CAFER SEVDAHMET KIRIMER
ÜLKÜ VE
TÜRKÇÜLÜK
SU -
YAYINLARI
1979 -
ÜLKÜ ve TÜRKÇÜLÜK
Araştırma
SU Yayınlan - 1979
Yazan: Cafer Seydahmet KIRIMER
Kapak düzeni
:
R. Çıtak
Dizgi-Tertip : SENA Matbaası
Euskı: ER-TU Matbaası
füıpak baskı : Arben Matbaası
Cilt : Kardeşler Mücellithanesi
İsteme Adresi: SU YAYINLARI Cnğaloğlu, Alayköşkü Cad. No. 10/4 İstanbnl Tel: %7 7114
Bu kitabın Törkiye'de ve dışarda )'·ayın hakkı SU YAYINLARI'na aittir. Copyrigbt - SU YaYınlan - İstanbul
KİTAP HAKKIN DA BİRKAÇ SÖZ
Filozof ve bizim elimizdeki ölçülerimize göre ka m i l insan merhum Cafer Seydahmet Kırımer'in bu kitabı öyle sanıyoruz ki, Türk gençliğini ve Türk m i l letini parçalara bölmek isteyen inançsız kişilere yol gösterici bir nitelik taşımaktadır. Merhum Kırımer bize memleket sevgisi n i , ırkı mızın temiz l iğini en güzel biçimde ifade etmekte ve bizim nerede, ne zaman, ne yapmamız gerektiğini en güzel boyutlar içinde tarif etmektedir. Biz i nanıyoruz ki, Türk m i l letinin geleceğine kast etmiş kök dışarda ideoloj i lerin propagandasını yapan lara merhumun bu kitabını vermek onların inançsız l ı ğ ı n ı ortaya koymak için en güzel formül ve yol ola caktır. Merhum • Tarihi Ü lkücüler Yapar .. demektedir. Evet, ül kücü nes l i yüceltmek ve bir şuur içinde ge l iştirmek istiyorsak bu kitabın boyutları içinde yer almasını özell ikle sağlamal ıyız. Zira buhranl ı günler geçiren ü l kemizin geleceği ne kastetmiş rej imlerin kavga verdiği bu günlerde ül kücülere her zamandan çok ihtiyacımız bulunmakta d ı r. Yayınevimiz işte bu noktadan hareket ederek bu kitabın yeniden basımını temin etmiş ve bu kita bı Türk Ü l kücülerine adamıştır. SU
Yayınları
CAFER SETDAHMET
KIRIMEll KIMUlll'f
Cafer Seydahmet Kınmer, 1 Eylül lBU!J ıJıı, l\ırıırı'ırı Yal la şehrinin Kızıltaş köyünde dünyaya geldi. ı\rııısı Sıılilıa, ba bası ise Seydahmet'tir. İlk tahsilini Kırım'da, orlıı
vı·
lise tah
silini de İstanbul'da yaptı. 1908 de, İstanbul'da «Kırım Tıılebe Cemiyeti>ni kuranlar arasındadır. 1909 da ise, duhu yetişkin arkadaşları ile, Kırımlı talebeleri milli işlere hazırlamak ga yesiyle gizli Vatan cemiyetini kuranlardan biridir. l!JlO da Vefa İdadisini bitirdi. Bu sıralarda yazdığı cYirminci Asırda Tatar Milleti MazlClmesi:. adlı broşüründe Kınm'da ruhani idarenin ıslahı, vakıfların durumlarını ortaya koydu. 25 Nisan 1917'de Kırım Türkleri Milli Merkezi Komitesi bir beyanname neşrederek, Rusyanın Halk cumhuriyeti esasın da kurulmasını, milli-mülki muhtariyetlerin tanınmasını dile diklerini resmen ilan etmişti. 1917 Mayısında Cafer Bey Moskova'da yapılan «Rusya Müslümanları Kongresi:.ne Kırım hey'eti başkanı sıfatiyle iş tirak etmiş ve orada da Milli-mahalli muhtariyet tezini sa vunmuştu. Cafer Kınmerin ve Çelebi Cihanın liderliğini yaptıkları Kırım Türkleri'nin icra Komitesi, halkı teşkilata bağlamış, yeni öğretmen okulları açmış, eski imam, hatip ve öğretmenle ri imtihandan geçirerek ehliyeti olanları ayırmış ve bunları inkilap eğitimi yapan kurslara tabi tutmuş, vakıf topraklan geri almış ve halka, topraksızlara dağıtmıştı. Birkaç ay için de başarılan bu işler, milli kalkınma faaliyetleri yönünden ibretle tetkike değer. Nihayet, Kının Türkleri kendi mukadderatlannı kendi lerinin tayini emeli ile müstakilen kendi KURULTAY'lannı toplama karan verdiler. cKurultay> fikri de Cafer Kınmer'in dir. Bu karar, Kının Türklerinin istiklale doğru attıklan adım dır. 9 Aralık 1917 de, Bahçesaray şehrinde (kadın-erkek) Kı nın Türklerinin seçtikleri milletvekillerinin Kurultay'ı toplan-
4
mış ve 26 Aralık 1917 de anayasa kabul edilmiştir. Cafer Kı nmer'in kaleme aldığı bu anayasaya göre, Kırım Halk Cum huriyeti kurularak Türk aleminde ilk demokratik cumhuriyet meydana gelmiştir. Bu siyasi başarı da Cafer Kınmer ve Çe lebi Cihan'ın eseridir. Teşkil olunan milli hükümette Cafer Kı nmer Milli Savunma ve Dışişleri Bakanı olmuştur. Cafer Kırımer kısa bir zamanda da milli orduyu meyda na getirmiştir. Milli hükümet, Akyar (Sivastopol) hariç bütün Kınm'a ha.kimdi. 23 Ocak 1918 de Kırım milli hükümetine karşı harekete geçen Akyar'daki Rus-bolşevik kuvvetleri, 31 Ocak 1918 de bütün Kırım'ı zabtetti. Cafer Kınmer, ordunun başında bolşeviklere karşı milli istikla.I savaşını idare etmiş tir. Bu sıralarda, 23 Şubat 1918 de Çelebi Cihan, bolşevikler tarafından katlolunmuştu. Qörtbin kişiyi aşmayan milli kuv vet, kırkbin kişilik düşman kuvveti önünde mağlUp oldu. Kı nın Halk Cumhuriyeti yıkıldı. Birinci bolşevik işgali 1918 Şu batından Nisan ayına kadar devam etti. Kırımer Kafkasya yolu ile İstanbul'a geldi ve başta Talat Paşa olmak üzere o zamanın ricali ile, Kınm'ın durumu ve Kırım Türklerinin mil li istiklal mücadeleleri üzerine temaslarda bulundu. Nisan 1918 de, 52. Alman ordusu Kırım'ı bolşeviklerden kurtardı. Aynı zamanda harp gemileri de Akyar limanına gir di. Kının çetecileri de bunlara yardım ettiler. Almanlar, Kı nın Türklerine siyasi faaliyet imkfını verdiler. 8 Mayıs 1918 de, Kının Türklerinin Kurultay'ı yeniden toplandı. 25 Haziran 1918 de, Lehistan Türkleri generallerinden Süleyman Sülkeviç başvekil, Türkiye'nin yardımı ile Kınm'a dönen Cafer Kınm er de Dışişleri Bakanı oldu. Almanya, Türkiye ve Ukrayna ile diplomatik münasebetler kuruldu. Cafer Kırımer'in temaslan sonunda Almanya ve Türkiye, Kırım'ı müstakil bir devlet ola rak tanıdı. Kırım Hasan Sabri Ayvaz'ı elçi olarak Türkiye'ye gönderdi. Türkiye ve Almanyanın mağlUbiyeti üzerine, Kasım 1918 de, Kırım hükümeti de düştü. Kırım itilfıf devletleri kuvvetle-
5
ri tarafından işgal edildi. Denikin ve Vrangel adındaki beyaz Rus generallerinin hakimiyet devrelerinden sonra, nihayet 11 Kasım 1920 de Kırım, bu sefer bolşevik-komünist Rusya'nın bugilne kadar devam eden, istilasına uğradı. 1919 yılında Türkiye'de bulunan Cafer Kırımer'in. milli mücadeleciler ile gizli temasları olduğundan dolayı Damat Ferit Paşa hükümeti hudut dışı etmişti. İsviçre'de yerleşen Cafer Kırımer, Türklük ve türkçülük şuuru ile, Lozan dava sında, kulis faaliyeti ile Türkiyeye faideli olmağa çalışır. Kı rım kurultayının (parlamento) tam selaahiyetli mümessil ola rak da Avrupa devletlerini dolaşmış ve Cemiyet-i Akvam gibi uluslararası teşekküllere, Rusya'nın işgalinde bulunan Kırım ' gibi, diğer Rusya esiri Türk illerinin siyasi hak ve hürriyet mücadelelerini tanıtmaya ç alışmıştı. 27 Ekim 1920 de Lehis tana giderek Pilsudski ile görüştü. Bu ve bundan sonraki gö rüşmeleri ile, Rusya mahkumu milletlerin bilahare Promete adını alan istiklAlci teşkila.tıannın kurulmasının temelini atan lardan biri oldu. İkinci Cihan Harbinde, Hitler Almanya'sının Kırım Türk lerinin değil istiklallerini, en tabii medeni haklarını bile tanı madıklarından dolayı faaliyeti, Kırım Türklerinin mümkün mertebe maddi ve manevi varlığını koruyabilmek için müca dele ile geçti. Cafer Kırımer'in siyasi hayatı, yalnız Kırım Türklerinin değil, umumiyetle kırk milyonu aşkın Rusya esiri Türklerin Rus emperyalizmi boyunduruğundan kurtarılmalan, insanlık camiası içerisinde, her millet gibi, tarihi haklan olan yerlerini alabilmek için yürüttükleri istiklal mücadelelerini tanıtmak yo lunda fikri ve siyasi çalışma ile geçmiştir. Siyasi faaliyetinin dışında Cafer Kınmer, Rusya meselele rine, Beyaz veya kızıl Rus emperyalizminin esiri Türklere ve Kınm'a dair Türkiye içinde ve dışında birçok ilmi konferans lar vermiş, kitap ve makaleler yazmıştır. Bundan başka, Ca fer Kırımer'in milli hikayeleri de vardır.
6
Cafer Seydahmet Kınmer, 3 Nisan 1960 Pazar günü, İs tanbul'da Suadiye'deki evinde beyin kanamasından vefat etti. Rusya esiri Türkler ve bu meyanda Kının Türkleri bilgili ve seciyeli bir mücahitlerini, bir mütefekkirlerini kaybettiler. Cafer Kınmer, olgun ve üstün bir insandı. Son derece mü tevazi, fevka!Ade merhametli, hassas, nazik, kadirşinas ve alicenap idi. Doğruluk ve samimiyet her söz ve işinde temeldi. İnsanlar arasındaki kardeşliğe bütün kalbi ile bağlı yaradılışı vardı. Haksızlık ve zulme her zaman isyankar olmuştur. İn sanlar arasındaki kardeşliğin temelinin fertlerin hürriyetine ve milletlerin istiklAline, kendi mukadderatlarını kendilerinin tayin edebilmelerine saygı olduğuna inanırdı. Bunun için, hak ve hürriyetleri ezen, miletlerin istiklal haklarını tanımayan zulüm ve istibdat rejimlerinin aleyhdan, hürriyete dayanan demokratik sistemin taraftarı ve mücadelecisi idi. Bu inanışı ile o, halkçı ve inkılapçı idi. Bazı cemiyetlerde tekamülü hızlandırmanın
inkılapçılık yolu ile sağlanabileceğine ina
nırdı. İnsanlık camiası içerisinde, esir ve hür, bütün dünya Türk lerini bir «Inillet:ı> olarak kabul ederdi. Bütün Türklerin maddi ve manevi alanlarda yükseltilmesine çalışmanın, Türklerin hem insani ve hem de insanlık ftleminde bu millete mensup bulunmaları itibariyle milli borçlan olduğu fikrini taşırdı. O insanlık hisleri meşru olarak kendi milleti için çalışmanın binnetice insanlık için de çalışmak de�ek olduğu fikrinde bu lunuyordu. Cafer Kınmer, bütün hayatını, Türklük idealine, Türklü ğün selamet ve saadetine ve birliğine, mahkum Türklerin ve bu meyanda mensubu bulunduğu Kınm Türklerinin hürriyet ve istiklaline, Rusya esiri milletlerin boyunduruktan kurtarıl maları gayesine vakfetmiş, yalnız bu gayeler için yaşamış ve çalışmıştı. Onda, yalnız bu ideal yolunda yaşamak, çalışmak ve mücadele etmek fikri hak.imdi. Onun, kalbi kadar fikrini de bağladığı, uğrunda nefsini
7
yıpratmayı. zevk bildiği, hayatının manası telakaki ettiği ye gane şey : Türklük, Türkçülük, bütün Türk milletinin hür riyet ve istiklaline sahip olması, hürriyet ve istiklAl içinde kalkınarak bütün Türklerin dünya miletleri arasında mevkii ni alması için çalışmaktı. Onun hiç bir söz ve işi yoktu ki ideali açısından tanzim edilmemiş olsun. Her söz, her fikir, her işi ancak idealine ya rarlı olup olmadığı yönünden değerlendirirdi. Ancak idealiııe hizmet edebildiği an kendini mes'ut hissederdi. O, bütün Türkleri daima bir bütün olarak görmüş, bütün Türkleri aynı his, aynı heyecan ile sevmiş ve bütün Türk ille rinin kurtuluşunu, refah ve saadete kavuşmal arını aynı iman ile dilemişti. Bunun içindir ki, o bütün dünya Türklerinin ye gane hür ve müstakil olanı Anatoprak-Türkiye'nin hakimiyeti, kuvvet ve kudretine kalpten sevinir ve Türkiye'yi, daima, bü tün Türklüğün kıibesi ve istikbalinin temeli sayardı.
lbrahim OTAR
8
ÜLKÜ VE ÜLKÜCÜLÜGÜN FERT VE CEMİYET HAVATINDAKİ TESİRi Ülkü nedir? Ü l kü içtimai bir fikir ve kuwettir. Ü l kü : Cemiyetin maddi, manevi varlı ğ ı n ı daha kamil bir şekle getirmek için edinilen kanattır. Tari h ve ha yat gibi tekamül yolunu takibe mecburdur. Ü l kü : Cemiyeti tekamülden uzaklaştıran esaslara karşı ya pılması lazımgelen aksül 'amellerin ifadesidir. Her in kılabın mübeşşiri ve amili ülküdür. Ü l kü yalnız cem iyetin tekamülünü bağ layan zin cirleri koparmaz, yalnız tarihin intikamını almaz, ta rihin hakkın ı , şerefin i kurtarmaz, onu en yüksek, en uzak gayesine de u l aştırır. Ülkü nasıl canlanır? B ize cem iyetin sukut ve in h i l a l i n i doğuran sebepleri bulduran, uğradı ğ ı haksız l ı k ve şerefsizliği anlatan, kurtuluş çareleri gösteren kuwet fikridir. Buna binaen biz ü lküyü her şeyden ziyade fikir hayatının mahsulü olarak tan ı rız. Fertlerin hayatında ıztırapların ve felaketlerin; m i l letler mukadderatında da şerefsizli k ve faciaların
9
bir mektep olduğu söylen ir. Hayatta ve tarihte bu nu teyid eden birçok misal ler gösteri l i r· Ancak, bun ların tahl i l l erinde de elde edilen hakikat; hakkı , şe refi çiğnenen fert ve m i l letlerin aldıkları dersin onla rın fikir hayatlarının kuvveti ve canl ı lığı i l e mütenasip oluşudur. Fertlerin seviyelerinden , milletlerin tarihle rinden , harslarından aldıkları kuvvet de ancak bizce fertlerin ve m i l letlerin mukadderatında en müessir ro lü oynayan kuvvet onların zihniyetleridir. Ziya Gökalp merhum : • Çocuk için ben duygusu nu hissetmek ne ise millet için ülküsünü idrak et· mek odur. Fakat mil let, benliğini ancak büyük fela ketler zamanı nda hissedebi l ir.• der. Evet, bir şartla ki mil letin zihniyeti bu duygu'.ıU anlayacak kadar yükselmiş. hiç olmazsa tabi kalmış, bozulmamış olursa. Fırtınanın şiddeti arttıkça kader yorganını üzerine çeken ve gaflet uykusuna dalanların bütün felaket lere boyun eğdikleri n i ve bin bir musibetten bile bir nasi hat çı karamadı kların ı bütün İslam ve Türk tarihi bize bütün açıklığı ile ispat etmez m i ? Bütün Şarkta cem iyeti içi nden kemiren , eriten mütemadi sukuta sü rükleyen sebepler, asırlardır devam edip gel irken muhlelif ırka, harsa mensup ve farkl ı iklimlere tabi bulunan bütün bu milletlerin XX inci asır başlarına kadar bir aksülamel ne ile izah olunabilir? Yine asır lard ı r hakları şerefleri çiğnen ilen ve bütün i ktisadi varl ı kları istismar olunan bu hal kları n ferdi , milli bü tün darbelere karşı boyun eğmelerinde en mühim amil olarak zihniyetlerinden başka ne gösterebi lir? Hayata kader gözi le ve bunun tamamile yanlış an laşılan ve zararlı şekl ile bakan bir halkın uğradığı facialardan kalplerin sars ı lması ve buradan bir ak10
sülamel canlanmas ı , müsbet bir netice, sağlam bir iman doğması, tarihi bir iş görülmesi elbette bekle nilemez. Ü l kü siyasi, iktisadi felaketlerden ziyade mil let lerin zihniyetlerinin değişmesi nisbetinde tahakkuk -ettiril i r ve müdafaa olunurlar. Zihniyet nasıl değişir? Bu ağır ve tefsire pek müsait meseleye de biz kısaca cevap vermeye çal ı şacağız. Zihniyetimizin, hayata bakışımızın değişmesine yardım eden tarihi, içtimai, siyasi, iktisadi, medeni .ami l lerin hepsinden daha müessir olarak fikri bulu ruz. Bütün bu sebepler toprağı hazı rlarlar, fakat onun bereketini fikir doğurur. Bu bereket fi kre kıy met veri lmeye başlanmasıyla tahakkuk eder ve onun sağlam l ı ğ ı , benimsenmesi nisbetinde olur. Fikirleri ya kendi tenkitlerimizle buluruz veyahut da diğerlerinin hayat ve eserlerinden öğreniriz . Fi kir hayatları daima canl ı kalan ve işlenmekte devam eden milletlerin kurtuluş fikirleri n i kendi bün yelerinden bulmaları ve tahakkuk ettirmeleri hem ko Jay ve hem de daha kısa zamanlarda olur. Böyle ce miyetlerde halkın zihniyeti le, yanlış kanaatlariyle çar pışan fikirler daima her devirde bulunur. Bunlar kom şularının terakkisinden , cihandaki medeni cereyan l a rdan da kolayl ıkla ve acel e birsurette faydalanırlar. Tarihlerinde tenkidin boğulamadığ ı , i l im hayatları ezi l emiyen mil letleri n her tehl ike, her buhran önünde mukadderatları nı kurtarma yolunda çare bulabilme l eri de bundan dolayı kolay olur. Fikir hayatları zayıf ve kısır olan milletlerde ise zihniyetin değişmesini doğuracak tenkit ve aksüla mel ler hem daha uzun zamanda canlanır ve hem de .güçlükle tahakkuk eder. Bu mil letlerin kendi faciala11
rından ders almaları da daha zor olur. Bunlar yan l arındaki komşu mil letlerin ilerlemelerinden de kendi leri için netice çıkaramazlar, bunlar düşmanlarına ehemmiyet vermeği bile anlamazlar. Bundan dolayı mil letlerin en büyük düşmanı, on ların fikir hayatları nı felce uğratanlard ı r. Müslüman dünyasının bir zamanlar en şevketl i devletler kuran m i l letlerin bulundukları e l i m ve garip vaziyete düşü renler içtihadı ve tenkidi boğmuş olanlardır. Bu m i l letlerin fikir hayatları öldürülerek onların zihniyetleri, durgL"n sular gibi olduklrı ıyerde kalmış ve git tikçe bozularak tabii, fıtri cevherlerini de cürütmüş tür. Bu çürüklük yalnız değ i l , ahlaak ve seciyeleri nok tasından da korkunç şeki l lerde tecelli etmiştir. B i l i rsiniz ki, fikir ve seciye insanlı ğ ı n iki koltuk deyneği oldu. O onunla medeniyete ulaştı . Bu i ki ka natla uçuyor· Bunlardan birisinin zaatı binnetice m i l letleri inhilal ve izmihlale sürükler. Hangisi mühim dir? İki gözden, iki ayaktan birisi tercih edi lemez· Ancak seciyenin inhilaline de biz fikrin çürütülme sile başlanıldığına kan i iz. Bundan dolayı bütün müs tebit idareler fikri bo'ğarak canlanmışlar, bunda mu vaffak oldukları müddetçe cemiyeti kolaylıkla ve şe refsizlikle ezmişlerdir. Bundan dolayıd ı r ki, her devirde bütün müste bitler fikir hürriyetinin en mel 'un düşmanı olan taas subu yaşatan ve onu hi maye ederek gölgesinde sal tanat süren kil ise ve meşihatle sımsıkı birleşmişler di.... Avrupa'da taassubun kara hakim iyetine karşı il· mi, hakikatı müdafaa eden ne kadar yüksek insan , eşsiz i l im adamı kurban g itm işti . Bizde de her me12
deni hamle ne kadar ·korkunç tehditlerle karşı lanmış tı. Eski R iyaseticumhur başkatibi Yusuf H i kmet Be yin birinci tarih kongresinde okuduğu, imanın ve i l min yüksek bir eseri olan •Şarkta inhitat sebepleri• maruzasında bu nokta şöyle tesbit edilmektedir : • Şimdiye kadar zi kretmiş olduğum inhitat se bepleri umum Türk ve Müslüman alemine şami l se beplerdir; ve bunlar arasında taassuba ait olanlar, diğerlerinden nisbetsiz derecede mühimdirler ve yal nız başına herhangi bir mil leti imha için kafidirler Onlardan kısmen hariç kalan Amerika'nın keşfi ve Hint'e, Çi in'e, Afrika cenubundan g iden yolun bulun ması gibi iktisadi amillerse ancak taassub ve tahac cür yüzünden Türklük için o derece zararl ı olmuş lardır Taassubun , zihniyetlerdeki tahaccürün fikri öldür düğünün bir diğer acı misalini de Hikmet Bey, Muh tar Bekir adl ı müell ifin •Türkistan• adlı eserinden alarak kaydeder: • vaktile lbni Sina, Farabi , İmamı Bu hari, Allamei Tusi, Uluğ Bey, Allamei Zimahşeri, Mir Ali Şiri Nevai, Süleymanı Bakı rgani, Bab ı r Mirza. Ebül gazi gibi nadirei asırlar yetiştiren Türkistan medrese leri bugünkO günde hazır yiyici müteve l l i ve müder risler, atı l ve cah i l baykuşlar maha l l i kadınlar.... Türkiye'de isti bdada dayanan taassubun fi kir düş manl ığını açık gösteren elemli bir misalini de tafsi latjl girmeksjj:in kaydedeceğ im. Gutenberg ay rı harf len usulünü icatla i l k kitabı 1 454'te basmıştı . lstanbul ' d a ise Macar mühtedisi İ brahim müteferrikanın son suz azmi ve iradesile, zihniyetteki az - çok uyanma neticesile i l k matbaa ancak 1 727'de açılabildi. Me şihat üç asır bu büyük medeni vasıtanın memleketi mizde kurulmasına mani oldu. .... •
13
İ l k bası lan ve 1 729'da satı l ığa çıkarılan eser de Şah Cevheri adlı ICıgat kitabı idi. Bunun bası lması da: bir tesadüf eseri değildi. Damat İbrahim Paşanın ıs- rari le bu hususta fetva veren Şeyhul islam Abdullah Efendi "lügat, mantık, hikmet, kimya ve bunların em- sali ali i l imler• kitaplarına münhasır olmak ve •nak- şol unacak • kitapların tashihi için bi rkaç alim kimse' tayin olunmak şartlari le bu müsaadede bulunmuş tu. ( 1 ) • Umumi sayişe ve dini muamelata tehlikeli ola- · cak• diye daima tehire uğratılan matbaanın açılma sında gösterilen bu inat ve tedbirler istibdadı n fikir· cereyanından ne kadar korktuğunu pek açık göste-· rir. Bunun bir diğer korkunç misali de Türkiye'de ilk: intişar eden Türkçe el ifbanın 1 856'da bas ı l m ı ş ol ma sıdır. Bu kitap Kayserili doktor Rüstü 'nün «Nuhbetül lefal • idir. Bundan ewel bir el ifba cüzü vardı fakat bundan Türk çocukları Türkçe kıraati öğrenemezler di· Çünkü bu el ifbada Türkçede kullanılan p , ç , j harf- leri bul unmadığı gibi hurufun imla temi natı ve Türle çede kullanı lan hiç bir kelime yoktu. (2) Bütün istibdat idarelerinin fikri boğmağa çal ış- maları onun zihniyetlerin değişmesinde en mühim amil olduğunu isbata bir deli ldir. Bir cemiyetin ken- disini tekamüle götürecek fikri kendi bünyesinde bul ması ve diğer milletlerden alması hep fertlerin işidir Bizde taassuba karşı vaı.iye olarak i lmi, medeniyeti .. içtihat serbestliğini müdafaa etmiş ve idarenin bo-
(1)
Selim Nüzhet beyin Türk matbaacılığı eseri,
(2)
Nafit Atuf beyin Türkiye maarif tarihi.
14
zukluğunu ortaya koymuş, edebiyatı mızda yen i l i k ce reyanı yaratmış olanlarla, istibdada karşı hücum et miş, onun sözleri, yazı ları ve işlerile sarsmış olan hür riyetperverler bu uzun ve çetin yolda yaptıkları fe dakarl ı klarla yavaş, yavaş zihniyetin değişmesine ze min hazırladı lar. Fertlerin doğmalarında ve yürek lerinde canlanan fikirlerin kuvveti ve yayı lması za ruri kılan zihniyet yeni yola geçer- Bu m i l letin zihni yetinin değişmesi bütün mukadderatının temel inin değişmesi demektir. Bu amel iye tarihin en müşkül işidir.
