazaklar 1572 senesinde, Müthiş İvan «Perm Ülkesi» ne baskın yapan yerlilere kar­ şı savaşmak için, yukarıda söylediğimiz gibi, Stro­ ganov'lara, istiyen seseri «Kazakları» toplayıp, si-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

21 1

lahlandırmaya müsaade ediyor. 1574 yılında ise, « Çarın yasak ödeyicilerini (haraçgüzarlarını) ko­ rumak amaciyle» Kazaklarını « Sibir» e yollamak için onlar artık kendileri Çardan izin istiyorlar. Çar bu teklifi kabul ediyor ve bu işle daha ziyade ilgi­ lendirmek ve meraklandırmak için onlara Tobol nehli ve kolları sahillerinde kasabalar kurmak, boş topraklara kendi adamlarını yerleştirmek ve oranın topraklarından ve sularından faydalanmak hakkı­ nı bahşediyor. Anlaşılan, aralarında birlik olmadı­ ğından 1579 senesine kadar Strovganov'lar kendi­ lerine bağışlanan bu imtiyazlardan istifade edeme­ mişler ; yalnız aralarındaki ihtilaf kalktıktan son­ radır, ki İdil kıyılarında soygunculukla uğraşan « Kazak» sergerdelerinden Yermak Temofiloğlu'nu çağırmışlardır. Bu suretle Moskof Çarının da ona­ . ması üzerine, tüccar yağmacılarla eşkiya soyguncu­ lar elele vererek, « Sihir» seferine çıkmaya karar vermişlerdir.

Müthiş İvan ve Tura Tura Devletinin bü­ yümesi ve kuvvetlenmesi, elbette, Moskova'nın ışı­ ne gelmezdi ; çünkü bu, onun Şarka doğru yayılma­ sına ve bugünkü tabirle, emperyalist emellerine bir engel teşkil edebilirdi. -

\ Müthiş İvan, Sihir ülkesini ele geçirmek uğrun­ da türlü türlü çarelere başvuruyordu : Fermanlar, elçiler v.s. gönderiyor, tehditler savuruyor ; çekici vaidlerde bulunuyor, fakat bunlardan hiçbir netice alamıyordu. Köçüm Han, sıkışık durumlara düştü­ ğünde Moskova'ya boyun eğer gibi görünüyor ; hal­ ler değişince, onun da Moskova'ya karşı muamele­ si değişiyordu : Elçiler koğuluyor veya öldürülü­ yor ve Perm iline saldırışlar başlıyordu. İşte, Moskova Çarının başaramadığı işi Şark


212

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

ülkelerini zaptetmek hedefinin öncüleri olan gırış­ ken tacirler ( Stroganov'lar ) ile sertivenci ( 93 ) eşki­ ya Kazaklar elele vermek suretiyle başarmak isti­ yorlardı.

Yermak'ın baskını - İdil kıyılarında yağma ve soygunculuk ile meşgul olan bir kısım Kazak­ ların sergerdesi olan Yermak Temofiyoğlu Stroga­ nov'ların çağrısı üzerine 540 koldaşiyle beraber Urallara gelmiş ve « Sihir» macerasına çıkmadan bu zengin tacirlerin yanında iki yıl kalmıştır. O günlerde yerliler henüz gereği gibi itaat altına alın­ mış değildiler Arasıra müstevlilere karşı ayaklanı­ yorlar ve onların rahatını kaçırıyorlardı. Yermak ve arkadaşları Stroganov'lara Vogullarla savaşmak hususunda da yardım etmişlerdi. Stroganov'lar « Permiak» denilen Komilere ve «Ud» lara ( Votiak­ Ar'lara ) karşı da müfrezeler gönderiyorlardı ki Yermak'ın bu savaşlara da katılmış olması muh­ temeldir. 1581 senesi 1 ( 14 ) Eylülde Stroganov'lar Yer­ mak'ı, Kazaklariyle birlikte, « Sihir» i açmak ( 94 ) için yola çıkmışlardı. Bu Kazaklara Karelyalı ve Litvanyalı esirleri de kattıktan sonra hepsi 840 ki-

( 93 )

Sergiizestçl. maceraperest.

( �4 ) Fethetmek: Kimi içre oldurup İla suvun keçtimiz Uygur taba başlanıp Mınğlak ilin açtnruz. Yani: Gemiye binerek, Ila ırmağını geçtik; UYgur'a doğru yöne­ lerek Mınglak memleketini fethettik ( Kişgarlı Mahmud Divanı, c. III sahife 178 ).


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

213

si olmuştu. Bunlar ateşli silahlarla ve yiyeceklerle donatılmışlardı. Kazaklar « Sihir Hanlığı» üzerine yü rüyorlardı, ve Hanlığın sınırı olan Tura ırmağına kadar hiçbir mukavemet görmemişler ; yalnız bu ır­ mağın kıyılarında yarı yerleşik Ostiaklarla Vogul­ ların ubalannı bulmuşlar, ve vukua gelen çarpış ­ mada yerliler yenilmişlerdi. Yermak güneye doğru ilerlerken, Tobol ırmağının ağzında karşılaştığı Türk müfrezesini de dağıtmış, ve artık İrtiş nehri boyunca Hanlığın başkenti olan İsker şehrine doğru yürümeğe başlamıştı. 23 Ekimde ( 5 Kasımda) Kö­ çüm'ün kendilerini başkent yöresinde beklediğini duyunca korkarak geri dönmek istedilerse de, Yer­ mak bırakmadı. Savaş başladı. Köçüm yenildi ve çekildi : Kazaklar boş kalan başkente girdiler. Ancak Köçüm Han, başkentin düşmesiyle Jp­ lıcını kınına koymadı ve Yermak'a teslim olmadı ; İşim bozkırlarında ahaliyi ayaklandırmaya ve Rus­ lara karşı mücadeleye kandırmaya ( 95 ) girişti ve Yermak'ı takibe koyuldu. Nihayet 1584 yılının 6 ( 1 9 ) Ağustosunda bir baskın yaparak, Rus Kazak­ larının çoğunu kılıçtan geçirdi. Yermak canını kur­ tarmak için kendini suya attı ise de, sahile vara­ mayıp boğuldu. Kılıç artığı Ruslar, başlarında Glu­ kov adlı birisi bulunduğu halde İrtiş ve Obi nehir­ leri boyunca kuzeye doğru kaçtılar, Ural dağlarını aştılar ve bugünkü Arkhangel ili toprakları üz.? ­ rinden Moskova'ya ulaştılar.

Tura'nın akıbeti İşte, Rus tarihçileri tara­ fından kendisine « Sibir Fatihi» Unvanı verilen Yer­ mak'ın uğracası böylece başarısızlıkla gitmiş w -

( 95 )

Teşv'.k etmeye.


214

RUS İHTİLALİNDEN HATIRAIAR

Rusla·r için « Sibir» kaybedilmiş idiyse de, bu, geçi­ ci bir haldi. Çünkü Yermak'ın bu yenilgisinden son­ ra Moskova Hükumeti « Sibir Davası» ndan vaz­ geçmemiş, belki o da davayı daha fazla özenle ele almış : Oraya voyvodalar komutası altında art-arda asker sevketmiştir. 1591 yılında Voyvoda Masalkiy Koltsov ile vukua gelen bir çarpımada Köçüm daha bir kere yenilerek, İrtiş boyunca güneye çekilip gitmişti . Fakat o, arasıra Rus askerlerine saldır­ maktan da geri durmamıştır. Ancak 1595 yılında o, Voyvoda Domorjirov tarafından « Sihir» toprakla­ rından uzaklaştırılmış ; lakin iki yıl sonra Tura ka­ lesindeki Ruslar bir daha Köçüm'ün hücumuna uğ­ ramışlardı. 1598 yılında Voyvoda Voyikov komuta­ sı altındaki Rus askerleriyle olan savaşta Köçüm ' ­ ü n askerleri büsbütün kırılmış, v e ailesi tutsak edi­ lerek Moskova'ya gönderilmişti. Han kendisi Obi nehrine atlayıp kurtulmuş, bozkırlara sığınmış ve orada ırkdaşları Nogaylar tarafından öldürülmüş­ tür, deniliyor. Demek, Tura Hanlığı, Yermak'ın « Se­ fer» inden ancak 18 yıl sonra Rusya'ya nihai suret­ te iltihak edilebilmiştir. Şimdi kendi hikayemize dönelim.

OMSK YOLUNDA Bir öğretmen çift;çi İrbit'ten ayrılıp da, yol­ da bir hayli toz yuttuktan sonra aynı gün geç va­ kit Tümen'e vardım. Şehrin büsbütün yabancısı ol-

duğumdan, Kızılcar'da tanıştığım ve benim

gibi

bir «mülteci» olan Muallim Rauf'u aramaya koyul­ dum ve buldum. Genç karısiyle birlikte beni çok iyi kabul ettiler ve araba yolculuğu sırasında

toz­

toprak içinde kaldığımı görerek, şimalde, mutad olduğu üzere, bahçede ayrı bir binada bulunan hu -


RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

215

susi hamama gönderdiler. Hulasa, bunlar bana ger­ çek bir konukseverlik gösterdiler. Muallim Rauf, Avrupa Rusya'sında, İdil kıyı­ sından bir parça içeride bulunan Simbir ilinin bir ilçe özeği olan Buwa ( Buinsk ) şehri civarındaki bir köyün imamı ve ahundu Abdüsamed Şehidullah Efendinin oğlu olup , millet ve cemiyet işleriyle ala­ kadar olan açık fikirli bir gençti. Ufak - tefek bazı hikayeler ve piyesler de yazıp bastırmıştı. Konuşkan, atılgan ve girgin bir kimse intibaı veriyordu. Baş­ ka birçok aydınlar gibi, o da memleketini terkede­ rek, Şarka doğru hareket etmiş, ve buralara kadar gelmiştir. 1919 yılının kışında mülteci ( Milli İda­ re ) nin Kızılcar'da topladığı kurultaya Tümen tem­ silcileri arasında gelmişti, ki ben de kendisiyle işte o zaman tanışmıştım. Memleketinde başka bir ka­ rısı bulunduğu halde, Tümen'de kendisi gibi öğret­ men olan boylu - boslu, kara gözlü, kara kaşlı bir kızla evlenmişti. Eski Rusya'da Müslümanlar için, polygamie (birden fazla karı almak ) kanunen ya­ sak değildi ; bu artık her Müslüman erkeğin fazilet ve ahlak derecesine dayanan bir işti.

Tiimen şehri Eski «Sihir Hanlığı» toprakla­ rında bulunan Tümen şehri hakkında kısaca ma­ lumat vermek belki faydasız olmaz. -

«Tümen », aslında Türkçe bir kelime olup, ora­ daki bir ırmağın adıdır. Şehir, bu ırmağın Tura'ya döküldüğü yere kurulduğundan, bu ismi almıştır. Eskiden burada «Çengi - Tura» adlı bir Türk şehri varmış. Bu eski şehirden yalnız bazı hendekler, tabyalar gibi izler kalmıştır. Tümen şehri, eski şeh­ rin yerine Ruslar tarafından 1581'de kurulmu� ve « Sihir» topraklarında ilk kilisede burada dikilmiş­ tir. Şehir, Tura ırmağının her iki yakasını tutmak-


216

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

tadır. Batı Sibirya'da idari bölüş yapılırken, Tü­ men'in hissesine Tobolsk «gubernia» sının ( vilaye­ tinin ) bir ilçe merkezi olmak düşmüştür. Asya sınır­ larında kurulan başka bazı Rus şehirlerinde oldu­ ğu gibi, burada da 100 dükkanı içine alan bir çar­ şı vardı. Büyük Sibirya demiryolu yapılmadan ön­ ce Rusya'dan Sibirya'ya giden göçmenlerin önem­ li uğrağı da burası idi, ki burada göçmenlerin sıh­ hi durumuna bakan bir servis de bulunuyordu. Si­ birya demiryolu açılınca bu ödevler başlıca Çilebi şehrine verilmiştir. Tümen'de sürgün işlerine ba­ kan bir « Prikaz» ( idare merkezi ) vardı, ki Rusya'­ dan Sibirya'ya sürülenlerin hepsi burada tescil olu­ nur ve gidecekleri yerlere buradan gönderilirdi. Tümen'de Tura nehri kıyısında vapur iskele­ leri de vardır. Sular bol olduğu zaman vapurlar kuzeydeki İrbit'e kadar gider ; bütün yaz ise ( ku­ rak yıllar müstesna) güneydeki Tomsk, Omsk, Bar­ navul ve Semipolat şehirlerine kadar işlerdi. Son zamanlarda şehirde birtakım fabrikalar ve işleme yerleri de bulunuyordu. Bu şehirde dericilik 17 nci asırda buralara Türkistan'dan gelerek yerleşen ve Ruslar tarafından kendilerine « Bukharets» ( Buha­ ra'lı ) adı verilen Özbek Türk tacirleri tarafından geliştirilmiş ve burada halıcılık da onlar eliyle meydana gelmiştir. Şehir ahalisinin çoğunluğu Ruslar olmakla be­ raber, yerli ve Kazan'lı olmak üzere, birçok Müs­ lüman Türkler de yaşıyordu. İçlerinde oldukça zen­ gin tacirler de bulunuyordu. Kilise kuleleri ile bira­ rada cami minareleri de yükselmekteydi.

