Ahmet Ağaoğlu - İslamiyette Kadın

Page 1


AÖAOOLU AHMET

ISLAMIYEllE KADlN


BİREY VE TOPLUM YAYINLARI •

Belgesel Dizi

:

1

Birinci Baskı: Ocak 1985

BİREY VE TOPLUM YAYINCILIK Onur Sok. No: 18/2 Maltepe/ANKARA Tel: 30 40 8 1

Kapak : Ümit Sanaslan Baskı : Olgaç Matbaası


A�AO�LU AHMET

İSLAMİYETTE KADlN

Rusçadan Çevıren HASAN ALt EDİZ



YAYINEVİNİN NOTU

Birey ve Toplum Yayınları bu kitapla birlikte yeni bir diziyi başlatmış bulunuyor. Belgesel Dizi adıyla baş­ ladığımız bu dizi içinde yayınevimizin temel ilkesi (<ta­ rihsel belge)) niteliği alan ve günümüze değin önemini koruyan, döneminin düşünsel yapısını bize ulaştıran yapıtları sistematik bir çerçeve içerisinde okura ulaştır­ maktır. Bu amaçla ilk olarak Cumhuriyetin kuruluş dö­ nemlerinin ünlü Türkçü - İslamcı düşünürü Ağaoğlu Ahmet'in 1901 de rusça olarak Tiflis'te basılan (<İslami­ yette Kadın» adlı kitabını 'büyük' çevirmen Hasan Ali Ediz'in akıcı Türkçesi ile yayınlıyoruz. Yapıtta açıkça görüldüğü gibi, Ağaoğlu Ahmet'in (<Kadın ve İslamiyet» ilişkisi içinde ortaya koyduğu (<Kadını> sorunu esasen bugün de önemini korumakta­ dır. Ancak yazar, sorunun çözümlemesini tarihsel ve toplumsal bağlamdan kopuk olarak «burjuva>> bir so­ runsal içinde ele aldığından, çözümünü de karizmatik bir (<özne)) sorununa indirgemekte ve (ddealizeıı etmek­ tedir. Cumhuriyet ideolojisinin oluşumunda büyük etkisi görülen Ağaoğlu Ahmet'in ayrıca (<Devlet ve Fert>> adlı yapıtı ile (<Üç Medeniyet» isimli kitabını da, bu dizi içinde yayunlayacağımızı belirtmek isteriz. ERHAN ERKA.ı'\1 7



Ai; AOOLU AHM ET' İN Y AŞ AMI VE ES ERL ER İ AÖAOGLU AHMET 1869 yılında Azerbaycan'da Şu­ şa şehrinde doğdu, İlk ve ortaokulu bitirdikten son­ ra Tiflis'de lise öğrenimini tamamladı. Bu arada arap­ ça, farsça ve rusça öğrendi. Sonra Paris'te hukuk öğre­ nimi gördü. Aynı zamanda College de France'ı tamam­ ladı. Bu sıralarda Fransız dergilerine Doğu sorunları üzerine yazılar yazmaya, kongrelere katılmaya baııladı ve Paris'teki Türklerle tanıııtı. 1894 de Azerbaycan'a döndü, öğretmenlik yapınağa başladı. Türklerde ulusal bilincin uyanmasına ve halkın bilgisinin çoğalmasına çalıııtı. ııHayat», ııİrşadıı, ııTerakkiıı adlı gazete ve der­ gilerde ateşli yazılar yazmağa başladı. Bu sıradaki ça­ lışmaları Çarlık Rus hükumetinin dikkatini çekti. Onu izlemeye ve sıkıştırmaya başladılar. Türkiye'de Meşrutiyetin ilanı üzerine 1909 sonlan­ na doğru İstanbul'a geldi. Önce Maarif Müfettişi oldu. İttihat ve Terakki Partisine girerek politika ile uğraş· maya başladı. Sonra Türkçülük hareketıerinin başında çalıştı. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Mehmet Emin'­ lerle ülkü birliği yaptı. Türklük bilincinin uyanması ve Türk kültürünün gelişmesi için Türk Ocaklarını bera­ berce kurdular ve ııTürk Yurdu» adlı bir dergi çıkar­ mağa başladılar. 191 ı - 12 yıllarında İstanbul Üniversitesinde «Türk Medeniyetiıı dersleri okuttu. Aynı zamanda ııTercü· man-ı Hakikat» gazetesinin başyazarlığını yaptı. 1Birinci Dünya Savaşı sıralarında Afyon Milletveki­ li oldu; İttihat ve Terakki Partisinin merkez üyeliğine 9


seçildi. 1917 de Türk Kafkas ordularının siyasal danış­ manlığını yaptı. İstanbul'a döndüğü zaman birçok Türk aydını ile birlikte Malta'ya sürüldü. 1921 de serbest bırakılıp yurda döndüğü zaman derhal Anadoluya geçerek Türk Kurtuluş Hareketleri­ ne ve Milli Mücadeleye karıştı. Birçok görevlerden son­ ra Ankara'da Matbuat Umum Müdürlüğü yaptı. Ulusal Zaferden sonra Milletvekilliği Ankara ve İstanbul Üni­ versitelerinde «Hukuk Tarihin Profesörlüğü yaptı. Sonralan «Serbest Cumhuriyet Partisin kuruculan arasında yer aldı. Bu arada birçok gazetelerde başya­ zarlık yaparak, o dönemde ateşli bir hürriyet ve 'ser­ bestlik' mücadelesi verdi.

Kitap hallnde çıkııuş yapıtlan : - Şii Mezhebi ve Menbaları. Londra (İngilizce) - İslam ve Ahund. Kafkasya. - İslamlığa Göre ve lsldmiyette Kadın. (Rusça) 1901, Tiflis.

- Üç Medeniyet.

1920, Malta'da yazıldı. 1927, İs-

tanbul.

-

Hindistan ve ingiltere. 1927- 28, İstanbul. Serbest insanlar Ülkesinde. 1936, İstanbul. Devlet ve Fert 1936, İstanbul. Etika (Kropotkin'den tercüme), 1934, İstanbul. Türk Teşkilatı Esasiyesi. 1925- 1929, Ankara. Türk Hukuk Tarihi (Üniversite dersleri) 1931 -

-

Ben Neyim? 1936, İstanbul. tran ve lnkıldbı. 1941 - 1942, Ankara. Gönülsüz Olmaz. 1941 -1942, Ankara. lhtildl mi, lnkıldp mı? 1941 -1942, Ankara. Serbest Fırka Hatıraları : 1950, İstanbul.

1933, İstanbul.

- Hatıralar (College de France'a kadar) ıo


İ Ç İ ND E K İL ER Yayınevinin Notu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. Ağaoğlu Ahmet'in Yaşamı ve Eserleri . . . . . . . . . . . . . .

7 9

.

.

iSLAMA GÖR E VE İSI.AMİY ETTE KADlN GİRİ Ş ZAMANIMIZDA KADlN HAKLARI GELi Şi YOR Doğu'da Kadın Nasıdlı? . . . ... .. . .. . ... .. . .. . . .. ... .. . Kadıniann Istırabına Kulak Veren Aziınli Bir Ruh Sahibi Çıkmayacak mı? - Müslümanlar Manevi ve Sosyal Alemde Bir İlerleme Göstermezler mi? . . . . . . Orta Çağda Batı, İslamlığı Nasıl Görüyordu? . . Batıda Müslümanlık Hakkında Düşünceler Değişiyor Diniere İnsanıann Etkisi . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. ..

.

13

.

15 16

18 .20

BİRİNCİ BÖLÜM Araplarda İslamiyetten önce Kadın .. . . . . 22 23 ... ... ... ... ... İran'da ve Araplarda Kadın Arap Kadınları Bütün Haklardan Mahruındu . .. 25 . . .

. . .

. .

.

. . .

.

.

.

İKİNCİ BÖLÜM İSLAM KAYNAKLARINA GÖRE KADlN Kur'an Kadınları Yüceltiyor . . . . . . . . . . . . . . . . Peygamberin Kız Çocuğuna Gösterdiği Sevgi Muhammed'in Kadınlara Tanıdığı Haklar . . Kur'an'ın Kadınlara Verdiği Değer . . . . Birden Fazla Evlenıne Meselesi . . . . .

.

. .

. . .

.

.

.

. . .

.

. .

. .

.

.

.

.

. .. .. . ..

.

. . .

. . .

. . .

. . .

27 28 29 30 31 ll


İslamlığa Hücum Eden Avrupalı Yazarlar Haksızdırlar 33 Çarşaf Meselesi . . . . . . . .. . . . . . . . .. . . . . .. . . . . .. . . . . . . . 33 . ..

. . .

...

.. .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

. . .

...

. . .

. . .

. . .

. .

'Ü ÇÜNCÜ BÖLÜM MÜSLÜMANLIKTA KADINLIGIN GELİŞMESİ VE KADININ BUGÜNKÜ DURUMU İslamlık ta Kadınlığın İlk Dönemi . . . . . . . . . .. . . . . . . . Emevi'lerden Türk Egemenliğine Kadar . . . . . . . . . . . <(La dame des dames de son temps, la plus belle, plus gracievse, la plus brillante de qualites.ıı . . . . .. Abbasilerde Kadın . . . . .. . . ... . . . . . Türk ve Tatarlarda Kadın . . . . .. .. .. Mısır'da Kadın . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .. . . . . Hindistan'da Kadın . . . . .. . .. . . . . .. . . .. . . . . . . . . . İspanya'da Kadın . . . .. . .. . .. . .. . ... .. . .. . ... ... ... .

.

.

. .

. . .

.

. .

. .

. .

12

.

. .

. .

.

. .

.

. .

. .

.

. . .

.

. .

.

. . . 37 . . . 42 la . . . 43 44 54 .. . 56 . . . 57 ... 58 . . .

. . .


iSlAMA GÖRE VE iSLAMiYEllE KADlN Gl RI$

ZAMANIMIZDA KADlN HAKLARI GELİŞİYOR

DoAu'da Kadın Nasıldı? ZAMANIMIZDA feminizmin, her geçen gün biraz daha fazla önem kazanması, uygar toplumlarda bası­ nın, bilim ve sosyal alanlarda çalışan seçkin kişilerin bu konuyla daha çok ilgilenmelerine yol açmıştır. Avrupa ve Amerika'da toplumsal yaşam koşullannın ağırlaş­ ması; pederşahi aileyi temelinden sarsmış, kadın, aile hayatında erkeğin koruyuculuğunu kaybederek kendi kendini düşünmek, hayatını kazanmak için, o zamana kadar normal olarak erkeklere ayrılmış bulunan çalış­ ma alanlarına atılmak zorunda kalmıştır. öte yandan insanlarda duygu derinliğinin artması, hak, adalet kav­ ramlarının gelişmesiyle, yüzyıllardır süregelen, kuvvet­ ll cinsin zayıfı ezmesi gerçeğinin doğruluğu hakkında da şüpheler uyanınağa başlamış, kadınlar lehine cere­ yanlar doğmuştur. Avrupa ve Amerika'da kadına tanı­ nan haklar, hergün biraz daha artıp, kadın erkeğiyle cşitleşirken, Afrika ve Asya'da milyonlarca Müslüman kadını en ağır, en acı bir köleliğe mahkılmdu. Buralar­ da kadınlar, en ilkel haklardan yoksun olduktan başka, doğal bir şekilde büyümek, serbestçe hava almak gibi, hayvanlarla bitkilerin yararlandığı haklara bile sahip 13


değildirler. Müslümanlardan daha geri olan Hintliler bile bu bakımdan daha serbest düşünürler. Hintliler arasında cesur, yenilik seven bazı kimseler, kendilerini, yarının anneleri olan küçük Hint kızlannın davasına verebilmişlerdir. Bunlar, azimli, zahmetli bir çalışma so­ nunda, toplum ve din hurafeleri kurbanlarının duru­ munda bir hafifleme, bir iyileşme sağlayabilmişlerdir. Hint reformatörü (ıslahatçısı) Malabari'nin hayatını ve çalışmalarını inceleyen bir yazıda*, iyiliğe yönelmiş, amacın kutsallığına ve doğruluğuna kesinlikle inanmış bir insanın, iradesiyle en aşılmaz görünen engelleri na­ sıl yendiğine ilişkin pek değerli örnekler verilmektedir. Müslüman kadınların durumunun bütün güçlüğüne ve ümitsizliğine rağmen, hala, ne önemli bir başkaldırma görüldü, ne de bu konu ile ilgilenecek bir reformatör çıktı. Ancak, zaman zaman Türk ve Mısır basınında, kadınlardan yana sesler yükselmekte, bazı cesur kim­ seler, Müslüman kadınının dayanılmaz halinden, bu durumun aile ve toplum üzerindeki zararlı etkisinden söz açmakta, kadının yaşam koşullannın düzeltilmesi­ ni, düşünsel ve bedensel yeteneklerinin gelişmesini ge­ rekli görmektedirler. Ama bunlar, henüz pek cılız, ka­ rarsız, dolambaçlı bir şekilde, hatta çoğunda sadece ima yolu ile ifade edilmiş, Müslüman topluluğa pek etki et­ meyen ve etmeyecek olan şeylerdir. ayrıca başka Kuşkusuz, İstanbul ve Kahire'de, Türk ve Mısır şehirlerinde, kız okullannın açılmasın­ da, Müslüman kadınlar arasında, bilgin ve edebiyatçı** bir kuşak yetişmesinde bu seslerin etkisi az değildir. Yi· ne de bunlara, ancak Avrupalılarla sık sık temas ede[*] [**] lar.

14

Contemporary Review, Indian reformer Malabari. Tarihçi Fatma Aliye; Edebiyatçı Nazlı ve Nigar Hanım­


rek, aldıkları Avrupa terbiyesiyle yavaş yavaş «Avrupa­ lılaşmışıı, yaşayışiarını onlara uydurmuş yüksek sosye­ te mensupları arasında rastlarunaktadır. Oysa ki, biz, Müslüman kadınının durumundan söz ederken, sadece, Müslüman halkı düşünmekteyiz! O halk ki, alafranga yaşayan yüksek sosyete dindaşlarına zındık gözü ile ba­ kar. Kadınlarının son derece acıklı durumlarında bir de­ �işmeyi akıldan bile geçirmezler.

