Bahtiyar Vahapzade - Moskova'nın Siyaseti, Tavşana Kaç Tazıya Tut

Page 1



TAVŞANA KAÇ, TAZIYA TUT

BAHTİYAR VAHAPZADE

Türkçeye Aktaran: Yasin

ASLAN


YENİ DOŞONCE YAYINLARI Binektaşı Sokak No: 18/8-9 Tel: 117 55 37 -117 36 57 Kocatepe / ANKARA BASKI : 1. Baskı B ı\SlM YERi Merve Matbaacılık 231 24 49 ANKARA -

Kapak Tasarım - uygulama ilhamı Atmaca

2


Ö N SÖ Z Bu kitap, ünlü şair Bahtiyar Vahapzade 'nin son Azerbay­ can katliamının tüyler ürpertici vahşetini yaşadıktan sonra bi­ tirdiği ve milletine reva görülen kıyam hareketini bütün dünyaya duyurmak istediği bir şikayetnamedir. Ülkesi içte ve dışta büyük saldırılara maruz kalmış bir vatanperverin, zulme ve sömürüye karşı meşru ve haklı feryadıdır. İnsan hakları cayır cayır çiğnenirken hür dünyanın sessiz kalması herhangi bir tepki gôstermemesi büyük şairi gônül­ den yaralamıştır. Azerbaycan, ola}'ların tahrikçisi ve teşvikçisi olmamakla birlik­ te, Moskova, Azerbaycan'ın haklı isyanını dünya kamuoyuna tamamen ters bir şekilde duyurmuş; bu yetmiyormuş gibi ma­ sum halkının da ezeli kin ve nefreti ile kanını akıtmıştır. Bu vahşete bir Azeri aksakalı şiddetle karşı durmakta, Türk­ lüğün yalnızlığını içi ürpererek haykırmaktadır. Şair aynı za­ manda bu yalnızlık karşısında Türklüğün kendi benliğine dönmesinin vakti geldiğini de özellikle vurgulamaktadır. Şair, Kızıl Ordu tanklarını çıplak g®üsleri ile durdurma{Ja ça­ lışan ve tek günahı vatanın bağımsızlığını savunmaktan iba­ ret olan şehitlerin aziz ruhu önünde saygıyla eğilmekte; böylesi fedak�r gençlere sahip bir milletin asla ôlmeyece{Jini vurf!_u­ lamaktadır. Allah, soylu Azerbaycan halkını bir daha böyle fel�ketlerle im­ tihan etmesin!

Yasin ASLAN MünihlNisan 1 990 3


TAKDİM

2 1 . yüzyılın eşiğinde olduğumuz şu yıllarda, yaşadığımız dünyada meydana gelen gelişmeleri takip etmek, değerlen­ clirmek ve geleceğe yön verecek entellektüel bir faaliyet içeri­ sine girmek herkes için zaruri bir görevdir. Bugünkü dünyanın güçlüleri, zenginler., kısaca hükmeden­ leri kendi kültürel zenginliklerini en iyi şekilde değerlendire­ rek, geleceğe yön verecek şekilde fikir üretenlerdir . Ne derece kültürel zenginliğe sahip olursa olsun, gelişmeler karşısında yerinde sayan, kültürel zenginliQini geliştirici faaliyetlerde bu­ lunmayan kısacası kendi kendisini belirleyecek fikirleri ürete­ meyen toplumlar, diğer toplumların "fikir ve kültür çevresine" girmek zorunda kalırlar. Özellikle 1 2 Eylül 1 980 tarihinden itibaren milliyetçi camia­ da fikir üretimi bakımından bir durgunluk sözkonusudur . Bu durgunluk birtakım problemleri de beraberinde getirmektedir. Yeni Düşünce gazetesi olarak başlattığımız seri kitap ya­ yınlarıyla bu durgunluğu bir nebze olsun ortadan kaldırarak camiamızda bir fikir hareketliliği meydana getirmeyi hedefli­ yoruz. Değişme ve gelişmeleri en iyi bir şekilde değerlendiri­ ci, geleceği yönlendirici niteliklere sahip yoğun bir fikri faaliyetin hem camiamız açısından, hem de milletimiz açısın­ dan oldukça önemli ve fonksiyonel olduğuna inanıyoruz. İnsanımız kendi kültürel zenginliklerini geliştererek eşyaya ve olaylara ilişkin değerlendirmeleri kendi perspektifine göre yaparak meydana getirdiği bir fikir zenginliği ort3.mında bu­ gün bu konuda "tekellere" sahip toplumların "fikir ve kültür çevresi" olmaktan kurtulacaktır. Bu düşüncelerle başlattığımız kitap yayınlarına seri bir şe­ kilde devam ederek, objektif olarak müşahede ettiğimiz bir boşluğu doldurmayı hedefliyoruz . . Gayret bizden tevfik Allah'tandır . .

Rıza M ÜFTOGLU


TAVŞANA KAÇ, TAZIVA TUT

Bahtiyar VAHAPZADE


Karabağ olaylarını derinliğe öğrenebilmek ve bunu sabırla tahlil edebilmek için asrın başlarında baş göstermiş ve bugün de aynen tekrar olunan hadiseleri gözden geçirmek gerekir. Elimizde olan tarihi belgeler Ermenilerin 1918 yılından sonra­ ki toprak taleplerinin köklerinin çok derinlerde olduğunu gös­ teriyor. O zaman Azerbaycan toprağında Azerilerin Ermeniler tarafından kitle halinde öldürülmesi, saman altından su yü­ rüten gizli bir elin işareti ile yapılmış ve bunu büyük dram ya­ zarımız Cafer Cabbarlı "Atan Kazaklardır" atmacası ile kale­ me almıştır. Kendisini " Bolşevik" ve Sosyalist" olarak ilan eden Şaumyan, T.Emirov, S.Lalayev o zaman Taşnakların li­ derleri ile birleşerek Baku'da, Şa:-:ıahı'da ve Nahçıvan'da bin­ lerce günahsız Azeriyi öldürttüler. Buna rağmen, güçlü Erme­ ni lobisi Türkiye ve Azerbaycan'da Ermenilerin kitle halinde öldürüldüklerine dair uydurma "Genosid" iddiasını bütün dün­ yaya maharetle yaymayı başardı. Burada demişler: "Adımı sa­ na goyum, seni de yana yana goyum". Ben bu belgelerdeki bir iki hakikati dile getirmekle yetine­ ceğim. AZERBAYCAN gazetesinin 1918/14 sayısında şunları okuyoruz: " İ nsanların öldürülmesi ile meşgul olan eşkiya çetesinin tanınmış başkanı T. Emirov " Sosyalist'" ordusu­ nun başkanı olduktan sonra Baku'da altı bine yakın günah­ sız müslümanı katletti. Martinov'un içki arkadaşı olan Stjo­ pa Lalayev ise başkanlık yaptığı Daşnahsakan (sosyalist) canileri ile birlikte bir çok mahalıeyi aydınlardan temizle­ di. Lalayev, onları evlerinden çıkartıp hemen oradaki so­ kakta kurşuna dizdiriyordu. Şaumyan ve onun gibi ··oe­ mokrasi liderleri ' ' ise herhalde kendi başkanları için buna benzer güzel metotlar arayıp buldular... Şamahı aksi inki6


llpçıları (inkılap aleyhtarı) ile blrllkte döS)üşlere gön­ derdiler. . . Kızıl Sosyalist ' ' grubuna dahil sosyalistlerden Emirov ve Lalayev'in başkanlığında Şamahının bütün müslüman aha­ lisini kılıçtan geçirmiş ve kırka yakın köyü harap etmişler." Taşnakların yaptıkları bu vahşilikleri su yüzüne çıkarmak için o zaman Kojemyeka adlı birinin başkanlıCJında bir komisyor kurulmuştur ve bu komisyon katliamın teşkilatcısı olarak Lala­ yev'in aleyhine suçlamada bulunmuştur. Kojemyaka, Lalayev'i komisyona çağırıp onun hapsedildiğini bildirdiği zaman, Lala­ yev ona hakaret etmiş ve Şaumyan'a telefon etmiştir. Şaum­ . yan da Kojemyak'a telefon edip ona bildirdi ki, "l.alayev'i hap­ setm e k doğru d e ğ i l d i r, siz ne b i ç i m talep ileri sürüyorsunuz" (Aynı kaynak) Demek ki, Şaumyan'ın fikrine göre, Lalayev'in binlerce Aze­ riyi öldürmesi doğru bir iştir, ama bu katili hapsetmek ise de­ ğil. Biz bahtsızlar ise katili destekleyen Şaumyanlara ve Emi­ rovlara abideler yapmış onları milletimizin kurtarıcısı olarak ta­ nımış, adlarına destanlar ve şiirler yazmışız. Ermeniler 70 yıldan sonra yeniden bizden toprak talep et­ meğe başladılar. Peki niçin şimdi? Her defasında zamanın dö­ nüş noktalarında Ermenilerin bizden toprak talep etmesi, bi­ zim bu dönüş noktalarının siyasi manasını araştırmamızı ge­ rektiriyor. Peki niçin bu boş iddia hep birbirine benzeyen za­ manlarda meydana çıkıyor? Eğer derinden düşünüp, bu dö­ nüş noktalarının içtimai ve siyasi anlamını açıklarsak, biz çok şeyler öğreniriz. Ermenilerin bu iddiasına bugünkü güçlü demokratikleşme devrinde kendimiz cevap verip, onları kendimiz susturmamız gerekirken, biz yine dışarıdan yardım umup, işin adaletli bir şekilde hallolunacağını ümid ediyoruz. Ümit bağladığımız yer ise bizi müdafaa etmek yerine, bizi defalarca taviz vermeQe mecbur etti. Bilmiyorum, bu bizim tabiatımızın yumuşaklıQın­ dan ve itaatkarlığımızdan mı ileri geliyor, yoksa bunun başka sebepleri mi vardır? 7


Her halde bir şeyi itiraf etmemiz gerekir ki, biz suyun akış istikametine doğru giden sakin bir milletiz , ama unutuyoruz ki, tabiatımızdaki bu sakinlik bundan 70 yıl ewel kendisini doğ­ rultmadığı gibi, bugün de doğrultmayacak. Çünkü zalime ta­ viz vermek, mazluma zulm etmektir. Terbiyesize yalnız edep­ sizce davranılmalıdır. Ümit beslediklerimizin tavsiyeleri ile verdiğimiz tavizlerden ne kazancımız oldu? Veya meselenin halledilmesinde yardım edeceğini ümit ettiğimiz (merci) ne kadar objektif olarak hare­ ket etti? Bir ülke toprak talebi ile başka bir ülkeye hücum ederse ve toprak sahibi sa\ :.mma durumunda ise hakim görevini yapan IBM birinci ülkenin iddiasını def etmek ve durumu sakinleş­ tirmek için işgalciye mi, yoksa savunmada olana mı "Dur" demelidir? Hiç şüphesiz ilk merhalede işgalcinin gemini çek­ melidir. Bizim hakimimiz Moskova ise bizden taviz beklemek­ le, Ermenilere değil de, bize " Dur" diyor. Sormak ayıp olma­ sın, biz hangi kanunsuz hareketi yapmışız ki, bize dur diyor­ lar. Belki biz kendimizi savunmayı da bırakmalıyız? Tezada bakın: 13 Haziran 1988 tarihinde Dağlık Karabağ Vi­ layet Parti Komitesi, Azerbaycan Komünist Partisi'nden ayrıl­ mak konusunda karar kabul ettiği zaman, Sovyetler Birliği Ko­ münist Partisi bu kanunsuz karara karşı kendi tavrını ortaya koymadı. Yalnız sustu. 1 Aralık 1 989 tarihinde Ermenistan Yük­ sek Sovyeti, Da{llık Karaba{l'ın oyuncak Milli Şüra'sı ile birlikte " Ermenistan'ı ve Dağlık Karabağ 'ı birleştirmek" konusun­ da Anayasaya zıt olan bir karar kabul ettiği zaman da Sovyet­ ler Birliği Yüksek Sovyeti bu karara karşı gerekli tepkiyi gös­ termedi. Ancak, Litvanya Komünist Partisi, Sovyetler Birliği'­ nden ayrılmak konusunda karar aldığı zaman, Sovyetler Birli­ ği Komünist Partisi derhal olağanüstü toplantı yapmış ve Lit­ vanya Komünist Partisi'nin karar ı n ı tenkit etmiştir. Bu ne demektir? Demek ki, bir cumhuriyette baş gösteren her türlü kanunsuzluğa göz yummak olur, am_a ülkeden ayrıl8


mak meselesi ortaya atılınca, yani Moskova'nın menfaatleri­ ne dokunulunca, Moskova derhal itirazını bildirip feryat kopa­ rıyor. Peki, Moskova bize karşı yapılan haksızlıklara niçin fer­ yat etmedi? Yani biz bunu anlayamayacak kadar cahil miyiz? Karabağ hadiseleri başladığı günden beri elime kalem alın­ ca bütün vücudum titremeğe başlıyor. Kalem, içimdeki hiddet ve itirazı istediğim gibi yazıya aktaramıyor. Hiddetim ve gaza­ bım, fikirlerimi net bir şekilde ve bütün çıplaklığı ile ortaya koy­ mama imkan tanımıyor. Çünki halkıma açıkca yapılan zulüm o kadar büyük, haksızlık o kadar dehşetlidir ki, bunları insan aklı idrak edemiyor. Ben, zulüm ve haksızlığın bu derecede büyük olabileceğini tasawur edemezdim . Kendi gözlerimle görsem de, mantığım kabul etmiyor. Daha doğrusu aklım ona inanmıyor. Kalbime ve aklıma sığmayan bu dehşetleri ve üstümüze yağmur gibi dö­ külen iftiraları hangi kelimenin kudreti ile ifade edeyim? Cüm­ lelerde hangi ifadelerle anlatayım? Şahid olduğum bu belalar her bir dilin mahdut gramer kaidelerine sığmıyor. Burada yal­ nız bağırmak ve haksızlıklar"dünyasını lanetlemek lazımdır. Er­ meni mafyası o kadar güçlüdür ki, yalan ve iftiraları ile bizim hakikatleri köşeye kıstırmıştır, biz ise ne yapacağımızı bilmi­ yoruz. Burada demişler ki, hırsız öyle bir bağırdı ki, doğru, kö­ şeye kısıldı. Biz yalnız kalrrıışız, sesimize cevap veren yoktur. Ermeni lobisinin bütün dünyayı eline aldığı bugünlerde, Rus basınından tut, bütün dünya basını bizim aleyhimize iftiralar yağdırıyor. Burada 1. Çavçavedz� nin bu meşhur sözlerini ha­ tırlıyoruz: "Güya biz hiç bir zaman (mevcud) olmamışız ve sanki bu gün de hiç yokuz. . . Ruhen yoksul, düşüncesiz, ahmak, azgın, bilgisiz ve kültürsüz, itibarsız, ikiyüzlü ve korkak! Onların tasavvurunda bizim minevi ve fikri varlı­ Qımızın görünüşü işte budur! '

Kendi menfaatleri için bizim adımızı lekeleyip yok etmek isteyen Ermenilerin gözünde bizler neymişiz ve şimdi ne­ yiz? Onlar söz ve yazıları ile bütün dünyayı bizim geçmiş­ te de böyle f8refslz ve llyaklltsız olduQumuza, bu gün ise 9


ondan d a h a çalışmışla rdır''

b e rbat

o l d u ğ u muza

i n a n dı rmağa

Sanki, 1. Çavçavedze bunları bu gün bizim hakkımızda söy­ lemiştir. Büyük yazar daha sonra şöyle yazıyor: "Ermeniler yalnız benliğimizi tahkir etmek ve milli liyakatımızı çiğne­ mekle kalmamış, bizi yeryüzünden silmek için tarihimizi, salnamemizi, tarihi yadigarlarımızı ve abidelerimizi de bo­ şa çıkarıyor, kısacası bize ait olan her şeyi. . . Muhtelif hiy­ lelerle kendilerine mal ediyorlar. Niçin toz koparılmış (bu­ gün olduğu gibi), niçin bu kadar yaygara koparılmıştır? Gök gürlüyor, yıldırım çakıyor. Bunun içindir ki, onlar bütün dünyaya Zakafkasya'da eski zamanlardan beri yalnız Erme­ nilerin yaşadığını ve bu diyarın geleceğinin de onlara ait olduğunu ispatlamak istiyorlar. ("Ulduz" dergisi, 19891 10 sh 5-6) Ermenilere has olan bu özelliği Rus yazarı V.L. Veliçko da tasdik ederek şöyle yazıyor: "Petrol yataklarına sahip olan Ermeni zenginleri, Ermenistan'ın " Özel" tarihinin yazılma­ sı, bu küçük milletin ve onun kahramanlarının yükselmesi için bütün güçleri ile çalışıyorlar. . . Bundan başka, onlar kendi tarihi ''hizmetlerini ' ' ve şimdiki üstünlüklerini ispat etmek için asalak yaşamak usulünden faydalanıyor ve fır­ satı kaçırmıyorlar. Şöyle ki, onlar kendilerini öğerek, tarihi daha açık ve hürmete layık olan milletlere gölge düşürme­ ğe çalışıyorlar. Onlar tarih ve arkeoloji sahasında hayasız­ casına Gürcistan'ı soyuyorlar. Abidelerden Gürcü yazıları­ nı silerek, küçük P rovaslav kiliselerini ve boş kiliseleri ele geçlrlyorlar. "(Kafkas" Rus İşi ve Kabililer arası meselelc.r. Eserlerinin tam külliyatı, C Peterburg 1904, sh 62) Akıl karşısında secde etmeğe hazır:m. Lakin, hiyle ve sah­ tekarlık akıl değildir. Hiyle ve sahtekarlıktan ise, hakikat değil, yalan, iftira ve sahtekarlık ortaya çıkar. Şimdi gel yalanın karşısında dur ve sabırla bu uydurmalara cevap ver. Bu büyüklükteki yalana sabır mı dayanır? Ama sa­ kinleşip, sinirlerini kontrol altına alınca bunun çok tabii oldu10


ğunu anlıyorsun. Çünkü yalan ve iftira, yalancının ve sahtekA­ rın yaşama vasıtasıdır. O, başka bir millete iftira atmasa yaşa­ yamaz. Çünki ataların dediği gibi: "Yersiz geldi, yerli kaç". Bu sahtekarlar, atalarının ecdadlarının pu topraklara sonra­ dan geldiklerini çok iyi biliyorlar. Onlar bu topraklara sahip ol­ mak ve bu topraklarda kendi yaşama haklarını gerçekleştirmek için mutlaka yalan söylemeli, ev sahibine iftira atmalı ve doğ­ ru söyleyeni köşeye kıstırmalıdır. Şanssızlıktan onların Avrupa ülkeleri ve Amerika'da da himayecileri çoktur. Kendi kudretle­ rine ve başka milletlere attıkları iftiralar için komşuları tarafın­ dan kovulan bu millet, (Pelpötöyün) tohumu gibi bütün dünya­ ya serpilmiştir. " Denizden Denize" ve "Büyük Ermenistan" efsanesine göre, biz kendi topraklarımızın dahi sahibi değiliz. 1. Çavçavadze'nin dediği gibi, "güya biz hiçbir zaman mev­ cud olmamışız ve sanki bu gün de yokuz." Karabağ hadiseleri başladığı günden beri başımıza getiri­ len belaları kronolojik olarak yazmak, bunları tarih ve gelecek nesil için bir ibret dersi olarak bırakmak için bu yazıyı kaleme almaya başladım. Ancak o kadar sinirlenmişim ki, dengemi kaybetmiş, nereden başlayıp nerede bitireceğimi dahi bilemi­ yorum. Bunun için hadiselerin kronolojik sırasını bozarsam oku­ yucularım beni affetsinler. Son iki yıl içinde olan olayları gözümde canlandırdığım za­ man, bütün işlerin arkasında Ermeni "Liderlerinin" olduğu ve onların Ermeni milliyetçilerinin önünde gittikleri ortaya çıkıyor. 1912 yılında Rusya'nın Van, Erzurum ve Bitlis başkonsolo­ su olmuş General Mayevski " Van'daki hadiseler, Ermenile­ rin öldürülmesi'' adlı raporunda şunları yazıyor: ' 'Ermeni mil­ leti hiç kimsenin değil, yalnız aklını kaybetmiş liderlerlnln kurbanı oluyor. Onların liderlikleri sayesinde binlerce kan­ kardeşleri mahv oldular. Lakin bunun yerine, onlar hiç de kendi sosyal durumlarının iyileştirilmeslnl temin edemedi­ ler, aksine, acıklı ve karışık bir vaziyete dü,tüler.' ' 11


İnşallah, yine de böyle olacaktır. Kendi oyunları kendi baş­ larına gelecektir. Konsolosun bahsettiği katliam (genosid) me­ selesi tartışmalı bir meseledir. Henüz dünya hukukçuları Türki­ ye'deki çarpışmanın hakiki bir genosit olduğunu tasdik etmemiştir.