«Başa gelen çekilir» Tümen'de iki gün k::ıJ­ Omsk'a dıktan sonra evsahipleriyle vedalaşarak, -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

217

gitmek için eşyalarımı sırtlayıp demiryolu istas­ yonuna gittim. Bir de ne göreyim, benim bir hafta kadar önce Yekaterinburg'da bıraktığım kırmızı vagonlardan teşekkül etmiş hesapsız «eşelonlar» ( trenler) artık Tümen istasyonunu doldurmuş bu­ lunuyordu, vagonlar sivil kaçaklarla dolmuştu. Lo­ komotifi istim üzerinde bulunan bir trenin bir va­ gonuna atladım ( bilet filan almaya lüzum yoktu ; gfı.ya devlet hesabına seyahat edecektik . . . ) . Gittik. Fakat İşim şehrine varınca bu trenin orada kalaca­ ğını ve daha ileri gitmiyeceğini bildirdiler. İndik. Bir müddet sonra harekete başlayan trenin bir va­ gonunun sahanlığına eşyalarımı attımsa da, ken­ dim binemedim. Yani eşyam seyahate çektı, ben platformda kaldım. O zaman bütün « mal-ü mül­ küm» şu giden çantalarla sepetlerdeki çamaşırlar­ dan ve bazı esvaptan ibaretti ; bazı dağınık evrakım, notlarım ve hatıra defterlerim de eşyalarım ara­ sında bulunuyordu. Bunların kaybolması benim için hasarların en büyüğü olacaktı . . . Elim böğrümde kaldı. Ne yapmalı ? Benim €1Şyalarımı götüren tre­ nin numarasını öğrenmekten ve şimdicik İşim is­ tasyonundan hareket eden filan numaralı trenin bir vagonunun sahanlığında sahipsiz eşya gittiğini ile­ rideki ilk istasyon şefine telefonla haber verdir­ mekten başka yapılacak bir iş kalmamıştı. Bu ışı yaptım ve birazdan başka bir trene atladım. (Tren­ ler gayet çoktu, « eşelonlar» birbirini kovalıyordu : Sibirya Hükumetinin Ural şehirlerinden boşaltılan memurların arşivlerini, geriye alınması gereken as­ kerlerini, başıbozuk mültecileri - kaçakları Oms yö­ nünde alıp götürüyorlardı ; bu trenlere o zaman « eşelon - echelon» derlerdi ) . Bir kırmızı vagonun sahanlığında ayakta kır havası alarak, kah ıslık çalarak, kah aklıma esen havalariyle Kazan Türk « takmakları» nı ( manilerini) söyliyerek, eşyalarımı


218

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

alıp - götüren trenin arkasından gidiyordum. O tre­ ne yetişince eşyaları mı bulacaktım , yahut «hava mı alacaktım» , henüz belli değildi. Tabii, pek zayıf bir umut ile olsa da, eşyalarımı bulacağımı umu­ yordum. Umut dünyası ! İlk i stasyonda şefe baş­ vurarak kendisine eşyalarım hakkında telefon edil­ diğini bildirip, bu eşyanın ne olduğunu sordum. Eş­ yanın kondoktörlerin elinde bulunduğunu haber verdi. Bu, ilk muvaffakiyet idi : Eşyamın izini bul­ muştum ; buradan hareket ettik. Trenimiz bir is­ tasyona gelince durdu. İlerideki istasyon «echelon» larla dolu ve tıkanık bulunduğundan, bu trenin bu­ rada yolun açılmasını bekliyeceğini ve ne zaman kı­ mıldayacağının da belli olmadığını söylemesinler mi ? Gene istasyon şefine müracaat edip, filan numaralı trenin nerelerde bulunduğunu sordum. Önümüzdeki istasyonun yakınında, kırda durduğunu söyledi . Al­ laha şükür, trenin yerini öğrenmiş ve ona bir parça yaklaşmış bulunuyordum. Vakit kaybetmek doğru olmazdı.

Tabiatın kucağında Onun için, gece karanlı­ ğına bakmadan, önümüzdeki istasyona doğru yürü­ meye başladım. Gece serindi, yaya yürümek ıçın hava çok elverişli idi ; üzerimde yüküm de yoktu. Demiryolunu takip ederek, düm-düz bir ovada gidiyordum. Şurada-burada sazlı-kamışlı göl­ lere, gölcüklere de rastgeliyor, ve oldukça hızlı yürü­ düğümden, ağzım kuruyor ve göllerden avuç - avuç su içiyordum. Durgun sularda mikropların çok bulunduğu «nazariye» sine ehemmiyet verecek bir durumda değildim. Su kuşlarının sazlıklardan yük­ selen sesleri saf ve sakin havayı çınlatıyordu. Bu hoş avazeler geniş ova ortasında, gece karanlığın­ da yapa - yalnız yürüyen benim garip gönlümden ıssızlığın verdiği vahşeti hafifletir gibi oluyordu. -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

219

Nihayet, tan yeri ağarmaya başladı ; arkasından gün doğmasını haber veren gözalıcı erguvani renk­ ler yükseldi ; ova üzerinde şafak sökmesini, gün do­ ğuşunu seyretmek herkese nasip olmayan bir maz­ hariyet sayılabilir. Yüce tabiat'ın bu ululuğu, bu güzelliği önünde yalnızlığımı, tasalarımı, üzüntü­ lerimi, can - sıkıcı düşüncelerimi unutmuş ve bü­ tün cihana gözümün önündeki tan yerinin erguva­ ni renkleri üzerinden bakmaya başlamıştım. Ortalığa yayılan aydınlıkla beraber uzaklardan gözükmeye başlayan istasyon su deposunun kulesi beni bu yüce tefekkür aleminden bayağı ve aşağı­ lık yer dünyasına attı, ve beni bekleyen veya başka ellere düşerek benden uzaklaşan mütevazi çantala­ rımı ve sepetlerimi hatırlattı. Adımlarımı hızlandır­ dım . Kule gittikçe bana yaklaşıyordu. Gün de doğ­ du. Artık istasyon dışında kırda duran ve bana bir « Arzı mev'ud» gibi görünen tren vagonlarının te­ kerlekleri bir dizi kocaman halkalar gibi gozume Yolcular sanki ilişmeye başladı. Trene ulaştım. memlekette amansız bir iç harp devam etmiyor­ muş ; sanki Tabiatta benim temaşa etmeye muvaf­ fak olduğum ululuklar ve güzellikler hiç yokmuş gibi, derin gaflet uykusu içinde idiler . . .

Züğürt sevinci Vagon sahanlığında uyuyan bir memuru uyandırıp , eşyalarımı sordum. Yarı uyanık bir halde, kondoktörlerin vagonunda bulun­ duğunu söyledi ve o servis vagonunu gösterdi, ve hemen sözde yatağına yıkılıverdi. Ben kondoktÖrle­ rin bulunduğu kırmızı yük vagonunun makaralar üzerinde açılıp - kapanan hantal ve ağır, yekpare kapısını sağa doğru öyle bir hızla çektim, ki şid­ detle açılan kapının yaptığı gürültü ve sarsıntıdan, kondoktörler neye uğradıklarını bilmeyip. hemen -


220

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

başlarını kaldırmışlardı. Ben ise, kapı açılır - açıl­ maz, eşyanın içeride durduğunu gördüm ve ata bi­ nen çocuk gibi sevindim. Vagonda bol « piçen» ( ku­ ru ot ) serilmiş, boş seki vardı. Kondoktörler iyi ve halden anlayan insanlarmış, ki orada kalmama ve hemen yatıp uyumama razı oldular . . . Artık bu Rus kondoktörlerle ahbap olmuştuk ve ta Omsk ya­ kınlarına kadar onlarla bu vagonda seyahat ettim.

Yeni tip hocalar Trenimiz Omsk istasyonu­ na kadar gitmedi ; yolun açılmasını bekleyip, küçük bir istasyonda kaldı. Şehir yakındı. Ben bazı yol­ daşlarla birlikte araba tuttum da, Omsk'a gittim ve orada İmam Gimuş'un evine indim. Ancak kendisi­ ni pek görmek istediğim Fuat Tuktar'ı bu şehirde bulamadım : Benim gelmemden yalnız 3-4 gün evv0l Uzak Doğu'ya gitmişti. Buna karşılık Ufa'dan kar,­ mış olan İmam Mubarekşah Hanefi'yi orada bul­ dum. Bu mollayı eskiden de tanıyordum. Uzun boy­ lu, bir parça çiçek bozuğu, karayağız bu hoca, hoş­ sohbet, candan, iyi kalbli, şair tabiatlı, oldukça saf bir kimse idi. Orenburg'da çıkan « Şura» dergi­ sinde alkollü içkiler aleyhinde yazdığı seri makale­ lerini de görmüştüm. Fakat sonradan anladığıma göre, « ele verir talkını, kendi yutar salkımı» dedik­ leri gibi, alkol aleyhinde şiddetli makaleler yazan şair tabiatlı bu molla, dem çekmeyi pek se•ıiyor­ muş. (Kendisiyle sonraları bir kış havası içinde Tomsk'ta daha bir kere karşılaşmış, ve neşeli « ısın­ ma» bezmleri tertip etmiştik ; « Şura» daki « ayıklık » yazıları devri artık çok gerilerde kalmıştı) . -

Aslen Kazan ilinden olan Gimuş Mollayı ise. ben yalnız 1919 senesi kışında Peterpavul (Kızıl­ car ) da görmüştüm, onun için kendisini az tanıyor­ dum. Bu kişi artık Omsk'a gelip orada imam olmuş-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

221

tu. Bu iki mollanın «harp zamanı» ticareti ile uğ­ raşıp, bir parça sermaye edindiklerini de söylerler­ di. Bunlar, başka birçokları gibi, yeni tip hocalar­ dı : Terakkiseverdiler ; dünyanın gidişlerinden ha­ berli idiler ; gazete okurlardı ; birçokları Rusça da bilirlerdi ; din ve şeriatin dış kabuğuna pek o kadar ehemmiyet vermezlerdi ; «ham sofu» değildiler ; kı­ yafetçe de eski hocalara benzemezlerdi ; kadın me­ selesine nazarları da tam Şarkvari değildi. Tümen ile Omsk arasında geçirdiğim oldukça meşakkatli yaya, tren ve araba yolculuğundan son­ ra bu iki «müteceddid» molla ile birlikte 2-3 gün çok hoş ve güzel vakit geçirdim ve dinlendim . Geniş cephe üzerinde karşı taarruza geçen ve durmadan ilerliyen Kızılların :ialdırışları karşısında, Kolçak Hükumetinin merkezinde o sıralarda son de­ rece sinirlilik hüküm sürmesi pek tabii idi. Omsk devlet adamları ve yabancı devletlerin ajanları, belki daha o zaman valizlerini doldurmaya başla­ mışlardır . . .

SİBİRYA'NIN İÇLERİNE DOGRU Bir «dönüm noktası» Omsk şehrinde kal­ makta benim için hiçbir mana ve maksat yoktu. Za­ ten ben, daha Yekaterinburg'dan ayrılırken kararı­ mı vermiş, ilk hedef olarak, Tomsk şehrini seçmiş­ tim. İç savaş çephelerinin çok gerilerinde bulunan ve eski bir üniversiteye malik olan bu şehirde bir müddet eğlenip, biraz kitap okumakla ve düşün­ mekle meşgul olmak i stiyordum. 1918 yılının Ey­ lül iptidalarından, yani Kazan'dan ayrıldığım gün­ den, beri, demek, bir seneye yakın bir zaman içinde, bir yerde adamakıllı oturup, kitap okuduğum, bil-


222

RUS İHTİı..Aı.i:NDEN llATIRAIAR

gimi arttıracak şekilde fikriyatla uğraştığım yok­ tu. Günlerimizi hep kitapsız kasabalarda, soğuk odalarda ve zahmetli yolculuklarda geçirmiştik. Şimdi artık «politika» ile de uğraşamıyorduk : Ale­ ni faaliyetimiz sona ermişti ; herhangi bir gizli ör­ gütümüz de yoktu. Rusya iç savaşının bitmesiyle dünya bitmeyeceğinden, Kızılların üstün gelmesiy­ le de, cihanda fikir ve medeniyet hareketleri dur­ mıyacağından, istikbali düşünmek, bilgi ve fikir bakımından sönmemek, Sibirya çöllerinde donup kalmamak gerekiyordu. Mümkün olduğu kadar bu dağınıklıktan kurtulmak, kendimi toparlamak, ya ileriye veya geriye doğru bir hamle yapmak isti­ yordum. Artık, Büyük Sibirya demiryolu hattının rayları üzerinde bu geniş memleketin, Nansen'nin tabiriyle söylersek, bu « İstikbal Ülkesi» nin içerile­ rine doğru gidiyordum.

Büyük Sibirya hattı Büyük Sibirya demir­ yolu ! İnsan irade ve bilgisinin, azim ve emegının meydana getirdiği muazzam eser ! « Sibirya demir­ yolu» adını taşıyan yol, yukarıda kendisinden bir parça bahsettiğimiz Çilabi ( Nsk) şehrinden baş­ lar ve Pasifik (Büyük Okyanus) kıyısındaki Vladi­ vostok limanına kadar uzanır. Bu yol, Rusya ve Avrupa demiryolları vasıtasiyle Pasifiği Atlas Ok­ yanusuna ( Atlantiğe ) bağlamaktadır ; yani Fran­ sa'nın Atlas Okyonusu kıyısındaki bir limanda tre­ ne binen bir yolcu, ta Büyük Okyanus sahilindeki Vladivostok'a kadar bir demiryolu seyahati yapa­ bilecektir. -

Çilabi'den Vladivostok'a kadar olan demiryo­ lunun uzunluğu 5.641.595 km. olup, yapılması 1891


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

223

yılının yazında başlamış ve 1899 senesinin sonla­ rında bitirilmiştir. Buna göre dokuz yıla yakın bir müddet içinde yapılıp bitmiş, demek, her yıl ortala­ ma 625.329 km. yapılmış oluyor. Demiryolu, Tobol, İşim ve saire gibi orta ; İrtiş, Obi, Yenisey gibi bü­ yük nehirler üzerinden geçerek, Sibirya'yı « Güney Sibirya» , « Kuzey Sibirya» olmak üzere, iki kısma ayırmaktadır. Yol, 1rkutsk şehrinden sonra Bay­ kal gölünün güney kıyısını dolaşarak, Uzak Doğu'da büyük Amur nehri üzerinden de geçerek Vladi­ vostok'a ulaşır. Bu büyük demiryolu hattı, Sibir­ ya ülkesinin canlanmasına yardım etmiş ve hat üzerinde, irili - ufaklı birçok şehirler meydana gel­ miştir. Kurgan ( Tobol nehri kıyısında) , Petropav­ lavsk ( Kızılcar : İşim ırmağı üzerinde) ; Omsk ( İr­ tiş üzerinde ) ; Novonikolyavsk (bugünkü Novosi­ birsk : Obi üzerinde ) ; Krasnoyarsk ( Yenisey üze­ rinde ) ; Kainsk, Marinsk, Kansk, Açinsk, İrkutsk, Seretinsk, Çita, Khaborovsk, Blagoveşçensk, Vla­ divostok bu şehirler cümlesindendirler. Benim git­ mekte olduğum Toms kenti ise, büyük hat üzerin­ de bulunmayıp, Tayga istasyonundan ayrılan 200 küsur km. uzunluğunda bir demiryolu kolunun ucunda bulunmaktadır. Büyük Sibirya hattı, idare kolaylığı için şu aşağıdaki kısımlara ayrılmıştır : 1 ) Çilabi'den Obi nehrine kadar olan «Batı Sibirya demiryolu » ; 2 ) Obi nehrindeki Krivoşçokovo istasyonundan İrkut­ sk'a kadar olan «Orta Sibirya demiryolu» ; 3) İr­ kutsk'tan Baykal gölüne kadar olan « İrkutsk - List­ veniçnaya demiryolu» ; 4 ) Misovaya'dan Seretensk'e kadar olan «Baykal ötesi demiryolu» ; ve 5) Kha­ barovsk'tan Vladivostok'a kadar olan «Ussuriy de­ miryolu » . Bu beş kısmın uzunlukları aynı olmayıp, değişiktir.