Ülkücüler: İşte tarihin bu ağır, bu çetin işini mil letler hayatında tahakkuk ettirenler ü l kücülerdir. Bü tün insanlığın saadetine, ilmin terakkisine, m i l letle rin terakki ve "kurtuluşlarına esas olan fikirler daima fedakarl ı kla, vakfı nefisle, feragatle tahakkuk etmiş tir. Ü l kücülerin yolu daima her devirde ve her yerde d i kenli ol muştur. Ü lkücüler cemiyetin duyduğunu, sezdiğini ona anlatır, bunların anlatmaları onda bu anlayışı iman haline getirir. Ü l kücülerin imanları uğurunda ölüme atı l maları cemiyete misal olur. Fikir ve hayatlari le cemiyeti arkalarından sürükl iyen, sukutta yüksekl iğe çı kan ü l kücülerdir. Bunlar yalnız cemiyeti kurtaracak fikirleri bulmakla, formüle etmekle mükel lef de ğ i l l erdir. Bu kı!darın ı yapan fikir adamıdır. Ü lkücü ise fik'l'rlerin tahakkukunu, içtimai neticeler vermesini candan diler ve bunun için çırpınır. Buna binaen o fikirlerin yaymağa, halka anlatmağa borçludur- An cak bu sayededir ki, fikirler kitap sahifelerinde ölü, cansız kalmaktan kurtulur ve ·hakikaten kuvvet ol duklarını isbat ederler. Bu sayede m l l letlerin zihni yeti değişir, onlar facialarını görür, kurtuluş yollarını
15
bulur ve onu benimser, o yolda fedakarlığa g iderler. Her ü l kü bu değişen zihniyete kendisinin cemi· yet için daha hayırlı , daha semereli olduğunu kabul ettirdiği nisbette kuvvetlenir, her ü l kü kendisinden evvel yaşayan kanaatleri bu sayede söküp atar, te· kamülü zincirleyen esasları bu sayede kırar. Ü l kücüler bu gayeye ya ıslahat veyahut da in· ki lap yoliyle giderler. Metotlarının farkl ı olmasına rağ men bunlar birbirlerini tamamlarlar İslaahatçı lar ce miyetin zihniyetini değiştirebi l mesini ilmi, edebi, medeni cereyanları kuvvetlendirmeğe çalışarak, ya vaş, yavaş hazı rlar- Kendi ülkülerinin içtimai netice vermesini de bu tabii tekamül yolundan beklerler. Bunlar mevcut bozuk şerait ve esbabın sökü lüp atı l ması için açık vaziyet al mazlar. Cumhuriyetçi lerse ülkülerine hayatlarını vakıf ve feda ederler. Ü l küle· rinin tahakkukuna engel olan şeraitin izalesini her şeyden üstün tutarlar. Tabii tekamülü zorlamağa, ta· rihe hız vermeğe çalışırlar. Herhangi bir cemiyetin zihniyeti az · çok değiş· mediği, faciasını sezmediği zamanlarda harici amil· ler de müsait değilse yani mil let büyük bir felakete ve buhrana uğramamışsa Cumhuriyetçilerin rolleri içtimai bakımdan ve yakın neticesi itibarile akame te uğrar. Bu taktirde ıslahatçı lar müsbet iş görür ler. Aksi takdirde yani cemiyetin bekası mevzuuba his olduğu zamanlarda ve b i l hassa herhangi bir ü l küyü tahakkuk ettirecek esbab ve şeraite malik ol duktan sonra ıslahat yolunda ısrarla yerinde say mak, m i l l iyetçi liğe sarı lmamak, tarihe hız vermemek milletin salameti ve geleceği namına cinayet olur. Herhangi bir ülkünün tahakkuku için veya ga yesine doğru cereyan açabilmesi için o ü l künün yal nız esaslı tesbit edilmesi ve neşri kati değ i ldir. Bu16
nun ıçin ou ü l küyü candan kabul eden ve bu uğur da her türlü fedakarlığı göze alan m i l l iyetçi ü l kücü b i r kadroya ihtiyaç· vard ı r. Cihan tarihinde hiç b i r ü l kü yoktur ki onu be· nimsemiş, onun tahakkukuna canla, başla atı lmış m i l l iyetçiler kadrosunun eser.i olmasın . İ yi düşünü len yani cemiyetin haki katen bugününü ve yarınını teka müle götürecek olan bir ülkü müsait zamanında or taya atı l ı r ve candan onu müdafaa eden bir kadro ya dayanırsa mutlaka tahakkuk eder ve tarihe ha kim olur· Ü lkünün bu kudretine binanen dir ki her devlet fi kir ceryanına ve ülkücülere müsbet, menfi bakımdan azami ehemmiyet verir. Cihan tarihinde bütün müs tebitler fikri boğmaya çalışmışlardı. Fakat ilmin, me deniyetin terakki ve inkişafi le, hal kçı l ı ğ ı n kuvvet bul ması sayesinde devlet idareleri sars ı l d ı , ülkücü lerin, m i l l iyetçi lerin tesiriyle, la yüs'el ler tarihi mes'ul iyet ten çekildi ler, halk sürü olmaktan kurtuldu, mukad deratın sahip olma yoluna g i rdi. Bir zamanlar fikre aman vermiyen ler ne kadar hissizlikle ve şiddetle hareket etmişlerse tarihte canlanan ülkülerin kudret ve tesi rleri de onları öylece koparıp attı.
Ül!tüler 1ertleri bu hale nasıl getirir? Biz bu bü yük meselenin ancak kısmen zeka ve seciyeye tesi iinden bahsedeceğiz· Mevzua geçmeden şunu da söylemek isterim ki, ü l künün bu tesirlerini , bu feyiz lerini izaha çalışmaktan maksadım bunlardan bilhas sa ülkücülerin kazandı klarına dikkati çekmektir. Ül kücüler cemiyete faide l i ol maktan evvel kendi lerine en büyük faideleri getirirler. Her ül kücü kendini unut makla mükel leftir. Bunu yaparken biz şahsen de kay betme yoluna değ i l , en teme l l i kazanca kavuşuruz. F. : 2/ 1 7
Bunu izah için ülkünün zeka ve seciyeye tesirinde durmayı elzem buldum. Gelelim ülkünün zekaya tesirine. Zeka , insanın en kutsi vasfıdır. İnsan diğer mahlCıkattan bilhassa zekasıyla temayüz eder. İ nsan hayvanatı ve tabiatın kanunların ı ancak zekasile esir etmişti r. Zekanın tet kiki, hars ve medeniyetin heyeti umumiyesinin etki sidir. Bizim gayemiz bu değildir· Biz zekanın olgun luğunu temin eden vasıflardan bazı larını alacağız ve bunu ü l kü ile karşı !aştıracağız. İnsan zekasının na sıl ve nelerin tesiriyle çalıştığını tetkik etmiş olan Kolumbia Ü niversitesi profesörlerinden John Dewey, • Nası l düşünürüz • eserinde zekanı n mühim vasıfla rını sayar. Biz bunlardan ancak zekanın genişliğ i , de rinl iği, intizamı , dikkati . takip kudretini gözden geçi receğiz. Bütün bu vasıflar, yalnı::-... herhangi bir meslek et rafında hazırl anmakla tem in edi lemez. Kendi mesle ğinde pek kuvvetli yetişmiş olan insanlar vardır ki başka sahalarda tamamiy!e mahdut kal ırlar. Eğer bu zatların mesleklerinden başkn, diğer bir ülküleri varsa hiç şüphesiz onun tesirile zekalarının sahaları geniş ler. Faraza mill iyetçi ve hürriyetçi bir fen adamı ken di milletinin bütün mukadderatı ile alakadar olmaya başlar. Onun iktisadi, içtimai, harsi, siyasi hayatı ile alakadar olur. Bütün fikir cereyanlarını taki p eder. Mil leti n dostları nın, · düşmanları nın vaziyetlerini öğ renmeğe çal ışır. Cihan medeniyetinde varılan içti mai i l mi terakki leri anlamağa ve bunl radan netice ler çıkarmağa uğraşır. Bu suretle zekanın genişleme si için elzem olan merak ve tecessüs hassası da in kişaf eder. Ve binnetice, zekası mesleği için de da ha kuvvetlenmiş olur. Zekanın derinliğini temin : Bunda da ülkünün te18
siri sarihtir. Zaten ülkü insanların bütün kabi l iyetle ri ni azami derecede yükseltmeğe yarar. İnsanlar ta biaten her şeyin kolayına bakarlar. Bundan dolayı zekanın çal ışmasında da insanlar acele hüküm ver meğe meyyaldirler. Bu tabii hali durduracak ve bizi hükümlerimizde daha esaslı düşünmeğe sevkedecek kuwetl i bir amile ihtiyaç vardır. Bu amil ü l küdür. Yalnız meslek aşkile yetişen zekaların kendi meslek lerinde ciddi düşündüklerini kabul ederiz. Fakat bun ların bütün hükümlerinde esaslı tetki ke ehemmiyet vermelerini temin için kafalarında ve yüreklerinde bir ü l künün canl ı bulunması şarttır. Bu sayede onlar hat· ta kendi mesleklerinde de tetkiklerini bir kat daha derinleşti ri ler· Şahıslarımız ve menfaatlerimiz üze rinde titrememiz bir ü l kü olamaz. Bu gibi duygular zekanın mahdut br çerçevede kalmasını intaç ettiği gibi zekanın sahasını genişletmesine ve derinleştir mesine de engel olurlar. Zekanın intizamına gelince : Burada da ülkünün l üzumu aşikardır. Elimize ge' ç en her şeyi midemize doldurmamız faide l i olamıyacağı gibi lüzumlu, lüzum suz her malumatı da karma karışık kafamıza doldur mamızdan bir hayır bekliyemeyiz. Zekanın, geniş ve derin işl iye11il mesi için malumatları mızın kafamızda bir intizama tabi olması şarttır. Herhangi bir ül kü ye sahip olan adam her bildiği şeye, ülküsüne olan e'h emm iyeti derecesinde, kıymet verir. Mühim ve fai deli ise onu hafızasında saklar ve bütün malumatı faide l i ve zararl ı olan kısımlara ayırır. Her ülkü yal nız istikbale giden bir yol olmayıp müsbet, menfi ba kı mdan mazi ile de alakadar olduğundan ül kücü bir adamı n fikirleri b i r silsileye de bağlanır. Bu suretle gerek faide ve gerekse tarih bakımından fikirler bir i ntizama tabi olur.
19
Zekanın dikkat vasfını kuwetlendirmekte de ül künün rolü büyüktür. Filozofların dalgı n l ı kları meş hurdur· Herhangi bir meslekte kuvvetl i yetişmemiz zekamızın di kkat hasasını da tamamile kuvvetlendir miş olmamızı isbat etmez. Zekamız gerek harici ma lumatı a l ı rken ve gerekse onlara istinaden hükümle rini verirken, eğer bir ül küye tabiyse, en küçük vak' alardan en büyüğüne kadar her şeye ehemmiyet ve rir. Olup geçenleri n , gayesine olan müsbet,menfi te sirlerini arar ve bu suretl e zekanın dikkat kabi l iyeti kuvvetlenmiş olur. Herhangi bir meslek için yetişen bir zeka , yalnız kendi işi etrafında dikkat edebi l ir. Halbuki bir ü l küye bağ l ı olanlar hayatın her tece l l i sine ehemmiyet verirler. Bazan bir tek kelime dikka timizi çeker ve bize ufuk açar Harp zamanlarında, inkilaplarda yani ü l künün canl ı bulunduğu sıralarda fikirlerimizin uyanı k l ığı , ze kamızın dikkatinin artması h.ep ü lkünün müsbet ne ticeleridir. Fikri tcıkip : Bilhassa ülkü i l e kuvvetlenir. Sokak ta sağa, sola çarparak giden sarhoşl ara acırız. Fa kat bunlardan ziyade acıyacağ ımız bir ü l künün aşkile hayatta sağlam bir yol bulamamış olanlardı r. Türkis tan Gençler Birliği Reisi Dr. Ahmet Can verdiği bü yük Temir konferansında şu sözlerl söylemişti : «Bir erkeğin yalnız bir tek yol u olur.• Bir tek yol üzerinde bizi dosdoğru i lerleyen kuv vetten mahrum olursak bocalamağa mahkumuz. Meslek aşkı fi kri takibi kuvvetlendirmeğe kafi değ i ldir. Mesleğini yalnız para ve şöhret kazanmak için düşünenlerde kuvvetl i fikri takip olamaz. Fi kri takibin canl ı ve devaml ı bir şekilde bulunması için kendimize karşı kendimizi tenkit eden ve daima mes'uliyete çeken bir kuvvete ihtiyaç vardır· Para , 20
şöhret hırsları fi kri takipte bizi sonuna kadar götü remezler, • artık fazlasını istemem• d iyebi l iriz. Yahut mühim bir meseleyi paraya ve şöhrete tesiri olmıya cağından dolayı takip etmeyiz. Fakat bir ü l künün aş· kile çırpınırsak zekamızın az çok ehemmiyet verdiği her meselede fikri takible sonuna kadar ısrara mec buriyet duyarız. Bunu yapmazsak vicdan mes 'ul iyeti karşısında kal ı rız. Ü l kü tesirile kuvvetlenen fikri ta· kip bizi hakikatı bulmak ve söylemekle muvaffak kı lar- Bunun içindir ki Friedri , c h Schi l ler • İdeal und Le· ben» şiirinde : • Hayatta ancak hiç bir yorgunlukla azimleri kırı l mıyanlar. heyecanları durmayanlar, ha· kikatı n gizl i menbaının kendi leri için aktığını görür ler .. der.
Gelelim ülkünün seciyeye tesirine: F. W. Foers ter «Mektep ve Seciye .. eserinde, seciyer:ıin fertlerin hayatındaki tesirini şöyle anlatır : «Seciyeye mal ik ol mak demek iradenin kuvvetini takviye ve temerküz etti rmektir, harici tesirden kurtulmaktır, tezatlar ye rine salim bir fikir ve kanati bulmaktır. -Gevşekl ik ve alçakl ığın her şekl ine karşı muzaffer olmaktı r .... Hayatta zeltc3 ve bilmek kafi değ ildir, iyiyi , fe nayı ayı rmak azdır. Asıl esas olan onu tatbik edebil mektir. İ nsanlar en eski devirlerden beri bu güçlüğü anlamışlardır. Eski bir latince şiirde: ccViedo meliora proboque - deteriora sequor» " � i olduğunu görüyorum , tasd i k ediyorum , fa kat fena yapıyorum,• diyor. Bunu hayatta kendimiz de ne kadar tekrarlamışızdır. Ve ne kadar işitmişiz d i r. İşte bizim iyiyi yapmamızı , fenadan kaçmamızı temin eden karakterdir. Karakterin bazı vasıfları , cesaret, enerj i , müte şebbisl i k, doğruluk, nefse hakimi yet ve sairedir. Se-
21
ciyenin bu vasıflarına ülkünün tesirini ayrı ayrı tet kik uzun olacağından ben karakterde ve onun bu va sıflarında da esas olan i rade kuvveti üzerinde kısaca duracağım· İrade esastır. Çünkü seciye iradeye dayanır. On suz bu vasıfların hiç birisi ne içtimai, ne de ferdi ha yatta tahakkuk ettiri lebilinir. İrade yalnız bir büyük heyecan veya hamle devrinde adım atmamızı temin eden kuvvet değildir. İrade bir imanın insanı n bütün hayatına hakim olmasını temindir· En küçük işten en büyüğüne kadar aynı esası düşünerek hüküm ver memiz ve aynı esasın icabettirdiğini yapabilmemiz demektir. İrade mütemadi çalışma, sabır vesebat ile "' kuvvet bulur. Ü lkünün iradeye nas ı l tesi r ettiği meselesine geçmeden evvel felsefede çok münakaşalar geçirmiş olan mühim bir noktada bir dakika durmak zarureti vardı r. İnsan maneviyatı , ahlağı ve nihayet iradesi ka bil i tesir midir? İ yiliğe, fenal ığa matuf bütün hare ketlerimizde şahsi bir kararın ve cehtin rolünü inkar etmemiz kabil değildir. İ nsanlar akan, taşan nehir lerin birer zerresi değ i ldir. Irk, an'ane, i rsiyet gibi esaslara bağlı bulunmamıza rağmen, yaşadığımız za manın, bulunduğumuz muhitin, aldığımız terbiyenin tesirlerini kabul etmekle beraber biz her ferdin ken di ruhuna her şeyden, herkesten ziyade tesi r edebi leceği fikrindeyiz. Mademki insanlar tabiat kanunlarına hakim ola bilmişlerdir, en korkunç hayvanları bile iradelerine tabi kılabilirler. aynı sabır ve azmi kendi lerini daima iyiyi düşünmek ve iyiyi yapmakta kul lansalar, irade lerini bu yolda kuvvetlendirseler tabii muvaffak olur l ar. Bazı mütefekkirler insanı rüzgarl ı , fırtınalı de-
22
n izdeki sandala benzetirler. Hayat daima rüzgarlı ve fırtı nalı değildir. Müsait havalarda hazırlanmak, az bozuk havalarda tecrübeler yapmak kendimizi alış tırmak, her işte, her zaman mümkündür. Burada fer din yardımına aile ve cemiyette gelmektedir· Bu su retle hazırlandıktan sonra sandalı yolundan ayırmak isteyen dalgalara karşı dümencinin mukavemet ka b i l iyetinin artmış olmasında elbette teredüt edi lemez. Sandal kurtulur mu? Teknenin, dümenin kudretine bakar. Herhalde düzen ne kadar sağlam olursa san dalın hedeften uzaklaşmaması da o kadar temin edi· l i r. İnsanlarda da irade kudreti ne kadar kuvvetlenir se onu hayat yolunda gayeden uzaklaşması da o ka dar güçlenmiş olur. Ülkünün iradeye tesirine gelince : Ben mideden ziyade ruhun kuvvetl i olduğuna inananlardanım. Mad deden ziyade ruhun hakim olduğuna kaniim. Medeniyet yalnız maddi ihtiyaçtan doğmamıştır. Beşer yalnız maddi müzayakadan kurtu lmak için çır pınmam ıştır� Medeniyet yalnız muhitin tesirile de ya ratı lmamıştır. Biz maddi, manevi terakkide yüksek bir imanın tesirlerini görürüz. crFikir kuvvettir• sözü hakikatlerin en yükseğidir. İnsanların bir fikir, bir iman uğrunda yalnız midele rini deği l ailelerini, hayatların ı unutmaları ve ölüme ' atıl maları fikrin kuvvet olduğunu isbat etmez m i ? z Fertlerin ve cemiyetlerin hayatında fikirlerin ha kim rol oynamaları için imanın ülkü hal ine gelmesi lazımdır. İnsanlar onu her şeyden ziyade sevmel i , hatta ona tapmalıdır. Nerede b u sevgi varsa orada azim ve irade var demektir. Ü l küler, ruhlarda kuv vetli iman, kuvvetli sevgi doğurarak, bizi daima ayni hedef koşmağa mecbur ederek irademizi kuvvet lerıdirirler- Ülkümüzün tesirile biz tabii olarak fikir ve
23
duygularımızı beslediğ imiz gibi, ülkümüz yalnız di mağımızda ve yüreğimizde canlanmakla kalmaz, biz onu etrafı mızda da ararız. Bu suretle muhitimiz de ülkümüze uygun olur. Ruhumuza, muhiti mize hakim olan ülkü ile kuvvetlendikçe biz, bizden ve madde m izden ziyade ülkümüz için yaşarız ve onun emret tiğ ini tabii olarak yaparız. Ü lkücü sevg i ve heyecan menbaıdır. Ruhları bu kuvvetlerle harekete getiren insanların iradeleri ise her şeyi ekmele götürecek kadar kuvvetlen ir- Her mil letin tarihinde yaşatı lan destanları yaptıran ülkü kuvveti fertlerin iradelerini kuvvetlendirerek, canlan" d ı rarak kırılmaz, eğil mez b irer çelik haline getirerek yaptırmıştır. Sözlerimden bir netice çıkarmak lazım gel irse • Sağlam fikir, sağlam vücutta bulunur• derler. Biz de : aOlgun bir zeka ve sağlam seciye ancak yüksek bir ü l küyıJ sağlam bir surette benimsemekle temin edi l ir" deriz. Ancak ülkü sayesinde fikirlerim iz ve ira delerimiz tam inkişaflarına mazhar olabil ir . . . . Ancak bu sayede fertler hem kendileri için ve hem de mu hitleri için tam faideli olurlar.... Ancak buraya çıkan münevverler, güzideler vasfını alabil irler .... B ize bütün tarih gösterir ki ilimde, sanayi nefi sede, medeniyetin her şubesinde yapı lan yüksek mu vaffakiyetler bu sınıfın eseridir. Zekada müsavat ara mak medeniyeti durdurmaktı r. Yahut da Güstav Le bon'un dediği gibi zekada müsavat ancak basitl ikte, alçak seviyede olabilir. Tekamül kanunu ve kanunu tabiat bunun aksini amil ve amirdir. Güstav Lebon mi letlerin tekamülünde ruhi kanunlar eserin in ( 1 67) inci sayfasında Doğuyla Batı arasındaki farkı doğu ran sebeplerden bahsederken en başta garbın bir
24
güzideler s ınıfına malik olduğunu ve doğunun bun dan mahrum bulunduğunu kaydeder. Bütün medeniyet güzidelerin eseri olduğu gibi, herhangi bir ülkünün bulunması , formüle edi lmes i , canland ı rı l ması v e müdafaa edilmesi işinde d e e n bi rinci rol güzidelerindir. İşte herhangi bir ü l künün tahakkuku için vücu du zaruri bulunan kadro böyle ülkücü lerden teşek kül eder. Ü lkücüler fertlerin zeka ve seciyelerine te s i rle onları yalnız güzideler sı nıfına yükseltmez, on ları deruni vicdanı rahatlığa ve tarihin rahmetine de ulaştı rırlar.... Gelelim ülkünün cemiyet hayatındaki tesirine : En eski zaamn lardan bugüne kadar geçen in san l ı k tarihi bize bir haki katı öğreti r ki, o da, her ce miyet kemale ülküsünü benimsemesi ile varı r; ve her cemiyetin zevali onun cansızlaşması ile olur. Dünyan ın neresinde olursa olsun, hangi ırka mensup bulynursa bulunsun her cemiyetin mukad deratı nda en hakim rolü oynayan kuvvet ü l küdür· Herhangi bir cem iyette devletin ayakta durabilmesi dayandığı esas fikrin sağlam kalmas i l e , ruhlara ha kim olmasile mümkün ol muştur. Kendi içinde tekamülü zincirl iyen, hakka ve hal ka. dayanmıyan, i nsan l ı k bakımından terakkiye engel olan her devlet, ne kadar büyük olursa, olsun zeva le uğramıştı r. Büyük imparatorl ukların hepsinin yıkı l maları harici sebeplerden ziyade dah i l i çürüklükler den i leri gelmiştir. Bu büyük devletler, tıpkı yağmur ların, rüzgarların tes irile içlerinden çürümüş büyük kayaların dağ ı l maları gibi yıkılmış ve parçalanmış lardır. Devletler süngülerden ziyade imana dayan dıkları zaman kuvvetlidirler· Her yıkılan devleti yere seren milletin -kumandanının ve ordusunun iman kud.
25
reti ve bunun seciye ve iradeye tesiri mutlaka yeni leninkinden daha kuvvetli olmuştur. Ziya Gökalp merhum bu noktayı şu cümleleri le ifade etmişti : «Ferdi hayatı vatanın istiklal inden , şah si menfaati namus ve vazifeden daha kıymetli gören bir ordu mutlaka mağlup olur. Milli bir vicdana, milli bir ülküye malik olmıyan bir kütleden ahlak, hami yet, fedakarl ı k beklemek abesti r.• Türk edebiyatı nın en yüksek s imaları ndan olan Hal ide Hanım da Balkan Harbinden sonra «Felaket lerden sonra mil letler" mevzuunda verdiği konferans ta bu mesele hakkında şu fi kirleri söylemişti : • Roma uzun harpler sonunda kendi!inden daha zengin, daha eski ve kudretli bir hükümet olan ve Ro ma'nı n malik olmadığı donanmaya da sahip bulunan Kartacayı yendi. Çünkü Roma'nın şan ve şerefi Ro malı ların şahsi şereflerinden büyüktü. Çünkü Roma' nın düşmanları , mahvetmeğe yemin ve ahdettikleri düşmanlardı . Roma'nın her neferi Roma için dövü şürdü. Her Roma l ı , Roma der, demez vatandaşları i l e o mukaddes fikir etrafında birleşirdi. Halbuki Kar tacalının paras ı , şahsi zevki Kartacadan daha sevgi li idi. Kartacayı müdafaa için dövüşen Kartaca l ı lar değ i l , paralı asker, Kartacayı kalbinde taşımayan as kerdi. Aralarında Anibal gibi büyük ve vatanperver kumandanlar vard ı , fakat ne ifade ederd i ? . . . . Bu gi b i uzun muharebelerde bir galibiyet, bir harp, bir kişi nedir? .... Bunda seneler, nes i l ler, ordular dövüşür ve sonunda kazanan , düşman kapıya geldiği dakika ha zırlanan lakayıtlar değ i l , her gün, her an vatanı kal binde taşıyarak vücudu ile. ruhu ile hazırlananlardır.... ) Halide Hanım ülküsüzlüğün kendi tarihimizde, kendi felaketimize ne kadar büyük amil olduğunu da şu cümlelerle tesbit etmişti : 26
· Eğer i l k defa Rusya'ya mağlup olduğumuz an dan sonra padişahlar saraylarında, m i l let cehalet ve iakaydisinde, ulema uzun uykusunda ve analar dil siz ve ölü hayatlarında devam edeceklerine düşma nın kuweti kadar bir kuvvet, düşmanın kini, gayreti gibi bir gayret ve kini yeni nesle aşı lasa idiler. Rus ya acaba ülkemizin yarısını zaptedebil ir miydi? Bu gün onun küçük oğlu Bulgaristan payitaht kapı larına kadar gel irmiydi?.... Demek ki iki bin dört yüz sene evvelki tarihin b ize bu felak�t üzerine verdiği ders d iyor k i , • mutlak mağlubiyet bir mil leti batırmaz, bir millet isterse en büyük hezimetten , en büyük felaketten sonra da ba şını kaldır.ı r, büyür ve inti kam ını a l ı r. Yeter ki o m i l let vatanını sevs in , düşmanı n kendi vatanını sevdi ğ inden fazla sevsin . . . . (Cerci zedan) d a kendisinin Medeniyeti islamiye tarihinde «Arapların m iktarca az, silah tedarikatın ca gayri mükemmel oldukları halde Rum ve İran me maliki gibi iki değişik yeri fethe muvaffak olmaları n da imanları nın amil olduğunu ,, kaybedttiği g ibi sükut ve inti lallerinde de imanın, vatanperverliğin oasabi ' yeti Arabiyenin • gevşemesini bulur. Ve Araplarda vefa, şecaat, izzeti nefis g ibi mezayadan bir takım zayıf, -ehemmiyetisz bakayadan başka bir şey kal mamış olduğunu acı cümlelerletekrarlar. . . . H i kmet Beğ yukarıda zi krettiğim konferansında Muhtar Bekir adl ı müel lifin Türkistan eserinden şu cümleleri kaydeder. ·O vakitlerde yani XIX'uncu asrın ortalarında Türkistan ülkesinde Han ve Beyler kendi aralarında kavga ve ihtilaf hal inde id iler; yurt ve i l i yabancı düş mandan saklayacakları yerde b irbirleri ile dava edi yorlardı· Hem halka hakiki hali düşündürmez. Vazı.
