Ali Ulusal - Türkler İçin ve Türk Yurtları İçin Nazım Hikmet Vatan Hainidir

Page 1



..

TURKLER IÇIN VE TURK YURTLARI IÇIN ..

.

.

1

NAZIM HiKMET •

VATAN HAiNiDiR Ali ULUSAL


Dizgi Baskı Cilt EUOL oıısırr TESiSLEllİ 'l'EL : (0<1(;2) :122 1 H U:J -

-


Ali ULUSAL KİMDİR? 1931 yılında, Of'un Ballıca Beldesinde doğan Ali Ulusal; ilkoku­ lu Dumlusu Köyün de bitirdikten sonra Beşikdüzü Köy Enstitüsü'nden 1952'de mezun olarak ilkokul öğretmenliğine başlamıştır. Büyük Ata'sı Muhammed Ali Erzurum tarafından mücahid ola­ rak köye gelip yerleşen ilk Türk olup mezar taşı 1701 tarihinde torunları tarafından yazılmıştır. Bu mezar, tarihi eserler kapsamına alınmış olup özel koruma altındadır. Köyde ilk müslüman mescidini de kuran merhum Muhammed Ali'dir. Bir müddet ilkokul öğretmenliği yapan Ali Ulusal 1958'de Lise olgunluk imtihanlarını da vermiş, ancak çok kalabalık olup okumakta olan küçük kardeşlerinden dolayı ailesinden yardım alamayarak üniversiteye devam edememiştir.

l 962'de Samsun E itim Enstitüs ü'nün Edebiyat Grup'unu imti· hanla bitirerek orta öğretim ögretmenliğine geçmiştir. 1962 - 66 yıllarında Görele, 1966 - 69'da Trabzon Karma Ortaokulu, 1969 - 74 yılları arasında Çumhuriyet Ortaokulunda � retmenlik yaptıktan sona 1975'te Trabzon Oğretmen Okulu Edebiyat Ogretmenliği ve müdürlü üne tayin edilmiştir. 1976'da Giresun Eğitim Enstitüsü edebiyat öğretmenligine tayin edilen Ali Ulusal 1977'de Yunusemre öğretmen Lisesi edebiyat öğretmeni iken Ecevit'in başbakanlığa gelmesi üzerine ve gelmeden kısa bir zaman önce emekliye t1yrılmıştır.

9

Ecevit ve hempaları tarafından faşist olarak nitelenen ülkücü hareketin en önde gelen ilk on kişisinden birisi olan Ali Ulusal'a milliyetçilik ve ülkücülük yönündeki ilk telkini Türkiye haritası yapmıştır denebilir. Doğc.ıl Türkiye haritasının hep kahverengi olması, yeşil düzlük arazilerin Tlirkiye dışında kalmış olması, kendisini dış devletlere karşı kin duymaya sevk etmiş, milliyetçilik duygularını kamçılamıştır. Çok kitap okuyan, hatta bütün marksist eserleri de okumuş bu­ lunan Ali Ulusal, özellikle Ziya Gökalp ve bilhasa Hüseyin Nihal Atsız'ın etkisinde kalmıştır. Zaten Türkçülük fikirlerini Atsız'a borçludur.


Birçok şiir ve gazetelerde makale yazan All Ulusal Komünizm­ le Mücadele (1963 - 66), Türkiye Milliyetçller Birliği Trabzon Şubesi (1967 1972), Ülkü (1973 - 75) başkanı olarak da birçok bildirl yazıp dağıtmıştır. "Seni Görevden Alıyorum (1976), Mehmet'e Mektuplar (1978), Zikrullah Hakkında Esas Bilgller (1991), Düzen ve isyan (1998) ve son olarak da Nazım Hikmet Vatan Hainidir" adlı araştırma ve fikir eserleri basılmış bulunmaktadır. Musta1a Kemal Atatürk'e yalnız Kurtuluş Savaşı Başkumandanı olarak değil; Türkçülük fikirleri yönünden, komünist ve mason düşmanı olmasından dolayı büyük bir hayranlık duymaktadır. O, tam bir "Turancı"dır. Eğer milli şe1 (miller üzerinde dönen) devrinde yetişkin yaşta olsaydı mutlaka "Turancılık" suçlamasında içeri tıkılır, "Tabutluk"larda işkence görür, idama mahküm edilenlerden olurdu. Son derece devletçi olan A. Ulusal, Türk Milletini her şeyin üs tünde tutar, Türk - lslam sentezini tam olarak benimseyip yaşamaya gayret eder. Hiçbir şekilde ve hiçbir şart altında davasından taviz vermez. Dikine giden, engel tanımayan bir dava adamı olarak çalışmalanna devam etmektedir. Gösterişten uzak, nimet için boyun bükmeyen, eğilmeyen bir karaktere sahiptir. Doğu Karadeniz'de "Ülkücü Hareketi"nin öncüsü, yayıcısı, ko­ ruyucusu ve M.H.P.'nin gelişmesi için en en çok gayret sar1edenidir. Buna rağmen daima köşede kalmayı tercih eden bir mizaca sahiptir. Çevresinde çok takdir edilen ve sevllen bir insandır. Hakkında çok şey yazılmış, söylenmiş ... olmakla beraber oku­ yucuları yormamak için konuyu uzatmak istemiyorum. Saygılarımla. Hasan UZUN Eğitimci


ÖNSÖZ Türk - Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışının asıl sebebi dıştan yapılan saldırılar değil, imparatorluk içinde bulunan sahte dönme ve devşirmelerin

devleti

çökertme/eridir.

Çocukluğumda

ninemin

kullandığı bir deyim vardı: "Çok Oğuz adamdır" "Çok Oğuz adam" tabirinin ne anlamda kullanıldığını uzun yıllardan sonra edindiğim bilgi ve tecrübelerden anladım. Bu deyim, "Oğuzların çok saf, toy ve haddinden fazla itimat eden. . . " Anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Gerçekten biz Türkler, bizden olmayanlara haddinden fazla itimat etmiş; onları devletimizin üst kademelerine çıkarmış ve devletin tam

olarak

ele

geçirme/erini

temin

etmişiz. Bu

ise

Osmanlı

İmparatorluğunun ölümü olmuştur. 622 yıl yaşamış olan Osmanlı İmparatorluğunda bu süre içinde sadece 12 Türk sadrazamını (Başbakan) bulunması dehşet ve ibret vericidir.

16. Y üzyıldan itibaren "Kubbealtı Vezirleri (Bakanlar Kurulu)" içinde Türklerin bulunmaması,

daha doğrusu "Bakanlar Kurulu"

görevlileri arasına Türklerin sokulmaması son derece dehşet verici bir olaydır. "Kubbealtı Vezirleri" tarafından "Paşa" ünvanı verilen yabancı ırk sahte dönmelerin vali tayin edilmesi; bu valilerin halkı soyması, zulm etmesi zaman zaman Türk halkının devlete asi olmasına, isyan etmesine sebep olmuştur.

"Celali İsyanları" adı verilen bu isyanlar, aslında

5


devletin kötü yönetimine karşı bir direniş hareketi idi. Hırvat (Hırvatistan) asıllı sahte dönme sadrazam Kuyucu Murat Paşa'nın

Anado/u'da

yüzbin

Türk'ü

kestirip,

öldürüp

kuyulara

doldurması ne yazık ki bir başarı olarak gösterilmişti. Hırvat'tan, Rum'dan, Sırp Arnavut - Boşnak'tan, Ermeni'den, Yahudi'den yapılan "Paşa'lar" Türk'e hayırlı rüya mı göreceklerdi? Nazım Hikmet denen melezin dedeleri de bu "Paşa"lardandı. Paşa olmak için askeri okullarda okumak gerekmiyordu. Bir kaç yıl devlet hizmetinde çalışan alelade bir memur

"Kubbealtı dönme

vezirleri" tarafından valilik rütbesi uygun görüldü mü "paşa" olduğun gündü. Vali Paşa v.s. Gibi. 350 yıl hiç değişmeden, isim dönmesi yabancı ırkların elinde kalan "Kubbealtı Vezareti" yani bakanlar Kurulu, Osmanlı Devleti'nin kefenini hazırlamış ve ölüsünü kefen/emişti. Devlet içten bu şekilde çökertilirken, Türk asıllı vatandaşlar, dıştan açılan ve asırlarca süren savaşlarda ölmüş, tüketilmişti. Türk olmayan Rum, Ermeni, Yahudi, Bulgar, Sırp, Hırvat, Sloven, Romen... v.s. gibi vatandaşlar askere alınmıyor, savaşa sürülmüyor, ölmüyor... Ve de devamlı nüfusları artarak imparatorluk nüfus çoğunluğunu ele geçirmiş/erdi. Bu kanunları çıkaran mevki ise sahte dönmelerden meydana gelen "Kubbealtı Vezirleri" idi ve de Padişahları ikna etmenin sebebi basitti. "Hristiyanlara savaşta itimat edilmez."

/. Cihan Savaşı'nda yenilen ve kçı/an toprakları pay/aşıldıktan sonra asıl çekirdeği olan Anadolu'da İngiliz - Fransız - İtalyan r.ıe arkasından 15 Mayıs 1919'da Yunan Ordusu'nun İzmir'e çıkarma yaparak Türkiye'nin batı bölgelerini işgal ettiği ve de Anadolu'yu da paylaştıkları herkesce bilinmektedir. "Milli

Mücade/e"nin

henüz

başlamakta

olduğu

bu

acılı

günlerimizde Ahmet Emin Yalma·n... gibi dönme/erin ayrıca Anadolu topraklarında

Ermenistan

ve

K ürdistan

kurdurmaya

çalıştığı

bilinmektedir. Türk/ere zaten Mondros Mütarekesi ile Ankara - Çankırı -

6


Konya - Çorum bırakılıyordu. Ama Türk Milleti'nin azmi bu mahut planı bozarak bugünkü toprakları kurtarabildi. Yeni Devletimiz kuruluca, dönmeler yeniden faliyete geçtiler... Ahmet Emin yine başı çekiyordu. Türkçü bir devlet adamı olan Kemal Atatürk dönmelerin bir kısmını keşfetmekte gecikmemekle beraber gerisini araştırmaya ömrü yetmedi, Allah rahmet eylesin. Bu dönmeler ve dinsiz güruh ondan sonra da fitne - fesat'a devam ettiler, marksizmi yaydılar, ahlaksızlığın, yayılmasına çalıştılar... Onların övdüğü pohpohladığı şey ve ya kişi, ya da kurumlar anlaki Türk Milleti için müthiş zararlıdır. Yerdikleri ise faydalı, Türk için hayırlı olandır. 71 yıllık ömrüm, son derece çok kitap (sol - sağ v.s) okumuş bulunmam, edindiğim tecrübeler bana göstermiştir ki Türk'ün Türk'ten başka dostu olamaz. Artık yoğurt yerken de kaşığa üflemek gerektiğini anladım. 70

yıldan

beri

memlekette

Nazım

Hikmet

övgüsü,

pohpohlaması v.s. Devam edip gitmektedir. Peki, niçin Nazım Hikmet? Mehmet Emin Yurdakul, Yahya Kemal, Arif Nihat Asya, Mehmet Akif, Abdurrahim Karakoç ... değil. Çünkü bunlar Türk ve Türk için yazdılar. Nazım Hikmet ise Türk değildi ve Türk'ün aleyhinde söyledi, yazdı. O bakımdan, ona hava pampalıyorlar... Bu kitap nazım hikmeti aziz milletimize, tanıtmak ve vatan hainliğini, kendi şiirleri ile yoldaşları tarafından yazılanlardan alınanlarla ispatlamak için yazılmıştır. Kullanılan dil belki kaba gelecektir, ama, vatan hainleri ile Türk düşmanlarına karşı nazik davranacak yaratılışta biri değilim, ne yapayım yani? Rezillik, adilik, iğrenç işler yapmış olanların bu adilik/erini, fuhşiyatlarını

belirtmemem ise kibar davranış değildir. Kimsenin

fuhşunun fahşi sebebiyle kimseden özür dilemem. Okurlarıma sevgilerimle.

Ali ULUSAL

7


DÜZEN VE İSYAN Siyonist-Batı'dan kopya bu düzen. .. Bununla boğulduk hüsrana-gama! ... Çoğunluk ezilen, azınlık ezen... Bu kılıf aykırı Hak'ka, İslam'a. Kırık dişlilerde ezildi Millet! ... Töre'den eser yok, nerdedir ümmet? Lanet kopyalar'da var mı bir hikmet? Bu büyük ihanet neden davama? Durdur bu çarkları! Ak'lat zamanı ... Yok oldu Millet'in ar'ı, iman'ı... Mucize yaratan Millet'im hani? Bu kılıf uymuyor sırt'a, kafam'a...

Ali ULUSAL


Türkler ve Türk Yurtları İçin NAZIM HİKMEK VATAN HAİNİDİR. Nazım Hikmek denen mel'un Türk Milletinin , İslam Dini'nin, Türk Töresinin ve Türk Vatanlarının düşmanlarından sadece birisidir. Ama, önde gelenlerinden biridir. Benim başlayış cümlemi okuyanlar diyeceklerdir ki: - Peki, sen neden diğerlerinden değil de Nazım Hikmet'ten başladın? Önce şunu belirtmek gerek: Hiçbir Türk düşmanı ve vatan haini, Nazım Hikmet kadar Türkiye'de savunucu, taraftar ve aşık bulmamıştır, yıkıcı olmamıştır. İkinci olarak da diyebiliriz ki, hiçbir kimse, lanetlenmiş zihniyet taraftarlarınca bu kadar uzun müddet savunulmamıştır. Elbette bu ısrarla savunmaların bir çok sebebi vardır ve sırası geldikçe bunlara değinilecektir. Diğer vatan haini ve Türk düşmanlarına gelince, sırası geldikçe elbetteki onlara da değinilecektir.

NAZIM HİKMET'İN KİMLİGİ Nazım H ikmet denen yaratık 1902 yılında Selanik'te doğmuştur. Meşhur Musevi asıllı sahte dönmeler ve Sabatayist' ler şehrinde. 1 961 yılında Sovyet Rus Vatandaşlığına geçmiş olup Sovyetler Birliği Kominist Partisi Merkez Komitesi kararı ile emekli maaşına bağlandıktan son ra 1963 'te Moskova'da murt olmuştur. Yani, onun doğduğu şehir de, öldüğü şehir de Türkiye sınırları dışındadır. Türk Milleti ile ne bir ırk bağı, ne din bağı ne de vatan bağı mevcut değildir. Nazım'ın kendisi gibi melez olan babası; İttihat - Tarakki'ciler devrinde Matbuat (Basın - Yayın) Umum Müdürlüğünde görevde bulunmuş, daha sonra Kadıköyde bulunan Süreyya Sinemasında yönetmenlik yapan H ikmet isminde birisi idi. Annesi Celile isminde bir melez kadın olup ressamdı. Bu ressam Celile, kocası da çok genç öldüğü 9


için gençlik yıllarında şair Yahya Kemal Beyatlı ile gönül münasebetleri kurmuş, bu münasebetler gazete ve dergi sayfalarına da geçmiştir. ( 1 ) Türklerce mel'un birisi olan Nazım Hikmet, kendisi ile birlikte 192 l ' de Sovyet Rusya'ya kaçan Vala Nurettin "Bu Dünyadan Nazım Geçti" adlı kitabının 32. Sayfasında Zalfazıroa Nazım Hikmet'in annesinin dedesi Mustafa Celalettin Paşa'nın Borjensky soyadlı bir Polonya'lı olduğunu yazmaktadır. Aynı eserin 33. Sayfasında, büyük dedesi olan Mehmet Ali Paşa'nın da Fransız asıllı Konstantin isimli dönme birisi olduğunu yazmaktadır. Vala Nurettinin Nazım Hikmet'in en yakın arkadaşı ve sırdaşı, aynı zamanda yoldaşı olduğu bilindiğine göre tespitlerinde bir yanlışı olamaz. Yani baba tarafından büyük dedesi Fransız olduğuna, ayrıca Selanikli Sabatayistlerle de evliliklerinden nesil tazelediklerine göre hiçbir ırk bağı mevcut değildir. Baba tarafından dedesi olan adamın Magdeburg'lu KARL dö TROi ailesi mensubu iken 12 yaşında, bir Alman Okul Gemisi ile İstanbul'a geldiği bilinmektedir. Bu çocuğu Ali Paşa'nın büyüttüğü ve Mehmet Ali ismini verdiği ve paşa yaptığı yine Vala Nurettin tarafından kaydedilmektedir. Bizim de Nazım Hikmet'in Türk olmadığına dair yoldaşı tarafından yapılan tespite itirazımız bulunmamaktadır. Özet olarak söylemek lazım gelirse, Nazım Hikmet nam bu mel'unun, Türk Milleti ile ne ırki, ne dini, ne de vatani bir ilişkisi bulunmamaktadır. O Hikmet'in oğlu Nazım, kendi ırkdaşları olan Rus'ların ağzı ile Nazım Hikmetof'tur. Aslen Fransız - Yahudi - Slav (Polonyalı - Rus) karışımı, yani ne idüğü belirsiz bir yaratıktan başka bir şey değildir. Kendisini Türkiye ve Türklüğe bağlama isteyenler en azından halt etmişlerdir, ya da halt etmeye devam etmektedirler. Nazım Hikmet Borjensky, "Lehistan Mektubu" adlı şiirinde verilen bu bilgileri doğrulamaktadır. Kendi ecdadı (soyu) ile şöylece özünmektedir: (1) Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler: Prof. Dr. Hikmet Tanyu Cilt : 1 Sayfa : 435 10


"Lehistan' dan gelmiş dedelerimden biri Lehistanda soydaşım millet Göğsümüzü kabartmıyor değil Dedelerimden birinin Leh'li oluşu . " B u satırlar, Nazım Hikmet' in Türk olmadığının tapu senedi değil midir? Türk ve Türkiye vatandaşı olmayan bir yaratığın Türk şairi ve Türkiye şairi olması mümkün müdür? Belki, bu iddiayı yapan ve melez bir Slav (Rus) çocuğunu Türkiye'ye yamamak isteyenlere ne demeli? . . Yine, bu satırları yazarken dönme olan (Sabatayıst) veya başka ırklara mensup bulunan vatandaşlarımızı kınamak istemiyoruz elbette. Ama, Türk olmayan dedeleriyle öğünen Nazım Hikmetof'un vatan şairi olması hiç bir şekilde mümkün değildir. Sözde memleket nasreti v.s. ifade eden birkaç satırı bulunması, daha doğrusu yandaşları tarafından yazılarak Nazım Hikmete mal edilmesinden başka bu vatan ve Türk Milleti için söylenmiş veya yazılmış bir satırı mevcut değildir. Bazılarının kalbi Tiran' da, Tiflis'te, Saraybosna'da ve Jerusalem'de atmasına bir diyeceğimiz de yoktur. Onlar ırkdaşlarıdır, olab i l i r. Ancak T ü rk Top raklarında kazanıp yiyen bu tip vatandaşlarımızdan da vatanımıza ihanet kesinlikle istemiyoruz . . . Yine tekrarlıyorum, bizden başka milletlere mensup olanları hor gördüğümüz sanılmasın. Ama, melezler daima tehlikeli olmuşlardır. Napoleon, Lenin, Stalin ve Hitler. . . gibi. Nazım Hikmet de bir melezdi. Nazım H ikmet' in komünist olmasına geçmeden· _önce bir noktaya dikkatle değinmemiz lazımdır. Komünizm bir fakirliğin, açlığın eseri değilmidir. Komünizm ve komünist fikirler zengin Yahudiler tarafından ortaya atılmış, yayılmış ve yalan vaadler propaganda yapılarak benimsetilmiştir. Ve de fakir tabakaların fakirliği istismar edilerek halklar ayaklandırılmıştır. Dünyanın sayılı komünistlerini aile durumları ile incelerseniz, görürsünüz ki, aile durumları ile müthiş bir tazad içerisindedirler. . . Birkaç örnek verelim:

İtalyan

komünistlerinden, J. Pirelli, dünyada 40'dan 11


fazla lastik fabrikası bulunan meşhur dolar milyarderi Pirelli'nin oğludur. Ve de 1 970'1i yıllarda İtalyan komünist partisi üyesi idi. Swen, fabrikatördü ve komünist partisi üyesi idi. Kari Marx ve Engels zengin ailelerin (Yahudi asıllı) çocukları idiler, masondular. Komünizmin manifestosunu hazırladılar. Kari Marx, komünizmin temel eseri olan "Das Kapital"i yazdı. Pikasso ölürken iki milyar dolarlık servet ve emlak bırakmıştı. Fransız komünist partisi üyesi idi. S. Simon, bir prensti ve aynı zamanda sosyalist idi. Şarlo (Yahudi) adıyla şöhret yapan sinema sanatçısı, dünyanın sayılı zenginleri arasında iken ölen bir komünist idi. Türkiye' de Nazım Hikmet'te varlıklı bir ailenin oğlu idi ve üstelik paşa torunuydu. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Çoğalttıkça da komünizmin temelinde yatan yalan ve sahtekarlık kolayca ortaya çıkar. Nazım Hikmet, işte bu sahtekarlar kervanına katılıp şöhrete ulaşanlardan biridir.

NAZIM HİKMET NASIL KOMÜNİST OLDU? Kapitalizm, nasıl Adam Smith isimli bir Yahudinin eseri ise, yine komüzmin Yahudilerin doğurduğu mel'un bir piç olup fikir sistemi ve yayılma kampanyası da Yahudilere aittir. Nazım'ın nasıl ve neden kolayca komünist olduğunu anlamak için, Almanya'nın ünlü Führer' i Adolf Hitler'in "Kavgam" isimli eserinde zikrettiği ve nereden aldığını bilmediğim bir cümleyi irdelemek gerekir:

"Dünya üzerinde saf ırk olmayan her şey, rüzgarın sürükleyip götürdüğü bir saman çöpünden ibarettir. Alman Führeri Adolf Hitler'in kullandığı bu cümlede çok büyük gerçekler yatmaktadır. Biz, burada bir - iki noktaya değineceğiz : 12


At ile eşeğin çiftleşmesi katırı meydana getirir. Katır ne atm ne de eşeğin özelliklerini taşır. Arap atı ile Macar atının (Kadana) çiftleşmesinden doğan yavru da, ana - babanın özelliklerini taşımaz. Bu insanlar için de aynıdır. Türk ve Acem soylarının evliliği de bunlardan hiçbirisi değildir. Sinemalarda beyazlar ile siyahların meydana getirdiklerini de hergün seyretmektesiniz. Biyolojide bunlara "Yarım Kan" denir. Örneğin Nazım Hikmet gibi. Ne Fransızdır, ne de Slav (Rus) . . . Ama, Slav kanı ağırbasmış. Bu bir tabiat kanunu, değiştirilemez. Demirel' in deyimi ile "-Va mıdır bunun başka bir izah tarzı?" Böyle bir yaratığı yönlendirmek için de Hitler' in bahsettiği Rüzgar "Kültür ve Telkin" den ibarettir. Nazım Hikmet' i etkileyip komünist yapan kişi ise Sadık Ahi (3) denen bir komünisttir. İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmiş olan İstanbul' da kurulmuş bulunan "Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası" yani komünist partisinin aktif bir elemanı bulunan Sadık Ahi. komünist "Kurtuluş Gazetesi"nin yazarlarından olup Erzincan iline o zamanlarda bağlı bulunan Eğin kasabasının tanınmış ve zengin bir ailesine mensuptu. Yani o da diğer komünist öncüleri gibi zengin sınıfa aitti. Bu konuyu, Nazım Hikmet' le beraber önce Batum' a, oradan da Moskova'ya kaçan Vala Nurettin' in kaleminden okuyalım: "1921 Ocak ayının ortalarına kadar milliyetci görünümlü şiir yazan Nazım Hikmet' in avlandığını iddia edecek değilim. Fakat görgü tanığı olduğum bir gerçeği de gizlemeyeceğim . Nazım' a İnebolu' da komünist fikirlerini ilk aşılayan Spartakist (Alman komünistlerine verilen özel ad. ) Ağabeyler arasındaki Sadık Ahi adh bir komünisttir. Onun kırmızı bir atkısı vardı. Rüzgarda yürüyorduk ve o anlatıyordu : "- Böyle bir boyun atkısı takıp ihtilal nutukları söylemek, ihtilal şiirleri okumak senin tipine, senin bünyene ne kadar yakışacaktır, Nazım" diyordu (4) . Sadık Ahi, Nazım'a komünizmi överken, Rusya' da 13


para ve geçim sıkıntısının olmadığını da anlatıyor ve de komünistlerle komünizm hakkında şu bilgileri veriyordu: - Komünistler birbirlerine "Yoldaş" der. Gençliğin faaliyet gösterdiği teşkilata "Komsomol ", komünist devlet çiftliklerine "Kolhoz", Köylülere "Mujik", Lenin taraftarlarına "Bolşevik", dendiğini; anlattıktan sonra da şunları ilave ediyordu : -Bu sistem er-geç Türkiye'de tatbik edilecektir, göreceksin . . . Bu telkinlere oldukça kanan Nazım Hikmet, aynı yıllarda işgal altındaki İstanbul'da yayınlanan ve kadrosunda Sadık Ahi'nin (4) de bulunduğu "Aydınlık" isimli komünist dergisinin özel "Gençlik" sayısında ilk defa komünizmi öven bir şiiri "Komsomol", başlığı altında yayınlanmıştır. Şiirde aynen şunlar yazıyordu :

KOMSOMOL Kızıl bayrak çekildi kürrenin mihverine! Mihverin kutbundan çıkan en sivri yerine! Uzun ağır balyozları bellerine takarak Keskin orakları şimşek gibi çakarak Bekliyor pusu Proleterya ordusu! Sen de atla kızıl kamber taya Hazır ol! Komsomol! Kavgaya . . . Kavgada kuwetli dinç Bir ağızdan gelen deli bir sevinç (3) Komünist Sadık Ahi, kendisini gizlemek için "Ahi" soyadını değiştirerek

"Eti" yapmıştı . C.H.P'nin Malatya teşkilatına girmiş. Sonradan ismin2 "Mehmet" ekliyerek Mehmet Sadık Eti ismiyle C.H.P. Malatya millet vekili olmuştur. 1. İnönü devrinde kimlerin T ürkiye'yi yönettiğine bir örnek (4) Bu Dünyadan Nazım Geçti: Vala Nurettin. Sayfa : 62 63 - 64- 65 -

14


Sıçrar, atlar, köpüklenir, patlar, Kafan da Hayda! . . . Beyaz Ordu'ları dumanlı ufuklar gibi önüne katar Dörtnal giden atın uzanan boynuna yatan, Yalın kılınç . . . Bir kızıl süvarisin! . . . Gamın, kederin tüylerini bir kara tavuk gibi yol, Kuwetli ol! . . . Neşeli ol Hayda komsomol! . . . Görülüyor ki, bu pislik ve satılmışlık şiiri dikkatle incelendiğinde, Nazım Hikmet'in komünizm rüzgarlarına iyice kapılıp gittiği ortada. Hitler' in deyimi ile "saman çöpünden ibaret" hale gelerek sürüklenip gittiğini görmekteyiz. İtilaf Devletlerinin işgali altındaki İstanbul'da Türk Milleti boğulurken, Nazım Hikmet gibi Türk olmayan sahtekar dönmeler de Türk Milleti ve vatanının her türlü düşmanları ile birlikte hareket ediyor; Aziz Türk Milleti' ni tam olarak boğup öldürmeye çalışıyorlardı! . . . İşte, son derecede büyük güçlüklerle dolu hüzünlü günümüzde, Nazım Hikmet kendisi gibi soyubozuklarla birlikte "Aydınlık" adını verdikleri bir kızıl paçavrada, 1 92 1 yılı başlarında "Komsomol" adlı şiirini yayınlıyordu . . . Eğer Nazım Hikmet'in damarlarında bir damlacık Türk Kanı bulunsaydı Türk Vatanı -halkın değimi ile- yedi Düvel'in işgali altında kan ağlarken Nazım Hikmet elbetteki vatanın kurtuluşunu destekliyen şiir yazacak, ya da İstanbul'dan Anadolu'ya geçen Türkler gibi Anadoluya geçerek "Kurtuluş Savaşı"na katılacaktı. .. Ama, bunu yapamazdı, çünkü damarlarında bir zerrecik Türk kanı yoktu. Bu bakımdan, Türk Milleti' nin tam yok edilmesi için çalışanlar safına geçmesi ve onlara yardımcı olması gerekiyordu. Türk olmayanların 15


Türk'ün istiklali neden ilgilendirsin ki? . . .

NAZIM MOSKOVA'YA KAÇIYOR 1920 - 1 92 1 yıllarında Nazım Hikmet, hayal ettiği sevgili yurduna kavuşmak için yanıp tutuşmaktaydı! . . . 192 1 yılının Eylül ayında 19 yaşında iken; İstanbul' dan Batum' a, Rus mültecisi götüren bir gemi ile hareket etmiş, ordan Tiflis'e geçmişti. Tiflis'ten de Moskova'ya varmıştı. Prof. Dr. Hikmet Tanju'nun "Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler" isimli kitabının 1 . Cilt 438. Sayfasında şöyle denilmektedir : " 1 9 yaşında bir gencin , o günün şartlarında yabancı bir ülkeye kaçabilmesi aslında çok zor bir iştir! . . . Demek ki, Nazım Hikmet' in beyni 19 yaşında yıkanmış (ya da kirlenmiş) ve bırakın mensup olduğu ülkeyi, aile fertlerini terkedecek kadar bir Türk düşmanı haline getirmiştir. . . Fakat, Nazım Hikmet Moskova'da bir gariplik, bir yabancılık hissetmemiştir. Çünkü onu, orada bekliyen Türkiyeli komünistler vardı : Şevket Süreyya (Aydimir), Ahmet Cevat (Emre), İsmail Hakkı (Kayserili) . . . bunlar arasındaydı . " Moskova'da iyi karşılanan Nazım Hikmet, bir müddet sonra, Bolşevikler tarafından devletleştirilen bir otele yerleştirilmiş ve adı "Kutv" olan Doğu Milletleri Kızıl Üniversitesi'ne kaydedilmiştir. Bu kızıl üniversiteyi sık sık ziyaret ederek konferanslar veren İhtilalcı Kızal Şair MAYAKOVSKY'yi dinliyen Nazım Hikmet artık kafiyeli şiir yazmaktan vazgeçip kızıl zırvalar ve estetiği olmayan satırlar karalamaya başlamıştır. Bundan sonra, kızıl ihtilalin -sözde- sebebi açlık ve ezilmişlik pislikleri karalamaya devam etmiştir. Bu Kızıl Üniversite' de talebe iken, yoksulluğu sömürerek Açlarm Göz Bebekleri adını verdiği şiir müsvettesinde şöyle diyordu :

16


AÇLARIN GÖZBEBEKLERİ Değil birkaç Değil beş - on Otuz milyon, otuz milyon . . . Aç bizim. Onlar bizim Biz onların Dalgalar denizin Deniz dalgaların Değil birkaç Değil beş - on Otuz milyon, otuz milyon Açlar dizilmiş açlar Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız Sıska cılız . . . Görüldüğü gibi burada, sömürü türünde zırvalamaktan başka bir şey yapmamıştır. Bu altalta dizilmiş olan kelimelere şiir demek elbette mümkün değildir. O ise şiir diye yazmış, yazık! Mayakovsky birkaç ayda bellemiş nesebini . . . Adam komünist olunca mantık ve sanat kabiliyetini de kaybediyor, keşke annesinin yakın dostu şair Yahya Kemal ve annesi ile birkaç yıl daha birlikte kalıp komünist Rusya'ya öyle kaçsaymış . . . Yahya Kemal onu iyi bir şair yapardı da, böylece kendisi Türk Milleti aleyhine çok daha usluplu manzumeler yazardı . . . Yoldaş Nazım'ın satırlarında b i r noktaya dikkat etmek gerek : Bu da "Otuz milyon" kelimeleridir. O tarihlerde bu günkü Türkiye topraklarında takriben 5 6 milyon insan yaşamaktaydı . Yani, bu Moskof oğlan ı , Türkiye' deki açları değil, Rusya'daki açla rı düşünüyordu. Irkdaş ve yoldaşlarına acımaktaydı . . . Hani Türkiye'li bir takım kanı ve sütübozuk takımı Nazım Hikmet' i Türk şairi ilan etmişlerdi. .. Halen de ediyorlar ya. Zaten bütün soysuz ve beyinsizler bu -

17


minval üzere hareket ederler. Türkiye'yi ilgilendiren bazı şiirlerinin olduğunu ileri sürenler vardır. Böyle şiirleri mevcut ise bu şiirler Nazım Hikmet' in Yahya Kemal' e yamaklık yaptığı zamandan kalmadır. Nazım Hikmet' e, okuduğu Kızıl Üniversitede her şeyden önce enternasyonalist olması gerektiği öğretilmişti. O da bu gerekçe gereği hareket etti ve bundan sonra milliyet, din, dini ahlak, töre . . . Gibi değerlerin, kendi inançsızlıklarına göre burjuva inancı olmaları dolayısıyla, Nazım Hikmet'in zaten memleket ve millet şiirleri yazması mümkün değildi. Aksi halde kendini inkar etmesi lazım gelirdi. Zaten Nazım Hikmet, bütün manevi ve milli değerleri yok sayıyordu. Hiç unutmam, yıllar önce popüler tipteki bir Sovyet Rusya elçisine, gazetecilerle mülakatında gazeteciler hangi dine mensup olduğunu sorunca adam şu enteresan cevabı vermişti : "- Ben bir komünistim ." Bu bakımdan, Nazım Hikmet' in komünist olduktan sonra vatan - millet şiirleri de yazdığını iddia ebnek halt ebnekten ibarettir. 1930 ' 1u yıllarda, yani komünisliği devrinde Almanya' da ki ekonomik krizi dile getiren "yır" cinsi bir şiir müsvettesinde şöyle diyordu: Ey meşin ceketli komünist Koltuğundaki cüzdanı Sırtına asker çantası yap Saklı yarısını yediğin ekmeğin Berlin amelesine . . . Malumdur ki, Kızılordu'nun kurucusu, komünist ihtilalinin Lenin' den sonra ikinci adamı ve hatta ihtilali planlayıp yapan birinci adamı olan Yahudi asıllı general Troçky' dir. Yoldaş Nazım elbette Troçky' i övmeden ödevini yapmış olamazdı. Troçky'yi öven "yır" cinsi satırlarında şöyle yazıyordu: Senin bir Mayıslarını gördük Uğultularla duyduk Kocaman bir çan gibi Haykıran Troçky'yi. . . 18


Kızılordu' nun kurucusu ve başkomutanı Troçky, Lenin Cehennem' e gittikten sonra yerine Josef Stalin zamanında ekarte edilmek istenmişti. Ama, Kızılordu'dan çekinen Stalin Troçky'ye dokuna-mamıştı. İlk kurulan Lenin hükümetinde 22 bakandan ikisi Rus, biri Türk (Hariciye Komiseri) , biri Gürcü olup 18 tanesi Yahudi idi. Yani, Rus-Sovyet İmparatorluğu Hükümeti bir Yahudi Hükümeti idi. Kızılordunun başında da bir Yahudi başkomutan, yani Troçky bulunmaktaydı. 1924'teki Lenin yolculuğundan önce ve sonra Yahudilerin büyük bir kısmı Yahudilerden temizlenmişti. Bu şekilde hükümetin çoğunluğu Rusların eline geçmiş bulunmaktaydı . Aslında. Stalin'in babası Gürcü, annesi Yahudi asıllı olup o da dünya tarihinin en kaddar melezlerinden birisiydi. Stalin, Troçky' den kurtulmak istiyordu ama, Kızılordu'dan da çekinmekteydi. Troçky'nın de niyeti Stalin' i ortadan kaldırmaktı . Stalin' i, 1 7 Ekim 1 9 1 7' de Rus Çarlık İmparatorluğunu ortadan kaldırdığı taktikle ortadan kaldırmak istemekteydi. Bu taktik Stalin tarafından çok iyi bilinmekteydi ve tadbirlerini bu taktiği boşa çıkaracak şekilde hazırladı. Troçky taktiği esas itibarıyla özet olarak şöyleydi: İşgal edilecek stratejik noktalar belirlenip bu noktalara, darbeden bir iki gün önce kendi darbeci elamanlarını sivil kıyafetle girdirip çıkartmak. Bu girip - çıkma % 90 muvaffakıyetle sağlanmışsa, darbe de olabilir demekti. İhtilal anında ise bu sivil kıyafetli adamlar bu defa askeri üniforma giymiş olarak nöbetçileri değiştirip silahlarını devralıp işlerini bitireceklerdi. Bu şekilde Bakanlıklar, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı, Kuwet Komutanları, Elektrik ve P.T.T. İdaresi, Radyoevleri. . . v.s. gibi önemli yerler ele geçirildikten sonra birkaç dakika içinde gereken katliamlar yapılacak ve de iş bitirilmiş olacaktı. . . Stalin, Troçky'den şüphelendiği için K.G.B. (Gizli İstihbarat) ajanları tarafından Troçky hareketinin adım adım takibe almış ve fakat hiçbir şey bilmiyormuş gibi Troçky'ye karşı samimiyetini devam ettirmişti. Maksadı Troçky'yi suçüstü yapmaktı. 1925 yılında 17 Ekim gününde, yani "Kızıl İhtilal"in kutlamaları 19


Kızıl Meydanda yapılırken, saat tam 10:30'da yapılacak ve Stalin bütün adamları ile birlikte yok edilecekti. Yalnız ne var ki, önceden K.G.B. ajanları ile durumu öğrenmiş bulunan Stalin, Troçky' nin her 1 0 kişi ile işgal edeceği yerlerden her birini korumak için SO'şer kişilir koruma birliklerini gizlice yerleştirmişti. Artık hareket için dakikalar her iki taraf tarafından heyecanla sayılıyordu! . . . Saat 10:40 olmuş, ama radyodan ...._ bir anons yapılmamıştı. . . Stalinle yanyana oturup törenleri seyreden Troçky' de her geçen dakika heyecanı daha da arttınrken, bilakis Stalinde heyecan azalıyordu. Zira Stalin, radyodan bir anons yaptırmayacak işi oluruna bırakacaktı. Tabii bu geçen dakikalar içinde Troçky'nin adamları istisnasız bir şekilde Stalinciler tarafından yok edilmişti. Stalin bir ajanı ile durumu öğrenmiş olup Troçky'yi gözucuyla tetkik etmekteydi . Bir ara bir subay gelip Troçk' nin kulağına eğilip bir şeyler söylemişti. Troçky ayağa kalkarak Stalin' e döndü ve kısa bir an için gidip dönmek üzere Stalin' den müsaade istemişti. Ama gidiş o gidiş olmuştu . . . Stalin Troçky'i takip ettirdi, ama tevkif ettirmedi. Hala Kızıl Ordu'dan çekiniyordu. Maksadı, Troçky'nin Sovyetler Birliğinden çıkmasını sağlamak ve Kızıl Ordu'yu kanştırmamaktı. Troçky rahat bir şekilde önce Romanya'ya ordan Bulgaristan' a geçti . Orada birkaç gün kalan Troçky, burdan Türkiye'ye sığınarak Türkiye'ye geldi. Üç ay kadar Türkiye'de kalan Troçky, sonra Meksika'ya gitti. Meksiko Siti'de lüks bir otele yerleşti ama Stalin' in K.G .B.'li cellatları arkasını bırakmadı. Ve oteldeki kilitli odasında başı balta ile kesilerek öldürülmüştü. İşte yoldaş ve Kızıl Ordu başkumandanı Troçky' nin kısa bir hikayesi. Bunları niçin mi yazdım: Şunlar için ki; Hiçbir komünistte ahde vefa, dostluk, merhamet ve arkadaşlık bulmak mümkün değildir. İnsanlık namus ve merhamet aramak ise abesle iştigalden başka bir şey değildir. Troçky için satırlar dizen {şiir denemez) nazım hikmet elbette {peygamberi) Lenin içinde satırlar 20


dizecekti. Bu "yır" cinsi yazılardan bir tanesinin de Lenin' in murd olması üzerine yazmıştı. "Ustamızın Ölümü" başlıklı -sözde- şiirden birkaç satır alıyoruz. Bir haberim var size Telgraf direklerinin demir saçlarını Titreten bir haber Fakat en büyük tehlike En büyük keder Kıramaz birbirine kenetlenen kolların zincirini Kenetlenin Öldü Lenin . . . Yoldaş nazım hikmetin ifadesine göre e n büyük korkusu Rus Sovyet İmparatorluğunun dağılma tehlikesi ihtimalinin olmasıymış . . . Ne demeli? Moskov oğlancığı nazım hikmet ne büyük rus idealistiymiş hayret doğrusu. Prof. Dr. Hikmet Tanyu'nun "Yahudiler ve Türkler" adlı ünlü eserinin 440. Sayfasında aynen şöyle denilmektedir: "Türkiye'de: Nazım Hikmet bir adli hataya kurban gitmiştir veya nazım bir vatan haini değil, bir vatan şairidir" diyenlere bir sual sorsanız ve deseniz ki Nazım Hikmet Lenin için yazdıklarının onda bir kadarını bir Türk büyüğü için yazmış mıdır, yazabilmiş midir? Elbette "-Evet-" diyemeyecektir. Kaldı ki nazım hikmet bütün ömrü boyunca bu vatanı Moskovaya satmak, bu yurdu kızıl bir kıyamete sokmak için çalışmış; şiirleri, piyesleri, çeşitli yazıları ile Türk Milletinin en küçüğünden en büyüğüne kadar herkese küfretmiştir. Hatta 19 yaşında Moskova'ya kaçtıktan iki yıl sonra Moskr "· c1 sefirimizin kendisini çağınp; "- Türkiye'ye bir an önce dönmelisin, memleket senden vazife bekliyor. Öğretmen olarak Türk çocuklarına hizmet vereceksin, senden 21


bunu bekliyoruz." Dediği zaman nazım hikmetin sefire verdiği cevap şu olmuştur. "- Ben Rusyayı sevdim dönmeyi düşünmüyorum. Hele Türkiye'de otuz Türk çocuğu okutmayı hiç aklımdan geçirmiyorum ." Olmuştur. Dünyanın hiçbir yerinde ülkesi insanına, toprağına küfretmiş vatan hainlerinin öldükten sonra bir vatan kahramanı gibi anılmasına rastlanılma'mıştır, gariptir. . . Türkiye'mizde epeyce bir kısım zevatın ve de basının bir "vatan hainini" bir kahraman mertebesinde görmesine şahit oluyorsunuz! Çok acı . . ama gerçek! Prof. Dr. Hikmet Tanyu sağ olsaydı "O"na durumu tabii karşılamasını hatırlatır, şunları söylemek isterdim : "- Türkiye' de, yalnız nazım hikmet mi vatan hainliği yapmıştır? Başkaları yapmadı mı? Ve hala yapmıyorlar mı? Bunlar elbetteki bir takım gafilleri de taraflarına çekerek birbirini destekleyeceklerdir. Unutma, Atalarımız: "- İt iti ısırmaz." Demişlerdir. Ruhun şad olsun muhterem ülkü eri, şanlı büyüğümüz. "

NAZIMDA LENİN SEVGİSİ Nazım Hikmet' in sevgisi ve hayranlığını gösteren "yır" cınsı yazılardan biri Gorki'deki "Beyaz Sütunlu Ev" isimli çok uzun yazısından birini ele alacağız. Gorki, Moskova yakınlarında bir sayfiye şehri olup komünizmin en büyük şair ve yazarı Maksim Gorki' nin ismini taşımaktadır. Lenin denen mel' unun yazlık evi de burdaydı ve Moskov oğlanı bu eve inciler döküyor, yine bu evde geberen Lenin' e ağlıyordu.

22


Unutmadık Gorki' deki Beyaz sütunlu evi Kim di geniş ve kanlı merdivenlerden Kocaman bir beşik gibi Kucakta indirilen Kim di dinlendirilen Tekerlekli koltukta inmeli vücudunu Kim bu vücudunun yarısı tutmayan adam Kim bu inmeli ihtiyar Ah çocuk tabutunda yatan dev Ah o beyaz sütunlu ev. . . Ve son yüzyılın son sözünü söyleyen adam Konuşuyor işte Büyük usta Ağır hasta . . . Yürüyemiyor, konuşamıyor. . . Gözlerinde gülen zekasıyla bekliyor ölümü Ölecek Bunu da biliyordu Biz de biliyorduk, Biliyorduk, fakat bilmemezlikten geliyorduk Ah o Gorki' deki "Beyaz Sütunlu Ev" Ah o Gorki ormanların karlı çamları Esiyor güneşli bir bahar fırtınası Yürüyor Lenin' in yolunda Yürüyor Lenin' in partisi

23


Peki Lenin için bu kadar gözyaşı döken nazım hikmet, üzülen nazım hikmet, feryat eden nazım hikmet Bojjenski, Lenin denen canavarın nesidir, ırkdaşı mı, vatan büyüğü mü, akrabası mı, babası mı, peygamberi mi? Evet peygamberi kendisi de böyle demişti. .. Ayrıca fikir babası ve yoldaşı. Ya nazım hikmet için can atanlar? Onu savunanlar, büyük bişey sananlar nazımın nesiymişler. Tam gafil değillerse Nazım Hikmet ile kanda, vatansızlıkta, dinsizlikte, vatan hainliğinde birleşenler değil midirler. Ewelce belirttiğimiz gibi, Moskova'da Türk büyük elçisinin kendisine memlekete dönüp çok ihtiyaç hissedilen öğretmenlikte çalışmasını teklif ettiğinde nazım hikmetin "-Otuz sümüklü Türk çocuğuna ders vermek aklımdan bile geçmiyor. Dediğini Ahmet Emin Yalman bilmiyordu? Prof. Sıttık Sami Onar bilmiyor muydu? Nadir Nadi bilmiyor muydu? Ve nihayet edebiyat fakültemizin 18 üyesi "nazım suçsuzdur, masumdur" derken bilmiyor muydular? Nasıl bilmezler ki, belki Moskova'daki yaşayış şeklini bilmez olabilirler. . . Fakat Türkiye' de orduyu üç defa teşvik, bir komünist ihtilali başlatmak, hükümeti devirip bir proleteya diktatörlüğü kurdurarak Türk ülkesini Moskova'ya satmak istediğini elbet biliyorlardı. Onun dinsiz, Allah'sız, ahlaksız, kızıl bir vatan haini olduğunu bilmemelerinden gelmiyordu. Nazım Hikmet' i desteklemek savunmak. Ondan oluşlarından , onunla oluşlarından , aynı ideolojinin çocukları bulunuşlarındandı. Nazı! Hikmeti desteklemek ve savunmak. . . Ne yani Türkü' mü destekleyeceklerdi ya da savunacaklardı.

24


NAZIM KENDİNİ ORTAYA KOYUYOR Ewelemirde ne kadar nazım hikmet gibi kızıl salyalar akıtarak murd olup gidenler var idi ise, günümüzde de nazım için yırtınanlar vardır. Tam bir Türk düşmanı olan nazımın heykelini İzmir Fuar' ına dikenler (İzmir Belediye Başkanı A. Priştina) ve heykelin açılışını yapanların (İstemihan Talay) yürekleri ve dilleri ne derlerse desinler nazım hikmet bunların suratlarına tükürerek delikanlı gibi kimliğini ortaya koyuyor.

Bazı amlar Ben eski Moskovahyım Eski İstanbul 'ludan çok Kutulda derste almadıklarım Orada girerdi zihnime şappadak Bu şehir benim şehrim Ondokuz yaşımda bu şehre girdim Kiyef garında üç saat rotada 192 1 idi yıllardan o yıl Batum yoluyla gelmiştim Anadolu' dan Bir sualcığım var Lenin yoldaşa . . .

Moskova aşkıyla yamp tutuşan yoldaş nazım hikmet, Moskova yoluna inciler diziyor ve övgüler yağdırmaya devam ediyordu: Altın aynalarda Moskova şehri, Moskova evim, moskova odam, Moskova 19 yaşım, 60 yaşım Moskova öğretmenim, yoldaşım Moskova seni armağan eden bana . . . Ne diyelim, herkes ırkına ait olan değerleri över. Merhum büyük 25


Türk şairi Yahya Kemal Beyatlı için "İstanbul" ne idiyse, yoldaş nazım için de Moskova o'ydu . . . Belki bin kat daha sevgili! Aradaki fark ise birinin Rus, Yahya Kemal' in Türk oluşuydu.