224

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

SİBİRYA NASIL BİR MEMLEKETTİR ? Memleketin ismi Ruslar bu memlekete Sibir derler. İsim Rusça'dan Batı büyük dillerine de ge­ çerek , değişik şekiller almıştır. Şöyle ki : İngilizler Siberia şeklinde yazıp, Saybiria şeklinde söylerler ; Fransızlar Siberie ( vurgu son hecede olmak üze­ re, Siberi şeklinde şöylenir) ; Almanlar Sibirien ; İtalyanlar Siberia derler ( ve yazıldığı gibi söylenir) . Herhalde kelimenin aslı Sibir olduğunda şüphe ol­ masa gerektir. -

«İbir - Sihir» Şark kaynaklarında Sibir sözü bazan İbir sözü ile bir arada, bazan tek başına zik­ redilmektedir (96 ) . Şark eserlerine göre, eskiden nerelere Sibir denilirdi ? Rişididdin'in ismi aşağıda notlarımızda yazılan eserinde Kırgızlardan bahse­ derken Kırkız yurdunun Ankaramoran ( yani Yeni­ sey ) ırmağının batısında İbir-Sibir eyaletine biti­ şik olduğu yazılıdır. Rus müelliflerinden W. Tiesen­ hausen'in gerek aslının, gerek tercemesinin adları notlarımızda anılan eserinde Arap müellifi Al-Ome­ ri'den naklettiği metinlerde Sibir ve İbir eyaletleri­ nin Çalman ( Kama ) nehrinin ötesinden ( yani do­ ğusundan ) başlayıp, Çin sınırlarına dayandığı ( İ . H. İzmirli tercemesi,, metin : Sahife 381, Tercümesi : -

( 96 ) Reşidedd�n: Cami-il-Tevarih ( İlya Berezin tarafın... dan yapılan Rusça tercemesi, sahife 230, Petersburg ) . W . Tie�enhausen: «Altınorda tarihine ait materyaller» ( İs­ mail Hakkı İzmir)_) tercemesl: «Altın Ordu devletine ait metinler». Metin s. 381, tercemesi s. 373 ) . Türk tarihçisi Abul-Gazi Bahadır-nan'ın «Şecere-i Türk» ünde «İbir Si­ hir» tek bir yerde anılmıştır: Sah'.lfe 42; Baron Demaison neşri, Petersburg, 1871.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

225

S. 378) , Si bir ve Çalman ülkelerinin çok soğuk olup, oralarda karın altı ay müddetince kaldığı ( Metin, s. : 382, Tercemesi, s. : 380 ) yazılmıştır. Gene aynı Arap müellifin anlattığına göre, Sihir ülkesinden sa­ mur ve sincap derileri getirilmekteydi. ( Metin. s. : 393, Tercemesi, s. : 388) . Abulgazi'ye göre, Kırgız yurdu Selenga ve Ankaramoran suları civarında bu­ lunup, İbir-Sibir eyaletine yakındı (97) .

Bütün bunlardan görülüyor, ki Yenisey ve Ka­ ma ( Çalman ) nehirleri arasına düşen gayet geniş ülke o zamanlarda İbir-Sibir tesmiye olunuyormuş. Anlaşılan, İbir ile Sihir ayrı-ayrı ülkelerin isimleri olmayıp, bu bileşik söz tek bir ülkenin adı olmuş­ tur. Abulgazi'nin « İbir-Sibir denilen vilayet olur» (98) demesi de bunu göstermektedir. Sonraları ise, « İhir» sözü büsbütün unutulup, bir ülke adı olmak üzere, yalnız « Sihir» sözü kalmıştır.

Ruslara göre «Sihir» Rus Letopis (Vekayi­ name ) lerinde « Sihir» sözü bir coğrafi isim olarak, ilk defa 1438 yılında ( «Arkhangelskaya Letopis) zikredilmiştir. Öte yandan, boyuna şarka doğru yü­ rüyen uğracasever ( maceraperest ) Novgorodlu Rus­ lar, Kuzey Urallara saldırdıkları sıralarda oranın yerlilerinden ( Yugrah, Zırian, Vogul ve Ostiak gibi Fin kabilelerinden ) herhalde adını duymuş olacak­ lardır. Rusların « Sihir» topraklarını ne zaman, nasıl ve nerelerden gelerek, istila ettiklerini yukarıda an­ latmıştık ( Tura Türk Hanlığı» faslında) . Ruslar, -

( 97 ) ( 98 )

Aynı eseri, s. 42. «İbir-Sibir tigen vilayet bolur» (gene orada ). Rus İhtilalinden Hatıralar: F: 15


226

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

başlıca Novgorodlular, beliti de henüz memleketin adını bilmeksizin, Sibirya'yi daha 12'nci asırda zi­ yaret etmiş iseler de, bu ziyaretler, yalnız yabani hayvanlar vurmak, balık avlamak ve « kurganlar» da ( büyüklerde) define aramak m aksadiyle yapı­ lan geçici baskınlardan ibaret olmuştur. Sibirya'­ nın asıl sömürge ( müstemleke - colonie) haline ko­ nuiması Tura ( Sihir) Türk Hanlığının düşmesinden sonra başlar. Çünkü bu Hanlık ortadan kalktıktan sonra Rusların Sihir topraklarında yavaş yavaş yerleşmesine, ağır - ağır olsa da, ilerlemesine büyük bir engel kalmamıştı. Moskoflar eski « İbir-Sibir» in Kuzey-Batı kö­ şesinden sokulmuşlar, « Sihir topraklarını aldık ! » diye sevinmişler v e ağır ağır fakat durmadan şarka doğru yürümüşler. Yukarıda görüldüğü üzere, eski­ den « İbir-Sibir» in doğu sınırı Yenisey nehri iken, Rusların « Sihir» adını verdikleri ülkenin şark sını­ rı Behrenk Boğazı, Japon Denizi, yani Pasifik kıyı­ larına, dayanmıştır. Demek, Ruslar, eskiden hiçbir zaman « Sihir» adını taşımayan ülkelere de, « Sihir» adını şümullendirivermişler.

Sibirya'nın sınırlan Asya kıtaı;o..mın bütün şimal kısmını tutan bu geniş ülkenin, eski Rus idari bölünüşüne göre, sınırlan şu şekildeydi : Kuzeyde Şimal Buz Okyanusu ; doğuda Behrenk Boğazı, Japon, Okhotsk Denizleri ve Büyük Okya­ nusun bir kısmı ; güneyde Çin devleti ; Türkistan'ın Yedisu ve Sırderya eyaletleri ; batıda Torgay Eya­ leti, Orenburg, Perm, Vologda ve Arkhangelsk illeri. Görülüyor, ki Kuzey Türkistan'a veya Kazak İline ait olan Akmola ve Semipolat eyaletleri de, eski Rus idari bölünüşüne göre, « Sihir» sınırları içerisine alınmıştır. İşte, bu sınırlar içinde Sibirya'nın yüz-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

227

ölçümü 11.840.619 verst kare ( yani 12.633.940.473 km. kare ) teşkil eder. Avrupa Kıt'asının yüzölçü­ mü aşağı - yukarı 10 milyon km. kare olduğuna gö­ re, Sibirya, Avrupa Rusyası da dahil olmak üzere, irili ufaklı 24-25 devletiyle bütün Avrupa Kıt'asını ve bir parça kırpılmak şartiyle, Asya Kıt'asından İran'ı, Afrika Kıt'asından Mısır ülkesini sığdırabi­ lecek genişliktedir (99) . Sibirya, Hindistan'ın dört misli kadardır ( 100) .

Coğrafi bak.undan Sibirya Sibirya'nın sa­ hilleri Şimal Buz Okyanusunda 15.900 km . , Büyük Okyanus'ta 14.900 km. uzunluğunda olup, bütün sa­ hillerinin uzunluğu 30.800 km. demektir. Fakat kı­ yılar, yılın büyük kısmında, yanaşılmaz durumda bulunmaktadır. Şimal Buz Okyanusunda sahillere senede yalnız iki - üç ay kadar yanaşılabilir. Büyük Okyanus'ta ise, kıyılar 6-7 ay buz ile örtü­ lü kalır. Sibirya, büyük «dev» nehirleri memleke­ tidir. Amur ırmağı müstesna olmak üzere, Sibir­ ya'nın bütün büyµk nehirleri ve hatta orta ve kü­ çük ırmakları, güneyde yüksek Asya'yı Kuzey As­ ya'nın alçak ovalarından ayıran dağ sisteminden ve oralardaki buzullardan ( cümudiyelerden) c;ıkar­ lar, ve şimale doğru akarak, Şimal Buz Okyanu­ suna dökülürler. Büyük nehirlerin havzaları gayet geniş olup, pek çok ı rm akların ve çayların suları­ m toplamaktadır. Mesela, Obi'nin ha.vzası 2.594.076 verst kare ( 101 ) : Yenisey'inki 2.241.590 verst ka­ re ; Lena'ninki 2.092.?70 ( 101 ) verst kare : Amur'-

-

-

(99) İran'ın yüzölçümü takriben 1.645.000 km kare olup, Mısır'ınkl 1.050.000 km karedir. ( 100 ) Hindistan'm yilzölçümü 4.735.756 kın. karedir. ( tol ) Bir verst 6.067 kın. dir; bir verst karenin ne ka­ dar kın. kare olacağını buna göre çıkarmak kolaydır. .

.

=


228

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

unku ( Rusya i çerisindeki kısmı) 880.547 verst ka­ genişliğindedir. re ; İrtiş'inki - 877.885 verst kare Nehirlerin uzunluklarına gelince, Lena'nın uzunlu­ ğu 4.500 verst ( 4.802 küsur km. ) ; Yenisey'inki 4000 verst (4.268 küsur km. ) ; Obi'ninki ( kendisini teşkil eden Katun ve Biy ırmaklarının kavşağından itibaren ) - 3.200 verst (3.415 küsur km. ) ; İrtiş'inki (yukarı akımında Kara İrtiş adını taşıyan kısmiyle birlikte ) - 3.800 verst ( 4.055 küsur km. ) ; Step ır­ maklarından İrtiş'in sol kolu olan Tobol'u ( 1.707 küsur km . ) zikretmeliyiz. Yukarıda saydığımız ne­ hirler ve onların birçok kolları tamamiyle gemi iş­ letmeye elverişlidirler. Sibirya'da göller de pek çoktur. Bunların ba­ zılarının suyu tatlı, bazılarının tuzlu ve kimisinin de acı-tuzludur. İçinden tuz çıkarılan göller de az değildir. Asya Kıt'asının en büyük tatlı su göllerin­ den biri olan Baykal Gölü de Doğu Sibirya'da bu­ lunmaktadır, ki boyu 642 küsur km. olup, eni ba­ zı yerlerde 85 küsur km. kadar çıkar.

İklim - Memleketin iklimine gelince, kış en elverişli ( havası yumuşak olan ) yerlerde Ekim ayında başlar. .Nisana kadar sürer. Kışı gayet so­ ğuk, yazı sıcak ve kısadır. Nüfus - Memlekete Ruslar gelmeden önce, Si­ birya son derece seyrek meskun olan bir ülkeydi. Rusya'ya göçmen hareketi başlayınca, nüfus git­ tikçe artmaya yüz tutmuştur. Rusya'da ilk defa ya­ pılan 1897 sayımına göre, Sibirya'nrn bütün nüfu­ su 5.698.924 kişi idi. 1897 - 1899 yıllarında Rusya' dan kara yoliyle 400.000 kadar, Uzak Doğu'daki Ussuri ülkesine ise, deniz yoliyle 14.755 göçmen gel­ mişti. Bu nüfusun genel miktarından Ruslar takri-


RUS İHTİl...AL İNDEN HATIRALAR

229

ben 4.950.000 kişi, başkaları ise, 750.000 kişi idi. Bu hesaba göre, Ruslar bütün Sibirya nüfusunun yüz­ de 87'sini, öteki çeşitli kavimler ise, yalnız 13'ünü teşkil etmekteydiler. Bugün Sibirya nüfusunun 12 buçuk milyon kadar olduğu tahmin edilmektedir. Demek, bir km. kareye aşağı-yukarı bir kişi düş­ mektedir. Halbuki, mesela Hindistan'da bir km. kareye 67 kişi isabet etmektedir. Yerli ahali Sibirya'ya Ruslar gelmeden ev­ vel Türk, Moğol ve Fin ırklarına mensup birçok kavimler ve kavimcikler yaşıyordu. Batı Sibirya'nın kuzey kısmında F!n ırkından olan Vogullar, Samo­ yedler ve Ostiaklar ; Doğu Sibirya'da Ürküt ( İr­ kutsk) ve Baykal ötesi illerinde Şark Moğollarının bir kısmı olan Buriatlar ; Yenisey, İrkusk, Baykal ötesi, Yakutsk ve Amur bölgelerinde Tunguzlar (Asıl Tunguzlar ve Mançular) ; Yakutsk bölgesinde Ya­ kugirler ; Sibirya'nın Uzak Doğu kısmında Koriak­ lar, Çukçalar, Gilaklar ; Kamçatka Yarımadasında­ Kamçadallar; Aynalar ve çeşitli bölgelerde türlü türlü isimler taşıyan Türkler bulunmaktaydılar. (Rus idari bölünüşüne göre, belki de siyasi müla­ hazalarla, «Sihir» sınırları içine alınan ve bizce «Si­ hir» den olmayıp, Kuzey Türkistan'a ait bulunan Ahmola ve Semipolat eyaletlerinde yaşayan Kazak Türklerini biz Sibirya'h saymıyoruz. -