Geçen asırdan beri devam eden l:::.rmeni propagandasının sonucunda yeryüzündeki bütün Türkler "medeniyetsiz" ve "vahşi" bir millet, ermeniler ise dünyanın en mazlum, dertli ve sessiz, ama medeni bir milleti olarak gösterildi. Bu işte, tarih boyunca T ürklerin Asya ve Afrika'daki hakimiyetini kıs­ kanan ve onları bu kıtalardan kovmağa çalışan İngilizlerin de· büyük rolü olmuştur. Uzun zaman Türklerin arasında yaşayan birkaç seyyah ve yazar Türklerin kötü tanıtılmasına üzülmüş ve bu konuda önemli kitaplar yazmışlardır. Meşhur Alman gazeteci-yazar Hans Bart 1896 yılında Ro­ ma'da ve daha sonra defalarca Almanya ve Türkiye'de yayın­ lanan "Türk, Kendini Koru" ( İstanbul, 1988, Türk Dünyası Araştırma Vakfı) adlı kitabında bu meseleden geniş şekilde bahsediyor. Hans Bart şöyle yazıyor: ' 'Türkler çok büyük me­ ziyetlere sahip bir millettir. . . İtimat ve dürüstlük, başka din­ den olanlara da insanca davranmak, ölçülü davranış, alkol­ lü içki içmeme, alicenaplık ve misafirperverlik... hastalık derecesindeki temizlik arzusu Türklere has olan meziyet­ lerdir." (sh 1 1 -12) Bundan sonra yazar şöyle bir soru soruyor: Peki, niçin Av­ rupa'da Türkleri vahşi olarak tanıtıyorlar? Bart kendi sorusu­ na kendisi cevap veriyor: " Türkler, hıristiyan olmadıkları ve protestanlık ruhu da fanatik ve katı bir inanca sahip oldu­ ğu için yukarıda saydığımız meziyetleri dikkate alınmadan barbar olarak damgalanmaktadır." (sh 1 2) Ermeni milliyetçilerinin edepsizliği ve azgınlığı o noktaya gel­ miştir ki, 200.000 Azeriyi kendi ana yurtlarından kovduktan son­ ra dahi onların yürekleri soğumamıştır, on binlerce Ermeninin Azerbaycanı terk etmesi de onları rahatsız etmiyor. Böylece on­ lar kendi milletinin başına da bela kesilmiştir. 12


Ermenilerin Azerbaycan'da yaşayan namuslu evlatları, er­ meni milliyetçilerinın haksız taıepıerıne karşı çıkıyor ve bu ha­ rekete itirazlarını bildiriyorlar. Emekli pilot Georgi Rantikoviç Dorantsev ermeni milliyetçilerinin haksız hareketlerine itiraz alameti olarak kendisini öldürmüştür. O, hanımına yazdığı mek­ tubunda intiharının sebebini şöyle izah ediyor: " Beni hayat­ tan bu kadar çabuk koparan, milletlerarası münasebetler, Ermenistan ve Dağlık Karabağ'daki Ermeni milliyetçileri­ dir." (Rusca metinden tercüme) Şuşa Ekmek Fabrikası'nın teknisyenlerinde11 Aşhen Grigor­ yan Moskova Televizyonu ile röportajında ermeni milliyetçile­ rinin haksız taleplerine karşı çıktığı için onu ölümle tehdit et­ mişler ve Zori Balayan Erivan'da çıkan "Komunist" gazete­ sinde onu tahkir etmiştir. Buna rağmen A.Grigoryan yine ha­ kikati savunmaktan geri kalmamıştır. O, şöyle yazıyor: "Azeri­ lerin hiç bir günahı yoktur, bütün günah Ermeni milliyetçi­ lerine aittir. Biz sessiz sakin yaşıyorduk. Ermeni milliyet­ çileri Karabağ'ın Ermenistan'a verilmesi fikrini uydurdular. Lakin biz Karabağ'ın Azerbaycan'a ait olduğunu çok iyi bi­ liyoruz ve Karab.:ığ, Azerbaycan'ın olarak ta kalacaktır." ("AZERBAYCAN" gazetesi 1 989, Nu: 5) (Rusca metinden tercüme) Edepsizliğe bir bakın, Ermeniler Azerileri Errnenistan'dan kovaladıktan ve burayı tek milletli bir cumhuriyet ilan ettikten sonra Ermeni aydınları derhal Ermenistan Yüksek Sovyeti'nin olağanüstü toplantı yapmasını talep ettiler ve bu toplantıda Azerbaycan ve Dağlık Karabağ'daki Ermenilerin emniyetinin temin edilmesi meselesini tartıştılar. Demek ki, onlar Azerile­ rin Ermenistan'dan kovalanmasının kanuni olduğunu kabul edi· yor, lakin Azerbaycan'daki Ermenilerin burayı gönüllü olarak terk etmesini kanunsuzluk sayıyor ve bizim iç işlerimize karış­ manın gerekli olduğuna inanıyor. Peki, bu hakkı onlara kim ver­ miştir? Kabul edelim ki, biz buna da tahammül ettik, peki iki millet arasında hakikati ve adaleti temin etmek işini üzerine alan

Moskova bunu nasıl karşılıyor? Peki niçin Moskova Ermenis­ tan'dan kovulan Azerilerin de insan olduklarını onlara söyle13


miyar? Onların asırlardan beri yaşadıkları ata yurtlarından ko­ vulrııaları adalet midir? Peki, Moskova niçin onlara, sen kendi milletinin haklarını koruduğun gibi, Azerilerin de kendi hakla­ rını korumağa hakları olduğunu söylemiyor? İnsan bu sorula­ ra cevap bulamayınca deli olmak noktasına geliyor. Aslında ce­ vap bulunmuştur. Çünki bu karanlıkta horozun kuyruğu görü­ nüyor. O zaman ister istemez Cafer Cabbarlıya rahmet oku­ yup şöyle diyorsun: yoksa, "Atan Kazak mıdır'?" (Atan: Ateş

eden) Ben bir hakikati biliyorum: Moskova onların nazı ile oyna­ dıkça ve biz de Moskova'nın işareti ile önden kaçtıkça, onların ayağı yer tutacaktır ve taleplerini her gün artıracaklardır. Biz şimdi güya hukuk devleti kuruyoruz. Eğer böyle ise, pe­ ki niçin bugün Karşı karşıya gelmiş iki menfaatin birine adım başı hal\ kazandırıp, ikincisinin ise hakkını çiğniyoruz? Ermenilerin göz göre göre yaptıkları bu haksızlıktan sonra Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti onların bu haksızlığına hak kazan­ dırmadı.

Bundan sonra mesele nasıl siyasi yoldan halledilebilir? Sov­ yetler Birliği Yüksek Sovyeti bir taraftan Dağlık Karabağ'ın Azer­ baycan'ın kanuni arazisi olduğunu tasdik ediyor, qiğer taraf­ tan ise Ermenistan Yüksek Sovyeti'nin Dağlık Karabağ'ın Er­ menistan'a ilhak edilmesine dair kararına kesin cevabılıı bil­ dirmeyip susuyor. Bunu nasıl anlayalım? Bana göre, açıktır. Merkez (Moskova) "tavşana kaç, tazıya tut" siyaseti yü­ rütüyor. Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti Litvanyalılarla Polyaklar, Çe­ çen İnguşlarla Ossetinler arasındaki münakaşalar ile mesguı olmadığı halde, Dağlık Karabağ probleminin defalarca rr.•.'ıza­ kere edilmesi Ermeni milliyetçilerinin nazı ile oynamak değil midir? Dağlık Karabağ'da Azerbaycan'ın en verimli topraklarına sa­ hip olan, ekonomik durumları Azerbaycan'ın başka yerlerin­ den daha iyi olan Ermenilerin durumu anayurtlarını, kaybet­

meye mecbur olan K ırım Tatarları ve Meshet T ürklerinin duru14


mundan o kadar kötü müdür ki, Yüksek Sovyet Dağlık Kara­

ba{I problemini defalarca m üzakere ediyor ve yine de erm eni­ leri memnun edem iyor? Ermenistan'da depremin verdi{li zararın , bertaraf edilmesi ile az kalsın bütün dünya meşgul olurken, bir müddet sonra Tacikistan'da olan depremin iki gün sonra tamamen unutul­ masını nasıl izah edelim? Yan i, müslümanların dünyadaki ar­ tışı hıristiyanları bu kadar mı rahatsız ediyor? Belki bizim bil­ medi{limiz başka sebepler de vardır. O sebepleri bir tarafa bırakalım. Gelin günahı kendimizde, kendi ayıklı{lımızda a rayalım. Burada ataların bir misalini :hatırlatmak uygun oluyor:" Ço­ cuk gelip babasına tavşanın bahçelerinde y uva kurduğu­ nu söy lüyor. Babası da ona diyor ki, oğlum bu, tavşanın cesaretini değil de bizim gaflet uykusunda olduğumuzu gösteriyor.' ' Sovyetler Birli{li'nde nerede insan saQlıQına zararlı ve ze­ hirli bir fabrika varsa, onu bizim cumhuriyete kurmuşlar. Ni­ çin? Liderlerim izin gevşekliğinden. Bu fabrikaların kurulması­ nı kabul eden liderlerim iz, hiç olmasa geceleri yataklarına gir· dikleri zaman vicdan azabı çekiyorlar mı? Sumkay ıt, Gence ve Bakü'daki fabrikalar milletimizin yavaş yavaş genosidi de­ mek değil midir? Bizim liderler ise, bu tip fabrikaların Azerbay­ can'da kurulm asını kendisinin başarısı ve halkın mutlulu{lu ola­ rak gözümüze sokmuş ve fela ketim izi bize saadet olarak gös­ termişler. Yalnız yukarının (Moskova'nın) "Sağol" unu kazan­ mağa çalışan, ömründe bir defa da olsa milletinin kaygısını çek­ meyen bu liderler, Sumkayıt şehrini " Ölü bölgeye" çevirdiler. Bu liderler Sumkayıt'da kurulmuş gecekondularda ömür ge­ çiren, fabrikalardan çıkan zehirli dum anı teneffüs eden, bu pis hava yüzünden kem ikleri eğiler:ı binlerce Azeri ailesinin sefil geçim i konusunda hiç düşündüler m i? Bu gecekondularda do­ ğan çocuklar daha dünyaya göz açmadan, henüz ana sevgi­ sini tatmadan ve ilk adım larını atmadan, ömürlerini bizim gay15


retli liderlere b ağışlayıp dünyayı terk ediyorlar. İstatistiki rakamlara göre, Sumkayıt'da doğan her 7 çocuk­

tan b iri ölü ve ikisi sakat olarak dü nyaya geliyor. Sumkayıt'ın havası kab ul edilen orandan o kadar fazla kirlidir ki, çocuklar ana rahm indeki oksijen yetmezliğinden ölüyorlar. Hamile ka­ dınların % 70'inde kan azlığı hastalığı görü lmüştü r, kalp-da mar hastalıkları ise cumhuriyet genelinden % 31 fazladır. Buna rağ­ men, Sumkayıt Sovyetler Birliği'ndeki ekoloj i bakımından en b erbat şehirlerin listesine dahi alınmamıştır... Burada kimin par­ mağı var acab a?

Ey b u satırları okuyan kardeşim, eğer yü reğin taştansa, eğer tahammü l edeb ilirsen, "AZER BAYCAN " gazetesinin 1989/3 sayısında Sumkayıt'da kurulm uş çocuk mazarlığı hakkındaki yazıyı oku ve Sumkayıt'daki bu milli genosid için liderlerimize "Aferin" de! Pamuk b ölgelerimizde planı doldurab ilmek için milletin ba­ şına serpilen DDT zehiri, kerb istler ve pestisitler genosid de­ ğil m idir? Bir lokma ekmek için sıhhatinin pahasına kızgın gü ­ neş altında kadınlığını kayb eden kız ve gelinlerimizin çocuk doğurmaması genosid değil midir? Yine planı doldurab ilmek için okul taleb elerini pamuk tarlalarında b in b i r eziyete katlan­ mağa mecb ur etmek, onları yılın 4 .5 ayında okuldan mahrum etmek manevi genosid değil midir? Genosid denildiği zaman ağzına kıllı tavşan sığmayan, yaygarası ile bütü n dü nyaya ses yayan komşularımız b izim ge�osidi niçin görmüyorlar? Niçin Sovyetler Birliği' nde yaşayan milletler arasında yalnız Tü rkler pamuk ekmelid i r? Özbekistan Yazarlar Birliği'nin Başkan ı Adil Yakubov'un de­ diği gib i , "Pamuğun Türklerin milli bitkisine çevrilmesin­ de, Türk dünyasına düşmanlığı ile tanınan Stalin ve onun yardakçılarının büyük günahı vardır. (Edeb iyat ve İ ncesenet, 27 Eki m 1989). Ben, bu fikre ve Stalin'in Tü rklere ve Mü slü man dü nyasına şahsi davranışının daha dehşetli olduğuna dai r Yakubov'un fi­ kirlerine tamamen katılıyoru m. Yakubov yazıyor: " Hatırlıyo16


rum, muharebeden evvel bizim köye 6-7 Gürcü ailesi sür­ gün edilmişti. Onların hepsi Müslüman Gürcülerdi. Kafkas­ ya'dan Meshet Türklerinin, Balkarların, Çeçenlerin, İ nguş­ ların ve Kırım Tatarlarının to plu halde sürgün edilmesi de tesadüfi değildir, bunun da arkasında Stalin'in Sovyetler Birliği'ndeki Türk-Müslüman dünyasına nefreti yatmakta­ dır." (aynı kay;ıa k) Stalin devr ınde ba şka yer lere sürgün edilen m illetler arasın­ da T ür k ve Mü slü man lardan başka millet yoktur. Şimdi gel b u­ nu anla! İ kinc i b ir misa l: Sovyetler Birliği 'nde yaln ız Tü rk­ Müslü man ların alfabesi Kiril alfabesi ile değiştirilmiştir. Ancak hiç Stalin ve Mi koyan a söyleyen olmadı ki, eğer alfabe değiş­ tir mek faydalı i!" e. peki Nuh N ebiden kalan E rmeni ve Gürcü alfabelerini n için değiştirmedin iz? Niçin kendi milletin izi b u "mutluluktan" mahrum ettiniz? Bu sorunun on lara sor ulmayacağına emindiler, çünkü onlar b i­ zim liderlerin korkaklığını, cah illiğini ve acemiliğini , en önem­ lisi bulun d ukları vazife uğr un a na muslar ından dahi geçecek­ lerini b i liyor lar d ı . Kruşçov devrinde Er men i ler i n yılda 100 bin ton pamuk üre­ teceklerine dair pla n var dı . La kin on lar daha sonra bundan im­ tina ettiler. Çünki or. ların lider leri, bızim lider ler gibi kendi mil­ letine d üşman değildi , on lar çok iyi biliyor lardı ki, kendisin i mahveden millet el emeğine dayanarak pamuk eker . Peki bizim lider ler bu hakikati bilmiyor lar mıydı? Biliyorlardı . Ama on­ lar nerede milletin geleceğin i düşün m üşler ki, bura da da dü­ şün sün ler ? Onlar yukarın ın teşekkürünü kaza nmak için mille­ tin mahvedilmesini dahi kabul ederlerdi. Nitekim de y aptılar. O zaman yazdığım bir şiir de böyle b ir mısranın yer alması da tesadüfi değildir: "Bir yıldıza bir milleti kurban veren oğlan". Bu liderlerin rayonlara tayin ettikler i kendilerine benzer ka ­ tipler de aynı siyaseti yürüttüler. Rayona gelen birinci katibin ilk işi burada Rus okulu açmaktı. Çünki ü st tab akaya mensup oldukların dan onların çocuklar ı Azerbaycan okulunda okuya­ mazd ı . Bu onlar için aşağılık sayılırd ı . İkincisi: Rus okulların17


da okuyan çocukları bir kaide olarak pamuk tarlası na götür ­ mek yasaktı, çünki rayonda yaşayan başka m illetlere mensup çocuklar pamuk toplayamaz. Pam uk toplamak "saadeti" yal­ nız bize aitti. Bakü'da yüksek okullardan yal nız Azerbaycan fakülteleri pamuğa götür ülürdü. Çünki bakanlar ve Merkezi Ko­ mitenin adamları aynı zamanda vazife bakımından b üyük, yü­ rekçe küçük sala hiyetli kişilerin , böbrek gibi yağ içinde besle­ nen ve pamu k gibi bembeyaz çocukları kızgın güneşin altın­ da pamu k toplayamazdı. Bu satır lar ı yazar ken şöyle düşünüyor um: Aman Tanrım, biz o zaman bu edepsizliklere nasıl tahammül etmişiz? Bu soruya cevap ver mek için 1 974 yılında yazdığım adsız bir şiir imden bir parçayı misa l olarak göster mek istiyor um :

Sabir demiş: " Biz erlerik" İş yerine Başkalarının sözlerini "ezberlerik" Toz toprağı rüzgar savurur Tanesi de yele kalmaz. Yallah, Billah, böyle kalmaz, böyle kalmaz! Bu inançla yaşamışım .. . Ama neyleyim: Bizim gibi zevzeklerin Yiğitliği dözüm(1) olsun. Sabir demiş: " Heyverelik"(2), " Boşbağazlık" bizim olsun, Geleceğin evlatları iş görecek. Ama dua yerine lanet deyip Kabrimize tükürecek' ' Diyecekler, ey babalar Yaş yetirip, l<jl(3) oldunuz. Göre göre kör oldunuz. Dine dine(4) lal oldunuz. Sabrınıza hayretteyik. Siz dözümde fil oldunuz! 18


Bağırov'dan, Bağırov'a kadar (Mir Cafer Bağırov'dan Kam­ ran Bağırov'a kadar-aktaranın notu) hangi! liderin halk iç in yü­ reği yanmıştır? Hangisi b u lunduğu vazifeyi düşünmüştür? Yük­ selmek iç in halkı ezmişler, ama onlar b u halkın sayesinde li­ der oldukların ı düşünmemişler. Eğer bu millet olmasaydı , on­ ları hangi millete lider yapacaklardı? L ide rlerimizdeki b u ca­ hilliği, b ilgisizliği ve egoizmi düşündükç e, insanı dehşet b ürü­ yor. Hele ben , onların halkın maneviyatına, diline, kültürüne ve mü ziğine yaptıkları kastı demiyorum. İyi hatırlıyorum , bir­ kaç yıl evv el gazetecilerin toplantısında Gence'den gelen Nü· şabe adl ı genç bir gazeteci Nizami 'nin jüb ilesinin yaklaştığın ı ve hiç olmasa Kirovaba'da" kendi eski adının geri verilmesin i teklif ett i . O zaman ki lider Moskova'dan gelen temsilciye ya­ ranmak iç in haklı talebi ileri süren kızı tahkir etti. O, kendi va­ zifesin i çok iyi biliyordu. O, la yık olmad ığı halde b u b üyük va­ zifeye Nizam i 'n in gayretin i ç ekmek iç in koyulmadığını, Kirov'­ un hürmetin i artırmak iç in koyulduğunu çok iyi b iliyordu. Bu­ nun iç in on un atası Nizami'den hab eri b ile yoktur. Kitapların ı görmüş ama okumamıştır. Peki niç in okusun? Bunlar on a ne fayda sağlar? Bun un iç in ken di menfaatlerin i çok iyi b ilen li­ derimiz, Nizami'n in adından bahseden cesur kızımız Nüşab e'yi uygun olmayan sözlerle azarlayıp Moskova'dan gelen temsil­ cinin " hürmetini" kazan maya çalışmıştır. Halkın hü rmetini kaybetmek, on un vazifesine zarar vermezdi. O, halkın hür­ metin i kaybetmekle, hiç bir şey kaybetmezdi . Ama şimdi du­ rum değişmiştir. Ben o zaman da emindim ki, Moskova'dan gelen temsilci , iç inden b izim lidere gülüyor. Çünki namuslu insan, kendi şöh­ ret ve vazifesin i korumak iç in kendi kültürüne ve kendi tarihi­ ne kılıç ç eken b ir insanı sevemez. Öyleleri b aşka mi lletin tem­ silcileri olsa da, kendi kültürüne düşman kesilen insan ın ca­ hilliğine güler. Çok gari ptir, b u olaydan b irkaç gün sonra, Sovetskaya KU LTURA gazetesinde aynı gazetenin şube müdürü Ağalarov' un bir makalesi yayın landı. O da Nüşabe'­ den hab ersiz " N izami Gencevi nin hatırasın a, " Kirovaba'­ 'da "Gence" ad ın ın geri verilmesini tekl if ediyordu. Bu yazıyı "

19


okuyan liderimiz sinirlenmiş, Kirovabad'ın birinci part i katibine te­ lefon ederek, yerli aydınların adına Sovetskaya Kultura gazetesine cevaben bir makale yazı lmasını emretmiştir. Böy­ le de oluyor. Ağalarov'un makalesi yayınlandıktan tam üç gün son ra Kirovab ad aydınları adına, bir makale yayınlanmıştır. Bir gün sonra ise Moskova basınındaki yegane temsilcimiz olan Ağalarov'u işinden ç ıkardılar. Biz b u gün, Moskova'daki bü tü n b asın teşkilatlarında Erme­ nilerin temsilcileri olduğu halde, b izden b ir kişinin b ile olma­ masından şikayet ediyoruz. Peki niçin yoktur? Çü nki b izim li­ derlerimiz hayatlarında b ir defa dahi olsun bu meseleyi düşün­ memişlerdir. Az veya çok olanları ise, b u rada yaptıkları sahte­ karlıklar orada su yüzü ne çıkmasın diye, ya vazife vermiş b aş­ larını b u rada ezmiş ler ya da deminki olayda olduğu gib i, b u­ radan oraya parmak uzatarak onu işten kovdurmuşlar. Ermen iler ise b unun aksini yapıyorlar. Mikoyan, Kremlin'deki 50-55 yıllık vazifesi devrinde, yü zlerce ve hatta b inlerce Erme­ n iyi Moskova'ya getirmiş ve onları merhale merhale yü ksek va­ zifelere tayin ettirmiştir. Başka cumhuriyetlerin yü zü ne kapalı olan gizli tahsil ocakları, harb i ve diplomatik okullar ve diplo­ mat korpusunu Ermenilerin em rine verdi. Bugü n Moskova'da en azı bir veya iki Ermen in in b ulunmadığı bakanlık, gazete ve ilmi kurı ılıJş yoktur. Merkezi Komite'nin başkatib inin yardımcı­ sı ve sağ kolu Şahnazarov, Milletlerarası İ lişkiler Şub esi'n in Müdür Muavin i Brutens, iktisadi müşavir Aganbegyan, Dev­ let Plan Komitesi'n in Başkan Yardımcısı Sitaryan, Sovyetler Birliği Kara Kuvvetleri Komutan ı 'n ın Birinci M uavini General Ter-Grigoryan, Devlet İ statistik Komitesi'nin Başkan Yardım­ cısı Pogosov, İ zvestiya Gazetesi 'n in Başyazarı'nın Muavini Melikyans , TASS 'in Başkan Yardımcısı Haçaturov v.s. Erme­ n idir. Merkezde b una benzer on larca selahiyetli Ermen i her yer­ de bizim teşeb büsler imizin ve sesimizin gerekli yerlere ulaş­ masın ı en gelliyor. On lar merkezde b izim cumhuriyetin bütün işlerine en gel ol uyor ve her meselede b izi kapı arkasında b ı­ rakıyorlar. Dağlık Karabağ olayları başladığı günden b eri her­ han g i bir Azeri yazarı veya g azetecisin in kon u ile i lgili yazısı20


nın me rkezi basında yayınlanmaması bunu en güzel şekilde ispat � diyor. Bir defasında Kruşçov yarı şaka yarı ciddi şekilde Mikoyan'a Ermeniler'! her yere iyice yerleştirmişsin" dem işti. Dünyaya göz açtığım günden beri, parti ve Sovyet teşkilat­ larında ilim ve kültür ocaklarında, başka bir ifade ile, en önemli işlerde E rmenilerin çalıştıkların ı gördüm. Buna her zaman şa­ şırır ve nazımın geçtiği "büyüklerden" bunun sebebini öğ­ renmek isterdim. Bu " büyükler" de bunun böyle olması ge­ rektiğini bana anlatıp beni sakinleştirmeğe çalışırlardı. Niçin, çünki Azerbaycan beynelmilel bir cumhuriyettir ve onun nüfu­ sunun belli bir kısmını Ermeniler teşkil ediyor. O zaman ben de onlara Ermenistan nüfusunun belli bir kısmını n Azeri oldu­ ğunu, ancak niçin orada vazife başında Azerilerin olmadığını soruyordum. Nüfusunun % 99' u Azeri olan bölgelerde bile Ra­ yon parti katipleri ve sovhoz direktörleri Azeri olmuyor. O za­ man başka sebep bulamayan " büyükler" bizim geniş yürek­ li olmamız gerektiğini söylüyorlardı. Acaba bu bir izah mıdır? Buyurun , şimdi biz geniş yürekli olmamızın meyvelerini deri­ yoruz. Uzun m üddet bir kaide olarak Baku Sovyeti'nin Baş� a­ nı ve onun muavini Ermeni olduğu için bu şehrin Ermenikend bölümü imar edilmiş, caddelerimizin çoğuna Ermenice isim­ ler verilm iş, BakO 'nun milli siması bozulmuş ve böylelikle ge­ lecek " Büyük Ermenistan" taleplerine zemin hazırlanmıştır. Bu derdi de çekmek mümkündü. Lakin insanı üzen nokta, bugün biz beynelmilelciliğimizi ispat etmek için gururla "Biz milli ayırımcılığa imkAn tanımamış, Ermenileri yüksek va­ zifelere getirmiş, onlara her türlü ortamı yaratmış, cadde­ lerimize meşhur Ermenilerin adlarını vermişiz" dediğimiz zaman, onların bu g erçeği bizim iyiliğimizin bir delili değil de, bizim beceriksizliğimizin, güçlü adamlarımızın olmamasının ispatı gibi izaha çalışmışlardır. Milli kadroları mızı kapı arkasına itip Ermenilere vazife verir­ ken , Sabir, S.Ezlm Şirvani, Muhammed Hadi, Ömer Faik Ne­ manzade, Behmenyar, N.Tusi, Ecemi, Şah lsmall Hatal, Ka21


