Turan Yayınları
:
2
Birinci Baskı : Mayıs 1978
Turan Yayınları : PK. 112 Suadiye İST. -
-
TUYU-KUNLAR
Ada lef Ergenekon
Kapa'k :
Ceyhan M u ratha : noğlu
Dizgi Bas'kı : M urat Matba acı lık Koli. Şti. Tel . : 27 45 71 Cağaloğlu - istanbu·I -
BUYUK TURKÇU TARiHÇi, DEGERLI HOCAM ORD. PROF. DR. ZEKi VELIDI TOGAN'IN AZIZ HATIRASINA
BAŞLARKEN Tuyu-Kunlar için çok eser yazıbnıştır. Bizde bu konuyu
ilk defa Ord. Prof. Dr.
Z. Velidi Togan ele almıştır. Yaba;ıcı
bilim adamlarından Thomas Caroll, Yakinof Biçurin, Barthoid, Beal, Prof. Hal.ovn, Prof. Minorsky, ,B. Karlgren v.b. bu Türk kabilesini ilim alemine 'tanıtmışlardır. Tuyu-Kun (Türk-Hun) Miladın ilk yıllarında Pekin'in şi malinde Yekol'da Kingen dağlarının güneyinde yaşamışlar. Ka bile reisi Següy ölünce bir kısmı eski yerlerinde kalmış bir kısmı da Kuke-Nor (Kuke: Mavi, Nor: Göl, Gökçe Deniz) ta raflarına gelmişler. Bu ayrılış tarihi Miladi 310'dur. Umumi Türk Tarihi Sertifikası imtihanında bana sorulan sorulardan birisi Tuyu-Kunlar idi. Soruyu cevaplandırdım. Ho cam Ord. Prof. Dr. Z. Velidi Togan bana soyadımla hitap ede rek: «-
Ergenekon sen edebiyatçısın, bunu roman yapsana»
demişti. Aradan uzun yıllar geçti. Değerli insanın isteğini emir teUJkki ettim. Ruhu şad ol.sun. Suadiye 1 Mart 1978
MUTLU ÜLKE Milôc:lı'n i�k yılları. . . Geceleri kara n l ığa bürün üp uyuyan, g ü nd üz 1 l eri pırıl pınl g üneşin ışıkları ile yıka nan Yekol, mutlu bir ül keyd i . Hankaya tepesi büyük bir azametle kurulmuş ülıkeyi baştan başa gururla seyrediyor. Ha nkaya en yüksek tepe. Honkaya aza metli . Han'kaya kuvvetli. Hankaya gece g ü nd üz Ye kol 'ü bekliyor, Buradan esen rüzgar ülkenin üstün de dolaşıp ciceıklere, parlaklık, re·nk, koku; ekinlere bereket; hayva nlara ve ·i nsanlara huzur verir. Yağmur getiren bu·l utlar gene bu Hankaya'nın üstünden gelerek bereketli d a m laları nı toprağın bağ rına serper. Güneş Hk ışıklarını saçabil mek icin bu tepeyi aşar; tatlı sıcaık l ığıyla ül'keyi ısıtır. a yd ı nlatır. Hankaya'n ı'n gönderd iğ i yağmurla ıslanıp g ü neşle
9
ısınan toprak,
cömertçe bağrında yetiştirdl(il
mah
sulü bu kutlu kaya ü lkesinin talihti insanlarına dağı tıyor. Şefkatli kollarıyla onları bir ana g i bi bağrına bosıyor. Beşikten mezara kada r onların koruyucusu ve sığınağı otuyor. Doğanları besliyor, büyütüyor; ölenleri ıkoy'nunda uyutuyor. Ü lkeyi bir ba.ştan öbür başa kaplayan orman, kuşlarıyla, kurtlarıyla mesut hayatını sürdürürken top rakta n oldığını canhlara vererek ül! k en in mutlu hayatının devridaimini temine çalışır. Uzun boyu kumraf saclı erkeklerin kuvvetli kol larıyla topra:kta n çıkartılan altın ve demir külçeleri yaşlı demircin i n el inde kılıç, kama. b ıça' k , ok, yay haline gelerek erleri sevindirirken; tabiatın motifleriy le tezyin edil miş kemer,er ince kızların değer kaza n ı r '
bellerinde
.
Kutsal Ha n'kaya'nın eteklerinden çıkartııa·n na· d ide taşla rla süslen m iş başl ıklar ise cerilerin mağru r başla rını donatır. Ta biatın bütün zeng i n l ik lerin i n el ele vererek mutlu kıldığı bu insa n l a r, bu mutl u l u ğ u n deva mı için her mevsim döndüğünde, Han kaya'da büyük mera simlerle ayinler yapa rlar. B u şekilde Yaradan'a şük rederek yapılan ayinler Yekol icin fevka lôde a n l a r· d ı r. Düşman kavi m lerin kötü lü klerini önlemek daha ço'k toprağa, daha cok askere sahip olabil mek için demi r ok ve yaylarıyla uzak uzak ülkelere a k ı.ıla ra çı karlar. Yeko l ' ü sara n bozkıra mutluluk taşıdıkları ve borçlarını ödedikleri inanç ve şuuru ile yapılan bu akınlar yüzyı l la r boyu aynı heyecan ve ina nola deva m et m i ştir
10
. . .
BEREKETLi AV Yekol 'de büyüık bir telaş var. Han Següy büyük bir av partisi tertiplenmesini emretti. Uzun zamandır sefere çıkmayan Tuyu-Kun el'ileri icin fevkalôde ya rarlı bir boşgur olan av- partileri bütün kabilen i n işti ra'ki ile yapılırd ı . Bizzat Han Següy'ün plôn ı üzerine av hazırlıkla rı başlad ı. Av şefi olarak Han Seg üy'ün küçük oğlu Yolgoy seçilm işti. Yolgoy'un ağabeyi Tu yu-Kun secim sonucunu başından beri bi .ld iği ha lde sonuç açıklanfnca yüreği her zaman olduğu gibi kıs kançl ıkla kaba rm ıştı . Doğ u m itibarıyla Yolgoy m ute berd i . Han Següy Yolgoy'un yetişmesine a1yrı bir iti na gösteriyor; yaptığı çocukça hataları bile derhaf ceza landı rıyor, ku rusrsuz olmasını isNyordu ..
Boşgur: Talim 11
Tuyu-Kun aslında soki n tabiattı idi. Kardeşi ile yopt�kları yarışmolard a özelltkle güre şde Yolgoy ye nilince çekitmez hole gelirdi . Bir çok keresinde Tuyu Kun kardeşi üzülmesin diye yenHd i . Ha n oğulları nı·n çe'kişmeleri h a beri bütün kabileye dalga dalga yayılır. büyıJk ilgi uyand ırdı. Kabile hclkmın iki kar deşe duyduğu sevgi oynı olmasına rağmen h ı rçın ve hı rslı olan Yolgoy daha çoık O:n kazanmıştı . '
Yolgoy K'i ngay ckığ · l arına kadar uzanan arazide avcıların ha rekete geçecekleri yerleri işaretledi . Herşey hazırland ı, Han Seg üy'ün av yerine gelişi ile a . v partisi başla mış ol uyord u . Başta Yolgoy ve Tu yu - Kün old u ğ u ha.id e kabilenin bütün erkekleri av arozıisinin çevresine yayıldılar. Atların kişnemeleri ve atı l a n naralardan ürken hayva nlar kaçışıyor; ka çıştıkça etrafla rındaki at 'k im şn emesi ve nara lardan meydana gelen çember daralıyord u . Günlerce süren bu amansız mücadele geceleri de devam ed:iyordu. Av arazisinin etrafına beyaz ke çe çadırlar 'k u ruldu. Geceleri çad ırların ön ünde yanan ateş, hayvanları ü rkütüp kaçırmada büyük rol oynar. Han Següy ün çadırı en yüksek tepeye kurulmuştu . Buradan avfn gid işatını takip etmek mümkündür. Çemberi daraltma işlemind e avcı ları n hayva nlara karşı silôh kuıll anıma:ları yasaktır. Bu itibarla avcılar zaman z aıman vahşi hayvanlarla a ma nsız mücadele '
lere girişirler. Han Seg üy'ün en büyük zevklerinden birisi de bu olağanüstü a n lan ya'ka layıp takip etmek ti, Böylece bohadırlarının cesaret ve zekasını görüp kıvranırd ı .
12
Tuyu-Kun ile kardeşi Yolgoy han oğlu oldu • k ları holde av partisinin en tehtrkeli bölgelerinde erlerin a rasında yer alır, maharetlerini gösterirlerdi. Bir de fastnıda mağaraya giren bir ayın ı n arkasından gide·.ı Yolgoy oğabeyisi" n in yard ımı ve becerikliliğiyle hay va nı moğarod a n cııkarmaya muvaffa k oldu. Bu türlü a n l arda Yolgoy delice tehlikeye atılırd ı . Ama o daha doğuştan şanslı idi. Onun yerinde bir başkası olsa Cdktan hayatı sona ermiş ol u rd u . Yolgoy ici.ı anla tıla nlar daha şimdiden küçük bir destan sayılabilirdi. Uçurumları. tepeleri, ı rmaıkları oşan avcılar ni hayet av çemberlerini gerekli ölçüde daralttı lar. Ar tı'k av hayva nları toplanıyordu. Aylardır kaçışan hay vanlar büyük bir şaŞ'k ı n l ı k içindeydi. Av çemberinin dışına cıkma· l arı im könsız olan hayvanların toplanma işi tamamlanınca Han Següy dönüş emrini verdi. Çocu klar ve kadınlar yaylagda oldukları halde iki aydır ava çıkan avcıları n dönüşü n ü bekliyorlar dı. Her av dönüşünde büyüık avlıg kabile halk ını sevindirirken av esnasında ölen avcı ların acısı da bütün ka bileye yayı l ı rdı. Ö len ovcı.ların ar1<asından t ü rküler ya 1 k ıl ır, büyük bir sayg ıyla a n ı l ı rlard ı . İ şte şimdi gene büyük bir aıvda·n dönülecek, se vine ve elem kucak kucağa Ye' k ol 'ü saracak. Dağı ile taşı ile kurdu ile kuzusu ile koca Yekol av dön üşü ne hazırlan ıyor. Gene kızlar av muha· r iplerine 'kımız ha. z ırlar'.ken büyük otağda Han-Kotunu ava yol ladığı ü ç erkeğini sabırsızl ıkla bekliyord u . Ü ç ayı mütea kip ilk öncüler göründ üğünde halk caıd ırlarınd a n çıkıp büyük bir kafi.le halinde avcıları
13
karşılamaya �oyuldu. Önde Ha·n Següy olmak üzere asıl kafile de gelip çattı. Avcılar, terıkiıleri avlıgla dopdolu olduğu halde bü yük bi r gürü ltüyle i lerl iyor, tozu dumana katıyordu. Han Katunu büyük bir h ü rmetle Han Seg üy'ü selôm lodıktan sonra sevgi l i oğullarım aradı. Gözleri bir a·n da bütün bir topluluğu tarayıp bir noktada durdu .. Tuyu-Kun atından inmiş, çizmeleriyle, sararmış otları yokluyordu. Bu, yazın sonu demekti. İçine acaip bi r h üzün çöktü; sevi'nç ç ığlı ' k 1 l arı arasında gön lü bul a n ıyor, gözleri buğulanıyordu ki annesinin sıcak nefes ini yüzünde duyd u : - Tuyu-Kun'um, Bozkurdum ho ş geld in. Karde şin nerede? İ ki kardeşi bir arada göremeyen Han-Kotu n : «Yolgoy'um nerede? Yolgoy'uma ne yaptfnız?» diye telaşla etrafı araştırıyor, bağırıp çağ ırıyord u . Tuyu Kun'un kalbindeki h üzün bir a nda bütün benl iğ i.ı i kaplaıd ı. Yola çıı k tıklanndan beri kardeşini görmemiş ti. Bir a nda atına atladı; ters yüzü geri dönd ü. Av kafilesi dönüş için yola çıktığı nda Yolgoy e·n arkada bu başarı l ı av dönüşünün fera h l ığı içinde ağır ağ ır ilerliyor ve o gün ağabeyisi ile yaptıkları ma na sız kavgayı düşünüyordu. Kafil eden epey uza kta kal mıştı. Av kafilesi uzaklaşınca vadiden esen rüzgôrın sesi, öten kuşların cıvıltısı Yolgoy'un atınfn ayakla rından çı'kan sesle birleşerek nefis bir müzik meyda getirmişti. Bi r müddet bu üçlü koroyu dinleyen Yolgoy'a atının ayoklarından çıkan ses fazla gel m i ş na
olacak ki a t ı n ı d u rdurdu; atından i'ndi; toprağa boylu boyunca uza n ı p gözlerin i kapadı. Öylece ne kadar
14
kald ı biHnmez. Yolgoy birdenbire hoşnutsuzlandı. Cünıki koronun oheng i bozu l muştu. Bu güzel m üziği bozan ı görmek istemediğinden, gözlerin i açıp bak mad ı. Fakat o ·ne? Bunlar pusat sesi! Aynı anda hem gözlerini açtı, hem de ayağa fırladı. Gözlerini açışıy la ayağa fırlaması ayn ı and a olmuştu. Yolgoy gafil avlan m ıştı. Çevresin i çeviren dört Tibetl i mızrakla rını O'na çevirmiş düşmaı n gözlerle avların ı seyre diyordu. İ çlerinden en büyükleri olanı, bir adım ileri gelerek: - K i msin? Nereden gel i r, n ereye gidersin? - Ad ı m Yolgoy, - Ha·n. Han ... - Evet Han Seg üy'ün küçü'k oğlu Yolgoy'um. Bıyı kları sarkık, gözleri a lev gibi parlayan diğer Tibetl i : - Sen Yolgoy'san, burada n e yapıyorsun? - Burada -ne yaptığını sordum! Soru yağmuruna tutulan Yolgoy esen rüzgarın, öten 'kuşların sesin i dinlediğini nasıl an lata bilirdi.. . Tam bu sırada tepeden yıldırm g i b i b i r şeyin vadiye doğru i nd iği görül ür. Toz duman içinde bir atlı biraz sonra kavga meydanına dönecek olan bu küçük sor gu meclisine daldı. Tibetlilerin a ni şaşkı'nlığ ından isti fôde eden i k i kardeş bir anda dört Tibetliyi yere se rip, yola koyuldula r. - Av şefiydin, kafileden ayrıl ıp kurda kuşa yem olmanın ma nası ne? - Kuşlar...
15
- Ne kuşları? - Kuşların şar1<ısı ... Ye11l bir kavgaya sustu. Zira Yolgoy
ist�li
gene
gorunmeyen
sacmalomaya
ağabeyi
başlamıştı.
Onunla alay mı ediyordu? «.Kuşkln, «Kuşları'n şarkı sı» bu ne bicim cevaptı? Yolgoy'un kimseye anlatamadığı bu zevkli daki kalar bir sır olarak gönlünde kolaoaktı. Binbaşılar, Yüzbaşılar, Onbaşılar nizam dahilin de Han Següy'ün başkanlığında1ki idare meclisinin önünde·n geçip bilgi verdi·ler. Asker kayıtları tek tek göz:den geçirildi. Onbaşılar maiyetlerindeki er ve er adaylarının bir bir yoklamalarını yapara'k Han Següy'e bilgi verdiler. Han Següy muhteşem bir orduya sahiptir.
Her
yıl büyük av dönüşü er namzetlerinin askerliğe kabu lüyle bir kat daha güçlenen Han Següy'ün ordusu Tibetli ile Çinli'nin korkulu rüyasıdır. Mingtau'nun ar kasına saiklanan Cinli her defasında Tibetliyi öne sü rüp savaştırır. Tibetlinin demir yelekli pehlivanları sa vaşırken ağızlarından rüzgôr, gözlerinden alev çıkı yor. Ama Han Següy'ün erleri gaz:aba geH.1ce ağız larında·n fırtına, gözlerinden ateş fışkırıyor. Cinli bu ordu i.le hiç bir zaman savaşamamış. Çünkü tavuklar hiç bir zaman kurtlarla sav.aş yapmamış. Birkaç günlü'k dinlenmeden sonra Han Següy'ün emri ile Han Muavini, Baş Vezir, başkomutan ve ko mutanlar meşveret için toplanır. Yekol'den bütün dün · yayı idare edebilecek güce sahip olan bu idareciler sanki Tanrı tarafından
16
vazifelendirilmişler.
Gözleri
oteş gi·bi caikmaıJ< cokmok, sözleri kılıçtan keskin, Ka rar verinceye kadar konuşur, danışır, karar verdik ten sonra 'konuşma�lar. Avda zekasıyla, cesaretiyle, kuvvetiyla, bilgisiyle v.arorlı'k göstere·n, vahşi hayvanları çaresiz bırakıp av loyan, uzun geceler-gündüzler vahşi ormanla müca dele eden gençlerin yaptııkları-ettikleri, birer birer an latılır, Ozan, her gene için ayırı ayrı çalıp söyler:
Alplar atın av yerine sürende Şôhinleri gözcü diye solarlar Gök sarsı.ıır yiğitleriın sesinden Akşamleyrn avlarını toplarım. Şenlik olur Oba·lara dönünce; Gelin kızlar, a·na bacı kardeşler, Paylaşırlar yiğitlerle sevinci Gurup vakti sofmlar kurulunca.
erlerin imhramonlıkları gör:kü bir şekilde tekrar an latılır. Toplotının bu ktSmında bütün YSl<ol bir ara da.dır. Geneler sevine çığlıkları icinde birbirleriyle gü reşirken gene ·kızlar berrak sesleriyle neşeli türküler söylüyorlar. Obarnn en güzel kızı Ciğil bu sevine gösterileri nin dışında olduğu ha.ide arada bir o da türkü mırıl danıyor. Ama onun tü11küleri yanık aşk türküleri. Bu güzel yaıratık besbel11 ki gönlünü birisine 'kaptırmış.
17
Öte yondan · Sarıg Çiçek esrarlı bakışlarını Yolgoy'dan alamıyor, Yolgoy'un yaptığı delilikleri, yüreği ağzına gelerek seyrediyor. Yolgoy a.ğabeyi Tuyu-Kun ile yaptığı güreşte cok uğro.ştı, ama, yenildi. Bu sefer Tuyu-Kun çok hırs lıydı. Kendisinden kücük olan kardeşine şans ta�ıı madı. Yolgoy yenilgin�n verdiği öfke ile sağa sola at salaırak sataşıyor; bu hali hal:kın şen kahkahalarıyla karşılanıyordu.
Gülmeye·n iki 'kişi vardı.
Bunlardan
Sarıg Cicek, oturduğu taşın üstünden kalktı, ağır ağır yürüdü. Atçlına ..,e estiyse atına atladı. Yolgoy'un üs İki gene Yolgoy'un ter:s yüz etmesiyle
tüne sürdü.
yüz yüze geldiler.
Yolgoy Sarıg Cicek'in
gözlerine
baktı. Gene kız 'kıpkırmızı oldu ve derhal atını mah muzloyarak oradan uzaklaştı.
18
HAN SEGÜY'ÜN KOCALIK VAKTi
Han Següy'ü.n koco1ık vakti idi. Şafakla birlikta Han Següy ve Ha:n Katunu otağın kapısında belirdi. Mutlu gözlerle Yekol'u seyrettiler. Aynı anda dört ha berci güneş gibi parlayo.1 pusatlı giyimleriyle dört ay rı yöne yıldınm gibi at koşturdular. Yekol'un semiz hayvanlanmn bağrışmolorı sessizliği bölen ilk belir Uler olarak işitilirken Ha.n Següy Han KaWn'un elleri ni tuttu. Dörtnala giden habercilerin arkalarında bı raktıkları ince toz bulutları dört yol meydana getir mişti. Güneşin Hk ışı.�lorıy.ıa a:ydınlanan dört altın ku şa·k gibi Ye1<:ol'u saran bu ince yollar Han Següy'ün gönılünü kuşatan mutluluk bağlarıydı. Uzun gün · ıer, geceler yaşamış; kendisine her za man bağlılık gösteren holkına mutluluk vermiş; onla-
19
rı küçük gören, yok etmek isteyen düşmanlarına: ka ra bulut gibi çö�müş, dağıtmış, yak etmiş. Bir birl•ı
den uzak ; yer,ıere çok savaşlar yapmış, büyük gani metler.le halk 1 rnı zengin 1<ılmıştı. Avuçlarının
içindeki
ellerini
şefkatle
sıkarak
Han-Katunu'nun gözlerine oo:ktı. Bütün geçmiş ora daydı. - Gönlümün yari, cocuklarımın anası, ülkemin sultanı, mutlu ülkemizde sen de mutlu musun? - Yakut gibi kırmızı
dudak ı lanmın tadını
alan
sensin. Senin mutluluğun benim mutluluğumdur.
ÜI·
kemizin mutluluğu bizim mutluluğumuzdur. Han
Katun'un
sözleri
pırıl
pırıl sözleri.
Han
Següy bunları evdeşinin ağzında·n duymak · la sonsuz bir bahtiyarlığa ulaşmış ve gönlü rohatlamıştı. Han Katunu, tertemiz sesiyle, yeri gö�ü yaratan Tanrıya şükrederek: «-
Beni
hiç kırmadın.
Ha·n
babamın ülkesini
aratmadrn. Gücün ve şefkatinle beni yüceltti'n. Tan rı da seni yüceltsin, Soyun ebedi olsun» dedi. Elleri ni birbirinden ayırmadan çaduılarına girdiler.