27
yetin ehemmiyetin i anlatmaz, hem de hal kı iğfal ederlerdi. ... Türkistanı evl iyalar sakl ıyor, onun için R•ıslar onu a lamazlar diye safdil halkı inandırır ve müdafaa işini ihmal ederlerdi.... Ruslar bunların bu halini görüp b i l i rlerd i . Ve bundan istifade ederek Tür kistan'a iki taraftan hücuma karar verdiler. Şarktan Sibir tarafından, hem Garptan Sibirya boyunca ha rekete başladı lar. . .. Bu cümlelerimiz yalnız Türkis tan'ın değ il. bütün Türk i l lerinin yıkılması nın ifade sidir.... Bütün Türk i l leri nde m i l let, yurt kaygusu ve m i l li birlik önceden yıkılmış olduğundan düşmanın zaferi kolaylaştırılmıştı.... Profesör Sadri Makksudi de (Türk tarihinin tel kinatı) hakkında ,J4 Eyl ül 1924'de Ankara Türk Ocağı 'nda verdiği kıymetl i konferan sı nda bu meseleyi şöylece tesbit etmişti : «Batı n ı n tesiriyle yükselmekte olan Rus ı rkı Türk yurtlarına göz dikmeğe başladığı zaman Doğu Türk yurtları nda gayret, faaliyet kal mamıştı . M i l li şuur, m i l li gurur büsbütün sönmüştü . M i l li bir hedef, m i l li bir emel hakanlard� olduğu gibi efratta da unutul muştu . Bütün Türkistan ehl i tarikat idi . Meydanda ırk, m i l let yoktu . ... Bütün dünyada misli nadiren gö rülmüş b i r cemiyeti mutasavvıfin vardı.... Bir taraf tan garp marifetile mücehhez, yayı lmak arzusundan mülhem bir m i l l et, diğer taraftan dünyadan vazgeç mek en büyük emekl i olan tari kat ehl i . Bu iki kuvve tin çarpısacağı zaman hangi tarafın galip olacağ ı n ı tahmin etmek güç bir mesele deği ldir (3). Buna rağmen Türkiistanlı lar yine her faciaya uğ ram ış olan Türk i l inde olduğu gibi felaket önünde derhal ayaklanmış ve muhterem Muharrem Feyzi'nin burada (Türkistan'ın dünya pol itikasındaki mevki) (3) Türk yurdu-subat-1341.· nüshası.
28
konferansında kayd ve tahl i l ettiği "Türk kahraman l ı k tarihinin en parlak m isallerini canlandırmışlardır Hi kmet i se zi krettiğim konferasında «Türkis tanl ı l arın Çar ordularına verdikleri zayiatçı , insan ve parayı hesaba katmağa mecbur olan diğer her hangi bir ,hükumet ordularına verdirmiş olsalardı uğradıkları akibete uğramazlard ı . Fakat Çarlık bir ta raftan en iyi ve mükemmel silahlara malik, usul lere vakıf ve diğer taraftan teb'ası üzerinde kurnu vüs tai bir tahakkümü haidizi ve elde edi ilen her mühim yere derhal Rus kazaklarını yertleştirmes i , Türkler için kı pırdanma imkanı bırakmıyordu . öra Türk hü kümdarlarının yani Hive, Buhara Hokand han ve emirleri ile daha, ufak kıratla bir sürü bey ve emirle rin cinayet veya kötülükl eri de ayrıca bir bela idi. cümlel eri ile Türkistarflıları n yurtlarını korumak hak ları n ı müdafaaa etmek yolunda yaptıkları büyüklükleri kayd ve teslim ed iyor. "1uharrem Feyzi yalnız G Öktepe hücumunda Çar ordusunun 20 bin Türkmen çoluk çocuğunu kestiğini kaydeder. Kırım hanl ı ğ ı n ı yıkmış olan Potemkin'in ordusu da Orkapudan Bahçesaraya kadar olan yer lerde 30 bin Kırım l ı 'nın naşı üzeri nden geçmemiş miy' d i ? ... (4) Türkistanl ı kardeşlerimizin de bütün kahraman1 ıkları, düşman kapıya geldikten , hatta içeriye girdik ten sonra tece l l i ettiğ inden her gün her an yurt sev gisini yüreklerinde taşıyacak vücutlar ve ruhları ile hazı rlanmış olmadıklarından feaketin önüne geçe mediler. Kazan'da, Kırım'da, Azerbe:ycan'da böy.
(4) Fransıııca (Lnrousse) sözlüğü Kırım keiimcsinde potem kin'in Kırımda yaptığı bu vahşeti insanlığın affetineyc ceğini kaydeder.
29
le olmamış mıyd ı ? .... Yalnız Türk i l lerinde değ i l , bütün dünyada yıkılan m i l l etlerin tarihlerinde maddi sükut daima ül küsüzlüğü takip etmiştir· Biz bu misallerle ül küsüzlüğün cemiyet hayatın daki vahim neticelerini tesbite çal ıştık. Şimdi ü l kü nün müsbet tesirlerine geçeceğiz. Bunun için eski devirlerde dinlerin i l k kuruldukları zamanlardan ve yahut da son asırda sosyal izm cereyanından misal ler al ı nabi l i r. Biz meselemizi bunları n hepsinden da ha iyi isbata yaradığından dolayı değ i l , m i l l iyetçi de olduğumuzdan m i l li ül külerin müsb �t tesirlerinden bahsedeceğiz. Buna başlamada bu noktada bir daki ka durmamız zaruridir. M i l l iyetçi l i k dedik. Çünkü tarihten ders aian Türklük faciaları nı candan duyan, devrin manasını hak kile anlayan, alemşumul nazariyelerin parlak vasıta larına değ i l bunların hayatta, hakikatta tatbiklerinden netice çıkaran her Türk gencinin ü l küsü ancak m i l l i yetçi l i k olabi l ir. Bütün fikir ve hayal kuwetlerimizi işlememize, yükselmemize Türklük kafidir. A lemşu mul nazariye ve hayaller hangi bakımdan tetkik edi l irse edilsinler, biz Türklerin bunlardan saadet bekle memiz kendimizi aldatmak olur. M i l l iyetçiyiz demek Türkçüyüz demektir, yani ka bileci de deği l iz .... Çünkü Türk tarihi yalnız bir ü l ke mizin malı değ i ldir, Türk harsı yalnız bir kabilemize münhasar değildir, Türk d i l i yalnız bir yurtta konuşul muyor.... Türklük bir kültür, bir millettir. Gelel i m mev zuumuza : M i l let cereyanının, büyük Fransız inkılabının i n san hakları beyannamesiyle, Milli Hakimiyet prensi biyle canlandığı malumdur. XIX. asırda m i l liyet cereyanının tesiriyle kendi lerin i bulan, birliklerini kura n , hakimiyetlerini kurta-
30
ran, medeniyet ve kudretlerini yükselten m i l l etlerde bel l idir. Milli imanın Almanların, İtalyanların birleşmele rinde, kuvvetlenmelerinde oynadığı rol ü , Japonya'nın hakkın ı , şerefini tanıtmasında, kudret ve şevketin en yüksek derecesine çı kmasındaki tesiriyle anlaşı lmıştır. Avusturya, Osmanl ı İmparatorl uklarının ve kıs men Rusya'nı n yıkılması ve cihan haritasının yeni renklerle boyanması m illi ü l külerin canlanması neti· cesi değil midir? .. Cihan H arbinde her iki düşman tarafın • Her milet kendi mukadderatına sahip olma l ıdır. ..... Şiarını ileri sürmeleri , bundan istifadeye kal kışmaları milli ül külerin müsbet bir kuvvet olduğunu ispat etmez mi ?-. Büyük harbten SO'nı'a kurtulan m i l l etlerden birisi var ki bUhassa onun kurtarılabilmesi her iki tarafın mağlubiyetiyle tahakkuk edecekti. Bu m i lletin kurtu· luş davası davaların en müşkülü idi. B i l i rsiniz ki Leh l iler, Avusturya, Almanya ve Rusya mahkumiyetinde idiler. M i lli imanını bulan bu uğurda fedakarl ığa, ölü me atı lan mil letlerin kendi mukadderatlarına hakim olmaları nın önüne geçilemiyeceğ ine tarihin parlak bir del i l i olarak Lehistan kuruldu. Lehistan'ın bütün par çaları kurtuldu. Mantı k ve hesap Lehistan'ın ancak harbi kaybedenlerin esirliğinde bulunan kısmının kur tul masını bekliyebil ird i . Fakat milli ü l künün tarihi kud reti gal ipler sınıfında bulunan Rusya'yı da içinden de virdi ve yalnız Lehistan deÇiil, bütün Baltı k mil letleri de kendi devletlerini kurdular.... M i l li cereyanlar önünde tarihin yol açtığına bun lar en güzel misaller ve del il lerdir. Burada şunu kay detmek isterim ki, Türk atları yalnız (Visla) nehrin den su içtiklerinden dolayı değ i l , Türk'ün Çanakkale 31
gibi dünya tarihinde misli görülmeyen harikayı, des tanı yaratması o m i l l etlerin istiklallerine yol uçtı. Ü lkünün tarihi ve kat'i tesirini isbat eden mü him bir nokta da, kurtuluş hareketi ne atı lan bütün mil letlerde, maddi imkanların , siyasi şeraitin onların aleyhinde olmasına rağmen bu m i l l etlerin muzaffer oluşlarıdır. i\/lilli ülküle!" mil letlerin yalnız siyasi, askeri ha yatlarında değ i l ; il mi, medeni, hars faal iyetlerinde de en müsbet şekl inde müessir olmuştur- M i l l etleri ken di mukadderatlarına sahip kı lan m i l li,.ü l kü ler onl arı n yurtlarına da refah ve saadet getirmişlerdir. Mi llet lerin tari hlerini harekete getiren m i l l i ü l kü ler, onları her sahada daha büyük hızla, daima daha ileriye gö türmüş ve daha yükseğe çı karmıştı r. Bu hükümleri isbata çal ışmak fazlad ı r. Bütün kurtulmuş m i l letlerin tari hleri buna şahittir. Fakat bi ze uzaklara gitmeğe ne hacet? .. Komşu larımıza, bal kan l ı lara baka l ı m dem iyorum .... Bunların kurtuluş ve i nkişaf tarihleri de bu meseleye faide l i , ibretl i cevap verir· Fakat ben bunların hepsinden ziyade kendimi ze baka l ım diyorum. M i l li ül künün tarihi ve kat'i te s i ri bunların hepsinden daha parlak, daha şerefli ve daha umumi mi kyasta yani bütün hayatta tece l l i le riyle büyu k ve mukaddes Türk yurdunda isbat ed il medi m i ? .. Yalnız bu bakımdan değil m i l li ü l kü to humunun atı lmasiyle, canlanması ve kudretini ciha na tanıtması arasında geçen mesafenin azl ığı itiba riyle de bütün dünya mikyasında birinci l iği biz Türk ler kazanmadık r:ıı? .. Bütün Türkçülerin bundan yirmi beş sene evvel yazdıkları eserleri, makalel eri tetkik ediniz. Orada hepsinin bir noktada ısrarlarını görürsünüz. M i l li ül k ü . Hepsinin vicdanı Türkl:.iğün b u büyük imandan . . .
·
..
32
.
mahrumiyetinden dolayı sızlıyor.... Hepsi bunun ya ratı lması, benimsenmesi iç:n çırpın ıyor. Hepsi • He yeti içtimaiyemiz yaşamak istiyorsa sağlam ve müs· bet bir ideal sahibi olmal ıdır· » diyor (5). Ve bütün Türk mil letini kurtaracak mefkure olarak terakkiper ver m i l l iyetçil iği müdafaa ediyorlard ı . Profesör . Köprü lü Zade Fuad'ın 1 9 1 9 da çı kan Türk yurdundaki (Türklük, İslamlık, Osmanl ı l ı k maka lelerinden şu cümlelerin nakl ini faideli bulduk; o Türk m i l l iyetperverlerinin bugün en evvel düşündükleri Os manl ı Türkleri, yani Osman l ı bayrağı altında yaşayan Türkler manen ve maddeten perişan bir halde bulu nuyorlar. ' Hariç ve dah i l ' birçok amillerin tesirile Türk ler aç birer rençber ve Türk nuım leketleri adeta bi rer harabezar haline geld i . Halka hiç merbut olmayan renksiz, kcızmopol it, sahte bir sınıf mütefekkirinden, perişan medreselerinden renksiz ve gayesiz mahdut mekt.e plerinden başka Türkl üğün hiç bir istinatgahı yok. M i l l iyeti teşkil eden iki büyük unsur : M i l li l isan ve milli tarih yan i dil ve an 'ane, asl iyet ve hakikatini kaybetmiş bittabi bir amilii nhitat hal ini almış .... M il li tarih o kadar unutulmuş ki mil let ismi olan Türk adı ortadan kalkmış ve yerine diplomatik bir unvan dan başka bir şey olmıyan Osmanlı lafzı kaim ol muş. M ütefekkirlerimiz, müverrihlerimiz, rica l i hükü metimiz hep o lafzın sühan alGt tesirile uyuşup kal mış .... Bütün bu izahattan sonra Osmanlı İmparatorlu ğu dahilindeki Türklerin m i l li bir vicdandan ne kadar mahrum, manevi bir vahdet teşkil etmekten ne dere ce uzak olduğu pek kolay anlaşı l ı r . ..
..
. •
Muhterem Fuad Köprülü'nün kıymettar yazıları n-. (5) (1
-
2) Türk yurdu sayı 16 sahife (490 - 491) .
f. :
3/33
dan birisi olan ve yine bu tarihlerde Türk yurdunda basılan (Edebiyatımızda mill iyet hissi) makalelerinde de (Baki) nin; Türk ehlinin ey hoca biraz başı kabadı r V e (Nefi) nin Türk'e hak çeşmei irfanı haram etmiştir. Tefev vühatını ve · kendilerinden bihaber Türklerden • olan (Nedim) le daha bir iki şairin bu tarzda hatta daha müzeyyifane kaba mısralarını kaydediyor,.... Ve bun ların • Türklükten bahsetmeleri ne kadar elimdir! ·' · · Mamafih bu adamlar kendi şahsi telakkilerinden zi yade zamanlarının terakkiyatı müşterekesine tercü man oluyorlar. • Etraki bidrak• tabirini adeta mana sını anlamıyarak istimalden vakavenis efendilere his sen ve fi kren iştirak ediyorlard ı . . . . " cümleleri le hal ka hiç merbut olmıyan renksiz, sahte mütefekkirle rin ruhlarını tahlil ve teşhir ediyorlar ve · M i l li tarih, milli duygu pek yakın zamanlara gelinceye kadar, hat ta mütefekkir, yüksek sınıfın bile tamamile mechulü kaldı M il l i bir vicdandan mahrum olduğumuz için yü zümüzü ekseriya yanl ış ve yabancı mihrapl arın sert, sabit mermerlerine çarptık ve meçhul hislerimizin mihrakını bir türlü bulamadı k · diyorlardı . ... Merhum Yusuf Akçora da yine bu devi rlerde yaz dı kları Emel (İdeal) makalesinde, .. Eğer bir heyeti iç timaiyede kavi iman l ı bir kitlei güzide bulunmazsa , emi n olmal ıdır ki . o heyeti içtimaiyenin terakkisi söy le dursun, bakayı vücudü bile şüpheye düşer. Haki kata dosdoğru bakal ı m . . . . Hakikatle yüzyüze gelmek ten çekini l i rse kaybedecek her halde vakit değ i ldir. Heyeti içtimaiyemizde kavi imanlı bir kütlei güzide yi ben maateessüf göremiyorum .. diyorlardı (6) . . . . (6) (Türkyurdu sayı 16. S . 490 - 491) .
34
Türkçüler yani Terakkiperver m i l l iyetçilerin ü l kü cüleri Türk fikir hayatında en kuvvetl i fırtınayı yük selttiler. Sayı ları az, imanlı kuvvetli olan bu tarihi şahsiyetler ü l künün kudretine inanarak bütün Türk lüğün yanlış ve yabancı mihraklarda donup kalmış zihniyetini değiştirmeği , onu kendisine baktırmağı , onun tarihini , hakkı n ı , şerefini anlamasını tahakkuk ettirmek için çalıştı lar, bu yolda cephe tuttular. Bun lara karşı fazıl, alim, edib fakat yine · kendilerinden bihaber• ne kadar tanınmış adamlar mevki almışlar, ne kadar şiddetli hücumlara geçmişlerd i . Osmanlı cılıkla devleti , i mparatorluğu kurtarabileceklerini dü şünen bu adamlar ne cihanda Y,ürityen m i l l iyet cere yanının tarihi kudretini sezmiş ve ne de imparator luk içindeki anasırın kuvvetlenen milli ü l külerin he defini anla � ışlardı- Bunlar imparatorluğu ayakta tu tab i l mek için kanı, mal ı , canı, her şeyi ezile gelmiş olan Türklere kendi tarihi ve şanlı adlarını bile çok görüyorlard ı . Onlar için Türk tarihi Osmanlılardan baş lardı . ·Arabınkini Araba, aceminkini aceme iade eder sek elimizde uzun kollu h ırkadan başka bir şey kal maz • diyecek kadar i l eri gidiyorlard ı . Bu Bakinin, Ne diniin, ve Nef'inin çocukları İbni Sinanları , Zimanşeri leri, Uluğ beyleri unutmamış olsalard ı , Atatürk'ün ir şatlarile Türk d i l inde ve Türk tarihinde yapılan tet kiklerle Türk'ün cihan medeniyetine yaptığı tesi rleri öğrenselerdi elbette o hırkaya baha biçilemiyeceğini anlarlard ı . Onlar daha i leriye giderek .. Türk ı rkında fevkalade bir kudreti münciye varsa en evvel o ken di necatını ihzar etsin .. diyorlard ı . O devirlerde Türk cülük fikrini canlandıranlardan Ağaoğlu Ahmet beyin �erhum Süleyman Nazif beyle yaptığı heyecanlı ve
35
acı münakaşalar Türkçülük ve ülkücülük bakımından ne kadar ciddi tetkike ve ibretle düşünmeğe yarar. Evet yirmibeş yıl kadar kısa zamanda Türkçülük ü l küsü yalnız canlanmadı , her sahada büyük muvaffa kiyetler kaazndı . Türk şairi Mehmet Emin , Baki leri, Nedimleri yen di· Sanat bakımından bunu inkar edenlerle münaka şa bizim işimiz değ i ldir. Sanatiyle bunu yapamadı ğını iddia edenler bile tesiriyle yend iğini nasıl red dedebilirler? İ çtimai bakımdan, Türkçülük noktasın dan mühim olanı da budur. Büyüklük, büyüklüğü tes l i m ve tebcille olur. Büyük Abdülhak Hamit cıTürkçe şi irler• müel l ifine yazdığı mektubu ile büyüklüğünü ne güzel canl andırmıştı . .. şi iriniz okunurken nezd im de hazır bulunan yetmiş yaşı nda bir ihtiyarın gözlerin den yaşlar akıyordu .... diyordu. İşte bizce şiiri n ruhu, şairin rolü budur. Türkçülerin babalarından Gaspıral ı İsmail merhum da o tarihlerde Mehmet Emin'e gön derdiği mektupta a şii rin l isanından maada efkarını n da İstanbul'un mehtaptan, karasaçla, mavi gözden iba ret asrı şiiriyesinin cümlesine faik olduğunu · kay dile Mehmet Emin'in cesaretini ve Türk alemine yap tığı hizmetini takdir ediyor ve Türk alemine dedi ğ i m mübalağa zannolunmasın, mübalağayı ne severim ve ne ederim , doğrusudur. Çükü şii rleriniz Edirne, Bursa, Konya, Ankara, Erzurum Türkleri anlayıp lez zetlenip okuyucakları gibi Tifl is, Tebriz, Şirvan, Hora san, Türkistan, Kaşgar, Deşti Kıpçak, Sibirya , Kazan ve Kırım Türkleri de okuyacaktır ki bu şerefe Fuzuli ve Nabi nail olamad ı l ar. 40-50 mi lyonluk ve otuz ası r l ı k aleme iptidai bir kaş ı k oğul bal ını yediren siz oldunuz ki size şereftir, bize saadettir,• diyorduGaspıral ı İ smail'iri ümidinin tahakkuk ettiğini göa
36
ren bizler Türk i l l erinde Mehmet Emin'in ve bu yol da yazan şairlerin şiirlerile ağlayanlara şahit olduk tan ve bütün Türk illerinde çı kan edebiyat mecmua larında ve kıraat kitapl arında onların basıldığını gör dükten sonra bu te'siri teslim ve tesbitte nasıl tered düt edebil iriz? .. Türkçü lerin yalnız şiir ve edebiyatta değ i l , siyasi görüşl eri nde de yan ı l madıklarını zaman ispat etti . Os man l ıcı lara, Balkanlar, İslamcılara da Araplar asrın yürüdüğü yolun manasını anl ıyamamaları ndan ters gelm işti. Onlar, m i l l iyet ceryanının manasını kavra maları , ondan netice çıkarabilmelerile mukadderatımı zın alacağı şekli bul muş lardı. ... Türkçüler, Türk yurdiy le edebi i lmi eserleriyle münevver gençliğe imanla rını aşamamakla � l l iyetçi liğin hem fikriyatını işledi ler ve hem de bu imanın kadrosunu hazırladılar. Türkçü lük ülküsünün Türkiye'de inkişafını ve ne ticesini merhum Yusuf Akçora şu satı rlarıle ne güzel ifade etmişti : "Türkçül ü k fikri, yarım asır evvel n ihayet birkaç kişinin dimağında ve kalbinde düşünceler, duygular ve emeller uyandıran, ara, sıra dil ve kalemlerinden müphem ve muhteris birsurette çıkan bir nazariye den ibaretti . Bu nazariye, o zamanlar muhite o ka dar gayri munis idi ki tarakarı olanlar, onu pek açık söyleyip yazmaktan çekiniyorlard ı . Halbuki Türkçülük fikri bugün tahakkuk etmiştir, vak'alar hal inde tecelli ediyor .... Böyle büyük fikirleri tahakkuk ettirenlere beşe riyet dahi ve kahraman der- Türk aleminde Türk idea l ini tahakkuk etti �en dahi ve kahramanlar her zaman çıkmıştır ve çıkacaktır. Tarihin her büyük işi. sanatın her ölmeyen eseri 37
mutlaka yüksek ülkünün, sağlam imanın eseridir. Atatürk ve onun tarihi arkadaşları Türkçülüğün za ferini hatta Türkçülerin söyl iyemediklerini , göreme d i klerini de nasıl temin etti ler, yahut da Türkçül üğü i lmi, içtimai, siyasi kat'i zafere ulaştıracak temeli nas ı l yarattı lar? Biz Türkler Çanakkale'ye bakarken ü l kücülüğü göreceğiz. İnönü'nde, Sakarya'da, Afyon ve Dumlupınar'da hep bu nurun kudretin i bulacağıv Başka mil letlerin asırlara sığdıramadıkları inkı lapla rın, medeni, iktisadi, hamlelerin yapılmasında, bütün cihana Türk'ün hakkın ı n tanıtı imasında biz hep tari hin en büyük ülkücülerini bulacağız ve onlar önün de candan gelen hürmet ve minnetle eği leceğiz .... Böyle ü l kücülerin el leriyle canlanan tarihe mal ik milletlerin gelecekleri de elbette karanlık olamaz. Bu suretle büyük Türkçülerden merhum Yusuf Akçora' n ı n çok güzel ve tam yerinde kul landığı .. Türklüğün başı ve kalbi olan Türkiye • nin kurtuluş ve yüksel i şinde ü l künün tesirini en parlak, en şerefli birsuret te tecel l i ettiğini kaydederken Türk tarihinin bu nur l u sahifesini açan ve Türk'ün dünü kadar yarınını da daima zafere ulaştıracak olan Türk tarihinin istiklal savaşı n ı candan gelen sevg i , hürmet ve minnetle an mağı borç bilirim. Büyük Türk m i lletinin esareti yıkabilmesi , i lmi, hakk ı , harsi müdafaa yoluna girebilmesi ve n ihayet milli ü l küyü bulması , canlandırmas ı , yurdu kurtarma s ı , cumhuriyeti kurması ve kuvvetlendirmesi uğrun da ü l küyü hayattan üstün tutarak gözlerini kapamış olanları rahmet ve tazimle hatı rlayacağız. Ü l külerin cemiyet hayatındaki tesirlerini izah mak sadile Türkçülüğün Türkiye m ukadderatındaki tesirin den bahsettim . Bu büyük fikrin bütün Türk aleminde edebiyata, matbuata, mekteplere, tiyatrolara, hatta iç-
38
timai, siyasi kanaatlara yaptığı büyük tesirinin başlı başına b i r mevzu olarak tahli l i her bakımdan faideli olurdu. Türkçülük ülküsü Türk aleminde demeyin , Türki ye'de de kendi işini bitirdi m i ? Ü l küler muvaffak oldukları nisbette onların saha ları genişler, kuvvetleri artar. Cemiyeti daima ekmele götürmeğe matuf bulunan ülküler kendi müsbet te sirlerinden, yarattıkları neticelerden kuvvet alarak bun ları azami ve sonsuz inkişafa götürürler. Tekamülün hududu olmadığı gibi ülkülerin de sonu yoktur. M i l li bir ül künün tahakkuku demek, bütün· m i l l etin zihniye tinin değişmesi ve ülkü bakımından onun bütün ilmi, iktisadi, siyasi, harsi gayelerinin vücut bulması de mektir· Acaba Türklerde m i l li zihniyet Türkçülüğün is tediği şekilde yüzde yüz benimsendi m i , acaba Türk edebiyatı , içtimaiyatı , felsefesi yine Türkçülük bakı m ından son sözünü söyl iyecek dereceyi buldu mu, acaba Türk iktisadiyatı nın bütün şeki l leri hal lolundu mu, acaba bütün Türk hayatının m i l li, medeni vaziye ti hem kendi ülkümüz önünde ve hem de dünya karşı s ında bizi tatmin edecek dereceyi buldu m u ? Türkçülük ülküsü Türkiye'de tahakkuk yolunu aç t ı . Türkçülük devletin temelj oldu. Artık Türkiye'de medeni, harsi, iktisadi, siyasi bütün hayat ancak Türk çülük bakımından işlenebilir. Bu Türklüğün şüphesiz pek büyük b i r zaferidir. Tekamül yolunun kapı ları hiç bir devirde, hiç bir Türk i l inde Cumhuriyet Türkiyesinde olduğu derecede ar kasına kadar açıl mamıştı. Bunda tereddüt edenler, varsa, bunlar, hakikatı görmekten nasibi olmayanlar dır. Kapıların açılmas ı , mi lli, medeni hayatımızın hız l anması ülkü bakımından işimiz bitti , demek değ i l-
39
dir. . . . Böyle bir iddiada bulunmak da hem ü lküyü an lamamak, hem de Türkl üğün varacağı kemale inan mamak olur. Türk'ün kabi l iyet ve istidadından, Türk tarihinin kudretinden şüphe edenlere, onun tekamü lün en yüksek tepesine çı kacağına inanmıyanlara ise bi � artık yalnız kendilerini bulmayanlar değ i l , çürü- 4 müşler der ve geçeriz. Türkçülük ül küsünün Türki ye'de çok az zamanda muzaffer olduğunu tekrarla dık. Bu üzerinde durulacak çok mühim bir noktada d ı r 25 yıl evvel kendi içimizden, "Türk ı rkında fev kalade bir kudreti müncihe varsa o en evvel kendi necatı nı ihzar etsin" diyenlere Türkiye cevap verdi· Bil hassa b i r asırdan beri Avrupa'nı n bütün siyaseti le, ilmile · hasta adam • diye ölümüne hükmettiği Tür kiye, öldürülmez bir mi letin parçası olduğunu bütün cihana teslim ettird i . Bu, bütün Türk mil letinin hayati kudretinin en büyük delilidir. Türk ü l kücülerinin muvaffakiyetlerin deki hız, bize bütün tarihimizin ruhunu anlamamıza yol açar. Türkler ne zaman , kendilerin i , gayelerini bütün temizl iği ve açıklı!]ile bulmuşlarsa, Türkler ne zaman kendi lerini hakkı , şerefi , büyüklüğü yolunda tereddütsüz ve kudretle yü rüten bir dahiyane mal ik ol muşlarsa her devirde . her işte. herkese karşı daima muvaffak ol muşiardır. Türk tarihi harekete geti rildik ten sonra, dünyada hiç bir m i l leti n tarihi n de görül meyen hız ve kudretle canlanmıştı r. Eski Türk hakan larının her birinin' kendi hayatları nda Türkleri birleş tirmeleri , Asya'yı el lerine almaları . Avrupa'nın göbe ğine kadar ilerlemeleri neyi isbat eder? Hangi millet Türkler kadar sadakat ve sür'atle herhangi bir ül küyü yayabilmiştir. Türk'ün islamı mü , dafaası ve onu bütün Asya'ya götürmesi g ibi bir iş hangi m iU etin , ta rihinde vardır? . . . . Türkler daha mil· '4 0
letçilik yoluna g i rerken , kendilerini kurtarmağa baş larken, birçok mil letlerin de kurtuluşlarına yol açmış olmad ı lar mı? .... Türk tarihinin bu hızı neyin mahsulüdür? İ şte Türkçüler bu ve bunun gibi meseleleri hal ve bunu cihana, cihanın anl ıyacağı dil ve şekilde tanıtmak yo l unda çırpı nıyorlar . Türkçülük ü l küsüne can l ı sarıl mış olan ve büyük tarihi tekamül kapısından girmiş bulunan Türkler ülkücülerin yardı mıyle tarihe bunu is bat etme kle meşguldürler. Tanrı Türk'ün bu en mu kaddes savaşı n ı da tari hte görül meyen h ız ve kud retle tahukkuk ettirecektir. Ü lkü ve ü l kücül üğün qırd ve cem iyet hayatındaki rol ünü pek basit olarak tesbit ettiğine kani i m . Bu bel li fikirleri sabırla okuman ız · ülkücü lüğe verdiğiniz kıy metin bir eseri ve neticesidir. Mevzuun ağı rlığ ı , kı sa bir surette izah mecburiyeti ve gücümün bu ka dara yetmesi yazım ı n böyle basit bir şekilde olması na sebep oldu . Sarsıl maz biir kanaatla inan ıyorum ki Türk gençleri i l i m ve terakki yol undaki semere l i ça l ışmalariyle, Türkçülüğe olan sarsılmaz imanlarıyle hem tam vicdan rahatl ığına ve hem- de tarihin yüksek takd ir ve rahmetine layık ol urlar. Ve bu fikrimi en sarsıl maz imanım olan şu cüm le ile noktal ıyorum : TAR İ H İ Ü LK Ü C Ü LER YAPAR.