çak Nebi gibi on larca büyüğümüzü saymayıp, BakQ 'daki bazı caddelere Avagyan, Şaumyan, Osipyan ve bunun gibi ma­ ceraperestin ad ını vermemizin neticesi de böyle olmalıydı. Bizimki baştan bozulmuştur. 70 yıldır bize lider olan nice ni­ ce mangurtları (kendi tarihini, geçmişini ve benliğini unutan) tanıyoruz. Bütün bağları ile yalnız bulunduğu vazifeyi koruyan, vazifesinden olmasın diye merkaze kuyruk sallayan bu başı­ boşlar, milli hislerden mahrum olan bu kariyeristler bir defa da olsa milletini, vatanını ve mahvolan toprağımızı düşünmüşler mi? Bu liderler ömründe bir defa da olsa halkın tarihi ile ilgi­ lenmişler mi? M illi psikoloj imizi öğrenmişler mi? Bu milletin güçlü ve zayıf tarafları ile ilgilenmişler mi? Hindistan'ı 300 yıllık sömürge zulmünden kurtarmak iç in bin bir eziyete katlanan C.Nehru " Hindistan'ın Keşfi " adlı ese­ rinde şöyle yazıyor: " Halka hizmet etmek için ilk merhale­ de onu çok iyi tanımalısın." Nehru bu maksatla bütün Hin­ distan' ı karış karış dolaşmış, en u zak köylerine gitmiş, halkın kendine ait ruhunu, psikoloj isini, adet ve ananelerini, en önem­ lisi de onun güçlü ve zayıf taraflarını öğrenmiş, Hindistan'ı ken­ disi için " keşf" etmiştir. Böylelerine lider derler! Tanıdığım 5,6 liderin hangisi kendi halkını Nehru 'nun hiç olmasa onda biri kadar tanıyordu? Hiç biri! Aksine bu liderlerin hiç biri (1 . Mus­ tafayevden başka) ne doğru dürüst halkın dilini, ne tarihini ne de psikolojisini biliyorlar. Bunun yerine, bu millet çok "Geri kalmıştır',. diye onun üstüne gülmüşlerdir. İyi hatırlıyorum, bir defasında yaşıtım ve tercümecim Er me­ ni şairi Papuyr Sevak bana dedi ki, " Bizde milli manada bir süpürgeci nasıl düşünüyorsa, lider de aynı düşünüyor. Siz­ de ise aksine. Lideriniz ayrı düşünüyor, halk ise tamamen başka çeşit." O, b unları bana Ba kQ 'da Ermeni "Şiir Günleri " geçirildiği zaman demişti. Bir hafta muhtelif yerlerdeki toplantılara gittik. Ben bu toplantılarda Sevak'tan yaptığım tercümeleri okuyor­ dum. Benim halk tarafından coşku ile alkışlandığımı gören Se­ vak yine bir gün bana "seni halk seviyor, ama yukarılar sev­ miyor. Ama beni halkla birlikte yukarılar da seviyor' ' dedi. 22


P. SeWk halkın milli hislerini dile getıren oir şairdi. Durgun­ luk yıllarında bütün ülkede milli dertlerden bahseden şairler ve yazarlar gölgede kalıyordu. Ben de buna dahilim. Ermenis­ tan'da mesele tamamen başka idi. Daha o zamanlar bile Er­ menistan'da halkın dertlerinden bahseden milli şairlere daha çok 'ıl.irmet ediliyordu. Sevak partiye ü"e değildi. O, halkın milli duygularını uyandıran ve kendisini anlamaya çağıran "Sus­ mayan Zekalar" adlı şiirinden sonra nüfuzu daha çok arttı. Ona bu şiiri için fahri filoloji ilimler doktoru ünvanı verildi ve onu Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti'ne temsilci seçtiler. Aynı yıllarda beni ise "Gülistan" adlı şiirim için çarmıha çekiyor­ lardı. Kitabımı kitapçılardan toplattılar ve üniversitedeki göre­ vime son verdiler. Biz bütün bunları göre göre, halkımızın ge­ leceğini komşularımızın geleceği ile karşılaştıra karşılaştıra ve yüreğimizde açılan yaralara tahammül ede ede yaşadık ve ya­ rattık . Rusça'nın zaruretinden bahsettiğimiz zaman beynelmi­ lelci, ana dilimize olan ihtiyaçtan bahsettiğimiz zaman ise mil­ liyetçi olduk, damgalandık, hepsine tahammül ettik, ama na­ sıl tahammül ettiğimizi Allah bilir. Durgunluk devri (Brejnev'in iktidar yılları) arkada kaldı. Hiç olmasa şimdi ayılalım . Vaktiyle atalarımız Maraga'dan kovu­ lan Ermenileri bağrına bastı, onlara yer verdi. Dünkü kiracı, bugün evimize sahip olmak istiyor. Onu da belirtelim ki, 1 828 yılında Güney Azerbaycan'ın Ma­ raga şehrinden göç eden Ermeniler burada da kurdukları kö­ yün adını Maraga koydular. Bundan 1 50 yıl sonra. yani 1 9 78 yılında buraya göç edişlerinin 1 50. yılı dolayısıyla Maraga kö­ yünde bir abide dikmiş ve abidenin üzerine "Maraga-150" söz­ lerini yazmışlar. Karabağ'ın Ermenistan'a verilmesini talep et­ tikleri zaman ise, bu kelimelerin üzerini çimento ile kapatmış­ lar. Toprağın kıymetini bilen oğullarımız o zaman bu abidenin fotoğrafını çekmiş ve bugün bizlere takdim etmişlerdir. Ermeniler dün kendi elleri ile kurduklarını bugün inkar edi­ yorlar. Bu büyüklükte hiyleye başvuran ve hakikatlerin üstüne perde çeken sahtekarların karşısında biz ne yapabiliriz? Sa23


vunmayı da başaramadığ ımızı itiraf etmemiz gerekir. Onların yalanları bizim hakikatlerden de üstün oluyor. Er meni yazarı V.Petrosyan 1 989 yılında Gorbaçov'un baş­ kanlığında yapılan Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti'nin toplan­ tısında hayasızcasına Bahtiyar Vahapzade' nin bir kitabında bütün Ermenilerin yeryüzünden silinmesi gerektiğini yazdığ ı­ nı bildirmiştir. İ ftiranın büyüklüğüne bakın! Ancak bu zamana kadar bu sözleri hangi kitabımızda yazdığımı veya nerede şi­ fahi olarak söylediğimi bilmiyorum. Ermeniler bizi gözden düşürmek ve alçaltmak için insana yakışmayan en adi ve acayip davranışlara başvuruyorlar. Bu sadece bugünün işi değildir, tarih boyunca da böyle olm uştur. Vorkuta şehri işçi grev komitesinin başkanı " Raboçaya Tribuna" gazetesinin 2.2.1990 tarihli sayısında şunları yazı­ yor: "Grevin en şiddetli zamanı Vorkuta'ya kimler gelmedi ki?! Rusya Cephesi'nin Demokratlar İttifakı v.s. Buraya Dağ­ lık Karabağ 'dan da " misafirler" geldi. Onlar gelir gelmez beni ve benim gibilerin (Ben Dağıstanlıyım) grev komite­ sinden kovulmamızı talep ettiler ve ortaya 50.000 Ruble pa­ ra attılar. Şiddetli ihtiyaçları olsa da, maaş almasalar da grev yapan arkadaşlarım Dağlık Karabağ'dan gelen Erme­ nilerin parasını kabul etmediler. ''Aramıza nifak sokmak is­ tediğiniz için paranızı da alın, defolun gidin" dediler." Bu tür oyunlar kimin aklına gelebilir? Onlar ne kendi vicdanlarından utanıyor, ne de başkaların­ dan. İ stedikleri iftirayı, istedikleri yerde hiç kimseden çekinme­ den atmayı beceriyorlar. İ nsan vicdanını kaybetti mi, ondan her türlü alçaklığı beklemek mümkündür. Bu hastalık bütün bir mil­ lete yayılınca, vay o milletin haline. Onu önlemek mümkün de­ ğildir. İ şte görün, biz hangi büyüklükteki korkulu düşmanla yüz yüze gelmişiz. E depsizliğe bir bakın, birkaç Azeriyi gözden düşürmek için tenbellik etmeden uzak Vorkuta'ya giden ve iş için 50.000 Rub­ le'den vazgeçen insan şeklindeki bu iblislerin bize karşı bes­ ledikleri kinin ve nefretin derecesini ne ile ölçmek müm­ kündür? 24


Ermeniler yıllarca bu hücuma hazırlanmışlar, bizler ise uyu­ muşuz. Hayır, m illet hiç bir zaman uyumamış, millet her za­ man uyanık olmuştur, ancak liderlerimiz yatmıştır. Liderler ara­ da kötülük olmaması için daima milleti susturmuşlardır. 1960'1ı yıllarda Erivan Üniversitesi'nin Rektör Yardımcısı açıkça Nah­ çıvan ve Dağlık Karabağ'ın onlara verilmesini talep etti. O za­ man, liderler bu rektöre senin gözünün üstünde kaşın var de­ mediler. Abbas Zamanov, Semed Vurgun için Akademide ya­ pılı.. n hatıra gecesinde rektörün iddiasına cevap verdi. Biz ise, liderimizin emri ile Abbas Zamanov'u partiden çıkarttık ve üni­ versiteden kovduk. O zaman tarihci Muhtar Kasımov, Profe­ sör Ali Sultanlı ve ben, onun partiden çıkarılmasının aleyhine oy verdik. Bundan sonra bizim üçümüzü de takip etmeye baş­ ladılar. Abbas Zamanov ise uzun zaman işsiz kaldı . Böylece kendimiz kendimize düşman olduk. Allah sana rahmet etsin! Sabir ne güzel söylemişsin:

Turanlılarız adiyi-muğlu selefiz biz Öz kavmimizin başına engel keleflz biz.' ' Erivan Ün iversitesi'nin Rektör Yardımcısı'nın Nahçıvan ve Dağlık Karabağ üzerindeki iddialarına karşı yazdığım "Toprak­ tan Pay Olmaz" adlı şiirimi bir mecliste okudum. Bu şiir sü­ ratle halk arasında yayıldı. Bir gün beni KG B'ye (Devlet Tehlikesizlik Komitesi) çağırdı­ lar, gittim, beni çarmıha çektiler ve uzun zaman radyo ve tele­ vizyona hasret bıraktılar. Bizim büyükler o zaman Ermeni iddialarına verdiğimiz ce­ vaplar için bizi susturmasa idiler ve biz onları zamanında yer­ lerine oturtsaydık, belki bugün bu şekilde yeni iddialar ileri sür­ mezlerdi. Böyle bir zamanda biz halkımızın haklarını savunabilecek akıllı insanları, özellikle iktisatçıları ve hukukçuları m illetvekili seçip merkeze göndermeliyiz. Şimdi bakalım , bu mücadele25


de Ermeniler kimleri seçip Moskova'ya gönderdi bizler kimle­ ri gönderdik? Onlar Ermenistan SSC Akademisi'nin Başkanı Ambarsumyan' ı, yaz�r Suren Ayvazyan'ı, sahtekarlıkla ün ka­ zanm ış Pogosyan'ı , Zori Balayan'ı, lgityan'ı, Gdlyan'ı v.s. Biz ise Rusça'yı bilmeyen inek sağıcıları, işçileri ve konuşmaktan çok susmayı tercih eden aydınları gönderdik. Bizim temsilciler, Ermeni temsilcilerinin halkımıza hücum­ ları karşısında sustular ve bununla da kendilerinin edepli ol­ duğunu ispat etmeye çalıştılar. Sen deme, bizim milletvekille­ rinin bir kısmı henüz Çar hakimiyeti devrinde, yani 1 906 yılın­ da da susmuş ve susmayı o zaman da edep say mışlardı. O za­ man bu boyun eğmeye tahammül edemeyen Celil Memed­ guluzade bakın "Molla Nasrettin" dergisinde çıkan yazısın­ da neler yazıyor: "Sakın ha, biz Müslüman milletini yetmi­ şiki milletin vekillerinin içinde utandırmayasınız. Öyle dav­ ranın ki, bu Müslümanlar edepsiz, hayasız ve sırtık bir mil­ lettir demesinler. Benim bu nasihatimi dikkate alınız. Bu­ nun da çaresi hiç konuşmamaktır. (Molla Nasrettin, 16.6.1906). Mirze Celil nasıl dediyse, aradan 83 yıl geçtikten sonra yi­ ne de öyle oldu. Muasır milletvekilleri de terbiyelerini muha­ faza edip kon uşmadılar. 1 906 yılından beri biz bir ad ım dahi ileri gidememişiz. Sadi misali " Ben o toprağım ki yerinde duruyorum." Milletvekillerimizin büyük maharetle susma işini devam et­ tird iklerini görüp " Halk Temsilcilerine Açık Mektub" şiirimi yazdı m .

Sana oy verdim ki, yoldaş deputat(1) O yüksek kürsüde sesin gür olsun Sana kendi oyumu vermedim ki, ben Kulağın kar olsun, gözün kör olsun! Sana oy verdim ki, her karış yerin " Ezeli sahibi benim" diyesin. 26


Senin toprağına göz dikenlerin Dersini vermekten çekinmeyesin! Sana oy verdim ki, elin obanın İ steği, arzusu aksın sesinden. Bar bar bağırasın: Suyun, havanın Milletin kökünü çürütmeyesinl " Dedin mi bunları?" Yok! Bir konuşsana! ' ' Sana dikilmişti kulaklarımız. Ağzına su alıp sustun, peki sana Milletin vekili nasıl diyek biz? Halkına sövdüler yüzüne karşı, Sen sustun . . . Vazifen susmakmış meğer? Halkın şerefini korumayan kes(2) Halkın deputatı nasıl oldu bes?(3) Susmaya gönderdim meğer ben seni? Oraya gitmemiştin sen esmemeOe. Sen oraya gltmlşdln halkın derdini Halkın dili ile açık demeye. Lal gidip, lal geldin ... sen kimsin bugün? Halkın vekiliyken halka yad oldun. Yoksa susmayı becerdl{lln çün Bu halkın adından deputat oldun? Biz öz halkımızı bilmedik gene, Hiç deme milletin vekilliğine, "AşkArlık" devrinde lal-kir gerekmiş. Bize aşkArlığı inkAr gerekmiş! M illetvekillerimiz bu şiirden ders alacakları yerde, benden küsmüşler. Ben de onlara dedim ki, bizim milletvekillerini er27


meni milletvekilleri ile karşılaştırdığım zaman gözümün önünde şöyle bir manzara canlanıyor: "Brezilya futbol takımının kar­ şısına biz Yevlak futbol takımını çıkarıyoruz. Hay sağ ol, ne güzel canlarızl'' Şimdi ister liderleri ve isterse de sıradan vatandaşları dü­ şündüren en önemli mesele "Göçkünler " (Ermenistan'dan gelen Azeriler) meselesi olmalıdır. 250 bin göçkünü küçük bir cumhuriyete nasıl yerleştirmek, onlara nasıl iş ve ev temin et­ mek lazımdır? Küçük mesele değildir. Daha doğrusu bu, bi­ zim gücümüzden ve iç imkanlarımızdan çok yukarıdadır. 55 mil­ yon nüfusu olan, arazisi bizim cumhuriyetin arazisinden 14-15 defa büyük olan, bir yıllık erzak üretimi 2-3 yıl yeten Türkiye, Bulgaristan'dan gelen 300 bin Türkün ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çekiyor. 7 milyon nüfusu olan, ürettiği malları kendisi­ ne güç bela. yeten, inşaat malzemelerini dışarıdan alan, yerli ahalisinin belli bir kısmı ev almak için sıra bekleyen Azerbay­ can, 250 bin göçkünün dağ gibi ihtiyaçlarını nasıl karşılayabi­ lecek? Ama karşılamalıdır. Bu bizim namus ve vicdan borcu­ muzdur. Peki ne yapalım? Ermenistan'da olan depremin za­ rarlarını tela.fi etmek için milyarlarca para ayrıldı. Tacikistan'­ da olan deprem ise çabuk unutuldu. Bizim dini lider Şeyhü-' lislam Allah Şükür Paşazade sağ olsun ki, o bunu Sovyetler Birliği Halk Temsilcileri Kurultayı'nda temsilcilere hatırlattı. Peki, imkAnlarının büyük bir kısmı kendi emrinde olmayan küçük bir cumhuriyete 250 bin insanın göçüp gelmesi bir çe­ şit zelzele değil midir? Biz kendi gücümüzle bu yükün altın­ dan kalkamıyoruz. Peki Ermenistan'a verilen yardımın küçük bir parçası da bizim payımıza düşmüyor mu? Ama bunlar Er­ menistan'dan kovulmuşlar. Yıllardır verdiklerimiz aldıklarımız­ dan çok olmuştur. Şimdi verdiklerimizin küçük bir kısmını göç­ künlerimize yardım etmek için bize geri vermek mümkün de­ ğil midir? Biz dilenci değiliz, biz hakkımızı talep ediyoruz. Biz, milletvekillerimizin Halk Temsilcileri Kurultayı'nda bu mesele­ yi tartışmalarını isterdik. Ama bu önemli meseleye henüz do­ kunan yoktur. 28


Aydın milletvekillerimizden yalnız birini m isal olarak göster­ mek istiyorum: Moskova'da yaşayan hukuk ilimleri doktoru ve bizim akademikimiz C ihangir Kerimov. Azeri Türkçesini hiç bilmeyen, ömrü boyunca Moskova'da yaşayan , milletin talep­ leri ile ömründe bir defa da olsun ilgilenmeyen, adından baş­ ka hiç birşeyi Azerbaycanlı olmayan bu insan Azerbaycan'ı na­ sıl temsil edebilirdi? Onun Azerbaycan' ı temsil etmesi bir ta­ rafa, millete hiyanet etti, milletin sırtına arkadan bıçak sapla­ dı. Bizim milletvekilimiz Ermeni değirmenine su döktü ve bi­ zim "Azerbaycan Komünisti " dergisinin 1 989/5 sayısında şunları yazdı: "Müttefik cumhuriyetler arasındaki sınırlar il­ gili cumhuriyetlerin karşılıklı anlaşması suretiyle değişti­ rlleblllr. (Madde 7 8) Peki bu tür anlaşma olmayınca problem nasıl halledilmelidir? Bu soruya Sovyetler Birliği Anayasası ce­ vap vermiyor. Mantığa göre, müttefik cumh uriyetler arasında anlaşma ol­ madığı zaman mesele, S. B. Yüksek Sovyeti'nin Milletler Sov­ yeti'nde müzakere edilmeli ve teklifler S.B. Yüksek Sovyeti ko­ m isyonlarının ortak toplantısında tartışılmalıdır. . . "

Bu teklife göre, bugün Azerbaycan Yüksek Sovyeti ihtilaf ve münakaşaya sebep olan Dağlık Karabağ meselesini hal­ ledemez. Söylenenlere göre, lgidyan Sovyet parlamentosunda hal­ kım ıza " Faşist" dediği zaman, Azeri milletvekilleri C.Keri­ mov'a ona cevap vermesini söylemişler. Halkımızın milletve­ kili Kerimov, lg idyan' ın yerine bizimkilere cevap verip demiş ki, "Siz hepiniz gideceksiniz, ama ben burada kalacağım. Beni Ermenilerin eline bırakmayın." Bakın, halkın mil letve­ kili böyle olur. Aferin bu milletvekiline! Ben Kerimov'dan küs­ müyorum , ama onu milletvekili seçenlerden küsüyorum. Ci­ hang i r ' i milletvekili seçenler gerek ona "Azerbaycan Akade­ misi 'nin üyeliğini ve Azerbaycan halkının vekllliğini kabul edebiliyorsun, peki niçin bu milletin menfaatlerlni savun­ maktan kaçıyorsun' ' demeliydiler. Peki o zaman halk ona de­ mez miydi ki, sana verdiğim imkanlara sahip olabiliyorsun, peki 29


derdimden niçin kaçıyorsun? Şimdi soruluyor: bizde seçimler hakikaten demokratik ortamda olsaydı , Azeriler kendilerine böylelerini vekil seçer miydi? Unutmayalım ki , "Demos" ve " Krotos" kelimelerinden meydana gelmiş demokrasi, yani halk hakimiyyeti. İş böyle ise, peki o zaman her zaman halkın sözünü söyleyen Ziya Bünyadov, Ebülfez Ellyev, E'tibar Me­ medov, Necef Necefov, Yusuf Semedoğlu ve bunlar gibi ken­ dini milletine kurban etmeğe hazır olanlar niçin kapı arkasın­ da kaldı? Ne yazık ki, bizim yetki sahipleri henüz demokrasi­ nin, yeniden kurmanın ve aşkarlığın anlamını kavrayamamış­ lar. Azerbaycan bugün 1 950-1960'11 yılların havası ile yaşıyor, yine de m illetvekillerini liderler yukarıdan kendileri tayin edi­ yorlar. Ama, partinin ileri sürdüğü demokrasi bizim cum huri­ yette adım başına çiğneniyor. Baltık ve diğer cumhuriyetlerde demokrasi artık rayına otur­ duğu bir zamanda, bizim cumhuriyette · demokrasi talep ederı­ ler savcılqa qötürülüyor ve sorguya çekiliyor. 1 988 yılının Şubat-Mart mitinglerinden sonra savcılığa çağ­ rılanlardan biri de bendim. Çok gariptir, sanki Azerbaycan baş­ ka bir ülkedir. Halk temsilcilerinin birinci kurultayında, başka cumhuriyet­ lerden olan temsilciler (miletvekilleri) kanuni yoldan kendi mil­ letinin hakkını talep ettiği ve gerektiği zaman hiç kimseden çe­ kinmeden mücadele ettiğı halde, bizim cumhuriyetin temsilci­ leri tutucu güçlere oy verip, süküt planını fazlasıyla doldurdu­ lar. İşin en enteresan tarafı , onlar Bakü'ya geldikleri zaman sus­ manın bir zafer olduğunu bize ispat etmeğe çalıştılar. Ama, bir soran olmadı ki, söyleyin bakalım susmakla ne kazandınız? Mil­ letimizin adına söylenen tahkiri mi? Bizi sakinleştirmek için hal­ kımıza hakaret eden lgidyanı mahkemeye verdi klerini söyle­ diler. İ nandık. O zamandan ber ibir yıl geçiyor. Şimdi soruyo­ ruz: Mahkemenin sonucu ne oldu? Niçin başımızın altma yastık koyuyorsunuz? Bundan son ra halkın sabır taşı taştı . Ben de dahil bir çok ayd ın "Pravda" ve "lzvestiya" gazetelerine mek­ tup yazdık. Bizim de makalelerim iz ve itiraz mektuplarımız mer30


kezi gazetelerde çıkacak diye bekledik. Onların yayınlanması bir tarafa, hiç bizim mektuplarımıza cevap bile vermediler. Ho­ rozun kuyruğu yine görünüyor. Şimdi gel , becerebiliyorsan inanma! *