20
Han'ın karargahında toplanmak üzere Ye'kol'un beğlerin ' i da1vet için yola çıkan habercilerden Kackın bay doğu yönünde ilerliyordu. Vakit azdı, kış bastır madan beğlerin toplanması istenmişti. Doludizgin at koşturup haberi beğlere iletmek ten başka bir şey düşünmüyordu. Ming Tau'ya doğru sapan yola girdiğinde bir insan
Kackınbay'ın
tam
önüne düştü. Bu bir Çinliydi. Çalimsiz, miskin bir ya ratı'k.
sanki gökyüzünden fırlatılıp atılmıştı. Kackın
bay çok şaşırdı: - Bir suç işledim de Tanrı bona ceza mı veri yor? Ama bu ne bicim cezo? Yerden kal·kan Çinli, ufacık tostoparlak bir şey di. Dizleri üzerine çöküp Kackınboy'a birşeyler söyle meye başladı. Fakat onun sözlerinden hiç bir şey a·n lamayo Kaçkınbay hiddetlendi. Önüne çıkıp onu işin den alakoyan bu acaip varlık biran önce, geldiği gibi gitmeHydi. - Albız götüresi uğru ne istersin? Anlaşmaları imkansızdı. Kaçkı'nbay atının üze.1gisini çekti, ne .olursa olsun yola devam etmeliy ı di.
21
Tam
bu sıroda, yerde diz çökmüş bağıra çağıra bir
şeyler anlatmaya calı ışaoo benzeyen biır grup Cinli otlarını hışımkı üzerlerine doğru sürerek gelip çattı. Kuzeye doğru ot sa·ıan Tacam ise Han'ın emrini yerine getirmek icin doludizgin at 'koşturuyor, beğle rin karargaha çağrılmalarının sebebinin ne olduğunu düşünüyordu. Boz renkli ova sonsuzluğa doğru acılıyor, ilerde ufaık bir yeşilli:k ve belli belirsiz oadır�ar görülüyordu. VeşUlik ve beHi belirsiz çadır.lor . . . Gökyüzünde ansı ztn beliren bir kara bulut
Tocom'ı
ta;kip ediyor, ova
gibi bomboş olan gönlüne a:nıoşılmaz haberler taşı yordu. Tacam bu esrarengiz bulut
paroasından
kurtul
mak istedi. Atını daha bir hırslı sürdü. Gözleriyle et rafını taradı. İlerideki yeşilliğe ulaşmak için dayanıl maz bir istek duydu, Şimdi Tacom icin hedef, o ye şilliğe k·avuşmak, bu inatçı buluttan kurtulmaktı. Ama ne gezer, işte Taçam'ın 'kurtulmak istediği bulut daha da alçalmış, tam tepesine çökmüş, üstelik ilk damla larını büyük bir gümbürtüyle saçmaya başlamıştı. Sonsuz ovada ürken at şahlanmış, delice ilerler ken, Taçam artık ulaşmak istediği yeşilliği göremi yordu. Sonsuz ova karanlığa gömülmüştü. Gömüldüğü karanlıktan sıyrılırken kulağına yağ mur damlaları gibi çarpan: - Bey yiğit nasılsın? Diyen ses. su gibi serin, ışık gibi parlaktı. Bu sesin kaynağını bulma'k için başını kaldıran Taçam kamaşan gözlerini tekrar yumdu.
22
Gözlerini ocmaya
cesaret edemiyordu.
Bu bir
rüya mıydı? At üstünde olması gerekiyordu. Ve yal nız ola m lıydı. Ne yaptığını, ne yapacağını ve nerede olduğunu bilmiyordu.
Ya o ses,
o güzellitk,
aman
Tanrım bütün bun.lor ·neydi? Zitıniındeki sorulara ce vap bulamadığı icrn gözlerini acma1ktan cekinmesı.ıe rağmen, dayanılmaz mera·kına yenj.ferek gözlerini ac tı. Bir oift badem göz ışık saçarak Tocaım'ın göz leriyle buluştu, birleşti. Su gibi a:kon, pırıl pırıl saclar bu birleşmeyi birbirine bağladı. Da.ı gibi titreyen bu harika güzellilk Tacam'ı heyecanlandırmış, büyük bir meraka sevketmişti. - Ay Peri se·n 'kimsin, burası neresidir? - Burası Vusun.lar ülkesi, ben. . . Yakışıklı olduğu kadar da utangaç ve edepli Ta oam yerinden doğrulup çadırdan dışarı Cfkar. Benliği ni sonsuz bir hasret kaplaır. Gönlünün derinlirt<lerinden gelen coşkun heyecan da.lgo dalga bütün vücuduna yayılır. Bu tatlı heyecan ile sarhoş olur. Etrafa bakar, uzun ve boş bir ova onun kalbindeki sevgiyi selamlı yor. Ona ilk sevginin müjdesini fısıldıyor. Daha ileriya gidemeyen Tacam olduğu yerde otu rur. Ova ile bütünleşmiş, gönlünde bi·rden filizlenip bütün benliğini saran o garip duyguyu düşünüyor. Bu cömert ova Tacam'ı olduğu gibi ansızın yeşeren bü yük sevgisini de kucaklar. Tacam ve sevgisi bu uç suz bucaksız ovanın derinliklerinde yüzer, yıkanır; ter temiz, dipdiri ilôhi bir a'bide meydana gelir. . . Bütün gün geri dönmeyen Tacam'ı bekleyen gü zel kız k · aılbinden gelen yaşları artı'k tutamaz, son-
23
suz hasret içinde
coşkun gözyaşlarını akıtır.
Göz
ya.şiarı yanaklarından süzüldükçe utanır, kızarır. Ba şını gökyüzüne kalı dırır. Gökyüzü delinmiş grbidir. De rin özleyiş içinde tatlı hayallere dalar. . . Zaman s u gibi aıkıp geçmiş, güneşin ilk ışıkları ayrılık okları'nı Taçam'ın kalbine saplomıştı.. - Adını bağışla ay peri. - Ayba�a. - Gitmem lôz•m Ayba4a, beni bağışla. - Han Següy'ün haberini
Beğlere salıp
geri
dönmeliytm. Seni karşıma çıkaran Tanrı bana bağış lasın. Geleceğim, seni alıp Vekol'a götüreceğim: hoş ça kal. - Güle güle. Bu ne yaman bir ayrılıktı. Bütün ovayı, yeri göğü derin bir hasret kapladı. Atını mahmuzlayıp, büyük ovada ilerleyen Tacam aşkı'nın lezzetini ve ayrılığının acısını gönlüne sindirmeye çalışıyordu. «Geleceğim, seni alıp Vekol'a götüreceğim» ah dinin, tek tanığı olan ova. Ayba.lasıyla büyük bir dek leyiş'e koyuldu. Kaçkınbay etrafını soran sayısı
belirsiz
Çinliye
şahin gibi daldı. Onu yolundan ala1koyan bu müna sebetsiz mahlukların canını aldı. Kendisi de çok kılıç ve ok yarası almıştı. ama. yola devam etmeliydi. Günler, geceler, sonra Han Següy'ün Gök San cak'lı otağı önünde atından inerek diz vurup Han'ı se lômlayan ilk haberci Üserge·n oldu. Onun arkasından Togan ve Kocıkınbay geldiler. Büyük bir merakla dör-
24
düncü haberci arnnırken Tacam da gelip
Han
Se
güy'ü selamladı. Hankaya'nın üzerindeki Han otağı altı tane al tın direk üzerine kurulmuş muhteşem bir çadırdı. Han Kotunu'nun da hazır
bulunduğu kurultayda
ülkenrn
dört bir yanından gelen bağler teker teker yerlerini aldılar. Han Següy büyük oğlu Tuyu-Kun'u sol tarafı na, kücük oğlu Yolgoy'u sağ tarafına oturttu. Vezir İlgörmüş: «-
Güneşin batımına dek hü'kmü gecen yüce
Hanımız Hon Següy'ün otağına hoş geldiniz!» rek kurultayı açtı. selômlayoraık
diye
Beğler teker teker Han Següy'ü
itaatlerini
ve
şükranlarını
bildirdiler.
Han Següy, muhteşem edasıyla ta uzakları gö ren yüksek çadırından Yekol'u seyreder.
Zengin ve
mutlu mülkünü gözden gaçirir ve: - Uzun günler - geceler. büyük seferler yaptık. Birçok erimizi birbirinden çok uzak yerlerde toprağa gömdük. İşi gece gündüz tuza'k kurmak olan Çinli her defasında bizimle savaşma'kdon kaçtı. Biz de an cak kovaladık. Tibetli bize düşman ise de onu Çinli aldatıyor. Bize karşı gönderiyor. Düşman zayıf ô.1 1 kollar. Yekol'un
mutluluğu'nun devamını
istiyorsa
nız aranızda münakaşa etmeyin. Kalbinizi temiz tu tun; sizi yok etmek isteyen
Cinli ve
Tibetliye karşı
uyanık olun. Be.1 borcumu ödedim. ğunu devam
Şimdi Yekol'un mutlulu
ettirecek oğullarımdır;
diyerek büyük
oğlu Tuyu-Kun'a:
- 1700 aile ile hayvanları'n yarısı senindir, Tu yu�Kun, ne dersin?
25
Dediğinde Tuyu-Kun: - İmde sizindir. Hon Seguy, diyer� babasını ' iben Han topluluğo hitaben: selômladı. Müteak - Yekol'un öteki aileleri ve ta.htım Yolgoy'un dur. Ben borcumu ödedim. Şimdi sıra sizde. Cinli ve Tibetliye alda·nmayın, Yekol'u mutlu krlın! Vasiyet töreni böy,fece sona erdiğinde beı:Jler kımız meclisine başla<hlar. Bey kımızı, misafirleri memnun edecek kadar bol ve güzeldi. Kımız meclisi devam ederken bir kişi atlanıp Kuzey'e doğru yola koyuldu. İci umutla dolu olan bu yağız cari dörtnala Vusun Ovasına yaklaştıkça kalbi yerine sığamaz oldu. Ova a·cık, cıpla'k ve bomboştu. Aybola'nın oadırının olduğu tepe kayıp mı olmuştu? Hayır! İşte o tepe şurası. Ba'Şbaş ' a vermiş i'ki ağac bu tepenin ezeli sahipleri olarak etrafı seyrediyorlar. Tam bu a·ğa'Cların ka1rşısı.nda olması gereken Ayba Ta'nın cadın yok. Öyleyse bu, o tepe değil. Ama bu bölgede üzerinde iki ağaç bulunan başka tepe yok ki... O tepenin bu olduğunu ve Aybala'nın bıraktığı yerde olmadığını idrak eden Tacam'ın umut dolu olan gönlü birden elemle doldu, taştı. Çadırın önüne rast layan o iki ağaca sarılıp ağladı. Aybala'nın nereye gittiğini sordu. Gece gündüz ovayı seyreden mağ rur ağaçlar Tacam'a cevap vermedi Tacam Ovaya seslendi. - Ahdimin şahidiydin. Aybalam'ı ne yaptın? Ova, Tacam'ın feryatlarını yutuyor, gözyaşlarını rüzğarının eliyle siliyor, fakat ona cevap vermiyor du ...
26
MUKADDER SON
Sevgili Hanlar Hanı Han Següy'e mukadder so nun yaklaştığı besbelliydi. Hergün erkenden otağın dan çıkıp teftiş gezilerine bizzat refakat eden Har.ı Següy artık bu en zev'kli vazifesini yapmıyordu. Halk ta için için bir huzursuzluk vardı, Yekol, üzerine yak laşan felaketi ve korkunçluğu görerek mukadderata boyun eğip bekliyordu. O gece Yekol karanlık içinde uyurken Han Ka tun'un çığlığı bütün Yekol'u ayağa kaldırdı. Büyük adamın ölüm haberi bir anda bütün bölgeyi sardı. Orman kadar 'kalabalık Yekol bağıra bağıra ağlamaya başladı. Yekol'lü kadınlar saoları darma dağınık göğüs lerine vura vura ağlıyorlar. Ağızlarından çıka'n ağıtlar gönülleri dağlayıp zaman ve mekônı silip kulakları mıza ulaşıyor: 27
Kök Tengridir bizleri Yaratıp hem besleyen :Odur yine ôlemi Böyle güzel gösteren
* * *
Ondandır her güzel şey Ondadır iyil· ikler Tanrım şanla ölmeyi Birgün bize de göster
. * *
Gövdedir asıl ölen Ruh ise dôim yaşar Yüce ruh sonsuzlukta Fezalarda1 at koşar. * * *
Şu geçici dünyadan · Ne kalı ır elimizde Madde, varlık, hepsi yalan Şan, şeref gerçek olan. * * .
28
Han Següy Hanlar hanı Kök Tengriye kavuştu Alplarının yanında Düşmanla cok vuruştu
* * *
Ey hanlar hanı yiğit Haın Següy'üm nerede? Ölmez sevgin kalacak Girdiğin gö'nüllerde.
* * *
Ölümü üzerine Geldi :budun beğleri Yekol'u baştan başa Sardı ağıt sesleri * * *
Beğleri halka olup Oturdular diz dize Han'ın mertliğin anıp Ağlaştı.lor gizlice. * **
29
Kadmkır soklamada,n Gözlere dolon yaşı Tez elden pişirdiler Han için şölen aşı.
,. ,.,.
Koşup geldi er�yle Cin, Tibet, Vusunlıular Teleüt beğleriyle Şölene katıl. dılar.
,. ,. ,.
Açıldı er meydanı C•ktı güreşe beğler Bu sırada ok ottı At koşturarak erler.
,. ,. ,.
Daıha bir cok oyu·nıar Gösteriler yapıldı Bu anda gökyüzü de Dertlerine 1katıldı. ,. ,.,.
30
Birden karanlık oldu Göğün dibi delindi. San'ki güneş göklerden Bir anda yere indi .
.. .. ..
Sonra bulutlar geçti Meydanlar tekrar doldu Yiğitler kımız içti Tabaklar aşla doldu.
.. .. *
Akşama doğru bindi Atlara gene yiğitler Dinle, koco atalar Onlara n · e öğütler.
* * *
Yedi kere dolaşın Ölünün etrafında Son bir kez hep ağlaşın Onun yüce 'katında. .. **
Söylenenler yapıldı Aş günü sona erdi Birer birer beğler de Bu şöleni terk etti,
.. .. ..
Şimdi Han, Yolgoy idi Memlekatin hakimi. Gitmeden yapmışlardı Beğ'ler birlik yemini.
.. .. *
Ölüm haberi'ni alan komşu hanlar birer ikişer ha nın karargôhındo toplandılar. Vusunların hanı en ö.1ce gelenlerdendi. Tozu dumana katara'k 100 atlısıy la kendHeri'ne hazıl'ilonaın çadırlara yerleştiler. İle ri gelenlerin gözleri Şatoların hanıyla Kaya.ıarın ha nfnı arıyordu. Ha·n Següıy'ün yuğ aşına gelen davetli ler büyük bir saygı ve Hgi gör üyorlardı. Ha,lkın zen ginliği komşu kavimlerin di�katinden kacmıyordu. Gerçekten de Han Següy yayalara at, çıplaklara gi yfm ver:mişti. Ayranı kımızı, yoksulıloro ırmak gibi akıtmış, halkını zengin kılmıştı. 32
En son süngüsü güneşte parlaya'll sel gibi as kerle gelen Şat, o'.larn hanıyla tören başladı. Güzel 'kısrakların sütünden bal gibi kımız. kaburgaı. arı yağ bağlayan semiz hayvanların etinden yemekler hazır landı. Törenin bütün hazırlıklannı Han-Kotunu bizzat kendisi yönetiyordu. En cok ilgi göre·n yaırış, mızrakla karşılaşma ya rışı idi. Han Katun'un hazırladığı zırh gömleği Yol goy'a giydiren annesi: «- Ey benim Yolgoy'um, Bozkurdum dikkatli ol.» dedi. ıKayaların beğlerinden Acıbay He yapılacak müsa baka için herkes hazırlık yaptı. Acıbay'ın AkkUlı a atıy la alana çıkışı, bir gün önceden alanın etrafında yer leşen halkta heyecanı son haddine ulaştırdı. Alaca atıyla ilk hamleyi yapan Yolgoy ne yazı'k ki atını ya ralamıştı. Acıbayın ilk mızrak darbesini yiyen Alaca at yere yıkılınca Yolgoy büyük bir hırsla Acıbay'ın mızrağına saldırdı. Acıbay'ın mızrağı ikiye bölündü. Acıbay Akkulasının üstünde olmanın verdiği avan tajla Yolgoy'a saldırdığında Yolgoy Acıbay'ı alaşağı etti, Bu Büyük bir zaferdi. Kaya:ların hoşnutsuz ho murtuları arasından «Han Yolgoy» naraları bütün ül keyi kapladı .. .
İlk defa «Han Yolgoyıt deniyordu. Yolgoy çok yo rulmuş ve heyecanıa·nmıştı. Onu heyecanlandırmı, Acıbay i:le yaptığı müsabaka ve başarısı değildi. «Han Yolgoyıt naraları onu dü.şünmeğe sev'ketti. İşte ba basının vazifesini devralacaktı. Bu kutsi bir vazifey di. Yekol'un 'kaderi artık Yolgoy'un elinde olaoatk. Ba basından büyük bir mülk, vazife devra�mıştı. Han 33
Següy kutlu vazifesini başarıyla so.ıa erdirmişti. Ta lih ona yardım etmiş ve o her güçlüğü yenerek hal kını mutlu kılmıştı. Ay·nı talih Yolgoy'a da yardım edecek miydi? Gene omuzlaırı bu ağır yükü taşıya bilecek miydi? Bu sorular Yolgoy'u huzursuz etti. Zihni bunaldı, gönlü daraldı. Bunları düşünürken top luluktan ayrılmış, Hanıkaya'nın arkasındaıki ormana girmişti. Atında.ı indi; yürüdü. İşte gene kuşlar ötüyor; rüzgôr esiyordu. Sahi bi olduğu kutlu toprağa baktı. Topra'k mağrur ve güven veren edasıyla Yolgoy'a seslendi: - Uzan Yolgoy, üzerime uzan! Yolgoy toprağa boylu boyunca uzandı. Toprak gökyüz ünden aldığı kudret ve kuvveti Yolgoy'a ver mek istiyor ve ona sesleniyor: - Bizi seviyorsun, mutluluğumuzun tanzim va zifesini Tanrı sana verdi. Başaracaksı.ı! Bir başka ses: - «Başaracaksın Yolgoy, sona güveniyoruz» de di. Bu ses başkaydı.. Sıcak, sevgi dolu, hayranlık do lu, güven dolu bir sesti. Topraktan gelen sesle bir leşmiş, Yolgoy'un gönlünü rahatlatmıştı. Yolgoy gözlerini açtığında, Sarıg Çiçek atıyla oradan uzaklaşıyordu. Onu ar1<adan seyreden Vol goy hiç bir şey söyleyemedi. Ona seslenmek istedi, yapamadı. Oysa onunla konuşmak, gözlerine bak mak, tatlı sesini işitmek istemişti. Gün döndüğünde, yağmur taneleri yumuşak damlalarıyla Yekol'a bereket dağıtırken, Yolgoy'un gönlünü de serinletti.