41
ÜLKÜNÜN ZEKA v e SECİYE ÜZERİNE ETKiLERi
Benim bu mevzuu bil hassa doğu gençleri için haz ı rlamakta olduğumu söylemeyi vazife b i l i ri m . Ma lumunuzdur ki , doğuda bilhassa Türk aleminde milli cereyan canlanmaktadır. Türk hars ı , içtim aiyatı kuv vetl i b i r tarzda m i l li noktai nazardan işlenmektedir· Geçirilen olayların siyasi mana ve ehemmiyetleri büyük olmakla beraber asıl güç olanı harsi ve içtimai kısımdır. Bu sahadaki güçl üğün sebepleri şunlardır : Batı medeniyetin i alırken kendi harsımızı nasıl sakl ıyabi leceğiz? H ürriyet derken n izamı ve içtimai muvazenemizi nası l temi n edeceğiz? Dini devlette n ayırırken, dini mi lli harsla işleme ğ e kal kışı rken dinin içtimai e h emmiyet ve kıymetin i n a s ı l sakl ıyacağız? Diğer tabirle, kafa ile kalp, fikir ile his, madde ile maneviyat arasındaki ahengi nası l temi n edeceğiz? Meşhur (Rable); • Vicdansız veyahut maneviyatsız i l i m , ruhun harabesidir• demişti. M i l li
43
harssız, m i l li vicdansız il im elbette ruhu mahveder. Güstave le Bon .. M i letlerin tekamülü kanunları " es � rinde : (Bir m i l let birçok şeylerini kaybedebilir, bir çok felaketlere , hezimetlere uğrayabilir, fakat ruhunu kaybederse, o her şeyini kaybetmiş demektir ve bir daha da kalkınamaz) der. Doğunun, Batı medeniyetin i almaksızın v e ruhundaki kuvveti , ne d e toprağındaki zenginliği azami inkişafa götür'emiyeceği muhakkak tır. Ancak buna giderken kendisini kaybetmemesi de şarttır. Meşhur Ernest Rönan, «Ancak tabiata karşı gidildiği zaman kuvvetl i olunur. Tabii ve yabani ağac ların verdiği meyvalar iyi değildir, » diyor Evet, tabii ağaçlar, insan, zeka ve iradesi l e aş ı lanarak daha iyi meyveler verirler. Zaten bütün medeniyet bu aşı me selesidir. Biz de batı medeniyeti , batı ilmini ası rdide · milli bünyemize aşılıyacağız. Fakat bunu nasıl yapa cağ ız, nasıl yapalım ki, Nietczhe'nin tabirile: « Ruhla rı mızdaki kahramanı zayıflatmış olmıy� l ı m . n Ü lkü , zeka ve seciye ve bunların mütekabi l mü nasebetleri hep felsefi · meselelerdir. Bu meselelere hangi noktai nazardan temas edi l i rse edi lsin Aristo ve Eflatun 'dan başlamak adettir. Ben o kadar uzak lara gitmiyeceğim. Çünkü 191 7'de Kırım'da toprak meselesi hakında bir konferans vermeğe davet edil diğim zaman , ihtiyar bir hemşehrim bana ne söyli yeceğ imi sormuştu. Toprak meselesine Han l ı k zama nından başl ıyacağımı söylediğim zaman, n Sana ne ka dar yazık, o kadar uzaktan buraya gelmek için ne ka dar zahmet çekeceksi n ; bu topraklarda yapılan hak sızl ı kları saymak ne kadar zor olacak; Allah yardım sın olsu n , .. demişti . Onun için mevzuuma o kadar uzaktan başlamıyacağım g i b i , meseleyi fazla da geniş letmiyeceğim ve ülkünün, zekanın, seciyenin tarifle44
rinde de fazla durmıyacağım ve bunlara temas eden pedagoji sistemlerini ·de burada saymıyacağı m . '
Mevzua geçmeden evvel şunu da arzetmek isterim k i , yukarıda söylediğ i m meseleler, batı m i l l etle ri nde de tam manas i l e hal edil mem iştir Batıda da hars batı medeniyetinin sürat ve kuvveti le mütenas iben yükselm iyor. Ba�ıda da bilhassa 5Miln devi rde ma�erya l izm ve opportünizm tesi rile ideal izm gölgede bırakı l ı yor. Eğer batı haki kate n , tarihi materyal izme karşı va ziyet almak isterse elbette ideallzmi ve m i l li harsı kuvvetlendirmeği düşünecektir. Batı nın buna ihtiyacı varsa, bizim gerek · muhaci reti miz içi n , gerekse yarı n kurtu lacak yurtlarım ızdaki kardeşlerim iz için bu mese leler i l e uğraşmam ız farzdır. Benim bu mevzua ehem m iyet vermemin mühim sebebi budur. Ü l künün zeka ve seciyeye tesiri izaha başlama dan evvel ü l kü üzerinde biraz durmamız zaruridir· Ü lkü : Cemiyetin maddi ve manevi varl ığını da ha mükemmel b i r şekle getirmek -emelidir. D i n , m i l l i yet ve sınıf ü l külerin i n , hepsinin müşterek vasıfları cemiyeti kendi gayelerine çekerek yükseltmektir. Bu suretle herhangi bir ü l künün tahakkuku demek, bü tün içtimai müesseseleri kendi esaslarına göre kur mak demektir. Bir ü l künün muvaffakiyeti demek, tik riyatın ı n hukuka, ahlaka, sanayii nefiseye hakim ol ması demektir. Hangi sahada olursa olsun ü l külerin tahakkuku büyük fedakarl ı klara mütevakkıftır. Ü l kü cülerin yaları daima d i kenl idir. Çünki ü l künün tarihi bir ehemmiyet kesbetmes i , hayata geçmes i , bütün içtimai kanaatlerin yeni b i r formü le kalbolunması de mektir. İnsan ı n tab i atında mevcut olan muhafazakar l ı k vasfı , cemiyeti daha iyi , daha yüksek bulduğu ül-
45
küye doğru daha serbest adım attıramaz. Mazinin ve halin zincirleri çok zaman istikbalin ümitlerinden ağır basar. Ü l kücülerin rol ü bu ağır zincirleri koparmak tır.... Cihan tarihini tahl i l ettiğimiz zaman, mübala gaya düşmeden, şu hakikati tesbit edeb i l i i rz : Beşerin medeniyet ve hars namına yarattığı her şey mutlaka imanın eseridir· Ülküler kadar tari hi beşere hiç bir şey kuvvetl i bir hız vermemişti r. " Hegel : · Cihan tarihi hürriyeti idrak ve tahakkuk et tirmekteki terakki sahifeleridir,• diyor. Beşerin, hür riyetin manasını anl ıyabi lmesini temin uğrunda ne kadar ü l kücü kurban düşmüştür. Cihan tarihi, vicdan. söz, basın vesair hüriyetler ne kadar hürriyetçi, ül kücü kurbanın kaniyle yazı l mıştır. Ferdin, m i l letlerin hürriyeti uğrunda ne kadar m i l l iyetçi ülkücü can ver miştir. Evet Karlayl : • Beşeriyetin tari h i , kahramanla rın tercümei halinden ibarettir,• der. Biz bunu daha sarih şöyle diyebil iriz : Beşeriyetin iyiye ve yüksekli ğe attığı her ad ım mutlaka ü lkücülerin eseridir· Ü lkü heyecanı n kaynağ ıdır. Fertlerin ve cemiyetlerin ru huna giren bu kuvvet, onları tabii ve zaruri olarak azami inkişafa götürür. Gustave le Bon, •Tal i m ve ter biyenin psikolojisi " eserinde : " Bir milletin tefevvuk ve tekamülü kendi müesseseleri veya hükümetinden ziyade talim ve terbiyesine bağlıdır, .. der. Bu doğru olmakla beraber, mil letlerin bütün müesseseleri gi bi tal i m ve terbiyeleri de ü l külerinin, imanlarının tesi rine tabi olduğundan biz m i l l etlerin aşkından başka bir diğer ülkünün de ruhlarında yaşaması onların tet kiklerini b i r kat daha derinleşti rmelerinde aamil olur. Şahıslarımız ve menfaatlarımız üzerinde titremek bir ülkü olamaz. Bu gibi duygular zekanın mahdut bir çer çevede kalmasını intaç ettiği gibi meselelerin ciddi tetkikine de set çeker.
46
Zekanın intizamına gel i nce, burada da ü l künün l üzumu aşikardır. Elimize geÇen her şeyi midemize doldurmam� faideli olamıyacağı gibi , lüzumlu l üzum suz her malumatı da karmakarışık kafamıza doldur mamızdan bir hayır bekleyemeyiz. Zekanın geniş, derin işleyebi l mesi için malumatımızın kafamızda bir intizama tabi olması şarttır. Herhangi bir ül küye sa hip olan adam her bildiği şeye, ü l küsüne olan ehem miyeti derecesinde kıymet veri · r Ona faideli ve mü himse, hafızasında ayrıca saklar ve bütün bu malu matı faideli ve zararl ı olan kısımlara ayırır. Her ülkQ yalnız istikbale giden bir yol olmayıp, ü l �ücü bir ada m ı n fikirleri bu silsi leye bağlanır. Bu suretle gerek faide ve gerek tarih cihetinden fikirler bir intizama tabi olur. Ü lkünün di kkati artırması pek sarihtir. Herhangi bir meslek için yetişen bir zeka, yalnız kendi işi et rafında di kkat edebilir. Halbuki bir ül küye bağlı olan lar hayatın her tecell isine ehemmiyet .verirler. Bazen bir tek kel ime dikkatimizi celp eder. Bilhassa idea l izmle çal ışan teşkilatlara dahi l olan ü l kücüler, ü l kü nün dikkati ne kadar arttırdığını pekala bilirler. Meslek aşkı , fikri takibi temine kati değildir. Mesleği yalnız para ve şöhret kazanmak için düşü nenlerde kuvvetli fikri takip olamaz. Fikri takibin can lı ve devamlı şekilde bulunması için kendimize karşı kendimizi tenkit eden ve daima mes 'ul iyete çeken bir kuvvete ihtiyaç vardır. Para, şöhret hırsları fikiri ta kipte bizi sonuna kadar götüremezler. Artık fazlası nı istemem diyebiliriz . Yahut mühim bir meseleyi pa raya veya şöhrete tesiri olmıyacağı ndan dolayı so nuna kaadr takip etmeyiz. Fakat bir ü l kü aşkı ile çır pınırsak zekamızın az çok ehemmiyet verdiği her meselede fikri takipte sonuna kadar israrda mecbu-
47
riyet d uyarız. Yapma_zsak vicdan mes'u l iyeti karşı sında kal ırız. Bunun içindir ki, Şii ler : u İ deal und Le ben .. ş i i rinde, • Hayatta ancak hiç bir yorgunlukla azimleri kırılmıyanlar, heyecanları d urmıyanlar haki katin gizli menbaının kendi.leri için aktığını görürler• diyor. Şimdi ü l künün seciyeye tesi rinden kısaca bah sedelim : Foerster : • Seciyeye mal ik olmak, kendi irade kuvveti ni temerküz ettirmek ve kuvvetlenmektir, ha rici tesirlerden kurtul maktır, zıt fikirler yerine bir tek fi kre gel mektir, alçakl ığın ve gevşekl iğin her şeklini yenmektir, .. der. Gustave le Ban • M i letlerin Tekamü l ü .. eserinin 1 0, 1 76, 1 77, 1 78'nci .sahifelerinde : •Zeka tabiatın gizli sırlarını bulmağa ve onun kuvvetlerinden istifa de etmeğe yarar. Karakter ise, kendimizi idare et memizi ve tecavüzlere karşı korunmamızı tem in eder. Ben bu eserde ve sonra başka kitapl arımda da bir miletin kudretinin zekasına değ i l , seciyesine tabi ol duğunu yazmıştım , • ve .. Tarihte birçok m i l l etlerin sü kütlarını tetkik ettiğimiz zaman -bunlar eski İ ranl ı lar, Romalı lar ve diğer hangileri olursa olsun- bunların mahvlarını intaç eden en büyük amilin karakteri nin sükütu neticesinde zihniyetlerinde meydana ge len değişikliğin oldtığunu görürüz : Ben hiçbirisinin zekaalarının azal masından dolayı süküt ettiğini gör medim. Romalı lar, Acemler süküt ettikleri zaman bü yük teşkilatlara sahipti ler ve zekadan da mahrum deği ldirler. Bunları mahveden m i l l etlerin zekaları , bun larla kabi l i kıyas değildi. Roma, imparatorları zama n ı nda süküta başladığı zaman en güzel sanatkarla ra ve en kuvvetl i alimlere mal i kti· Kendisinin büyük lüğüne delil olan bütün eserler tarihin bu devrinde 48
y3ratı lmıştı . Fakat o, temel olan ve zekanın inkişafı A i l e emin edilemeyecek olan en büyük amili kaybetmişti ki, o da seciye idi. Eski devir Romal ılarının ih tiyaçları zayıf, fakat ülküleri kuvvetli idi. Roma'nın büyüklüğü den ilen bu ülkü onların ruhlarına tama men hakimdi- Her vatandaş onun için kendi ailesini kendi zenginliğini, kendi hayatını fedaya hazırdı . Roma cihanın kutbu haline geldiği zaman dün yan ı n en zengin bir şehri idi ve her taraftan ecne biler buraya dolmuştu. Bunlar hatta vatanda � ık hak kını da almışlardı. Bunların gayesi Roma'nın zengin l iğinden azametinden istifade idi. Roma'nın şerefi, zaferi ise bunları az alakadar ediyordu. O devirde bu büyük şehir büyük bir kervansaray halini almıştı , fa kat Romal ı l ı ktan çıkmıştı . O daha yaşar görünüyor du. Fakat ruhu çoktan ölmüştü . • diyor. Bir mil letin kuvveti kendi zekasına değ i l karak terine tabidir. Gerek fertlerin ve gerekse m i lletlerin hayatında yükselme ve düşme onların karakterile mütenasiptir· Karakterin zaafa uğraması, milletleri zeka ve medeniyetlerinin kuvvetlerine rağmen, sükut etti rdiği gibi fertlerin de yükselmeleri ve alçalmalan karakterlerine bağlıdır. Hayatta zeka ve bilmek kafi deği ldir, iyiyi, fenayı ayırmak lazımdır. Ası l esas olan onu tatbik edebilmektir. İ nsanlar en eski devirlerden beri bunun güçlüğünü anlamışlardır. Eski bir laatince ş iirde: Video mel iora propoque deteiora sequor - iyi olduğunu görüyorum , tastik ediyorum, fakat fe na yapıyorum • diyor. Bunu hayatta kendimiz de ne kadar tekrarlamışızdır ve ne kadar işitmişizdir· i şte bizim iyiyi yapmamızı , fenadan kaçmamızı temin eden kuvvet karakterdir. Gelelim ül künün karaktere tesirine : Karakterin bazı vasıfları , cesaret, enerj i , müte•
F. : 4/49
şebbislik, doğruluk, netse hakimiyet vesairedir. Ka rakterin bu vasıflarına ü l künün tesirini ayrı ayrı tet kik uzun olacağı ndan, ben karakterde ve onun bu vasıflarında da esas olan i rade kuvveti üzerinde kı saca duracağım. İrade esastır. Çünkü onsuz bu va sıfların hiç b i risi ne içtimai ne de ferdi hayata ta hakkuk ettiri lemez. İ rade yalnız bir büyük heyecan veya hamle devrinde adım atmamızı temin eden kuv vet değildir. İrade, bir imanın i nsanın bütün hayatı na hakim olmasını temindir. En küçük işten en bü yüğüne kadar aynı esası düşünerek hüküm verme m izi ve aynı esasın icap ettirdiğini yapabi l memiz de mektir. İ rade, mütemadi katkı , sab ı r ve sebat i l e kuv vet bulur. Payot : • Araplar büyük hükümdarl ı klarını tutamad ı lar- Çünkü memleket idaresi , yol lar i nşası , mekatip ve sanayi tesisi için lazım gelen müdavim katkıya mal i k değ i ldiler, !' diyor. Türk tarihinde de ce saret, kahramanl ı k yanında ; fikir hayatının, medeni i ktisadi işlerin kısır kalmasının sebepleri budur. Evet, ancak i rade kuvvetidir ki bize, zekamızın daima iyiyi ve faideliyi aramaktan bıkmamasını temin eder, on ları hayatta tatbike sonsuz imkan verir. İ radeye ü l künün nasıl tesir ettiği meselesine geç meden evvel felsefede çok münakaşalar geçirmiş olan mühim bir noktada durmak zarureti vard ı r. İ nsan maneviyatı , ahlakı ve nihayet i radesi ka bili tesi r m idir? . i nsan madde ile ruhun birleşmesid i r. Madde ol mak itibarile mukadder, ruh olmak itibarile serbest tir· Mecburiyet ve hürriyet insan deni len küçük ale m i n iki kutbudur. Biz b i r taraftan ı rk, an'ane, i rsiyet gibi esaslara bağlı isek, diğer taraftan da muhitin ve yaşadığı mız zamanın, başkalarının işlerinin, fikirleri nin tesi rine de tabiyiz. Eimien i nsanı sandala benze50
tir : « Hayata atı lmış b i r adam deniz ortasındaki bir sandaldır,» der. Sandal rüzgarın tesi ri nden kaçamaz, dalgalar onu yolundan ayırmak isterler. Bu hafif san dalın selamete götürülmesi için b i r esas vard ı r ki , o da dümen ve dümencinin kuvvetidir, iradesidir. Evet ' i nsan maddesi itibariyle bütün maddenin kaderine tabidir. Fakat aynı zamanda ruh da olduğundan mu kadderatına tesir edebil ir. Mademki ift6an en sert demi r madenlerini eritmiştir, mademki i nsan en kor kunç hayvanları bile iradesine tabi kı labi lir, o, kendi nefsini de terbiye edebilir. H ayvanları tabii fıtratları öyledir diye bırakmayıp, sabırla, i rade kuvveti ile on ları terbiye edeb i l i rse, elbette kendi iradesini de ken di fikrine tabi kılab i l i r. Ü lkünün i radeye tesirine g eli nce : Ben mideden ziyade ruhun kuvvetli olduğuna maddeden ziyade ruhun hakim olduğuna i nananlar tır. Beşer yalnız maddi müzayakadan kurtulmak için tır. Beşer yalnız maddi müzayekeden kurtulmak için çırpınmıştır. Medeniyet yalnız muhitin tesi riyle de ya ratı lmamıştır. Biz maddi, manevi terakkide yüksek b i r iman ı n , b i r sevginin tes i rlerini görürüz. • Fikir kuvvet tir• sözü hakikatlerin en yükseğidir. İnsanların bir fikir, bir iman uğrunda yalnız midelerini değ i l , ailele rin i , hayatlarını unutmaları, ölüme atı lmaları fikrin kuvvet olduğunu isbat etmez mi? Fertlerin ve cemi yetlerin hayatında fikirlerin hakim rol oynamaları için iman ve ideal haline gelmeleri lazımdır. İnsanlar ül külerine tapmalıdırlar. Onu her şeyden ziyade sevme l idirler. İ nsana hakim olan ülkü aşkı neye kadir deği l dir? Bu sevgi mahal tanımaz. Nerde bu sevgi varsa orada azim ve i rade var demektir. Ü l küler ruhlarda kuvvetli iman ve kuvvetl i sevgi doğu rarak, bizi daima aynı hedefe koşmağa mecbur ederek i rademizi kuv51
vetlendirir. Ü l kümüzün tesirile biz tabii olarak fikir ve duygularımızı beslediğimiz gibi, ü l kü müzü yalnız ruhumuzda canlanmakla kalmaz, biz onu etrafımızda da ararız. Bu suretle muhitimiz de ülkümüze uygun olur. Ruhumuza, muhitimize hakim olan ülkü i l e kuv vetlendkçe biz, bizden ve maddemizden ziyade ü l kü müz ve ruhumuz için yaşarız ve onun emrettiğini tabii olarak yaparız. Ü lkü sevgi ve heyecan menbaıdır. Ruhları bu kuvvetlerle harekete getiren insanların iradeleri ise her şeyi en mükemmeline çıkaracak kadar kuvvet lenir· Din için, m i l li ü l kü için her mil letin tarihlerinde yaşatı lan destanları yaptıran ü l kü kuvveti, fertlerin iradelerini canlandırarak yaptırmıştır. Layem ut Şo pen'in dehası elbette insanlığa çok kıymetli parçalar verecekti. Fakat acaba Şopen Leh faciasını n çocu ğu olmasayd ı , onun yüreği yurt ve m illet kaygusu i l e çırpınrnasa idi, onun haya l i nde Lehista n i ç i n ölenler, , zindanlarda inleyenler, Sibirya'ya sürülenler can l ı ola rak yaşamasa idi o öyle bir Şopen olablir m i idi? Bugün küçük çocuklar bile ecnebi mil letlerin fut bolcuları ile karşılaştıkları zaman daha dikkatl i , daha iradel i oynarlar ve yorgunlukların, oradaki kıskanç l ı kların ı unuturlar. Bu fazla enerj i , bu fazla metanet, bu fazla birlik milli duygunun mahsulü değil de nedir ve neyi isbat eder? Bu yorucu sözlerimden bir netice çıkarmak la zım gel irse, ·Sağlam fikir, sağlam vücutta bulunur,• dedikleri gibi biz de, olgun zeka ve sağlam seciye ancak yüksek bir ül küyü sağlam bir surette benim semekle temin edi lir, deriz. Ancak ülkü sayesinde fi kirlerimiz, kanaatlerimiz ve iradelerimizle hayatta tam faideli olmamız temin edil i r· Ancak bu seviyeye çı kan münevverler, mil letlerin m ümtaz vasıflarını ala52
bilirler. Bize bütün tarih gösteriyor ki i l imde, sanayi i nefissede, sanayide, medeniyetin her şubesinde ya pılan muvaffakiyetler bu sınıfın eseridir. Zekada mü savat aramak medeniyeti . durdurmaktır. Zekada mü-, savat ancak alçakl ı kta olabi l i r. Tekamül konusunu ve tabiat kanunu bunun aksini amil ve amirdir. Söze başlarken ben mevzuu bilhassa doğulular ve Türkler için hazırlamakta olduğumu söylemiştim. Çünkü Gustave le Bon , kendisinin • mi l letlerin teka mülü · eserinin 1 67'inci sahifesinde doğu ile batı ara sındaki farkı doğuran sebepleri araştırırken, en baş ta batının bir elit sınıfa malik olduğunu ve doğunun bundan mahrum bul unduğunu kaydeder. Mede11iyet el itlerin eseri olduğu gibi, herhangi bir ü l künün bu lunmas ı , formüle edilmesi, canlandırılması ve müda faa edi lmesi işinde de en birinci rol mümtazlarındı r. Doğuda ve Türk aleminde canlanan büyük m i l l iyet cereyanının acele ve sars ı lmaz bir surette yüksele bilmesi için, medeniyetle mi lli harsın birbirini tamam lıyarak, kuvvetlendirerek inkişaf ettirilebilmesi için bizde batının her şeyden evvel bı:'.ı elit sınııfını yarat mak zaruridir. Japonlar, her şeyden evvel hayatı is tihkar eden mümtaz ü lkücü sınıflarile batıya yetişti ler ve onu geçtiler. Doğunun ve Türk aleminin ge leceğ ini düşünenler ve cihan medeniyetinin, cihan sulhunun büyük mikyasta tahakkukunu dileyenler bu ü l kücülerin yetişmesine çal ışmal ıdırlar. Biz ülkücülük kuvvetini tarihlerinde isbat etmiş ve bize en iyi bir m isal olan yüksek ül kücülerin yur dunda bulunuyoruz. Benim yurdumda ve benim gibi burada bulunan aziz felaket kardeşlerimin yurtları n da ise eski Rus s i l indiri birçok masumun birçok ül kücünün mübarek kanları ile kızıla boyanarak her şe yi mahvediyor. Evet her şey mahvedi l ir, fakat yeni53
den yaratıl abi l ir. Elverir ki mil letlerin ruhu ölmesin ızdıraplar kadar milletlerin ruhunu kuvvetlendiren ne vardır? Felaketler, facialar kadar, ülküleri bizim ta rihlerimizin şerefi olan ve ilelebet mil letlerimizin vic danlarında yaşayacak olan kahramanlarımız neyin eseridir? leh faciası olmasayd ı , leh ü l kücülüğü bu kadar kuvvetl i olabilir m i idi ? H ayatlarını istihkar ederek, felaketlere, ölümlere atı larak yurtlarının bu günkü sadetini hazırl ıyanlar, bize yalnız ülkünün kuv vetini isbat eden bir ders vermekle kalmıyorlar, mu kaddes davalarımızın mutlaka muzaffer olacağına ümitle bakmamıza iman da veriyorlar. Hep beraber mil letleri uğrunda ölen ül kücü m i l l iyetçi lere · rahmet, kalanları na selaamet ve muvaffakiyet di leyelim.