Kadıniann Istırabına Kulak Veren Azlml1 BirRuh Sahibi Çıkınayacak nu? - Müslümanlar Manevi ve S osyal Alemde Bir ilerleme Gösteremezler mi? Kendi soyundan, kendi dininden kadınların ıstıra­ bına kulak veren soylu, azimli bir ruh sahibinin çıkma­ ması, Müslümanların kökünden bozulduğunu mu gös­ terir?. İslamlık böyle bir ıslahatçının ortaya çıkmasına olanak verir mi?. Yoksa, Mahund'un*, yahut Voltaire'in tabiriyle <ıİnsan nesli zalimin>> kuramını kabul eden­ ler, içine zerrece uygarlık ışığı sızmayan bir kısırdöngü içinde midirler? Bu soru iki şekilde cevaplandırılmaktadır. Sonuç ile neden arasındaki farkı iyice sezemeyen, çoğu zaman Batıda bile, özellikle Rusya'da, bunları birbiriyle karış­ tıran, genellikle dikine hükümler veren geniş halk yı­ ğınları şöyle düşünür : Müslüman �lkelerde olup b!ten­ lerin biricik sorumlusu isıarn dinidir. Bu kurarn olma­ sa, herşey baŞka türlü yürürdü. Bu düşünceyi tutanla­ ra göre Müslümanlar, Müslüman olarak kaldıkça, ne manevi, ne de sosyal alanda bir ilerleme gösterebilirler. Bu gibiler, kötülüğün kökünü İslamlıkta gördükleri için biricik kurtuluş çaresini, bu dini ortadan kaldırmakta [*]Mabund : Shakespare'in Muhammed'e verditi ad.

15


bulurlar. Geçmişten kalma, eski Batı - Doğu mücade­ lelerinin hatırası olan bu köhne düşünce, Batı halkının bilincinde iyice yer etmiştir. Derin düşünrneğe alışma­ yan basit insanlar için bu, birbirine tamamiyle zıt iki kutbun çarpışmasıdır. Batılılann, uzun zaman İslam­ lığa düşman bir hava taşıyan Bizans ve Latin edebiya­ tının tesirinde kaldığını unutmamalıdır. Bu yönden en başta Ortaçağ edebiyatının, özellikle Haçlı seferlerine ait eserlerin incelenmesinde yarar vardır.

Orta Ça�da Batı, İslamlığı Nasıl Görüyordu? ecDeve sürücüsüımün, C<Yalancı Arap Peygamberi)) (! ?) nin, kişilik ve inanışlarının, Fransız saz şairlerinin veya Ortaçağ Alman şairlerinin ağzında; yahut sofu bir keşişin ateşli vaızlarında uğradığı çok gülünç çar­ pıtmalara elimizde olmayarak şaşmaktayız! Bu çarpıt­ maların tonundaki samimiyet, Ortaçağda, İslam dini hakkında ne derin bir bilgisizlik hüküm sürdüğünü, rastgele birinin, Muhammed'e ve İslam dinine dair söy­ lediği uydurmalara, halkın ne büyük bir kolaylıkla inan­ dığını açıkça göstermektedir. O devirde Muhammed, boynuzlu bir şeytan, yahut halkı baştan çıkaran, bun­ dan ötürü de cehenneme layık görülen Deccal şeklinde tasvir edilmekte idi. En parlak zekalar bile bu çeşit hu­ rafelerle beslenmiştL Dante, cc İlahi Komedyaıı 'sında, Muhammed'i, arafın bir köşesine, İlkçağ filozoflarıyla yanyana koymak cesaretini gösterdiği için, az daha ateşte yakılacaktı. Bu yüzden Muhammed'i, cehenne­ min bir köşesine, Fra Dolçino ve Bertrand ve Born • ·

[*] Bertrand de Bom, 12. nci yiizyıl trubadurlanndandır. Şi· irleri, genellikle, lirik, satirik ve ahlaki bir nitelik taşımaktadır. Şair bu şiirlerinde, yaşadı� devrin, yani feodal toplumun bir tablosunu çizmektedir.

16


gibi münafıklar arasına nakletmek zorunda kaldı. Flo­ ransa'lı meşhur ressam ve miır�a.r Orcagne, Piza kulesi­ nin duvarıanna resmettiği Campo-Santo cehennemin­ de, bütün dinleri küçümseyenlerin arasına, aynı şekil­ de Muhammed'!, İbni Rüşd'ü, Deccal'ı da koymuştu. Er.

Renan'ın dediği gibi:

<<Ortaçağ öfkesini hiçbir zaman

yanda kesmedi: Muhamm ed bir düzenbazdan, bir deve hırsızından, Papa olamadığı için yeni bir din icad ede­ rek arkadaşlanndan öc almak isteyen bir Kardinalden, iğrenç bir sefihten başka bir şey değildi.>)**

Aradan yüzyıllar geçti. Halkın kör inançlan, eski­ den olduğu gibi en iyi zekalar üzerinde baskı yapmakta devam etti. Bibliander, Hottinger, Marragi ve başkala­

n, Kur'an'la ilgilenmeğe karar verdiler. Ama, onu red­ detmek gibi önceden verilmiş bir kararla bu işe sanl­ dılar. Leibnitz ve Shakespeare, halkı eğlendirınek için, Müslüman Peygamberini bir alay konusu haline getir­

diler. Voltaire, meşhur <<Muhammed» taşlamasıyla Pa­ pa'nın affına mazhar oldu. Voltaire bu taşlamasında, Peygamberin karakterine ve inançlarına çok aykın olan şu mısralan ona söylemişti :

Je dois regir en dieu l'univers prevenu, Mon empire est detruite, si l'homme est reconu*"'* Haklı olarak bilimsel eleştirıne çağı diye adiandın­ lan 19. yüzyılda bile, seçkin zekalar buna benzer yanıı­

malardan kendilerini koruyamadılar. 1829 yılında İngi­

Jiz bilgini Charles Forester, din adamlannın çok ilgilen-

[**) Er. Renan'ın cEtude d'histoire religieux• ve F. Mlche­ let'nin ııRoman de Mahomeb eserlerine bakınız.

17


dikleri iki ciltlik büyük bir eser yayımladı. İngiliz bilgi­ ni bu eserinde, Muhammed'in ccDanyal'ın Kehanetıeriı' nin 8 inci bölümünde tasvir edilen keçinin küçük boy­ nuzundan başka bir şey olmadığını, büyük boynuzun ise Papa olduğunu ciddi olarak iddia etti. Doğuyu, Do­ ğunun karakterini, yaşayışını, bilginin gerçekten objek­ tif ışınları ile aydınlatma işi, ancak 19 uncu yüzyılın ikinci yarısının payına düştü. Ortaya çıkan demiryolu sayesinde, Doğu ile olan ilişkilerin sıklaşması; ticaret, sanayi ve politikanın ortaya çıkardığı ihtiyaçlar, tari­ hin incelenmesinde olduğu kadar dinlerin incelenme­ sinde de eleştirel metodun uygulanması; nihayet Avru­ palı bilginiere ve düşünürlere, kendilerine yabancı din­ ler taşıyan halkların gelenek ve göreneklerini sadece yerinde incelemek değil, aynı zamanda bunlan ger�ek belgelerin ışığında karşılaştırmak, bugünü dünle kıyas­ lamak, dinlerin gelişme sürecinde uğradıkları değişik­ likleri saptamak olanağını da verdi. Bundan önceki yüzyıllarda, insanların dinsel inanışları, fanatizmle ka­ rışıktı. Yalnız kendilerinin gerçeğip temsilcileri oldu­ ğunu sanan bu insanlar, başkalarının bu çeşit iddiala­ rına karşı kayıtsız kalamıyor, ilgisiz davranamıyorlar­ dı.

Batıda Müslümanlık Hakkında Düşünceler Değişiyor Zamanımızda ise dini esaslar bir ihtiras konusu ol­ maktan çıkmış, akli bir merak hedefi haline gelmiştir. İnsan ruhunun orijinal bir tezahürü oldukları oranda ilgi uyandıran dinleri, bu şartlar altında bilerek çarpıt­ manın veya karikatürize etmenin lafı bile olamaz! . Bir kimyagerin tahlili, laboratuarından nasıl çıkarsa, bir Şarkiyatçının eseri de kaleminden öyle çıkıyor. Onun için bütün olaylar, bütün unsurlar aynı önemi taşır, aynı derecede gereklidir . o, insan ruhunun eşitliğini gör18


rnekten sadece hayranlık duyar. Zamanımızda, bu çe­ şitli sebeplerin etkisi altında gelişen Şarkiyat ilmi, Do­ ğu bilgisine, çeşitli diniere olduğu kadar, Muhammed'e ve onun inanışiarına dair bugüne kadar olan görüşleri tamamen aıtüst etti. Artık Muhammed, ne Kadiks'de tapınılan Mahom şeklinde bir put, ne cehenneme layık görülen bir Deccal, ne de Danyal'ın Kehanetleri'nde sözü edilen keçinin başındaki küçük bir boynuz değil­ dir. O, orijinal, yeni ve yer yer son derecede yüksek fi­ kirleriyle dünyayı sarsmış olan bir reformatördür. Mu­ hammed kuramını, Papa olamayan Kardinalin üzüntü­ süyle değil, kendisinden 600 yıl önce Büyük Öğretmen tarafından dünyaya ilan olunan, ama, onun beceriksiz ve gayretkeş öğrencileri tarafından, özellikle Arabis­ tan'da, anlamsızca çarptırılan gerçeğe ulaşabilmenin şüphe ve ıstırabıyla kıvranarak vücuda getirdi. Bu ıstı­ rabın ifadesi, Kur'an'ın en duygulu yerlerini oluşturur. Muhammed, kendisini ilk defa İsa'nın dini hakkında aydınlatan Sabii'lerden, Kur'an'da, ne büyük bir şük­ ranla bahseder. Kuran'ın üslubu hiçbir yerde, İsa'nın doğuşundan, çektiği acılardan, Meryem'den, ıı Ruhül­ kudsıı ün annesinden söz ettiği yerlerde olduğu kadar yüksek, ilahi, dokunaklı, heyecan dolu değildir. Müslü­ manlar arasında, Meryem, bazı Hıristiyan mezhepleri arasında olduğundan çok daha fazla saygı görür. Mu­ hammed'in yüreği, ona karşı derin bir saygı ile dolu­ dur. Kızı Fatma'yı methetmek isteyen Muhammed « Ruhül-kudsıı ün annesi Meryem'den sonra Fatma, ka­ dınlar arasında ikinci gelirıı demişti. Muhammed. İsa'­ yı, kendi inanışiarına göre anlamıştı. Muhammed'in di­ ni de, Hıristiyanlığın uğradığı çarpıtmaların, kendine göre bir protestosudur. Kur'an'ın bir çok yerlerinde: cr Ben, İsa'nın gerçek dinini canlandırmaya geldim·! n cümlesi tekrarlanmaktadır.


Ünlü İngiliz Şarkiyatçısı Max Muller diyor ki : ccYıl­ lar geçecek, Hıristiyanlar büyük bir hayretle Muham­ med'in kişiliğinde İsa'nın ülkü arkadaşlarından, Müs­ lümanlıkta da Hıristiyanlığın mezheplerinden birini bu­ lacaklardır. O zaman Hıristiyanlar ve Müslümanlar, uzun bir tarih süresince aralarında geçen din düşman­ lığına ve din savaşlarına, birlikte, aynı derecede şaşa­ caklardır.ıı * Avrupa Şarkiyatçılarını bir yana bıraka­ lım. Petersburg'da, Rus düşünürü VI. Solovyev de bu düşüneeye çok yaklaşmaktadır. Ama, ne yazık ki büyük halk yığınları hala, bu düşüncelerin etkisi dışında kal­ makta, Muhammed ve onun din inanışları hakkında hemen hemen Ortaçağda beslenilen düşünceleri besle­ rneğe devam etmektedir.

Diniere İnsaniann Etkisi Müslümanların bugünkü durumunu, kudretsizliği­ ni, manevi yoksulluğunu, sosyal teşkilatsızlığını, sadece İslamlığın etkisine vermek yanlıştır. Böyle düşünmekle hayatın canlı bir faktörü olan insanı hiçe saymış, ona tamamen pasif bir rol vermiş oluruz. Halbuki, soyut bir kavram olan din, esas itibariyle kudretsizdir, hayatı ya­ ratamaz. Nihayet, dinlerle onu benimseyen insanlar arasında, açıkça hissedilmemekle beraber, devamlı ola­ rak canlı ve karşılıklı bir etkileşim vardır. İlk zaman­ lar, insanların maddi ve manevi ihtiyaçlarını yansıttık­ ları oranda büyük bir güç halinde ortaya çıkan, insan­ ları harekete getiren dinler, zamanla, yeni yaşayış şart­ lannın etkisinde kalmaya, yeni koşullara uymaya baş­ lar. Bir kelime ile, gelişmenin bütün yasalarına boyun eyerler. Yeni yaşayış şartlarının kuruluşuna göre ya [*]

20

Max Muller : cThe Mahomat and The Mahometism•.


bozulur veya iyileşirler. Aksi takdirde bir dinin sinesin­ de çeşitli mezhep ve tarikatların doğuşunu açıklaya­ mayız. Ortaya çıkan ilk Hıristiyanlıkla Ortaça� Hıristi­ yanlığını, nihayet zamanımızın Hıristiyanlığını karşı­ laştırırsak bunu açıkça görürüz. Ana prensiplerinde bu derece belli olan bu dinin nasıl parçalandı�ını ve de�iş­ tiğini hatırlayalım. İsl�mlıkta da, aynı şeylerin oldu�u­ nu görürüz. Zamanla, Müslümanlıkta yer alan sayısız mezhep ve tarikatlan bir yana bırakalım. Sadece Müs­ lüman kadınının bugünkü durumu ile Müslümanlığın ona verdiği durumu ve ilk Müslüman topluluğundaki kadının durumunu karşılaştıralıın.

.

