Ali İhsan Kolcu - İsmail Gaspıralı Albümü

Page 1



İsmail Gaspıralı Albümü

Prof. Dr. Ali İhsan Kolcu

2. baskı

Salkırnsöğüt Yayınları


Salkımsöğüt Yayınları: 1117 İsmail Gaspıralı Albümü Hazırlayan Prof. Dr. Ali İhsan KOLCU

ISBN: 978-605-5160-29-6 Sertifika no: 25281 1. Basım- Nisan-1999 2. Basım- Haziran-2014

Dizgi: Salkımsöğüt Dizgi Evi Kapak Tasarımı: Salkımsöğüt Grafik Baskı: Dizgi Ofset Matbaacılar Sitesi, 10451. sk. nr. 4, Konya. SALKIMSÖGÜT YAYINLARI Cumhuriyet Cad. Kuloğlu Mah. Kamilağa Sok. 29/C Tel & Faks: 0442. 235 65 70 Erzurum salkimsogutyayincilik.com www.salkimsogut.com © Bu kitabın her türlü yayın hakları Salkımsöğüt Yayınevi'ne aittir. Hiçbir

şekil ve teknikle kısmen veya tamamen çoğaltılamaz. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.


İçindekiler Onsöz Giriş

.

............... ......... . . . . . ...................... .........

..

.

.

. 5

...................... .... .... ...

......................................................................................................

A. İsmail Bey'in Hayatı

...............

.. .

. .. ....... . . ................. ........................

7 7

Birinci Bölüm Hasan Sabri Ayvazof: İsmail Bey Gasprenski'nin Albümü Büyük İsmail Bey'in Hastalığı

İsmail Bey Gasprenski'nin Vasiyetleri, Tövbeleri, Vefatı . İsmail Bey'in Son Emeli

...

.

10

...........

10

........ ................ . . . ................. . . . . . ........

.......

.

. . .12 .

...

14

.

. . . ........... ..................................... ..........

Mizacına Ait Bazı Özellikler

....

.

.

.

. .

.

........... ................ ............ ..... ..

...

18

İsmail Rey Gasprenski ve Milli Matbuatımız .................... .. ........... 20 Taziye Telgrafları . .

.

.. .......... ...............................................................

26

İkinci Bölüm A. Eserleri . ı.

..

........... . ...................... . . . . . . . . ...... .................................

Yayıncılığı

.

..

........ ...... .

2. Öteki Eserleri

..

.. . .

.

.

..... . ...... .

.. ...

.

...

...........................................

.

.................. ....... ....... ................. ....

3. Basımını Yapıp Yayımladığı Eserler

..

.....

..

...

........ . . .....

. . .. . . . . ... ..

33

. 33

. 35 ...

. 38

. ... . . ...... ............ .

B. Tercüman Gazetesi'nin Muhtevası ve Cedid Hareketi İçinde Taşıdığı Önem ..................................................................................39 Üçüncü Bölüm A. Usıil-i Cedid Hareketi

................. ................................................

ı. İsmail Bey'den Önce Usfıl-i Cedid Hareketi ... 2. İsmail Bey ve Usfıl-i Cedid Hareketi ...

.....

.

.......... .....

3. Usfıl-i Cedid Hareketine Karşı Çıkanlar

.

..

4. Usıil-i Cedid Hareketinin Yaygınlaşması

.........

.

.

. ........

...............

42

. . .. . . .. . 42

.... ..

.

.

...

.

.......

.

. .

....

....................

.....

. .

.

43

46

... . . . . . . ........

47


4

5. UsO.l-i Cedid Hareketinin Sonuçları .. .. . . . . .

..

..

...

.

..

.....

. . ... . . . . . 48 .

.

.

.

.

.

.

.

B. İsmail Bey'in Siyasi Alandaki Fikirleri ve Çalışmaları . . . . . . 51 .. . . . .

C. İsmail Bey'in Türkçülüğü -Dilde, Fikirde, İşde Birlik. .. .

D. Dil Birliğinin Sonuçları

........

.

...........

... .

.

. .. . . . .

..........

.

.

.

.

E. İsmail Bey'in Yazılarından Seçmeler . . . . . . . . . . .. . . .

. . .

. .. ..

.

......

.

. ..

57

....

................

....

.

.....

61

. . . . . 62 .

.

.

.

F. İsmail Bey'in Hakkında Yazılanlardan Seçmeler . . . . . . . . .. 68 .

Cafer Seydahmet Kırımer . . . . . .. . ..

.

.

.

..

.

Akçoraoğlu Yusuf Bey . . . . . . .

. ..

.....

.

.

.

.

..

..........

Sadri Maksudi (Arsal)

Kaynakça Dizin

.

.

.

.

.

....

.

......

. .. .

... ....

. ... .

....

..

.

.

..

.

. ... .

......

. .... ..

.

.

.....

.................

...

... . .

....

.

.

.

. . . .... ....

........

.

......

.

.

.

... .

.

...........

. .

.

... .

.

.... 68 .

. . . 71 .

.

...

.

73

. ..

. . . .. .76 ...

...

...

..

.

..

........

.. . ....................

80

. 81 ..

..

.................... . ............

............. ...............

..........

.

.... .

.

.

.

......

.......

.

. . ...

..........

........................................... . . . . . . . . . . . . .........................................

83

86

..................

................ . . . . . .................... ...............................

82

. 84

........... ............

.............................. ............

.

.

.. . .

.. ..

............................. .

..................................................

.

.

.

.......

.

............. . . . . . . . . . . . . .....

...........

.

.

. . . . . .. . . .

..... ...... .......................

.................

Fotoğraflar

.

..................

.......

Mehmet Emin Yurdakul Celal Sahir Erozan

.

............................. . . . .

.. ...

Fatih Kerimi Efendi

.

.. ..... .

......

Köprülüzade Mehmed Fuad Bey . . Selime Yakub Hanım

...

. . .. .

.. . ....... ... .

Hamdullah Suphi (Tanrıöver) . . . . . Ağaoğlu Ahmed Bey .

. ....

.

87

90

109


Önsöz Gaspıralı hakkında daha önce, bir zamanlar onun yanında bu­ lunmuş Cafer Seydahmet Kırımer'in yayınladığı Gaspıralı İsmail Bey (İstanbul 1934) ; Mehmet Saray, Türk Dünyasında Eğitim Re­ formu ve Gaspıralı İsmail Bey (1851-1914) (TKAE yay. Ankara 1987) ; Nadir Devlet, İsmail Bey (Gaspıralı) (Kültür ve Turizm Bakanlığı yay. Ankara 1988); Mehmet Saray, Gaspıralı İsmail Bey'den Ata­ türk'e Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği (Nesil Mat. ve Yay. İstanbul, 1993) ; Yusuf Ekinci, Gaspıralı İsmail (Ocak yay. Ankara 1997) adlı çalışmalar mevcuttur. Elinizdeki bu çalışma, büyük kültür adamı İsmail Gaspıralı'nın, sahibi olduğu Tercüman gazetesi yazarlarından Hasan Sabri Ayva­ zof tarafından hazırlanan albümün genişletilmiş yayınıdır. Bu albümde onun hayatı, idealleri, çalışmaları, hastalığını hakkında bilgi verilmiştir. Eser, Seyfettin Özeğe Bağış Kitapları Kataloğu'nda 26918 numa­ rayla kayıtlıdır. Albümün üzerinde herhangi bir isim yoktur. Kata­ loğu hazırlayanlar tarafından "Tercüman'ın Müessisi Büyük İsmail Bey Hakkında Bir Albüm" başlığı konmuştur. Albüm, 20 x 27 eba­ dındadır ve çift sütün matbu harfle basılmıştır. Albüm'de çoğu İsmail Bey'in kendisi, ailesi ve arkadaşlarına ait olmak üzere 19 adet fotoğraf vardır. Kitap yazı ve resim karışık olarak matbu harflerle basılmıştır. Albüm'ün basım tari hi belirtil­ memiştir. İsmail Bey'in ölüm tarihi 24 Eylül 1914 olduğu dikkate alınırsa ve İdare'nin aşağıda yer alan ifadelerine göre 1915 yılından sonra basıldığı muhakkaktır. Bu çalışmada bizden önce İsmail Bey üzerinde çalışmış araş­ tırmacıların eserlerinden istifade ettik. Dikkatle incelendiğinde bütün bu çalışmaların kaynağının Cafer Seydahmet Kırımer'in hazırlamış olduğu Gaspıralı İsmail Bey adlı çalışma olduğu görüle­ cektir. Mehmet Saray ve Nadir Devlet eserlerinde, İsmail Bey ve Cedid hareketi ile ilgili Batı'da son yıllarda yapılan çalışmalardan faydalanmışlardır. Ayrıca Şengül Hablemitoğlu ve Necip Hablemi­ toğlu'nun hazırladıkları Şefika Gaspıralı ve Rusya'da Türk Kadın


6

Hareketi (1893-1920) (Ankara 1988) adlı çalışma, İsmail Bey'in kızı Şefika Hanım'ın bir ömre yayılan hizmetlerini günışığına çıkarma­ sı açısından önemli bir araştırma olarak varlığını hissettirmiştir. Hayatlarını Türk milletine hizmet için harcayanların yolunda bu küçük çalışmanın okuyanlara faydalı olmasını diliyoruz. Prof. Dr. Ali ihsan Kolcu


Giriş

Özünde akça oldukça gayrıya minnet ne gerek? Lügati Türki oldukta gayrı lügat ne gerek?

Bu bölümünde İsmail Bey'in hayat hikayesi, idealleri, çalışma­ ları, hastalığı ve son günlerine dair birinci derecede ehemmiyeti haiz bilgileri ihtiva ettiği için, Hasan Sabri Ayvazof tarafından hazırlanan İsmail Bey Gasprenski'nin Albümü adlı eserde yer alan bu bilgileri güncelleştirerek istifade etmeyi uygun gördük.

A. İsmail Bey'in Hayatı Ailesi, ilk Öğrenimi, Rus Okulları, Moskova da Geçen iki Yıl, ilk Hayal Kırıklığı: Osmanlı Ordusuna Katılma Teşebbüsü, Okuldan Ayrılış, Bahçe­ saray'a Dönüş, ilk Muallimlik: Rusça öğretmenliği, Paris Hülyası, Paris'te Geçen iki Yıl, Turgenyefin Yardımcılığı, lstanbul'a Dönüş, Osmanlı Ordu­ sunda Subay Olma Azusu, ikinci Hayal Kırıklığı, Kınm'a Dönüş ve ilk Evli· lik, Boşanma, Bahçesaray Belediye Başkan Yardımcılığı, Belediye Başkanlığı, Rusya Müslümanlarını Uyandırma Yolunda ilk Adım, ikinci Evlilik, Tercüman'ın Neşri, Orta Asya'ya Seyahat

İsmail Bey, Hicri 1267, Miladi 1851 yılının 8 Mart günü Bahçesa­ ray yakınlarındaki Avcı Köy'de doğmuştur. Bir şiirinde bunu açık bir şekilde belirtmektedir: "Doğmuşum ben 'Avcı Köy' de, bin sekiz yüz elli birde Mekanımdır Bahçesaray, mezarım kim bilir nerde?"

İsmail Bey'in annesi Kırım'ın soylu bir mirza ailesinin kızı olan Fatma Sultan Hanım, babası Kırım'ın sahil kesiminde yer alan Gaspıra köyünde doğmuş ve Çarlık ordusunda emekli bir subay


8

olan ve daha sonradan soyluluk unvanı kazanmış Mustafa Ağa adında bir zat idi. Mustafa Ağa Kırım'ın Karadeniz kıyısında bu köyde doğup orada epeyce bir müddet yaşamış olduğu için 'Gasp­ renski' veya 'Gaspıralı' lakabıyla anılmıştır. İsmail Bey dört yaşında iken aile 1855 yılında Sivastopol muha­ rebesi sırasında Bahçesaray'a göçtü . İsmail Bey ana dilinde okuma yazma derslerini merhum Hacı İsmail Efendi ismindeki muallimden okur. ıo yaşlarında iken Ak­ mescid Gimnazyumu'na girer; orada iki sene okur, sonra Voro­ nej'deki askeri mektebine devam eder. İsmail Bey, askerlik eğiti­ mine devamla Moskova Askeri İdadisi'ne gönderilir. Moskova'da geçirdiği yıllar İsmail Bey'in fikir hayatının şekil­ lenmesine, ideallerinin tutuşmasına zemin hazırlamıştır. Buradaki eğitimi sırasında hem Rus mektebine devam etmiş hem de aşırı derecede milliyetçi bir Rus ailesinden ve şovenist Rus yazarları, akademisyenleri, fikir ve sanat adamlarından istifade etmiştir. İsmail Bey'de oluşmaya başlayan Türk-Tatar milliyetçiliğini bu şovenist Rus çevrenin ve Moskova Askeri Mektebi'ndeki eğitimini kamçıladığını söylemek mümkündür. Rusların kendi milliyetlerine düşkünlüğü İsmail Bey'de bir 'uyanış'a sebebiyet vermiştir. 1865-1867 yılları arasında Moskova Askeri Mektebi'nde eğitimi­ ne devam eder. İsmail Bey'in milliyetçilik ateşi çok çabuk bir şe­ kilde bir yangına dönüşür ve eğitimini tamamlamadan Girit isya­ nında Rum soylularına karşı mücadele içinde bulunan Osmanlı ordusuna katılmak arzusu ile yakın dostu ve bir Litvanya Tatar'ı olan Mustafa Mirza Davidoviç ile birlikte gizlice Türkiye'ye geç­ mek istediyse de bu amacına ulaşamadan Odesa limanında yaka­ landı. Böylelikle öğrencilik hayatı sona erdi. ı868'de memleketine (Bahçesaray) döndü. Burada Zincirli Medrese'de Rusça hocalığına başlar. Bahçesaray'da bulunduğu dört yıl içinde kendisini bilhassa Rus edebi ve felsefi eserlerini tedkikle geçti. 1872'de İstanbul, Viyana, Münih ve Stutgart gü­ zergahından Paris'e gitti. İki yıl kaldığı Paris'te birçok işte çalıştı. Bunlar arasında ünlü Rus yazarı İvan Turgenyefin yardımcılığını yapmak da vardır. İsmail Bey 1874'te küçüklüğünden beri taşıdığı


9

Osmanlı ordusunda subay olmak arzusunu gerçekleştirmek için İstanbul'a geldi. Fakat başvurusuna bir cevap alamadı. 1875'te Kı­ rım'a döndü. İsmail Bey 1876 senesinde ilk evliliğini yaptı; fakat birkaç yıl sonra eşinden ayrıldı. 1878'de Bahçesaray belediye başkan yardım­ cısı seçildi. Bir yıl sonra belediye başkanlığı görevine getirildi; 1884 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Bu yıllar İsmail Bey'in geniş kitlelerle tanışma ve fikirlerini yayma zemini bulduğu hazırlık zamanıdır. Türk-Tatar halkını ve geniş anlamıyla Rusya Müslümanlarını Rus hakimiyetine karşı uyandırmak için basın ve yayın yoluyla propaganda faaliyetlerine başladı. "Bu amaçla ilk olarak ı88ı'de Akrnescid'de çıkan Rusça Tavrida gazetesinde "Ruskooe Musulmanstvo" (Rus Müslümanlığı) başlığıyla, sonradan risale halinde de yayınlanan bir dizi yazı yaz... dı. Bu sırada yani 1882 yılında Kazan eşrafından Akçorinler (Akço­ ra) ailesine mensup Zühre Hanım ile evlendi. Bu hanımıyla 20 süren bir evlilik hayatı olmuştur. Bu evlilikten Rıfat, Mansur ve Haydar adlarında 3 erkek ve Hatice, Şefika ve Nigar isimlerinde 3 kız çocukları dünyaya gelmiştir. İsmail Bey bir yandan Tercüman'ı neşretmeye devam ederken, öbür yandan da Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda seyahatlere çıkar. Bu amaçla Volga "İdil" boylarını ve Kafkasya'yı dolaşır. Daha sonraları Türkistan'a, Buhara'ya seyahatler yaparak oradaki Türk­ Tatar halklarının durumlarını yerinde görür. Seyahatlerini genişleterek 1907-1908 yılları arasında Mısır'da bulunmuş, hatta burada bir de gazete çıkarmıştır. 1911 yılında Hin­ distan'a da gitmiş oradaki Müslümanlar arasında UsCıl-i Savti­ ye'nin intişarına çalışmıştır.

ı

392.

Hakan Kırımlı, Gaspıralı İsmail Bey, TDV, İslam Ansiklopedisi,

c.

1 3, s.


Birinci Bölüm Hasan Sabri Ayvazof: lsmail Bey Gasprenski'nin Albümü Büyük İsmail Bey'in Hastalığı Bronşit, Petrograd'a Gidiş, lstanbul'a Son Seyahat, Tercüman Allesl ile Son Fotoğraflar

"İsmail Bey, Gasprenski Hazretleri birçok senelerden beri hafif bir bronhit [bronşit] hastalığına mübtela idiyseler de 1914 senesi ihtidasına kadar hastalıklarından hiç şikayet etmiyorlardı. İşine bakar ve yazısını yazarlardı. Sene başından sonra öksürüğü artma­ sı üzerine hemen tedaviye başlayıp hastalığın meydan almasına yol vermemişti. Fevral (Şubat) ayında Müslüman fıraksiyasını di­ riltmek için Petrograd'a gitmişler idi. Orada ziyade soğuklanıp Bahçesaray'a avdet ettiklerinde tamamen hasta idiler. Doktorlara müracaatla bir ay kadar tedavi olunup Kırım'ın yalı boyuna gitmiş­ lerdi. İki hafta kadar bir müddet orada kaldıktan sonra tekrar Bah­ çesaray'a avdet etmiş ve yaz sıcaklarının baş-laması ile burada kesb ü afiyet edeceklerine ümid bağlamışlardı. Ayın ahirlerine kadar Bahçesaray'da kalıp, bütün günlerini ha­ vada yatmak üzere geçirmişler ise de Kırım'ın güzel havası, ne de şifalı su ve sıcakları kendilerine faide vermedi. Bunun üzerine deniz havasından istifade etmek ümidiyle İstanbul'a kadar gidip, gelmişlerdi. Fakat bundan da hiçbir faide görmeyip, tamamen hasta olarak muhterem Yusuf Bey Akçora ile birlikte Kırım'a avdet etmişlerdi. İlk defa olarak halinin ağırlığından o gün şikayet eyle­ mişlerdi. İkinci gün bir fotoğrafçı çağırıp "Tercüman" idarehanesi önün­ deki bahçesinde ailesi, efradı, Yusuf Bey Akçorin ve "Tercüman" muharrirleri ile birlikte muhtelif vaziyetlerde resimlerini aldırmış­ lardı. Resim alınırken iskemleye oturmayıp yer üzerinde yatar gibi vaziyette bulunduklarında sual-i ifade eden ba-kışımızdan şüphe­ lenerek: "Ne taaccüb ediyorsunuz, bundan sonra benim alacak vaziye­ tim yatmak olacaktır, zaten ben buna yakınlaşmaktayım" demiş-


11

lerdi. Yine o gün İsmail Bey, kendisinde 58 sene vakit geçirdiği hane­ sinin idarehane ve matbaasının fotoğraflarını ve yazı odasının resmini de aldırmak istemişti. Fakat birdenbire havanın bu­ lutlanması buna mani' olmuştu. O gün İsmail Bey şöyle diyordu: "Yakında uzun bir seyahate çıkmak fikrinde olduğumdan ha­ nemin "Tercüman" heyet-i tahririyesinin ve matbaasının fotoğraf­ larını beraberimde bulundurmak istiyorum." Bu sözlerden biz bir şeyle şüphelenerek çok müteessir ol­ muştuk. Birgün hastalığı hakkında "Tercüman" vasıtasıyla okuyucuları­ mıza (bulleten) suretinde malumat verilmesi için kendilerinden müsaade istediğimizde: "Ben büyük adam değilim ve olmak da istemem, bundan başka ben kendimi o derece fena hissetmiyo­ rum, bunun için halkı ürkütmekte mana yokdur" demişlerdi. Fakat biz, işin gittikçe fenalaşıp, sıhhatlerinin ümidsiz bir dereceye gel­ diğini anladığımızdan kendisinden gizli olarak dostlarımızdan bazılarına ve milli matbuatımız idarehanelerine birkaç mektup ve telgraf göndermiştik. İkinci günü her yerden istifsar-ı hatır telgraf­ ları gelmeye başlayınca İsmail Bey bizden şüphelenerek: "Yahu bu adamlar benim hasta olduğumu nereden anlamışlar?" yollu sualde bulunmuşlardı. Ağustos ahirlerine doğru derece-i hararetleri hal-i tabiisine ka­ dar inip halet-i ruhiyeleri yerine gelmişti. Her gün bir iki saat ga­ zete okutup dinler ve ahval-i hazıra-i siyasiye hakkında fikir ve nazarlarını beyan ederdi. Fakat bu hal çok devam etmeyip Senta­ bir s'de biraz ağırlık hissettiklerini söylediler. o gün akşam 12' den sonra halleri büsbütün fenalaştı. Hemen doktorlar getirildi. Mua­ yeneden sonra İsmail Bey'in hayatından ümid kalmadığını ve mü­ vellidü'l-humuza (oksijen)'dan başka kendilerine verilecek hiç bir ilaç olmadığını beyan ettiler Merhum o dakikadan itibaren müvel­ lidü'l-humuza teneffüsüne başlayıp ölümle mübarezeye girmişler­ di. 2

ı

Hasan Sabri Ayvazof, İsmail Gaprinski'nin Albümü, İstanbul, 1334/


12

İsmail Bey Gasprenski'nin Vasiyetleri, Tövbeleri, Vefatı Öleceğlnl Anlama. Altı Yüz Ruble Vasiyetim Var, Tercüman'ın Himlsl Millettir.

"İsmail Bey Gasprenski hazretleri, vefatından bir hafta mukad­ dem epeyce iyileşmiş gibi bir halde idiler. Odalarına girdikçe yanı­ na oturtuyor. Konuşuyor. Hatta ara sıra ibretli güzel güzel latifeler de ediyordu. Sentabir 8'de sabahleyin hastalıkları tedricen fena­ laşmaya başlamış idiyse de pek şen ve şatır idiler. Sentabir 9'da halim ağırdır diye sık sık adi su içmeye başladı. O gün akşam üzeri oğulları Rıfat ve Haydar Bey'leri, damadı Nesih Bey'i, kerimeleri Şefika ve Nigar Hanım'ları ve şu satırları yazan acizi başucuna topladı. Derin derin düşündükten sonra kendileri­ ne mahsus olan i'tidal ve metaniyetini bu halinde bile muhafaza ederek hepimize hitaben fısıltı ile dedi: (aynen) "Söyleyeceklerime dikkat ediniz, dünden beri kendimi fena ve ağırca hissediyorum. Bu halin neticesi bugünlerde anlaşılacaktır. (sükut) Mademki doğduk... Bir gün elbet öleceğiz. Sözlerimden müteessir olmayın ... Doğmak tabii' olduğu gibi ölmek de tabiidir. Bunun için ne olur ne olmaz ... Ben sizlere vasiyetimi söylemek istiyorum. Şayet ölürsem (inşallah daha yaşarım) .. Şu söyleyecek şeylerimin icrasını sizlerden beklerim: Mezarım, Zincirli Medrese civarında kendisinde Mengli Giray Han'ın türbesi, bulunan mezarlığın cenubi şarkisindeki yüksekçe mevkide kazılsın. Altı yüz ruble vasiyetim var Bu para .. Adama emanet olarak bı­ rakılmıştır. (Oğlu Rıfat Beye hitaben) Mezkur meblağı o adamdan alır, 400 rublesini cenazem kılındığı günden itibaren bir aya kadar ehli olanlara tasadduk edersin, baki kalan 200 rubleyi de bir sene­ ye kadar bir mektep ile bir caminin faidesine sarfeylersin. "Tercüman" gayr-ı kabil-i taksimdir. Hiç taksim edilemez. Ev1915, s. 10-12.


13

!atlarım, çalışanlar iradından istifade etsinler, "Tercüman'ı sön­ dürmezler ümid ederim, (sükut) ... Benden sonra "Tercüman"ın baş muharriri Hasan Sabri Ayva­ zof olacaktır .. İki seneden beri ben ona emanet etmekteyim, siz­ lerde emanet ediniz oğullarım ... Kendi ihtiyarıyla "Tercüman'dan gitmez ise onu kimse idareden çıkarmayacaktır... 'Tercüman"dan maada olan işleri evlatlarım ve damatlarım tes­ viye ederler. Bir buçuk aydan beri yanımda bulunan Zeynep nam yetime kızcağıza 50 ruble hediye verirsiniz .. İsmail Bey'in bu sözlerini işitip de müteessir olmamak, i'tidalini kaybetmemek, hiç insanın elinden gelir mi? Hepimiz kendimizden geçmiş gibi bir hal içinde kalmıştık. Bu halimizi görünce ağzından müvellidü'l-humuza borusunu alarak: -"Müteessir olmayın, inşallah ben yavaş yavaş kesb ü afiyet ede­ rim" dedi. Sentabr ıo'da merhumun hali daha ziyade ağırlaşmıştı. Gün or­ tası saat 12 raddelerinde artık hayatından kendisi dahi ümidini kesmiş olmalı idi ki "Yasin-i Şerif tilavet ettirdi. "Yasin-i Şerif okunurken başları uçlarında bulunan Kelam-ı Kadim'e el uzatıp yüzüne gözüne sürüyordu. Bir az sonra gözlerini yumarak şu söz­ leri söylüyordu, (aynen) : "Büyük Allah'ım 63 buçuk sene yaşadım. B u hayatin 35 se­ nesini Müslümanların uyanması, terakkisi, tealisi ve tekamülü uğrunda sarf ettim. Milletimin selamet ve saadeti için elimden her ne geldiyse hepsini yaphm. Yarabbi! .. Ey büyük Tanrım! Meydana getirmek istediğim birkaç şey­ ler daha vardı. . Fakat buna muvaffak olamayacağım ... Arhk ... Artık ne varsa hepsi senin, her şey senin elindedir. Allah'ım"

Yine şu gün akşam üzeri bütün oğullarını ve küçük kızı Nigar Hanım'ı yanına çağırıp her birini ayrı ayrı sevdi, okşadı, öptü ve dedi: -Oğlum Rıfat! Bundan sonra kardeşlerinin, hemşirenin hamisi sen olacaksın, "Tercüman"ı söndürme "Tercüman" daima yanma-


14

lıdır. "Tercüman"ın hamisi millettir. Millet 33 seneden beri onu himaye etti. Eğer sizler benim sözlerimle hareket ederseniz millet daima "Tercüman"ı himaye edecektir" Bundan sonra İsmail Bey yüzünü tamamen kıble cihetine çe­ virdi. Sol elini iki gün mukaddem başı altına nasıl koymuşsa hiç kaldırmadı. Gece yarısından sonra başının hararetinden biraz zahmet çektiğini söyledi. İkinci gün Sentabir ıı'de sabah saat iye kadar bu vaziyette kalmıştı. Gözleri yarı açık bulunuyordu. İsmail Bey son nefesini verirken gözlerini bir daha açıp etrafına bakındı, ve ebedi olarak gözlerini yumdu .. .''3

İsmail Bey'in Son Emeli Yedi Sene Daha Yaşama Arzusu, Bahçesaray'da Ana Dlllnde Bir idadi Yahut Bir Dlrü'l-Mualllmln Açılmasını Görmek Emeli.