54
OLl�Ü ve TÜRKÇÜLÜK
Ü lkü nedir? Ü l küye temel olan fi kirler ne gibi şartlara uymalıdır? Yurd umuzun kurtarı l masını ve bugünkü inkişaf devrine girmesini sağlayan hangi ü lküdür? Ü lkümüzün, müslümanların ve Türklerin gelece ğ ine . d ünyanın gelişmesine bakışı nedir? Ü lkümüze aykırı fikirler ve onu tehdide yelte nen cereyanlar hangileridir? Bilhassa XIX. asrı n yarısından beri , bütün dün yada fert ve cemiyet hayatındaki tesiri incelenerek ge len, ü l kü mevzuuna bizde ancak 1 908 M eşrutiyet in kılabımızdan sonra, hassaten Balkan Harbi faciası nın ruhlarda yarattığı sonsuz ızd ı rap, fikirlerde mey dana gelen hareket neticesinde, ciddi önem verilme ğe başland ı . Bu kadar i ncelenmiş bulunmasına ve Türk genç lerinin hayatlarında, ü l kü tesirinin en parlak tece l l isi olan mesut Türkiyemizin siyasi ve harsi kapitülas yonlardan nasıl kurtulduğunu görmüş ve okumuş ol malarına rağmen, neden ü l kü mevzuunu seçtim? 55
Rahmetli Yusuf Akçora, 1 91 3'de Türk Yurdun'da basılmış olan u Emeı .. (İdeal) makalesinde : u Eğer bir heyi içtimaiyede kavi iman l ı bir kit lei güzide bulunmazsa; emin olmalıdır ki, o heyeti iç timaiyenin terakkisi şöyle dursun, bekayı vücudu bi le tehlikeye, şüpheye düşer.... Ü l küsüzlük, yahut da idealde intizamsızl ı k bir heyeti içtimaiye için pek vahim ve tehlikel i bir haldir. B u hal cemiyeti içinden yer, yahut muhtel if ve ma kus taraflara çeker. Heyeti içtimaiyemiz yaşamak istiyorsa, sağlam ve müsbet bir ü l kü sahibi olmalıdır,• der. onlara esas olan fikirler ne gibi şartlarla mukayyetÜ lkülerin sağlam ve müsbet olabilmeleri için, tirler? Bunu incelemekten maksadı m ülkü diye ad landırılan, hatta bu hayalle mil letleri kana ve ateşe sürükleyen bazı cereyanların ü l kü tanı lamayacağı n ı tebarüz ettirmektir. Bizim ülkümüz üzerinde durmaktan gayem de, hem , yalnız dıştan gelen cereyanlarla değ i l , içte de hatta hüsnüniyetle, heyecanl ı imana dayanmakla be raber, Türkçü lük yolumuzun temel fikirlerine aykırı olan bazı yanlış telakkileri, Yusuf Akçora'nın tabiriy le • i ntizamsızl ıkları • tebarüz ettirmek ve hem de bu ideolojide hemen hemen üzerinde hiç de durulma mış olan geleceğe ait görüşlerimizi gücüm yettiği ka dar belirtmektir. Bunun bu sırada yap ı l masını zaruri kılan sebep de dünya durumudur. Medeni dünya, varl ığım, mukaddesatın ı koruma yolunda ve dünya mil letlerinin hür ve müsavi esas ta birleşmeleriyle tarihte yeni ve insan l ığa layık bir devrin kurulmasını dilemekte.... Sayısız vetolariyle bu gelişmeyi .baltalayan , tarihte görülmemiş derecede
56
zulüm ve tethişe insanların ve mil letlerin haklarını çiğneyen, hatta hüküm sürdüğü yerlerde hak, hürri yet, insanlık mefhumlarını bile boğan kızıl emperya l izm ise, sözde i ktisadi müsavatı gerçekleştirmek emeliyle, yine sözde komünizm yolu iTe dünyayı ta hakkümü altına almağa çalışmakta . . . . B u durumda, neden medeni dünya safında yer aldık? Bunu bize, yirmi iki asırdan beri , yurt ve dev let uğrunda eşsiz kahramanlıkların şan l ı destanlariy le sahifeleri bezenmiş olan ulusumuzun büyük tari hi olduğu gibi, bu tarihten ve Türk harsından . al ınan i l hamla kurulmuş olan Türk ü l küsü de sarahat ve ka tiyetle emretti. ... · İsti klal, pazarl ı k mevzuu olamaz ! ,, imanından doğmuş olan Cumhuriyet Türkiyesinin yeri elbette • insanlara, milletlere hak ve hürriyet! • diyen cephe olacaktı. Dünya ufuklarının yıldı rımlarla yüklü olarak ye niden karardığı bu devirde, dün tarihimizin en kor kunç mahşer meydanı ndan kurtul mamıza ve bugün kü mesut demokratik gelişmeye ulaşmamıza temel olan ü l kümüzün nurlu yolundan hep birlikte geçme miz faideli olur ümidiyle ü l kü ve ü l kümüz konusu ile bunları kaleme aldım. Mevzua geçmeden evvel , bir iki mesele üzerin de kısaca durmayı zaruri buldum. Acaba m i l letler mukadderatı , insanlık tarihi mu ayyen bir gayeye doğru yürüyor mu? Cemiyetin bu na doğru ilerlemesinde en ziyade müessi r olan kuv vet hangisidir? Eski ve yeni felsefenin farkl ı mekteplerinin bu hususta i leri sürdükleri mütalaaların, hülasatan ol sun tesbiti merakl ı ve faideli bir koiıu ise de biz an cak 1 4. asırda yaşamış, sosyolojinin ve tarih felse57
fesinin en eski babası diye tanınmış olan büyük Arap feylezofu İ bni Haledun i l e 1 760- 1 83 1 arasında yaşa mış ve 1 9. asır felsefesinde en müeesir rol ü oynamış olan Alman feylezofu Hegel 'in görüşleri üzerinde kı saca duracağız. Charles Rappoport, 1 925 'de neşrettiği " Tarih Felsefesi • adl ı eserinde, en büyük önemli İ bni Hal dun'un tarihe bakışında durur ve tarih felsefesi il minin kurucusu olmak şerefine herkesten ziyade, onun layık olduğunu kaydeder. İnsanların cemiyet halinde yaşamak kabiliyet ve zorunda olduğu, tabiatın onların hayatları nı idamede karş ı l ı kl ı yardıma ve tesanüde mecbur etiği esasına dayanan İbni Haldun, insanların toprakta yerleş meleriyle, şehirler kurmalariyle medeniyetin canlan dığını tesbit ve tarihe tenkit usulü ile bakarak bütüh bu gel işmelerin daimi tekamül iktizası olduğunu ka bul eder. İ nsanlığın tekamü l yolunda ilerlemesini te min eden en büyük amilin de ilim ve fikir olduğunu tanıyarak altı kısımdan ibaret olan " Tarih Felsefesi ,. eserinin son faslını bu bahse ayırır. Her ne kadar İbni Haldun, yine ilk olarak, Kari Marks'dan hiç olmazsa beş asır evvel iktisadi haya tın, bil hassa istihsal aletlerinin cemiyet mukaddera tında, medeniyeti n gelişmesinde oynadığı rolde önem le durmuşsa da, onun, tarihin ve medeniyetin i l erle mesindeki esas fi kri , insanl ığın tekamüle bilhassa ilmi ve fikri gel işmenin yardımiyle ulaşabi leceği mer kezindedir. Hegel de, Tarih Felsefesi D eserinde : M i l letleri fiki rler idare der. Dünya hadiselerini fikir, fikrin akli iradesi irade etti ve ediyor,• der· İnsanı , şuur ve hür riyet telakki ettiğinden, • mi lletlerin tarihleri, onların hak ve hürriyet yolunda yaptıkları mücadelelerden u
58
a
ibarettir ve tarihin i l eri hamleleri, hak ve hürriyeti id rak ve tahakkukuna yQ.rayan fikirlerin eseridir... • der. Neden tarih , fikir ve hürriyet yolunda ilerlemek zorundadır? Çünkü , tarih de hayat gibi, tekamül yo lunu takibe mecburdur. Canlanma, nas ı l uzviyetleri hayat hamlesine gö türerek, kendilerini hapseden kabukları kırdırarak, varl ıklarının gel işmesini sağlar ve onları hayat işle rini görecek hale getirirse, fikirler de nefse, muhite esirl ikten kurtularak ergerç kendi serbestisine kavu şur ve canlandırmak istediği gayeye doğru mütema di gel işme yoluna girer. Tabiat ve uzviyetlerde, hayata mümdemiç canlı l ı k ve hamle kudreti neise, fikrin cevherindeki daha iyiyi arama vasfı da odur. Hür olan fikirler, fertlerin ve cemiyetlerin gel işmelerine engel olan maniaları , tıpkı hayat hamlesi gibi, inkılaplarla ortadan kaldı rırlar. Buna binaen, Hegel'in tarih felsefesinden i l ham almış olan meşhur Fransız tarihçisi .M ichelet : • Tarih, ebedi bir protesto ve hürriyetin müterakki bir zaferidir,• der. Fransız mütefekkiri Gustave le Ban, · M iletlerin Tekamül ü • eserinde : · Bir fikrin içtimai ehemmiyeti , onun zihniyetler üzerinde oynadığı tesirle ölçülür, • der . İbni Haldun'un, Hegel'in arzettiğim esas fikir lerini mil letlerin ve insanl ığın gel işmesine tatbik et tiğimiz zaman, medeniyetlerin ve mil letlerin yüksel me ve çökmeleri nde şaşmaz bir barometre olarak hüriyet ile fikrin can l ı l ı k veya solgunluğunu buluruz. Bu kanaatla, 1 934'de, Köstence'de, Romanya'da yaşayan kardeşlerimize ülkümüzü ve yolumuzu an latmak maksadıyle : " Neden Türkçü neden batı me deniyetinin taraftarı ve neden istiklalciyiz?" mevzu un59
da verdiğim konferansta : • Esirl iğin en elimi, esirl iğini anlamayacak kadar fikri esirl iğine düşmekti r. Bilhas sa fi kri esirl ikten kurtulabi lmek, insan l ı k için en çe tin bir iş ol muştur. Kuvvetlerin en esas l ı temeli fikir olduğundan, fikir, hürriyetine kavuştuktan sonra i n sanl ı k tabii olarak i �tisadi, içtimai, dini, siyasi esir· liklerden sıyrı lacak ve tam hürriyete kavuşacaktı,• demiştim. Evet, nerede hürriyet havası eserse, fikir canl ı l ıkla yaşarsa, oralarda medeniyetler zeval tanı· mazi ar.... Bu hakikatı , dünya tarihi ile karşılaştırmaktansa b i rçok bakımdan daha faidel i bularak kısaca İslam ve Türk tarihinde durmayı tercih ettim. 1 870'lerde, Avrupa ile İslam alemi arası ndaki far· kı tebarüz ettiren merhum Ziya Paşa : Diyarı küffarı gezdim, kaşaneler gördüm. Dolaştı m mülkü islamı bütün viraneler gördüm. demişti . Bu, neden böyle olmuştu ? Acaba bu İslam dininin esasatının bir neticesi mi idi ? O devirlerde, batıda .. islam medeniyete manidir?• iddiasında bu lunanlar pek çoktu· Hatta meşhur Ernest Renan bile bu kanaatte idi. Haki kate tamamiyle aykırı olan bu iddiay ı , islamiyetin i l k devirlerinde yarattığı demok ratik siyasi kalkınma, yeni imanla fikirlerin canlan mas ı , eski Yunan felsefesi bekayası nın ele a l ınarak yeni görüşlerle incelenmes i ; ilmin, felsefenin yeniden ihya edi lmesi katiyetle tekzip eder. Bu hususta, Şeyh Cemalettin Efgani 'nin(") Renan'a verdiği cevabı, 1 942 de kendisinin Repuration des Material istes adlı İsviç re'de basılmış eserinde bulabil irsiniz. Bu kitabı, yalnız bu cevap kasdiyle değ i l , daha 1 875'lerde. bu müttefek kirin sosyal istler, nihil istler, komiir.istler hakkındaki (")
Efgani için değer ölçüleri değişiktir. Bazıları onu İslam'a zararlı bulurlar.
60
hükümlerini, bugün de ciddiyetle tetki ke değer bu ldu ğumdan , gençlerimize tavsiyeyi faideli buldum. Umumiyetle islamın, batı rönesansının doğma sında oynadığı rol ve batı medeniyetine tesirl eri hu susunda da Draper'in klasik tanı lan H istoire bu de veloppement intellectuel de l 'Europe (Avrupa'nı n fik ri gel işmesi tarihi) adlı üç ci ltl ik eseri ni tavsiye ede rim. · İslam medeniyete manidir! • iddiası asl ında çü rüktü .... Çünkü , hakikatte bütün viraneler yal n ız mül kü islamda değ i l , bütün doğuda idi. Bütün doğu müs tem leke hal ine gelmişti. M aksadımız bu durumu in celemek olmadığı ndan (fikir) in miletlerin sükut ve yükselmelerindeki rolünü tebarüz ettirmek için Tarih Kurultayı 'nda okunmuş olan Hikmet Bayur'un çok kıy metl i • Doğunun İnhitat Sebepleri • eserinden birkaç cümleyi buraya aktaracağı m : •Şimdiye kadar zikretmiş olduğurı'ı inhitat se bepleri umumi Türk ve Müsl üman alemine şami l se beplerdir. Ve bunlar arasında taassuba ait olanlar, d iğerlerinden nisbetsiz derecede mühimdirler ve yal nız başına herhangi bir mil leti imha için kafidirler.• Taassubun zihniyetleri tahaccür ettirerek fikirleri öl d ürdüğünün bir acı misal ini de H i kmet Bayur, Muh tar Bekir adl ı müell ifin ·Türkistan • ad l ı eserinden al dığı şu cümlelerle · belirtir : • Vaktiyle İbni Sina, Fa rab i , İmam Buhari, A l lame-i Tusi, U l uğ Bek, Al l amei Zemanşeri, Mir Ali Şir Nevai, Süleyman Bakırgani, Ba bür M irza, Ebülgazi gibi nadirei asırlar yetiştiren Tür kistan medreseleri bugünkü günde vakıf yiyici mü tevell iler, müderrisler, atıl ve cahi l baykuşlar mahal l i kaldılar.... • Evet bu durum, yalnız Türkistan'da değil bütün Türk ve lslam aleminde, bütün batıda böyle idi. Fi61
kirlerin canlanması neticesinde, matbaanın bizde, o da birçok kayıtlarla mukayyet olarak, ancak 1 729'da, yani Avrupadakinden üç asır sonra kurulduğunu, ilk el ifbanın da 1 856'da basıldığını kayıtla kanaatlanaca ğım. Türk m i l letinin büyük ıslahatçısı Gaspıra l ı İsma i l , 1 882'de Kırım'da çıkardığı Tonguç mecmuasında ; • Sönmüş kalpleri ne ile yandı rmalı, basi reti kesmiş perdeleri ne ile kaldırmal ı , gaflet sahrasında serilip kalmış bir mil let ne i l e ayağa turguzma l ı ? • sualleri i l e tarihi işine başlamış, 1 883'de neşrine başladığı Tercüman gazetesinde 1 895'de çıkan 50. sayısında : · M il letin terakkisi için her şeyden evvel fikir lazım dır. Fikirler uyanmadan terakki etmek i mkansızdır. Onbeş yıl ewel kendi evinin dışını görmeyen fikir ler, bugün umumun hal ini ve umumi işleri düşünmek le meşguldür. En büyük terakkimiz de bu olsa gerek tir,• diyerek m i lletlerin yükselmelerinde fikir manive lasının rolünü tebarüz ettirir· Bütün dünya milletleri gibi, İslam aleminin ve Türk dünyasının sükutu, kalkınma ve yükselmesi de bize, Hegel 'in, « Dünya tarihini ve mil letler mukadde ratını fikir, fikrin mantıki i radesi idare eder! • hükmü nün doğruluğunu bir kere daha isbat eder.... Fikir hürriyeti tanı nmayan yerlerde, ferdi ve ce m iyeti tekamüle götürecek esas fikirleri bulanlar, formüle edenler bulunursa bile, bunlar, zihniyetlere g i rerek fertleri ve cemiyetleri iman ve heyecanla fik rin mantıki iradesine sürükleyecek bir ideal haline gelemezler. Ü lkü nedir? Ülküye temel olan fikirler ne gibi şartlara uymal ıdır? Şimdi bu meseleler üzerinde kı saca duralım. Ü l künün, fert ve cemiyete tesiri d i k kate alınarak, _o, tan yıldızına, pusulaya, meşaleye,
62
bozkurda benzeti lmiştir. Biz ü l küyü kendi bünyesi ba kımından tarife çal ışacağız. Ü l kü : hakka , hürriyete, terakki ve tekamüle da yanarak, kafalarda yarattığ ı inanç, yüreklerde can landırdığı heyecanla, ferdi ve cemiyeti azami dina mizme sürükleyen bir ana fikirdir. Umumiyetle ülkü bahsinde yapılan tetkiklerde, ü lkünün ancak fert ve cemiyete tesirinde durularak, ü l künün ü l kü olabilmesi için hakka, hürriyet ve te kamüle uyması lüzumu incelenmediğinden birçokla rımız, irtica ve komünizm gibi , hem mil letlerin iç du rumlarını ve hem de tarihin hakka, hürriyete ve te kamüle doğru yürüyen cereyanını köstekleyen tama miyle reaksiyoner ceryanları da ülkü olarak telakki ediyoruz. Halbuki, herhangi bir esas fikrin bir cemi yetin ideal ine temel olabilmesi için, onun, hem o ce miyetin ve hem de insanl ığın hukuki, siyasi tekamü lüne uyması ve bunu hızlandırması şarttır. Ancak bu takdirde ü l küler tarihin müsbet seyrine uyarak de vaml ı ve verimli olur, tarihi rol ları oynarlar. Faraza Fransa'da kıral lığın yeniden kurulmasını di leyenler, bunu bir ü l kü tanıyarak çalışıyorlar. On ların bu irticai hareketi ü l kü tanımalariyle, yahut da bizim buna • Fikir ve içtihat serbesttir • düsturu ile kıymet vermemiz bir mana ifade etmez. Hatta bun ların herhangi bir buhran anında Fransa'yı geriye sü rükleyerek kırallığı kurmaları da bu esas fikirlerini ü l kü olarak tanımamızı zaruri kıl maz. Bu hareket mu vaffak da olsa , neticede Fransız mi letinin m i l li ha kimiyet hakkını ve demokratik gel işmesini ihlale se bep olaca�ından, hem Fransa'nın ve hem de dün yanın hukuki ve s iyasi gelişmesine aykırı düşeceğin den, devamİ ı olarak, Fransız milletinin mukadderatı na temel olamaz. Fransız ihtilalinden beri , bu yolda 63
yapılan ve Fransız milletinin kanına, malına, i lerle mesine pek pahal ıya mal olmuş olan teşebbüslerin akamete uğraması da bundandı r· Ü lküye esas olan temel fikrin, dünyanın hukuki ve siyasi tekamülüne uyması zaruretini bütün insan l ı k tarihi ve bütün milletlerin geçirdikleri acı misal ler pek açık olarak isbat etmektedir. Siyaset kitabında : · Barbar ve esir kalmağa. mah kum olan diğer milletleri kendi yaradı l ışı ile, ancak Yunan mil letinin idare etmesi mukadderdir,• diyen Aristo'dan beri birçok fikir adamları , siyasiler, ku mandanlar bu seçilmiş m i l let iddiasiyle, mil letlerinin dünyayı tahakkümleri altına alarak idare etmesini ileri sürdüler.... Bu iddiada bulunan m i l letler için ol duğu kadar, komşuları ve insanlık için de birçok fa cialara mal olan bu hak ve hürriyet tanımayan şoven fiki rler neticede tarihte boğulup gitti ler.... Daha kor kunç bir akibete, bunun son misal ini de, yarattığı korkunç cehennemde hakkı , hürriyeti erittiği , yok et tiğ i , idaresindeki insanları ve milletleri köleliğin en feci durumuna düşürdüğü halde bütün insanl ı k mu kadderatı nı eline almağa kal kışan Kızıl Emperyalizm verecektir. Herhangi bir fert, m i l l etinin hakkına, hürriyetine, isti klal ine karşı olan herhangi bir fikri ülkü tanırsa, onun sonu nasıl hacalet, nasıl hapishane köşesi ve vicdan azabı ise, insanlığın hak ve hürriyet yolun daki tekamülünü hiçe sayan fikirleri ü l kü tanıyan milletlerin akıbetleri de er-geç hüsran ve izmihlal dir. Bu .. cümlelerimle, kısaca , ül külere esas olacak fi kirlerin ne gibi şartlarla mukayyet olduğunu tesbit. ve izaha çal ıştım. Şimdi bu esasa göre, 0Türk ü l küsü nedir? Osmanl ı imparatorluğunun mukadder olan in-
64
hilali sezildiğinden beri ortaya atı lan -:ı !l cı fikirlerden hangisi tarihi imti hanı tuttu ? Hang isi kendimizi bul mamıza, gelişmem ize, bugünkü demokrati k inkişaf yo luna girmemize, medeni dünya ile aynı safta bulun mamıza yaradı ve dünyanın yarinkı gel işmesine uy mamıza da esas ' ol maktadır? 20. asır başlarında fikir hayatımızda canlanma ğa başlayan Türkçü lük cereyanına geçmeden, basit bir hakikat üzerinde kısaca durmayı zaruri buldum. Eğer, Yeniçeri ocağının yıkılmasından beri biz de başlayan teceddüt hareketi yavaş da olsa yürü memiş, tanzimat devri açı lmamış, ordumuz doğu mü tehassısları ile salaha götürülmemiş, doğu rnedeni yeti ile ve batının hürriyet havası i l e heyecanlanan genç Osmanl ı lar, vatan ve devlet faciasını sezerek inkı lap hamlesine atı lmamış olsalard ı , 1 9. asrın ya �ısından sonra bizde zait de olsa başlayan teceddüt hareketi ile irfan ve iman gel işmesi canlanmamış ol saydı , ne meşrutiyet inkı labımız yapılabil ir, ne de Türkçülük Cereyanı bir ü lkü haline gelebilirdi. ... Sayın Remzi Oğuz Arık'ın 1 947'de bası l m ı ş olan · Ülkü ve İdeoloji • eserinin · Bizim mill iyetçi l iğimiz bahsinde çok güzel ifade ettiği gibi : • Müteferrika İbrahim'den beri , hiç olmazsa on nes i l , bu işin ba şarılmasına çaablamış, can vermemiş olsayd ı , bu ülkü nasıl doğar, nasıl gelişir, Türklüğün mukaddes teme l i oolabilir, Türkiye nas ı l kurtarı lır, inkı lapları mız nas ı l canlandırı l ı rdı ? .. Türkçülük ülküsünün büyük kurucularının büyü ğü Ziya Gökalp'in 1 4 yaşındaki çocuk kalbi de, Ka zım Nami Beyin , •Ziya Gökalp• eserinde tespit et tiği gibi, kuvvetli olarak i l k defa, Namık Kemal'in öJü mü münasebetiyle babasının ona söyledikleriyle ve : • İ şte, sen de bu adamın arkasından gideceksin, onun F. : 5/65
gibi vatanperver ve hürriyetperver olacaksın ! • sözü i l e titrememiş miyd i ? Türkçülük fikrin i bulanlara v e b u fikirlerden Türkçülük ülküsünü işleyenlere tesir edebilmiş ve onların fikirlerinin doğruluğu sezi lmiş mahdut da ol sa bir muhit hazırlayan bi� mazimiz, olduğunu hatır latmaktan maksadım, hangi devirde, hangi bucakta olursa olsun devletimizin ve ordumuzun korunmasın da kahramanlıkla canlarını vermiş olan mübarek şe hitlerimizi m innet ve şükranla takdise mecbur oldu ğumuz gibi, m i l letimiz i rfanın ı n yükselmesi uğrunda feragatla çalışmış, olanları da daima hürmet ve rah metle hatırlamamız lüzumunu tebarüz ettirmek için· dir. Bundan gayem, hem gençl iğimizi ü l kücülükten ayırmak isteyenlere, mazide hürmete l ayık bir şey olmadığını telkin edenlere cevap vermek ve hem de bugünkü mesut gel işmemizi ilim yolu ile i nceleyebil · meleri için geçmişimize önem vermelerine di kkati çekmektir. Bu esasa hürmetle , gelel im Türkçülüğün 2el iş mesine : Türkçülük, 20. asırdan beri batıda gelişmekte bu lunan nasyonalizmin bütün doğu, bütün Türk dünya sında i l k defa esaslı olarak işlenmiş bir ideolojisi dir. Türkçülerin tarihi işleri , kısaca, Türk m i l liyetçi l iğini canlandırmalarıdır. Türk m i l li gel işmesini, m i l Hyeti bulma ve m i llet olma diye iki devreye ayırırsak, birincisi Türklüğü seziş ve bunun i l mi i ncelenme devridir ki bu Türkoloji sahasıdır. Türkçülük, Türko lojinin tesbit ettiği tarih, d i l , kültür birliği esasları n ı v e kardeşlik duygularını bütün Türklerin hars, içti mai ve s iyasi mukadderatlarına hakim kılarak büyük Türk milletinin milli rönesansını gerçekleştirmek için g i rişilen fikri ve siyasi mücadeledir. Bunu yapanlar
66
Türkçülerdlr. Türklüğe ait meseleleri ancak i lmi in· celemeler sahasında tetkik edenler Türkologlardır. Yusuf Akçora'nın ( mesut umdeler) diye vasıf· !andırdığı ve Türkçülerin Türk milliyetçiliği gayelerini tahakkuk ettirebilmeleri için kabul etti kleri Türkleş mek, islamlaşmak, muasırlaşmak esaslarından bil hassa Türkleşmek, Türkçülerin ü l kü leriydi. Türkçüle rin, Türk mil letinin maddi, manevi gel işmesi bakımın dan din ve medeniyetle alakadar olmaları zaruri idi. Türkçülerin, sözde islamcı lar ve yine sözde medeni yetçilerle uğraşmaları Türk milliyetç i l iğinin yoluna engel olmamaların ı temi n içindi. Onlar, dinin de, me· deniyetin de hakiki cevherleriyle milli gelişmeye yar dım edeceklerine inandıklarından, bunu temin için müteasıplar ve kozmopol itlerle uğraştı lar. Türkçülere kadar da fikir hayatım ızda, dinimizin terakkiye mani olmadığını ve içtihat kapısının açı l ması l üzumunu sa· vunan terakkiperver din ulemamız vard ı . Fakat bun· lar, batı medeniyetinin alınmasının, m i lli cereyanın canlanmasının dinimize aykırı olmadığı kanaatini mü dafaa edememişlerdi . Türkçüler hem bu esasları ve hem de islamın, hakkı n tekamülüne yol açtığı haki katini tebaruz ettirdiler. Ziya Gökalp'in tabiriyle: · Medeniyeti m i l li har se aşı lamanın l üzumunu • anlayamadıklarından dolayı bizde sağlam bir fikri ve medeni gel işmeyi temin ede memiş olan tanzimatçılara karşı da Türkçüler bey nelmilel olan medeniyetten hakkile faydalanabi lme miz için, kozmopol itlikten kurtularak m i l liyetçi olma mız lüzumunu müdafaaya çalıştılar. Türkçülük ülküsünün nasıl canland ı ğ ı , Osmanlı c ılarla İslamcıların baazn insafsızca yaptıkları · Ara bınkinl Arab'a, aceminkini acem'e verirsek elimizde Türk'ün uzun kol lu h ırkasından başka b i r şey kal67
maz• yahut d a •Türk' de bir kudreti münciye varsa o, evvel a kendisini kurtars ı n • , gibi tariz ve mütalaa ra rağmen , nasıl gel iştiği hakkında tafsilata girişme yeceğim. Türkçülerin iç gel işmemiz bakımından ile ri sürdükleri fikirlerde de pek fazla durmayacağım. Her ne kadar meşrutiyet inkılabından evvel , 1 903' de Paris'te inkılapçı larımızın çıkardı kları • Şurayı Üm met• gazetesinde basılan u Bir Tavsiye » başlıklı ma kalesinde Yusuf Akçora : u Ahval i m!'lmleketin ısla h ı demek, yalnız şekl i idarenin tebeddü l ü demek de ğildir. Bu, bütün cemiyeti Osmaniyenin inkılabı de mektir• cümlesiyle, bizde içtimai inkılabın l üzumun dan bahsetmişse de bu mesele, Ziya Gökalp'in 1 9 1 0 d a 11 Genç Kalemler • , · Yeni Felsefe ,. mecmuaları ile 11 Rumel i · gazetesinde çıkan · Yeni Hayat ve Yeni Kıymetler • makalesinde esasl ı olarak işlenmişti.... Ziya Bey bu makalesine şu cümleleriyle başl ıyor : « Biz siyasi inkılabı yaptı ktan sonra i kinci bir vazifenin önünde kaldık : içtimai· inkı labı haz.ı rlamak .... İ çtimai inkılap demek, eski hayatı beğenmiyerek yeni bir ha yat ibda etmektir. Yeni Hayat demek de, yeni i ktisat, yeni aile, yeni bedaat, yeni felsefe, yeni ahlak, yeni siyaset demektir.• ·
Türkçüler, Türklerin yeniden canlı , medeni, bü yük bir millet olabi lmeleri için bu yeni hayatta, onun içtimai inkılabını yapmayı düşündüler ve bütün bu gel işmeyi de milli hars temel inde canlandırmayı esas tanıdılar.... Türkçülerin, bütün hayatımızda di ledikleri yeni l iği temin için ileri s·ü rdükleri fikirleri burada hülasa etmeğe imkan yoktur. Gençlerimizle temasımda ken dilerinin, Türkçülerin dinimize bakışlariyle meraklan dıkların ı anladığımdan, hem bu bakı.mdan ve hem de 68
bu meselenin az da olsa aydınlatı lmasını faideli bul duğumdan, bu meselede kısaca durmağı zaruri bul dum. Merhum Ağaoğlu Ahmet Bey, 1 91 2 'de •Türk Yurdu • nda çıkan .. Türk A lemi • seri makalesinin 8'in cisinde (2. cilt, sah- 549) umumiyetle bizim dini ceh· ! imizi şöyle tesbit eder : · D ine ait cehalet Müslümanlar içinde müthiştir. Din denilen şey dine katiyen muhalif bir takım adatı sakimeden, itikadatı nahifeden ibaret kal ıyor. Ekse riyetimiz içinde islam yerine kaim oian gıdayı ruhani birtakım efsaneler, hurafeler, batıl itikatlardır. Din namına kabul etm iş olduğumuz, dinin esas ruhuna taban tabana zıt olan birçok hurafat bizi manen öl dürmektedir.• Dinin esas ruhunu aramak.... İşte, Şeyh Cemalet tin Efgani'nin bütün lslam dünyasının karanlık, don muş fikir dünyasında, büyük gürultülerle bir ş imşek gibi çakarak, batıda, doğuda ortaya attığ ı bu tezi, bü tün lslam dünyasında en esas l ı olarak ve vukufla , yüksek medeni cesaretle işleyenler Türkçüler oldular. Ziya Gökalp; 1 91 8'de Yeni Mecmua'n ı n 29. sa yısındaki •Türkçül ü k nedir?• makalesinde, din il im lerinin esası olan fıkıh ve kelama dayanarak ve ayet ve hadisleri inceleyerek • Bir itikat meselesinde akıl ile nakil taarruz ederse, nakil akla göre tevil olunur. Örfden mütevel lit naslarda itibar örfedir. İslamiyet, umumi ahkamda, yani hüsün ve kıbıh hükümlerinde, örfü hakim addediyor. Hüsün ve kıbıh hükümleri, bu günkü ı stıtaha göre kıymet hükümleri demektir. M üs bet içtimaiyat i lmine göre de kıymet hükümleri nde hakim örfdür. İslamiyetin bu i ki kaidesi bize göste riyor ki, bu din, yalnız bugünkü şekliyle örfe muvafık ,_
r.