,

21


BIRINCI BÖLOM

Araplarda İslaıniyetten önce Kadın Her şeyden önce şuna işaret edelim ki, geriye dö­ nüp, Arapların İslamiyetten önceki yaşama koşullarını incelemeden, Araplar arasında olduğu kadar, onlan çevreleyen milletler arasında, bu devirde yaşayan ka­ dınlann durumunu anlamadan, Müslümanlığın kadına karşı olan durumundan sözedemeyiz! . Ancak -biricik doğru ve akılcı inceleme yolu olan- böyle bir inceleme metodu sayesinde, İslamlığın, kadınlığın gelişmesinde oynadığı rol hakkında bir hüküm verebiliriz. öte yan­ dan yine aynı metodla, Muhammed'in, genel olarak ka­ dın, özel olarak da Arap kadıhnları hakkında ne yaptı­ ğını anlayabiliriz. Birçok inceleyiciler bu metodu küçümsemektedir­ ler. Bu yüzden de, bilgi ve ciddiyet örtüsüne bürünen hükümleri, yüzeysel bir nitelik taşımaktadır. Bunlar, Müslüman kadınlarının bugünkü durumlarını ele ala­ rak bunu, Müslümanlığın etkisiyle açıklamaktadırlar. Halbuki, böyle bir metod yanlıştır. Örneğin 13 üncü ve 14 üncü yüzyıllarda Avrupa'da hüküm süren engi­ zisyon, öldürme, sürme gibi korkunç olaylan, Hıristi­ yanlığın etkisine bağlasak, acaba bize ne derler? Hiç şüphe yok ki böyle acınacak bir sonuca ancak gülüne­ billr. Halbuki, günümüzde İslamlık, kendi Ortaçağını yaşamaktadır. İslamlıkta bugün göze çarpan kusurlar, Ortaçağda Avrupa'da Hıristiyanlığa atfedilen kusurlar­ dan farksızdır : o zamanlar Hıristiyanlar kendi dinleri22


ni nasıl bilmiyor idiyseler, şimdi de Müslümanların ço­ ğu kendi dinlerini bllmemektedirler. Böylece, Hıristi­ yanlık, Ortaçağdaki Katoliklerin kusur ve kabahatle· rinden ne derecede sorumlu ise, bugün de İslamlık Müs­

lümanların kusur ve kabahatlerinden o derece sorum­ ludur. Bu kusurların sebeplerini dinlerde değil, doğru­

dan doğruya dine düşman bazı esaslarda aramak gere­

�ir. Her zaman yalnız iyiliği, doğruluğu, akla yakın dü· }Ünceleri, ahiret dünyasını, ruhun ölümsüzlüğünü, iyi­ lik ve kötülüğün karşılık göreceğini kabul eden din, bu kusur ve kötülükleri hoş karşılayamaz! Müslümaniann aşk ve şarap şairi Ömer Hayyam, bakınız rübailerinde ne diyor : <<Aslında İslamlığın hiçbir kusuru yoktur. Bü­ tün kusur bizim Müslümanlığımızdadır.)) Şimdilik Müslümanların bugünkü durumuna do­ kunmadan kuramsal bakımdan İslamlığın kadınla iliş­ kisi sorununu, yani Müslümanlık inanışına göre kadı­ nın durumunu inceleyelim. Ama, ilkin, Muhammed'in Arabistan'da ve Doğu'da kadını ne durumda bulduğu­ nu, kadınlar için ne yaptığını, hiç olmazsa ne yapmaya çalıştığını okurlanmıza anıatmağa çalışalım. Böyle bir inceleme, bir yandan Müslümanlık, onu benimseyenler tarafından daha iyi anlaşıldığı takdirde Müslüman ka­ dının ne olacağını; öte yandan da İslamlığı üstünkörü inceliyen bllginlerin, İslamiann çok kadın alına kuru­

munu ileri sürerek ona yaptıklan saldınların ne kadar haksız ve yersiz olduğunu, bize kısmen olsun anlatmak olanağını verecektir.

İranda ve Araplarda Kadın Hazrett Muhammed'den önce Arabistan'da ve Ara­ bistan'ı çevreleyen ülkelerde kadının durumu korkunç­ tu. Örneğin İran'da kadın tam anlamıyla bir köle idı.

23


Kapalı bir yaşayış sürüyor, dünyadan habersiz bulunu­ yordu. Yasalar, kadın alım satımına izin veriyorlardı*. Dinsel yasalar bir erkeğin, annesi ile, kız kardeşi ile, ha­ la ve teyzesiyle, kardeş

çocuklarıyla

evlenmesine izin

veriyordu**. İran'lı kadınlar, hayatlannın bilinen bazı zamanlarında evlerinden uzaklaşmak ve dehme denilen

mezarlara girmek zorunda idiler. Onlara yiyecek götü­

renler, buraya gelmeden önce, kulaklarını, burun delik­ lerini, sıkı sıkıya tıkamak, ellerini bezlerle sarıp sarma­ lamak zorunda idiler. Çünkü bu kadınlarla, bunları çev­ releyen hava ile her türlü temas haramdı. Kadının kendi ailesi içinde, kocasına karşı olan gö­ revlerinden ve haklarından söz etmeye bile değmez. O zamanın kadınları, kelimenin en geniş anlamıyla ka­ yıtsız şartsız, kocalannın kölesiydiler. Kocaları onlara, adeta bir ev eşyası gözüyle bakar, ister atar, ister satar­ dı. Onları öldürmek veya yaşatmak kocalarının elinde idi. Arabistan'daki· kadınların durumu daha da kötüy­ dü. Arap ailesinde kız çocuğunun dünyaya gelişi, o aile için kötü bir belirti, tanrının bu aileye olan gazabının

en açık bir ifadesi idi***. Arap, kızını, diri diri kurnlara

gömer, bir köle gibi satar, dilerse, her hangi bir ev hay­

vanı ile değiş-tokuş edebilirdi****. Evlenmeler, bilinen

bir takım formalitelerden ve dinsel törenlerden ibaret kutsal anlaşmaladan ziyade tesadüfi birleşmeler nite­ liğini taşıyordu. Bu birleşmeler, ne yasayla, ne de ge­ leneklerle bağlıydı. Taraflardan hiçbirini bir yükümlü­ lük altına sokmuyordu. Her halde Arapların ihtiraslı ve şövalyece karakterleri dolayısıyla bu evlenmeler, ser-

[*] cFirdevsi : Şehnameıo. [**] cZend Avesta•. [***] Jules Scholle : cL'Islam et son fondateur•. [****] Maşanov : İslamiyetten önce Arabistan.

24


best bir aşk hüviyetine

bürünerek şairleştiriliyordu.

Ama, gerçekte bunlar, basbayağı bir metres yaşayışın­ dan öteye geçmiyordu. Gerek kadın, gerek erkek, dile­ diği zaman birbirini bırakabilirdi. Bütün Arap aile ha­

yatının bağlandığı biricik frenleyici esas, kadının ak­

rabalarını oluşturan kuvvetli düşmanların intikam al­ ma korkusu idi. Bu durum, hepsinden güzel [olarak] tanınmış Arap tarihçisi Taberi'nin naklettiği şu olayda tasvir edilmektedir: Mekke'lilerle Muhammed'in birlik­ leri -Medine'liler arasında geçen bir savaşta, Mekke­ 'lilerin eşleri de kocalarıyla birlikte savaşa katılmışlar­ dı. Bunların başında Ebu Süfyan'ın karısı Hind bulu­ nuyordu. Mekke'lilerin eşleri, def ve zil çalarak, şarkı­ lar söyleyerek kocalarını teşvik ediyor, gayrete getiri­ yorlardı. Bunlar, kocalarına şöyle sesleniyorlardı

«Bizler Tank'ın kızlarıyız!.. Çömelerek yürürüzi Şa­ yet düşmanlarınızı yenerseniz sizi kucaklarız; yok, şa­

yet yenilirseniz, sizi, hem de hepten, bırakırız! ıı

Arap Kadınlan Bütün Haklardan Mahnımdu Muhammed'in ortaya çıkışı sıralarında, Arabistan'­ da poligami, en yüksek derecesine varmıştı. O dönemde varlıklı hiç bir Arap gösterilemezdi ki, 15, 20, hatta 100

karısı

olmasını! . **

Bu

kadınlar

bütün

haklardan

mahrumdular. Ne kocalannın, ne de erkek akrabaları­ nın mirasına konamazlardı. Kız babaları, kutsal bir ge­ lenek olarak kızıanna istediklerini yapmak hakkına sa­

hiptiler. Daha beşikte iken onu, dilediği kimseye nikah­

layabilir (daha doğrusu vaad edebilir) di. Kız büyüyün­ ce babasının bu karanna itiraz edemezdi. Muhammed, [*] [**]

Taberi, Mısır baskısı, 265 inci sahife. Molla Fethullah'ın Kur'an tefsiri. Sahife 333. 25


daha ilk vaazlarında, büyük bir sıcaklık ve samimiyet­ le, içinde bulunduğu çevrede kadınlarla ilgili bu bar­ barca gelenekler aleyhinde bulunmağa başladı. Bu soy­ lu, bu duygulu varlığı, Arabistan'daki kadınların du­ rumu kadar hiç birşey böylesine heyecana getirmiyor­ du. Koruyucusu

olmayan

kadınların,

kimsesiz

yetim

kızların, memleketinden ayrılmış garip kişilerin duru­ mu kadar hiç bir şey, onun duygulu yüreğini heyecan­ landırmıyor ve isyan ettirmiyordu.

26


IKINCI B6LÜM

İSLAM KAYNAKLARINA GÖRE KADlN Kur'an Kadınlan Yüceltiyor KUR'an'ın üslübu, hiçbir konuda, kadınlardan, ye­ timlerden, garip kişilerden söz ettiği yerlerde olduğu ka­ dar, Insanı ta içinden kavrayan böylesine soylu, böyle­ sinde candan değildir. Kur'an'da, kadınlardan söz eden ve �<Nisa Süresiıı adını taşıyan büyük bir bölüm vardır. Yalnız bu bile Muhammed'in kadın meselesine ne bü­ yük. bir önem verdiğini göstermeye yeter. Bu süre. o devrin Arap erkeklerini şaşırtan şu cesur ve beklenme­

dik sözlerle başlamaktadır :

aEy insanlari Sizi aynı maddeden yaratan, ondan da eşini yaratan ve ikisinden de bir çok erkekler ve ka­ dınlar üretip yaratan Allahtan korkunuzll) Bu kelimeler, o devrln puta tapan Arabı için, onun

bütün geleneklerini, göreneklerini, anlayışlarını, dünya

görüşünü altüst eden korkunç bir yenilik, başlı başına bir inkıla.p mahiyetini taşımakta idi. Yine bu kelimeler, kadınla erkeğin aynı maddeden, aynı hamurdan yara­

tıldığını, onlann, sosyal bir birim olarak eşit olduklan­

nı, davranışlanndan ötürü Allaha karşı aynı derecede sorumlu bulunduklannı anlatmakla, o devrin puta ta­

pan Arabını rezil ediyorlardı. Daha sonra Kur'an'da, Ademle Havva'nın Allah tarafından yaradılışı, hemen hemen Tevrattaki gibi, ondan çok az farklı olarak anla-

27


tılıyordu. Kur'an, her şeyden önce kız çocuklarının diri diri kuma gömülmeleri gibi vahşi bir geleneğe karşı is­ yan ediyordu. Kur'an'da bu hadiseden iki yerde sözedil­ mektedir. Bunlardan birinde, korkunç alevleriyle, ateş soluyan yılanlarıyla, cehennemin canlı bir tablosu çi­ zilmekte ve Arabın coşkun muhayyilesi önünde, diri di­ ri kurnlara gömülen ve babasının eteğine sarılarak : ııHangi suçumdan ötürü beni öldürüyorsun?ıı diye fer­ yad eden kızı canlandırılmaktadır. Bir başka yerde ise, Cennetin aynı şekilde canlı bir tasvirinden sonra: ııÇo­ cuklarınızı öldürmeyiniz !>ı nasihat! verilmektedir. Haz­ ret! Muhammed hayatında da, böyle bir davranışın bü­ tün ağırlığını Arapların bilincine yerleştirmek hususun­ da hiç bir fırsatı kaçırmamıştır. Mekke'nin zaptından ve puta tapanların İslamlığı kabul edişinden sonra, tö­ renle yapılan yeminlerden birinde

ııkendi çocuklarını

öldürmemek» vaadinde bulunulmuştu. Bundan başka, Arapların gözünde kadınların önemini arttırmak, kişilik­

lerini yükseltmek amacını güden ve Hazreti Muham­

med'e atfedilen bir çok Hadis ve rivayetler, zamanımı­ za kadar gelmiştir. Bu rivayetlerden bazılarında, kız çocuklarının dünyaya gelişi, o aileye mutluluk getire­ ceğine dair Allahın bir müjdesi gibi gösterilmekte, ölen kız çocuklarının ,gökyüzünde bir Melek haline gelerek, yeryüzünde kalan ana - babalarına şefaat edecekleri söylenmektedir.

Peygamberin Kız Çocu� GösterdiAl Sevgi İslamlığı yeni kabul etmiş Beni Temim kabilesi­ nin reisi Keys-ibni-Asım, bir gün Peygamberin yanına gelir. O sırada Peygamberin kucağında, öpüp akşamak­ ta olduğu bir kız çocuğu bulunuyordu. Kays-ibni-Asım: - Öpüp koklamakta olduğun bu kuzu da kim? di­ ye sorar.

28


Hazreti Muhammed : - Kızım, cevabını verir. Kays-ibni-Asım : - Tuhaf şey, diye itiraz eder, benim de buna ben­ zer bir çok çocuklarım oldu. Ama, ben bunların hepsini de öpüp koklamadan, diri diri kumiara gömdüm. Hazreti Muhammed : - Bahtsız! diye bağırır. Demek ki Hak Teala, se­ nin, yüreğini insanlık duygulanndan mahrum kılmış!. Sen, insanlara bahşolunan en yüksek zevklerden birini tatmamışsınl.

Muhammed'in Kadınlara Tamdığı Haklar Peygamber, bir başka münasebetıe : «Allah, Cenne­ ti, annelerin ayakları altına serdi» • demiştir. Böylece, kadınların manevi değerini yücelten Muhammed, on­ lara, öylesine geniş haklar tanıdı ki, Fransa gibi bugü­ nün bazı memleketleri bile hala bu haklan tanımak ce­ saretini gösterememişlerdir."'* Kur'an'ın koyduğu esas­ lara göre kızlar, anneleriyle babalannın mirasını alabi­ leceklerdi. Anneler ve babalar, bundan böyle kızlarını satamayacaklardı. Kız çocukları, ergenlik çağına erdik­ ten sonra, istedikleriyle evlenebileceklerdi. Kızların rı­ zası alınmadan, onların adına kıyılacak nikahlar, yolsuz ve hükümsüz sayılacaktı. Kızlar ,bütün yurttaşlık hak­ larından yararlanabilecekler, meşru olan her işi yapa­ bileceklerdi. Mukavele yapmak, imzalamak, başkalarına senet vermek, senet almak haklarına sahip olabilecekler­ di. Kur'an'a göre, evli kadınlar da, her hakka sah\p yurt(*]

[**] (Ç. N .)

Ernest Renan : uEtudes d1ıistoires religieuses». Bu satıriann 1900 yıllarmda yazıldı� unutulmamalıdır

28


taşlardı. Bunlar, kocalarına bağlı olmaksızın mallarını idare etmek ve manarına sahip olmak hakkına malik­ tiler. Kocası karısından, emzikli çocuğuna meme ver­ mesini isternekten b3.!ika hiç bir istekte bulunamayacak­ tı. Kadın, kocasına ,sadece sadı kolmak ve ona itaat et­ mek zorunda idi. Bu itaat de ancak, makul bir çerçeve ile sınırlandınlmı.ştı. Kadının kocasına bakması, onun mal ve mülküne göz kulak olması, tamamen isteğine bağ­ lı bir iş olarak kalmakta idi.