*

*

*

Geçen yıl Dağlık Karabağ'da özel idare şekli kuruldu. Biz buna itiraz etmedik. Başımızı önümüze eğip, emre itaat ettik. Bir m üddet son ra Ermeni m illiyetçileri özel idare şekline de iti­ raz etmeğe başladılar. Aslında biz itiraz etmeliydik, çünki bu idare şekli Dağlık Karabağ'ı n bütün yetkilerin i kendi eline al­ mıştı. Kendi atayurdumuzda sözümüz geçmiyordu. Dağlık Ka­ rabağ'ın önemli sahalarda idaresi merkezdeki bakanlıklara ve­ rilmişti. Bir kelime ile Azerbaycan toprağı merkezin ve Erme­ nilerin emrine vermişti. Ermeni m illiyetçileri elde ettikleri bu üstünlüklere rağmen, yine itiraz mitingleri yapmağa başladı­ lar. Biz ise kuzu gibi sustuk. Peki bu konuda merkezi gazete­ ler ne yazdı? Öyle yazdılar ki, hadiselerden habersiz olan Sov­ yet vatandaşları, olayJarın yeniden başlamasına kimin sebep olduğunu anlayamadı. Gazeteler, yalnız Dağlık Karabağ'da grevlerin yeniden başladığı ve bütün idarelerde işin durdurul­ duğu kon usunda haber vermekle yetindiler. Bu haberlerden , Dağlık Karabağ'da yetki ellerinden çıktı diye Azerilerin grev yapmağa başladıkları anlaşıldı. Peki, aşkarlık bu mudur? Ni­ çin merkezi basın hakikati bütün çıplaklığı ile yazmıyor? Niye yazm ıyor ki? Bu çarpışmada, hücum eden kimdir, savunma­ da olan kim? İster istemez düşünmek zorunda oluyorsun: aca­ ba hakikatin bu şekilde gizletilmesinden maksat nedir? Kara­ bağ hadiseleri başladığı günden beri, münakaşaya sebep olan taraf merkezi basında gösterilmedi. Merkezi basının yazdığı­ na göre, güya biz komşunun haklarını çiğniyormuşuz. Ermeni milliyetçilerinin haksız hücumları ve halkım ıza söylenen kö­ tü sözlerin hepsi cevapsız kaldı. İş o noktaya geldi ki, Ameri­ kan senatosu da bizi günahkar saydı. Ben Amerika senatosun­ da bir o kadar da aünah Qörmüyorum . Çünki onlar işin içinde 31


değiller. Onlar bu konudaki bilgileri Moskova basınından elde ediyor ve bunun esasında da bizi günahkar sayıyor. Sovyetler Bi rliği'nde insan haklarını savunmak için bayrak açan Saharov da karısı Yelena Bonner'in (Kızlık soyadı Eli­ hanyandır) ısrarı ile Dağlık Karabağ'ın Ermenistan'la birleşti­ rilmesinin adaletli iş olduğunu kabul etmiştir. Gariptir, Saha­ rov bir taraftan tek tek fertlerin haklarını savunmak için ortaya çıkıyor, diğer taraftan, ata yurdumuzun Ermenilere verilmesi­ ni teklif etmekle büyük bir milletin hakkını çiğniyor, tarihi haki­ kate göz yumuyor. Gel şimdi böylesinin samimiliğine insan ! Ömrü boyunca Saharov'un alimliği ile işleri birbirini tutma­ m ıştır. O, bir taraftan bütün beşeriyeti tehlikeye atan Hidrojen bombasını icat etmiş, diğer taraftan insan haklarını savunmuş­ tur. Ama, Hidrojen bombası ile insan hakları bir yere sığamaz­ dı. Saharov, Ailm ve vatandaş şahsiyetinde birbirine zıt olan bu iki kutbu nasıl birleştirebildi? Onun şahsiyetindeki bu zıtlı­ ğı çok iyi kavrayan akademisyen V.Kinzburg şöyle yazıyor: " Eğer Saharov o zamanlar Hidrojen bombasının icadını kendisine borç bilerek, onun yapılması için uzun yıllarını harcamasaydı, o fizik ilmini daha büyük keşiflerle zengin­ leştirebilirdi." ( Pravda, 16.12.1 990). Hidrojen bombasının icadını kendisine borç bilen bir insa­ nın hangi hakla insan haklarını savunmak istediğini anlamak zordur. Onun E rmeni milliyetçilerinin bostanını sulamak için bizim bostana taş atması samimiyetten uzaktır. Nahcıvan Mu htar Vilayetinden Ermenistan'a giden trenle­ rin makinistleri 1 989 yılının Ağustos ayında grev yaptılar. Onun için de bu bölgede trenlerin hareket cetvelleri bozuldu. Sov­ yetler Birliği 'nin Yollar Bakanı vazifesini ifa eden N.S.Kona­ rov derhal Sovyet televizyonunun "Zaman" programında ko­ nuşarak bu haberi bütün dünyaya yaydı. Konarov' un verdiği bilgiden Ermenilere erzak maddeleri gitmesin diye Azerilerin kasıtlı olarak grev yapıp trenlerin hareket cetvellerini bozduk­ ları anlaşılıyordu. Ama Bakan :Azerbaycan demiryol işçilerinin grev yapmasının asıl sebebini bildirmemiştir. Aslında ise ba32


kan grevin sebebini çok iyi bil iyordu . Ancak bu sebebi söyle­ mek onun işine gelmiyordu. Bakan. Azerbaycan'dan Ermenis­ tan·a giden trenlerin Ermeniler tarafından kurşunlandığını, ma­ ı.. ı n i�tle r ı n dc.'.'�üldüQünü ve hakarete maruz kaldıklarını çok iyi biliy..xdu . Hatta bakan Az erba ycan'dan Ermenistan'a giden t renlerde 9 A:erı demiryol ışçininin döğüldüğünü, hastahane­ YE> l\aldırıldıı.. ı arını ve birinin öldüğünü çok iyi biliyordu. Ba­ ı...an. E rnıen ılerın Azerbaycan'dan gelen trenleri dağıtmak için demı ryoluna bomba koyduklarını da çok iyi biliyordu. Merkezi basının verdiği tek taraflı haberlerden ilham alan Ermenistan Komünist Partisi Merkez Komite Bürosu'nun kabul ettiği ka­ rar. baştan sona kadar hakikati tahrif ediyor. Ermenistan'da çı­ kan " Komünist'' gazetesinin karar hakkındaki haberini bir­ likte okuyalım: "Son zamanlarda Azerbaycan demiryolun­ da ve bazı taşıma vasıtalarında işe ara verilmesi sonucun­ da cumhuriyetin maddi ve teknik techizatı bozulmuş, in­ şaat malzemeleri , yakıt ve yiyecek kıtlığı baş göstermiştir. Depremin olduğu bölgelerde bazı yerlerde inşaat işlerinin hızı azalmış ve durmuştur" (Azerbaycan Muallimi Gazetesi 30.8.1 990). Ne yazık ki, bu kararı hazırlayanların kendileri, Azer­ baycan demiryolunda ortaya çıkmış duruma kendilerinin se­ bep olduğunu çok iyi biliyorlar. Ama Moskova , onlara, trenle­ rin önünü kesen, makinistleri döğen, öldüren ve onlara küfre­ denlerin kimler olduğunu sormuyor. Peki niçin Moskova on­ lardan kendi suçlarını Azerilerin üzerine atmalarının sebebini sormuyor? A ksine, Moskova verdiği tek taraflı ha6erlerle on­ ları suça teşvik ediyor. 7. 1 2.1 990 tarihinde merkezi radyonun "Mayak" adlı prog­ ramında Ermenistan'daki depremin birinci yıl dönümü dolayı­ sıyla bilgi verilıp depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağ­ men . hala Spitakta inşaat işlerinin iyi olmadığı bildirildi. Bu qe­ c i k m e n i n suçunu da bizim üzerimize attılar. Güya, Aze rbay­ can'daki demiryolu işçileri bir kaç gün grev yaptıkları için. Spi­ taka inşaat malzemeleri gitmemiş. Bu yalan haberle Moskova inşaat malzemeleri yokluğunu gizlemiş, bir taşla iki vurmuş­ tur. Bununla Moskova hem günahını bizim boynumuza atıyor, 33


hem de ortalığı karıştırıyor. Bu da eski usuldür. Peki niçin Mos­ kova basını sadece olay ı nakletmekle yetiniyor, olay ın sebep­ lerini araştırmıyor ve bu konuda susuyor? Bu yalan haberle yetinmeyen Moskova, Aralık ay ının 10' unda televizyonun 'zaman' programında aynı haberi baş­ ka şekilde tekrar etti. 1989 yılının Aralık ayında Yesentuki'de tedavi oluyordum. Sa­ lonlarda orta yaşla bir Gürcü birden bire bana dönüp:

- Siz çok sabırlı bir milletsiniz, dedi. •

Hangi konuda? diye ben ona sorunca:

Dün "Zaman" programında sizin hakkınızda söylenen iftirayı duydunuz mu?. •

Dün gece "Zaman" haberler programını dinlemiş ve bütün gece uyuyamamıştım. Gürcü benim hiddetimi artırdı ve sonra da şöyle devam etti:

Bütün dünya onlara yardım ediyor. Spitak ve Lenina­ kan'ı yeniden inşaa ediyorlar. Ama, inşaat malzemeleri yok­ luğundan işler bir az yavaş gidiyor. Bunun günahını sizin 15-20 günlük grevinizin üstüne atıyorlar. Ancak, anlamıyo­ rum, sizin liderler buna nasıl tahammül ediyor ve itiraz et­ miyorlar? Gürcü tamamen haklıydı. Merkez de suçunu bizim üstümü­ ze atmakla kendisini temize çıkarıyor. Böylece bütün dünyayı bizim aley himize çeviriyorlar. Peki, bunun arkasında hangi maksatlar yatıyor? Allah bizi bu maksattan korusun! •

Merkezi basının, radyo ve televizyonun tek taraflı davranışı ve bazen de sahtekArlığı 1990 yıl ının Ocak ay ında başgöste­ ren sınır hadiselerinde de kendisini gösterdi. Merkezi Rus ba­ sını Nahcıvan Halk Cephesi'nin teşebbüsü ile Kuzey ve Gü­ ney Azerbaycan arasındaki sınır engellerinin dağıtılmasını, bir grup ayyaş, sarhoş ve başıboşun davranışı olarak değerlen­ dirdi. Ay nı ata ve anadan dünyaya gelen iki kardeşin iki asra 34


yakın bir birine olan hasretini ve bu hasrete itirazını başıboş­ luk olarak kabul edenlerin kendileri başıboş değil midir? Bir milleti i kiye bölmek, onları birine hasret bırakmak, ağızlarını y umrukla kapamak ve seslerini çıkarmalarına bile imkan tanı­ mamak adalet midir? , Söy lenenlere göre, Aras'ın her iki yakasındaki gençler sınır tahtalarını yakıp Aras'a girmiş, kışın soğuğunda suyun içine girm iş, kucaklaşmış vea!}laşmışlar .Dünyanın en büyük eser­ leri için malzeme olabilecek bu sahnenin yaratıcılığını uygun­ suz kelimelerle lekeleyenlerin kendisi tarih karşısında lekelidir. Bir çok meselede Sovyet ve İran hükümetlerinin menfaat­ leri çarpışsa da, ekseriyetle Azerbaycan meselesinde birleş­ miş, her biri tek Azerbaycan'ın bir kısmına sahip olup oturmuş­ lar ve hiç biri sahip olduğu lokmadan vazgeçmek istemiyor. Bunun için her ikisi bu harekete başıboşların davranışı dam­ gasını vurmakla, dünya kamuoyunun dikkatini esas mesele­ den uzaklaştırmağa çalışıyorlar. Her iki hakim basının (Fars­ Rus) her iki yakası ile Azerbaycan'ın birleşme arzusunu ay nı ses, ay n ı avaz.ve ay nı eski " bayatı" ile damgalaması tesadü­ fi değildir. Bütün bunlara itirazını bildiren bir kadın Azadlık (Hür­ riyet) Radyosu ile röpörtajında haklı olarak şöy le diyordu: " Bu harekete katılanların ekseriyetini kadınlar te,kll ediyordu." Azerbaycan kadını ise tarihinde alkollü içkilerin ne o1duğunu dahi bilmemiş, uy uşturucu maddelerin varlığından bile haber­ d ar olmamıştır. Böylece, Moskova ve Tahran radyolarının ola­ ya karışanlara sarhoş damgasını vurması bir iftiradır. Kadın hak­ lıdır. Çünki bu iftiray ı atanların , bir milletin başı üzerinde bir­ buçuk asırdır oy nattıkları kılıcın parıltısından gözleri o kadar kamaşmış ve Azerilerin kanını o kadar emmişler ki , asıl haki­ kati bile görmek istemiyorlar. M erkezi basın 17 Aralık 1986 tarihinde Alma Ata da baş gösteren olay ları da bir grup sarhoşun taşkınlığı olarak tasvir etmişti. Elbette bu da eski bayatı (şarkı) idi. Bu tür uydurma haberler halkın milli bağımsızlık arzusunu engellemek, bu bü­ y ü k hareketi asıl hedefinden uzaklaştırmak ve gözden düşür'

35


mek gayesi taşıyordu. Ama böyle uydurr"la haberlerle vicdanı çuvalda gizletmek mümkün değildir. Mızrak çoktan çuvaldan çıkmıştır. Moskova milletin hakkını koruyanlara ve hiç bir şeyden kork­ madan hakikati söylenenlere sarhoş ve başıboş damgaları vur­ makla kendisini temize çıkarmak istiyor. Bu metotdan o kadar çok faydalanılmıştır ki, korkarım dış ülkeler, Sovyetler Birliği'­ nde doğru söz söyleyen ve hakikati savunanların sarhoş ve başıboşlar olduğu kanaatine gelmişlerdir. Biz aynı zamanda sınır askerlerine Moldavya hariç, Azer­ baycan'ın diğer sınır cumhuriyetlerine benzemediğini öğretme­ liyiz. Çünki Azerbaycan'ın sınırındaki direkler toprak üzerine değil, ikiye bölünmüş bir milletin göğsüne dikilmiştir. Bu sınır iki ayrı milleti birbirinden ayırmıyor, aynı milleti bir birinden, yani kardeşi kardeşten ayırıyor. Bugün biz, Sovyet hükümetinin İran hükümeti ile hiç olma­ sa ayda bir defa kardeşin kardeşle görüşmesi konusunda ka­ rar kabul etmelerine sevinmeliyiz. Ama bunu da itiraf etmeli­ yiz ki, eğer biz bu işi hükumetlere bıraksaydık, yüz yıl geçse bile böyle olmazdı. Bu işi yine halk kendi iradesi ile düzene koydu . Aşk olsun milletin bu azimkArlıQına ve birli()ine! 70 yıl kendi öz kız kardeşine hasret kalan, uzaktan da olsa yüzünü göremeyen 85 yaşındaki bir kadının televizyondaki ko­ nuşması ve bu hizmeti yapanlara karşı minnettarlığı karşısın­ da baş eğmek lazımdır. Bütün dünya, ikiye parçalanmış milletlerin dertlerini bildiği ve her birinin meselesi Birleşmiş Milletler TeşkilAtı'nda defa­ larca tartışıldığı halde, ben bu yaşıma geldim henüz herhangi yetkili ve nüfuzlu bir teşkilatın ikiye bölünmüş Azerbaycan'ın derdi konusunda bir kelirı1e söylediğini veya bu konunun tartı­ şılmasını talep ettiğini işitmedim. Peki, biz ne zamana kadar bu milli yaramızı yüreğimizin de­ rinliklerinde saklayacak ve dünyaya bildirmeyeceğiz? Biz ke­ sinlikle bütün dünyaya Sovyet Azort.ıaycan'ı ve İran AzerbayJ6


can'ı diye ikiye parçalanmış Azerbaycan'ın tek bir toprak ol­ duğunu ve her ikisinin ahalisinin de aynı millet olduğunu bil­ dirmeliyiz. Berlin'i ikiye bölen beton duvarlar kaldırıldığı zaman biz bu­ nu yeni düşünce tarzının tezahürü olarak değerlendirip, alkış­ ladık. Tek Azerbaycan'ı ikiye bölen sınır engelleri ortadan 'kal­ dırıldığı zaman ise bu, başıboşluk ve aşırıların hareketleri ola­ rak değerlendirildi. Niçin aynı hareketler farklı değerlendiriliyor?

TASS 1 Ağustos 1989 tarih inde verdiği bir haberinde Az.er­ baycan'ın Laçın Rayonu 'ndan olan bir grup insanın Ermenis­ tan'dan Dağlık Karabağ'a inşaat malzemeleri götüren araba­ lara baskın ettiklerini bildirdi. TASS'ın haberi burada da bitti ve baskının sebebini ise izah etmeye gerek duymadı. Halbu­ ki, 12 Ermeni bu araba ile Dağlık Karabağ'a inşaat malzemesi yerine bomba yapımında kullanılan özel patlayıcı madde gö­ türüyorlardı. Azerbaycan'lı emniyet kuvvetlerinin bu cihazlara eı koyma­ sına şoförün itiraz etmesi yüzünden, aralarında münakaşa ol­ muştur. Her zaman adil hakim vazifesini üstlenen büyük kar­ deşimiz (Moskova) niçin hadiseleri düzgün de{lerlendirmiyor, niçin haklı olduğumuz halde merkezi basın bizi yol kesmek ve komşuyu kuşatmaya almakta suçluyor? Elbette, eğer biz in­ şaat malzemeleri taşıyan arabalara baskın yapsaydık basın bu­ nu yazmakta haklı olurdu. Hadiseden bahs edip, onun sebep­ lerini izah etmemek ise iki kat suçtur. Bunlar, açık olarak Ermenistan' ın Dağlık Karaba{l'daki Er­ menileri en modern silahlarla donattığını gösteriyor. İ nşaat mal­ zemeleri adı altında vagonlarla taşınan silahlar ve aynı zaman­ da roket başlıkları Elet istasyonunda ortaya çıkarılmıştır. Eğer Dağlık Karabağ'a roket başlıkları gönderiliyorsa, demek ki, Hankendi'nde (Stepanakertde) roketler de vardır. Bunu biz de biliyoruz, Elet istasyonunda bu silahları ortaya çıkaran resmi organlar da. Biz hiç, biz ne yapabiliriz? Peki merkezi hükümet nerede kalmıştır? Niçin ağzına su alıp susuyor? N için bu me� selenin üzerine gitmiyor? Niçin bu silahların nereden elde edil37


diCJini, nereye ne niçin gönderildiCJini ve kimlere karşı yöneldi­ Oini öOrenip tedbir almıyor? İşin ilginç tarafı merkezi basın bu konuda haber vermeyi de gerekli görmüyor. Ama gece gündüz "AşkArlık'tan bahsedi­ yor. Allah etmesin bu iş tersine olsaydı, yani biz Ermenistan' da yaşayan Azerilere silah gönderseydik, Moskova'nın bütün malumat organları aoız aoıza verip aleyhimize ürütlerdi.

Vll Dorofeyev'in "Politlçeskoye Obrazovanlye" (Siyasi Tahsil) dergisinin 1989/3'üncü sayısında çıkan "Publisistin Er­ menlstan'dakl tabii felAket ve başka şeyler hakkındaki flklrlerl" başlıklı makalesi ise daha dehşetlidir. Yazar, hasat zamanı Ermenistan'daki Azerilerin kütle halinde oradan "Göçmeleri" meselesinde de Azerbaycan'ı suçluyor. G üya, Ermenistan'da yaşayan Azeriler, Ermenistan'a darbe indirmek için hasatın en önemli zamanında kasdi olarak Azerbaycan'a "mlsaflrllğe" gelmişler. Hakikati bu kadar da tarif etmek olur mu? Hakikaten, yazar Azeriler'i döve döve Ermenistan'dan kov­ duklarını bilmiyor mu? Hangi millet bin bir azap, eziyetle kur­ duOu ocaOını kolayca terkedebilir? Bunları yazan yazar, aca­ ba bu büyük yalanından utanmıyor mu? Bu yalanla o, kime hizmet ediyor ve bununla ne söylemek istiyor? Doğrusu ben bu makaleyi okuduğum zaman hay kırmak, hakikatin çiğnen­ mesine itiraz etmek için bağırmak ve bütün dünyayı yalana kar­ şı baş kaldırmağa çağırmak istedim. Ama ne yapalım ki, sesi­ mize cevap verenimiz yoktur. Biz şer ve iftira içinde boğul uyo­ ruz. Bana öyle geliyor ki, merkezi basının tesiri altında olan Dorofeyev gibi insanlar, Ermeni milliyetçilerinin bizim hakkı­ mızda dedikleri "Kültürsüz" ve "vahşi" sözlerini tasdiklemek istiyorlar! Ermeni milliyetçilerine hizmet eden bu insanlar, Spi­ takta Azeri çocukların boruların içine koy ulup, borunun her iki ucunun kay naklandığını duymamışlar mı? Eğer bunu duy ma­ mışlarsa, deprem dolay ısıyla Ermenilerin yardımına koşan Fransızların iki gün sonra oradan ayrılmalarının sebeplerini öğ­ reneydiler. Bu cenapların Ermenistan'dan kaçarken öldürülen 48 Azeri hakkında bilgileri yokmuş? Ama eminim ki, haberleri 38


vardır. Lakin bu onların işine gelmiyor. Bununla birlikte, yazar sık sık Sumgayıt olaylarını hatırlatmaktan da çekinmiyor. Çünki bizi ;ezil etmek için bu ona laz ımdı. Yazara göre Sumgayıt'da­ ki "kanlı sahne" hadiseleri alevlendiren esas kuwetmiş. Ona sormak gerek: Dağlık Karabağ hadiselerini Sumgayıt olayları­ na bağlamakla sen ne demek istiyorsun? Peki " Hacalı faciasından" niçin bahsetmiyorsun? Peki , Ermenistan'ın "Vukar" köyünde 12 Azerinin başları kesildikten sonra yakıl­ malarından niçin bahsetmiyorsun? Sumgayıt olaylarına "genosid" diyen cenaplar, vaktiyle Ermenistan'ın nüfusunun % 43' ünü Azeriler teşkile ettiği halde, orada tek bir Azerinin kalmamasını niçin "genosid" olarak değerlendirmiyor? Niçin, Ermenistan'dan kovuldukları zaman öldürülen Azerilerin sa­ yısının Su mgayıt'ta öldürülen Ermenilerin sayısından 10 defa daha çok olduğu gerçeğini i n kar ediyorlar? Gerçeklere çıplak gözle bakınca, Sumgayıt olaylarında Er­ meni taşnaklarının parmağı olduğu ortaya çıkıyor. Bu olaydan üç gün sonra Fransa televizyonu Sumgayıt hadiselerini oldu­ ğu gibi gösterdi . İnsan şaşırıp kalıyor, hadiselerin en şiddetli zamanında onu kim filme almış ve niçin almıştır? Böyle bir ola­ yın olacağını nerden biliyorlardı ki, olay anında orada hazır ol­ dular? İşin garip tarafı adam öldürenlerden biri de E.Grigor­ yan adl ı bir Ermeniymiş. (Bak, Bakinski Raboçi, 4.1 1 .1988) Başka bir hakikat: Fransız gazeteci Aryel Kiru şöyle yazı­ yor: " Ermenistan milli istiklal birliğinin temsilcileri M.Yer­ makyan ve M.Zurabyan, kesinlikle 28, 29.2.1988 tarihinde Sumgayıt'da vuku bulan olayları tertipleyenlerin keslnllk­ le Azeri olmadığını bildirmişlerdir. Onlar şöyle diyorlar: '' Bi­ zim elimizde gerçekler ve ispatlar vardır." (Azerbaycan ga­ zetesi 1 989, N u : i l) Çok gariptir dış basın hiç olmazsa bu meselede hakikati ya­ zıyor, biz ise, yalan ve iftira içinde çırpınıyoruz. Burada ister i stemez bir atalar sözü akla geliyor " Kör kö­ re kör demese, körün bağrı çatlar" İdrak sahibi atalar bu misali kendi zamanları için söylemişler. Şimdi ise devran de­ {Jişmiştir, kör köre değil , gözü görene kör diyor. 39