Sibirya'da Türkler Sibirya'da Türk ırkına mensup olan ve birçok isimler taşıyan unsurların sayısı okadar küçüktür ki, insan o koca ülkeye bu derece küçük sayıları bir türlü yakıştıramıyor . . . 1897 sayımına göre, Tobol-Tümen, Çolim, Baraba Tatarları, Altaylı, Telewüt, Tülengüt, Komandı, Ku (kuğu ) , Şor, Yış Tatarları, Kızıl, Kaçlı, Sagay, Beltir, Koybal, Karagas ( ç ) , Soyut, Yakut v.s. gibi -


230

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

adları taşıyan çeşitli Türk uruğlarının tamamı 514.135 kişiden ibarettir, ki yarım milyondan azı­ cık fazla demektir. (Bir de Avrupa Rusya'sından gelme Kazanlı, Başkırt, Çuvaş gibi Türkler vardır, ki, gene aynı sayıma göre, bunlar 40.755 kişiden ibarettirler) (102) . Bir de tarihçi Zeki Velidi Togan'ın 1926 yılın­ da yapılan Sovyet sayımı sonuçlarına göre verdi­ ği rakamlar vardır, ki bu rakamlar doğru ise 1897 den beri geçen 29 yıl içinde Sibirya Türkleri sayıca artmış olmayıp, tersine olarak eksilmiştirler ( 103 ) . Tobol - Tümen Türkleri eski Tura hanlığı top­ raklarında Tobolsk ilinde yaşarlar, çiftçilikle, ba­ lık avlamakla ve alış-verişle uğraşırlar. Baraba, Demirci (Kuznetsk) ve Yış «Tatarları» Tomsk vi­ layetinde yaşarlar. Tomsk yöresinde oturanları çiftçilikle iştigal ederler ; Demirci ve Yış «Tatarla­ rı» avcılıkla, balıkçılıkla ve Sibirya fıstığı dermek­ le ve biraz da çiftçilikle uğraşırlar. Yenisey vilaye­ tinin Minusinsk ilçesinde yaşayan Türkleri, onların dillerini ve hayatlarını irdeleyen Finlandiyalı Kast­ ren iki zümreye ayırmaktadır : 1) Öz Türk kavim­ leri : Kızıllar, Sagaylar, Kaçlılar gibi ve 2) Türkleş­ miş Samoyedlerden ve kısmen çeşitli kabilelerin ha­ litasından, Türkleşmiı:; kavimler : Kamasinler, Koy­ baller, Beltirler ve Karagas ( ç) lar gibi . ( 102 ) Sibirya Türklerinin sayısına dai r S. Patkanov tara­ fından yazılmış olan Rusça «Statistiçeskiye dannJye, poka­ zivayuşçlye plemennoy sostav naselen:lya Siblri» ( Sibirya ahalisinin kavmi teşekkülünü gösteren sayımlık mutalar) adlı eserden alınmıştır ; cild 1, Petersburg, 1912. ( 103) Z. Velldi Togan: Um•Jmi Türk tarihine giriş, s. 2, Not 2.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

23 1

Radlof ve Pekarskiy Meşhur dil bilgini ve Türkoloğ W. Radlof, Altay Türkleriyle Yenisey Türklerinin diyeleklerini tedkik etmiş ve onlar ara­ sında folklor örnekleri toplamıştır ki, onun «Türk kabilelerinin halk edebiyatı örnekleri» adlı eserinin 1 inci ve 2 nci kitapları işte bu Türk uruğlannın ağız edebiyatı örneklerine tahsis edilmiştir. Bir de bu müellifin meşhur «Türk diyelekleri sözlüğü de­ nemesi» adlı sözlüğüne bu Türk uruğlarının sözleri de alınmış bulunmaktadır. -

Sibirya Türklerinin sayı bakımından en büyü­ ğü olan ( 104) Yakutlar (ki kendi kendilerini Sak­ ha tesmiye etmektedirler) Doğu Sibirya'da Lena nehri bölgesinde Yakutsk eyaletinde yaşamaktadır­ lar. Bunların 13 üncü asırda Mogolların yayıldığı sıralarda lrketsk ve Baykal bölgesinden ayrılarak şimdiki yerlerine sığındıkları tahmin edilmektedir. Onların bir kısmı Yenisey ilinin şimalindeki Tur­ khansk bölgesine geçmiş ve oradaki Dalgan kabile­ sini tamamiyle Yakutlaştırmıştır. Küçük ve mede­ niyetçe çok geri olan Altay ve Yenisey Türk kabi­ leleri gibi, Yakutlar da, Rus misyonerlerin çalışıp çabalamaları neticesinde ortodoks mezhebini be­ nimsemişlerdir. Yakutlar Doğu Sibirya'nın bu uzak ve sapa köşesinde başlıca hayvan beslemekle, kıs­ men de çiftçilik, balıkçılık, avcılık ve ticaret ile iş­ tigal etmektedirler. Dilleri başka Türklerce anlaşıl.( 1 04 ) S. Palkarov'un yukarıda anılan eserin de 1 897 sayımı­ nın neticelerine dayanarak, Yakutlann ( Dolganlarla b"ır.llk ­ t e ) 226.769 kişi olduğu yazılmışken, tarihçt Zeld V. Togan, 1 926 senesi Sovyet sayımını'n sonuçlanna dayanar�k. Ya­ kutlann sayısını yalnız 214.774 olarak göstermiştir. ( Anı­ lan eserinin aynı yerinde). Yoksa iki sayım tarihi arasın­ da geçen 29 yıl içinde onlar da mı eksildiler? ,


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

232

mayan, belki de Mogolcanın şiddetli tesiri altında. kalan, bir Türkçedir. Eduard Pekarskiy adlı Lenli bi genç, Rusya'da gizli ihtilalci örgütlerin faaliye­ tine katışmasından dolayı 1881 yılında Yakut ülke­ sine sürülmüştü. Bu genç o zaman henüz 24 yaşın­ da olmasına rağmen, başka birçok sürgünler gibi, o diyarlardan nasıl kaçıp kurtulmayı düşünüp va­ kit geçirmedi, ve diğer bazıları gibi, can sıkıntısın­ dan ve vatan hasretinden dolayı kendini içkiye kap­ tırmadı, belki oraya gelir-gelmez, Yakut dilini ve folklorunu tetkik etmeye koyuldu ; 1905 senesinde Rusya'ya dönmesine müsaade edilinceye kadar bu uzak ve soğuk Türk ilinde kaldı ve durmadan dil ve halk edebiyatı tedkikleriyle uğraştı ve bunun ne­ ticesinde onun 3 büyük ciltlik meşhur «Yakut Dili Sözlüğü» meydana geldi (105) . Yakut Türkçesinin ilk gramerini ise, bir Alman olan Otto Böhtlin yaz­ mıştır ( 106) . Zengin bir ülke - « Sihir» veya «Sibirya» , ta­ biatça gayet zengin bir ülkeydi : Batı Sibirya'nın güney kısmı iyi ve bol buğday mahsulü verebilecek mahiyette bitek (münbit) kara toprağa malikti. Memleketin şimal bölgelerinde «Tayga» denilen, içinden geçilmez ve ucu-bucağı bulunmaz ormanlar vardı. Bu ormanların içinde her türlü ve derilerin­ den kıymetli ve nefis kürk yapılabilen yabani hay­ vanlar dolaşıyordu. Büyük nehirlerde ve engin göl­ lerde çeşitli balıklar dolup-taşıyordu. Bunlar yer

( 105 ) Bu sözlük, 1935 yılında, Atatürk'ün emriyle Türkçe ye terceme edilmeye başlamıştı. Bu terceme Türk Dil Ku­ rumu tarafından bastırılmaktadır. Pekarskiy'nin dil'.ne ve halk edebiyatına dair başka birçok eserleri ve makaleleri de Rusça ve Lehçe olarak yayınlanmıştır. ( 106) Über d:e Sprache der Jakuten», 1851. «


RUS İHTİı..ı\LİNDEN HATIRALAR

233

üstünde bulunan tabii zenginliklerin bir kısmı idi. Memleketin yeraltı servetleri ise daha fazlaydı. Ye­ nisey ve Lena havzalarında zengin altın kumsalları vardı. MemlP.ketin belirli bölgelerinde kazmakla ve çıkarmakla tükenmez taş kömürü yatakları bulu­ nuyordu. Diplerinde tuz hazneleri saklayan birçok göller bulunduğu gibi, kaya tuzu madenleri de az değildi. Demir madeni boldu, gümüş madeni de az değildi. Bundan başka bu geniş ülkenin toprakları altında bakır, kurşun, kalay, galen, manganez, sür­ me, cıva, grafit, gehrüba, donuk akik, yeşimtaşı, porfir gibi madenler ve kıymetli taşlar da saklı du­ ruyordu. Göçmenler - İşte, Moskoflar bu gibi, tabiatça son derece zengin ve pek seyrek meskun olan bir sömürgeyi ele geçirmişlerdi. Ancak tabii zenginlik­ lerini sömürebilmek, memleketi Rus devletine gere­ ği gibi bağlamak için orasını iskan etmek, rençber­ likle uğraşacak, madenlerinde ve ormanlarında ça­ lışacak insan kitleleri - göçmenler yollamak gere­ kiyordu. Lakin ırak, çok soğuk ve çatık suratlı bu ülkeye kendi arzusiyle gidenlerin çok bulunmayaca­ ğı besbelli idi. O zamanki Moskova ve hatta Peters­ burg hükumetleri bu muhaceret işini rasyonel bir yola koyabilmek kudretine malik değildi. Bununla beraber, Rus hükumeti bir kısım Rusları Sibirya'­ ya göçmeye teşvik etmekten ve göçmek isteyenle­ re yardımlarda bulunmaktan da geri durmuyor ve birçok kimseleri bu muhacerete kandıra da biliyor­ du. Ancak eğer iş yalnız bu «ihtiyari muhaceret» e kalsaydı, Rusya'dan bu yeni sömürgeye pek az in­ san göçmüş olurdu. Bilindiği üzere, bir gayeye var­ mak için hayatta çeşitli yollar vardır. O günlerde « Sihir» in genişliği, zenginliği, boşluğu ve çalışacak insanlara ihtiyacı dillere destan olmuştu. Onun için


234

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Avrupa Rusya'sında hükumet memurlarının zulüm­ lerinden, takiplerinden, soygunculuklarından ve bu­ nun neticesi olan zaruret ve sefaletten bizar olan birçok insanlar bin bir türlü zahmetlere katlana­ rak, uzak «Sihir» e kaçıyorlardı. Öte yandan, talih, kısmet arayan, uğracasever, atılgan ve cesur kim­ seler de «Sibir» yollarına dökülmüşlerdi. Hükumet, Rusların kendiliklerinden şarka doğru bu yayılma­ larını durdurmakla pek uğraşmıyordu. Avrupa Rus­ ya'sının kuzeyinde av hayvanlarının eksilmesi de Sibirya'nın iskanında önemli rol oynamıştı. Şinı � ' de avcılıkla geçinen Vologdalı, Üstüglü, Kholmogor­ lu, Arkhangelli Ruslar ve başkaları Batı Sibirya'ya akın ediyorlar, yerlileri sıkıştırıp, şarka doğru ko­ varak onların yerlerine avcı merkezleri kuruyor­ lardı. Kimi Ruslar daha elverişli avlaklar ( avlanma sahaları) arayıp daha uzaklara gidiyorlardı. Bu su­ retle Sibirya'da birçok kasabalar oralarda zengin avlakların bulunması yüzünden meydana gelmişler­ di. Bir de 17 nci asırda, Sibirya'da yeni kurulan «Zavodlar» da (imalathanelerde) çalışmak üzere, birçok köylüler zorla Sibirya'ya sevkedilmişler ve o «Zavod» lardan ayrılmamak şartiyle yerleştirilmiş­ . lerdi. Bn suretle, Rusya'daki toprak köleleri (se:·f" ler) yerine Sibirya'da yeni tip (imalathanelere bağ­ lı) köleler peyda olmuş ve onların sayısı gün geç­ tikçe artmıştır. Öte yandan, Moskova hükumetini Sibirya'da iaşe ve «yasak» (vergi) meselelerinden başka, yol ve ulaştırma işi de pek fazla düşündü­ rüyordu. Elverişli ve kolaylıklı yollar bulmak ve aç­ mak ve o yollar boyunca her zaman hükumetin emir ve hizmetlerine anık bulunan yamcılar (ulak­ lar) yerleştirmek gerekiyordu. Bu da yeni ülkenin iskanı için bir çare idi ; şöyle ki, 1600 yıJında Sibir­ ya'nın çeşitli noktalarında yanıcı köyleri kurmak hususunda ferman çıkmıştı.


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

235

Sürgün ve «kürek» Sibirya'nın iskanında oldukça önemli rol oynayan bir amil de sürgün ol­ muştur. Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, sürgün, Moskoviya devletinde eskiden de vardı. Hatta Müthiş lvan, Moskova'ya boyun eğmek iste­ miyen «Cumhuriyetçi» Novgorodlularla Piskovluları kütle halinde memleketlerinden kovmuş, Şimali Ural ülkelerine sürmüş ve dağıtmıştı (bugün Sov­ yet hükumetinin bazı bölgelerindeki ahaliyi toptan alıp, uzak memleketlere sürdüğü gibi ) . Sibirya'nın ele geçirilmesi ise, Moskova devletine sürgünü müs­ takil bir ceza olarak geniş ölçümde uygulamak im­ kanını vermişti. Bir takım suçlulan uzak « Sihir» e sürerken, Rus hükumeti «bir taşla iki kuş vuruyor­ du» : Bir yandan suçluları cezalandırıyor, öt� yan­ dan yeni sömürgede Rus unsurunun artmasını sağ­ lıyordu. Moskova devrinde Sibirya'ya sürgün olan­ ca hıziyle devam etmiş ; «Büyük» Petro ise, sürgü­ ne katma olarak veya onun yerine «katorga» yı tat­ bik etmekle başlamıştı ( 107. Bu suçluların işi, liman­ lar, gemiler, kaleler yapmak, bataklıkları kurutmak, kanallar açmak gibi ağır ve cebri devlet işlerinde çalışmaktan ibaretti. Petro başta «katorga» yı Azak denizi sahillerinde, Baltık kıyısındaki Rogervik li­ manında ( 108) ve Petersburg'da tatbik eylemişti. -

( 107 ) Bunun, aslı Grekçe olup da, bizim «kadırga» diye söylediğhn.Jz kelimenin başka bir şekli olduğu besl:rıtJlidir. Eskiden bazı suçlulara bu geminin küreklerinı çekriril-�r­ di, onun için bunlara «kürek mahkiımlan» denirdi. S.onra­ lan ağır hizmetler görmeğe mahkum olan her suçluya, kü­ rek çekmese de, «kürek mahkumu», Rusçada ( katorojnik» denilmişt:'l". ( 108 ) 1.7 nci ve 18 nci asırlarda birçok Başkırt ihtilıilcile­ rı de bu limana kürek cezası çekmek için sevkolunmuşlardı. Buna da�r tafsiJıit, A. Battal'ın 1925 te, İstanbul'da ba­ sılmış olan «Kazan Türkleri» adlı eserinde bulunabilir.