Kur'an'm Ka dınlara Verdili Değer Karı ile koca arasındaki her anlaşmazlık, iki tara­ fın temsilcisinden kurulacak iki kişilik bir aile meclisin­ de halledilmek zorunda idi. Kadın, gerek kocasının, ge­ rek çocuğunun mirasından yararlanabilecekti. Evlen­ me ve nikah aşka, sevgiye dayanmakta idi ( cıAncak sev­ dikterinizle evleniniz!ıı). Nikah, kutsal bir formalite ni­ teliği taşımaktaydı. Bu formalite, din gereklerine uygun ve meşruiyet esaslarına dayanmaktaydı. Nikah, aynı zamanda karşılıklı bir anlaşma ve güvence niteliği de taşıyordu. Bu anlaşma, boşanma kabul edUdiğine göre, bozulabilirdi. Ama, boşanma ancak, kadının sadakat­ sizliği hariç, geçerli sebeplere dayanmak zorunda idi. Boşanma halinde koca, karısına mihr ödemek, hiç de­ ğilse üç ay için onun geçimini sağlamak zorunda idi. Kocasından ayrılmış bir kadın, küçük yaştaki çocuk­ larını yanında alıkoymQ.k hakkına sahipti .Kocası ise, bu çocukların nafakasını sağlamakla mükellefti. Boşan­ ma, gerçi, Kur'an'ın tanıdığı ve kabul ettiği bir hak ol­ makla beraber, aynı Kur'an'ca yine de melun ve men­ fur bir hareket olarak vasıflandırılmaktadır: ccBenim için ccyani Allah için) boşanmaktan daha menfur, daha kötü bir şey yoktur. Kocalar, hatta sevmedikleri karı30


lanna bile insanca ve şefkatle davranmak, onlarla dost­ ça ve bir anlayış havası içinde yaşamak zorundadırlar.,, ııKanlarınızla sevgi ve anlayış içinde yaşayınızl Hatta onlardan nefret bile etseniz, onlara katlanınızl. Allah, bunun için size büyük mükafatlar ihsan edecektir.>, Da­ ha sonra Kur'an devam ederek diyor ki: ııMadeınki ha­ yat sizi birleştirmiş ve birbirinize karşı büyük yeınin­ lerle bağlanmışsınızl Nasıl olur da sevgi ve barış içinde yaşamayasınız!>) Erkekler, hatta yolunu şaşırmış ve ni­ kah bağiarına sadık kalmamış kadınlara karşı bile mü­ samahalı ve merhametli davranmak zorundadırlar. Ka­ dınlan kötü bir davranışla suçlandırırken, bunu sadece şüpheye, hele dedikodu ve söylentilere dayanarak asla yapmamalıdır. Kadının sadakatsizliği, işi adil oldukJa­ nna, yalan yere şahadet etmiyeceklerine kanaat getiri­ len dört şahidin dinleneceği yetkili bir mahkeme tarafın­ dan görülınelidir. Mahkeme, böyle bir kadını, samimi bir pişmanlıkla son bulan nedamet hapsine mahkum eder. Kur'an devam ederek diyor ki : <<Kadınlar o kadar zayıftır ki, şeytanın kumazca desiselerine akıl erdiremezler ve çabuk aldanırlar.. Onun için, onlann bir çok suçlan hoşgörürlükle karşılanmalı­ dır!» Yolunu şaşırmış kadınlar hakkında söylenen bu sözler, bir başka Tanrı Elçisinin söylediği sözleri hatır­ latmıyor mu?. Bu sözler ,en küçük bir şüphe üzerine karılannı taşlayarak öldüren hırçın bedevilerin üzerin­ de, o zamana kadar hiç alışık olınadıklan, yepyeni, ilahi bir etki yapmıyor mu idi?.

Birden Fazla Evlenme Meselesi Şimdi poligami (çok kadın edinme) konusuna �ele­

lim. Az önce, yukanda işaret ettiğim gibi, Muhammed'in 31


Peygamber oluşu sıralarında, gerek Arabistan'da, gerek Arabistan'a komşu ülkelerde, sınırsız bir poligami gele­ neği vardı. Yüzyıllar boyunca kökleşmiş bulunan ve Do­ ğu'ya özgü gibi görünen bu geleneği, bu kurumu bir çır­ pıda yıkmak, olanaksız gibi görünüyordu. Doğu insan­ larının eski yaradılışiarına ve Doğu ülkelerinin iklim şartlarına dayandığı için, bu geleneği yıkmak ayrı bir güçlük taşıyordu. Ama, yine de İslamlık, bu alanda, Do­ ğu için çok önemli şeyler yaptı. Meşru karıların sayısını dört olarak sınırlandırmakla beraber, bu sınırlandırma­ yı, yerine getirilmesi güç öyle şartıara bağladı ki, ger­ çekte bu sınırlandırmalar, monogami (tek kadın) sonu­ cuna varmak zorunda idi. Bu şartıardan en önemlisi, ko­ canın kanıarına karşı adil olmak zarureti idi. Bu ((ada­ leb kelimesini tefslr eden Kamus, İmam-ı Fahr-i Razi, Molla Fethullah, bakınız bu hususta ne diyorlar : ((Bu adalet, yalnız kocaların kanıarına karşı olan dış davra­ nışlarını değil, onların duygularını da içine almak zo­ rundadır. Kocalar, bütün kanıarına karşı eşit davran­ ınakla kalmayacak, onların hepsine karşı, aynı duygu­ yu besliyecek, onların hepsini aynı derecede sevecek­ tir.» Acaba bu mümkün mü idi?. Bu meseleye doğrudan doğruya Kur'an cevap vermektedir : ((En iyi arzularım­ za rağmen karılarınızın arasında eşitlik gözetmeye, on­ lara karşı adil olmaya gücünüz yetmeyecektir.» Bu, insan gücünün dışında ve üstünde olan bir şey­ dir. Çok kadın alanlar daima günaha gireceklerdir. O takdirde ne yapmak lazımdır? Bu soruya yine Kur'an cevap vermektedir : ((Karılarınıza karşı adil olamayaca­ ğınıza dair sizi korkutan sebepler varsa, o takdirde tek kadın alınızl Adaletsizliğe yer vermekten, günaha gir­ mekten sizi koruyacak en iyi yol budur !ıı 32


İslamlığa Hücum Eden Avrupalı Yazarlar Haksızdırlar Kur'an'dan aldığımız bu pasajlar, İslamlığın mo­ nogamiden yana olduğuna en küçük bir şüphe bile bı­ rakmamaktadır. Bu, Müslümanlar kendi dinlerini, onun ruh ve doğru daha iyi anladıklan oranda, zamanla mo­ nogami'nin Müslümanlar arasında muzaffer olacağına da §Üpheye yer bırakmamaktadır. Bunun için Kur'an'ı ve Muhammed'i, insanlığın yansına, yani kadınlara düş­ man olmakla suçlandıran Avrupalı yazarlar haksızdır­ lar. Bu yazarlar, Müslümanların kusur ve eksiklerini onların dinine yüklerken de, yine haksızlık etmektedir­ ler. Çünkü, tam tersine, bu kusur ve eksikler, İslamlığa rağmen ve İslamlığın zararına olarak ortaya çıkmış ve devam edegelmiştir. Kur'an, asil ve büyük bir hamle yap­ mıştır. O, Asya'da kadını yükseltmiş, ona, o zamana kadar Doğu'da görülmemiş ve duyulmamış bir takım haklar tanımı§, onu, kah:ra kadın rolünden, eş ve anne mertebesine yükseltmiştir. Kadınların, Peygamber za­ manında kendilerine tanınan haklara ne kadar önem ve değer verdiklerini, Molla Fethullah'ın tefsirinde yer alan şu vak'adan aniayabiliriz : Bir gün Hazreti ömer camide vaaz ederken, nikah sırasında kararlaştırılan mihrin (mihr-i müeccel, mihr-i muaccel) kaldırılması düşüncesini savunmuş. O sırada camide vaaz dinlemek­ te olan kadınlardan biri ayağa kalkarak : «Ya Emirül­ mü'miniin, demiş, bize Allah ve O'nun Elçisi tarafından bahşolunan haklardan bizi mahrum etmeğe hakkınız yok!ıı demiş. Bu sözler üzerine Halife, sözlerini geri al­ mak zorunda kalmış.

Çarşaf Meselesi Muhammed'i, İslamlığa çarşafı sokmakla suçlandı· ranlar da aynı derecede haksızdırlar. Çarşaf, Muham 33


med'den çok önce Doğu'da zaten vardı An:ta, kadıniann örtünınesi ve çaFşaf, hürriyet aşıklısı Araplar arasında yoktu. Muhammed de onu sokmamıştır. İnanılır tarihi kaynaklardan öğreniyoruz ki, Peygamberin ve çağdaş­ larının eşleri, seyahatlerde ve gazalarda kocalarına re­ fakat etmekte idiler. Muhammed'in eşlerinden meşhur Ayşe, Peygamberin ölümünden sonra ordulara kuman­ da etti. Araplar, Peygamberin ölümünden çok sonra, başka milletlerle temasa geçtikten ve fetihlerin doğur­ duğu zenginleşme neticesinde karakterleri bozulduk­ tan sonra çarşafı kabul ettiler. Bunun için, o sıralarda Müslümanlar arasında sayıları pek artmış olan safsa­ tacı Epiküriyenler, şimdi bile, kadınların serbestliği için savaşanlara karşı iki yüzlü şehvet düşkünlerinin elinde korkunç bir silah olan iki ayetin müphem oluşundan faydalandılar. Bu ayetlerden birinde zeynet'in

(edeb

yerlerinin) örtünınesinden, ötekisinde ise peçeden, başör­ örtüsünden söz edilmektedir. Şunu söylemeliyiz ki Arap­ lar, Muhammed zamanında olduğu gibi, kısmen bugü­ ne kadar da giyim ve kuşarnıarına büyük bir özen gös­ termezlerdi. Yabani, ateşli, ele avuca sığmaz bedeviler ve bedevi kadınları, büyük gruplar halinde Peygambere gelir, çeşitli pozlarda önünde yerlere uzanıp yatarlar (o zaman da yan çıplak vücutları görünürdü) ve : ((Ya Muhammed, bize kendi Tannndan söz et!)) derlerdi. On­ ların bu hali, bu davranışlan, genel olarak bu ihtiraslı halkın hayatlarının bütün özelliklerine girmek zorunda olan Muhammed'in ahlak duygularına birer hakaretti. Bundan ötürü, her seferinde Tanrısına başvurmak, on­ dan ayet isternek gerekirdi. Zeynet hakkındaki ayette şöyle deniliyordu : ((Edepli davranınız!. Yavaş konuşu­ nuz, vücutlarınızı örtünüzhı Kadın, erkek bedeviler, o zamandan itibaren vücutlarını örtmeye başladılar. Ama, yalnız vücutlarının alt yanını. .. Vücutlarının üst yanı,

34


göğüsleri, gerdanları ve başları açık kalmakta devam etti. Yeniden Tanrıya başvurmak gereği doğdu. Bu se­ fer, başörtüsü hakkındaki ayet nazil oldu. Saçları örten bu baş örtüsü, aynı şekilde gerdan ve göğsü de, Arabis­ tan güneşinin kızgın ışıklanndan korumak zorunda idi. Türk kadın yazarı*, başlıca eseri olan «Meşhur İs­ lam Kadınları)) adlı kitabında şunları yazıyor : <<Ger­ çekler, gerçek olarak kalmaktadır. Şehvet düşkünlerinin hiçbir uydurması, kadınlara karşı davranışlarında Pey­ gamberin nurlu yüzünü gölgelendiremez!. Güvenilir ta­ rihi kaynaklardan öğreniyoruz ki, gerek Hazreti Mu­ hammed, gerek ilk Halifeler zamanında, kadınlar, tama­ men serbest olarak erkeklerle görüşüp konuşabilir, ev­ lerine, her iki cinsten, misafir kabul eder, sokaklarda erkeklerle dolaşabilir, camilere ve diğer umumi yerlere gidebilirlerdi. O devrin tarihçilerinden birinin anlattığı­ na göre, Ebu Bekir'in kızı Esma'nın giydiği çok ince bir entarinin altından vücudunun bir kısmını gören Pey­ gamber : «Ya Esma, bir kadının ellerinden ve yüzünden başka yerlerinin görünmesi uygun değil!)) demiş. Haz­ reti Muhammed'in kızı Fatma, babasının ölümünden sonra Halife Ebu Bekir'e gelerek babasının bu sözlerini protesto etmiştir. Muhammed zamanında, Araplar arasında şöyle bir gelenek vardı : Genç dullar, erkeklerle yakınlık kurmak ve kendilerine yeni bir koca bulmak emeliyle umumi yerlere gelirlerdi. Bu gelenek Tadcamun adı altında ün salmıştı. Bu dullardan bazıları, süsleriyle ve roblarının şıklığıyla, sert şeyhleri öfkelendirirlerdi. Şeyhler, bu hal­ den Peygambere şikayet ederler. Peygamber onlara : «Allahın kendilerine ihsan buyurduğunu ben onlardan alamam)) cevabını verir. [*]

Daha önce adı geçen Fatma Aliye Hanım olacak. (Ç.N.)

35


İslamlığın ilk devirlerinde, camilerde ve umumi yer­ lerde İslamlığı propaganda eden, daha sonra da kendi­ lerini din öğretmenliğine veren kadınlar pek çoktu. Öyle sanıyoruz ki bu gerçekler, İslam kadınlannın örtünmesi içinde ikiyüzlülerin dayandıkları ayetler yan­ lış ve hilekarca yorumlanınazsa, Muhaınıned'i ve Kur'­ an'ı güzel cinsin umacısı haline getiren rivayetleri kesin olarak red ve inkar etmeğe yeter. Müslümaniann örtün­ meyi, nasıl ve hangi yollardan benimsediklerini de aşa­ ğıda inceleyeceğiz. Kadınların

durumunu

iyileştirmek

yolunda Mu­

hammed'in harcadığı gayretleri kadınlar, candan bir sempati ile karşıladılar. Bu konuda E. Renan diyor ki: <<Kadınların Hazreti Muhaınıned'e gösterdikleri sempa­ ti, çalışmalarının ilk safhasında onun uğradığı bakaret­ Ierin büyük bir teseliisi oldu. Muhammed'in takibata ve hakarete uğradığını gören kadınlar onu sevdiler. İslam­ lığın birinci yüzyılı, olağanüstü parlak birkaç kadın ka­ rakteri ortaya attı. Bu büyük devrin iki parlak siması olan ömer'den ve Ali'den sonra, iki kadın gelmektedir: Bunlardan biri Ayşe, ötekisi de Fatma'dır. Kutsallık ha­ lesi ise Hatice'nin etrafında parlamaktadır.>,

36


ÜÇÜNCÜ B6LÜM

MÜSLÜMANLIKTA KADINLIGIN GELİŞMESİ VE KADININ BUGÜNKÜ DURUMU GENEL olarak Müslümanlıkta kadınların geli�me tarihini dört döneme ayırmak mümkündür: Birinci dö­ nem, Muhammed'den, Erneviierin iktidara gelişine ka­ dar sürer. İkinci dönem, Emeviler'den, Türk egemenli­ �inin kuruluşuna kadar olan dönemdir. Üçüncü dönem, Türk egemenliği dönemidir. Dördüncü dönem ise, kadı­ nın kesin olarak düşüşü dönemidir.