"Üstadımız büyük İsmail Bey'in 33 sene kadar bir müddet takip ettiği emeller, arkasından koştuğu maksatların ne olduğu ve bun­ lardan birçoğu (başlangıç suretinde olsa bile) bütün "Tercüman" okuyucularına malumdur. Bunun için biz, bunları birer birer say­ maya lüzum görmüyoruz. Merhum İsmail Bey, son senelerinde maarif ve terakkiyat-ı milliyemizden bahsedildikçe: -Hamd olsun, 30-35 sene evvelki halimizle bugünkü halimiz arasında büyük bir fark var. Müterakki, mütemeddin bir millet olmadık ise de tedenni devrinden çıkıp terakki devrine girmek için kapılar açmaya istidad göstermeye başladık ki bu da az birşey değildir. Evet, 35 sene mukaddem düşündüğüm fikirler ve o zamandan itibaren takip etmeye başladığım milli emellerin bugün pek çoğu­ nun husule geldiğini görmekle mesudum. Fakat bir arzum bir emelim daha vardır ki, onun da husule gelmesini görmek isterdim,

J

Hasan Sabri Ayvazof, s. 14-16.


15

eğer bunu görmeden ölürsem gözlerim açık kalacaktır... " diyordu. -Büyük İsmail Bey'in bu arzusu, bu emeli neydi? Anadilinde ya bir idadi. Yani hakiki muallimler yetiştirecek bir Darü'l-muallimin mektebinin te'sisi idi. Kaç sene mukaddem Devlet Duma'sı meclisinde Rusya'da otu­ ran muhtelif milletlerden her biri kendi anadilinde fen tedris ede­ bilmek için ibtidai. rüşdi idadi ve alelhusus mektepler açabilmesi­ ne dair tertib ve tanzim edilmiş kanun layihasının devlet şurası meclisinden dahi muvaffakiyetle geçip İmparator hazretleri tara­ fından tasdik buyurulmasını İsmail Bey, büyük bir sabırsızlıkla bekliyor ve: - "Son emelimin de husule gelmesini görmek, için yedi sene daha yaşamalıyım" diyordu. Ana dilinde mezkur mekteplerin açı­ labilmesi için Duma meclisi tarafından tanzim edilip bazı tadilat icrasıyla devlet şurasından geçmiş yeni kanun-ı layihasının, geçen Eylül ayında İmparator hazretleri tarafından dahi tasdik buyurul­ duğu haberi geldiğinde son derece sevinmişlerdi. Eylül ıJ'de çıkmış ı53 numaralı "Tercüman" ile bu haberi tebşir ve tebrik ile Eylül 15'de neşr olunmuş 154 numaralı nüshamızda hasta bulundukları halde (Yeni Zaman) ser-levhasıyla bir makale yazmışlardı. -Mezkur makalede İsmail Bey, son defa olarak diyordu: "Bundan otuz kaç sene mukaddem Usı11-ı Savtiye mekteple­ ri zuhur ettiği ile millette maarif-i milli muhabbeti ve hevesi hissolunmaya

başladı.

Mekteplerde

Malumat-ı

diniye

ve

ahlilkiyeden maada dünyamız ve tevsi-i fehm için lazım olan malumat-ı fenniye derslerine teşebbüs ve hizmet görüldü. Tedrisat-fenniyenin daha yukarı dereceleri medreselerde tatbik

edilmek

istenildi.

Kazan'da,

Buva'da,

Ufa'da,

Oren­

burg'da, Gence'de, ve (cüz'i olsun) Bahçesaray'da malumatlı ve haberdar ulema yetiştirmek milli ve ziyalı bir tabaka vücuda getirmek emeli ve fikri fiiliyata konuldu. Lakin hükümet bu ar­ zu-yı tekamül ve maarif-perverliğini birileri anlayamayıp başka manalar ile tedrisat-ı feniniyeye meydan vermek istemedi. Çün­ kü mevcut kanun iktizasınca Rusya'da tedrisat-ı fenniyeye


16

meydan vermek istemedi. Çünkü mevcut kanun iktizasınca Rusya'da tedrisat-ı fenniye yalnız Rus lisanında tedris edilmek icab ediyordu. Sair milletlerin lisanına bu imtiyaz verilmemişti.

"Buna binaen idi ki bir hayli mektepler ve medreseler teftiş edilip, ders kitapları müsadere ve muallimler tevkif ve azl edilmişler­ di. "Nizamperver ve nizama ragip Müslümanlar muhabbet ve fikir­ lerini söndürmemek ile müsaade zamanını gütmeye ve o zamana kadar vermişlerdi. "Eminiz ki hükümetimiz Müslümanların itaatini, sabrını bir ta­ raftan arzu-yı tekamüllerini de diğer taraftan takdir eder ve meşru' isteklerine kabul ve cevaz verir. "Rusya'da mümkün olmayanı Rusya haricinde işlemedik. Memalik-i ecnebiyede Rusyalı Tatar-Türk dershaneleri açmadık. Vatancılığa yaraşmayan bir türlü amelde bulunmadık, ama şimdi muhtaç bulunduğumuz ve açmak istediğimiz mektepleri dersha­ neleri açık ve meşru' bir surette Rusya'da açacağız, sevine sevine okuyacağız, kesb-i malumat, kesb-i kemal edeceğiz. Her milletin öz lisanında hususi mektepler açıp tedrisat-ı fen­ niye edilmesine ruhsat verilmedi. Devlet dumasından ve devlet şurasından yolu ile geçirilmiş (Hususi şkolalar) yani Mektepler Nizamnamesi Hazret-i İmparator'a takdim edilip tasdik buyuruldu. ·

Yeni nizam vücut buldu. Bununla beraber biz Müslümanlar için "Yeni Zaman" yani ikinci devir doğdu. Biz buna "Maarif Devri" ismini vermek istiyoruz. Rusya'nın sair milletleri ile beraber ve Tatar-Türk kavm-i necibi ve teb'a-i sadıkası öz lisanında bol bol fenni tedrisata mahsus hususi: -İbtidai mektepler -Orta dereceli idadi mektepler -Büyük dereceli ali mektepler açmak hakkına ve müsaadesine malik bulunuyorlar. Yeni nizam mucib-i mektep açmak ruhsata bağlı olmayıp yalnız kanun şartları icraya tevakkuf ediyor. Artık buna bugün imkan var. Lakin üç gerek var.


17

-Himmet ve hamiyet -Muallim ve mübaşir -Ketebe-i fenniye ve yazanlar... İsmail Bey bu hususta daha çok şeyler yazacaktı. Fakat bir ta­ raftan Avrupa muharebesinin zuhuru, diğer taraftan hastalıkla­ rdan kesb ü şiddet etmesi buna mani' olmuştu. Hasta yattıkları müddetçe kendilerini ziyarete gelenlere hep bu meseleden bahse­ diyorlardı. Bahçesaray'da ana dilinde bir idadi yahut bir darü'l­ muallimin açılmasını görmek son emelimdir, inşallah bunu da görürüm" diyor, ve her millete kendi lisanında hususi mektepler açılmasına müsaade edildiğini tebşir ve tebrik eyliyordu. Hastalığı kesb ü şiddet edinceye kadar: "düşündüğüm ve vücuda geleceğine iman ettiğim birçok fikirler daha var, bunun için ise Allah'tan yedi senelik bir ömür daha istiyorum ... ," diyordu. Fakat hastalıkları kesb ü şiddet ettikten sonra yedi seneden yedi aya düştüler: -Eğer kesb ü afiyet edip yedi ay daha yaşarsam, hiç olmazsa son emelim olan ana lisanında bir darü'l-muallimin mektebinin Bah­ çesaray'da vücuda getirilmesine teşebbüs edileceğini görürüm ümidindeyim. Sözlerini derin bir iman ile her gün tekrar ediyor­ lardı. Fakat heyhat, birçok kişileri tedbir ve niyetlerinden, ümit ve emellerinden ayıran "Ölüm" büyük İsmail Bey'i de son emeline muvaffak olmadan alıp götürdü ... Evet, İsmail Bey dünyadan gitti. Llkin 35 sene kadar bir müddet bitmez tükenmez bir say u içtihat ile meydana getirdiği asarı yaşayacağı gibi, son nefesine kadar ta'kip ettiği maksatlar, arkasından koştuğu fikir ve emellerinde yaşayacağını ümid ediyoruz. Daha doğrusu, bugün onun fikirleri­ ni, yaşadıkça emellerini husule getirecek vicdan-ı milliye malik bir Türk- Tatar milletinin mevcut olduğuna inanıyoruz."4

4 Hasan Sabri Ayvazof, s. 16-20. (Bu makale lsmail Bey merhumun en son makalesi idi. Bundan sonra "Tercüman" için hiç birşey yazamamışlar­ dı.)


18

Mizacına Ait Bazı Özellikler Karyolada Çalışma, Tütün, Kahve, Yoğurt, Hassas, Şefik ve Rakik Bir Kalb, ltldal, Mllll Musiki Hayranlığı

İsmail Bey, diğer bütün büyük adamlar gibi birtakım özel me­ ziyetleri ve farklı karakteri olan bir şahsiyettir. Özel hayatına ve mizacına dair birtakım bilgileri, uzun zaman onun yanında bulu­ nan ve onun ölümünden sonra Tercüman'ın başyazarlığını yapan Hasan Sabri Ayvazofun kaleminden öğreniyoruz: "Kendileri zevk-i selime malik oldukları halde sadeliği pek se­ verlerdi. Elbisesi, yemeği vesairesi pek sade idi. Yemeğini burada yer, kahvesini burada içer, uykusunu burada uyur, yazısını da bu­ rada yazardı. Yalnız misafir geldiği zamanlar misafir salonuna çıkıp oturur ve yemek odasında yemek yiyordu. İsmail Bey erken kalkmayı severdi. Sabah saat 6-7 raddelerinde kalkar, bir fincan kara kahve içer, sonra yazı yazmaya başlardı. Saat 8 raddelerinde posta geldiği gibi bütün mektup ve gazeteleri gözden geçirir, ehemmiyetli mektup ve haberleri mavi kırmızı boyalı kalemiyle çizerdi. Bu işlerin hepsini karyolasında yapardı. Yazı yazar iken karyolasında biraz arkasına dayanırdı. Kağıt altın­ da katıca bir şey bulundurup yazısını diz üstüne yazardı. Yazı ile meşgul iken tütünü çokça çekmeyi severdi. Saat on raddelerinde hücresinden çıkıp idare ve matbaaha- ne­ yi dolaşır, mürettiblerin ve diğer amelenin işlerini bakar sonra tekrar odasına girip karyolasına uzanırdı. Sıhhati yerinde olduğu zamanlar, her gün bir kaç saat matbaa hanede oturuyordu. Sabahları odasından çıktığında matbaadaki motorlu makinalarında davuşunu işitmezse rahatsızlanırdı, maki­ nanın niçin işlemediğini sorar, anlardı. Bir gün matbaada çokça oturduklarını görüp: -Efendim, bu makina gürültüleri ve boya kokuları içinde niçin bu kadar çok oturuyorsunuz? denildiğinde gülerek dedi : -Matbaa makinasmm gürültüsü benim için en güzel bir mu­ siki olduğu gibi, boya kokuları da en latif çiçeklerin rayiha-


19

sından hoştur. Saatlerce matbaada kalsam ne makinanın tüsünden usanırım ne de boya kokusundan ...

gü rül­

"

İsmail Bey işsiz hiç oturamazdı. Onun için en büyük azab, en ağır ceza işsiz oturmaktı. Hanesinde bulunup da bir iş ile meşgul olmamak onun için kabil değildi. İşi yoksa karyolasında uzanır sigarasını dumanlatarak derin derin düşünür, yeni fikirler doğu­ rur, yeni işler icad ederdi, işten güçten yorulmak bilmezdi. Mey­ dana gelmesi mümkün olmayacak işleri hile bir kere olsa da tecrü­ be ederdi. Umumiyetle meydana gelmesi kabil fikirler düşünür, yapılması mümkün olacak işler yapardı. Teşebbüs ettiği işlerde ne kadar müşkülata uğrarsa uğrasın, ruhu sönmez, ümidi kırılmazdı. Vücudu zayıf olmakla beraber büyük bir metanet ve cesaret-i me­ deniyeye malik idi. Ruhsuzlara ruh, ümitsizlere ümit verirdi. Bey­ hude yürümez, nafile söz söylemez, maksatsız gezmezdi. İsmail Bey hassas, şefik ve rakik bir kalbe malikdi. En küçük şeylerden bile pek müteessir olurdu. Fakat bu teessüratını meyda­ na vermezdi. Ne kadar elim bir ızdırap, ne derece şedid bir buhran içinde olursa olsun her zaman itidalini muhafaza ederek metanet-i kalbiye sahibi olduğunu gösterirdi. Hayatının son günlerinde bile metanet-i kalbiyesini muhafaza ile etrafındakilere ümit ve teselli veriyordu. İsmail Bey, pek büyük bir izzet-i nefse malik olmakla beraber gayet mütevazi idi. Şehirde nasıl bir cemiyet olursa olsun, gerek umumi, gerek hususi, davet olunursa hepsine giderdi. Zadeganla­ rın zenginlerin düğünlerine vardığı gibi fakirlerin düğünlerinde de bulunurdu. Memleketin ne kadar mütehassis, güzel adetleri varsa hepsini yapardı, şehrin hayat-ı umumiyesine iştirak ederdi. Bir iş ile çarşıya indiklerinde kahve içer, içirir ve herkesle bir bir görü­ şürdü. Ara sıra bazı dostlarına latife etmeyi de severdi. Hakiki ulemaya karşı kalbinde her zaman pek büyük samimi bir ihtiram besliyordu. İsmail Bey, nasıl bir cemiyette bulunursa bulunsun erkence hanesine gelmeyi, erkence yatmayı severdi. Uykuya yatmazdan evvel pişmiş sütten yapılmış taze katık (yoğurt) yemeyi adet et­ mişti. Etli, yağlı ve Avrupa usulünce hazırlanmış yemeklerden pek


20

hoşlanmazdı. Hamur aşlarını ve milli yemekleri pek severdi... Kış mevsimleri odasındaki sobayı yaktırıp önünde bir minder koyup ateşe karşı otururdu. Şimdiki evlerimizde eski milli ocakla­ rın bulunmadığına teessüfler eder, o ocakların köşesinde oturma­ nın keyf ve lezzetinden bahsederdi. Umumiyetle milli adetlerimizi sever o adetlerin Avrupa medeniyeti tesiriyle tedricen kaybolduk­ larına esef ederdi... İsmail Bey, sanayi-i nefisenin kaffesini anlar, sever, takdir ederdi. Milli musikiye karşı ise adeta bir inhimak gösteriyordu. Avrupa musikisini takdir etmekle beraber şark musikisinden daha ziyade lezzet alır ve şark makamlarını tercih ederdi. Çalgılı düğün­ lerde bulunduğu zaman "Aksağın dolusu", "Aksağın marşı" nam milli marşları çaldırırdı. Bunlara "Aksak Timurlenk dolusu", "Ti­ murlenk'in marşı" dahi deniliyor. Her ikisi de tarihi makamlar ve marşlardır... İsmail Bey, Kırım makamlarının ve alelhusus bu iki marşın no­ taya alınıp yaşatılmasını isterdi. Milli musikiden bahs açıldıkta : -Bugün Kırım gençleri arasında muhtelif mekatib-i aliye ikmal etmiş lıukuk-şinas, tabib, filolog, şair ve ressamlarımız var. Bir de konservatuvarya mektebini bitirmiş musiki-şinasımız olmalıdır. Milli Kırım makamlarını, musikisini yaşatmak için buna da ihtiya­ cımız var. . . " diyordu ... "5

İsmail Rey Gasprenski ve Milli Matbuatımız Ölümün Farkettirdiğl Boşluk, Basından Yankılar

"Gazetemizin müessisi büyük İsmail Bey Gasprenski'nin vefatı münasebetiyle milli matbuatımızda birçok muhterem muharrir ve ehl-i kalemlerimiz tarafından merhumun hayat- ı hususiye ve ictimaiyesine dair birçok uzun makaleler yazıldı ve bu makaleler­ de merhumun bütün evsaf ve hasaili, mesleği, Türk-Tatar ve İslam alemine etmiş olduğu büyük hizmetleri gayet fasih bir lisan ile zikr edildi. Ve İsmail Bey'in vefatından dolayı derin teessürler ve tees-

s

Hasan Sabri Ayvazof, s. 7-11.


21

sütler izhar edildi. Biz mezkur makaleleri vefatıyla Tercüman ga­ zetesine sırası ile dere etmiş idik, burada da bazılarını kısaltıp naklini münasip gördük. Muteber "Vakit" gazetesinin baş muharriri muhterem Fatih Efendi Kerimof Cenabları'nın "Büyük Milli Matem" ser-levhasıyla yazdığı makaleden bir kaç satır: "Bütün ömrünü din ve kan kardeşleri faidesine hasretmiş bü­ yük bir zat bu gün aramızdan ayrıldı. Milletin saadetini her şeyden ileri tutmuş, insaniyet ve temeddün yolundaki içtihadı ile bütün dost ve düşmanlarının tahsinlerini celb etmiş alicenap bir kalp bugün hareketten durdu. Bugün büyük Türk-Tatar dünyasının yolbaşcısı olan en parlak yıldızı söndü. Bu yıldızın sönmesi Türk­ Tatar dünyasının şarkından, garbına, şimalinden cenubuna kadar görülecek ve her yerde özünün dehşetli tesirini icra edip hassas kalplerini titretecektir. İsmail Bey'in hayatı Rusya Müslümanları için öz başına müstakil bir devir, öz başına müstakil bir tarihtir. Bu devirde Rusya Müslümanları yeniden dünyaya geldiler. Bu devirde dilli ve edebiyatlı oldular. Milli matbuata, temeddün ve insaniyet fikrine girmeleri de şu devirdedir. Başka milletler gibi oku yazı bilmeye, fikir yürütüp düşüne başlamaya da şu devirde öğrendiler. Usıil-ı Cedide, Cemiyyet-i Hayriye, Teavün Cemiyetle­ ri, iktisadi teşebbüsler, kadın kızlarımızın talim ve terbiye ve hu­ kuk meseleleri de hep şu devirde meydana çıktılar. Hulasa: Rusya İslamları arasında Ma'arif-i Cedide ve medeniyet yayılmasının başı mutlaka İsmail Bey Gasprenski'ye varıp dayan­ makta ve Rusya Müslümanları arasında millet ve cemiyet hizme­ tinde bulunan ne kadar zatlar varsa bunların her biri İsmail Bey'i bir cihetten özlerine üstad tanımakta ve onun şakirdi olmakla iftihar etmektedirler. İsmail Bey öldü, lakin yalnız cesedi aramızdan ayrıldı. Onun ruhu, onun fikri ve maksatları ebediyen baki kalıp gittikçe anlaşı­ lacak, gittikçe taammüm edip taraftarları artacaktır. İsmail Bey'in mübarek ismi, mukaddes fikirleri Türk-Tatar tarihinin en parlak en şanlı sayfalarını işgal edecektir. Türk-Tatar evladı indinde onun ismi ebediyen mukaddes olup, ağızdan ağıza söylenecek, onun resmi, bizim milli hayatımızın ölmez bir nişanı olarak ruhumuzu


22

takviye edecek, ağır günlerinde bize testiye verecek me'yus kalple­ rimize ümit girdirecektir. 20-30 milyon şakird bırakıp ölen bir üstad, 20-30 milyon ma­ nevi evladı terk edip vefat eden bir baba-yı bahtiyardır. Bundan artık, bunun fevkinde bir bahtiyarlık tasavvur etmek akıllara sığ­ mıyor. Ne şiddetli bir nehir cereyanını başka bir tarafa akıtmak kadar müşkül bir iş ise, gaflet ve taassup deryasına batmış bir mil­ letin fikrini ikinci bir tarafa çevirip işletmek ondan daha müşkül bir iştir. İsmail Bey merhum işte şöyle bir işi işledi. Hiç şüphesiz o büyük adamdır, onun ali ruhu huzurunda diz çöküp ta'zim ediyo­ ruz. Hüda'nın ebedi rahmetinde olsun. ı2 Sentabr 1914 sene. Muteber "İkbal" gazetesi de muhterem muharrirlerimizden İb­ rahimof Cenabları'nın (Ye's-i Azim, Büyük ve Tarihi Milli Matem) ser-levhasıyla yazdığı makaleden: "ismall Bey Kim idi?"

Bu sualin cevabını biz değil Rusya'da, Türkiye'de, Mısır'da, Arabistan' da, Hindistan'da, Eflak'de, İran'da ve Turan'da her mülk ve diyarda onun namını perestiş edercesine tekerrüm ve ta'zimle zikr eyleyen milyonlarca milletin kalbi ve vicdanı vermiştir. Ve onlarca milyonluk milletin (ba's ü had-el mevt) ve (neş'etü'l-icra) seda verecektir. İsmail Bey her şeydir, herkestir, hepimizdir, bütün millettir, bugünkü dilimiz, kalbimiz, yazımız, yazanlarımız, oku­ yanlarımız, matbuat ve edebiyatımız, mekteb ve medreselerimiz, şakirdler ve talebelerimiz hasılı kaffemiz İsmail Bey'in mahsule-i vicdan ve dehasıdır. İsmail Bey, vesile-i kemal, olacak kaffe-i evsaf ve hassais-i mezkureyi haiz olmakla beraber Müslümanların bütün tarihleri müddetinde ne olduğunu bilmedikleri diğer bir hassa-i mukaddi­ seyi yaratmak şerefine de herkesten evvel nail olmuştur ki, bu hassede: -Müşterek umumi bir vicdan-ı millidir. Her milletin öz dili, öz duygusu, öz dileği, öz dirliği, olmadan yaşayamayacağını, çürük ve mevhum olacağını ve böyle çürük unsurlardan teşekkül eden bir


23

"Bina"nın payidar ve her- karar olamayacağını herkesten evvel İsmail Bey derk eylemiştir. Merhum, her milletin milli dile milli edebiyata ve maarife, milli hayata malik bulunmalarını bütün öm­ rü müddetince telkin eylemiş ve binaenaleyh milleti bu mana-yı aliyesiyle derk etmiştir. Kendisi ırken Türk olduğundan bittabi Türk millet-perverliğini meydana sürmüş ve Türklere "bir dil, bir fikir, bir fı'l, gerekliğini bir gaye ittihaz ederek bu gayeyi kaya gibi sebat ve metanetle terviç ve müdafaa eylemiştir ki, millete bahşet­ tiği: -Milli vicdan - dini iman budur. İşte ona büyüklüğün daha yüksek ma'nasını verdiren şahsiyet-i mahsusa bu olmuştur. Bugün millet onu ne kadar anlıyorsa, yarın daha ziyade anlar. Milletin şahsiyet ve sima-yı milliyesi inkişaf ettikçe İsmail Bey'in bu babdaki azimet ve ulviyeti de o nisbette yükselerek tecelli eder. "Büyük" namını kazananlar şöyle bir şahsiyet-i mahsusaya ma­ lik olup kendi başlarına bir cihan, kendi başlarına bir kainat teşkil edenlerdir. Bugünden sonra mağfur ve merhum diye yad edeceği­ miz İsmail Bey ise bütün Rusya İslamlarının ve belki umum Müs­ lümanların en büyük bir cihanı, en büyük bir kainatı idi ki bugün tabakat-ı maddiyesinden açılarak safahat-ı maneviyesine intikal etti. Ve biz de onun bu nüsha-i kübra-yı maneviyat-ı huzurunda topraklara kapanarak, için için dağlanıp, yüreklerden kan sızıyor, matemlere dalıyoruz, ağlıyoruz ... Muteber "Yıldız" gazetesinde A. Battal Efendi'nin "Zor Vak'a" ser-levhasıyla yazdığı makaleden: "İsmail Bey Rusya Müslümanlarındaki hareket-i fıkriyenin mevcudu" birinci Usul-ı Cedide mekteplerinin ilk üstadı, milli cemiyyet-i hayriyeler tesisinin mübeşşiridir. Tatar gazeteciliğinin babası, Rusya Müslümanlarının büyük ıslahcısı ve umum Türk­ Tatar dünyasının büyük bir kahramanı idi. İsmail Bey 36 yıl mu­ kaddem Kırım'ın küçük bir şehri olan Bahçesaray'da neşre başla­ dığı "Tercüman" ile Rusya Müslümanlarına hayat ve medeniyet dersi vermeye, necat yolu göstermeye tutundu. Onun güzel fikir­ leri, faydalı tavsiyeleri Türkistan, Kafkasya, Ural ve İdil" (ve Vol-


24

ga) boylarında, dahi dinlendi, kabul edildi. Geniş Rusya'nın muh­ telif köşelerinde yaşayıp da birinin ahvalinden büsbütün haber­ siz, yani pek az haberdar olan Türk-Tatar kavimleri "Tercüman" vasıtasıyla tanışmaya, anlaşmaya başladılar. İsmail Bey'in Bahçe­ saray'da tesis ettirdiği birinci Usfıl-i Cedide mektebi, Rusya'da ki umum usul-i cedide mekteplerinin anası oldu. Gösterdiği yollar ve nizamlar mucibi Rusya Müslümanları arasında, cemiyet-i hay­ riyeler açıldı, Onun tercüme ve te'liflerini görüp bizde de yeni eserler telif ve tercüme etmek hevesi uyandı ... Türk-Tatar tarihinde kendisine bir (devir) yapan bir milletin ictimai hayatında yolbaşçılık edip onu faydalı yola göndermeye muvaffak olup dünyadan giden İsmail Bey pek mes'ud ve bahti­ yardı. İsmail Bey öldü, fakat onun büyük ve yetiştirdiği nefi' ye­ mişleri bütün bir millete hayat veren ruh-ı tabiyesi bizim ara­ mızda baki kalıp daima yaşayacaktır. Rusya Müslümanları sana minnettardır, ey büyük İsmail !. .. Muteber "İl" gazetesinde muhterem Mahmut Fuad Efendi Ce­ napları tarafından yazılmış olan uzun ve kıymettar makaleden satır: -... Ey Tatar muharriri, edibi, şairi, bırak kalemini ! Bir gün olsa da yazma, fikirleri ! Hem fikirlerinde en derinine dal! Senin üsta­ dın, yolbaşcın nerede? Şu üstadın başında saklanan, onda müla­ haza olunarak zuhur edegelen fikir ve meslekleri şimdi sana çı­ karmak, tefekkür ve ibda' etmek lazım gelecek değil mi? Ne ya­ pacaksın, yanılmazsın mı, yoldan adaşmazsın mı? Ey cemaat hadimi! Sen de fikir ile düşün! Şimdi Gasprenski yok. Senin attığın her adımını bakıp ifratını, tefritini ölçeyerek yoluna koyacak kalma­ dı. Senin arkadaşlarında senin gibi gençler, tecrübesizlerdir. Ara­ nızda bundan sonra Müslimü'I- küll (cümlenin teslim olduğu) bir kart (yaşlı) üstad yok. Sizde birbirinizde hürmet ve itibar ve iman yok. Sizler bundan sonra ne yaparsanız da kendiniz mes'ul ola­ caksınız, buna dayanacak, cevabını kendiniz vereceksiniz. İttihaz ederek. Millete bahş azsa kart babanın sözlerini, onun işlerini, onun


25

maslahatlarını meluf hatırınıza düşürünüz! İşte onun ruhu, onun hatırası sizleri birleştirsin, doğru yola bu ulaştırsın. Milletin ey Tatar muallimi! Unutma Gasprenski öldü, o şimdi yok. Lakin mektebi kaldı. Okuduğun, okuttuğun, bildiğin, bildirdiğin cümlesi o pir-i muh­ teremin semeresidir. Unutma, şakirtlerin de unutmasınlar, onun istirahat-i ruhuna daima dua etsinler. Ey Tatar Balası! Ellerini kaldır, dua et! Yavaş ol, bak gör, işte babanın ruhu uçup gidiyor, derin bir şefkat, nihayetsiz bir şadlık ile sana bakıyor, senin okuduğuna iftihar ediyor, özü sana görünmüyor, fakat mütebessimane elin­ den uçup gidiyor. İşte o yine uçuyor, ikinci, üçüncü, Tatar halasının başına gelip kondu, yüzü güldü, manlayından öptü, uçup gitti. Etrafını feriş­ teler sarmış, kendisini arş- ı alaya götürüyorlar. Ey masum bala! Kur'an'ını oku, duanı kıl! Sen görmesen de baban seni görür, dinler, sen kitabın her sayfasını açtıkça o ferahlanır, güler, şadla­ nır. Ey merhum baba, masum ruh! Uç, seyran ile! Bütün Tataristanı dolaş! Cemiyet-i Hayri­ ye'lere, yetimhanelere, kıraathanelere, gazete idarelerine, mek­ teb, mescid, medreselere, hatun kız arasına, kanturalara, fabrika­ lara, ticarethanelere, gir, her yer senin için açık. Tatar, var o l­ dukça her yerde seni anacaklar, sana dua edecekler, uç seyran et, dinle bak otuz beş senelik hizmetini seyret! Her yerde sana rahmet, cümleden sana dua!. .