NAZIM HİKMETİN VATANI Birçok beyinsiz, dönme. ne idüğü belirsiz kişi ve kuruluş nazım hikmet'in Türkiye'li şair, hatta vatan şairi olduğunu idda etti ve de etmektedirler. . . Bunların ervahına yuh! Gerçi nazım hikmet' in "vatan şairi" olduğunda onlarla hemfikirim, ama nazım hikmet hangi vatanın şairi olduğuna açıklık getirerek " Türkiye şairi" olduğunu iddia edenlerin yüzüne tükürerek hangi vatanın şairi olduğunu vatanı ile birlikte ortaya koymaktadır. Okuyalım :

Orası Bir de yurtlarımın yurdu var bu dünyada Ne Türkiye, ne Türkistan Ne Polenez adaları, ne Azerbaycan, Orası ilk yeşeren umudum . . . Orası ilk şafak vaktim . Onun pasaportunu taşıyorum , Kağıttan değil, Vizesi yüreğime yazılı Damgası vurulu yüreğime Orası hem gözüm, Hem gözümün üstündeki kaş Oralıdır ilk yeni adımı yüz yılımın, Bütün yurtlarımın yurttaşı Lenin yoldaş . . . Her şeyden önce şunu belirtmek gereklidir ki, yoldaş nazım; bir komünist enternasyonalisti ve idealisti olarak bütün dünyanın komünistlerinin bütün teşkil edeceğini ve Sovyet Rusya'ya bağlanarak 26


tek vatan haline geleceğine inanıyor ve de "Yurtlarımın Yurdu" diyerek yine Rusya'yı adres gösteriyor. O bakımdan diğer devletlere ait olan vatanları tek tek yurt kabul etmiyor. Doğrusu bu şiir cinsi yazısında bir ince zeka oyunu vardır. Şimdiye kadar incelediğimiz yazılarında bu ince görüşü doğrusu takdir ettim. Hani ne demiş atalarımız "iti öldür, ama hakkını yeme. " Bilmem anlayabildiniz mi? Bu satırları okuyan Türkiye' li yoldaş nazımcı ahmak ve satılmışlar, ne idüğü belirsizler şimdi anladınız mı yoldaş nazım' ın vatanı neresidir ve nazım hikmet hangi vatanın şairidir? Sakın bir daha ey ahmaklar, yoldaşlar, satılmışlar ve beyinsizler. . . "Nazım hikmet bir Türkiye şairidir, Türk şairidir. . . " diyerek kendisine iftira etmeyin, olur mu? Rusya aşkı bu, bir platonik aşk! . . . Yır cinsi yazısının son iki satırında özellikle nazım yoldaş, Lenin yoldaşın işgali altındaki Asya­ Avrupa ülkelerinin topraklarını -şimdilik- vatan kabul etmekte ve herhalde "Türkistan-Azerbaycan" ın ismini anmaktadır. Bunlarla Polonez Adalarının bir farkı yoktur yoldaş-Slav nazım için . . . İnancına göre oralara da komünizm girecek ve de oralar ve de diğer yerlerle Türkiye'de komünistleştirilerek Sovyet Rusya'ya bağlanacaktı. İşte yoldaş nazım'ın tatlı rüyası bu idi ve maalesef hayal oldu. Buna rağmen bizdeki yoldaşlar, satılmışlar bir türlü ne bu hayalin ve ne de nazım hikmeti' in yakasını bırakmıyorlar! . . . Türkiye' de nazım hikmet için yırtınanlara n e demeli bilemiyorum, "ne dersen haklısın" şeklinde bir deyim vardır, işte öyle . . . Türkiye'deki yoldaş nazımcı beyinsizlere, gafillere, dönmelere, m arksistlere, satınalınmışlara sorabilir miyim? - söyleyebilir misiniz? Nazım Hikmet denen Moskov oğlanı madem ki Türkiye şairi ve hatta "Büyük Türk Şairi" idi, Türkiye' nin neresi için bu tür bir övgüyü yaptı? - İstanbul için mi, Ankara için mi, Kars için mi, Antalya için mi, . Izmir için mi, Van için mi, yoksa bizim Of için mi? Türkiye' nin nesi ve neresi yüreğine kazılıdır? 27


Peki ne halt etmeye bu Rus oğlanını, Sovyet vatandaşı olarak ve de Türklüğe, Türkiye'ye kin kusarak geberen mel' unu neden Türkiye'ye yamamaya çalışıyorsunuz? Sizlerin bu işte gayeniz nedir, menfaatiniz nedir, gizli niyetiniz nedir? Erkek gibi, hiç olmazsa nazım hikmetin vatanını "delikanlı gibi" açıklaması şeklinde açıklar mısınız? Peki Türkiye' de nazım hikmet için yırtınanlara ne demeli? Bir Sovyet-Rus vatandaşının pis kemiklerini yerden çıkarıp ne hakla Türkiye'ye getireceklerdi? Onun muzdarip ruhunu ve kemiklerini rahatsız etmek hakkını kimden aldılardı? Bunun hesabını başbuğ karaoğlan Ecevit, başbuğe Rahşan ve Rıdvan Budak. . . v.s. gibilerine sormak gerekli. . . M.H.P.'li bazı bakanlar (Enis Öksüz, A. Haluk Çay, H . Yusuf Gökalp) olmasaydı, daha doğrusu Ecevitlerin hazırladıkları hükümet kararnamesine imza atsalardı; nazım hikmet' in kemikleri ve ruhu "Kıyamete' " e kadar ızdırap çekecek, Kıyamet Günü kendini ve kemikleri rahatsız edenlerden hesap soracaktı mutlaka . . .

NAZIM HİKMET VE GORKY Şüphesiz, Maxim Gorky Bolşevik Kızıl İhtilali'nin en önde gelen fikir adamlarından biridir ve Kızıl İltilale büyük katkısı olmuştur. Nitekim bundan dolayı Moskova yakınlarındaki sayfiye şehrinin ismi "Gorky"ye dönüştürülmüştür. Sonraları bizim bilmediğimiz bazı sebeplerden dolayı Lenin ile arası biraz açılmış ve Lenin itini hafife alan bir beyanda bulunmuştu. İşte bu durum yoldaş nazım hikmetof'u kızdırmış ve peygamberi Lenin denen mel'unu savunucu yır cinsi yazılar kaleme almıştı. Bir kısmını aşağıya alıyorum: O'nu sen anlamadın! Anlamadın! . . . Anlamadın! 28


Lenin' i anlamak demek İnkılabı Lenin gibi anlamak demektir. Sen inkılabı anlamadın! . . . Birak! . . . Maxim Gorky bırak! Onu anlayarak Sevenler anlatsın Bırak. Hayır Maxim Gorky, hayır Hayır ihtiyar usta Bu hususta hem fikir değiliz! . . . Lenin Senin gözlerinde Ruhu keskin azabın çarmıha gerilen Ak gömleği kanlı bir ölü Hayır İhtiyar usta Bu hususta Hem fikir değiliz ·

Biliriz Beraberdiniz Kapri sahillerinde Kamışsız oltalarla balık avladınız Biliriz Lenini sevdiğinizi Biliriz Bunu ihtiyar usta Bak bu hususta Hemfikiriz. 29


Fakat sevmek anlamak değildir. Şuurun çok uzun bir köprüsü var Duymakla anlamanın arasında Sen de sevdin onu Fakat anlamadın Öldü Ağladın fakat Bizim gibi ağlamadın! . . . Eğer altalta dizilen b u kelimelere şiir denirse; görüyoruz ki nazım hikmet, yır tipi bu şiirlerinde hem Maxim Gorky'yi azarlıyor, hem de akıl vermeye çalışıyordu! . . . Ne demeli? Herif çok büyük alim ve idealist imiş! Böyle büyük idealist komünistler hiç peygamberine laf dokundurur mu? Müthiş idealist ve moskof oğlanı nazım hikmet nasıl hızlı ve yahşi bir azılı komünist olduğunu yır tipi yazısında "Şarklı ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti" ismini verdiği satırlarından bir kısmını aşağıya alıyoruz. Ne müthiş bir sovyetçi olduğunu anlamanıza yeter sanırım :

Şarklı ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Ey beni bir ihtilal gioi Feryada getiren diyar Fitil nerede göster bana Ateşlemesi benden yana Geldim senin eşiğine İhtilalin beşiğine Gözlerime nur istiyorum Şuur istiyorum Ben seni görmek istiyorum Bir sıla hasreti gibi derinledim 30


Haydi tez ol Gözlerime nur ver Kafama şuur ver Oradakiler bekliyor beni Orada Kızıl gömleğimle görünmeliyim (7) Mel'unun gözlerini kan bürümüştü! . . . Bir robot vampirdi mel'un! . . . Gerçekleri göremediğinden gözlerine "nur" istiyordu. Şuur ile hareket etmeyen bir robot olduğndan "şuur" istiyordu ki, aklı başına gelsindi. .. Nurunu, şuurunu, namusunu, dinini, milliyetini,vatanını, aklını . . . Hulasa her şeyini kaybetmiş olan satılmış bir robottan başka bir şey değildi. Çok yazık doğrusu! . . . Yoldaş nazım, Moskova'da kaldığı günleri, KutvKomünist Teori Üniversitesi'nde geçir, dediği zamanları anlatan -sözde- şiirinde şöyle tanımlamaktadır: 24 saatte 24 saat Lenin 24 saatte 24 saat Marx 24 saatte 24 saat Engels 100 dirhem kara ekmek lüton kitap Balık çorbası Tüfek talimi Tiyatro, balet Kitap, yaz, boz, oku Bağır, çağır Kafanda, kalbinde, elinde İskeletinde ihtilal, ihtilal! . . . (7) Sofya'da basılan "Türkçe Yeni Şiirler" adlı kitabından alınmıştır.

31


İşte açlık içinde kafaları yalnız "ihtilal" ile doldurulan zavallılar!

YOLDAŞ NAZIM'LA DERTLEŞME Vah vah Hikmet'in oğlu Nazım, yani nazım hikmetof! . . . Yazık acıdım sana! Sen ki, iki dönme "Paşa"nın torunu idin ve de varlıklı bir ailenin çocuğu olarak İstanbul'da bembeyaz somun ekmeğe bakmaz iken; Moskova'da 100 dirhem (282 gr.) kara ekmek ile balık çorbasına talim etmek sana yakışır mıydı? Yazık, yazık . . . Şu nankör Moskov sana bir işkenbe çorbası, ya da bir yayla çorbası yediremedi mi? Oysa ki, seni komünist yapan Sadık Ahi, sana öyle mi anlatmıştı komünizmi ve Rusya'yı? Halbuki o puşt seni kandırıp topun ağzına sokmuş, kendisi faşist ( ! ) Türkiye'de kalarak faşizmin nimetlerinden pek ala istifade etmesini bilmişti. Soyadım "Eti"ye çevrilmiş, ismine bir "Mehmet" ekliyerek Malatya C.H.P. millet vekili olarak bu milletin bol bol nimetlerini zıkkımlanarak T.B.M.M.'nide pis varlığı ve kimliği ile kirletmiştir. Yalnız O'mu kahbece davranan. Ahmet Cevat Emre de, Şevket Süreyya Aydemir de, Sadun Aren de . . . Niceleri. Ahmet Emin Yalman, M. Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Abidin Dino, Şefik Hüsnü Deymer. . . gibi isim dönmeleri . . . komünist kimileri, kim ileri "Sabatayıst" . . . Fakat, hepsi aynı pislik, bizim için farketmez . . . N e var k i onlarla senin aranda farklar vardı. Bir kere onlar senden akıllı ve temkinli idiler. . . Bağı yuttular, ama bağcıyı uyutarak tabii. . . Yalnız seninle onların arasında çok önemli başka farklar da vardır: Sen, dikine giden, taviz vermez bir idealist idin, seni anlıyor; batıl bir inancın peşine düşmene, mensup olduğum Türk Milletine ömürboyu düşmanlık yapmana rağmen seni takdir ediyorum. Bir şey olacaksan

ya "tam"ya "hiç" ol. Doğrusu da budur. Sence olduğu gibi, bence de dava adamı inandığı davadan asla taviz vermemelidir. "Bukalemun"luk, döneklik kahpeliğin ta kendisidir. Seni çok iyi anlıyorum: Sen, enternasyonal komünizmin 32


idealisti iken ben de Türk nasyonalizminin bir idealisti olarak sana karşı durumda idim. Yine de öyleyim. Çünkü sen benim idealizmim olan Türk Milliyetciliğinin düşmana idin. Gerekirse düşmana da takdir etmek gereklidir. Türk ülkücü h areket i n i n yerleş m e s i , fidanan büyütülmesi, ağaç olup meyva vermeğe başlaması için 35 ydhk bir ömür harcadım da ne oldu? Bilindi mi, Takdir edildi mi? Hayır. Ne var ki ben Türk Milletinin bekası ve Allah nzası için çahştım, didindim, yıprandım! . . . "Balik bilmezse Halik bilir. " Dedim . Sen, 1 9 yaşında iken Moskova'ya kaçarak 61 yaşına, yani ölünceye kadar, yani 41 yılını komünist enternasyonalı için ve Moskof için harcadın ... Ne oldu, ne kazandın? Sen, Moskof' a bukadar uzun bir zaman hizmet ederek sefil kaldın, sonunda Rus-Sovyet diktatörü Sergey Nikıta Kruşvov' a; hizmetlerini anlatan, yalvaran bir mektup-dilekçe yazarak cüz'i bir emekli maaşına bağlanabildin. O kadar. Her ne kadar Allah' a inanmasan da, Kıyamet Günü Allah'ın huzurunda sorgulanacaksın. O zaman "-Ömrünü ne ile geçirdin?" Sorusuna: " - Komünizme ve Moskof' a hizmet etmekle . . . " mi diyeceksin? Allahü Teala: " - Ben size doğru yolu gösterecek Peygamber göndermedim m ·?" ı. Sorusuna sen. nazım hime(Ran) olarak: " - Benim peygamberim ilyunoviç Lenindir. . . " mi diyeceksin? O zaman canından çok sevdiğin Lenin: "- Haşa Allah'ım, ben çok kötü bir mel'unum ama böyle bir iddiada bulunmadım. Bunu cehennemin "Esfelesafilin" denen çukuruna at demiyecek m i? ve de şöyle devam edebilir: "- Bu adam zaten iftiracıdır. Moskova'da "- Beni Stalin yarattı 33


demekte değil miydi? İşin kötüsü bu defa da karşısına Josef Stalin çıkacak ve: "-Haşa Allah'ım, ben çok mel'un bir adamdım ama, Firavun gibi, Nemrut gibi Tanrı'lık iddiasında bulunmadım. Bana iftira atıyor. . . Bunu Cehennem'in en derin çukuruna at ki, ben de üstünde kalayım . . . demiyecek m i? Hey gafil adam hey, bir "hiç" için koca bir ömür çürütülür mü? Bak idealist yoldaş, 20. ve 2 1 .ci asırlar vurgun, soygun, hırsızlık namussuzların asrıdır. Bunu sen bilemedin, aslında ben de bilmek istemedim ve köşede bir Ali Ulusal, bir basit adam olarak kaldım . Bu asrın nasıl bir asır olduğunu gören hırsızlar, vurguncular, soyguncular birkaç yılda köşeyi dönerek trilyonların sahibi oldular. Villaları yazlıkları, yüz-ikiyüz milyarlık lüks otomobilleri, yatları, uçakları ve elbette birçok malikhane ve fabrikaları vardır. Onlara "bey" diye hitap ediliyor, gerçi "maça" beyidirler ama yine de "bey"dirler ya. Vurguncu, soyguncu, hırsız, namussuz . . . v.s. Oldukları çoktan unutuldu . . . Yoldaş Nazım, dün olduğu gibi, bugün de, Türkiye'de senden çok daha büyük vatan hainleri; seninle hiçbir şekilde kıyas edilemeyecek kadar iğrenç yaratıklar mevcuttur. . . Binlerce bile değil, onbinlerce" . . . Yarın da olacak. Ama, senin gibi sefalet içinde ölmediler! . . . Burada soygun, vurgun, hırsızlık, karaborsa yaptıktan ve de Devletimizi soyduktan sonra kaşanelerinde "bey-beyefendi" olarak yaşadılar, sonra geberdiler. Halihazırda mevcut olanlar da bir gün mutlaka geberip gideceklerdir. Ve de Kıyamet Gününde sorguları senin sorgulanmandan çok daha zor olacaktır. Sen hiç olmazsa Namık Kemal'in deyimi ile:

"Deme, insana malüm olmadık mana mı kalmıştır, Kemal'in seng-i kabri kalmamışsa namı kalmıştır. " kabilinden iyi-kötü bir namın kalmıştır. Dinle yaldaş Nazım, Eğer Rusya'ya kaçmayıp Türkiye'de kalsaydın ve bir zaman 34


daha yaşasaydın görecektin ki: Yahudi isim dönmeleri olan Ahmet Emin Yalman, Naim Talu ( 12 Mart 1 972 Askeri Dönemi Başbakanı) , Abdi İpekçi (Gazeteci Yazar) , İsmail Cem (T.R.T. Eski genel müdürü, eski hariciye bakanı), Osman Kibar (Eski İzmir, belediye başkanı), Simavi biraderler (Sedat, Haldun) Selim Sarper (60 ihtilali sonrasının hariciye bakanı) , Macit Gökberg (İ. Üniversitesi Fen . Profesörü) , Talat Hılman (Prof, -eski kültür bakanı), Sami Cohen (Gazeteci yazar) , Nejat Eczacıbaşı (Sanayici, Bilgenberg üyesi) , Emil Galip Sandalcı (Gazeteci yazar) , Çetin Emeç . . . v.b. (8) gibiler Türkiye' de hangi mevkilere geldiler? Ve de zavallı Milletimiz bu isim dönmelerinden Devletimiz için medet umdu . . . Yazık! Yoldaş Nazım, Sen kaçmayıp Türkiye' de kalsaydın, diğer dönmeler gibi akıllı­ kurnaz davransaydın; en azından birkaç kere Milli Eğitim Bakanı, başbakan ve belki de Cumhurb aşkanı olurdun . . . Bu kaçış aptallığını neden yaptın? Hem kendine yazık etmişsin, hem de gençliğimize! . . . Yoldaş Nazım, Seninle ve Hz. Adem dahil bütün insanlarla ruhlarımız aynı anda yaratıldı, yani Kalu-Bela'da. Hani Rabbimiz Allahü Teala Ruhlarımızı yarattığın an bizlere sormuştu:

- Elestü bi-Rabbiküm? (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) Bizler ise: - Kalü bela (açık, kesin, belli.) Deyip secde etmiştik de secdeden kalktığımızda seni ve senin gibi Allah'a secde etmeyen büyük çoğunluğu gördüğümüzde doğrusu çok şaşırmıştık da! İ ste o zaman seninle ve diğer secde etmeyenlerle yollarımız ayrılmıştı. Hani, yıl cinsi bir beytinde: " Elbette gördüm iki ayaklıların ikiye ayrıldığım" (8) Bak : Yahudiler ve Türkler. Sayfa : 159 - Prof. Dr. Hikmet Tanyu

35


dediğin an işte bu andı. Yoldaş nazım, Bütün ruhlar aynı anda yaratıldığına göre benden önce dünyaya gelmiş olman yaşlılık ifade etmediğine göre fazla yaşamış olan ihtiyar ayılır. Sen, eğer Türkiye'de kalmış olsaydın; diğer dönmeler gibi ya Sabatayıst, ya da Yehova şahidi olacaktın. Üst düzey bir mason olarak tabii. Sabatay Zvi (Gebermesi 1665) kendi hesabına göre Adem Aleyhiselam' ın 18.inci ruhu olarak dünyaya gelmiş bir mehdi (!) imiş. Bu inanca göre de dünyaya başka bir kalıpta bir defa daha gelmen gerekecekti. Belki 25 ve 30'uncu ruh ve mehti olarak. Yine son mehdi olarak gelişinizde İslam Dini'nin mensuplan ortadan kaldırmanız için geleceğiniz Sabatayıst soydaşlannız için vazgeçilmez bir inançtır. Eğer "Yehova Şahidi" olacak idiyseniz yine de İsa Mesih ile birlikte İslam Dini mensuplarına karşı "Hermagedon" savaşını vermeniz ve müslümanlan yok etmeniz gerekeceğinden yine savaş meydanında bulunman icabedecekti. Şimdi iyi dinle yoldaş, Şayet bir daha dünyaya gelirsen sakın seni komünist yaparak ortaya süren Sadık Ahi gibi itlere aldanma! Seni, bizimle yapılacak savaşın ön cephesine sürüp telef ettirecekler ve kendileri arkadan parsayı toplayacaklardır. O bakımdan savaşlara sakın katılma. Stalin itini de tann yerinde tutma, kov yanından soysuzlan. Türkiye'deki vurgun, soygun, karaborsa, kaçakçılık, hırsızlık, vergi kaçırma işlerine katıl. . . Ve de böylece kısa bir zamanda köşeyi dönerek bey gibi, paşa gibi yaşa, benden demesi. Baba nasihatı bunlar. . . Bak, Türkiye'de onbinlerce Yehova Şahidi, binden fazla Sabatayist, onbini aşkın mason zevk içinde, işret içinde... Paşa gibi yarıyor. Bol bol israftan çekinmeyen o adi zevat gibi yaşa. . . Benden söylemesi, nene gerek idealizm senin.

36


YOLDAŞ NAZIM KAÇIŞINI ANLATIYOR Nazım Hikmet, Moskova' da kendisine hocalık yapmış olan Ekber Babayev' in hazırladığı ve Sofya'da Türkçe olarak neşredilen "Nazım Hikmet" adlı kitapta, kaçışını şöyle anlatmaktadır (9) : "Anadolu'ya işgal altındaki İstanbul'dan geçişimde ve bilhassa Bolu'ya gelip halkla, hele köylü ile yakından temasımda, Sosyet Rusya'da olup bitenleri yakından duyup; Marx' ın, Lenin' in isimlerini işittiğimde şiirde yeni şeylerin, söylenmemiş şeylerin ifade edilmesi gerektiğini sezdim. Bolu'dan Trabzon'a geldiğimde Sosyet Rusya'ya geçmek maksadıyla, öz şekilden daha çok ilgilendiriyordu beni. Fakat bu özü, yani inkılapçı saydığım bu özü, genel sembollerle verrneğe çalıştım. Batuma geldim. Sovyet realitesiyle temas ettim . Bir yandan da Kızıl Ordu şiirini yazdım. Öbür yandan da tekrar şekil meseleleri beni uğraştırdı." O sıralarda, İstanbul'da "Kafatası, Unutulan Adam" gibi sonradan yasak kitaplar arasında giren eserler Erduğrul Muhsin (dönme) marifetiyle şehir tiyatrosu sahnesinde günlerce oynamış, o zamanın tek film şirketi olan İpek Film stütyosunda Nazım' a vazife verilmesi gene Ertuğrul Muhsin' in tavsiyesi ile olmuştur. Resimli Ay mecmuası kapandıktan sonra nazım hikmet. "İpek Film" stüdyosunda iş buldu. Burada davasına hitmet etmeye çalışıyordu. Avrupa'dan ve Sovyetler Birliğinden sol-Marksist filmler getirmeye çalışıyordu. Sovyetler Birliğinde filme alınan "Mustafa" adlı film ilk defa bu sinemada gösterildi ve büyük rağbet görmüştü. Bundan cesaret alan şirket müşteri kazanmak maksadı ile nazım hikmet' in teklif ettiği filmleri seve seve getirtiyordu. Bu şekilde nazım, burada da Marksist propaganda yapma imkanını bulmaktaydı. ( 10) (9) Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler. Sayfa : 445 - 446

37


Yahudi isim dönmelerinden olan Marxist Sabiha Sertel de, nazım hikmet' in komünist propagandası yapmak için her fırsatı değerlendirdiğini gizlememekteydi.

NAZIM HİKMET Alili BİR ATATÜRK DÜŞMANIYDI Nazım hikmet'in Kutv Komünist Teori Üniversitesi' nde Marxist eğitim görerek, okulu bitirdikten sonra Türkiye'ye gönderildiğinde hamiliğini yapanlar, onu saklayanlar, azılı bir komünist olduğnu bilmiyorlar mıydı? Elbette ki biliyorlardı. . . Trabzon' da, vatansever ve müslüman Türk çocukları tarafından denize atılan ve boğulan; Sovyetler Birliğinden, yeni kurulmakta olan Türk Devleti' ni komünist yaparak Sovyet Rusya'ya bağlamak için Lenin tarafından gönderilen Mustaf Suphi-Ethem Nejat ve 13 arkadaşları için Mustafa Kemal Paşa'yı protesto eden şiirler yazdığını nazım hikmet' i himaye edenler bilmiyorlar mıydı? Elbette bu durumu, onu koruyanlar ve besleyenler biliyorlardı. . . Nazım hikmet' i koruyanlar kimlerdi ve soyları n e idi? Bunlar elbette Türk değillerdi, ama Türkiye' li olmuşlardı ve Türk ismi taşımaktaydılar. İşte bu Türkçe isimler, kendilerini gizliyor ve Türk halkını kolayca aldatmalarına yetiyor ve şu isimler altında halkımızı istedikleri menfur istikamete, istedikleri tarz yönlendirmekteydiler! . . . Bu sebeple de basını ele geçirmişlerdi... Türkiye Cumhuriyeti' nden önce "Osmanlı" idiler. Menfaatleri, ya da görevleri icabı Türkiye'ye göç etmişler, bir kısmı zaten Türkiye sınırları içinde kalmıştı. Böylece TC. vatandaşı olmuşlardı. Nedir bu vatandaş? Aynı vatanda doğan, büyüyen, beslenen ve ölen değil midir?

( 10) İpek Film : Yahudi isim dönmelerinin, Sabatayistlerin, Türk toplumunu yıkmak için görevlendirilmiş bir kuruluştur.

38


Türkiye' de insanoğlundan başka bir mahlükat bitmedi mi veya doğmadı mı yani? Bunlar da büyüyüp yaşayarak ölmediler mi? Öküz, çakal, köpek, domuz, yılan, akrep, hatta hıyar vatandaş değil midir? Vatandaş olmak başka, vatanın sahibi olup "O" nu yüceltmek isteyenler başka şeylerdir.

Kazançları için, Türk Milleti'ni soymak için Türkiye sınırları içinde kalan; ya da Türkiye'ye dönen dönmelerin, Sabatayıstlerin,Yehova Şahitleri 'nin ve diğer yabancı ırk casuslarının, Türk Milletini çalıp soyanların; Türkiye'den, halkı ve Devleti soyarak yurt dışına kaçanların, ya da servet kaçıranların; yılandan, akrepten ve domuzdan bir farkı var mıdır? Eğer var ise; bu ikinci nevi vatandaşın Devleti soymaması, kendilerine "beyefendi, hanımefendi" denmemesi T. C . Pas aportu taşımamas ı ; s arayl ard a , k ö ş k l er d e yaşamaması, üstelik garibane olarak e n tenha yerlerde sürünerek, korkarak yürümeleri ve zalim insanoğlundan daima korkm alıdır. Ayr ı c a , konuşmayarak, yazmayarak ; d insizl i k , komünizm, propagandaları yapmamaları, Türk ahlakını tefessüh etmeye çalışmamaları Türk düşmanı olan birinci türden çok üstün ve faziletli olan taraflarıdır. . . Elbette bunların daha üstün tarafları vardır birinci nevi zararlı vatandaşlardan . . . Azınlık "ırkçılarından, ahlak bozuculardan, soygunculardan, Türk düşmanlarından. . Fahişelerden çok yücedir elbet engerek, akrep, domuz v.s. gibi vatandaşlar. .. Üstelik vergi kaçırmaz, banka soymaz, kaçakçılık yapmaz bunlar. "Festekim kema umurdehu" kelamları gereği, yaratılışları gereği dürüsttürler. . .

39


Üstelik bunların etinden, sütünden, derisinden v.s sinden Milletimiz beslenir. Ayrıca meyva olarak, ekin olarak onlarla beslenlriz: . . Müteveffa merhum Prof. Dr. Hikmet Tany1:1, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler adlı ünlü kitabının I. Cildinin 446. Sayfasında tam teşhisle şunları söylemektedir:

"Nazım'ın "28 Kanunisani ( 1 1) başlıklı şiiri dikkatle okunduğu zaman her hareket ve hadisede" Atatürkçülük'ten' bahseden bizdeki komünist ve dinsizlerin aslında Atatürk'ün adını bir maske ve hatta bir cankurtaran simidi olarak kullandıkları ortaya çıkar. " Hele son zamanlarda Atatürkçü Düşünce Derneği ve Atatürkçülük meselesine ileriki sayfalarda aynca değineceğiz. Nedir bu 28 0cak 1921 olayı? Kimler, nasıl hazırladı ve o mel'unlar neden Karadeniz'in derin karanlık sularına gönderildi? 17 Ekim 1 9 1 7 Komünist İhtilali yapıldığında, Rus İmparatorluk Ordusunun bir kısmı Amiral Kolçak yönetiminde, bir kısmı da general Troçky yönetiminde ikiye ayrılarak "Kızılordu" - "Beyazordu" olarak kendi aralarında savaşmaya başladılar. Bu arada birkaç asırdır Rus işgali altında bulunan Türk Yurtlarında ayaklanmalar da başlamış bulunuyordu. Bugünkü Kazakistan Topraklarında Volga Nehrine kadar uzanan bölgede Alaş-Orda Cumhuriyeti 1917 yılında kurulmuştu ve bir takım dünya devleri tarafından tanınmış bulunuyordu. ( 12) Başkenti Volga Nehri yakınlarındaki Orenburg şehri idi. Henüz ordu v.s.sini tam ( 1 1 ) 28 Ocak 1921 ( 12 ) Azerbaycanlılar, zor günlerinde yardıma koşan Osmanlı-Türk kuwetlerini büyük bir sevinçle karşılamışlardı. Onlara türküler yaktılar.. "Hoşgelişler ola Kahraman Enver Paşa" diye başlayan türküyü aslında Enver Paşa için söylemişlerdi. Sonradan bu türküyü Atatürk'e mal etmişlerdi. Atatürk'ün ne buna ihtiyacı vardı, ne de böyle bir yalana.

40


hazırlayamamış Alaş - Orda Cumhuriyeti ( Kazak ve Özbek) Türk Cumhuriyeti'nden sonra Orta Asya'da da hürriyet mücadelerinin başlamasına ışık hıttu. Ne ver ki,.Moskof'un Türk düşmanlığı Volga boylarında kanlı bir savaşa girişmiş bulunan Kızıl ve Beyaz Ordu'yu Türklere karşı birleştirdi. Birlikte bütün güçleri ile Alaş - Orda Türk Cumhuriyeti'ne saldırdılar ve çok kanlı savaşlardan sonra Orenburg'u işgal edip bu devletin topraklarını işgal ettiler. ·su kanlı savaşları, o sıralarda ( 1 918) Özerk Kırım Cumhuriyetine Türkiye'den öğretmen olarak gitmiş bulunan Şevki Bektöre "Volga Kızıl Akarken" adlı çok önemli eserinde uzun uzun anlatmaktadır. Bu durum, Rusların Türk düşmanlığının ne kadar köklü ve büyük olduğunu göstermektedir. Alaş-Orda Türk Cumhuriyetini ortadan kaldıran kızıl ve beyaz ordular kendi aralarındaki savaşa devam ettiler, sonuçta Kızılordu galip geldi ve bütün Rus Orduları general Frunze kumandasında Ortaasya'ya saldırd� ve Türk Yurtlarını yeniden işgal altına aldı. Bundan sonra da Azerbaycan' a yöneldiler. Bolşevik İhtilali başladıktan sonra, iç savaş devam ederken, kurulan Bolşevik hükümet içteki savaşlarla uğraşmak için 1 . Dünya Savaşı' ndan çekildi. İşte bugünlerde Osmanlı-Türk Kuwetleri Bahım, Kars, Ardahan, Ağrı, Ahıska, Nahcivan' ı işgal altına alarak 9. Türk Ordusu Yakup Paşa kumandasında Tebriz'e girdi ve 1918'de Polonya'nın Brest-Litovsk şehrine Bolşevik Lenin hükümeti ile Brest­ Litovsk anlaşması imzalanarak Bahım, Ahıska, Ardahan, Iğdır Türklere bırakıldı. Yakup Paşa, Enver Paşa'nın emri ile bir alay Türk askerini Azerbaycan Devletinine yardımcı gönderdi ve 1918'de Bakü şehri Ruslardan geri alındı. Ve 20 Nisan 1 91 8'de Azerbaycan Türk Cumhuriyeti kuruldu. Kızılordu iç savaşları bitirdikten sonra 1 920 yılı başlarında Azerbaycan'a saldırdılar. Anadolu'da zor günler yaşadığımız için 41


Azerbaycan' a yardım yapamadık ve Rus Orduları 23 Nisan 1920 tarihinde Bakü'ye girerek Azerbaycan Cumhuriyeti'ne son verdiler. Böylece 2 yıl dünya üzerinde tek bağımsız Türk Devleti olarak kalan Azerbaycan Türk Cumhuriyeti de Ruslar tarafından ortadan kaldırılmış oldu . Ne garip bir tecellidir ki, aynı gün, yani 23 Nisan 1920'de Ankara' da Türkiye Büyük Millet Meclisi toplandı Türk Milleti'nin İstiklal nöbetini Azerbaycan'dan devraldı. Ve de işgalci devletlere karşı Türk İstiklal Savaşını başlattı. Ermenistan İngiliz işgalinde iken, Lenin bir komünist ihtilali yaptırarak Ermenistanı da idaresi altına aldı. Ermenileri tam olarak silahlandırdı ve Kars'ı işgal ettirdi. Kars halkını tamamen katlettiler. Koca bir şehir halkından yaralı olarak ancak üç kişi hayatını kurtarabildi. Sonra Iğdır, Ağrı, Ardahan Ermenilerin işgaline uğradı. Sıra Erzurum ve kazalarına gelmişti . Önce Oltu'ya saldırıp büyük katliam yaptılar. İstanbul'dan gelerek 15. Kolordunun başına geçmiş bulunan Kazım Karabekir Paşa durumu Ankara'ya bildirerek Ermenileri Türk Topraklarından çıkarmak için Ermenilere karşı hareket için izin istedi . Ermenistanı mağlup edeceğine inanıyordu. Çünkü , Mondros Mütarekesi imza edildiği sırada Tebriz'deki 9. Kafkas Ordusunun kumandanı, anlaşma şartlarına uymayarak Ordunun silahlarını Tebriz­ Ahıska - Batum hattı ile Batuma aktarmış ve buradan da Reşit Paşa gemisi ile silahlar Trabzon' a aktarılmıştı. 1 9 Nisan 1919' da Trabzon' a gelmiş bulunan Kazım Karabekir Paşa bu silahları Torul'a aktarmıştı. İşte tam sırada İngiliz başbakanının kardeşi olan bir İngiliz albayı mütareke şartlarına göre top kamalarını ve tüfek mekanizmalarını almak için Trabzon' a geldi ve Kazım Karabekir' den adı geçen silah aksamını istetti. Fakat Kazım Karabekir "- O benim muhatabım olamaz. O albaydır, ben ise generalim. İngiliz hükümeti benimle görüşmek için benim rütbemde bir general göndersin . . . " diyerek İngilizi kabul etmedi ve silahları Erzurum'a gönderdi. Zaten kendisi de Erzurum'a ulaşmıştı. İşte Kazım Karabekir Paşa bu silahlara güvenmekteydi. Kazım Karabekir Paşa'nın bütün ısrarlarına rağmen Ankara bir 42


türlü Ermenistan'a savaş açılmasına yanaşmıyordu. Aradan 6 ay geçti ve Ermeniler zulümlerini gittikçe artırdılar. Nihayet Ankara'dan Oltu üzerine gidilmesi için izin çıktı. Kazım Karabekir Paşa kumandası altındaki 2. ve 5. Kafkastümenleri ( 14) ile Oltu üzerinden harekete geçti. Büyük bir hız ve şiddetle Ermenistan Ordusuna saldıran 15. Kolorduya bağlı kuwetler Oltu'yu geride bırakarak Kars'a doğru ilerledi ve Üç Köplüler' de Ermenistan Ordusunu dağıttı. Kars yakınlarındaki Meydan Muharebesini de kazanan Kazım Karabekir Paşa'ya bağlı 2. ve 5. Kafkas Tümenleri iki yönden saldırarak 30 Ekim'de Kars'a girdiler. Burada çok büyük çapta silah ve cephane ele geçirildi ( 15) . Ankara Hükümetinin bu durumdan haberi yoktu. Karabekir Paşa durumu Ankara'ya bildirerek hiçbir cevap beklemeden ileri harekete devam etti. Gümrü yakınlarında Ermenista' nın takviyeli ordusu ile bir meydan muharebesi daha vererek Ermenistan ordusunu imha ederek 3 Aralık 1920 Gümrü'yü işgal etti. Ermenistan teslim oldu ve barış istedi. Bu müthiş yenilgiye rağmen ne yazık ki Ankara hükümeti Gümrü ' yü Ermenistan' a geri verdi. Ne hazindir ki, Türk Ordusu her zaman cephede kazandıklarını siyasilerimiz masa başında kaybederler. Yakın bir örneği de 1 897 Osmanlı-Yunan savaşıdır.teseya (Bugünkü kuzey Yunanistan) sınırlarına Yunanlıların saldırması üzerine Yunanistana savaş açıldı ve Gazi Ethem Paşa kumandasındaki Türk Ordusu büyük bir hızla ilerleyerek Yunanistan' ın başşehri Atina'yı işgal etti. Yunanlılar barış istediler. Ne hazindir ki Batı Devletlerini isteğine boyun büken Osmanlı Devleti Teselya'yı Yunanistana bıraktı. Biz savaşı kazandık, Yunanlı Teselya bölgesini kazandı. Ve bu duruma çok üzülen ünlü mizah şairi bir beytinde şöyle yazmıştı: "Vatan gider parça parça nasıl gözüm dolmaya Korkarım ki gitgide İzmir-Selanik olmaya . . . "

( 14) Tümen kumandanlan Deli Halit Paşa ve Derviş Paşa' lardı. ( 1 5 ) B u silahlar arasında 145 hareketli top, 30 bin tüfek, takriben 20 milyon mermi. 6 bin top mermisi, 50 bin kasatura, 40 dürbün ve 50 ışıldak vardı. Aynca bir Rus ve bir Ermeni generali ile bir çok subay esir vardı.

43


Maalesef durum hep böyle olmuştu . Tekrar Kars' ın geri alınışına dönelim : Lenin denen iki yüzlü kahpe, Hem Mustafa Kemal Paşa ile iyi geçinmeye çalışıyor, hem de Ermenilere Kuzey-Doğu Anadolu topraklarını işgal ettiriyordu. Kars geri alındığı zaman esir alınanlar arasında Lenin itinin imzasını ve mührünü taşıyan Rusya'nın Erzurum'a tayin ettiği vali de bulunuyordu. Erzurum'u da işgal ettirme kararındaydı ki, Erzurum'a vali tayin etmişti ve Erzurum henüz ellerine geçmemiş olduğundan Moskof' un valisi Kars'ta bulunmaktaydı. Kars zaptedilerek geri alındığında ele geçirilen silahlar bir orduyu donatacak durumdaydı. Bu silahlar ve Gümrü anlaşması imzalandıktan sonra 2 . Kafkas tümeni (kumandanı Deli Halit Paşa) ve 5. Kafkas tümeni (Kumandanı Derviş Paşa) ile birlikte üç aylık mecburi bir yürüyüşle Sakarya cephesine gönderildi. Sakarya Meydan Muharebesini bu iki Kafkas tümeni ile onların getirdiği silahlar kazanmıştır. Bu silahlar o zamana göre büyük silahtı. 1920 Moskova Anlaşması için Moskovaya giden dışişleri bakanımız Yusuf Kemal Tengirşek ile Ali Fuat Paşa Ruslardan Yunanlılara karşı silah yardımını istemişti. Şöyle ki: 20 hareketli top, 15 bin tüfek, 8 milyon mermi. . . v.s Ruslar da bunları vereceklerini, ancak karşılığında Batum ve Ahıskayı talep ettiler. Ne yazık ki Karadenizin Çukurovası Batanı bölgesi bu kadar ucuza devredildi Ruslara! . . . Ah ıska da cabası! . . . Sonraki yıllarda Ahıska Türklerinin başına gelenler dillere destan olmuştur. Önce Stalin tarafından soğuk kış günü 20 gün aç bırakılarak kapalı vagonlarla Sibirya'ya sürüldü ki, %90'ı yolda ölüp gitti. Sibirya'da sağ kalabilen pek az Ahıska Türkü Özbekistan' a inebildi. Rus kahpeliği 1980'li yıllarda Özbekleri kışkırtarak Ahıska' lıları öldürmeye kalktılar. Bizim hükümetlerin büyük ve aziz dostu Şuvartnatze onları Ahıskaya sokmadı. . . Böyle başarılı barış anlaşmalarımızdan biri d e Lozan' dır. . . 44


MUSTAFA SUPHİ ve ETHEM NEJAT İLE ARKADAŞLARI MESELESİ Moskof'un Lenin iti Anadolu'yu komünistleştirerek Sovyetler Birliğine bağlamak amacındaydı. Mustafa Kemal Paşa Samsun' a çıktıktan sonra bir müddet Havza'da kalmıştı. Lenin iti adamlarından albay Pankovsky'yi Paşa'ya ulaştırmış, Anadolu' da ne tür bir devlet kuracaklarını öğrenmek istemişti. Mustafa Kemal Paşa, oldukça zeki ve kurnazdı. Batı Devletleri ile savaş halinde iken Sovyet Rusya'yı da karşısına almak istemedi ve şu tarz bir cevap verdi: - Sizin Kafkaslarda kurduğunuz "Kafkas Şuraları" gibi bir devlet Albay Pankovsk1;. �'"�"' 1�11 Ankara'ya dönüp buradan bütün hareketleri yöneteceq : n : ogre i l m ışti . Sözlerine şöyle devam etti: - O halci'� Ankara·ya varınca Bolşvik (Komünist) Partisini kurun . . . Mustafa Kemal Paşa b u talimata kızmıştı, ama hissettirmedi ve şu kısa cevabı verdi: - Niyetim öyledir. Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-ı Hukuku Milliye Cemiyetinin (Doğu vilayetlerinin milli haklarını koruma cemiyeti) Erzurum' da topladığı kongreye katıldıktan sonra Sıvas Kongresini de toplamışlardı ve Mustafa Kemal Paşa 2 7 Aralık 1919 da Ankara'ya ulaşmışb. 1920 yaz aylarında yapmacık bir Bolşevik Partisi kurdurmuştu. Durumu telgraf başında Erzurum' daki 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir Paşa'ya şu şekilde duyurmuştu: - Bolşevik Partisini kurdurdum.stop. Başkaları tarafından ele geçirilmesin diye seni Ali Fuat Paşa'yı ve Refet Paşa'yı merkez komitesine aldım .stop. Bu da Moskof oyunlarına karşı oynanan bir oyundu . . . Oysa ki, Mustaf Kemal Paşa büyük bir komünist düşmanı idi. Birkaç yıl sonra Eskişehir' de verdiği bir beyanatta aynen şöyle demişti: ·

45


"Türk aleminin en büyük düşmanı komünizmdir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir. " Lenin mel'unu, Mustafa Kemal Paşa'nın gönlünde neyin yattığını elbette bilemezdi. Hazır komünist partisi kurulmuşken en seçkin ve en iyi eğitilmiş komünistleri olan Mustafa Suphi-Ethem Nejat ve 13 arkadaşını Mustafa Suphi başkanlığında 15 seçkin komünisti Moskova' dan yola çıkardı. Önce Batum' a oradan da Trabzon' a geldiler. Onları limanda karşılayan, liman başkanı Yahya Bey oldu. O zamanlar liman reislerine "liman kahyası" deniliyordu. Kendisine kısaca "Yahya Kahya" denilmekteydi . Oldukça sağlam inançlı, çok cesur ve mert bir Türk Beyi idi. Mustafa Suphi ve arkadaşları ile biraz sohbet de edip nereden gelip nereye gitmekte olduklarını ve ne yapmak istediklerini öğrendikten sonra onları alıp Erzurum Oteli' ne getirdi. Erzurum Oteli Trabzon Limanına üstten aşağı bakan Taşbaşı adı verilen ve limana 40 metre kadar uzaklıktadır. Bu oteli Ermenilerden temizlemiş olup karargah olarak kullanmaktaydı. 192 1 yılının ilk ayı idi. Otelde kalan Moskof oğlanı misafirlerini bir kaç gün misafir ederek niyetlerini iyice ve açık vermeden öğrendi. Zaten kendisi çok az ve gerektiğinde konuşurdu . Ankara'ya gideceklerini v e Bolşevik Partisi' ne girerek, doğmakta olan Türk Devleti'ni komünistleştirerek Rus-Sovyetler Birliğine bağlayacaklardı. Bu şekilde Ruslar' ın üç asırlık rüyası gerçekleşecek ve Ruslar sıcak denize inmiş olacaklardı. 350 yıl kadar bir zamandır Moskof hep sıcak denizlere inmek ve Türk düşmanlığından dolayı her 20-30 yılda bir; özellikle diğer Avrupa Devletleri ile savaşmakta olduğumuz zamanları seçecek Osmanlı-Türk Devletine kahpe bir şekilde saldırmaktaydı . Türk Milleti'nin çok büyük topraklarını hep bu şekilde ele geçirmişti Moskof. Bu seferki niyeti öncekinden belki de en korkuncuydu . . . Bütün Türk alemini esir etmek! . . . Ve b u gayesine ulaşmak için Türk ismi, diğer bir deyimle 46


müslüman ismi taşıyanları, görünürde bizden olan kişileri kullanıyordu . Yahya Bey, durumu düşündükçe çılgına dönüyordu! . . . Nasıl olurda bizim ismimizi taşıyanlar Türk Milleti'ni arkadan vurabilirdi? Bunu Boris yapsa, Vladimir yapsa gam yemezdi, ama ismimizi taşıyanların yapmaya kalkması doğrusu iğrençti. Buna göz yumması da ihanet olurdu. Ne yapacağına da kesin karar vermemişti, ama Ankara'ya gitmelerine ve merkezden bizi hançerlemelerine için veremezdi. Dedeleri ve amcası Moskof muharebelerinde şehit düşmüştü! . . . Asırlarca topraklarımıza saldıran Moskof milyonlarca Türk'ün kanını akıtmıştı . . . Kafkaslarda Şeyh Şamil'le başedemeyen Moskof ordularının başına Von Krunger adlı zalim bir Alman generali geçirmişti. Bu zalim Alman gavuru korkunç bir fikir ortaya atmıştı. Şeyh Şamil teslim oluncaya kadar her gün beş Türk köyünün kadın-çocuk­ bebek-ihtiyar ayırmadan topluca katletmek! . . . Çar' ın (Rus İmparatoru) uygun bulması üzerine bu katliamı devam ettiren Von Krunger 80'den fazla köyün Türk halkını istisnasız katletmişlerdi. Eylemi yapan Rus Ordusu, Şeyh Şamil' in durumu görmesini sağlamak için geri çekiliyordu. Şamil ve askerleri katledilen köylülerini, aile fertlerini kanlar içinde gördüklerinde yanıp yanıp tutuşuyorlardı! . . . Neticede bütün Kafkasya bölgesinin Türklerinin katledileceğini anlayan Şeyh Şamil 34 yıl boyunca Rus ordusuyla savaştıktan sonra mecburen gidip Ruslara teslim olmuştu. Yahya Bey bütün bunları düşünürken bir an gözleri karanlık içinde kaldı, artık kandan başka bir şey görmüyordu . . . Kan, kan, kan yine kan ve de Türk kanı! . . . Bir ara kendini kaybetmişti. "-Hayır! " diye bağırdı. Yanında bulunan yakın arkadaşı kendisine dönüp: " - Ne oldu Bey' im?" diye sorunca o gayri ihtiyar: - Ankara' ya gidemeyecekler dedi. Arkadaşı " - Kimler?" dediyse de bir cevap alamamıştı. Kararını vermişti, ama, yine de Kazım Karabekir Paşa'ya bir defa danışmak istedi. Kazım Karabekir Paşa'yı bu limanda karşılamaya inmişlerdi. 47


Yanında Trabzon Müdafaa-• Hukuk Cemiyeti başkanı Ahmet Barutçu, Süleyman Kalfaoğlu ve şehrin eşrafından bazıları da vardı. Yine önce Erzurum Oteline gelmişlerdi ve kahve içilmişti. Sonra birlikte valiliğe uğramışlardı. Paşa Hazretleri vali vekilinden, Barotçu ve Kalfaoğlu'ndan durumu sormuş izahat almıştı. Sonra Reşit Paşa gemisiyle Trabzon'a gönderilen silahları, miktarlarını ve cinslerini sordu. Bir ara Ahmet Barutçu söz alarak endişelerini anlattı. İngilizler top kamalarını ve tüfek mekanızmalarını teslim almak için bir albay'ı birkaç gün önce Trabzon' a göndermişlerdi. İngiliz başbakanı Lord Gürzon'un kardeşi imiş. Eğer Mondros Mütarekesi gereği top kamaları ve tüfek m e k a n i z m al a r ı t e s l i m e d i l m e z s e Trab z o n' u t o p ateş i n e tutacaklarmış . . .v.s. anlatıldı Paşa'ya. Bunun üzerine Kazım Karabekir Paşa söz alarak şöyle dedi. - İngilizler bir halt edemezler. . . Yapacakları şey şehri denizden, donanmaları vasıtasıyla topa tutmaktır. Karaya asker çıkaramazlar. Korkarlar. Çünkü Karadeniz uşağı onlan çıktıktan yere gömer. Silahlardan hiçbir taviz veremeyiz. Onlarla Anadoluyu gavur işgalinden temizleyeceğiz. Bu silahlar Anadolu'da bulunan en büyük silah topluluğuydu . . . Yahya Bey Kazım Karabekir Paşa'yı dinledikten sonra kendine güveni artmış vatan severliğine inanmıştı. O bakımdan kendisinden fikir almak istemişti. Postaneye gitmiş ve telgraf başında; Lenin' in gönderdiği kişinin Bolşevik olduğunu, Ankara'ya gitmek istediklerini ve Türkiye'yi Bolşevik yapmaya çalışacaklarını anlattı ve sonuç olarak onları nasıl halletmesi gerektiğini sordu. Kazım Karabekir Paşa'nın cevabı kısa olmuştu: " - Gerektiği gibi en zararsız şekilde hallet." olmuştu. Bundan sonra Mustafa Suphi ve arkadaşlarına daha yakın davranmaya başlamıştı. Onları Erzurum Oteli'nde misafir ediyor, iyi yediriyor ve bol bol içiriyordu. Onların Türk Milletine karşı kurdukları tuzağa, karşı bir tuzak hazırlıyordu. 48


Karayolu ile Samsun' a gitmek mümkün olmadığından kendilerine bir gemi tahsis edecekti. Zaten liman reisinin görevi bu değil miydi? Gemi de gereğine göre hazırlanıyordu . Kendisi de onlarla birlikte Ankara'ya gitmek istediğini ve beraberce yol arkadaşlığı yapacaklarını anlattı . Tabii 50 kişi kadar (sahte) yolcu da hazırlamıştı. Ayrıca ambarlarda da silahlı adamlar yerleştirdi. Derken geminin hareket edeceği 28 Ocak 1921 gelip çattı. Gemide bazı arızalar olduğundan, gemi ancak akşam üzeri kalkabildi. Yahya Bey, o gün Mustafa Suphi ve arkadaşlarını iyice serhoş etmiş, yoldaşlar son olarak iyice Türk rakısına doymuşlardı. Ve gemiye binildi. Gemi denize açıldı ve dikine yoluna devam etmeye başladı. İçki alemi devam ediyordu. Bir ara Mustafa Suphi: " - Yahu, bana sanki Rusya' ya dönüyoruz gibi geliyor." deyince Yahya Bey: "Hayır. Biraz dikine gitmemiz gerek. Çünkü önümüzde Yoroz Burnu var. Bunu dönmek gerek?" Dedi. Gemi biraz daha açıldı. İstenen yere gelinmişti. Bi:r anda anbardan çıkan silahlı kişiler sofnanın etrafını çevirdi. Artık bu din ve Türk düşmünlarının selavat getirmelerine de izin yoktu. Birer ikişer yC1.kaladıkları vatan ve din düşmar.larını Karadeniz'in derin karanlıklarına havale ettiler. . . Doğrusu Karadeniz Karadeniz olalı bunlar kadar mel'un ve alçak kimseleri yutmamıştı. . .