İslimlıkta Kadınlığın İlk Dönemi İslamlığın ilk dönemindeki kadınları genellikle şöy­ le karakterize etmek mümkündür : Sertlik derecesine varan bir fazilet duygusu, çile çekrneğe ve yiğitçe dav­ ranışlara karşı büyük bir istek, şiir ve propaganda eği­ limi. Bu dönemin kadınlan ,duygu yüksekliği, yaradılış­ Iarındaki soyluluk, yiğitçe karakterleri bakımından Hı­ ristiyanlığın ilk dönemindeki kadınlara çok benzerler. Samimi ve gerçek bir inanış, sert bir aile fazileti, her şeye fedakarca katıanmak... İşte o dönem Müslüman ka­ dınlarının karakteristik çizgileri... Hatice, zenginliğini, adını, toplumdaki durumunu, hatta hayatını bile teh­ likeye koyarak, kudretli ve varlıklı akrabalarının arzu­ suna rağmen, şüpheli, üstelik meçhul, ama ıışeytanlar tarafından zaptolunmuşıı , Arabistan'ın bütün geçmişi­ ne, içinde yaşadığı koşullara karşı koymak küstahlığını 37


gösteren, mütevazi, cesur bir yenilik taraflısının peşin-ı den gitmek cesaretini gösteren bir kadındır. Hatice'nin' kişiliği, Peygamberin ömrü boyunca, ışıklı bir çizgi ha­ linde parlamaktadır. Geçmişi sormak manasızlık olma­ sa, islamlığı incelerken akla gelen bazı düşünceler mü­ nasebetiyle, şu soruyu sormak yerinde olur : Muham­ med'in çalışmalarının ilk safhasına, yoluna ışık tutan bu parlak sima, Hazreti Hatice olmasaydı İslamlığın hali ne olurdu? Duygulu Peygamber nice seferler, işken­ ceye ve hakarete uğramış, kendisiyle alay edilmiş, ma­ nen bitkin, vücutça yorgun, İslamlık davetine dair et­ rafta uyanan şüphelerle içi burkulmuş bir halde Hati­ ce'nin yanına dönmüştür. Hatice kaç sefer, öğütleriyle, şefkatiyle, cesaret ve­ rici sözleriyle onun sarsılan imanını kuvvetıendirmiş, o zamanlar herkese bir delilik gibi görünen görevine de­ vam etmesi için ona yeni bir kuvvet ve enerji aşılamış­ tır. Hiç şüphe yok ki Muhammed, karısı tarafından an­ laşılmak gibi az rastlanan bir bahtiyarlığa eren büyük ıslahatçılardan biri idi. Bu hal onun samimiliğine, sev­ gi duygusunun kuvvetine, samimiliğin sonucu olan fe­ dakarlığına bir delildL Hatice, ona ilk iman edenlerden biri idi. ömrünün sonuna kadar da onun sadık, vefalı bir ülkü arkadaşı olarak kaldı. Hatice'nin ölümünden çok sonra bile Mu­ hammed, büyük bir heyecan duymadan, gözleri yaşar­ madan onu hatırlayamazdı. öteki kadınlar da, kocalan­ nın ve kardeşlerinin, Muhammed'in yalınayak geçtiği yollara attıkları dikenli otları, çalı çırpıyı gizlice topar­ lardı. Muhammed'in ilk çalışma devirlerinde, onu, sık sık bir kadın kalabalığı arasında görmek mümkündü. Bu kadınlardan bazılan ,erkeklerin onun başına serpti­ ği külleri temizlerken, bazıları da ayaklanndaki yara/

38


Ian sarmaya çalışırlardı. O devirde, Mekke'deki Kureyş kabilesinin reisi ve Muhammed'in amansız düşmanı olan Ebu Süfyan'ın kızı ümmü Habibe de İslamlığı kabul etmiş, kocasından ve babasından gizli olarak, öteki Müs­ Iümanlarla birlikte, ölüm tehdidi altında, Habeşistan'a kaçmıştı. ümmü Habibe o zamanlar ,ancak, Ortodoks olan Habeş İmparatoru Negüs'ün himayesiyle muhak­ kak bir ölümden kurtulmuştu. Ümmü Habibe, büyük mahruıniyetıerden ve sıkıntılardan sonra Arabistan'a dönünce, o zamanlar henüz daha putlara tapınakta olan Ebu Süfyan, kızını Peygamberin evinde ziyaret etti. Ebu Süfyan'ın, Muhammed'in her zaman oturmakta olduğu seecadeye oturmak istediğini gören kızı : ccOlmaz, ora­ ya oturamazsın ! » diye itiraz etti. Babasının : ((Niçin oturamazmışım?ıı sorusuna karşılık da, ümmü Habibe, hemen şu cevabı verdi : ccÇünkü Peygamber, yeri göğü yaratan Tanrımıza, bu seccade üzerinde ibadet etmek­ tedir. Senin gibi, insan yapısı cansız putlara tapan kim­ seler böyle bir yere oturmağa layık değillerdir. ıı Kızı­ nın bu cevabı üzerine Ebu Süfyan : ccGörüyorum ki kı­ zım, bu siharbaz hepinizi, bütün kadınları büyülemişıı diye söylenerek çıkıp gitmiştir. Müslümanlar ,Hazreti ömer'in İslamlığı kabul edi­ şini de bir kadına borçludurlar .Ebülfida'ya* dayanarak E. Renan bu hadiyesi şöyle anlatır : ccHazreti ömer'in İslamlığı kabul edişi, din psiko­ lojisinin eşsiz bir sayfasını oluşturur. ömer, Hazreti Mu­ hammed'in amansız bir düşmanı idi. Atak yaradılışı onu, henüz daha pek ürkek olan ve gizlenmek zorunda bulunan Müslümanların bir umacası haline getirmiş[*]

Ebülfida sıdır.

(1273 - 1331) Arap emiri, tarihçi ve coğrafyacı­

(Ç.N.) 39


ti. ömer bir gün ,bir öfke anında, Muhammed'i öldür­ mek niyetiyle sokağa çıktı. Yolda akrabalanndan bir gence rastladı. Bu genç, ömer'i, belinde kılıcı ile görün­ ce, nereye gitti�ni, ne yapmak niyetinde olduğunu sor­ du. ömer'in ne maksatla sokağa çıktığını, ne yapmak niyetinde olduğunu öğrenince : <<Muhammed'i öldürece­

ğine, senin haberin olmadan dedelerinin dininden ayrı­

Ian bazı akrabalarını cezalandırman daha doğru olmaz

mı?ıı dedi. ömer : «Kimmiş bu akrabalanm?ıı diye so­ runca, o genç de : «Enişten Said ile kızkardeşin Fatma.ıı

cevabını verdi .ömer, hemen, kızkardeşinin evine koş­ tu. O sırada ömer'in kızkardeşi ile eniştesi Said, deri

üzerine yazılmış Kur'an'dan bir ayetin okunuşunu din­ liyorlardı. ömer'in ayak sesleri üzerine, Kur'anı okuyan, karanlık bir köşeye saklandı. Fatma, Kur'an'ın yazılı olduğu deri parçasını koynuna soktu. ömer içeri girin­ ce : «Kulağıma çalınan sesler ne idi? Siz burada ne mı­ rıldanıyordunuz?ıı diye sordu. Kızkardeşi : «Hayır, bir şey okuduğumuz yok, sen yanılıyorsun! ıı cevabını ver­ di. ömer tekrar : «Siz bir şeyler okuyordunuz, hem ben sizin Muhammed'in dinine girdiğinizi duydum! » diye gürledi ve eniştesinin üzerine atıldı. Fatma vücudu ile kocasına siper oldu. Kankoca, ikisi birden, büyük bir gururla : «Evet, biz Müslümanız, dediler. Biz, Allaha ve

O'nun Peygamberine inanıyoruz, istersen bizi öldür! ıı Bu sözleri duyan ömer, rastgele kılıcını sallamaya başla­ dı ve kızkardeşini ağırca yaraladı. ömer, bu ele avuca sığmaz adam, kendi eliyle dök­ tüğü kadın kanını görünce, birdenbire yumuşadı. Zo­ raki bir soğukkanlılıkla : «Okuduğunuz şeyi bana da göstersenizeıı dedi. Kızkardeşi Fatma : «Yırtacağından korkuyorum! ıı dedi. ömer, Kur'an'ı sağlam olarak geri vereceğlne yemin etti, ve Kur'an'ın daha ilk satırıarına

40


göz atar atmaz : ccNe kadar güzel, ne kadar ihtişamlı bir şey, şimdi Peygamber nerede? Hemen ona biat etmeğe gidiyorumıı dedi. Bu dönemin en tipik kadın örneği, bizzat Muham­ med'in kızı Fatma'dır. Uysallığı, yumuşak başlılığı, fa­ zilet!, çevresi üzerindeki sosyal etkisi, onu her dönemde bütün dünyanın ideal kadını haline getirmektedir. En güvenilir kaynaklara dayanarak Fatma'nın olağanüstü "'lir portresini çizen Hint yazarlarından Mir Ali'nin* ya­ zılarından Fatma'nın kişiliğini belirtrneğe çalışalım. Mu­ hammed'in erkek çocuklarırun ölmesi, Peygamberin, bü­ tün sevgisini kızı Fatma'ya vermesine sebep olmuştu. Fatmanın yetiştirilmesi, memleketin en iyi yetiştirilmiş erkeklerinden farksızdı. Ciddiliği, tevazuu, her gün bi­ raz daha artıyordu. Fatma 16 yaşlarında Ali ile evlendi. Bunlann arasındaki bağlılık, karşılıklı sevgi, çocukları­ na · olan düşkünlük, zamanımıza kadar Müslüman aile hayatı için bir örnek oluşturmaktadır. Bu küçük ve genç aile, sadeliğiyle, faziletiyle, kısa bir zamanda kendini çevreleyenler arasında taklit edilmesi gereken örnek bir aile durumuna geldi. Ev işleri (çünkü Fatma bir Pey­ gamber kızı olmasına rağmen evinin işlerini kendisi ya­ par, çocuklarına kendisi bakardı), ona hiç bir zaman babasının öğrencilerini ve izleyicilerini unutturmadı. Evinin avlusunda veya camide, kadın, erkek tpoluluğu­ na sık sık vaazlar verirdi. Bu vaazlardan birçokları za­ manıınıza kadar ulaşmış bulunuyor. Bu vaazlardaki dü­ şünce asaleti ve duygu yüksekliği, zamanımız kadınla­ nnın en yükseği için bile bir şeref vesilesi meydana ge­ tirir. Niteliği gereği, ilk çıkışı sıralarinda İslamlık, tıpkı ilk Hıristiyanlık gibi, puta tapanların ahlaksızca yaşa[*]

Mir Ali

:

«The Influence of Women in IslamD. 41


., yışlanna karşı sosyal ve ekonomik bir protesto idi. Gerçi Mekke'de, kısa bir zaman sonra puta tapanların lehi­ ne bir tepki uyandı. Ama Medine'liler, İslamlığın bu pro­ testosuna karşı daha _ ciddi davrandılar. Fatma'nın ver­ diği örnekler, Medine'lilerin gelenek ve ahlaklan üze­ rinde çok büyük bir etki yaptı. Ahlakça düzgün olan Medine'li kadınlar, ciddi davranışlarıyla, sakin görü­ nüşleriyle, ailelerine olan düşkünlükleriyle, Roma'lı es­ ki ev kadınlarını, yahut, son yüzyılın yeni İngiliz kadın­ larını andırıyorlardı. Bunlar, kalabalık gruplar halinde Halifelerin ve onların müridierinin vaazlarını dinlemeye gidiyor, din bilgisini ve şeriat hükümlerini öğreniyorlar­ dı. Bunlardan çoğu, hiç kimsenin yardımına gerek gös­ termeden çocuklarını okutup terbiye ediyorlardı. Mese­ · la İslamiyetin ilk dönemlerinde ünlü İslam hukukçusu­ nun annesi Rabia bu çeşit kadınlardan biriydi.

Erneviierden Türk Egemenliğine Kadar Gelişmesinin ikinci evresinde yani Emeviler ve Ab­ basiler döneminde Müslüman kadını, daha aydın, daha gelişmiş bir varlık olarak ortaya çıkmaktadır. o dönem kadınlarının ahlak dürüstlüğüne, intikal sürati ,zeka kıvraklığı da eklenmektedir. Emeviler zamanında Müs­ lumıin kadını erkeklerle aynı koşullar TÇinde öğrenim ve terbiye görmekteydi. O dönemin kadınlan yalnız yasa, din, ııgelenekıı öğrenmekle kalmıyorlardı, ayrıca, şiir, edebiyat, güzel konuşma, kaligrafi de okuyorlardı. Ge­ nellikle bütün bilgi dalları, o dönem kadınlarının ilgi ve çalışma konusu içine giriyordu. Emeviler zamanında Hişame ve Velide adlı Arap kadınları, hiç bir sahada er­ keklerden geri kalmıyorlardı. O devirde kadınların bi­ lim ve edebiyatla ilgilenmesi, alışıldığı üzere, yalnız yük­ sek tabakayla sınırlı değildi. Tanınmış Arap yazarı İbnl 42


Hallikan'ın* «Biyografik Ansiklopediıı si, aşağı sınına­ rına mensup kültürlü ve aydın kadınların örnekleriyle doludur. Bunların arasında şiir, sanat, güzel konuşma alanında mşehur olan kadınlar bile vardı. O dönemin ta­ nınmış kadınları arasında, Peygamberin kızı Fatma'nın torunlarından, İmam Hüseyin'in kızı Sükeyne başta gelmekte idi. İbni Hallikan onun hakkında : «Güzelliği ile, zekası ile, fazileti ile o dönemin kadınları arasında birinci gelmektedir» diyor. «Halifeler Devrinde Kültürıı adlı eserin yazarı De Slan, Sükeyne hakkında şunları yazmaktadır : ıcO, dönemin en parlak kadını idi. Bilgisi, mevkii, zekası, zarafet ve inceliği ,çevresinde genel bir saygı uyandırmıştı. Çağdaşı olan en iyi şairler, öğüt al­ mak için ona başvururlardııı . Fransız Şarkiyatçısı Per­ ran, Sükeyne hakkında şöyle demektedir : «La dame des dames de son temps, la plus belle, la plus gracleuse, la plus brillante de qualites.»