Ermenistan'da Rusca çıkan "Komunist" gazetesinin 1 4. 1 2. 1 989 tarihli sayısında Erivan Zoobaytarlık Enstitüsünün müdürü B. Mirzoyan'ın ' ' İstatistik ne diyor' ' başlıklı bir ma­ kalesi yayınlanmıştır. O, kendi hayvanları ile meşgul olmak ye­ rine istatistik ile meşgul oluyor. Yalan ve iftiralarla dolu olan bu yazıda 1 956- 1 989 yılları arasında 1 30 bin Rusun Azerbay· can ' ı terkettiği belirtiliyor. Siz, bu adamın nereye iğne soktuğuna dikkat edin. Ama bu­ nu yazarken, peki onun vicdanı nerede gizlenmişt? Peki o, ni­ çin bunu yazmaya hakkı olmadığını düşün medi? Çünkü Ermenistan'da Ermeni'den başka millet yaşamıyor. İnsan vic­ danını bu kadar mı kaybeder? Vicdansız, sözlerine devam ede­ rek yazıyor: "Azerbaycan 1 970'1i yıllarda garip bir rekor kırmış, sayısı az diğer milletlerin, meseli Rusların sayısı O/o 8.8, Ermenilerin O/o 1 .7, Gürcülerin O/o 1 6.2, Ukraynalıla­ rın O/o 9.6 azalmıştır. " Bizim Azerinform hayvan hekimine şöyle bir soru soruyor: Sovyetler Birliğ i'nde ahalinin m i lli alametlere (özelliklere) gö­ re yerleştirilmesinin kaydı yapılmadığı halde, acaba o, bu ra­ kamları nereden almıştır? Ben ise ona başka bir soru soruyorum: Eğer bir cumhuri­ yette başka milletlerin yaşaması iyiyse, senin cumhuriyetin ni­ çin bu iyilikten i mtina ediyor? 200 bin Azeriyi ata yurdundan kovalamak ne demektir? Makalende bundan niçin bahsetmi­ yorsun? H içbir şey yapmadığımız halde bizi "Vahşi" ilan eden Er­ meni milliyetçileri kendi vahşiliklerini niçin görmüyorlar? Dün­ yanın hiçbir m illeti, Afrika' nın yarı vahşileri bile mezara el kaldırmaz. Kendilerini medeni sayan bu vahşiler büyük Azer­ baycan aşık ı Eleskar'in mezarını dağıtıp, kemiklerine haka­ ret etti ve Semed Vurgunu ' n un büstünü tarhip ettiler. Bu cümleleri yazarken saldırıya u()ramış sanatkArların hayali gOzü­ mün önünde canlandı ve güçsüzlüğümden utandım. "Dede Elesger, bizi affet"- dedim. Biz senin mukaddes mezarını da­ hi koruyamadık. Ne olur? Zaman var, tarih var! 40


Sazı ve sözü ile insanlara hoş duygular bahş eden, insanlı­ Qı muhabbete çaQıran el naQmekarının mezarına el kaldırmak için ne kadar alçak olmak lazımdır? Onlar bunu yaptıkları za­ man hiç olmasa, kendi sanatkarları Sayat Nova ' yı düşünse­ lerdi. O Sayat Nova ki, eserlerinin çoQunu Elesger'in dili ile yazmıştır. Ben de Sayat Nova ruhunun, bugünkü torunlarının davranışlarını affetmeyeceQine inanıyorum. Azerbaycan'da mevcut olan "Alban abidelerini " kendile­ rine mal eden ve onların korunması için bizim içişlttrimize ka­ rışan bu acemiler emin olsunlar ki, biz abideye ve mukaddes­ lerin mezarlarına el kaldıracak kadar alçalmadık. Biz yalnız ken­ di abidelerimize değil, düşmanın abidelerine de el kaldırmı­ yoruz. Biz hiç kimsenin topraQ ına taş dikip sonra da kıyamet koparıp "Buralar bizimdir" dememişiz. 1. Çavcavadze'nin de­ diQi gibi: " Feryat koparan taşları topraklarımıza dikmekten el çeki n i " Merkezi gazeteler ve merkezi radyo ve televizyon 1 989 yılı­ nın Kasım ayının ewellerinde Azerbaycan'ın Gazak rayonun­ da bomba patladıQı, bunun sonucu olarak Ermenistan'ın lnci­ van rayonu sakinlerinden S.S Dacıtyan, A.B Melikbekyan Koz­ litin yaralandıQını ve hastahaneye kaldırıldıklarını bildirdiler. Bu haberden, Azerilerin bir bomba patlatıp bir Rus ve iki Ermeni­ yi yaraladıkları anlaşılıyor. Peki hakikat neden ibarettir? Aslın­ da, bu Rus ile iki Ermeni Azerbaycan' ın Gazak rayonu ile Er­ menistan' ın lncivan rayonu sınırında vaktiyle yapılmış "Zakaf­ kasya C umhuriyetlerinin Dostluğu" adlı abideyi daQıtmak is­ tedikleri için bombamın parçaları kendilerine deQmiş ve yara­ lanmışlardır. Demek ki, kendi oyunları başlarında patlamıştır. Peki hakikat böyle iken, niçin basın yayın organları hadiseyi do{lru tarzda duyurmuyorlar? Niçin hakikati suçlular lehine de­ Qiştiriyorlar? DaQlık Karabağ'da durumu normalleştirmek için oraya gön­ derilen Sovyetler BirliQi İç İşleri Bakanlığı'nın ordu birlikleri aca­ ba bu konuda neler düşünüyor? Bütün bu rezillikler de onların gözleri önünde cereyan ediyor. Biz AQdam 'dan Şuşa'ya gi­ demiyoruz. Bunu gören ve bu konuda konuşan yoktur. Ama 41


biz Ermerıistan'a birkaç gün yakıt göndermediQi,miz zaman merkezi basın " Blokada" diye baQırıyor. DaQlık KarabaQ'da Azerbaycan köyleri blokadada (abluka altında) olduQu halde, A.Volski Pravda gazetesinin 8 . 1 2 . 1 989 tarihli sayısında yayınlanan makalesinde, bunun tam aksini id­ dia ederek güya Azerilerin DaQlık KarabaQ' ı muhasaraya al­ dıklarını yazmıştır. Şimdi buna ne dersin? Peki Volski kendi gözleri ile gördüQü hakikati inkar ettiQi, hakikatin tam aksini söylediQi zaman, acaba bir anlık da olsa.kendi kendinden utan­ dı mı? Azerbaycan köylerine erzak taşıyan arabaların önü kesili­ yor, yükleri boşaltılıyor ve şoförler dövülüp geri gönderiliyor. Bizim 1 5-20 günlük ablukamız da bakanlıklardan, merkezi rad­ yo ve televizyon ve basını rahatsız ettiQi halde, DaQlık Kara­ baQ'daki Azeri köylerinin ve Şuşa' nın bir yıldan fazladır Ermeniler tarafından kuşatmaya alınması Moskova'nın kılını bile kıpırdatmıyor. Bu konuda ne yazıyorlar ne de bundan bah­ sediyorlar. İ kinci dereceli gazetelerden "Sobesednik"in 1 989/47 sayısında üstü kapalı ve dumanlı bir haber okuyoruz: "Stepanakert'in yakınlarında bir köprü bombalanmıştır. (Köprüyü kimin bombaladıQı bilinmiyor) 200'den çok kudur­ muş insan Şuşa-Ağdam yolunu kapatmıştır. Erzak taşıyan araba kafilesini kurtaran askerlere ateş edilmiş ve yukarı­ dan onların üzerine kimyevi madde ve benzin dolu şişeler atılmıştır." Rusçadan tercüme) Vesselam! Şimdi Sovyetler BirlliQi' ndeki okuyucular bu ha­ berden ne anlasın? Köprüyü patlatan, yola benzin şişeleri ve patlayıcı maddeler koyan hangi taraftır? AQdam ile Şuşa ara­ sındaki rabıtayı kesip DaQlık KarabaQ'daki Azeri köylerini er­ zaksız bırakan ve bu tedbiriyle de bizi muhasaraya alan tarafın ismi ve adresi n için açık olarak bildirilmiyor? Abl ukadan üstü­ kapalı bahsetmek maksada uygun geliyorsa, kısa müddetli ab­ lukamızı niçin adı ve unvanı ile bütün aleme bildiriyorlar Merkezi basın muhabirleri arasında nihayet hakikati gören 42


ve onu Sovyet okuyucularına iletmek isteyen namuslu bir in­ san çıktı. "Oganyok" dergisinin elemanlarından K.Rojnov 1 989 yılının Ekim ayında Erivan ve Baku ' ya gitm iş, hadise­ leri dikkatle öğrenip tahlil etmiş ve şahsi düşüncelerini içeren bir makale yazmıştır. Lakin . . . kendisinin de dediği gibi, Mos­ kova'nın gazete ve dergileri onun makalesini yayınlamak is­ tememişlerdir. Niçin? Çünkü bu zamana kadar merkezi basında Dağlık Karabağ olayları hakkında çıkan yazılarda "Azeriler kan içen ve saldırgan, komşuları ise saldırıya ma­ ruz kalan günahsız kurbanlar" olarak gösteriliyordu.

Rojnov daha sonra şöyle yazıyor: "Hakikat ise bunun ter­ sine idi. Benim yazdıklarım, benim yazım hazırlanana ka­ dar yazılanları lnklr ediyordu . . . " Bu inkir ise Ermeni mafyasının elinde oyuncağa çevrilen merkezi basın işçilerinin işine gelmiyordu. Böylece, iki yıldan çok bir zamandan beri hakikati ispat edemiyor ve yalan için­ de boğuluyoruz. Her yerden ümidi kesilen K.Rojnov, yazdığı tarihten 4 ay sonra nihayet makalesini bizim "Vışka" gazetesinde yayınlat­ mağa mecbur olmuştur. (2 .2.1990)

" Komünist" gazetesinin muhabiri Z. Sultanov gazetenin 31 .8.1989 tarihli sayısında şöyle yazıyor: "Şuşa'dan Baku '­ ya, Ağdam'a ve cumhuriyetin belli yerlerine giden 9 oto­ büs ve bir yük kamyonu kervan halinde yola çıktı. Vakit ö{l­ leyi hayli geçmişti, araba kervanını özel ordu blrliklerlnln eli silahlı askerleri takip ediyordu. l.Akin yolun yarısında as­ kerler geri döndüler. Fakat emniyet kuvvetlerinin geriye dö­ nüş sebebi kimseye açıklanmadı.' ' Acaba bu hangi emirdi? ve bu emirden maksat neydi? Mak­ sat ortadadır. Yolda Ermeniler otobüs ve kamyona hücum edip 21 insanı yaralamış; yaralıları Ağdam Rayon Merkez Hastaha­ nesinin cerrahiye bölümüne getirmişlerdir. Şimdi kimden haber alacaksın, peki merkezden gönderilen özel ordu birlikleri Ağdam'da kimi ve neyi koruyorlar? Erme43


nistan'dan kovulmuş Hanımzer Memmedova'nın " Komünist gazetesine gönderdiQi mektuptan bir parçayı okuyuculara ulaş­ tırmak istiyorum: "Ben üç oğul büyütmüşüm. Askere gön­ dermişim ki, sınırlarımızı korusunlar. Ata-baba yurdunda­ Okçuo{ılunda-bizl koruyan olmadı{ıını hangi kanuna yaz­ mak mümkündür." Haklı sorudur, üç oQlunu uzak sınırlarımı­ zı korumaya gönderen bu ana, kendi yurdunda savunmasız kalmış ve onu döQüp kendi yuvasından ayrı düşürmüşlerdir. Böyle bir durumda hangi adaletten ve insan haklarından bah­ setmek mümkündür? Bizim liderler Helsinki'de İnsan Hakla­ rını koruma anlaşmasını imzalamışlar. Peki öyle ise, bizim Ha­ nımzer ananın hakkı nerede kaldı? Ana sözüne devam ede­ rek yazıyor: " İ ki ay sınırdaki dikenli tellere sığınmaya mec­ bur olduk. Binbir zorlukla canımızı kurtarabilmişiz. Bütün servetimizi, evimizi barkımızı kaybettik, fiziki cezalara ma­ ruz kaldık, ata yurdundan ayrı düştük ve haklarımız çiğnen­ di. Derdimizi kimlere söyleyelim? Ama, biz de Sovyet va­ tandaşıyız, komşularımız da. Merkezi basın öyle bir taraf tutuyor ki, şaşırıp kalıyorsun. Bir taraftan yakıt olmadığı için ambulansların çalışmadığını iddia ediyorlar, diğer taraftan ise Dağlık Karabağ'a inşaat malzemeleri götüren arabala­ ra engel oluyorlar. Bakın, böylece insanları şaşırta şaşırta sinirleri ile oynuyorlar.' ' Hanımzer ana tamamen doQru söylüyor. İnsanları şaşırtmak istiyorlar. Gelin, biz bu yalanların arkasındaki hakikatleri anla­ yalım. Bu hakikat ise merkezi basının bizi taviz vermeQe ça­ Qırmasından ibarettir. Ama taviz deyince neyi dikkate alıyor­ lar? Bunu anlamak mümkün olmuyor. EQer geçici idare şekli­ ni dikkate al ıyorlarsa, biz buna da bir şey demedik. Bundan sonra başka oyun ortaya çıktı. DaQlık KarabaQ ekonomisinin baQımsız hale getirilmesi. Allah bundan daha kötüsünden sak­ lasın. Ama, henüz ata yurdumuzu komşuya baQışlamamızı ta­ lep etmediklerine şükür edelim. Ama küçük parçalar halinde çok baQışlamışız. Birkaç yıl ewel "Kemerli" köyünün en sefalı yerinden 2500 44


hektarlık bir bölümü onlara bağışlamadık mı? Bundan bir müd­ det sonra da Didvan gölcüğünün sahilinde de onlara toprak vermedik mi? Bunlar az mıdır? Daha artık yeter! Halk ayağa kalkmıştır ve eski liderlerin " Yürek genişli{line" artık taham­ mül edemiyor. Eğer bu liderler o kadar iyilekseverlerse', bıra­ kalım o zaman 6-7 odalı evlerinin birkaç odasını Ermenistan' dan kovulan "Göçgünlere" versinler. Eğer bunu yapamıyor­ larsa, o zaman vatan toprağı ile iyilik gösterisi yapmasınlar. Çünkü vatan toprağı onların babasının değil, milletindir. Son olaylarda ise 200 bin Azerinin yaşadığı toprakları Er­ menilere bağışlamadık mı? Bu da mı onlara yetmedi? Hayır çünki damaklarında tad kalmıştır. Hayasızcasına yine " Karaba{I" deyip duruyorlar. Şimdi soruyoruz: Ermenistan'ın parti ve Sovyet liderlerinin rızası ve emri olmasaydı Ermeni mil­ liyetçileri 200 bin Azeriyi ata yurtlarından kovabilir miydi? He­ pimiz bunun böyle olmadığını biliyoruz. Çünkü Ermenilerin li­ derleri yalnız ve yalnız Daşnak unsurların söylediklerini tekrar ediyorlar. Eğer böyle olmasaydı Ermenistan'ın liderleri bu ya­ kınlarda yine Daşnak liderleri ile görüşüp Karabağ talebini ileri sürebilirler miydi? Daşnakların liderleri eski arzularını Erme­ nistan parti liderlerinin eli ile gerçekleştiriyorlar. Onlar Erme­ nistan'da mono milet yarattılar. Bizim parti ve hükümet lider­ lerimiz ise Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin yurt dışındaki tem­ silcilerine küfrediyor ve halkın menfaatları için grev yapan gençlere cahil ve başıboş demekten zevk alıyor. Milletin hakkını savunmak için sonbaharın o soğuğunda üşü­ ye üşüye "Azadlık" meydanında bir aya yakın bekleyen bu gençlere niçin başıboş denilmeliydi? Onlar ev mi yaktılar, yol mu kestiler, adam mı öldürdüler veya kendi menfaatları için mi bağırdılar? Yüzbinlerce insanın ne istedi klerini hiç soran oldu mu? Belki onlar ülkede az bulunan yağ, sabun ve şeker talep ediyorlardı? Yoksa elinden çıkmakta olan toprağının namusu­ nu mu savunuyordu? Niçin biz bu gençlerimizin vatanperver­ lik duygularını değerlendirmek yerine onların üzerine iftiralar atıyoruz? Halk cephesinin liderlerinden E ' tibar Memmedov'u halkın gözünden rlüşürmek içi n , akıldan yoksun tm ayyaşı te1!l


levizyona çıkarıp, onun sözleri ile vatanperver bir o{ılumuz\J iftiralarla lekelemek istedik. Topra{ıımızı savunmak için mey­ danda toplanan gençlerimizin bir kısmını hapsettik, aydınları­ mızı tehdit ettik ve savcılığa çağırdık. Horoz gibi halkın üzerine gidenler ve onları ld•rf organlarla tehdit edenler, milli hislerden mahrum oldukları için vazifele­ rinde yükselmektedirler. Anlamak mümkün değildir, milletin di­ lini, kültürünü, tarihini bilmeyen, bilmediği içinde milletini se­ vemeyen insanlar millete nasıl h izmet edebilirler? Ne yazık ki, böylelerinin vazifeye giden yolu çok düz oluyor. Çünkü vazife başında olmak, ana dilini değil, Rusca bilmeyi öngörüyor. Bu tip mlllf hislerden mahrum insanlar salahiyet sahibi oldukları için, ana dili zaruriliğinden bahsedenleri derhal lekeliyor; kendi gibi milli hislerden mahrum olmuş insanları etrafında topluyor. Böyleleri ise kendi şahsi menfaatlarını vatan ve millet menfa­ atinden üstün tutuyorlar. Bunlar, daima sandalye kaybetmek korkusu ile yaşadıkları için ana dil gayretini çekmekten korku­ yorlar. Eğer kendimizden olan insanlar kendimize düşman olmuş­ sa, o zaman biz haklarımızı çiğneyen başkalarına karşı nasıl mücadele verebiliriz. Bugün Azerbaycan Türkçesinin devlet dili seviyesine yükselmesine ilişkin hükümet kararına karşı çıkan­ lar kimlerdir? Azerbaycan'da yaşayan başka milletlerin tem­ silcileri Azerice dil kurslarının açılmasını talep ediyor, ana dili­ ne karşı çıkanlar ise, makul girişimin faydasızlığına inanıyor­ lar. Bu kişiler genelde bakan veya üst düzey bürokratlarının çocuklarıdır. Bir misal vermek istiyorum: Ben geçen yıl Kasım ayında Azerbaycan televizyonundaki konuşmamda kendi dilini bilme­ yen, bilmediği için bilmediğinin düşmanı olan bir kac vazifeli şahsın adından bahsettim ve bu kusurları için onları tenkit et­ tim. Bir müddet sonra, bu şahıslar benim tenkidimden netice çıkarmak yerine Merkezi Kom iteye bir mektup yazarak milli­ yetçilik yaptığım iddiası ile cezalandırılmamı talep ettiler. Çok gariptir, bu cahil okumuşlar hala, insanın kendi dili konusun46


da mücadele etmesinin, Anayasada devlet dili olarak tesbit edi­ len ana dilinin devlet idarelerinde kullanılmasını talep etme­ nin milliyetçilik oldu!}una inanıyorlar. İşin en dehşetli tarafı ise, ana diline düşman olan bu milli nihilistlerin kendilerini çok bil­ miş kabul etseler bile muasır.dünyanın en önemli taleplerin­ den dahi habersiz oldukları bir vakıadır. Onlar, Karaba!} hadi­ selerinde başımıza oyunlar açan, milli menfaatlerini sahtekar­ lıkla ispata çalışan komşuların haksız hücumlarından da neti­ ce çıkarmadılar.

Şair Gabll "Molodjoz Azerbaycana" adlı gazetenin 16.2.1989 tarihli sayısında çıkan makalesinde ana dilin zaru­ rili!}inden bahsetmiş ve Azerbaycan'da gerekli düzeyde kulla­ nılmamasından 9lklyetc;l blmuştur. Buna cevap olarak V.Gu­ luzade ve T.Esgerova adlı Azeriler, Galibin ana dil zarureti hak­ kındaki fikirlerine hücum edip, dünyanın en medeni ülkesi olan Amerika'da muhtelif milletlerin yaşamasına ra!}men, orada yal­ nız tek bir dilin, İngilizcenin kullanıldı!}ını ve başka dile ihtiyaç olmadı!}ını göstermeye çalışmışlardır. Böylesi basit bir anlayı­ şa göre, biz Azerbaycan'da Rusça'yı kullanmalı ve ana dilimi­ zi unutmalıyız. Gördünüz mü, düşman kendi içimizdedir? Ne yazık ki, bu türden Ruslaşmış Azeriler çoktur. Bizim milletin bir numa'ralı düşmanı aslını ve neslini kaybetmiş, isminden başka hiçbir şeyi Azerbaycanlı olmayan bu mangurtlardır. Bun lar milletin hayrı­ na ortak olur, şerrinden ise kaçarlar. Azerbaycan adına dış ül­ kelere giden temsilcilerin başında vatanın dilini, tarihini, ede­ biyatını bilmeyen bu ahmaklar geliyor ve orada güya bu mille­ ti ve bu kültürü temsil ediyorlar. Ama ne bu vatanı, ne onun tarihi, dili ve kültürünü beCJeniyorlar. Dilimize yoksul, milletimi­ ze kültürsüz, kültürümüze ilkel damgasını vurmaktan çekin­ miyorlar. Yazık vatao, yazık millet! Bak kimlerin alayına hedef olmuşsun! Ne yazık ki, Azerbaycan'a liderlik edenlerin ço!}u Ruslaş­ mış Azerilerden oluşmaktadır. Bunun için de devlet dairelerin47


den ana dili kovmuşlardır. Böylesi liderler mil1 et ve vatan gay­ reti çeker mi? Asla! Netice ne oldu? Ermenileri cumhuriyetten çıkarmak bır ya­ na, liderlerimiz beğenilenlerin geri döndüğünü bildiriyorlar. Hat­ ta hayırlı bir iş üstlenmiş gibi halkımızdan müjde bekliyorlar. Büyüklerimizin tutumundaki bu tezadı takdirlerinize bıra­ kıyorum. Rehberlerimiz, Bakü Ermenilerini korumak için orduyu ça­ ğırıyorlar. Hal böyle iken, Ermeniler 200.000 Azeri'yi kendi yurt­ larından kovdular. Onların liderleri ise, orduyu davet edip bi­ zimkileri savunmak lüzumunu hissetmediler. Allahım, bu bü­ yüklükteki namussuzluğu nasıl izah edelim .