236

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Halefleri ise, bu cezayı Sibirya ve Orenburg kale­ lerinde, maden ve tuz ocaklarında daha geniş mik­ yasta uygulamışlardır. Fakat «katorga» nın uygu­ lanmaya başlamasiyle adi sürgün de kalkmış de­ ğildi. Deli Petro'nun kendisi «muallimleri» olan (109) esir İsviçrelileri de Sibirya'ya sürmüş ve ya­ bancı sürgünlere kızlarını ve hemşirelerini vermek­ ten çekinmemelerini Ruslara sıkı-sıkı emretmişti. Sibirya'ya sürülen «katorga» mahkumları üç kate­ goriye ayrılmışlardı : 1 ) Maden ocaklarında çalıştı­ rılanlar ; 2 ) Kaleler inşasında çalıştırılanlar ve 3) «Zavod» larda (imalathanelerde) çalıştırılanlar, «Büyük» Petro'dan sonra bütün 18 inci asır boyun­ ca hem adi sürgün, hem «katorga» sürgünü devam etmiştir. O zaman Sibirya'ya serserileri, askere yarama yan «çürükler» i, ölüme mahkum olup da affedilen kadınlan ( 173l'de ) , ahlaksız kadınları ( 1763'te ) üç yıl müddetçe vergi ödemeyen Yahudileri ( 1880 ) vs. yi sürüyorlardı . . . 1754 senesinde çıkan bir kanun ile Sibirya'y.ı sürgün daimi bir cezalandırma tedbiri olarak tesbit ediliyor ve başlıca iki şekle ayrılıyor: 1) Belirli bir bölgede ikamet etmek üzere sürgün ve 2) «Kator­ ga» cezası çekmek, yani ağır, cebri devlet işlerin­ de çalıştırmak üzere sürgün. «Katorga» mahkumla­ rının belirli bir müddet için sürülenleri, müddetleri­ ni doldurduktan sonra, müddetsiz sürgünler ise, 20 sene sonra serbest göçmen durumuna nakledilebili-

( lct9 )

Deli Petro, İsveçlllerden bir muharebede dayak ye­ diği zaman «zarar yok, biz onlardan yenme usullerini öğ­ reniyoruz: Onlar biz!fm muallimlerirnizdir», demişti.


RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

237

yarlar ve memlekette yerleşmiş olan eski göçmenle­ rin arasına katılıp gitmek hakkını kazanabiliyorlar­ dı. Siyasi mahkômlar Sibirya'ya sadece adi suç­ lular değil, dini ve siyasi suçlular da sürgün edili­ yorlardı. Çeşitli Rus «Sektantlan» (mutezile ve ta­ rikatçıları) kütle halinde, aileleriyle beraber Sibir­ ya'ya sürüldükleri gibi, 19 uncu asırda bir yığın Leh ihtilalcileri ve «Dekabristler» in 1925 senesi « Dekabr» (Aralık) ayında Petersburg'da ihtilal çı­ karmak teşebbüsünde bulunan subayların bir kısmı da oraya sürülmüşler ve «Katorga» işlerinde çalış­ tınlmışlardı. Durmayan Göç O zamanki Rus idaresinin düzensizliği ; mesafenin uzaklığı, yolların bozukluğu, memurlarla jandarmalann huşuneti ve beceriksizli­ ği ; taşıtların son derece fenalığı yüzünden, gerek göçmenlerin, gerek sürgünlerin büyük bir kısmı yolda hastalanıyorlar, kadınlar arabalarda doğuru­ yorlar, gereken sıhhi ve tıbbi yardımı göremiyorlar, hastalıktan, gıdasızlıktan soğuktan ve hazan da da­ yaktan ölüyorlar, kırılıyorlardı. Ölümlerden dolayı hükumet makamları fazla üzülmüyorlardı, hatta on­ lar için bazı sürgünlerin yollarda «dökülmesi» pek matlup bir şeydi. Bununla beraber, göç ve sürgü­ nün arkası kesilmiyordu ; yeni sömürgeye ne kadar insan varırsa kardan sayılıyordu . . . Zaten «Sihir» , Rusya için kocaman bir tasfiye yeri (Purgato�!� Araf» ödevini görüyordu, ki aşırı «günahkarlar» dökülüyor, temizlenmesi mukadder olanlar ise, «adam» oluyorlardı. Her ne hal ise, tam üçyüz yıl boyunca çeşitli yollar ve çarelerle Rusya'dan Sibir­ ya'ya her türlü insan kütleleri aktarmakta büyük bir israrla devam edilmiş ve bu zengin, engin ve hali ülkenin iskanı ve imarı işinde epey muvaffak -

-


238

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

da olunmuştur. 19 uncu asrın sonlarında, hele bü­ yük Sibirya demiryolu hattı açıldıktan sonra, bu muhaceret işleri daha düzenli ve makul bir şekle sokulmuştur. Kaleler ve şehirler Sibirya Ruslar tarafın­ dan alınıp da iskan edilmeye başlandıktan sonra, daha önce Kazan ilinde ve Başkırtlıkta olduğu gi­ bi, yeni köyler ve kasabalar başta, yerlilere k arşı savunma yeri ve daha ilerlere doğru saldırış içi:ı dayanak olmak üzere kurulan «Üstrog» lar ( çitle ve toprakla çevrilen istihkamlar) ın ve kalelerin bulunduğu noktalarda ve daha sonraları zengin ma­ denleri işletmek düşüncesiyle açılan «Zavod» ların ( imalathanelerin) etrafında peyda olmuş ve bazıla­ rı gelişerek, şehir halini almıştır. Ulu kara yolları­ nın açılması ve su yollarından da faydalanmaya başlanması yeni-yeni göçmen köylerinin kurulma­ sına, gelişmesine yardım ettiği gibi, yabani hayvan­ lar vurmak amaciyle kurulan av özekleri (merkez­ leri ) nin bazıları da sonraları birer kasabaya dön ­ müştür. Mesela, şimalde Obi ırmağının aşağı mec­ rasında Berezev, Obdorsk kasabaları ; gene kuzey­ de Yenisey ırmağı kıyısındaki Turkhansk kasabam oralarda zengin avlakların ( avlanma sahalarının) bulunması yüzünden meydana gelmişti. Doğu Sibir­ ya'da Yakut ilindeki Olekminsk, Vilüysk, Verkho­ -

yansk, Verkholinsk gibi kasabalar samur sayesinde vücuda gelmiş, kunduz ise. avcı Rusları Kamçatka yarımadasına götürmüş ve Alaska'ya kadar sürük­ lemişti . . . Büyük Sibirya hattının inşa edilmesi mev­ cut kasabaların çabuk gelişmesine, canlanmasına ve bazılarının büyük şehirler haline gelmesine sebep olmuştur. Daha geçen asrın sonlarında, yani Rus is­ tilasından 300 yıl sonra Sibirya'da nüfusu 10 bin­ den fazla olan 15 şehir vardı. En büyük şehirler


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

239

Tomsk (bugünkü nüfusu 95 bindir) ; İrkutsk (bu­ günkü nüfusu 90 bindir) olup birincisi Batı Sibir­ ya'nın, ikincisi Doğu Sibirya'nın çok önemli iktisa­ di ve medeni merkezleridir : Tomsk'ta eski bir üni­ versite vardı ; 1917 yılında İrkutsk'ta da üniversite açılmıştır. Sibirya şehirlerinin büyük demiryolu hat­ tı üzerinde bulunanlarından bazılannı yukarıda say­ dık. Tobol ırmağı ile İrtiş'in kavşağına yakın bir mahalde bulunan Tobolsk şehri Rusların 1587 se­ nesinde « Sihir» topraklarında kurdukları ilk şehir­ dir. Bugün bir idari merkez olmaktan başka önemi kalmamıştır. Barnawul, Batı Sibirya'nın «zahire anbarı» olan Altayların idari, iktisadi ve medeni özeğidir. Meşhur Türkoloğ W. Rudlof, Türk lehçele­ ri üzerine araştırmalarına bu şehirde muallim iken başlamıştı. Yenisey kıyısındaki Yeniseyk şehri al­ tın madeni endüstrisinin gelişme yeri olmakla meş­ hurdur. Yenisey vilayetinin bir ilçe merkezi olan küçük Minusinsk şehri ise, hem altın madenleriyle, hem mükemmel eski eserler müzesiyle tanınmıştır. Sibirya'nın öteki şehirleri ise, ahalisi başlıca çift­ çilikle geçinen kasabalardan başka bir şey değildir. Eski Novonikolayevsk ( yeni ismiyle Novosibirsk ) şehri Sovyet devrinde pek fazla gelişmiş ve mühim bir endüstri merkezi olmuştur Sovyet hükumetinin Sibirya'yı Türkistan'a bağlamak düşüncesiyle yap­ tığı «Turk - Sib» (Türkistan Sibiryır-h&ttı demek­ tir) demiryolu hattı da buradan başlar ve Barna­ wul, Yeditam (Semipalatinsk ) üzerinden Kazak Cumhuriyetinin başkenti olan Almata'ya varır ve Türkistan demiryollariyle birleşir. İdari bölünüş

Sibirya'nın Ruslar devrindeki idari bölünüşüne gelince, İhtilalden önce memleket gayet geniş «Gubernia» lara ve «Üblast» lara bö­ lünmüştü. Batı Sibirya Tobolsk ve Tomsk vilayetle-


240

RUS İHTİLı\LİNDEN llATIRAIAR

ri olmak üzere, iki vilayete ayrılmıştı. Tobolsk vi­ layetinin güneyine düşen topraklar ise, merkezi Omsk'ta bulunan Step genel valiliğine bağlanmıştı. Doğu Sibirya'nın batı bölüğü Yenisey (merkezi Krasnoyarsk şehri ) ve İrkutsk ( merkezi İrkutsk şehri ) vilayetlerini teşkil ediyordu. Uzak Doğu böl­ gesi ise, dört .<< oblast» a ( eyalete) bölünmüştür : 1 ) Baykalötesi (Zabaykalskaya) eyaleti ( merkezi Çita şehri ) ; 2 ) Amur (Amurskaya) eyaleti ( mer­ kezi Vladivostok şehri ) , 3) Denizyanı (Primorska­ ya) eyaleti ( merkezi Vladivostok şehri ) ve Leırn havzasındaki Yakutsakya eyaleti ( merkezi Yakutsk şehri ) idi. Ayrıca bir genel vali tarafından idare edilen Sakhalin adası vardı. Sovyet hükumeti ise, bu bölünüşü büsbütün dP­ ğiştirip, ilkin bu geniş ülkeyi iktisadi özelliklerine göre, altı bölgeye ( «ekonomiçeskaya oblast» !ara) ayırmış ve bu geniş bölgelerin içinde yeni isimlerle birtakım idari bölüntüler kurmuştur. Bunlar ar�L­ sında Oyrot (Altay) Cumhuriyeti ; Tannu - Tuva Cumhuriyeti ; Buriat - Moğol Cumhuriyeti ; Yakııt Cumhuriyeti ve Bira - Bican Yahudi Cumhuriyeti gibi dört tane muhtariyetli Sovyet Sosyalist Cum­ huriyeti (110) ve birkaç tane de «milli topraklar» (Territoire Nationale) bulunmaktadır. Sibirya muhtariyetçileri ve Sovyetler - Eski­

den Sibiryalı Rus münevverleri arasında bu ülke için bir idari muhtariyet (Autonomie) fikri besli( 110) Uzak Doğu'da Amur nehri bölgesinde bulunan bu Yahudi Yurdu, Filis�in'in iki misli kadar büyükmüş. ( Bak: Nicolas MJkhailov: Nouvelle geographie de l'U.R.S.S., sa­ hife 234, Paris 1936 ; Payot yayınlan'ndan ).


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

241

yen «Üblastniki» (ülkeciler) denilen bir zümre var­ dı, ki bu fikrin özeği bir üniversite şehri olan Tomsk idi. Ancak bu, bir fikir, kafalarda tasarlanan bir ülkü olmaktan ileri gitmemişti. Sovyet hükumeti ise, Rusya'nın birçok ülke ve bölgelerine idari muh­ tariyet (Autonomie ) ve hatta bağımsızlık ( istiklal) bahşetmek hususunda pek cömert davranmışbr. Bugün Sovyet rejimi sözde bir merkezsizlik rejimi­ dir ve devletin kuruluşu katmerli bir konfeder'."' yondur ; hemen-hemen her bir millet ve kavim ya «müstakil» bir devlete, veya «muhtariyetli» bir cumhuriyete ve hiç olmazsa, muhtariyetli bir eya­ lete malik bulunmaktadır. Daha ikinci Cihan Har­ binin arefesinde Sovyetler Birliğine «kendi arzusiy­ le katılmış olan» onbir tane «müstakil» ve .« mütte­ fik» cumhuriyet, 20 kadar muhtariyetli cumhuriyet ve eyalet bulunmaktaydı. (Baltık devletlerinin il­ hak edilmesiyle «kendi isteğiyle» Sovyet konfede­ rasyonuna katılan «müstakil» cumhuriyetlerin sayı­ sı ondörde çıkmıştır) . Ancak bu «bağımsız» ve «muhtariyetli» cumhuriyetler Moskova'nın emri ve onaması dışında hiçbir şey yapamazlar. Onun için bugünkü Sovyet rejimi yalnız sözde ve kağıt üze­ rinde bir merkezsizlik rejimi 'olup, işte ve tatbikat­ ta sıkı ve amansız bir merkeziyet rejimidir. Bun­ dan dolayı Sibirya'daki «muhtariyetler» hals}qnda da bu zaviyeden bakarak, bir hüküm vermek la­ zımdır... Endüstri

Sovyetler Sibirya'da eskiden mev­ cut olan endüstri merkezlerini genişletmişler ve bir takım yenilerini de vücuda getirmişler. Bunların bü­ yük bir kısmının askeri maksatlarla kurulmuş bulun­ duğunu, Sovyetlerden kaçıp, Amerika'ya sığınmış olan ve orada «Ben bir Sovyet bürokratı idim» ve -

Rus İhtilalinden Hatıralar: F: 16


242

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

(Hüriyeti seçtim) adlı eserler ve birçok kıymetli yazılar yazan Yüksek Mühendis Viktor Kravçenko­ nun açığa vurmalarından artık bütün cihana ma­ lum olmuştur.