'

Sükeyne'nin, görünüşe göre, kadın - erkek çağdaş­ ları üzerinde büyük bir etkisi vardı. Zamanının moda­ sını yaratan, ona yön veren o idi. Zamanının kadınları ona benzerneye çalışır, üslubunu taklit ederlerdi. Za­ manımıza kadar onun adını taşıyan ve Türrat-ül Sü­ keyna adıyla ün salan kadın türbanı, onun icadı idi. İn­ ce ve çok zarif olan bu türbanın bir ucu, sağ kulağa doğ­ ru sarkardı. Ama, Sükeyne'nin önemi, icad ettiği moda­ larda değil fikri ve manevi etkisinde idi. Onun evi. o zamanın meşhur şairlerinin, hukukçularının ve bilgin­ lerinin bir toplantı yeri haline gelmişti. Onu taklit ve onunla rekabet eden o dönemin meşhur Müslüman ka­ dınları, o zamanki sosyetenin kaymak tabakasını kendi[*)

İbnl Hallikan : 23 Eylul 12l l 'de Erbil'de do�uş bir Arap yazan ve tarihçisidir. En ünlü eseri, biyografi ve edebiyat tarihi bakımından de�erli bir belge olan eBi­ yagrafik Ansiklopediıo dir.

43


lerine çekmeye çalışırlardı. Sıkı bir dost ve arkadaş çem­ beriyle çevrili olan Sükeyne, Halifeliğin dört bir yanın­ dan gelen ve kendisinden öğüt, yardım, himaye isteyen ziyaretçileri kabul ederdi. Bulunduğu meclisleri, kıvrak zekası ile, zarareti ile, konuşmalarının çeşitliliği ile can­ la!ldırırdı. Kendisi, aynı zamanda, zamanın keskin bir eleştirmeni olduğu için, ona gösterilen genel saygıda bir kor_�u payı bulunduğu da bir gerçektir. Bu arada Sükey­ ne'nin bağlı olduğu Haşimi kabilesi ile düşmanlık halin­ de olan Şam Hükümdarları, Emeviler, Sükeyne'ye pek de dostça bir gözle bakmıyorlardı. Ama bu zeki kadın kendi rolünü o kadar doğal ve o kadar akıllıca oynuyor­ du ki, kendisine tarizierde bulunmak için fırsat arayan düşmanıanna en küçük bir ipucu bile vermedi. Sükeyne, kendi çağdaşı olan Emevi Halifesi Velid'in, zeka ve bil­ gisini pek takdir ettiği, karısı Ümm-ül-Beneyn ile bile sıkı bir dostluk kurmuş, onun vasıtasiyle Halifenin saca­ yında bir nüfuz ve etki yaratmayı başarmıştı. Mir Ali diyor ki : ııŞimdiki Müslüman kadınlarının düşünsel geliş­ melerinin derecesini tayin edecek en parlak delili, şu an­ latacağımız gerçek meydana getirilebilir : Sükeyne'nin mezannın unutulduğu, ona ait bütün hatıraların hafı­ zalardan silindiği bir sırada, onun çağdaşı olan ve İn­ cil'in harfi harfine uygulanmasını isteyen (pietiste) Ra­ bia'nın türbesi, dini bir ziyaret halini almıştır. Hakani gibi İran şairleri, annelerinin Rabia'ya benzetilmesini, kendileri için bir şeref saymışlardır.»

Abbasilerde Kadın Şimdi de, Emeviler'den sonra iş başına geçen Abba­ siler dönemine gelelim. Bu dönemde Arap uygarlığı en 44


yüksek seviyesine ulaşmış, Doğu'dan yabani Cengiz sü­ rülerinin Batı Asya'ya girişiyle meydana gelen kesin ve beklenmedik düşüşüne kadar derece derece gelişmiştir. Bu dönemde Müslüman kadınları, eskiden olduğu gibi, toplum içinde seçkin bir rol oynamakta devam ediyor, hukuk ve ilahiyat öğrenimi görüyor, medreselerde, ev­ lerde ders veriyor, Sünni mzehebinin en yaygın kolla­ nndan biri olan Şafii mezhebinin kurucusu İmam-ı Şa­ fü gibi o dönemin en başta gelen şahsiyetlerinden bazı­ ları, tamamen kadınlardan feyz almış bulunuyorlardı.* Ama, o dönem Müslüman kadınının terbiye ve ya­ şayış tarzı, artık oldukça göze çarprnaya başlayan bir soysuzlaşmanın başlangıcını açığa vuruyordu. Arap uy­ garlığı Abbasiler döneminde en yüksek zirvesine ulaııa­ rak nasıl birdenbire düştüyse, o dönemde kişiliğinin tam bir olgunluğuna eren Müslüman kadını da ,sonraları, öylece düşmeye başladı. Bu düşüş, çabuk zenginleşme­ nin, bununla bağlı olarak, özellikle İran ve Suriye'nin etkisiyle, ahlak bozuluşunun, yaşayış tarzındaki eski sa­ deliği kaybetmenin bir sonucu olarak meydana geldi. Unutmamalıdır ki, Abbasiler dönemi özellikle İran'ın egemenliği dönemidir. ((İran, kendisini fetbedenleri esa­ ret altına alıyorıı du. Büyük İskender ve Batı, İran'da egemenlik kuran İskender'in mirasçısı Selefkiler, İranın tabii ve gerçek hükümdarlarından farksızdılar : Bun­ larda da aynı karakter, aynı gelenekler, aynı eğilimler göze çarpmakta idi. Abbasilerde de aynı şeyleri görmek­ teyiz. İran orduları tarafından Hilafet tahtına oturtu­ lan Abbasiler, Acemiere olan sempati ve meyillerini, zorlukla gizlemeğe çalışıyorlardı. Soyca Acem olan Ber[ *]

Burada söz konusu olan kadın, ileride tekrar adı

ge­

çecek olan Nefise-tül Tahire'dir. Hicri 145, Miladi 762 yı­ lında doAduAu sanılmaktadır. (Ç.N.)

45


mekiler, birkaç nesil boyunca Halifeterin gözdesi, ya da vezirleri olarak Hilafet işlerini idare ettiler. Bağdat, Per­ sepolis örneğine uygun olarak kuruluyor, bazı saraylan ise, doğrudan doğruya İran saraylarının harabelerinden getirtilen malzemeyle inşa ediliyordu. Acem dili, Acem müziği, Acem karakteri, Acem gelenek ve etiketleri, ba­ zılaruu saraya yaranmak kaygusuyla, bazılarını da te­ miz Arap unsuruna olan nefretleri dolayısıyla çekiyor­ du. Kısacası İran, yalnız özel - ulusal bir din olan Şiiliği icad ederek ve İslamlığın sinesine bir yığın tarikat so­ karak değil, aynı zamanda Salıra'nın yarı yabani sa­ kinlerinin eline o zamanki dünyanın yarısını veren sağ­ lam Arap yaşayışının temellerini de tahrip ederek, kay­ bettiği bağımsızlığının, kudretinin, şöhretinin intikamı­ nı almış oluyordu. Abbasilerden Harun-ür-Reşid, Mehdi ve diğer Ha­ lifeler zamanında Sasaniler ve Artakserksesler, Ömer­ ler'in, Aliler'in etkisini sildi. Bu genel olum, pek doğal olarak, önceleri yavaş yavaş, sonraları tamamen kişili­ ğini kaybeden Müslüman kadınını da alı psürükle­ di. Çünkü, yukarıda gördüğümüz üzere, İranlılarda, ör­ tünme ve poligami, eski efsanelerce ve din kitaplarınca da teyid edildiği gibi, çok eskidneberi mevcuttu. Abba­ siler devrinde kadın terbiyesi, kadınların elinde bulun­ maktaydı. Terbiyeci olarak, bu çeşit kadınları ,ancak orijinal eserleriyle meşhur olduktan sonra alırlardı. Yük­ sek sosyeteye mensup aileler, bu çeşit mürebbiyeleri, yük­ sek paralar vererek birbirlerinden ayartırlar, böyle:ce bunların aylıklarını astronomik rakkarnlara kadar yük­ seıtirlerdi. Bu çeşit mürebbiyelerle çevrili olan soylu ka­ dınlar, ilkin okuma - yazma , müzik, görgü kurallan öğ­ renirlerdi. Sonraları, derece derece, gramer bilgisinin, şiir yazmanın ve daha başka bilgilerin öğrenimh:ıe ken· dilerini verirlerdi. Bu gibi kadınlar, sık sık, bilginlerden 46


kurulu j Ü. rilerin huzurunda kafiye düşürmek veya soyut konular üzerinde münazaralarda bulunmak gibi yarış­ malara da girerlerdi. Kocaya varıp bir evin başlı başına hanımı oldukları zaman ise, kendi salonlarını açarlar ve benzerleri olan şimdiki Avrupalı kızkardeşleri gibi, zamanlarının en şöhretli bilginlerini, şairlerini, yazarla­ rını, edebiyatçılarını, birbirlerinden ayartarak, salonia­ nna toplamağa çalışırlardı. Böylece her salon, günün çeşitli meselelerinin, ilim ve san'at konularının tartı�ıl­ dığı bir akademi halini alırdı. Bu dönem Müslüman ka­ dınlarının yaşayış tarzında bazı değişiklikler göre çarp­ mağa başladı : Salonlardaki kabuller (partiler) biraz sıkıcı idi. Bunlar zamana ve emeğe bağlı şeylerdi. ((Çün­ kü, diyor Fatma Aliye, tuvaletler ağırlaştı, tuvalet le­ vazıını ortaya çıktı. Genellikle kadınlara özgü cilve, bü­ yük bir değer taşımakta idi.» Bu kadınlar, iş icabı veya ziyaret maksadıyla gelen misafirlerini kabul etmek için daima hazır olmak, tetikte bulunmak zorunda idiler. İş­ te bu kabullerin (partilerin) doğurduğu sıkıntılardan, külfetlerden kaçınmak ve ev halinin (neglige) tadını çı­ karmak için, onlar, tıpkı Suriye'nin, Mezepotamya ve İran'ın grandes dames 'l eri gibi, salonlarında, arkasına gizlenerek istedikleri zaman istediklerini kabul edebile­ cekleri paravanlar bulundurmayı akıl ettiler. Bu, Arap­ lar arasında kadının düşüşünün başlangıcı idi. Bu para­ vanlar zamanla ve egemenlikleri altına aldıkları kültür­ ce kendilerinden yüksek Suriye'li ve İran'lılan taklit eden erkeklerin yardımı ile, gittikçe kalınlaştı. Nihayet, iki cinsi birbirinden ayıran Çin Seddi halini aldı. Bunun­ la beraber, incelediğimiz dönemde, yani 9. ve 10. yüz­ yıllarda Halifelikte kadınlar, oldukça serbest ve bağ!m­ sız bir durumda idi. Ililafetin yüksek memurlan, iki bö­ lüme aynlan büyük ve muhteşem konaklarda oturuyor­ ardı. Bu bölümlerden biri erkeğe ait olup, erkeğin ka-

?

47


bul salonu ile çalışma odası burada bulunuyordu. öteki bölüm kadınlara ait olup, kadının, yatak odası, salon ve tuvalet odası bu bölümde toplanmakta idi. Konağın bu ikinci bölümü «Haremıı adını taşıyor­ du. Fatma Ali'ye diyor ki : «Ama, o dönem haremlerinin ne bugünkü haremle bir ilgisi ; ne de İran enderunlariy­ le veya Yunan Ginekey'leriyle* en küçük bir benzerliği vardı. Bunlar daha çok Avrupalı bayanıann şimdiki sa­ lonlarını andırıyordu. Evin kadını, cinsiyet ayırmadan kendi misafirlerini orada kabul eder, konağın kendine ait bölümünde işleriyle uğraşan kocasına engel olma­ dan, partilerini, suvarelerini orada verirdi. O devrin ev kadınları ne mene şeylerdi, aile ve toplumdaki · rolü ne idi, kimlerle çevrili idi, çevresine nasıl bir teki yapıyor­ du? Bütün bu sorulara bunlardan bazılarının şahsiyet­ lerini tasvire çalışarak şimdi cevap vereceğiz. Al-Saffah (kan dökücü) lakabiyle tanınan ilk Ab­ basi halifesi Abul-Abbas'ın karısı ümmü Salame'nin, kocası üzerinde büyük bir nüfuzu vardı. Bu kadın, ko­ casının korkunç öfkesinin hamlelerini bir çok seneler frenlemişti. Tarihçi Mes'udi**, <<Altın Çayırlarıı adlı ese­ rinde bu konu ile ilgili olarak şunları soylüyor : «Ümmü Salame'nin kocası üzerindeki nüfuzu o kadar büyüktü ki, Abul-Abbas, karısına danışmadan, hatta bazan, karı­ sının rızasını almadan hiç bir karar vermezdi. Halife Mehdi'nin karısı Hayruzan'ın da kocası üzerinde aynı hayırlı etkisi vardı. Bu kadın, devlet işlerine açıkça ve faal bir şekilde karışırdı. Tarihte Mehdi'yi meşhur eden [*] [**]

48

Gynelkeion : Eski Yunanlılarda evin kadınlara ait bö­

lümü. (Ç.N.) Mes'udi veya AI·Mes'udi : Arap tarih ve co�afyacısı. Hicri 4'üncü yüzyılın en çeşitli yazılar yazan yazarla­ rmdan biri. Hicri 346, Miladi 956 yılında öldü. (Ç.N.)