34
Tuyu-Kun Han, otağına girdi. Otağın içinde ge zindi. Etrafı seyretti. Gözleri demir ok ile yayda dur du. Karşısına oturdu. Çocukluğunda her otağa giri şinde bu demir ok-yayı seyreder ona sahip olmak, onunla atış yapmak isterdi. Ama Han Següy buna izin vermezdi. Şimdi babaısının ölüm aşında kutlu taş atışını bununla yapsa mutlaka vurur, ül'kesine ka zandıraıbUirdi. Ka·lktı, okla yayın karşısına geldi, ama, elini uza tamadı. Tekrar oturdu. İçinde okla yaya sahip ol mak arzusu dayanılmaz bir noktaya gelmişti. Elini uzatması bu arzusunu yerine getirmeye kôfi. Elini uzatsa... Hayır uzatamadı, Sağlığında, Han Següy buna müsaade etmemişti. Şimdi önu olırsa, baba sının ruhu rahatsız olmaz mıydı? Tuyu-Kun çaresizlik içinde otağdan cıktı. Ağıla gidip, atına bindi. Aksa:kafı bulup ona akıl danışma lıydı. Dörtnala Ha·n Kaya'nın arkasına dolaştı. R üzgôr gibi, Aksaıkal'ın yaşadığı mağaranın önüne geldi. Atı nı bırakıp ka:yalara tırmandı. İçini b üyük bir hırs kap35
lamıştı, gözü o demir ok ve yaydan başka bir şey görmüyordu. Rüzgar nefesini kesiyor, tırmanmasını zorlaştırıyor. liuyu-�un moğaranın kapısına yaklaş tıkça yavaşlıyor. Yüreği dayanılmaz bir acı ile dolu yor. Sanki demir ok yüreğine saplandı. Yüreğinin acı sı bütün vücuduna yayıldı. Dizlerinin üstüne çöktü. Mağaradan süzülerek çıkan şa·hin Tuyu-Kun'un üs tünde kanat çırptı. Peşinden baktı. Şahın uzaklaştık ça Tuyu-Kun kendisi'nden geçiyor, buraya geldiğine pişman oluyordu. Derinden gelen, gür ve hakima·ne bir ses Tu yu- Kun'u 'kendisine getirdi: - Buraya geldin. Neden içeriye girmiyorsun? Bu, Aksa'ka'l'ın sesiydi; Tuyıu- Kun ayağa kalktı, içeriye girdi. İçerisi karanlıktı. Tuyu-Kun hiç bir şey göremiyordu. Gözlerini oğuşturdu, Gözlerini actığfnda bir çift yeşil gözle kmşı karşıya geldi. Aksakal Tuyu-Kun'un gözlerini yakalamış ve onun ne istediğini anlamıştı. - Bu isteğinden vaz geç!.. - Yopamazsam? - Bu arzun bütün Yekol'a felöıket getirir!.. Tuyu-Kun endişeyle titredi. Burada daha fazla duramazdı. - Hoşçakal Aksakat - Git, Tanrı'ya dua et! Gönlünü bu arzuda·n kurtarması için yalvar. Ye'kol'un mutluluğunu düşün!. Tuyu-Kun atına bindi. Gönlü yaralanmış, dünya sı altüst olmuştu. O sadece babası'nın ruhunu rahat sız etmekten korkarken, ülkesinin mutluluğunu kay betme tehlikesiyle ıka.rşılaşıyor. Üstelik buna kendisi, 36
kendi gönlü sebep olacak. Bel,ki de Aksakaıı bu.ıadı. Ama hayır. Tuyu-Kun hiç bir şey söylemeden. o, onun derdini anlamıştı: Öyleyse yapacalk tek şey var, de mir ok ve yaydan vaz geçmek. Tuyu-�un, bunu yapa bilecek miydi? .. Ay, yolu'nun yarısını katetmiş bir buz parçası gibi gökyüzünde parlıyor. Yıldızların biri yanıp öbürü sö nüyor. Yeryüzü ·karanlı'k, oysa gökyüzü pırıl pırıl. Asır lık ağaçlar daıllarr.ıın uçlarını ışığa. gökyüzüne çevir miş, yerle göğü birleştirmek istercesine topraktan gökyüzüne doğru azametle uzanmış., Yekol'da matem devam ederken Tuyu-Kun sonsuz bir ızdırabın do ğuşuna şahit oluyor.. Olanca gayretine rağmen. gönlünün derinliklerin de kök salmış olan arzusundan sıyrılamıyor. Gece.ıin sessiziliğinde gönlünden duda'klarına gelen ızdırabın feryadı bütün Yekol'u sa.rıyor. Ayışığının aydınlattığı ülke bu feryatla karanlığa gömülüyor. Ağaçlar titre şiyor. Tuyu- Kun çaresiz uykuya dalıyor. Bütü'n gün Tuyu-Kun'u göremeye.1 Çiğil bu ka ranlık gecede uyumayan tek kişi. Gün boyunca Tuyu-Kun'u aradı, karanlık bastı rınca Taş Yolu'nda oturup onu bekledi. Sağa-sola koşuşturan çeriler çadırlarına çekilince yol boşaldı. Kıvrım kıvrım uzanan Taış Yolu Yekol'u öteki ül kelere bağlıyor. Yekol hayatın 'kaynağı. Taş Yolu ile dört ağız şeklı i.ıde birleşen bu yollar hayat damarları. Büyük seferlere bu yollardan gidiliyor; elde edHe·n ganimetler gene bu yollarla geliyor. Haberciler bu dört yol ile öteki ülkeleri Yekol'o, Yeıkol'u ötekilere götürüp, getiriyor. 37
Bu yollardan nice acı, tatlı haberler gitti öteki ülkelere yayı,ldı. Oralaırdan geldi; Yekol'u sardı. Doğuya uzıcınan Taş Yolu, en büyük, en güc aşı lam... Nice Yekollu bu yoldan geri dönmedi. GMe de her ceri bu yola gitmeyi arzular . . .
Çiğil, bu yolılaırı hic aşmadı, Yekol'dan hic cık madı. Oysa bu yolların ötesini he p düşünür. oraları hayal eder. Tuyu-Ku.1 güçlü, bütün yolları aştı. Çiğil de Tuyu- Kun'la beraber bu yolları a şsaydı . . .
Çiğil birden titredi. Gökyüzünde ay vardı, ama ortahk zifiri 'karanlık olmuştu. Kolktı, koşarnk çadıra gitti, Annesi uyumamıştı: - Sen misin? - Anne! - Sen misin, Çiğil? - Evet anne, sen hölö uyumadın mı? - Seni bekledim icim srkıldı, nerede kaldfn? - Geldim . . . Çiğil aıınesinin yanına oturdu: - Uyumamışsın! - Sen üşümüşsün, tir tir titriyorsun. Bir şey mi oldu? .
- Bir şey yok. - Onu gördün mü? - Hayır. - Neden uyumuyorsun? - Sen de uyumamışsın. Neredeyse gün doğacak. Uyu biraz. Gün doğduğunda, Çiği'I parmaklarının ucuna ba sarak çadırdan cıktı. Hayvanlara baktı. Etrafı sey38
retti. Bir, i-ki. Çadırların önünde uykudan kalkan in sanla-r günlük işlerine koyuluyorlar. Gecenin sessiz liği yavaş yavaş bozulıuyor. Hayvan sesleri, kuş cı vıltıları insan sesleriyle 'l<aırışamk Yekol'u şenlendi riyor. Misafir çeriler kutlu taş atışı için sabırsızıan · ır ken Yekollular büyük bir ağırbaşlılıkla ha;zırlıklarını sürdürüyor. Han Següy bu güzel ülkeye hakimken bütün kalp ler mesut çarpardı. Henüz aş şöleni bitmediği halde hüzün mesut ka.lplere girmeye başlamış, Mık av ola rak da Tuyu-Kun'u seçmişti. Onu seven güzel Çiğil her şeyden habersiz hüznün pençesine düşmüş Tu yıu-Kun'a yardım için kıvran : ıyor. İffet duygularıyla kı zaran Çiğil derdini kimseye açamıyor. Sessiz, endi şeli, Tuyu-Kun'u arıyor. Oysa içine sahip olma ateşi düşmüş olan Tuyu- Kun hiç bir yerde duramıyor.. Ak sakal dahi onu yatıştıramamıştı. Tuyu-Kun sabahın il'k ışıklarıyla uykudan uyanıp Büyük Otağa koştu. Ne fes nefese demir ok ile yay'ın karşısına gelip durdu: «- Bu demir ok ile yay'ın arkasında ·ne var? Onu olmam neden yasaklandı? Ya, bu içimdeki ona sa hip olma arzusu, bu arzu neden bu kadar kuvvetli? Ondan niçin vaz geçemiyorum?.. Onunla ne güzel atış yapılır. Onu almalıyım».
Diyerek elini uzattı. Tam bu sırada müthiş bir ses: «- Ne yapıyorsun?» Diye haykırdı. Tuyu-Kun taş kesildi. Uza·nmış. elini geriye çekemedi. Baştan aşağı buz gibi terledi. Kalbi yerinden hopladı. Beyni uyuştu. Ona engel olan
39
sesin sahibini merk a etti; başını cevirdi. Otağ bom boş, kendisinden başka hic :kimse yok. Kolunu indir• di. Omuzları çöktü. Dizlerinin bağı çözüldü. Artık oya·kta duramıyacaktı. Olduğu yere yığılıp kaldı. Büyük Otağı'n ortasında yapaya.ınız yığılıp kalan Tuyu-Kun'un etrafını korkunç bir sessizHk sarmıştı. Bu sessizılik mezar olso, Tuyu-Kun o mezarda yat mağa razı bir ölü olurdu. Fırtınaya tutulmuş ruhu ve yanan kalbiyle inledi. Bu inilti Otağı aşıp Yekol'a yayıldı...
40
KADER HÜKMÜNÜ SÜRDÜRÜYOR Tuyu-Kun ruhunun ve Yekol'un selameti için nef siyle mücadele ederken, Yolgoy hiç bir şeyden ha bersiz uykudan uya·ndı. Giyinip çadırından çrktı. Or manın onu davetine karşı koyamazdı. Atına bindi, orman yoluna saptı. Epey yol almış'kı ki gözü bir ge yiğe ilişti. Avlanmak niyetinde olmayan Yolgoy yolu nu değiştirdi. Bugün ölüm aşının son günü, Kutlu Taş atışı son müsabaıka. Omuzlarına yüklenecek ağır yükü hisset meye başladı. Kutlu vazifeyi yü'klı enmenin saati sü r otle yaklaşıyor. Vaktin uzamasını isteyen Yolgoy, bu isteği ile vazifeden kaçıyor sayılmaz. Büyük bir işe koyulmadan önceki serbesti, insana acaip bir sar41.
hoşluk verir. Ruhtaıki bu esriklik insa'nı atılgan, şüp heci ve zaman zaman durgun yapar. Yolgoy 'koföi.nde sevinçli bir güven sdkJar. Benli ği asil bir gayret içindedir. Ruhunu dolduran bağrın dan coşan duygular etrafı sorar. Bu coşkun ruha Yekol'un ormanları kuco,k acar. Gökyüzü masmavi, orman yemyeşil, Yolgoy mesut. Ah, şu geyik, işte ge ne cıktı. Tam Yolgoy'ün karşısında «Beni avla, bu güzelliğe kıyobilirsen beni avla!» diyor. Vıolgoy yayını gerdi, okunu yerleştirdi. Nişan olmak için geyiğe bak tığında gözleri kamaştı. Bir çift boynuz pırıl pırıl par lıyor, tam boynuzların ortasından hilöl görünüyor ... Yolgoy asabileşti. Adaleleri gerildi, sözleri porılodı. Olanca hışmıyla yayı gerdi. Ok boşluğu hedef aldı. Geyik kayboldu. Yay bir 'kere gerilmişti; geri dönmek imkansız. Geyiğin olduğu yeri kaybeden Yolgoy yarı pişmanlık içinde etrafı tarıyor, fakat gözleri her yerde pırıl pırıl parlayan üc hileli görüyor. Ya geyik nere de?.. «Ah Tanrım yardım et bono!» diye inleyen Yol goy'un kolları bir onda boşlukta kaldı. Yay param parça olmuştu. ışıktan kamaşan gözlerini kapamış olan Yolgoy gözlerini açtığında geyik aynı yerde 0.10 bakıyordu. Karşıda geyik, elde kırı'k yay. . Birdenbire bu mesut yere gizli bir güç hakim olur. Ruh gibi sır dolu, korkunç kader dev adımıyla Yekol'da ilerle mektedir. Geyiğe atmak istediği ok Yolgoy'ün kalbin de derin bir yara acar, lzdırap içinde 'kıvranır. Atını mahmuzlar, süratle ormandan çıkar. Atı büyük Ota ğın önünıde durur. Attan inen Yolgoy otağın kapısın dan içeri girdiğinde Kutlu Taş atışını hatırlar. «Bir yay bulmalıyım» derken, demir ok ile yayı görür. İci rahatlar. Benliği serin bir huzur içine gömülür . . . .
42
Hadiselerin a·kışına karşı koymak, onun dışına cı·kmak artık imkônsızdır. Cesaret Yolgoy'a kanat olur. İmkônsızlıklmı onunla a·şmak ister. Volgoy deim r ok iıle yayın 'lrm şısına gelip elini uzattığında demirin soğukluğu vüouduna yayılır. Cesaret Yolgoy'u kade rin karşısına çıkarmıştır. Onu aşmak imkônsız. «Ne güzel bir yay! Bununla atış yapmak fevkalôde bir şey olurdu. Kutlu Taş a.tışını bununla yapmalıyım.» Tam bu sırada inilti halinde işitilen «Bırak, bırak onu!» se si Yolgoy'u kızdırdı:» «Kim?» «Neden?» Aynı inilti yal varırcasına tekrar seslendi: «Bırak, bırak onu!» Tuyu-Kun'un dudaklarından cı'kon ses, otağın içinde yayılırken, Yolgoy başını cevirdi. Tuyu-Kun dehşetle açılmış göz,leriyle ona bakıyordu. Ağabeyi · Yolgoy önce dehşete sini hiç böyle görmemiş oıan kapıldı, sonra öfkelendi: - Ne diyorsun, bu halin ne? Yolgoy oturduğu yerden hiddetle bağırdı: -
Bırak, bımk onu! Neyi? Elindekini! Neden? Bır. ak onu! Neden? Soru sorma, bırak onu? Bu, kimsenin değil, sana ne oluyor? Han Següy o'nu almama müsaade etmemişti... Sana müsaade etmemişti. Sen isteseydin sana da etmezdi. Nereden biliyorsun? 43
- Bırak onu Tuyu-Kunl - Bana engel olamazsın, Yoksa, sen mi olmak istiyorsun? -
İstiyorum. Al ·öyleyse. Hayır. Se-n ne fStediğlni biliyor musun? Evet, bırak onu! - Çıldırmışsın sen. - Benimle böyle konuşamazsın!
- Hanlık benim. İstediğimi alır, konuşurum!
fstediğim
gibi
- Daha değil! - Ne demek istiyorsun? Ne demek istediğim acık, daha Han değilsin. Yarın olacak. Şimdi yarın değil. Tuyu-Kun! «- Bırak Yolgoy, bırak onu!»
-
· Tuyu-Kun öfkeyle Yolgoy'a saldı Diye haykıran nr. Volgoy kendisini müdafaa ederken, elindeki yay düşer. Tuyu-Kun demir yay'ın üstüne yatıp kalbinin acısını dindirmeye çalışırken Yolgoy müdahaı. e ederek ağabeyisinin öf·kesini arttırdı. Tuyu-Kun yayı bırakıp geri çekildi. İki kardeş artık tek bir şey peşinde. Za man ilı erledrkce sabır tükeniyor. Tuyu-Kun'un bakış ları deli. Yolgoy·u·nki hırslı. Göz göze geldiler. Ateşle barut birleşmiş gibi şimşek coktı. İki kardeş tutuştu. Amansız bir mücadele başladı. Yolgoy kendisinden daha güçlü olan ağabeyisine saldırıyor, onu yene44
rnediği, bu rşı bitiremediği, için huysuzlaşıyor. Yaşamak ve 'kazanmak her ikisini de kendi akı şına çekiyor. Öfkeler denk olunca yenişmek zorlaşır. İki gündür ağzına bir lokma koymamış oıan · Tuyu-Kun gittikçe kuvvetten düşüyor, ama, pes etmiyor. Şimdi her ikisi de sahip olamamanın ızdırabı içinde. Aynı ızdırabı yaşıyor, aynı acıyı duyuyor.
Atış müsabakasının başladığını bildiren boru sesleri yükselirken Han Kotunu oğullarını arıyordu. Onları ne gören ne de bilen vardı. Seyirciler sabırsız lanıyor, günlerdir seyretmeye hazırlandıkla.rı müsa bakanın bir an önce başlamasını istiyor, naralar ata rak kendi atıcılarının 'kazanması için ellerinden geıen · i yapıyorlardı. Davullar çalınmaya başlandığında, se yirci kitlesi dalgalandı, atılan naralar daha da yüksel di. Kutlu Taş bir tahta sırık üzerine oturtulmuş alanın ortasında duruyor. Alanfn çevresini çepeçevre saran seyircilerin arkasında müsabakayı görebilmek için öteye beriye koşuşturanlar boylarını yükseltebilmenin çarelerini arıyorlar. Merakla dolup taşan kalabalık, alana dizilen atı cıları coşkun tezatıüratla karşılıyor. Kumral sacları omuzlarında, 'kuwetli kollarıyla yayları'nı geren atıcı lar atışa başlamıyor. Bir terslik olduğu besbelli. Han Katunıu davulları susturdu. Atına binip bir yel gibi ora dan oraya etrafı taradı. Ev sahibi olarak müsab • aka ya katılacak olan oğullan ortalıkta yok.. Han Kotunu çaresiz: 45
Bu ne rezalet Tanrım; ikisi birden nereye gittiler? Başlarına bir felôket mi geldi?» «-
Diye yanıp yokılırke·n, yıldırımlar saçan kapkara bulutlar bi:rde.1, ağır ağır Yekol'a yaklaştılar. Atlar kulaklarını di'kip eşinmeye başladı. Ağııllardaki hay vanlar böğürüp kaynaşmaya başlayınca, alandaki se yircilerin dağılması için ev sahibi komutanlar buy ruklar vermeye başladılar. Zaten kopmak üzere olan fırtınayı sezen halk kaçışmaya başlamıştı bile. Yum ruk büyüklüğünde dolu ile başlayan fırtına bir a·nda her şeyi alt üst etti. Anıal, or çocuklarına sarılmış, sö külüp sürüklenen çadırlarının peşi sıra sürüklenme meye çalışıyor. Erkek1ler hayvanlar ı zaptetmeğe uğ raşır'ken, kabaran sular ekinleri söküp götürüyordu. Rüzgarla savrulan dolu her şeyi biçip, yerle göğü bir leştirmek isterken, kudurmuş fırtına, çaresiz insan ların dehşet içinde çırpınışlarına aldırmadan, hükmü nü sürdürüyordu... Yükselen sular etrafa ölüm saçarak akıp, çağlı yor. Çakan şimşeklerin gümbürtüsü kulakları doldu ruyor. Yekol yıllardır böyle bir felôket görmemişti. Bunun bir sebebi olmalıydı. Hanlar hanı Han Se güy'ün ölün aşında bir saygısızlık mı olmuştu? Çeri gayret içinde, Han Kotunu her şeyi en güzel şekilde ayarlamış, herkes vazifesini yapıyor. Bu gazabın se bebi ne olursa olsun, işte Yekol, felôketin içine düş müştü. Han Kotunu içi kan ağlayara'k etrafına bakın dı. Fırtına dinmiş, misafü beğler askerlerini topluyor. Kutlu Taş. Kutlu Taş nerede? Han Kotunu düşe kalka alana geldi. Su, herşeyi silip süpürmüştü; değil Kut lu Taş, üstüne çakıldığı direk bile yoktu, Bu, felôket46
lerin en büyüğü idi. Fırtına boşlooığında herkes can derdine düşmüş. Kutlu Taş coşan sularda yok ol muş... Onu sular alıp götürmüştü. Demek ki artık Kutlu Taş Yekol'o lôyık görülmemiş, geri alınmıştı. Han Katunu'nun ici yandı. - «Han Següy başımıza gelenleri gördün mü? Bize yardım et. Kusurumuz ne oldu? Bizi bağışlayın» Diye feryat etti. Yüreğinin acısıyla otağa yönel di. Orada dua etmek istiyordu. Yakınlarının ölümü.1 ü görenlerin feryatları arasında otağa geldi. İçeriye gir diğinde şaşkınlıktan a�lını kaybedecek oldu. Tuyu-Kun ile Yolgoy hôlö dövüşüyordu. Demir yayı yerde gören Han- Kotunu dehşetle irkildi. Yoksa, aman Tanrım bütün felöketlerin sebebi bu muydu? .. «Densiz ev latlar kuş olup uçsan ız da sizden kurtul sam» diye bağırdı. İki kardeş bu feryadla kendilerine geldiler, dövüşü bıraktılar. Yay yerine asılmış, yüreği kan ağlayan ana duaya başlamıştı. İki kardeş utanç içinde biribirlerine baktılar , Dışarı çıkmak için Otağ kapısına geld i'klerinde korku ve dehşetle titre cHler. Ü lkenin altı üstüne gelmiş, fakat onların hiç bir şey den haberleri olmamıştı. Sökülmüş çadırlar, sürük lenmiş, mahvolmuş hayvanlar, ölmüş insanlar, yerle bir olmuş ek inler . . . Komşu beğler dönüş hazırlığı yaparken Kurultay toplanmış. Yekol'da hayatı yeniden tanzim için çalış maya başlamıştı. «- Densiz evlatlar kuş olup uçsanız da sizden kurtulsam», Tuyu-Kun hiç durmadan aynı sözleri mınldanı yor; Yolgoy ise içinden tekrarlayarak düşünüyordu. 47
· eleri hiç bu kadar öfkelenmemişti. Bu güne ka Ann dar onlara hiç kötü söz etmemiş, gönüllerini kırma mıştı. Oysa şimdi ruhunun görünmeyen, gizli kayna'k larından gelen bu beddua gönüllerdeki acıyı coştu rup, şahlandırır. Coşup şahlanan acı. gökyüzüne doğ ru kat kat yükselir.
48
Ölmüş anası'nın ellerine sarılmış ağlayan Ciğil'in hali gerçekten çok kötüydü. Dünyaya geldiğinde, ba bası Çin seferine gitmişti. Bu savaştan geri dönmedi. Çiğil baba,sız büyümüş, anasıyla yalnız yaşıyorlardı. Anası kocadığı için hayvanlara Çiğil bakıyor. Ekini Çiğil ekip biçiyordu. Ama gene de kocamış anası Ci ğil'in her şeyiydi. Şimdi onsuz ne yapacaktı? «- Tanrım beni... » diyerek, kalbi tertemiz inanç la dolu olan Ciğil Yaradanına yalvarıyordu. Yüzü bem beyaz olmuş, sacları. ıslak omuzlarından aşağıya dal ga dalga yayılmış, morarmış elleriyle anasının ellerini tutmuş, ilôhi bir h uş u ile mırıldanıyor ... Bu soğu'k vücut onu meydana getirmiş, büyüt müş. Her şeyden önemlisi bunca yıl ona can yol daşlığı yapmıştı. Yarnızlığın verdiği soğuk ürpertiyle bir an paniğe kapılan Çiğil etrafına bakındı. Felôket yalnız ona gelmemişti. Acı feryatlar dört bir yandan yükseliyordu, Belki şu anda ondan daha kötü durum da olanlar vardı ... Ciğil kuvvetli ve güzel. Gönlü acılı ama ümidini kaybetmez. Sonsuzluktan gelip gene so·nsuzluğa giden inanç ve ümit Çiğill'i hayata bağ layan iki kuvvetli bağ.
49
«- Acın büyük, başın sağ, olsun• Derken CiğWin baş ucunda duran Tuyu-Kun elini uzattı. Ciğil, uzanan eli tutup kalktı. «- Sona yardıım edeyim.• Çiğil hiç ses çııkormadan ona tabi oldu. ıslanıp çamura bulanmış olan çadırfn onanlma sı bir hayli güç bir işti. Üstelik orta dire'k sökülüp git· miş, yan kazıkla r da yok olmuştu. ÇiğH yün çadırı temizlemeye çalışırken, Tuyu-Kun direk ve kazıkları tedarik etmek için etrafı taradı.