6

Hasan Sabri Ayvazof, s. 20-26.

.

6


26

Taziye Telgraftan Taziye Telgrafları Orenburg-Medrese-i Hüseyniye Hey'et-i Talimiyesi merhum Gasprenski'nin ailesine ve umfım millete beyan-ı taziyet ediyor. Bütün hayatını millete hizmet yolunda feda etmiş, müceddid ve üstad-ı ekremimiz İsmail Bey'in vakitsiz irtihalinden hasıl olan küdüret-ı azime karşısında merhumun ailesine ve millete sabır ve tahammül vermesini Cenab-ı Hak'dan temenni ederiz. Müdür: Devletşin Kazan- Milletin manevi atası, Tatar gençlerinin birinci üstadı olan İsmail Baba'nın vefat haberi bizleri dehşet içinde kaldırdı. Baba öldü. Lakin onun efkar-ı aliyyesi bize daima yolbaşcı ola­ caktır. İş bu ziya'-ı ebedi karşısında büyük Tatar milletine sabır ve tahammül vermesini büyük Allah'tan niyaz eyleriz. Fuad Toktaref. F. Emirhan Zekeriye, Şihab Ahmerof, Ahmet Vallin, Beykulof, Nurgin, Velidi, A. Kariyef, K. Terçurin, T. Nomnan. Ufa- (Gasprenski ailesine) Sizin aile bahtsızlığı benim de bahtsızlığımdır. Bütün hayatı Müslümanlara hizmet yolunda feda etmiş İsmail Bey Mirza'nın istirahat-ı ruhuna dualar ediyorum. Müftü : Sultanof Ufa- Unutulmaz İsmail Bey Gasprenski'nin vefatı haberi Ufa Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi Heyet-i İdaresi'ni dehşet içinde kaldırdı. Müşarünileyhin ziya'ın Müslümanlar arasından hakiki müdafaa eden bir kahraman ve millet hadimi kayboldu. Büyük samimiyet ile merhumun ailesinin küdüratına iştirak eyleriz. Reis: Hekimof Sivastopol: Büyük Müslüman ve büyük adam, Cenab-ı Hakk'ın rahmet-i ebediyesinde olsun! Merhum umum dünya Müslümanları kalblerinde büyük ve daimi bir hatıra kaldırmıştır. Benim işbu kaygulu veda' ve selamım biz Rus muharrirleri ve edipleri tarafından şanlı kalem arkadaşları merkadi üzerine vaz' olunacak solmaz çiçek halkasının aciz bir yaprağını teşkil ede-


27

cektir. Merhuma son defa selam ve elveda! Alexander Tamarin Bakü-(Tercüman İdaresine) Ecel-i bi-vefa merhametsiz eliyle 32 seneden beri Müslümanların yolunu nurlandıran çerağı sön­ dürdü. Şimdi yalnız (Tercüman ) idaresi değil, umum Rusya Müslümanları yetim kaldı. O Müslümanlar ki unutulmaz İsmail Mirza Gasprenski'yi pek haklı olarak en o ötkün sözlü bir gazete­ nin mü'essisi, Müslüman efkar-ı umumiyesinin sergerdesi mu­ kaddes bir makam tutarak onun menafı'ini müda'faya bütün varlığı ile çalışması merhumu ilelebed hayırla yad ettirecektir. Onun gösterdiği yol ile Müslümanlara hizmete devam etmek ve Tercüman'ı devam ettirmek onun şakirtlerinin borcudur. İşbu hadise-i elime karşısında "Tercüman" idaresine ve umum Müs­ lümanlara sabr u cemil ve teselli ihsan etmesini Allah'tan niyaz eylerim. Ali Merdan Topçubaşı Petrograd-Muhterem muallim ve millet hadimimiz İsmail Bey'in irtihalinden ötürü samimiyetle beyan-ı taziye eyleriz. Eminiz ki merhumun telkinat-ı fikriyesi çok zamanlar millet arasında münteşir olacaktır. O millet ki, merhum bütün hayatını ona hizmete hasr ederek ona fazilet, hakikat ve hüsnün ne oldu­ ğunu anlattı. Hakim Takanayef, Yanbayef, Alışef, Canbekof, Davlikanof. Petrograd- Alem-i İslam'ın çerağı ve Rusya Müslümanları ara­ sında zuhur eden en birinci gazetenin müessisi ve ruhu olan zat-ı şerifi bizden almış olan Cenab-ı Kadir-i Mutlak Hazretleri'nin emr-i aliyesine inkiyad ederek mumaileyhin hidemat-ı medeni­ yesini devam ettirmeye halef olmuş siz efendimize beyan-ı tessü­ rata müsaraat ediyoruz. Petrograd- Müslüman Neşr Maarif Cemiyeti Reisi: Samine Sırtlanova


28

Petrograd- Unutulmaz İsmail Bey'in irtihalinden ötürü duçar olduğunuz kederinize bütün ruhum ile iştirak ediyorum. Doğan millet karşısında onun hizmeti büyük idi. Cenab-ı Hakk'ın ona rahmeti dahi büyük olsun. Musa Bigiyef Tifüs- Hakiki millet hadimi İsmail Mirza'nın irtihali Müslü­ manları hüzn-i umumi içinde kaldırdı. Müslüman edebiyatının ruh-ı piranesi söndü. Alam ve ekdarınıza derunane iştirak ediyo­ rum. Bu gün saat 12'de Cuma Camii'nde merhumun istirahat-i ruhuna dualar ettik. Zakafkasya Şeyhülüslamı Pişnamazzade Tifüs-Sevgili İsmail Bey'in irtihali haberi kalbimde yakıcı bir elem uyandırdı. Cuma namazından sonra umum ruhaniyeler ve cemaat-i müslimin ile birlikte hatm-i Kur'an ve merhum İsmail Bey'in istirahat-i ruhuna dualar ettik. Merhum bütün ömrünü Müslümanların medeni hizmetine hasr etti. 32 sene mütemadi­ yen "Tercüman" gazetesinin baş ve mes'ul muharrirliğini kahra­ mane ifa etti. İşbu ziya'-ı azimden ötürü taziye-i halisanemin kabulünü tevki' eylerim. Zakafkasya Müftüsü: Gaibof Orenburg- İsmail Bey'in emellerinden birisini icraya çalışan Müslüman talebelere yardım cemiyeti, kendi hüzn ve elemini merhumun tabutu üzerine bir iklil gibi vaz' eder. Reis-i Cemiyet: Hüseyinof Bakü-Turan'ın emsalsiz medeni kahramanı ve Rusya Müslü­ manları üstadının matem alayı arkasında ağlayıp gidenlere ben de gözlerimin yaşıyla karşılıyorum. Mehmet Emin Resulzade Semerkant-Kederinize iştirak ediyorum. Cenab-ı Hakk'tan sabr u niyaz ediyorum.


29

Behbudi Semerkant- Birinci gazetecimiz ve Müslümanların nurlandırı­ cısı ismail'in ruhuna Allah rahmet eylesin. Büyük kederinize iştirak ediyorum. Millihan Bükeyhanof Petrograd- Rusya'nın sadık oğlu İsmail Bey Gasprenski'nin ve­ fatıyla Rusya Müslümanlarının duçar olduğu bedelsiz ziya'ı işite­ rek candan müteessir oldum. Garaf Abraksis. Moskova- Moskova Darülfünun'unda okuyan Müslüman tale­ beleri hey'eti İsmail Bey Efendi'nin irtihaline dair ümitsizden çıkan haberden ötürü fevkalade müteessir olmuştur. Milletin en alicenab ve fazıl oğlunun vefatına umum Rusya Müslümanları ile birlikte ağlıyoruz. Merhumun yetim kalmış gazetesi idaresini ve ailesine hulusane taziyelerimizi arz ediyoruz. Hey'et-i İdare Orenburg- Rusya'da Müslümanların okuyup yazmaları yolun­ da birinci olarak sa'y u gayret eden Tatarların hürriyet ve hukuk­ ta müsavvatını müdafaa eden Rusya'da Müslümanlara mahsus ilk defa ana dilimizde jurnal çıkaran Gasprenski'nin ziyaından ötürü fevkalade mahzun ve mükedder olduk. Bağistan Han'ın mektebinin muallime ve şakird kızları Gori- Gori Darü'l-Muallimin'in şeriat muallimleri Müslüman­ ların muhterem manevi sergerdesi unutulmaz İsmail Bey'in aile­ sine derunane beyan-ı taziyet ederler. Göçerlinski Orenburg- Orenburg Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi'nin Fahr-i Azası İsmail Bey Gasprenski'nin vefatına dair haber-i elimi


30

işitmekle kalbim sarsılıp Rusya Müslümanları arasında efkar-ı umumiye uyanmasına büyük hizmet etmiş olan büyük muharrir ve hadim-i milletin ziyaından ötürü bayan-ı taziyet eylerim. Orenburg, Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi Reisi: Hüseyinof İnna li'llahi ve inna ileyhi raci'fın ŞİİR Geçdi dünyadan fazilet rehberi Yani İsmail Bey Cenab-nüma-siperi Hüzn ile matem tutup kan ağlasın Rehberin fevtine millet gözleri Zayi' oldu Mürşid-i irfanımız Mengu'ye terk eyledi ol bizleri İçtihad etti otuzbeş yıl temam Milleti tevhid için ol işi eri Uğradı pek çok ağırlıklara hem İşbu müddedde o insan cevheri Kahramanca hep tahammül eyledi Her müşküle o millet serveri Fikr ü dilde, işte birlik hikmetin Milletine öğretip gitti geri Rabbisi da'vetle ala-yı illiyine onu Sanmayın kara topraktır onun yeri Sabık Kafkas İmamı: Mehmet Sadık Rahim Kulof Kazan- Kazan Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi kendisinin fahr­ i azası İsmail Bey'in ziyaından ötürü şiddetle kederlendi. Mer­ humun ailesine sabr-ı cemil ve tfıl ömr diliyoruz. Cemiyet Reisi: Azimof


31

Odesa- Odesa Müslüman cemiyeti muhterem unutulmaz İs­ mail Bey Gasprenski'nin vefat haberini gayr-i mütenahi bir kasavet-i kalbiye ile işiterek "Tercüman" idaresi ve umum Rusya Müslümanları iş bu na-kabil-i taviz-i gaiblerinden ötürü samim-i kalbden beyan-ı teessürat eyliyor. Rahmetullahu Aleyh Ahund Safaref Kazan- Biz Rusya Müslümanlarının aziz yol göstericisinin ve­ fatından ötürü gayetle mükedder olduk. "Yıldız" Heyet-i Tahririyesi Simferepol-Muhterem İsmail Mirza'nın vakitsiz irtihalinden ötürü tessüfünüze samimane iştirak ediyorum. Müftü: Karaşayski Petrograd- Büyük İsmail'in vefatından ötürü ye's-i milliye işti­ rak ediyoruz. "İl" idaresi. Yalta- Muhterem pederinizin vefat haberini biz büyük bir tee­ sürle karşıladık. Sizin ve milletin işbu büyük kaygusuna iştirakı­ mızı kabul buyurmanızı rica ediyoruz. Ailenize dahi teessürat-ı samimiyemizi arz ediyoruz. Yalta Müslüman Gençleri Ufa- Bizim ileri sınıfımızda bulunan birinci büyük üstadımı­ zın ziyaından ötürü tarifi na-kabil bir surette mükedder olduk. Eleminize iştirak ediyoruz. "Turmuş"çular. Orenburg- Bütün ömrünü milletin saadeti yolunda feda eden üstad-ı azam dünyadan gitti. O necib kalbin durduğu bahtsız gün bundan sonra milyonlar ile Müslüman için ye's ü matem günü olacak. Ve İsmail Bey'in ism-i şerifi nesilden nesile hürmetle yad olunacaktır. Çok vakitten beri milletin hayatına bila-fütür aydın­ lata gelmiş çerağ-ı nurani söndü, milyonlar ile kalpleri ye's içinde kaldırdı. İş bu haber-i mül'imden müteessir olmuş "Vakit" ve "Şura" gazeteleri idaresi kendilerinin manevi pederlerine oğlu


32

sıfatıyla son defa "Elveda" selamı gönderiyorlar. "Vakit" ve "Şura" heyet-i Tahririyesi İstanbul- Avrupa'nın ayrı ayrı şehirlerinden gelerek İstan­ bul'da toplanan yurtçu Türk gençleri milli dileğimize bin mah­ rumiyet arasında varlık veren babalarının vefatını öğrendiler. Bu kederle yürekleri yanık olduğu halde, bütün Türk Milletine ve ona mensup olmakla en büyük şerefe malik olan ailesine en derin acılarını bildirirler. İstanbul'da, Türk Ocağında Birleşen Avrupa Türk Yurtçuları Odesa- Kara haberi şu saat işittim. Sevgili eniştemin ve bu­ günkü Rusya Müslümanlarının en büyük adamının ziyaı karşı­ sında sizinle beraber ben de ağlıyorum. Yusuf Akçoraoğlu Tifüs- Kafkasya'daki Müslüman Hanımlar Cemiyet-i Hayriyesi kadınları temeddün ve maarifinin olma müda'fii ve cemaat ha­ dimi İsmail Bey'in vefatından gayet müteessir olarak merhumun ailesine ve "Tercüman" idaresine hulfısane beyan eyleriz. Cemiyet Reisesi: Prenses Kacar7

7 Hasan Sabri Ayvazof, s. 26-32.


İkinci Bölüm A. Eserleri 1. Yayıncılığı Olmazsa Olmaz Bir Sevda: Gazete, ilk Tecrübeler: Tonguç, Şafak. Ka­ mer, Yıldız, Güneş, Hakikat, Litail, Tercüman, Aıem-i Nisvin, Aıem-i Sıb­ yin

İsmail Bey'in Türk kültür hafızasında yer eden en mühim faa­ liyeti şüphesiz gazeteciliğidir. Bu onda bir fıkr-i sabit haline gelir. Zira gazete on dokuzuncu yüzyılın en etkili propaganda aracıdır. İsmail Bey'in Türk-Tatar milletini uyandırma yolundaki emeli bir fikir hareketi şeklinde zihinlerde beli rmeye başlar. Onun bu yoldaki ilk düşüncelerini kendi cümleleriyle veriyoruz: "Geride kaldığımıza baş sebep cehaletimiz, Avrupa bilgile­ rinden habersizliğimizdir. Münkariz olmamak için okumalıyız. Avrupa bilgilerini ve fikirlerini öğrenmeliyiz. Bunları kendi di­ limize nakledip, kendi mekteplerimize, medreselerimize girdir­ meye çalışmalıyız."s

İsmail Bey öteden beri fikirlerini yaymanın temel şartı bir ga­ zete ya da mecmua neşretmek olduğunun bilincindedir. Bu yol­ daki resmi müracaatlarına Ruslar tarafından olumlu cevap veril­ mez. İsmail Bey başka çareler arar ve fırsatını bulur bulmaz bu yolda teşebbüse geçer. İlk olarak Tiflis'te ı88ı yılı Mayıs ayının sekizinden itibaren "Tonguç"adlı mecmuayı çıkardı. İkinci olarak "Şafak" ve daha sonraları Kamer, Yıldız, Güneş, Hakikat ve Lltail adını taşıyan her biri bir iki sayfalık on iki adet broşürler yayınla­ dı. Bunları Neşriyat-ı İslamiye" adlarıyla öteki neşriyat takip et­ miştir. Her seferinde değişik adlarla ve izinsiz olarak çıkan bu mecmualardan istediği verimi alması mümkün olmadı. Kafasın­ daki düşünce düzenli yayın yapabilecek bir gazete çıkarmaktı. Bu

e

Hasan Sabri Ayvazof, s. 4.


34

konuda hiç bir taraftan teşvik görmez. Fakat cesaret ve azmi sayesinde "Tercüman / Perevotçik" isminde Türkçe-Rusça olarak bir gazete çıkarmaya muvaffak oldu. "Tercüman"ın ilk nüshası 1883 senesi Nisan ayının 10. günü çıkmıştır. İlk zamanlar haftada bir gün olarak yayınlanan bu gazete Ekim 1903'ten başlayarak haftada iki gün, 1912'den sonra da günlük olarak yayınlanır. Ter­ cüman Kırım' da yayınlanan Kırım Tatarları'nın ilk Türkçe gazete­ si ve bütün Rusya Müslümanları arasında da üçüncü Türkçe ga­ zetedir. Daha önce 187o'de Türkistan Genel Valisi Kaufmann'ın emir ve yardımları ile Türkistan Vilayetinin Geziti adıyla bir ga­ zete yayınlanmıştır."9 Ondan sonra ilk özel Türkçe gazete olan Hasan Bey Zerdabi'nin Ekinci (1875) isimli gazetesi gelir. Tercü­ man (1883-1918) bu sıralamada üçüncüdür. İsmail Bey, İslam aleminin geride kalış sebeplerini aramak ve dünya Müslümanlarını bir araya getirmek maksadıyla Mısır'da bir "Mü'temer-i İslami" (Umumi Müslüman Kongresi) meydana getirmeyi düşünmüş ve bu maksatla 1907-1908 seneleri Mısır'a gidip orada, "En-Nehda" (Bozrojdene) isminde Arapça olarak bir gazete bile çıkarmıştır. Bundan başka 1905 ihtilalinin hürriyet ortamında kızı Şefika Hanım'ın editörlüğünde, Bahçesaray'da, Alem-i Nisvan adlı bir kadın mecmuası çıkardı. Bir yıl kadar yayımlanabilen bu mecmua Rusya Müslümanlarının ilk kadın dergisidir. İsmail Bey'in bu yoldaki faaliyetlerinden biri de Tercüman'ın ilavesi olarak dağıtılan ve yine Rusya Müslümanlarının ilk çocuk dergisi olan Alem-i Sıbyan'ı neşretmesi oldu. İlk sayısı ı9o6'da yayınlanan bu derginin neşri aralıklarla 1915'e kadar sürmüştür. Gaspıralı İsmail Bey bununla da kalmaz, Ha Ha Ha adını verdiği bir de mizah dergisi neşretmiştir. Birinci sayısı 1906'da yayınla­ nan bu mecmuanın ömrü daha kısa olmuştur.

9 bk. Nadir Devlet, İsmail Bey (Gaspıralı), Kültür ve Turizm Bakanlığı yay. Ankara, 1988, s. 20.


35

2. Öteki Eserleri Muharrir, Müellif, Muallim

İsmail Bey, yukarıda zikredilen gazete, mecmua ve broşür­ lerden birçok eser daha yayınlar. Bunların ikisi Türkçe Mir'at-ı Cedid ve Salname-i Türki'dir; diğeri ise Rusça Ruskoe Musul­ manstvo (Rusya Müslümanları)'dır. ı .Mir'at-ı Cedid, Bahçesaray, ı882. İçinde hayvanlar alemi, Rusya Müslümanları için hac yolu, İs­ tanbul'un kısa bir tarihçesi ve çay yetiştirme gibi Rusya Müslü­ manlarını aydınlatacak bilgilerin bulunduğu on dört sayfalık küçük bir broşürdür. 2. Salname-i Türki, Bahçesaray, ı882. Değişik ülkelerin eğitim sistemleri, sağlık, basın, tarihi ve coğ­ rafi birtakım olayları anlatan yine Rusya Müslümanlarını ay­ dınlatmak maksadıyla hazırlanmış bir eserdir. 3. Russkoe Musulmanstvo Misli, zametki musulmanina, Akmescid, 1881; Oxford, 1985.

nablyudeniya

Rusya'daki Müslümanların eğitim durumu, okullarda Tatar­ ca'nın ders programlarına alınması ve basın gibi konuları işleyen bir eserdir. 4. Hace-i Sıbyan, Bahçesaray, 1884. Üsul-i Cedid mektepleri için temel ders kitabı olarak hazır­ lanmış bir eserdir. Birkaç baskısı yapılmıştır. İsmail Bey'in Hin­ distan'da bulunduğu sıralarda Urduca'ya da çevrilmiştir. 5. Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene, İstanbul 1302/ 1885. Gaspıralı'nın Avrupa medeniyetini hakkında taşıdığı fikirleri ile yazarın sosyalizme karşı takındığı tavrı ihtiva etmektedir. Eser Mehmet Kaplan tarafından yeni harflere aktarılmış ve kısa bir tahlili ile birlikte yayınlanmıştır, (bk. Türk Kültürü nr. 180, Aralık 1977, s. 716-731; bu yazı ayrıca Türk Edebiyatı Üzerinde Araştır­ maları il adlı kitaba da alınmıştır. Dergah yay. İstanbul, 1987, s. 174-190.


36

6. Medeniyyet-i İslamiyye, Bahçesaray, 1889. Rusya Müslümanlarını aydınlatmak maksadıyla kaleme alın­ mış İslam medeniyetine dair bir eserdir. 7. Kıraat-i Türki, Bahçesaray 1894.

Türkçe kıraat kitabıdır. Üsul-i Cedid mektepleri için hazırlanmıştır. 8. Arslan Kız, Bahçesaray, 1894. İsmail Bey'in romanıdır. 9. Atlaslı Cihanname, Bahçesaray 1894. ıo. Mektep ve Üsul-i Cedid Nedir? Bahçesaray, 1894. ıı. Russko-vostoçnoe Soglaşenie Misli, zametki i pojelaniya İsmail Gasprinskago, Bahçesaray, 1896. Rusça yazılan bu eserde Rusların Müslüman tebaaya yönelik muamelelerinin Rusya'nın Şark ülkeleri ile olan münasebet­ lerinde belirleyici rol oynayacağı konusu işlenmiştir. 12. Rehber-i Muallimin, Bahçesaray, ı898. Usul-i Cedid mektepleri için hazırlanmış metoda dair bir kitaptır. 13. Türkistan Uleması, Bahçesaray, 1901. 14. Usul-i Edeb, Bahçesaray, 1901. ıs. Mebadi-i Temeddün-i İslamiyyan-ı Rus, Bahçesaray 1901. 16. Beden-i İnsan, Bahçesaray, 1901. İnsan anatomisini resimlerle süslü bir broşürdür. Müslü­ manların da ilim öğrenmek ve yaymak için bu tür resimleri kul­ lanmaları gerektiği konusu işlenmiştir. 17. Darü'r-Rahat Müslümanları, Bahçesaray, 1906.

İdeal bir İslam ülkesinin hayal edildiği ütopik bir eserdir. 18. Müslüman Kongresi: Mü'temer-i İslami-i Am, Bahçesaray, 1909. İsmail Bey'in toplamağa çalıştığı dünya Müslümanları kongre­ siyle ilgili yaptığı çalışmaları anlattığı bir eserdir.


37

19. Gündoğdu, Tercüman gazetesi, tefrika, sayı, 2-42 (1906). İsmail Bey'in kendi hayatını konu alan bir romandır. 20. Asya'da Komşularımız, Bahçesaray 1903. 21. Bahtiyar Nazım, Bahçesaray 1889. 22. Dnevnik Emira Buharskago, Kazan. 23. Garaib-i Adat-ı Akvam, Bahçesaray 1890. 24. Halera Vebası ve Onun Deva ve Darusu, Bahçesaray 1887. 25. Her Gün Gerek Zakonlar, Bahçesaray 1897. 26. İki Bahadır, Bahçesaray 1886. 27. İran, Resimli Mecmua, Bahçesaray 1901. 28. İslamlara Dair Nizamlar ve İmtiyazlar, Bahçesaray 1885. 29. Maişet Muharebesi, Bahçesaray 1901. 30. Malumat-ı Nafiye, Bahçesaray 1901. 31. "Maşinalı Mekteb" B. Şeref, Gani Bey, Orenburg 1913. 32. Meşhur Payitahtlar, Bahçesaray 1901. 33. Muhaceret-i Muntazama" Türk Yurdu, il, nr. 23, 1328 / 1913, s. 706-713. 34- Muhtasar İlm-i Hesab ve Mesail-i Hesabiye, Bahçesaray 1898. 35. Rehber-i Mualimin, Bahçesaray 1898. 36. Risale-i Terkib, Bahçesaray 1894. 37. Rusya Coğrafyası, Bahçesaray 1885. 38. Tashih-i Akaidden, Bahçesaray 1901. 39. Temsilat-ı Krilof, Bahçesaray 1901. 40. "Türk Yurtçularına" Türk Yurdu, 195.

1,

nr. 7, 1328 / 1912, s. 190-

41. Mevlud-ı Cenab Hazret-i Ali, Bahçesaray 1900. 42. Seyyah (İ. Gaspıralı) "Hind' den Dönerken" Türk Yurdu, nr. 1, 1328/ 1912, s. 307-310. 43. [Konferans], Tedrisat-ı Umumiye Hakkında Sırat-ı Müsta­ kim, nr. 49, 1325 / 1909-1910, s. 359-364.


38

44. "Alem-i İslam'ı Uyandıracak Çareler: Umumi Mü'temer-i İslami Yani Müslümanlar Kongresi, c. II, nr. 42, ı325 / ı909-1910, s. 248. 3. Basımını Yapıp Yayımladığı Eserler ı.

Abu'l-Hayr Nabioğlu, Hayriye-i Nabi, Bahçesaray, 1897.

2. M. Akçurin, Aruz-ı Türki, Bahçesaray, ı897. 3. ------, Çoban Kızı, Bahçesaray, ı897. 4. ------, Küre-i Arzın Suret-i Teşkili, Bahçesaray, 1897. 5. ------, Nasihat-i Hükema, Bahçesaray, 1897. 6. ------, Nevadir-i Nefise, Bahçesaray, 1897. 7. ------, Ramazan Hediyesi, Bahçesaray, 1897. 8. Divan-ı Aşık Ömer, Bahçesaray, 1887. 9. Daniel de Foe, Hikaye-i Robenson (Nşr. M. Akçurin) Bahçesaray, 1889. 10. Moliere, Zoraki Tabib, Bahçesaray 1901. ıı.

Şemseddin Sami Bey, Yer, Bahçesaray 1897.