bir çok hayırlı ve bilimsel tedbirleri, gerçekte Hayzuran'­ ın hesabına kaydetmek lazımdır. Bu kadın sarayda devlet adamlarını, büyük memurları ,şair ve bilginleri kabul ederdi. Cömertliğinden ve fakir fukaraya karşı gösterdi­ ği hayırseverlikten ötürü halk ona adeta, tapardı. Ha­ run Reşid'in karısı Zübeyde ile kızkardeşi Abbase, bu konuda Hayzuran'dan geri kalmazlardı. Zübeyde, efsa­ nevi Harun Reşid'in hem karısı hem kuzeni idi. Bir çok bölümleri ona ayrılan «Binbir Gece Masallarııı şöyle dur­ sun, pek çok Doğu ve Batı yazarları onun şahsiyetini dikkatle incelemişler, biyografisine kocaman ciltler ayır­ mı§lardır. Biz burada ancak onun hayatından en dikim­ te değer bazı gerçekleri anlatabiliriz. Zübeyde, evlen­ dikten kısa bir zaman sonra bilginlerden, müzisyenler­ den, yazarlardan oluşan bir kadroyu etrafına topladı. Bu sonuncular ona Seyyide (Hanımefendi) ünvanını vermemişlerdi. Zübeyde özellikle yoksul şair ve yazarları korumakta büyük bir şöhret kazandı. Bağdat şehri büyüklük ve ihtişamını ona borçludur. Yabancılara barınak hizmetini gören muhteşem ker­ vansaraylar, yoksullar için parasız hamamlar, camiler, su bentleri onun cömertliğinin bir belirtisi idi. Ama, o, geniş İslam İmparatorluğunun başka bölgelerini de unut­ muyordu; nerede harap olmaya veya yıkılınaya yüz tutmuş umumi binalar varsa, onları tamire koşardı. Mekke'nin, tesisatı bugünde mevcut olan tatlı suyunu getirmekle adını hafızalarda ebedileştirdi. Sakalar bu­ gün de Mekke sokaklarında ccAyn-i Zübeyde - Zübeyde'­ nin gözleri gibi duru suıı diye bağırmaktadırlar. Zübey­ de aynı zamanda çok alçak gönüllü bir kadındı. Şehrin bütün fakir fukarası yanına serbestçe girebilirdi. Gelen­ leri dinler, ihtiyaçlarıyla şahsen ilgilenir, tatlı sözleriy­ le veya maddi yardımlarıyla onların gönlünü alırdı. Do­ ğu'lu yazarlar, Zübeyde'nin hayatına dair dikkate de-

49


�er bir fıkra anlatırlar. Harun Reşid'in Zübeyde'ye olan sevgisi dillere destandı. Mehtaplı bir gecede, Zübeyde, Halife ile sarayın bahçesinde dolaşırken, hassasiyetinin taşkın bir anında ona : ((Deniz kızını nasıl tasavvur edi­ yorsun?ıı diye sorar. Harun Reşid, büyük bir coşkuyla : ııŞayet sen Deniz kızından güzel değilsen şart olsun ! ıı cevabını verir. Ama, bu sözleri söyler söylemez, nasıl bir hata işlediğinin hemen farkına vararak aklını başına toplar. Eski Arap geleneğine göre böyle bir söz, boşanma için bir sebepti. Halife ellerini uğuşturarak büyük bir telaş içind esarayına koşar. Ancak meşhur Behlül, Kur'­ an'ın bilinen ayetini okuyarak : ııAllah insanı bütün mahlukattan daha güzel yaratmıştır. Senin Zübeyden de deniz kızından yüzlerce defa daha güzeldir ! ıı sözle­ riyle onu yatıştırır. Bağdad'ın iyi yürekli halkı, Zübey­ de için böyle masallar uydurmuştur. Abbasiler döneminin, Zübeyde'den hiç de daha az meşhur olmayan bir başka kadını da Harun Reşid'in kızkardeşi Abbase idi. Zübeyde kadar kültürlü, yetenek­ li ve hayırsever bir kadın olan Abbase'nin kişiliği, o za­ manki ahlak anlayışını nparlak bir temsilcisi sıfatıyla bir başka bakımdan da enteresandı. Harun Reşid kız­ kardeşini delice severdi. O da, Zübeyde ile ibrlikte, Ha­ lifenin kabul resimlerinde bilginler ve yazarlarla yap­ tığı özel toplantılarda bulunmak zorunda idi. Yukanda da işaret ettiğimiz gibi, mevkiini iran'a borçlu olan Ab­ basi sülalesi ,etrafına, özellikle soyca Acem olan yüksek memurları toplamış bulunuyor, Acem gelenek ve ahl&.­ kını Arap�ra aşılamaya çalışıyordu. Bir çok sahalarda da eski İran Sasani sülalesini taklit ediyordu. Hele Ha­ run Reşid zamanında, Halifelik sarayında, İran'ın et­ kisi pek artmıştı. Harun Reşid'in bütün nazırıarı ve sa­ ray erkanı Acemdi. Bunların arasında baş yeri Benne­ ki ailesi almakta idi. Bermeki başvezirinin oğlu genç ku50


mandanlardan Cafer, Abbase'ye aşık olmuş ve sevgısı­ ne karşılık görmüştü. Harun Reşid bunların seviştik­ lerini sezmiş, aşk ihtiraslarını son haddine çıkarınağa çalışmıştı. Abbase ile Cafer bir sarayda yaşıyor, hemen her gün birbirlerini görüyorlarmış ama, yakınlaşmak­ tan korkuyorlarmış. Harun Reşid bunlara karşı olan zulüm ve sertliğini büsbütün arttırmış. İki sevgilinin, ancak kendi huzurunda görüşmeleri koşuluyla evlen­ melerine razı olmuş. Bu şartlar altında iki sevgilinin aşklarının ne derece alevlendiğini tasavvur etmek zor bir şey olmasa gerek. Tarihçiler, Harun Reşid'in karak­ terinin bu garip belirtisini henüz kesin olarak açıkla­ mış değillerdir. Ama bunların hepsi de, aşka susamış bu iki ruhun birleşrnek için harcadığı devamlı gayret­ lerin, kaprisli hükümdara anlaşılması güç bir zevk ver­ diği gerçeği üzerinde söz birliği etmiş bulunuyorlar. Bu iki sevgilinin düğünlerine gelince, tarihçiler, bu dü­ ğünün görülmemiş ihtişam ve zenginliğini tasvir et­ mek için upuzun sayfalar ayırmaktadırlar. Ama genç a.şıklar sabredemediler, gizlice buluştular. Abbase, ha­ mile kaldı. Bu ((cinayetıı in izlerini yok etmek için, do­ ğan çocuk Arabistan'a gönderildi ve orada büyütüldü. Ama, kem diller uyumuyordu. Olup bitenleri hemen Halifeye yetiştirdiler. ııAydın despotıı öfkesinden küp­ lere bindi. Cafer'in idamını, babasının da zindana atıl­ masını emretti. Bütün Bermekiler gözden düştü. ı ıTa­ lihine güvenme, o, Bermekilere bile yar olmadı» ata­ sözü, hala Doğu'da söylenmektedir. Halife Mu'tazit I'in karısı Katr-un-Nida da dikka­ te değer bir kadındı. Bu kadın sarayında ııEdebiyat, Bilgi ve Sanatı Seven Kadınlar Birliğb ni kurmuştu. Bilgin ve aydın kadınlar b uBirliğin içinde toplanıyor ve kendilerini ilgilendiren çeşitli konularda tartışıyor­ lardı. Mu'tezit I.'in ölümünden ve henüz çocuk yaşın51


daki oğlu Muktedir'in Hilafet makamına geçişinden sonra, devlet idaresi tamamen Katr-un-Nida'nın el!ne geçti. Bu kadın, nazırlar meclisine başkanlık ediyor, yüksek mahkemede üye olarak bulunuyor, etrafında nazırlar ve Hilafetin yüksek memurları olduğu halde yabancı elçileri kabul ediyordu. 16'ncı yüzyılda yazı yazan ve sofuluğu ile tanınmış olan meşhur yazar Si­ yuti, biraz da hoşnutsuzluğunu belirten bir eda ile Katr­ un-Nida hakkında şunları yazmaktadır : «306 (Miladi 918) yılında Halife Muktedir'in anne­ si bir hastahane yaptırdı. Bu hastahaneye de, yılda 7000 dinarlık bir ödenek ayırdı. Bu sırada, Halifenin gevşek­ liği yüzünden iktidar fiilen kadınların eline geçmişti. İş o kerteye gelmişti ki, genç Halifenin annesi, sanki oğ­ lunun iktidarı ona verilmiş gibi, kendi başına devleti idare ediyor, Halife adına kabul resimleri devlet işlerine dair kararlar alıyor, şikayetleri inceliyor, her hafta Cu­ ma günleri şikayetçileri kabul ediyordu .Vezirler ve diğer yüksek kişiler, olup bitenleri doğrudan doğruya ona ar­ zediyor, kadın kendi adına yasa çıkarıyordu.ı) O devir Müslüman kadınlarının hepsi de, sosyal fark gözetmeksizin, bilgiye büyük bir sempati besliyorlardı. örneğin, böylece, meşhur Fahr-ün-Nisa, Bağdat med­ reselerinde edebiyet okutuyor; Ümmülhayir Fatime ile ümmülibrahim Al - Yezdani, adlı başka iki kadın da, kadın ve erkeklere ilahiyat okutuyorlardı. Seyyidei Ne­ fise, meşhur İmam-ı Şafü'nin hocası idi. Yine bu kadın tmam-ı Şafii'ye camide açıkca hayırdua etmişti. Bu dö­ nemde Müslüman kadını, kişisel özgürlüğünün başka cephelerinde de hiç bir kısıtlamaya tabi değildi. örneğin Emir Asım, otobiyografisinde, Haçlılara karşı yaptığı muharebelerde, annesi ile kızkardeşinin, elde silah, ken­ disine yardım ettiklerini yazmaktadır. Halife Mansur.un 52


kuzenlerinden iki kız, Bizanslılara karşı yapılan savaş­ lara erkek kılığında iştirak temişlerdi. Ama ne yazık ki İran tesiri, her geçen gün kendini biraz daha fazla his­ settirrneğe başladı. Tarihçiler, kadınlar arasından çık­ mış büyük kişilerin her gün biraz daha azaldığını tesbi­ te başladılar. Perdeler kalınlaştı. Enderunlar, kimsenin erişemeyeceği bir yer halini aldı. Nihayet iğrenç harem­ ağalarının, ihtirasların, entrikaların kesin egemenliği dönemi kuruldu. Kadının kişiliği kesin olarak yokedil­ di. Kadın kendisini, çevresi üzerine hayırlı etkiler ya­ pan eski zeka egzersizleri yerine, ahlak bozucu sonuç­ larıyla, haremin tembel, kaygusuz yaşayışma verdi. Do­ ğa adeta Müslüman kadınını korudu ve Müslümanlar­ dan onun intikamını pek zalimce aldı. Bu, İslam tarihi­ nin en karanlık çağıdır. Burada tarih, yalnız ahiakın tam bir soysuzlaşması tablosunu değil, aynı zamanda aşağılık harem entrikalan egemenliğinin haremağala­ rının ve gözdelerin devlet işlerinde üstünlük kurmaları­ nın, zehirin, hançerin, kemendin, esrarlı cinayetlerin, bir sıra saray isyanının ve ocak ağaları saltanatının da tablolarını gözlerimizin önüne sermektedir .Bu soysuz­ laşma ruhu, edebiyata ve felsefeye de giriyor, bunları bozguncu toplumun boğucu atmosferi ile dolduruyordu. Eskiden yer alan rasyonalizm, bilgiye ve fazilete olan sağlam ve erkekçe inanış yerine, şimdi teosofizm, ağla­ maklı septisizme, ruhun sarsaklığını açığa vuran bula­ nık bir mistisizm yer alıyor; edebiyat, bitmez tükenmez bir feryat haline geliyor, çaresizlik içindeki zayıf zeka­ lar teseliiyi mukaddesata küfürde, şimdiki dekadanla­ rın zevkine pek uygun düşen manasız sembolizmde, ga­ rip tasvirlerde buluyordu. Bir kelime ile, her§ey toplu­ mun kesin bir mahvını gösteriyordu. Bu mahvoluş, her şeyden önce, kadının durumunun değişmesine bağlı bu­ lunuyordu. Ancak Acem etkisinin bozguncu gücünlin 53


henüz girmediği yerlerde, Türk ve Tatarlar'da, İspanyol Mağribilerinde kadın serbestliğinin gelenekleri hala devam ediyordu.

Türk

ve

Tatarlarda Kadın

Türk - Tatarlarda kadınlar, İslamlığın kabulünden önce, her zaman serbestilikten faydalandılar. Sürekli olarak göçebelik eden, her zaman çadırlarda yaşayan, her an, çeşitli olaylarla karşılaşan kabileler için bu, za­ ten başka türlü olamazdı. Bu çeşit halklarda kadın, er­ keğin, en sadık yardımcısı ve yol arkadaşıdır. Kadın, hayatın bütün tehlikelerini onunla paylaşırken, erkek­ le eşit haklara sahip olmak zorundadır. Hatta şimdi bi­ le, göçebeliği bırakarak şehirlerde yerleşen ve şehir ya­ şayışını süren Türk - Tatar kabilelerinde kadınlar ala­ bildiğine ve merhametsizcesine ezilirken, aynı kabile­ nin göçebelerinde kadın, kapalılığın ve çarşafın ne ol­ duğunu bilmemektedir. İslamlık, Türk - Tatar kadınla. n arasında geleneklerin meydana getirdiği durumu sa­ dece kabul etti. Bu hal, onların Acemlerle kaynaşma· sına kadar sürdü. 13 üncü yüzyılın başlangıcında Asya··­ da seyahat eden ve Asırakan'daki Özbek - Han'ın ordu­ sunu ziyaret eden İbni-Batuta, o dönem Türk - Tatar­ larının kadına karşı gösterdikleri şövalyece saygıya ve kadının faydalanmakta olduğu özgürlüğe şaşıp durmak­ tadır. Bunun için, tarihin bu döneminde, İslamlığı kabul etmiş başka milletlerde kadınlar, ailenin ve toplumun bozulmasının başlangıcını oiuştururlar, Türk - Tatarlar­ da kadının tamamiyle başka bir dururnda bulunmasına hiç de şaşmamalıdır. Bunun dışında, Türk ve Tatarlar, karakterlerinin son derece sert ve kaba olusuna paralel olarak, eğitime de son derece büyük bir ilgi göstermişler54


dir. Korkunç ve gaddar Timurlenk'in hemen bütün ço­ cukları, eğitim dostu idi. Bunlar, her yerde okullar, ki­ taplıklar, rasathaneler yapıyor, bilginleri koruyup ede­ biyatçıları teşvik ediyorlardı. Türk ve Tatar kadınları, daha bundan ço� önce, Bağdat Halifelerinin ve Arap uygarlığının kudret ve şöhretinin en parlak dönemlerin­ de, gösterdikleri olağanüstü kabiliyetıe Arapları şa�ır­ tıyorlardı. O dönemlerde Arapların, yabani ve barbar alarak haklarında çeşitli efsaneterin dolaştığı, Arap bir­ liklerinin Oksus * için kendileriyle devamlı çarpışmalar­ da bulunmak zorunda kaldıkları Türk ve Tatariara dair henüz hiçbir bilgisi yoktu. Bazan muharebelerde ele ge­ çirilen Tatar kadınları, Bağdat ve Şam pazarlarında ca­ riye olarak satılırdı. Bu cariyelere, derilerinin rengi için olduğu kadar başka meziyetlerinden ötürü de yüksek bir fiyat biçerlerdi. Bunların sahipleri, bu cariyelere arapçayı, musikiyi, raksı, şiir okumayı, kafiyeli söz söy­ lemeyi öğretmek suretiyle değerlerini arttırırlardı. Bun­ lar, kendilerine öğretilen şeyleri, inanılınıyacak derece­ de çabuk kavrar ve zengin evlere verilerek orada saygı değer bağımsız bir duruma yükselirlerdi. Halife karılı­ ğına kadar yükselmiş Türk cariyeleri pek çoktur. Bu Halifeler arasında meşhur Bağdat Halifeleri Harun Re­ şid, Me'mun ve daha başkalan Türk kanı taşımaktadır­ lar: Halife Mehdi'nin karısı ve Harun Reşid'in annesi Hayzıvran, Emire ve Valide Sultan unvanıarını almıştı. O zamana kadar bu unvanlar ancak Arap kanında olan prensesiere verilirdi. Bu kadın kocasıyla daima manzum olarak mektuplaşırdı. Onun bu şiirleri zamanımıza ka­ dar gelmiştir. Türk - Tatarların Batı Asya'yı istilalann­ dan sonra, Türk kadınları Mısır'da Memh1kler, Anado­ lu'da Selçuklular, İran'da Atabekler arasında ve Hin­ distan'da çalışmalanna daha büyük bir başarı ile devam ettiler. Suriye'de Haçlılar Seferi kahramanı meşhur Sa-