Sular çekil· miş, güneş son ışıklarını yolluyordu. Karanlık bastırmadan, yıkılan çadırların onarılması iyi olacaktı. Bu yüzden herkes aynı şeyi"n peşindey di. Tuyu- Kun aradığını kolay bulacağa benzemiyor du, «İşin en kolay olanı, en zor olanı olsa gerek. Et rafta aranarak daha fazla oyalanmamalı. Derhal or mana girip uygun bir ağaç kesmeli» diye düşünerek Ciğil'e: - «Ben ormana gidiyorum, bakle», dayip atına atladı. Orma·na girmek üzereydi ki suların sürüklediği bir küt üğün başında iki kişi kavgaya tutuşmuştu. Her ikisi de kütüğün kendilerine ait olduğunu iddia edip arada bir vuruşuyorlardı. Tuyu-Kun: «- Neden kavga ediyorsunuz?» Diye seslendi. Yaşlıca olanı: «- Kütük benim, onu zorla olmak istiyor» diye heyecanla 'konuşmaya başladı. Tuyu-Kun ötekine : «- Kütük bu adamınmış, niçin kavga ediyor sun?» 50
«- Onun çadırı bu tepenin ardındaydı. burada ben buldum, kütük artık benimdir>
Kütüğü
Tuyu- Kun fena halde sinirlendi : «- Tez bımk onu!» diye kükrediğinde genç adam Tuyu-Kun'u tanıdı. Hemen toparıa·nıp o rmana doldı.
Toplanan kurultay can ve mal zayiatının tesbitl ve ölülerin gömülmesi için gerekli emirleri verdi. Va zifeler ise nereden başlayacaık larını bi.lemiyorlardı. Neredeyse gün batacak. Onbaşılar tezelden çerileri nin sayımını yaparak ordu'nun vaziyetinin tesbitinin gerçekleşmesine yardımcı olurken, çavuşlar halkın arasına dağılıp ölüleri topluyorlardı. Bu arada ölüm aşına gelmiş olan Hanlar asker lerini toplayıp sayım yaptılar. Sayım sonunda Vusun ların hanıyla, Kayaların hanı askerlerine savaş dü zeni verdiler. Yo'ksa bu felôket üzerine bir de savaş mı yapıla catı? Yekol'lu komutanlar derhal toparlandı. Kaynaş mayı sezen Han Kotunu pusatlanıp atına atladı. Doğ ru misafir hanların önüne gelip durdu. Hanlar, Han Katunu'nu tepeden tırnağa süzüp biribirlerine bakış tılar. Çeriler elleri pusatlarında kıpırdamadan duru yor. Hepsinin gözü Han- Katunu'nda. Han-Katunu atı nın üstünde dimdik oturmuş, başı dik, bakışları ok gibi. Bir eli atının yularında, öbürü belinde. Belini süs leyen taşlı kemer pırııl pırıl parlıyor. Atı kulaklarını dikmiş, ön ayaklarıyla arada bir toprağı eşip kuyru ğunu sallıyor. Hanlar konuşmak istiyor fakat cesa51
ret edemiyorlardı. Nihayet Han-Katunu muhteşem bir edayla: - Han Següy'ün hatunu Han Katunum.. Hanlar ham Han Següy'ün ölüm aşına gelerek bağlı:lığınızı gösterdiniz. Oysa şimdi öfkelisiniz. Huzursuzluğunu zun sebebi ne? Atlarının üstünde meraklı gözlerle olan biteni ta kip eden misafir çeriler hafifçe dalgalandı. Pusatla rın şangırtısı yayılırıken Vusunların ha·nı cevap verdi : - Yedi çerim, bir onbaşım öldü! Kayaların mağrur hanı öfkeyle ek!ledi : - On yedi atlım yok oldu! Han Katunu dudaklarını ısırdı. Başını önüne eğip düşündü. Koskoca alanda çıt yok. Kuş uçsa kanat sesi duyulacak. Ölüm, felaket, bunları kim ister? Ama, başa ge l ince çekmek gerek. Önüne eğdiği ba şını daha bir dil< kald ırara'I< a:lçak bir sesle : «- Bizim öl üler henüz tespit edilmedi. Ama her halde sizinkinden az değildir. Bu biır felôketti. Başı mız sağ olsun», dediğinde Vusunlar Hanı küstah bir tavırla: «-
Kutlu Taş atışına oğulların çıkmadı!»
diye
kükredi. Alan bir anda uğultuyla dolup taştı. Ceriler kay naşmaya, atlar kişnemeye başladı. Han Katun hırsla titredi: Ne dem ek oğullarım mı?)) «-
52
istiyorsun?
Felôketin
sebebi
Komşu beyler bu soruya susamk cevap veri yordu. Ha·n Kotunu alevli bakışlarla önce Vusunlar Hanına, sonra Kaya,ların Hanına baktı. Hanlar bu ba kışlardan rahatsız oldular. Başlarını çevirdiler. San ki gökyüzünden yıldırım düşmüştü. Atlar iyice huy suzlaştılar , Cerrler, huysuzlaşan atlarını zaptetme'kte güçlük çekiyor, acaip sesler çı1karıyorlardı. Bütün bu g ürültüyü bastıran müthiş bir ses ortalığı tekrar sü kunete gömdü: - Han Següy'ün dostları! Ha·n Següy öldü. Ve kol'da yeni han seçilmedi. Seçilinceye kadar han be nim. Savaş istiyorsanız acıkça söyleyin, savaşalım! Ordumun başındayım! Han Kotunu atını ters yüz etti. Orduya savaş dü zeni verilmesini emrederek atını dö rtnala büyük ota ğa sürdü. Savaş boruları ve davullar calınmağa başladığ ı'n da Vusunlar, Kayılar Yekol'dan c rkıyorlardı. Diğer beğler onları takibetti. Yekol'dan ayrılan komşu hanlar ve beğler göz den kaybolma'i< üzereydi. Han Kotunu Büyük Otağın önünde onların gidişini seyretti. Giden hanları mı düşünüyordu? Başlarına gelen felôketi mi? Felôketin sebebini mi? Yoksa hanlık seçimini mi? Han Següy, hanlık için Yolgoy'u vasiyet etmişti. Kurultay bu vasi yeti uygun görecek mi·vıdi?.. Han Següy ordunün ba şındayken bu hanlar saygıda kusur etmemişti. Be raberce Çin'e a·kın edip zengin olmuşlard ı. Yolgoy han seçilirse gene aynı akınlar yapılacak mıydı? Ye kol'da mutlu günler te'krar ger·i gelecek miydi? 53
c Ey hanlar hanı Yiğit Han Següy'üm nerede? Ölmez sevgin kalaca'k Glrdiğrn gönüUerde1»
Ölüm aşında ozanın söylediği bu mısralar Han Katun'un kulaıkla1rında çınladı. Göz yaşlarını tutama· dı ... Tuyu-Kun ormano girdi. Burada yalnız değildi. Onun gibi düşünen daha baş'kalaırı da ormana gel miş ve çoktan işe koyulmuşlardı bile. Aradığı ağacı bulon Tuyu-Kün otmdan indi. Baltasını savururken Yolgoy'u düşündü. «Demiır yayı almak nereden aklı na düştü? Dağda bayırda at koşturup ok atarak ne güzel günler geçirdi'k ... » Oysa bugün iki düşman gibi dövüşmüşlar, analarının kargışını aimışlardı. Han Kotunu ilk defa böylesine öfkelenmişti. Yeşil gözle ri çakmak çakmak olmuş. sesi kurt sesi gibi gürle mişti. Tuyu-Kun 'korkuyla ürperdi. Aksakal... Aksakal gözlerrnin önüne geldi. Onu unutmuştu. «Vaz geç bu felaket getirir. » Kuyu- Kun kulaklarını iki eliyle tıkadı; gözlerini yumdu. Haıkikatin perdesi kalkmasın. Neden, nasıl, kim? Hiç bir şey bilmek istemiyor. Kulakları elleriyle kapalı olduğu halde. Savaş boruların ın sesi beynini doldurdu. Savaş borusu. İşte bu imkansız, Ne savaşı? Yoksa Gök Tanrı kılıçların kmda d1.lrduğuna mı kız54
mıştı? Kızmıştı da bu felôketl vermişti. Bu yııl sürek avna CFkılmış, sefer yopılm om fŞtı. Bozkır her Ytl bin lerce savaşçıyı bağn·na alır, buna mukabi l geride ka fan güçlülere m utluluk verirdi.. . Davullar colınmaya başladığında Tuyu-Kun daha fazla duramazdı. Derha! atı:no atlayıp mahmuzladı. Güneş son ışıklarını belU belirsiz yollar.kan Ye kol'u saran dağların etekler! kara rmıştı. Karanıı k, te pelere doğru tırmanıyor, gecenin müthiş soğuğu ya yılmaya başlıyor. Çocuklar analarına yardım ederken, erkekler alana doluşuyor. Tuyu-Ku·n nefes nefese olana geldiğinde komşu hanlar ve beOler cerileriyle gidiyordu. Burada neler olup bittiğini anlamcı'k iste yen Tuyu-Kun atından inip bir Onbaşıyı yakaladı. - Savaş boruları coldı. - Evet. - Ne demek, evet! Neler oldu anlat! Onbaşının sarkrk bıyııkları titredi. - Hanlar. .. - Hangi ha·nıar, Kayaların Hanı, Vusunların hanı ... - Konuş be adam. Kaya·ların hanıno, Vusunların hanına ne olmuş? Anlat! - F utına. · a savaş borularını, - Ne var bunda? Ben san colan davulların sebebini soruyorum. O nbaşı gözlerini Yekol'dan ayrılıp giden yola dikti. Kemerini düzeltti. Ayaıklarıyla toprağı yokladı. Tuyu-Kun'un öfkesi artmıştı. Onbaşının ya kasını kav r ayıp silkeledl. 55
- Anlot be adam! Neler oldu? Çabuk ol. Yok sa sen conr'no mı susadın? Bu sırada bir el Tuyu-Kun'un omuzuna kondu: - Bıra'k! Omuzunun gerisinde duran kardeşini gören Tu yu-Kun onbaşıyı itti. - Hanların çerileri ölmüş. Kutlu Taş atı·şına ge ciktik. .. Tuyu-Kun'un başı omuzlarr'na düştü. Bunu hiç düşü nmemişti. Kardeşlerinin yüzüne baıkamıyor. Her şeye kendi nefsinin sebep olduğunu düşünüyordu. Hiç bir şey söylemeden atına bindi. - Dur! Nereye gidiyorsun? Tuyu-Kun dönüp bakmadı bile. Bakamıyor, ko nuşamıyordu. Çiğil'i hatırladı. Yarım kaıan · işinin ba şına döndü. Dağların tepeleri kararmış, yıldızlar parlamaya ba.şlamıştı ki Tuyu-Kun kestiği ağaçla Çiğil'in yanına döndü. Karanlık Yekol'ü kucaklamış. her yan sessizliğe gömülmüştü. İşitilen yalnız ku rtların ulumalarıydı. Tu · Kaya'nın eteklerine yu-Kun Çiğil'in elinden tuttu. Han geldiler. Çadırlarını kuramamış olanlar, burada buluş tular. Kayaların kovuklarına yerleşerek geceyi tüket meye koyuldular. Çiğil, başı Tuyu-Kun'un omuzunda uykuya daldığında oyışığı yüzünü aydınlattı.. Tuyu Kun ilk defa, başı omuzunda uyuyan genç kızı'n çok güzel olduğunu düşündü. Ayın ışığı Çiğil'in güzel yü zünden Tuyu-Kun'un kalbine akıp, onu aydınlattı. Kalbindeki ızdırap bu aydınlıkla dağıldı. Şimdi Tuyu Kun kendisini daha güçlü hissediyor, kalbini açıp .�i ğiıl'e sunmak istiyor. 56
Bu, güzel 1<ızın babası bir beğdi. Hon Següy'ün sevgili beğlerinden biri. Tuyu-Kun onu hatırlamıyordu omo, maceralarını biliyordu. Onun yaptığı kahraman lıkları herkes bili rdi. At koştura rak ok atışı dillere destandı. (;in sr'nı rlarında at koşturup ok atmak ona delice bir zevk verirdi. Gene böyle bir zevk anında öldü. Yanında olan arkadaşları, ölürken çok mutlu olduğu nu anlatırken, ozanlar o fevkalade ani dile getirirlerdi.
Dünyaya at üstünde Gelmişti sanki bu er Gö rürdü hep düş ünde Kazanılmış bin zafer. * * *
Yıllar yılı Han'r'na Hizmet etti, savaştı Sulhta iyi bir baba Savaşlarda bir parstı. * * *
Ok atmakta bir 1<imse Yoktu onun üstüne Attığı oklar mutlak Düşerdi tam hedefe. * * *
57
.O yıl yine bir sefer Yapıldı kalleş Cine' Katıldı ba·ba Kutan Sefere neşe ile. * * *
Obadan Ciği�' Uıe Ayrılığın Yüreğini
ayrıhrken sarıldı acıs• dağladı. * * *
Düşmanla o g ün Utar Arslan gibi savaştı Bu sırada bir Cinli Kalleşçe bir ok attı. .. .. *
Ansızın gelen bu ok Yüreğine saplandı Önüne geçilmezdi Ölüm emri Haıktandı., * * *
58
Attan düşerken bile Yüzü hep güiüyordu Bir o'lp olarak doğmuş Alp gibi' ölüyordu . ... ... ...
Ayın ışrklorı soluklaşıp, yıldız:ılar son defa parla yıp sönerlerken Tuyu-Kun uykuya daldı. Gözlerini aç tığında, ne ay ne de yıldızlar kalmıştı. Ha'n Kaya'nın tepesinden süzülen oydınlık önce gözyüzünü aydın latmış, karanlık yer.le aydınlık gökyüzü bir sis taba kası ile biribirinden ayrılmıştı.. Çiğil gözlerini açtı. Anası yoktu, çadırı ydktu, ama Tuyu-Kun yanfnday dı. Kalbinin derinliklerindeki umut yükselip bütün benliğini sardığında yüzü utançla kızardı. Ayağa kalktı. Gözleri Han Ka.ya'nın doruklarında olduğu halde öylece kalakaldı. Acaba ne düşünüyordu? öıe·n. babasını mı? Yoksa ölen anasını mı? Belki de yok olan çadırını . Ama bunu düşünmesi gereksiz. Çünkü Çiğil için yeni bir çadır yapmak mesele değil. Üstelik Tuyu-Kun orta direk için bir ağaç da getir mişti. Öyleyse, Ciğil ne düşünüyor?.. Önce ış ık1larını yollayan güneş ortaya çıktığın da Yekol'da hummalı bir çalışma başladı. Tuyu- Kun gene hiç ko·nuşmadan Çiğil'in elinden tutmuş 'koşa rnk yıkık çadırın başına gelmiş işe başlamışlardı. İş bittiğinde: - Tanrı'yo emanet ol Çiğil. bir derdin olursa beni ara! Diyen Tuy.u-Kun atına bindi. 59
«- .Olur, sağol,» diye frsıldayan Çiğil'in gönlü heyecanla coştu. Felôket anasını almış; sevgili Tuyu Kun'u ona göndermişti. Tuyu- Kun atını mahmuzlar ken Çiğil, «Tuyu-Kun» diye ileri atıldı. Ama Tuyu- Kun bu sesi duymadı, çünkü aynı anda atı kişnemiş, şa ha kalkmıştı.
Güneş sıcak ış ınlarıyla toprağı ısıtırken. Yekol'da tek kalp çarpıyordu. Kurultay yeni ha·nı tesbite çalı şıyor. Han Següy'ün vasiyeti ortada olduğuna göre bu iş fazla uzun sürmez. Haberciler atları üstünde yolculuğa hazır, bekleşiyorlar. Arada bir deri başlı'k larını; uzun kaftanlarının kôh belini, kôh eteğini çe kiştiri p düzeltirke n , atlar ayak değiştirip sağrıları üzerine çöküp kalkıyor. Yolgay'un Hanglığı vasiyet edilmiş. Yolgoy alp kişi olduğunu bir çok kere ispat etmişti . Yekol'da yaşıyan her erkek için bu özelli'k çok önemlidir. Yolgoy bilge idi de . .. Hem okuyor hem da yazıyordu. Mevsimleri, ayları, günleri hesaplıyor, nereye hangi tohumun ekilmesi gerektiğini biliyordu. Alp Yolgoy. Bilge Yolgoy .. . Sevgisi, nefreti bakışların da, «Tüz Yolgoy, Alp Yolgoy, Bilge Yolgoy, Tüz Yol goy» naraları yükselirken dokuz nöbetçi kurultayın top ıan · dığı çadırın etrafında nöbet tutuyor. Geniş omuzlu nöbetçilarin altın kakmalı kılıçları pırıl pırıl parlıyor. Başlarında demir başlıklar ı. üstlerinde dizle rine kadar inen kaftanları ve deri çizmeleri var. Sert ba'kışlarıyla etrafı tarıyor, belli aralıklarla ve ölçülü adımlarla yer değiştiriyorlar. Va'kit iler·lediği halde kurultaydan ses seda ç rk-
mıyordu. Haberciler bıyıklarını burmaya, sert bakış larıyla cadırın kapısını gözetlemeye başladılar. «Kurt Yolgoy», «Bilge Yolgoy», «Alp Yolgoy», «Tüz Yolgoy» namları seyrekleşmeye, heyecan, yerini en dişeye bırakmaya başladı. Cin seferine bir kere ka tıldı. Yoksa. . . Ya Han Següy'ün vasiyeti. O bunu bil miyor muydu? Vusunlar, Kayalar daha bir çokları te tikte be klerken bu işin böyle uzaması gergin olan si nirleri daha da gerginleştirdi. Ahali sustu. Arada bir koşuşan çocukların bağrışmaları da yavaş yavaş ke s ildi. Ormandan bir karga sürüsü havalandı. Kanat çırpıp kuru sesleriyle gaklayara'k tekrar ormana dal dı. Yenide·n kurulmuş çadırlar sessizlik içinde bekle şirken, ağıllar ı ndaki hayvanlar huysuzlaşmaya başla dılar. Dörtnala yola çıkmaya hazırlanmış olan ha bercilerin atları, artık yerlerinde duramaz olmuşlar dı. Kısa mesafelerle çadırdan uzaklaşıp daireler çi zerek tekrar, oldukları yere gelip ön ayaklar ını kal dı mrak arka ayakları üstünde yaylanıp 'kişniyorlar. Han muavini, Başvezir, Başkomutan ve Komu tanlar artık so'nuca varmak istiyorlardı. Komutanlar dan Togrul söz aldı: - Bir ilde iki kağan olmaz! Han muavini saıkin bir sesle: - Ne demek istediğini aınlamadım, Togrul. Togrul sıkıntılı ve düşünceliydi. Bıyıkları altından alt dudağını ısırıp Kurultay'ın diğer üyelerine bir bir baktı. Kendi,sinin yerine bir başkası'nın konuşmasını, düşündüklerini bir ba,şkasının anlatmasını istiyordu. Han muavini tekrar 'konuştu : 61
- .Kurt Togrul, ne düşündüğünü bize de açıklamalısın, Çaresiz, Togrul tok bir sesle tekrarladı: - Bir ilde iki Kağan olmaz. Han muavi'ni ve diğerleri birbirler fne ba1kıştılar. Han muavini: - Bunu daha önce de söyledin. Elbette bir elde iki Kağan olmaz. Bunu neye tekrarlayıp duruyorsun? Togrul nasıl söylesindi ki, 1 700 haneyi Tuyu Kun'a vermeyelim. Yekol'u ikiye bölmeyelim. Alp Tu yu- Kun, Kurt Tuyu-Kun, onu hepimiz severiz ; uğruna canımızı veririz, oma Yekol'u ikiye bölmeyelim. Bu·nu Han Següy vasiyet etmişti. Etmişti ama karar Ku rultay'ındı. Mademki Kurultay karar verecekti, Ye kol'un selômetini düşünüp ona göre 'karar vermeliy di. İyi ama ya Hanlar Hanı Han Següy'ün vasiyeti... Ona aykırı alınan bir karar Yekol'a nasıl mutluluk ve rebilir? Düşüncesi Mingtau'ya, Tölesler'e, Çin'e, Ka yalar'a Vusunlar'a ulaştı... Ha"n olarak Yolgoy seçil diği halde 1 700 aile hayvanlarıyla Tuyu- Kun'a veri lince bunu duyan dost ve düşman kavimler ne düşü necekti? Bu, Yekol'un ikiye bölünmesi demek değil miydi? Tek olanı niye ikiye bölelim? Yekol'u tek kıl mış olan Kök-Tenğri bu işe kızmaz mıydı? Kızıp da i'kiye aynlan Yekol'u yok etmez miydi? Togrul alnı ter içinde gözleri, bi r şahinin gözleri gibi parlak ve ürpertici. Başını göğsüna eğdi. Hôlô susuyordu. Han muavini artık hiddetlenmişti: - Neden, düşündüğünü açıkça söylemiyorsun? Konuş Togrul! Togrul başını kaldırdı. Alcak ve yumuşak bir sesle: 62
- cTUıyu-Kun ı , deyip susan Togrul Han Muavinini kızdırdı: - Evet Tuyu-Kun. Tuyu-Ku·n·a ne olmuş? Togrul ağır ağır devam etti: - 1 700 aileyi havvanlanyla birlikte... - Susma, devam et! - . 1 700 aileyi hayvanlarıyla birlikte Tuyu-Kun'a verirsek. . . Kurultay'da bulunanlar homurdanmaya başladı lar.. Komutan: - Tuyu-Kun büyük. Kurt Tuyu-Kun'a 1 700 aileyi vermek Han Següy'ün isteğiydi. O buna lôyık. Yol goy'a Hanlık, Tuyu-Kun'a 1 700 aile. He r ikisi de görklü. Bu karar yerinde. • • .