'·
69
kalmıyor, belki kıyamete kadar vücuda gelecek her türlü içtimai hayatların doğuracağı müsbet i l irtıler ve içtimai örflerle hem ahenk kalacağını da temin et· miştir. H i ç bir din islamiyet kadar bütün zamanlara ve bütün milletlere kabili tatbik değildir. İslamiyette zamanın tagayyürü ile ahkamın tebeddü l ü kabil ol duğundan Müslüman miletlerin asri leşmesine hiç bir mani yoktur• diyor· Ağaoğlu Ahmet Bey de M a!ta'da yazdığı, · Üç Medeniyet• eserinin 44. sahifesinde, dinin dünya iş· terinden, muamelattan ayrı lması l üzumunda ısrar ede rek : •Zaten dünya işlerini siz benden iyi bil iyorsu· nuz, diye emreden Peygamberimiz değil midir ve (Bir emirde şüphe varit olursa akl ınızla halediniz) buyu ran O değil midir? Bilahare, (Nas ile örf arasında tesaddüm olursa, örf müreccahtır) kaidesini vazeden din ı,ıleması değil midir? işte bütün bu mütalaaalar isbat ediyor ki, di· nimizde layetgayyer ve ebedi olan itikadatla , ibadet· tir. Muafelata ait kavait ise tesadüfidir, zaman ve me· kanla mukayyettir. Bu kaideyi esas itihaz ederek, dinin mevzuunu sarih ve vazih bir surette tefrik eder ve diğer mev zularda kendimizi tamamen serbest addedersek, hem dinimizi muhafaza ve ala etmiş oluruz ve hem de bi zi birçok yüz senelerden beri ihata eden devri te selsülden kendimizi kurtarır ve asrımızla yek renk ve yek ruh olarak yürüyebi liriz. Ve ila bizim için halas yoktur, tekrar ediyoruz. Bugün asrımızla, zamanımızla, muhitimizle bizim aramızda azim bir mübayenet, bir tezat hasıl olmuş tur. Biz bu mübayeneti, bu tezadı refetmez ve ara l ı ktaki boşluğu doldurmazsak zaman ve mekan için de garip ve yabancı kalı r ve daima onların esi ri olu70
ruz. Bir zamanlar bizimle ası r ve muhit arasında bir ahenk ve muvazenet vardı .... Etrafımızda yaşayan mil letlerin dinleri de dünya işlerine karışır, aynı zihni yeti onlara tel kin ederdi.... Fakat bugün onlar, din· terini hakiki sahalarına, yukarıda gösterdiğimiz veç hile, i rca etti ler. Dünyaya ait işlerini tanzim etmek hususunda serbestl iği tam ihraz etti ler. Bundan dola yı onların dinlerine ne zaf arız oldu ve ne de fütür.... Bilakis din asrın ruhu ile muvazi yürüdüğünden, gittikçe kuwet peyda etti . Cemaatlar ise günden gü ne terakki ve taal i ederek, bizi pek çok geride bırak tı lar. Onlara yetişebilmek için, biz de aynı suretle hareket etmek mecburiyetindeyiz. Etmezsek hem ken dimiz, hem de dinimiz mahvolacaktır. Nasıl ki ş_imdi ye kadar her gün olmaktayız. Kurtuluş, yalnız dünya işlerinin tanziminde tam serbesti ihraz etmemize va bestedi r.... • diyor . İslamın mill iyete muhalif olmadığını da Ziya Gö kalp şöyle ifade eder : •Örfü içtimai, tesanüdü takviye eden kaideler dir. Örf. müşahhas bir cemiyetin vicdanı ndaki vecit le tayin olunur; Bu suretle örfün m i l li olduğu haki katı meydana çıkar. Çünkü müşahhas bir cemiyet de mek, beraber yaşayarak müşterek bir l isana malik olan bir zümre demektir. Bunun da ismi mil lettir,• der ve makalesini şu cümle ile bitirir : •Ü halde bazı mu taassıpların islam dini, mill iyetle yahut batı mede niyeti ile iti laf etmez demek doğru değildir.• İslamın ruhunu arama yolunda i lerleyen Türkçü ler, islamın, hakkı n tekamülüne yol açtığını, bunu teş vik etiğini de tebarüz ettirdiler. Türkçülerin bu görüş leri , dinimizi tetkik eden batı ve islam alimlerine te sir etti . Gençlerimizin bu hususta umumi bir fikir edinmeleri için Ankara'da 1 948'de · Ebedi Risalet• 71
adiyle basılmış olan Azzam Paşa'nın eserine Ahmet H amdi Akseki merhumun yazdığı i l k sözünü, bilhas sa, İslam akıl dinidir, İslam dininin hedefi beşeriye tin tekamülüdür. Müsl üman l ı k en yüksek demokrasi umdelerini ihtiva eder .... • bahislerini okumalarını tav siye ederim . Türkçüler, yeni hayat felsefesiyle bütün harsi, içtimai, siyasi hayatı mızın yenileşmesi yolundaki fi kirlerini büyük bir kadro ile ve Türk Yurdu, Yeni Mec mua, islam, M i l li tetebbular, i ktisadiyat, İçtimaiyat mecmuaları gibi büyük bir neşriyatla işlediler. Yeni hayat hamlesinin ifadesi olan bu fikirlerin eskilikle çarpışması ndan doğu aleminde görülmemiş bir müsademe! efkar canland ı . Ve bundan tam zafer le ç ı kan barikai hakikat Türkçülük oldu. Gerek bu neş riyat ve gerekse Türk Ocakları kadrosu i l e Türkçü l ü k ideoloj is i , istiklal in! kurtarmağa çal ışan mileti mu vaffakiyete götüren sağlam m i l li ü l kü haline geldi ve neticede bu mübarek yurdun siyasi ve harsi ka pitülasyonlardan kurtularak miletimizin tam istiklali ne kavuşmasına temel oldu. Ben i m , Türkçül ü k cere yanında önemle üzerinde durmak istediğim cihet • di ni dinimden, dili d i l imden • olan bütün Türklerde Türk çülüğün sezi lmesi, ü l kü olarak işlenmesi ve hatta hayata geçirilmesi meselelerine, esaslı değ i l , üstten bile bakı ldığı takdirde, bu cereyanı bütün Türklerin elbirliğiyle işlemiş, hepsinin aynı heyecanla benim semiş, ve ancak bunu milli yol l arı tanımış olmaları hakikatıdır. Yan i , bütün Türkçülerin Türk mil letini bir bütün tanımalarıdır- Maalesef, bizde Türkçülüğün en az anlaşılmış, en zaif olarak benimsenmiş kısmı da budur. 1-htta bizde Türkçülüğün hırpalanmasına en zi yade sebep olan da bu temel fikirdir. Evet, Ziya Gökalp : 72
•Deme bana Oğuz, Kayı, Osmanlı Türküm, bu ad her unvandan üstündür. Yoktur Özbek, Nogay, Kırgız, Kazanlı Türk mileti bir bölünmez bütündür .. D demişti . Prof. Sadri Maksudi de 1 925'de Türk Yurdu'nun 2. cildinin 1 1 . No.sında çıkan •Türk Birliği D makale sinde: • i nsaniyet tarihinin bütün asırlarında Türk ırkının efradı bir milet (nasyonal ite) teşkil etmiştir. Türklerin, l isan ı , ruhiyatı , harsi, hangi asırda olursa olsun, daima bir olmuştur. Birbi rinden uzakta yaşa yan Türk kabilelerinin lehçelerinde cüz-i farklar ol muş ise de bu farklar, hiç bir asırda, Türk kabi leleri ni ayrı mil letler telakki ettirecek bfr mahiyet kesbet memiştir. Türkçülüğün hakiki ve i l mi tarihine vukuf ç<> ğaldıkça, Türklük dünyası için kıymetler bir hakikatı herkes anlayacaktı r. Bu haki kat haddizatında gayet asdedir. Bu da, Türk dil inde konuşan bütün Türklerin bir mi let olduklarıdır• demektedir. Fakat bizler nası l bir zamanlar ümmet, millet. hars ve medeniyet kelimelerini karıştırıyor idi isek, şimdi de milleti , ırka karıştı rıyor ve hala ne kalemi miz, ne dil imiz, m i l letimizin diğer il lerinden olanlara m i l letdaşlarımız, daha doğrusu kardeşlerimiz diyemi yoruz . Ve mütemadiyen ırkdaşl arımız sözünü kullanı yoruz. Tarihi bir haki katı bütün çıplakl ı ğ ı ile tebarüz et tirmek için söylenmesini zaruri ve faide l i bularak tes bit edeyim ki , bütün şimal Türkleri, daima hem Tür kiye'yl Türklüğün mukaddes bir temel i tanıdı lar ve hem de Türkiyel i Türk kardeşlerini daima kendi leri nin öz kardeşleri olarak bağırlarına bastı lar. Bu dü nün. bugünün işi d:?ğ i l , hep böyle idi. Me:;ıhur Macar müsteşriki Vamberi. · Reşit Paşa'nın bernamesiyle, bü.
.
73
tün Asya Türkleri nezdinde sonsuz hürmetle, izaz ve ikramla karşı landığını etraflı anlattığ ı gibi, bunu pek çok seyyahlar da kaydederler. Birinci Dünya Savaşı' nda, Ruslara esir düşmek bahtsızlığına uğramış olan bütün kardeşlerimiz de bu hakikatın şahididirler. Uzak Doğu'da, Kore'de yaral anan gazilerimizin etra fında, hiç bir menfat beklemeksizin, en candan ala ka, şefkat ve şevki ile çırpınan Kuzey Türkleri ev latlarının, kendi lerine tam kardeş l i k duyguları ile bağ lı olduklarını ifadede, Yurd'a dönmüş bütün kardeş lerimiz müttefiktirler. ... Gençl iğimizin Türklüğü bir bü tün olara k anlayamamakta mazur olduğunu da itirafa mecburum. Bundan dolayı Reha Oğuz Türkkan'ın 26 Şubat 1 954 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki maka lesinde, Amerika'da yüksek tahsili yapan bir karde şimizin, diğer Türk i lerinden olan kardeşleriyle gö rüştükten sonra kendisine : .. Yahu, konuştuklarını an l ıyorum. Onlar da Türkmüş! demesine hayret etme ğe elbette hakkımız yoktur .... Türkçülüğün Kuzey Türk lerinde nasıl gel iştiğini izaha ise, maalesef, vakti miz müsait değildir. Türk dil, tarih ve kültür birliğini seziş, Kuzey Türklerinde de XIX. asır sonlarında başlar. Gerek Türklüğü seziş ve gerekse bütün Türklere kurtuluş yollarının bütün Türkleri bir bütün, bir tek m i l let ta nımaları olduğunu anlatma işinde en tarihi rolü oy namış olan zat, 1 881 'den itibaren Kırım'da faaliyete geçmiş olan Gaspıra l ı İsmai l 'd i r. Yalnız Türklerin bir m i llet olduklarını değ i l , ka bileciliğin zararl ı olduğunu da tesbit ederek işe baş layan Gaspıralı , dinimizin terakkiye mani olmadığını i leri sürüyor, medreselerde müsbet ilimlerin okutul masrnı ·müdafaa-ediyor, sıra l ı ve kara tahtalı usulü ce didi mektepler � açarak eks i kl iğini yıkıyor, kurduğu •
74
ve kurulmasını teşvik ettiği cemiyeti hayriyelerle Türkleri teşkilatlanmağa sevkediyordu. Çıkardığı ga zetenin ilk sayılarından itibaren dildirliğinl yaratma işine girişiyor ve gazetesini açık, sade İstanbul şi vesinde çıkarıyor. ... Bu sade dil davasını en temel iş tanıyan İsmai l Bey i l k Türkçü şairimiz Mehmet Emin Beyin .. Türk Şiirleri .. ni en yüksek heyecanla, belki Türkiye'deki dostlarından da ewe l , şu satırlar la tebrik ediyordu. • Ş i i rlerinizi Edi rne, Bursa, Konya, Ankara, Erzurum Türkleri anlayıp , lezzetlenip okuya cakları gibi, Tifl is Şirvan, Horasan, Türkistan, Kaş gar, Deşti Kıpçak Sibirya . Kazan ve Kırım Türkleri de okuyacaktır ki, bu şerefe Fuzuli ve Nabi nail ola madılar. Kırk elli mi lyonluk ve otuz asırl ık bir aleme iptida bir kaşık oğul bal ı n ı yediren siz oldunuz : Size şereftir, bize saadettir· Tebrik ediyorum. Tercüman'ın çalışması da bu yolda hizmettir. • Gaspı ;a l ı 'nın yavaş yavaş artan ve taraftarları nın kuzey Türklüğünde canlandırdıkları yeni fikirler le eskilerin çarpışmas ı , tarihimizde görülmemiş şe kilde kuwetli oluyor. Neticede bi lhassa 1 905 Rus buh ranından sonra elde edilen, mahdut da olsa, hürri yetle Rusya Türklerinin çıkardıkları gazete ve mec muaların gün geçtikçe sayısı artıyor ve bunların yüz de 90'ı Gaspıral ı 'nın 1 881 'den beri müdafaa ettiği sa de açık dille neşriyatta bulunuyorlar .... Bu neşriyatın pek büyük kısmına Türkçü fikirler temel oluyor.... 1 905'den sonra, açık ve gizli yapı lan kongreler de a lınan kararlar hep Türkleri birleştirme gayesine matuftu. Azerbaycan'ın muhterem evlatlarından Ali M erdan Topçubaşı 'n ı n , mezhep farkları n ı n dini ve milli birliğimizi gevşetmemesi gayesiyle yaptığı • Mez hep farkı ·gözetmeksizin müşterek bir d ini müessese kurulması • tekl ifi m i l li ülkü birliği i l e müttefikan ka75
bul edildiği gibi, Gaspıra l ı 'nın · İ l k okulların son sı nıflarından itibaren bütün tahsilin açık, sade müşte rek edebi di lde yapılması • teklifi de yine ittifakla ka bul edilmişti . Bu olaylar, Gaspıral ı 'nın, i l k fı rsatta , 1 905'de gazetesinin başına, Türkçülük ülküsünü ifa de maksadile, koyduğu · D i lde, Fikirde, İşde Birlik,, umdesinin tahakkuk yoluna girdiğini _tebşir ediyordu. Türklüğü bir bütün olarak tanıtmak ülküsü ile işe ge çen Gaspıral ı 'nın, 1 883'de çıkardığı Tercüman gaze tesinin ve 1 905'den sonra çıkan Kuzey Türkleri ga zete ve mecmualarının en büyük kısmının her nüs hasında Türkiye'ye karşı düşmanl ı k yapan reaksiy.o ner Rus basınına karşı yapılan tenkit ve hucumlar, kendi meselelerine ayırdıkları sütunlardan daima faz la idi. Kuzey Türklerinin Türkçülük esasları ile mi lli yo la g i rmeleri konusunu b i rkaç cümle ile hülasaya ça' lışacağım. Hepimiz, Türkçülerin Türkleşmek, İslamlaşmak� muasırlaşmak umdelerinin esasını Azerbaycan'ın en sayg ı l ı evlatlarından Hüseyinzade Ali Beyin 1 906'da, BakO'de çıkardığı Füyuzat mecmuasında tesbit etti ği ve Ziya Gökalp'in bunu daha esasl ı ve i lmi temel de işlediğini bilirsiniz. Türkiye'de Türkçülük cereya nının ön safında çal ışmış olan Azerbaycanlı Hüse yinzade Ali Bey ve Ağaoğlu Ahmet Beylerle Kazan lı Yusuf Akçora, Halim Sabit Beyler ve diğerleri te sadüfen, yahut da fani h ı rslarla bu yola sarı lmamış lard ı . Onlar, Türk i llerinde Türklüğü sezenlerin, Türk çülüğü tahakkuk ettirmeğe çal ışanların muakkipleri , bütün Türklükte canlanmağa başlayan Türk ü lküsü nün ve Türk milli vicdanının mümessileri idiler.. . . Meşrutiyetten sonra Türkiye'de diğer unsurların taş kınlıkları , Boşa gibilerin meclisi mebusanda bile mil76
li h islerimize, karşı yaptıkları tarizleri nas ı l , n ihayet b ize, · Bu topraklarda hakim bir unsur var. Onun da adı Türktür,• dedirtmişse, Kuzey Türkleri de uğraya geldikleri haksızlıklara , Ruslaştırmalara ve birlikleri n i n parçalanmasına isyanla Rusların kaibgahı olan Duma'da (mebusan mecl islerinde) hemen hemen ay nı tarihte bu hakikatı haykırmışlardı. Sayın Prof. Sad ri Maksudi Bey, 1 91 1 'de Duma'da Ruslara hitaben : a Cengi devrinden kalma eski eserleri, Rus hazinei evrakında mevcut fermanları tetki k ederseniz, bun ların hepsinin saf Türkçe olduğunu görürsünüz .... Rus ya'da yaşayan . ve sizlerin Müslüman veya kabile ad ları i l e Tatarlar, Başkı rtlar, Çavuşlar, Kırgızlar, Öz bekler, Nogaylar, Karaçaylı lar, Kırımlılar diye andı ğ ımız halkların hepsi Türkoğlu Türktürler, hepsinin dili birdir ve TürkçedirD dem işti . Türklüğünü anlamış olan Kuzey Türklerin Türk çü evlatları , 1 9 1 7 Rus inkı labından sonra Moskova' da toplanmış olan büyük kongrede hakim rolü oyna dıkları gibi , i l k fı rsatta bütün Türk i llerinin mukadde ratını da Türkçüler elerine a.ldı lar. Birbi rlerinden ayrı yerlerde yaşayan, birbklerin den farkl ı siyasi ve içtimai durumlarda bulunan bü tün Türklerin bir mi let olma yoluna, aynı ideolojiyi işleyerek, benimseyerek girmeleri siyasi mukadde ratlarını her tarafta aynı ülkünün taraftarlarına ver meleri dini dinimden, d i l i d i l imden olan Türklerin bir milet olduğunu isbat etmez mi? Meşrutiyet inkılabımızdan sonra, o tarihe kadar kuzey Türklerinde kul lanılmayan N iyazi, Enver, Talat gibi adları n , birdenbire , bütün Türk il lerinde kulla n ı l mağa başlanmas ı , bütün Türklerin aynı kahraman lara , aynı muhabbetle bağ l ı l ı kların ı n bir del i l i deği l midir? 77
Kazan Türklerinin büyük Türkçü evlatları R ıza- ettin Kadı ve Fatih Kerimilerin Şura ve Vakıf gaze telerinde Balkan Harbi faciası dolayısı i l e yazdıkla rı • Kardeşlerimiz kan ağlarken biz bayram yapama yız .... • Makaleleri i l e kuzey Türklerinin büyük kıs mının Kurban Bayramını kutlamamış olmaları ve bu devirde Rus üniversitelerinde okuyan erkek, kız bü tün Türk gençlerinin, Rusların Türk düşmanlığını pro testo etmeleri , bazıları nın bu yüzden hapishanelere atılmaları, içlerinden bazı larının Türkiye'ye gönüllü olarak gelmeleri acaba "!illi rabıtayı ifade etmez mi? Aynı esas fikirleri benimseyen, aynı kahraman ları seven, aynı felaketle ağlayan bütün Türklerin bir m i llet olduklarında. ııas ı l tereddüt edi l ir? Bir m iletin bir milli ü l küsü olur. Hep birlikte ül küye esas olan fikirleri sezmiş aynı zamanda can landırmağa çal ı şmış olmaları bütün Türklerin bir m i l let oldukların ı isbata yarayan en güzel bir deli l ol duğu gibi, Türkçülük ülküsünün bütün Türklerin mu kaddes ülküsü olduğunu da en hayati bir surette te barüz ettirir. Gerek bizde ve gerekse kuzeyde Türkçülük, har se dayanan m i l li temeli benimsemişken, bazı kar deşlerimizin iyi niyet ve yüksek heyecanla da olsa Türk m i l l iyetç i l iğini ırkçı l ı kla karıştırmaları hiç bir ba kımdan tecviz edi lecek bir hareket değ i ldir. Türklü ğü bir bütün olarak tanımak için milliyetçi olmak ka fidir. Türkçülük nasyonal izmdir. Yeni Mecmua'nın 1 9 1 8 tarihli 5 1 . sayısında "Türk çül ü k ve Türkiyeci l i k • makalesinde, rahmetl i Ziya Gö kalp : • Fi l hakika bizde de Türkiyecilik, katiyen ihma l i caiz olmayan mübrem bir vazifedir. Fakat bu vazi fe ve gayenin ayrı adı , ayrı hususiyeti vardır. Buna 78
Türkiyecilik denildiği gibi vatancı l ı k namı da veri l i r· Jön Türkler, yalnız Türkiyeci idiler. Türkçüler Türki ye i l e beraber Türklüğü de düşünenlerdir. Bugün Türk çülüğün yegane gayesi hars birliğidir. Binaenaleyh bugün hiç bir Türkçü, Kafkas Azerbaycanı'nı, Kırım'ı , yahut da diğer bir Türk ü l kesini memleketi m ize il hak tasavvurunda deği ldir. Türkçülerin bu ü l keler hak kındaki temennisi , bunların müstakil devletler halini alarak tam istiklale nail olmalarıdırD der. Türkçülerin programları bu kadar sarih olduğu halde, ona ırkçılık, turanc ı l ı k veya mıntıkac ı l ı k gibi fikirler isnat etmek ve Türkçülüğün Türkiye'yi avan türye, emperyal ist bir yola sürüklemek istendiğini id dia etmek de herhalde en hafif tabiriyle insafsızlık tır. Fikir ve siyaset dünyasında, bizim milli gelişme mizi baltalamak Türkiye siyasetini güya emperyal ist ve şüpheli göstermek isteyen Zarevand, Hondkaryan g i bi Ermeni muharrirlerinin, Mandelştam gibi Rus em peryalistlerinin yazdı kları Türkiye ve antitürkizm gibi eserlerinde böyle tahrif ve tezyiflerde bulunmaları nın manası elbette kolayl ı kl a anlaş ı l ı r. Bunlara 1 930'da Paris'te Rusça olarak neşretti ği • Panturanizm Hakkında• adlı eseri ile sarih cevap lar vererek, tarihi ve çok müsbet bir iş görmüş olan Azerbaycanlı aziz kard eşi m iz Rezulzade Emin Beyin bu eserine yazdığı il ksözde, Gürcü milli hükümetinin reisi Jordania, • Eserin tetkikinden görülüyor ki, ba tını n bugüne kadar anlayamadığı doğuda geç de ol sa, batı yolunda aynı adımlarla, aynı inkişafı göste ren siyasi, milli fikirler, aynı içtimai ve siyasi şekil lerle, batın ı n tahakkuk ettirdiği tekamüle doğru yü rümektedir• diyerek Türklerin milli gelişmelerinin bü79