55


lahaddin-i Eyyubi-nin Sitt-ül Şam (Şam'ın Hanımı) ün­ vanını taşıyan karısı Hatice, kocasının hüküm sürdüğü bütün ülkelerde kollejler ve okullar açtı. Şam'daki bu okullardan birine bu kadının adı verilmişti. Bir başka Selçuk hükümdannın karısı olan Turhan Hatun, mülkü­ nü tek başına kendisi idare ediyor, müşavirleri, nazırıarı bulunuyordu. Tarihçilerin kaydettiğine göre bu kadının İran'da ahiakın düzelmesinde büyük bir etkisi olm..ış­ tur. Atabek Sa'd'in karısı Tarhan Han, kocasının ölü­ münden sonra hükümdar naibi olmuştur. Bu kadın, bil­ ginleri cesaretlendiriyor, bilgi ve sanatı koruyor, bilgl­ sizlik karanlığı bütün Batı Asya'yı kapladığı bir dönem­ de ııonun sarayı en parlak ve seçkin bir yer» olarak gö­ ze çarpıyordu. Ama, Tarhan Han, İran'da hüküm süren ve meşhur olan Müslüman kadınlarının ne ilki, ne de so­ nuncusu idi, yine Atabeklerden olan Alma-Hatun, Şi­ raz'da hükümdarlık etmiş ve şehri güzel sanat eserle­ riyle süsleyerek meşhur olmuştur. Tarihçiler onunu Sa­ rayında ve huzurunda sık sık toplanarak edebi, ilmi. di­ ni mahiyette konuşmalar yapan, şairleri ve ilim adam­ larını seven ilahi bir kadınıı olarak tasvir ederler.

Mısır'da Kadın Mısır'da da kadınlar, toplumdaki yerleri ve öğrenim durumlarına göre toplumun üzerinde büyük bir nüfuza sahiptirler. Bu kadınlardan birinin teşebbüsüyle uDar­ ül-Hikmetıı adını taşıyan Bilim Akademisi kurulmuştur. Bu Akademide bilgilerin yanısıra, çeşitli felsefi ve tasav­ vufi doktrinler de öğretiliyordu. Bu bilgileri öğreten ve öğrenenler arasında kadınlar kabarık bir toplam tutu­ yordu. Mısır'da başlıbaşına hüküm süren iki Prenses: Sittül-Mülk ve Sagru-Dür bu Akademide okuyorlardı. Bu sonuncusu Müslüman İmparatoriçe ünvanını almış,

56


olağanüstü yeteneği ile, politik itidal ve nezaketi ile dik­ kati çekmişti. Onun hükümdarlığı zamanında l l . Lud­ wig, Haçlılar Seferi düzenlemiş bizzat l l . Ludwig'in esaretiyle son bulan bu savaş, başarısızlığa uğramıştı. Memltlklar zamanında kadınlar, toplumda daha görü­ nür bir rol oynuyorlardı. Bağdat'ı taklit eden Kahire Ha­ nımefendileri, salonlarında konserler veriyor, toplantı-: lar düzenliyorlardı. Hbıdlstan'da Kadın

Şimdi Hindistan'a geçelim. Orada da, içlerinde ba­ zıları Avrupaca da tanınmış olan bir sıra olağanüstü ka­ dınla karşılaşmaktayız ! . Bunlardan bir tanesini, Mihr­ ün-Nisa'yı, şair Moor, ((Lalla-Rokhı> operasında canlan­ dırmıştır. Bu kadın, Arap ve Fars edebiyatındaki derin bilgisinden başka, iyi müzisyendi. Ayrıca, lrticalen şiir söylemesini de bilirdi. Sonraları, meşhur büyük Hint-Mo­ gol imparatoru Ekber Şah'ın vezirliğine yükselen basit bir İranlı'nın kızı olan Mihr-ün-Nisa, Ekber Şah'ın oğlu Cihangir ve evlendi ve ııNuru-Cihanıı ünvanını aldı. Da­ ha evlendiğinin ilk günü, Nuru-Cihan'ın, kocası üzerin­ de olduğu kadar saray ve halk üzerindeki etkisi hemen dikkati çekmeye başladı. Bu kadının babası, kardeşleri, bunlardan Asaf, bugüne kadar Doğu'da akıl ve zekanın sembolü olarak yaşamaktadırlar. Bunlar, kadının telki­ niyle vezirliğe yükseldiler ve Cihangir'in şan ve şeref kazanmasında önemli bir rol oynadılar. Ama 'Nuru-Ci­ han', bütün İmparatorluğun fiili hakimi idi. Haftada bir defa okunan hutbe hariç, iktidar ve egemenliğin bü­ tün belirti ve vasıfları ona aitti. Yüksek memurlan ve devlet adamlarını o kabul ediyordu. Paraların üzerinde, Cihangir'le birlikte onun adı da basılıyordu. O fakir !u­ karaya yardım ediyor, yetim kızların çeyizlerini hazır5'1


layarak onları evlendiriyor, küskünleri teselli ediyor, yol­ lar yapıyor, hayır cemiyetleri kuruyor, şehirleri imar ediyor, okul ve hastahaneler açıyordu. Ayrıca onun te­ şebbüsüyle insanların kurban edilmesi, kocası ölmüş ka­ dınların kocasıyla beraber diri diri gömülmesi gibi Hin­ du adetleri, bir emir ile yasak edildi.

İspanya'da Kadm Hiç bir zaman Suriye'nin ve İran'ın tesiri altında kalmamış olan İspanya'ya gelince . . . Orada Müslüman kadını, Arap egemenliğinin sürdüğü müddetçe, erkeğin faydalandığı bütün haklardan tam bir eşitlikle fayda­ landı. Zaten bu, başka türlü de olamazdı. Kadının şere­ fini koruyan, onu şiirleştiren o Ortaçağ şövalyeliği, bü­ tün titiz ahkamiyle, ilk defa olarak Üçüncü Abdurrah­ man ve İkinci Hakim'in saltanatı zamanında Cordoba'da doğdu. Sonraları da Beni-Nasr · zamanında Granada'ya da yayıldı. Abdurrahman, sevgili karısının heykelini, mimarlık sanatının son sözünü teşkil eden (ve kendisi tarafından yaptırılarak kansının adına izafe edilen) El­ hamra Sarayının kapısına koydurdu. Cordoba'nın ve di­ ğer İspanyol şehirlerinin imarını, meşhur Al Zahra Sa­ rayının yapılışını, hep, Abdurrahman'ın karısına borç­ luyuz!. Bilgin Halife İkinci Hakim, özel sekreteri ola­ rak kendi nazırıarından birinin karısını çalıştırmak­ ta idi. O dönem İspanyasında, edebiyat ve bilim alan­ lannda meşhur olmuş kadınların sayısı o kadar çoktu ki, bunların hepsini birer birer saymak imkansızdır. örneğin, bunlardan sadece, o devrin en meşhur şairle­ riyle birlikte meşhur olan şair Prenses Vellade'yi; ila­ hiyat profesörü ümmü-Selame'yi; Hassene'yi ve Vad­ al-Kebir'i terennüm eden ümmü-Ala'yı ; nihayet gra­ mer profesörü Al-Aruziye'yi zikredelim. İspanyol kadın-


ları sosyeteye serbestçe giriyor, gerek sarayda, gerek dı­ şarıda yapılan şenliklere, gezilere serbestçe iştirak edi­ yorlardı. Onlar aynı şekilde serbestçe camilere gidebi­ liyorlardı. Zamanın şairleri, onların camideki varlıkla­ nnı «eşsiz çayırlardaki bahar çiçekleriıı ne benzetiyor� lardı. Saracen * şövalyeleri sefere giderken, silahlan ve­ ya miğferleri üzerine : «Allahın ve seçkin kadınların adı­ naıı dövizini yazdınrlardı. Kadının adı, erkeğe savaş­ larda cesaret verirdi. Bir Müslüman ülkesi olarak İspanya'nın kaybolu­ şundan ve Türk - Tatar kabilelerinin, Suriye - İran ah­ lak ve göreneklerinin etkisi altına düşüşünden sonra, seçkin kadın örnekleri gittikçe azalmaya ve kadın ser­ bestliği hareketi sönmeye yüz tuttu. Her yerde ve ke­ sin olarak haremierin ve haremağalarının egemenl iği yerleşti ve bu iğrenç, bu aşağılık kurumlar, her yere kok­ muş ve bozguncu etkisini aşıladı. Müslümanların, yük­ sek sınıfları arasındaki aile hayatının karanlık man­ zarası, herkesçe bilindiği için ,bunun üzerinde aynca durmak gereğini görmüyoruz. Zaten, bu çevreden bir insan sıfatıyla onlardan söz etmek bize çok ağır geli­ yor; ruhu ve vücudu mahveden karanlık bir yaşayışı ebedi olarak sürmeğe mahkum annemizden ve kızkar­ deşimizden kayıtsızca bahsetmeğe gücümüz yetmivor. Müslümanların kurtuluşu, onlann maddi, manevi poli­ tik kalkınması, sadece iki meselenin : kadın meselesinin ve alfabe reformunun çözülmesine bağlıdır. Bugünün Müslüman kadını, ancak serbest ve bilinçli bir anne, bir eş olmak şartıyla sosyal görevlerini faydalı bir şekilde başarabilir. Ancak bu şartlar altında o, çocuklarına, sos­ yal hayatta çok önemi olan sağlam bir karakter ve ira­ de aşılayabilir. Onlara, yüksek duygular, soylu düşün­ celer aşılayabilir. 59


Ona fiziksel gelişme olanağı vermeyen boğ'ucu ha­ rem havası içinde, tamamen bitkisel, tembel bir yaşayış süren kadın, ırkın soysuzlaşmasında da birinci derece­ de rol oynar. Alfabenin zorluğu, okwna - yazma öğreni­ mine şiddetle engel olduğundan, Müslümanların akıl ve yüreklerinin yadınlanmasına götüren yollan kapamak­ tadır. Kadın ve alfabe . . . İşte Müslüman dünyasının, onu yavaş yavaş ölüme sürükleyen iki baş düşmanı, tedavi kabul etmez iki illeti. . . Müslümanlar ancak en son za­ manlarda bu iki sorun üzerinde dikkatle durmağa baş­ ladılar. Ama, İstanbul'da, Kahire'de, Bombay'da, Kal­ küta'da bu alanda harcanan ve kız - erkek çocuklarının bir okula gidişlerini sağlamak, alfabeyi değiştirmek şek­ Iinde ifadesini bulan korkakça gayretler kiHi değildir. Bunlar sadece, öldürücü, bir hastalığa karşı uygulan­ ması önerilen, etkileri geçici muvakkat ilaçlardan başka bir şey değildir. Müslüman dünyasını uyandırmak, onu uygar uluslar topluluğuna sokmak için şiddetli bir sar­ sıntıya gerek var. Müslümanların da, kendi gelişme sü­ reçlerinden geçmeleri, aralarından, demir iradeli, cesur ve fedakar bir adamın çıkması gereklidir. Böyle bir ıs­ lahatçı Müslümanlıkta, onun tarih ve geleneklerinde bereketli bir toprak bulacaktır. Tekrar edelim : ne Kur'an, ne şeriat, yeniliğe engel değildir. Ancak bunların propagandacılan : ülema ve şeyhler, kişisel çıkarlan uğruna, Müslümanlığa, uygar­ lıkla bağdaşamıyan bir nitelik verrneğe çalışmışlardır. Mısır ıslahatçısı Mehrned Ali, Mısır şeyhlerini ve ülema­ sını, kendine bağlı üç sıra askerle kuşattığı sarayına toplayıp tasarladığı Isiahat Fermanını ölüm tehdidi al­ tında onlara imzalatırken, bunu çok iyi anlamış bulu­ nuyordu.

60



BiREY VE TOPLUM YAYlNLARI Louis ALTHUSSER

FELSEFE VE BİLİM ADAMLARININ KENDİLİCİNDEN FELSEFESi Çev : Omür Sezgin

• Jean PIA GET

GENETİK EPİSTEMOLOJİ Çev : A li Cengizkan

• Omür SEZGIN

TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI VE SİYASAL REJiM SORUNU • Henri PIRENNE

Hz. MUHAMMED VE CHARLEMAGNE Çev : Mehmet Ali Kılıçbay

• C. H. MA CPHERSON

DEMOKRASİNİN GERÇEK DÜNYASI Çev : Levent Köker

'

1 62


Sadun EMREALP

AZGELiŞMiŞLİK VE SİYASAL YAPILAR TÜRKİYE - MISIR - PERU Devletin Görece Ozerkliği

• FOSTER - CA RTER. WOLPE, LA CLA U, TA YLOR, MOUZELIS, ERSOY

ÜRETİM TARZLARININ EKLEMLENMESi ÜZERİNE • Erik H. ERIKSON

İNSANlN SEKİZ ÇAGI Çev

:

T. Bedirhan Ostün ve Vedat Şar

• Nükhet TURGUT

SİYASAL MUHALEFET • Edgar MORIN

KAYBOLMUŞ PARADİGMA İNSAN DOGASI Çev : Mehmet Ali Kılıçbay

• Jacques TEXIER

GRAMSCI VE FELSEFE • 63



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.