Başkomutanfn sözlerini diğerleri: «- Doğru,» «- Haklı,> Diye tasdik ederken bir başka Komutan: - Togrul endişesini açıklasın. Biz de düşünelim, Dediğinde Han Muavini sözü tekraır Togrul'a verdi. Togrul, Tuyu-Kun'a karşıymış g ibi anlaşılmak tan çekiniyordu. Bu ülkede kim Tuyu-Kun'da karş ı olabilirdi. Mesele, 1 700 aileyi Tuyu-Kun'a çok gör mek değildi. Muha'kka'k ki Tuyu-Kun daha fazlasına lôyıktı. Sözünü iyice tarta·n Togrul: - Kuyu-Kun görklü, Tuyu-Kun erdemli. 1 700 ai leye ve hatta daha fazlasına da lôyık ama... - Aması ne Togrul? Başkomutan'ın sorusu çok sertti. Togrul yutkun du kaşlarını yukarıya koldırıp gözlerini bir ok gibi başkomutan'ın gözlerine diık ti: 63
- Bi'rltk! Yekol'un birliği. Bu 'karnr Yekol'u i1kiye böler. Bütünün yok olmak için önce bölünmesi ge · Kayo'nın eteklerindeki toprak önceleri ko rekir. Han caman kaya parçaları halindeydi, Bu kayalar Han Kayo'dan ayrıldılar. Bir kere ayrılınca da artık dağıl maya, yok olmaya, eriyip toprak olmaya mecbur kal dılar. Avlandığımız geyiği parça parça ederek yiyip yo'k ediyoruz. Geyiği parçalamamız bizim onu yeme mizi kolaylaştırıyor. Böylece o yok oluyor. Biz ise ya şıyoruz. Hiç bir geyik kendi kendisini parçalamaz; onu, avlayan parça.ıar. Oysa biz şimdi avcının yap ması gereken işi kendimiz yapıyoruz. Han muavini diğerleriyle meşveret edip şöylece açıkladı:
sonucu
- Yolgoy Moyün namıyla Yekol'un Hanıdır. 1700 ailenin hayvanlarının idaresi Tuyu-Kun'undur. Komutan Mogurçı Togrul'un omuzunu tuttu: - Endişelenme Togrul. Bunlar iki kardeş. Yekol ikiye ayrılmış sayılmaz. Han Següy'ün vasiyetini tut masayd11k Tuyu-Kun ne düşünürdü? Bir de Unuttuğun bir şey var Togrul, Han Següy'ün ruhu . . . Togrul gene başını göğsüne eğdi. Kurultay artık dağılıyordu. Alçaık sesle mırıldandı : «- Hanlar hanı Han Següy kocal ı'k vaıktindi. Ko calık vaktin, Vasiyetini babaca yaptın; hanca değil. Babaca, hanca değil. Babaca, hanca değil . .. » · olmadı. Fakat bu sözleri duyan Büyük otağın kapısı açılıp başkomutan göründü ğünde bütün kabHe ondan başka bir şeyi görmedi. Binlerce göz, otağın kapısına çevrilmiş merakla so64
nuou bekliyordu ki, Başkomutan, ba ş baherci Kızıl Buka'yı cağı·rdı. Yazıcı.ıar bitigleri hazırla·yıp tez el den haıberci,lere verd·iler. Baş/komutan ·kuırulta.yın 'ka rarını Yekol halkına bildirdiğ i vakit: «Bilge Yolgoy, Kurt Yolgoy, Alp Yolgoy» naraları yerini, «Han Mo yun, binlerce yaşa Ha.n Moyun» naralarına bıraktı. Büyük otağın önünde toplanan binlerce Yekollu Yol goy'un hanlığını kutla.rken Oza·n kopuzuyla törene ka tıldı:
Ey hanlar hanı Moyun, Senle övünür soyun. Han olmadan re.hattın; Şimdi başlıyor oyun! * * *
Han dediğin olmalı, Milletin babası, Ancak böyle biter Yekol'lunün tasası. * * *
Şimdi sensin sahibi, Bu koskoca ülkenin Öğüdünü iyi tut: A'k perceml-i ananın. * * *
65
Alpların g ibi sen de Pusat elden bırokma Daima erdem l i ol, Milletin için yaşa.
.
* * *
Han oldun d iye birden Guru rlanıp aldanma Unutma senden. benden Doho büyük Tanrı var. * * *
Var oldukça Moyunlar Yaşasın Tuyu-Kunlar. İki kardeş g ibi hep, Bir orada olsunlar. * * *
66
Bahaır rüzgarı esip de, hayvanlar yavruladığın da Tuyu-Kun evdeşi Çiğil'le geniş ve yumuşak yatak larınd a uyan mış, birbirlerine sokularak tatlı tatl ı fı s ıldaşıyorlardı. Güzel C iğ il sevg ilisini öperek: - Beni h ic görmüyordun; varlığımdan haberin olsu·n d iye neler yaptım; ama sen hep kayboluyor dun» Diye s item etti. Kocası sevgiyle g üldü. İ ğde ko kulu saçları avuçlayarak bu g üzel başı kendisine cekt i : Görmez olu r m uyum? Ye'kol 'de beni m içi n b ir tek k ı z vard ı . O da sendin, __.
Bu söz üzerine yüz bulup şımaran Çiğli işveyle: - Peki beni ne kadar seviyorsun? ' Diye sordu. - Sevginin ne kadarı mı, olu rmuş? Seviyorum işte. 67
___, Bana olan sevginden emin o•ma1k istiyorum. - Bir Yekol'lü sevmediği kızla evlenmez, bu nu bilmiyor musun? Beklediği cevabı a·l a n Çiğ il, beyaz kol llarını Tu yu-Kun 'un boynuna dof.a'd ı. Gene ·evliler kuşların uyan dığı bu seher vaktıi nde saadet uykularına tekrar dalı yorlardı . . .
Cin akınında babasını, büyü'k felô·kette anas ı n ı kaybeden Ciğil, Tuyu-Kun'un sevgisiyle tekrar haya ta bağlanm ıştı. Elem ve haz a rdarda gidip geliyor. Yaşayan insan, kalbinde sakladığı güvenle ha·yata bağlanır. Ciğ il 'in kalbindeki güven Tuyu-Kun'un kuil vetli şahsiyetinde abideleşerek bu iki genci mutlu kıl d ı . Ne var ki Tuyu-Kün zaman zaman acı ile gözlerin i kapayıp derin düşüncelere dalıyor. B u düşünce an la rında Ciğil Tuyu-Kun'un neden böyle acı çektiğini an lamak, acı çektiren şeyin ne olduğunu sorup öğren me'!< istiyor ama, buna bir türl ü cesaret edem iyor. Karşısına geçip: « - Neyin var Tuyu-Kun? Gönlünde acı olup otu ran, beyninde fel6ket olup dolaşan şey ned ir, a n lat bana. Ben de sen inle beraber acı çekip üzüleyim. Ça resi varsa arayıp beraberce bula lım. Gönlümüz, bey n imiz bir olsun. Çektiğin acıya beni de ortak et.»
Demeyi ne kadar isterdi. Bir keresinde bunu de nemek istemişti ama Tuyu-Kuın onu öperek sustur muştu. Demek ki her şeyden çok sevdiği erkeği bunu istemiyordu. Birbirleri n i çak seviyorlardı ama gene de iki ayrı insandı lar. Ka1lpleri ayrı, Beyinleri ayrı. Ci ğil bunu idrak ed ince 'kalbin in vuruşları yavaşlıyor. İ çinde biır boşluk meydana geliyordu . 68
AYRILIK
O bahar, Cin'e büyük akın yapılmış, komşu kabi leler Gök Bayrak a ltında Moyun'un emriyle bozkırı geçip Ming Tau'yu aşıp Çiın'e ulaşm ıştı Savaş büyük, ganimet bol olm uştu. Beğler, bağlılı klarını bildirip ü l kelerine dönd üğ ünde, Ye'kol bolluk içindeyd i . Çadır lar kürkle kaplanmış, ağıllar besili hayvanlarla dol m uştu. Günler akıp g idiyor. Tuyu-Kun l arla Moyunlar bolluk içinde yaşıyorla rdı.
Gece ile birlikte Yekol'a esrarlı bir sessizliık çök tü. Çocuklar uykuya dalmış, büyükler uyuma'k ;ç;n gözlerini kapa m ışlardı. Ne kadar zaman geçti bilirı mez, gözle r teker teker açıldı, zihinler düşünce denizi ne daldı. Arada bir çadı rların keçe kapılarını açıp gök yüzünü seyreden insanlar, kendileri g ibi uyuyamayan 69
başkalarının da olduğunu görünce dışa rı çıkıyordu. Derke·n atların birbirlerini ısırıp ·kişnemeleri duyuldu. Ö n ayaklarıyla toprağ ı eşip, sonra arka ayakları üze rinde yaylanıp ön ayaklarını havaya kaldırarak uzun uzun kişnemeleri bir a nda Yekol'ü büyük bir gürültü ye boğdu. Ana lar uya nan çocuklarını uyutmaya calı şsrken er1<ekler ağıl.tara koş u ştu l aır Yaşl ılar dua.f ar mırıldanarak endişeli gözlerle birbirlerine bak ıştı lar. Yaşl ıların düşü"n düğü şeyler, kötü şeyleri. Hepsi daldı�ları kötü d üşüncelerde kendilerini yalnız sa nı yor, birbirlerinin beyinlerinden gecen korkunç şeyle rin aynı olduğunu bilmiyor. susuyorlard ı . Geneler ola ğanüstülüğün farkına varmada n : « Ne var? » , « Ne olu yor?» « N için?» sorularını soruyorlar. Gü·neş ışıkla rını yollamaya başlad ığında çeşiıtli söylentiler kulaktan kulağa dolaşarak Han Moyun'a kadar ulaştı. Han Moyun hiç 'kimseyle konuşmada n atlandı; meralara doğru yol aldı, Onu gören çocuklar kaçışıyor, bü yükler saygıyla selöml ıyorlardı. Buruşuk yüzün ü gök yüzüne çeviren ozan kuru elleriyle bir şeyler işaret ed iyordu. Han Moyun Ozan'ın hareketlerin i takip ederken, kulaklarına bir uğultu girdi. Sa nki Han Ka ya tepesi yerinden kalkmış, koskoca orman gene yaşlı ağaçl arıyla topraktan sökülmüş büyü'k bir gü rültüyle Han Moyun'un üstüne g eliyor. Herkes susu yordu. Herkes bir Ozan'a, bir Ha·n Moyun'a bakıyor du. Han Moyun'un yüzü cidd i, ba·kışları don uk. Ken d isini toparlayıp etrafına göz gezd irdiğinde, çevresin deki insanlar başlarını önlerine eğdiler. .
Han Katu nu 'n yalnızlığı ile yaşadığı ak çadırı"n da kulağına giWkce yaklaşan nal sesleri ça lınd ı . Otur duğu yerden kalkarak kulak kabarttı. Ses g itti'kce 70
yaklaşıyordu keçe kapıyı aralayıp baktı . Yanılmamış tı, işte bir atlı ona doğru geliyordu , Gözlerin i kısarak ba'ktı. At üstündeki yağız delikanlı Han Moyun idi. Yüreği hoplad ı . Çünkü Yolgoy, Han olalı anasının ça dırına h iç gelmemişti. Bir şey m i olmuştu? Yoksa Yolgoy sadece a nne sini mi özlemişN? Çadırın kapısı:nda dimdiık dura n Han Kotunu şefkat ve merakla oğluna ba'kıyor, yaklaş masını bekl iyord u . Han Moyun anas ıını n yanına gel diğinde Han Katunu'nu merak yerine endişe sardı. H a n Moyun'un yüzü karma karışı'k ve bun luydu. Han Kotun u ona bir şey söyl emeye cesaret edemede·n atından inmesini bekled i . Yolgoy hiç konuşmadan atından ind i. Anasına sarıldı, Uzun m üddet sanlı kal d ıl ar. Ana oğlu beraberce çadıra g ird iklerinde, Yol goy etrafı taradı. Gözleri beyaz kürekte takılı kaldı. G id ip onun üstüne i l işki. Derin bir iç geçird i kten son ra bağdaş kurup elleriyle beyaz keçeyi taradı. Anası önce karşısında aya kta bekledi. Oğlunun bir şeyler söylemesini istiyordu. Kendisi konuşmaya cesaret edemiyord u. Vakit ilerledi kçe sessizl ik can sıkıcı bir du rum a l ıyor, her iık isini de eziyord u . Han Katunu ' nun aklından binlerce şey geçiyordu ki oğ lunun : - Bu kürk babamın mıyd ı? Diye mırııl dandığını işitti. Bu ne biçim soruyd u. Buraya b unu öğrenmek i ç in m i gelm işti? Soruyu yer siz bulmasına rağmen gene de bir konuşma olsun diye cevap verdi. Ç ünkü sessizlil<ten fena ha lde sı kılm ıştı : - Babana, babasından kalmıştı, sun?
bilmiyor
mu
71
Bu cevap korşısındo Yolgoy tekrar sustu. Han Kotunu daha fazla dayanamadı : - N e var? N e oldu? Volgoy beyninden vurul muşa döndü. Ne var? Ne oldu? Bu soruları n cevabın ı bilseydi buraya. gelir miydi? Annesine soracağı şey işte ona soruluyor. Kaşları çatı ldı. Gözleri kısıld ı. Elleri n i hiddetle oğuş turmaya başlad ı , Hem Kotunu konuştuğuna pişman oldu. Oğlunun yüzündeki acı gittikçe büyüdü . Ana sının da kalbin i sara rak dalga da1lga yayıldı. Ha.n Ko tunu çaresizlik içinde: Han Següy, baban Yolgoy, baban konu şurdu» diye ya lvarırcasına oğlunun gözlerine baktı. «-
Han Següy konuşunca dağlar taşla r konuşur; su sunca kurtlar kuşlar susard ı . Yolgoy babas ın ın mavi gözlerini hatırlad ı. O temiz, tertemiz mavilikte kendisi ni buldu. GerHen yüz hatları gevşedi. Bakışlar yumu şadı. Anasının elini öpüp gönlünü aldı. Atına binip uzaklaştığında Han Kotunu çad ırın kapısında oğlu nun gidişini seyrediyor, başarısı için dua ediyordu.
O gece ve daha sonraki geceler de Yekol'da uy kusuz geçti. Hayvanlar b'i1r tüı;lü sa·k in leşmiyor, g ü n geçtiıkçe huysuzlukları artıyordu. Han Moyun Kurul tayı topladı. Han Moyün do 1k urultay'a katılıyord u . Kurulta yın toplanma haberi kulaıktan kukığa yayılırken yaş lılar umutsuz gö�lerle birbirlerine baikıp susuyorla r. Han Muavini, ülkede'ki h uzursuzluğu dile getirir72
ken Komutan Bogurcı. Komutan Togrul ile göz göze geldi. Söz a lon boş vezir hayvanları n huzursuzluğuna meranın dar geldiğini sebep olarak gözterince her kes sustu. O felôket ôn ı h ız.la yoklaşıyor. Çaresiz iki kardeş kobi·le, kaderin oyununu oynayacak.. Herkes felôket şimşeği n i"n ca1kmasını bekl iyor. Artık dönüşü olmayan bir yola g i ril miş, olanlar olmuştu. Hayva nlar çoğalmış. mera da r gel mişti. Bunun b i r tek çaresi vard ı : İ'ki k.a rdeş kabilen i n birbirinden ayrıl ması. Han Moyun kimsenin dile getirmeye ce saret edemediği o tek ça reyi gayet acık bir diHe ifa de etti: - Babamız ikimize de koymo'klar • vermiş. Na den ağabeyim başko bir yere göçmüyor? Hayva nlar birbirini eziyorlor. Han Moyun'un acıklamosırııd on sonra Kuru ltay üyeleri başka çare olmadığını kabul ettiler. Bu karar, gökyüzünün ikiye böl ü nmesi gibi bi r şeydi. Komutan Togrul cakmo'k coıkmok olmuş g özleriyle arkadaşla rını süzd ü. Bugünün tohumu bir önceki kurultayda atılmı ştı. O Kurultoy'da Tuyu-Kun'o koymak verilme s i n i isteyenler, bu Kurultoy'da başka bir yere göçme sine koror vermişlerd i . Bu insanların iyiliklerinden şüphe ed ilemezdi oma, bu iyilik, işte kabileyi önce ikiye bölmüş, şimdi de birbirinden ayırmıştı . . . Ciğil ateşin üstündeki eti çeviriyor. B irden Sarıg Cicek'in ekinlerin biçim inde tarlada çalıştığı ônı ha tırladı. Altın sorısı başı başakların o rasında bir o ya(*)
Kaymak : Askeri teşkildt. 73
n a, bir bu yana eğilirken bütün kız:lar o'n un g üzelli ğini 'k ıska nırlard ı . o pek konuşmaz, insanlardan cok tabiatla yaşardı. İ ş i bitince atına binip kimselerin ol madığı, bil mediği yerlere g ider, gözlerden kaybo lurdu. . . Ciğil ateşin söndüğ ünü farketti; ağır ağır odün getirip ateşe aıttı. Yeniden yü kselen alevler ara sında Sarrg Cicek'in yüzünü gördü . İ şte orada . O ha rika güzelfiık, Çiğil'in eli yanm ıştı. Eh bu kadar yeti şir deyip eti ateşin üstünden çekti. « Nerede? Kac zaman oldu?» diye kendi kendi sine mırıldanırken bir yandan da yanon elini sall ıyor du. «Yolgoy'ün Han ilôn edildiği gün onu görmüştüm. Evet atlıydı ve her zamanki gibi güzeldi.» Çiğil kendi dudaklarınd an erkan kel im elerden ici sızladı. «Yol goy'u n han ilôn ed ildiği gün. Atl ıydı. Güzeldi . . . G ü zeld i . . . Atlıydı. H a n Moyun, Yolgoy. Güzeldi . . . Gü zeldi . . . » Ciği:I birden 'kaskatı kesildi. H ic düşünme den ve yüksek sesle bir çırpıda : « Sa rıg Cicek Ha·n Moyunla evlenemez. Han'a han kızı gerek.» deyip sustu. Ulak atından in ip, nal seslerine kapının önüne gelmiş olan Ciğil'i selômladr. - Kuyu-Kun nerede? d iye sorduğunda Ciğil he yecanlandı ve: - « Meraya gitmişti» d iye cevap verd i . U l a k tekrar Ciğil'i saygıyla selômlayıp atına sıc radr . Dörtnala meraya doğru at koşturdu. Bu sırada Tuyu-Kun seyislerden bilgi alıyord u , Olanlar v e anlatı lanla r onu n d a can ın ı sıkmıştı. Ca nının sıkıritısı yüzünden bel l i oluyordu. 74
Tuyu-�un atları'n sıhhatl i taylarını sevgi dolu göz lerle seyrederken baş seyis: - «Bu yıl kul u n çok , yeni ağ ıllar gerek kıştan evvel bunların hazırlanması lôzım. Eğer yetiştiremez sek çoğu telef olur.» Tuyu-Kun. atların 'kulunlamasının, Yekol için fevkalôde bir hadise olması gerekirken şu a nda , hu zursuzluğun kaynağı olduğunu düşü'n üp buna hayret ediyordu. Bu huzursuzluğun sebebinin yer darl ığı ol d uğunu bildiği halde bu sebebi hiç d üşünmek istemi yordu. O zihninde başka çareler arıyordu ki uzaktan bir atl ı n ın dörtnala geldiğini görüp hep beraber o yana baktıla r. Atl ı yaklaşırken büyüdü . Uzaktan onu tanımayanlar şimdi iyice seçebiliyorlard ı . Bu gelen baş ulak, Utor'dı. Utar atını dosdoğru Tuyu-Ku n'un önüne sürüp geldi. Atınd a n kaşla göz arnsında inip Tuyu-Kun'u diz vura rak selômladı. Tuyu-Ku n : « - Hoş geldin Utar, söyle» d iye buyruk verince, Utar: - « Han Moyun tez sen i ister.» Soluyarak Tuyu-Kun'a haberi ileten Baş Ulak Utar geri çekildi. Tuyu-Ku n : « - Buyru k Hanındını diye cevap verip atı"na .sıç rad ı . Atı nı mah muzlayıp arkasında bir toz bulutu bı rakıp bir and a gözden kayboldu. Dörtnala ormanın içi nden yol alan Tuyu-Kun atı nın nall arından çıkan yeknesak sese kendisi"ni kap tırmıştı. Kuşların c ıvıltısı, g üneyden esen rüzgarın sesiyle birleşip Tuyu-Kun'u çocukluğundaki eski mut l u günlere götürdü. Av dönüşü kardeşinin kafilede·n ayrılıp kaybol duğu gün ü hatırladı. Onu bulup ne yap75
tığını. niçin geride 'kald ığını sord uğunda : « Kuşlar» dem işti ., « Kuşların şarkısı» demi şti. O zaman korde şfn:in cevabına kızan Tuyu-Kun onu şimdi ço'k iyi a n lıyordu. Kardeşini, onun ince duygulaırın ı anlamaktan do ğan huzurun yüreğini kapladığ ın ı hissetti. Ancak bu ruh hali uzun sürmedi. Yolgoy onu çağırtmıştı. Kurul tay sonrası yapılan bu çağrı Tuyu- Kun'un bütün neş 'esini silip götürd ü . Yüzünd�ki mutluluk ifadesi kaybolu riken Büyük Otağın önıünde atın ın dizginlerin i çekti. Seyis 'Koşup atını aldı. Tuyu-Kun kemerin i d ü zeltip sert adımlarla otağa girdi. Han Muavini, Baş vezir, Başkomutan ve Komutanlar Qtağda hazır bu lunuyordu. Tuyu-Kun beklenildiğini ve meselenin öneml i old uğunu anlamakta gecik med i. - Beni istemişsin ! Diyerek Han Moyun'u selômladı. Ha n Moyun: -.ı Gel Tuyu-Kun , şöyle geç. Han Moyun'un otur işareti üzerine orada hazır bulunanlar Tuyu-.Kun'a yer verdiler. Han Moyun bı yıklarını çiğneyerek yerde bir noktaya ba·kıyordu. Besbelli ki söze başla makta tereddüt ediyordu. Tu yu-Kun büyük bir olgun lukla ve serin'kanıl ılıkla: - Vardığınız sonuç ne ise biır a n önce söyleyi niz. Yekol'ün geleceği için a l ınacak 'kara rlar zor d a olsa bizi yüksündürmez. Bunun üzerine raha·t layan Han Moyun: - Kardeşim Tuyu-Kün ba bamızın vasiyetini bi liyorsun, Han benim ama, iki mize de kaymak verdi. Ancak daor olan meralarımız çoğalan ha,yvanları m ıza yetmiyor. Kurultayımız buna bir hal çaresi bulmak 76
için topland ı. E.ı sonunda seni n başka bir yere göç meni uyg u n buldu. Han Moyun so·n c ü mley,i söylerken gözleri n i kar deşinden kaçırmış. üzüntüsünü bel l i etmemek i'c in büyük bir gayret sa1rfetm işti. Bu açıklama üzerine fevkolôde üzülen Tuyu-Kun, asl ı nda beklediği bu karan tevekküHe karşılamayı bil di. Otağdakilere karşı soğukkanlı görü.ı mesine rağ m en, boğazına tı kanan h ıçkırıkları zor zaptediyor, ço cukluğundaki g ibi a·nısızın ağlama ktan korkuyordu. Derin biır nefes alıp boğazını temizledikten sonra. Han Moyu n'a bakmamaya ça�lışaroık: «- Atlar ancak hayvandırlar; et yer, su içerler İ l'kbahar ha,vası gel ince oynar, sıçrarlar. Birbirlerini ısıınrlor. Bu insanların asabını bozuyor. Buna a'klım ermedi.» diye soran gözlerle- etrafına baknd ama kimseden cıt çı:kmıyordu . Besbelli ki a lınmış olan kararda ısrar ediyorlardı. Öğle ya Kurultay bir kere karar venmişti. Bu karar artık değ'iŞtirilemeııdi. Han Moyu n bile Kurultayı n almış olduğu bu 'Kararı değiş tirmeye muktedir olamazken, kendisi ne ol uyordu da bu ka rarın yeniden gözden geoirilmesini istercesine fi'kir beya n ediyor:du. Söyledi klerinin bir ic dökmeden öte bir şey ifôde etmediğini anııo,y an Tuyu- Kun: - « Pekala ben dedi.
hayva nlarımı alıp ayrılayım.»