tün m i l l etlerin milli yol larının aynı olduğunu teba rüz ettiriyor ve muhterem Emin Beyin ileri sürdüğü gibi, Türkçülüğün pantürkizm ve panturanizmle ala kası olmadığını tasdi k ediyor. Meselenin bu önemine binaen de, ben Türkçü lerin m i l letlerin ve dünyanın geleceğ ine ait fikirleri üzerinde durmayı zaruri buldum. Bilhassa bunların sa rahatı ile, Türkçülüğe yapılan isnatları n haksızlığının tamamiy!e tebarüz edeceği nden eminim. Ancak buna geçmeden kısaca Türkçülük'de iç gelişmemiz hakkındaki fikirleri tarihimizle karşılaştı ralım. 1 91 9 'da Versay sulhü zamanında, Güney Afrika mürahhası olan General Simith XIX. asrın yarısın dan beri dünyanın geçirdiği harbler, siyasi, iktisadi buhranları kasdederek, i nsanlığın geleceği hakkında şu cümleleri söylemişti : " Beşeriyet, yeniden çadır ların iplerini çözdü ve o edebi seferin başlayıp ye ni ve henüz gayri muayyen ufuklara doğru yola çıktı. Evet, o tarihlerde insanlık yeni ve bel l i olmayan ufuklara doğru yol a l ı rken, dünyanın geçirdiği bu umumi buhranlardan başka, hiç bir miletin tarihinde · uğramadığı kadar iç ve dış düşmanl ıklarla karşı kar şıya gelmiş bulunan, bütün varl ığı ve geleceği yok edi lmek isteni len bir m i l letin nereye gideceği evvel den katiyetle tesbit edilmişti . Ağaoğlu Ahmet Bey'in ifadesiyle, · Bi r milet vardı ki , yalnız yedi devlete karşı değ i l . yere ve göğe, talihe ve kadere karşı bi le isyanı mukadderd i . • Bu miletin tarihinden, an'aneslnden tevarüs et tiği istiklal aşkının kudretine inanarak, onun en ağır şartlarda da kendi necatını hazırlayacağından emin olan evlatları idi ki, Ziya Gökalp'in (Mahşer M eyda-
80
nı), Yusuf Akçora'nın (Azra i l i n , müstakil vcırl ığımızın önüne diktiği an) diye adlandırdıkları o en kara gün lerimizde (Amerika Mandası), ( İngiliz H i mayesi) di ye öten baykuşlara karşı a Türk devleti yıkı lamaz • d iye haykırmışlard ı . Onlar yalnız haykırmamış, bü tün Türkçüler Anadolu mücadelesine iştirak etmiş ve yurdun mühim noktalarındaki Türk Ocakları, düş man girince, i l k kapattığ ı müesseseler ol muştu. Atatürk'ün dehas ı , en hassas bir mı knatıs gibi, Türk devletinin ve mi lletinin kurtuluşuna esas ola bilecek bütün inkılapçı fikirleri çekti, yoğurdu ve on ları eşsiz olan takti k kabi l iyeti ve kudreti ile, hiç bir mil letin tarihinde görülmeyen bir hızla tahakkuk et tird i . Bu böyle olmakla beraber, yurdumuzun kurta rılmasına ve inkı labı mıza temel olan ideolojinin Türk çülük olduğuna tereddüt edilemez. Ziya Gökalp bu hakikatı şu cümlelerle ifade eder: · Acaba Türkler bu mahşer meydanında kendi lerinin de hususi bir vatanları ve m i l l i hakları bulun duğunu bilmeyerek, anlamayarak çıkmış olsaydı lar, şaşkın l ı ktan ne yapacaklard ı ? Bazı insaf sahibi Os manl ıcılar, Türkçülük bize milli bir vatanımız, bu va tanda kendi kendimize tam bir istiklalle idare etmek ten ibaret olan milli bir hakkımız olduğnu vaktiyle bir çoğumuzun zihnine ve ruhuna yerleştirmiş olma saydı bugün hal imiz ne olacaktı? derneğe başladı lar.... Demek ki, yalnız bir tek kel ime, mukaddes ve mübarek bir kelime, Türk kelimesidir k i , bu hercü merç içinde doğru yolumuzu görmemize sebep ol du.• Evet, bu mukaddes ve mübarek kel imeye daya nan Türkçülük fikriyatı, tıpkı Bozkurt gibi , bizi kor kunç bir çıkmazdan, mahşer meydanından tam za fere, tam istiklale ulaştırdığı gibi, bugünkü mesut F.6/81
demokratik gel işmemize temel olan inkı laplarımızın da en kudsi -kaynağı oldu . . . . Türkçülerin iç bünye mizdeki dilekleri bu suretle tahakkuk ettiği gibi . on ların , bütün mahkum mil letlerin , Müslümanların ge leceğine, imparatorlukların çölreceğine, dünya birli ğinin hür, müstakil müsavi mil letlerin birliği ile ku rulacağı na ait kanaatleri de birer birer hakikat ola rak gelişmektedir. Bu meselelerde hep Ziya Gökalp'ın fikirlerinde durmam, herhalde dikkatinizi çekmiştir. Rahmetl i Ağaoğl u Ahmet Bey : · Ziya Gökalp Beyden başka hayati meselelere temas ederek etrafında fikri mü cadele, tabiri aharla hayat asarı ika'eden başka bir mütefekkir bilmiyoru m » dediği gibi Prof. Fuat Köp rülü Bey de, Ziya Gökalp'i "Türk mill iyetçili gi tari hinde en mühim ve merkezi işgal eden büyük müte fekkir• diye vasıflandırır· Dr. Fi kret Kanat Bey de 1 942'de Ankara'da basılmış olan pek kıymetl i .. M i l i yet ü l küsü ve topyekun m i l l i terbiye • adlı kitabın ı n 53. sahifesindeki ş u cümleleriyle b u doğru hükmü söylece tesbit eder: «Ziya Gökalp, aynı zamanda Türk dünyasının ölmez ülkülerinden biridir. Ve bu telakkisi ile kül türü ve medeni mil letler arasında ye tişmiş bulunan m i l li telakkil ere samimi ve tabi bir ifade ile tercüman oluyordu . • Aciz kanaatime göre de, bütün Türklük de m i l li gelişmemiz nasıl Türkçülük ideolojisine dayanırsa, bu fikriyatın temel taşı da Ziya Gökalp'tir. İşte bu kanaatla, ben az çok diğer selah iyetli Türkçülerimi zin fikirlerine temas etmekle beraber, bilhassa, mer humun düşünceleri n i gücüm yettiği kadar belirtme yi borç bildim. Ziya G � kalp'in, Yeni Mecmuası 'nın 1 9 1 8 tarihli 35 82
sayısında ( M i l l iyetçilik ve beynelmilelcilik) maka lesinden bazı parçaları okuyacağım: • Cihan Harbi hitama ereceği zaman insaniyete iki kıymetl i hediye verecektir ki, bunlardan biri ha kiki hal kçı l ı k (yani demokrasi ) , diğeri de hakiki mil l iyetçiliktir. Halkçı l ı kla m i l l iyetçi l i k, aynı fikrin , yani müsavat mefkuresinin iki türlü tece l l isi nden ibaret ti r. Bütün içtimai meslekler, birbirinin lazım ve mel zumudur. Halkçı lığın .. demokrasinin gayesi , tabaka ve sınıf farklarını kaldırarak işbölümünün doğurdu ğu meslek zümrelerine hasretmektir. Halkç ı l ı k, felse fesini bu düsturda icmal eder : Sınıf yok meslek var O halde, sınıflar kalkıp da onların yerinde mes lek zümreleri kuvvetl i bir surette teşekküle edince içtimai darvanizm (yani kaba mücadele) iflas ederek cemiyet içinde (dah i li sulh) hüküm sürmeğe başlar. M i l letlerin beynelmiel hukukta birbirine müsavi ol ması için imparatorlukl arın inti lal etmesi her mil le tin, yani her hars zümresinin kendi başına bir dev let teşkil etmesi icap eder. O halde m i l l iyetçilik, ken di felsefesinin bir düsturda icmal eder: İmparatorluk lar yok, milli devletler var . .. . Binaenaleyh , hakiki mil letçilik hakim olduğu, yani emperyal izm ruhuna kat'i bir suretle ni hayet veri ldiği zaman içtimai darvinizm ikinci defa ol arak yine iflas edecek, cemiyetler ara s ı nda (harici sulh) hakim olacaktır. Cemiyetlerin da hilde, hariçte muhtaç olduğu bu iki müsavat t�essüs edince cemiyetlerin mefkürevi hayatı olan (içtimai tesanüt) tamamile hükümran olmağa başar. • ....
İşte bizim, Yurtta sulh Cihanda sulh ! ,, dediği miz ve bütün Cumhuriyet devrimimizin siyasetine te mel olmuş bulunan esas, 1 9 1 8'de hem m i l li gelişme miz ve hem de dünyanın hakihi sulhe kavuşması ba kımından bu suretle tesbit edilmişti . 83
Yine aynı makalede, bütün mahkum mil letlerin geleceği şu maddelerle formüle edilmişti• Türkçüluk Türkler için istediği siyasi hürriyet le, harsi istiklal , her mi llet hakkında, aynı sistem dah i l i nde talep etmeyi kendisine vazife bilir.... Bina enaleyh , bize göre, umumiyetle miill iyetçiliğin ve do layısıyla Türkçülüğün siyasi ülküleri şunlardır: 1 - İçtimai şekli itibarile milli ülküye mal i k olan her milletin müstakil bir devlet teşkil etmesi hakkını tanımak, 2 Hiç bir ülkede ekseriyet teşkil etmeyen ekaliyetlerin harsi muhtariyetlerini tanımak, 3 - Coğrafi bir tesanüdün, yahut da dini, si yasi, i ktisadi icapların neticesi olarak beraber yaşa maları zaruri olan ü l kelerin siyasi ittihatlar teşkil et meleri hakkını tanımak, -
4 Hiç bir ülkenin müstamere, yahut müstem leke namiyle başka bir devletin idaresine girmemesi ne çalışmak. Bu fikirler, bugün bütün medeni dünya demok rasinin dileği ve Birleşmiş M i l letler umdelerinin esa sı değilmidir? O ancak bu esasları formüle etmekle kalmadı, tarih i n mutlaka bunları tahakkuk etti rme yolunda ge l işeceğini de, bir dahi gibi, bütün dünya emperya l istlerin i n at oynattıkları bir devir olan 1 91 8'de tes bit etti. 1 9 1 7 tarihli Venii Mecmua'nın 37. sayısı nda da ( M i l liyetç i l i k ve Cemaatçil ik) makalesin i , o, şu cüm lelerle bitirmişti : • Yakında ingilaizler, Fransızlar, İtalyanlar da bir çok müstemlekleri idare gibi ağır bir yükten ebedi bir surette kurtulacaktır. Çünkü artık umum m i l-
84
letlerin istiklal saati hulul etti. Artık emperyal ist hükCımetlere ihtiyaç kalmadı . . H i ndistan'ın Pakistan'ın Endonezya'nı n vs. n i n istiklallerine kavuşmaları , nihayet 1 951 sonlarında istiklal uğrunda milletimizin kahraman evlatları Mus tafa Kemal lerin, Enverlerin, Nuri lerkı, Fethi lerin ve d iğerlerinin ön safta mücadele ettikleri Trablus garb'ın Libya'nın bi lhassa Birleşmiiş M i l letler el iyle müstakil , devletini kurmuş bulunması bu tarihi görü şün kıymetini bizlere sonsuz sevinçlerle isbat etti . Şimdi b i r Ziya Gökalp'in dünya birliği hakkın daki görüşüne gelelim..
•
1 950'de Ankara'da bası lmış olan, • Bir gün Sov yet Rusya Yıkıl ırsa• adl ı eserin müellifi Erhan Loker, kitabının başına pek isabetl i olarak, Ziya Gökalp'in şu cümlesini koymuş. • Bir zaman gelecek ki, bütün insanlar, bütün mil letler hür olacak .... Akıllar hür ola cak, kalpler hür olacak.... İ nsaniyetin bu kara gün leri sonuna yaklaşmıştır. Hak kuvvete galebe çala caktır. Nası l bu gördüğümüz mavi gökte parlak bir güneş varsa, ruhların manevi semasında ondan da parlak bir güneş vardır ki doğmak üzeredir. Bu gü neş hüüriyettir ki nurları hakikat, harareti muhab bettir . .
.. •
O, bu güneşin nasıl doğacağını da tesbit etimiş ti: · İnsaniyetin müstakil federasyonlarından husule gelecek beynelmilel bir cemiyete doğru gide�eğini, 1 9 1 7 tarihli yeni Mecmua'nın 27. sayısındaki •Türk çülük nedir? makalesinde yazan Gökalp 1 923'de basılmış olan •Türkçülüğün · Esasları • eserinin 1 59. sahifesinde: · İstikbalde milletler cemiyeti , şimdiki gi bi yalandan değ i l , gerçekten teşekkül ederse, bunun en s.a mimi aazasının hiç süphesiz Türkiye Devleti ve 85
_
Türk milleti ol acağ ını da yine peygamber gibi kayt ve ilan etmişti . . . . Bu da tahakkuk etmedi m i ? Medeni dünyanın, insan ların v e milletlerin hak ve isti klal lerini can landırma yoluna gird i ğine ve dün ya birliğinin müstaki l mil letl e rin federasyonu haline geleceğine buı:'jun daha katiyetle baktığımız gibi , Bir leşmiş M i l l eterin en samimi azasının Türkiye Dev leti ve Türk mil leti olduğuna kimin şüphesi var? İşte aziz kardeşlerim. . . . Yurdumuzun kurtarıl masında, devleti mizin kurulmasında, inkılaplarımızın gelişmesinde ve cc Vurtta Sulh, Ci handa Sul h » tezle ri ile Cumhuriyet devri siyasetimizin mil leti mize ve dünya sul hüne yarayarak i l erlemesinde temel olan Türkçülük ideolojisi ile Türkiye ayakta , her gün bi· raz daha kuvvetlenmekte, her gün kadir ve kıymeti bir kat daha anlaşılmakta iken acaba Türk gençli ğinin yeni bir ülküye i htiyacı var mıdır? Buna lüzum ol madığı gibi , bunu arayan Türk gençliği de yoktur. Her şeyden evvel Türk ülküsünün evlatları olan genç lerimizin yurdumuz, isti klalimiz, şerefimiz yolunda daima uyanı k , daima hassas , daima teti kte olduğu nu görmüyor muyuz? Türk ül küsünü tehdide yeltenen cereyan l ara ge lince, bunu da benden değ i l , yine merhum Ziya Gö kalp'den dinleyelim. 1 91 8'de Yeni Mecmua'nı n 36. sayısında, yine sanki bugün yazılmış gibi , (i ki tehli ke) baş l ı kl ı makalesinde, bunları kara ve kızıl ola rak tavsif ederek, kara teh l i kenin bizi ortaçağa kızıl tehl i kenin de. daha bugünden , yani 1 9 1 8'den beri güney ve kuzeydeki kardeşlerimiz için b i r felaket ol duğu gibi , yarın Türkiye için de büyük b i r bela ola cağını yazmı ş ve makales i n i : « Cenabı Hak, mübarek yurdumuzu bu iki beladan korusun , .. temennisi ile bitirm işti. 86
Ziya Gökalp'in görüşü ile bizimki arasında bir tek fark var. O, makalesini yazdığı devirdeki vaziye timiz icabiyle bunları teh l ike sayıyordu. Bizse, bun lara ancak mel 'un fitneler, alçakça provakasyonlar diye bakıyoruz . Bunlara önem veriyorsak, bu, ancak bir Türk evladının bile delalete düşmemesi n i , m i l le timizin ve ecdadımızın lanetlerine uğramamasını di lediğimizdendir. Bunda hassasiyet gösteriyorsak, b i r tek Türk evladının bile burnunun kanaması nı arzu et mediğimizdendir. Dün bir avuç ül kücü , Türk tarihinin kudretine, m i l l etimizin kudsi cevherine dayanarak .mahşer mey danına atı l arak azrailin el inden Türklüğü ve mukad des temelini kurtarabi l mişlerse, devletimizin Kanu n i 'den · beri hiç bir devirde ulaşamadığı bir kuvvete ve siyasi itimada mazhar olduğu bu şerefl i çağında, demokrasimizin mesut gel işmes i l e , mil letimiz her zamandan daha büyük hak ve hazı rl ı kla mukadderatı na sahipken , şan l ı ordumuz yıl lardı r sınırlarımızda uyanık, tetikte iken, bütün gençliğimiz Türk inkı la bının müdafaas ını vicdan borcu tanırken; yani bü tün Türk mil leti dış ve iç provakasyonlara karşı her an (Hazırol) vaziyetinde iken ; bu fitnelere biz elbette tehl i ke diyemiyoruz . Bizde irtica veya komünizme yeltenenler, ya akı ldan , yahut da tamam i l e vicdan dan mahrum olanl ardı r . Bunlar bizim demokrasimiz den faydalanarak, birinciler mil letimizi ortaçağa, ikin ciler de devletimizi kızıl çarl ığın kucağ ına atma hül· yası ndadırlar .... Karaların daima hürriyeti , fikri boğa rak bütün Müsl üman ülkelerini viraneler haline ge tirdiklerini, her türlü tekamülü kösteklediklerini bil hassa bu m i l let herkesten daha iyi b i l m iyor mu? Kızı l ların komünizm dedikleri , i l mi n deği l mantı ğın bile hiç b i r esasına uymayan bat ı l hayalin, bu87
gün kızıl ların el inde gafil leri avlamak için ancak bir alet olarak kullan ı ldığını bütün dünya anlamadı mı? Türk mil leti , mukcıddes Türk kelimesinden aldığı i lhamla, şanlı istiklal Harbini kazanmış ve her renk· teki emperyalistlere tarihi cevabını vermişti. Türkçü lük ülküsünün iç gel işmemiz hakkındaki dileklerin i fazlasile tahakkuk ettiren mill iyetçi lerimiz canlandır dıkları inkı laplarl a , karalara da, kızıl lara da, açtığı hürriyet, hak ve tekamül yolunun milli ve medeni ol duğunun en açık ve en kesin cevabını vermişti . Her gün biraz daha gel işen mesut demokrasimizle de dosta, düşmana, yurtta ve cihanda hakiki sulhün ne kadar candan taraftarı olduğumuzun en beliğ ceva bını verdik ve vermekteyiz. Şayet bu cevaplara rağmen, yalnız bizim değil , medeni dünyanın değ i l , bütün i nsanlık tarihinin ar tık katiyetle mahkum ettiği mel 'un emperyal ist hırs larından vazgeçmeyerek bize karşı tecavüze kalkı şanlar olursa, onlar. fitneleri le çözülmüş, Türklükle rini ve ülkülerini unutarak onların yanlarında yer al mış bir kalabalık değ i l , karşı larına bütün m i lletimi zin, ihtiyarımızı n , gencimizin, hepimizin her zaman dan daha kuvvetl i heyecanla, daha sonsuz kahraman l ıkla bir tek varl ı k hal ine gelerek dikildiklerini göre ceklerdir. Birliğimiz ve ülkümüzle, onlara son ve kat'i olarak verece!)imiz cevabın manasını herhalde anla yacaklardır .... Çünkü mil letimizi n , birliğinde ve emel i nde ısrar ettikçe her mağrur ve mütecaviz düşmanı , daima. gurur ve tecavüzünde nadim kı lacağ ı n ı söyleyen bu nu en parlak bir şeki lde isbat etmiş olan Atatürk' tür. Bunun ezeli ebedi şahidi de Türk tarihidir. • Tarihi ülkücüler yapar .. kanaati i l e yazılarıma başlamıştım . Gücüm yettiği kadar hakka, hürriyete , 88
tekamüle dayanan esas fikirlerin ülkü haline gelme heyecan ve vecitle tarihi hamleler yarattıkları n ı , ta rihe temel oldukların ı izaha ve Türkçülük ülküsünün bütün Türklerin müşterek, kudsi amaçları olduğunu tesbite çalıştım. Sayın Remzi Oğuz Arık, bahsettiğim eserinin 65. sahifesinde, • Bütün dünya Türklerinin kurtuluşu, saa deti için Türkiye denen şehitler ve mücahitler oca ğ ı n ı n kurtulmas ı , yaşaması , kuvvetlenmesi şart ol duğu gözüktü. Bütün dünya Türkleri için de, mill iyet çi tek samimi insan yoktur ki her şeyin üstünde Ana dolu mücadelelerinin kazandırdığı büyük neticeyi he def edinmemiş olsun . • diyor. Evet, bütün Türkler, bu mukaddes hedefi dün benimsemişler, yarın ta hakkuk ettirecekler. Fakat bugün malesef Türk ülkü sü kısmen ağır ve korkunç bir hüsrana uğradı ... . Tari hin taPıımadığı milli, insani mukaddesat düşmanı kuv vet, kuzeyde Türkçülük cereyanını baltaladı , Türk lüğü imhaya uğraşıyor- Fakat mukaddes Türkçü lük ü l küsü, bütün · medeni dünyanın ül·küsüyle kaynaştı. Tarih, ancak bununla yürüyecek ve hak ve hürriyet güneş i , bu defa bütün insan l ı k için, tam parlakl ığı i l e doğacaktı r. Bütün mahkum mil letler kurtulacak, bu meyanda bahtsız kardeşlerimiz de kendi :mukadderat larına sahip olacaktır. Bu, onları ayrı mi let olmağa değ i l , onların Türk kü ltür birliğini daha esaslı gel iş tirmelerine, Türk kardeşliğini daha reel ve müsbP-t imkanlarla kuvvetlendirmelerine yaaryacak ve suret le onlar da Türkçülük ü l küsünü kaderlerinin ve tarih lerinin ebedi temeli yapacaklardır. Ne mutlu Türküm diyene! .. Ne mutlu Türkçülük ülküsüne candan bağlananlara ... . ...
..
Geliniz aziz. okurlarım . Türklüuün ebedi temeli 89
larını feda etmiş mübarek şehitlerimizi n ve bu mil letin i rfanını yükseltmeğe çalışmış olanlarla Türk ül küsünü kuranların ve sağlayanların aziz ruhları önün de duygularımızı hep taze tutmalıyız.