12. Mehmed Murad Bey [Mizancı], Muhtasar Tarih-i İslam, Bahçesaray 1890.


B. Tercüman Gazetesi'nin Muhtevası ve Cedid Hareketi İçinde Taşıdığı Önem Tercüman"ın Doğuşu, Türkçe-Rusça Gazete, llımlı Üslüp, Abone Top­ lama Teşebbüsü, Rusça Bölümünden Vazgeçme, Muhafazakirların Tenkid ve Tehditleri: Dönmel Tercüman-ı Ahval-i Zaman, Zühre Hanım'ın Kıymetli Çeyizi, ütopik Hikiye: Darü'r-Rahat.

İsmail Bey'in en büyük hizmetlerinden biri şüphesiz Ter­ cüman gibi bir gazeteyi uzun yıllar neşretmesidir. Sabırlı ve akl- ı selim sahibi, mücadeleci bir ruha sahip olan İsmail Bey'in Ter­ cüman'ın yayın iznini alması hiç de kolay olmamıştır. ı173'ten itibaren Osmanlı topraklarından çıkıp Rus imparatorluğuna bağlı bir hanlık olan Kırım üzerinde her iki devletin mücadelesi ı87778 Osmanlı-Rus harbine kadar devam etmiştir. İsmail Bey gazete izni için birçok defa başvuruda bulunduysa da ancak ı882 yılında Petersburg'a yaptığı son ziyarette bu izni elde etmeye muvaffak olabildi. Gazetenin Türkçe-Rusça çıkacak olmasının ve Kırım'ın Rus topraklarına katılmasının ıoo. yıldö­ nümü (ı883) nedeniyle Rusların siyasi bir jest yapmasının bu izni kolaylaştırdığı söylenebilir. İsmail Bey gazetesinde doğrudan doğruya Rusları ve devleti karşısına alacak yayın yapmaktan kaçınmış, ılımlı bir yol takip etmiştir. Tercüman'ın Rusça bölümü, Türkçe bölümünün aynısı idi. "İlk yıllarda Rusça yazıları Hasan Nuri Bey Türkçe'ye tercüme ediyordu. ı905 yılının sonuna doğru yani 1. Rus ihtilalini mütea­ kip, Gaspıralı gazetenin Rusça bölümünü neşirden vazgeçti.10 ı905'ten sonra gazetenin adı Tercüman-ı Ahval-i Zaman diye değiştirildi. Dört sayfa olarak çıkan gazetede İsmail Bey'in hemen her sayıda bir ya da iki makalesi yer alır. Bunun yanında Rus­ ya'dan dahili haberler, harici haberler, seri makaleler ve nadiren fotoğraflar bulunur. İsmail Bey gazetenin neşri olan maddi kaynağı elde edebilmek için abone toplama işine girişti. Bunun için Nijni Novgorod'a,

ıo Nadir

Devlet, s. 29.


40

Kazan'a gitti ve ancak ıoo kadar abone toplamayı başarabildi. Bu sıralarda Simbirsk vilayetinden zengin bir tüccar olan İsfendiyar Akçura'nın kızı Zühre Hanım ile evlenmeye karar verdi. Zühre Hanım Kazan Tatarcası ile iyi bir eğitim görmüş, Rusça bilen aydın bir hanımdır. İsfendiyar Bey önceleri bu evliliğe karşı çık­ mışsa da sonradan kabul etmek zorunda kaldı. Zühre Hanım'ın kıymetli çeyizi, mücevheratı ve şahsi varlığı İsmail Bey'in maddi problemlerini bir çırpıda hallediverdi. Bu sayede matbaasını kur­ du, gazetesini açtı, hatta İstanbul' dan bir de mürettip getirtti. İsmail Bey sadece maddi imkansızlıklarla ve Ruslarla mü­ cadele etmemiş bütün usfıl-i cedid hareketi içinde doğal bir en­ gel olarak kendisini gösteren Müslüman taassubuyla da savaş­ mıştır. Bir gazetenin işlevinden habersiz Müslüman toplum bu faaliyete şüphe ile bakmaktadır. "Tercüman

/

Perevotçik'in sahifelerinde yayımlanan tenkitler

"hakaret veya adi dedikodular" olarak yorumlanıyor ve Gaspıra­ lı'nın Ruslarla kültürel yönden yaklaşma teklifleri şüphe ile karşı­ lanıyordu. Gaspıralı ilk yıllarda okuyucuyu ürkütmemek için aşırı temkinli davrandı. Gazetede Müslüman okuyucuları rahatsız et­ meyecek, huzursuzlandırmayacak tarafsız bilgiler verilmeye dik­ kat edildi. Gaspıralı bu durumu şöyle izah etmektedir: "Bu durum üç yıl devam etti. Dördüncü yılda gazetenin muh­ teviyahnı genişlettim ve bazı tenkitler, tarhşmaya açık konular da dahil e ttim. Ancak bunu yapabilmek için abonelerimi yazdıkları­ mın sırf dedikodudan ibaret olmadığını inandırmam gerekiyordu. Okuyucular buna inandırmak zor oldu ve hala onları inandırmak için uğraşmam gerekiyor. Bugün (1 888) bile okuyucularım dedi­ kodu yaphğımı zannediyorlar ve onlara yaphğım işin bunun aksi olduğunu izah için bütün gücümü sarf etmem gerekiyor.11

Bu güçlüklerin yanında bir de İsmail Bey'in Avrupalılar gibi giyinmesi, Rusça bilmesi, Ruslarla Müslümanları uzlaşmaya da-

ı ı E. ). Lazzerini, İsmail Bey Gasprinskii and Müslim Modemisin in Rus­ sia 1878-1913, Universty of Washington 1973 (basılmamış doktora tezi) s. 3; Nadir Devlet, s. 30.


41

vet etmesi çoğunluk tarafından "dönme" olarak suçlanmasına 12 neden oluyordu. İsmail Bey'in Tercüman'ı Rusya'da çıkan Türk gazetelerinin en uzun ömürlüsü olmuştur. 35 yıl devam eden neşriyat çizgisini İsmail Bey'in ölümünden sonra da geliştirmiş fakat değiş­ tirmemiştir. Bu yayın hayatının sürekliliğinde gazetenin baştan beri tutturduğu ılımlı politikanın tesiri de vardır. Tercüman, Rusya Müslümanlarını her bakımdan aydınlatmayı kendisine vazife addetmiş bir gazetedir. Eğitimden, kadın mese­ lesini, örtünmeden sağlığa, aktüel konulardan, göçlere kadar Müslümanları ilgilendiren birçok konuyu sütunlarına taşımıştır. Müslüman coğrafyasından alınan siyasi ve ekonomik haberler zaman zaman yorumlanarak okuyucuya sunuluyordu. Tercü­ man'da tefrika edilen Darü'r-Rahat hikayesi ütopik olmakla be­ raber devrin Müslümanlarının içinde bulunduğu cehalet ve taas­ sup perdesinden sıyrılmalarını sembolik olarak anlatan önemli bir eserdir. "Gaspıralı'nın Darü'r-Rahat hikayesinin kahramanı Gra- nadalı (Gırnata) Molla Abbas Fransevi Güney İ spanya'nın dağlan arasın­ da gizli bir ideal Müslüman devletinde yaşamaktadır. Buradaki Müslümanlar asırlar boyunca başka dindeki Avrupalılar arasında kimseye tabi olmadan yaşayıp, tek başlarına kendi ilim ve teknik­ lerini geliştirebilmişler, kendi tramvayları, telefon, elektrik enerjisi, bankalar ve diğer teknik şeylere sahip olmuşlardı. İ smail Gaspıralı bu ütopik hikayesi ile Müslümanların da kalkınmış milletler sevi­ yesine ulaşabileceğine işaret etmek istemişti. Bu eserin bilhassa camilerde elektriği kullanmanın (mesela Tomsk'ta), halka ispirto lambalarının kullanılmasının (mesela Buhara'da) günah olarak yo­ rumlandığı muhafazakar bir ortamda yazıldığı düşünülürse, Gas­ pıralı'nın Müslümanları uyandırmak, onlara reform fikirlerini aşı­ lamak için ne kadar mühim bir hizmet yaphğı daha iyi anlaşılır"13

ıı E. ). Lazzerini, s. 22, v. d. ; Nadir Devlet, s. 3 1 . 1 3 L . Kilimoviç, "Maarif Hizmetinde Turkiy Tilde

Çıkkan İ lk Gazete" Ter­ cüman" ve Oinung Naşiri Gaspr inskiy Hakkında" Lenin Bayrağı, sayı, 1 091 1 0 ve 1 1 1 (12, 1 5, ve 1 7 Eylül 1987), s. 4; Nadir Devlet, s. 35.


Üçüncü Bölüm A. Usôl-i Cedid Hareketi 1. İsmail Bey'den Önce Usôl-i Cedid Hareketi Türk Dünyasının Rönesansı: Usul-1 Cedld, Medreselerin Dili, Abdünna­ sır Kursavi

1873'te Kırım topraklarının Osmanlı Devleti'nin elinden çık­ ması ve Rus hakimiyetine girmesi sonucu iki devlet arasında yüz yıl boyunca çeşitli savaşlar cereyan etmiştir. Bunların en şiddetli­ si 1877-78 Osmanlı-Rus harbidir. Osmanlı Devleti'nin içinde bu­ lunduğu durum askeri alanda Ruslara karşı nihai bir zafere ulaş­ mayı engelliyordu. Ekonomik durumun yanında ordudaki bo­ zulma da bu engellerin başlıcalarını teşkil ediyordu. Osmanlı yardımının Kırım ve öteki Türk bölgelerine ulaşması hemen he­ men imkansız bir hal almıştı. Bu durumda başta Kazan olmak üzere Kırım ve öteki Türk bölgelerinde birlik ve beraberliği tesis için bir 'uyanış' hareketi başlar. Bu her bakımdan geri kalmış Rusya Müslümanlarını uyandırma, eğitme ve bir İslam birliğini kurmak düşüncesini ihtiva eder. Rusya tarafından işgal edilmiş topraklarda yaşayan Müslüman Türk aydınları geri kalmışlığın sebebini Müslümanların içinde bulunduğu derin cehalette buldular. Bu düşünce aslında bütün İslam aleminde değişik coğrafyalarda şu ya da bu şekilde telaffuz edilen ortak teşhisin adıdır. On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı maa­ rif ve eğitim faaliyetleri dikkate alınırsa bunun ne kadar yadsı­ namaz bir hakikat olduğu anlaşılır. Cedid hareketi Batı'da Rönesans'la birlikte başlayan aydın­ lanma felsefesinin İslam dünyasına yansımasıdır. Bu hareket mahiyeti aynı olmakla birlikte başka adlar altında Osmanlı top­ raklarında ayrı ve Rusya Müslümanları arasında ayrı bir şekilde tezahür etmiştir. Osmanlı coğrafyasında bu eğitim ve maarif 1 batılılaşma) hareketleri devlet eliyle olurken, başını Türklerin çektiği Rusya Müslümanları arasında sivil bir hareket olarak ken-


43

disini gösterir. Cedid hareketi Gaspıralı'dan çok önceleri başlamıştır. Kırım, Kazan, Azerbaycan ve Türkistan'daki medreselerin bozulması, sadece nakli ilimlere yer vermeleri, usfıl ve metottaki tutuculuk sonucu bir öğrenci 15-20 yıl sonra ancak mezun olabiliyordu. İlim dili de Arapça olduğu için bu öğrencilerden faydalanmak müm­ kün olamıyordu. İşte bu medreselerdeki dil, eğitim-öğretim ve dini konulardaki ıslahatlar on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısın­ da İdil boyu Tatar aydınlarının öncülüğünde başlar. Bunlar ara­ sında Abdünnasır Kursavi (ö. 1812}'nin başlattığı eski-yeni tartış­ ması medreselerin dili üzerinde yoğunlaşıyordu. Kazan medrese­ lerindeki eğitim dilinin Kazan Türkçesiyle yapılmasını teklif eden Kursavi, sonradan 'cedidçilik' adını alacak olan hareketin de te­ melini atmıştır. Kursavi'nin yanında Kazan Türklerinin önde gelen alimlerinden kelam bilgini, tarihçi, arkeolog Şihabeddin Mercani (1825-ı889} daha çok tarih akınında yaptığı çalışmaları ile; Kadı Rızaeddin Fahreddinoğlu hikayeleri ile Hüseyin Feyiz­ han ve Abdülkayyum Nasiri dil alanındaki çalışmaları ile; Musa Carullah Bigi de ilahiyat alanındaki çalışmaları ile cedid hareke­ tine katkıda bulundular. Usfıl-i Cedid hareketi başlangıçta bir eğitim ve aydınlanma hareketi olarak kendisini gösterir. Bu hareketin siyasi sahnedeki yansımaları daha sonra özellikle 1905 1. Rus ihtilalini takip eden yıllarda meyvelerini verecektir. 2. İsmail Bey ve Usôl-i Cedid Hareketi Usül-i Kadim, Usül-i Cedid, Maarifin Yeni Metodu: Usül-i Savtiye: 45 Günde Okuyup Yazma,

İsmail Bey kendisinden önce yapılan bu tartışmaların içinde bu harekete bir disiplin verilmesi düşüncesiyle harekete geçer. Gerek gazetesi Tercüman ve mecmuaları Aıem-i Nisvan ve Alem­ i Sıbyan gerekse yazdığı makaleler ve kitapları ile cedit hareketini ateşleyen isim oldu. Fakat asıl mühim tecrübe onun yeni usulde gerçekleştirdiği okuma-yazma faaliyetini yürüten açtığı mektep-


44

lerdir. O İstanbul'da Tedrisat-ı Umumiye adıyla verdiği konfe­ ransta Usul-i Kadim denilen eski eğitim sisteminin artık işe ya­ ramadığını beyan eder: "1881 senesi topladığım malumata nazaran Rusya Türklerinde 16.000 küsı'.l.r mahalle mektebi, 214 medrese-i arabiye mevcut olup bu on alh bin mektepte yarım milyon Türk çocuğunun beşer sene ömürleri çürütüldüğü halde onlara Türkçe beş sahr okuyup yaz­ mak bile öğretilmediğini ve ancak kıraati Kur'an, namaz dualan öğretilmekle iktifa edildiğini gördüm. Bu mahalle mektepleri sırf dini addolunduklarından resmen idare-i şer'iyelerinin nezaretin­ de, hakika tte ise hiç kimsenin nezaretinde bulunmuyorlardı."14

Usul-i Cedid hareketinin soyuttan somuta geçmesinin müsebbibi İsmail Bey'dir. Açtığı okullarda Avrupa ve Rus okulla­ rındaki müfredatı takip eder. Bu amaçla işe ilk mekteplerden başlar. Usul-i Cedit'e göre: ı.

Okullar medreseden ayrılacak,

2.

İlkokulun ayrı öğretmenleri olacak,

3.

Öğretmen 'sadaka' değil 'aylık' alacak

4.

Okuma yazma öğretimi, usulsüz yolsuz 'heceleme' ile değil de yeni 'Elifba' kitaplarında gösterilen usul-i savtiye veya usCıl-i meddiye ile başlayıp kolayca oku­ ma yoluna devam edilecek,

5.

Yalnız okumaya değil aynı zamanda yazı öğretimine de ehemmiyet verilecek,

6.

Kız çocukları için de ayrı ilkokullar açılacak ve kızlar da yazı yazmayı öğrenecek,

7.

Öğretim bir programa göre yapılacak, her yaşa göre ders kitapları kullanılacak idi.'5

ı 4 İsmail Gasprenski, Sırat-i Müstakim mc. 49 30 Temmuz 1 325, s. 363; Cafer Seydahmet Kırımer, Gaspıralı İsmail Bey, Haz. Ramazan Bakkal, Av­ rasya Bir Vakfı yay. İstanbul, 1996, s. 1 1 8. ıs A. B. Taymas, Kazanlı Türk Meşhurlarından Rizaeddin Fahreddinoğlu,


45

Eski mektepler Kur'an okumayı, yazı yazmayı ve namaz kıl­ mayı öğreten yerlerdi. Yeni mekteplerde dini konuların yanında matematik, Türk dili ve grameri, dünya ve İslam tarihi, coğrafya, sağlık bilgisi ve öteki müspet ilimler öğretilecekti. Eski ilk mek­ teplerde çocuklar yıllar süren bir eğitim aldıkları halde doğru dürüst okuma ve yazmayı öğrenemiyorlardı. Gaspıralı, Usfıl-i Savtiye adını verdiği metotla 45 günde okuma yazma öğrenmeyi vadediyordu. Bu amaçla Bahçesaray'da bir mektep açtı. Öğret­ menliğine de tilmizlerinden Bekir Efendi'yi getirdi. ı2 öğrencisi olan bu mektepte 45 gün boyunca ders görüldü. Gaspıralı bu iddiasını ispat etmek için halkın da hazır bulunduğu bir ortamda öğrencileri daha önce hiç görmedikleri metinlerden okuma ve yazma imtihanına tabi tuttu. Talebeler hem okumada hem de yazmada büyük başarı elde ettiler. Bu haber Rusya Müslümanları arasında hızla yayıldı. Kısa bir süre sonra talebelerin sayısı 12'den 4o'a yükseldi. Bekir Efendi bunlara da aynı süre içinde okuma16 yazma ogrettı. •• v

İsmail Bey'in Usul-i Cedid adını verdiği eğitim sistemi üç aşamalı olarak gerçekleştirilecekti. İlk aşama Medrese eğitimi için bir hazırlık safhası olan ilk mektepler, rüştiye ile birlikte altı yıl olacak; ikinci aşama lise (idadi) kısmı da altı yıl olacak ve Ga­ liye adı verilen yüksek tahsil kısmı da üç yıl olacaktı.'7 Gaspıralı'nın ilk mekteplerde uygulayacağı Usul-i Savtiye adı­ nı verdiği okuma-yazma metoduna göre; Arap alfabesinin her harfin önce telaffuz şekilleri ve bir kelime içinde nasıl kulla­ nıldıkları öğrenilecek, sonra kelimelerin de cümle içinde nasıl kullanıldıklarına geçilecekti. Dikkat edilirse Gaspıralı'nın getir­ diği sistem bu gün de eski yazı eğitimi veren fakültelerde kulla­ nılan bir tümevarım metodundan başka bir şey değildir. Bu me­ todun yanında Gaspıralı okulun fiziki ve sosyal düzenlenmesi üzerinde de durur. Buna göre; öğrenciler okula muntazam olarak

İstanbul, 1958, s. 63, Nadir Devlet, s. 67-68. 16 Geniş bilgi için bk. Mehmet Saray, Gaspıralı İsmail Bey'den Atatürk'e Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği, Nesil mat İst 1993, s. 34. ı 7 Mehmet Saray, s. 43.


46

devam edecekler, teneffüsler verilecek, sınıf mevcutları 3o'u geçmeyecek, talebelere dayak atılmayacak, günde dört saat ol­ mak üzere haftada altı gün eğitim ve öğretim yapılacaktır. Ders­ ler Arapça ve Türkçe okuma-yazma, yazı, Türkçe grameri, arit­ metik ve sualli-cevaplı tartışma derslerinden oluşacaktı. İlk mek­ teplerde ders yılı süresi iki yıl olacaktı. Eski sistemde olmayan sınav bu sistemin temelini teşkil ediyordu. Sınavı geçemeyen öğrenci dersten başarısız sayılacaktı. Ayrıca dershanelerin temiz ve ferah olmasına, sıra ve tahta gibi eski sistemde olmayan akse­ suarın da kullanılmasını öngörüyordu. Medreselerde okutulacak dersler ise başta dini ilimler (fıkıh, kelam, hadis), Türk dili ve edebiyatı, Arap dili ve edebiyatı, tarih felsefesi, genel tarih, tabiat bilgisi, sağlık bilgisi İslam tarihi, coğ­ rafya, psikoloji, pedagoji, hat (yazı), Rusça ve Fransızca olacaktı. Görüldüğü gibi Gaspıralı'nın teklif ve tesis ettiği mekteplerde çağdaş bir program uygulamıştır. 3. Usôl-i Cedid Hareketine Karşı Çıkanlar Ömür Boyu Süren Gözaltı, Müslüman Halkın Şüpheleri, Jurnaller, Sürgünler

Cedid hareketi başlangıcından sonuna kadar Ruslar tara­ fından çeşitli engellemelerle karşılaşmıştır. İsmail Bey'in Tercü­ man gazetesinin yayın iznini alması bile yıllar sürmüştür. Öte yandan Çarlık Rusyası bu eğitimciyi devamlı olarak gözaltında tutuyordu. Bu bakımdan Gaspıralı, yazılarında ve yaptığı neşri­ yatta hep ılımlı olmaya dikkat etti. Buna rağmen eğitim ve yayın faaliyetleri sürecinde devamlı olarak engellerle karşılaştı. Bu engellerin ilki cehalet içinde bulunan Rusya Müslümanlarının cedit hareketine şüphe ile bakmaları, İsmail Bey'i Avrupalı eğiti­ minden ve yazılarının bir kısmını Rusça yazmasından ve de Rus­ larla bir uzlaşı içinde olmanın gerekliliğinden bahsetmesi gibi sebeplerden dolayı "dönme" olarak nitelendirilmiştir. İsmail Bey, başlangıç yıllarında Müslüman halktan beklediği maddi desteği elde ettiği söylenemez. Öte yandan eski eğitim


47

sisteminden yana olanların sayısı her geçen gün azalmasına rağ­ men muhalefet güçlerini uzun süre devam ettirebilmişlerdi. Bu muhafazakar zümrelerin tepkisi "din elden gidiyor" korkusunu taşıyan kimselerden oluşuyordu. Bunlar Usfıl-i kadimciler diye adlandırılan cahil mollalar, şeyhler, dervişler idi. O güne kadar İslamiyet Türklerin ve Müslümanların Ruslaştırılmalarını engel­ leyen en büyük faktör olmuştu. Gençler Rusça öğrenmedikleri için Rus kültürüne yabancı idiler. Öte yandan yeni mekteplerde okutulan fen dersleri ve dünyevi bilgilerin de çocuklarda bir inanç sapmasına sebep olacağı endişesi duyulmakta idi. Bu ba­ kımdan bu muhafazakar çevre ceditçileri devlete bile jurnalliyor­ du. Bu jurnallerin kurbanları arasında tanınmış alim Alimcan Barudi kuzeydeki Vologda bölgesine sürülmüştü.'8 Fakat Cedid hareketine en büyük engelleme Müslümanların çağdaş eğitim seviyesini yakalayıp aydın bir kitle haline gel­ melerini istemeyen Ruslardan geldi. Rus idarecilerinin engellemeleri sonucu Cedid okullarının sa­ yısı başlangıçta istenilen seviyeye ulaşamamıştı. ı894-1990 yılları arasında ancak 9 adet medrese açılabilmişti. Bunlar Kazan, Ufa, Orenburg, Bahçesaray ve Bubi şehirlerinde kurulmuşlardır. Fakat özellikle 1905 ihtilalinden sonra bu okulların sayısı giderek artmış ve 1914'de sayıları 5.ooo'e ulaşmıştı. 4. Usôl-i Cedid Hareketinin Yaygınlaşması Usul-1 Cedid'de Gazetelerin Rolü, Genç Türkler Hareketinin Etkileri

Cedid hareketi Müslüman coğrafya içinde bilhassa Türkis­ tan'da yaygınlaşma şansı buldu: "Bahçesaray'da çıkan Gaspıralı'nın Tercüman gazetesi Rusya Müslümanları arasında pek çok sahada olduğu gibi habercilik sahasında da iyi bir önderdi. Tercüman'ın bilhassa Gaspıralı'nın eğitim reformu ile ilgili yazıları Orenburg'da çıkan Vakit gazetesi,

ıe Nadir Devlet, s. 68-69.


48

Kazan'da çıkan Yulduz gazetesi ve Şura dergisi ile Azerbaycan'da çıkan Molla Nasreddin ve FüyCızat dergileri tarafından da yazılıp işleniyor ve bu gazeteler ve dergiler Türkistan'da okunuyordu. Dolayısıyla Gaspıralı'nın fikirleri çeşitli yollarla Türkistan Müs­ lümanlarına ulaşıyordu. Bunların yanı sıra Osmanlı Türkiye'sinde ortaya konan yenilikler ve bilhassa Genç Türkler hareketi Türkis­ tan' da ilgi ve heyecanla takip ediliyordu. Öyle ki Genç Türkler hareketi, Hive ve Buhara'da "Genç Hiveliler" ve "Genç Buharalı­ lar" hareketi olarak devam ettirilmeye çalışılıyordu. Bu arada İran ve Hindistan'da devam eden yenileşme hareketleri de ilgi ile takip ediliyor, bunlarında Türkistan'daki yenilik taraftarlarına tesiri oluyordu."'9 Gaspıralı Usul-i Cedid hareketini tanıtmak için birçok seya­ hatlar yapmıştır. Gittiği yerlerde yeni usul hakkında bilgi veriyor ve ilgi ile karşılanıyordu. Fakat birtakım tereddütler bu hareketin hızla yaygınlaşmasını engelliyordu. Bununla birlikte mesela Tür­ kistan'da Münevver Kari 19oı'de ilk usul-i cedit mektebini açar. Onu Semerkand'da Mahmud Hoca Behbudi'nin mektebi takip eder. Münevver Kari'nin yetiştirdiği talebelerden İşan Hoca Hani, Hasan Hoca Hani, Şakircan Rahimi, Semi Kari, Selimhan Tilleha­ noğlu, Kayyum Ramazan ve Kazak Füzeyi gayretleri ile kısa süre içinde bu okulların sayısını ı6'ya yükseltmişlerdir."20

5.

Usôl-i Cedid Hareketinin Sonuçları

ilk Aydın Nesil, Mektepten Siyasete, Ruslann Aydın Kıyımı

Usul-i Cedid hareketinin en önemli neticesi şüphesiz bu okul­ larda yetişen ve ileriki yıllarda Rusya Müslümanlarının kaderini etkileyecek olan münevver nesildir. Bunlar arasında Abdürreşid İbrahim, Abdullah Tukay, Hadi Atlasi, Fatih Kerimi, Hadi Mak­ sudi, Sadri Maksudi, Yusuf Akçura, Kerim Tinşur, Fatih Emirhan, Ayaz İshaki ve Sultan Galiyev sayılabilir. Azerbaycan'da alim,

ı9 20

Mehmet Saray, s. 44. Mehmet Saray, s. 45.