TOMSK VE ÖTESİ Belki hatırlarsınız, Tomsk yolunda idik ; fakat bu şehrin kapısı olan Tayga istasyonuna geldiği­ mizde geniş bir parentez ( mutarıza) açıp, Sibir­ ya bahsine dalmıştık. Şimdi Parentezi şuracıkta kapatıp, kendi hikayemize dönüyoruz : Tonısk şehri hakkında Benim geçici durak olarak seçtiğim Tomsk, Batı Sibirya'nın en mühim ve en büyük bir şehridir. Tom ırmağının kıyısına kurulduğundan bu ismi almıştır. Büyük Obi nehri­ ne dökülen bu ırmağın ağzından 65 küsur km. yu­ karıda bulunmaktadır. Şehrin ortasından Uşay adlı bir çay da geçmektedir. Şehir 1604 tarihinde, demek yukarıda adı geçen Çar Boris Godunov zamanında Evişte denilen küçük bir kavmin beyi olan Tayan'ın idare ettiği topraklarda, Rus kazaklarından Pisems­ kiy ile « Boyar çocuğu» Tırkov tarafından kurul­ muştu. Rus kaynaklarına göre, Tayan Rus tabiiye­ tini kabul etmiş ve kendi topraklarında Moskof ege­ menliğini yerleştirmek ve öteki yerlileri de Mosko­ va'ya boyun eğdirmek yolunda çalışacağı hakkında Çar Boris'e söz vermiştir. Tayan oralarda istihkam­ lar inşa edilmesini de dilemiştir. İşte, o zaman bu­ günkü Tomsk şehri yerine «Tomsk kalesi» kurul­ muştur. Daha güney cihetinde bulunan yerlileri Ruslara b ağındırmak hususunda bu kale büyü.k önem kazanmıştı. 1614 de ayaklanan Kırgızlar ve diğer Türkler Tomsk kalesini kuşatmışlar ve yöre­ sini yağma etmişlerdi. Bu gibi saldırışlar 1617-1657 -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

243

-1698 yıllarında da tekrarlanmıştı. Da.ha doğuda Ye­ nisey kıyısında Krasnoyarsk, Yenisesk kaleleri ku­ rulunca müdafaa bakımından Tomsk ikinci derece­ ye inmiş, idiyse de ekonomi ve kültür bakımından gelişerek, 1804 yılında Orta Sibirya'nın il merkezi olmuş. Tomsk ve Yeniseyskiy illerinde altın ocak­ ları işletmelerinin gelişmesi yüzünden şehrin sür' atle büyümesi daha 19 uncu asrın 30 uncu yılların­ da başlamıştı. Öğretim ve eğitim kurumlarının sa­ yısı bakımından Tomsk Sibirya'da birinci yeri tu­ tuyordu ; Sibirya'da ilk üniversite 1888 yılında bu­ rada açılmıştı. Başta üniversitenin tek bir tane ( tıp) fakültesi vardı ; 1899'da hukuk fakültesi ve ondan sonra Tarih - Filoloji fakültesi açılmıştı ; genelce Tomsk sınai ve kültürel bir merkez olmak bakımın­ dan daha geçen asrın sonlarına doğru bütün Sibir­ ya şehirlerini geride bırakmıştı. Burada üniversite­ den başka yüksek Teknoloji Enstitüsü de vardı. Asıl şehir ve kale Uşay çayının her iki tarafı­ na düşen tepeler üzerine kurulmuştu. Bir de basık ve alçak olan bir kısım vardır, ki burası yılın bazı mevsimlerinde su altında kalır. Türk - Müslüman mahallesi işte bu alçak sahada bulunmaktadır ve bu­ rada iki cami vardır. Sibirya'nın öteki şehirlerind e olduğu gibi, şehrin caddeleri geniş olup, evlerin bü­ yük bir kısmı ahşap ve tek katlıdır. Umumiyetle Sibirya şehirlerinde apartman denilen şey pek· na­ dirdir. İki Apanaylar Tomsk'da Kazan'dan ve Ufa­ dan tanıdığım bazı kimseleri de bulmuştum. Kazan' da çıkan « Kuyaş» (Güneş) gazetesinin muharrirle­ rinden ZAhid Nurkin de bunlar arasındaydı. Ken­ disi Kazan'da hususi surette hazırlanıp, lise bitir­ me imtihanı vermiş, Hukuk Fakültesine yazılmış ve -


244

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

başına « Student» ( Üniversiteli ) kasketi geçirmişti. Burada da tahsiline devam etmek istiyordu. Bundan başka, Kazanlı bazı Türk tüccar ve emlak sahipleri de buralara düşmüşlerdi. Bunlardan Abdülhamit Ka­ zakov'u, Şakir ve Abdullah Yusufoğlu Apanay'ları iyi hatırlıyorum. Bu üç kişiden birincisinin eşi, iki kızı ve oğlu da beraber bulunmaktaydı. Müslüman malıallesinde daracık bir odada oturuyorlardı. Apa­ nay'ların aileleri Kazan'da kaldığından, onlar da benim gibi «bekar» hayatı yaşıyorlardı. Onlar Ka­ zan'ın yerlisi ve Türk müslüman cemiyetinin ileri ( zenginlerinden ) gelenlerinden ve «bayları» ndan olup, ben mütevazi bir gazeteci olduğumdan, ihti­ lalden önce Kazan'da pek görüşemiyorduk. Sibirya­ da ise, yeni haller ve şartlar artık bizi denkleştir­ mişti. Burada ne onlar konak ve toprak sahibi idi­ ler, ne de ben bir gazete sekreteri idim. Hepimiz « vatan-cadb birer kaçaktık ; hepimiz gariptik, onun için hepimizin «boynu büküktü». Hepimiz de birer sığıntı gibi, başkalarının konfordan uzak birer odasında gün geçiriyorduk. Hepimizin işsizlik, tedir­ ginlik, geçim darlığı, üzüntü, vatan hasreti, yalnız­ lık, sevdiğimiz insanlardan ayı1ı.lık gibi müşterek sıfatlarımız vardı. Hiç birimizde başkalarında kıs­ kançlık, çekememezlik, husumet gibi kötü beşeri duygular uyandıracak bir hal ve durum yoktu. Hiç birimiz gurur, kurum ve bencillik gösterecek bir halde değildik. Onun için Kazan'da iken bir p arça kurumlu gibi gözüken bu Apanayovlarla da burada ahbap olmuştuk. Hele Abdullah Apanay oldukça kültürlü, dünya görmüş, kitap okumuş ve hoşsoh­ bet bir adamdı. Onun Tomsk'ta anlattığı bir hika­ yeciği şimdi de unutmadım . Abdullah ve Şakir Apa­ naylar bazı arkadaşlariyle birlikte can sıkıntısınd rı ' · bir cümbüş tertip etmek isteyip, oturdukları evden epey uzak bulunan bir dükkandan bir « çirik» (bin-


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

245

lik şişe» « arakı» (vodka'nın K azancasıdır) almış­ lar. Fakat kafadarların herbiri elalemin gözü önün­ de vodka dolu kocaman şişeyi taşımaktan çekinmiş­ ler. O zaman bizim A. Apanay atılmış ve arkadaş­ larına : «Neden bu kadar çekiniyorsunuz ? Şu gur­ bet diyarında şu kaçaklık hayatında binlik şişe vodka alabilmek az bir kalantorluk mudur ? Verin, bakalım, ben taşıyacağım ; ta ki herkes görsün de, bizdeki genlik ve bolluğa bir hayran olsun ! » demiş. Türkiye hasreti

Gerek A. Kazakov, gerekse, Apanaylar sonraları Kazan'a dönmüşler. Kanının anlattığına göre, Abdullah Apanay her zaman Tür­ kiye'nin hasretini çekiyormuş ve «Tlirkiye'ye bir kere kapağı atabilsem, herşeyden önce o mübarek toprağı üç defa öperdim» diyormuş. Yazık ki, bu arkadaş şimdiye kadar bu kudsi emeline erememiştir. -

Kitaplara kavuştum Tomsk'ta kitabevleri ve kitaplıkların bulunmasından faydalanarak, ki­ taplar okumaya başlamıştım. Zaten geçici durak ol­ mak üzere, Tomsk şehrini seçmekten maksatlarımın biri de bir parça kitap okumak olduğunu yukarıda yazmıştım. Üniversite açılınca Tarih - Fil �loji fa­ kültesine dinleyici sıfatiyle yazıldım. Kazan' <l,an ka­ çıp buraya gelen tarih profesörü Khvoctov'uri tarih derslerine ; gayet çetrefil bir Rusça ile konuşan bir Çek profesörünün genel dil bilgileri derslerine de­ vam etmeye başlamış ve bu derslerden epey istifa­ de etmiştim. -

Şehir iç savaş cephelerinin çok gerilerinde bu­ lunduğundan, burada fazla sinirlilik hissolunmuyor­ du ; kışa doğru ise, cepheden kötü haberler gelme­ ye başlamıştı. Gerek Omsk cihetinden demiryolu ile gerekse Tümen - To'bolsk tarafından su yolu il�


246

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Tomsk'a yeni-yeni kaçaklar gelmişti. Bunlar ara­ sında benim · tanıdığım ve tanımadığım bazı Türk­ ler de vardı. Sansakal Lutfullah Efendi

Tomsk'a su yolu ile gelenler arasında Perm'den tanıdığım, yemişçi Sarısakal Lutfullah efendi de bulunuyordu. Bu zat meşhur Breslitovsk andlaşmasından sonra, demek, Sovyet hakimiyetinin ilk günlerinde, Moskova'da Türk sefiri bulunan Galip Kemali'ye (bugünkü Söy­ lemezoğlu ) İstanbul'daki «İtibar-ı Milli» bankası­ na yatırmak için para teslim eden birçok Kazanlı tüccardan biri imiş. Lutfullah Efendi İstanbul'da bankaya yatırılmış parası bulunmaktan cesaret ala­ rak, Uzak Doğu üzerinden deniz yoliyle Türkiye'­ ye gitmeyi düşünüyormuş. İstanbul'da beni bekli­ yen param bulunmamasına rağmen, ben de aynı ta­ sarıyı kuruyordum. Onun için Lutfullah Efendi ile çabuk anlaştık ve İstanbul yolculuğunu berabeı:ce yapmaya karar verdik. Günün birinde uzun bir se­ yahata çıkan insanlar gibi, ahbaplarımızla vedala­ şıp Tyga istasyonuna gittik ve orada eski yük va­ gonlarından bir kırmızı vagona binerek, şark yö­ nünde hareket ettik. Lutfullah efendi iyi bir adam idiyse de, uygun ve hoş bir yol arkadaşı olacağa benzemiyordu ; çünkü ağır tabiatli, pek ince hesaplı ve gereğinden fazla «akıllı» gözüküyordu . . . Araplar tevekkeli «ilkin yoldaş, sonra yolculuk ! » (111) de­ memişler. İrkutsk'ta karşılaşmalar

-

Uzak Doğu'nun eşi­ ği yerinde olan İrkutsk şehrine inip, bu ülke halle­ rine dair bilgiler edinmek ve orada mola verip, du-

( 1 1 1 ) Al-Refik, thurnrne al-tarik!


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

247

rumu iskandil etmek bizim için faydalı ve lüzumlu bir hareket olacaktı. Onun için bu şehre indik. Ben doğruca İmam Sehman efendinin evine gittim ; ken­ disiyle Ufa'da bizim Millet Meclisi toplantıları sı­ rasında tanışmıştım. İmam, cami avlusunda, bir cemaat evinde oturuyormuş ; bu evin bitişiğindeki mektep binası bizim gibi «Tanrı misafirleri» için pek münasip bir konak idi. Orada benden başka da «mülteciler» vardı. Kendisiyle daha 1907 senesin­ de Kahire'de tanıştığım, Yekaterinburg imamı İr­ fan Rahmankul Mollayı ve o zamana kadar nere­ de bulunduğunu bilmediğimiz kayınbiraderim Yu­ suf Şamlı'yı da orada buldum. Olağanüstü bir mu­ siki istidadına malik olan, fakat gereken san'at ter­ biyesi göremediğinden, bu istidadını fenni bir .yolda geliştiremeyen, sonralları Sovyet hayat şartların'l tahammül edemeyip genç yaşta gurbet illerinde ha­ yata gözlerini yuman bu gencin o zaman mando­ linde çaldığı Kazan Türk havalarını dinleyip hem düşündürücü, hem ferahlık verici anlar yaşamıştık . .