YOLDAŞ NAZIM'IN KORKUNÇ KİN VE NEFRETİ Yoldaş Nazım yukarda adıgeçen olaydan duyduğu büyük üzüntüyü dile getiren "28 Kanunisani" başlıklı yır cinsi satırları dikkatle okunduğu zaman her hareket ve olayda, "Atatürkçülük" ten bahseden bizdeki komünist satılmışlarla isim dönmelerinin "Atatürk'ün adını bir maske, hatta bir cankurtaran simidi olarak kullandıkları daha iyi ortaya 49


çıkar. . .

Yoldaşları geberen nazım h ikmetof'un kin kustuğu ve Türkiye'de ilk açık komünizm propagandası yaptığı satırlar aşağıya alınmıştır:

28 Kanunisanı

Ta . . . Taa . . . Ta . . . Tarih sınıfların Mücadelesidir 192 1 Kakunisani 28 Karadeniz Burzinezi Biz Onbeş kasap çengelinde sallanan Onbeş kesik baş Onbeş arkadaş Yoldaş Bunların sen İsimlerini aklında tutma Fakat 28 kanunisani'yi unutma Siyah gece Beyaz kar Rüzgar, rüzgar Trabzon' dan bir motor açılıyor Sahil de kalabalık Motoru taşlıyorlar Son perdeye başlıyorlar Burjuva Kemal' in ( 16) omuzuna binmiş ( 16) Burjuva Kemal diye ba�settiği, Mustafa Kemal Atatürk'tür.

50


Kemal kumandanın kordonuna Kumandan kahyanın cebine inmiş Kahya adamlarının donuna . . . Uluyanlar. . . Hav. . . Hav. . . Hav. . . Tü . . . Burjuva Kemal'den maksat herkesin anlayacağı şekilde belirtilen Mustafa Kemal Paşa'dır. Kumandan' ı olarak belirtilen kişi de Kazım Karabekir Paşa' nın ta kendisidir. M. Kemal Paşa'nın omuzuna binen kimler ve kastettiği ne? . . Bunu her halde yoldaş nazım'dan başkası bilemez. M . Kemal Paşa, güya kumandanı Kazım Karabekir' in emirlerine bağlı v.s . . . Kazım Karabekir Paşa' da Kahya Yahya'nın cebinde, yani emir kulu; "çantada keklik" gibi bir şey. . . "Yahya Kahya adamlarının donuna . . . " dan çıkan manayı ve maksadı ancak yoldaş nazım ve onun yoldaşları ile destekçileri olan satılmışlar anlayabilir. . . Nazım hikmetof'un büyük kini ve öfkesi ise yoldaşlarının gebermesi için . . . Ne demeli, yoldaş nazım büyük hayal kırıklığına uğramış, çok üzgündü . . .

KAHYA YAHYA BEY'İN VE ARKADAŞLARl'NIN ŞEHİT EDİLMESİ Mustafa Suphi ve arkadaşlarının mürd edilmesinden sonra 5-6 ay geçmiş ve yaz gelmişti. Türk Milleti'nin ölüm - kalım mücadelesi ve halkın geçim sıkıntısı devam ediyordu . Görünürde Kahya Yahya Bey ve arkadaşlarına karşı olan kimseler yoktu. Herkes, yani bütün Trabzon halkı Rus uşakları satılmış kızıl komünistlerin denize atılarak gebertilmesinden çok memnundu. Bu bakımdan liman reisi Yahya Bey ve arkadaşlarına askeri bir pusunun kurulabileceğini hayalinden bile kimse geçiremezdi! . . . Doğru olan ş u ki; Yahya Bey büyük bir vatanseverdi ve 51


memleketinin Türk Milleti'nin menfaati, yararı için çok hayırlı bir görev yapmıştı. Bu hizmeti Türk Tarihine altın sayfalarla yazılacak kadar büyük bir hizmetti. Eğer çok iyi komünist eğitimi görmüş 15 komünist Ankara'ya varabilseydi M. Kemal Paşa' nın, Ankara'dakilerin ve Türk istiklal mücadelesinin devam edebilmesi çok zorlaşacaktı. Bu iyi yetiştirilmiş komünistler kısa zamanda çok ahmak ve de bir kısım satılmış bulacak, insanlar bölünecek ve bir iç savaş başlayacaktı. Yalnız iç karışıklığı çıkaracakları bakımından bile Ankara'ya, bu satılmış vatansız köpeklerin varması çok büyük bir tehlikeydi! . . . O halde, Liman reisi Yahya Bey ve yakın arkadaşlarına birinci sınıf "İstiklal" ve hizmet madalyası takılması gerekiyordu! Peki bütün bunlara karşı ne yapıldı? Kendilerine ne şekilde ve ne alçak-kahpe şekilde davranıldı? Tıpkı Rus-Yunan işi kahpece, pusuya düşürülerek ve arkadan vurarak! Bir akşam, Trabzon liman reisi ve dört arkadaşı o zamana ait bir araba ile Polita nam yüksekçe mevkideki evlerine gitmek için hareket ettiler. Viraj ve oldukça rampalı, çıkıp Boztepe semtini aşarken dar bir geçitte dar yolun alt ve üstünden tüfeklerle askeri birlikler tarafından vurularak şehit edildiler! . . . Bu şekilde kendi askerlerimize, çok büyük vatansever olan Yahya Bey ve arkadaşları öldürtülerek Moskof ile Moskof uşaklarının intikamı alınmış oldu! . . . Yahya Türk Milleti ' ne yaptığı son derece önemli vazifenin mükefatını 4 arkadaşı ile birlikte canlarını vererek almış oluyordu. Kendilerine yapılan bu suikast gerçekten iğrençti ve çok büyük bir infial ve teessür yaratmış bulunuyordu. Bugün kabirleri bile meçhul olan bu kahraman şehitler için herkes ağlamıştı. Yahya Bey ve arkadaşları niçin şehit edilmişti? Katli yapanlar kimden veya kimlerden emir almışlardı? Katliam kararı hangi sebeplere istinaden verilmişti? Kazım Karabekir Paşa' dan emir aldığı için mi? Mustafa Kemal Paşa'ya, ya da Lenin canavarına hoş görünebilmesi için mi? 52


Sovyet Rusya' nın bir zararı dokunmasın diye mi? Bütün bu sorulara şimdiye kadar kimse cevap verememiştir ve bu cinayetler siyasi tarihimizde nefretle anılacak karanlık bir leke olarak kalmıştır, kalmaya devam da edecektir. Bu cinayet, Cumhuriyet' imizin ilk yıllarında işlenen siyasi cinayetlerin ilkidir ve bu cinayetle ilişkili olarak Doğu Karadenizin iki değerli evladını daha kurban verecektir: Trabzon'lu Ali Şükrü Paşa ve aslen Trabzonlu olup Giresun'da yerleşik bulunan milis albay Topal Osman Bey. Topal Osman Bey İstiklal Savaşı'na Trabzon Alayı adı altında 1500 kişi ile katılmış, harpten sonra ÇAnkaya Muhafız Alayı komutanı olmuştu. Bu görevde iken Ali Şükrü Paşa'yı katlettirmekle vurulmuş ve İstiklal Mahkemesi

kasaptan Ali Çetinkaya ve Kel Ali ' den alman sahte bir idam karan ile Osman Bey' in ölüsü asılmıştı. Bu konularla ilgili dökümanları zikretmesizin konuyu kapatıp yine Yahya Bey' e yönelmek istiyorum : Kahya Yahya Bey' i hemşerileri bağırlarına gömmüşlerdi. Onun için ağıtlar ve türküler söylemişlerdir. . . Çocukluk yıltarımda ( 1930- 1940) bizim Of'ta bile bu türkü­ ağıtlar bilinmekte ve söylenmekteydi. Ben de söylerdim . Çok yanık bir namesi vardı. Söylerdik, ama işin iç yüzünü bilmezdik. Bir gün geldi ve o da nasip oldu . Hala iki kıtalık kısmı hafızamdadır. Bu nesil ve gelecek nesillere bir ibret levhası olarak aşağıya alıyorum: Trabzon' dan çıktım başım selamet, Boztepe'ye vardık koptu kıyamet. . . Çocuklarım olsun Hakka emanet. . . Okuyun Fatiha Yahya ruhuna! . . . Alnıma yazılmış kara yazılar Asker vurdu beni yaram sızılar Evde ağlaşıyor körpe kuzular Okuyun Fatiha Kahya ruhuna 53


Doğrusu , olayı öğreneliden beri, asker kurşunu ile vurulup şehit edildikleri için yüreğimde derin bir sızı vardır ve bu ölünceye kadar yüreğimi sızlatacaktır. Karadeniz' in büyük vatansever ve yiğit şehitlerine Allahü Teala gani gani rahmet eylesin . . . Amin!

YOLDAŞ NAZIM'IN TÜRK ASKERİNE HAKARETLERİ Yoldaş nazım hikmet Borjersky, bir Slav dölü olarak, Rus olarak Türk askerlerine de azılı düşmandı! . . . Antep yöresinin ünlü yiğiti "Kara Yılan" nam kahramanı İngiliz ve Fransız askerlerine verdiği büyük zayiatlardan sonra yine onlarla savaşırken şehid düşmüştü. Yoldaş nazım sanki buralarda ölüm anını görmüş gibi -sözde- tasvir ediyor: Dili çıkmış dışarı sürünür Kara Yılan Yaralı kertenkele gibi. . . Sürünen yaralı yılan örneği, Kıvranarak yalar yerleri Kim için? Burjuva için Şimdi de yoldaş nazım' ın "Turk Ordusu" ve Türk askeri "Mehmetçik" hakkında yazdıklarından bir kaç sabr alarak Türk askerine duyduğu nefret ve kini görelim: Selimiye'nin avlusu Mehmetçik dolu Hepsinin dirseklerine kadar sıvanmış koku Mehmetçiğin kolu bit dolu Bit Mehmet' i yer Mehmet biti yer. . .

54


İşte, Türk ırkı ile hiçbir yakınlığı bulunmayan nazım hikmet'in Türk askeri ve Türk Ordusu'na karşı olan kini, nefreti! . . . Ne demeli Moskof çocuğuna? Bu hakaretler ve aşağılama duygusu mensup olduğu ırklardan miras olarak taşıdığı pis kanın gereğidir. Bu hakaretlerinden art niyetli kanı bozuklar utanmaz ve de gocunmazlar. . . Nazım hikmetçi olup "Atatürkçü" geçinen gafiller utansın bari.

"At sahibine! Herkes mensup Qlduğu ırkın gereğine göre eşeler. " Kanı bozuk nazım hikmet Türk Millet ve Ordusu'na hakaretler yağdırıp "Dünyanın Cenneti" kabul ettiği Sovyet Rusya'nın işgali altındaki durumu ne idi? Birkaç kelime ile bu duruma gözgezdirmek gereklidir.

TÜRK YURTLARININ FECİ DURUMU Ahmet Emin denen bir "dönme dolap" , nazım hikmet gibi bir kanıbozuğu savunurken; kendisi ile kan bağı bulunan nazım hikmet de, Türk Milleti aleyhine bunca yazıları yazıp Ordu-Millet' i aşağılıyor, yıkmaya çalışıyor; Lenin adlı mel'unu peygamber, Stalin canavarını da "tanrı" ilan ediyordu. Moskova'ya ve Moskof' luğa bunca övgüleri yağdırırken nazım hikmet adlı dönme; acaba Türk Yurtlarının, Türk Halkının durumu ne idi? "Beni Stalin yarattı" diyerek Stalini "Tanrı" ilan eden nazım hikrnetof elbette Türk'ün ve Türk Yurtlarının halini merak etmez ve düşünemezdi. Ve de düşünmesi gerekmezdi. Çünkü mensup olduğu ırklar zaten "Türk" denen bu milletin ve Yurtlarının amansız düşmanı idiler. Nazım hikmet'in "tanrı"sı ve Türk kasabı olan Stalin adlı canavar'ın Sovyet Rus diktatörü olduğu 1924-1954 tarihleri arasında "Esir Türk Dünyası" en feci ve yürekleri sızlatan dönemini yaşamıştır. 55


Türklerin adeta çocuk, kadın, erkek, ihtiyar. . . demeden ölüme sevk edildiği ve topluca katledildiği bir dönemdir bu dönem! . . . Türkler topluca, onlarca milyon olarak öldüriildüğü bu dönem, bizdeki marksist solaklar da "Stalin bıyık" modası uyguluyor, ahmak ve kanı bozukluklarını gösteriyorlardı. Hala da bu modayı devam ettirenler mevcut. Stalin adlı canavar' ın Sovyet Rusya diktatörlüğü döneminde: A) Kırım Türkleri ihanetle suçlanarak bir akşam üstü Rus ordusu tarafından evlerinden hiçbir şey aldırmadan toplanarak kapalı yük vagonlarına doldurulup Sibirya'ya doğru yola çıkarıldı. Bir ay süren ve yemek verilmeyen bu insanların bir kısmı açlıktan, bir kısmı, soğuktan, bir kısmı havasızlıktan öldüriildü ve sürgün sonunda, vagonlara yığılan bir milyondan fazla Türk 398 zayiat verdi, bunca Türk insanı vagonlardan ölü olarak çıkarıldı ve derin kuyulara gömüldü . . . B) Ahıska Türkleri aynı tip sürgüne tabi tutularak %95' i öldürii l dü. C) Çeçen ve Dağıstan Türkleri aynı akıbete uğradı . . . D ) Orta Asya Türklerine buğday v.s. gibi hububatın ekimi yasaklanarak 1933-34-35-36-37 yıllarında pamuk ekilmesi emredildi, emre uymayanların idam edileceği bildirildi ki, bu sözde şaka yoktu. Hububat ekimi yasaklandığında, Türk halklarına Ukrayna'dan buğday gönderileceği vadedilmişti. Canavar Stalin vadinde durmadı! . . . Açlıkla bütün Türkleri öldürerek Orta Asya'yı Türksüz bırakmak ve buralara da Rus yerleştirmek istiyordu . . . Adı geçen 1933-37 seneleri içerisinde: a) Dört milyon Kazak, b) Üçbuçuk milyon Özbek c) İki milyon Türkmen, d) İki milyon Kırgız açlıklan öldüriildü! . . . Sağ kalabilenler önce köpek ve kedileri yediler. . . Sonra domuz, çakal, porsuk, tilki v.s. gibi yabani hayvanları avlayıp yediler. 56


Yine açlıktan ölümler devam etti! . . . B u defa asi kabul ettikleri insanları; sonradan Dr. Jivago'nun "Kulak Takım Adaları" adlı ünlü eserinde belirttiği şekilde Sibirya'da ve diğer yerlerde kurdukları esir kamplarına sürdüler. Bir kısmı da bu esir kamplarında ölüp gitti. . . Bu da yetmedi! Sonra, çocuklardan, babalarının ''Allah'a inanıp, inanmadığını sorgulayarak araştırdılar. İnananları Sibirya' nın en soğuk yerlerindeki esir kamplarına sürerek açlık ve soğukta bırakarak ölüme terkettiler. . . 1 9 1 7 Bolşevik İhtilali sonrasında kurulan Kırım Muhtar Cumhuriyeti'nde öğretmenlik yapmak için 1918 yılında Türk pasaportu ile giden ve bir müddet sonra ihanetle suçlanarak Ortaasya'ya sürülen Şevki Bektöre,· başından geçenleri ve 48 yıllık esaretini anlattığı "Volga Kızıl Akarken" adlı ünlü eserinde bir hatırasını şöyle anlatır: "Henüz hapse atılmamıştım ve Taşkent'te Yüksek Teknikum'da fizik öğretmenliği yapıyordum . Bir gün 7 (yedi) yaşındaki kızım akşam yemeğini yerken dalgın bir halde idi. Merak ettim ve sordum : " - Ne oldu kızım, bir derdin mi var? dedim . Kızim o dalgın bakışlarını yüzüme çevirerek: " - Baba, bana öğretmen " - Baban Allah'a inanıyor mu?" diye sordu. Ben de " -İnanmıyor." dedim. Doğru mu yaptım acaba? Yanımda oturan Tanya (Rus) benim babamda inanmıyor dedi." Kızıma bir şey demedim ve anladım ki artık benim de suyum ısınıyor." Buna rağmen, Şevki Bektöre K.G.B. ajanları tarafından yaka paça polis merkezine getirilir ve şef kendisine : "- Yoldaş, sen rejim aleyhine . . . dedin." diye ithamda bulunur ve bu itham yiyenin işi artık bitmiştir. Şevki Bektöre her ne kadar itiraz edip : "Efendim ben Türk pasaportu taşıyan birisi olup yoldaş değilim ve de sizim rejiminiz beni ilgilendirmez. Ben bir şey demedim .. " dediyse de para etmedi. Çünkü " . . . . . dedin" e itiraz edilemezdi. En iyi yoldaşlar57


dan ve özellikle Ruslardan seçilen K.G . B . (Rus Gizli İstihbaratı) ajanları onlara göre - yalan söylemezdi ve her ileri sürdüğü şey doğru, her ihbar ettiği de suçluydu. Türkiye komünistleri olan satılmışlar 1970'li yıllarda "-sosyalist yalan söylemez" diyerek saf vatandaşları kendilerine inandır­ maya çalışmışlardır. Şevki Bektöre Sibirya'da sürgünde iken yanlarında sürgün bir Rus' un bulunduğunu görünce merakla buraya kadar nasıl sürüldüğünü sorar ve adam başından geçen olayı kısaca anlatır : " - Bir gün Kızıl Meydan' da Lenin heykeline bakıyordum. Birisi yanıma yaklaştı ve sordu : "Bu heykele niçin bakıyorsun? dedi. "Hiç" dedim . Sonra "-Peki, sen Lenin hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordu. Ben de "Senin düşündüğünü" dedim. Adam meğer K.G.B. ajanı imiş hemen raporunu tuttu. Şöylece : "Vladimir oğlu Boris Mayovsky Lenin yoldaşa sövdü . . "İtiraz ettimse de para etmedi. Aradan 28 yıl geçti. Gerisini sen de biliyorsun." dedi. "Dedin" en kötü ithamdı ve bu "dedin" ithamını yiyen asla sürgünden kurtulamazdı. Gizli polis ajanları da günde bir veya birkaç vatandaşı "dedi" ithamını ile şikayet etmesi gerekiyordu? Çünkü görevini yapmamış sayılacak 200 Ruble maaş yerine 60 Rublelik işçi maaşına talim etmek mecburiyetinide kalacaktı. Bunun için her ajan günde birkaç vatandaşın ocağına incir dikmeye isteyerek veya istemeyerek mecbur kalıyordu. İşte bu "dedin" ithamı yüzünden 8 yıl ceza yemiş olduğu halde her cezasının bitimine 3 gün kala yine polis şefinin huzuruna çıkarılıyor, " . . . . . . . . Dedin" ile yeniden itham edilerek cezası devamlı artıyordu. İlk 8 yıllık cezayı 46 yıl yattıktan sonra kendisine acıyan Taşkent'teki bir Türk, durumu Türk konsolosluğuna ulaştırtı. Moskova Büyükelçimiz işin üzerine eğilerek Türk vatandaşı olan Şevki Bektöreyi kurtarabildi. 1918 yılında gittiği Sovyet Rusya' dan İstanbul havaalanına indiğinde Türkiye' deki hanımı kendisini, kendisi de hanımını tanıyamamıştı! . .. 58


İşte Sovyet Rusya ve Türkistan bu hal üzere iken ünlü Moskof oğlanı nazım hikmet Taşkent başta olmak üzere diğer şehirlerde de "Türkiye'yi Kurtarma cemiyetleri" kurmuştu . Ne derin bir alçaklık! . . . Yoldaş nazım' ın Türk olmaması önemli değil, ancak insan olabilmesi önemliydi. Türkistan'daki ölümleri hiç görmediğini farzetsek bile bu iğrenç yönetimin zülmü hiç mi dikkatini çekmiyordu? Komünist ideolojisi kendisinin her değer yargısını yok etmiş bulunuyordu . . . Türkistan insanı kanı dökülerek yol edilirken, ya da açlıkla yok edilirken, bu Türk düşmanı sapık Ortaasyada, "Türkiye'yi Kurtarma Dernekleri" kurmaktaydı. Nasıl kurtaracaktı Türkiye'yi? Komünist yaparak ve Rusya'ya bağlayarak tabii. O halde Türkistan insanı mademki bu kadar rahat ve mesuttu neden Rus İmparatorluğuna karşı direnmeye çalışıyordu? Keyif başlarına mı girmiş, beyinlerini rahatsız etmişti? Türkistanın ünlü şairi Abdülhamit Süleyman Çolpan neden yıllardır zincire vurulu olarak zindanlar da çürütülüyordu? Türk kasabı Stalin mel'unu neden A. Süleyman Çolpan' ı ( 1 7) komünizme meylettirmeğe çalışıyordu? Bunca Türk'ü yok eden Stalin canavarı ufak bir işaretle Çolpan' ı yok edemez miydi? Bütün bu sorulara Moskof oğlanı nazım hikmet ve onun gibiler cevap veremez, daha doğrusu vermek istemezlerdi. Çünkü satılmış olmak ve bunun gereğini yerine getirmek kolay bir iş olmasa gerek. . . Stalin canavarı Türkistanlı' ların açlığa ve ölüme karşı direnişlerine de bir isim bulmuştu :

"Basmacı �areketi. " ( 1 8) Türkistan halkı nereyi nereleri basıyor ve neye basıyor­ lardı? Bunu yoldaş nazım ve peygamberi Lenin ile tannsı Stalin bilebilirdi. Komünist yönetimde "iftira"· en büyük cankurtaran simitidir. Bütün komünist yönetimler icraatlarmda bu simite yapışmışlardı. ( 17) Çolpan, Kazak lisanında Kuzey Yıldızı demektir. ( 18) Moskof' un Türkistan' daki hürriyet hareketlerine taktıkları isim. 59


Stalin melez canavarı bir ara Türkistan'daki ayaklanmaları bastırabilmek, daha doğrusu komünizme ısındırabilmek için A. Süleyman Çolpan'ı serbest bırakıp Taşkent'te dolaşmasına için vermişti ( 1 938) . "İşte serbestsin, Türkler de serbest ve hürdür" görüntüsünü vermek istiyorlardı. Ama bu görüşe kimseyi inandırmak mümkün değildi. Nitekim çok sıkı K.G.B. Ajanları kontrolünde olduğu halde Çolpan "Erk" şiirini yazarak Türklere ulaştırabildi. Erk ( 19) , Çolpanın son şiiri ve hayatının da sonu oldu. Stalin canavarı verdiği bir emirle Çolpan' ı elleri bağlı olduğu halde bir arabanın arkasına bağlatarak Taşkent sokaklarında dolaştırıp linç yoluyla şehit etti. Bu şekilde güya halka bir gözdağı vermiş oluyordu . . . "Erk" şiirinin bir bölümünü aşağıya alıyorum: Külgen bakalardır, yığlağan menem! . . . Oynağan başkalardır, inleğen menem! Erk erteklerini işitken başka, Kulluk koşuğun tinleğen menem (20) Erkin başkalardır, kamalgan menem Hayvan katarında sanalğan menem ! . . . B u şiirin Anadolu Türkçesi ile karşılı şu şekildedir : Gülen başkalarıdır, ağlayan benim ! . . . Oynayan başkalarıdır. inleyen benim! . . . Hürriyet şarkılarını işiten başka, Kölelik türkülerini dinliyen benim! . . . Hür başkalarıdır, eser benim , Hayvan saflarında sanılan benim . . . Yıl 1938 ve Kasım ayının ilk yarısıydı. Türk Milleti çok büyük iki evladını kaybetmiş bulunuyordu . Biri Türkistan' ın Milli lider ve şairi Abdülhamit Süleyman Çolpan. Moskof şehit etmişti! . . . Diğeri Batı Türklüğünün milli lideri : Mustafa Kemal Atatürk! O' nun ölümü de şüphe getirir. Çünkü : (19) Erk : Hürriyet (20) Menem : Benim, benim milletimdir.

60


Onurlu , dik başlı , Türk Milleti'nden başkasını tanımayan ve hiçbir millete iltifat etmeyen bir yiğit. Fransız sömürgeciliğine direnen "Hatay"lılar "O" nun zamanında "Hatay Cumhuriyeti'ni kurmuşlar

ve Cumhur başkanları Tayfur Sökmen'in gayretleriyle Türkiye'ye ilhak kararı almışlardı. Mustafa Kemal 'in bundaki rolünü unutmamak gerekir. Bir yıl sonra i l . Cihan Savaşı çıkmıştı. Bu savaşta gerekli rolü üstlenecek olan Atatürk elbetteki 12 Ada'yı ve "Misak-ı Milli Sınırları" içinde kalan ve Kürt İsyam sebebiyle 1925 'te İngilizlerin Lozan anlaşmasını dinlemiyerek ilhak ettikleri Musul ve Kerküt'ü de geri alacaktı. İşte bu ve buna benzer sebeplerle Mustafa Kemal Paşa'nın ölümünü şüpheli görüyoruz. Nitekim İtalya ·yı İşgal etmekte olan Fatih Mehmet Han' ı Venedikli bir Yahudi olan hekim Jacop (Yakup Paşa) uzun etkili bir zehirle zehirleyerek öldürmüştü . Atatürk' ün tedavisi için de Alman�·a' dan doktorlar getirmişlerdi? Atatürk bunlardan şüphelenmiş olmalı ki : "- Beni Türk doktorlarına emanet edin" demişti. Atatürk Türkiye'de unutulmadı, unutulacak da değildir. Ama Çolpan unutulup gitti. Bilmem benden başka Türkiye'de O'nu hatırlayan üç-beş kişi var mıdır? Bunlar için "Allah rahmet eylesin." demekten başka yapabileceğim bir şey yoktur. Birkaç satır ile değindiğimiz Türkistan'daki katliam , kıtal sürerken; Fransız-Slaw ırkları karışımı olan yoldaş nazım hikmetof ne mi yapıyordu? Soyu ve kanı icabı, Türkiye ve Türkler aleyhine çalışıyor, Ruslar'a uşaklık yapıyor, komünizm propagandası yapıyor; Rus Sovyet İmparatorluğu içindeki esir Türk Yurtlarında "Türkiye'yi Kurtarma Dernekleri" kuruyor ve Türkler arasında yıkıcı , bölücü propagandaları yayıyordu . . . B u Mel'un hareketlerine rağmen, Türkiye'deki yoldaşları, kozmopolitler, Masonlar, Yahudi isim dönmeieri . . . ve de nesebi belli 61


olmayan belli bir güruh çıkardıkları gazete, dergi . . . gibi paçavralarında yoldaş nazımı övüyor, affını talep ediyor, Türk yargısının yanıldığını ileri sürüyorlardı . . . Soyu ve kendisi hiçbir şekilde Türk olmayan; damarlarında bir damla değil, bir hücre değil, bir atom Türk kanı bulunmayan bir yaratığın nasıl oluyor da "Türk şairi" olabileceğini anlamak mümkün değildir! Ama kozmopolit sol, mason, Selanik dönmesi olan Türk isimli Yahudilerce olabiliyordu!

NAZIM HİKMETOF'U AFFETTİRMEK İÇİN İMZA KAMPANYASI Yoldaş nazım' ın taraftarları 1940'larda ıyıce azıtmışlardı . . . Bunların başını Yahudi isim dönmesi üstad mason Ahmet Emin Yalman çekiyordu. Gizli beyannamede aynen şöyle yazılıyordu : "Yine sevinerek öğreniyoruz ki, Türk şehirlerinde (Esir Türk yurtlarında) onun ismine kulüpler kuruluyor. Moskova' da Nazım adına kurulmuş olan teşekküllerde despot idareciler (komünist olmayanlar) aleyhine nümayişler yapılmaktadır. Bizim burada cesaret ve kat'iyetle ilan edeceğimiz şey şudur :

Nazım yakanda zindandan çıkacak ve kendisini hasretle bekleyen Moskova'sma, büyük (!) Stalin'e kavuşacaktır. Bu neticenin önüne kimse geçemiyecektir. Proleter dünya, kapitalist ve faşist idareciler her istediği zaman isted i ı ı. ni dikte ettirecek güce sahipti . Nazım hikmet' i kurtarmak için du�;duğumuz arzu o kadar kuwetlidir ki, bunu Türkiye gibi mürtecilerin idare ettiği bir memlekette de göstermeğe hazırız." Bu, Türkiye'yi aşağılayan ve tehdit eden yazının asıl kaynağı Türkiye'deyd i , yani b urada hazırlanmıştı . Ama , Türkiye' deki komünistler, masonlar ve de Ahmet Emin gibi isim dönmeleri tarafından Fransa'ya gönderilerek Fransa' daki bir komünist gazetede bastırılıyor; sonra da gazete haber kaynağı gösterilerek Cumhuriyet, Vatan (vatansız 62


vatan) . . . v.s. gibi gazetelerinde sözde haber imiş gibi neşrediliyordu. Bu, işin şeytani tarafı idi. . . Korkunç bir hakikat olarak ne hazindir ki, Ahmet Emin Yalman, Sıddık Sami Onar, Nadir Nadi . . . gibilerin gafletle olmasa bile; Halide Edip Adıvar ve Prof. Ali Fuat Başgil. . . gibilerin gafletle imza koymaları ve af kampanyası başlatmaları siyasi tarihimiz bakımından iğrenç bir belge olarak arşivlere geçmiş bulunmaktadır. Sanki, Türkçü lider Hüseyin Nihal Atsız' ın 3 Mayıs 1944'te, Ankara'da hakim huzuruna çıkarılıp tutuklanmasından sonra; Ankara' da yapılan milliyetçi nümayış sonrasında, tutuklanan 165 Türk Milliyetçisinin tutuklanma olayına bir nazire imiş gibi "nazım hikmet" i af ettirme dilekçesi'ne de 165 imza atılmıştı . 19 Mayıs 1944'te , İstanbul İnönü stadyumunda İsmet İnönü' nün "-Bunlar Türkçüdür, Turancıdır, vatan hainidir, gereği yapılmalıdır. . . " şeklinde emir vermesi üzerine 1 65 Türk milliyetçisi tutuklanmış ve de tutuklanan insanlar İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve eklerinde "tabutluk" tabir edilen eni-boyu bir metre ve yüksekliği 2 metre olan kodeslere tıkılarak, beyinleri kaynayıp felç olsun diye başları, üstüne 500 valtlık lambalar takılmıştı ve de arkasından sıkı yönetim ilan edilmişti. Bunlardan 15 tanesi idam, diğerleri de muhtelif cezalara çarptırılmıştı. Ne hazindir ki, nazım hikmet' in affı için imza toplayan bu gayri Türkten hiçbiri o zaman insancıl davranmamışlardı. Yani, imza toplamaya gitmemişlerdi. Bu telkif edilenler içerisinde Alparslan Türkeş (subay) , Nurullah Barıman (subay ) , Dr. Fethi Tevetoğlu (yüzbaşı) , Dr. Hasan Ferit Cansever, Hüseyin Namık Orkun, Prof. Osman Turan, Reha Oğuz Türkkan, Necdet Sançar. . . gibi milli tarihimizin ileri gelen isimleri de vardı. Neydi suçları? Vatansever olmak! . . . Bu bakımdan İsmet İnönü denen şahsın zihniyetini anlamak mümkündür ve durum da gerçekten iğrençtir. il. Dünya Savaşı sonrasında, Stalin' in, AB.O. Cumhurbaşkanı Todor Ruzvelt ile İngiliz başbakanı Vinston Çorçil' i oyuna getirerek 63


Almanya'nın yarısına sahip olmuş; Yugoslavya, Arnavutluk, Macaristan, Çekoslavakya, Polanya, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Bulgaristan' ı işgali altına alması ve de harpten Amerika askeri yardımları neticesin de oldukça güçlü çıkması Moskof'u çok şımartmış ve sıranın Türkiye'ye geldiği hesaplanması yeni oyunlar peşinde koşmasına vesile teşkiletmişti. Stalin itinin babası Gürcü, anası Yahudi asıllı idi. O bakımdan iç sınırları tespit ederken Gürcistan' ı geniş bir devlet haline getirmişti. Şimdi sıra Gürcistan' ı çok daha büyük bir devlet yapma hayallerine kapılmıştı. Önce Tifüs Üniversitesi'nde -sözde- ilmi bir konferans toplatarak Artvin, Ardahan, Kars, Ağrı illeri ile sahilde Rize, Trabzon, Gümüşhane ve Giresun'a kadar olan arazi parçalarının Gürcistan' ın tabii uzantısı ve kopmaz parçaları olduğunu ilan ettirdi. Sonra Türkiye dışişleri bakanını Moskova'ya davet ettirerek konuyu izahla, adıgeçen illerin Rus İmparatorluğuna (Gürcistana) devredilmesini, bunun ilmi izahının bulunduğunu; 1828 Hünkar İskelesi anlaşmasına göre İstanbul Boğazlarının Ruslarla birlikte kullanılması gerektiğini bildirdi ve imza etmesi için Türk dışişleri bakanına baskı yapıldı. Bakan bu defa da imza etmedi. Bu defa da onu kapalı bir odaya soktular, yani iıapsettiler. Bakan yine de imza atmadı. Bu tutukluluk hali üç ay kadar sürdü. Dışişleri bakanlığına Nurullah Sümer vekaiet ediyordu. Nurullah Sümer Sovyetler Birliği'nin Ankara büyükelçesini makamına davet ederek olayın ne olduğunu sordu ve sonuçta şöyle dedi: "-Haşmetli büyükelçi, siz, dünyanın en geniş topraklarına sahipsiniz. Dünyanın gelmiş-geçmiş en büyük imparatorluğusunuz. 24 m ilyon kilometre karelik araziye sahipsiniz . . . Size göre aııcık bir arcızi olan Türkiye'nin topraklarına ihtiyacınız mı vardır ki, bizden toprak talep ediyorsunuz? Moskof büyükelçisi sırıtıp şöyle cevap vermişti : "- Sosyalist Rusya'nın toprağa ihtiyacı yoktur, ama, Gürcistan 64


Sovyet Cumhuriyetinin toprağa ihtiyacı vardır. . . demiş ve çekip gitmişti. Arkasından da Rus-Sovyetler Birliği, Türkiye'ye bir nota vererek isteklerinin yerine getirilmesini talep etmişti . O sıralarda Sovyet Rusya İmpart!torluğunun dışişleri bakanı Molotof nam bir zalimdi ki, genlik yıllarında sabotajcılığı ile meşhur olup benzin ve bez parçalarını şişeye doldurup yanıcı ve yaralayıcı oldukça tahribat yapan Molotof Kokteyl' i denen yangın çıkaran bir nevi bobbanın da mucidi idi. Bu itoğlu it dışişleri bakanımıza çok ağır baskılar yapmıştı. Rus Sovyet İmparatorluğu baskı ile yapamadığını harp yolu ile yapmaya karar vermiş bulunuyordu. Rus İmparatorluğunun askeri hazırlıkları tamamdı. Sıra savaş açmaya geliyordu. Durum çok ciddi görünüyordu . . . Bu durum Amerika Birleşik Devletlerinin telaşlandırdı. Türkiye'ye saldıran Sovyet Rusya; içimizdeki satılmışları da yanına aldıktan sonra onların desteği ile bir kukla hükümet kuracak ve iç savaşı başlattıktan sonra işgali tamamlayacaktı. Bu şekilde sıcak denizlere inme hayalini, Akdenize inerek gerçekleştirmiş bulunacaktı. Akdenize inebilen bir Sovyet Rusya'nın kısa bir zamancıkta Arap ülkelerini işgali altına alıp A.B.D.' nin hayat damarlarını kurutacağı bir gerçekti. Rusya' nın petrol bölgelerini ele geçirmesi, A.B.D. ve batı için ölüm demekti. O halde, A.B.D. ve İngiltere çok acele davranmalı ve kendileri için bu çok korkunç felaketi hemen önlemeliydi. Müdahale an meselesiydi. Sovyet Rusya İmparatorluğunun Türkiye'ye nota verdiği gün boyunca A.B.D. -İngiltere- Türkiye üçgeni arasında gün boyunca telefonlar çalıştı ve o günün gecesi Amerika Birleşik Devletleri cumhurbaşkanı Teodor Ruzvelt, Sovyetler Birliğine, dolayısıyla Stalin canavarına bir "Ültimatom" çekti. "Ültimatom" bir savaş halini başlatmak veya durdurmak için en son başvurulan çaredir ve neticesi kesindir. Bu "Ültimatom" şu şekildeydi: "Bu "Ültimatom"un verildiği andan itibaren, Amerika Birleşik "

65

\


Devletlerinin sınırları Kars ve Kırklareli' nden başlar! Türkiye'ye saldırdığınız takdirde, bizzat A.B. D.'ne savaş açmışsınız demektir. Gereğine buna göre karar veriniz." Stalin canavarı A.B.D. ve dolayısıyla İngiltere ile savaşı göze alamamış ve Türkiye'ye saldırmaktan vazgeçmişti.

Siyasi tarihimizin ne hazin bir tecellisidir ki; "Turancılık" ve Rus düşmanlığı suçlaması ile zindanlarda İnönü ve adamları tarafından tıkılan 165 Türk vatanseveri, "Örfiidare (sıkıyönetim) Mahkemesinin" verdiği kararları "Askeri Yargıtay" bozarak suçlu sayılan bu masum Türk evlatlarını beraat ettirmişti. Ayrıca görevlerine iade kararı vermişti. Bütünü vatansever olan bu çok değerli Türk evlatları Rus'a düşmanlıktan dolayı ceza yerken; Rus'un Türk düşmanlığı, yani Türkiye'yi tehditi dolayısıyla beraat diyorlardı! . . . Bu olay, başka kötü bir netice daha doğurmuş bulunuyordu :

Türkiye'yi A.B.D. 'nin kucağına itmek! . . . Bu da Moskof'un düşmanlığı sayesinde meydana gelmiş bir olaydır. Yani, her kötülüğün arkasında Moskof'un eli mevcuttur. AF DİLEKÇESİNE İMZA ATANLAR Yoldaş Hikmetof'un -sözde- masum olduğuna kanaat getirerek koyanlar; devrin cumhur başkanına (Celal Bayar) , başbakanına imza (Adnan Menderes) Büyük Millet Meclisi başkanına (Refik Koraltan) gönderilen af dilekçesinde şöyle diyorlardı : "Biz, aşağıya isimleri bulunan Türk aydınları (20) bir an önce serbest bırakılmasına sizden ve yüksek meclisin asil üyelerinden (20) Türkiyeli deselerdi doğrusunu söylemiş olurlardı. Çünkü külliyetli bir kısmı Türk olmayıp dönme idiler. Aydın herhalde "Güneş alan" anlamında 66


bekliyoruz. Bu hareketimizle bütün Türk (2 1 ) aydınlarının arzu ve temennilerine tercüman olduğumuza eminiz. Şair nazım hikmet (22) affedilsin. Bu beyan, isimler; gayriresmi neşredilip elden ele dolaştınlan "Nazım Hikmet" adlı gazete ile yine elden ele dolaştırılmaktaydı. Yazılmamış sayfası bulunan "nazım hikmet" adlı gazetede isimler dolaştırılma sırasına göre yazılmış olmalarına rağmen burada ideoloji ve mesken sırası esas alınmıştır:

AŞIRI SOLCU VE KOMÜNİSTLER M�hmet Ali Aybar, Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Adnan Cemgil, Behice Boran, Ahmet Cevat Emre, Ulvi Uraz, Sadun Aren, Niyazi Ağırnaslı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Melih Cevdat Anday, Cevdat Kudret Solak, Müzehher Va-Nü, Vala Nurettin, Güzin Dino.

MEBUSLAR Mümtaz Faik Fenik, Hamit Şevket İnce, Halide Edip Adıvar, Fatih Rıfkı Atay (eski mebus), Adnan Adıvar (eski)

PROFESÖRLER - DOÇENTLER Bülent Nuri Esen, İrfan Şahinbaş, Mehmet Karasan, İsmail Hakkı Karafakih. Vasvi Reşit Sevig, İ. Hikmet Ertaylan, Mazhar Osman Usman, Ahmet Hamdi Tanpınar, Besim Darkot, Vehbi Eralp, Sidik Sami Onar, Mukbil Aydoğan, Mazhar Şevket İpriş, Sait Kuran, Samim Gönensay, Hilmi Ziya Ülgen, Mina Urgan, M. Şekip Tunç, Macit (2 1 ) Bu sözün doğrusu şu : Türkiyeli bütün komünist, dönme, kozmopoliJ: köpekler (22) Nazım Hikmet : şair yamağı veya çırağından başka bir şey değildi, Buna rağm�m soysuzlann en büyük şairi sayılabilirdi.

67


Gökberk, N. Ş. Kösemihal, Benra Moran, Halet Çambel, Hamit Ongunsu , Abdülkadir Gökpınarlı, Behçet Kamay, Ali Fuat Başgil.

YAZAR VE GAZETECİLER VATAN GAZETESİ : Ahmet Emin Yalman, Sinan Korle, Kıyam Levi, Cavit Yamaç, Cemal Gürel, Melih Yener, Bedri Karaman, Ali Saracoğlu, Recep Bilginer, İhsan Ada, Burhan Arpat, Selmi Akpınar. CUMHURİYET : Nadir Nadi, Ömer Rıza Doğrul AKŞAM : Nihal Karamağralı, Enis Tahsin Ti!, Sadettin Gökçepınar, Remzi Kazanoğlu, Arif Derebeyoğlu, Kazım Şinasi Dersan YENİ İSTANBUL : Burhan Belge, Refik Halit Karay. SON POSTA : Selim Ragıp Emeç, Ercüment Ekrem Talu, Sami Teziş, Sacit Yumer, Salih Dizer. MİLLİYET : Ali Nacı Karacan. Görüldüğü şekilde işin başına çeken dönmedolap Ahmet Emin Yalman sahibi olduğu gazetenin bütün yazar ve çizelerini zorlayarak imzalarını toplamış bulunuyordu . .

DİGER YAZAR VE ŞAİRLER Nurullah Ataç, Yaşar Nabi Nayır, Avni İnsel, Mekki Sait Esen, Sebahattin Eyüboğlu, Lütfi Ay Mecdi Sayman, Cahit Sıkkı Tarancı, Oktay Rıfat.

RESSAMLAR İbrahim Çallı, Saip Tuna, Kemal Sönmezler, Haşmet Aka!, İhsan Aydın, Fehmi Karakaş, Nuri İyem, İlhami Demirel, P. Erkmen, Ferruh Başağa.

68


MÜZİSYENLER Mesut Cemil, Adnan Saygun, Mithat Fenmen, Refik Fersan, Fahire Fersan, Ferit Alnar, Ayhan Alnar, Neyzen Tevfik. •

GÜZEL SANATLAR AKADEMİSİ'NDEN Vedat Ar, Nusret Suman, Cemal Tollu, Nejat Sirel, Zühtü Müridoğlu, C. Dere) Ziya Keseroğlu, Zeki Kocaemmi.

ARTİST VE AKTÖRLER Cüneyt Gökçer, Muzaffer Lütaş, Refia Şenbay, Ercüment Behzat Lav, Mahmut Maralı, İ. Galip Arcan, Necdet Bahri, Sami Ayanoğlu, Hadi Hün, Aslan Aydın, Muazzer Kemal , Nejat Sayman, Mustafa Savaşkan , Muzaffer Aslan, Haluk Savcı, Gazanfer Özcan, Ferdi Talay, Orhan Ziya, M. Hican, Cavit Nalbantoğlu , Hamit Akınlı, Ümit Cengaver, Celal, Atıf Avcı.

SERBEST MESLEK SAHİPLERİ Saffet Nezihi Bölükbaşı (Av. ) , Ferruh Ağan (Av. ) , Muvaffak Gönenç, Şerafettin Aydınlık, Kamil Bayuri (Bankacı) , Celal Gündoğdu (Müh . ) , Abidin Mortaş (Y Mimar) , Feyyaz Köksal (Y Mimar) , Nurettin Evin (Mimar) , Fettan Aytaç (Y. Mimar) , Şükrü Ertan (Tüc . ) , Tarık Leventoğlu (Dekoratör) , lsmail Hami Pamir (Av. ) Nadire Sadi (Dr. ) , Ekrem Reşit Rey ( İst. Rad . ) , Peride Celal (Romancı) , Fethi Erden (Dr. ) , Hüsnü Baki (Müh. ) , Cevat Karsan (Memur) , Yusuf Ergüder (operatör) , Reşit Sevinçtoy (Desinatör) , Ali Galip Taş (Av. ) , Sabri Savcı (Av. ) , M . Münir Eğriboz (Av. ) , İsmail İsa (Av. ) , Recai Atabek (Av. ) , Asım Ruacan (av. ) , Sevinç Düşüncel (Av.) , Nejat Sav (Av. ) , Melike Dumlu (Av. ) , Şeref Mengü, M. Mengü, M. Üçer, M. Ali Afacan, Ahmet Evintan, H. Cahit 69


Özen, Kemal Narin.

ÜÇ SOLCU ŞAİR Ayrıca, yoldaş nazım' ın affını isteyen dilekçeye imza koyanlardan Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat Horozcu, Orhan Veli Kanık; af gecikiyor diye basına müşterek imza ile şu dilekçeyi vermişlerdi: "Büyük Türk şairi nazım hikmet' in onüç yıl, bir adli hata (23 ) yüzünden hapiste tutulduğu, hakkında, yetkili hukukçular (24) tarafından açıklanan hakikat yurdumuzda ve dünyada büyük akisler doğurmuştur. Durumun bir an önce düzeltilmesi için elan harekete geçilmemesi, yetkili makamlar nezdinde yapılan memleket içi ve memleket dışı, türlü müracaatların bir netice vermemesi, cemiyetimizi ağır bir sorumluluk altında bulundurmaktadır. Başladığı ikinci açlık grevi ile nazım hikmet'in her an ölüme yaklaşmakta bulunması karşısında Türk vatandaşı (25) olarak, insan olarak, yüklenilen soruma katılmadığımızı önemle belirtir, bu maksatla 12 Mayıs 1950 tarihinden başlamak üzere iki gün aç durmaya karar verdiğimiz umumi efkara bildiririz." Bu, çöplüğe atılması gereken yazı, 15 Mayıs 1950 günü "yaprak" adlı -sözde- sanat gazetesinde yayınlanmış, sonra da (23) Yoldaşı mahküm eden mahkemenin kararına "adli hata" diyorlar! . . . Bu soysuzlar neler demedi, ne haltlar yemedi ki?! . . .Türk olmayan bir yaratık nasıl oluyor da "Türk şairi olabiliyor" bu soysuzlar, dönmeler öyle yaratıklardır ki, menfaatleri gerektiğinde her değerin yerini değiştirirler. (24) Nazımın aleyhinde karar veren mahkeme yetkili değilmiş, onaylayan Yargıtay yetkili değilmiş ... Niçin? Komünist değil imişler. . . (25) Türk olmayan bir yaratık nasıl oluyor da "Türk şairi" olabiliyor? Bu soysuzlar, dönmeler öyle yaratıklardır ki, menfaatleri gerektiğinde her değerin yerini değiştirirler. 70


görevlerine başlamışlardı. Yine korno-sosyalist şair taslaklarından biri bir hafta traş olmamış, diğer biri de bir hafta sigara içmemişti. Yoldaşları için yapılan ne ucuz ve büyük kahramanlıktı bunlar? . . . Bu adamcıklar 1944 yılında 165 Türk milliyetçisinin tevkif edilip "tabutluk" tabir edilen zındanlara tıkıldıkları zaman nerelerde idiler? Dönecek ki, nazım ile ötekilerin arasında büyük farklar vardı, doğrudur. Bir defa nazım hikmet Türk değildi ve komünist idi. Öteki 165 Türk milliyetçisiydi. Dilekçeyi verenlerin ise� Türklükle bir alakaları mevcut değildi, onlarla aynı fikri ve ideolojiyi de paylaşmıyorlardı. Bu anlatılar da doğrudur. Bir de şunu demişlerdi : "- İnsan olarak" . Evet, öyle demişlerdi, ama, komünistler, komünist olmayanları insan kabul etmezler ki! . . .