49

edib ve şair Abbaskulu Ağahan Bakıhanlı eğitim dilinin Türkçe olması konusunda ısrar etmiş, yine güçlü bir eğitimci olan Hasan Bey Zerdabi, hem çıkardığı Ekinci gazetesi ile hem de ilk Türk kız ortaokulunu açması sebebiyle bir öncü vazifesi görmüştür. Hasan Bey Zerdabi, Bakü, Ordubad, Nahçıvan ve Şirvan gibi şehirlerde cedit okulları açmış yeni usul eğitime geçmiştir. Usul-i Cedit hareketinin sonucu olarak Rusya Türkleri ara­ sında basın hayatı gelişmiş birçok gazete ve mecmua neşredil­ miştir. Bunlar arasında Türkistan'da Hurşid, Şöhret, Turan, Se­ merkand, Sada-yı Türkistan, Asya, Buhara-yı Şerif, Sada-yı Fer­ gana, Kazak ve Balaban gazeteleri sayılabilir. Cedidciler 1. Rus ihtilali ile Bolşevik ihtilali arasında (ı905ı9ı7) siyasetle de iştigal etmişlerdir. Bazı cedidicilerin sol siyasi akımı benimsemeleri muhafazakarlar tarafından dinsizlikle suç­ lanmalarına sebebiyet vermiştir. Öte yandan cedit mekteplerini ihtilal ocakları olarak görmeye başlayan Çarlık Rusyası 19ı2'de çok sayıda ceditçi öğretmeni tutuklamıştır.21 Çarlık Rusyasının ı912'deki hareketi cedidcileri ülkede oluş­ maya başlayan ciddi muhalefet ve ihtilal atmosferi içinde taraf olmaya itti. Zira Çarlık idaresi git gide güç kaybetmekte ufukta bir ihtilal ya da yönetim değişikliği görülmekte idi. Bu açıdan oluşan konjonktür içinde cedidciler Bolşeviklikle milliyetçilik arasında birçok siyasi grupların içinde oldular. Başlangıçta bir aydınlanma', 'maarif hareketi olarak başlayan cedidcilik siyasi alanda da meyvelerini vermeye başlamış, Rusya Müslümanlarının istiklal ve temel haklarını müdafaa edebilecek siyasi bir olgunlu­ ğa ulaşmış idi. Cedidciler Bolşevizmin bütün halklara kendi ka­ derlerini tayin hakkını verileceğini vaadine karşı sempati duyar­ lar. Bu aslında Çarlık Rusyasına karşı uzun süren bir mücadelede istiklal kazanmak yolunda ilk ciddi umut durumunda idi. Zira Rusya M üslümanları hakiki manada bir 'birlik'ten çok uzakta idiler. Cedidcilerin başını çektiği örgüt bu birliği büyük ölçüde temsil ediyordu. Bu yüzden Bolşevik partisi içinde bir Müslüman 2 1 Taha

2 13.

Akyol, Cedidcilik, TDV. İslam AnsiklopediA c. 7, İstanbul 1993,

s.


50

fraksiyonu oluşturmayı başardılar. ı9ı7 Devrimi'nin akabinde Kazanlı Sultan Galiyev, Stalin'in Milliyetler Komiserliği yardımcı­ lığına kadar yükselmiş bir cedidcidir. Galiyev Marksizm'in 'sınıf mücadelesi'ne dayanan temel tezini, 'ezen ve ezilen milletler arasındaki mücadele' tezine dönüştürmüş bir teorisyendir. Rusya Müslümanlarının topyekun bir birlik içinde olamamaları netice­ sinde Galiyev'in çalışmaları başarıya ulaşamaz. Stalin partinin tek hakimi olduktan sonra ı93o'lu yıllarda bilinen meşhur tasfiye hareketine başlar. Devlet içindeki cedit taraftarlarının hemen hepsi ya hapsedildi, ya sürgüne gönderildi veyahut öldürüldü. Bu tasfiye hareketi Rusya Türklerini ve dolayısıyla Müslümanları milli kadrolardan mahrum bırakmıştır. Çarlık döneminde sürege­ len kıyımlar Bolşevik döneminde de üstelik daha katı bir şekilde devam etmiştir. Öldürülen aydınlar arasında. Sultan Galiyev, Abdülhamid Çolpan, Münevver Kari, Ekmel İkram, Abdürrauf Fıtrat, Bekir Çobanzade gibi cedidciliğin önemli ve kıymetli tem­ silcileri vardı. Komünistler bu tasfiye sırasında sadece Azerbay­ can' da 20.000 aydını öldürmüşlerdi. Katliamlar öteki Türk ve Müslüman bölgelerinde de durmaksızın devam etmiş, hatta bir barbarlık örneği olarak İsmail Bey'in mezarı bile tahrip edilmiş, yerine apartmanlar dikilmiştir. Komünist idare kendisine karşı potansiyel düşman olarak gördüğü cedidciliğin bütün izlerini silmek için kütüphanelerde cedidcilerin eserlerinin bulundurul­ masını bile yasak etmişti. Üstelik Türk okullarında öğrencilere, cedidcilerin pantürkist, emperyalist ajanlar, sınıf ve halk düş­ manları olarak tanıtılmıştır. Bu trajik gelişmelere rağmen cedit hareketi başta Türkler olmak üzere bütün Rusya Müslümanları­ nın bir uyanış hareketi olarak kendisini göstermiş, Glastnost ve Perestroyka politikalarının sağladığı hürriyet ortamında, Türkler milli hafızalarında yaşattıkları bu hareketi, bir milli insiyak hali­ ne getirerek kısa zamanda örgütlenmişler ve bağımsızlıklarını kazanmışlardır.


B. İsmail Bey'in Siyasi Alandaki Fikirleri ve Çalışmaları islim Birliği ideali- Hindistan'da Okul Açmak, 45 Günde Urduca Oku· yup Yazmak, ihtiyar Muallim Polltikacı Olunca, Gerçekleşmeyen Hülya:

Dünya islim Kongresi, Vambery"nin ihbarı, Mısır Günleri, Semiramis Otel"de Verllen Konferans

İsmail Bey, Müslümanların geri kalış sebepleri üzerinde çok düşünmüş bir aksiyon adamıdır. Bu geri kalmışlığın temelinde Müslümanların hurafeye dalmış olmalarını tespitle bir maarif hareketi başlattığı bilinmektedir. Usfıl-i Cedid hareketi sadece Rusya Türklerine münhasır bir hareket değildir. Rusya'da yaşa­ yan öteki Müslüman topluluklarla birlikte, bugün Pakistanlı din­ daşlarımız olarak bildiğimiz Hint Müslümanlarını da kapsayan bir aydınlanma hareketidir. Bu amaçla Gaspıralı'nın Hindistan'a gidip orada usfıl-i cedit mektepleri açtığı ve usfıl-i savtiye meto­ du ile Urdu lisanında 40 günde okuma yazma öğrettiği bi­ linmektedir. İsmail Bey realist bir reformcudur. O ideallerini hayale ka­ pılmadan akıl ve mantığının rehberliğinde mevcut konjonktürün kendisine sağladığı imkanları değerlendirerek hareket etmeye çalışmıştır. Bu bakımdan devamlı göz hapsinde bulunduğu ve Rus ajanlar tarafından takip edildiği halde hareketlerine çok dikkat ederek kanunlar dairesinde ve meşruiyet içinde kalmaya gayret etmiştir. Bahçesaray'da devam eden ve on yıla yaklaşan eğitim faaliyetleri büyük ölçüde amacına ulaştığı için İsmail Bey Türklerin dil ve kültür birliği ile İslam birliği ideali üzerinde yo­ ğunlaşmaya başlar. O Müslümanların sadece eğitim alanında geri kalmadıklarını, iktisadi ve ticari alanda da büyük bir geriliğin içinde olduklarını görerek, İslam alemini bu yönde uyandırmak, siyasi, iktisadi ve kültürel anlamda bir İslam birliğini tesis için kolları sıvar. Bu amaçla Kahire'de bir İslam konferansı toplamaya çalışır. Artık İsmail Bey'in faaliyet sahası maariften siyasete kay­ mıştır. O bu düşüncelerini bir mektubunda şu cümlelerle ifade ediyor:


52

"Tercüman gazetesi i l e birlikte benim e n uzun mücadele dev­ rim sona erdi. Şimdi kısa fakat daha hızlı (hareketli) geçecek olan ikinci devir başlıyor. İhtiyar muallim politikacı olunca bu ikinci devir başlayacak Bundan böyle Tercüman bizim siyasi sesimiz olacak. Ne yazık ki Tercüman gibi ikinci bir gazetemiz yok. Ter­ cüman bundan sonra iç ve dış düşmanlarına karşı haklarım koru­ ma mücadelesi verecektir."22

Gaspıralı bir İslam konferansı toplama teşebbüsünü Tercü­ man'ın Eylül 1907'deki sayılarında Müslümanlara duyurmuştu. Bu yer için o zamanlar daha serbest bir ortama sahip olan Kahire seçilmişti. Bunun için İstanbul üzerinden Kahire'ye hareket etti. İsmail Bey'in Kahire'de bir İslam konferansı toplayacağı haberi Macar şarkiyatçı A. Vambery tarafından hemen İngilizlere haber verilmiş ve The Times 'bomba' gibi patlayan bu gelişmeyi hemen okuyucularına duyurmak ihtiyacını duymuştu.23 Gaspıralı yolu üzerindeki İstanbul'da birkaç gün kalır. Ni­ yetini ve giriştiği işin boyutlarını Osmanlı makamlarına anlatır. 1907 Ekim ayının sonlarına doğru Kahire'ye ulaşır. Kendisini Mustafa Kamil Paşa ve Al- Mu'ayyed gazetesinin editörü Şeyh Ali Yusuf karşılar. Mustafa Kamil Paşa, İsmail Bey onuruna Nil nehri kıyısındaki Semiramis Otel' de bir yemek verir. Bu yemekte İsmail Bey mesele hakkında kısa bir izahatta bulunur. "500-600 kadar ulema, ümera, fuzeıa, muharririn, üdeba ve eşraf huzurunda Mısır'ın cümle ve Avrupa'nın bazı ceride muha­ birlerinin de bulunduğu mecliste" Gaspıralı İ smail Bey önce, Rus­ ya Müslümanlarının yapmakta olduğu ıslahat hareketlerinden bahsetmiş ve sonra da dünya Müslümanlarının meselelerinin bir umumi kongrede tarhşılmasırun zaruretini belirtmiştir."24

İsmail Bey bu kalabalık ve seçkin topluluk karşısında şu tarihi konuşmayı yapmıştır:

22 E . J . Lazzerini, s. 104-105; Mehmet Saray, s. 1 13. 2 3 E . j. Lazzerini,, s. 1 1 1; Mehmet Saray, s. 1 1 5 . 2 4 Mehmet Saray, s . 1 15.


53 "Hazerat! Alem-i İslam'ın hal-i hazırına dikkatle bakılırsa her tarafta az mı mı çok mu efkar uyandırdığı görülür. Her tarafta muharrikü'I- efkar gazetelerin çıktıkları ve bazı müzakere meclis­ lerinin vaki olduğu işitiliyor. Bunlar güzel alametlerdir. Lakin bu güzel alametlere aldanıp gaflet etmek caiz değildir, belki hatadır, çünkü gayet geride nöbette kaldığımızdan temin-i istikbal için pek çok gayretler, pek ciddi çalışmalar iktiza edecektir. Şimaldeki Kazan'dan cenuptaki Mısır'a, mağripteki Fas'dan şarktaki Cava'ya kadar nazar-ı teftişle bakılırsa, milel-i İ s!amiyede asar-ı temeddünden ve irtikadan ziyade, asar-ı tedenni görülecek­ tir. Medreseler ve mektepler harap ve faydasız bir haldedir. Kisb ü sanayii mahalliyeler ve münkariz olmuş, ya olmak yolundadır. Esnaflar sönmektedir. Alemin ticaretinden hissemize pek az kal­ mıştır. Umur-ı sarfiyede methalimiz olmadığı gibi, ticaret-i bahri­ yeden hl-haber bulunuyoruz. Üç yüz milyonluk bir milletin otuz vapurlu bir şirket-i bahriyesi, beş milyon sermayeli bir bankası mevcut değildir. Hazerat! Dikkat edin, cümlemizin esbab-ı taayyüşü ancak ba­ ba-ecdattan kalma toprakların verdiği bereket-i tabiiyye saye­ sindedir. Hüner ve marifetle hasıl ettiğimiz şey pek azdır. Bere­ ketli topraklarımız birçok şeyler hasıl ediyor, bunları alem pa­ zarlarına çıkarıp satmak dahi elimizden gelmiyor. Bundan başka bereketin bir hissesini malımızı nakleden ecnebi gemicilerine ver­ meğe mecburuz. Ticaret meydanı olan Avrupa, Amerika kı taları aranılırsa hiçbir beldesinde Müslüman taciri bulunmaz, bulundu­ ğu takdirde müstesna kabilinden olur. Şarklı tacire rastgelinirse ya Ermenidir, ya Rumdur, ya Yahudi'dir, ya Hindu; lakin Müslüman değildir! İ şbu Mısır'da yirmi kadar Hint mağazaları var, güzel ti­ caret ediyorlar ama hiçbiri Müslüman ticarethanesi değildir! Bizim Kazan'da ve Bakü'de her milletten tacir ve misafir bulunur ama Hintli, ya da Mısırlı Müslüman tacir görülmez. Memalik-i harici­ yede iş görmediğimizden sarf-ı nazar, kendi vatanımızda dahi aciz kalıyoruz. Turan ve İran'ın, Osmanlı ve Mısır'ın Mağrib'in ve Hind'in ticaret-i mahalliyyesi alışverişi yine ecnebiler elindedir! Hazerat! "Yağmur yağar içeriz; yerden çıkar yeriz" ile bugün dünyada ömür sürmek mümkün ise, yarın böyle hayvanca geçin­ mek ve rızk kesbetmek mümkün olamayacaktır. Bu miskinlik, bu


54

faaliyetsizlik, bu hünersizlik bizleri bitirecektir. Ecnebisiz ve yalnız Müslüman işçileri ile İslam hükümetleri de iş göremiyorlar. De­ miryolu, deniz nhhmı, kanal, fabrika tesis olunacaksa ecnebi mü­ hendislerine muhtaç kalıyorlar. Hulasa-i kelam Mağrib'de Ribat şehri, Şark'ta Şahabad hep bir derece berbat; işgüzar olsa yaramı­ yor Ali, Murat ve hudadat; gerek oluyor ya Jorj ya Ferdinand! Bir kavim veya millet iktidar-ı siyasiyesini ve istiklalini kaybet­ se evet, büyük yıkınhdır, büyük ziyandır. Lakin faaliyet-i kisbiye fikdan ile meydan-ı ikli"t ve ticarette mevkiini kaybederse bir de­ ğil on defa ziyandır ve inkırazın mebadisidir. Umum İslam'ın te­ essüflü bu haline sebep nedir? Maarifsizlik, cahil denilirse bunla­ rın sebebi nedir suali geliyor. Milel ve akvam-ı ecnebiyyeden sarf-ı nazar, bundan elli alhnış sene mukaddem Müslümanlarla birlikte yaşayan, müslüman adetlerine tabi bulunan Ermeniler, Rumlar, Bulgarlar, Farslar. Yahudiler ve Budiler bizlerle bir seviyede bu­ lundukları halde, bugün temeddün ve terakkide bizlerden ileriye ne ile ve nasıl çıkhlar? Hazerat! Bu halleri düşünmeliyiz, halimiz çok aa ve aşikar bir haldedir. Lakin buna karşı göz yummak, bu hali seyretmek caiz değildir, hatadır, günahhr. Bu halimizi, bu derdimizi setrehnek değil, caddelerde meydanlarda bağırıp, çağırıp söylemelidir. Yok­ luğı.ınu gizleyen var olmaz, derdini söylemeyen şifa bulmaz. Der­ dimize, çaremize bakmalıyız, aksi halde dahilen çürüye çürüye bir gün düşer, yayılır, kalırız. Hazerat! Meselenin hallini, marazın devasını benden iste­ meyiniz, acizlerinde bu kadar bilgi ve kuvvet yoktur. Ancak çok senelerdir bu mesele ile uğraşıyorum, lakin çaresini bulamıyo­ rum ... Kavm-i necib-i Arabın istidad-ı medenisi ve faliyet-i iktisa­ diyesi

tarih ile müsbettir.

Kahraman Türklerin yetiştirdikleri

ulemanın asarı, Semerkand rasathanesinin harabeleri, bütün As­ ya 'ya kanun ve nizam verdikleri bunların dahi istidad-ı tabiilerine delildir. Akvam-ı Turaniyeden olan Finlandiyalıların ve Macarla­ rın faaliyet-i iktisadiye ve medeniyeleri cümle Türklerin medeni istidadlarına diğer bir bürhandır. Farsların, İ ranilerin tarih ve ede­ biyatları keza istidadlarına kefildir. . . Demek istiyorum ki Arap, Türk, Hint, Fars ve Hint akvam-i islamiyesinin bugünkü düşkün­ lüğü hilkat ve tabiatlarından ileri gelen bir hal değildir. Böyle ise


55 faaliyet ve temeddün yollarımızı kestiren din-i mübin-i İslam mı? Hayır! Hayır! Müşerref bulunduğumuz terakki ve temeddünün menbaıdır, evvelce görülmüş terakkimizin baş sebebi belki baş se­ bebi ve muharrikidir. Dinimiz bir kanun-i mukaddestir ki "cümle­ niz çalışınız, cümleniz okuyunuz, cümleniz tedbir ve sanat ile ya­ şayınız" kaidelerini amirdir; bizler ise hazırda bu evamir-i şerife­ nin tamamen aksini işliyoruz. İşsizlik, sana tsızlık, nadanlık hep bizde. Hikmet, halimizin burasındadır. İktisadi düşkünlüğümüze fikir ve akıl hareketsizliği, yani şark aleminde bir fikir, bir eser ve bir edib zuhuruna karşı garp aleminde yüz fikir, yüz eser yüz edib baş gösterdiği ilave olunursa, halimizin ne kadar müşkül olduğu daha güzel anlaşılmış olur. Alem-i İ slamiyetin düşkünlüğüne bir derece Amerika kıtasının keşfi sebeb olmuştur zannederim: Şark ve garbın eski yol ile ticaretinde memalik-i islamiye umum ker­ vansaraydı, büyük istifadeler ediyordu. Amerika'nın keşfi deniz ticaretini, deniz yolarına meydan açıp memalik-i İslamiyeye sekte ve durgunluk getirdi; bununla beraber Avrupa'daki makinaalık terakki edip bizim eski usfıl tezgahların emtiası derece derece pa­ zarlardan çekilip fabrika imalah meydanı aldı, galebe çaldı. Bu haller inkar olunamaz, lakin bizleri yıkan, düşüren yalnız bu ol­ masa gerektir. Belki daha ziyadesi fena adetlerimizde, evham ve türlü hurafüttan ileri gelmiştir . . . Bu benim bir zanrumdır, hakikati hali keşfe iktidarım olmadığını yukarıda söylemiştim. Böyle bir meselenin halli, esbab-ı tedennimizin keşfi ve devasının tertibi bir veya iki adamın iktidarı haricindedir. Binaenaleyh akl-i kasirane­ me göre asrımızın ulemasından, fuzaJasından erbab-ı umur ve üdebasından mürekkep ve müteşekkil bir cemiyetin buna çalış­ masına ihtiyaç vardır zannındayım. Yani böyle bir meseleye ve dertlere çare bulunabilirse Müslüman kongresi içtihadi ile vücut bulabilir . . . Hemen şurasın acelece arzedelim ki, Müslüman kong­ resi, mü'temir-i İ slami dediğimiz Panislamizm ya da siyasi bir iç­ tima akla gelmesin. Hu tbemin başından beri söylediğim tedenni ve düşkünlüğe nihayet vermek, terakki-i içtimaimize ve iktisadi­ yemize yol açmakla asnn terakkiyahndan hisse-mend olmak arzu-


56

sundan başka bir şey olmadığı anlaşılmak gerekir. Binaenaleyh mevadd-ı siyasiyeden bahsedilmemek şeraiti tahbnda mü'temer-i İslamiye davet ve cem edilmesini zaruri görüyorum."25

İsmail Bey'in Müslüman kongresi toplanması konusundaki te­ şebbüsü kabul görmüş ve bu konferansın sonunda "Dünya İslam Kongresi"nin toplanabilmesi ve çalışmaların yürütülebilmesi için bir tertip komitesi oluşturulur. Komitede; Salim al- Basri (baş­ kan), Hüseyin Vasıf ( Başkan yardımcısı), Muhammet Tevfik al­ Bakri ( Başkan yardımcısı), Ahmet Hafız Bey (muhasip), Ömer Lütfi (Sekreter), Ali Yusuf, Hasan Rafki, Musa Galib, İbrahim al­ Hilbavi, Muhammed Hüseyin, Yusuf Sadık, Rafik al-Azm, Hakkı al-Azın, Hasan Bakri, ve Muhammet Ahmet al-Şerif. Bu helet Dünya İslam Kongresi için gerekli çalışmalara hemen başladı. 2 İsmail Bey, İstanbul üzerinden Kırım'a dönmek için yola çı­ kar. lstanbul'da, olup bitenler hakkında hükümete bilgi verir. Dersaadet İsmail Bey'e karşı çok duyarlı davranmaz. Bunun üze­ rine Kırım'a döner ve burada bir buçuk ay kaldıktan sonra ı907 yılının Aralık ayında tekrar Mısır'a giderek ve kongre ça­ lışmalarına iştirak eder. Tekrar İstanbul'a döner ve hükümeti bilgilendirmeye çalışır; fakat yine aynı duyarsız muamele ile kar­ şılaşır. ı9o8'de tekrar Mısır'a gider. Burada iyi Arapça bilen ve bir Kazanlı Türk olan Abdullah Battal Taymas'la birlikte Arapça rönesans anlamına gelen En-Nehda adlı bir gazete çıkarır. Bu gazetede İslam rönesansının gerçekleşmesi için çeşitli makaleler yazar. Bu yazılar kısa sürede yankısını gösterir. Diğer Arap gaze­ teleri ve Azeri basını bu teşebbüsü destekler mahiyette yazılar yayınlarlar. Bu sırada Kongre hazırlıkları son aşamasına gelmiş ı9o8 yılı­ nın Ekim ya da Kasım ayında toplanılmasına karar verilmiştir. Fakat İstanbul'da ı9o8'deki İkinci Meşrutiyet vak'ası kongrenin toplanma tarihini ileriye attı. İstanbul'daki yeni rejim kongrenin İstanbul'da toplanmasını teklif ettiler. İsmail Bey bütün hazırlık-

2s 26

Cafer Seydahmet Kırımer, Gaspıralı İsmail Bey, s 13 3-138. Mehmet Saray, s. 1 1 8.


57

!arın tamamlandığını belirterek bunun mümkün olamayacağını Bab-ı ali'ye bildirdi. Bu bekleme esnasında İsmail Bey'in de sağlı­ ğı bozulunca kongre toplama heyecanı gittikçe sönmeye başladı. Kongre bir kere daha ileri bir tarihe ertelendi. Bu erteleme de sonuç vermedi ve kongrenin toplanması bir daha gerçekleşmedi.

C. İsmail Bey'in Türkçülüğü -Dilde, Fikirde, İşde Birlik lstanbul'daki Hamal ve Kayıkçı ile Şarki Türkistan'daki Deve Sürücüsü ve Koyun Çobanının Anlayabileceği Dil, Petersburg'da ikinci Rusya Müslü­ manlan Kongresi, Zımnen Anlamak.

İsmail Bey'in hayatı boyunca kendisine çizdiği hizmet yolunu Tercüman'ın sloganı da olan "Dilde, fikirde işde birlik" hedefi belirler. Devrin şartları içinde düşünüldüğünde bunun ileriyi gören ne elzem bir teşebbüs olduğu anlaşılır. Öncelikle belir­ telim ki İsmail Bey bir taktik adamıdır. Gerçekleşmesini istediği, hayalini kurduğu ve ulaşmak istediği hedefleri realist bir bakış açısıyla değerlendirir. Onun en büyük ideali dünya Müslümanla­ rının her bakımdan ileri gitmeleri, gelişmeleri, kalkınmaları ve istiklallerini kazanmalarıdır. Bu yolda Hindistan'a, Mısır'a ve İstanbul'a çeşitli seyahatler yapar. UsCıl-i Cedid mekteplerini sadece Rusya Müslümanlarının istifadesine sunmaz, bizzat Hin­ distan'da bu tarzda mektepler açar ve Urdu lisanında 40-45 gün­ de okuma yazmayı öğretir. İsmail Bey içinde bulunduğu şartları iyi değerlendiren ve azmi bırakmayan bir idealisttir. Onun Türk dünyası için tasavvur ettiği ideali gerçekçi bir temele dayanır. O ilk önce, geniş bir coğrafya­ ya yayılan Türk milletinin ortak bir dile sahip olması gerektiği düşüncesini taşır. Herkesin anlaşabileceği ortak bir dil olmadan iktisadi ve siyasi alanda bir işbirliğine gitmek mümkün olamaya­ caktır. Bu bakımdan İsmail Bey dil meselesi ile işe başlar. Gerek Tercüman'daki yazılarında gerekse kitaplarında ve konuşmala­ rında herkesin anlayabileceği bir dil kullanmaya gayret eder.


58

İsmail Bey İstanbul'da ikamet ettiği sırada Osmanlı Türki­ ye'sindeki dil münakaşalarına şahit olmuş ve sadeleşme hare­ ketine sıcak bakmıştır. Ahmet Midhat Efendi, Şemsettin Sami ve Necip Asım Bey gibi ileri gelen ediplerle tanışmış ve onlarla soh­ bette bulunmuştur. İsmail Bey, bütün Türklerin anlayabileceği bir dil geliştir­ menin peşine düşer. Ona göre konuşulduğu ve yazıldığı zaman "İstanbul'daki hamal ve kayıkçı ile Şarki Türkistan'daki deve sü­ rücüsü ve koyun çobanı da anlayabilmelidir. Türkler için bu umumi dili geliştirmek maksadıyla Gaspıralı'nın şu esaslara dik­ kat ettiğini görüyoruz: a) Yaşayan Türk lehçelerinin pek kaba olmayan mahalli kelimeleri Osmanlı Türkçesinin en gelişmiş şekli olan İstanbul şivesine uydurularak kullanılmalı, b) Mümkün mertebe ecnebi lisan ve kaideleri Türkçe'den çıkarılmalı. c) Okur-yazarlar tarafından anlaşılmayan Arapça ve Farsça tabirler tasfiye edilmeli. "27 Fakat bu teşebbüsler her zaman olduğu gibi Çarlık Rusyasının sıkı takibi ve engellemeleri ile karşılaşmıştır. Duma'da Türk etki­ sini azaltmak için öncelikle 40 kişilik temsilcilik hakkını önce ıo'a sonra da 6'ya düşürdü. İsmail Bey bu konunun daha fazla zarar görmemesi için itidali elden bırakmaz. Öte yandan Çarlık idaresi Türkler arasında kabilelere kadar inerek ayrı birer dil yaratma faaliyetini yürütmekte idi. Öyle ki, kabileler arasında kelime alış verişi bile yasaklanmıştır. Türkler arasındaki birlik ve beraberliği dili kullanarak bozmak teşebbüsü Rusların tarihi ve vazgeçilmez siyasetlerinden bin olagelmiştir. Bolşevik Sovyetler de Türk boyları arasında değişik alfabe kul­ landırtarak dil birliğini bozmaya çalışmıştır. İsmail Bey'in dilin sadeleşmesi konusunda yukarıda teklif et­ tiği hususlar Osmanlı Türkiyesinde Hüseyin Kazım Kadri ve Ziya Gökalp tarafından desteklenir. Daha sonra Ziya Gökalp bu görüş­ lerden istifade ederek dilde Türkçülüğü sistematik bir şekle so­ kacak ve uygulama sahasına koyacaktır.

21

Mehmet Saray, s. 49-50.