1988'in Şubat-Mart aylarında Ermenistan ve Dağlık Kara­ bağ'dan, yine aynı yılın Aral ık ayında Ermenistan'dan onbin­ lerce Azeri yalınayak, başı kabak, pulsuz parasız Azerbaycan'a kaçmak zorunda kaldı. Bütün bu rezilliklere ve tahkirlere Mos­ kova herhangi bir tepki göstermedi. Ayrıca, Ermenistan'dan ge­ len Azerilere yardımda bulunu lması işini de, geliri dar Azer­ baycan' ın sırtına yükledi. Büyük bir güçlüğü göğüslemeğe çalışırken, Özbekistan'dan ayrılan 40 bin Meshet Türküne de bağrımızı açmak mecburi­ yetinde kaldık. Moskova, Meshetlere yardım işiyle de ilgilen­ medi. Olayın en ilginç yanı, utanç verici gelişmelerin merkezi basında kendi adı ile anılmamasıdır. Bunlardan, " Daimi ya­ şayıf yerlerlnl geçici olarak terk edenler" şeklinde bahs edil­ miştir. Hakikat halde, bu bahtsızlar öz anayurtlarını geçici ola­ rak mı terk etmişlerdir? Hayır. . Zira, gerçeklerin iç yüzünü o zaman da çok iyi biliyorduk. Geçen zaman, onların Azerbay­ can vatandaşı hüviyeti taşıyacağını da gösterdi . Bakü'da sokağa çıkma yasağı ilan edilişinin arifesinde 20.1 .1990) özel bir emirle subay aileleri Başkentten çıkarıldı. Bun lara "göçgün" adı verildi. Ne garip değil mi? Zorla kovu­ lanlar, " Daimi yaşayış yerlerini geçici olarak terkedenler" biçiminde kamuoyuna tanıtıldı. Hükümet emri ile Bakü'dan çıkarılanlar ise. "göçgün" olarak nitelendirildi . 48


Sovyetler BirliQi Bakanlar Kurulu göçgünler için özel bir ka· rar çıkardı. Acil karar, bunlar için (Rus asıllı vatandaşlar) mad­ di ve manevi yardım yapılması hususlarını içermekte idi. Niçin, böylesi bir tedbire hemen lüzum görülmüştür? 111/1990 tarihinde ülkede 'göçgün' yok muydu? Hangi sebe­ be istinaden 1.1.1990 tarihinden sonra? İşin en hazin tarafı, dikkat çekilen tarihten sonra göçürülenlerin masrafları Azer­ baycan hükümeti bütçesinden ödenmiştir. İnsaf ile düşünelim. Ermenistan'la Özbekistan'dan zorla kovulan "göçgünlerln" zorunlu masrafl�rını acaba Azerbaycan'a kim ödeyecekti? Şinıdi gel de bütün bu haksızlıklara, ayırımcılıQa, zor kulla­ nılmasına ve kırmızı yalanlara tahammül et bakayım . . Nasıl ta­ hammül edilir? Vallahi, merkezi gazetelerin iftira dolu kasıtlı yazıların ı okuyamıyorum. Yürek patlıyor, yürek tahammül et­ miyor. Bu halde kaleme güç yetmiyor. Merkezi basına itirazımı bildiriyorum. Herhangi bir karşılık yok. Orada ise, bizim gaze­ teleri okuyup çöp kutusuna atıyorlar. Bu işlerin çevrilmesinde çok güçlü ve gizli bir elin mevcudiyetinden herkes haberdar­ dır. Ne yapmak gerekiyor? HAdiselere bakış açısını bir ham­ lede berraklaştırmak çok güç. . . Ermenilerde yakalanmış modern silahların nereden alındı­ Qını ve kimlere karşı kullanılacaQını Moskova ne soruyor; ne de bu işlerin kökünü-kaynaQını öQrenmek istiyor. Askeri eQi­ tim görmüş, asker elbiseli Ermeni subaylarını yakalıyoruz. Mos­ kova ise suçsuzmuş gibi serbest bırakıyor. ifadesine bile lü­ zum görmüyor. Görünen manzara odur ki, Ermenilerin ciddi boyutlardaki askeri hazırlıklarına göz yumulmaktadır. Olayla­ rın önlenmesi bakımından gösterdiQimiz makul davranış bile, tahrik olarak nitelendiriliyor. Hatta utanmazlık örneQi olarak, Ermenileri tahrik ettiQimiz bile ileri sürülüyor. Moskova yine bizi suçluyor. Emenilerin açıkça bizden toprak talep etmesi, işgalci tutu­ mu bir defa olsun tel'in edilmemiştir. Şaumyan ve Hanlar ra­ yonlarına, onların köylerine ve DaQlık KarabaQ'a sızmış "sakallıları" cezalandırmaması, yıkıcı davranışları siyasi ola� 49


rak görmemesi, bizimse savunmada olduğumuzu gösterme­ mesi. Moskova'nın açıkça düşman tarafı desteklediğini ispat­ lamaktadır. Bütün bunlardan sonra bizi m liderlerin yine de Moskova'­ dan ümitli olması, merkezin müdahale edeceğini beklemesi ve meseleyi adaletli olarak halledeceğine inanması ne kadar gülünçtür. Vezirov Azerbaycan komünist partisinin başkanı ol­ duğu günden beri defalarca huzuruna varmış, kendisinin şahsi fikri ve prensibi olması gerektiğini, onun ise yalı ·Z ' � . �baçov'un söylediklerini yapmaya çalıştığını, Gorbaçov'un ua, buradaki durumu onun kadar bilmediğini söylemiş. Ona "Somut du­ rumdan hareket et, yukarının emrini mahalli şartlarla uygunlaştır" dediydim. Kime söyleyeceksin? genellikle bu adamda karşı tarafı dinlemek ve onu tahlil etmek kabiliyeti yok­ tur. Bu zat yal nız kendinden yukarıdakileri di nlemek " becerisine" sahiptir. Vezirov'la son görüşmemiz 11.1 .1990 tarihinde oldu. Çok si­ nirli idim. Gorbaçov'un Ermeni mafyasının elinde olduğunu ifa­ de ettim. Bir kelime dahi söylemedi. Ama tebessümünden, be­ nim haklı olduğumu bildiğini anladım. Onun Gorbaçov ile mil­ let arasında kaldığını ve artık zamanın değiştiğini de sözleri­ me ekleyerek şöyle devam ettim: "Milletin taleplerine kulak vermek gerekirken, Gorbaçov'un çaldıklarına oynadın. Bu­ nun için de halkın hürmetini kazanamadın. Ben ve bazı ak­ sakallılarımız yüzünün akı ile vazifenden ayrılmanı tavsiye ediyoruz." Vezirov, bana iki defa bu konuda Gorbaçov'la ko­ nuştuğunu, fakat onun dilekçeyi kabul etmediğini söyledi. Ben de tebessüm ederek, "Elbet kabul etmez çünkü onun için senden daha iyisini bulmak zordur" dedim. O zaman Vezi­ ro·ı bana şu cevabı verdi: " Bir kaç aksakalımızın imzası ile Gorbaçov'a bir mektup gönderin ve beni bu vazifeden al­ masını rica edin" mukabelesinde bulundu. Bu sözlerden sonra ona daha ne söylenebilir? Yanından ayrıldıktan sonra doğruca eve geldim. Henüz on dakika bile geçmemişti. Vezirov beni telefonla aradı ve bana 50


yanına gelenlerin Vahapzade'nin Vezirov'a istifa etmesini tav­ siye ettiğinden bahsettiklerini duyurdu. Telefonun başında dona kaldım. Ancak, bunun yalnız benim teklifim olmadığını, birkaç aksakalımızın, aynı zamanda C.Ellbeyov'un önerisi olduğunu belirtti m. ' " Nu haraşo, ladno" (oldu, çok saQol)- diyerek te­ lefonu kapattı. Bu o manaya geliyor ki, telefon ettiği zaman yanında her­ hangi biri varmış ve o zAt.' Vezirova teklifimi bir başkasından duymuş ve ona hizmet maksadıyla halk arasında bu tür bir şa­ yianın yayıldığını söylemiş, o da böyle bir teklif ileri sürmediği­ mi ispat için bana telefon etmiştir. Oysa, ona h izmet etmek is­ teyen yaltak, ona nasıl bir cevap verdiQimi nereden bilebilirdi? İşin en ilginç tarafı şudur ki, bu olaydan bir hafta sonra, ya­ n i 1 8 Ocak'ta Şeyhülislam Paşazade, N . Rızayev, l .Şıhlı, H . Hesenov ve R . Zeynalov'la birlikte biz Vezirov'un odasın­ da Girenko ve Primakov'la görüştüQümüz zaman, Vezirov beni bir tarafa çekip, o gün telefon etmesinin sebeplerini şöyle çocukça bir şekilde izaha çalıştı: "Yanımda birisi vardı. Ona, ,

·

senin beni sevdiğini ve istifa etmemi teklif etmediğini be­ yan ettim." Elbette, durumun böyle olduğunu anlamıştım. Ama, onun bu mAlum gerçeği bir sır olarak bana anlatması çok gülünç ve de basitlikti. Bütün bu hadiselerden sonra, bu adamın uzun yıllar dış ülkelerde nasıl diplomatlık yaptığı­ n ı anlamakta zorluk çekiyorum . Böyle bir insan bu büyük­ lükteki bir cumhuriyete lider olabilir mi? Ne yazık ki, H Ez l ­ .

zoğlu ' ndan başka kimse tepeden tırnaQa kadar kusur içinde olan bu garibin hatalarını söyleyememiştir. Biz yalnız görev­ den ayrılanın arkasından konuşmayı beceriyoruz. Vezirov için söylenen şu sözler onun kimliQini çok kiyi bir şekilde ortaya koyuyor: " Bu adamın yaşı artmış ama aklı art­ mamıştır, o hAIA da Komsomol teşkilatında olduğu zamanki aklıyla hareket ediyor.' '

Eğer Moskova Ermenilerle aramızdaki münakaşanın bu se­ viyeye gelmesini istemeseydi, hadisenin ilk gün lerinde onları 51


susturabilirdi. Ama ne var ki, Vezirov bu inceliği bir türlü idrak edemedi. Llkln burada Gorbaçov ve onun sadık kölesi Vezirov, Aze­ rilerin bu kadar güçlü mukavemet gösterebileceğini, ölümden dahi korkmayacaklarını ve milli topraklarından vazgeçmeye­ ceklerini hakkıyla tahmin edemediler. 80 yıldır Ermeniler yö­ neticilerimizin "cömertll{ll" sayesinde bizden parça parça top­ rak koparmışlar, biz ise sadece susmuşuz. Onlar bizi, korkut­ tukları zaman Karabağ'dan vazgeçeceğimizi zannettiler. Ama şimdi, Azerilerin tahmin ettikleri kadar köle olmadığını, can ve­ receğini fakat bir karış toprağından vazgeçmeyeceğini anladı­ lar. Aslında, milletimin bu büyük tahammülüne, fedakarlığına ve toprak uğrunda böylesi azimkir olacağına kendim dahi şim­ di inandığım kadar inanmamıştım. Ama kalbimin derinliklerin­ de bir inanç kıvılcımı vardı. Yalnız bu kadar! Hiç söylemeyin, milletimin engin ruhunda " İ stlklAI Marşı" yaşıyormuş: ,

" Bastığın yerleri toprak diyerek

geçme tanıl !

Düşün altında binlerce kefensiz yatanı. Sen şehid o{llusun, incitme yazıktır atanı Verme dünyaları, alsan da bu cennet vatanı! Kim bu cennet vatanın uğrunda olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda! Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda Etmesin tek beni vatanımdan dünyada cüdal

40 yıldır ektiğim tohumların bugün orman olacağına bu ka­ dar inancım yoktu. Ben, 70 yılın rezaletinin, felaketinin ve özel­ likle 1 937 yılındaki dehşetli korkunun milletimi öyle ezip, öyle hırpaladığına, ecdattan kanımıza geçen gayretin damarlarımız­ da donup kaldığına ve gün ışığ ının dahi onun buzunu erite­ meyeceğine inanıyordum .

İki olaydan bahsedeceğim. 1 988 yılında ilk sokağa çıkma yasağı tatbik edildiği zaman bizim sokakta vuku bulan bir ha­ d ise beni bir hayli sarstı . Köşedeki bir tankta bulunan askerler 52


ellerindeki otomatik silahlarla "ateş ederiz" diye etraftakileri tehdit ediyorlardı. Bu arada 5-6 kadın askerlere küfür edip ve gögüslerini açarak "vurmazsanız erkek değilsiniz, alçaklar" diye haykırıyorlardı. Başka bir kadın: - Rus ordusu tarih boyunca işgalci olmuştur. -

Niçin,

yaptıklarınızdan utanmıyor musunuz? diye

haykırdı.

Asker kadına terbiyesiz bir laf söyleyince, etraftaki erkekler tankı taşa tuttular. Tank hareket halindeyken bir kadın kendisi­ ni tankın önüne atarak dedi ki, - Şimdi sür bakayım, nasıl sürüyorsun!

Ben bu manzarayı görünce kendi kendime inancını bir ke­ re daha tekrarladım. - Böyle kadınları olan millete ölüm yoktur!

İkinci olay: 16 Ocak 1990. . . Akşam vakti bahçeden yükselen "Allahü sesini duyunca balkona çıktım. Son yirmi yıldır abi­ delerin korunması idaresine çevrilmiş ve bize komşu olan ca­ minin minaresine 5-6 gencin çıktığını gördüm. Ellerinde milli cumhuriyetimizin üç renkli bayrağı dalgalanıyordu. Bu genç­ ler, atamız Mehmet Emin Resulzade' nin yükselttiği bayrağı minareye dikerek, "Allahü Ekber" diye bağırmağa başladı­ lar. Onlar 20-25 yaşlarındaydı. İlahi!

Ekber"

Üç renkli milli bayrağımızın mevcudiyetini onlar nereden bi­ liyorlardı? Onlara bunu kim öğretmişti? "Alla:ıü Ekberl " yü­ reklerine nakş edenlerin dilleri kesildiği zaman dünyaya ge­ len bu gençler bu mukaddes kelamın sırrını ve gücünü nere­ den biliyorlardı? Kulaklarının duymadığı, gözlerinin görmedi­ ği ve dillerinin söylemediği üç renkli bayrak, Mehmed Emin ruhu ve "Allahü Ekber" nidası onların hafızasında yaşıyor ve 53


onları gizli bir ateş gibi içeriden yakıyormuş. Bu ilahi sırra na­ sıl hayret etmeyesin lıahl? ,

" Ruhumun senden ilihl, budur ancak emeli: De{lmesin mibedimin gö{lsüne namahrem eli. Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli! "

Amin! •

*

*

*

Çok garip bir zamanda yaşıyoruz. 70 yıldır öQrenemediQi­ miz adetler, alışkanlıklar ve kaideler gözlerimizin önünde da­ Qılıp gidiyor ve onların yerini yenileri alıyor: Resmi kürsüler­ den, partinin hayatın umumi gldl,lnden geride kaldıS)ını 16y1Q­

yoruz. Günlerce ve hatta haftalarca grev yapıp taleplerimizi ileri sürüyoruz. Halk Temsilcilerinin i l . kurultayında Siyasi Büro'­ nun üyelerini Riyaset Heyetinde deQil de, parterde (locada) halk temsilcilerinin arasında görüyoruz, Ba9kAtlbl (Gorbaçov'u) kendi teklifi ile saQ iken tenkit ediyor ve onunla açıkça tartış­ maya giriyoruz. Artık Siyasi Büro'nun üyelerinin büyük resim­ lerini şehirlerin meydanlarında görmüyoruz. Bir cumhuriyetin Sovyetler BirliQi'nin terkibinden çıkmak istediQini duyduk. Öm­ rümüz boyunca lanetle yad etti{limiz Ba{lımsız Milli Cumhuri­ yetimizin üç renkli mukaddes bayra{lının altında nutuk söylü­ yoruz . . . Bütün bunlar ise bizde hayret uyandırıyor. Halbuki, bü­ tün bunlar dünya için çok basit üstünlüklerdir. Ama ne yapa­ caksın, uzun yıllar bizim fikir ve düşüncelerimize kilit vuran to­ taliter sistem bizi en basit haklardan bile mahrum etmiştir. Tüm bunlara karşın, biz şimdiki bu geçiş döneminde hala söz cambazlı{lı ile maşgulüz. Henüz, sesimizi ve sözümüzü dünya kamuoyuna yetiştiremiyor ve kendi ya{lımızda kavrulu­ yoruz. Çünkü ve yine çünkü, siyasi kültürümüz azdır. . . Çünkü bizim halk temsilcilerimizin siyasi seviyesi henüz kurultay se­

vlyeelnden çok lf90ıdadır. Kurultayda (Halk Temlllcllerl Kurulta-

54


yında) henüz sesimiz gür olarak işitilmiyor. Bu tür davranışla­ rın sonucunu anlamamak gaflettir. Halk Temsilcileri birinci kurultayı " Dağlık Karabağ'daki ha­ kiki durumu öğrenmek maksadıyla" Yüksek Sovyet'e bir ko­ misyon kurulsun diye bir tedbire başvurdu. (sanki, hakiki du· rum belli değilmiş gibi) İnsan şaşırıp kalıyor: Bu komisyon hangi hakiki durumu öğrenecekmiş? Peki, hükümet Karabağ'ın tari­ hini, orada nasıl bir durumun ortaya çıktığını, Ermenilerin id­ diasını ve Azerilerin itirazını bilmiyor muydu? Temsilcilerimiz niçin bunu söylemediler? N için milletin hakkını savunamadı­ lar? Onlar, orada milletin temsilcisi (vekili) olarak mücadele et­ mek bir tarafa, hiç savunmayıda mı beceremiyorlar? Diğer ta­ raftan, bu komite hakikaten gerçek durumu öğrenmek istiyor ise, komisyon üyeleri Ermenlatan'a glttlklerl gibi Azerbay­ ·

can'a da gelemezler miydi? Görevlilerimiz niçin bunu talep et­ mediler? Komisyonu ilgilendiren soruları, toprağın öz sahiple­ rine niçin sormadılar? En önemlisi, toprağımızın geleceği me­ selesini niçin komisyon formule edecekmiş? Yani onlar tarihi meselelerimizi bizden daha mı iyi biliyorlar? Komisyon, Erme­ nilerin buraya G riboyedov'un yardımı sayesinde göçürüldük­ lerini bilmiyor niu? Niçin komisyon böyle önemli bir gerçeğe dokunmadan geçiyor? Yoksa, tarih, komisyon üyelerini ilgilen­ dlrmlyor mu? Özel ldare'nln Başkanı Volakl'nin de Da{Jlık Kara­ ba�)'ın 1 920'de Azerbaycan'a " ilhak" edilmesi konusundaki memnuniyetsizliğini izharı tesadüfi bir durum değildir. (lzvea­ tlya, 8.11 .1989) Volskinin sözlerinden, güya Dağlık Karabağ'­ ın 1920 yılına kadar Ermenilere ait olduğunu, 1920 yılında ise bunun Azerbaycan'a verildiği anlaşılıyor. Anlamak mümkün de­ {lildir, Dağlık Karabağ tarihinin hangi devrinde Azerbaycan' dan alınmış ki, yeni bir sahip arama lüzumu hasıl oluyor?

Bütün bu söylediklerimizden sonra, topra{lımızın geleceği meselesini halletmek için komisyon kuranlar, niçin bizim kağıt üzerinde de olsa "egemen" bir devlet olduğumuzu kabul et­ miyorlar. Halk Temsilcileri Kurultayı bir taraftan bizim egemen­ li{limizi tasdik ediyor, di{ler taraftan ise Da{llık Karabağ mese55


lesinin çözümü için komisyon kuruyor. Komisyon üyeleri kim­ lerdir? Onlar niçin egemen bir devletin iç işlerine karışıyor. Ken­ di toprağımın geleceği meselesine forrrül arıyorlar?

4 mllyar rubleden kat kat fazla geliril"'liz olmasına rağmen, yıllık bütçemizin 4 milyar rub\e olarak belirlenmesi ne demek­ tir? Neden gelirimizin çok az bir bölümü bize veriliyor? Bize kurşun atan komşumuzun gelir-giderindeki açığı biz mi kapa­ tacağız? Demek ki, onlar bizim sayem izde yaşıyorlar. Bu du­ rumda bizi inkar etmek ve "düşünccesiz" olarak damgala­ makta haklı görünüyorlar. -

Denizde petrol çıkaran işçilerimizin canları pahasına üret­ tikleri petrolden, ana ve bacılarımızın kızgın güneş altında ze­ hirli havayı teneffüs ederek ve analık kabi liyetini kaybederek topladıkları pamuktan elde ettiğimiz gelirle komşumuzun gelir­ giderindeki açığı daha ne zamana kadar kapatmaya devam edeceğiz? Milletimizin fiziki bakımdan genoside maruz kalması bir tarafa, manevi genosidine daha ne kadar ve ne zamana kadar tahammül edelim? Dilimizin, tarihimizin, alfabemizin, başka bir ifade ile maneviyatımızın mahvedilmesi sonucunda milletimizi asimilasyona uğratıp silmeğe çalıştılar. 130-140 mil­ yon olmalarına rağmen, Ruslar inkılabın getirdiği rezillikler so­ nucunda erimedikleri ve milli varlıklarını korud ukları için sevi­ niyor ve bununla gurur duyuyorlar. Asimilasyona uğramak ha­ kikaten bir felAketse o zaman niçin küçük milletlerin " büyük" Rus milletinin içinde eriyip gitmesini onlar için bir saadet sa­ yıyorlardı. Bir zamanlar bütün resmi merkezi gazete ve dergi­ ler "Slıyaniye Naradov" (Milletlerin birleştirilmesi) başlığı al­ tında makaleler yayınlıyor ve küçük milletlerin erimesini geliş­ me olarak tasvir ediyorlardı.

"Sobesednlk" gazetesinin 1989/48 sayısında ş u satırları okuyoruz: "Rus milleti, 20. asırda Rus-Japon savaşlarından "Durgunluk" devrine kadar (Brejnevin iktidar yılları) akıl almaz zorluklarla dolu bir hayat yaşamıştır. Bu devir deh­ şetli bir faciadır. Ben yine de tarihe kötümser bakıyorum: "Millet sağ kalmıştı, bağımsızlığını koruyordu, ahlAk kal56


deleri asimilasyona u{lramamıştı ve topra{lın siması kay­ bolmamıştı". Rusçadan tercüme). Eğer bu makaleyi yazan Y.Mamleyev hakiki bir yazarsa ve kendisini adil bir insan sayıyorsa, o zaman niçin " büyük kardeşin" küçük milletlerin başına açtığı oyunlardan, millet­ leri talayıp soymasından ve asimilasyona uQratmasından bah­ setmiyor? 1 30 milyonluk milletin eriyebileceğinden korkan ya­ zardan soruyorum: O zaman nüfusu 1 -2-3 milyon olan millet­ ler ne yapsın? Bu milletler kendi dilini, tarihini ve milli varlığını korumaya çalıştığı zaman niçin onların başında ceviz kırıyor­ sunuz? Sizin sayınız çoktur, korkmayınız, kızlarınız gençleri­ mizi baştan çıkarıyor, nüfusunuz artış kaydediyor, bu artışı meş­ ru bir netice olarak kabul ediyorsunuz. •

*

*

*

*

Bugün Ermeniler bar bar bağırıp bütün dünyaya " Nam tesno" (Burası bize dar geliyor) diyorlar. Vaktiyle H itler de Al­ manya'da mono-millet yarattıktan sonra aynı şeyi söylüyordu. Nasyonal sosyalistlerin birinci programı güya "Almanlar dün­ yanın en akıllı mllletldlr ve dl{ler mllletler ise köledir. Al­ manlar temiz kana sahip Ari ırka mensupmuş. Dünya ise milletlerarasında adaletli olarak bölünmemiştir, Almanla­ rın payına az toprak düşmüştür, Almanlar saf ırka mensup oldukları için dünyanın en güzel ve en verimli topraklarına sahip olmalıdır" saçma görüşünü savunuyordu. Taşnaklar " Nam Tesno" diyorlardı. Şimdi, aynı fikri bunlar ileri sürüyor. Ermenilerin dünyanın en eski, akıllı, medeni ve temiz kana sahip milleti olduğunu iddia ediyorlar. G üya, onla­ rın aklı, zekası ve potansiyel kuvveti o kadar büyüktür ki, nü­ fusu 3 milyon olan millet Ermenistan topraklarına sığmıyor. Ge­ çen yıl Ermenistan'da deprem olduğu zaman yaralananlara Sovyetler BirliQi'nin diğer yerlerinden gönderilen kan verilmek istenmiş; bazı Ermeniler yardıma itiraz etmiştir. Gerekçe ola­ rak değeri düşük kanı taşımak istemediklerini bildirmişlerdir. 57