Anadoluyu Türkler fethetti ve Türk'ün temiz kanı dökülerek bu toprakları Türk yurdu olması için fethettik. Bu toprakları ne kürt'ten, ne Boşnak'tan, ne Arnavut'tan, ne Gürcü'den ne, Yahudi' den devralmadık ve onların kanlarından da bir damla istifade etmedik. Ancak ne var ki, Anadolu'nun ve Rumeli'nin nimetlerini yiyen ve bunları sömürenler daima Türk olmayanlar olmuştur. Ve de olmaktadır. Bu da "müslümanım" diyen yabancıları topraklarımıza doldurmamızdan dolayı başımıza geldi. Tabii saflık ve iyi niyetimizden de. Onun için bu dilekçeye imza atıp Türklüğe ihanete çalışan dönme ve melezler ihanete devam etmesinler. Biz, Anadolu Türkleri çok sabırlıyız ama, sırası geldiğinde Anadolu'yu yeniden fethetmesini biliriz. Hiçbir defa Türk Milleti'nin sabrı taşırılmamalıdır!. . . Aynca, Prof. Behcet Kamay ise basına verdiği izahatta yoldaşını müdafaa ediyor ve ona şöyle hitap ediyordu: "Hakkında reva görülen haksızlığın, onüç yıldır çektiğin ıstırabını ben, hemşiren, evlatların bütün ruhumuzla ve kalbimizle aynen 71


yaşadık. Yeni demokrasi devrinin bu haksızlığı kökünden sileceğine ve ıstıraplarını dindireceğine eminol. Senden bir memleket aydını sıfatıyla kendi namına gözlerim yaşayarak şimdilik grevine fasıla vermeni, bütün kalbimle niyaz ve istirham ederim." Her komünistin hakkında verilen mahkeme kararı aleyte ise, diğer komünistlere veya kanıbozuk satılmışlara göre bu karar kesinlikle "haksızlık"tır. Komünist · manifestosunda herhalde öyle yazıyordur. Aydın olmaya gelince, üniversite'de hoca olmak, aydın olmak demek değildir. Aydın olmak, yaşadığı memleketin değer ölçülerini iyi tanımak ve bu değer ölçülerine uyarak içinde yaşadığı memleketin asıl sahibine ihanet etmemektir.

Bizdeki komünist, mason, sabatayist, ateist, dönme ve satılmışlara göre "aydın'' olmak herhangi bir yüksek okulu bitirmek, ya da bir yerde mevki sahibi olmaktır. Bu tarz bir düşünce ise tamamen sakattır. Çünkü, ilim sonsuz büyüklüktedir. Üniversite bitirmiş olmak ufacık bir bilgiye, hem de tek bir kolda sahip olmaktır. Sadece bu kadar işte. Komünist nazım hikmet' i Moskova'da koruyan Ahmet Cevat Emre de şunları söylüyordu: "Yıllardan beri senin için ağlayan ihtiyar hocanın yaşlarını dindirecek kararı esirgeme yavrum , sevgili oğlum . . . Doğrusu bu komünistlerin birbirini desteklemeleri ya da b irbirlerine yardım ed işleri imrenilmeyecek bir şey değildir! Komünistbaşı yoldaşını tam yetiştirmişti ve onun için kana kana ağlıyordu. Gıpta edilecek durum doğrusu . . . "

DEMOKRAT PARTİNİN GENEL AFFI Demokrat Parti, iktidar olduktan sonra genel af ilan etti. Artık hiç bir suçundan mesut değildi. Her T.C. Vatandaşı gibi - eğer bu ülkeyi seviyor idiyse - Türkiye'de istediği gibi yaşayabilir ve hayatını devam ettirebilirdi ve de buna bir engel kalmamıştı. Ama, nazım hikmet 72


Türkiye'de kalmak istemedi. Ahmet Emin Yalman gibi dönme dinsizlerin, yani İslam Dini düşmanlarının; Nadir Nadi gibilerin, bildiri yazıp imzalayan yoldaşların ve gafillerin, nazım için gözyaşı döken Cevat Emre ve Behcet Kamayların şaşkın bakışları önünde Türkiye'yi terkedip sevgili Moskova' sına ve Moskof babasına kaçmıştı. Bu şekilde yoldaşları kendisine daha doymadan, hasretleri bitmeden "asıl memleketim" dediği sevgili Moskova'sına ikinci def? uçmuştu ... Belki de yoldaşlarının çoğunluğu hayal kırıklığına uğramıştı. Nazım Hikmet'in affedildiği takdirde Türkiye'den kaçacağını ileri süren Türk milliyetçileri bir kere daha haklı çıkmıştı. . .

YOLDAŞ NAZIM'IN İKİNCİ KAÇIŞI Yoldaş nazım canından çok sevdiği Moskova'sına ve asıl yoldaşlarına kavuşmak için, yerli yoldaşlarının yardımı ile önce Bulgaristan'a oradan da Romanya'ya kaçmıştı. RÔmanya'da verdiği beyenatta: "Rumen topraklarında rahat nefes almak fırsatını bulduğum için çok mesudum . . . v.s." Diyordu. Artık kendisini yaratan Stalin'e ve "asıl vatanı" olan Rusya'ya ulaşması için -kendine göre- zorlukları aşmış bulunuyordu. Moskova'ya ulaşabilmesi için kendisine gönderilecek özel uçağı beklemekteydi. Nitekim çok büyük Stalin' i kendisi için Bükreş' e özel bir uçak göndermişti. Moskova hava alanında da yoldaşı karşılamak için bir karşılama töreni hazırlanmıştı. Kendisini Rusya yazarlar birliği başkanı bizzat karşılamıştı. Kolkola yürüdüler. . .

73


YOLDAŞ NAZIM'IN MOSKOVA HAVALANINDAKİ BEYENATI Sovyet Rusya Yazarlar Birliği Başkanı Fadeyen ile kırk yıllık dost imişler gibi kucaklaşıp öpüşen yoldaş Nazım; Sosyet Rusya'nın tek resmi ajansı olan kızıl Tass ajansına aşağıdaki beyenatı vermişti: "O kadar bahtiyanm ki! . . . Ben bütün hayatımı, idealimi, aşkımı bu muazzam şehre borçluyum . . . Ben, Sovyetler Birliği'nin çocuğuyum. 24 yıl sonra bu büyük şehre gelirken tekrar asil ve büyük vatanıma (26) dönmüş oluyorum. Bugün eski memleketimin halkı Amerikan emperyalistlerinin elinde esirdir. Türk halkına Amerikan üniforması giydirilerek Kore'ye katil olmaya gönderilmektedir. Türk vatandaşlan, işçiler ve çiftçiler Sovyet idaresi için de savaşacaklardır. Türk halkı büyük Stalin'in kumandası altında (27) kurtuluşu için dövüşmek istiyor.. . Bana yapılan b u karşılamayı şahsıma almıyorum. Ben de sizlerden biriyim. Bu karşılamayı Türk halkına yapılmış sayıyorum. Stalin benim için çok mühimdir. Gözümün ışığıdır. Fikirlerimin kaynağıdır. Beni Stalin yarattı Moskova'da onun büyük ismini taşıyan üniversitede okudum. Her şeyimi Stalin'ne borçluyum . Stalin, yalnız dünyanın en büyük adamı değil, şahsen bana aydınlık veren en büyük güneştir. . . Zerre misali Türk kanı taşımamasına rağmen yoldaş Nazım' ın, Stalin canavarına bu kadar çok yağ çekmesi ve bu kadar alçalmasını aklım almıyor ve onuruma sığdıramıyorum. Bu kadar dalkavukluk hiçbir Sovyet vatandaşı tarafından Stalin' e asla çekilmemiştir. İdealini, aşkını Moskova'ya borçlu imiş... Hayatını Staline "

(26) Satılmış ve bir kısmı gafil - ahmak olan bildiriciler nazım'ı büyük Türk şairi ilan etmişlerdi. . . Yoldaş, kendilerini resmen yalanlıyordu. Türkiye'li ve Türk olmadığını söylüyordu. Bildiricilerde utanacak yüz var mı ki? (27) halen de Türk şairidir diye iddia edilen bu adi yarabk Türkiye'yi Ruslara satmıştı. Bir de Stalin'in kumandası altında savaştıracaktı. . . Doğrusu ne iğrenç bir yaratık imiş! . . .

74


borçlu imiş kendisini Stalin yaratmış . . .

Ne alçakça bir küçülme! . . . Alçaklık d a bir seviyedir, çok derin bir çukurca küçülme! Ne diyor nazım hikmetof? "24 yıl sonra bu asil ve büyük vatanıma dönmüş oluyorum " . . .

Peki, nasıl olur da nazım hikmet denen alçak yaratık "Büyük Türk Şairi. . . " olabiliyor? Türkiye'deki komünistler, isim dönmeleri, masonlar ve kanı bozuklar nasıl oluyor da bu nazım adlı satılık salatalığı Türk şairi yapabiliyor? Bunlarda hiç utanma yok muydu? Bunlarda hiç vicdan ve insaf yok muydu? Bunlarda hiç mantık ve akıl yok muydu? Aman ya Rabbi bu ne satılmışlıktı? Bu Türk Milletine karşı yapılan ne büyük bir ihanetti? Aman Allah' ım bu Türkiye' de ne kadar da ço� satılmış vardır? Aman Allah' ım, Türkiye' de ne kadar da Türk düşmanı vardır? Ne kadar çok zehirli engerek yılanını bağrımızda taşıyor muşuz? Mel'un yaratığa bak ki, Türkiye'yi Rus babalarına işgal ettirecek ve Stalin' in kumandası altında diğer komünist olmayan milletlere karşı savaştıracak. Moskova hava alanında nazım hikmet' in verdiği beyanatı gördükten sonra, bu Sovyet oğlanını Türk şairi göstermek veya

görmek isteyenlerin nazım hikmetin deyimi ile her şeylerine, ervahına "ta . . . . ta . . . . ta . . . . " diyorum. Böyle bir alçağın şerefi olduğunu iddia edip ona şeref iadesi yapmak ve de T.B.M.M. 'sinden geçirmek isteyenlere de aynı şekilde. Kararname kabul edecek bakanlara da . . . NAZIM HİKMET TÜRK VATANDAŞLIGINDAN ÇIKARILIYOR Yoldaş nazım Türkiye'den kaçtıktan 54 gün sonra, 15 Ağustos 75


195 1 'de Türk vatandaşlığından çıkarıldı ve aynı gün çıkan resmi gazete ile yayınlandı. Artık Türkiye ile bütün ilişkiler kesilmişti ve ilelebet böyle kalacaktı. Kendisini Polonya' nın Borjensky ailesinden kabul ettiğinden önce Warşova mahkemesine başvurarak Lehistan vatandaşı oldu. Bundan sonra da uzun süre Polonya vatandaşı olarak kaldı. Murd olmasına kadar çoğunlukla çok sevdiği ülkesi olan Rusya'da yaşadı. 1 961 yılında, o zaman ki Rusya Cumhurbaşkanı Sergey Kruşçov'a bir dilekçe-mektup yazarak Rus vatandaşı oldu ve emekli maaşına bağlandı. 1 963 yılında Moskova' da murt oldu.

Bu kısa özetin ardından çok önemli bir nokta üzerine eğilmek gereklidir: Türkiye' de birkaç kere başbakanlık yapmış bulunan Bülent Ecevit bunları bilmiyor muydu? Nazım Hikmet denen aşağılık yaratığın Türk vatandaşı olmadığını ve Sovyet Rusya vatandaşı olarak öldüğünü bilmiyor muydu ve bilmemesinin bir imkanı var mıydı? 5 7. Hükümetin başbakanı Ecevit ve yandaşları bütün bunları bildikleri halde nasıl oluyor da; Türkiye ile hiçbir ilişkisi-bağı bulunmayan nazım hikmet Bojensky'nin olmayan bir şey ile, yani "şeref"le taltif edilmesini ne hak ve hangi yetki ile verecekti? Ecevit ve yandaşları ne yapmak istiyorlardı? Kime veya kimlere hizmet veriyorlardı? Nazım hikmet ile Ecevitler arasında bir organik bağ mı vardı? İzmir büyükşehir belediye başkam olan Ahmet Priştina ile Nazım Hikmet arasındaki bağ nedir? Priştina'nın Türk asıllı olduğunu sanmamakla beraber nazımla bağının ne olduğunu bilemiyor ve neden İzmir Fuar Meydam 'nda heykelini diktirdiğini anlayamıyorum. Heykelin açılmasını yapan İstemihan Talay'ın yakın bir

76


akrabası veya babası olan Ferdi Talay' da 1950' de Ahmet Emin Yalmanın başını çektiği "Nazım Hikmet'i af" kampanyasında imza verdiğine göre bu Talay'larla Nazım Hikmet arasında organik bir bağ varsa bu nedir? Bütün dönmeler, melezler neden Türk Milletine bu kadar çok düşmandırlar? Yılanları, bizleri zehirlemesi ve "Kargaları" gözlerimizi ' oyması için mi bunca yıl besledik? Türk olarak davranışlarımızı yeniden ayarlamamız mı gereklidir? MOSKOVA'DA YOLDAŞ NAZIM' A GÖREV VERİLİYOR Komünist Rusya elbette nazım hikmet adlı pisliği bedavadan beslemeyecek, Türkiye ve Türk Milleti ile Türk Yurtları aleyhinde çalıştıracaktı . . . Öyle oldu da. Bu konudaki bilgileri Prof. Dr.Hikmet Tanyu'nun "Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler" isimli ünlü kitabının 1 . Cilt 453 sayfasından aktarıyorum: "Nazım hikmet, iki yıl kadar Moskova'da misafir edildikten sonra, Rusya tarafından kendisine verilen ilk vazife Bulgaristan Türkleri arasında Türkiye aleyhinde bir teşkilat kurmak ve Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç etmek isteyen Türklerin göç arzusunu yok etmekti. Nitekim, iki ay kadar sonra yoldaş nazım Bulgaristan'a gönderiliyor. O günlerde Bulgaristan' a kaçmış olan Cumhuriyet Gazetesi'nin yazı işleri sekreteri Tuğrul, komünist gazetelerde hikayeler, şiirler neşreden yoldaş Fahri Erinç, yine komünist gazeteci olan Ziya Yamaç' da nazım hikmet' in maiyetine veriliyor. Bulgaristan'daki bu dört kaçak Türkiye' li komünist, halkı daha çabuk aldatabilmek ve aralarına daha kolay girebilmek için "Demokrat Büro" adında bir örgüt kurmuşlardı.

77


Gerçi Demir Perde (28) ı t; ı ııde kurulan "Demokrat Büro" 'nun Türkiye'yi özliyen Türkleri kandırmak için bir çare olduğunu, oradaki Türkler anlamakta bir zorluk çekmediler. Onları ne kadar aldatırsak o kadar kardır diye düşünerek, demokrasiye karşı olan bir düzende bile "demokrat" kelimesine sığınmak mecburiyetinde kalmışlardı. Yoldaş Fahri Erinç, nazım hikmet'in Bursa hapishanesinde yazdığı, bir Bulgar kızının, Alman işgali altındaki feryadını dile getiren şiirlerini "Zoya" adıyla neşretmişti. Ayrıca bu kitabı Türk köylerinde zorla satarak kendilerine menfaat teminine de çalışmışlardı. Nazım ve yoldaş arkadaşlarının Türk kasabalarında bilhassa, Türkiye ' n i n Amerikan mandası haline geldiği söylenmekte; Bulgaristan'dan Türkiye'ye giden kadın ve kızların ırzına geçildiği, erkeklerin ağalar tarafından köle gibi kullanıldığı anlatılmakta, Türkiye' de komünist rejimin kurulmasının beklenildiği belirtilmekte ve o vakit göç davetini bizzat kendileri tarafından yapılacağı anlatılmaktaydı. Yoldaş nazım Moskova'ya kaçtıktan sonra, Türkiye ile olan irtibatını Fransa yoluyla yapmış; Fransa' da bulunan yoldaş ·�on Türkler Teşkilatı" "Sertel" ler ve diğer Türkiye'li komünistlerle daima irtibat kurmuşlar ve nazım hikmetin Türkiye'deki oğlu ile karısıyla haberleşiyordu. Fransa yoluyla oğlu ve karısına da yardım yapıyordu. Yoldaş nazım' ın Bulgaristan' daki vazifesi bittikten sonra. yine Moskova'nın emir ve direktifi ile bu defa da Türkistan Türkleri arasında Türkiye aleyhinde propaganda yapmaya memur edilmişti. Çünkü, Türkistan'da sağ kalabilen ve kaçma fırsatını bulabilen binlerce Türk, Türkiye'ye Arap ülkelerine kaçmaktaydılar. 1970' li yılların başında Türkiye'yi ziyaret eden Türkistan'lı Dr. Baymirza Hayıt'ın yaptığı basın toplantısında da nazım hikmetof'un Tü rkistan' d a kurduğu c e m iyetlerd e n , Türkiye ' y i Kurtarma Derneklerinden bahsedilmişti. (28)Demir Perde : Komünist Rus İmparatorluğunun işgal ve kontrolü altındaki ülkeler.

78


Nazım Hikmetof, bunlardan başka BİZİM RADYO adıyla Türkçe yayın yapan kızıl bir radyonun Türkiye aleyhindeki yorum ve

haberlerini de hazırlıyordu. Geberinceye kadar tam 1 7 yıl bu radyoya yön vermişti. Burada, 1975- 1976 yıllarında bizzat bana ve benim nezdimde ülkücü harekete karşı çok geniş bir aleyhte propaganda başlatılmış olduğunu da belirtmek isterim:

O yıllarda Trabzon Öğretmen Okulu Müdürü görevinde bulunuyordum. Türkiye'de nazım hikmet çocuklarmm en güçlü olduğu yıllardı ve basanda da çok büyük güçleri mevcuttu . Milliyet, Akşam, Cumhuriyet, Yeni Ortam gazetelerini yönetiyordu; resim-yazı şeklinde aleyhimizde her Allah'm günü propagan da yapıyorlardı. Aleyhimde, Milliyet Gazetesi nam milliyetsiz bir gazetede Örsal Öymen nam kızıl bir yaratığm başlattığı yazı-resim dizisi varda. İsmim şöyle veriliyordu : "Trabzon Öğretmen Okulu Müdürü faşist - gerici - ırkçı kafatasçı - yobaz Ali Ulusal . . . " Tabii sonra aleyhimde tam sayfa döşeniyordu. . . O günlerde komünist "Bizim Radyo"yu da dinliyor ve bu radyonun nasıl yönlendirildiğini takip ediyordum. Milliyet gazetesi beni hangi kelimelerle takdim ediyor idiyse bizim radyo denen ve Rus işgali altmdaki Doğu Almanya' dan neşriyat yapan bu azılı Türk düşmana kuruluş da ayna kelimelerle beni takdim ederek dünya halklarma yaptığım kötülükleri anlatıyor, 69 yurt severi (yani komünist) nasıl okuldan kovduğumu, komandolanma halk çocuklanna nasıl dövdürdüğümü v.s. Anlatıyordu ve beni büyük bir "halk düşmana" ilan ediyordu. ' Nazım hikmet çocukları , Türkiye'nin neresinde olursa olsun olan kendi aleyhlerindeki bir olayı hemen "Bizim Radyo"ya ulaştırmaktaydılar. Her meslekte o kadar çok ve kalabalıktılar ki doğrusu hayret içinde idik! Kesin olarak da devleti ihtilal ile ele geçireceklerini 79


açık açık söylüyor ve ilave ediyorlardı : "Doğrusu sizin aklınıza şaşıyoruz! H i ç sonunuzun n e olacağını düşünmüyor musunuz? Doğrusu size şimdiden acıyoruz . . . "

AHMET EMİN YALMAN VE TÜRK MİLLETİNE İHANETLERİ 1 888 yılında Selanikte doğup 1973 yılında İstanbul'da murd olan Ahmet Emin, Selanikli bir Yahudi ailesine mensup olduğu bilinmekte ve Sabatay Zivi tarikatına (sabatayist) bağlı bulunduğu bildirilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce ve sonra; yazı yazdığı gazetelerde Türk Milliyetciliğini, faşistlik, ırkçılık ve şövenizm . . . gibi suçlarla yermiş; "İslam Dini"ne olan sonsuz düşmanlık ve kinini; dinimizi gericilik yobazlık . . . gibi suçlamalarla tahkir etmiş; inananlarla alay etmiş ve onlara çeşitli iftiralarda bulunmuştur. Bunlara rağmen nazım hikmet'i ve yoldaşlarım överek göklere çıkarmış ve onları her yerde ve her şekilde savunmuştur. Bu bakımdan, Türk Milleti'nin bütün ulvi ve vatani değerlerinin düşmana olan bu sahte isim dönmesinin aleyhimizdeki faaliyetlerinden birkaç satırla burada bahsetme mecburiyetini duyuyorum. Ahmet Emin' in elinde hiçbir belge bulunmadığı halde Türk milliyetçiliği ve İslam Dini'ni en adi bir şekilde horlarken; işledikleri suçlar ve faaliyetleri hakkında birçok belge bulunan marxistleri, yıkıcıları ömrü boyunca savunmuştur. Ahmet Emin, bir Yahudi ailesinden gelme olup masonluğun en yüksek derecesine ulaştığı söylene gelmiştir.

Hayata boyunca, karıştmcı ve yıkıcı yazdan ile Türk sosyal hayatını bozma yönünde oldukça yıkıcı olmuştur. Vatan

80


denen vatansızhk gazetesinde İslam Dini'ne çok ağır hakaretler ederek Peygamberimiz Hazreti Muhammed'i (s.a.v.) Donsuz Arap bedevisi ve Kur'an-ı Kerim'i de çöl kanunu olarak vasıflandırdığı için Malatya'da lise öğrencisi muhterem kardeşimiz Hüseyin Üzmez tarafından vurulmuş ve maalesef murd olmamıştır. Demekki milletimizin ondan daha . göreceği zararlar nasipmiş! . . . 1959 yılında yıkıcı yazılarından 1 5 aya mahküm edildiyse de; dünya Yahudileri, mason dernekleri, komünistlerin dernek ve teşkilatları hep bir ağızdan büyük bir yaygara başlattılar. Türkiye'yi ve mahkemeleri protesto ettiler. Ve de mason yoldaşlarını kurtardılar.

Mustafa Kemal Paşa'da, Ahmet Emin'i Türk İnkılapla­ rının düşmanı görerek "İstiklal Mahkemesi"ne sevketmişti. Yoldaş nazım hikmeti savunan yazıları ısrarla yazan, Ahmet Emin Yalman vatan isimli vatansız paçavrasını adeta nazım hikmet' i savunmaya ayırmıştı. Yoldaş nazım' ın gaflet ve vehim yüzünden ceza yediğini birçok defa ileri sürmüştür.

Ne hazindir ki, kavm-i Yehut ailesine mensup İsmail Cem de politika gazetesinde yazdığı sıralarda ( 1970'1i yıllarda) bu gazete de : " - Türkiye' de komünizm tehlikesi bir vehimdir. " diyordu ki bu, 1 956 Moskova Sosyalist Yazarlar Kongresinde alınan 18 maddelik karardan bir tanesi idi: "Madde: Memleketimiz komünist oluncaya kadar, memleketinizdeki komünizm tehlikesinin bulunmadığını ve böyle bir tehlikeden bahsedenlerin vehimli kişiler olduğunu ileri sürdünüz ve bu söylemleri devam ettiriniz." 1918 yılına kadar aksi yönde sesini pek çıkarmayan A. Emin Yalman, Osmanlı İmparatorluğunun müttefileriyle birlikte yenilmesin­ den sonra, aldığı iç ve dış emirler üzerine tavrını değiştirmiş ve verilen emirleri yerine g8tirmeye başlamıştır. Çünkü Osmanlı'nın aslı yani Türk 81


Milleti kendisini hiç ilgilendirmiyordu. Türk değildi, müslüman da değildi. İmparatorluk parçalanmış ve Anadolu dışındaki bütün Osmanlı toprakları Türklerle meskün olsun-olmasın Osmanlı'dan koparılmıştı. Sıra Anadolu'yu parçalamaya gelmişti. Artık Anadolu' nunda parçalan­ ması Ermeni, Kürt, Rumlara buradan parçalar ayrılması için nifak çıkarmak ayrımcılık yapmak, bu işte özellikle basını kullanmak icabediyordu. Ahmet Emin Yalman zaten Kolombiya Üniversitesinde gazetecilik üzerine uzmanlık tahsili yaptırılmıştı. Ahmet Iilin, Doğu ve Kuzuydoğu Anadolu vilayetlerini içine alan bir bağımsız Ermenistan kurulmasını istiyordu (29) . Yine aynı Ahmet Emin Yalman, memleketin diğer kalan kısımlarına da Amerikan mandası altına sokmak istemekteydi (30)

Ayrıca Türksoyu'nun, dinin, töresinin, tarihinin kader kardeşi olan; Oğuzların Becen-Boğduz Boylarından olduğu belirlenen ve de 1 995-1 998 yılları arasında Paris-Sorbon Üniversite profesörlerinden Türkolog Andre Marie'nin kesin olarak tesbit ettiği Yenisey Irmağı kıyısındaki Yenisey Yazıtlarında isimlerine raslanan ve o bakımdan Türk olmaları gereken "Kürt" takma adlı kardeşlerimizi bizden ayırmaya çalışıyor ve bütün güney-doğu'yu bir kısım Orta Anadolu illerini içine alan bağımsız bir Kürdistan Devleti kurdurmak için çalışıyor, yazılar yazıyor, haritalar yayınlıyordu (31 ) . Bu haliyle tam bir Türk düşmanı ve vatan haini idi ... Merhum-mütevveffa Prof. Dr. Hikmet Tanyu "Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler" adlı ünlü kitabının 1. cilt 347-348 sayfalarında özet (29)Yeni Sabah, 5 Temmuz 1953'teki "Fevkelade İlave"den: 1- Vakit : 3 Eylül 1918 - sayı : 3 12 2- Vakit : 29 Aralık 19 1335. Pazartesi - sayı : 771 3- Vakit : 1 Ağustos 1919 4- Vakit : 2 1 Ağustos 1919 ve diğerleri. .. (30)Tanin : 24 Şubat 1923 sayı : 134

82


olarak şunları yazmaktadır: "Türk istiklalinin amansız düşmanı Ahmet Emin, · bu yolda bir vakitler muhtelif başyazılar kaleme almıştı. Ahmet Emin' inin "Cumhuriyet" rejimini yıkmak istediği ve bu maksatla da yazılar yayınladığı bilinmektedir. Atatürk, Ahmet Emin Yalman'ın nasıl önceleri yıkıcı, bölücü ve parçalayıcı bir rol oynadığını; O'nun nasıl Türk İnkılabına düşman olduğunu "Nutuk" ta anlatmaktadır {3 1 )

Ahmet Emin Yalman, "Türk İnkılabı"na düşmanlı­ ğından dolayı "İstiklal Mahkemesi"ne sevkedilmiştir ( 1 925). Ahmet Emin Yalman bir kitabında bunu kapalı olarak belirtiyor: "Vaziyet şudur: 1925-1 936 yılları arasında on yıl kadar gazetecilikten uzak kaldım. Bu sıralarda idare mahkemesinin işleyiş tarzını bir gazeteci gözüyle çok yakından gördüm ve takip ettim {32) . Bende alaka uyandıran ve damağımda derin iz bırakan taraf, Ogüst Kont' un Türkiye'ye ait "rüyası" oldu. .

Allah ve İlahi Dinler'in düşmanı Ogüst Kont'u, mason Ogüst Kont'u övücü sayfalardan sonra, yani Kontu'u göklere çıkardıktan sonra istismara kalkarak sanki demokrasi taraftarı imiş ve hürriyetçiymiş gibi zırvalarla halkı kandırmaya çalışıyordu. Ahmet Emin Yaiman bu yazılarında:

"Türkçülük, Türk Milliyetçiliği, İslam Dini ve ahlaki, İslam Dini'nin görevlileri, onun daima yalan ve iftiralarla karaladığı, horladığı, alay ettiği; gerici, tutucu, faşist, ırkçı . . . (3 1 ) Yeni Sabah, Fevkelade ilav� 5 Temmuz 1953 - sayfa : 5 Nutuk : Mustafa Kemal Atatürk, 1927. Sayfa : 50 1 - 502 Nutuk : Mustafa Kemal Atatürk, 1927. Sayfa : 517 Nutuk : Mustafa Kemal Atatürk, 1927. Sayfa : 530 Vakit : 4 Ağustos 1 91 9 , Kürtler ve Kürdistan Vakit : 26 Ağustos 1919 (32) Ahmet Emin YalnP.n: "Gerçekleşen Rüya" - İst. 1938 Tan Matbaası, sayfa : 3

83


v.s. saydığı bilinmektedir. Ahmet Emin bu damgaladığı gruplar için asla hürriyet hakkı tanımıyordu! . . . Ahmet Emin Yalman'ın istediği şey, rüyasını gördügü Ogüst Kont' un rüyalarındaki Türkiye idi. Yani :

Allah, Din, ahlak, milliyet, maneviyat, mukaddesat ve namus düşmanlığı idi. Maddeci, tabiatçı, enternasyonalist. . . Bir Türkiye idi.

Aynı kitapta, Türkiye'yi de araya katarak ve Ogüst Kont'un görüşünü benimseyerek şöyle diyordu: Dünyanın en büyük ve esaslı inkılaplarını Türkiye ve Sovyet Rusya' dan bekleyiniz . Mütewefa Hüseyin Üzmez bütün bunlar ve mel'unun İslam Dini'ni mukaddes kitabı Kur'an-ı Kerim ile İslam Dini' n i Peygamberi Hz. Muhammed aleyhindeki yazıları (Kur'an-ı Kerim'e çöl kanunu, Hz. Muhammed'e de donsuz arap bedevisi. .. diye yazmıştı.}dolayısıyla kendisinden hesap sormaya kalkmıştı. Daha doğrusu yazıları ülkede büyük bir infial ve nefret yaratmıştı. O günlerde başbakan Adnan Menderes Malatya'ya gidecekti. Her isim dönmesi devrin bir büyüğüne yaltaklık ettiğinden o aralarda dönme dolap Ahmet Emin' de Menderes' e yamanıyor ve seyahatlerinde beraberinde bulunuyordu. Malatya seyahatinde bulunacağı şüphesizdi. Oralı halk, kendisine önce bu yazıları yazıp yazmadığını sordurdular. . . Dönme dolap Ahmet Emin kimselerden çekinmediği ve korkmadığı için kendisinin yazdığını söyledi. İşte bunun üzerine lise öğrencisi olan Hüseyin Üzmez kendisine tabancayla birkaç el ateş etti. Ama ne yazık ki kalıp değişmedi. Milletin kendisinden daha çekecekleri varmış demek . . . . A . Emin Yalman' ın demokrasi anlayışı tamamen yalan ve sahtekarlıktan ibaretti, riyakarlıktı. Yazdığı yazılarda şöyle söylüyordu.

Milli kalkınma ve inkişap programını tek parti, birbirine zıt birçok partiden çok daha iyi temsil eder. Tek partinin en ideal şekil olduğunu anlayanlar gittikçe çoğalmaktadır. Birçok

84


memlekette tarihi partiler birbirine karışa karışa milli siyaseti temsil edecek tek partiye gitmektedir. Bu sistemle, demokra­ siyi en temiz bir şekilde temsil edebiliyorlar (33).

Ahmet Emin mel'unun ne demek istediğini ve yazının altında gizlediği şeyi halk kolay anlayamaz . Övmek istediği şey komünizm ve tek partili komünist ülkelerdir. Ve de böyle bir demokrasinin olması, ya da buna "demokrasi" denmesi mümkün değildir. Komünist propagan­ dasını bal gibi yapıyor ama açıkça söylemeden kem küm ediyor ve kendini hapishaneden kurtarıyordu. Mel'un usta bir gazeteci idi. Amerikada öyle yetiştirilmişti? . . . Vatan sever Türk milleti ve aydınları için menfur ve mel'un bir yahudi yaratık olan Ahmet Emin hakkında milletimize yaptığı kötülükler bakımından yazılacak pek çok şey vardır. Ancak kısmen konumuz dışında kalacağı ve çok yer tutacağı için çok uzunca bahsetmiyorum. Buna rağmen Marksist - sosyalistlerin açık koruyucuh.ığunu yapması­ üstlenmesi bakımandan birkaç konuya daha değinmek gerekmektedir. Nazım Hikmetof' u öven alkışlayan, poh pohlayan Ahmet Emin pek çok yazılar baş makaleler yazmıştır. Bunlardan birinden bir iki satır alıyorum:

"Kendisine hiçbir taraftan el uzatılmayan müstesna insana . . . Pek iyi anladmız, nazım hikmet' ten bahsediyorum . (34) " .

.

diyor ve devam ediyordu. Nazım' ın yolunu, düşüncesini övüyor örnek yol gösteriyordu . . . Yine Ahmet Emin 1 949 yılında, Bursa hapishanesinde yoldaşı Nazım Hikmet' i ziyaret etmiş: kendini ve ideolojisini övmüştü . . . Şöyle yazıyordu: "Nazım Hikmet, beni ilk defa kendi hayal alemine kabul etti. Oradaki geniş ufuklara temas neticesinde ömrümün belki en kuwetli heyecanlarından birini duydum . Ve çok derin haz (zevk) anları yaşadım ! . . . Bunu neden yapıyorum? Çünkü, nazım hikmetle olan (33) A. Emin Yalman : Gerçekleşen Rüya. İst.- 1938. Tan Matbaası. Sayfa 132 (34) A. Emin Yalman : Fikret ve Nazım Hikmet. Vatan Gazetesi 19.06. 1953

85


konuşmamdan fayda gelecek ve neşretmekten fayda gelecek, kendisine de zarar gelmeyecektir. Şairimiz için zorla yaratılan ideoloji hürriyetinin altında çarpan memleket sevgisi (35) ve hususiyetiyle dolu kalbi vatandaşlarına (36) olduğu gibi tanıtmam bir hizmet olduğuna kani bulunuyorum." Diyor ve yoldaşını şöylece övmeye devam ediyordu: "Nazım Hikmet haksız yere hapsedildi, yazık oldu .. Bu son satır bile Ahmet Emin'in ne kadar bir mel'un olduğunu ve Türk Devleti' nin bütün şekline, kanunlarına ve bütününe karşı olduğunu göstermektedir. "

Atatürk devrinde nazım hikmetin hapsedilmesini bir haksızlık olarak vasıflandırması Atatürk'ü de töhmet altında bırakmaktan çekinmeyen Ahmet Emin'in yüzsüzlüğünü de ortaya koymaktadır. Üstelik yoldaş Nazım' ın Moskof ajanı (37) olmadığını ve olmayacağını söylemekten sıkılmıyor ve şöyle devam ediyordu: " 1 2 yıldır suçu olmadan hapis cezası çeken şairin geniş ufukları . (38)" şeklindeki sözleri ile de yalan söylemekteydi. .

Halbu ki, başka yazılarında Türk vatanseverlerini, Türk Milliyetçilerin; İslami kurumlar ile dinine bağlı olanları şiddetle eleştirerek onları; faşist, kafatasçı, ırkçı, gerici ve yobaz olarak vasıflandırmaktaydı. Kısaca adam, nazım hikmet'ten çok daha ilerde ve bilinçli bir vatan haininden başka birşey değildi. Ahmet Emin' in bu müthiş ihanetlerini şiiri içinde özetleyen şair ve "Neyzen" Teyfik şöyle bir dörtlük kaleme almıştı:

(35) Vatan sevgisinden maksat Rusya sevgisidir. Başkası olamaz elbette. (36) Vatandaşlan ancak Rusya' daki yoldaştan olabilir. (37) A. Emin Yalman : Nazım Hikmet'le mülakat. Vakit : 20 Ekim 1949 (38) Vatan Gazetesi : 20 Ekim 1949

86


Şu bizim habis dönmedolap Ahmet Emin, Ehli namusa çamur atmaktadır. . . Ne Etıbba, ne hukuk eyledi kar, Milleti birbirine katmakdadır. Bu dörtlük, bugün de Ahmet Emin' in yolunu izleyenler için bir ibret levhası ve düşünme vesilesi değil m idir? Anlayan olursa . . .

1 MAYIS MESELESİNİN İ Ç YÜZÜ 1880'li yıllarda bir kısım yahudiler kapitalizmin ve altın ticaretinin öncülüğünü yapıyor, diğer taraftan sınıf kavgasını körüklüyor, dünyayı kana boğacak olan komünizmi hazırlıyorlardı. Beynelminelci bir anlayış içerisinde kend i vatansızlıklarının acısını milletleri iç savaşlarla, kan döktürerek çıkarmaya ve insanlığı kar�nlıklara sokarak çıkarıyorlardı. Bu işte, ezilen sınıf olarak bilinen işçiler kullanılmaktaydı . . Bir Fransız sendikacısı olan Marxist Lavigne'nin teklifi üzerine 1 889 yılında Paris'te toplanan ikinci Enternasyonalın 1. Kongresinde 1 Mayıs "İşçi Bayramı" olarak kabul edildi. Yani, bu işçi bayramıda yahudinin doğurduğu bir gayri meşru çocuktur. Marxist ve Kapitalizm gibi.

Yahudi bir pislik doğurur da Polonya 'lı bir yahudi ailesinden gelme olan nazım hikmetof bunu istismar etmez mi? Lenin peygamberinin ve Stalin tanrısının şakşakçısı kızıl yoldaş zehir kusan şiirinde şöyle diyor: Kızıl meydan bütün ufuklardan geçer 1 Mayıs' ta Kızıl meydan 1 Mayıs' ta girer bütün hapislere, Hürriyetin yattığı bütün hapislere Kızıl meydan bütiln ilimlerden geçer 1 Mayıs'ta Karın , yağmurun, güneşin altında Dünya 1 Mayıs'ta kızıl meydan olur Lenin' in konuştuğu zaman 87


İnsan hakları ve hürriyetin zerresinin bulunmadığı bir ülkede; korku, sürgün, kan, ölüm, dehşet ve işgence diyarı komünist Rusya'yı; on parmağı milyonlarca insanın kanına bulanmış olan Lenin'i öven nazım hikmetof'un kızıl vicdanı ve kör gibi bakan gözleri; o diyarlarda esir bulunan ve kan ağlayan milyonlarca esir Türk 'ün ızdırabını duyamaz ve göremezdi elbette. Çünkü, damarlarında zerre misali Türk kanı taşımıyordu. Eğer Türk kanı taşısaydı şöyle yazacaktı. Kızıl meydan kan doludur. Çevresi kan kokuludur . . . Hürriyetin kızıl çarmıha gerildiği yer orası ... 1 Mayıs'ta ağlamak gereklidir kızıl vahşete! Lenin ve Stalin'in yarattığı dehşete! . . . İnsanlar gömülür çukurlara zincirleriyle . . . Görüşmeden anneleriyle, çocuklarıya, eşleriyle . . . Esir edilmiş milletlere ait bunca yurt . . . Zalim Stalin hem firavun, hem nemrut! . . Vahşi bir kaplandır Lenin, Stalin aç bir kurt. . . Uyan sende, yut bu canavarları ey uyuyan bozkurt! DİGER YAHUDİ İSİM DÖNMELERİ İlk sahte yahudi dönmesi olan İbni Seleme, Resullah (s.a.v) zamanında meydana çıkmış ve münafıkların başı olarak İslam Dini' ni karıştırmaya çalışmıştır. Sonraları başka sahte dönmeler yine olmuş ve İslam Dini'ne nifak sokmaya çalışmışlardır. Sonraları gelen sahte isim dönmelerinin en önemli ve etki bırakan ikisinden biri Venedikli hekim (doktor) Jacop'tur. Papalık ve papa tarafından görevlendiren bu Jacop güya Osmanlıya sığınıp sahte müslüman olmuş bazı hekimlik işlerinde başarı gösterip Osmanlı sarayına girmeye muhafık olmuştur. Bir müddet sarayda hasta tedavi eden Jacop Fatih Sultan Mehmet Han' ın özel doktorluğuna yükselmiştir. 88


Yakup ismini almış olan adama bir de Paşa'lık ünvanı verilerek Yakup Paşa ismini almıştır. Hekim Jacop' un asıl görevi; İtalya'yı işgal etmeye başlayan Fatih Mehmet Han'ı zehirleyerek öldürmekti. Nitekim bu görevini yerine getirerek Fatih Sultan Mehmet Han'ı zehirleyerek İtalya'yı işgalden kurtarmış, ama kendi kellesini kurtaramamıştır. Şüphesiz en korkunç ve yıkıcı etkiyi yapan Sapatay Zivi'nin dönmeliğidir. İzmir'de üç katlı bir köşkü (40) bulunan Sapatay Zivi "mehdilik" iddiasında bulunmuştu. Müsevilerin şikayeti üzerine Şeyhül­ islam huzurunda yargılanmış, idam edileceğini anlayınca yalandan kelimeyi şaadet getirerek -sözde- müslüman olmuş ve bu şekilde mahkemeyi aldatmıştı. Müsevi şikayetçiler her ne kadar yalandan şaadet ettiğini söyleseler de Şeyhül-İslam "Biz görünüşe hükmederiz" diyerek Sabatay Zivi'nin kellesini kurtarmıştır. Bu defada müsevi cemaati: "Bu şeytanı İzmir'de istem iyoruz sürgün edilsin . . " diye tutturunca Sabatay Zivi İstanbul' a sürgün edilmişti. İstanbul'da bir müddet kalan ve yalan ol�n namazlarına da katılan Sabatay Zivi, güya işi dervişliğe dökerek bir izdivaya çekilmiş ve hayranlarını kabul etmeye başlamıştır. Aslında kendine bağlanan Sabatayistleri kabulleniyor, onları yönlendirip talimat veriyordu. Kendisi takip edildiği için İstanbul'u terkedip Selanik şehrine gitti. Burada Yahudi cemaati oldukça kalabalıktı ve bu cemaatten bir hayli taraftar bularak Sabataycılık tarikatını genişletti . Kendisi, iddiasına göre Adem Aleyhi Selam' ın 18. Ruhu olarak gelmiş bulunuyormuş . . . v.s gibi zırvalar ortaya attı ve de taraftarlarına bunu inandırdı. Hiçbir dini kabul etmiyordu. Musevi olmayan bazı dinsizler daha doğrusu Yahudi olmayan ırklardan bazı dinsizler de Selanik'te cemaatine katıldı. Bunlara "Selanik Dönmesi" dendi. Biz ise, Selanik'li yahudilerden -sözde- İslam Dini'ni kabul edenlere bu adı veriyorduk. İşin aslı ise bu değildi. Sabatay Zivi işi arttırarak Makedonya ve Arnavutluk dolaylarına (40) Bu köşk İzmir' de hala mevcuttur. Bugünkü Sabatayistlerin yazan olan Ilgaz Zorlu tamir edilmemesinden dert yanıyor ve sahte Kıblegahlarını da devletimize tamir ettirmeye çalışıyor.

89


el uzattı ve Arnavutlukta gebertildi ( 1665). Gebermesinden sonra halifeleri türedi ve bu sahte tarikatçılık üç kola ayrıldı. 1 - Yakubiler (Jacobiler) 2- Karakaşiler 3- Kapani'ler (41) Her ne kadar üç kola ayrılmışsalar da Sabatayistlerin inançlarında bir farklılık yoktur. Zamanımızda Türkiye' de her üç koluda mevcuttur. Konu hakkında yazılacaklar çoktur, ancak konumuzun tam içinde bulunmadığı için konuyu kısa keseceğim. Fazla bilgi almak için Prof. Dr. Hikmet Tanyu' nun "Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler" adlı kitabının 1 . Cildinin ilgili bölümünün okunmasını tavsiye ederim. Sabatay Zivi denen dinsiz sahtekar 18 maddelik bir de kanun name hazırlamıştır ve uyunmasını kesinlikle emretmiştir ve hala bu emirlere sıkı bir şekilde bağlı bulunmaktadırlar. Kanun namesinden birkaç maddeyi aşağıya alıyorum: 1 - Sizler ve sizden sonrakiler gerçekten müslüman olmuş gibi müslüman isimleri kullanın . 2 - Devamlı olmasada müslümanların camilerine gidip eğilip kalkınız 3- Oruç tutar gibi görünün ve gerektiğinde iftar yemeklerine katılın 4- Bayram namazlarına katılar görünün 5- Gerekirse müslüman gibi hacca gidin 6- Yahudi ırkından olmayanlarla asla evlenmeyin 7- Yahudi olmayanlara kız vermeyin İşte bu direktiflere uyarak müslüman olmuş gibi görünen, aslı ve ırkı bilinmeyen sahte dönmeler ve anaların torunları olan bu günki Sabatayistler; İstiklal Savaşımız ve Cumhuriyet dönemlerinde son derece bozguncu ve yıkıcı rol oynamışlardır. Özellikle Marxist' im (41) İMF'nin Türkiye ekonomisini düzeltmek için gönderdiği Kemal Derviş bu kola mensuptur.

90


gelişmesinde Marxist solcularını savunmada çok etkili olmuşlardır.

NEDEN HEP SELANİK? Yahudi'den mademki müslüman olabiliyor, neden Selanik'li olmayan bir Yahudi müslüman olmamış? Yani, Selanik o kadar çok dindar bir şehir miydi? Bilakis, tam tersiydi. O halde Salanikli olan bir dönme de yoktur. Sadece müslüman ismi kullanan Sabatayistler vardır. Bunların torunları bugün de Türkiye'mizde bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti' ni doğmadan boğmaya çalışan Ahmet Emin Yalman ve yandaşları ile, sonraki yıllarda yine bu Ahmet Emin ve yanındakiler sonraki yıllarda ya doğrudan komünist olup Türkiye'yi komünistleştirmeye çalıştılar, ya da komünisleri desteklediler. Türk milliyetçilerine faşist, ırkçı diyen; İslam Dini'ni tahkir, tezyif, iftira eden ve ortadan kaldırmaya çalışanların çoğunluğunun Selqnik kökenli sahte dönmeler olmuştur. Bazı önemlilerinin çoğunluğunun Selanik Kökenli sahte dönmeler olduğu bilinmekted ir. Bazı önemlilerinin isimlerini aşağıya alıyoru m : 1- Ahmet Emin Yalman : 1888 Selanik Doğumlu 2- M. Zekeriya Sertel : 1890 Selanik Doğumlu 3- Nazım Hikmet Ran : 1890 Selanik Doğumlu Selanik Doğumlu 4- Sabiha Sertel Selanik Doğumlu 5- Şefik Hüsnü Deymer : 6- Abidin Dino ve Güzin Dino v. s . Bütün pislikler Selanik dönme görünenler.

Dikkat edilirse görülür ki, isim dönmesi Selanik'li Yahudiler; hep gazetecilik, yazarl ık, tiyatroculuk, sinemacılık, yaymcıhk, edebiyat ve sanat dallarına meslek edinmiş; devamlı bu dallar üzerinde faaliyet göstermişlerdir. . . Neden? Çünkü, yıkmak istedikleri Devlet bu sanat dallarmdaki faaliyetlerle kanştmhp yıkılır da ondan. Türk Milleti 'nin dininden soyutlanması, ahlaken 91


çökertilmesi bu sanat dallarmdaki faaliyetlerle mümkün ol urda da ondan . . . Devletin milli birliğinin bozulması bu sanat dallarm­ daki çalışmalarla olur da ondan. Marksizm (komünizm) bu sanat dallarmm faaliyetle­ riyle yayılır da ondan . . . Yahudi (Sabatayist) grubundan başka, Türkiye topraklarında yaşayan başka ırklar yok mudur? En az 6 ırk daha vardır. Belki, bu ırklardan Rum ve Ermenilerin hiçbirinin akılları sabatayistlerin akıl erdirdiği sanat dallarına ermiyor mu? Selanik dönmesi olmayan Yahudiler de mi bu işlerden bir şey anlamıyor? Veyahut, gazetecilik, tiyatro, sinema, edebiyat. . .v.s. gibi meslekler; ticaret sanayi v.s. gibi mesleklerden daha mı çok kazan­ dırıyor? Bu soruların hepsine kesinlikle bir "-Hayır." çekebiliriz. Bu Sabatayistler içinde İsak Alatan, Jak Kamhi, Üzeyir Garih . . . gibi Yahudi zenginleri d e pek yoktur. Bütün bu soru ve b u sorulara verilecek cevaplar başka bir gerçeği ortaya çıkarır. Bu da, Selanik dönmelerinin adı geçen sanat dallarındaki icraatları para için değildir, bir gaye içindir. Yukarda adı geçen Alatan, Kamhi, Garih . . . gibi zenginler bizim normal vatandaşlarımızdır. Bu bakımdan onlar gibiler hiç alınmasın. Ama, Selanik sahte dönmeleri Türkiye'yi her bakımdan yıkmak için dışa satılmış olmalıdırlar, bu bakımdan onlara hiç güvenmiyoruz. Bu isim dönmelerinin hemen hepsi Türkiye'de hukuk, iktisat, felsefe tahsili yaptıktan sonra; Paris-Sorbon Üniversitesinde sosyoloji, felsefe tahsil etmişler ve son tahsilleri Amerika Birleşik Devletleri Kolombiye Üniversitesinde gazetecilik tahsil etmişlerdir. . . Yol İstanbul­ Sorbon-Kolombiya olmuştur. Bu bir tesadüf değildir herhalde. Üç üniversitede tahsil yapmak gazetecilik için değer mi? Bizim Ecevit sadece kolej mezunu olarak gazetecilik yapıyordu . . .