Tuyu-Kun'un bu sözleri bir anda dudaklarından dökülen ateş olup önce Otağda bulunanları, sonra da bütün Vekoıl 'ü yaktı. Bu kararla yıl larca birlikte yaşayıp birlikte sevine·n iki kardeş, son u bilinmeyen bir maceraya atıl ıyordu . Komutan Togıru l daha fazla 77
dayanamadı: « Düşmanın yapacağını biz yaptık, bu.1dan sonra Yekol'a hayır gelmez» diye gürlediğinde Tuyu-Kun : «- Buyruk Ha·n ındını Deyip d ı şarı fırladı. H an Moyun perişan olmuştu. «- Ben vaz geçtim. Tuyu-Kun be'ni affetsin. Gidecek ol ursam ben g ideyim» dedi. Togrul Tuyu-Kun'un a,rkasından fırlayıp on u ya kaladı, Kardeşinin sözleri n i na�k letti, fakat bu bi r fay da vermedi. «Babamızın dediğine göre biz büyü'i< bi r isUkbali olan bir kabileyiz, büyüyeceğiz. Ben büyük olduğum halde doğu m itiba riyle muteber değilim.» Gözlerin i Togrul'un gözlerine d ikti. « Ben g itmeliyim.» Tog rul'un yalvaran gözlerinden gözlerini kaçırıp gökyü zünü seyrederek: « Ben g itmel iyi m . Babam ona fazla salôhiyet vermiş. Gökten de git d iye emir geliyor. Hayvanlarımı sürüp bakayım ne tarafa g iderler» Tu yu-Kun atının başını çevirip çad ırına doğru at saldı. Göç emri ni verip cadırı'na g ird i. Ciğil telaşla boynuna sarıldı. Göç davulları çalınmaya baş lamıştı bile. Ciğil ağlıyor, göz yaşları g üzel ya na,klorından aşağı inci ta neleri gibi süzülüyordu . Ba şına çok büyük felôketler gelmişti, aıma bu, baış ka bir şeyd i . Sevgili Yekol'dan ayrılmak düşüncesi yü reğini parçalıyor, saclarını yolarn'k « Neden, neden» d iye inl iyordu. Tuyu-Kun sevg il i Çiğil'in başını göğ süne çekip «Gökten git diye emir geliyor, buna 'kar şı duramayız, Hem beraber olacağız. Birlikte g üç l ükleri yenebil iriz. Bozkır bizi bağrına basa r. Yıllar önce Han babamızın buralara gelip, gecesini gündü78
züne katarak il kurduğu g ibi, biz de yeni il lerde yurt tutar, 1-kın baba m ızın dediği gibi büyüyüp, kök sala rız.» Yeni bir il kurmak, büyümek, kök salma'k, bun lar Ciğil'i'n hoşuna g itmişti. Ye'kol'dan ayrı l manın acı sı büyüktü ama, Tuyu-Kun'la yen i bir il kurmak haya li ona yeni biır umut verd i . İşte ge.ıe acı ile umut yan ya,naydı. Bu onun kaderiydi belki de . . .
79
GÖÇ Tahta tekerle'kli yük arabaları, çadırlar ve eşya larla dolduruldu. Çocuklarla ata binemiyecek durum da olanlar için bazı ambalaır boşa'ltıldı. 800 araba haz ırlandığında Tuyu-Kun gid ilecek yönü işaret etti. Atlar önden gidip yola koyulurken hayvanım derlenip toparlandı. Atların a·rkası.1dan işaret edilen yöne yö neldiler. Beş bin çeri atlanıp, binerlik beş tabur mey dana getirmişti. Taburun birisi atların önüne, birisi hayvanları·n arkasına, ikisi sağlı sollu olarak arnba lara refa'ket ede rken, bir tabur da gözcü olarak ile riye geçti. Atlanmış olan halk arabalarının ö.1 ünde, yanında, ar:kasında olmak üzere yerleşmişılerdi. Tu yu-Kun komutanlaırıyla biırli'kte kafileyi bir baştan bir başa gözden geçirerek atların önündeki taburda ken80
disi'ne ayrılan yeri aldı. Atı nın üzengisi üzerinde doğ rulup hareket emrin i verıdi. Ö ncü tabur hareket etti. Atlarının ayaıklarından erkan toz gökyüzüne yükselir ken Tuyu-Kun atına yerleşti. Tuyu- Kun Kingay dağlarını aşıp Sungari nehri ne ulaşmak istiyordu. Yekol'ün 'kuzeyinde·n akan Ke rulen, Sungari ile birl eşip ölümsüzlüğe kavuşuyor. Yekol ormanlarının i·c inden akıp gelen Kerulen, Mo yunlarda·n gelip Sungariyle birleşiyor, Tuyu-Kun'lar Sungari' nin topra klarında kök sa lıp coğalabilirlerd i. Belki ileride Kerulen ile Sungari'nin yaptığı gibi Mo yunlar da Tuyu-Kun'larla birleşip zaman içi nde aka ra k ebediliğe kavuşurd u . Kimbil ir? Bu göçü emreden gökyüzü belki de iki kabilenin ayrı ayrı yerlerde büyü yüp daha da gelişmesini istemişti . . . Çiğil atını sü rüp yanı nda durduğu zaman. ona baktı. O a nda kalbi sız ladı. Demir yayı hatırladı. Onu unutmamıştı . . . Koca m ı ş anasını görmeden yola çı'i<ıyordu . Artık kafile ha reket emrini a·l mıştı. Üstelik bu emri veren de ken disiydi. . . Ö ncü tabur uzak la şmış. görü nürde sadece ince bir toz bulutu kalmıştı. Tuyu-Kan başını Çiğil'e cevirdi. Gözlerinin içine baktı. Orada SUngari'yi gör dü. Sungari ' nin ver.i mli topra kların da kök sa1i ıp geli şen Tuyu-Kun 'la rı görd ü . . . Haydi ciğil» diyerek atrnı mahmuzlad ı. i kin ci tabur ayn ı a nda h a reket etti. Ar:kadan gelen at s ü rüsünü takibeden kağnılar teker teker hareket et meye başlad ığında, ·na l seslerine tahta te'kerlek ses iri e'klendi. Birdenbire Kutlu Taş atışın ı n yapılacağı günki kasırganın uğultusu gibi m üthiş bir g ürültü Ye 'kol'u kaplayıp bozıkıra yayıldı. Ayrılık, gönüllere girip «-
81
acı ol uyor; dudaklara gel lp feryat oluyor. Duda klar dan kopup gökyüzüne yükselen feryatlar dalga dal ga yayılırken, kala nların, göçenlerin hepsini'n acısı aynı. Ayrılık. Yekol'un bağrından kopup Ki1n gay dağlarına doğ ru yol olaın kafile beşinci g ü nün a'kşa mı gecelemek üzere konaklad ı. Arhk davullar çalıın mıyor, göç ·n a ra ları atı l mıyordu. Tuyu-Kun bu renksiz bozkırı seyre derken Sungarı kıyılarındak i otlakla rın Tuyu-Kun'lar için yaratıldığını düşünd ükçe gene kalbi heyecanla nıyordu . Alacakaran;l ıkta ü rperdi, Ya n ına g eıe·n Ciğ i l alcaık biır sesle. - Bir şey var orada, dedi. Tuyu-Kun Ciğil'in eliyle işaret ettiği yöne baka mk: «- Yok» dedi. «Birşey yok.» Ciğil daha d a a lçak bir sesle: Hayvanlar s inirli . . . Tuyu-Kun kaşlarını çattı. Gözleriyle etrafı tara yıp: «- Kingay dağlarına yaklaşıyoruz» diyerek Ci ğil'in elin i tuttu. O gece Ciğil hemen uyumuştu, ama Tuyu-Kun bir türlü uyuyamıyordu. Kingay dağla rı'n ı d üşündü, arkasnda Sungari'yi saklayan bu dağlar mutlaka aşılma l ıydı . . . Tan yeri ağarmıştı. Tepelerin a rdından görünen Kingay'ın doruklarında karanlık seyrel iyor, karanlık tan sıyrılan mor tepeler kuruldukları yeryüzüne aza metle bakıyordu. Tuyu-Kun bu mor tepelere baktı. Onları seyretti'kcek tepelerin üstünden kalkan sis sü zülerek gelip ka lbini sardı. Kingay aydınlığa kavuş82
tukca Tuyu-Kun s ise bür:ünüyordu. Boğazı ku ruyup kendisinden gacen Tuyu-KUın komuton'ın sesiyie kend isine geldi : - Ba k! Atlara bok Tuyu-Kun. Tuyu-Kun gözlerini Ki"ngay'dan ayırıp da atlara bakınca beyninden vurulmuşa döndü. Atlar başlarım h avaya kaldırmış, kulaıklanrn di1kmişlerd i . Bu, isyan başlangıcıydı. «-- N eden? Otlaık yeşil, su da var. Neden?» d iye haykıran Tuyu-Kun derhal yola cı'kma emrin i verd i.,
Allı, yeşilli, morlu 'kayalar. Üst üste konmuş ka yalar. Bu ne biçim dağdı. Rüzgôrın, yağmurun şekH verdiği, çeşit çeşit bicimde k ayalar üst üste yığılmış. Sağında ne var? Solunda ne var? Öte tarafa geçmek isteyene yol verecek mi? Yurt arayan bu insanları üzerinden aşıracak mı? Rüzgôr kayalar arasında do laşıp kulakları sağır eden ıslııklar haline gel iyor. Gü neş ışıkları kayala rın üstünde pırıl pırıl sekip etrafı aydınlatıyor. Karanlık, kayaları koynunda uyutan Dün ya'nın en büyü'k yaıtağı. Kayalarla birleşip sanlan karanlık, ayışığından h iç hoşla nmıyor. Her yağmur, kar, dolu yağdığında kılıc ları'nı bileyen savaşçı gibi keyiflenen Kingay, kasırga, bora, fırtınada zafer sar hoşu olup bozkıra naralar fırlatıyor. Şimdi bu mu hte şem va·rl ık, keyfini bozacak, mahremine g irecek bu insanları affedecek, onlara yol verecek miydi? - Tuyu-Kun duruyor, a rada bir atlara bakıyordu. Tuyu- Kun gönlünden kopup gelen sesi dinled i : « - N için bize geliyorsun?» Kingay seslen iyordu. Cevap verd i : - Su ngariye gidiyorum, sana değH. 83
- Bana geliyorsun! - Hayır, sana değil. Ö yleyse dön. Geri dön! - Sungari'ye g id iyorum. - Geri dön! - Nereye? - Onu sen düşün .. Tuyu- Kun sustu. Göğsü kabarıyor. Sesi kaybolu yord u . Yaşlı Tuyu-Kun'lar mırıldanmaya başlamıştı. Atlar oldu'kları yerde ,durup ki,şneye başladı. Hay vanları n arasında meydana gelen dalgaıa·nma bütün kabileye sirayet etti. Bu duru mda yol alamıyacak larını gören Komutanlar sol taraftaki kayaların etek lerinde konaklamayı teklif ettiler. Tuyu-Kun bu isteğe gönülsüzce: «- Peki» d ed i. Kafi leye kona-k lama emri iletilince ortalığı bir sessizl iık aldı. Bozkır uyuyor. Kingay uyuyor. Bu ses sizl iğin ardından ne gelecek? Ka l m u k savaşçı ları mı? Cinli bu göçü haber almışsa boş d urmaz, kendisi ge lemiyeceğine göre . . . Gökyüzünde uçuşan bel li bel irsiz bulutla r, bir den birleşerek 'kafilenin üstüne cöktü. Tuyu-Kun'lar ne olduğunu anlamadan şimşekler coık maya, yağmur yağmaya başladı., Hen üz öğle vakti yeni olmuştu a ma g ü n e ş ta mamen kayboldu. H a lk Kingay'ın sol yanın daki a l caık kayalara sığınırken ortal ık zifiri kara nlık oldu. «- Ciğil! N eredesi n Ciğil?» feryadı karanlığı yırttı. Herkes etrafına ba1kındı. Elleriyle birbirlerini yokladılar. Nafile, ne «Buradayım» diyen, ne de « Ci ği l burada» d i yen vordı, 84
Yağmur d i'nmiş, ortal ık alaca a·ydınlığ a 'kavuş muşmuştu ki arablorın old uğu yçrden bir bağırtı işi tildi: - Ciğil, Ciğil burada ! Çiğil'in yattığı yere i l k varan Tuyu-Kun oldu . Ku caklayıp kaldırdı. Kendisine gelen Çiğ i l : « - Atlar, atlan> diye fısıldadı. işte kağnı l a rın önünde duran atlar yoktu. Daha sonra hayvanların bir kısm ının da olmad ığı a nlaşıldı. Kayalara koşmak isteye·n Çiğil'e atlar mani olmuştu. Ö n ü kesHmiş. daha sonra da orta lık kara n ı ı.ğa göm ül müştü. Yağmur şiddetli olduğu için izleri bulmak çok güç bir işti. Ancak, Çiği! onların G ü Q eye doğru g i t tiklerini söylüyordu. Tuyu-Kun öncü taburdan aldığı 1 00 çeriyle atla rın a rdına d üştü. Ortalık 'kararma k üzereydi, bozk ır a laca karanlıkta sessizHğe gömül müş, zihinleri soru larla dolu olan bu i nsanlara hiç bir şey söylemiyord u . G üneş battı, ay doğdu. Gece ayazında yol alan atlılar hemen hic konuşmuyorlardı. Tuyu-Kun hız landı. Sol yandaki bayıra doğru i lerl iyor ve düşünü yordu. Gecenin kara nlığında bir Kingay'ın ötesine Sungari 'ye, bir Vekol'a gidip gel iyor. Arada bir başını a l ıp g iden atları a radıklarını hatırlayıp, atını daha da h ızlandırıyor. Gece iyice ilerlemişti, Bayıra g irdikleri'n de şafa'k söküyord u . Yerde ez ilmiş otları gördü. Az afkadan gelen öteki atlı·laır da ayn ı izleri gördüler. Demek ki doğru yoldaydılar. N itekim besili öküzler az ileride kuyruklarını sallayarak otluyorlar, atlar ise on l a rın i lerisinde bir araya toplanmış koklaşıyorlar. 85
Tuyu-Kun çerllerin ikiye ayrtlması.nı emretti. İ ki koldaın hayvanların arkasl'.'lo geçip önlerine kattılar. Güneş doğmuş, orta:(pk ısınrooya başlamıştı. Tuyu Kun'un asık surntı yu muşayıp, aydınlandı. Kingay'ın ötesine geçebilmek içi n yol a rayan ön cüler bire r ,i kişer gel ip: - Yok, yol yok; d iyorlard ı. Doğuya gitme·k isteyen Tuyu-Kun 'laro muh teşem Kingay yol verımiyordu. Gü,1 ler geceleri 'kovalıyor. Ge celer günleri. Derken mevs i m döndü. Kış bastırdı. Kabile yersiz yurtsuz. Kingay acımasız. Kış acıma sız. . . Kabile 'kayoları'n o rasına yerleşti . Karnındoki çocuğu kendisine daha d a bir yaşa ma kuvveti veren Çi·ğ il: - Gidel i m Tuyu-Kun. Kingay bizi yutacak, Hay vanlar batıya yöne l iyor. Biz de batıya gidel im. «-
Evet»
- Tuyu-Kun küskünd ü. Gözleri dald ı :
- Sungari bizi istemiyor. - Gidelim Tuyu- Ku,1. - Baha rı beklemeliyiz. Hem belki. . . - Hayır Tuyu-Kun artık anlamalıyız. Yol yo k - Ama Yekol'da Sungari bilinir. Eğer yol olmasaydı nasıl biliniırdi? .
- Çiği! sustu. Tuyu- Kün: - Ke rulen boyunca gitsek, Sungari'ye ulaşabiHriz. Kerulen Sungari ile birleşmiyor mu?
Çiğ i l : « Hayvan lar. Hayvanlar Kerulen'e de ğil, batı ya g itmek �stiyorlar» d edi. -
86
Tuyu-Kun'un endişe l i olduğunu görü.ı ce, ayağa ka,J ktı. Başını daha bir dilk tutamk: - Batıda da yurt tutabi l iriz. Babam batıda ve• rim l i topraklaır, g üzel su1lar olduğunu söylerdi. Atı yo kuşa sürmenin ne manası var? Boksa·na. Gök Tan rı batıya g itmemizi istiyor. Göık Ta nn'nın sevgisi gön l ü m üzde olursa, Moyun'larla o sevgide buluşur, mut lu oluruz. Hayvanla rı bırakal ım, ne yo.ıa giderlerse biz de oraya gidelim. - Tuyu-Kun sadece: «- Peki» deyip çadırdan cıktı . Tuyu-Kun savaşcııları eğerleri üzerinde eğ ilerek onu seldml ıyorlaırdı. Atın ı yengil bir koşuya bıraktı. Her ya·n kar ile kapl ı. Arada bir ku rumuş çalılar kor tabakasının üstünde d ikilmiş, .karın eriyip yok olma sını bekl iyor. Kinga,y 'ıın karla kaplanmış mor tepeleri s islerin a rasrnda te'k tek şekillen iyor. Arada bir ha valanıp uçuşan kuş sürüleri kayaların ve ça lıların arasında kayboluyor. Avla·nmaya çalışan çocuklar, oynarke·n kuş avlayıp sevinole haykırıyorla.r. Tuyu Kun kadın ları çadırla rda, ÇiğH'in doğacak çocuğunun kabileye mutlulu k getirmesini dil iyorlar. Alp Tuyu Kun'un oğlu ol malıydı. O zaman Tuyu-Kun'lar kök sa·lıp bozkırda büyük bir k,a bile olurlardı. Ge n e Tuyu-Kun uçsuz bucaksız bozkırı seyredi yor ve bütün bu dağların. 'kuşların, ı rmakların, uçsuz bucaksız otlakların hep kendi'leri için yaratıldığını dü şünüyor. « Biz·i yaratan Gök Tanrı bu bozkırı da ya rat mış. Bizi koynunda uyutup, besleyecek. Biz olmasak bütün bu var olanların ne değeri olur? Gö.k Tanrı boZ!kı rı bizim için ya ratmış. Kingay doğuya geçme87
m ize engel oluyor. Çiğiıl haklı. Her halde, Gök Tanrı batıya g itmemizi istiyor. Yaşl ı lar mutluluğun ve ha yatın doğudan geldiği'ni söylüyorlar. Doğuya g itmek, mutluluğun ve hayatın kaynağına u laşmak, demek ki l mkônsız. Gök Ta nrı onu bize yol luyor. Yanılış iş yap tığımız zaman bozan m utlu·luğu, bozan da haya·t ı eli mizden alara k bizi cezalandırıyor» d iye d üşünen Tu yu-Kun, �i ngaıy'ı'n sarp kayalannın önünde eğilerek dua etti. Tam bu sırada Han Katunu'nun «Hayırsız ev latlar, kuş olup uşsanız da sizden kurtulsam» d iyen sesi kulaklarına geld i . Bu ses Tuyu-Kun 'un kulakları n ı delip beynine işledi. Beyni uğ ultuyla doldu . Ben liği ni yakıp tutuşt ura n demir okla yaya sahip olma ar zusu siınsi bir düşma·n gibi gön l üne g i rmiş, her şeyi mahvetm işti . «B u isteğ inden vaz geç ! » , « B u a rzun bütün Yekol 'a felôket getirir!» Tuyu-Kun'un kulakla rı nda çınlayan bu kelimeler tek te'k ağırlaştı . Om uz ları çöktü. Gözleri karard ı . « Yapamadım, yapama d ım . Bu delice a rzuyu gönlümden çıkarıp atamadım. Yekol'ün başına gelen felôketin sebebi be'nim» d iye haykırdı . . . Tuyu-.K un'un bütün gayreti nefsine yönel iır. Bü tün benl iğini nefsiyle mücaıdeleye çağırır. Çoğu za man bilinemeyen haıki·kat, acı da olsa sıcak ve ayd ın l ıktır. Şimdi rahat bir nefes aldı. Cerisiyle, eriyle, yaş l ısıyla, çocuğuyla, kocamış kadın ıyla, genç Kızıyia, Tuyu-Kun'lar gözlerinin önüne gedi. Ona itaa1t eden bu insanların istikbaH Tuyu-Ku.ı 'un iradesin.deydi . Ar tı'k nefsini yenerek istenmeyen arz udan kurtulup, bu i'nsanları mutıl u kı1l mal ıydı. Henüz geç sayıl maz. Doğ ru yola girene Gök Tanrı yard ım eder, Gök Ta nrı'mn 88
sevgisinde yücelıip, Moyunlarla tekrar birleşebilirler di . . .