59

1905 ihtilalinden sonra oluşan kısmi hürriyet havası içinde bir araya gelen İsmail Bey, Ali Merdan Topçubaşı, Yusuf Akçura "Rusya Müslümanlığı İttifakı'nı kurdular. Duma'da (Meclis) Türklerin haklarını korumanın yollarını araştırdılar. "1906 yılının Ocağında Petersburg'da toplanan ikinci kongre " İ ttifak"ın nizamnamesini müzakere ve kabul etmiş, ayru yılın Ağustos'unda Topçubaşı Ali Merdan Bey'in riyasetinde ve Gaspı­ ralı İ smail Bey, Akçuraoğlu Yusuf Bey, Sadri Maksudi (Arsal) Bey, Fatih Kerimi Bey ve diğerlerinin iştiraki ile Nijni- Novgorod'da toplanan üçüncü kongre " İ ttifak"ıru programını kabul ve Ali Mer­ dan Bey'in riyasetinde merkez komiteyi tespit etmişti".26

İsmail Bey'in bu kongre sırasında verdiği aşağıdaki teklif alkış­ larla kabul edilmiştir. "Umumen Türklerin aslı nesli birdir. Zaman ve mekan ihti­ lafıyle şive adetlerimizde ihtilaf peyda olmuştur. Bu ihtilaf yek­ diğerimizi anlamayacak dereceye gelmiştir. Bundan sonra mek­ teplerimizi bir olan lisan-ı edebimize hadim olacak hale getirmek lazımdır. Kongrenin mektep ve medrese komisyonu tarafından hazırlanmış layihasında iptidai mekteplerimiz için dört sene tedri­ siyye tayin olunmuştur. Bunun üç senesinde sade mahalli şive ile tedrisat icra edilip, son senesinde umumi Türk lisanıyla yazılmış kitaplar okutulmalıdır. Bu sayede tedricen muhtelif şive ve lehçe­ ler birleşmiş olur."29

İsmail Bey 1908'de dil konusunda yaptığı çalışmaların ve neti­ celeri konusunda Tercüman'da değişik zamanlarda aşağıya aldı­ ğımız görüşlerini dile getirir: "Elli milyonluk Türk kavminin vilayet vilayet şiveleri (nareçi­ ya) telaffuzda (pronons) tefavütleri var ise de hasıl lisanları bir­ dir, binaenaleyh bu kavm-i necibenin umumi lisan-ı edebiyyeye 2e

Ahmet Caferoğlu, l s mail Gaspıralı, Ölümünün 5 0 . Y ı l dönümü M ünasebetiyle B i r Etüd, İ stanbul, 1 964, s. 13; Mehmet S a ray, s. 5 1 . 2 9 M . Bala, " Ru sya ihtilalinde T ü rkler" Dergi, Sovyetler B i rl iğini Öğre n m e E nstitüsü, M ü n ih, n r. 9 ( 1 9 5 7) , s. 6; M ehmet S a ray, s. 5 1 52.


60

hakkı olduğundan mad dünyada yaşamak istiyor ise herşeyden ziyade ve herşeyden evvel ittihad-ı lisana çalışmalıdır. Arslan gibi milletimizin başına gelen felaketler ve zaaf her su boyunda bir han, ya emire tabi bulunduğu değildir. Her su bo­ yunda bir şive kullanıp şimdiye kadar umumi lisan-ı hitabet, lisan-ı edeb vücuda getirmekte ettiği gaflettir. Bundan 25 sene mukaddem 'Tercüman'ın gayet sade ve muta­ vassıt şive ile yazıyla başladığı yukarıda söylediğimiz şeylerin neticesidir. 3° "1 905 senesine kadar 'Tercüman'da -lisan birleştirmek yaki umumi Türk dili- ibareleri istimal olunmadı. Zımnen söylemek, karine ile anlabnak iktiza-yı hal ve zaman idi. 'Uram [sokak) dili' 'avam dili' demek ile iktifa ediyor idik. Çünkü Tatar ve Başkurt, Kırgız ile Sart evladını bir şkolaya [okula] kabul ebneyip 'tefrika­ ya' çalışan İlminskiy ve müridleri bizi ihtiyatlı davranmaya mec­ bur ediyorlar idi. Verilmiş hürriyet-i kelam sayesinde 1 905'ten beri 'Tercüman' milli meslek ve milli lisan hususunda efkarını açabaşladı. Zımnen anlayanlar da az değil idiler. Çünkü 'Tercüman'ın girmediği şehir, vilayet, volost yok idi."Jı

Til, lisan itibariyle Şarki Sibirya'nın Yakutları, Sibirya Türkleri, Baraba, Kazak- Kırgız, Karakalpak, Başkurt, Nogay, Kazanlı, Kı­ rımlı, Kumuk, Uygur, Özbek, Tarançı, Sart, Azerbaycan ve Os­ manlı namları ile maruf taifeler, uruğlar hep Türk tili ile söyleşir­ ler, hep Türktürler. Rusya'ya tabi Türklere 'Tatar' lakabı verilmiş ise de, bu bir is­ naddır, hatadır ... Rusların 'Tatar' ve Buharalıların 'Nogay' tesmiye

30 [lsmail Gaspıralı] "Can yaki Dil Meselesi" Tercüman, 22 Ocak 1 908; Hakan Kırımlı, Kırım Tatarlarında Milli Kimlik ve Milli Hareketler (19051 9 16), TTK. yay. Ankara, 1996, s. 47. Jı İ b i d . ( İ kinci Kısım) Tercüman, 25 Ocak 1 9 0 8 ; Hakan K ırımlı, s . 48.


61

ettikleri halklar hakikat-i halde Türk'tür."32 Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi İsmail Bey, dil bir­ liğinin sadece ortak bir anlaşma aracı olarak hizmet etmeye­ ceğini, aynı zamanda Rusların ve özellikle bir Ortodoks papazı olan İlminsky'nin, Türkleri şive ayrılıkları ile bölme ve her şiveyi konuşan boyu bir farklı millet olarak kabul etmek siyasetini de bertaraf etmiş oluyordu. Bu hayırlı hizmetler maalesef Ekim Dev­ rimi'ni takip eden karanlık yıllarda akamete uğrayacak ve İl­ minsky'nin metodu komünistler tarafından da benimsenecek; üstelik daha şiddetli bir biçimde uygulama sahasına ko­ nulacaktır.

D. Dil Birliğinin Sonuçları Otuz Beşten Fazla Türkçe Gazete, Genç Kalemler

Gaspıralı'nın dil konusundaki faaliyetleri ile herşeye rağmen yüksek sesle ifade edilen ve Tercüman'da yayınlanan bu yazılar zaman içerisinde amacına ulaşmış ve en azından Kırım, Kazan, Bakü ve İstanbul arasında nisbi bir dil birliğinin tesis edildiği söylenebilir. 1905 1. Rus ihtilalinin hürriyet ortamında Rusya Türklerine gazete çıkarma izni verilmesinin ardından Türkistan, Kazan, Kafkasya ve Kırım' da otuz beşten fazla Türkçe yayın yapan gazete ve mecmua neşir hayatına başlamıştır. Bu mecmua ve gaze­ telerde hikaye, şiir, roman tefrikası, piyesler ve çeşitli makaleler ile haberler yayınlanıyordu. Özellikle ortak edebi dilin geliş­ mesinde bu yayın araçlarının büyük rolü olmuştur.33

Öteden beri cedit hareketine sıcak bakan Azerbaycan edebi dili de bu sayede halkı ile arasında olan uçurumu kapatmıştır. Zira Azerbaycan'da zaman içerisinde aydınlar daha çok Farsça'ya meylederek halkla münasebetlerini kesme durumuna gelmişti. 3 2 [İsmail Gaspırah), "Yine Lisan Bahsi", Tercüman, 2 1 Kasım 1905; Ha­ kan Kırımlı, s. 48. 33 Geniş b i lgi için bk. Kırım er, s. 8 8 - 9 0 .


62

Halk edebiyatının güçlü bir geleneği olması Azeriler üzerinde Farsça'nın etkisini ortadan kaldırmıştır. Hasan Bey Zerdabi'nin Ekinci gazetesi, Hüseyinzade Ali Bey'in Füyuzat mecmuasının yanında Hayat, İrşad, İkbal, Terakki, Hakikat, Sada-yı Hak adlı gazeteler dilde sadeleşmenin öncülüğünü yaptılar. Mehmet Emin Resulzade'nin çıkardığı Açık Söz gazetesi de bu yolda ciddi hiz­ metleri olan yayın organlarından biridir. Böylelikle İsmail Bey'in Tonguç adlı bir sayılık mecmuasıyla başlayan hareket hem kuzey Türkleri arasında hem de Azerbaycan'da meyvelerini vermeye başlamıştır. Öte yandan İsmail Bey'in dilin sadeleşmesi hususun­ daki fikirlerinin sonradan Osmanlı Türkçüleri arasında büyük bir ilgi gördüğü bilinmektedir. Böylelikle çok ilkel usullerle basılan bir sayılık mecmuanın tutuşturduğu kıvılcım bütün Türk dünya­ sında bir dilde sadeleşme ve ortak dil iştiyakını doğurmuştur. Bu hareketin bir yansıması olarak Genç Kalemler hareketini hatır­ lamak yeter.

E. İsmail Bey'in Yazılarından Seçmeler Müslüman Kongresi Adlı Eserinin Mukaddimesi

"Ruhu (çeyrek) asırdan beri Rusya Müslümanlarının umur- ı içtimaileri ile acizane uğraşıp geldiğimden ve Buhara'dan Ce­ zayir'e kadar vaki olan seyahatlarımdaki müşahedelerim beni bir taraftan mey'us, diğer cihetten ümit-var ediyordu. En iptidai gözüme çarpan hal Müslümanların her iklimde ve her türlü usul­ i idare tahtında hepsinin aynı derecede geride ve aşağıda kaldık­ ları idi. En ağır, en müstebit bir idarenin su-i tesirine galebe ederek Ermeni, Yahudi gibi bazı akvamın oldukça harekete, terakkisi görülüyordu. 20-30 seneden beri meşrutiyete ya ki oldukça hür bir idareye tabi oldukları halde bundan istifade edemeyen, mü­ teessir olmayan Müslümanlardı. Otuz sene zarfında Bulgarlar kırk adım ileri gittilerse Bulgarya Müslümanları ricat demek olan hicret fikrinden başka bir fikir bulamadılar. Mısır'ın Kıptileri temeddün ediyor, fellahları ise hala baş açık, yalın ayak ge-


63

ziyorlar. Cezayir Yahudileri Fransa'nın maliye nezaretini el uza­ tıyorlar, Cezayir Arapları ise rahat ve saadeti yalnız hurma da­ lında ve deve ayağında gözlüyorlar. Bugün Kaşgarlı, Buharalı Mağripli, Cavalı yüz Müslümanın bir araya gelirse cümlesi isper­ meçet mumu gibi bir kalıba döküldükleri fikir, matlap, hareket itibariyle bir derece fikirsiz, matlapsız, hareketsiz bulundukları görülecektir. Meyus eden bu hallerdir. Fakat bu meyusiyete karşı uzunca ameliyat ve tecrübelerden hasıl ettiğim itikad-ı içtima­ iyem muharrik bulunursa millet tahrik edilmez derecede değil­ dir. Bendelerine ümit veren cihet de budur. Bu itikadıma binaen hayli istimal olunmuş "millet-i mer­ hume" nam ve tabir-i mahsusunu bir türlü kabul edemiyorum. Millet-i gafile, millet-i mazlume demek daha doğru olur zan­ nındayım. Gaflet ve zulüm geçici hallerdendir. Bunlarla mücade­ le insanların ihtiyarında ve iktidarındadır.'34 Bib-ı ili Caddesl'nde Bir Seyahat

"Bu namda kırk, elli tefrika yapmak istiyorum. İstanbul'u bi­ lenler taaccüb ederler. Sirkeci'den Bab-ı ali'ye kadar uzanmış cadde her ne kadar güzel bir mahal ise de, o kadar uzun değildir ki seyahat edilsin. Bir bakıştan böyledir amma, ben şu beş altı yüz arşınlık caddede koca bir seyahatin mümkün olduğunu iddia ederim. "Bir Lokma Ekmeğin Tarihi' namında Almanca bir kitap oldu­ ğu malumdur. Edebi lisanların hemen cümlesine nakil ve tercü­ me olunmuştur. Pekala, bir lokma ekmeğin tarihi olur da koca bir caddenin seyahati olmaz mı? Avrupa gazeteleri her ne yazarlarsa yazsınlar, hakikat yine hakikattir. Her kavim ve millete Osmanlı toprağında verilmiş olan müsaadat hiçbir yerde yoktur. Hatta en müsaadeli olacak Toşma Amerika Cumhuriyeti (Birleşik Amerika Hükümeti) ucuz iş işlemeğe gelmiş olan Çin muhacirlerini denize atmak istiyor. Hükümet-i Seniyye'nin ise büyük müsaadatından ecnebiler, Bul-

34 Kırımer,

s.

137.


64

garlar, Ruslar, Ermeniler, Yahudiler nıüteşekkiren istifade ediyor­ lar. Her cihetlerde çalışıyorlar, rızık ve rahatlarım temin ediyor­ lar. Yalnız bizim Müslümanlar şanları ve hakları olan derecede istifade etmiyorlar. Cadde boyunca seyahatimde en ihtida gözü­ me çarpan bu idi. Dört yol ağzı tramvay caddesini geçtim. Bab-ı ali'ye doğru yürüdüm. Şamlıyan eczanesi, Vafyadi fotoğrafhanesi geride kaldı. Sağ tarafta muhabbetli kitapçı Kayseriliyan mağaza­ sını, komşusunda Agopyan Dökmeci hanesini ve bunun karşısın­ da Miltiadi fotoğrafhanesini görüp kaydettim. Sol tarafta hürmet­ limiz Mihran matbaasını, biraz ilerde kitapçı Kaspar Efendi ma­ ğazasını, ilerisinde (Asır) kitapçı Arakel Ağa kütüphanelerini ve daha daha erkan-ı maarif ve naşiri gayyfır efendileri görüp ibret alıp defterime kaydettim. Matbaalara girdim. Makine üzerinde Bogos Ağa, mürettiple­ rin ekserisi bunun biraderleri. Bir iki kitap aldım. Ali Bey yazmış, Artin Efendi neşretmiş. Se­ lim Efendi yazmış, Hoçador Ağa neşretmiş. Hakka bazı eserler ehl-i Tebriz, meşhedi Hüseyin Ağa'nın "hizmet-i maarif­ peresti"siye meydan-ı intişara konulmuştur. Bizim "Tercüman" dahi kitapçı ve naşir Jozef Efendi'nin himmeti ile münteşir olu­ yor. Mukaddemce Kafkasya'ya vaki olmuş seyahatim aklıma geli­ yor, o esnada bir mecliste içimden fırlayan sualler tekrar fırlamak istiyor: Ey Türkler, nedir bizde bu haller? Tiflis'te ilm-i hal tab' ederiz, Karakaşyan matbaasında, Bakü'de "Köroğlu" neşrederiz Adamyan matbaasında, Karabağ'da şiir veya mersiye neşrederiz Vanilyan matbaasında. Şöyle ki, Karakaşyan, Vanilyan cenapları bize edecek him­ metleri etmemiş olsaydılar, bizim "Köroğlu" dünya yüzünü gö­ remeyecekti, öyle mi? Bizler neredeyiz derneğe hakkım yok mu? Evet çalışanlar var. Sırasında bunları da yad ü sena ederiz. Llkin Türkiye'de Türkler daha ziyade işlemelidir. Kapılarda, di­ vanlarda çalışıldığı gibi, tüccar mağazalarında, tezgahlarda, fab­ rikalarda, denizler üzerinde çalışılmalıdır. Biliyorum memuriyet şereflidir, lezzetlidir. Devlete ve mülke hizmet farzdır. Llkin


65

sabancıların da piri Adem (A. S.)'dır. Demircilerin de piri Davut (A. S.)'dır. Köy köşesinde muallim olan bir ehl-i gayret de ulema­ nın en efdali değil mi ya? Sen memur, ben memur, idare edilecek kimdir? .. "

Tercüman, 6 Ağustos ı895. Buna Ne Demeli? "Derdini inkar eden derman bulamaz, binaenaleyh derdi­ mizden bahsedeceğiz. Sözümüz, hoş gelsin, ağır gelsin, her nasıl­ sa cümle ile beraber derdimize derman aramaktan mad meramı­ mız yoktur. Bu zamanda bütün alem-i medeniyette ehl-i islam'ın cüm­ leden geri kaldığı görülür. Mukaddemce çok defalar Rusya Müs­ lümanlarından bahsettiğimizde, Rusya'da cümleden geri bulun­ duğumuzu söylemiştik. Bu defa ehl-i İslam'dan bahsedeceğiz ki İran'da Buhara'da, Bulgarya'da bize gücenen bulunursa af buyur­ sunlar. Gücenmek, darılmakla olmaz, meseleyi halletmeli, derde derman bulmalı. Halimiz birazcık vicdana ve hamiyete sahip olunca, düşü­ nülmeyecek hallerden değildir. Garba bakar ve dikkat edersek eski Müslümanlardan bir miktar ilmi usul ve sanayi tahsil etmiş akvam-ı efrenciyeyi çok ileride görürüz. Bu az dolu gibi. Aksa-yı Şarka göz edersek Japon sıfatında Moğol mecuslarının az za­ manda fırlayıp Müslümanlardan ileriye gittiklerini göreceğiz. Şan ve haysiyet-i milliyemize ne kadar ağır gelirse de vak'ayı ve hakikati inkar caiz değildir. Setretmek hem zarardır hem de alçaklıktır. Bundan otuz sene mukaddem ismi az malum olan Japon kavmi bugün denizde Amerikan kumpanyalarına rekabet ediyor, manifaturasıyla, İngilizlere, kibrit ve birasıyla Almanya'ya karşı geliyor. Matbuatın terakkisi ile bazı Avrupa akvamını geride bırakıyor. Müslümanlar ise hala durgunluktan, miskinlikten baş kötremiyorlar [kaldıramıyorlar] . Ya Rabb! Ne haldir bu? Kazan'da, Kırım'da Kafkasya'da sair akvamın gerisinde kaldı­ ğımız gibi; Buhara'da, Fas'ta. Cezayir'de, Tunus'ta Yahudiler iler­ liyor. Hindistan'da mecusiler ileri atılıyor. Muhit-i kebir cezirele-


66

rinde Çinliler, Japonlar yol keptiriyor, bizler ise hep durgun, hep geride. Nedir bu? Nedendir bu? Umum akvam arasında kisb ü ticarete sa'y, hareket-i fikriyeye meyil, tahsil hevesi var. Bizlerde ise durgunluk, durgunluk. .. Eski Müslümanlarda bu ağır hal yok­ tu. Şimdi neden, nereden ve ne için ehl-i İslam'a musallat oldu? Malumattan bi-behre, hikmet-i İslamiyeyi iyi anlamayan ve hatta İmam-ı Azam Efendimizin misalini dahi bilmeyen bir hayli adamlar vardır ki, bu meseleyi bir ağızdan halledip yan ge­ liyorlar... Diyorlar ki, bu dünya Müslümana zindan imiş, İslam dünyası ahirette imiş ... Bu bi-çarelere ayıp edilmez, ne deseler de caiz görülmeli, çünkü eski Müslümanların ahiretten hiç ümit kesmedikleri halde Kürre-i arzın nısfını tasarruflarına alıp umu­ munu almak gayretinde bulundukları ve kesb-i maişet meyda­ nında cümle akvama faik bulundukları bunlara malum değildir. "Bu dünya bize zindan, ahiret arıyoruz!" efkarını iddia edenle­ rin her kaysına [hangisine] dünya malından ve lezzetlerinden ne kadar çok verilse hiçbiri reddetmez, lakin ne faide götürüp veren yoktur. Çalışıp bulmaksa elden gelmiyor. Bu miskinliğe teselli olarak mangal başı, çay arası, zindan hikayeleri tasnif ediliyor. Bunları bırakalım. Ziyalı, malumatlı Müslümanlar ne diyorlar bakalım. Türk'ten, Arap'tan, Avrupa'ya aşina ve usulüne müptela liberal yani müsaadeli adamlarla defa defa görüştüğümüzde rey ve fikir aramıştık. Bunların zannına ve itikadına göre ehl-i islam'ın durgunluğu siyasi bir illet olup usul-i idarenin gayr-ı muntazam olduğundan ileri geliyormuş. Çok düşündük, taşındık, fakat buna da kani olamadık. Vakıa usul-i idarenin maişet-i insaniyeye büyük tesiri olduğu inkar edilemez. Fakat Müslümanların her ne türlü usfıl-i idare altında bulunalar da hep geride kaldıklarını gördüğümüzden, pe­ rişan ve durgun hallerini yalnız usfıl-i idareye isnad edemiyoruz. Rusya usfıl-i idaresi her nasıl olursa olsun cümle ahali için birdir. Bu halde Ermeni, Gürcü, Yahudi, Lehli ve şairler terakki edijp de Müslümanların etmediği nedendir? İran'ın usfıl-i idaresi iyi ise de, fena ise de Ermenilerin Müslümanlardan ziyade ilerledikleri görülüyor. "Kanun-ı Esasi'yi her derde derman zannedeniler var­ dır. Llkin bu gibi kanun ve idare-i meşruta hükmeden Roman-


67

ya"dan, Bosna'dan, Bulgaristan'dan Müslümanların Anadolu'ya can attıklarına ne demeli? Müsavattan, hürriyetten istifade edip Buğdanlara ve Bulgarlara ne için rekabet edemiyorlar? On sekiz senede Bulgarlar hayli terakki gösterdiler. Bunlarla beraber yaşa­ yan Müslümanların gösterdiği eser-i terakki nedir? Cümleden bir haldir ki, Bulgarlar otuz kadar ceride tesis ettikleri halde Müslü­ manlar ancak bu sene müstakil bir cerideye malik olabildiler. Bu tefavüt neden? Fransa ve İngiltere idareleri usul nazarından en müsaadeli idarelerdir. O halde Cezayir Araplarının, Hindistan Hindularının eski Han usulü ile idare olunan Buhara ve Afganistan ehlinden ileriye çıkamadıkları nedendir? Tekrar ediyorum, güzel idarenin hüsn-i tesiri büyüktür, fakat, alem-i islam'ın durgunluğu yalnız usul-i idareye isnad edilemez. Böyle itikat edilirse derde lazım derman bulunamaz. Belki de kaş yapacak olup göz çıkarmak yoluna düşülür, daha fena olur. Derdimizin neden ileri geldiğini pek etraflı düşünmeli. Bu de­ fa meselenin ilerisine varmayıp, alem-i islam'ın dermansızlığı siyasi sebeplerden ileri geldiğine itikad ettiğimizi söylemekle iktifa ediyoruz, düşünelim . . . "

Tercüman, 26 Teşrin-i sani ı895


F. İsmail Bey'in Hakkında Yazılanlardan Seçmeler

Cafer Seydahmet Kırımer Bahtiyar İsmail Bey; Milletimizin saygı ve takdirle anılacak evlatlarından birisi olan Ahmet Midhat Efendi merhum, 19 Temmuz 1909'da "Rus­ yalı İslam Talebe Cemiyeti" tarafından Şehzadebaşı'nda Fevziye kıraathanesi salonunda tertip edilen konferansta, İsmail Bey'i takdim ederken: "İsmail Bey Gaspıralı . . . İçinizden pek çoğunuz bu ismi işitmiş­ sinizdir" cümlesi ile söze başlamıştı. Tedrisat-ı umumiye hakkında vereceği konferansa başla­ madan evvel, İsmail Bey merhum, "Ben büyük değilim, fakat bahtiyarım ... Benim bahtiyarlığım pek sevdiğim millete ve Müs­ lüman kardeşlerime hizmet etmekliğimdir. Milletimin doğru sö­ zü kabul ve icradaki istidad-ı fevkaladesi beni pek bahtiyar edi­ yor... " demişti. İsmail Bey bahtiyardı . . . Çünkü, milli benliklerini unutan mil­ letlerin çökmeğe, başkalarının kulluğuna düşmeğe ve eriyip git­ meğe mahkum olduklarını, o herkesten iyi anlayarak, bütün ha­ yatını Türklüğün kendisini bulmasını temin edecek esasları ha­ zırlamağa vakfetti. Türklüğün her gün milli, medeni yükselme­ sine şahit oldu .... Türk birliğine inananların ve çalışanların arttı­ ğını gördü. Şimal Türklerinde Cedid'ciler yalnız mektep, medrese, ka­ dınlık meselelerinde değil, bütün milli işlerde ve hayata bakışta "kadimci"leri yenmişlerdi. Asırlardan beri kanaatle, tevekküle, mukadderatına boyun eğerek içtimai kudretini kullanamayan Şimal Türklüğünde can­ lanan milli cereyanın kuvveti, artık yalnız dahildeki kara kuvvete boyun büktürmekle kalmıyor; medeni, iktisadi işlerin her sa­ hasında büyük neticeler ve muvaffakiyetler elde ediyordu. Mek-


69

teplerin, matbuatın artmasındaki; edebiyatın, tiyatronun kuvvet­ lenmesindeki, kadın erkek Darülfünun talebelerinin sayısının yüzleri geçmesindeki sür'at ümitlerin çok üstünde idi. Artık et­ raflarını göremeyen Türkler yerine, istikbale ümitle, cesaretle, azimle bakan bir millet canlanmıştı ... Bu mücadelenin en tarihi ve en büyük amili olan İsmail Bey'in, o büyük zaferin neşe ve ümidiyle bahtiyar olması elbette, en büyük hakkı idi... Milletlerin hayatında her şeyden ziyade imana kıymet veren o büyük insan Türkiye'deki iyiye doğru yapılan gelişmeleri de gör­ dü. Türkiye hakkında sarsılmaz bir imanı vardı. Bu yüzden Trab­ lus, Balkan facialarına rağmen, burada yaşayan Türkçülük fikri­ nin, Türk tarihinin yeni bir başlangıcı olacağına inandı. Bütün yaralarına rağmen Türkiye'nin istiklalini korumak endişesiyle Harb-i Umfımi'ye girmiş olmasını da, o, milli imanın kudretine bir delil telakki ederek müteselli oldu ve Türkiye'nin geleceği hakkındaki sarsılmaz imanını kaybetmedi. . Türklüğün geleceğine olan imanı sarsılmadan hayata gözlerini kapamış olan İsmail Bey merhum, bahtiyardı... Çünkü kendisini de Türk tarihine, her şeyden evvel "iman" getirmişti. Bütün Türk aleminde canlanan milli imanın da er-geç bütün Türkleri birleşti­ rerek şerefle tarihlerinin başına geçireceğini, o kendi zaferini gördüğü gibi görüyordu... Şimal Türklerinin geçirmekte oldukları bin bir faciaya rağmen İsmail Bey'in ruhu yine de bahtiyardır. . . Çünkü onlar için artık her ızdırap bir mekteptir. Her facia imanlarını çelikleştiren bir amildir. Kendi benliğini bulmuş olan Türk alemi, artık kaviden rahmet, zalimden şefkat, taliden medet umma devrinden çıkmış; her tarafta kendi varlığını korumak, yükseltmek ve kurtarmak yolunda, canla, başla savaşa atılmıştır... Mücadele . . . İsmail Bey merhumun bütün hayatı mücadele ile geçmedi mi? Türk tarihinin, Türk yurdunun en büyük vasfı, ha­ yatın, şerefin iadesi olan cidal değil midir? Her milletten ziyade, Türkler ancak mücadele kudretlerini kaybettikleri zaır n ezilme­ ğe, çiğnenmeğe mahkum olmamışlar mıdır? Milli in m yolunda