92


Elbette satınalınan kişilerin çok üstün vasıflı olmaları Türkiye'yi yıkarlarken kendilerinin yıkılmamaları için üç üniversitenin bitirilmesi zahmetine değerdi. . . B u sahte dönmelerin konusunu kapatmadan önce bunlardan bir grup olan Sertel' ler grubuna da değinmeden edemeyeceğiz.

M. ZEKERİYA SERTEL-SABİHA SERTEL GRUBU M. Zekeriya Sertel meteryalist felsefe sahibidir. Yahudilik dışındaki bütün dinlerin azılı düşmanıdır. Marksist-sosyalizm felsefe ve propagandasını gazetecilik yoluyla yapmıştır. 1 925 yılına kadar fikirlerini sinsice yaymıştır. Yahudi ırkından geldiği bilinen ve Yahudilikten döndüğünü belirtip öyle görünen, Türkçe isim alan bu mel'anet kendisi gibi Yahudi bir ailenin kızı olan Sabiha ile evlenmiştir. Sabiha da Marksist Leninist propagandasında ileri giden, komünizme hizmet eden bir mel'une idi. Kızları da aynı şekilde ihtilalci, iç savaşçı, marksist-Leninist bir yaratıktı. M. Zekeriya Sertel İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Paris-Sorbon Üniversitesi'nde sosyoloji, ABD Devletleri - Kolombiya Üniversitesinde gazetecilik tahsil etmiştir. Türkiye'ye döner dönmez, marksist ve yıkıcı teşkilatları pohpohlamaya başlamıştır. Ve de Basın - Yayın Genel Müdürlüğüne tayin edilmişti. Halkı ve gençliği etkilemek, Hakk olan yoldan çıkarmak, sapıtmak için ansiklopedi çıkarma yolunu seçmiştir. Önce "Hayat Ansiklopedisi"ni çıkardı. Sonra da "Çocuk Ansiklopedisi"ni çıkararak bu yolla yıkıcı fikirlerini aşılamaya çalıştı. Sonra da "Resimli Ay" yayınlarıyla aşırı din düşmanlığı yapmıştır. Birkaç kere tevkif edilmesine rağmen sinsice gizli veya açık bir şekilde faaliyetlerine devam_ etti. Marksist - Leninist, komünist rusya yanlısi "Tan" gazetesinin 93


sahiplerinden biriydi. Öbür ortağı Ömer Lütfi Dördüncü de Yahudi dönmesi bir aileden gelmekteydi.

Çıkardıkları çok ucuz fiyatlı birçok broşürde Türkiye'de dini, ahlaki, maneviyatı, milli kültür ve ahlaki yıkmaya çalıştı. Tan gazetesi ve matbaasını kullanarak devamlı din ve milliyet düşmanlığı yapan iki Yahudi ortağın bu cadı kazanının kaynamasını durdurmak için sonunda milliyetçi-mukaddesatçı halkımız Tan Gazete ve matbaasını ateşe vererek bu ocağı söndürdü. Daha sonra aldığı emir üzerine olsa gerek Zekeriya ve Sabiha Serteller Türkiye'yi terk edip kaçtılar. Zekeriya Sertel bir müddet Rusya ve peyklerinde dolaşıp durdu ve 1974 yılında geberdi.

Yoldaş nazım hikmetof'un hapisten çıkarılması için çeşitli yollar denendi . 1950 yılında dernekler, marksist kuruluşlar. . . Basın-yayın yoluyla uğraşanlar arasında masonlar, komünistler ve aslen Yahudi asıllı Selanik'li sahte dönmeler çoğunluktaydı . Nadir Nadi "Cumhuriyet" , A. Emin Yalman da ''Vatan" gazetesini temsil ediyorlardı. Bu gazetelerde çalışanlar arasında Kıyam Levi ve Zekeriya Sertel adlı Yahudiler de vardı. Zaten işin başını çekenler de Yahudi idi. "Komünist Partisi" ile işbirliği içinde olan Zekeriya Sertel'in Yahudi asıliı Şefik Hüsnü Deymer ile işbirliği içinde olması ibretle izlenecek bir durumdu (42 ) :

Din düşmanlığı ile dolu broşürleri, insan hak ve özgürlüklerine aykmydı. Millet inanç ve anlayışına da tamamen ters düşmekteydiler. Örneğin, "Din nasıl Doğmuştur?" için "Resimli Ay" dergisine, yine "Din Nedir" ve "Din Niçin Ölüyor?" içinde yine Resimli Ay adlı pisliğe bakmak yeterliydi. Bunlardan birinde geçen şu cümleye bakınız.

"Din yavaş yavaş geçip gitmektedir. . . Nasıl heyecanlı bir destan . . . "

(42) Nazım Hikmet - Peyami Safa Kavgası : Ergun Göze B) Tekin Erer : Kızıl Tehlike. 2 Cilt As Basımevi 1967

94


Oysa ki 1948 yılında kurulan İsrail Devletinin bugün bile şeriat devleti olduğu ve Şeriat ile yönetildiği bütün dünyaca bilinmektedir. . . Okullarda öğrencilere haftada 7 saat din dersi verilmektedir ve ordularında askerlerine din dersi vermek için "Din Subayları" mevcuttur. Dinsiz orduların savaşamayacağını yakın tarihlerde Amerikan Ordusu' nun Vietnam'da ve Sovyet Rus Orduları' nın Afganistan'da uğradığı mağlubiyetlerde görmekteyiz. Düşman dediklerinden kat kat kalabalık ve en modern silahlarla donatılmış oldukları halde yenilmeleri ibret verici bir olay değil midir? . . . Özet olarak şunu söyleyebiliriz ki;

Yahudiler bütün dinlerin düşmanıdırlar. . . Özellikle İslam Dini'nin amansız düşmanıdular. Her fırsat her yerde ve her zaman İslam Dini ve İslami inançlara yıkmaya, İslam ahlakmı ortadan kaldırmaya çahşular. . . Bunun aksini iddia etmek ve hatta düşünmek aptalhğm, ya da ihanetin ta kendisidir. O bakımdan Yahudi veya İsrail dostluğu denen şey efsaneden ibarettir. Ve de Yahud i dostluğuna asla güvenilmemeli ve inanılmamahdır. Şuraya kadar birkaç satırla deği ndiğimiz, dön melerin ihanetinden sonra tekrar aynı meseleye, yani yoldaş nazım hikmet meselesine dönebiliriz.

ORAK-ÇEKİÇ'Cİ NAZIM YOLDAŞ Malum , Orak-çekiç'li kızıl zemindeki bayrak, Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti' nin bayrağıydı. Yoldaş nazım, b:.ı bayrağın en büyük hayranı ve kölesiydi!. . . Bu, kölelik bayrağı için de bir şey yazmadan edemezdi. . . İşte, yoldaşın birkaç satırlık yır' ı :

95


Haydi-İşçi çiftçi, Ey çekiç-orak kalk! Marş, marş ileri . . . Bütün yoksul halk. Nazım hikmet için "Türk şairidir. . . " Diyenlere, ben de nazım hikmetin okuduğunuz bir şiirinin başında geçen "Ta . . . Ta . . . Ta . . . " diyorum. Eğer nazım hikmet Türkiye veya Türk şairi olsaydı; o güzelim Ay-Yıldızlı al bayrak için şiir yazardı. . . İşte Türk olan şair, Arif Nihat Asya'nın "Bayrağım" adlı şiirininden birkaç satır:

Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü! Kızkardeşimin gelinliği, Şehidimin son örtüsü! . . . Işık ışık, dalga dalga bayrağım! Senin altında doğdum, Senin gölgende yaşayacağım . . . Dalgalandığın yer de ne korku, Ne keder. . . Gölgende bana d a bana d a yer ver. . . Sabah olmasın, günler doğmasın n e çıkar? Yurda Ay-Yıldızlı bayrağın gölgesi yeter! Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün Kızıllığında ısındık, Dağlardan çöllere indirdiği gün Gölgene sığındık. Sana yan gözle bakanın mezarını kazacağım, Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım . . İşte bir Rus oğlanı şair taslağı ile bir gerçek Türk şairinin iki bayrak için, yani bayrakları için yazdıkları . . . Ne demeli! ''At, sahibine göre eşer." demiş Atalarımız . . . Her insan mensup olduğu millete değer 96


biçer veya verir, diyebiliriz. 1 970- 1980 yılları arasında bu Orak-Çekiç şekillerini nazım hikmetof'un yoldaşı olan çocuk ve torunları her gördükleri düzgün zemine, her yere yazıp doldurmuşlardı. "Kurtuluş" adlı bir komünist örgütün "ş" harfi tam bir Orak-Çekiç şeklindeydi. T.K.P. Marksist­ Leninist ibareleri her tarafı doldurmuştu. Belki 50 çeşit komünist örgüt ve binlerce sloganları mevcuttu. Nazım hikmetof gebermiş, ama arkasında çok kalabalık bir nesil bırakmıştı. Ve bu Sovyet çocukları günde en az 5- 1 O Ülkücü genci öldürerek şehit ediyorlardı. . . yaşlılar da cabası. Bu şekilde 5000 ülkücü ve vatansever şehit edilmişti! . . . B u konu hakkında geniş bilgi edinmek istiyenler lütfen "Düzen ve İsyan" adlı kitabımızı okusunlar, önemle tavsiye ederim. Bıraktığı iğrenç nesil Türkiye'yi kana boğmuş iken, hala nazım hikmetin Türk şairi olduğunu iddia etmek halt yemekten başka bir şey değildir, gafil olanlarda uyanmalı ve gerçekleri öğrenmelidir. Halbuki, yoldaş nazım hikmetof her fırsatta Türk olmadığını ve Slav ırkına mensup olduğunu ileri sürmekteydi. Kansına yazdığı bir mektupta da şu satırları yazmıştı: "Gözlerimizdeki Boğaz mavisi renk (43) Slav kanı taşımamızdan (44) Slav ırkından oluşumuzdandır. . . diyordu. Türkiye' de doğmamış olmakla birlikte 1 0 yıl kadar Türkiye' de yaşamış olması Türk olmasını gerektirmez, bunu biliyoruz. Ama, yaşamış olduğu ülkeye de temiz kan ta�ıyan bir kimse laf getirtmez. Yoldaş h ikmetof ise yediği çanağa pisleyen ve tekrar bu çanakta yiyen tiplerden birisi idi. Türkiye' de başka azınlık ırkları da vardır.. Bu, normal bir olaydır, kınamıyoruz. Bunlar zaten .Yahudi isim dönmeleri hariç- ihanet içinde değillerdir. Böyle bir iddialarının olduğunu da sanmıyorum. Ancak, Türkiye' de ne so�,rsuz itlerin, ne engerek yılanlarının bulunduğunu da biz "

(43 )İstanbul Boğazı' ndaki mavi deniz suyu demek istiyor. (44) Sav : Rus, Sırp, Polonya, Yunan, Belerus v.s ırkı.

97


çok iyi biliriz. Bilmem şu olayı biliyor musunuz? Lozan Konferansı'nda, konferans heyetinin (1. İnönü - Hasan Saka - Dr. Rıza Nur) isim dönmesi H . Cahit Yalçın' ın (45) İngiliz ve Fransızlara casusluk yapması olayı. .. Türk konferans Heyeti; her akşam toplanıp taktik belirliyorlar. . . Ne gibi şartlan kabul edebileceklerini, neleri kabul etmeyeceklerini belirliyor; bunlara rağmen düşman tarafı ne gibi isteklerle zorlaya­ caklarını da tesbit ediyorlardı. Ve de konferans uzayıp gidiyordu . . . Meğer, akşamlan konuşulan meseleleri H. Cahit Yalçın, İngiliz ve Fransız heyetlerinin kaldığı otele gizlice gidip konuşulan meseleleri İngiliz ve Fransızlara anlatıyordu. Yani, casusluk yapmaktaydı. İngiliz ve Fransız heyetleri nelere razı olacağımızı bildikleri için bizden daha çok taviz koparmaya bakıyorlardı. Bir gün, değişik isteklerde bulunan Türk heyetine fena halde kızan İngiliz başbakanı Loyd Corc, Türk heyetine bakarak bağırdı: "- Yahu, siz nasıl bir heyetsiniz? Gece başka şeylere razı olursu­ nuz, gündüz başka şeyleri istersiniz . . . İsteklerinizin hangisi doğrudur?" Türk konferans heyeti (İnönü-Saka-Nur) buz gibi kesilmişlerdi!.. Demekki, konuştuklarını, neye razı olduklarını İngilizler tamı tamına biliyordu. Heyetin üç kişisi birbirinden emindiler. O halde casus kimdi? Türk konferans heyetinden Dr. Rıza Nur, epey bir zamandır H. Cahit Yalçın' dan şüpheleniyordu. Musevi asıllı idi, İspanya vatandaşıydı aynı zamanda . . . Casus ta kendisiydi! Hüseyin Cahit Yalçın'nın yanlarında bulunmadığı bir zamanda haşhaşa vererek bu dönmeyi takibe karar verdiler. Ertesi akşam da, İngiliz-Fransız heyetlerinin kaldığı otele girerken suçüstü yakalandılar. Durumu telsizle Mustafa Kemal Paşa'ya anlattılar ve onun izniyle heyetten kovdular.

(45)Kadir Mısıroğlu : Lozan Zafer mi, Hezinet mi? 98


Bu mel'un sonradan (Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı iken) , Fatih Rıfkı, Ahmet Emin, Refik Halit ile birlikte lSO'liklerden birisi oldu. Bu dört kişi lSO'şer yıl hapis cezası yedikleri için lSO'likler diye anılırlar. Kendilerini bir af kanunu kurtardı.

Tekrar ediyoruz, Türk Topraklarında doğanların ne hepsi Türktür, ne de hepsi Türk dostudurlar. . . Bunu, Türk Milleti'ni soyanlar, Türkiye' den yüzlerce trilyon parayı Türkiye dışındaki yabancı bankalara aktaranlar ve sonra da Türkiye'yi terkedip kaçanlar az mıdır? Örneğin, Türk olmayan Halil Bezmen. .. gibi. Bankaları hortumlayanlar da elbette vatan hainleridir. Soy kütükleri derinleştirilerek öğrenilirse bunların da milletimiz çocukları olmad ıktan anlaşılır. . . Vatan hainlerinin başka türleri de vardır_. BİRÇOKLARI NEDEN YOLDAŞ NAZiMiN AŞIGIDIR? Tekrar Rus-Slav soylu olduğunu iddia eden yoldaş nazım hikmet konusuna dönelim (Düzen ve İsyan: Sayfa 494, 495, 496) "Benim vatanım Ne Türkiye'dir, ne Türkistan . Ne Azerbaycan, Ne Polenez Adaları. Benim asıl vatanım Moskovadır. Vizesi Kalbime kazılı! Ben Sovyetler Birliğinin çocuğuyum. Sizlerden biriyim ben . " Peki , kendisi böyle iken ve bunları söylerken , nasıl uluyor da Türkiye 'de bu kadar seveni, taraftarı, hayranı ve kendisine tapanı olabiliyor? Bu 'i"!Venleri. dostları kimlerdir? Hangi gruplardır? Gördüğümüz kad;:;rı ile bunlar şu gruplardan ibarettir: 99


1- Sabatayistler (Selanik isim dönmeleri) 2J Yehova Şahitleri 3- Masonlar 4- Marksistler (komünistler) 5- Dinsizler ve Ateistler 6- Türk ırkının düşmanları 7- Kendisini tanır, ıayan bilgisiz cahiller ve gafiller. Bu kitap daha çok 7. grubu aydınlatmak ve mel'un tanıtmak için yazılmıştır. Çünkü bu grup, diğer altı grubun menfi, yıkıcı etkisi altında kalmışlardır. Bunlar yılanı öküz zannediyorlar. Bu ilk altı grup aynı zamanda Atatürk'ü istismar eden yalancı Atatürkçülerdir, hiç de söylediklerinde samimi değillerdir. Sırası geldikçe bu konuya değineceğiz. Peki ne diyor yoldaşları nazım hikmetof Atatürk (Mustafa Kemal Paşa) için? Birkaç satır aşağıya alalım: Burjuva Kemal' in omuzuna binmiş Kemal kumandanın kordonuna Kumandan Kahyanın cebine inmiş Kahya adamlarının donuna Uluyanlar. . . Hav. . . Hav. . . Hav. . . Tüüü . . Ey sahte Atatürkçüler, Nasıl? İyi bir benzetti mi yoldaş babanız kendinize göre hayal ettiğiniz Atatürk'ünüzü? Benzetti, benzetti . . Ulan siz Mustafa Kemal Atatürk'ü n e zannediyorsunuz? Milliyetsiz vatansız birisi mi? Dinsiz - Ateist birisi mi? Sabatayist mı, Yehova Şahidi mi? Ülkemizden kökünü kazıdığı masonvari bir satılmış mı? Banka soyguncusu, hortumcu mu? Marksist-Leninist bir uşak mı? .

1 00


Kanı, soyu, ırkı, ahlakı bozuk mu? Seks hastası, fahişe babası bir kanıbozuk mu? Evet, sizler bütün bu özellikleri nezdinde toplayan Atatürk hayali yaratmışsınız ve bu tiplerin toplamı bir kişiliği benimsediğiniz için bu tip bir ata-türkü-nüz vardır. Yoksa sizler hiçbir kere Mustafa Kemal Atatürk' çü asla değilsiniz, asla da olamazsınız! Halkı kandırmaya çalışmayın, ayıpbr. Şimdi yoldaş babanızın yır cinsi şiirine dönelim: "Burjuva Kemal" diye vasıflandırdığı yoldaşa göre Mustafa Kemal Paşa' dır. Omuzuna binen kim? Belli değil. . "Burjuva Kemal" diye vasıflandırdığı Mustafa Kemal Paşa' da 15. Kolordu kumandanı Kazım Karabekir Paşa'nın emirlerine bağlı ve esir imiş! . . . O da benim bildiğim Mustafa Kemal! Ne de bulmuş adamını yoldaşların babası. . . Türk Kurtuluş Savaşı' nın ilk yıllarında, dört yıllık bir umumi harpten bitmiş-tükenmiş olarak çıkan; yoksul, bitkin, perişan necip Türk halkını "Yeni" bir Kurtuluş Savaşına hazırlamak için Mustafa Kemal Paşa'nın Türk halkına yaptığı hitapları, söylediği nutukları köpek havlamasına benzetiyor Rus-Moskof oğlanı nazım hikmetof. Ve de ilave ediyor "Hav. . . Hav. . . Hav. . . " diye. Sonunda Kurtuluş Savaşımızdan ve de Atatürk' ten tiksiniyor da "tüüü" diye tükürüyor. İşte bu iğrenç yaratık sizlerin yoldaş babası ey nazım Hikmet' çiler ve de Atatürkçü düşünce Demekçileri olarak geçinenler. . . Sizler bütün kötülüklerinizi, iğrenç emellerinizi , fuhiyatınızı, soygunzuluğunuzu, dinsiz ve milliyetsizliğinizi, kanıbozukluğunuzu gölgesinde gizleyebileceğiniz başka bir gölgelik, kalkan bulunuz. Lütfen Atatürk'ü bırakınız. O, sizlerden biri olmadığı gibi sizin aradığınız birisi de değildi. Hepsi, katıksız birer nazım hikmetofçu olan -sözde- Atatürkçü Düşünce Derneklerinin hiçbirisi gerçek birer ''Atatürkçü" olamazlar. Bu "olma" şekli eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü bir kimsenin hem nazım hikmetçi, hem de Atatürk' çü olması düşünülemez. Bu hususta bazı gerçekleri ele alalım: 101


Mustafa Kemal Atatürk Eskişehir' de verdiği bir beyanatta şöyle diyordu :

"Türk aleminin en büyük düşmanı komünizmdir. Her şörüldüğü yerde ezilmelidir. " Sizler Atatürk'ün bu beyanatını da işinizi zorlaştırdığı için inkar ettiniz ve gazetelerinizde bile yazdınız.

"En büyük iftiharım, Türk yaratılmış olmamdır...

"

diyor ve Türk "Kurtuluş Savaşının önünde yürüyerek, dağılan impara­ torluktan imkanların verdiği kadarını kurtarıyor. Kurtarılamayan yanıyor! . . . Sizin nazım hikmetiniz (bir nevi atatürkünüz) ise şöyle diyor:

" - Ben asil ve büyük vatanım olan Rusyaya kavuştum. Beni Stalin yarattı. Ben Sosyetler Birliğinin çocuğuyum . . . Sizlerden biriyim . . "

Ey nazım hikmetçiler, siz de nazım hikmetçi olarak nazım hikmetin dediği misiniz? Eğer öyle iseniz lütfen "Atatürk" adını bir daha ağzınıza almayın, bu isim kirlenmesin . . . Bunlar gösteriyor ki:

Nazım hikmetofu bilinçli olarak sevenler, ya da hayranı olanlar asla ve hiçbir şartta "Atatürk'çü" değillerdir, olamazlar da. Bizim Karadeniz bölgesinde eskilerden kalma bir fıkra vardır ki şöylecedir: Hrıstiyan eski bir vatandaş, bir kuşun kilise hacına pislediğini görünce elindeki av tüfeği ile kuşu öldürür ve kuşun ölüsüne şöyle der: -Haçan müslüman kuşusun haça ne konarsun? Haçan hristiyan kuşusun haça ne siçarsun? Türkiye' deki nazım hikmet' çileri 7 gruba ayırrnışbk. 7. grupta olanlar da eskiler ve yeniler olarak vasıflandırılabilir. Yenileri, daha çok eski marksisitlerden öğretmen olanlar yetiştirilmişlerdir. Bunlar 1970 yılından sonra doğan nesli meydana getirirler. Lise sonları ile üniversite öğrencilerini teşki ediyorlar. Eski bir öğretmen olarak çok iyi biliyorum 1 02


ki, öğrenci ne yaşta olursa olsun öğretmenlerinin söylediklerine inanır ve

genellikle bunları doğru kabul ederler. Kötü niyetli öğretmenler de öğrencilerin bu zaafından istifade etmişler ve 1965- 1980 yılları arasında milyonu çok aşkın marksist veya inançsız-milliyetsiz, isyancı bir güruh yetiştirmişlerdir. Bunlar yapılarken 1970'li yıllardaki durumlarını gizlemiş, kendilerini kamufle etmişlerdir. O bakımdan bu yeni nesil şimdiki öğretmenlerinin moskova uşaklık yaptıklarının, bir iç savaş başlatarak Türkiye'yi parçalara bölmek istediklerini bilmezler. Bunlar 1965-1980 yılları arasında devam eden marksisit satılmışlığı nazım hikmetçilerin işledikleri cinayetleri, 5000 Türk evladını nasıl kahpeçe sırtlarından kurşunlayarak şehit ettiklerini bilmiyorlar. Bu komünist çetelerin elebaşılarının, "Merkez Komiteleri'nin Türkiye'yi: 1 - Marmara Sovyet Cumhuriyeti : Başşehri İstanbul 2- Ege Sovyet Cumhuriyeti :Başşehri İzmir 3- Akdeniz Sovyet Cumhuriyeti : Başşehri Antalya 4- Kilikya Sovyet Cumhuriyeti : Başşehri Adana 5- Kapadokya Sovyet Cumhuriyeti : Başşehri Ankara 6- Kürdistan Sovyet Cumhuriyeti : Başşehri Diyarbakır 7- Ermeni Sovyet Cumhuriyeti : Başşehri Erzurum 8- Lazistan Sovyet Cumhuriyeti : Başşehri Trabzon olmak üzere Türkiye'yi 8 Sovyet Cumhuriyetine bölerek Sovyet Rusyaya bağlamak istediklerini ise hiç duymamışlardır. Ama, marksist öğretmenleri ve doçent-profesör hocaları bu işlerin içinde ve başında idiler. . . Şimdi de diğer gruplara birkaç kelime ile değinelim :

Marksistler: Bunlar hakkında bir hayli bilgi vermiştik. Burada iki hıyanet belgesini ele alacağım bu yaratıkların komünizm uğruna ne kadar alçaldıklarını iğrenerek izleyeceğimizi biliyorum. A)Yunanlılara karşı verdiğimiz İstiklal Savaşından kalma bir 103


marş vardı: Gün doğdu hep uyandık Siperlere dayandık İstiklalin uğrunda . Alkanlara boyandık Ülkemiz Türk ülkesi Aşık eder herkesi Üstümüzden eksilmesin Ay-Yıldızın gölgesi Bu güzelim Türk marşını şu hale sokmuşlar ve kendilerinin marşı olarak söyleyip geziyorlardı: Gün doğdu uyandık Siperlere dayandık Sosyalizmin uğrunda Kızıl kana boyandık Ülkemiz halk ülkesi Yüksel devrimci sesi Üstümüzde dalgalansın Orak-Çekiç gölgesi Burada sadece şunu belirtmek isterim ki "Orak-Çekiç"li bayrak komünist Rus İmparatorluğunun bayrağı idi . Satılmışlığın gerisini siz anlayınız . . . İkinci iğrenç satılmışlığa bizzat şahit oldum? Giresun Eğitim Enstitüsünde görevli iken, devrimci karıların , namıdeğer dişi devrimcilerin şu sözlerle marş söylediklerine şahit oldum : Din neymiş, tarih neymiş boşverin safsataya Tarihta kahramanlık denilen palavraya Osman Gazi de kimmiş, kim bakar Mustafa'ya Selam Lenin, Kosigin, Stalin ve Mao'ya Davranın yoldaşlarım, sol yumruklar havaya . . .

1 04


İşte satılmışlığın en aşağılığı! Peki, "Mustafa"da kimdir? diyeceksiniz? Söyleyelim: Mustafa Kemal. Her zaman istismarını yap­ tıkları "Atatürk" ve de bu iğrenç marşı da söyleyen dişi devrimciler, devrimci yetiştirmek için ırzını kullanan dişiler bugün evlatlarınıza öğretmenlik yapmaktadırlar! . . . Başka ne diyelim ki? . . . B u fakir millet, devrimci karıları yediriyor, içiriyor, yatakha­ nesinde yatırıyor, öğretmenlere maaş vererek okutuyor. . . Onlar da yukarda gördüğünüz lanet şiiri marş olarak okuyorlar. "Osman Gazi"yi geç, tarihimizi inkar ediyorlar. Mustafa (Mustafa Kemal) hiçbir şey değilmiş . . . Selam olanlar ise malüm : Komünist İhtilali' nin Lideri Lenin, Türk kasabı canavar Stalin ve Rus komünist imparatorlarından Kosigin . . . Şiire uymadığı için Kruşçov, Podgorni, Brejnef, Kamaniev v.s. ye selam gönderemem işler, yazık talihsizliğine bu dişilerin . . .

Sabatayistler : Bunlara, Selanik isim dönmesi Yahudiler demek de mümkün. Bunlar, merkezlerinden aldıkları emirler üzerine hareket ederler. Çok maksatlıdırlar. Nazım hikmetin de aşığı değillerdir, onu sadece kulla­ nırlar. Bunlardan Ahmet Emin Yalman, Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Ömer Lütfü Dördüncü, Şefik Hüsnü Deymer, Prof Macit Gökberg . . . gibileri önde gelen isimlerdendi. Özellikle Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra dıştan verilen emir gereği Ahmet Emin Yalman basında harekete geçerek Anadolu topraklarında bir Kürt, bir de Ermeni Devleti kurdurmaya ve bugünkü Türkiye' nin topraklarının yarısını bu kurdurmak istediği iki devlete verdirmeye çalıştı . O bakımdan Ahmet Emin Yalman, nazım hikmet denen yaratıktan çok daha büyılk bir vatan haini idi . . . Sabatayistler 1 9 . yüzyılın yarısından itibaren özellikle eğitime el atmışlardı. Bu okullarında yabancı dil (İngilizce, Fransızca) eğitimine önem verdikleri için çok taraftar bulmuşlar, özellikle zengin aileler çocuklarını bu paralı okullarda okutmuş, sonra bu Sabatayist okul yöneticilerinin tavsiyesi üzerine Avrupa ve Amerika' da kendilerinin 1 05


hakim olduğu (Sarban Üniversitesi-Kolombiya Üniversitesi) üniversite­ lere göndertiyorlardı. Tabii bu üniversitelere giden öğrenciler Sabatayistler tarafından işlenerek dinsiz, vatansız, ateist ve aynca dinimizin, ahlakımızın düşmanı ve de bütün inanç sahiplerine düşman kesiliyorlardı. İşte '�Jon Türkler" denen Türk asıllı olmalarına rağmen Türklüğe karşı direnen Sarban - Kolombiya v.s. üniversitelerinin mezun­ ları idi ve bunlar Sabatayist teşkilatlan tarafından yetiştirilmişlerdi. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlannda Osmanlı İmparatorluğu­ nun içerisinde faaliyet gösteren okullarının ismi "Feyziye" okulları idi. Sonradan "Işık" lisesini kurdular ve şimdi de "Işık üniversiteleri vardır. Mustafa Kemal, bu "Feyziye"okullarında okumuştu . Ancak, Manastır' daki askeri liseye devam edip askeri terbiye ile yetiştiği için Sabatayistlerin isteğinin tam tersi olarak Türkçü bir subay olmuştu. ·

Sabatayistlerin okulları bugün de milletimiz için tehlike olmaya devam etmektedir. Bunlara dikkat etmek gereklidir. İki adet de dergi çıkarmaktadırlar. Birisinin adı "Sosyal Tarih" . En önemli yazarlarından birisi de Ilgaz Zorlu adındaki isim dönmesi bir Yahudi'dir.

Ataistler : Allah'ın (c.c} kabul etmeyen sapık bir grupturlar. Atatürk'çü geçinir ve onu istismar ederler. Nazım hikmete yandaşlıktan, onun Allah' ı kabul etmemesindendir. Bir yoldaşı nazım hikmeti şöyle vasıflandırmıştı: Önderdi o Hudutsuz Allahsız bir baştı o Bir yoldaştı o Bu satırlarla Sovyet çocuğu Nazımı tama yakın birşekilde tanımlamıştı şair taslağı yoldaşı. Yoldaş olarak da demek böyle oluyormuş . . .

106


İşte bundan dolayı ateistler nazım hikmeti tutarlar. Ama, bunlar Sabatayistler yanında çok ehven-i şer kalırlar. Doğrusu, çoğunluğu kendi hallerindeki dinsizlerden ibarettir.

NAZIM HİKMET'İN ŞAİRLİGİ MESELESİ Türkiye' li ateistler, Sabatayist ve Marksistlerin nazım hikmet nam bu mel'un Türk düşmanı, vatan haini Moskof oğlanını tutmalarının iki önemli sebebi vardı: Bunlardan birisi komünist oluşu, diğer biri de din tanımaması idi . Bu gün de durum aynıdır. Elbetteki nazım hikmeti tutuş ve sevmeleri kaliteli, sanatkar bir şair oluşundan dolayı değildi.

Nazım hikmet şiir sanatına vakıf olmadığı gibi, şiir diye karaladıklarının hiçbirisi de komünistlik, satılmışlık . . . zırvalamaktan başka hiçbir estetiğe sahip değildi. Sanattan tamamen yoksundu. Üstelik, şiir cinsinden olduklarını kabul ettikleri alt alta dizilmiş saçmasapan birkaç kelimelik satırları Marksist zihniyete hizmet eden ve Türk düşmanlığı kusan pisliklerden ibaretti. Türk şiir türlerinden gazel, kaside, mesnevi, terkib-i bend, terci-i bend, tahmis, rübai, tuyuğ, şarkı, koşma . . . ve diğerlerinden habersiz olan birinin alt alta dizdiği satırlara şiir ve yazarına şair mi denir? Kafiye yok, ölçü yok, teşbih yok, cinas yok . . . peki yazdıklarında ne varmış ki? Haaa. Şunlar var: Dinsizlik, komünistlik, satılmışlık . . . Hatta beyinsizlik. Tabii ki, Türkiye'li komünistler ve genç komünist m ilitanlar ile solaklar -salaklar- asalaklar nazım hikmet denen bu Türk düşmanına, seviyeli bir sanatkar ve gerçek bir şair olduğu için elbette tapmıyorlar. . . Onlar, b u mel' unun, Türkiye'li komünistlerin öncüsü olması ve bir ömür boyu Türk Devletini yıkmaya çalışmasından dolayı bu kadar nazım hikmete hayrandırlar 107


Eğer seviyeli, sanatkar şairleri sevecek olsalardı Yahya Kemal, Mehmet Akif, H. Nihal Atsız, Arif Nihat Asya, Necip Fazıl, Abdurrahim Karakoç. . . gibi şairleri severlerdi . Ya da bunlardan birinin hayranı olurlardı. Bunları sevmezler, sevemezler. . . çünkü, bunlarla ırkları da dahil her bakımdan, inançları bakımından . . . v.s. ters düşerler. Bunların ağababaları olan Ahmet Emin, Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel. . .de, yukarda adı geçen büyük Türk şairleri aleyhinde, "Putları Yıkıyoruz" başlığıyla "Tan" gazetisinde bir aleyhte karalama kampanyası başlatmışlardı. Kustukları hezeyanlara kimse itibar etmemiş bilakis Türk halkı bu tip bir iğrenç karalamaya fena halde kızmıştı. Tan matbaa ve gazetesinin yakılmasının bir sebebi de bu olaydır. Aradan seneler geçmiş. . . "Nazım Hikmet - Peyami Safa" kavgasını andıran ve inananlarla inanmayanların kavgası devam etmiştir. 1975-76 yıllarında ben Trabzon Öğretmen Okulu Müdürü iken, m arksistlerin üç öğrencinin (Ülkücü) boğazların ı ustura ile kesmelerinden sonra, öğrenci dolaplarında bir arama yapmış ve çok geniş çaplı komünist belge ele geçirmiştik. Bu belgeler arasında, çok sayıda komünist öğrencinin -sözde- hatıra yazıları vardı. Yoldaş Aydoğan' ın Hatıra Defteri adını verdiğimiz Aydoğan Arı isimli Fatsa'lı bu öğrencinin defterinde pekçok yoldaşın İhtilal-marksist yazıları m evcuttur. Bu deftere uzunca bir yazı yazmış olan Karaman' lı bir yoldaş öğrenci olan Yakup Zengin, etkili bir komünist yazısı yazmış bulunuyordu. Bu yazıdan birkaç satırını aşağıya alıyorum: " - Yoldaşım , Devrim kan ister, can ister. . . İsteroğlu ister. . . Kan akıtacağız, gözlerimizden kan fışkırtarak. . . Devrimin zamanını saptamak gerek, ne dersin yoldaş? . . . . İmam köyde kanlarımızı yapadursun . . Biz varmışız ellinci yılına . . İmam bu işi yapa yapa ustası olmuştur. . . Sonra bir piç doğurur kan . . . Bir de Mehmet Akif gibi bir gericinin şiiri de hala İstiklal Marşı olarak okunuyor. . . . "

1 08


Görüldüğü gibi yakup zengin de dedeleri yerinde olan Ahmet Emin, Zekeriya Sertel ve nazım hikmetof'un yolunda devam ediyordu . . . Ve de bu Yakup öğretmen olarak görev yapmaya devam etmektedir muhakkak. . . Yoldaş nazım hikmet' i n şairliğine gelince: Yoldaş'tan birkaç satır alarak şairliği ( ! ) meselesini, benim bazı şiirlerimden kısımlar alarak inceleyelim ve okuyucuların takdirine bırakalım. Nazım yoldaştan komünistlik kusan ve fakirlik demagojisi yapan birkaç satır: İkiyüz metreden İki sineğin çiftleşmesini Gören gözüm elbette gördü İki ayaklıların ikiye ayrıldığını Bunlardan hangisinden Olduğumu öğrenmek istersen Başını cebime sok Oradaki kara ekmek Sana doğruyu söyler. Buyurun cenaze namazına! . . . Bu birkaç mantıksız düzyazı satırı şiir oluyormuş, hikmetof da şair! Polonya asıllı büyük dedesinden ve Fr�nsız dedesinden maalesef "paşa" torunu olan yoldaş Osmanlı Ülkesinde kara ekmek hiç görmemişti, zengin aileye mensuptu . Kara ekmeği, Cenneti olan Moskovada "komünist Teori Üniversitesi (Kutv) talebesi iken yemiş. Kendi şiirindeki kesin itirafıdır bu. Satırlarında mantık ve şiire benzer bir taraf görünmüyorsa da sefalet istismarı var. Ama kara ekmeği kendi Cennetinde yemiş, bunda kapitalislerin değil kendi sosyalistlerinin suçu var. . . Şairlik iddiam olmamakla beraber, benim "Rübai" lerimden birini alalım :

109


Zakir ve Zikirsizler Gerçek zakir, zikirsiz dem kabul etmez . . . Engel bilmez, yürür Hakk' a kem kabul etmez! İman yoksa vücutta; o, olmuştur kadavra . . . Ölü ceset, elbette ki, e m kabul etmez. Şimdi, söylesin bakalım nazım hikmetof'u büyük { ! ) şair ilan eden art niyetli satılık salatalıklar, bunların hangisi şiir? Yine yoldaş nazım' dan alt alta birkaç satır: 24 saatte 24 saat Lenin 24 saatte 24 saat Marx 24 saatte yüz dirhem kara ekmek 24 saatte 24 saat tüfek talimi 24 saatte on ton kitap Buyurun bir cenaze namazına daha . . . Bu satırların neresi şiir yahu?! Moskova'daki Komünist Teori Üniversitesi KUlV'daki çileli hayatını anlatan satırlardan birkaçı . . . Be kanıbozuk, sana kim demişti ki, Türkiye' den kaçarak sahte cennetinde bu açlığı ve çileleri ç�k? Sen kimlere dert yanıyorsun? Kendin ettin kendin buldun. O kadar. Şimdi benim başka bir "rübai"mi alalım:

Cahil Mektepli Okumuş . . . ama, kalbinde imanı yok! Onu, mektep okumuş .. bir irfanı yok! Hi-şey. . . diyerek laf ederse de kem-küm, Hakk' ı batıldan ayaracak ;z' ahı yok.

1 10


Bunların değerlendirilmesini nazım hikmetof'un Marxistlerine bırakıyorum. Dürüstlüklerine güvenilmez, ama dürüst olmaya çalışarak karar versinler, yeter. Yoldaş nazım' dan itiraf ve öğünme içeren birkaç satır: Lehistan' dan gelmiş dedelerimden biri Lehistan' da (Polonya) millet Sosyalizmi kurmakla meşgul Göğsümüzü kabartmıyor değil Dedelerimden birinin Leh'li oluşu. Söyleyin bakalım dönmeler, masonlar, Yehova Şahitleri, komünistler ve salaklar-asalaklar. . . Bu satırların neresi şiir? Bu satırları yazan şair çömezi neyin şairi olmuş? Bu defa yine bir dörtlüğümü alıyorum: Ey mevt-i müharrik! bize uyan da gel, Batıl yolu terket, Hakk' a dayan da gel. Umutsuzu Nur' a kavuşturur Zikrullah yolu! . . . Cehennem yakmadan, İlahi aşk'la ycın d a gel. Bu kıtanın da hikmetof yoldaşın yazdıkları ile kıyaslanmasını yine yukarda künyelerini belirttiğim gruplara bırakıyorum. Bu gafil Türk düşmanlarının değerlendirmesine de razıyım . -Yoldaş nazım' dan şiir diye yazılmış bir zırva daha: Senin 1 Mayıslannı gördük Uğultularla duyduk Kocaman çan gibi Haykıran Troçki'yi Ne demek istedi ben anlamadım: Belki nazım hikrnetof'çular anlatsınlar ve bu satırların şiir olup olmadğını söylesinler. Bu, rukürülecek satırların hangi tarafı şiir, lütfen söyleyin yoldaşlar! . . . Son olarak, bahtsız-dertli eski bir arkadaşım olan Hayri Karaali'ye serzenişte bulunan beş kıtalık bir şiirimden, tam 50 yıl önce yazdığım halde hafızamda kalan üç kıtalık kısmını aşağıya alıyornm. 111


Feleksiz Hayri Karaali'ye Bu kışın bahan yok mudur gelse, Gönlünün çiçeği açsa bağında. . . Garibim, nasibin acı ecelse, Gelmesin, isteme gençlik çağında. Gün doğar ellere, bize geceler! Gece öten baykuş elem heceler. . . Gariptir, çözülmez b u bilmeceler! . . . Girtab' a düşersin suyun, sağında. Gama düşmüş iken ne yaptın? Düşün ! . . . Galiba yoktu d a hayat görüşün . . . Gülmek miydi, ağlamak mı gülüşün? Bu düğümü bul, çöz ecel ağında Şimdi söyleyin bakalım, yukarda isimlerini zikrettiğim güruhlar, Nazım hikmetof şair yamağı olabilirse, ben ne olurum? Şair-i muazzama elbette. Hele sizlerden birazcık birisi olsam, beni nazım' a peygamber yaparsınız ve Lenin köpeği ısgartaya çıkar; öyle değil mi? Kesin olarak söyleye bilirim ki: Nazım Hikmet'in şairlikle ilgili hiçbir tarafı yoktur. Komünist ideolojisi ve satılmışlık kusan birkaç satır karalamakla, bir takım kelimeleri altalta dizmek suretiyle kağıt karalamak şiir olmadığı gibi bu i§i yapan da şair olmaz. Nazım Hikmet' e malederek yazdığınız birkaç şiir müsvettesi eklense bile bu mümkün değildir. Anladınız mı durumu? Nasıl, sizleri evirip-çevirip benzetebildim mi? Yoldaş nazım hikmetof şair imiş! Hem de büyük! . . . Bu sözlere kargalar da güler. . . Nazım hikmetof olsa olsa iyi bir komünist, büyük bir Türk düşmanı ve en büyük bir b.k olur, o kadar. NAZIM HİKMET RUS-SOVYET VATAND.6.ŞI OLlNOR Acaba, son K.G.B. Başkanı (Rus Gizli Casusluk Teşkilatı) Hruş­ çov eliyle Moskova (Sovyet) gizli belgelerinden elde edilen (Milliyet 1 12


Gazetesi Moskova muhabir Cenk Başlarnış' ın satınalrnası ile) aşağıdaki belgeleri gördükten sonra, Türkiye'li bir takım güruh yine nazım hikmetof' a tapacaklar mı? Eğer yine tapacaklarsa, bunların soy kütüklerini irdelemek gerekir. Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi (SBKP-MK.) gizli arşivlerinde nazım hikmet Borjensky ile ilgili bir hayli belge bulunmaktadır. Bunlardan birisi Kiril Harflari ile (Rus alfabesi) yazılmış ve Rusça aslından tercüme edilmiş olan mektup-dilekçe metni aşağıda bulunmaktadır. Bu dilekçe-mektup, o zamanki Rus-Sovyet İmparatorluğunun diktatörü Nikıta Sergeyeviç Kruşçov' a yazılmış bulunmaktadır. Dilekçe­ mektubu aşağıya aynen alıyorum:

"Saygıdeğer Sergeyeviç Kruşçov, 1 9 yaşımdan beri yalnız kalbim ve kafamla değil, geçmişim ile de Sovyetler Birliğine bağlıyım. Bolşevik Partisine (Komünist Pariisi) ilk olarak 1 923 yılında üye oldum. Ardından, 1 924'te, yine Moskova'da iken Türkiye Komünist Partisine üye oldum. 1 925 yılı başında, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ni bitirdim, ve parti işleri için Ankara'ya gittim. Ankara' da yeraltı çalışmaları gösterdiğim (46) için, gıyabımda 15 yıl hapis cezasına çarptırıldım. Sonra, yine Moskova 'ya döndüm . 1 928 yılında Türkiye'de parti işleri (47) ile uğraştım. O zamandan 1950 yıhna kadar toplam 56 yıl hapis cezasına çarptırıl�amalarına (46) Oysaki, nazım hikmetin affı için dilekçe yazıp affını isteyen sahlmışlar ile gafiller nazım' ın su�uz olduğunu, "adli bir hataya kurban gittiğini" yazıyorlardı. Burada, nazım hikmetof ileri sürdüklerini yalanlıyor ve suçunu itiraf ediyordu. Türkiye'dekilerden da.ha namuslu idi. (47) Parti çalışmalan dediği, Türkiye' de komünizmin yayılması için yaptığı gizli komünist faaliyetleri ıdl. 1 13


karşı, toplam 1 7 yıl cezaevinde kaldım. Başta Sovyet halkı olmak üzere ilerici insanların (48) mücadelesi sonucu cezaevinden çıkarıldım ( 1950 Demokrat parti umumi affı). Ben, sayıla komünist şairlerindenim (49) Çünkü büyük Ekim Devrimi'nin ( 1 9 1 7 Rusya Komünist İhtilali) beşinci yıldönümünü ( 1 922) Moskova'da kutladım ve şiir yazdım. Sovyetler Birliği Komünist Partisi(SBKP.) 22 . Kongresini de ( 1 939) kutladım, bu nedenle de şiir yazdım. Artık 10 yıldır Moskova'da yaşıyorum. Ailem de yanımda. Bütün Sovyet halkı gibi buradaki yaşama alıştım. Saygıdeğer Nikıta Yergeyeviç Bana yardım edin. Ben Sovyet vatandaşı olmak istiyorum . En iyi dileklerimle, saygılarımla. Nazım Hikmet (İmza) 7 Aralık 1 96 1 " Zavallı Sovyet (Rus) oğlanı nazım hikmet. . . Rusluğa yaptığı hizmetlerin bir kısmını sayıp döküyor, Rus vatandaşı olmak istiyordu! . . . Tabii olarak Rus vatandaşlığına kabul edilecekti. Edildi ve de kendisine emekli maaşı bağlandı. Bu vatandaşlık, elbette hakkı idi. Çünkü, bütün ömrünü Rus uğruna yok olup gitmişti! . . . Ne diyor nazım hikmetof dilekçe-mektupla Sovyet diktatörü N. Sergeyoviç Kurşçov' a?

" 19 yaşımdan beri, yalnız kalbim ve kafamla değil, geçmişim ile de Sovyetler Birliğine bağlıyım." Peki , bizim kanıbozuk soysuzlar n e diyor? (48) İlerici insanlar dediği, satılmış olan ahmaklardır. (49) Eski satılmışlar gibi, bugün de bazı satılmış ve ahmaklar nazım hikmetin ''büyük ( ! ) Vatan şairi" olduğunu iddia ediyorlar! . . . Bu ahmak ve ne idüğü belirsizleri nazım hikmet yalanlıyor. 1 14


"Nazım hikmet büyük bir Türk şairidir. " Kim doğru söylüyor? Nazım hikmet mi? Bizdeki Rus uşağı ne idüğü belirsiz beyinsizler mi?

Nazım hikmeti kendinden iyi bilemeyeceklerinden dolayıdır ki bizdekiler kesinlikle yalan söylüyor ve nazım hikmet' e iftira ediyorlar. . . Sonra, ömrü boyunca komünizme yaptığı hizmetleri sayıp döküyor. Yazdığı şiirleri, Türkiye'de, Türkiye aleyhine yaptığı yeraltı komünist çalışmalarını v.s . gibi . . . Ve daha sonra da Türkiye'li satılmış beyinsizleri tamamen tersleyip ne olduğunu ortaya koyuyor:

"Ben, sayılı komünist şairlerdenim. Çünkü büyük Ekim Devriminin beşinci yıldönümünü Moskova'da kutladım ve şiir yazdım. Sovyetler Birliği Komünist Partisi 22.ci Kongresini de kutladım ve bu nedenle de şiir yazdım. " Bunları, N. Sergeyeviç Kruşçov' a açık bir şekilde anlatıp kendisinin Türkiye ve Türk düşmanı olduğunu açıkça ortaya korken nas!! oluyor da bizdeki satılmış beyinsizler nazım hikmet' in Türkiye, ya da Türk şa;ri olduğunu iddia edebiliyorlar? Doğrusu bu durum şaşılacak bir �:üzsüzli.i k ve en azından büyük bir alçaklık, hatta çukurluktur! . . . Naz;m hikmet:

"Ben, sayılı komünist şairlerdenim . . .

"

Diyor. Ben Türk şairiyim, diyor mu? Peki, Türk şairi olduğu:ıu da nereden çıkarıyorlar?

Komünist şairi olduğunu resmen ilan eden ve Türk olmayan birisinin Türk şairi olması mümkün müdür? " - Ben Türkiye'yi ve Türk vatanını öven Türkiye'ye bağlılık gösteren bir kişiyim . . . " mi söylüyordu nazım hikmet? Doğrusu şunu itiraf etmek mecburiyetindeyim: Bizdeki gayri Türk beyinsiz satılmışların işlerine akıl-sır ermez. Galiba, o bakımdar: biz bu kitabı yazmakla fuzuli uğraşıyoruz! . . .