«Aıınem karga gaç sa k suk bold u k biz Bu d ünyadan bir çok i bret aldık biz. »
Tuyu- Kun'l.ar Yekol 'da n aynl alı Moyunların ayrı lık a cısı dinmemiş a rtmış, yeri göğü kapl amış. Han Moyun acısını drndirmek için Çin'e a·kın karn rı aldı. Akın hazırlıkları yapıl ır'ken, Han Veziri komşu kabilelerle ya pılan görüşmeleri, Cin'iıı durumunu Han Moyun'a a nlatıyord u. Han Moyun: - Bu büyük bir akın olmalı. Vusunlar, Kaya lar, Şatolar, Tölesler hepsi katıl molı . . . Tam b u sırada borular ça lındı . Baş haberci soluk sol uğa otağa g i rere k Han Moyun'u ve Ha·n vezirini selômladı. Han Moyun: - Söyle Kızıl Buka. Bir haber mi var? - Evet Hanım. Haberciler geldiler. Huzurun uza kabullerini beklerler. 89
- Söyle, tez buraya gelsinler. - Buyruık Hanı ndır. haberci Kızıl Buıka Otağdan cıktı. Han Moyun heyecan lanmıştı. Bu onun için büyük bir imti handı. Bobası'mn Gök Sancağı altında Çin'e akın eden Hanlar şimdi onu n komutasını 'kabilıl edecekler m iy di? Akın çağrısını kabOI ed·ip cerilerini onun emrine verecekler m iyd i? Han Següy'ün ölüm aşında bir a ra isyan eden bu h a nlar şimd i Han Moyun'u'n isteğine nasıl bir cevap vereceklerdi? Ü steli k Yekol ikiye ay rılmıştı. Ya ülkesinde birHğ i sağlayamadığı için onu suçlarlarsa? Moyunlarla Tuyu-Kun'ların aıyrıldığını Cfnli bile biliyordu. Bil iyordu da sa�la çalıp söylüyor d u. Hic bir zaman savaşçı olamayan Cinl i icin bun da·n daha güzel haber olamazdı, Caşıtları iki kardeş kabilenin ayrıl ı k haberini getirdiğinde Cin'de bayram olmuştu. Artık pis Kalm u k çerisine yalvarmayaca ktı. Yekollu'lara karşı durması savaşması icin at, pirine. ipe'k, vermiyecekti. « Kalmuk çerisi, domuz sürüsü as l ı nda on lar d a onla rdan . Ah! Bir oyun edebilsak, ş u Kalmuk sü rüsünü de yok etsek. İ şte o zaman ra hat yoşardıkıı diye düşünüp icin icin h esaplar yapan crn liye haddini bildirmel iyiz. Komşu hanlar Gök Sanca ğ ı n a<ltmda birleşmeH. Atlarımızın nal ları bozkırı geçip Çin'e ulaşma lı. Kıl ıçlarım ız güneşte parlayıp, yayları mızın geril m eli. Erlerimiz savaş nara l a rı atarken ka dınlarımız tü rkü yakmal ı . Bu bozkırın kanünu. Baş
Han Següy öld ü. Tuyu-Kun yurt arıyor. Şimdi bu kanunu yürütmek Han Moyun'un vazifesi. Han Mo yun habercinin d iz vuruşuyla kendisine geldi. Haber ci: 90
- Ben Vusunlar H anı . . . - Söyle. Habeııi söyle. Vusu·nıa r honı a·k ını etmeyi 'kabul ediyor mu? Ben i m sanca�ım altında Çin'e aıkma.yı kabul ed iyor mu? - Evet Hanım , Han Moyun rahat bir nefes aldı. Bu horıkuiôde bir şeydi. Vusunlar en büyük komşu kabileyd i . Onun H aın Moyun'un Gök Sancağı altında Çin'e akın et mesi bozkır kanununu n korunacağını gösteriyord u. Bunu Gök Tanrı da alkışlamışt ı r. H a n Moyun oturduğu yerde şöyle bi r gerinip de rin bir nefes a ld �k·t an sonıra kaşlarının a ltındaıı Han Vezirinıi süzdü. Han Veziri keyifle dudaklarını ısırıyor, bıyıkla.r ını oynatıyordu. Ha·n Moyun bir sağına, bir sol u na balktı ve haberciye sordu: - Vusunior Hanı bizim için saııa ne söyledi? Ha berci dimdik olduğu ha·l de: «- Han Següy'ün Gök Sancağı a ltında ço.k se ferler yaptık. Çadırlarımız ipekle, a.ıtınla, gümüşle doldu. Han Moyun Han Següy'ün oğlu. Bilge Moyun, Alp Moyu n bu akı'nda bizi de istemiş. Bu bizi şeref l endirir. Altı yüz atlı pusatlı çerim var. Ü ç yüzüyle katılırım» d ediğinde Han Moyun: - Altı yüz atlı pusatlı çerisi var da neden üç yüzü ile katılıyormuş? - Ü ç yüzünü Ka·lmuk saldırısı olu r diye geride b ırakacağ ını söyledi. - Pekôlô g idebilirsin. - Buyruk Hanındır. Vusunlardan gelen haberci dışarı çıktığ ında 91
Ota�da bu lunanlar tek t� bakıştılar. Birbiriyle bulu şup bakışa·n gözlerde zafer ş imşekleri çaktı. Vusünılar Han Moyun'un hanlığını kabul etm i şti oma ya öteki'ler? Öteki hanla r da Gök Sancağın Han Moyun'da kalmasını kabul edecekler miyd i ? Bozkırd a birl iğin temin i çok g ü ç bir işti. Gök Tanrı, Gök Sanca·ğ ın el değiştirmesin i isterse savaş olur. Ya1h ut bir kabile isyan ederse Gök Sancağa sa hip olan kabMe isyan eden kabileye boyun eğdire mezse, onu yok eder, Böylece birli'k temi n ed ilmiş olur. Bozan savaşan iki kabile, i k isi de yok olur. Ye nen, yenilen bel l i olmaz. İ kisi de yok olur. Bozkır akan kanı içer. Kopan, parçalanan gövdeleri yutar. Bu amansız savaşların bozan tek şahidi gökyüzüd ü r. Gökyüzü taraf tutmaz. Kazanan tarafı a l k ışlar. Han Següy, Gök Sancağa böyle kan lı bir savaşta sahip olmuştu . . . Kayalard an gelen haberci selam verip 'kend isini fonıthktan sonra , buyruk üzerine Kayaların Hanı'nın sözleri n i şöyle ·n akletti: - Han Moyun Gök Sancağa sahip. Gök San cak a ltında savaş şereftir. Bu şerefe bizi de ortak ettiği için Han Moyun'a teşekkür ederim . Beşyüz çerim var. Kılıcı ay g ibi parlak, oku rüzgardan hızlı beşyüz çerimden üçyüzü ile, Gök Sa ncak altında Çin'e yapılacak aıkına ben de katılırm. Han Moyun rahatlad ı . Her halde Kayaların Hanı da muhtemel Ka lmuk saldırısı için geri kalan i'k iyüz cerisini ayırmıştı. Eh bundan daha normal birşey olamazdı . Kendisi de çerilerinin bir kısmını Yekol 'da bırakmıyacak m ıydı? Han Moyun daldı. Gözleri i k i kor parçası g i bi etrafa ateş saçıyordu ., Müthis b i r şey 92
düşünüyor olmal ıyd ı. Belki de Cin a'kımnda·n sonra, Kalmuık. Kalmuk, bozkırdaki birlik iCi'n teh l ike. - Tamam, g id ebi l i rsiın. - Buyruk Hanındır. Kaya·lardan gelen haberciden sonra Şatolardan gelen h a berci otağ.o girdi. Onu Tölesler'den ve diğer l erind en geıe·n haberc i l er tak ibetti. Hepsi de akına katılıyordu.
« Dine ormanlarda sak suık sesi Bindim tepeye, baktım her yana İ ki çocuğu boşun a kargadım.»
Ormanda ağaçlar araıs ından süzülüp Yekol'a ya yılan bu ses Moyun'ları tedirg in eder. Güneş Yekol'dan e lini eteğini çekti. Onün yerini Ay a;ldı. Yüzündeki derin yara izleri eski savaş hatı ra larını taşıya n yaşl ı Moyun yan ındaki gene Moyun'a baktı. Gündüz ya.kıcı sıcak a ltında koşturmuş, gece nin soğuğ unda ise üşümüşlerdi. Derken gene Moyun yol arkadaşının gözlerini a radı . Ayışığı buna yetme d i . Dudaıklaırını ısırıp her halde yanıldım diye d üşün dü. Tam bu sırada kulağına ayn ı ses tekra r ça lındı: « i k i çocuğu boşuna :kargadım.» Yaşl ı olanı da aynı sesi duymuş, «Artık 'kocadım. kulaığıma sesler gel meye başladı . . . » d iye düşüne rek yanındakine hiç ses etmemişti. 93
Uzun yol yürümüşler, atları da ke'nd ileri de yor gundular, Tek kelime edeoek halleri yoktu. Yekol'a kara nl ı'k çökmüştü, çıt yoktu. Az ileride kıvrım kıvrım akıp g iden Kerulen',in şınltısı işitildi. İ ki atlı bu sesle rahatladı. Atlarını yengil bir koşuya bıraktı. Yaşl ı ola nı kımız içmek i,stedi. İ çti; a rkadaşına uzattı. Gene Moyun kayıtsız bir şekilde çamçağı eline alıp, dudak larına götürdüğünda, biraz önceki ses gene işitildi. Yaşlı olanı: « - Ne var?» diye sorabildi. Gene oıa·n ı : - Ses, bir ses. - Ne sesi? - Biıl mem. H er ikisi de tedirgin olm uşlardı. Ama daha faz la konuşamıyorlardı. Ne konuşabilirlerdi?
Yekol üstünde gecelemiş olan ay batıp, güneş cıktı. Atlarının sırtında doludizg in uçarak Ye'kol'a g i ren yolcular veda·l aşıp çadırlarına gittiler. O gün her kes aynı şeyi soruyordu: «-
Duydun mu?»
Konuşmalar ilerled ikçe ted i rginlik artıyordu . Se sin sah ibi k i mdi? Herkes bu soruya i çinden: « - Han Kotunu» diıye cevap veriyor, fakat acık ça söyleyemiyordu. Tuyu-Ku n'lar göçtüğünden beri onu gören olmamıştı. Bizzat Han Moyun bile aram ış, dağı taşı ka rış karış gezmiş, fakat izine bile rastla mamıştı. Şimd i onlara mı sesleniyordu? Ben hayat tayım, yaşıyorum mu demek istiyordu? Bel ki de ruh u sesleniyordu? Yoksa i k i oğlunun ayrıl ığına dayana mayan yüreği mi haykınyordu?
94
Ç IGIL DOGUYOR '<ingay'ın eteklerinde'ki karlar eri meğe başladı ğındu, kabile yola koyulmak için hazırlanm ıştı. Uzun kışa Llaya namayan hayvanlaırın bir kısmı ölmüş, geri kalanlar da arı klanmıştı. « Kötü kaderi m izle savaş 'llml ıyız» bu düşünceye k endisi'ni iyice kaptıra n Tu y ı..1 - Kun: « Kabilenin selameti beni m el imde i l 'kuı up Gök Tanrı'ya olan borcumuzu ödemeliyiz. Bozkır bi zi bağrına bastı, a ma, daha fazla hata işlememeli yiz» diyerek batıya hareket emrini verdi. Henüz yola çıkmışlardı ki Çiğit sancılanmaya başladı. Alnından boncu'k boncu k terler akıyor, ba ğırmamak icin, morarmış duda'kl·arı'nı ısırıyor. Kafile durdu. Büyük bir ateş yaıkıldı. Kaza nla su kaynatı ldı. Yaşlı Tuyu- Kun kadınları Ciğiıf' i a l ıp, alelacele kuru lan çadıra gntürdüler. 95
Gün a kşam oldu. Çadıra g idenlerden hiç haber yok. Sabırsızlı kla bekleyen ha·lka konaklama emri verildi. Alaca karanl ıkta ateşler yakılıp çadırlar ku rıJldu. Bir an önce yol a lmaya sabırsızla nan 'kabile, çaresiz, uykuya dald ı . Uyuyorlar m ıydı? Üstlerine ört tükler.i hayvan postlarına saırlnanla r bir sağa, bir sola dönüyor. H erkes uyanık olan yal n ız kendisi sanıyor. Tuyu-Kun uzanmadı bi le. Gözleri bir ay'a, bir Çiğir i n çad ı rına baıkıyor. Nöbetçilerden biri bazan at koş turarak Tuyu- Kun'un yanına g eliyor. Ay, ışıklarını cö m ertçe gönderiyor. Kabile pırıl pırıl ayışığı a ltı nda bekleşiyor. Bir beyaz tavşan Tuyu-Kun'u.ı önden geçti. Tu yu-Kun gözleri ile onu takibetti. Tavşan cad ırlar:n arasınıda kayboldu. Vakit gece yarısı olm uştu. Hafif bir rüzgör cıktı. Vakit 'ilerledikçe Tuyu-Kun telaşlanı yordu. Henüz onüc yaşına basa n Küçlük uyuyam ıyaca ğına kesin olara k kara r varmiş olacak k i anasıyla beraber yattığı, çadırın kapısını acıp dışarı cıktı. Ça dırın önüne oturu p etrafı seyretmeye başladı. Bütün kış hareket emrini sabırsızl ıkla bekl eyen Küci ü l< bu moladan sı'kıl mışa benziyor. « Neden durd u k sanki?» kendisi soruyor, gene k endisi cevap veriyordu. - Neden d urduk? - Doğuracak. - Kim? - Çiğil. - Ciğil? - Evet Kuyu-Kun'un hatunu. - Doğu racaksa n e olaca1k? - Ne demek? Ne oı.acalk. Doğu racak işte. 96
- Kingoy'a g iderka n Eke de doğu rdu , fakat mo la veri lmed i . - Şimdi Çiğil doğu racak - Çiğil de Eke g ibi b i r kad ın değil mi? O nosı·I yolda doğ urd u?
- Eke kız doğurdu. - Ç iğıH erkek mr doğuracak? - BM mem a ma , belki, - Erke'k olsurı. Ne y a n i 'kız çoc u k yolda doğar da, er:'kek :olursa yolda doğ maz mı? Hem erkek ola cağı ne bel l i? - Tuyu-Kun bizim hanımız. Hana h anoğlu gerek. - Amma saçmalıyors u n . Hana han ıkı zı yakışmaz mı? - Boşver, doğunca görürüz. Kingay'ı aşabilsey d i k Sungari'de yen i bir çadı r yapacaktım. İ çini ipekle, k ürkle döşeyecek, y iyece kle doldu racaktım. Hem o zamaın evlenird im de. Ben im de bir evdeş im olsa. Ba na oğlan doğursa. Kız doğursa. Kin gay ·neden bize yol vermedi? Peki ya şi md i yol umuz nereye? - Bilm iyorum. _. Tokuş da b i l miyor. H e r şeyi bilen Turu mtay' la konuştum, o da b i lm i yo r . - Tu yu - Ku n bilir. O bizim han ımız, B izi o götü rüyor. Ay, yarı ka·lan yolu nu süratle katediyor. Gece nin soğuğu Küoüm'ün i l i klerine işledi. Çok üşümüş tü. Çadıra g ird i . Çadırda dört dön d ü . Ca n ı yatma'k istemiyordu. Tekrar dışarı ç ık m ak içi'n çadırın keçe ka:p �sı n ı a çtı.ğı:nda ta m ka rşıda bir tavşan görd ü . Tav şan Mc kıpırdamadan bir iki saniye old uğ u yerde d u rdu. Sonra birden fırlayıp kayboldu. Kücüm ya tmak
97
için okunu, yayını üzerinden çıkarmıştı. Beyaz tavşa n ı kaçırd ığına üzüldü. Büyük avda, peşinden koştuğu tavşan a kl ına geldi. O da böyle bembeyazd ı. Arka sı'n.dan çok 'koşmuş, fakat :onu kaybetmişti._ Belli ki, taşandan yana şansı yok. Asl ında, Küçüm hiç de tav şan avla mayı düşünmezd i. Tavşan lar onun karşısına çıkıp, onu, ava i ştahla nd ırıyor, sonra da kayboluyor lar. «- Artık korşıma çııkacak tavşanlara hiç aldırmı yacağım» d iye y ü ksek s esle konuştu, ama etraf o ka dar sessizdi ki, kendi sesi kulakla nnda çınlad ığı za man derhal sustu, H a n Seg üy onun geyiği ya'ka layışı n ı seyretmiş, yiğitliğini beğenm işti ama, Kuru ltay ceri l iğe kabul ü için biır a v mevsimi daha beklenmesine karar ver mişti. Ya ni bu y11I o da çeriler a rasına g i rebi.lecekti. Artı•k Tuyu-Kun onu çerilerin i n arasına sokard ı . Bu nu d üşününce heyeca·n�and ı . O da pusatlanıp çeriler arasında at koşturacaık, kılıç çekip ok atacak. Düş manla savaşacak. Kızlar on u n için d e türküler yaka cak. Bu düşünce Kücüm'ü iyice sardı. Koşar adım cadıra gird i . Sadağ ı n ı ve yayını a1l ıp dışarı fırladı . G i dip atına bind i. Çadırlar arasından s üzülüp açıklığa doğru at saldı. Sert rüzgôr yüzünü yalayıp geçerken, o büyü'k bir akına gidiyormuş gibi h eyecanlaınıyor, d u daklarını ısmyord u . Sisler dağıl maya başlamış, gıün ışrkları nazlı naz lı süzülerek tepelerden ovaya doğru yayıılıyor. Çadır ların ık ece kapı1laırı acılıyor, her birinden iri l i ufaklı çıkan g ürültüler bi rleşerek gecenin sessizHğini ko vuyor.
98
Derken, davul sesleri! .. Bütün kabileni n gece bo yımoa beldediği ses, ortalığı kapladı. Kulaktan kula ğa: « Doğurmuş.», «CiğH doğurdu,», «Ciğrl oğlan do ğurdu.», «Tuyu-Ku·n·un oğlu oldu.» «Adı Tu-Yen kon muş.» sözleri dolaşırken ortalığı neşe kapladı. Her kes sev,incl iydi. Davul seslerin i duyan Kücüm dörtnala geri dön d ü. Anası çadırın kapısmdaydı. Oğlunu görünce: - Neredesin? Duydun mu? Ciğil oğ,l an doğurdu? Ad ı Tu-Yen •kondu . Kücüm'ün yüzü aydınlandı : - Biliyordum. - Neyi bi'liyordun? - Çiğil'in oğlan doğuracağını .
99
KÖTÜ KADERLERİYLE SAVAŞMAL I LAR
Milôd i 3 1 0. Tuyu-Kun'lo r batıya doğru yol a lıyor. Atl a rın ayakları, a rabaların tekerlekler·i çullarla sarıldı. Güneş ısıtmaktan öte, h er şeyi yakıp kavuru yor. Rüzgar. kum tanelerini o yandan o yana savuru yor ... Kabile ölüm sessizliğ i içinde yol a l ıyor. Suları tü kendi. Arada bir atların karn ı altına kafaları n ı so kuyor, kan damarını bU'l up 'küçük bıçaklarıyla kesere'!< a ğ ızları n ı dayayıp susuzluklo rı'nı g idermeye çalı şıyor lar, Atlar hiç ses etmeden karnyı.a Tuyu-Kunlann su suzluğunu gideriyor. Buna razı oluyor, belki de bu·.1 dan g u rur bile duyuyor. Deri boş·l ıklannı gözlerine 'kadar indirdilar. On günıd ür geceli g ündüzlü yol aldPkları ha.ide bu kum deni:zıi tükenmemişti. Onca yolda n, bu kum de'n izi n1 00
de yok olmak için mi gelmişlerdi? Gözün a·lobHd iğ iıne kum, �um tepeleri. Arada bir koro colı,l or sırnlonmış. Günd üzleri güneş, geceleri oy. Gecenin soğuğ unda ü şüyüp titreşenler saba hın ol masını bekliyor, ama bu sefer de gü neş ısıtıp yokın oo «Gece olsa» deniyor. Gündüzün gece, gecenin g ü nd üz olmasından daha çok kumların tü kenmesi, tekrar dağlarıyla, ağaçlarıyla, ırmaklarıyla, gölleriyle, kuşlarıyla bozkırın başla ması isteniyor. Susuzlukta n çatlamış duda1klar suskun, kumdan başka bir şey gö remeyen gözler dalgın. Gönüller arzu dol u . Onlar Tuyu-Kun'lar. Tuyu -Ku n'la r güçlü, Tuyu-Ku n'lar kuv vetli. Kök salıp büyüme isteği ile kaplı olan gönül leri coşku n . Kötü kaderleriyle savaşmalılar.