70

yapılan mücadele her milleti muhakkak zafere yürümüşse, dün­ yanın en meşru davası için Türklerin giriştiği milli mücadele nasıl mağlubiyetle neticelenebilir? Türk tarihinin en vasıf bir kudreti de harekettir. İsmail Bey merhumun da bütün hayatı her tarafa giderek milli emellerini canlandırmağa uğraşmakla geçti. Bugün bütün dünya Türkleri, hatta en beklenilmeyen şarki Türkistan Türkleri de harekete geçmiş bulunuyorlar. Bütün bu hareketlerinde de temel. Türkçü­ lük, Türk milliyetçiliği ve mukaddes gaye, milli kurtuluştur. Şarki Türkistan Türkleri bile, artık yeşil değil gök bayrağı yük­ seltiyorlar ve "Dilde, Fikirde, İşde Birlik" düsturu ile Türk mil­ liyetçiliğine sarılıyorlar. Hayatında herkesten daha ziyade "tarihimize bakalım" cümle­ sini tekrarlamış olan İsmail Bey, merhumun ruhu elbette bu tahmin ettiği neticelerin tahakkukunu duyarak bahtiyardır. İmanın kuvvet olduğunu da bütün cihana anlatmak için Türk­ lüğün en facialı bir devrinde tarihimizin başına geçmiş olan Ulu Gazi'nin dehası ile Türkiye'nin yalnız adı değil, özü de, canı da Türkün olmadı mı? Bir zamanlar kendi yurdunda boynu bükük bir öksüz vaziyetinde bulunan Türk, bugün bütün cihan önünde şerefini koruyan bir varlık değil midir? Millet cereyanı dünyanın hangi bucağında bu kadar az bir zamanda bu kadar temelli, şü­ mullü ve cezri bir zafer kazanmıştır? Ey Türkçülüğün büyük ve bahtiyar babası ! Her tarihi hamlesi bugün dünya milletlerinin büyüklerini hayrete düşüren ve tarihlerindeki kahramanlarını bile kıskandı­ ran Ulu Gazi'nin yarattığı bu temel, yalnız Türklüğe değil, bütün Şark'a ve bütün dünyanın mazlum milletlerine örnek oluyor ... Yarının bütün imanlı Türk çocukları, Türk tarihinde, Türk­ lerin karanlıktan nura çıkmalarını, kendilerini ve birbirlerini bulmalarını, milli imanla silahlanarak varlıklarını kurtarmalarını ve medeniyetin ön safında tarihlerine yakışan şerefli bir mevkie yükselmelerini okurlarken, Türkçülüğün harsi, siyasi, cidalinde imanla çalışanları ve bu mukaddes gaye uğrunda kurban düşen­ leri rahmetle anacaklar ve Türkçülüğün temel taşına ilahi bir elle


71

kazılan şu kelimeleri görerek onları, yalnız kafa v e yüreklerine değil, vicdanlarına da hakim kılacaklardır: DİLDE, FİKİRDE, İŞDE BİRLİK"35

Akçoraoğlu Yusuf Bey "Muallime Dair"

"İsmail Bey iyi bir muallim, mahir bir gazeteci, mümtaz bir muharrir, içtimai ve siyasi bir mütefekkir ve faal bir cemaat ha­ dimiydi. Lakin bütün bu sıfatlar İsmail Bey'i tanıtamaz. Türk ve İslam aleminin son yarım asırlık aleminde, saydığımız evsafı haiz olabilecek yirmi-otuz kişi sayılabilir, fakat İsmail Bey tekdir. Onun bir eşini daha değil yalnız geçen elli yılın içinden, hatta birkaç asırlık İslam ve Türk hayatından bulup çıkarmak zordur. Bence İsmail Bey'i hakkiyle tarif edebilecek bir sıfat vardır ki, o da ulema-yı nasaranın Hazret-i İsa'dan bahsederken kullandıkları "Muallim" tabiridir. İsmail Bey "Muallim"di; O, bir kısım beşeri­ yetin dünyaya ve hayata nazarlarını değiştirmeye muvaffak oldu. Şimal Türklerinin hayat-ı fikriye ve içtimaiyelerinde azim bir inkılabın husulüne fikri menba, İsmail Gaspıralı'nın dimağı ol­ muştu. Bu nokta-i nazardan İsmail Bey, bir "inkılapçı" ve mede­ niyet-i Garbiye'nin "reformatör" kelimesine ithal ettiği mefhum murat olunmak üzere, bir "müceddid"tir. "Şark-ı İslamide öteden beri büyük-küçük bir hayli inkılapçı ve müceddidler zuhur edegelmiştir. Bütün bu zevatın zemin-i faaliyetleri saha-i din idi; efkar-ı esasiyelerinin mihveri din olu­ yordu; şarkta sırf dünyevi (laik) muallim ve müceddidleri hiç hatırlayamıyorum. İsmail Bey bu hususta bir istisna teşkil eder. İsmail Bey'in içtimai ve siyasi fikirleri dünyevidir; ma­ fevkattabiyata bağlanmaksızın da cemaate nafi efradın mevcut olabileceğine inanır. Ma-fevkattabiyatı ferdin ihtiyacat-ı ruhiye­ sine hasretmekten cemaatin mutazarrır olmayacağını zanneder. İsmail Bey'in içtimai ve siyasi fikirleri istikraat-ı hayatiyeye müsJ s K ı rımer.

s.

262-266


72

tenittir. Hatta tecarüb-i hayattan çıkan netayici, hazan, esasat-ı mekşüfe ile telifden de müstağni görünür. Bu cür'et-i fikriye, melekat-ı dimağiyesinin en kuvvetli zamanlarında, şerait-i muhi­ tiyesini hesaba katmamış zannolunacak kadar barizdir. Esasat-ı mekşüfeyi, efkar-ı esasiyesinin intişarına bir vasıta olmak üzere kullanmaktan çekinmez; hatta bu vasıtaya kesretle müracaat eder, lakin bu tabiye, mütefekkirin nazar-ı hakikisini setredemi­ yecek derecede sade ve şeffaftır .... "İsmail Bey, hayatla meşbu ve meşguldü; yazıları bile hayattır. Otuz kırk büyük cilt dolduran yazılarında, efkar-ı esasiyesinin kendi kalemiyle telhiş olunmuş muciz ve sarih bir ifadesine tesa­ düf olunamaz, O bildiğini, yaşadığını, bildiği ve yaşadığı gibi yazar; onları sıkıp bir nevi yazı murabbası yapmaya lüzum gör­ mez. Efkar-ı esasiyesine dair mütalaatımız, kendi tariflerinden ziyade bizim istihraçlarımızda. Biz, hiç korkmadan, İsmail Bey'i Ruslarca maruf bir tabiri tercüme ederek, bir "Garpçı" diyebiliriz. Gaspındı İsmail Bey, beşeriyet-i hazıraya nisbi saadetin haddi azamisini kazandırabilen medeniyet-i garbiye olduğuna kani idi. O, Türklerin, Müslümanların şahsiyet-i milliye ve diniyelerinden büsbütün tecerrüt etmeksizin Garplılaşmalarını ister, sözlerinde ve işlerinde bu gaye kolaylıkla seçilir; her türlü mesaisini, mille­ tinin garp alemi medenisine dahil olabilmesi için sarfetmiştir. "Zaten Şimal Türklüğünün duyan ve anlayan kısmı Gaspıra­ lı'nın mahiyet-i fıkriyesini, gaye-i makasidini tayinde gecikmemiş ve yanılmamıştır. Elifbanın suret-i talimi meselesinden neş'et etmiş gibi görünen "Usul-i Cedid" nizam-i umranisi, haddi zatın­ da, şimal Türklüğünün garpçıları ile şarkçılarının, muhafazakar­ ları ile terakkiperverlerinin müsademe-i tarihiyeleridir. XIX. asrın sonlarından itibaren, şimal Türkleri fikir, ümran ve içtima nokta­ i nazarlarından iki büyük fırkaya "Usul-i Cedid" ve "Usul-i Ka­ dim" fırkalarına ayrılarak bu iki fırkanın çekişmesi sayesinde terakki hazirana ermiştir. Terbiye-i etfal, tarz-ı maişet, gaye-i hayat ve içtima gibi en mühim mesaili hayatiyede "Cedid"lerle "Kadim"lerin meb'deleri tesadüf ediyordu. Bugün "Cedid"ler he­ men her sahada muvaffakiyetlerini temin etmiş gibidirler. "Ce­ did"lerin yani terakkiyi garbın takip ve temsilinde görenler cüm-


73

lece müsellem ve musaddak reisi, İsmail Bey Gaspıralı idi. İsmail Bey bu cereyan-ı fikri ve içtimainin yalnız reisi değil, muhaddis ve halikıdır. "Taban şair olmakla beraber, tefekküratında daima müspet ve maddi kalan İsmail Bey'in garb medeniyetine, hatta mücerret bir surette terakkiyi ideal bir mahiyet tanıyıp tanımadığını kestire­ miyorum. Ancak hayatının son sekiz on senesinde terakki­ perverliğini, garpçılığını adeta ikmal eden, tabir-i diğerle bu ma­ kasid-i maddiyeye hulul ederek onları canlandıran bir ruh vardır: Milliyet. Vakıa milliyet fikri, lisana, ırka, tarihe müstenit milliyet fikri, İsmail Bey'in daha evvelki yazılarında ve işlerinde de göze çarpar; fakat İsmail Bey'de fikr-i millinin, Türklük ve bütün Türk­ lük fikrinin "Dilde, Fikirde, İşde Birlik" şiariyle ifade olunacak suretle tavazzaha, sekiz on seneden daha akdem denilmez. Ruh-ı millinin vuzuh ve kat'iyetle tecellisi İsmail Bey'in manzume-i fikriyesini itmam etmiş oldu. Mavera-yı akl-ı beşerde uçan diğer idealleri yalnız bir vasıta telakki eden İsmail Bey, fikr-i millinin zamanımız hayat-ı içtimaiyesinde bir gaye olduğuna iman etmiş­ tir, zannediyorum. "İsmail Bey merhum vefat ettiği zaman kurmaya uğraştığı bi­ nanın artık çatısının örtülmeye başlandığını gördüğü gibi te­ ferruatı ikmale kifayet edecek kadar amele yetiştirmiş olduğuna da emin idi. Ölmeden evvel, kudret-i fatıranın kendisine büyük bir ihsanı olan dehasının sahiplerine tahmil ettiği vazaifi ifa ede­ bilmeden mütevellit hazz-ı ruhaniyi tatmıştı. Bu cihetle şüphe ediyor ki müşahhas hayat-ı dünyeviyesi hitama ererken duyduğu hiss-i elem ve ızdırap değil, zevk ve saadet olmuştur ... " "Türk Yurdu" 12. özel sayısından (yıl: 1330-1914)

Hamdullah Suphi (Tanrıöver) "Ben Onu Gördüm"

"Rumeli muharebesinden sonra bizi görmeğe şimalden, erkek, kadın, kalpleri sevgi ve acı ile dolu birçok kardeşler geldi. Bunlar bir taraftan bizi taziyet etmek, bundan daha ziyade ümitlerini


74

yenilmek, kendi mübarek büyük dileklerine yaşayabilmek, süre­ bilmek için burada ne kadar dayanılacak bir arka kaldı bunu görmek anlamak istiyorlardı. Ocakta (Türk Ocağı), bir Cuma günü toplantısından sonra Kazanlı Bağ Bestan Hanım Türk kız kardeşlerine, alçak gönüllü, iddiasız, son derece temiz, içinde gizlenememiş bir yerinme duyulan sesiyle: "Kazandan buraya Osmanlı kardeşlerimize geçen muharebede gördükleri felaket bize de nasıl vurdu, bizi nasıl dertli etti, onu söylemeğe, size taziyetlerimizi vermeğe geldik, sizi iş başında çalışıyor görmek­ ten çok sevindik, ümitlerimizi yeniden tazeledik" demişti. Ocakta her Perşembe akşamı toplanmalarında Kafkasya'dan, Oren­ burg'dan, Kırım'dan Taşkent'den, Türk dünyasının muhtelif kö­ şelerinden gelmiş kız ve erkek kardeşlerimiz bulunur, ruhlarını buradaki Türk gençlerinin ümitle dolu havası içinde yıkar ve sağlar, bizim milli bir ayin kıymetinde olan o toplanmalarımızda, yıkılan şeyler arasında Türk ruhunun yıkılmadığını açık ve derin bir surette anlayarak başları doğrulur, çıkar giderlerdi. Birgün, Türklerin unutmaması icap eden büyük günde, 20 Haziran 133o'da, şimalden biri daha geldi ve ben onu gördüm, gözünün manasını kalbime, yüzünü granit bir kaya gibi kesimi, biçimi sert ve sağlam olan çizgilerini beynime, ölü, sağır bir alem ortasında uyandıran, ürperten ve kaldıran bir sfır tesirleri yapmış olan sesi­ nin büyük temkinini ve kara ve inanç duygularını veren perdesi­ ni, ezgisini ruhuma kazdım ve nakşettim. İsmini senelerden beri öğrenmiştim, o ismin her söylenişinde, gözlerimi göğe kaldırdı­ ğım dakikalarda, deniz kıyılarında sonu gelmeyen o mai meydanı dalarak seyrettiğim saatlerde gördüğüm genişlik, duyduğum derinlik gibi genişlikler derinlikler duyardım. Onun ismi öyle bir isimdi ki, arkasında kafalar vardı ve içinde en küçük sesleri bü­ yülte büyülte velveleler haline koyan, uzatan, genişleten, tekrar eden mabet kubbeleri gibi onun ismi de milli dileklerimizi, mah­ zun yakarışlarımızı kendi derinliğinde, Türk aleminin ayrı ayrı köşelerinde gizli gizli yükselen kımıldama, uyanma seslerini bağ­ rında büyülte büyülte engin bir velvele, fırtınalarla dolu bir uğul­ tu halinde saklamıştı. İlk defa limana giren Rus vapurunun gü­ vertesinde gözleriyle gözlerimin karşılaştığı bakışlarımızın karış­ tığı saniyelerde, Karadeniz sularının arkasındaki güzel Türk top-


75

rağının uğurlu müjdeli bir günde dünyaya getirdiği bu ayrı ada­ mın pek yakın çekileceğini düşündüren mavera! hiç bir şey yok­ tu. Gözlerinde pek seyrek tecelli eden eşsiz büyük ruhları haber veren öyle temiz bir derin kımıldanış vardı ki, seyrettiği ufukların bizim seyrettiğimiz ufuklardan yüz kere daha geniş olduğunu karşısındakine istemeksizin ezerek, ufaltarak duyuruyordu. Yol­ cular çıkarken bir söz arasında İstanbul'a baktı ve durdu. Bilmi­ yorum İstanbul'un önündeki mai yollardan asırlardan beri gelip geçen yüzbinlerce milyonlarca seyyahlar arasında, onun camile­ rine, minarelerine bunun kadar derin seven, bu kadar bağlı ve vurgun bir kalp ile bakan bir kimse daha görünmüş mü idi? Ço­ cukluğunda Moskova'da küçük bir mektepli iken Girit isyanını öğrenmiş ve Türklere yardım için evinden kaçmış Volga üstünde bir sala binerek İstanbul yollarına çıkmıştı. Küçücük genç ruhu­ nun Türk'e yardım için bu atılışı bütün ömründe en son nefesine kadar devam etti. Türk tarihinin duvarında İsmail Bey Gaspıra­ lı'nın kurtarmağa giden bu genç şekli ebedi kalacaktır. Yarın Turan şairleri milli beyitlerinde bu yolculuğu öğünerek yırlaya­ caklar; ressamlarımız, mekteplerde okuyan çocuklarımız için, baba ocaklarında gözelerini açan yavrularımız için onun resmini yapacaklar, yarınki genç analar çocuklarına bin yolculuğun hikayesini ilahi kudsi sesleri ile anlatacaklardır. "Kırım topraklarında asırların aşındıramayacağı yeni bir eh­ ram kuruldu; onun başucunda istekten, dilekten, inançtan, ka­ rardan dökülmüş manevi koskoca bir ebülhevl var. Nil'in ke­ narında yükselen çölleri ve geçmişleri seyrediyor; Kırım'daki ise Kıpçaklara, steplere dalmış duruyor ve bekliyor. Kosova'daki tarihi meşhedimiz gibi yarınki Türk nesillerini kendine çağıracak mübarek bir meşhet daha var ki, Kırım yalılarında Türk aleminin ayak seslerini dinleyerek yatıyor. Bütün ömründe Türk'ü kurtar­ mak için yürüyen kahramana, Kırım'ın şimdi her zamandan daha sevgili olan topraklarındaki milli kahramanımıza yarın fakir iken zengin, zayıf iken güçlü, bedbaht iken kutlu olacak Türk nesilleri Türk bayrağını lahdine serecek ve onun başının üstünde Türk dehasının yaratacağı yeni bir tac-mahal yükselecektir" "Türk Yurdu" 12. özel sayısından (yıl: 1330-1914)


76

Ağaoğlu Ahmed Bey "lsmall Bey Gaspıralı"

"Otuz senelik meviza ve nasihatlarına, rehberliğine, irşat­ larına alışmış olan bir mürşidin, bir üstadın ve dostunu vefatın­ dan sonra ondan bahsetmek, kendisi ebediyen kaybolarak gitti­ ğinden yalnız eserlerini tahattur eylemek ne kadar elim ve feci bir vaziyettir. Ben İsmail Bey'in vefat ettiğine hala da alışamı­ yorum! Çünkü o, o kadar diri ve zinde idi, hayat onda o kadar alışkın idi ki, beni hayalimde İsmail Bey'le hayat ebedi, daimi bir faaliyet birleşerek İsmail Bey namına ölümü asla yaklaştıramı­ yordum! Hatta vefatından birkaç ay evvel İstanbul'a geldiği ve heyhat! Son geldiği zaman ben o muhterem üstadı yirmi beş sene evvelki gibi gördüm. Ne o sevimli çehresinde, ne o yüksek ru­ hunda asla tebeddül görmedim. Dostlardan bazıları mariz ol­ duğunu söylediler. Fakat ben inanamadım. Çünkü İsmail Bey hep o tanıdığım, hürmet ettiğim, sevdiğim otuz sene evvelki İsmail Bey'di. "Fakat gaddar ölüm o muhterem üstadı gözlüyormuş, pusuda durmuş tarassut ediyormuş! Bu mülakatımız sonucu oldu. Artık o gür ve mert sesi işitemeyeceğiz; artık o metin tavır ve vaziyeti göremeyeceğiz; artık o asil çehreden ebediyen mahrum olduk. ... "Fakat İsmail Bey'in ruhu, kalbi, hülasa manevi İsmail Bey öl­ dü mü? Hayır! Hayır! O daima zinde, daima ber-hayatttır ve ben onu şimdi görüyorum, kendisine şu satırları yazarken sohbet ediyorum ! Dünyada Türk ve Türkçülük kaldıkça İsmail Bey de berhayattır, yani İsmail Bey ebedi ve cavidanidir "İsmail Bey elan da yaşıyor, yetiştirmiş olduğu yüzlerce şakirt­ lerinde, terbiye etmiş olduğu binlerce ruhlarda yaşıyor. "Bütün büyük adamlar gibi, İsmail Bey'i bihakkın takdir et­ mek için onu faaliyete başlamış olduğu muhit ve zaman içinde (ele) alıp mütalaa etmelidir. "Bugün elhamdülillah gerek Osmanlılıkta ve gerek Rusya Müslümanları arasında birçok muharrirler, mütefekkirler yetiş­ miş ve Türklüğe aid bütün meseleler etraflıca tedkik ve mütalaa


77

olunmaktadır. Halbuki İsmail Bey'in faaliyete koyulduğu zaman, hele Rusya Müslümanları ve Türkleri derin bir uykuya dalıp alemden tamamen bihaber idiler. Kendilerini bilmeye, tanımaya gelince bundan eser ve iz bile yoktu. Bunlar derin bir cehalet, ucu görünmez bi-bataet (tenbellik) ve kesalet içinde boğu­ luyorlardı. Meydanda en yüksek zekaları işgal eden mes'eleler yine hurafata aiddi. Milliyet, millet hislerine bigane olan şu mu­ hit içinde mektep ve terbiye kaygusu vardı, ne de içtimai, iktisa­ di, ahlaki meseller düşünülüyordu. İbtidai ve gafletle alude bir­ hayat otuz milyonluk Türk alemini boğup gidiyordu. Bu haletin tabii neticesi olarak Rusya Türklerinin ne kendilerinden, ne yek diğerden ve ne de Osmanlı Türklerinden haberi vardı! "İşte İsmail Bey'in doğup büyümüş olduğu muhit! "Zahiren İsmail Bey de bütün o zamanki Türk asilzade gençle­ rinin taliine mahkum idi. Yani sathi ve ekseriya askeri mektep­ lerde alınan bir Rus taliminden sonra mektebin bahşettiği tanta­ nalı apoletler, şeritler, kordonlar altında millet ve milliyet hisle­ rini daha ziyade unutmak! "Fakat muhitin ve mektebin şu zincirleri -İsmail Bey'in o yük­ sek ruhunu o necip kalbini kıramadı. "İsmail Bey ne muazzam bir deha, ve ne de derin bir alimdi. İsmail Bey kelimenin bütün manasıyla bir Türk'tü. Necip bir kalb, itidal ve bilhassa sebat, azim, devam, işte İsmail Bey! "Avrupa'ya bir sefer, o selim akla Avrupa milletlerinin nasıl iş­ lediklerini, bu milletlerin nasıl yükseldiklerini idrak ettirdi. İs­ mail Bey'in necip kalbi ise cehalet, zulmet, atalet içinde boğulan milletine karşı başkalarında olduğu gibi bir hiss-i hakaret değil, azim bir rikkat, o millete karşı bir his ve vazife telkin etti. O a n­ dan itibaren İsmail Bey milletini cehalet, zulmet, atalet pençe­ sinden halas etmek için bir Avrupalı gibi çalışmaya karar verdi. İsmail Bey'in mütehalli bulunduğu azim ve sebat işte bu kararı sonuna kadar tatbik ettirmeye sevk eyledi. "Hiç bir şey merhumu bundan sonra şu kararından inhirafa icbar edemedi. Ne muhitin cehaleti, lakaydi ve ataleti, ne ah­ makların istihzası, ne bi-gane ve bedhah hükümetin türlü türlü


78

mümanaatları ve ne de hatta fakr ve ihtiyaç merhumu yolundan çeviremedi. Bilakis manialar tezayyüd (çoğalma) ve teraküm (birikme) ettikçe İsmail Bey'de şevk-i mübareze, heves; faali- yet­ i tezayüd ediyordu ! "İsmail Bey Türklüğe ait faaliyeti için şu düsturu ittihaz et­ mişti: Fikir, lisan ve his birliği. Tabir-i ahirle İsmail Bey'in taki­ bettiği gaye- Türklere kendilerini tanıttırarak, şuur-ı milliyelerini inkişaf ettirerek onlara bir olduklarını telkin etmekten ibaretti. Fikir, lisan ve his birliğini duymuş olan bir kavim- zaten şuur-ı milliyeti ve hiddet-i maneviyesini duymuş demektir. "Ve işte bu gayeye vasıl olmak için -en evvel Türkleri her yer­ de boğan, yekdiğerinden ayıran, şuur-ı milliyeden mahrum eden cehaletle mübarezeye girişti. Ve bunun için de en müessir amil olarak matbuatla mektebe müracaat etti. Mektep ve matbuat* işte Türklüğü kurtaracak iki silah! Ve merhum bütün hayatını Türkleri silahla mücehhez etmeye vakfeyledi. İsmail Bey'in Bah­ çesaray'da te'sis etmiş olduğu "Tercüman" gazetesi Rusya'da ilk Türkçe muntazam bir gazetedir. Vesaitin fıkdanından (yoklu­ ğundan) dolayı şu gazete evvelce iki haftada bir çıkardı. O zaman Rusya Türkleri içinden ne okuyucu, ne yazıcı, ne de dizici vardı. İsmail Bey ailesi ile hem muharrir, hem mürettip ve hem de mü­ ezzilik (bayilik) vazifelerini ifa ediyordu. Gazeteyi okutturmak için İsmail Bey müteaddit kereler Kırım'dan Kafkasya- Türkistan, Buhara, Kazan ve Orenburg'a kadar sefer ederek kapı kapı do­ laşmak mecburiyetinde idi ! Bu dolaşmalar esnasında cahil, gafil, milliyet hislerinden mahrum, mücahitlerini takdir edemeyen muhit tarafından İsmail Bey'in ma'ruz kaldığı maddi ve manevi tazyikatı, icazatı tasavvur ediniz! Fakat İsmail Bey, her şeye ta­ hammül etti. O ali ve necip kalp, önünde yalnız bu gayeyi görü­ yordu. O gayenin etrafında ma'ruz kaldığı müşkülatı, tahkirleri his bile etmiyordu! Tercüman damla damla akıyordu ve her dam­ lası her yerde yavaş yavaş taze, güzel çiçekler yetiştiriyordu. Merhum bu çiçekleri görmekle mes'uddu. Zahmetlerini, ma'ruz kaldığı hakaretleri unutturuyor, yeni ve tükenmez bir faaliyetle işine devam ediyordu. "Tercüman'ın lisanı Kazan'dan Kafkasya'dan Kırım'dan, Tür-


79

kistan'a kadar anlaşılıyordu. Bu azim bir maharetti. Bununla merhum, düsturunun birinci şıkkını icra etmiş oluyordu. Türkler her yerde anlaşmaya başlamışlardı." "Tercüman"ın saçtığı fikirler ve hisler de bütün Rusya Türkle­ rinin kalplerinde birer birer yerleşiyordu. Fikirler -ilme, terbiyeye doğru yürümek, hurafatı terk eylemek, hisler ise- Türklüğü sev­ mek, Türklüğe sarılmaktan ibaretti! Fakat ilm, terakki mekteple olur, Türklüğü öğrenmek, bilmek, duymak da talim ile olur. Hal­ buki eski mekteplerimiz, eski usul tedrisimizi buna muvafık de­ ğildi. Merhumun ikinci büyük mücadelesi işte şu eski usul-i ta'lime karşı yapılmıştır. Bu yolda her şeyden müessir amil fiilen tecrübedir. Merhum yeni talimin, yeni usul tedrisin mercii oldu­ ğunu fiilen göstermek niyeti ile Kırım'da bir mektep açtı. Ve biz­ zat orada tedris etti. Az bir zamanda bu mekteplerin fiilen ispat edilmiş olan rüçhaniyeti bütün Rusya Müslümanlarınca kabul olundu ve o günden itibaren Rusya Müslümanları arasında hakiki ve azim bir inkılap vuku' buldu; milli mektepler adet ve keyfiyet itibariyle hayret-bahş bir surette tezayüd etmeye başladı. "Bir de mektepte tedris olunacak kitaplar lazımdı. Merhum bu noksanı da kapattı ! "Tabiidir ki İsmail Bey'in eski mekteplere ve eski usul tedrise ilan-ı harb etmesi- bütün eski kafaları, eski zihniyetleri ve milleti hurafat içinde tutanları kendi aleyhine sevk etti. İsmail Bey bun­ lar nazarında yeni kıyametin deccali oldu- ve bu hurafat­ perverler İsmail Bey'e azim bir hiddet ve şiddetle hücum ettiler. Fakat büyük bir itidal sahibi olan İsmail Bey bunlara cahil olduk­ larını, anlamadıklarını ve binaenaleyh hiddetten ziyade hürmete şayan bulunduklarını gayet leyyin (yumuşak) bir lisan ile beyan ediyordu. "Artık bütün Rusya Müslümanları İsmail Bey'e doğru yü­ rüyordu. Hakikat tezahür etmişti ve hurafat devri kat'i bir mağ­ lubiyete uğramıştı. Kazan'dan Bakü'ye, Bahçesaray'dan Gulça'ya kadar her yerde İsmail Bey'in usulü, mektebi numune olarak taklit olunuyordu. Garibdir ki evvelce pek az olan, rağbet-i umumiyeyi hiç de celb etmeyen Türk mektepleri bu kere sanki sihirkar bir tesirle çoğaldı ve herkesin rağbetini kazandı, tabiidir


80

ki mektepler merhumun Türkçülük için ittihaz etmiş olduğu "Lisan, Fikir ve His Birliği" düsturunun intişar ve tatbiki için birer birer vasıta oldular. Kimsenin beklemediği ve tahmin edemediği bir zamanda sanki kendi kendine o vasi şark ve Türk aleminin muhtelif cihetlerinde Türk matbuatı, Türk edebiyatı Türk mek­ tebi doğdu. İsmail Bey her şeyden az siyasiyatla politika ile iştigal ederdi. Zira, kanaatince Türklüğü kurtaracak, Türklüğe kan verecek siyasiyat değil, ilim ve irfan, mektep ve sanattı. Binaenaleyh bü­ tün hayatını, bütün faaliyetini ilim ve irfanın, mektep ve sanatın Türkler arasında intişarına sarf eyledi. Türklük kendini yalnız terbiye, talim, mektep ve müstakil bir hayat-ı iktisadiye sayesin­ de öğrenecek, anlayacak ve o günden yani Türklük kendi vicda­ nını bulduğu ve o vicdanın ihtiva ettiği azim kuvvetlerden istifa­ de etmek yolunu bulduğu ve o vicdanın ihtiva ettiği azim kuvvet­ lerden istifade etmek yolunu temin edebildiği andan itibaren kurtarılmış addolunacaktır. "İsmail Bey'in bir zamanlar saçmış olduğu şu fikirler el-yevm hayata tebeddül etmiş ve hakikat şeklini almış oldukları için ati için biz elbette ki başkalarını arayacağız ve daha yükseklere doğ­ ru yürümek isteyeceğiz. Fakat daha pek uzun ve pek dikenli olan Türklük yolu üzerinde o necip ve yüksek simin bizim için daima bir timsal-i azim, sebat ve muhabbet olacak ve yorulanlarımızı daima ileriye doğru sevk edecektir!" "Türk Yurdu" ız. özel sayısından (yıl: ı330-ı914}

Köprülüzade Mehmed Fuad Bey nlsmall Bey Gaspıralın

"Tercüman" yalnız Kırım'da değil, Kazan'da Kafkasya'da, Tür­ kistan'da. Şarki Türkistan'da, Sibirya'da, Romanya'da, Bulgaris­ tan'da ve Osmanlı İmparatorluğunun her yerinde, hulasa bütün Türk memleketlerinde büyük bir tesir yaptı: Türklerin ve bilhassa Rusya Türklerinin milli intibahında mühim bir amil oldu, her tarafta İsmail Bey'in birçok takdirkarları muakkipleri yetişti.