1 15


Moskof, kendisine yaptığı hizmetlerin ve Türk düşman­ lığı sebeplerinden dolayı devamla Ruslardan para yardımı almaktaydı. Burada, devamlı para yardımı alan nazım hikmet' e para verildiğine dair, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi karan ile belgelenen satılmışlığın balgesini aşağıya alıyoru m :

"S.SCB.KP. Merkez Komitesi 1 9 . Dönem KP. Sekreterliğinin 01 .02 . 1 956 tarih ve 74 sayıla tutanağmdan: 16 G.SSCB. Yazarlar Birliğine: SSVB. Merkez Bankasma: Yazar Nazım Hikmet'e Yazarlar Birliği kanalıyla 10.000 Ruble karşıhğmda 2500 Dolar alma izni verildi. " Bu para nazım hikmete ka�larının rengi için mi verilmişti? Elbette Rus'a hizmeti karşılığı içindi. Elbette nazım hikmet' in "Türk şairliği" için değildi-. . . Nazın:ı hikmet Borjensky, " 19 yaşından beri kafası ve kalbi ile" Ruslara bağlı olduğunu açıklıyor. . . Türk Milleti ile, zerre değil, bir kan atomu bağı ile bulunmayan ve Türk Devleti'ni yıkıp yerine Ruslar' a bağlı bir Sovyet Cumhuriyeti kurmak için ömür tüketen bir nazım hikmet nasıl oluyor da bir Türk "Vatan Şairi" olabiliyor? Bu, tamamen bir "Düzmece Mustafa" hikayesi. . . Türk düşmanları ile satılmışlar ve gafiller utansın. Eğer utanacak suratları var ise tabii. Aynca "geçmişi ile"de, yani ırk olarak da Slav (Rus lrkı)dan olduğunu belirtmekten de geri kalmıyordu. Şimdi; bizdeki satılmışlara, komünistlere, ateistlere, Sabatayıstlere, ahmak ve neidüğü belirsizlere sormak gereklidir:

"Büyük şair, büyük Türk şairi, büyük vatansever (Rus vatana elbette) büyük halksever (Sovyet halkı tabii) nasal olabiliyor?" 1 16


Bu mel'un yaratık, 19 yaşında iken Türkiye' den kaçtığına ve ömrünün gerisini Moskof ve komünizme hizmetle geçirdiğine göre, 1 9 yaşından önce mi, yani çocuk iken mi Türk şairi idi? Bu mel 'anet herif, Türklüğe bir hizmette bulunduğunu iddia ediyor mu? Rus'luğa ve komünizme yaptığı hizmetleri sayıp döküyor. . . Ve sonuç olarak, Ruslara yaptığı uşaklık hizmetlerinden dolayı da Rus vatandaşlığını, çok sevdiği, ve de saygıdeğer olduğunu belirttiği Nikıta Sergeyoviç Kruşçov' dan Rus vatandaşlığına geçirilebilmesi için yakarıp yardım diliyor. Yine de, Türkiye'de yaşamlarını sürdüren satılık-salatalık yaratıklara sormak lazımdır: " - Bu aşağılık yaratığın neresi, hangi zamanı Türkiye şairliği ile geçti ve neler yazdı?

Moskovayı övdüğü gibi, İstanbul 'u ve Ankara'yı hiç övdü mü? Sovyet Rus toprakları için "Asil büyük vatanım, ben bu ülkenin pasaportunu taşıyorum, damgası yüreğime kazılı . . . " Dediği şekilde Türkiye içinde bir şey söyledi mi? Ne zaman ve nerede? Sakın kendiniz bir şeyler dizip bunları nazım babanıza mal etmeyin . . . Buna fena halde kızar! Çünkü, idealistler yalan ve yalakalıktan hoşlanmazlar. O bir komünizm idealistiydi. Sizler gibi riyakar yalaka değildi. Nazım hikmetof'un Nikıta S. Kruşçov'a sayıp döktüğü hizmetler ve Türk Milleti'ne yaptığı ihanetler daha da uzun izahı gerektirir ama, burada bunların üzerinde daha uzun durmayacağız. Bu dünyadan defolup Cehennem'in "Veyi Çukuruna" na gitti. Hristiyanların ölüleri için söylediği "Toprağı bol olsun" deyiminden esinlenerek " - Ateşi bol olsun . . . " demekten başka bir şey gelmiyor elden.

117


RUSYA'YA BAŞKA KAÇANLAR DA VARDI Nazım hikmet gibi, Türkiye'den kaçıp Rusya'ya sığınan; Ruslar' la elele vererek Türkiye ve Türkler aleyhinde çalışmış, ihanet ve zehir kusmuş satılmışlardan da isim olarak bahsetmek gereklidir. Suat Derviş, Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, İsmail Bilen (Kod adı: yoldaş Murat) , Zeki Sastımar (Kod adı : Yakup Demir) . . . gibi azılı komünistlerin Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi kararları ile Ruslardan uşaklık hizmetleri olarak devamlı para aldıkları ve ayrıca bakılma hizmetleri aldıkları belgeleri ile sabittir (Bak : Düzen ve İsyan-sayfa: 497-51 7 ) Ayrıca Sebahattin Ali adındaki bir komünist pislik, Rusya'ya Bulgaristan yolu ile kaçmak isterken "-Dur" ihtarına uymadığı için, bir astsubay tarafından kafasına tüfek tipciği ile vurularak gebertilip Cehenneme havale edilmişti.

Türkiye ile Rusya arasında komünistler daima Paris yolunu kullanmışlardır. Çünkü, isim dönmesi Sabatayistlerin Merkezi buradaki Sorbon Üniversitesindeydi. Zaten Türkiye' de komünizmi yayan ve komünizmi savunanların hemen hepsi isim dönmesi Yahudi Sabatayistlerdi. Bütün haberler ve haberleşmelerin yolu Sorbon' dan geçiyordu. Kuryelerden biri de devamlı Paris seyahatı yapan Fatma Tarı ismini kullanan -sözde- sosyete kadını idi. Sık sık Paris seyahatı yapması siyasi polisin dikkatini çekmiş, takip edilmiş ve sonunda haberleşme kuryesi olduğu anlaşılmıştı. Gizli evrak ve para taşıdığı anlaşılınca takip edilmişti. Evrakların üzerinde olduğu anlaşılınca İzmir havaalanında üstü aranmış ve evraklar bir türlü bulunamamıştı. Sonunda bir komiser bir yeri aramayı unuttuklarını anlamış ve uçak merdivenlerinden indirilerek polis elini kadının cinsi uzvunun içine sokarak evrakları oradan kolayca çekip almıştı (50) .

Türkiyeli komünistler her iğrenç işi yapıyor, vücutlarını 1 18


her işi için kullamyor ve dava lan için kullandınyorlardı. Elbette Türkiye'de kalan pek çok Marksist (Komünist) ve destekçisi vardı . Öğneğin Ahmet Emin Yalman, Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Behice Boran, Mehmet Ali Aybar, Güzin Dino, Hasan İzzettin Dinamo, İsmail Tanıkoğlu , Şevket Süreyya Aydemir. . . bunlardan bazıları idi. Kendilerine "68 Kuşağı " adını verenler eski Marksistler de bir ewelkilerin yetiştirdiği ikinci kuşaktı.

KAÇMAYANLAR DAHA ZARARLI OLDU Yukarda adı geçenlerden Ahmet Emin Yalman "Vatan" isimli vatansız gazetesinde devamlı Türk düşmanlığı, ahlak yıkıcılığı, dini tahkir, din adamlarına iftira etmeğe devam etti . . . Korkunç ve azılı bir İslam Dini düşmanı idi . . . Belki bu, Sabatayist ve Yahudi oiduğundandı. Kaçmayanların bir kısmı serbest mesleklerde çalışırken . büyük bir kısmı da devlet dairelerinde görevliydi . Bunlardan Hasan Ali Yücel uzun yıllar Milli Eğitim Bakanlığı, İsmail Hakkı Tonguç da uzun süre İlköğretim Genel Müdürlüğü yapmıştı. Her ikisi de ateistti . Bunlardan Hasan Ali "Yeni Dünya" adlı uzun şiirine şu iki satırla başlamıştı:

Görmeden inanmak yok dinimizde, Biz bu yeni dinin seferberiyiz diyerek ateist oluşunu açıkça ortaya koymuştu. Türk milliyetçisi ve Türkçü yazar Hüseyin Nihal Atsız, 1 944 yılında, "Orkun Dergisi nin 13-14- l S' inci sayılarında "Başbakan Şükrü Saraçoğlu'na Açık Mektup" adlı yazıların komünistleri eli ile koymuş gibi tarif ediyor ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel için şöyle diyordu: "

(50) Buna benzer bir olay 1976 yılında Trabzon'da meydana gelmişti. KTÜ öğrencisi olan bir devrimci kadının üzerinde silah taşıyıp üniversiteye soktuğu ve üzerinde silah bulunduğu kesinlikle tesbit edildiği halde silah bulunamı­ yordu. Fatma Tarı olayını bilen komiser Ekrem, elini cinsiyet uzvuna götürmüş ve namlusu uzva sokulu olan silahı buradan çekip almıştı. 1 19


Hasan Ali Yücel'in nasıl bir komünist olduğunu en iyi ancak ben bilirim. Sayın başbakanım, yapacağınız ilk iş, Hasan Ali Yücel ' i derhal Milli Eğitim Bakanlığından almaktır. . v .

diyordu. Bu yazılardan sonra Orkun Dergisi kapatılmış ve Hüseyin Nihal Atsız da milli şefin talimatıyla tevkif edilmişti. İsmail Hakkı Tonguç' a gelince, mafya babası değildi, ama çok iyi bir komünist babası idi. Köy Enstitülerinde ismi Tonguç baba diye anılırdı. Bu ikili zamanında Türk Milli Eğitimi' ne büyük darbe vurulmuş; komünizm bunların devrinde dev adımlarla yürümüş ve büyümüştü . Hasan Ali ve İsmail Hakkı Tonguç zamanlarında { 1 940) kurulan "Köy Enstitüleri " kısa zamanda komünizm aşılama ve dinsizlik yuvası haline dönmüştü . İlkokuldan (5 yıllık ilkokul) sonra 5 yıl yatılı, yemek-giyim-kitap­ defter. . . v.s. Devlete ait olmak üzere; kızlı-erkekli beraber okuyan, bina yokluğundan dolayı adeta içiçe yaşayan öğrenciler arasında fuhuş da vardı. Çocuk düşürmeler de oluyordu . Bu okullarda özellikle dinsizlik propagandası yapılmaktaydı. Okulların dahilinde Oruç tutmak ve namaz kılmak kesinlikle yasaktı. Zaten öğrenciler okulların sahası dışına çıkarılmazdı . Devir İsmet İnönü Devriydi. Zaten kendisi de din tanımazdı.

Bundan dolayıdır ki, bu 40 küsür Köy, Enstitüsü'den mezun olan dinden mahrum öğretmenler ekseriyetle solcuydu! Tabii tam Marksist olanları da mevcuttu. Öğrencilerin içinden elbette fabrika hataları da çıkmaktaydı. Bu okullardan mezun olan öğretmenler kısa bir zamanda Marksistleşiyorlardı. Çünkü 5 yıl içinde hemen hemen dinsizleşiyorlardı. Bunu kendimden de biliyorum. 1 947 yılında bu okulun sınavlarına "Allah yardım etsin" diye abdest alıp namaz kılarak girdim ve beş yıl sonra namazsız-oruçsuz olarak çıktım. Dinimizi 1 953'ten sonra okuyarak öğrenmeye çalıştım. 120


Bu enstitü mezunlarının bir de "boynu bükük" durumu mevcuttu . Ortaokul mezunları üç yıllık "Şehir Öğretmen Okulla­ rı ından "20 lira asli maaş"la mezun oluyor ve ellerine 147 lira geçiyordu. Biz ise ayda 105 lira ücretle mezun oluyorduk ve elimize 89 lira 27 kuruş geçiyordu. Üstelik 20 yıl mecburi hizmetimiz vardı. "

Bu şartlar altında ve üstelik dini de kaybolmuş bir gencin Marksist olmaktan başka yapacağı ne vardı? . . . Zaten b u okullarda ortam hazırlanıyordu, Ankara-Hasanoğlan Köy Enstitüsünün binaları bile "Orak-çekiç" şeklinde yerleştirilmişti. Adana-Düziçi Köy Enstitüsünde bir gece Türk bayrağı gönderden indirilerek yırtılmış, yerine orak-çekiç'li Rus bayrağı asılmıştı. Okulda işler çığırından çıktığından bizim okulun müdürü Azmi Gökmen bu okula gönderilmişti.

İSMET İNÖNÜ'LÜ YILLAR TÜRK MİLLETİ İÇİN ÇOK KARANLIK YILLARDI Evet, bu yıllar ( 1938-1 950) , dinsizlik ve Marksizm yıllarıydı.

Camilerde, cami hocaları tarafından Kur'an-ı Kerim öğretmesi kesinlikle yasaklanmıştı. Geniş bir jandarma ordusu meydana getirilmişti ve jandarma birlikleri tarafından sık sık camiler basılıyor; Kur'an öğrettiği veya namaz surelerinin hocalar tarafından ö ğretildi gi takdird e , bu hocalar suçüstü yakalanarak, suç aletleri kabul ettikleri Kur'an Alfabeleri ve Kur'anı Kerim'lerle yakalanarak jandarma karakollarına sevkedilerek önce feci bir şekilde hocalar dövülüyor, sonra bodrumlardaki pis-havasız odalara tıkılıyorlardı. Zülünt bu kadarla kalsa ehven-i şerdi. Ama, ne var ki, her gün bu adamlar ya bu bodrumlarda, ya da karakol odalarına alınarak her tarafları kanla bulaşıncaya kadar tekrar, tekrar dövülüyorlar; ne ağız, ne burun, ne göz sağlam kalıyordu. Bu şekilde günlerce devam eden zülüm işkenceden belki bir ay sonra bu zavallı din 121


adamları mahkemelere sevk ediyorlardı. Adil (!) ve tarafsız mahkemeler tarafmdan üç aydan az olmamak üzere hapis cezasma çarptınhyorlardı. Yalnız bu kadarla d a kalınsa iyi sayılırdı. Günlerce b u masum insanlar aç bırakılıyorlar ve kimselerle görüştürülmüyorlardı. Bu idare işte demokrasi idaresi imiş! Komünist zulümcülerinden bir tek farkı vardı ki, bu İsmet İnönü Devletinin toplama kampları yoktu. 1940'lı yıllardı. Ben de camiye namaz sürelerinden bazılarını öğrenmek için gibniştim. Jandarma camimizi bastı . Fena halde korkmuştum. Jandarmalardan ikisi hocayı yakalamak için içeri dalmış, biri de kapıyı kesmiş. Bacakları uzun ve açıktı. Bu boşluğa dikkatle baktım ve ani bir sıçrama ile bu bacakların arasından fırlayıp kaçtım . Gerisini korkudan düşünecek halim yoktu, kaçmaya devam ediyordum. Sonradan hocanın yakalanıp suç aleti Kur' ani Kerim ile birlikte Of Jandarma Karakolu'na getirildiğini ve de günlerce işkence edildikten sonra mahkemece hapsedildiğini öğrend im. Kendisini de bir daha göremedim . O yıllarda, yani İsmet İnönü'nün cum huriyeti devrinde hocaların maaşlarını Devlet ödemezdi . Halk, hoca için ya kendi aralarında para toplar, ya da buğday-arpa, mısır. . .v.s. gibi ne ekini olursa ondan toplayarak hocaya verirlerdi . Böyle bir dehşet ortamında zaten pek kimse de hocalık görevi yapmak istemiyordu. Çocukluğumda, köyümüz de Mızrab Şeker isminde birisi vardı. Birgün jandarmalar tarafından köydeki evinden alınıp götürüldü. Gidiş o gidişti. Bir daha altı ay sonra köye dönebildi. Uzun olan sakalları da kesilmişti. Suçu mu ne idi? Bugünkü "Allahüekber" şekliyle okunan "Ezan-ı Muhammedi"yi bir yatsı vakti kaçak olarak okumuştu. Cumhur başkanımız olan milli şef İsmet İnönü' nü devrinde ezani Muhammedi yasaklanmış, bunun yerine Türkçe Ezan diye, "tanrı uludur" diye başlayan bir ezan okutturuluyordu. Bu kağıtlara yazılmış ve köylerde imamlık görevi yapanlara, bunlar jandarma karakollarına getirtilerek verilmişti. Erkek isen bundan başkasını oku da karakolda 122


yiyeceğin onbin ton dayaktan sonra kodesi boyla. Ezan, sözde Türkçeleştirilmişti. Tanrı uludur diye başlıyordu, ama, biz bundan hiçbir şey anlayamıyor; "dağlı uludu" şeklinde anlıyorduk ve de dağlının niçin her zaman uluduğunu merak ediyor, hem de bu dağlıya kızıyorduk. Oysaki, "Allahü Ekber" kelamının karşılığı "Tanrı uludur" değildi . Her ne kadar İslam Dini' nden önce, Şaman Dini " nde Türkler tarafından ''Allah" kelimesine "Tanrı" deniyor idiyse de bu isim, "İslam Dini"nde "Allah"tı. "Ekber" ise en büyük demekti. Ulu Hakan , Ulu Atatürk dendiğinde bunlar "Allah" ile denk tutulmuş oluyordu. Ama, İnönü ve adamları için bu farketmezdi. Zaten çokları "Allah'a bile inanmıyorlardı . . . İnönü Devri' nin valileri ve amirleri dinsiz, y a d a zalimlerden seçilmekteydi. Trabzon' da vali olan Refik Koraltan bu dinsiz ve

ırz düşmanı valilerin önde gelenlerinden biriydi. Camilerden ve dindarların evlerinden topladığı binlerce Kur'an-ı Kerim'i, Sülüklü Mezarlığı'nda Jandarma kontrolünde yaktırmıştı!... Ne acıdır ki, bu mel'un dinsiz ve din düşmanı 1 946'da kurulan Demokrat Parti'nin dört kurucusundan (Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koral tan, Prof. Mehmet Fuat Köprülü) biri olmuş ve 1 950- 1 950 yılları arasında T.B.M.M. Başkanlığı yapmıştı. Bu Kur' an yakma olayına bizzat şahit olan bir arkadaşım olayı hatıra olarak şöyle anlatmıştı: "Önce Kur' anlar valiliğin önünde yığılmış, sonra bir arabaya doldurularak yola çıkarılmıştı. Açık alanda yapıldığı için halk bunu dehşet ve nefretle seyrediyor, fakat jandarma korkusundan dolayı hiç sesini çıkaramıyordu! . .. Sonra, bu arabalar (kamyon) birkaç kişi tarafın­ dan takip edildi. Ben de bir arabaya atladığım için Sülüklü Mezarlığına varmıştım. Kur' anlar boş bir alana döküldü, daha doğrusu yere atıldı. Üzerlerine, o gazyağının hemen hiç bulunmadığı zamanda bir ha!)!.i gazyağı döküldü ve ateşe verildiler. Yanan Kur' anlardan kıyıda olan 123


birisi gözüme ilişmişti. Yeni kitap olduğu anlaşılıyordu. Onu alıp kaçmayı düşündüm . Biraz tereddütten sonra usulca Kur'anı alıp arkama sakladım. Jandarma görememişti ama, çocukluk heyecanı ile kaçmaya başlayınca jandarma koşup beni yakaladı. Birisi tokat salladıktan sonra elimden Kur' anı çekip aldı ve ateşin ortasına attı. Allah bu jandarmayı Cehennemin ortasından hiçbir zaman çıkarılmasın! . . . "

Kur'an ve dini kitap yazmak kesinlikle yasaktı . . . Halkın elinde köşe bucakta kalanlar tüketilmeye çahşıyordu. Yani bu devrin (İnönü Devri), Komünist Rusya'daki çağdaşı Stalin Devri'nden pek farkı yoktu. Bunlara rağmen kendisine övgüler yazıyorlardı: Atatürk' ün eşidir. . . Dünyanın güneşidir! Türkiye güneşidir Şanlı İsmet İnönü! . . . Oysaki, şöyle yazılsa zannımca doğru olurdu: Merhametsizliğiyle o idi bir Nemrut. . . Millete doğmıyacak mıydı ufak bir umut! Dini yok etmeye çalışıyordu yöneticisiyle Her birinin kişiliği idi birer Kav' ı Lüt! . . .

Türkiye'd e komünizme benzer bir yönetim uygulanı­ yordu. Kolhozlar (Devlet Üretme Çiftlikleri) kurulmuştu. Bir tek henüz halkın elinden toprakları alanmıştı. Ama devlet halkın işledği topraktan elde ettiği her türlü mahsülden pay ahyordu. Buna vergi adı verilmişti. Halk ne ekerse . . . m ısır, buğday, arpa, fasulye, pancar, ayçiçeği, soğan . . . ve hatta hıyar bile vergiye tabi idi. Kolhoz memurları köylere çıkıp arazi başınada arazinin büyüklüğüne göre vergiyi vuruyordu ve bu vergi olan ekini sırtına yükleyip kasaba veya şehirie'rde İnönü Devletinin görevlendirdiği kişilere, ya da devlet depolarına teslim edecektin. Yoksa kodesi hemen boyladığın gün doğardı . . .

124


Kolhoz memurlan ayrıca köylere çıkarak halkın ahırlarında inek, keçi, manda, koyun, tavuk . . . gibi hayvanları sayar-yazar ve salma denen bir vergi vururlardı. Kolhoz memurlannın köye gelecğini veya köyün aşağı kısımlarına geldiğini öğrenince biz köyün yukansındakiler hemen ahırda bir ve iki inek bırakarak ötekilerin bağlarını çözerek orman içlerine, dikenlikler arasında bir yerlere gizlerdik. Yalnız bunlarla da kalınmamıştı. 18 yaşını doldurup askerliğini tamamlayan erkeklerden yol vergisi olarak 15 lira (Bugünün parası ile bir milyar kadar) alınırdı. Parası olmayanlar azıklarını alarak gidip devlet yollarında bir ay çalışmaktaydılar. Kolhoz ve Gestapo Çavuşları yönetiminde elbette. Bir şair bu vergi furyasını anlatabilmek için ve devlete sitem etmek için şöyle bir kıta yazmıştı: Vergi miktarını o nispette artırmalı ki, Zengin olanlar da züğürt kalmalıdır. . . Yalnız fahişelerden vergi almak haksızlık olur Evlilerden de yaptıkça vergi almalıdır.

İşte memleketin ve halkan hali perişanı! ... açlık, çıplaklık, hastalık. . . sıtma, verem, tifo, frengi, veba ... ülkede kol geziyordu!... Bunlara rağmen İnönü'nün adamları tarafından (C Halk Partisi) soyularak taraftar şairlerine verilmek suretiyle milli (milleri olup bunlar üzerinde dönen) şefleri İsmet İnönü'ye şiirler döşemeye devam ediliyordu:

İnönü'nünde kahraman Tarihte andaş Lozan Hem bilgin, hem kahraman Şanlı İsmet İnönü ... Tabii b u kadarı da yetmezdi. Çok daha yazıldı. Örneğin: Bir dağbaşısın aksacın, alnında bulutlar Gökten Atamın ruhu eğilmiş seni kutlar. . . Biz de bunun sonuna şöyle iki satır eklemi�dk: 125


Ah de güzel yenirdi Şeftaliler, kirazlar, armutlar. . . Bu devirde, bir d e C.H.P zenginleri sınıfı türemişti. Devletin halktan "Ofis vergisi" olarak toplanan hububat ve her türlü mahsül Cumhuriyet Halk Partisi ileri gelenlerine teslim ediliyor, bu adamlar da depolardan çalarak ekini olmayan fakir halka satıyorlardı. İsmet İnönü, bi r şey daha yapmıştı. Paramızın üstünden Atatürk' ün resmini kaldırarak kendi resmini koymuştu. Öyle ya, koskoca bir m illi Şef idi. . .

Hulasa İnönü devri camilerin yıkılmasına, satılmasına, Kur'anın yasak olarak toplatıhp yakılmasma kadar; siyasi ve milli tarihimiz için karanhk bir zulüm devridir ve bu deviri anlatabilmek için en az yüz cilt kitap yazmak gereklidir. Denecektir ki, İnönü Devri ile nazım hikmet arasında ne bağlantı varda burada bize bu devri izah ediyorsunuz? Birçok bağlantı vardır. Halkın hububat ve türlü üretimininden 3 1 0 ile 20 kadarının elinden alınarak depolandığı ve depo bulunmadığın C.H.P'lilerin eline teslim edilerek "Ofis Zenginleri ve soyguncuları "türedildiği bu devirde

üstelik milyonlarca ton buğday - arpa mısır fasulye soğan mercimek . . . . v.s. de depolarda çürütülmüştü. •

Peki. bu k"\dar çok hububat halkın elinden neden alınıyordu? Devletin bu kadar çok hububat ve ekine ihtiyacı m; vardı? Hiç sanmıyoru m . Aynı metod komşu, Bulgaristan' da uygulanmış ve halkı hükG.­ metlerinin istediği o kadar çok hububat ve mahsülü ödeyememiş, so­ nunda Devlete baş vurarak "-Bizim elimizde sizin istediğiniz ka­

dar hububat ve mahsül yoktur. Bu ofis vergisini ödeyemiyo­ ruz . . . Bari topraklarımızı alın ve bizi bu dertten kurtaran ... İşi­ miz de yoktur, para da ödemiyoruz. Devlet bize iş versin " . . .

dediler. Aslen herbiri gizli, ya da açık komünist olan Devlet yöneticileri halkın güya isteklerine uyarak halkın toprağına el koydu ve Bulgari5tan 1 26


bu şekilde komünizme geçmiş oldu.

Türkiye' de de büyük bir ihtimalle, hem de aynı yıllarda, aynı metod uygulanıyordu. Ama, ne var ki, Türk halkı daha sabırlı idi ve de devlete, devletin angaryalarına uzun asırlardan beri alışıktı. Ne sabırsızlık gösterdi, ne de toprağını Devlet'e teslim etti. Böylece de millet için felaket olan bir durum kendiliğinden önlenmiş oldu. İşte durumun nazım hikmetle ve nazım hikmetçi Türkiyeli komünistlerle ilgisinin biri de budur.

NAZIM HİKMETOF'UN TÜRKİYE'DEKİ YIKICI ETKİLERİ Şüphesiz nazım hikmet' i bayraklaştıran Ahmet Emin Yalman ve yandaşlarının Türkiye'de din, töre, ahlak, birlik ve b�raberlik üzerinde çok büyük yıkıcı ve parçalayıcı etkileri olmuştur. Yıkıcı, bozucu, komünistleştirici faaliyetlerde daima bu kanıbozuk moskof oğlanı nazım hikmet bayraklaşbrılarak önder olarak bl!nimsenmiştir.

Her üçü de Yahudi piçi olan Sabatayizm, komünizm ve masonluk üçgeninden aziz Türk Milleti çok acılar çekmiştir ve yine de çekmektedir. Ülkemizdeki bir hayli kanıbozuk satılmış nazım hikmete benzemiş olmak için komünizm şairliğine soyunmuşlardır. Hatta şiir sanatında nazım itinden çok daha ilerilere varmışlardır. Hele il . Dünya Savaşı'nın 1942'den sonraki . dönemi,yani Almanlar' ın yenilmeye başlaması Türkiyeli komünisleri coşturmuş, iyice "zıvanadan" çıkarmıştı. Zaten 1940- 1 950 yılları arasında, Yahudi piçi olan yukarda adıgeçen üç mel'un kuruluş büyümesini tamamlamış, artık meyvasını veriyordu. Bu devrede öğretmen, memur olarak pek çok kişi devlet dairelerinde iş başındaydı. Basın ellerindeydi, istedikleri şeyi istedikleri gibi yazıp çiziyorlardı . Her yıl binlerce marksist veya marksist eğilimli kitap basılıyordu . . . 127


1944 yılında Rus Orduları' nın Alman sınırlarına dayanması üzerine Türkiye' li kanıbozuk komünistler iyice azgınlaşmışlardı. · Artık Rus Ordularının işgal etme sırası-kendilerine göre-Türkiye'ye geliyordu ki bu anlan hepten sevinçten çılgına çevirmiş ve kudurtmuştu. 1 Mayıs 1944'te Zonguldak'lı bir kıvırcık, yazmış olduğu bir ihanet şiirini bir takım yoldaşları ile birlikte işçiler arasında ve şehirde dağıtmıştı. İğrendirici bir satılmışlıkla dolu ve insanı hayrete düşürüp şaşırtan bu şiiri aşağıya alıyorum: Son saat Son saat bu, son saat. .. İçi derin, serin Fabrikalarda İstismar ettiğin, proleterin Bekleği Son saat! Eğilsin artık senin Asırlardır gölgesindEi! Çeşitli hülyalarla oyalandığın Yıldızla hilalin Kızıl ihtilalin Bayrağı önünde! . . . Hangi ülkede olursa olsun ve b u ülkenin asıl sahibi olan milletin başka hangi kavme mensup olursa olsun böyle aşağılık ve iğrenç bir şiiri ekmeğini yediği milletin aleyhine kimse yazmamışbrL . . Bu ne aşağılık davranış, ne kahpelik ve ne yüzsüzlüktü! . Hiçbir kimse, gölgesinde yaşadığı bayrağa böyle bir hakaret yapmamış; ülkesinin, başka bir devletin esareti albna gjrmesini böyle canı gönülden istememiştir! . .. Bu da, ülkemizdeki satılmışlığın ve Türk düşmanlığının nerelere kadar vardığını göstermektedir. Yine Almanların yenilmeye başlaması üzerine, Akçaabatlı olup, soyadım Ruslar'ın "Dinamo Futbol Takımı"ndan esinlenerek "Dinamo" 128


alarak alan Hasan İzzettin denen satılmışmış it "Türkiye Sovyet Cumhuriyeti" isimli iğrenç şiiri yazmıştı. Ve de yıllar sonra Trabzon' a belediye başkanı olan C.H.P'li belediye başkanı Atay nam yoldaşı da bu satılmış Türk düşmanı ve vatan haininin büstünü Trabzon Cumhuriyet Meydanına dikmişti. Bu korkunç vatan hainliği ve Türk düşmanlığı şiirinin hafızamda olan kısmını aşağıya alıyorum;

Türkiye Sovyet Cumhuriyeti Kaldır alnını bak yoldaşım, Öyle hayal-meyal değil İşte çatırtıyor faşizmin belkemiği Doğuda, Hitler' in boğazına takılacak Yağlı ilmiği Sürüp götürüyor Vatutin (52) Orduları Dinyeper, Dinyesterve Buğ ırmağının Üzeri bir asvalt caddedir arbk. . . Gezintisine doyulmaz! . . . Sen de Kızılaslan gibi göster buyunu Öyle süklüm-büklüm durduğunu gören Kahpe vurguncular ve onların hükürr.eti Bırakıp senin nasırlı ellerine Bu güzel memleketi Sıvışsınlar çil yavrusu gibi birer töşeye . . . Çekip alacağız ayağındaki donuna kadar Her şeyini onların! . . . Gömüleceğiz koltuklarına ılık salonların Dışarda yağarken buram buram kar. . . Karışırken Bafra tütünü dumanına. Aziz işçim senin bahtın (52) General Vatutin. Sovyet Rus Orduları Bab Cephesi Başkumandanı

129


Malum, yaralı parmaklarınla ayıkladığın Bafra tütünü kadar karadır! Aziz işçim, Mensucatçım, tornacım ve ateşçim Öyle silkin ki, Senin nasırlı ellerinle Memleketin en yüksek dallarından En alçak dallanna kadar asılsınlar. . . Harikulade bir meyve zenginliği versin! Tarihi, Sultanahmet Meydanı' ndaki "Vak' ai Vak-vakıye" (53) Dahi buna imrensin . . . Aç ve soğuk günlerden kalka habralar Tarihe karışırken Göz kırpaca bize uzak yıldızlar. . . Hülasa, Türkiye Sovyet Cumhuriyeti Yaşama ve gezme hürriyeti için kurulacaktır. Bu uğurda, Karşımıza çıkan Babamız dahi olsa Merhametsizce ve insafsızca Çarmıha gerilecektir. Mel'un vatan haini Hasan İzzettin köpeğinin, yazmış olduğu satılmışlık şirinin yorumunu burada yapamayacağım. Yorumu oldukça çok yer tutar. Bu yorumu okuyuculara bırakıyorum. Sadece şunu belirtmek isterim ki, bu ihanet ve vatan hainliği şiirinden dolayı 4 yıl 8 ay (53) Osmanlı devrinde Yeniçeriler bir isyan çıkararak 30 devlet adamını Sultan Ahmet Meydanındaki bir kavak ağacının dallanna asarak idam etmişlerdi. Bu olaya "Vak-ai Vak-Vakiye" denmiştir. İnsandan meyveleri olan ağaç demişlerdi. 130


kadar bir cezacık yemişti. Ve de Atay denen yoldaşı da bu vatan haininin büstünü Trabzon Parkına diktirmişti, halen de orada bulunmaktadır. İşte bu, Cumhuriyet Halk Partisinin zihniyetini ortaya koymaktadır. . . Oysaki, aynı yıllarda Mehmet Ali Aybar hüküm eti tenkit ettiği bir şiirinde: "İsmet girmedi mi henüz kodese? Kel Ali'nin boynu vurulmuş mudur?" (54) Satarlannda geçen "İsmet" isminden dolayı 4 yıl ceza yemişti. Bu cezayı "İsmet" sözünden gıcık alan "milli şef" İsmet İnönü kendisine verdirmişti. Sağır İsmet, işine geldiği şekilde ceza verdiriyordu. . . Bu beyite 4 yıl ceza verildiğine göre, mel'un vatan haini ve Türk düşmanı Hasan İzzettin' in yazmış olduğu ve her satırı ayn bir ihanet dolu şiiri için en az 101 yıl ceza yemesi gerekmez miydi? Bu da şefin idaresinin adaletinin bir delili değil midir? 1970'li yıllarda da, o zamanın satılmış komünistleri, Dinamo yoldaşlarının şiirinden alıntılar yaparak bildiriler dağıttığını gözlerimizle görmüştük. Dinamo yoldaş 1970 yılların marksistleri için bir ilham kaynağı olmuştu.

(54) "İstiklal Mahkemesi" nam bir katiller çetesinin 2 Ali'sin den biri. Diğeri Kılıç Ali diye anılıyordu! Aslında mahkeme ile ve adaletle ilişkisi yoktu. Devrin gözünden düşen insanlar veya korkulan kişiler "-Dedin" veya "-Yaptın" isnadıyla bu katiller çetesinin huzuruna getiriliyor ve hemen idam ediliyordu. "Burada "-demedim" kabul görmezdi. Hakim yerindeki katillerin "-Dedim" dedimse "dedin" demektir, demesi kafi idi. Gerisi isim tesbiti ve asılmak o kadar. 131



İKİNCİ BÖLÜM



1961 - 1980 YillARINDAKi KOMÜNİST FAALİYETLER Bu yıllar arasında geçen korkunç olayları; lise, üniversite, fabrika ve işyeri işgallerini; kendilerine "Devrimci" adını takan marksistler ile "Ülkücü" nam Türk Milliyetçilerinin mücadelesini; hemen hemen hep başbakanlık koltuğunda bulunan Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit' in davranış ve tutumlarıyla, öldürülen 7000 Türkiye insanının (SOOO' i Ülkücü) hikayesinin siyasi tarihimize kazandırmak için "Düzen ve İsyan" adlı kitabı yazmıştım. Her Türk'ün, özellikle Türk Milliyetçilerinin bu kitabı okumaları gereklidir.

KOMÜNİSIERİN BEKLEDİGİ ANAYASA 1960 Askeri Darbesi'nden sonra bütün kanunlar ve "Anayasa Kanunu" askıya alınmıştı. 1961 yılında, başlarında Prof, Sıddık Sami Onar gibi aşırı nazım hikmetçi birinin bulunduğu bir solcu ve marksist grubu profesörler topluluğu yeni bir "Anayasa" hazırlamış ve "Askeri Yönetim"e tastik ettirmişlerdi. Elbette bu Anayasa komünizme geçit verecek şekilde hazırlanacaktı. Bu Anayasa'nın özellikle 20 ve 2 1 . maddeleri ince bir hesabın ürünüydü: Madde : 20) Her vatandaş istediği gibi düşünebilir ve inanabilir. Düşündüğü ve inandığını söz ve yazı ile yazabilir, yayabilir. Madde : 2 1 ) Herkes düşündüğünü ve inandığını dernek ve topluluklar halinde yapabildiği gibi güzel sanatları da kullanarak yapma hakkına sahiptir. İşte bu iki maddeye dayanan Marksistler büyük çapta faaliyetlere girişmişlerdir. Bu iki maddeye istinaten 1962 yılında marsist solcular önce "Fikir Klüplerini, arkasından "Devrimci Gençlik (Dev­ Genç) teşkilatlarını kurdular. Marksist solcuların duracağı yoktu. Hemen sonra Devrimci Yol (Dev-Yol) ve biraz daha sonra da Devrimci Sol (Dev-

135


Sol) komünist teşkilatları da kurulmuş oldu. Tabii bu da yebnedi. Yeni bir komünist teşkilat daha kurulmuştu: Halkın Yolu. Bundan sonra sıra bu ana teşkilatlann fraksiyonlanna gelmişti. Bu fraksiyonann önemlileri şunlardı: Kurtuluş, TİKKO (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu), TKP-ML (Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist) , DKP (Devrim Komünist Partisi) , GKB (Genç Komünistler Birliği) , THK-C ( Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi) , SGB (Sosyalist Gençlik Birliği) , KP-ML Acilciler (Komünist Partisi-Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği) , HYÖ ( Halkın Yolu Örgütü) , THKO - Acilciler (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu-Acilciler) . . . gibi ve her üniversite olan şehirde bir Yüksek Öğretim Derneği. Bunların hepsi Rus taraftarı tam satılmış kuruluşlardı. Bunlardan en çok cinayet işleyenler, yani ülkücü şehit edenler TİKKO, THKP-C, TKP-Acilciler, TKP-ML, SPB idi. Bunlardan başka Mao'cular da vardı. Bunlar pek "Ülkücü" öldürmezlerdi. Kuruluşlan ise şunlardı: Halkın Yolu, Proleter Aydınlık.

MEMUR KURUWŞLARI Men - DER (Memurlar Derneği) Pal - Der. (Polisler Derneği) TÜS - Der. (Türkiye Sağlıkçılar Derneği) TÖB. - Der (Türkiye Öğrebnenler Derneği) TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) Bu Marksist solcu kuruluşlar bütün Türkiye çapında kuruluşlar­ dı. Kaza merkezlerinde de kuruluşlan vardı. Bunlardan TÖS. özellikle kaynağı belli olmayan bir para kullanmaktaydı ve Marksist solculara taksitle çok ucuz fiyatla kitap satarak komünist fikirleri, taktikleri öğretiyor ve de çok etkili olmaktaydı.

136


MARKSİST SOLCU PARTİIER SP : Sosyalist Partisi TİP : Türkiye İşçi Partisi TBP : Türkiye Birlik Partisi (Alevi Kanat) TİSPO : Türkiye Sosyalist İşçi Partisi

SAGDAKİ KURUWŞLAR Komünist veya Marksist kuruluşlar hızla gelişip ülke sathını kaplarken bu kuruluşların üstüne bir set çekmek, ya da bunlara karşı direnebilecek kuruluşların bulunması veya oluşturulması gerektiğine inanan Türk Milliyetçileri başlarında merhum Alpaslan Türkeş ve merhum müteveffa DündQr Taşer olmak üzere harekete geçtiler. İlk defa 1 967 yılında Büyük Ülkü Derneği (BÜD) kuruldu ve aynı yıl Dündar Taşer'in ısrarı ile Ülkü Ocakları Derneği de kurulmuş oldu. Türk Ülkücüleri kısa bir zamanda bu ocaklarda toplanmaya başladı. Komünizmden ve bunların teşkilatları ile taraftarının taşkın hareketlerinde tiksinen halkımız bu "Ülkü Ocakları Derneği" ni destekle­ meye ve çocuklarına buralarla ilgilenmesini tavsiye ettiler. Ülkü Ocakları, Derneği' nin ülke çapında teşkilatlanmaya başlaması soldaki bütün borozan'ları heyecana getirdi. Emellerine kısa bir 7.amanda ulaşamayacaklarını, arbk önlerine bir engelin doğduğunu ve bunun doğduğu an olan bu yıl içinde hemen boğulması gerektiğini anladılar ve bu kuruluşun aleyhine feryadı, yaygarayı kopardiıar... Öğretmerıleri okullarda, çevrelerinde, derneklerinde; değer memurları kendi bölgelerinde Marksist gazeteler Cumhuriyet, Akşarn . v.s. ile destekçileri Hürriyet, Milliyet ve de diğerleri hep aynı ağızı kullanıyorlardı: "- Gençlik bölünüyor.. . Gençlik bölünmemelidir, buna iztn verilrrıemeli . . "o 7.amanlar Türkiye'de sağcı olduğunu ileri süren geniş tabanlı, bir parti vardı: Adalet Partisi. Arıcak bunların bir hayat görüşü, ..

137


bir siyasi felsefesi mevcut değildi. "Biz Demokrat Partinin devamıyız" diyerek iktidar olmuşlardı, ama Türklük'le ve "Türk Milleti" ile, "Türk Yurtları" ile ilgili hiç bir ilişkileri, ilgileri yoktur. Davaları halkı daha çok sömürmek, daha çok kazanmak, çok kolay zenginleşmek için gümrük kaçaklığı, silah kaçakçılığı başta olmak üzere her türlü kaçakçılığı yapmak . . . soygun, vurgun . . . gibi işler onların başlıca davalan idi. Bu ve buna benzer davranışlar ise ülkede komünizmin ve komünizan hareketlerin hızla yayılmamasını kolaylaştınyor, ülkenin ufku kararıyor ve fakirlik, ümitsizlik gittikçe yaygınlaşıyordu!·... Ülkenin her türlü değer ve menfaabnı savunarı tek bir parti vardı: "MİlLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ" ve de onun yarı kuruluşu oları Ülkücü kuruluşlar. Marksizmin her meslek ve alanda teşkilatlarıması karşısında "Ülkücüler" de kendi teşekkülleri meydana getirmeğe ve memleket çapında teşkilatlanmaya çalışmaktaydılar. Gerçi biraz geç kalınmıştı, ama vatansever kişiler bu teşkilatlara toplanmaya başlamıştı. Türkiyeli marksistlere karşı direnmek için kurulan "Ülkücü" kuruluşlar şunlardan ibaretti: Milliyetçi hareket partisi Büyük Ülkü Derneği(BÜT) Ülkü Ocakları Demeği(ÜOD) Ülkücü Öğretim Üyeleri ve Öğretmenler derneği (Ülkü-Bir) Ülkücü Polisler Birliği (Pol-Bir) Ülkücü İşçiler Konfderasyonu (MİSK) gibi kuruluşlardan ibarettiler ve de oldukça yoksulluk içinde bulunuyor­ lardı. Çünkü, hiçbir kapitalist kuruluş ve hiçbir kapitalist bunları desteklemiyordu. Hatta ''Adalet" partililerin ileri gelenleri "Ülkücüler bizim için komünistlerden daha tehlikelidir" diyorlardı ve bu görüşü geniş kitleleri içerisinde yaygınlaştırmaktaydılar. Bu cümlenin albnda yatan gerçek şuydu: Komünistler iktidara gelemez. Çünkü, NATO ve Amerika buna engel olur ve de olmak mecburiyetindeler. Aksi taktirde Türkiye, dolayısı ile petrol bölgeleri

138


Amerikanın elinden gider ve Ruslar'ın eline geçer. Bundan dolayı NATO ve Amerika ister istemez bizi ve kapitalizmi korumak mecburiyetindedir. Ama, Ülkücüler seçimle iktidara gelirse Amerika bunlara bir şey diyemez. Ülkücüler de "soyguncu" düşmanı olduklarından bizlerin hali iyi olmaz" diye düşünmekteydiler. Bu düşünce tarzı ise büyük bir ihanet ve vatansızlıktan başka bir şey değildi. Marksistlerin yüzbinlerce yüksek okul bitirmiş elemanları mevcuttu. Bütün Devlet Dairelerinde ve her meslekte ezici çoğunlukları; üniversitede binlerce Boruvesollan (profesörleri) , basında büyük mali destekli ülke çapında yaygın ağlan mevcuttu. Her güç artık ellerinde idi. Ortada bir tek engel vardı: Milliyetçi Hareket Partisi ve bu partinin yan kuruluşları olan "Ülkücü" kuruluşlar. "Gençlik bölünemez" yaygaralarıyla bunu önleyemeyen ve bütün Türk gençliğini komünistleştiremiyen marksist beyinler bu defa onu durdurmaya ve "ülkücü" gençleri önce dövme, tehditle engelleme­ ğe çalıştılar. Bu da olmayınca bu defa "Ülkücü Gençliği ve MHPlileri öldürmeğe başladılar Bu karar bir mukatele (karşılıklı öldürme) doğurdu. Marksistler para ve dış destekli oldukları için ellerinde daha modem ve çok sayıda silah mevcuttu. Ülkücülerin elinde ise çok defa Ardeşen yapımı silahlar bulunuyordu ve çok azdı. Ülkücü gençler üstelik marksistlerin beşte biri kadar bile yoktu. O bakımdan öldürme olayları çok nispetsiz gelişti. 5000 Ülkücü öldürülmesine karşılık 770 civarında bir marksist öldürül­ müştü . . . Bu öldürme olaylan 1970 ile 1980 arasında gerçekleşmişki. Nazım hikmetofun manevi evlatları ve torunları artık Türkiyede tek güç durumunda idiler. Artık nazım hikmetof'un ruhu rahat edebilirdi, ama geleceğin neler getireceği de bilinmezdi. . . Ülkenin iktidar partisi ve onun mensubu zengin kişiler de ülkeye gemiler dolusu kaçak silahlar taşımakta ve çok büyük vurgunlar vurmaktaydılar. Bunlardan birine Küçükesat Marmara Apartmanında

139


merkezi olan Kayaalp Altyapı İnşaat Şirketinde ustabaşı olarak çalıştığım 1978 yılında mütahhit ve arkadaşları ile konuşurken rastlamıştım. Adam, Bulgaristan' nın Varna limanı açıklarına gemi ile gittiklerini Bulgar polisinin gemiye motorlarla silahlan taşıdıklarını, akşam için de kendilerini birer karı getirdiklerine ve karıların çok da iyi birer şey olduklarını ballandınp anlattıktan sonra aynen şöyle demişti: "Solcular ve Ülkücüler öldürsün birbirini . . . Hepsi gebersin, ben kazandığım parayı bilirim. İki taraf da bizim için tehlikeli. . . Tüketsinler birbirini ki biraz rahat edelim." Bu konuşma beni müthiş bir şekilde şok etmiş, kan beynime fırlamıştı!. . . Adama ana-avrat küfrederek saldırdım... Müteahhit ve ötekiler araya girdi ve bu menfur yaratık da hemen defolup gitti. Kısaca özetlemek gerekirse ülke, devlet müesseselerinde çalışanlarının mesleklere göre: A) Öğretmenlerin %80 ile 85'i, B) Polislerin %55 ile 60' ı C) Sıra memurların %70' i D) Hakim ve avukatların %70 ile 75' i E) Diğer, üst düzeydekilerin % 70 ile 75'i F) Basın' ın %70 ile 80' i Marksistleşmişti . . . Ya da komünist militanlardan korktukları için böyle görünüyorlardı. Türkiye'nin komünistleştilerek bir "Sovyet arızası olarak Rusya"ya bağlanmak istendiğini Türk halkının en cahilleri bile anlamış bulunuyordu. Marksist kuruluşlar basın yoluyla büyük bir tahribat yapmaktaydılar. Dünyanın dörtbir yanında komünislerin ve komünist liderlerinin yazmış oldukları bütün kitaplar Türkiye' ye getirilmiş ve Türkçe basılarak bütün kitapçı vitrinlerini doldurmuştu. Örneğin: Stalinle Konuşmalar (Milovan Cilas) , Ne yapmalı? (Lenin), İki Adım İleri Bir Adım Geri (Lenin) , Das Kapital (Kari Marks), Sosyalizm 140


Alfabesi, Felsefenin Temel İlkeleri (George Politeir} . . . v.s. gibi Bu binlerce kitaptan, yalnız küçümsediğim için Sosyalizmin Alfabesini okumamıştım . Ama,içlerinde en tehlikeli ve etkileyici olanı Prof. Polizer' in eseri idi. Çok etkileyiciydi. Dinleri de tamamen inkar eden bu Yahudi asıllı yaratık sonuç olarak din hakkında aynen şöyle demekteydi: "-Bütün bu anlattıklarımız göstermektedir ki,emperyalizmin ve burjuvazinin en yaygın şekli olan din de hiçbir aslı ve astan olmayan boş bir şeydir." 1966-1%9 yıllan arasında öğretmenlik yapbğım Trabzon Karma Ortaokulunda iki kişiydik. 1969-1974 yıllarında görev yapbğım Cumhuriyet Ortaokulunda tek kişiydim. Bu okullardan birinin öğretmen sayısı 45, diğerlerinin 50 olduğuna ve bu öğretmenlerden toplam 5 kişinin tarafsız bulunduğuna göre işin fecaabnın ne olduğu anlaşılırdı. Yani 90 öğretmenden sadece ikisi ülkücü. Bazı marksistler vardı ki, sanki bizim durumumuza acır gibi bir durum takınarak şöyle diyorlardı: "-Yahu, bu memeleketin akıllısı siz misiniz? Türkiye' de er-geç ve hatta çok kısa bir zaman sonra devrim gerçekleşecek . . O zaman siz ne olacaksınız? Ölümlerden ölüm beğenin o zaman. Devrim asla engellenemez . . . Aslında bu durum bizleri de düşündürüyordu . . . Komünistlere asla teslim olmayacaktım . Sonuna kadar savaşacaktık. Yani ölünceye kadar. . . Öyle bir ülkede yaşıyorduk ki, paran varsa, silahın da vardı. . . Zengin Türk düşmanı eşkiyalar durmadan silah kaçakçılığı yapıyor, bu günün parası ile her ay trilyonları vuruyorlardı. Bu ülke düşmanlarının dini, imanı, milliyeti yoktu! Haram para kazanmak pahasına memleketin evlatlarını birbirini kırmak için her türlü silahı ülkeye sokan bu kahpelerin herşeyi para idi. Türkiye komünist olsun-olmasın onlar için fark etmezdi. Herkesin cebinde pasaportu ve birkaç ülkenin vizesi hazırdı. Paralarının "