Güme giden pa.ra.lar

Şuracıkta eski yol ar­ kadaşım Sarısakal Lutfullah Efendiye bir daha dö­ nelim : -

Bu kişi «İstanbul'da İtibar-ı Milli Bankasına yatırılan» parasına çok büyük ümitler bağlamış olacak ki karısını ve çocuklarını Perm'de bırakıp, o günlerin çok ağır yol zahmetlerine katlanmayı da göze alarak, bu uzun İstanbul seyahatına çıkmaya azmetmiş bulunuyordu. Şimdi o zamandan beri 28 yıl geçmiştir. Rusya'da kalan Lutfullah efendinin ne olduğunu bilmiyoruz ve kendisinin bu satırları okuyabileceğinden de emin değiliz. Bununla bera­ ber, şayet İstanbul'a ulaşmaya muvaffak olsaydı, orada kendisinin ne büyük hayal kırıklığına uğra-


248

RUS İHTİLALİNDEN HATIRAIAR

mış olacağını anlamak için, gelin, hep beraber şu aşağıdaki hikayeyi okuyalım (Bu hikA.yeyi ben 19 yılının Nisanında İstanbul'da Bn. Reyhane Şamgul'­ un ağzından dinlemiştim) : Hikaye şudur : B. Galip Kemali 1918 yılında Türkiye sefiri sı­ fatiyle Moskova'ya gelince, İstanbul'da «İtibar-ı Milli» bankasına kendi namlarına yatırmak için 17 kişi ona muhtelif miktarlarda para teslim etmişleı.· . Moskovalı tüccarlardan Kamilcan Hakimcanoğlu ; Kazanlı İsmail Kerim (ov) ; Ufalı Sabircan Şamgul, Permli yemişci Lütfullah bunlar arasındadır. Bu 17 kişiden yalnız Sabircan Şamgul ile İsmail Kerim (ov) , kaderin sevkiyle lstanbuı'a gelip, Galip Ke­ mali'yi bularak vaktiyle kendisine teslim edilen pa­ ralarının ne olduğunu sorabilmişlerdir. (Bizim Lfıt­ fullah Efendi de, benden sonra İrkutsk'ta kalmış idiyse de, Uzak Doğu yoliyle Türkiye'ye gideme­ yip, memleketi olan Perm'e dönmeye mecbur olmuş­ tu ; kendisini 1921 yılının yazında Perm'de görmüş­ tüm ) . Bn. Şamgul'un bana anlattığına göre, Ka­ zanlı İsmail Kerim (ov) Moskova'da eski «sefir-i kebir» e gfıya altın külçeleri vermiş, fakat kendi­ sinden senet-sepet almamış imiş. lstanbul'a gelince Söylemezoğlu'ndan hiçbir şey koparamadığından, mahkemeye başvurmuşsa da, müsbet bir netice :ı. ı " mamış ; çünkü dava edilen, davacıdan hiçbir şey al­ madığını söyleyip yemin etmiştir. Bu suretle, Ka­ zanlı eski milyonerlerden olan İ. Kerim (ov) «altın külçeleri» nden bir tek miskalinin bile bedelini ala­ mayıp İstanbul'da sefalet içinde ölüp gitmiştir . . . Meşrutiyet devri Türkiyesinin eski Moskova büyükelçisine verdiği paraları geri almak uğrund'.'1. İstanbul'da büyük bir sebat ve israr ile uğraşan kimse Ufalı Sabircan Şamgul olmuştur. Ben 1946


RUS İHTiı.ALİNDEN HATIRALAR

249

senesi 19 Nisanda S. Şamgul'un eşi Bn. Reyhane Şamgul ile görüşerek, kendisinden bu uğraşmanın safhalarını öğrenmiştim. Sayın bayandan dinledik­ lerimi, olduğu gibi, buraya naklediyorum : Sabircan Şamgul Moskova'da 1918 yılının ya­ zında büyükelçi Galip Kemali'ye 50 bin Alman mar­ kı ve 200 bin ruble Rus parası teslim etmiş ve se­ ned almıştır. 1925 yılının güzünde Sabircan Efen­ dinin karısı Bn. Reyhane Şamgul üvey oğlu ve bir de yeğeni ile birlikte tstanbul'a gelince, Galip Ke­ mali'ye bir mektup yazarak, kocasının Moskova'da verdiği paralara mahsuben bin lira istemiş. Bu mek tuba karşılık olarak, eski büyük elçi kardeşi Nec­ meddin Kemali'yi bir mektup ve bir torba dolu pa­ ra ile Bn. Şamgul'a göndermiş ve paraların alındı­ ğına dair bir imza istemiş. Ancak torbanın ağzı çö­ zülünce, gönderilen paraların, o zaman Rusya'da çoktan iptal edilen ve artık hiçbir memlekette ka­ bul edilmiyen, Çar hükumetinin, bin tane 50 ruble­ lik banknotları olduğu görülmüştür. Halbuki bu :,ki ­ bi banknotlar, sefir-i kebire teslim edildiği zar� an tedavülden kaldırılmış değildi ve bir kıymet teşkil ediyordu. Bn. Şamgul, tabiatiyle, o zaman kıymet­ siz kağıt parçalarından başka bir şey olmıyan bu «para» ları kabul etmemiş, imza da vermemiş ve torbayı getirene kapıyı göstermiş. Ertesi sene Ş. Şamgul kendisi de 1stanbul'a gelmiş ve G. Kemali­ yi aramaya koyulmuş, fakat eski sefirin kendi adı­ na yazılan hiçbir malü-mülkü bulunmadığı anlaşıl­ mış. Eski Ufalı milyoner tstanbul'daki biitün ban­ kalardan kendi adına yatırılan bir paranın bulunup­ bulunmadığını soruşturmuş. İstanbul'daki Deutsche Bank'tan alınan bir cevapta 1918 yılında Sabircan Şamgul namına 60 bin Türk lirasının yatırıldığını, ancak bu meblağın 3 yıl sonra gene Sabircan Şam-


250

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

gul imzasiyle çekildiğini bildirmişti. S. Şamgul im­ zanın sahte olduğunu ileri sürerek, hem G. Kema­ li'yi, hem bankayı mahkemeye vermiş. Davacı, el­ bette, avukatlar tutmuş, birçok masraflara girmiş, yaşı çok ilerlemiş olduğu halde, Adliye eşiklerini aşındırmış, defalarca Ankara'ya gidip gelmis, dava tam 18 yıl sürmüş, fakat hiçbir olumlu netice alın­ maksızın, davacının 10.12.1943 tarihinde vukua ge­ len ölümü ile kapanmıştır. Büyük elçiye para verdiklerini iddia eden iki kişinin hikayesi bundan ibarettir. Öteki paraların (eğer gerçekten bu paralar verilmiş ise) ne olduğu meçhuldür. Suya düşen tasan

Ertesi gün Lfıtfullah efendi ile birUikıte seyahatimiz hakkında akıl da­ nışmak için oranın muteber tüccarından ve aslen Kazanlı olan Şefiullah oğullarına gittik. Bunlardan Şeyhullah efendi bize, şu sıralarda Uzak Doğu'dan A vrupa'ya gitmenin gayet güç ve hatta imkansız olduğunu, Paris'e gidecek olan Ayaz İshaki ile Fu­ ad Tuktar'ın da hiçbir türlü seyahat çaresi bulama­ dıklarından, Mançurya'da bocalayıp durmakta olduk larını ve hele bizim gibi, cebinde işe yarayan para­ sı hiç bulunmayan veya pek az bulunan kimseleri!� böyle bir uzun yolculuğu göze almalarının en hafif tabiriyle bir safdillik olduğunu gereği gibi anlattı . (Ayaz İshaki ile F. Tuktar sonraları Avrupa'ya yal nız Çekoslovak askerlerine katılarak, yani onlar­ dan ikisi imişler gibi gidebilmişlerdi. ) Bu tartılı ve esaslı sözler bizi çok düşündürdü. Nihayet, ben, yalnız bu uzun Avrupa yolculuğu fikrinden değil, seyahatımı Uzak Doğuya - Mançurya'ya kadar ..ızatmaktan da vazgeçtim. -


RIJS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

251

BATIYA DÖN'üŞ «At vagonu» nda batıya doğru 1919 yılının kış iptidalarında Merkezi Sibirya'nın son önemli şehrinde, Baykal Gölünün berrak ve duru sularını Yenisey nehrine götüren Angara ırmağı kıyıların­ da bulunuyordum. Kazan'dan 4000 km. uzaklaş­ mıştım. Bu uzun mesafenin öteki ucunda ailem (ka­ rım ve oğlum) vardı ; halkımın da asıl kütlesi or• lardaydı . . . Türkiye'ye ve Avrupa'ya gitmek gibi büyük imkandan umudu kesince, Mançurya'daki küçük «imkanlar» o zaman, nedense, beni asla çek­ memişti. Daha o zaman Kızılların bütün Sibirya'yı zaptedecekleri muhakkak gibi görünüyor idiyse r' benim için bunca uzaklarda, İrkutsk'ta kalmakta bir mana ve maksad olamazdı. İki-üç adım olsa da, Kazan'a yakın bir yere gitmek istiyordum. Ancak ötede iç savaş cepheleri henüz yıkılmadığından, b�­ nim batı yönünde gidebileceğim en uzak nokta, az­ çok aşinası olduğum Tomsk şehri olabilirdi. Her ne olursa-olsun, artık mukadderatımı orada bekliye­ cektim. Kış geliyordu, kalın elbisem yoktu. Onun için engin Okyanusları geçerek Avrupa'ya yönelmek yerine, Muhit Denizi gibi geniş ve bol bir koyun derisi kürkü satınalıp, gerisin-geri Tomsk yönünde yola çıktım. Bi�az is, bir parça koyun kokan ve bo­ yuna tüyleri dökülen «Tulup» uma (belsiz kürki.i­ me) sarılıp, sabık «at vagonu» nun tahta sekisin­ de o kadar sıcak ve rahat uyuyordum ki ! Vagonda yolcular oldukça kalabalıktı. Bu yolculuklar sıra­ sında bir bit tarafından ısırılıp tifüse yakalanm� ­ dığıma hala şaşmaktayım . . . Halbuki bu vagonlarda bu böcek tek bir tane değildi. -

Krasnoyarsk'ta iki gün İrkutsk'bı n dönPr­ ken, Doğu Sibirya'nın mühim merkezlerinrlen olan -


252

RUS İHTiLALİNDEN HATIRALAR

ve Yenisey kıyısında bulunan Krasnoyarsk (Kızıl­ yar) şehrine indim. Bu şehir 1628 yılında, demek Romanov hanedanının ilk çarı olan Mikhail Fedo­ roviç zamanında koca Yenisey ile, onun bir kolu olan Kaçı ırmağının arasına düşen yüksek bir ya­ rımada üzerinde, ilkin bir «Üsrog» (112) olmak üzere kurulmuştu. Burada Yenisey'in ortasında bir takım adacıklar peyda olmuş ve o yüzden nehir iki bölüme ayrılmıştır, ki büyük bölümü tam nehrin yanından geçmektedir. Yarımadanın tabanı yüksek bir dağa dayanır. Şehrin mevkii son derece güzel ve tasviridir. Büyük Sibirya hattı bu şehrin de can­ lanmasına ve gelişmesine yardım etmiştir. Burada bir vapur iskelesi de vardır, ki şehir aşağıdaki Ye­ niseysk kasabası üzerinden şimal deniz yoluna bağ­ lanmaktadır. Hatta 1875-1876 yıllarında İsveçli bil­ gin ve kaşif Nordenskjoeld Avrupa'dan Yenisey mansabına kadar bir deniz yolu açmış ve bu yol­ dan Alman ve İngiliz gemileri Yenisey koyuna ge­ lip-gider olmuştur. Krasnoyarsk'tan yukarılarda 2.765 km. mesafede bulunan Minusinsk şehrine ka­ dar yolcu vapurları da işlerdi. Bu şehrin nasıl geliştiğini nüfus hareketlerine bakarak anlamak mümkündür. 1897 sayımı sırasın­ da şehrin nüfusu 15.126 kişi iken, Sovyet kaynak­ larına göre, 1926'da 72.261'e, 1936'da ise 179.633'e çıkmıştır ( 113) . Şehirde müslüman Türk cemaatı, mescid ve imam da vardı. Eski «Yenisey vilayeti» nin merkezi olan Kras­ noyarsk, işte böyle bir şehirdi. ( 1 12 ) Eski zamanlarda Ruslar, etrafı çit ve toprak çevrilmiş olan müstahkem yere «Ostrog» derlerdi. ( 1 1 3 ) Sovyet AnsiklopedisL

ile


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

253

Düşündüren Yenisey Ancak beni Moskof ya­ ratığı olan bu şehirden ziyade Yenisey nehri ilgilen­ diriyordu. 3,620 km. uzunluğunda olan bu koca ır­ mak, meşhur Orkhun Türk anıtlarının dikildiği top­ raklardan çıkmakta ve bu anıtlara adını veren Ork­ hun çayının suları da Yeniseye katılmaktadır. Onun için Yenisey, bizce pek önemli bir tarihi su olup, bize geçmişin birçok olaylarını ve insanlarını ha­ tırlatmakta ; kafamızda bin bir türlü düşünceler, kalblerimizde bir yığın tatlı ve acı duygular uyan­ dırmaktadır. Bunun içindir ki, ben bu şehre inip, eski Türklerin at oynattıkları, medeniyet ve devlet kurdukları sahalardan akıp gelen bu dev ırmağı yakından müşahede ve temaşa etmek ve Türk ta­ rihinin o şanlı devirlerine, hiç olmazsa, fikren dö­ nerek, o zamanki can sıkıcı durumumu bir kaç da­ kika olsun unutup içimi açmak istiyordum. Ne ya­ palım, biz şu ıssız ovalar üzerinden şu muazzam demiryolu hattını geçiren ve şu asri beldeyi kuran insanlarla atbaşı beraber gidememiştik, onlardan asırlarca geri kalmıştık. Bu yüzden bize yalnız geç­ mişi tahayyül ederek, avunmak kalmıştı. -

Garip bir esir Kendisiyle Peterpavul'da ta­ nıştığım Krasnoyarsk imamını evinde ziyaret etti­ ğim sırada orta boylu, san sakallı bir ecnebi ilı• karşılaşmıştım. Bu, oradaki Türk, Alman ve Avus turyalı esir subaylar kampında oturan Don isimli Avusturyalı yahudi bir subay idi. Bu kişi arasıra izin alıp şehre çıkıyor ve Kazanlı bir Türk olan imamı da ziyaret ediyormuş. O zaman anlaşılmış tı, ki « ahval icabı» sakal koyuveren bu adam, uzak bir memleketteki esirler kampında dahi ellerini kavuş­ turup, yalnız vatan hasretini çekip, kurtuluş günü­ nü bekleyip üzülerek vakit geçirmiyormuş. Bu kamptaki bizimkilerin ne öğrenmeye çalıştıklarını -

·


254

RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

bilmiyorum amma , Avusturyalı yahudi subay, esa­ ret arkadaşları olan Türk subaylarından Türkçe. hatta bazı Suriyeli subaylardan Arapça dersleri alı­ yor ve böylelikle bu şark dillerini elde etmeye Gah­ şıyormuş. Konuşurken anladığıma göre bu azimkar adam daha o zaman bu lisanlardaki bilgilerini epey ilerletmiş bulunuyordu. Kendisi molladan da Arap­ çaya ve Kazan Türk lehçesine aid bazı sualler so:·­ maktan geri durmuyormuş. Bu garplılar çok tu­ haf insanlardır : Nerede ve ne gibi şartlar içinde bulunursa - bulunsunlar, boş oturmayı sevmezler , mutlaka bir işle uğraşmak, bir şeyler öğrenmek is · terler. Yukarıda Lehli genç sürgün Eduard Pe· karskiy'nin hikayesini gördük. Şimdi Sibirya çölle­ rine bir esir sıfatiyle düşen bu Avusturyalı suba­ yın hali de pek ibret verici değil midir ? Krasnoyarsk imamının evindeki bu karşılaşma 1919 yılının güzü sonlannda olmuştu. 1920 yılının kışında oralara Kızıllar geldiler, ben de aym kışın sonlarına doğru Tomsk'tan Kazan'a gittim ve 1921 yılının güzünde Finlandiya'ya geçtim. Şu halde ta'" biatiyle, Krasnoyarsk kampındaki esir subaylarm akıbetinin nice olduğunu bilemezdim. Helsinki'de bir karşılaşma Zannedersem, 1922 yılında idi, ki Finlandiya başkenti Helsinki'de gazetede bir ilan gördüm. Bu ilanda Avusturyalı Herr Don'un Sibirya'daki esaret hayatına dair bir konferans vereceği yazılıyor, konferansın yeri ve saatı da bildiriliyordu. Derhal Krasnoyarsk'taki karşılaşmayı hatırladım ve gösterilen saatta konfe­ ransı dinlemeye gittim. Konferansçı Almanca anla­ tıyordu ve arada projeksiyonla Sibirya'daki esirler hayatından bazı levhalar da gösteriyordu. Sarı Sa­ kal'dan eser kalmamakla beraber, bu konferansçının -


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

255

bizim öteki Don olduğunda şüphe yoktu. Konfe­ rans bittikten sonra adamın elini sıkarken, 3 yıl önceki Krasnoyarsk görüşmesini hatırlatmak i ste­ dimse de, bir türlü hatırlayamadı. Sonraları aynı adamın bizim Maarif Vekaletine bir uzman sıfatiy­ le getirildiğini ve bir müddet Ankara'da kaldığını da duymuştum.