81

"İsmail Bey, Türk-İslam dünyasında "kadın"ın mevkiini yük­ seltmek için de çok çalıştı. Maarifi kadınlar arasına yaymak, onla­ rı umumi hayata sokmak Türk cemiyetini canlandırmak için zaruri bir şeydi. O'nun bu hususta yazdığı birçok yazılar tesirsiz kalmamıştır, az zamanda büyük neticeler vermiş, Rusya Türkleri arasında kadının içtimai vaziyeti eskisine nispetle çok yüksel­ miştir. Onun lisan meselesi hakkındaki nokta-i nazarı da çok şa­ yan-ı dikkattir. Tercüman'ın şiarı "Dilde, Fikirde, İşde Birlik" düstur ile hulasa ediliyordu ... Osmanlı edebi lehçesinin sadeleş­ tirilmiş bir şekliyle gazetesini çıkaran İsmail Bey, muhtelif te­ kellüm şivelerine malik olan, muhtelif Türk şubeleri arasında bir "umumi edebi dil" olmasını, Türklüğün medeni terakkisi için en büyük vasıta addediyordu. O, bu çok doğru fikrini tama- mile kabul ettiremedi, lakin bu fikrin galebesi için elinden geldiği kadar çalıştı. "Bütün hayatını Türklüğün yükselmesine sarfeden bu büyük adam, Türk milletinin ebedi şükranına layıktır!.." Cumhuriyet, 7 Mart ı928

Selime Yakub Hamın Müslüman Kadın ve Kızların Hamisi lsmail Bey Gaspıralı

"İsmail Bey, Müslüman kadın-kızlarının mensup bulundukları milleti bin yıllık uzak uykusundan uyattı (uyandırdı). Erkeklerin kalın kafalarına : Kadın-kızların hicaptan, esaretten kurtulmaları, onların da okumaları lazım geldiği, kadın-kızın esir, lüzumsuz bir şey, o cahil, hukuk-ı insaniyesi itiraf edilmemiş, o medeni­ leşmemiş kaldıkça Müslümanların terakkileri hakkında ağız aç­ manın bile doğru olmadığına dair fikir verdi. "Halkın medeni, iktisadi ve içtimai cihetten ileriye gidebil­ mesi kadın-kızın esirlikten kurtulmasıyla tahakkuk edebilir. İs­ maili Bey bunu kendisinin yüksek sesiyle her yerde sarsılmadan, sebatla ilan etti. Bu hakikat ona efsanevi Bahçesaray'daki güneşli açık gün kadar malumdu. Kadın-kız kendisine ait meseleyi anladı ve onu tahakkuk ettirmek için uğraşmaya başladı. Müslüman


82

kadın-kızları İsmail Bey'in maksadını meydana çıkararak kıymetli yolbaşçının unutulmayacak kabri üzerine en güzel ve en metin heykeli kuracaktır". Petersburg, İl gazetesi, ı9ı4

Sadri Maksudi (Arsal) lsmail Bey Emeller Üstadı

"İsmail Bey'in vefatıyla hissettiğim ağır teessürlerimi, derin in­ fialimi, şedit feryadımı dışarı çıkarmak istiyordum, takat kal­ bimden manevi yaşlar aktığı zamanda bu kabil olamıyor. Hazırda en mukaddes ve en aziz bir şeyini kaybetmiş bir çocuk gibi ağla­ maktan başka elimden bir şey gelmiyor! Fakat bu kafi değil, bir samimi fikir, açık sözler ifade etmek istiyorum. "Lakin ne söylesem de her söz, her cümle İsmail Bey'in naza­ rımdaki büyüklüğüne, tarihi mevkiinin ulviyetine, kendisine olan nihayetsiz ihtiramatına kıyasen pek küçük, pek renksiz hatta hiç kalıyor! Gaspıralı kimdir? O, dünyada ne işler yaptı. İşte eğer söz ile bunu bildirmek, bunu anlatmak mümkün olaydı, ben suallere cevap verirdim. Bu hususta şimdilik yalnız şunu diyebileceğim: "Gaspıralı, hepimizin fikrinde, kalplerimizde en büyük bir mahalli işgal eden bir kişidir. Hepimizin ufk-ı millisinde en nu­ rani bir noktadır. Her birimizin tevessü-i fikri tarihinde en malum bir alimdir. Bila-ihtiyar her birimizin samimi ihtiramları­ nı celbeden, ismi zikrolundukta hepimizin ağzına "Büyük" keli­ mesini getiren şey ise onun işleridir. "Dikkatle düşününüz ! Asırlardan beri Türk-Tatar kavimleri medeniyetten ırak, maarifsiz, ziyasız, gönülsüz bir hayat yaşadı­ lar. Ormanlarda, çöllerde, sahralarda, Türkler nursuz, şadlıksız, ölmüş bir hayat içinde asırlar geçirdiler... Mazi unutulmuş, hal sevinçsiz, istikbal meçhul idi. Önde bir hedef sevindirecek bir maksat yoktu. Hulasa: Rusya Türkleri çok zamanlar ruhsuz, şad­ lıksız yaşadılar, çünkü emelsiz, idealsiz idiler. "İşte Türklerin hayatlarının bu devrine nihayet verip, yeni bir


83

devre girmesine sebep olan zat İsmail Bey Gaspıralı'dır. Onun minber-i talimi olan "Tercüman" manasız hayatımıza mana ver­ miş, maksatsız yaşayışımıza emeller icat etmiş, sönmüş maişeti­ mize ümitler doğurmuştur... "Büyük bir kavmin hayatında yalnız başına yeni bir devir açan; ümitsiz maksatsız ömür geçiren bir millete ümit doğduran, asırlarca ümitsizliğe alışmış bir millete idealler, gayeler veren, manen ölmekte olan bir kavme hayat nefhedilen bir zatın ehemmiyetini yazmak mümkün değildir. Gaspıralı gibi adamların hizmetlerini, mevkiini hissetmek, takdir etmek kabil olamıyor. Bunun için bundan vaz geçmiyorum" Yıldız gazetesi, 1914

Fatih Kerimi Efendi Büyük Milli Matem

"Bütün ömrünü, din ve kan kardaşları faydasına hasretmiş büyük bir zat bugün aramızdan ayrıldı. Milletin saadetini her şeyden ileri tutmuş, insaniyet ve temeddün yolundaki içtihadıyla bütün dost ve düşmanlarının tahsinlerini celbetmiş alicenap bir kalp bugün hareketten durdu. Bugün büyük Türk-Tatar dünyası­ nın yolbaşçısı olan en parlak yıldızı söndü. Bu yıldızın sönmesi Türk-Tatar dünyasının şarkından garbına, şimalinden cenubuna kadar görülecek ve her yerde özünün dehşetli tesirini icra edip hassas kalpleri titretecektir. İsmail Bey'in hayatı Rusya Müslü­ manları için özbaşına müstakil bir devri, onbaşına müstakil bir tarihtir. Bu devirde Rusya Müslümanları yeniden dünyaya geldi­ ler. Bu devirde dilli ve edebiyattı oldular. Milli matbuata, te­ meddün ve insaniyet fikrine girmeleri de bu devirdedir. Başka milletler gibi okuma-yazma bilmeğe fikir yürütüp düşünebilmeye başlamayı da bu devrede öğrendiler. Usul-i Cedid'e, Cemiyet-i Hayriye'ye, teavün cemiyetleri, iktisadi teşebbüsler, kadın- kızla­ rımızın talim, terbiye ve hukuk meseleleri de hep bu devirde meydana çıktılar. "Hulasa: Rusya İslamları arasında maarif-i cedide ve me-


84

deniyet yayılmasının başı mutlaka Gaspıralı İsmail Bey'e varıp dayanmakta ve Rusya Müslümanları arasında millet ve cemaat hizmetinde bulunan ne kadar zatlar varsa bunların her biri İsmail Bey'i bir cihetten özlerine üstad tanımakta ve onun şakirdi ol­ makla iftihar etmektedirler. "İsmail Bey öldü... Lakin yalnız cesedi aramızdan ayrıldı. Onun ruhu, onun fikri ve maksatları ebediyen baki kalıp, gittikçe anlaşılacak, gittikçe taammüm edip tarafları artacaktır. İsmail Bey'in mübarek ismi, mukaddes fikirleri Türk-Tatar tarihinin en parlak, en şanlı sahifelerini işgal edecektir. Türk-Tatar evladı in­ dinde onun ismi ebediyen mukaddes olup ağızdan ağıza söyle­ necek, onun resmi bizim milli hayatımızın ölmez bir nişanı ola­ rak ruhumuzu takviyem edecek, ağır günlerinde bize teselli vere­ cek, meyus kalplerimize ümit girdirecektir. "20-30 milyon şakirt bırakıp ölen bir üstad, 20-30 milyon ma­ nevi evlat terk edip vefat eden bir baba bahtiyardır. Bundan artık, bunun fevkinde bir bahtiyarlık tasavvur etmek akıllara sığmıyor. Şiddetli bir nehir cereyanını başka bir tarafa akıtmak ne kadar müşkül bir işse gaflet ve taassup deryasına batmış bir milletin fikrini ikinci bir tarafa çevirip işletmek ondan daha müşkül bir iştir. İsmail Bey merhum işte böyle bir işi işledi. Hiç şüphesiz o büyük adamdır. Onun ali ruhu huzurunda diz çöküp tazim edi­ yoruz. Huda'nın ebedi rahmetinde olsun" Orenburg, Vakit" gazetesi 12 Eylül 1914

Mehmet Emin Yurdakul lsmail Gaspirinski'ye

Merhumun kayını Muhterem Akçura oğluna Ey ulu Türk! Sen Kınm'ın kanlanyle yoğrulmuş Vahşilere esir olmuş, zalim tahtlar kurulmuş. Şerefleri unutulmuş bir toprağı üstünde


85

Onun seni kan ağlatan kara halıtı önünde Felaketli milletine "Uyan! " diye haykırdın; Bu ilahi feryadınla onu nfua çağırdın İstedin ki medeniyet güneşi Zekalara çeliğini akıtsın; Milliyetin diriltici ateşi Vicdanları aleviyle ısıtsın. Ta ki gafil Cengiz'lerin evladı İslavlık'ın pençesinden kurtulsun Onun mazlum, sefil olan hayatı Hür ve mesind bir tali' le can bulsun Sen bu aziz, büyük işe tek başına kalkıştın; Buna asli Zühre'n ile gece gündüz çalıştın Yıllar geçti . . . Türk azmine ne Sihir'in dehşeti Ne de ömrün azgın yüzü bir zayıflık vermedi Sen arzunu kervan geçmez bozkırlara götürdün. Bu uğurda katlandığın zahmetleri Türlük'ün Umid dolu ufukları ninrlarıyle okşadı; Resullerin rüyaları sende dahi yaşadı Sen kabrinde rahat uyu! Yakında Bu sonuncu felaket de bitecek; Yarın senin hür bakışlı ırkın da Altın devri terennümler edecek. Zira senin bıraktığın izlerde Kadın, erkek bir genç neslin yürüyor İman ile aşk sunduğun her yerde İnkılabın fikri hüküm sürüyor, Bizden senin pak ruhuna fatihalar rahmetler


86

Unutulmaz hatırana kalb dolusu hünnetler ! .

36

Celal Sahir Erozan lsmail Gaspirinski'nin Ruhuna Kılıç göz açar, fakat zihinleri açamaz; Kalelere giren gülle gönüllere giremez Yalnız silah kuvvetiyle, en azminde yorulmaz Milletler de, büyük milli dileğine eremez . . . Ne galipler, ellerinde düşmanın kanı sızarak Girdikleri ülkelerde benliğini hisseden Mağluplara yenildiler! Yıllar geçti, o parlak, Milli irfan güneşinin sıcak nuru sönmeden. Büyük adam! Asırların gafletiyle paslanan Silahların eğilerek çekildiği yurdumuz Karanlıktı, sen orada bu güneşi yarattın; Şaşkınlaşan bir kütleye varlığını arattın Ve buldurdun. Şimdi artık o kuvvete yaslanan Millet ölmez! . . . Fakat niçin bugün senden mahrumuz?"

37

36 Mehmet Emin Yurdakul, Türk Yurdu, nr. 1 2, 1 914, s. 353-354; Fevzi­ ye Abdullah Tansel. Mehmet Emin Yurdakul'un Eserleri 1, Şiirler, TTK. yay. Ankara 1969, s. 1 24-125 37 Celal Sahir Erozan, Türk Yurdu, nr. 12, 19 14, s. 355.


Kaynakça AGAOGLU Ahmet, "İsmail Bey Gasprinski" Türk Yurdu, nr. 12, 1914. AKÇURAOGLU, Yusuf, "Muallime Dair, Türk Yurdu, nr. 12, 191+ AKYOL, Taha, "Cedidcilik", TDV. İslam Ansiklopedisi, c. 7, İstan­ bul ı993. AYDA, Adile, Sadri Maksudi Arsal, Kültür Bakanlığı yay. Ankara, 199ı. AYVAZOF, Hasan Sabri, İsmail Gaprinsiki'nin Albümü, İstanbul, 1334/ı915. BALA, M. "Rusya İhtilalinde Türkler" Dergi, Sovyetler Birliğini Öğrenme Enstitüsü, Münih, nr. 9 (1957) BENİNGSEN, A. -QUELQUEJAY, C. Lemercier, Step'te Ezan Ses­ leri, Selçuk yay. İstanbul 1981. CAFEROGLU, Ahmet, İsmail Gaspıralı, Ölümünün 50. Yıldönü­ mü Münasebetiyle Bir Etüd, İstanbul, 1964. DELİORMAN, Altan, "İsmail Gaspıralı ve Tercüman Gazetesi" Türk Kültürü, VI, nr. 69, 1968. DEVLET, Nadir, "Lenin Bayrağı Gazetesinin 25. Yılı ve Kırım Türk Kültürünün Bugünkü Durumu" Türk Dünyası Araştırmaları. nr. 22, 1983. DEVLET, Nadir, "Topyekun Sürgünün 40. Yılı Kırım Türklerinin Sürgün Sonrası Faaliyetleri" Türk Dünyası Araştırmaları, nr. 33, 1984. DEVLET, Nadir, 1917 Ekim İhtilali ve Türk-Tatar Millet Meclisi, Ötüken yay. İstanbul, 1998. DEVLET, Nadir, İsmail Bey (Gaspıralı), Kültür ve Turizm Bakan­ lığı yay. Ankara, 1988. DEVLET, Nadir, Rusya Türklerinin Milli Mücadele Tarihi (1905-


88

1917), Ankara 1985. EKİNCİ, Yusuf, Gaspıralı İsmail, Ocak yay. Ankara 1997· GASPIRALI, İsmail, Avrupa Medeniyetini Bir Nazar-ı Muvazene, İstanbul, ı302/ ı885. GÖKSAN, Ayhan, "Gaspıralı İsmail Bey ve Usul-i Cedidciliği" Türk Kültürü nr. ı8, ı964. İLGAR, İhsan, Rusya'da Birinci Müslüman Kongresi, Kültür Ba­ kanlığı yay. Ankara ı990. İNAN, Abdülkadir, "Dış Türklerde Kırk Yıl Önceki Yazı Dili Me­ selesi" Türk Dili -Belleten, Ocak-Aralık, nr. ı2-ı3, ı984. KAPLAN, Mehmet, "Gaspıralı İsmail'in Avrupa Medeniyeti, Sos­ yalizm, ve İslamiyet Hakkındaki Eseri", Türk Kültürü, nr. ı8o, Aralık ı977, s. 7ı6-731. KIRIMER, Cafer Seydahmet, Gaspıralı İsmail Bey, Haz. Ramazan Bakkal, Avrasya Bir Vakfı yay. İstanbul, ı996. KIRI MER, Cafer Seydahmet, Gaspıralı İsmail Bey, Matbaacılık ve Neşriyat Türk Anonim Şirketi yay. İstanbul, ı934· KIRIMER, Cafer Seydahmet, La Crımee, Passe -Present Revendi­ cations des Tatars de Crımee, Lousanne, 192ı. KIRIMLI, Hakan, Gaspıralı İsmail Bey, TDV, İslam Ansiklopedisi, c. 13. KIRIMLI, Hakan, Kırım Tatarlarında Milli Kimlik ve Milli Hare­ ketler (1905-1916), TTK. yay. Ankara 1996. KİLİMOVİÇ, L. "Maarif Hizmetinde Turkiy Tilde Çıkkan İlk Ga­ zete" Tercüman" ve Onung Naşiri Gasprinskiy Akkında" Lenin Bayrağı, sayı, 109-ııo ve ııı (12, 15, ve 17 Eylül 1987). KURAT, Akdes Nimet, "Kazan Türklerinin 'Medeni Uyanış' Dev­ ri", A. Ü. DTCF Dergisi, XXIII, nr. 3-4 1965, s. 95-194. MUHAMETDİN, Rafael. Türkçülüğün Doğuşu ve Gelişmesi ve TDAV, İstanbul 1998. OKTAY, Nevin, "Esir Milletler ve İsmail Gaspıralı" Türk Kültürü, Temmuz 1964, s. 12-14. SARAY, Mehmet, Rus İşgali Devrinde Osmanlı Devleti ile Türkis-


89

tan Hanlıkları Arasındaki Siyasi Münasebetler (1775- 1875), İs­ tanbul Ünv. yay. İstanbul, 1990. SARAY, Mehmet, "Türk Dünyasını Uyandıran Adam: Gaspıralı İsmail Bey (1851-1914) Emel, nr. 135, 1983, s. 114- 133. SARAY, Mehmet, Gaspıralı İsmail Bey'den Atatürk'e Türk Dünya­ sında Dil ve Kültür Birliği, Nesil mat. İstanbul, 1993. SARAY, Mehmet, Rusların Türk İllerinde Yayılması, İstanbul, 1975. SARAY, Mehmet, Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve Gasp ıralı İsmail Bey, (1851-1914), TKAE. yay. Ankara, 1987. TANRIÖVER, Hamdullah Suphi, "Ben Onu Gördüm" Türk Yur­ du, nr. 12, 1914, s. 2402-2404. TANSEL, Fevziye Abdullah, Mehmet Emin Yurdakul'un Eserleri ı, Şiirler, TTK. yay. Ankara 1969. TAYMAS, A. B. Kazanlı Türk Meşhurlarından Rızaeddin Fahred­ dinoğlu, İstanbul, 1958. Türk Kültürü Dergisi, "Gaspıralı İsmail Bey Özel Sayısı", yıl. nr. 337-338, Mayıs 1991.

XXI,

YARKIN, İbrahim, Türkistan'da Yeni Usul Öğretiminin Kurucusu ve Milliyetçi Rehber Münevver Kari", Türk Kültürü, nr. 1-2, 1965. ZENKOVSKY, Serge, A. Rusya'da Pan-Türkizm ve Müslümanlık, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1983.


Fotoğraflar

İsmail Bey'in

24

yaşındayken alınmış resmi


İsmail Bey'in 30 yaşındaki zamanı


92

İsmail Bey'in zevcesi merhume Zühre Hanım Gasprenskaya'da izdivaçları zamanındaki resmi


93

İsmail Bey'in Yalta'da muallimliği esnasında aldırdığı resim


94

İsmail Bey'in sağındaki zevcesi Zühre Hanım ve annesi Fatma Hanım, onun yanındakiler İsmail Bey'in mahdumu Rifat Bey ve kerimesi Şefika Hanım'ın sebavetleri 1890 se­ nesinde çekilmiş


95

Ortadaki resim İsmail Bey, yanındaki oğlu Rifat Bey, diğer­ leri Tercüman'ın muharrir ve mürettipleri 1890 senesinde çıkmıştır.


96

Ä°smail Bey'in 1896 senesindeki resmi


İsmail Bey'in en sonki resmi. ıg4ı senesinde çıkmıştır.


Soldaki İsmail Bey, ortadaki Hasan Bey Melikof, sağdaki Ali Mer­ dan Bey Topçubaşef


İsmail Bey'in dostlarıyla Nijni Novgorod'da alınmış resimleri


İsmail Bey Yusuf Akçora ile Gurzufta alınmış fotoğrafları. 1908 senesinde.


İsmail Bey Gasprenski Hazretleri çalışma odasında


İsmail Bey Gasprenski'nin Yusuf Akçora ile birlikte alınan fotoğ­ raflarından


İsmail Bey Gasprenski ailesi ile birlikte kendi bahçesinde


Ä°smail Bey Gasprenski'nin cenazesi hanesinden nal<lolunurken


İsmail Bey Gasprenski cenaplarının cenaze alayı


İsmail Bey Gasprenski cenablarının kabri üzerinde nutuk söyle­ nirken


Türk-Tatar bütün İslam aleminin yegane hadimi muhterem İsmail Bey Gasprenski Hazretleri'nin kabr-i şerifi üzerinde ithaf olunan son selam, hürmet ve elveda


Ä°smail bey Gasprenski Hazretlerinin kabr-i Ĺ&#x;erifi, ruhuna fatiha ...


Dizin A. Kariyef, 26

44, 56, 68

Canbekof, 27

A. Vambery, 52 Abbaskulu Bakıhanlı, 49

Ağahan

Daniel de Foe, 38 Davlikanof, 27

Abdullah Battal Taymas, 56

Devletşin, 26

Abdullah Tukay, 48

editörü Şeyh Ali Yusuf, 52

Abdülhamid Çolpan, 50

F. Emirhan Zekeriye, 26

Abdünnasır Kursavi, 42, 43

Fatih Efendi Kerimof, 21

Abdürrauf Fıtrat, 50

Fatih Emirhan, 48

Abdürreşid İbrahim,, 48

Fuad Toktaref, 26

Ağaoğlu Ahmed Bey, 76

Gaibof, 28

Ah m et Caferoğlu, 59

Garaf Abraksis, 29

Ahmet Hafız Bey, 56

Göçerlinski, 29

Ahmet Midhat Efendi, 58, 68

Hadi Maksudi, 48

Ahmet Vallin, 26

Hakan Kırımlı, 9, 60, 61

Ahund Safaref, 31

Hakkı al-Azın, 56

Alexander Tamarin, 27

Hamdullah Suphi, 73, 89

Alışef, 27

Hasan Bey Zerdabi, 49

Ali Merdan Topçubaşı, 27, 59

Hasan Hoca Hani, 48

Ali Yusuf, , 56

Hasan Nuri Bey, 39

Ayaz İshaki, 48

Hasan Rafki, 56

Azimof, 30

Hasan Sabri Ayvazof, 5, 7, ıo,

Behbudi, 29, 48 Bekir Çobanzade, 50

ıı,

13, 14, 17, 18, 20, 25, 32,

33

Beykulof, 26

Hatice, 9

Cafer Seydahmet Kırımer, 5,

Haydar, 9, 12


110

Hekimof, 26

56, 58, 59

Hüseyin Feyizhan, 43

Millihan Bükeyhanof, 29

Hüseyin Kazım Kadri, 58

Moliere, 38

Hüseyin Vasıf, 56

Muhammed Hüseyin, 56

Hüseyinof, 28, 30

Muhammet Ahmet al-Şerif, 56

Hüseyinzade Ali Bey, 62 İsmail Bey, 5, 7, 8, 9, 10, ıı, ıı., ı3. ı4, 15, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 50, 51, 52, 56, 57, 58, 59, 61, 62, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 87, 90, 91, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107 İşan Hoca Hani,, 48 K. Terçurin, 26 Karaşayski, 31 Kaufmann, 34 Kayyum Ramazan, 48 Kazak Füzeyi, 48 Kerim Tinşur, 48 Köprülüzade Mehmed Fuad, 80

Muhammet Tevfik, 56 Musa Bigiyef, 28 Musa Carullah Bigi, 43 Mustafa Ağa, 8 Mustafa Kamil Paşa, 52 Mustafa Mirza Davidoviç, 8 Münevver Kari, 48, 89 Nadir Devlet, 5, 34, 39, 40, 41, 45, 47 Necip Asım Bey, 58 Necip Hablemitoğlu, 5 Nigar, 9, 13 Nurgin, 26 Ömer Lütfi, 56 Pişnamazzade, 28 Prenses Kacar, 32 Rafik al-Azm, 56 Rahim Kulof, 30

Mansur, 9

Rıfat, 9

Mehmed Murad Bey, 38

Rızaeddin Fahreddinoğlu, 43

Mehmet Emin Resulzade, 28, 62

Sadri Maksudi, , 48 Salim al- Basri, 56

Mehmet Kaplan, 35

Samine Sırtlanova, 27

Mehmet Saray, 5, 45, 48, 52,

Selime Yakub Hanım, 81


111

Selimhan Tillehanoğlu, 48

Şihab Ahmerof, 26

Semi Kari,, 48

Şihabeddin Mercani, 43

Sultan Galiyev, 48, 50

T. Nomnan., 26

Sultanof, 26

Takanayef, 27

Şakircan Rahimi,, 48

Velidi, 26

Şefika, 5, 9, 12, 34, 91

Yusuf Akçoraoğlu, 32

Şefika Hanım, 6, 34, 91

Yusuf Ekinci, 5

Şemseddin Sami Bey, 38

Yusuf Sadık, 56

Şemsettin Sami, 58

Ziya Gökalp, 58

Şengül Hablemitoğlu, 5

Zühre Hanım, 9, 39, 40, 91



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.