141


çoğunluğunu da yurt dışındaki yabancı bankalara yabrmışlard;. Ve de bir komünist, ihtilali anında Türkiyeden nasıl ve hangi yolla kaçacaklarına dair planlan çoktan hazırlamıştı. Bu menfur yarabklar, "40 harami" değil, "bin harami" idiler. . . Komünist militanlar önce "Şehir Gerillası" , sonra "Kır Gerillası" hareketini başlattılar. Bunlar için yazılmış "Şehir Gerillası" ve "Kır Gerillası" adlı kitaplar birkaç yıldan beri bütün kitapçılarda ekmek sablması gibi satılıyordu. Komünist militanlar da taktik hareketleri bu kitaplardan öğrenmekteydiler. Marksist profesörler tarafından hazırlanan 1961 Anayasası'nın 20 ve 2 1 . maddeleri kendilerine bu hakkı vermişti. Memleket zaten ahmak açıkgözler tarafından yönetilmekteydi... Memleketin çok illerinde yalnız gece değil, gündüz bile sokağa çıkılamıyordu. Sokağa çıkan çok kişi özellikle "Ülkücü" olanlar anne­ baba, ya da çoluk-çocuğuyla helalleşiyor, evinden çıkanlann ardından evde kalanlar gözyaşı döküyorlardı! . . . Akşam adam eve dönünce de evdekiler bayram ediyorlardı. İşte böyle bir ülkede başbakan olduğunu ve ülkeyi kendisi gibi kimsenin idare edemeyeceğini iddia eden bir başbakan vardı: Süleyman Demirel. Şehir ve kasabalarda hiçbir binanın asıl renginin ne olduğu anlaşılmaz halde idi. Bütün bina duvarları üst katlanna kadar Çeşitli marksist sloganlarla yazılarak doldurulmuştu. Bu gibi sloganlann ne yazılmasına mar.i olmak ve ne de bunlan silmenin imkanı yoktu. Çünkü, bu ölümü göze almak demekti. Bu işe polisin de gücü yetmiyordu. Zaten polisin de büyük çoğunluğu kendi adamlarıydı. Büyük şehirler komünistler ve ülkücüler arasında bölünmüştü. Ve de büyük çoğunluğu marksistlerin elinde idi. İstanbul ve İzmir' in tamamı onlanndı. Güneydoğu Anadolu'nun Urfa hariç tamamı Erzurum ve Erzincan hariç Doğu Anadolu da avnı. İstanbul' dan Gürcistan sınınna kadar olan Karadeniz Bölgesinde Trabzon-Ünye-· Bafra hariç tamamı hakimiyetleri altında bulunuyordu. Ankara kısmen bölünmüştü: 142


Ulus, Hacettepe, Kızılay, Sıhhıye, Cebeci, Topraklık, Küçükesat, Büyükesat, Ayrancı, Dikmen, İzmir Caddesi, Yenimahalle, Çınçın Bağlan, Dışkapı, Tuzlu Çayır, Hüseyin Gazi, Keçikıran, Akay, Bahçeli evlerin çoğunluğu, Samanpazarı, Yukan Etlik. . . . v.s. Marksistlerin Mamak Merkez, Kurtuluş, Libya Caddesi, Madenoğlu Mahallesi, Keçiören Merkez, Abidin Paşa, Aşağı Eylence, Serpme Evler, Beşevler, Bahçelievlerin yarısı, Ülkücülerindi. . . Orta Anadolu'da Çankın, Yozgat, Konya, Kütahya, Ülkücü ve sağ cenahın elinde tam olarak, diğer illerde bölünmüş olarak bulunuyordu. Böyle bir ülkede hükümet mi ne yapıyordu diyorsunuz? Adamlarına Devlet İhaleleri veriyor, bedava para kazanıyordu. Başbakan da muhaliflerine şöyle çıkışmaktaydı: "Vaa mıdır bunun başka izah tarzı? Benzin vaa mıydı da biz içtik?" Ardahan· tamamen "Hamal-Der" adlı bir komünist katil çetesinin hakimiyeti altında kan ağlıyordu! . . . lOO'den fazla varlıklı aile mal ve evlerini terkedip kaçmışlardı. . Sağcı bildikieri insanların dükkanlannı yağmalayıp yakmışlar, ineklerini ahırlannda silahla vurup öldürmüşlerdi. İki kızın da kaldıklan yerlerde ırzlanna geçtikten sonra bunları öldürmüşlerdi. İşte bunların yapıcılarının başında Yücel yoldaş buluyor ve kendisini halk dostu ilan ediyordu . . . Komünistlerin ilk "Sovyet Cumhuriyeti" kurma denemesi Fatsa' da meydana getirilmişti. Fatsa, Çamaş, Kurgan, Mesudiye v.s. içine alan bir "Sovyet Cumhuriye�i" kurulmuş, komünist partiSi "Yüksek Prezidyum Başkanlığı" na da Terzi Fikri getirilmiş bulunuyordu. O bölgede arbk Devletin de hakimiyeti yoktu. Burayı kurtarmak için önce Ünye ve Bafra Ülkücüleri harekete geçip buraya geldilerse de başarılı olamadılar. Bir yıldan fazla durum böylece devam etti. Sonunda "ordu" Fatsa üzerine askeri birlikler sevketti. Savaşlar oldu ve Fatsa işgal ederek Fatsa Sovyeti'ne son verildi. Savaşma Fatsa'nın arkasındaki dağlık bölgede devam etti. Komünislerin bir kısmı murd edildi, bir kı:�mı da 143


kaçtı ve kayboldu. Tabii bu militanlar Türkiye' dedir. Ve kim bilir hangi Devlet kuruluşundan dolgun birer maaş almaktadırlar! . . . Millet ve memleketin hali perişanı böyle iken Devletin başında "Hatap"lar bulunuyordu ve Devlet yok demekti. Peki başbakan Demirel bu olaylar için ne olayları yapıyordu? Şöyle yani: "Biz kendi çocuklarımızdan mı korkacağız?" Hazinede döviz-möviz sıfırlamıştı . . . Bu durumu başbakan şöyle izah ediyordu: "Memleketin yetmiş sent (Dolar' ın kuruşu} kadar paraya bile ihtiyacı vardır." Diyeceksiniz ki ülkeyi bu duruma kim getirmişti? Elbette Süleyman Demirel değildi, ben idim . . . Pasta yağı yok, margarin (sana v.s.) yok, sıvı nebati yağ yoktu . . Daha pek çok tüketim maddesi yoktu, karaborsaydı. . . Buna rağmen başbakan S . Demirel'in demagojik cevapları hazırdı. "- Benzin yok diyolaa-r. . Benzin vaa mı idi da biz içtik?" Bu nasıl felsefe idi? Hükümet memleketin ihtiyacı olan akaryakıtı vermeyecek, buna rağmen h!çbir suçu, ya da kabahati olmayacaktı! . . . Ancak vatandaş yurt dışınd<'\n el bidonlarıyla benzin getirip başbakanın önüne koyduktan sor ı ra eğer bu benzini kendisi içerse imiş işte o zaman suçlu olabilecekti . Bu ne biçim mantıktı? Ve de bu mantığın sahibini, milletle alay eden birisi 1990'1ı yıllarda Cumhur Başkanı seçen milletvekilleri hangi akla hizmet eden ne biçim kişilerdi. Ya Rabbi? . . Demirel başbakan olunca Ecevit'in tüccarları halkın zaruri tüketim maddelerini büyük depolarında, hatta şehir dışındaki mahsenvari yerlerde depo edip karaborsa sabyor, Ecevit başbakan olunca da Demirel'in adamlan aynı işlemi uygulayarak halk çay içeu:k şeker de bulamıyordu... Bu şekilde imansız ve insafsız tüccar-esnaf takımı sermayesini iki üç yılda 5, 10, 20 hatta 50 kabna çıkarıyor köşe-bucak her yıl trilyonerler .

.

.

144


türüyor; harami zenginler, bilyoner kabilyonerler haline terfi ediyorlardı. Bu arada ne olursa fakir halka ve orta sınıfa oluyordu! . . . Orta sınıf pişmiş kaz gibi yolunmuştu. Bu iki uğursuz, devirlerinde ayrıca memleketi kana bulandırmışlardı ! . . . Böyle bir ülkede ve böyle haksız kazançların sağlarıdığı, halkın soyulduğu, karaborsanın alıp yürüdüğü, kaçakçılığın kol gezdiği bir memlekette elbette komünizm hızla gelişecek, yayılacaktı... Yarım asır dinsiz yapılmaya çalışıları, din tanırnayarı, Allah korkusu ohnayan, dinen iflas eden bir neslin zaten olacağı başka bir şey de yoktu. Denecektir ki, "Ali Hoca işi büyütüyor, bazılarına iftira ediyor ve bazılannı da töhmet altında bırakıyor. . . " Hayır, asla böyle bir şey yoktur. Üstelik çok azıcık bir kaç konuya değinmiş oluyorum . Düşünün bir kere, birlikte çalıştığımız okulda iki dişi devrimci öğretmen ve bir simsarları olan erkek demeye dilim varmıyor da, dişi olmayanı erkek öğrencilere dişilerini kullandırıyor ve bu öğrencilere bol harçlık da vererek onları devrimci yapıyor ve bunlara gizli hücreler kurduruyorlardı. Bunların kim olduklarını soranlara isimlerini verebilirim. Bunlardan Adalet B. 2 yıl kadar sonra İzmir k<\rhanesine gidip gönüllü genelev kadını olmuştu. Gayesi, karhaneyi devrimciliğe angaje etmek ve devrim için haraç toplamak olsa gerekti. Yoksa dışarda altyapı eylemlerinden yana en ufak bir eksikliği yoktu. Öğrencileri devrimci yaptıktan sonra benim üzerime salmak ve sabotaj eylemleri yaptırmak istemişlerdi de bir evvelki yıldan öğrencim olan Gümüşhane asıllı İbrahim isminde bir çocuk bana ihbar etmiŞti . Lider komünistlerden fena halde tiksinmişti. Benden kurtuluş çaresi aradı. Ben de durumu MİT'e bildirdim. Onlarla görüştürdüm, yine korktu. Merkez kumandanlığına gitti. Onlar da MİTie tanıştırdılar. MİT, önce onu Van Ortaokuluna devrimci olarak gönderdi. Lise 1. sınıfta iken Ardahan "Hamal-Der" olaylarını gözetlemek ve bildirmek için Ardahan Lisesi'ne gönderildi. Orada komünistlerin yaptıkları korkunç ve ayrıca çirkin olaylan bana İbrahim anlatıyordu. Geniş . bilgi için diğer 145


okuyuculanmın "Düzen ve İsyan" adlı kitabımızın 11. Hamal Der olayları kısmını okumalarını rica ederim. Dinsiz, milliyet kavramından yoksun yetiştirilen bir nesilden din, namus, haysiyet kavramından yoksun devrimciler yetiştirme}( · elbette zor bir iş değildi. Şurada okuyucularımdan belki bunlan yazdığım için özür dilemem gerekecek ama, ben özür dilemek niyetinde değilim. Bu anlattıklarımın pek daha çirkini ve iğrencine şahit oldum . Onlar o haltları yerken ve vatan hainliği yapmışken ben onların yaptıklannın onbinde birini anlatmakla herhalde kusur yapmış olmam. Bunları yazıyorum ki, nazım hikmet neslinin ne olduğunu gelecek nesil öğrensin, bilenler de tekrar hatırlasın. ECEVİTLER VE DEVRİMCİI..lK 1972'de B. Ecevit Cumhuriyet Halk Partisini ele geçirip İsmet İnönü'yü ekarte ettikten sonra İ. İnönü gazetecilere verdiği beyanatta şöyle demişti: "-Sevgili vatandaşlarım, bu adama sakın rey vermeyin... Bu adam memleketin başına büyük belalar açar... " Elbette ki İsmet İnönü Ecevit'i herkesten iyi ve hele bizlerden çok iyi tanımaktaydı. Gerçekten milletin başına büyük belalar açmıştı. İlk iş olarak Güneydoğu ve Doğu Anadoluyu, halklannı kapsa­ yan (kendi deyimi) büyük bir miting tertip etmişti. Diyarbakır şehir merkezinde tertip ettiği miting' de neler söylemedi ki! . . . "Halklara özgürlük. . . herkese devletçe iş . . . hakça düzen. . . toprak işleyenin, su kullananındır. . . . v.s." Milyonu aşkın özellikle Kürtçü olan kalabalık tarafından atılan sloganlar dehşet vericiydi: "Kürtlere istiklal, bağımsız Kürdistan, nijni rijgari . . . v.s." Ellerde taşınan pankartlar komünist sloganlarla doluydu. Bunlar içerisinde özellikle dikkat çekeni "Proleter Kürdistarun Kurtuluşu (PKK) 146


idi. Kürsüde Ecevit'in sol tarafında Apo (Abduilah Öcalan) bulunmak­ taydı. Diyarbakır' da öğretmen olan kardeşim Mehmet Ulusal bizzat buna şahit olmuştu. Ecevit sol yumruğunu sıkmış havaya kaldırmış ve halkı böyle selamlayarak coşturuyordu . . . İsmet Paşa'nın söylediklerinin doğruluğu hemen anlaşılmıştı. Demek ki İnönü tüm isabetli bir teşhisi ortaya koymuştu. Ondan sonraki yıllarda da devamlı marksistleri desteklemiş, hem kendilerinin reylerini almış, hem de marksistler Ecevit' e pohpohçuluk etmişlerdir. "Umudumuz Ecevit. .. Karaoğlan Ecevit" gibi pohpohlamalar bu komünist militanlara aittir. Ecevit Kürtçülüğün ve PKK' nın gelişmesine de hareket ve sözleri ile büyük katkılarda bulunmuştur. Marksist militanlar (komünistler) Ecevit'in her şeyi idi. Onlara devrimci diyor ve şöyle ilave ediyordu: "'-Bizim devrimci gençlerimiz B.M.M. 'deki milletvekillerinden on yıl daha ilerdedirlef' Bu teşhis doğru idi. O milletvekilleri on yıl daha komünist olmak için çalışsalar bile komünist olamayacaklardı. Eylemci, bombacı ve cinayet işleyici zaten olamazlardı . . . Trabzon' dan öğrencim olan İbrahim diğer marksist öğretmenleri tarafından altyapı eylemlerinden sonra taraflanna alındıktan ve kısmen marksist yapıldıktan sonra bana uğramış ve ilerde anlatıldığı şekilde MİT tarafından Ardahan' daki "Hamal-Der" olaylarını izlemek için Ardahan' a gönderilmişti. Bir yıl sonra bana uğrayan İbrahim ders kitaplannı da yanında getirmiş ve bana: "-Al hocam bu kitaplan, bir "Ülkücüye" verirsin" Demişti. Kitaplara alıp baktım. Yepyeni idiler! . . . Sanki hiç açılmamışlar­ dı. İbrahim'e sordum: "-Ula İbrahim, bu kitaplar hiç kullanılmamış . . . Siz nelerden ders çalıştınız ki?" İbrahim' in cevap ve anlattıkları gerçekten dehşet vericiydi: -Hocam, biz kitaptan ders çalışmıyoruz ki . . . 147


yaptı :

-Peki, nereden ders çalışıyoruz, diyeceksin? -Hiçbir yerden . . . -Peki yazılı imtihanlarda sorulara n e cevap veriyorsunuz? -Devrim anlatıyoruz... -Nasıl yani? İbrahim biraz duraksadı ve şöyle bir imtihanı anlatb: "Kimya öğretmenimiz Müjgan Hoca kimyadan yazılıyı şöyle

Öğretmen masasının Üstüne bir sandalye koydu. Bunun üstüne de kendisi çıkarak oturdu. Bacaklarını bazen üst üste koyuyor, bazen de yana açıyordu. Eteğinin altında kilot da yoktu. Bize önce şöyle bir nutuk çekti: "-Her devrimcinin 5 numara tabii hakkıdır. . . Sonraki notlar anlattıklarınıza göredir." Bizde bazı devrim olayları yazmaya başladık. Ama bunları bile anlatamıyorduk. Gözümüz kendisine takılmıştı . . . Bazı yoldaş arkadaş­ larımız iş olsun diye öğretmene takılıyordu: "-Hocam bana bir beşver. . . -Hocam , bana da bir beş ver, eski beş (0) ver. . . -Hocam , bana vereceğin beş arap beşi (0) olsun ... Hocamız da yalandan kızar gibi oluyor ve şöyle söylüyordu: -Susun be . . Hanginizin istediğini vermedim, hanginizin güncel gereksimini (ihtiyacını) karşılamadım? Susun . . . Biraz bir şaşkınlık geçirdikten sonra İbrahim' e dönüp: -Yani bu, imtihandı, öyle mi? İbrahim pişkinlikle cevap verdi: -Evet, hocam. Bu çok da zor bir imtihandır. İnsanı terletir bile . . . İbrahim doğru söylüyordu. İşte bu öğretmen bir ilerici öğretmendi ve meclisteki milletvekillerinden değil on yıl, yüzyıl ileride idi! . . . Denecektir ki, "Böyle liselerden mezun olan öğrenciler üniversite sınavı kazanamaz. Bunlar liseden mezun olduktan sonra ne

148


olacaklar? Bunlar için okullar hazırdı. Nasıl olsa Evevitle Demirel nöbetleşe başbakan oluyorlardı. İki-üç yıW.a biriken devrimci� lise mezunlarını Ecevit' in Eğitim bakanı yüksek öğretmen okullarına, Eğitim Enstitülerine alıyor bir aylık bir kursa tabi tutuyor ve 'J'et Öğretmen" adı verilen ilerici ve Devrimci öğretmen yapıyordu. Hani: "Kızılcıklar oldu mu? Oldu .. Sınıflara doldu mu? Doldu ... Kızıl salya akıtarak üç hafta Diplomayı aldı mı? Aldı. . . " Misali gibi. . . 1978 yılında öğretmen yetiştiren kurumlardah Ecevit b u tip kurslarla iki ve üç yıllık Eğitim Enstitülerinden 25000 kızılcık öğretmen üretmişti . . . Bu da büyük bir devrimcilik ve bir devrim görevi idi. Ecevit çok büyük bir devrimci ve devrimci babası idi. Tıpkı nazım hikmet' in çok büyük bir şair ( ! ) Olması.misali. . . Bunlar Ecevit'in devrim hikayelerinden sadece bir-ikisidir. ECEVİTLER VE NAZIM HİKMET Bülent Ecevit' in komünislere yaptığı ham iliğin, Çarlık . Rusyası' nın son başbakanı Kerensky' nın durumundan bir farkı yoktu. O bir Türkiye Kerensky'sinden başka bir şey değildi. Müteweffa merhum Mehmet Akif Ersoy "Safahat" adlı ünlü kitabında ülke için imanlı ve cesur bir nesil tahayyül ederek "Asımın Nesli" diyordu. Ne yazık ki, ·�ımın Nesli" değil, Türkiye' de bir nazım hikmet ve Ahmet Emin Yalman nesli türemişti. Daha doğrusu böyle bir neslin yarablmasına çalışılmış ve de başarılmışb. Sayılan milyonları aşbkça cesaret ve yiğitlikleri de artmış, tam bir eşkiya olup çıkmışlardı . . . 149


Ülkenin her tarafında caddeler kesiyor, halka zorla bildirilerini dağıtıyorlardı. Bildirilerini almayanları da feci şekilde dövüyorlardı . . . 1978 yılında Ankara Yenimahalle Güzelevler'd e bir inşaatın kalfalığını yapmaktayken iş paydosundan Ulus' a dönüşümde Ulus Meydanı Atatürk heykelinin aşağısındaki yol kavşağında kalabalık bir grubun bildiri dağıttığını gördüm. Ama, yol değiştirmek için geç kalmıştım . Birden istemiyerek önlerine düşmüştüm . Ne yapacağıma aniden karar vermem lazımdı. Bildirilerini almadan edemezdim. Canım da almak istemiyordu. Ne var ki, almamak başına bela almak demekti. Bir sürü sosyal it üzerine saldıracaktı. Silah tehditinde bulunamazdın, çünkü, üzerine her taraftan kurşun yağar delikdeşik olurdun . . . Bildiri almadan önce "merhaba arkadaş" dedim. Bu söz onların deyimi idi. Soryra bildiriyi aldım. Ve ilave ettim: -Arkadaş, bana çok bildiri ver, daha çok. . . dedim . Merak edip sordular : -Bu kadar çok bildiriyi ne yapacaksın? -Benim çalıştığım yerde çok yoldaşımız var, onlara dağıtacağım. Onlarla biraz eğlenmek niyetim vardı. Bildiri dağıtanlardan birine hitap ederek konuşmaya başladım: -Arkadaş yahu, biz bu kadar devrimciliğe çalışıyoruz da neden reyleri sosyal faşist olan Ecevit' e veriyoruz? Bildiri dağıtıcılardan biri olan genç meşgul olduğunu ve cevap almam için az uzaklarında eli parkasının cebinde olan birini gösterdi. Ona doğru yürürken o da bana doğru yürüyordu. Yanıma yanaşınca sordu: -Ne oldu, ne istiyorsun? -Daha çok bildiri istiyorum. -Daha çoğunu ne yapacaksın, elinde en az yüz bildiri var. . . -Bak uşağım, bizde yoldaş çoktur, daha çok lazım . . . -Sen Karadenizlisin herhalde . . . -İyi anlamışsın, Hasan İzzettin Din� o yoldaş vardı y a o benim yakın arkadaşımdı. Hani "Türkiye Sovyet Cumhuriyeti" şiirini yazmıştı 150


da faşist yönetim bu masum adama 4 yıl ceza vermişti. . . -Dayı sen neler biliyorsun? Senin gibi büyüklerimiz oldukça biz kısa bir zaman sonra iktidarda olacağız . . . -Elbette olacağız . . . Yalnız bir şeyi merak etmiştim de onu soracaktım . . . -Nedir o? -Bu Ecevit tam bir yoldaş değil, sosyal faşist sayılır. . . Biz reylerimizi neden kendi partimize vermiyoruz da Ecevit' e veriyoruz? -Bu, şimdilik öyle oluyor. . . Çünkü Ecevit bizi koruyor, savunuyor ve bizim yoldaşlanmıza iş buluyor, Devlet Dairelerine işe yerleştiriyor. . . O bizim için bulunmaz bir nimettir. . . Reylerimizi onun için ona veriyoruz . . . Başka bir diyeceğin var mı? -Hayır. Yalnız daha çok bildiri istiyorum . . . Lider olan bu genç yanlarında çuval dolusu bildiri olan iki dişi devrimciyi gösterdi ve onlara da işaret verdi. Yanlarına yanaştım. Bir kucak dolusu bildiri almıştım. Doğruca az aşağıdaki otobüs durağından kalkmakta olan belediye otobüsüne tırmandım ve Küçükesata doğru yollandım. Otobüsteki insanlar merakla bildirilerime bakıyor ve hiç kimse de tek kelime söylemiyordu. O yıllar her tarafta korkunun korkunç esen bir fırtınası vardı. Cebimde Mao' cuların bildirisi olsaydı, bu Lenin' ci devrimcilerin bildirisini almazdım. 1979 yılında İstanbul'a iken böyle yapıyordum. Lenin' ciler bildiri dağıtırken onlara cebimde taşıdığım bir Mao' cu bildirisi gösteriyor ve onlarınkini alnı ıyordum . Onlar ısrar ederlerse de "-Bundan iyisi yok. .. " diye tutturuyor ve onları defediyordum. Leninci komü­ nistlerin sayıları Mao' cuların en az on katı olmasına rağmen onlardan korkuyorlardı. Mao' cular milliyetçi yönleri ağır basan sosyalistlerdi. Türkiye'nin bölünmesine, Sovyet Cumhuriyetlerine ayrılarak Rusya'ya bağlanmasına kesinlikle karşı idiler. En önemli sloganları "Ne Amerika, ne Rusya. . . Bağımsız Bloksuz Türkiye" idi. Ülkücüler ise Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin Her şey Türk'lük için" diyorlardı. Yani aralarında bir Çin problemi vardı gibi sanki. ...

151


Bugün Atatürk' çü geçinen açıkgözler, sahtekarlar o günlerde Lenin' ci ve Mao' cu idiler. ' işte, B. Ecevit bu devrimci gençliğin, hamisi ve koruyucusu idi . . . Ecevitlerin (Bülent-Rahşan) ewelemirden beri nazım hikmet' e karşı çok büyük bir ilgi ve sevgileri vardı. Bu nereden kaynaklanıyordu? Atalarımız ''At sahibine göre eşer" demişlerdi,doğrudur. Ecevitler de nazım hikmete göre eşiyorlardı. Bu sevgi ve itibar 57. Hükümet (DSP­ ANAP-MHP) zamanında da devam etti durdu. Ecevit bir bakıma dengesiz bir adamdı. Kıblesi yoktu . . . Gazetecilikten gelme idi, ama şair diye geçinirdi. Dengesiz tutumunu aksettiren iki şiirinden hafızamda kalan bölümleri aktarıyorum: Gene Tann mı Olsam? Gene tann mı olsam? Yaratsam mı kendimi? Eniyle boyuyla mı? Toprağıyla suyuyla mı? Ne Habil, ne Kabil (59) Ne en, ne boy. . Ne soy. Ne Habil, ne Kabil, Ne tanrı, Ne ben . . . Gene tanrı m ı olsam? Yaratsam mı kendimi? . . . Adam sıfır inançlı ve gerçekten dengesiz (60) Önceden tann olmuş demek, ya da öyle zennediyordu. Devrimci tannsı, ateş tannsı v.s. gibi. (59) Habil ve Kabil, Hz. Adem babanın iki oğlunun adlan idi. Bunlardan biri diğerini öldürmüştü. (60) İki şiiri de "Seçme Hikayeler" adlı dergide yayınlanmışb.

152


Bu yır cinsi şiirinden sonra "Türk Yunan Kardeşliği" adlı şiirinden de birkaç satır alalım:

Türk)ı\ınan Kardeşliği Sıla derdine düşünce Yunanlı ile kardeş olduğunu anlarsın O, Boğaz' dan bahseder. . . Sen rakıyı hatırlarsın . . . Sıla derdine düşünce Yunan' l ı ile kardeş olduğunu Anlarsın . . . Aramızda mavi bir sihir, Bu denizin iki yakasında Birbirinden güzel iki milletimiz Türkçe'nin ferah gönlünce sövmüşüz Olmuşuz kanlı-bıçaklı Yine de bir hasrettir Banş günlerinden saklı Sıla derdine düşünce Yunanlı ile kardeş olduğunu anlarsın ... O Boğaz' dan bahseder, Sen rakıyı hatırlarsın . B. Ecevit'in bu saçma-sapan "yır"lan hakkında birkaç laf etmek gereklidir: Birinci "yır"ı (iri değil) hakkında fazla bir şey söylemiyeceğim. Ecevit bu yazar, söyler. . . Tahsili "Robert Koleji" . Üstü yok. Bir yıl kadar da Sabatayist Yahudi Hanry Kessinger' den ders almış. İnancı bu kadar. Tann olmak ilkçağlardaki Firavun'lara ait bir olaydır, ya da Nemrut' a ait. Bu yır ile tam inançsızlığını ortaya koymakla beraber ne demek istediğini kendisi daha iyi anlar. . . İkinci "yır" tipi şiirinde Yunanlı ile nasıl kardeş olduğunu bilemiyoruz. Onu da kendisi bilir. 1 53


Ancak, Yunanlı'nın ne kadar azılı bir Türk düşmanı olduğunu pekala bilmekteyiz. Fırsat düştüğünde Türk Milleti'ne yapbğı düşmanlıklar da kitaplar doldurmuştur ( 61) Şu kadarını belirbnek gereklidir ki: 1. Dünya Savaşı sonunda başlamak üzere olan "Kurtuluş Savaşımız" sırasında, 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal ederek Bab Anadolu bölgesini kendine yurt etmek için işgale başlamış, buralardaki Türk halkını katletmiş,camilere doldurup diri diri yakmışlardı!. .. Bebekleri süngülerinin ucuna geçirip henüz can bile vermeden ateşte kızarttıklarını, analarını süngüleyerek kannlanndaki barsaklannı dışarı çıkardıklarını; kulaktan küpeli olan Türk kadınlarını kulaklarını küpeleri ile birlikte kestiklerini, kendi eş veya sevgililerine hediye olarak gönderdiklerini, iffet abidesi olan Türk kadınlarının zorla ırzına geçtiklerini, sonra bunları süngü ile delik-deşik ettiklerini; gebe Türk kadınların karnındaki çocuğun kız mı yahut erkek mi olduğu hakkında bahis tutarak (62) bu kadınların kannlannı süngü ile yararak tutulan bahsin neticesine bakbklannı; şehir ve kasabaları ateşe verip yaktıklarını, Bab Anadolu Bölgesinde Türk çoğunluğu yok edip Türklüğün kökünü kazımak için kadın-çocuk-ihtiyar demeden herkesi kurşuna dizdiklerini.. . biliyoruz ve biz Türk Milleti olarak henüz unutmadık!. . . Yakın tarihimizde Kıbrıs'ta binlerce masum Türkü öldürüp kazdıktan derin kuyulara gömdüklerini, korkudan banyo küvetinde saklanmak isteyen bir Dr. Binbaşı'nın eşi ile üç küçük çocuğunu küvetin içinde kurşuna dizdiklerini... Biliyoruz ve bütün dünya da o günlerde biliyordu! 1980' den sonra Yunanistanın Ati.na'da Avilion ve Pire şehrinde PKK'ya eğitim kampı açbklannı ve bu kamptaki eğitimi Yunanlı bir generalin yönettiğini, eğitimi Yunan subaylarının verdiğini... biliyoruz ... (61 ) "Yunan Mezalimi" adlı esere bak. (62) Bir nevi kumar. Kazanan para alıyordu.

154


Bugün bile Kıbnsın Rum kesiminde PKK kampları bulunduğunu ve bu kampları bir Yunan albay'ının yönettiğini... PKK'yı Rum kesimi kanalı ile silahlandırdıkJannı da biliyoruz. . .

Bütün bunlar ve benzerleri bay Ecevit' in deyimi ile 'Türkçenin Ferah Gönlünce" sövdüğümüz için olmadı elbette! . . . Biz Türkler, masum ve kuzu Yunanlı'ya "Türkçe'nin ferah gönlünce sövmüşüz" , Yunanlı da birazcık kızarak yukarıda bahsettiğim ufak katliamları yapmış . . . Bunlardan ne çıkar ki? Türk'ün hepten kökünü kazımadı ya . . . Bunları yaptıktan sonra herhalde üzülmüş olmalı ki, gidip babalarımızın ruhuna fatihalar okumuş. . . Ecevit felsefe ve görüşü bu! Ne demeli? Bilemem ki. Sonra, "biz rakıyı hatırlar imişiz . . " Demek ki aptal ve ayyaş bir topluluk imişiz!. . . Yunanlı ise-kendisinin olması lazım gelen-Boğaz'ı (İstanbul Boğazı) ve Boğaz'ın güzelliklerini, ataları Bizansın hatıralarını canlandırmış ruh-u mel'ununda . . . Ne demeli böyle bir Ecevite? Bir Marksist solcunun felsefesine bir şey denir mi?

Bay Ecevit'ten beyan ve nutuklar, sol salyalar alabnalar... Türkiye' de büyük bir ikiye bölünmüşlük meydana getirmişti. Hızla bir iç savaşa doğru yürünüyordu!... Nazım hikmet'in çocuklarının zaten gayesi buydu. Ellerinde bol silahlan, iyi eğitilmiş militanları vardı. Bunlarla, kendilerine direnen "Ülkücü"leri kısa zamanda yok ebneye ve son olarak sağcı kesimi imhayı planlamışlardı. Sonra, kukla bir hükümet kuracak ve Sovyetler Birliğinden yardım isteyeceklerdi. Rus Sovyet diktatörü Leonid Brejnef'un doktrinine dayanarak Rus Sovyet Orduları imdatlarına kavuşacak. Böylece Türkiye'yi 8 Sovyet Cumhuriyetine bölerek Rusya'ya bağlayacaklardı. Nitekim nazım hikmetof Borjensky yır cini bir şürinde "Türkiye halkının Stalin'nin kumandası albnda Türkiye halkının savaşacağını yazmışb ... Nazım hikmet Borjensky'nin evlatlığı olan bir kısım memur, öğrebnen, hukukçu . . .v.s. Kendisini bayraklaşbrıyor, nazım'ın adına kitap ve şiirler yazıyor; bu eserlerini ( ! ) filim yapıyor (Yolcu filmi), bu 155


filmleri sinemalarda oynatıyorlardı. Hikmetof'u halk nezdinde kıymetlendirmek ve sevimli göstermek için memleket sevgisi içeren şiirler de yazıyorlardı. Oysa ki nazım hikmet şiirlerinde daima Rusya'yı övmüş, Moskova'yı mabet edinmiş ve asıl vatanının neresi olduğunu şu satırlarda belirtmişti: Brr de yurtlarımın yurdu var bu dünyada Burası ne Türkiye, ne Türkistan . . . Ne Poleniz Adaları Ne Azerbaycan. Orası ilk yeşeren umudum, Orası ilk şafak vaktim . . . Onun pasaportunu taşıyorum. Kağıttan değil, Vizesi yüreğime yazılı, Damgası vurulu yüreğime . . . Orası hem gözüm, Hem gözümün üstündeki kaş Oralıdır. İlk yeni adımı yüzyılın Bütün yurtlanmın yoldaşı Lenin yoldaş. . . Nazım hikmetof, bu yır cinsi şiirinde yurdunun neresi olduğunu ve de nereyi sevdiğini (Rusya) belirtmiyor mu? Açıkça ortaya koymuyor mu? O halde Türkiye ile ilgili ve Türkiye sevgisini içeren şiir neden yazsın ki? Üstelik yır' mm son satırında: "Bütün yurtlarımın yoldaşı Lenin yoldaş" diyerek kendisinin "ihternasyonalist" yani vatansız olduğunu, komünizmin yürürlükte olduğu her yerin vatanı olduğunu ortaya koymuyor mu? Peki, nazımı Türkiye şairi olarak ısrarla ileri sürenlerin gayesi neydi? Ve bu it herifler kendileri ne idiler? 1970' li yıllarda, Türkiye'de komünizmin fikir adamlığı pozisyonunu taşıyan bir takım satılmış vatan hainleri, marksist-komünist 156


bir takım türkü ve şarkılar yazarak bunları, kendi saz çalanlarına çaldırıyorlardı. Bu şekilde komünizme hissi yönden de hizmet etmekteydiler. En sonunda kendilerinin işini kolaylaştıracak çok önemli bir meseleyi farkettiler: Mezhep ayırımı ve mezhep kavgası. Halkın çoğunluğu "Sünni-Hanefi" mezhebindendi ve bu halk arasında sağlam inançlarından dolayı komünizm hiçbir şekilde yer almıyordu. O halde, ''Alevi-Şii" mezhep mensuplarını etkilemek ve kendi taraflarına çekerek bir Alevi-Sünni kavgası başlatmak ve kendileri de Alevi' leri yanlarına alarak ve bunları kendi saflarında Sünni'lere karşı savaştırarak daha kolay bir şekilde iç savaşla neticeye varma kararı almışlardı . . . Türkiye komünistleri bir marsist ihtilal yapmaya kat' i surette taraftardılar ve bundan hiçbir şekilde vazgeçmiyorlardı. Çünkü, dedeleri Troçky ve İlyunoviç Lenin bu yolla hedeflerine varmışlardı . MARKSİ.511.ERİN BÜYÜK OZANLARI

(!) X

Moskof yardııncılan ile, Türkiye'deki Devlet Düzeni'ni yıkarak marksist (komünist) bir düzene dayalı Sovyet Cumhuriyetleri kurmak istiyen Türkiye'li marsist solcuların bir "Büyük şair-büyük oı.an" saplantı.lan mevcuttu. En büyük şairleri nazım hikmetof Borjensky, en büyük ozanları da Pir Sultan Abdal idi. Niçin bunlar? Bunlardan Nazım Borjensky, Türk Devleti'nin amansız düşmanı olan dönme bir yaratık idi. Dünya üzerinde, 20. asırda bağımsız kalabilen tek Türk Devleti olan Türkiye'yi de komünistleştirerek Rus Sovyetlerine katmak için bir ömür boyu Türk Devletine ihanet yapmıştı. Bütün bunlar, Rus-Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi karakları ile ve bizzat nazım hikmet tarafından devrin Rus-Sovyet diktatörü Nikıta Sergeyoviç KRUŞÇOV' a yazdığı dilekçe- mektupta ortaya konmuştur. 157


Türkiyeli marksistler bu mel' unlan taparak seviyorlardı ve sevmeğe devam edeceklerdir.

Çünkü bir atalar sözünde: "At sahibine göre eşer."

Buyurulmuştur. Yine, "Kur' an-ı Kerim' de bu konuda: "El hasine ve! habisatü" buyurulmaktadır. Yani, habis ruhhı insan1ar; imansızlar kendilerine dost

(yoldaş)

olarak kendi giblleri seçerler ve kötü mel'un işlerde birbiriyle yanşırlar. Türkiyeli marksistlerin en çok kullandıklarından biri de, sapık-belirsiz bir takım şiirler geveleyen Pir Sultan Abdal' dır. Komünistlerin Pir Sultan Abdal'ı kullanmaklanndan maksat, başlatacaklan iç savaşta bu halk ozanını ve Alevi halkı kullanmaktan başka bir şey değildi. Pir Sultan Abdal'ın sanat bakımından şairliğini tartışmaya­ cağım. Ancak bir sapık mıydı,yoksa değil miydi? İşte bu konuyu biraz açmak gerek. Ben, bu konunun üzerine bir tasawuf ehli olarak "tasawufi" yönden eğileceğim. Kaderi yazdığını, padişah olduğunu ve "Muham­ med" (s.a.v. ) ' in vezir olduğunu söylemektedir. Tasawuftan haberi olanlar Allahü Tealanın ismi celalinden (Allah) başka 99 isminin olduğunu ve bunlann da neler olduğunu bilirler. Allah'ın 99 isminden (Esma-i Hüsna) biri de Ali' dir. Eğer Pir Sultan Abdal, Esma-i Hüsna'dan esinlenerek Ali kelimesini Allah yerinde kullanıyorsa sapık olmayıp Allah'a (c.c.) Şirk koşmuyor demektir. Eğer bu Ali kelimesini Hz. Ali'nin ismi . olarak kullanıyorsa kesinlikle sapık bir mel'undur. Halkımız ise tasawuftan mahrum olduğu için gerçek durumu bilmemektedir. Ve de ne demek istediğini ben de anlayamadım. Ali kelimeleri kullanırken şiirlerinde hiç olmazsa bir defa da Allah (c.c. ) Kelimesine rastlamak gerekirdi. O bakımdan, görünüşe göre hükmet­ mek daha kolaydır. 158


Şimdi Pir Sultan Abdal'ın şiirlerinden bazı satırlar alarak ne biçim sapıklık bir örneği verdiğini görelim . "Gafil kaldır şu gönlünden gümanı Bu mülkün sahibi Ali değil mi? Yarabnıştır onsekizbin alemi Rızıkların veren Ali değil mi?" Basit anlamda ve burada görüldüğü şekliyle Pir Sultan Abdal Ali'yi Allah'ın yerine koymaktadır. Rızıklan veren de "O" imiş, alemleri yaratan da "O" imiş. O bakımdan, Allahü Teala'dan güman ve imanı kaldırın denmek isteniyor. Bu durum gerçekten görünüş şekliyle çok büyük bir sapıklık örneği vermektedir. Yine, aşağıdaki satırlarda Ali hakkındaki fikirlerini sıralıyor: Binbir adı vardır, bir adı Hızır, Nerede çağırsam orada hazır. . . Ali padişahtır, Muhammed vezir Bu fermanı yazan Ali değil mi? Görülüyor ki bu satırlarda ozan, Ali'yi Allah (c.c) yerine koymaya devarr. ediyor. . . Binbir isminin, yani "Esma-i Hüsna"sını bulunduğunu, Hızır gibi her dar anda yardıma koştuğunu, görünüş şekliyle Hz. Ali'nin Allah yerinde bulunduğunu, Muhammed'in onun veziri (yardımcısı), ya da peygamberi olabileceğini, "kader"i Ali'nin yazdığını ortaya koymaktadır. Aynca bu sapık görünümlü şiirler, Muaviye ile Hz. Ali'nin arasındaki "Halifelik" kavga ve savaşının suçunu Türkiye' deki "Sünni" Müslümanlarda aramakta ve Alevi Türkleri öz-kardeşleri olan "Sünni" Türkler üzerine kışkırbnaktadır. Bugünkü marksistlerin yaptığı gibi. Görelim: Sur çalınsın, halk çekilsin Yezid meydana yıkılsın Senin aşkına dökülsün Kanım ey MurtezaAli.. .

159


İşte bu satırlardaki anlamda gerçek bir sapıklık vardır. Dönecektir ki, "1400 yıl kadar önceki Arap halife Yezid'den bana ne?" Bu doğru , bizi alakadar etmez. Ama, buradaki Yezid kelimesi' Sünni müslümanlar görünümündedir. Bunu, bazı alevilerle temasla­ nmda anladım . Ama, belli bir kültürüm olduğu ve alevilere bir gıcığım bulunmadığı için bana söylenenlere gülüp geçmiştim. Ne var ki, alevilerle içiçe, ya da yanyana yaşayan, ve de kültür seviyesi düşük Sünni müslümanlar kendilerine "Yezid" denilmesine fena halde kızmak­ tadırlar. Yine başka bir dörtlükte şöyle denmektedir: Kalkın dostlar bir olalım Münkire kılıç salalım Hüseyin kanın alalım Tevekkelte teğalallah . . . Bu dörtlükten çıkan kısa anlam şöyle bir görünüm arzetmektedir. Sünnileri öldürüp yok edelim ve bunlardan Hz. Hüseyin'in intikamını alalım . Arapların çok gaddarca öldürdüğü peygamber efendimizin sevgili torunu Hz. Hüseyin'in öldürülmesiyle hiçbir ilişkisi olmayan Anadolu Türkleri olan Sünni müslümanlardan intikamını almak mantıkla bağdaşmaz. Halife Yezid biz Sünni müslümanları hiç, ama hiçbir şekilde ilgilendirmez. Sünni müslümanlık şeklini de Yezid ortaya koymadı. Bizim ibadet ettiğimiz şekil Resülüllah (s.a.v.) EfendimiZe dayanmaktadır. Ama iğrenç bir oyun oynayan Türkiye'li komünist liderler bu alevi Sunni ayınmcılığından marksist ihtilal için faydalandılar.

KIŞKIRTMALAR ARTINCA Nazım yoldaşin ideolojik (komünist) evlatları içsavaş çıkarma 1 60


denemesini Sünni-alevi savaşı şeklinde başlatmak istemişlerdi. Bunun için, spor salonlarında geceler ve açıkhava mitingleri yaparak; Sünni'lerin işitebileceği şekilde Pir Sultan Abdal' ın ve de Ahmet Arif gibi din adamlarına söven adi yaratıkların şiirlerini çalıyor, Sünni'leri kışkırtıyorlardı. Durum iyice kızıştınldı ve Çorum olayları başladı. . . Her iki taraftan 50 ye yakın insan öldü. Bir müddet sonra Maraş olaylan başlayacaktı. . . Bütün olaylarda başrolü komünistler oynuyordu. Planlama da onlarındı. Maraş olaylarında bahane "Güneş Ne Zaman Doğacak?" Adlı ve başrolünü Cüneyt Arkın'ın yaptığı filmde; Türkistan'daki esir Türkler ile bunlann çektiği çileler konu ediliyor, Türkiyedeki Rus Gizli İstihbarat Ajanları olan K.G.B. mensuplarının işlediği cinayetler anlatılıyor; Sovyet Rusya ve Türkiye sınırında Rusya'dan Türkiye'e kaçan 160 Türk'ün, Stalinin Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü' den isteği üzerine Ankara ve Erzincan' dan zorla alınan bu garip insanlar Aras Köprüsünden Rusya'ya geçirilirken Rus askerleri tarafından m�inalı tüfeklerle taranarak şehit edilmeleriyle filim bitiyordu . . . Bu insanlar onları zorla teslim etmek isteyenlere o kadar yalvarmış, o kadar ağlamışlar, toprağı elleri ile tırmalamışlar, ama kör, sağır, dilsiz kalpsiz olmuş onları sürüklüyenler! . . . Çünkü, liderleri olan korkak milli şefleri İnönü öyle emir vermişti. Aslında bu film, gerçekten olmuş zulümleri dile getirmişti kısmen de olsa... Ama gel gör ki, bizdeki Moskof oğlanları babalarının zalim gösterilmesine dayanamamışlar. . . Ve de bu filmden dolayı fena kızmışlardı. . . Önce sinemaya, sonra Alevileri de yanlarına alarak camiye ve camiden namaz kılıp çıkanlara saldırmışlardı. Bu ikili iç savaş denemesi kolayca bastınlamamıştı ve günlerce, Türk Ordusu'nun müdahalesine kadar devam etmişti. Her iki taraftan 200' den fazla insan ölmüştü! Evler yakılmış, yıkılmıştı . . Sonunda askeri birlikler savaşmayı önleyebildi. Marksistler buradan da istedikleri neticeyi alamamış oluyordu.

161


NAZIM HİKMET ŞEREFİNİ (!) İADE MFSELF.Sİ VE ECEVİTI..ER 5 7. Hükümet (DSP-ANAT-MHP) dönemi, Devleti soyanlar,

vurgun vuranlar, banka soygunları dönemi idi. Bu soygunlar sırasında İMF (İnternational Mony Fone) güya Devletimizin kurtarılması için, aslında tamamen batırmak için casusu Kemal Derviş'i Türkiye'ye gön­ dermişti . Bu artniyetli adam da Türk halkının temel geçim kaynakla­ rından olan tütün, şeker pancarı, fındık v.s. gibi döviz kaynaklarımızı kurutmak için hükümetin ahmak yöneticilerine bir dizi kanunlar çıkartmıştı. . . Sonra da buğday ekimini kanunla yasaklatmak istemişti. İMF' den borç para almak için meclistekiler her ahmaklıkla parmak kaldırıyorlardı . . . Kemal Derviş aslında Sabatayist bir dönme olup Sabatay Zivi'nin tarikatı olan batıl inanışın kapani koluna mensuph.ı ve Türkiye'ye, Türkleri avlamak için bir kapan kurmuşh.ı. Şimdiye kadar hangi dönmeden Türk Milleti'ne fayda gelmişti ki bu adamdan gelecekti 1 Türk Milleti'nin en hayati gelir kaynakları olan şeker, tütün, fındık . . . v.s. yasaklamaktaki maksat Amerikanın tütün, şeker ve buğday fazlasını Türkiye'ye satmak ve Türk ekonomisini tamamen batırmaktı. 5 7 . Hükümetin ANAP kolunun bu yasaklamaları kabul etmesini normal sayıyorum . Ancak, Ecevit partililerinin kabul etmesini anormal görüyor, MHP'nin kabul etmesini ise aklım almıyor! MHP'lileri şiddetle protesto ediyorum . . . Yani, millet fakr-ü zaruret içinde iken; açlığına çare bulma peşinde koşarken ve de hükümet şaşkın tavuk gibi öteye-beriye koşarken, Başbuğe rahşan ve başbuğ Ecevitin isteği üzerine bir de menfur bir bakanlar kurulu kararnamesi hazırlanmaz mı? Ve de kararname bakanların imzalarına sunulmaz mı? Ne mi idi bu kararname? "Nazım hikmetof'un şerefini iade etme ve pis kemiklerini Türkiye'ye getirmek. . . • • •

"

162


YOLDAŞ NAZIM'IN ŞEREFİ VAR MI İDİ? Bir adamdan bir şeyi alınır da sonra o şeyi geri verilir ve bu şekilde şeref ve haysiyeti korunmuş olunur. Nazım hikmetin şerefi var mı idi? Şerefi nereden bulacaktı?

Bak hele Türk milletine yapılmak istenen ihanete!... Bak hele aşağılık davranışa! Bak hele Türk Milletine karşı yapılan �üğe! Bak hele yüzsüzlüğün en çirkinine!