Yü'k l ü arabalardan bir hayl i ö'nd e olan öncü at lılar dağları görm üşlerd i . Dorukları al kızıl ren kte du manlı dağlar, k u m den izinin bittiğ i n i mü jdel iyor. Atlı larda n bir kaçı geri dönd ü. KafHeye: «- Dağla r göründü! Dağ lar görü n d ü ! » diye hay k ı rdığında kadın, erkek, çoluk çocuk herkes sevine çığlıkları atmaya başlad ı . Ku rtulmuşlard ı . Kum denizi onları yuta mam ıştı, Günlerce uy:ku uyumadan, su iç meden, gündüz sıca kla, gece soğukla yapıılan savaş kazanıl mıştı. Kula kla rı sar'kan hoyvan1ların bile neşe lendiği bell i .oluyord u . Atlar kişnemeye, öküzler bö ğü rmeye başladı·lar. Su bul mak icin emi r alan öncü atl ılar tekra r ile riye yöneldi ler. Atla rın koşmaya meca l i koJmamıştı.
1 01
Erler atlardan in ip koşmaya txış4CJd�ar. Onfar da bit klndtler oma suya bir an önce 'kavuşmak g erekiyor
du.
Turnmtıa y en önde tferl iyor, onu az gerkfen Cı
gay ve ötekiler tabl'ked iyord u . Artd< yorulmuşıa.r, so l uyarak ayo:klarınt sün'.Jkl üyor:laroı. Başıboş bı ra kılan
atlar onlara yet i şti . Coltlar eoğa1<tı. Ko ra renkleri de ğ işmeye başladı. Tek.ror atlara bindiler. Kumları n bit ti ğ i yerde adaım s u retinde kayahk:la r ba şla m ışt ı . SaLı ki ıkofalan kollan kesilmiş de üst üste yığılmış insan lar taş kesilmişler. Renkleri de :bir acaip. Ne var ki bu kayalar ne ıkadıar ·korkunç görünüşe sahip ol u rlar sa olsunlar, bu i ns a nlar için coık s eviml iydiler. Kum denizi bu esmre'ng iz lkayala·rılo son buluyor. Kayalara tı rma na n çertler on.larn sarılıp onları öpebilirlerd i. Kimi atl ı, kimi yaya, döne dolaşa kayaları aştılar. Kaya'ların bitiminde atlar sessiz soluksuz d u rdula r, Birbirlerine sokuldular. Cigay Tu rumtay'a seslend i: - Bir şey m i var? Turumtay ses etmed i. Ama görmesi gerekeni görmüştü. El iyle işaret ederek: - Bak, kurt sürüsü. Cigay Turumtay'ın işaret ettiği yöne ba·kınca : «- Şimdi ne yapacağız?» d iye sordu. Turumtay kayıtsız bir eda i'le: «- Bekl iyeceğiz.» dedi. Atlar. çeriler hepsi bir aroya toplanarak ses çı. karmadan bekleştiler. Kurt sürüsü koşa rad tm güneye doğru g id iyordu. K u rt s ü rüsü uzaklaşt ı . Cigay: «- Hayd i » dedi.
1 02
Turumtay endişeli gözferle etrafı tarıyordu. ı-
Hayın dedi.
Cıgay sa b•rsız l rk la : - Nede'n? İşte g ltti�er.
Turumtay konuşnd< istemiyordu. Önce kenfdlsl cevap lau.�mak tstiyor, gözıler:i etrafı ta rar:ken, zltınl sO ratle d ü şünüyordu.
Cigay sorusuna cevap alamamış olman ı n ver diği meraık ve sabı.rsızlıklo olduğ u yerde oturup ka·l kıyor, susuzluktan kurumuş dudaklann ı ısırırken, at lam baıktyordu. Cevap a la co{J ından u mudu yoktu ama daha faz.la dayanamadı : .
- N e düşü n üyorsun? Bir şey mi var? -
Ku rtla r . . .
- Kurtlar gittiler ya·. - Evet. - E, daha ne?
- G ü n ortasında kurt sürüsü olmaz. - Gerilerde bir şeyler olmalı, - Nasıl? - Belki savaşçılar. Bel ki . Ne bUeyim ... Bir şeyler ol malı. Belki Cin' l i . . .
- C i n savaşçıları m ı ? Güldür:me. Cin savaşçı sından kurt sürüsü kocar mı? - Kurt sürüsü Cin savaşçısından 'kaçmaz ama, Cin savaşçılarının karşısında başkaları da vardır. - Başıka savaşçılar da varsa ne olaco'k? - Bizim savaşacak halim iz yok. - Diyelim ki ileride ceri va r. Şurada biz kac kişiyiz, bizimle savaşacaık değil ya .. - Diyel im öğle olsun. Haydi g id el i m
.
1 03
G üneş a rtık ya kmıyor, kafile kayal ıklara ulaştı ğ ı nda beklenen su gel m i,şti . Çigay Turumtay'a gü le rek bak ıyor. atı nın üstünde bir oraya bir buraya koş tu ruyord u . Ö nce çocuklara v e hayvan l a ra su içiri l d i . Daha sonra herkes 'kana kana su içti. Perişan olan kabile yavaş yavaş canlandı. Ö nce sadece «SU>> diyen du da klar, şimdi baş1ka şeyler de söylüyorla rdı . Tu ru mtay Tuyu-Kun'u b u l d u , O n a endişelerini an lattı. Böylece kabilenrn burada konaklaması kara r laştırı l d ı . Çevrede ne var. ne yok öğrenilm esi için et rafa öncüler s a l ı nd ı . Gökyüzü yüksek v e maviyd i. B u mavil iği bozan bir tek bulut yaktu. Kaya l ı k·lar sessiz. Rüzgar sakin d i . Küçüm Tu rumta y ' ı n ya nına :koştu . El iyle gökyüzü n ü işaret ediyord u. Turumtay, Küçüm'ün işaret etti ği yöne baktı. Onlara doğru h ızla ilerleyen ve i lerle d i'kçe büyüyen bir karaltı, masma vi gökyüzünde göz le görülebiie·n tek şeyd i . «- Kuşılar» diye, Kücüm sevinçle haykırdı. - Evet. Kuş, Kuş bunlar. Kocama n b i r ka-rta l sürüsü kuzeyden gel iyordu. Tu rumtay telaşland ı . Aıma k uş.lo r ayn ı sürotıle, başla-
1 04
rı üzerPnden geçip g ittiler. Kücüm, Turumtay'ın endi şesi dağı'1dıktan son ra : «- Kayolarfn arkasında ne var?» Dediğinde Turumtay m eseleyi anlamıştı. Küçüm, gidecekl eri yere geldiler mi? Dah a ne kad a r gidile cek? Yahutta, nareye g id i lecek? Bu soruları sormak için fırsat kolluyordu. Küçüm'ü omuzlarından tuttu . Gözleri n i n içine baktı. Uzun m üddet bakıştılar. Kü eüm'ün gözleri meraklı, Turumtay'ınki sa kin. Ne ka dar zaman geçti bilinmez, Turumtay al çak. sakin, fa kat tok bi r sesle: «- Bilmiyorum . Han Tuyu-Kun götürüyor. O bi l i n> d ed i . �üçüm, çaresiz, heyecanla geri lmiş omuzlarını serbest bıraktı. Turumtay'ın dudaklqrında meydana gelen g ü l ü mseme yüzüne yayıldı. «-
Sen de a rtık çeri sayı l ı rsın»
derken
yüzü
ciddileşmiş, kaşları çatıl mıştı. Küçüm de: « - Evet» d iye cevap verirken cidd Meşmiş, dik leşmişti. Küçüm geçtiıkleri 'kum de:n iz i n i de marak ediyor. Turumtay'a: «Bunca kum bir a raya nasıl gelmiş? Oradarı<i ağaçlar, dağlar, ırmakla·r nereye g itmiş? Orayı da Gök Ta nrı m ı yaratmış? Eğer Gök Tanrı ya ratm ışsa bunun h ikmeti ne?» diye sormak istiyordu. ama , vaz geçti. Turumtay başka şeyler düşünüyordu. Usul usul atının ya nına g itti . Tez sıçrayışla atı'na bin di ve Küçüm'e biır ba kış fı rlatıp uzaklaştı. Küçüm, Tu rumtay'ın neler d üşündüğünü a nlama nın, bütün bil d ikleri ni bil menin harikulöde bir şey olacağfnı hayal ederken , bild Lklerini kendisine a nlatmad ığından dola yı do için için öfkeleniyordu.
1 05
KU KE NOR TUYUKU N LARI BEKLiYOR Cöl b itiminde 'konokkJyan Tuyu-KUrn'lar, üc gün ü c gecedir bu rada d i.n1e·nmiş, derlen ip toparlanmış tard ı . Ne var ki Tuyu-Kun sabırsızlan ı yordu. Gözün alabildiğinde uzayıp yay ı lan yeşill lkte bir gurup atl ı n ı n yaıkılaştığını gören ka·biıle h a l k ı heyecanlandı: Tuyu Kun zaten atındayd ı, Atını o yöne cevirdi. Cok geç meden gelenlerin ke11di cerisi olduğunu anladı. Ha ber toplama k için gidenle r n ihayet dönüyordu. Ge tirdikleri ha ber:ler ne cinstendi? Bundan sonraki yol larının tayini icin cok öneml i oıa.n bu haberleri bir a.ı önce öğ renmek isteyen Tuyu-Kun'lar o yöne yönel d iler. Çeriler Tuyu-Kun'un önünde d urdu, onu sela m lad ı . Aralarında aca ip kı:lıklı bir adam vardı. Ceriler den biri adamı Tuyu- Ku.ı'un karşısına getir·i p: « - Onu tek başına buld uk. Ka lmuık olduğunu söyl üyor» dedi.
Bütün kabMe «ıKoılmuık. Ka·lmuik'.muş» d iye kalandı. Tuyu-Kun adama sordu.
1 06
çal
- Kalmuk oldul)un u söylemlfSin, doğru mu? Tutsak başını kdldır:mod<in: - Evet, Kalmul)um, dedi·. Tuyu�Kun merakı nı g izlemeğe cal ışorak: - Ceri misin? - Evet. - Ceriysen pusatla rına ne oldu? Ka:lmuk carisi n erede? Moyuınlar . . . Tuyu-Ku.ı Moyun adı n ı duyunca Kalmuk'u un ut tu. Yekol, ·kardeşi, anası . . . Bir biır gözlerinin ön ü nde·n geçti. H eyecan ve hasretten dudaıkları titriyordu. « Mo yunlar» a d ı n ı işiten d iğer Tuyu-Kun',ıar da « Moyun lar. Moyun'lar» d iye fıs ı ldaşmaya başlaıch1ar. Kabile bir anda çalka landı. Gön ü ller coşmuş, hasret a lev·l en mlşti. Kendisinde·n gecen çeriler naraılar atmaya baş lad ılar. Cayır gürültüyle doldu, Tutsak Kalmuk ne ol duğunu anilamadı. Korkudan d izleri titremeye başladı. Neden sonra ilk 'kendisine gelen Tuyu-Kun oldu Tu rumtay bile börkünü havaya fırlatmış « Moyunlar» di ye hayıkırıyor, hoplayıp sıçrıyordu. __.
- Moyuın laıra ne ol muş? Soruyu soran Tuyu Kun un sesi gökyüzü gibi g ü rlem işti. Gürü ltüyle ça1lka:ıa·na:.1 kabi·le ayn ı anda büyük bir sessizl iğe gömüldü. Herkes gözleri ni aca ip kılıklı Ka lm uk'a dikmiş, ne söyleyeceğ ini bekl iyor. Kalpler d u rmuş, cevabı bekliyor. - Cin çerisi perişa n oldu . Kaıl muk çerisi dağıl dı. Moyunlar a nsızın bastırd ı . . . Moyun ce risi kurt . . . -
'
A:rt•k sözün gerisin i dinlemeye l üzum yoktu . «- Sa i m bu adamı gitsin.» dediğrnıde Tuyu Kun'un gözlerinde şimşe'k.ler çaktı·. Gök Sa:.ıcalk dal-
1 07
ga'ıa·nımış, Kalmuk'un kl'lıcı kınına g i1rmiş, asi önüne eğHmiş, kurnaz ,Q inli'inin kolu ·kanadı
başı kırıl
m ış .. Bozkır o nlarınd ı sanıki. Gök Tanrı bo:z;kırı onlar içi.1 yaratmıştı. Coşkun ı rmaklar, kara dağlar, uçsuz buca•ksız kum denizleri artık onlara engel olamazdı. Şimdi s ıra onlardayd ı . İ l kurup h ü kmetmeHyd i ler., ·
Yaşlı Tuyu- Kun'la r ge·nç H a n 'ın çevresinde top landı. Tu rumtay Kuke Nor'dan bahsed iyor, ilk kurula cak yeri n Kuke Nor olmasını
istiyord u.
Kurnaz Tu
ru mtay, Bilge Turu mtay, Kurt Turumtay anl attıkça herkes Kuke Nor'un mavi suları na kavuşmak arzusu ile onu tasdik etmeye başladı. Artık yol larında hiç bir e.ıgel yoktu . Han Tuyu- Kun bu fi'i< ri çok yeri nde buld u. Güneşin solgun ışıkları bozkırı ayd ınlatırke·n i l tutulaca·k yer tespit ed ilm işt i . Tuy u - Ku n'lar artık nereye gidecekleri n i bil iyorlard ı . İ l tutu laca k yer Kuke Nor'd u . Kuke Nar mavi sa kin sularıyla Tuyu-Kun 'ları bekl iyordu . . .
• «Kuma ş gömleğ i m i hiç de giymed i m Uçup giderken sağ o l d a diyemedim Kara börkümü a l ı p kaytınız Anneciğimi görünce selôm aytın ız.» Uça n kuşlar, esen rüzgôr, iı<i kardeşe haber ulaştırıp dertlerin i'n dinmesine mani olur. Tuyu-Ku n ' u n kabilesi Tuyu-Kun'un ka.lbinde Moy u n ' u n kabilesi Mo yun'un ka,lbinde acılarını birleştirip Tuyu-Kun ile Mo yun'u ateşe ya·kar. Mevs i m dönmüş, soğu:k.la r kendisini göstermeye
1 0&
başlamıştı. Baylon i'ye ulaşan koıbiıle bumda kışlaya caktı. Büyük ana Bke bir türkü tuttu.nmuştu : « Kaıra Kor.lugac, ötüyor sardugac An·neci,k ağlama ke.ıdin karga gac Yağmur ya·ğ ıyor a n necik karşına ağlayarak geld i k biz Emzirdiğin süte a nıneciık susarsın kıya Kıyamet gelecek hakkımı h elôl etsene!» Eke türküsüyle,
gönüllerdeki acıyı a levlendird i .
« Bizim güzel atlarımız vardı Fakat anne kargayınca bize kanat yaratı ldı. Anneciği miz biz i ki birader Dem ir ok. Vüzü11de·n birbirim izle kavga etUk. Dün de bir h i ç yüzünden bizi 'kargadın Şimdi ağlama anne bu Gök Tanrı 'nın ta kd i r·idi r. Kitap okuyor ibret a l ıyorsun Kuşlar üzeri nden güt gü nde a ralarında Çocu kla rın yok mu diye ba kıyorsun Annecik k'a-rgadı ba bacık duydu mu? Üstünde kuş uctuğumuzda bizi görd ü n mü?» Gene. yaşlı Tuyu-Kun'.lar tek gön ü l olmuş, tek ağız olmuş haykı rıyor. Bozkır bu acıya kucak açmış. Uzu n g ünler gecel er ayrılık acısı nı yutup tü ketemiyor. Kış biterd i. Karlar eri rd i . Otlo:kılar yeşerirdi. Ama bu acı, bu ıayrıl ı k acısı, bu hasret biter miydi? Eriyip yok olur m uydu? Acı·lı gönüller t ekrar mesut olur .muydu?
(*) Sardugaç : Bülbül. 1 09
ALA ATLAR
Rengini gökyüzünden almış, sessiz masmavi Ku ka Nor, çevresindeki yeşil otla,klor ve 'karo orman la rıyla Tuyu-Ku'n'ıl arı bekl iyor. Derken Kuke Nor ça lkalanmaya başladı. Kağı.ıı g ıcırtılorı, insan sesleri birbirine karışıyor. Kuke Nor köpüklü dalgo;larıyla gelenleri selômlıyor. Davul ses leri boru sesleriyle karıştığında Han Tuyu-Kun gu rurla kabMesini seyrediyordu. ik işer üçer kafile, da ğ ı l maya başlad ı . Çadırlar kurulup ateşler ya ndı. Yan ı i< e t kokusu yükselirken davul ses'leri devam etti. Dokuz gün dokuz gece davullar susmadan çaldı. O g ü n her zamanki gtbi gene vaıkti geldiği'nde g ü.ıeş ışıkıları karıanlığı kovdu. Atlaır birbirlerine sokulmuş 'koklaşıyorlar. En erken ıka'l kanlard a n biri Küçüm idi. Çad ırdan çıktığında annesini telaşla etrafa koşturur buldu. Ne var ne oldu demeye katmadı, Kuke Nor kudurmuş köpü klü da:lgalarıy'lo büyü:k biır gürültü ko pardı. Rüzgôr yok, Yapra k kıpı:rdamıyor.
1 10
Kücüm Tu rumtay'ı arıyordu. Ama köpek havla ma·ları arasında oradan oraya koştura:ıla-r arası'rııda Turnmtay'ı bulmak mümkü n müydü? Daha yeni do ()a·n g.Oneş sanki doğmakta n vaz geçmişU. Işıkları n ı geriye aldı. B i r a nda orta l ı k karardı. Bütün gözler gümbürtüyle çalkalana n Kuke Nor'a bakıyor. Çiğil end işeyle Tuyu-Kun 'a yöneld i : - Fırtına yok. Kuke Nor niçi'n köpürüyor? Yok sa bizi o da mı istemiyor? Tuyu- Kuı.1 sakin bir sesle: «- Fırtına Kuke Nor'un içinde.» dediğ inde «At lor» , «Atları yaka•layın» bağrışmala rı, koşuşmalar dalgala rın seslerine karıştı. Küçüm: - Çıldırmış bu:nlor. Kudu rmuş göle, koşuyoria r. Anası: « - Buna senlın gücü·n yetmez. Bırak.» deyip Kü çüm'ün elini tuttu. Kuka Nor'un çılg ıı.ı dalga1lan bi rb�ri a rkasına g id i p geHrıken Tuyu-Kun'lar hayatlarında duymadıklar- g ü m bü rtüyü işittiler. Bu güm bürtü Kuıke Nor'dan gel iyor du. Göl ya rıl ıyor muydu? Parçalanıp yok mu olacaktı? Yoksa bozk ırı kaplayıp gökyüzüne den k mi olacaktı? Karanl ı·kta Kulke Nor'un ortasında bir karaltı bel i rdi. Karaltı gittikçe büyüyor, o büyüdükçe Tuyu-Ku·n·ıann atları da Kuke Nor'a koşuyor. Kend ilerine mani olmak isteyenleri çiğ neyip geçe.1 atlar göle daldılar. Bu sıra da güneş ışık·larını tamamen çekip a·ldı, Artık gözler hiç bir şey görmüyor. Ne kadar zaman geçti bilinmez. KabMe heyecanla bekleşiyor. Önce Kuke Nor'un homurtusu kesildi. Hav laya n köpekler sustu. Güneş tekra ·r ış�ları nı yol ladı-
111
ğ ı nda, sa ki kald ığı yeroe·n devam ed i yordu. Her şey yerli yerindeydi. ıKücüm Turumtay'ı butmuştu . .Ona, n eler olduğu ı u sormuştu bile. Turumtay: n
.
- Aygır, atları çağırdı. Doğacak kulunlar Tuyu Kun'ları bozkırda haikim kı lacak . Küçüm sevinçle: « Tuyu-Kun'lar bu atla:rın üstünde Moyunla r'a ulaşabil ir.>ı dedi!ğ i nde Turumtay Kuke N.:>r'un mavi su -
lanna bakarak: « - Elbette. » dedi.
«Ormanda toplad ığın çilek yan kaldı Faikat i'ki oala md a·n ve h iç birisi �a lmadı Güneş pa rlayıp kalkarken gözlere nur dolar Fakat biz kıyamet gel inceye kada r Anne babam ızı göremiyeceğiz Sonsuz bunlan ırsın, sonsuz ötersin Evladın uçurd u n n iye şimdi a ğ lıarsın.»
Kuke Nor Tuyu-Kun'larn il oldu. Gökyüzü yü'ksek ve mavi. Kuke Nor gökyüzü n ü n maviliğ i ni su larına a,lm ı·ş, ona :nisbet yapıyor. Otlaklar yemyeşil. Kuke Nor ayg! rının n es l i olan a•la atlar bu otlaklmda rüzgd r gibi uçu yor. Ama Tuyu-Kun'larda·n Moyunlar, Moyun'la rdan Tuyu-Kun'lara gidip gelen ızdıır ap, her defasında bi.r kat daha büyüyüp sonsuzluğıa doğru uza nıyordu '
. . .
B İ TT İ