Yolların sonu Krasnoyarsk'ta bir-iki gün kaldıktan sonra Tomsk' a gittim. Doğu yönündeki yolculuğuma devam edip de Uzak Doğu'ya - Man­ çurya'ya gitmiş olsaydım, benim gurbet ve muha­ ceret hayatım, tabiatiyle, büsbütün başka bir yola girecekti. Bu yolun beni nerelere götüreceğini ve bundan ne gibi sonuçlar doğabileceğini şimdi ret­ rospectif bakışla tahmin etmeye çalışmak hem fay­ dasız, hem maksatsızdır . . . -

Demek, benim doğu yönündeki hareketimin son noktası Doğu Sibirya'da Angara kıyısındaki İr­ kutsk şehri olmuştur. Görüldüğü üzere, bu şehirden ayrılmakla benim batı yönündeki hareketim başlı­ yordu, ki ondan sonra başımdan geçenlerin hika­ yesi HATIRALAR'ımın ikinci bölümünü teşkil ede­ cektir. Sağlık olursa, aziz okurlarım, sizinle bundan sonraki ilk karşılaşmamız gene Tomsk şehrinde ola­ caktır. Şimdilik hoşça kalın !

Ankara, 20.3.1947



İÇİNDEKİLER Sayfa No : llITİLAL 7 İhtilalin başlangıcı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9 Mutlakiyet rejiminin yıkılması 9 Çifte «iktidar» : 10 Sudan iktidarlar KAZAN'DA 11 Petrograd örenği üzerine 12 Türkler arasında 13 «Milli Şura» . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14 «Şura» cılar V'e solcular 14 Ter bıyıklı bir genç . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . URALLAR ÖTESİNDEN İDİL KIYISINA 15 llk gazeteler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . « Yulduz» a nasıl girmiştim ? 16 17 « Yulduz» cu Hadi efendi 19 Küçük bir ihtilaf neticesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . TÜRKİSTAN YOLUNDA 20 Bir heyet . . . . . . . . . . . . 21 Türkistan'ın eşiği 21 Orenburg kalesi Gelişen şehir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22 Başkırt hareketleri 22 Pugaçov isyanı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23 ESKİ HATIRALAR 19 uncu asrın sonları idi 24 Karnaval günleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25 Krinolin etekliler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26 Kötü bir operet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26 ORENBURG'DA TÜRKLER Göçmen Kazanlılar 27 Bir «Kervansaray» . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28 Nil kıyısından Cayık sahiline 29 Mümtaz iki sima 31 Fatih Kerimi 31 «Rıza Kadı» 32 .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

.

. .

. . . .

.

.

.

. . . .

. .

.

.

. . . . . . . . . . . . .

.

. .

.


258

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Sayfa. No :

Seçkin bir şair . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Asya topraklarına geçiyoruz . . . . . . . . . . . . TÜRK1STAN'IN GÖBEGİNDE Taşkent şehri Rus istilası Eski Taşkent Yeni Taşkent . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . «Cedidçi» ve girişken bir hoca «Meydan var, at yok» . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Tanınmış bir Türkistanlının fikirleri . . . . . Güme giden gayretler Torpillenen «Komite» . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . « Komite» nin müslüman üyeleri . . . . . . . . . . Burada da çifte iktidar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1HT1LAL1N YüRüYüŞü Çene yarıştıran memleket Gayri Ruslar dahi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Bir numaralı lafazan Egemenlik erlerindir ! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .. . TÜRKİSTAN'DAN KAZAN'A DÖNDüKTEN SONRA Bir bayan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ambalaj kağıdına basılan gazete « Kurultay» ın kurucusu . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... Yazık olan emekler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Kurşuna dizilen tarihçi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . «Dukhovnoye Sobraniye» den medeni muhtariyete . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... «DERİNLEŞEN» 1HT1LAL VE DURDURULAMAYAN HARP «Ana ...baba günü» . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. Dillere düşen «Bourgeoisie» «Bourgeois» kimdir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Sosyalistler ve Bourgeoisie . . . . . . . . . . . . . . . . . . İhtilal ve harp . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......

34 34 36 37 37 39 39 41 43 45 46 48 49 50 51 52 54

55 56

58 63

65 68 71 73 73 74 74


RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

Sovyetçiler ve harp . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Güpe gündüz bir patlama . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . BOLŞEVİK İHTİLALİ İhtilal içinde «ihtilal» « S�ycl» ne dem�tir ? Kazan'da . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. Bolşeviklerin taktiği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . İhtilal hükumeti ve Bolşevikler . . . . . . . . . .. Bolşevikler ne tasarlıyorlardı ? Lenin, Trotskiy ve Stalin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Üç merhale . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Rusya'nın durumu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . FELSEFİ BAKIMDAN BOLŞEVİZM «Norodnik» ler ve fikirdaşları . . . . . . . . . . . . . . . İhtilalci sosyalistler Menşevikler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Bolşeviklerin felsefesi Alarus Marksizm «Rus mucizeei» ÜÇ AY ALTI GÜN SüREN «MUHTARİYET» Ufa yolculuğu « Millet Meclisi» İki hizip . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . «Topraklı muhtariyet» . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Geri «Dukhovnoye Sobraniye» ye . . . . . . . . . Ufa dönüşü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . RUSYA KURUCU MECLİSİNİN KARAYAZISI Bir kutsal rüya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . «Çalınan minare ve kılıfı» Demokrasiden diktatörlüğe Bir tek öldürücü nutuk Ferahlama .

259

Sayfa No� 76 77 78 �

79 80 81 82 83 83 84 86 87 87 88

89 89

90 91 92 93 93 94

95

97 98 99 99


260

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

UFA'DAN KAZAN' A DÖNÜNCE Sayfa No: Muhalefete devam . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 100 Son darbe . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 101 102 «Uslan» üzleti İÇ HARP DEVRİNE GİRİYORUZ 102 Rusya iç harbinin doğu cephesi . . . . . . . . . .... 103 Çeko - Slovaklar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 104 Kazan'ın «Aklar» tarafından işgali . . . . . . .. 105 Hazine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 105 Üzletten meydana . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 106 Kazan' dan ayrılış . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 107 Kızıllar yeniden Kazan'da 108 Mollanur Vahitov . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... YOLLARA DÜŞMÜŞTÜK 110 Suya düşen ümitler 110 Uzun yolların başı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Zindanda ölen muharrir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 111 KAZAN İLİNDEN UZAKLAŞIYORUZ 116 Tabana kuvvet ! 118 Hamamdan sonra ayaza . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Gece yarısında bir baskın 119 120 İlk hedefimize varıyoruz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ŞARKA DOGRU 121 Samara'dan Ufa'ya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 121 Ufa Devlet Müşavere Meclisi . . . . . . . . . . . . . . . Prensip Kavgaları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 123 Ufa Şehri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 124 125 Ufa'da Müslümanlar - Türkler SİBİRYA YOLUNDA Ufa' dan ayrılış . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 126 127 Neşeli bir karşılama 128 Çilebi şehri hakkında . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . SİBİRYA'DAKİ HAYATIMIZ Kızılcar (Petervapul) şehri 130 «Mülteci» Milli idare 131 132 Sudan bir gazete


261

RUS İHTiLALİNDEN llA.TIRAl.AR

Sayfa No : 134 Bir taşra hayatı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 135 Bir züğürt kütüphane 136 Bakara partileri 137 « İki mutlu izdivaç» 137 Etsever millet 139 «Akşam ziyafetleri» . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 139 Omsk'ta hükumet darbesi 141 Kolçak ve biz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 142 Amiral Kolçak kimdi ? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 143 Paris'e gidecek olan murahhaslar .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

.

.

BİR BOCALAMA DEVRESİ Kızılcar'dan ayrılış « Serbest» mülteci durumunda Avare dolaşan bir « damat» Tam zamanında bir çağrı Savaş cephelerinde . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . «Lazım» olan rahibeler Efradı dağılan aileler Sarapul'dan geriye Araba yolculuğu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . «İşçi hakimiyeti» nden kaçan işçiler Şirin bir kasaba Osa'dan ayrılış . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . URALLARDA Pedagoji kursları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Yekaterinburg şehri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Son Çarın akıbeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ROMANOV HANEDANI Romanov'lardan önce İlk Romanov'lar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Baba - Oğul kavgası Kadınlar saltanatı Boğdurulan İmparator Üç Aleksandr'lar

144 145 145 146 147 149 150 151 152 153 154 155

.

.

.

.

.

.

.

· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·

156 156 157 158 159 160 161 163 163


262

RUS İHTİLALİNDEN HATIRALAR

SON RUS ÇARI Sayfa No : II'nci Nikola Romanov . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 164 Felaketli taç giyme töreni 165 «Kanlı pazar» 165 Yenilgi ve ihtilal 166 Zoraki vaidler 166 Yıkılan taht 167 Sürgün . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 168 II'NCİ NİKOLA'NIN KARISI 169 Çariçe Aleksandra Feodorovna 169 Alman mı, İngiliz mi ? 170 Hoş geçirilen zamanlar 170 Tabut arkasından . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 171 Arka-arkaya dört kız çocuğu 172 Hastalıklı veliahd 173 Afsuncu Rasputin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ÇAR AİLESİ SÜRGÜNDE 176 Tobolsk ve Yekaterinburg 178 «Ünbir ölümlük» 178 Korkunç karar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 179 Gece karanlığında 179 Kırım 180 Yakılan cesetler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 181 Öldürülenlerin yaşları 181 Başka mahkumlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 182 Bulunmayan mezarlar, bulunan izler URALLARDA ÖLDÜRÜLEN BAŞKA ROMANOV'LAR 186 I. Granddük Mikhail Aleksandroviç 187 İki kardeş karşı - karşıya 187 Mikhail Aleks, sürgünde 188 Baskın ve katil . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 189 2. Alapayevsk'te öldürülenler . . . . . . . . . . . BİR DAHA SİBİRYA'YA 191 Kolçak orduları çekiliş halinde 192 «Milli idareciler» .

.

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

.


RUS İHTİLALİNDEN llATIRAIAR

263

Sayfa No: 193 Bize de yol göründü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 193 Yollara düşenler Yekaterinburg'dan ayrılış 195 196 İrbit'te ......................................... Asri kız arayan bir imam 196 İmam ve eşi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 198 Meşhur panayır yeri .................... ... 199 Sovyetlerde panayır yok . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 201 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

.

.

.

GEÇMİŞ ZAMANLAR Maziye bir bakış Yıkılan hanlıklar Şimalden çevirme hareketi İstilanın öncüleri Stroganov!'lar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . TURA TüRK HANLIGI İsim meselesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Moskova - «Sihir» münasebetleri Köçüm Han ................................ ... Serüvenci Kazaklar Müthiş İvan ve Tura Yennak'ın baskını Tura'nın akıbeti OMSK YOLUNDA Bir öğretmen çiftçi Tümen şehri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . «Başa gelen çekilir» Tabiatın kucağında Züğürt sevinci . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Yeni tip hocalar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . StBlRYA'NIN İÇLERİNE DOORU Bir «dönüm noktası» Büyük Sibirya hattı ....................... SlBİRYA NASIL BİR MEMLEKETTİR ? Memleketin ismi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .

.

.

.

.

.

.

201 203 203 204 205 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 218 219 220 221 222 224


264

RUS İHTİl..A.LİNDEN llATIRAIAR

Sayfa No: 224 «İbir-Sibir» . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 225 Ruslara göre « Sihir» 226 Sibirya'nın sınırları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 227 Coğrafi bakımdan Sibirya 228 lklim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 228 Nüfus 229 Yerli ahali . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 229 Sibirya'da Türkler Radlof ve Pekarskiy 231 232 Zengin bir ülke Göçmenler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 233 Sürgün ve «kürek» 235 Siyasi mahkumlar 237 237 Durmayan göç . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Kaleler ve şehirler 238 İdari bölünüş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 239 Sibirya muhtariyetçileri ve Sovyetler 240 241 Endüstri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..

TOMSK VE ÖTESİ Tomsk şehri hakkında . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . İki Apanaylar Türkiye hasreti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. Kitaplara kavuştum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Sansakal Lfıtfullah efendi . . . . . . . . . . . . . . . ... İrkusk'ta karşılaşmalar Güme giden paralar Suya düşen tasarı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . BATIYA DöNÜŞ « At vagonu» nda batıya doğru Krasnoyarsk'ta iki gün . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Düşündüren Yenisey Garip bir esir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Helsinki'de bir karşılaşma Yalların sonu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..

242 243 245 245 246 246 247 250 251 251 253 253 254 255


· f iatı 1 O l i ra ·


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.