Neymiş nazım hilanetin §el'efi? Var mıydı ki elinden alınmıştı? Mustafa Kemal Paşa'ya "Burjuva Kemal" diyerek, Paşa'yı "kumandanının kordonuna" bağlayıp yüzüne tükürmesi mi? Kemal'in, milletini aya� kaldırmak için çağn yapmalannı köpek havlaması kabul etmesi mi? Layık olmadığı halde, içinde yaşadığı Türkiye'yi iki defa (1921 ve 1951 'de) bırakıp kaçması mı? "Bit Mehmeti yer, mehmet biti yer" diye yazarak Türk askerine en ağır hakareti yapıp bit yedirmesi mi? "Gôzlerimizdeki deniz mavisi renk, SJav kanı taşıma.madan... " demesi ve yazması mı? Rus komünist diktatörü Nikıta Sergeyeviç KRUŞÇOV' a yazdığı dilekçe mektupta, Rus vatandaşlığına geçmek için, Ruslara yapbğı hizmetleri ve TürkMilletine yapbğı ihanetleri sayıp dökmesi mi? Ve de Rus vatandaşlı� geçmesi mi? Ne imiş şerefi yahu be Ecevit bu mel' unun? Bu soruları çok çok sıralayabiliriz . . . alçaklığı, şerefsizliği, satılmış­ lığı, adiliği . . . yüzünden. Ya sizler. . . ey Ecevitler, Rıdvan Budaklar ve hempaları sizler nesiniz? Türk Milleti' nin dejenerasyonu neticesinde başbakanlık, parti başkanlığı ve milletvekilliğinde bulunmanızı nazım hikmet gibi bir satılmış Türk düşmanını şereflendirmek için mi kullanacaksınız? Yazıklar olsun sizin gibi sebükmağzlara! . . . 1 63


Damarlannda 7.erTe misali değil, bir kan atomu Türk kanı bulunmayan Polonya'run eski tanınmış Borjensky ailesinden geldiğini Warshova mahkemesinde ispatlayarak Polonya vatandaşlığına geçen, 1962 Ocak ayında Rus vatandaşlığına geçip emekli maaşı alan, Ve de 1963 yılındaMoskova'da geberen, Rus vatandaşlığının vi7.esinin "kalbinde kazalı" oldu�u söyleyip yaı.an . . . Bir melez-soysuzu sizler nasıl olur da şereflendirebilirsiniz? Bu "Şeref" denen en kıymetli değer yoksa kum taneleri kadar çok mudur ki, nazım hikmete de birtane düşsün... Bu gibi iğrenç bir davranışın karşısında insanın ağlaması geliyor ve ister istemez Namık Kemal 'in şu ünlü beytini dudakları arasında terennüm etmek istiyor: Kilab-ı zülme kaldı gezdiğin o nazende sahralar Uyan ey yareli şir- i j iyan hab-ı gafletten . . .

Sizin gibilerin, nazım hilanet'i T.C. Vatandaşı olarak kabul etmesine uluslararası hukuk balonundan hakla var mıdır? Bu husus için milletçe veya başkaları tarafından vekalet verildi ., mı. Önce Rus parlamentosunun, nazım hikmeti Rus vatandaşlığın­ dan çıkarması gerekmez mi? Be acayip adamlar, sizler ne cevherler imişsiniz be?! ... Bu kitaba aldığımız, bizzat nazım hikmet'in itiraf ettiği ihanetleri ve hukuki durumu yoksa bilmiyor muydunuz? f.ğer biliyor idiyseniz sizlerin Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve de bakanlıkland n a işi ne? f.ğer bilmiyor idiyseniz; bilmediğiniz, tanımadığınız birisine nasıl "şeref" bahşedersiniz? Mevcut olmayan bir şeyi vermeye kalkmak şerefsizlik değilse nedir?. f.ğer MHP'li bakanlar da im1.aJasalardı ve "Bakanlar Kurulu" 164


kararnamesine çıkarabilseydiniz ondan sonra ne edecektiniz? Tabii, pislik kemiklerini, kırk yıl sövdüğü, ihanet ettiği Türkiye' ye getirecektiniz, değil mi? Ve de bu pislikle ulvi Türk topraklarını kirlete­ cektiniz. Bu durum ise -biz- Türkleri hepten kahrederdi! . . . Herhalde sizler de böyle olmamızı istiyordunuz. İllaki, Ecevitlerin, Rıdvan Budak. . . gibilerin isteği doğrultu­ sunda, komünist yoldaşlık hatıralarını yadetmek için bir Sovyet Rus vatandaşının ölüsünü Türkiye' ye getirmek muradınız ise, İlyuş İlyunoviç LENİN'i.n kemiklerini ve Kızıl Meydan'daki sahipsiz kalan ünlü heykelini Türkiye'ye getirin bari . . . Üstelik bu gibi komünist başları için yeniden bir heykel masrafı da yapılmamış olur. Hem Rus'ları da artık tiksindikleri bir pislikten kurtarmış olurdunuz . . . Üstelik Lenin, çağ açmış, tanınmış birisi idi. Onun heykelini Kızılay' da Marka Paşa büstünün yanına dikerdiniz. Yakışırdı hani iki Türk olmayanın heykellerinin yanyana oluşu bu ulvi Türk topraklarına . . . Heykelin kaidesine de, nazım hikmetin peyfamberi olan İlyunoviç LENİN' in şu ünlü sözünü yazardınız: "Din afyondur"

Bu söz dine ve dindarlara karşı olan tavrınızı daha da çok pekiştirirdi bence . . . Hem de İ. Lenin'in bu ünlü ( ! ) Türkiyeli dinsiz komünistleri,

ateistleri, Sabatayistleri. . . Keyiften dörtköşe eder; bu gruplar da Lenin heykelinisıksıkziyareteder, saygı duruşunda bulunurlardı. Hani sizlerle aynı safta bulunan Hasan Ali Yücel yoldaşınız "Yeni Dünya" isimli uzun şiirinin ilk iki satırı olan: Görmeden inanmakyok dinimiı.de Biz bu yeni dinin seferberiyiz... beytinde belirttiği şekilde bizzat görmek sureti ile daha da inançlı olurdunuz kanısındayım.

siz eğer lekelediğiniz bir "şeıefi." gerçekten iade etmek ..-Katil, canı, çete. . . ,, gibi sıfatla­ malarla iftira ettiği mva1annı geri almak için özür dileseycliniz, daha Ha sahi,

istiyorsanız, Rahşanın "Ülkocüler" için 1 65


şerefli bir iş yapmış olmaz mıydınız? Ey Ecevit. .. Asıl "çete, katil, cani,

vatan haini... " gibi vasıflann sahibi olan devrimci marksistlerine Rahşan'ın niye toz kondurmuyor? Demek ki, o da on1ardandır... Onlar ki, Türk Milleti'nin bekası için didinen SOOO'den fazla "Ülkücüyü şehit ettiler! . . . Birçok ocağı söndürdüler. . . Bunların PKK' dan bir farkı var mıydı ki kendilerini hep desteklediniz? Şehit edilenlerin içlerinde iki Bakırköy MHP ilçe başkanı (birisi Mehmet Başak) , İstanbul MHP ilbaşkanı Recep Haşatlı ve 8 yaşındaki oğlu; Şişli MHP ilçe başkanı, karısı ve 5 yaşındaki kız çocuğu; Eyüp'te bakkallık yapan 80 yaşındaki ihtiyar, Gümrük ve Tekel bakanı Gün Sazak. . . Ve birçokları vardı. Bunlar da "Ülkücü Genç" mi idiler ki öldürüldüler? Hey Rahşan hey. . . sen ne biçim bir yaratıksın, neyin nesisin ve neye göre değerlendirme yapıyorsun?

Ey Ecevitler, biliyorum sizler azılı birer ülkücü dUşmarusınız ve bu Ülkücü'lerden özür dilemenizi engelliyor. Onlara şeref bahşedecek tıynette zaten değilsiniz. O balamdan sizi mazur görebilirim... Bari APO'nun (Abdullah Öcalan) şerefini (!) iade etseydiniz. Herhalde o nazım hikmetten şerefsiz birisi d�di. Tekrar konunun özüne dönelim. Nazım hikmet'in Tfuk Milleti, Türkiye, Mustafa Kemal Paşa, Türle askerleri hakkındaki söz ve düşüncelerine ; kinine, düşmanlığına ve de nefretine ışık tutan yazılara bakalım: .

Önce gazeteci yazar (Vakit Gazetesi) Serdar Arseven'den birkaç satır alalım : "Nazım Hikmet'li gündemde unutulmaması gerekli bazı ayrıntılar var. İlhan Darendelioğlu'nun "Nazım hikmet vatan şairi mi, vatan haini mi" adlı eserinde, nazım'ın Türk Milleti'ne nasıl baktığını gözler önüne seren bir diyalog dikkat çekiyor. 1922' de Moskova büyükelçimiz nazım hikmete: "-Türkiye'ye bir an önce dönmelisin . . . Memleketin sanden yardım bekliyor. Öğretmen olarak Türk çocuklarına hizmet edeceksin . . . Memleketin sana ihtiyacı var" deyince, nazım hikmet: 1 66


"-Rusyayı sevdim . . . Dönmeyi düşünmüyorum. Hele Türkiye'de 30 kadar sümüklü Türk çocuğunu okutmayı hiç aklımdan geçirmi­ yorum . . . diye cevap veriyor. Bu ülkeden, masum çocuklara bile öfke kusacak kadar nefret eden bir yaratığı; Devlet Töreni ile anıtlaştırmak, �n başta nazım hikmete haksızlık olur. Ne yani? Nazım hikmet ölesiye nefret ettiği Türk Devleti'nden gelecek iadesi itibarı kabullenecek biri miydi? O, bir Rus'tu!. . . Bir Rus dinsizi. . . " Nazım hikmetin Rusluğunun ispatı olan bir şiiri tekrar ele alalım: "Moskova öğretmenim, yoldaşım. Moskova, seni armağan eden bana. . . Bir de yurtlarımın yurdu var bu dünyada Ne Türkiye, ne Türkistan, Ne Azerbaycan, Ne Polenez Adaları. Orası ilk yeşeren yurdum İlk şafak vaktim! Oranın pasaportunu taşıyorum! Kağıttan değil, Vizesi yüreğime kazılı! . . . Damgası vurulu yüreğime . . . Peki ama, Türk vatandaşlığına dahil etmek, ya da olmayan bir şeyini (şerefini) iade etmek nazım hikmete haksızlık ve hakaret sayılmaz mı? En azından abesle iştigaldir. Nazım hikmet, ısrarla yurdunun Türkiye ve Türk Yurtları olmadığını; asıl yurdunun Rusya olduğunu, bu yurdun sevgisinin "kalbine kazılı" bulunduğunu açıklıyor. . . Buna rağmen bir ta1am beyinsizler, nazım hikmet hakkında bir "

bilgisi bulunmayan gafiller ile art niyetli hainler, nazım hikmet'in yurdunun Türkiye oldu�u ve kendisinin Türk şairi oldu�u iddia 167


ediyorlar! ... Her halde, bu yaratıklar nazmı hilmıeti, nazını hilmıet kadar bilmiyorlardır... Bu iddialanyla nazım hilmıete de iftirada bulunmak­ tadırlar. Aslında bunların iddialan ve art niyetleri ne olursa olsun nazmı hikmeti hiç de ilgilendirmemektedir. Bu arada, bazı muhalif okuyucularım diyebilirler ki: "Ali Ulusal'da devamlı nazım hikmet aleyhine yazdı. .. lehinde birşey yazdığını görmedik. Hatta ailesine dil uzatıp anasına iftira bile etti . . . v.s" Ben belgeye ve gerçeğe dayanmayan bir şeyi yazmam, günahtan korkarım. Kitabın ilk kısımlarında Yahya Kemal ile ressam Celile Hanım'ın (nazım'ın annesi) gönül meselesine dokunduksa da açıklama yapmadım. Ne var ki, 26 Ocak 2003 tarihli "Milliyet" gazetesinde, ülkücülükle ilgisi olmayan dürüst ve gerçekçi gazeteci olan Hasan Pulur Bey' in "olaylar ve insanlar" sütununda çıkan yazıyı aynen alıyorum: YAHYA KEMAC.İN AŞKININ SONU "Soranlar oldu: "-Yahya Kemal ile nazım hikmet'in annesi Celile Hanim'ın aşkı, nazım'ın, Yahya Kemal'in cebine koyduğu pusula ile bitti mi?" Evet, aşk bir nevi bitiyor ama, ilişkiler uzaktan olsa da sürüyor, nazım hikmet' in annesine aşık olan Yahya Kemal' in cebine: "-Hocam olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremezsiniz." diye yazıp koyduğu pusuladan sonra, ikisinin yüzyüze gelip gelmedikleri bilinmiyor. Celile Hanım, Yahya Kemal'i görmek için Ankara'ya gider; ama görüşemez. Lakin bu defa aşkı için değil, cezaevinde bulunan oğlunun affedilmesi için. Yahya Kemal'e mektup yazar, cevap alamaz. Celile Hanım, cezaevinde bulunan oğlunun çıkacak af kanunundan yararlanması için TBMM'sine dilekçe vermiş, bazı milletvekillerine mektuplar yazmıştır. Bunlardan biri de Yahya Kemal' dir. 1 68


Celile Hanım, Yahya Kemal' e yazdığı mektupta: " . . . . . . Maziden gelen ses . . . diye başlamış ve şu cümle ile bitirmiştir: "-Siz nazım' ın şiir hocasısınız . . . Tesirli konuşursunuz, ne olur onu himaye ederek, kanayan bir anne yüreğini kurtarınız." demişse de mektuplarına cevap bile alamaz. Kimine göre korkmuştur, kimine göre de "pusulayı" unutamamıştır. Aradan yıllar geçer. TAHA TOROS'un anlattağına göre, ressam, müzisyen, sanat tarihçisi, şehircilik uzmanı CELAL ESAT ARSEVEN' in Kadıköy-Hasırbağı' ndaki evi "SANAT LOKALİ" halindedir. Buradaki sohbet toplantılarına yakın komşusu olan Celile Hanım' da katılır. Toplantıların davetlerinden biri de TAHA TOROS'tur. Yahya Kemal ile Celile Hanım' ın aşklarını bilen Celal Esat Arseven sorar: "-Bu toplantıya Yahya Kemal' i de çağırsak ne dersiniz?" Gülümseyen Celile Hanım, başını sağa sola çevirir: "-Gelmez Celal Bey, gelmez. Beyhude teklif etmeyin" der. Celal Esat Arseven ise ümitli: "-Ben getirmeye çalışacağım . Yıllar sonra karşılaşıp belki eski günleri konuşursunuz." diye söylenir. Celile Hanım umutsuzdur: "-Davetinizi kabul edeceğini sanmam, ama gelirse memnun olurum." der. Taha Torus'un anlattığına göre, ertesi pazar iple çekilir. Evde Fatih Rıfkı ve eşi, İsmail Hakkı Baltacıoğlu ve eşi, Şeref Akdik ve eşi de vardır. Biraz sonra kapı çalınır. Artık yetmişine varmış olan Celile Hanım içeri girer. Yüzündeki kırışıklıkları makyajla kapamış, boynuna sarı bir eşarp takmış, zarif bir elbise giymiştir. Herkes kalkar, Celile Hanım baş köşeye buyur edilir. Biraz sonra Celal Esat Arseven açıklar: "-Malesef, beklediğimiz misafir gelmeyecek. . . " "

169


Celal Esat Arseven, Yahya Kemal' e niçin gelemiyeceğini sormuş ve şu cevabı almıştır: "Hayalimi bozmak istemem! . . . " Celile Hanım , o dramatik sahneyi titrek bir sesle tamamlar: "-Ben size söylemiştim Celal Bey, gelmez diye . . . Beni bu halimle görmek istemiz . . . Bu aşk hikayesi burada biter mi? 1950'lerde nazım hikmet' in affı için toplanan imzaların arasında Yahya Kemal' in imzası yoktur. Acaba aşkını sona bir nevi yanaştıran iki satırlık pusulayı unutmamış mıdır? Yoksa? . . . Yahya Kemal öldükten sonra evraklarının arasında, içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıkar. Yahya Kemal, zarfın üzerine şöyle yazmıştır: "-Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930' da Sirkeci Garında gece saat 10' da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir. Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima hıfzedeceğim ( hatırlayacağım) ." Kimdir bu aziz kadın? Sayın Hasan Pulur'un yazısı bu kadar. Aziz "kadın"a gelince Celile Hanım' dan başkası olamaz. Bu, her iki taraf için de bir platonik aşktı. Ve son görüşmeleri 1930'da olmuştu. Nazım' ın yazdığı pusuladan sonra demek ki ilişkileri devam etmişti. Bu yazıyı kitaba niçin mi aldım? Birincisi iftiracı olmadığımı ortaya koymak için. İkinci sebep ise şu: Bazı aile reisleri çocuklarının hayallerinin yıkımını hazırlar ve çok defa o çocuk, ya da genç artık bitmiştir. Çocuklarını haram para ile besliyenler, Hanımlarına haram kazançlarından besleyip çocuklarına haram süt emdirmiş olanlar. . . Karaborsa, vurgun, soygun, yapsanlar'la, Devleti çalanlar, Anne-babası fuhuş peşinde koşanların çocuklarının hayatı da normal bir insanın hayatına benzemez. "

170


Bunlardan olacak olan şey; sevgi nedir bilmeyen, merhametsiz, faziletsiz, millet-vatan sevgisi bulunmayan; ya da ırzını peşkeş çeken haysiyetsiz kişilikler; mafyacı-gankster tipi mahlükatlar meydana gelir. Ressam Celile' den doğacak çocuğun olacağı şey de, ayrıca Türk kanı taşımaması gereği bir nazım hikmetti. Bu bakımdan, yetişkin oğlunun tam anlayacağı bir şekilde Yahya Kemal' le cinsel ilişki kuran Celile Hanımı ve Yahya Kemal'i protesto ediyorum. Nazım hikmet'in Türkiye'den kaçmasına şüphesiz ve en büyük sebep bu olaydır. Türk olmadığını bilen bir gencin, anasının bir Türk ile devamlı olarak cinsel eylemde bulunması nazım' ı hem komünist, hem de korkunç bir Türk düşmanı yapmıştır. Şimdiye kadar bu anlatıianlarla ortaya çıkan sonuç: a) nazım hikmetin, Türk Milleti ile ırkı bakımdan zerre misali de olsa hiçbir ilişkisi yoktur. b) Türkiye vatanclaşlığından çlkanldıktan sonra; önce Polonya, sonra Rus vatandaşlığına girdiğinden Rus olarak gebermiş olduğundan hayatı Rus vatandaşı olarak sona ermiştir. c) 1951'de Türk vatandaşlığından çlkanldıAJ için, murd olduğunda Türk vatanclaşlıAı bir bağı bulunmuyordu. d) Doğduğu yer (Selanik) de Türkiye dışında bulunmaktadır. e) Türk olmayan, ya da Türk vatandaşı bulunmayan bir kimse Türk şairi veya TUrkiye şairi asla olamaz. f) nazım hikmet zaten şair değildi, şair yamağı idi. Bu bakımdan şairliği mevzu-ubahis değildir.

Ve kesin sonuç: Ömrünü Türkiye ve Türk Milleti'ne ihanetle tamamlayan NAZIM HİKMET TÜRK MiLıEri VE YURTI.ARI İÇİN BÜYÜK BİR VATAN HAİNİDİR.

171


MUSfAFA KEMAL-NAZIM HİKMETVEATAlÜRKÇÜLÜK Nazım hikmet azılı bir Atatürk düşmanıydı! . . . Mustafa Kemal Atatürk de nazım hikmetten tiksinirdi . . . M. Kemal Atatürk, nazım hikmet'in "Sallam SöAüt ve Hazer" isimli şiirini dinledikten sonra: "Bu şiirde Türk Milleti'nin hayatına kasteden bir bomba vardır." demişti. Yani, N. Hikmet adlı mel'un yaratık şiirinde Türk düşmanlığı kusuyordu. . . Bu lanet yaratık ömrii boyunca zaten başka bir şey yapmamıştı. Ve hatta bu düşmanlık onun geçim kaynağıydı. Zaten, yaptığı düşmanlık ve kuyu kazmalar kanının gereğiydi. Çünkü o, bir Slav çocuğu idi. Türkiyede, Atatürk'ü kalkan olarak kullann sahte "Atatürk­ çü'lerin tamamı nazım hikmet dostu, hayranı ve hempaları olduğuna göre, bunlar Atatürkçü değildir ve asla olamazlar da. Bunu, sebeplerini açıklamadan önce, okurlarımıza nazım hikmet Borjansky'nin yır cinsinden birkaç satırı ile ışık tutalım: "Burjuva Kemal'in omuzuna binmiş Kemal kumandanın kordonuna Kumandan Kahyanın cebine inmiş Kahya adamlarının donuna Uluyanlar. . . Hav. . . Hav. . . Hav. . . Tüü . . . "Burjuva Kemal" diye iftira edip bu v�fı kullandığı kişi Mustafa Kemal Paşa' dan başkası değildi. Ama, omuzuna binenin kim olduğunu belirtmemiş Moskof oğlanı. Mustafa Kemal Paşa'da, kumandanı olan Kazım Karabekir Paşa'nın kordonuna, yani emir ve isteklerine bağlı imiş! . . . Kazım Karabekir Paşa da, Trabzon Liman reisi (liman kahyası) Yahya Bey'in cebine inmiş; yani, "cepte keklik" derler ya işte öyle bir şey. . . Ya da yardımlarının esiri gibi bir şey olmalı. Kahya (Yahya Bey) adamlarının "

172


donuna . . Ama ne? Bunu, ancak Koskof oğlanı olan bilir. Kısa yorum bu. Kanıbozuk Moskof oğlanı nazım hikmet mel'unu niye mi Mustafa Kemal, Kazım Karabekir Paşa ve Trabzon liman reisi (63) Yahya Bey' e bu kadar kinle dolu ve bunlara ateş büskürüyor? Bu konuyu daha önce izah etmiştim, ama bir-iki satırla tekrar değinelim : Komünist Rusya ile iyi geçinmek ve bazı silah isteklerinde bulunmak gereçesiyle kurulmuş bulunan sahte bir Bolşevik (komünist) Partisin çalışmalannı hızlandırmak ve bir an önce Kurtuluş Savaşının istikametini değiştirerek Türkiye'yi Rusya'ya bağlamak için İlyunoviç Lenin; en seçme 15 komünistini Mustafa Suphi-Ethem Nejat başkanlığında Ankara'ya göndermekte iken; bunların komünistliğini öğrenen liman reisi Yahya Bey, Kazım Karabekir Paşa' nın "olur" unu aldıktan sonra bunları Karadeniz' in karanlık sularına havale etmişti . . . Lenin ve oğlanı yoldaş nazım, kurulacak yeni Türk Devletinin kendilerine yem olacağından kesinlikle emin idiler. . . Gönderilen komü­ nistleştirme kuvveti gebertilince hayal kırıklığına uğradılar! . . . Hayalleri suya düşmüş bulunuyordu. İşte bunun için nazım hikmet nam Moskov oğlanı; M. Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa ve Trabzon liman reisi Yahya Bey' e (Kahya) kin kusmakta ve ateş püskürmektedir. Ve de -sözde- .suratlarına tükürüyor, milletimizi kurtarmak için yaptıkları çağnları da köpek havla­ masına benzeterek suratlarına tükürmek istemektedir. . . Bütün bunlar ortada iken, Türkiye' deki bir takım mahut çevreler ve de can-ü gönülden nazım hikmetçi olanlar "Atatürkçü" geçiniyorlar. Bu ne utanmazlık, bu ne yüzsüzlüktür?! . . . Bir kişi, hiçbir şekilde hem "Atatürkçü" , hem nazım hikmetçi olamaz. Bunlar acaba Atatürk'ü ne sanıyorlar, ya da Atatürkçülüklerini hangi anlamda kullanıyorlar. . . ·

"Dinsizlik mi? Ateistlik mi

(63) Trabzon'lu Yahya Bey

1 73


Sasatayistlik mi? Masonluk mu? Karubozukluk mu? Azınlık ırkçdığı mı? Türk Milliyetçiliğin düşmanlığı mı? Satılmışlık ve uşaklık mı? Banka soygunculuğu ve wrgunculuk mu? Belki de bunlann hepsi, ya da 5-6 sı..... ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEKLERİ Şimdi, Atatürkçü geçinenlerle "Atatürkçü Düşünce"ye sahip olduğunu ileri süren "Atatürkçü Düşünce Derneği" sahiplerine şu sorulan sorup cevap aramak gerekir: Siz gerçekten Atatürk'çü müsünüz, yoksa Atatürk'ü istismar eden nazım hikmetçi misiniz? Eğer Atatürk'çü iseniz nazım hikmetten tiksinmeniz gerekmez ·? mı. Yoksa her marksist, sabatayist, mason, dinsiz ve ateist...v.s.'nin yaptığı gıbi Atatürk'ü kullanmak mı istiyorsunuz? Katıksız birer nazım hikmetçi olduğunuza göre, asla Atatürk'çJ olamazsınız. Çünkü, bir kişinin aynı anda hem Hnsti.yan, hem Müslüman olması mümkün değildir. Mustafo K. Atatürk ile nazım hikmet, birbirine karşı, taban tabana zıt ayrı görüş ve dünyaların kişileri idiler. Ayrıca birbirinden nefret etmekteydiler. Üstelik, Atatürk'ün düşünce ve inançları sizin nesebinize aykırıdır.

Mustafa Kemal Atatürk, her şeyden önce; katıksız bir Türkçü, Türk milletçisi, tam bir Ülkücüydü. Bu durumu bir beyanlann da şöyle ifade etmişlerdi: "-Biz, ne boݧeviğiz, ne şuyuz, ne buyuz. Biz doğrudan milliyet perveriz ve Türk milliyetçisiyiz! " 1 74


Atatürk'ün ne olduğunu, nasıl düşündüğünü, neyi hedeflediğini sadece şu dört cümlesi anlamaya ve anlatmaya yeter: "Ne mutlu Türküm diyene Türk; öğün, çalış, güven. Bir Türk cihana bedeldir. En büyük iftiharım, Türk yaratılmış olmamdır. "

Ey sahte Atatürkçüler ve Atatürkçü düşünce demekçileri, bu sözlerin hiçbirine katılıyor ve bunlan yürekten benimsiyor musunuz? Hiç ezilip büzülmeyin, sizin adınu.a ben cevap vereyim: Hiçbirine katılmıyor ve hiçbirini benimsemiyorsunuz. M. Kemal Atatürk'ün bu dört dimlesinden hiçbirini, bugün Atatürkçü geçinenlerden hiçbirisi kabul ebnez. Hatta, Atatürk'ün bu görüşlerinden nefret ederler. Bu benimseyiş ve görüşler, çoklannın neseplerine aykın düşer. Çünkü; masonlardan, Sabatayistlerden, Yehova Şahitleri'nden, Marksistlerden, dinsizlerden, ateistlerden, salaklardan-solaklardan Atatürkçü kesinlikle olamaz. Yoksa sizler Atatürkçülüğü ne sanıyorsunuz? Masonluk mu? Sabatayistlik mi? Yehova Şahitliği mi? Komünistlik veya komünist hamiliği mi? Ateizm ve dinsizlik mi? Fahişe koruyuculuğu mu? Milleti çıplaklaştırma kampanyası mı? Devlet, ya da banka soygunculuğu mu? Cinsel güdülerini tahmin etme egoizmi mi?

Lütfen açıkça söyleyin,bunlardan hangileri? Kaç tanesi? Hepsi mi? Atatürkçü geçinenlerin elebaşılan,Atatürk'ün büyük Türk Milliyetçisi olduğunu unutarak ve unutturarak "O"nu yıkıalıklanna, soygunaıluklanna alet etmeye; sinsi bir takım karanlık emelleri içi 1 75


kullanmaya kimsenin hakla yoktur! .. Yukarda bahsedilen güruhun Atatürk ve hatta alelade bir Türk gibi düşünmesi mümkün olmadığına göre, ''Atatürk"ismini kullanarak dernek kurmaları büyük haksızlıktır ve Atatürk' e hakarettir.

Özellikle 'devrimci' diye geçinen komünistler 19701i yıllarda maske olarak "Atatürk'u" kuilanmışlardır. 1956 Moskova Sosyalist Yazarlar Kongresi'nde alınan 18 maddelik kararlardan bir maddesi de aynen şöyledir:

"Bulundu�uz Wkenin milli kahramanı olan kişi veya kişileri yıkıp hallan gözünden düşüıemiyorsaruz onlan kendi davanız için lruDanın ve si7.den imiş gıbi gösteımeye u�" Bu 18 maddelik kararı Görele "Komünizmle Mücadele Derneği" başkanı iken 1964 yılında neşrettiğim beyannamede yayınlanmıştım. Kenan Evren de bu 18 maddenin 9 unu televizyonda okumuştu. Gözlediğimiz ve izlediğimiz o idi ki, Türkiye komünistleri, üstlerinin verdiği emir üzerine bu 1956 Moskova beyannamesindeki maddeleri Türkiye' de uygulamaya koymuşlardı. 1970li yıllarda da marksist militanlar ve onların yetiştiricisi bulunan komünist güruh, menfur gayelerine ulaşmak için, Atatürk'ü siper olarak kullanmak için Atatürk rozeti denen ve Atatürkle bir alakası bulunmayan çok çirkin ve vahşi görünümlü bir rozet yakalarına takıyorlardı . Bu rozetlerde yüzü tamamen boşanmış kemik görünümlü, pörsümüş, kafcı üstü kasketli ve kasket öne yatmış,-sözde-halk komünistmiş görünümündeydi. Bunca Atatürk fotoğrafı varken bu tip bir rozet yapmaları aslında Atatürke büyük bir hakaretti. Trabzon Öğretmen Okulu Müdürü iken ( 1975-1976) , sınıflardaki bütün marksistlerin yakalarında b u rozeti görünce devegenç olan bir öğrenciye sorular sordum ve aramızda şöyle bir konuşma geçti: "-0, yakandaki nedir? -Atatürk rozeti. -Atatürk'ü o kadar seviyor musun'?

1 76


-Böyle bir Atatürk'ü hangi itler tasvir ve tasawur etti?

-Bu ne tip bir Atatürk? Atatürk bu kadar çirkin ve perişan birisi miydi? Bunları hangi it dölleri yaptı ve hangi it dölleri takmanızı emretti?" Sonra iki müdür yardımcısı çağırarak sınıflardaki bu "Halka garibesi" olan rozetleri toplattım. Bu olay üzerine Trabzon basın çevrelerindeki kızılcıklar kızıl bir kıyamet koparmışlardı . . . Tabii marksist bütün kuluşlar da. Doğrusu, bu marksistler çok utanmaz yaratıklardı. Nazım hikmet çömezleri ya, niçin utansınlar? . . .

MASONWK VE MASONLAR Türk Milleti'nin manevi ve milli değerleri ile İslam Dini üzerinde çok korkunç yıkıcılık rolünü yürüten çok sinsi bir kuruluş olan teşkilat masonluktur. Bu teşkilat tahribatını yalnız Türkiye' de değil, bütün İslam ülkelerinde de meydana getirmiş bulunmaktadır. Beşer tarihinde, Yahudi ırkı kadar diğer milletlerin ahlakına, töresine, dinine ve devlet düzenine korkunç derecede zarar veren başka bir millet mevcut değildir. Sahil kıralı Nabukadnezar, Yahudilerin kralının başını kestirdiği Yahya Aleyhiselalarn'ın intikamını almak için Kudüsü işgal ederek Tevrat kitabını yok etmesinden sonra, sağ kalan Yahudiler Sahil şehrine sürgün edilmiş ve esir olarak ağır işlerde çalıştınlmışlardır. Yahudiler esir kaldıkları bu 70 yıllık esaret yıllarında, "Tevrat" yerine din kitabı olarak "Talmut"u kullanmışlardır. Talmut'ta Yehova (yahudi tannsı) ağzından ayetler uydurarak diğer milletlerle bunların din ve devletlerine kin ve intikam alma zehiri kusmuşlardır. Bunlar çok teferruatlı olmakla beraber dört ana temele dayandınlmış bulunmaktadırlar: 177


A) Onların (yajludi olmayan milletler) kurulu düzenlerini bozup devletlerini ortadan kaldınn, Yehova öyle emrediyor. B) On1ann (yahudi olmayanlann ) malı, canı, namusu sizlere helaldir. C) Yehova millet olarak Beni İsrafil (Yahudileri) yaratb. Diğer insanlar, Yahudilere hizmet etsinler diye bir lütuf olarak yahudiler için yaratılmışlardır. D) Onların (Yahudi olmayanlar) dinlerini, ahlak, anlayışlanru bozun ve ortadan kaldınn . İşte Yahudilerin temel inanç ve hareket kaynaklan bu dört madde ile özetlenebilir. Yazan

Kitabın İsmi

Prof. Dr. Hikmet Tanyu Luis Marshelko

Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler Dünyayı Yutmaya Çalışan Sinsi Canavar: Yahudi Beynelmilel Yahudi Siyonizm ve Türkiye Bütün eserleri

Hanri Ford Doç. Dr. Yaşar Kutluay Cevat Rıfat Atıl han Ordular, masonlar ve Komünistler

Yahudi yıkıcılığı, mel' anetleri hakkında daha geniş bilgi edinmek için aşağıda adı geçen kitapları okurlarımdan okumalarını ısrarla tavsiye ederim: Yahudi, dünya' da tam ve kesin hakimiyet sağlayabilmek için öncelikle İMF, Dünya Bankası ve ABD'nin ağır silah sanayiini elegeçirmiştir. Ürettiği silahlan satarak paraya dönüştürmek için 1 70 milyonluk ABD halkını kırda davar güder gibi gütmekte 2-3 yılda bir, bir ülkeye, özellikle amansız düşmanı bulunduğu İslam Ülkelerine saldırtmaktadır. Önce Irak, sonra Libya, sonra Sırbistan, sonra Afganistan ve şimdi yine Irak. . . Daha sonraları başka başka İslam

178


ülkeleri . . . Bakalım Türkiye'ye ne zaman sıra gelir? Elbette Yahudilerin istediği zaman! . .. Dünyanın en tehlikeli gizli örgütlerinden biri olan mason dernekleri iki kol üzerinden faaliyet gösterirler. Bunlar Lions ve Rotarien kulupleridir. Bunlara bağlı yükselme dernekleri . . . v.s. gibi yan kuruluşları da mevcuttur. Yalnız beynehnilel (uluslararası) Yahudi'ye hizmet ebnek için çok asırlar önc.e kurulan siyonist (KudOs'te Sion DaAı'ndan esinlenilmiş) kuruluşlardır. Ne yazık ki, bu karanlık ve kara niyetli kuruluşlar bütün TOrkiye'yi, hatta dünyayı kuşatmışlardır! ...

Kökü dışarda Qlan her kuruluş, her millet için oldukça tehlikelidir. M. Kemal Atatürk 1 927'de, bu mason derneklerinin Türkiye' de kurulmakta olduğunu bir sohbette öğrenince, sohbette bulunan bu mason derneği kurucularından Prof Dr. M. Kemal. Öke'ye sorar ve aralarında şöyle bir konuşma başlar: "-Doktor, duyduğuma göre bir dernek kuruyormuşsunuz . . . Bu nedir ve ne işi için kurulacaktır? -Efendim, bir yardımlaşma ve yükseltme derneğidir. . . -Ne için bir yardımlaşmadır bu? -Dayanışma vs. için . . . -Öyle mi? ... Peki başkanı kim? -Türkiye' de sizi düşünüyoruz, Paşa hazretleri . . . -Peki, Türkiye dışında d a başkanı m ı var? Yani, genel başkanı kim? -Ben de kesin bilmiyorum . . . Bir İskoçya Locası var, bir de Newyoork. . . -Genel başkanı ve yapbğı bilinmeyen, kime hizmet ettiği- sözde­ bilinmeyen, ne idiği belirsiz bir mason derneği kurmak istiyorsunuz . . . 9Yle mi? Bir de okumuşsunuz, profesörsünüz? -Şey. . . Efendim . . . Mustafa Kemal fena halde kızar ve Mim Kemal Öke'ye bağırır: 1 79


- Bana bak doktor, bizim, kendi fikrimizden başka bir fikre ihtiya­ cımız olmadığı gibi kimse ile dayanışmaya da ihtiyacımız yoktur. . . Kökü dışarda olan karanlık kuruluşlara da bu ülkenin tahammülü yok . . . Yeniden müstemleke olmaya niyetimiz hiç yok. Bizim fikrimiz bize yeter, anladın mı? Sonra, yanında bulunan içişleri bakanına döner ve tarihi emrini verir: -Bu dernekleri sabahleyin hemen kapatın ve yasaklayın . . . O gecenin sabahında mason dernekleri kapatıldı ve yasaklandı. 195 7' de, Demokrat Parti' nin cumhurbaşkanı, eski bir gizli mason olan Celal Bayar' ın baskısı ile başbakan Adnan Menderes'e mason dernekleri açtırıldı. Memlekette o zamanlar itibar görmediği için İstanbul, İzmir, Ankara illerinde kaldı. 1 965'ten sonra başbakan olan mason Süleyman Demirel devrinde mason dernekleri hızla çoğaldı. Birçok şehre yayıldıktan sonra Konya' da da açılması bütün halkta olduğu gibi bende de hayret uyandırmıştı! . . . Trabzon'a "Taçklup" olarak 1968' de girdiler. Sonra "Türk Yükselme Cemiyeti" ne dönüştü . . . v.s.

Bugün; din, milliyet, töre-ahlak tanımayan sinsi Yahudi hizmetçisi menfur ve mel'un kuruluş yurdumuzun hemen her tarafını kaplamış, lanet ağını örmüştür!... Ne yazık ki, makam ve midesinin kölesi olan bir hayli sa.blık yaratık taraftar bulmuşlardır. Burada, masonluk hakkında geniş bilgi verecek değilim . Sadece bir-iki noktaya değineceğim . Çünkü bu konu, asıl konumuzun dışında kalmaktadır. Konu hakkında geniş bilgi edinmek istiyenler, merhum müteveffa Prof. Dr. Hikmet Tanyu' nun "Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler" isimli kitabının 1 . cildini okusunlar.

Bu kitapta; ma.5<>nluğun gizli meramnleri, şifreleri, yeminleri, nelerin Ü7.erine yemin ettikleri� işaret ve yeminlerin neleri ifade ettiöi; ma.5<>nluğun l' den 33'e kadar dereceleri, sinsi faaliyetleri. .. v.s. 150 sayfa kadar yer tutmaktadır. Masonluk, her haliyle Türk Milleti, milliyeti, din ve töresi, ahlakı 180


için yılaahk yapan çok korkunç, çok gizli ve sinsi, iğrenç bir kuruluştur.

Denecektir ki, "-Madem ki böyle bir kuruluştur, neden Türkler böyle bir kuruluşa girmektedir?" Aslında, Türkler değil, Türkiyeliler bu sinsi ve korkunç yıkıcı gizli cemiyete girmektedirler. . .

Her milletten dQşQk karakterli, midesine, menfaatine ba!lfı; kamuda makam meraklısı adi insan1ar çıkabilir. Tıpkı hırsız, namussuz, dinsiz, soygunru gUruhlann çıkb.!iJ gibi.

Rahmetli Mehmet Akif Ersoy'un: Bir paye uğruna ırzına satmış o alçak, Biz, ırza tekabüle kıyam eyledik ancak. . . demesi misali. . . Masonlar birbirine "Birader" diye hitap ederler. Her mason "birader" diğerine yardımda bulunarak onu üst mevkilere taşır. Böylece devletlerin üst mevkilerini ele geçirin ve kendi devletlerine hakim olurlar. Uluslararası konularda, hatta devletler arası savaşlarda bile bu yardımlaşma geçerlidir. Bunun tipik bir örneğini 1870- 1871 Fransız-Alman harbinde görmekteyiz. Üst derece mason olan Fransız İmparatoru III. Napoleon , yine üst dereceli mason Alman İmparatoru 1 . Wilhelm tarafından "Sedan"da kuşatılır? Cephede Alman Başbakanı prens Bismark ve başkomutan mareşel Moltke de bulunmaktaydı. İyice sıkışınca ve kurtuluşunun artık olmadığını anlayan III. Napolyon, mason biraderi olan 1. Wilhelm'in savaşı durdurması için 6 köşeli "yahudi yıldızlı" mason bayrağını büyük bir kazık üzerine asar. Bayrağı önce Prens Bismark görür ve mason olan 1 . Wilhelm'in görmemesi için yüzünü ters yöne çevirerek söze tutar: "-Haşmetli İmparatorum, bu savaşı burada bugün kazanarak şu gördüğünüz güzel ormanları ve şu muazzam topraklan, yemyeşil ovaları . . . Alman İmparatorluğuna katacağız. . . Buralar artık bundan böyle Alman yurdu sayılır. . . " derken, mareşal Moltke'ye işaret ederek 6 köşeli mason bayrağını top atışı ile yem dcvim:.?sini emreder. Binbaşı rütbesinde iken Osmanlı Ordusu'nda eğitim .ı: •ıbc:ı)•lığı yailan Moltke

181


(1818-1833) aynı zamanda çok iyi bir nişancı olduğundan tek bir atışla mason bayrağını yere serer. Bunu farkeden Prens Bismark, İmparatoruna hitaben şöyle der: "-İşte şimdi savaşı kazandık haşmetli..." İmparator Wilhelm, pres Bismark'ın cümlesinden bir şey anlamamıştı, ama "evet" kabilinden başına sallamıştı . . . Her iki imparatorun yüksek dereceli mason olduğunu bilen prens Bismark, 1. Wilhelm'in, mason .biraderi olan III. Napolyon'u ezmemek için savaşı durduracağından korkuyordu. Çünkü üst düzeyli masonlar milletleri aleyhinde bile olsa herbirinden yardımı esirgemezler. Fransız Ordularını müthiş bir yenilgiye uğratan Alman Orduları kısa bir zaman sonra Paris' e girmiş ve Fransız topraklarını tamamen işgal etmişlerdi. Fransızlara çok ağır bir harb tazminatı kabul ettirmiş ve bu paralar ödeninceye kadar Fransa'yı işgalde tutacaklarını anlaşmaya koymuşlardır. Fakat, bu işgal uzun sürmemiştir. Fransız halkı Alman işgalinden kurtulmak için elinde - kolunda ne altın varsa, cebinde ne kadar para mevcut ise bunu devletlerine bağışlamış ve Almanları vatanlarından çıkarmışlardı . . . Buna benzer bir olay da 1. Düny� Savaşı sırasında olmuştur: Çanakkale savaşlarından netice alamayan İtilaf Devletleri (İngiltere-Fransa-İtalya-Rusya) başka hedeflere yönelmişlerdi. Büyük bir Fransız ordusu mareşal Franşe Des Pere kumandasında Makedonya {Osmanlı toprağı idi) bölgesini işgal ederek Selanik' e doğru ilerlemeye başlamıştı. Franşe Des Pere üst düzey (33 derece) bir masondu. Osmanlı sadrazamı (başbakanı) Talat Paşa (61) da üst düzey bir masondu. Bu bakımdan, Franşe Des Pere ile birader idiler ve birbirini müşkül duruma düşürmemeleri -biraderlik icabı- gerekiyordu. Osmanlı paşası bu mason biraderliğe güvenerek biraderi Franşe Des Pere'ye mesaj göndererek ilerlemeyi durdurulmasını ve kendisini bir biraderi olarak daha müşkül ·

(61) Posta memurluğundan Paşalığa, Osmanlı İmparatorluğunu yıkan uygulama 182


bir duruma düşürmemesi için ilerleme' .. rlı ırdurmasını talep etmişti. Franşe Des Pere'nin verdiği c..;evap umulmayacak derecede hazin ve hayal kırıcı olmuştu: "-Fransız Devleti' nin menfaatı mevzu-u bahis olursa, mason biraderlik söz konusu olmaz." Bu Fransız mareşali, İstanbul işgal altına alınırken, Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'a Topkapı'dan beyaz bir at üzerinde girmesine karşılık vermek için kendisi de Topkapı'dan beyaz bir at üzerinde İstanbul'a girmiş ve 415 yıllık bir haçlı intikamını almıştı... Konu Türk Milleti'ni ezmek olunca mason biraderlik de para etmiyordu ve hiçbir zaman etmiyecekti de! . . . Adolf Hitler'in "Kavgam" isimli kitabında belirttiği gibi '"Her mason suni bir Yahudidir." cümlesi gereği; soy, milliyet, din, töre ... sini kaybeden Türkiyeli masonlar; Söyleyin bakalım, Kemal Atatürk'ün masonluğu yasaklamış bulunduğu Türkiye' de ne diye duruyorsunuz? Atatürk Türkiye'si yaveleri okuyup duruyorsunuz! Atatürk Türkiye' sinde masonluğun ve masonlann yeri var mıdır? Siz hiç utanmaz mısınız? Utanmaz-habis tıynetiniz gereği "Atatürkçü" geçinmeye çalışıyor ve de "Atatürk Türkiye"sinde şu şöyle olmalı, bu böyle olmalı... diye ahkam kesebiliyorsunuz... siz, bizlerden değilsiniz ki... defolup gidin Atatürk Türkiyesinden. Atatürk eğer sağ olup kurduğu cumhuriyetin' de sizleri görseydi hepinizi şey eder gebertirdi. Bu memlekette "Atatürkçü" olanlar; sadece TürkçWerdir, ülkücülerdir, yani kendisi gıbi Türk Milleti için düşünenlerdir. Başka bir deyimle Türk Milliyetçilerid. Bu millet, yani Türk halkı 70 yıllık bir devreden beri aldatılıyor. . . Uyutuluyor, boş yalanlarla, vaidlerle oyalanıyor! . . . Elbette birgün uyanacak, Türk Milleti'ni aldatanları Atatürk'ün deyimi ile '"Harim-i İsmeö'nde" boğacaktır. Muhtaç olduğu kudret, yine Atatürk'ün deyimi ile "'Damarlanndaki asil kanda mevcuttur." Ünlü Kırım Han' ı Gazi Giray' ın deyimi ile:

183


"Kaçma gelirem ben ey Moskof uğrusu . . . Tığ' a bel bağlamışız Kakül-i hoş b u yerine İrin kanın olsa da derya dolusu İçeriz düşman kanını su yerine" gereğini yapacak bir halktır Türk halkı! . . .

Milleti, tınnanamayaca.Aı bir kayaya zorla tmnandırmaya çalışmayın... Bu, sizin gibilere bir Türk oğlu Türk'ten nasihatbr. . - Nazım Hikmet ve hempa]an baklanda söyl� lasaca bu kadar, son olarak nazım hilmıet ve hazıma'lar için söylenecek tek bir beyit kalmıştır: "Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur. Yılalclı gitti dünyadan, dayansın ehli kubur."

Sevgilerimle ...

184


SÖZLÜ K A Abesle İştigal Ateist

: Pislik Karıştırma : Allah'ı kabul etmeyen, Allah'sız

B Beka Bilakis Beşer

: Ebedilik : Tam tersi olarak : İnsanlık, insanlar

c

Cüz-i

: Çok az

D Derya

: Denizler

E Eşraf Enternasyonalist El'an Em Ehven-i Şer Ehli Kubur

: Şerefliler önde gelenler : Yurt, millet, milliyet tanımıyan : Şu anda : İlaç : Daha az zararlı : Mezarda bulunan ölü

G Güruh

: Belli bir topluluk

H Hazin Hab-ı Gaflet

: Üzüntülü, hüzün verici : Gaflet uykusu : Kötü ruhlu

185


Habis Hami Hempa

: Koruyucu : Arkadaş olan, uydu olan

F Festekim kema umurdehu Fakr-ı zaruret Fuhşunun fa' şi

: Emrolunduğun gibi dürüst ol. : Çok fakir durumda olma : Fahişeliğinin ortaya çıkanlması

İnfial İrfan İz'an İhanet İade

: : : : :

Gücenme, tepki Bilgi, kültür Anlama, anlayış Hainlik, düşmanlık Geri çevirme, geri verme

K Kıyam Kavm-i Yehut Kadavra Kilab-ı zülme Kem Kakül-i hoş bu

: : : : : :

Saygı ile ayakta durma Yahudi milleti Ölü cesedi Zülüm köpeklerine Atın ağzına geçirilen kumanda kayışı Çok alımlı bir güzel

M Melez Manifesto Menfur Merhum Masum Mertebe Mel'un

: İki ayrı ırktan gelen : Temel olan esaslar : Kendisinden nefret edilen, iğrenç : Allah'm rahmetine kavuşmuş : Suçsuz : Yükseklik, derece : Lanetlenmiş

186


Minval Mevt-i Muteharitik Mevzu-u bahis Mahud Meskün Murd Mürteci Muzdarib Müsvette Münkir Mütareke

: Davranış, yol, usul : Yürüyen ölü : Söz konusu olan : Bilinen : Dolu,yerleşilmiş : Gebermiş : Geriye dönme isteklisi, gerici : Acı çeken : Karalama : İnkar eden, kabullenmiyen : Silah bırakma

N Nesep Nasyonalizm

: Soy, soy zinciri : Milliyetçilik

p

Paye

: Rütbe, Derece, Menfaat üstünlüğü

s

Sebükmağz Seng-i Kabri

: Beyinsiz : Mezartaşı

ş Şir i j işah

: Yaralı aslan

T Tahkir Tecelli Te<-ıla Tez ad Tefessüh

: Aşağılama : Meydana gelme : Yüce, yüksek : Ters oluş, ters düşme : Bozulmuş, çürümüş

187


Tekabül Teşhis Töhmet Tığ

: : : :

Karşı olma, karşı taraftar Ne olduğunu anlama İşlenmemiş bir suçu işlenmiş göstermek Kılıç

u

Umum-u efkar Ulvi

: Umumun görüşi1, umumun fikri : Yüce

v

Vehim Vampir

: Olmayan şeylerden şüphelenme, şüphecilik : Kan emici

y

Yadetme Yır

: Anma, hatırlama : Şiir

z

Zakir Zevat Zikrullah

: Allah' ı (ç.c) zikreden, anan : Kişi topluluğu : Allah'u Tealanın zikri

188



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.