Egoizmin derecesine bakın! Sanki Ermeni kanı en yüksek-se­ viyededir. Başkalarının kanı verilirse, Ermeni milletinin milli üstünlü­ ğü aşağı düşebilir. Şimdi buna ne dersiniz? Ermeniler, "üstün" ve "akıllı" olmalarına rağmen, tarih bo­ yunca her zaman başka ulusların özellikle de ' 'Türklerin zulmüne" maruz kaldıkları vehmine kapılmışlardır. Kendileri­ ni azapkeş olarak tasvir eden Ermeni aydınları bu azapkeşlik­ lerini dünyanın gözüne sokuyor, bundan zevk alıyor ve hatta ağlıyorlar. Edebiyatları da esasen bu ağlaşma üzerinde kurul­ muştur. Yas tutma ve yastan zevk alma hastalık haline gelmiştir. Bu hastalığa ilim dilinde "Sosyal Mazohizm" deniyor. Alim İ smihan Yusufov "Latış Dostuma Mektup" başlıklı makale­ sinde bu meseleye temas ederek şunları yazıyor: "Mazohizm prosesinde vücut ne kadar işkenceye maruz kalırsa, baş ta o kadar zevk alır. " (Gençlik, 1989/1 2) bir kar_şılaştır­ ma yapalım: Ermeni aydınları, halk ne kadar çok ızdırap çe­ kerse, o kadar çok zevk alıyor. Tarihte Ermeniler kadar ve hat­ ta ondan daha çok ızdırap çeken millet yok mudur? Elbet te vardır. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Lakin Ermeniler, ağ­ lamayı güzel sanatlar seviyesine yükseltmiş ve onu ayin hali­ ne getirmişler. Taşnakların fikrince, vaktiyle denizden denize kadar bir "Bü­ yük Ermenistan" devleti kurmuş olan bir millet, o, i mpara­ torluğu yeniden kurmalıdır. Bu fikirden "Faşizm" kokusu ya­ yılmıyor mu? Evvela, " Büyük Ermenistan" fikri bir efsane­ dir. Ermeniler hiç bir zaman Kara Deniz ile Hazer Denizi ara­ sındaki topraklara sahip olmamıştır. İ kincisi de Ermeniler hiç de dünyanın en akıllı milleti değildir. Aslında ulusları akıllı, az akıllı veya akılsız diye sınıflara ayırmak oldukça gülünç bir şey­ dir. Her ırkın kendisine has bir özelliği olabilir. Fakat, her ba­ kımdan üstünlüğü bunlardan birine tanımak mantığa uygun de­ ğildir. Bu tip milli egoizm hastalığına tutulmuş milletleri her za­ man büyük felAketler bekler. Vaktiyle, Almanya da bu hastalık yüzünden yıkıma uğramadı mı? 58


Yukarıda da belirtildiği gibi, Ermeniler kendilerini yükselt­ mek için adım başına en yakın komşuları olan bizi küçük dü­ şürüyor ve " medeniyetsiz" "vahtl" "Göçmen" ifadeleri ile adımıza leke : sürme{ıe çalışıyorlar. Ukraynalı şair Oleynik'in kayt ettiği üzere " Kendisini yük­ seltmek için başkasını aşağılayan mutlaka alçaktır". Dede Korkut, Köroğlu ve Aşık Garip destanlarını, büyük Ermeni şairi A. İ shakyan'ın "inci" dediği bayatıları yaratan, Goothe'­ nin secde ettiği Nizami ve Fuzull gibi söz ustalarını, Üzeyir Hacıbeyov, Gara Garayev, Fikret Emlrov ve Niyazi gibi bü­ yük bestekarları yetiştiren bir millete "vahtl " demek doğru mudur? Allaha çok şükürler olsun. Azerbaycan Türkleri bu tip milli egoizm hastalığına yakalanmamıştır. Hiç bir yazarımız tek ke­ lime bile söylememiştir. Yalnız dünyrı ınilletleri arasında bizim de yerimizin olduğunu söylüyoruz . H ıç bir zaman komşumu­ zu alçaltmamış ve onun tavuğuna " kış" dememişiz. Hasleti­ mizin büyüklüğü budur işte! lngiliz yazarı Alan Eynbern " Dostlar Olmayınca" adlı pi­ yesinde önemli bir meseleye dokunmuştur. Piyesten çıkarılan sonuç şöyle : İ nsanlar arasındaki gerginlik ve zıtlıkları ortadan kaldırtmak için (bu zıtlık antagonist olsa bile) herkes adalet hissi ile dolu olmalı ve başkasının da büyüklüğünü takdir edebilme­ lidir. Yalnız o zaman insanlar biribirini anlar ve hürmet gösterir. Bir komşu devamlı olarak diğer bir komşunun olumsuz ta­ raflarını arar ve onun üstün taraflarını görmezlikten gelirse, mu­ hatabını devamlı olarak alçaltmaya çalışacaktır. Böylece dün­ yada barış ve saadet aramak karanlık odada iğne aramağa benzeyecektir. Aslında bir tarafın devamlı olarak diğer tarafın kötü yanlarını araması, cahilliğinden kaynaklanır. Çünkü, dün­ yada tam kötü ve tam iyi yoktur, her şey nisbidir, izafidir. Büyük dahilerin vurguladığı gibi, beşeriyeti güzellik ve sev­ gi kurtarabilir. Ben komşularımızı, taşı eteğinoen dökmeye, gü­ zelliğe, sevgiye ve adalete çağırıyorum. 59


19 Ocak 1990 tarihinde gece saat 12.'de en modern silAh­ larla donatılmış ordu Bakü'ya girdi ve çıplak ellerle topra{lımı­ zı savunmak isteyen o{lullar ve kızlarımızı kana boyadı. İkiyüz yıla yakın bir zamandan beri topra{lımızdan emip götürdükleri kızıl (altun) petrolle birlikte, kızıl kanımızı da akıttılar. Topra{lı­ mızın bütünlüğünü korumak isterken öldürülen çiçeği burnun­ daki gençler, kız ve gelinlerimizin günahı ne idi? Vatan topra­ ğını sevmek, onu korumak dileği ne zamandan beri günah sa­ yılıyor? 40-45 yıl önce şimdi sizin ellerinizde şehid olan gençlerin babaları Rus topraklarını korumak için can vermediler mi? Ba­ balarımızın o zaman size yaptıkları hizmetin ve fedakArlığın kar­ şılığını böyle mi ödeyecektiniz: 200 yıldan beri senin kölen ol­ dum, hizmetçin oldum, Allahın bütün günlerinde senin için ça­ lıştım, sana can ım ve kanım pahasına petrol verdim! Yetiştir­ diğim ürünlere hasret kalıp onları sana gönderdim. Sayemde dünyanın en kudretli devleti oldun, dünyaya meydan okudun, ülkeleri korkuttun. Tank paletleri altında ezilmek mi idi iyiliği­ min karşılığı? Biz bu sistemi kabul ettik., ama Allah kabul etmesin! Beni "egemen" devlet olarak ilan etmen bi r yıl dahi olma­ dı. Ne çabuk sözünden caydın? Ne çabuk egemenliğime son verdin? Sen ne zaman imzaladığın anlaşmalara, verdiğin sözlerle sadık kaldın ki, buna da sadık kalasın? Zamanın tabii ve ka­ nuni hükmüne boyun eğerek esir milletlere cüzi de olsa hürri­ yet vermeğe mecbur kalmıştın. Geçici hürriyetten faydalanıp kaldırdığımız kafayı ne çabuk ezdin! Yok, başka tü rlü de olamazdı. Çünki gaddarlık ve zalimlik senin tabiatındadır. Kendi tabiatına nasıl zıt hareket edebilirsin? O kanlı Cumartesi gecesi, Azeriler bin yıllık kahramanlık ta­ rihini dünyaya yeniden gösterdiler. O, kendi varlığını bir daha ispat etti. O, bu milletin hürriyet için ölmeğe hazır olduğunu gösterdi. Böylelikle bu gençler halkımızı ölüm sınırının diğer yakasına geçirdi. Ölüme hazır olmayan millet hürriyetini kaza60


namaz. Elinde hiç bir şey olmadığı halde, kendisini tankın üze­ rine atan gençlerimiz, bu millet için bağımsızlığın zaruret hali­ ne geldiğini ispat ettiler. Hürriyeti hayat nizamı kabul eden bir millet artık yetişkin bir millettir. Bu gençler ölüm saçan tankla­ ra meydan okurken ölümün yüksek noktasını oluşturan şehit­ lik mertebesine ulaştılar. Bu rütbeye varanlar, Nesiminin ve Kö­ roğlu'nun hayır dualarını da kazandılar. Onlar, uğrunda ölün­ meyen toprağa vatan denilemeyeceği gerçeğini bir daha ispat­ ladılar. Vatan uğrunda ölmeyi beceren evlAtlarımızın kahraman­ lığı sayesinde kendimizi dünyaya tanıtabildik. Biz bu şöhreti, köle P meğimizle 1 70 yıl Rusya'ya verdiğimiz petrol, pamuk ve diğer ürünler sayesinde kazanamamıştık. Ôdediklerimizin kar­ şılığı olarak her zaman başı yumruklu ve gözü yaşlı kalmışız­ dır. Şimdi sahibimiz, külün altında ateşin alevlendiğini gördü ve bildi. Bu ateşle şaka yapmak olmaz. Yiğitlerimizin kana bo­ yanması için emir verenlerden sormak isterdim: Kale burcu gibi evlatlarımızın ömrüne paha biçmek, kız ve gelinleri mizi gözü yaşlı bırakmak ve ocağımızı söndürmek yetkisini sana kim ver­ di? Sen, kendini bu kadar mı haklı sayıyorsun ki, toprağımızı kan denizine çevirdikten sonra dahi, Bakü'nun caddelerinden jestle geçiyorsun yine bizi korkutuyor ve kendine insan dedi­ ğin halde vicdanından utanmıyorsu n. Ben, televizyon stüdyo­ su bahçesinde tesadüfen general Dubinyakla karşılaştım ve bunu kendisinden sordum. Cevap veremedi. Yüzüne tükürüp gittim. Daha sonra kendi kendime şöyle düşündüm. Ben on­ dan hangi vicdanı sordum. Mevcut olmayan bir şeyi başkasın­ dan nasıl beklersiniz? Soljenitsinin dediği gibi, iki yıl içinde 2 milyondan fazla insanı ölüm kamplarında mahveden bir ha­ kimden hangi vicdanı talep edeceksiniz? Gorbaçov, depremle ilgili olarak Ermenistan'a gittiği zaman, Ermeniler depremin olacağını niçin daha önceden öğrenip bi­ ze haber vermedin diye onu suçladılar. Soru gülünç olsa da, Gorbaçov Ermenilerden korktuğu için yumuşak bir tarzda ce­ vap veriyor diyor ki, depremi önceden haber veren alet henüz bulunmam ıştır. Ama Azerilerin kitle halinde öldürülmesinde Gorbaçov'un bizzat parmağı olmasına rağmen, bizden hiç kim61


se cesaret edip te "Azerileri niçin öldürttün?" diye ona so­ ru sorma cesaretini gösterememiştir. Bakü'daki en büyük kayıp, Bakü girişinde 1 1 . Kızıl Ordu için yapılan abide yakınında cereyan etmiştir. Bu gün Azeriler abi­ de üzerine siyah bayrak astılar, etrafına ise hergün taze ka­ ranfil koyuyorlar. Bununla yüreklerindeki nefret ateşini söndü­ rüyorlar. 28 Nisan 1920 tarihinde Azerbaycan'ı işgal eden Kı­ zılordu, 20 Ocak 1990 tarihinde yeniden işgal etti ve onun adı­ na dikilmiş abide önünde yeniden halkımızın kanını akıttı. Böy­ lelikle de adına layık iş yaparak " işgalci ve sömürücü" kim­ liğini bir daha ortaya koymuştur. O kanlı Cumartesi gecesi yüreğimize öyle bir dağ çeımıer ki, bu yaranın acısı yüzyıllar boyu devam edecektir. Saldırga­ nın barbarlığı ve vahşeti asla hafızalarımızdan silinmeyecek­ tir. Takvimlerde "19 Ocak" günü siyah harflerle yazılacak ve gelecek nesiller bu rakamı uğursuz bir hatıra olarak hafızala­ rında saklayacak, tarih boyunca katillere lanet okuyacaklardır. Sen herhalde bunu unuttun? Ama yüreğimizde açtığın yarayı bize hiçbir zaman un utturamayacaksın!

Ne adavet(1) ne gerçek Valah yoktu o gece Zulüm zalim eliyle Hakkı boğdu o gece! Tunç zirehli(2) yılanlar Döktü kırmızı kanlar. Hakikati yalanlar Künce sıktı(3) o gece! Kime deyim derdimi? Gaspkir(4) namerde mi? Yetmiş yılın dert gamı Gözden aktı o gecel 62


Analar amanından Sineler oldu şan-şan(S) Şehitlerin kanından Şimşek çaktı o gecel Kara geydi bu Vatan, Yok hayına(&) bir yeten. Hayata hamileyken Ö lüm doğdu o gece! Ne diyek bu vahşete, Bu zulme, bu dehşete? Allah bu musibete Nasıl baktı o gece! "Şehitler Hıyabanı"(7) halkımızın yemin yeri, Cumartesi ge· cesi ise katillere nefret gecesi olarak hı'Uıralarda kalacaktır. Ben uzun yıllardan beri milletimiz için bir and yeri düşünü· yordum. Gençlerimizin vatanımızın saadeti için son damla kan­ larına kadar mücadele edecekleri, milletimize sadakatle hiz­ met edeceklerine dair yemin edecekleri mukaddes bir yer ol­ masını istiyordum. Mabed olarak başvurabileceğimiz ve ora­ dan temizlenip ç ıkabileceğimiz bir yer arzu ed iyordum. Böyle bir yer nerede olabilirdi? Önceleri aklıma "Fahri Hıyaban" gel­ di. Sonra da düşündüm ki, orada Üzeyir Hacıbeyli, Mirze Celil ile birlikte kutsallığa layık oimayan öyleleri de yatıyor ki, . . . orası halk için mukaddes olamaz. Bugün mezarları karşısında başeğdiğimiz ve ruhları karşı­ sında secde ettiğimiz şehitler bizi bu zorluklardan kurtardı ve millete mukaddes yemin yeri bahş etti.İsterdim ki vatan güç durumda kalınca veya büyük bir gayenin izinden gidince oğul ve kızlarımız " Şehitler Hıyabınına" gelip onların mukaddes türbesinde yemin etsin ve şonra vatan imdadına koşsunlar. Böyle anlarda ve özellikle kutsal günlerde ak sakallılarımız ve 63


ninelerimiz de Şehitler Hıyabanına" koşarak şöyle desinler:

- Ey toprağımız için toprağa dönen şehltlerlmlz, ruhu­ nuz miletimize duacı olsun! Evlatlarımızı katletmek yetmiyormuş gibi iftira kampanyası da açtılar. Hastahanelere girip, doktorları kovuyorlar. Semeş­ ko adlı şehir hastahanesi doktorlarından Firuze Hanım şöyle söylüyor: "Mermilerin al kana boyadığı insanları hastaha­ neye getiriyorlardı. Herkes, aynı zamanda çocuklar kan ver­ mek için hastahaneye akın ediyordu. Yaralılar arasında 13-16 yaşındaki çocuklar ve gençler de vardı. Ancak, has­ tahanenin yollarına ateş ediliyor ve kan vermek isteyenle­ rin yanımıza yaklaşmasına engel olunuyordu. Işıkları da kestiler. Doktorlar mum ışığında ameliyat yapmak mecbu­ riyetinde kaldı' '. Bu kansızlık, bu vicdansızlık hangi ülkede görülebilir? 8 Şu­ bat 1990 tarihinde Azadlık Radyosu, yaralılar için Fransa'dan Moskova'ya 50 ton tıbbi malzeme gönderildiğini bildirdi. Mer­ kez ise yardımı Bakü'ya göndermek istemiyor. . . Türkiye Kızı­ lay Cemiyeti'nin yardım teklifi de geri çevrildi. Niçin? Peki Mos­ kova neden Ermenistan'daki depremden sonra yollanan tıbbi yardım ile birlikteki si lahları büyük bir memnuniyetle Erivan'a sevkediyor? Bu ayırımcılık değil de nedir? Yaraladığın bedbaht­ ların tedavisine yardımcı olmuyorsun, üstelik dış ülkelerin uzat­ tığı yardım elini de geri çeviriyorsun. Bu durumu adaletle, eşitlik ilkesiyle bağdaştırmak mümkün müdür?

Bu işlerin kökleri çok derinlerdedir. Bu derinli!')i basit bir göz· le değil de, akıl ve mantık gözü ile düşünmek gerekir. Aksi hal­ de olayların temelinde yatan tezatları kavramak mümkün de­ ğildir. 19 Ocak'ta Bakü 'daki birkaç Ermeni ailesi ve kilisesine yapılan baskın senaryosu daha ewelden hazırlanmıştı. Senar· yonun mahiyetini anlayamayan bazı gençlerimiz bu oyuna ka64


tıldılar. İnsanlığa yakışmayan davranışlarda bulundular. Ben bu­ n u duyunca hüngür hüngür ağladım. Günahsız insanlara el kaldırmak, kan akıtmak insanlığa sığmayan ve kanunlara uy­ mayan ve mi lletimizin geleneklerine ters düşen bir davranış­ tır. Ben, başkalarının oyununa gelip insanları öldüren hemşeh­ rilerime, döktükleri kanı bağışlamıyorum . Ev ve diğer yerlerin yakılması meselesine gelince, bu da affedilmez bir hatadır. Hangi dine ait olursa olsun, dini mabetler kutsal sayıl malı ve onlara dokunulmamalıdır. Çünkü kilise de cami gibi Allahın evi­ dir. Camiye, kiliseye, Budistlerin mabetlerine ve sinangoglara el kaldıranlar aynı derecede cahil , bilgisiz ve haddini bilmez kimselerdir. Gerginlik tırmanırken bu kan lı olayın bir başlangıca dayan­ dığını hissettiğim için ağlad ı m . Bu kanaate varışımın bir sebe­ bi vardı : Sözü geçen olaydan birkaç gün evvel, "Azadlık" (Le­ nin) Meydanı'ndaki gösteriler sırasında Vezirov 'un , Ermenile­ . rin � . · : ..,, l arından koru nmak için kanunsuz olarak silah yap­ maya ızırı wt;rd iğinden bahsedil iyordu . Şayiayı duyunca ilkin şaşırd ı m . Sonra . . . Bunun her hangi bir şeye hazırlık olduğu­ nu anladım. Çünkü ben de bazıları gibi Vezirov'un hangi yu­ vanın .kuşu olduğunu çok iyi biliyordum. Bizim silah yapma im­ kanımızın olmad ığını da biliyord um . Bu, ortaya atılmış boş bir dedikodu idi. Bu sözün kaynağ ına in meyen ve onu anlama­ yan boşboğazlarımız da çoktur. Ordunun Bakü'ya baskın yap­ ması için resmi organlar tarafından ikinci ve üçüncü zeminin hazırlandığı gerçeğini anlamıştım . Elbette bütün bunlar, artık hakiki bir güce dönüşen ve hal'<ın sevgisini kazanan Azerbay­ can Halk Cephesini, Halkın milli demokratik hareketini da�ıt­ maya yönelen girişimlerd i . Sumgayıt'daki hadiseler de aynen böyle başlamış ve tansiyon yü kseltmişti. Ayn ı plan doğrultu­ sunda Alma Ata, Gürcistan ve Özbekistan'da kan akıtılmıştır. " Kanlı Cumartesi Gecesinden" bir gün sonra, yani Ocak'­ ın 20'sinde Gorbaçov'a şu telgrafı çektim: .

"Gorbaçov Cenapları; 65


Azeriler, şimdi bir İslam Cumhuriyeti kurmak sevdasına dü­ şecek bir millet değildir. Bu, akıttığın kanlara hak kazandırmak için uydurduğun bir iftiradır. Sen , bunu çok iyi biliyorsun, elle­ rin ve vicdanın milletimin kan ına bulanmıştır. Cellat Stalin'in işlemediği cinayetleri işledin, tarih bu büyük günahını asla affetmeyecektir. Milletimin kan ını akıttıktan son­ ra ona başsağlığı mesajı göndermen ise dehşetli bir ikiyüzlü­ lüktür. Senin başkanlık yaptığın partiden ayrılmayı kendim için bir şeref sayıyorum." Ayn ı gün Merkezi Komite binasının yanı ndaki miti nge katıl­ dım ve Komün ist partisinden ayrıldığımı bildirdim. İşledikleri cinayetler bir tarafa, bizi yakan durum son bir kaç yıldır demokrasi bayrağı açan, bu bayrakla dünyayı kendi ta­ rafına çekmek i steyen, dü nya kamuoyunu aldatarı bu ül keni n cinayetlerine hak kazandırmak içi n bize karşı iftira kampanya­ sını sürdürmesidir. Üstümüze yağdırdığı mermiler azmış gibi, şimdi mermi yağmuru ndan daha dehşetli yalan ve ift i ralarla yüreğimizi dağlıyor. Ancak, bu yalan imalatı içi nde kendileri de basiretlerini kaybetmişlerdir. Sovyetler Birtiği Dış İ şleri Ba­ kanı Şevardnadze, Baku'daki Ermeni leri korumak için oraya ordu birlikleri gönderildiğini ifade ederken, Savunma Bakanı Yazov, aynı cinayeti başka sebeplerle izah yolunu tutmuştur. "Kudurmuş Halk Cephesi" harekatını bastırmak için ordu bir­ likleri gönderildiğinden dem vurmuştur. Gorbaçov ise İslam Cumhuriyeti kurmak istediğimizi ve bu teşebbüsü engellemek için ordu gönderildiğini iddia ediyor. Aslında Yazov doğruyu söylüyordu : , ordu, Azerbaycan'da güçlenen demokratik hare­ keti dağıtmak için oraya sevk edilmişti. M illetin kalbinde alev­ lenen milli hürriyet duygusunu öldürmek mümkün değildir, ak­ sine onların işledikleri bu cinayetler bu hissi daha da güçlen­ dirmiştir. Cinayetler zinciri, halkın yüreği nde çoktan beri rej i­ me karşı uyanan nefreti daha da şiddetlendird i . Elbette k i , hal­ kımız kanlı katilleri hiç bir zaman affetmeyecektir. li6


Askerler evlerin pencerelerine, hastahanelerine, ambulans­ lara ve sıradan vatandaşlara ateş etti. En dehşetli savaşlarda bile, kudurmuş ordular yukarıda saydığımız masum yerlere ateş etmemiştir. Pek çok çocuk, kadın, yaşlı, doktor ve hemşire bu vahşete kurban gitti. Ordu, kanlı imha har�ketine hak kazan­ dırmak için en çirkin usullere baş vurdu. Askerler, yatakhane­ lerdeki gençleri zorla dışarı çıkarıp, ellerine boş silahlar verdi­ ler, sonra binaların üzerine çıkarıp fotoğraflarını çektiler. Ga­ ye, dünyaya, ordunun vatandaşlara karşı değil de, silahlı çete­ lere karşı mücadele ettiğini göstermekti. Başka bir misal: olaydan sonra birkaç gün sokaklarda si­ lahlı atışma sesleri işittik. Sonra öğrendık ki, askerler birbirle­ riyle silahlı çatışmaya girmişler. Salyan Kışlasındaki " asker­ lere sivil elbiseler giydi rilip, karşıdakı evlerın üzerine çıkarılmış­ lar. On lar da eğitim mermileri ile sabaha kadar birbirlerine ateş edip durm uşlar. Bu binalarda oturanlar. silah sesinden uyuya­ madıkların ı ifade ettiler. Ancak sabahleyin, ölen veya yarala­ nan olmadığı anlaşıldı. Ama binaların önünde yalnızca boş ko­ vanlar vardı.

Ocak'ın 20'sinde Azerbaycan Yüksek Sovyeti Riyaset He­ yeti'nin Başkanı Elmira Gafarova dünya kamuoyuna ulaşan be­ yanatında şöyle diyord u : "Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti Riyaset Heyeti tarafından Azerbaycan'da sıkıyönetim ilan edilmesine Azeriler ve cumhuriyette yaşayan bütün millet­ ler adına itiraz ediyorum. Zira sıkıyönetim uygulamak için tanklarla otomatik silahlardan faydalanılmıştır. Vatandaş­ lara karşı amansız tedbirler alınmıştır. Bu ise, büyük insan kaybına sebep olmuştur. Ö lenler arasında, çocuklar, yaş­ lılar ve kadınlar da vardır. Tam mesuliyetle bildirmek isti­ yorum ki , Azerbaycan yüksek devlet organları ve idari me­ kanizması Baku 'da sıkı yönetim ilan edilmesi hususunda karar almamıştır ve böyle bir kararın kabul edilmesi için Sovyetler Birliqi Yüksek Sovyet'i Riyaset Heyeti'ne rıza gös67


termemiştir. Dökülen kanlar için, bu kararı kabul ve tatbik eden Soyvetler Birliği organları ve onların vazifeli şahısla­ rı birinci derecede sorumludur. Tarih kanlı katilleri affetme­ yecek ve nefretle yad edecektir.' ' Azerbaycan Dışişleri Bakanı H .Sadıkov da bütün vasıtalar­ dan faydalanarak bu beyanatı dünya kamuoyuna duyurdu . Dı­ şişleri Bakanlığı'nın temsilcisi ise Moskova'daki yabancı ülke ajansları ile rabıta kurmuş ve beyanatın esas gayesini onlara izah etmiştir. Amerika Devlet Başkanı Bush işgal ordusunun Azerbaycan'a baskını ve güçlenen demokratik hareketi dağıtmasını takdirle karşılamıştır. Amerika'nın kesin tavrı karşısında diğer devlet­ ler ne yapabilirdi? Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın temsilcisi de Gorbaçov'a sor­ maz mı ki: "Sen Litvanya Sovyetler Birliği' nden ayrılmak istediği zaman onların önünde diz çöküyorsun, ne olur biz­ den ayrılmayın diye yalvarıyorsun, Azerbaycan'da milli egemenlik şuuru kuvvetlendiği zaman onların üzerine or­ du gönderip halkı kanlı bir şekilde katlediyorsun, bu iki yüz­ lü davranışı nasıl izah edelim? Adalet nerede, hak nerede? Bu nasıl bir ayrımcılıktır ki, sen Hıristiyan olan bir milletin huzuruna çıkıp, karşısında diz çöküyorsun, müslümanları ise öldürtüyorsun. Ermenistan'da ve Ermenileriı1 fetvası ile Dağlık Karabağ 'da yanan ateşi niçin görmüyorsun? Yoksa yine aynı sebeplerden mi? Asıl ateş Ermenistan ve Kara­ bağ 'da yanıyor. Ama oradaki ateşi söndürmek yerine Ba­ kü 'ya ordu gönderiyorsun! Pravda Gazetesi bir defa dahi olsun Azerbaycan hakkında hakikatleri yazmamış, fakat V.Efendiyev' i n ağzından iftiralar yağdırmıştır. (4 . 2 . 1 990 Pravda) Bu makaleye göre, şimdi Azerbaycan'da cereyan eden ha68


diselerin sebebi güya 9 yıl ewel Azerbaycari'dan ayrılmış ko­ münist parti başkanı Haydar Aliyev ve onun adamlarıdır. Val­ lahi, pişmiş tavuk bile bu iddiaya güler. Haydar Al lyev 'den son­ ra Azerbaycan'da 3 parti başkanı değişmiştir. Bunların hepsi­ ni Gorbaçov tayin etmiştir. . Azerbaycan'daki hadiselere Gorba­ çov'un tayin ettiği parti başkanları değil de, sanki Brejnev'in görevlendirdiği Aliyev sebep olmuşmuş . . . B u durumda hataları Aliyev'in boynuna yüklemenin sebebi nedir? Ocak ayının 25'inde Haydar Aliyev Moskova'daki Azer­ baycan temsilciliğine gelmiş, başsağl ığı vermiş, Azerbaycan'­ da vuku bulan olayları izah etmeye çalışmış ve Gorbaçov'un milli meselenin (milletler meselesi) hallindeki hatalarından bah­ setmiştir. Sözleri, Gorbaçov cenaplarının hoşuna gitmemiştir. "Allyevclllk, veya hoş eyyamlırın fikri (hlffet)" başlıklı ya­ zıyı okuduğum zaman, bu makalenin hayal ürünü olduğunu anladım. Öyle de oldu. Hakikat derhal ortaya çıktı. V. Efendiyev Ko­ münist gazetesinin 8.2.1990 tarihli sayısında çıkan makalesin­ de " Pravda" gazetesini tekzip ederek makaleyi kendisinin yaz­ madıJını, onun imzası ile Pravdada yayınlandığını ileri sürdü. Böyle bir sahtekarlığa başvuran gazetenin doğrudan doğ­ ruya " Pravda" (hakikat) olduğuna inanın bakalım, nasıl ina­ nacaksınız?

Demek

ki,

Pravda,

hakkımızdaki

bütün

uydurma

ve iftiraları büyük bir memnuniyetle yayınlıyor. Benim ve be­ nim gibi, hadiseleri objektif olarak izah edenlerin yazıları ise Pravda gazetesinin kutularında bekletiliyor. Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin 5.2.1990 tari hinde yapılan toplantısında Ermenileri dostluk ve kardeşliğe çağırırken, Ermenistan Komünist Partisi 'nin Başkanı Artunyan yine de eski zurnasını çalarak Dağlık Karabağ'ın merkeze bağlanmasını talep etti. İnsanı yakan taraf şudur ki, Gorbaçov onu sabırla dinlemiş , IAkin onun sözünü kes ip te, Ayaz Mütellibov,

69


"Yeter artık bu Karabağ iddiasından vazgeç! " tarzında bir imada dahi bulunmamıştır. Eğer Gorbaçov meseleyi kesinlik­ le halletseydi, o zaman Ermeniler ces8ret edip te bu meseleyi bir daha dillerine dolamazlardı. Görülüyor ki, çözümü Gorba­ çov istemiyor. Başımıza sarılan bu oyunların küçük bir milletin ve özellikle Ermeni lobisinin işi olmadığını çoktan biliyoruz. Bu işleri, Ermeni mafyasına yön veren, onu güçlü silahlarla teç­ hiz eden , hatta açıkça onu savunan ve her meselede Azerile­ ri yalnız bı rakan Moskova organize ediyor. Birkaç Azeri aydını 21 Ocak 1990 Akademide toplandık. Yük­ sek Sovyet'in acil olarak toplantıya çağrılması ve Sovyet or­ dusunun derhal Azerbaycan'dan çıkarılması hususunda karar aldık. Hemen Radyo-Televizyon idaresine giderek radyoda konuş­ mak için izin ald ım. Tahmimen bir saat sonra Azerbaycan'da­ ki halk temsilcilerine müracaat ederek Yüksek Sovyet'in saat 1 8.00'de acil toplantısı olduğunu duyurdum. Halk temsilcilerinin üçte ikisi belirtilen saatte toplandı. An­ cak, Rayon kati pleri, (H.Hasanov'dan başka) Merkezi Komite­ ninin katipleri, bakanlar, müdürler toplantıya katılmadılar. Toplantıyı, Arerbaycan Yüksek Sovyeti Riyaset Heyetinin Başkanı Elmira Gafarova hanım açtı. Halk temsilcileri, 19-20 Ocak günü Bakü'da katledilen Azeriler için bir dakikalık saygı duruşunda bulundular. Gündemin aşağıdaki hususları içermesi ittifakla kabul edildi:

1- Toplantıda alınacak kararların uygulanması yönünde çaba harcanması, 2- Sovyetler Birliği İ çişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlı­ ğı ve KGB kuvvetlerinin 19 Ocak 1990 tarihinde başlayan hadiselerde Baku sakinlerine karşı kanunsuz davranışları, 70


3- Sovyetler Blrll{l l ' nde yaşayan milletlere, bütün dünya milletlerine ve parlamentolarına müracaat edilmesi,

4- Bakü 'ya sevkedilen ordunun yaptı{lı vahşet ve katlia­ mı araştırmak üzere bir komisyon kurulması,

5- Yasalara aykırı sıkıyönetim kararının derhal iptali ve işgalci birliklerin Azerbaycan'dan geri çekilmesi,

Gündem maddeleri doğrultusunda ittifakla karara alınmış ve gerekli girişimlerde bulunulmuştur. Ayrıca Azerbaycan Halk Cephesi üyeleri, Sovyet ordu birlikleri 48 saat içinde Bakü'yu terketmşdiği takdirde, Sovyetler Birliği'nden ayrılma konusunda karar alınmasında ısrarlı tutum sergilemişlerdir. Ben ve o zaman henüz Merkezi Komite kAtibi görevini ifa eden Hasan Hasanov son bendin karara dahil edilmemesini teklif ettik. Çünkü . . . bu madde yeni bir faciaya sebep olabilir­ di. Sonunda karar bizim istediğimiz şekilde çıkarıldı. Toplantı sabah saat 08.00'e kadar devam etti . Karar yazımı için gece saat 03.00'te ara verildi. Bu fasılada Kazak yazarı Oljas Süleymanov aklıma geldi. Telefon edip, mümkünse Ba­ kü 'ya gelmesini rica ettim. Bana mutlaka geleceğini söyledi . Hakikaten d e i k i gün sonra Süleymanov Bakü'ya geldi . Allah razı olsun! Bütün şehir siyahlara ve kırmızılara bürünmüştü. Siyah bayrakları yüksek binaların üstüne, elektrik direkleri­ ne, ağaçların dallarına ve heykellerin kaidelerine kimler ve ne zaman asıyordu? Zor zamanlarda milli vicc.i.:: rı ın tepkisini an­ lamak güçleşiyor. Millet bu siyah bayrakl2r lcı, halkımızın kanı­ nı akıtanlara karşı içindeki nefreti, gazaL ·. a ıtirazını dile getir­ di. Bundan başka elimizden ne gelir,1 i? Milletin matemi kendi iradesi ile ortaya çıktı, hem de başkalarından emir ve işaret 71


almadan. Halkın kederi , görünmez tellerle milleti öyle güçlü birleştirdi ki, burada sebep maksat ve menfaat aramak gü­ nahtır.

Oljas Süleymanov'la şehri gezdik. Azerilerin öldürüldükleri yerlere taş konulmuş üstleri siyah başörtüsü ile örtülmüş, etraflarına karanfiller dizilmişti. Yol ke­ narlarındaki delik deşik olmuş arabaların üzerine de siyah ba­ şörtüsü örtülmüş ve yine karanfiller konulmuştu. Bu dehşetli manzara karşısında ağlamamak için yüreklerin taş bağlaması icab eder. Ben bir şeyi hiç anlamıyorum, bu faciaya sebep olan asker ve subaylar insan değil mi? Onlar bu matem örtüsüne bürünmüş, siyah ve kırmızı nakışlı bu caddelerden nasıl per­ vasızca geçebiliyor ve insan oldu klarını nasıl unutuyorlar? On­ lar hergün Şehitler Hiyabanına" akıp gelen insan seline, ana ve bacıların feryadına, belleri bükülmüş babaların, sakal bırak­ mış gençlerin gözlerindeki nefret şimşeğine nasıl bakabiliyor­ lar? Herhalde, onlar buraya ellerindeki modern silahlar ve yü­ reklerindeki tarihi nefretle birlikte geldiler. Bu durumu başka şekilde izah etmek de mümkün değildir. Başka zaman olsa bir karanfi lin fiatı konusunda dakikalar­ ca çene çalan gülcüler, şimdi her gün Şehitler Hiyabanı'na yeni güller getiriyor, ziyarete gelenlere dağıtıyor ve kendileri de me­ zarların üzerine deste deste gü ller koyuyorlar. Kendisini bir kenara çekip, milletimizin başına getirilen be­ laları uzaktan seyreden, bu işe can ı gönülden hizmet edenle­ re dudak bük"n beş paralık ayd ınlarımızı "alış-verişçi" ve "parazit" dediğimiz gülcüler ile karşılaştırdığımız zaman rah­ metli Sabirin aşağıdaki mısraları akl ımıza geliyor:

Bir büyük boşboğazlık heyverelik(1) adetimiz, Doludur lanet ile, gıybet ile sohbetimiz 72


..•

her söze culgaşarık(2), her bir işi kurdalarık,

Harda bir nür görürsek ona karşı olarık. Be'zine(3) diş gıcayıp, be'zine kuyruk bularık(4).

Grup grup Şehitler Hiyabanına giden insanların suratları nef­ ret ve gazap hissi ile doludur. Yüzlerinde gam keder, dert bu­ lutu ve omuzlarında vatan derdini taşıyan insanlar yan yana dizilmiş mezarlara, şehit mezarlarının başuçlarına dikilmiş resimlere büyük bir üzüntü ile baka baka adım adım ilerliyor­ lar. Yüreklerinden hep aynı soru geçiyor: "Bu nasıl bir oyun­ dur ki, bizim başımıza getirdiler, günahımız ne idi? Niçin biz haklı iken haksız olduk? Bizi haksız çıkaran kimdir? ve niçin? . . ? " nıçın . . . . Karabağ hadiseleri başladığı günden beri biz daima savun­ mada olmuş, yalnız toprağımızı korumağa çalışmış ve komşu­ nun hücumunu def etmeğe çalışmışızdır. Bu tavrımızı Mosko­ va'da çok iyiy biliyordu. Durum böyle iken, neden " Bakü'yu Beyrut'a, Azerbaycan'ı Lübnan'a" çevirmek için tepeden tır­ naCJa silahlanmış Ermenileri susturmak yerine, üzerimize or­ du gönderiyorlar? İnsan düşündükçe deli olası geliyor. Sonuçta ölen, öldürülen yine biz olduk, hatta suçlu da! *

*

*

*

*

Azeriler OcaCJın 22'sinde milletin bağımsızlığı yolunda genç şehit olan evlatlarını son menzile yolcu etti. Saat B'de bir grup halk temsilcisi Yüksek Sovyet binasından çıkıp • 'Azadlık' ' meydanına geldik. Bir saat sonra meydan insan se­ line döndü.

yaşta

Saat 1 0.00'da ilk cenazeler göründü. Önde hocalar, birinin önünde yahudi Sinagog' unun ravinleri, diğerinin önünde Rus kilisesi keşişleri kendi geleneksel dualarını okuya okuya mey­ dana girdiler. 7 şehidin cenazesi ise ambulanslarla getirildi. Bilindiği gibi askerler yaralılara yardım eden tıp heyetine de ateş etmişti. iki milyonluk şehirde tebessümlü bir yüz görmek 73


mümkün ·değildi. Asırl3.rdan beri bayram günlerinde gençlerı­ mizin gururla çıktıkları Kız Kalesinin tepesine şimdi siyah bay­ raklar asılmıştı. Binaların balkonlarına, elektrik direklerine ve hatta arabaların antenlerine asılan siyah bayraklar sanki biri­ ne " başın sağ olsun" diyordu. Bu, millet matemidir. Burada herkes bir kişiye değil, herkes birine başsağlığı veriyor, gemi­ ler siren çalarak feryat koparıyor! Baku, tarihinde böyle ma­ tem merasimine şahid olmamıştır. "Azadlık Meydanında" on­ binlerce kadın ağıt okuyor ve saçlarını yoluyordu . Matem mi­ tingi başlad ı . Konuşma yapanlar katillerin cezalandırılmasını ısrarla istiyorlar. Saat 1 2.00'de matem alayı " Dağüstü Park'a" doğru yürü­ meğe başladı . İlk cenazenin önünde Şeyhülislam Allah Şü­ kür Paşazade ve Azerbaycan' ın ilim ve kültür adamları gidi­ yordu. Şehitlerin bir kısmı 20 Ocak'ta doğdukları bölgelere gön­ derildi, bazıları şehir mezarlığındaki aile mezarlığına defnedil­ di. Hristiyan ve Yahudiler ise kendi mezarlıklarına gömüldüler. Saat 16.00'da 51 şehidi toprağa emanet ettik. Şubat başla­ rında ise seksenbeşinci şehidi toprağa veriyoruz. Ancak köy­ lere ve rayonlara gönderilen cesetler bu rakama dahil değil­ dir. Hele, hastahanelerdeki yüzlerce yaralı . Ömrünün nerede biteceğini kim biliyor? 1918 yılının mart ayında Şaumyan'ın emri ile öldürülen onbinden fazla Azeri vaktiyle " Çemberekend " olarak bilinen bu yere defn edilmişlerdi. Gözdağı gibi şehrin yukarısında duran ve Ermeni hıyaneti nin sembolü olan bu ye­ ri yeni nesle un utturmak için daha sonra orada park yapıldı. Bugün toprağa verilen şehitlerimiz:, 1918'de toprağa kefensiz düşenlerimizin kucağına sığınmıştır. Eski şehitlerimizin mukad­ des ruhu topraktan başkaldırarak yeni şehit ordusunu selam­ lıyor: Allahın rahmeti sizinle olsun! ' ' Bazan tarihi kahramanlar hakkında okuduğumuz kitaplar­ da onların korkusuzluğu, yiğitlik ve cesaretleri konusunda ef­ saneye benzer durumlarla karşılaşıyoruz. Öyle olağanüstü epi74


zotlar ki, insan bu büyüklükteki fedakArlı{Ja inanamıyor. Bazan bana öyle geliyor ki, halk kendi kahramanlarını görmek istedi­ ği şekilde efsaneleştirmiş ve onlar hakkındaki bilgileri abartıl­ mış bir tarzda bize ulaştırmıştır. Cumartesi gecesi şehitlerinin cesaret ve kahramanlıklarını kendi gözlerimle gördükten son­ ra, Nesimi'nin ve diğer kahramanlarımızın cesaret ve gözüpek­ liklerine şüphem kalmadı. Düne kadar hergün karşılaştığımız ve milyonlardan biri ola� rak tanıdığımız bu gençler, bir gece içinde hangi büyüklükte bir yüreğe sahip olduklarını ölümleri ile tescil ederek ebedi­ leştiler. Ömür boyu isimlerini gururla andığımız kahramanlar da Cumartesi gecesi şehid olan gençlerimiz gibi sıradan in­ sanlardı. Zaman geçecek, halk ou yiQitler haKkında destan­ lar, şair ve yazarlarımız ise kitaplar yazacaktı . Söylenenlere göre, Cumartesi günü Azerbaycan doğum ev­ lerinde dünyaya göz açan her 1 0 çocuktan sekizi erkektir. Al­ lahın bu mucizesi karşısında şaşıp kalmamak imkAnsızdır. Al­ lah o gece ölen gençlerimizin yerini doldurdu. Çünkü, Allah bizimledir. Hak nerdeyse, Allah da ordadır!

Nimerd güllesine kurban giderken Gözünü sabaha dikti şehitler. Üç renkli bayra!)ı öz kanlarıyla, Vatan göklerine çekti şehitler! O şenbe (1) gecesi, o getl(2) günü Mümküne dönderdik çok namümkünü. Halkın kalbindeki korku mülkünü O gece dağıtıp söktü şehitler! Tarihi yaşatıp dileğimizde Bir yumru!)a döndük o ge :e biz de. Yıkıp köleliği, yüreğimizde Cesaret mülkünü dikti şehitler! 75


Zalim l.·{lünmesin zulümleriyle Binbir b öhtanıyla(3) binbir şeriyle Hakikat L,{lrunda ölümleriyle Ö lümü kAınına çekti şehitler! Onlar sustL•rulan hakkı dindller(4) Karaca topr.,{lı kıymetlendiler(S). Donan vicda.'lları gayretlendiler(&) Ahı, el gayreti çekti şehitler! İ nsan, insan olur öz hüneriyle Millet, millet olur hayr-ı şeriyle Topra{lın ba{lrına cesetleriyle Azadlık tohumu ekti şehitler!

Şehitlerin " kırkı" yaklaşıyor. Lakin henüz Azerbaycan'da hiç kimse çalışmıyor. Halk, başımıza gelen bu musibete isya­ nını açı!}a vurmak için grev yapıyor. Çalışmadıkları cihetle Baku ve Sumgayıtdaki işçiler maaş alamıyor. Öyleyse onlar nasıl geçiniyorlar, ailelerinin günlük ih­ tiyaçlarını nasıl karşılıyorlar? İzah edeyim: Gence ve Şeki gibi rayonlardaki bazı işçiler de grev yapıyor. En uzak köy ve ra­ yonlarda yaşayan Azeriler kendi bo!}azlarından kesip grev ya­ pan işçilere yiyecek ve para gönderiyor. Yalnız Gürcüstan'ın Borçalı mahalında yaşayanlarımız Baku'ya 41 kamyon yiyecek getirdiler. Yollanan miktar, elbette Baku ve Sumgayıt'taki işçi­ lerin taleplerini karşılayamazdı. Buna ra!}men halk her çeşit azap ve eziyete katlandı. 40 gün, yani şehitlerin kırkına kadar grevi devam ettirdiler. Böyle azimkar bir millete nasıl secde edilmez? Bir daha inandım ki, bu milleti öldürmek ve .ezmek müm­ kündür, fakat yok etmek mümkün de!}ildir. Bütün köyler ve şe­ hirler yas içinde! Millet sanki tele olmuştur. İnsanlar sanki ayak üstünde hissiz ve duygusuz olarak dolaşıyor. Milletin matemi, 76


onun tahkire karşı gaı:abı, kini ve nefretinin ifadesidir. İsyanı­ mız matem şeklinde kAndini gösteriyor. Bütün el-obada, kü­ çük köylerden ta büyük şehirlere kadar her yerde "Cuma Akşamları" yapılıyor. Geleceğine ümitle bakmayan yoksullar bile, nafakalarından kesip şehitlere ihsan vermeyi vicdanına karşı borç sayıyorlar. Sokaklarda çadırlar kuru1uyor ve ihsan kazanları kaynıyor. Ey benim sabırlı halkım! Sen in, kıymetini bilemediğimiz yü­ reğine ve bu yürekte vatan namusuna kurban olayım! Sen ne kadar büyükmüşsün? Bazen, senin "Seviyesizliğinden" şi­ kayet ediyor, "niçin bizim gibi düşünemiyor", "niçin siyasi medeniyeti yetersizdir" diyoruz. Evet, halk kütlesinin aydın­ lar kadar düşünemeyeceği bir gerçektir. Ama itiraf edelim ki , aydınlar da hal k kadar sabırlı, azimkar ve metanetli değildir. Aydın çabuk tesir altında kalır ve bazen de aldanabilir. Mi lleti ise bütünüyle aldatmak imkansızdır. Çünki millet asırlık gele­ neklerine bağlı olduğundan milli şuuru ile iyiyi kötüden ve hayrı şerden ayırıyor. Halk metanetindeki, salabet. birlik ve bütünlük aydın larımı­ zı düşündürmelidir. Biz, halkın bu muhkem davanışmasını tahlil etmeli, milli psikolojisini derinliğine kavramalı, tekrar tekrar yü­ celiği karşısında secdeye varmalıyız.

Ekim 1989 Şub� • 1990

11


' - dözüm: Metanet. sabır, kallanma, 2- Heyverellk: Kabalık, terbiyesizlik. 3- klıl: Yetişmemiş, olgunlaşmamış. 4- dine dine: Konuşa konuşa.

1- Deputat: Halk temsilcisi, Milletvekili. 2- Kes: Kişi, şahıs. 3- bes: Peki.

1- Adavet: Kin, düşmanlık, 2- Zlrehl l : Zırhlı, 3- Künce sıktı: Köşeye sıkıştır. 4- Gaspklır: Başkasının topraQını, malını ve mülkünü zorla elinden alan . 5Şan-Şan: Parça parça. 6- Hayına: İmdadına. yardımına. 7- Hiyaban: İki ta­ rafı a�açlı yol.

1 - Heyverelik: Kabalık, terbiyesizlik, 2- Culgaşarık: Dürtülmek. bürünmek,

kapanmak. 3- Be'zine: Bazısına. 4- Kuyruk bularık: Kuyruk salarız.

1- Şenbe: Cumartes i . 2- Getl: Öldürme. 3- Böıı t a n : İftira. 4- Dlndlrer: Ko­

nuşturur, işittiler, dediler. 5- Kıymetlendiler: Kıymetlendirdiler. 6- Gayret­

lendiler: Gayrete getirdiler. 7- Kırkı: Ölünün kırkıncı günü.

78



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.