90
ÜLKÜCÜNÜN iş ANLAVISI
Ü lkü işle hayat bulur, iş de ülkeden i lham ve kuvvet alırsa verimli ve temiz olur. Bil hassa devrimizde, her devlet ve mil letin en büyük di kkat ve gayret sarfiyle üzerlerinde titred ik leri iki esas vardır. Biri , ü l küyü kuvvetlendirmek. di ğeri de bütün cemiyette işi tanzim ve verimli kıl maktır. Her devlet, bilhassa kendi gayeleri önünde zamandan azami kazanmak mecburiyetinde olan milletler. bu esasları tabii inkişafına bırakmışlar dır. Onlar bu yolda en büyük fedakarl ıkları göze ali yor, fikri yayma ve işi kuvvetlendirme için her türlü teşkilatlar kuruyor, her türlü medeni vasıtayı kul la nıyorlar. Türkçülüğün yapılmasını emreden . en mühim hayatr sebep, batıyla aramızdaki açıklığı kısaltmak ve doldurmaktır. Batn ı n ı n tekni k medeniyetinin kuv vetin i i nkar etmemize i mkan kalmamıştı . Bu mede n iyet, fikre ve .metoda dayanan işin semeresidir Bunun yaratmak demek, her şeyden evvel onu yara91
tan ve ilerleten fikri veyahut da onun kaynağı olan ilmi ve buna istinaden tanzim ve takviye edi len işi yapmamız demektir. Batı , işleri yürütme usulüne geçirdiği tecrübe lerinden istifade ederek en i l m i ve kestirme usulleri kurmuştur. Bize düşen iş, onları tetkik ve bizim memleketimizin şeraitine uydurarak işe geçirmektir. Türkçülüğe düşen de budur. Memleketimizde kuru lan sanayi, yapılan demiryollar, asri binalar ve mü esseler hep bu yolda yap ı lmaktadır. Bunu daha programlı ve umumi hale getirmemiz elzemdir. İ kti sadi ve idari hayatımızda yapılacak işlerin hangileri batıda, hangi memlekette daha verimli ve muntazam hale getirilmişse, onların işi program larını almamız ve bunları kendi tetkiklerimizden geçi rerek memle ketimiz şeraitine uydurarak tatbik etmemiz zaruridir. Bt.1 suretle harket ederek, hem zamandan ve hem de tecrübe masrafından kazanmış oluruz. Batın ı n felsefesini ve zihniyetini almamız işin en müşkü l ve zamana muhtaç tarafıdır. Japonlar, ilmi tekniğ i , medeniyeti aldılar ve bu sahalarda batı se viyesine ulaştı lar. Mühim olanı , mil letin kendisini koruyabilmesi , memleketin bütün zenginl iklerini işletebi lmes i , bütün halkı refaha ulaştırması , artma ve. kuvvetlenmesini temi n etmesidir. Bunun için de batı teknik ve meto dunu alarak sanayimizi ona göre tanzim edebil i rsek bu gayeyi biz de pek kısa zamanda tahakkuk ettlrebi1 iriz. Gerek bu iş lerin verim l i ve acele başarı lmasın da ve gerekse harsimizin, milli bünyemizin kuvvet lendirilmesinde bize heyecan ve kuvvet verecek kay nak, m i l li ülkümüzdür ve ancak o olmalıdır. Türkçü lük de , her şeyden evvel , m i i l l et faciasıy92
l e yananların imanlarının eseridir. Türkçülük, milli imanın mahsulüdür. Türkçülüğün, bizde duyulması na, canlanmasına ve nihayet Türkiye'nin temel taşı olmasına çal ışmış ve bu kutsi yolda iz bırakmış olan : lar hep yüksek ülkücülerdir. Ü lkücü Türk evlatları bütün Türk dünyasında Türkçü , olarak çalıştılar. Her tarafta · mil letimizin Türkçülüğü ve Türk birliğini be nimsemeğe başlaması hep bu imannlı Türkçülerin eserleridir. Yarı nın zaferleri de ancak imanlı lar tara fından kazanılacaktır. Bu zaferin tam ve acele ka zanı lmasını candan istiyorsak, her şeyden ziyade, işlerimizi ülkücülere tevdi etmeliyiz. Ü l kümüzü genç neslin imanı haline getirmeğe uğraşmamız kafi de ğ ildir. Gençliğin, ü lkücülerin ' muvaffak olmalarını görmesi ve memleketi muvaffakiyete götürdüklerini anlaması ve hayata atı ldığı zaman bu muhitle yoğu rulması elzemdir. Ü lkünün işle yoğrulması.... Bunu tahakkuk et tirdiğimiz n isbette tarihimiz gülecek, geleceğ imiz sağlam temelde yükselecektir. Bu büyük endişe i l e yazılmış olan b u küçük eser, b u meseleyi h a l idddia sında deği ldir. O, bunu düşündürmeğe bu husuta alaka uyandırmağa olsun yararsa maksadına ulaş mış olacaktır.
93
ÜLKÜ AÇISINDAN İŞE BAKIŞIMIZ
İş nedir? İş; maddi manevi bir neticeyi elde et mek için fikir ve irademize zahmetle sarfetti rdiğimiz kuvvettir. İ ktisatçı Charles Gide, (Her hayat sahibi, mev cut, kendi yaşamasına yarayan ihtiyaçlarını tatmin . için çal ışmağa mecburdur. Nebatatta gayrişuuri hay vanlarda his si tabii ile yapılan bu çalışma, insanlar da düşünülmüş bir hareket olarak yapı l ı r ve u Say" adı n ı a l ı r) diyor. Tabii zenginliklerde bile G ide, sa yin büyük tesirini görür ve (Tabii mahsu ller addedi len nebatatın insan sayyile geçirdiği tekamül o ka dar kuvvetli olmuştur ki bugün nebatatçı lar onları n hangi menşeden, hangi tipten geldi klerin i i tesbit et mekte bile güçlük çekiyorlar) der ve : (Tabii zengin l i i klerin de ancak insan zekasının onları bulup çı kar ması ve bunları bizim herhangi bir ihtiyacımıza ya ratmasıyla kıymet kesbettiklerini) kaydeder . Bu iki cümlede bile G ide'in gerek say'e ve ge rekse sayide fikrin rolüne büyük ehemmiyet verdiği anlaşıl ı r. Kendisinin meşhur iktisat eserinin say bah94
sindeki (Fi kri İ cat) faslında ise bunu daha vazıh ola rak şöyle ifade eder: (İcat, tamamiyle fikridir. Fakat bununla beraber bu istihsale el işinden daha az· el zem deği ldir. i nsanlar tarafından istifade edilerek kul lanı lan , isti hsale yarayan hiç bir hareket yoktur ki icadın ol ması n . Ancak bu sayede insanl ı ğ ı n mirası her gün fetihlerle zenginleşmektedir. İşte fikir esastır. Yani işin iş olabilmesi için bir neticeyi elde etmeğe matuf bulunması elzemdi r. Bu netice , yani işten bekleni len bu semeredir ki, bizi o işe karar vermeğe ve onu tahakkuk ettirebilmek için fikir ve irademizi sarfa sevkeder. Fikir, iş gibi harici tezahüratında değ i l , kendi bünyesinde de kendi çal ışmasında da mücerret, in tizamsız hedefsiz deği ldiir. Dimağ saaatin makine ak samı ise, onun tabii olan hareketinin ifadesi de fikir dir. Yaşayan dimağ, işleyen fikir maki nesi demekti r. Dimağın faaliyeti, fikrin çal ışması hep muayyen bir neticeyi elde etmeğe matuftur. (Aksi taktirde maki ne bozuk, dimağ anormaldir) . Demek ki, her fikir amel iyesi de haddizatında bir işdir. Çünkü , onun iş lemesi ve bunun için sarfedilen say muayyen bir ne ticeyi elde etmeğe matuftur. Buna binaen, bize göre iş; fikrin canlanması. de � vam ı ve maddileşmesidir. Fikirle iş birbirine nas ı l bağlı i s e , işle o n u n semeresi d e öyledir. H e r işde f i k i r , h e r işde semere zaruridir. İ ktisatçı ların işi, fikirle veya elle yap ı lmalarına göre ikiye ayırmaları ve işle semereyi ayrı ayrı tetki k etmeleri o bakımdan faideli ve zaruridir· Bu gibi tas nifler onların cehverlerdeki birliklerini tereddüde düşü remezler. Fikirle işin birbi rleri ni tamamlayıcı , birbirinin mü temmimleri olduğunu bunlara tesir eden menfi amil95
lerde teyit ederler. Fikre düşman olan tereddüt, aynı zamanda işin de düşmanıdır. Tereddüt fikrin bir ne ticeyi bulabilmesini baltaladığı gibi işin de semere vermesini akim bırakır. Hege l : • Ecsam ve eşya, fikrin şekl i hariciye gir mesi yahut da harici tezahürattır· der. Kant da, o Harici alem kanunlarını (fikri mahz) dan a l ı r • düsturu ile hari icin, muhiti n ; fikrin mahsulü olduklarını ve kainatta fikrin birinci rolü oynadığını kabul eder. . Marks ise: İdeal şeklini değiştiren maddenin insan dimağ ına girmesidi r • kanaatı ile fikrin madde ve muh ite değ i l , bunların fi kre tesir ettikleri ni kabul ederek içtimai hadisleri , ancak iktisadi imkanların tesirine bağ lar, Marks'a göre, tarihi yürüten en bü yük a m i l , en hakiki sebep, ancak maddi hayat, ikti- , sadiyattır. M arks'ın arkadaşı Engels, (Hayali sosyal izm eserinin (ideal ist Hegel'in hatası) bahsinde: • Hegel idaal isti . Yani fikirlerin, hakiki alemin eşya· ve ha reketinden doğduğuna değ i l , o hayata ve eşyanın te beddülatına fikirlerin akisleri olarak bakardı · diyor. Bu hüküm Hegel için değ i l , Marks ve Engels hakkında doğrudur. •Tarihin başlıca muharriki fikir dir! .. diyen Hegel kainatın ve tarihin tekamülünü araştırırken , onu, kasdi vasfı olarak bir gayeye uy doldurmağa çalışmadı. O, tarihe ve cemiyete dar bir pencereden ve onun hayatındaki muayyen ve mah dut bir sahaya bakmadı - Bütün tekamülün ruhunu, esasını ,serbest olarak aradı . Marks ise, hayatta maddeye baktı . Cemi iyette yalnız iktisadi esaslara, istihsal şartlarına kıymet verdi. . Bu, ne kadar mühim olursa olsun, maddi muhitin bir kısmı ndan ibarettir. N ihayet bir vasıtadır. Bunu kullanan, inkişaf ettiren 96
amil esastır. Chrarles Gide'in dediği gibi , tabii ser vetleri bile bulmamız vu bunları faidelenebi İecek ha le getirebi lmemiz ancak fikir sayesinde kabil olmuştur. İnsan ı n muhitle mücadelesinde tarihin tekamü l ünde ve iktisadi imkanların inkişafında esas olan ihtiyaç değildir. İhtiyaçların duyulması ile onlar tat m i n edilmezler. Bunlara muvaffak olabilmek için, im kanlardan faidelenme çarelerinin bulunmuş olması ve bunun başarı lması için de say ve zahmetin göze a l ı nması ve o netice için sarfedilmesi elzemdir. Engels: • Burjuvazi kuvvetlendikçe i l im inkişaf etti. Burjuvazi kendi istihsalini arttırabi lmek için ta biatı , tabiatın kuvvetleri n i tah l i l ve bunlardan fadide lenme yollarını bulduran il me muhtaçtı der. Acaba burjuvazinin kuvvetlenmiş olması , kendi kendine mi oldu? Bundan evvel ilmin terakkis i , keşifleri nasıl zaruri idiyse , burjuvazinin kuvvetini artırabi lmesi tabiattan , muhitten azami istifade edebilmesi de an cak ilmin, fikrin daima ufuk açmasıyla kabil olmadı mı? İlim ve fikir cereyanları mevcudu korumaktan ziyade, onun inkişafını temin ederler. Mevcudu daha iyisine, daha ilerisine sürükleyen p işdarın , yahut da amilin fikir olduğundan tereddüt etmek arabanın at ları götürdüğünü iddia kadar yanlış ve gülünç olur. Marksiizm, tarihte ve hayatta madenin ve işin mühim rolü oynadığını ısrarla isbata ehemmiyet ver diğinden fikirle maddeyi, işle fi kri birbirlerinden ayır mağa çal ıştı· Onun için esas olan; kainatı , tari h i , ha kikatı anlamak değ i l , onların muayyen bir maksada sürükleyebilmekti . Yine o maksat nammdad ı r ki, o, fikrin birinci rolünü kabul etmemekte ısarar ve fikir den ziyade işe ehemmiyet verdi. Fikir işçilerinden F. 7/97
ziyade el işçilerini temel tanıdı, bunlara kıymet ver d i ve cemiyeti sınıflara bölerek bunları n birbirlerine düşman oldukları fikrin i ileri sürdü. Cemiyeti n umu mi tabii tekamül yolunu bu suretle baltalad ı . Sosya l izm cereyanı , cemiyetteki haksızlığa çare bulmağa yevmiye, ücret meselesi n i daha adilane bir şekle ge tirmeğe matuf bulundukça ve bu sahada mücadele yürüttükçe umumi i nkişafa faide getirmiştir. Halk hakimiyeti prensibi, umumun selamet ve refahı n ı te miine matuftu. Cemiyetin ve devletin buna yürütmesi , kendi temelini kuvvetlendirmesi tabi inkişafın hız landırı lması ve sağlamlaştırılması demekti. Bu temelde ve bu çerceve içinde cemiyete ve devlete tesir eden sosyal izm, mutlakiyeti yı kmak ve işçinin refahı n ı te min etmek için mücadeleye girişmiş yahut da bu mücadeleye atılmış olan millete yardım etmiştir. O, bu yolda kalamazdı . Çünkü temelde cemiyeti par çalayan ve ona düşmanl ı k hisleri ile bakan tohumlar vard ı . Onların inkişaf ı , sosyalizmi haktan uzaklaştı rarak cemiyetin umumi tekamülü endişesinden ayı rarak ancak işçii diktatörl üğü çı kmazına sürükledi. Bu gayenin tahakkuku mücadelesine atı lmakla sos yal izm, haktan ve hakikatten ziyade hayata saptı .... Halk hakimiyeti ancak sınıf farkı ve mücadelesi gö zetmeksizin umum cemiyetin selamet ve refahı en dişesi ile tahakkuk ettiri lebilir. Herhangi bir cemi yette şu veya bu nam ve emelle herhangi bir gru bun veya sınıfın tahakkümü bütün cemiyete ve n i hayet O sınıfın kendisine de felaketten başka bir ne tice veremez. Bu tahakküm de bir mutlakiyetten baş ka b i r şey olamaz. Neticede o, hakkın, adaletin, hür riyetin ve bunların semeresi olan tekamülün inkişafı na değ i l , bunların yıkı lmasına yarar. Herhangi bir ailede, ailenin refah ve selameti
98
.
fikrinden ziyade hususi şahsi menfaatler i leri suru lürse orada ahenk, huzur kalamaz; o ocak kuwet lenemez n ihayet söner, gider.... Her teşekkül , bir aile, hatta bir uzviyet gibi birbirleri ni tamamlayan, birbirlerine muhtaç unsurlardan terekküp eder. İ nsa n ı n normal inkişafına tesi r edebilmesi için bütün uzuvlarının ahenkle işlemes i , beslenmesi , büyümesi , nasıl elzemse ve bunların her birisi bünyemiz içi n nas ı l zaruri ise, teşekküllerin d e , yani bütün cemi yetin de yaşayabi lmes i , kuwetlenebilmesi ve yük selebilmesi için onu terkip edenlerin hepsinin yaşa yabilmesi, kuwetlenmesi ve yükselmesi elzemdir. Nasıl bünyemizdeki inkişafta birinci rolü oyna yan fikir, ikincisi i rade ise, cemiyette de öyledir. Bu tefewuku tanımak, fikir ve fikir ehlinin d iğerlerine iş önünde yukarıdan bakmasını nas ı l neticelendir memeli ise, fikirleri tahakkuk ettiren işçiler de, ( Biz çokluğuz. Bizim katkımız olmazsa sizin fikirleriniz ha yal olup kalmağa mahkümdurl ar) diye fikre ve cemi Her iki tarafın yete karşı vaziyet almamalıdırlar. da böyle bir iddiada bulunmağa hakları yoktur. Çün kü, her ikisi de birbirlerini tamamlarlar. Her i kisi de b i rbirlerine muhtaçtırlar. Her ikisi de aynı temelin te kamülüne yarayan unsurlard ı r. İşin, fikrin devamı ol duğunu kaydetmiştik- Bu temelde işçiyle mühendis, mühendisle alim, alimle feylesof arasında bir fark yoktur. Fikrin hayata gelmesinde bu silsilede b i r ahenk vardır. Bir işin tahakkuk edebi lmesi için onun bulun ması ve başarılması aynı derecede elzemdir. Onu bulan fikirle yapan el arası nda bu bakımdan bir fark yoktur ve olmamalıdır. işi n fikir veya elle yapı lmasında enerj i ve zah met bakımından da bir fark yoktur. iş ve işçi deni-
99
l i nce, işçinin katkısı, yorul ması nazarı dikkate alını yor. Bir tüccar, bir fabrikatör, bir banker, bir gaze teci , bir doktor, bir profesörün çalışması zevk ve eğ lence gibi telakki edil iyor. Halbuki , fikir sahasında çalışanların işlerindeki uğraşmaları daha uzun, daha mes'ul iyetl i ve hatta daha azaplı olur. Burada, vü cudun ve sinirin yorulması daha ağır neticeler ve rir. Dimağ ve sinir yorgunluuğnun elim akibeti , bil hassa fikir adamlarında görülür. Çünkü bunları n , iş leri saatle tahdit edilemez. Bunların işlerinden duy dukları heyevan ve zevk, onl ara saati, huzuru, hatta yemeği ve en tabii · ihtiyaçları unutturabil i r. işin asıl esirleri bunlardır. Makinenin katkıyı tanzim etmesi ve işçinin ken dine uymasını mecburi kılmas ı , aynı işin tekrarlan masının işçinin fikri inkişafına engel olduğunu kabul edebi l iriz. Makinenin onu daima müteyakkız bulun mağa mecbur tutmasıyla sinirlerini gerg i n vaziyete getirdiğini de teslim ederiz· B i r işi düşünenle onu tatbik eden arasında na sıl bir fark yoksa, işlerin başarı lması nda da bir fark yoktur. Dimağla çalışan, elle uğraşan kadar, hatta ondan ziyade enerj i , sinir sarfeder. Bunların işdeki mesul iyetleri derecesinin büyüklüğü ise aşikardır. Bir bankerin , bir tüccarın , bir mühendisin yanlış he sapla yaptığı zarar yalnız bir yevmiye ücreti olmaz. Bazan, bütün bir hayatın mahsulü yıkılıp gider. Bir profesör, bir cerrahın hatası ise hayata bedel olabi l ir. Daha büyük katkı , daha fazla sinir ve sağ l ı k sarfe den , daha ağır mesul iyetler deruhte eden fikir adam l arının çalışmalarına daha büyük ehemmiyet ve on ların katkıları n eticesine daha yüksek kıymet veri l mesi elbette tabii ve meşrudur. El işlerinde, onların istihsal kudretleri , verimleri nazarı dikkate alınarak 1 00
ona göre ücret tesbit edil iyorsa, fikir işçilerinin da ha ağır, daha mesul iyetli işlerine daha yüksek kıy met almaları neden tabii addedilmesin? Bir işi yapabilecek insan fazla ise katkının kıy meti azdır. Onu yapabilecek ne kadar az olursa , o iş ne kadar yüksek ihtisas isterse onun kıymeti o ka dar yüksek olur. İhtisası n ve işdeki verim kabil iyeti nin büyüklüğünün yevmiye ücretine tesir etmesi ta biidir. M ücadele bu meselede değ i l , yevmiyelerin tes biti , işçinin refahı , iş hakkı üzerinde temerküz et mektedir. Cemiyetin hürriyete ve sınai inkişafın azami te minine fazla ve hatta yanlış ehemmiyet vermiş ol ması ve bu yüzden iş meselesini, işçinin yevmiye ve refahın ı tabii i ktisadi kanunların halline bırakmış ol ması doğru ve müsbet bir netice veremezdi . Cemiyetin, kendi müdafaasını tanzimle uğraş ması ve bunda en cezri yol la hareket etmesi nasıi zaruri ise cemiyetin bütün hayatının temeli olan işi tanzim ve onu azami verimli bir hale getirmesi ve bilhassa o temelde ahengi , adaleti temin etmesi on dan daha elzem ve mecburi bir işti. Bir cemiyet her bakımdan azami inkişafa, an cak bütün efradına iş bulmakta ve bu işleri verimU kılmakla varabilir. İş bulmak ve işin gelirinin adalet le tevziini temin etmekle cemiyet, i ktisadi ve içtimai bünyesini sağlamlaştırmış, kuwetlendirmiş ve cemi yetin umumi kudretin i n muhassalası olan dinamizmi ni daima cemiyetin selametine, i lerlemesine tevcih etmiş olur· Hükümetin en birinci vazifesi cemiyetin hakiki selameti olan içindeki bu sağlamlığını temin etmektir. Bu ahenk tahakkuk ettirilmedikçe, cemiye tin sarsılması ve onun dinamik kuvvetinin hedef önünde parçal anması mukadderdir. Cemiyetin harici 1 01
çimentosu, iş ve işin gelirinin adalet l i tavizdir; nasıl ki iç çimentosu da onun yüksek milli ülküsüdür. Cemiyetin varl ığına ve istikbal ine temel olan bu her iki mühim ve hayati mesele, yani işle milli ü l kü nün tanzimi, hükümetin en kudsi vazifesidir. İşin, i ktisadi kanunlarla ve sınıf mücadelesi ile hallini beklemek ve hürriyet mefhumunu bu hayati meselede yanl ı ş kullanmak birçok medeni, yüksek cemiyetlerin bile terakki ve inkişaflarını sarsmağa ve onların milli bünyelerini parçalamağa sebep oluyor. M i l letlerin talim ve terbiyeleri , mektep, tiyatro, matbuat, edebiyat gibi bütün ruha tesir eden faali yetlerinin m i l li ülküyü kuvvetlendirmeğe ve hiç ol mazsa onu baltalamamasına müdahale ve tanzim et mek de hükümetin yalnız hakkı değ i l , en kudsi ve zaruri borcu olmal ıdır. Bu esas, yaşamak, kuvvetlen mek, yükselmek isteyen her devlet için zaruridir. Bi zim için ise, bu, hayat meselesidir, farzdır. Batı ile aramızdaki mesafeyi ancak bu iki mühim esası ciddi tanzimle kısaltabili riz. Biz tabii tekamül yolunu zorlamağa mecburuz. Cumhuriyetimiz her şeyden evvel bu hayati zarure tin ve bundan gelen mecburiyetin mahsulüdür. Batı nın medeni mil letleri veya bunlara bizden çok evvel ayak uydurmuş olan küçük mil letler, tarihlerine hız vermiş, tekamüllerini kuvvetlendirmiş, cemiyetlerin deki i ktisadi, medeni, harsi inşikafları dinamik hale getirmişlerdir. Bizim bu neticeye varabilmemiz için zihniyetimizi hayati yapmamız, devleti ve cemiyeti asri esaslara getirmemiz elzemdi. Bunları cumhuriyet yolu i l e yapmağa mecburdur. Çünkü zaman kazan mak zarureti her meselede, her vaziyet bakımından mukadderatımızın bugününü ve yarınını en korkunç bir şekilde tehdit etmekte idi. 1 02
Her cumhuriyet tekamülün zaruri kıldığı bir ham ledir· Bizim cumhuriyetimizde ise, yalnız tekamülün deği l, varl ığımızı koruyabilmemizin, hayatın zaruri kıldığı bir işti. Onun gayesi , ferdi ve cemiyeti en kı sa zamanda batının medeni ve kuwetli fert ve ce m iyetleri seviyesine u laştırmaktır. Bu gaye tekamü / l ümüzün seyrinde zaman kazanmak demektir. Bu nun için cumhuriyet hamlesi zaruri ve hayati bir mec buriyetti. Gerek fert ve gerekse cemiyet olarak, bu gaye ye ulaşabi lmemiz, yani bu muayyen istikamete i ler lememizi temin edebilmemiz için tanzim ile mükel lef olduğumuz iki mühim esas, yukarıda bahsettiği miz iş ve milli ülkü meseleleridir. Bu iki esas tabii yolunda ve küçük bazı tedbirlorle yürütülemezler. Cumhuriyetimizden beklediğimiz tam neticeler an cak bunların tanzimi ile ve bu sahalarda cezri. esaslı · kararlar almak ve bunları tatbi k ve tahakkuk ettir mekle semere verebi l i rler. Cemiyetimizin maddi re fah ı n ı n : iş meselesinin; manevi yükselmesi de milli ü l künün işlenmesi ve kuwetlendirilmesi i l e temin edilebilineceği açıktır. İş meselesi dediğimiz zaman, en yüksek fikir işçilerimizden köylüler, işçilere kadar bütün cemiye timizi tutan, yürüten, yükselten işleri kastettiğimiz unutu l mamal ıdır. M i l li ü l kü derken de bütün mane vi hayatımızın bu bakımdan kurulması ve yükseltil mesi esası en gen i ş manasiyle anlaşılmalıdır. Bugün devlet makinemiz ve i ktisadi i lmi yolda ki tabii milli tekamülümüz bu işleri görmüyorlar m ı ? Her bakanlığımız iş meselesini kendi sahalarında tanzimle uğraşmıyor mu? Fakat bu, batıyla aramız daki mesafeyi kısaltmağa yarayacak şekilde olamı1 03
yor. Bu, cumhuriyetten beklediğimiz neticeyi tahak kuk ettirecek hale gelemiyor. Bu her i ki meseleye, bunların hayati ehemmiyet lerine layık şekilde ayrıca sarı lamadık. Bunları ayrı ayrı tetki k ve yapılması lazım gelen işleri ayrı bir idare ile tekerrür ve tatbi k ettirmeğe giri şmedik. Bunları muhtelif müesseselere bıraktık. Bunların tan zim, tatbik ve h ızlandırı lmalarını ayrı bir programla değil, umumi cereyanımızın neticelerine bağladık. Hatta her bakanlığımızda yarı bir müdürlükle olsun iş meselesini , iş arttırma, işe adam bulma, işleri tan zim etme meselelerini yürütmedik. M i lli Eğitim Ba kanlığımızda milli ü l kü işimizi, bütün içtimai ve harsi hayatımızda tatbik çarelerini arayan bir müdürlük kurmadık. Bunlar yapılmadıkça, bünyemizi tutan ha rici, dah i l i bu çimentolar bütün cemiyetimizde tatbik edilerek umumileştiri lmed i kçe, bunu yapan faaliyet lerimiz hızlandırılmad ı kça, cemiyetimizin temel inin, iç bünyesinin sağlamlığı, medeni cereyanımız ın milli harsimizi kuvvetlendir ilmesl elbette tanzim ve tacil edilmiş olamaz. Ancak gerek istihsale yarayan fikri ve cismi iş lerimiz ve gerekse ruhumuzu kuvvetlendirmekte amil olan milli ü l kü ve hars işlerimizin tanzimi , takviyesi sayesindedi r ki bütün cemiyetimizin maddi, manevi kalkınma ve yükselmesi temi n edi lecek ve bu hızlan d ı rı l acaktır. Bu işde, her şeyden ziyade fikre ve fikir adam larırıa ehemmiyet vermemiz elzemdir. Bu, yalnız on ların değ i l , bütün cemiyetin ve hassaten el işçi leri n i n de menfaatlerindendir. Gustave le Bon, (Dünyanın Şimdiki Tekamülü) eserinin (Servetin menşe ve taksimi) bahsinde, i kti satçı Lysis'in şu mühim mütalaasını kaydeder: · Kra1 04
l içe Elizabeth zaman ı nda ancak beş mi lyon nüfus bes leyen küçük İngiliz adaları bugün 47 mi lyon insanı geçindiriyorsa, İngiltere bu neticeyi . el işçilerine de ğ i l , kendi sanayiini kurmuş ve yürütmüş olan teknik mütehassıslarına ve sınai işlerinin kıymetl i işçilerine borçludur. Bu yalnız İngiltere'ye has bir netice değildir. Bu, bütün dünya mikyasında da böyledir. Fikir hayatı cansızlanmış, donmuş olan cemiyetlerde, maddii, ik tisadi sukut tabii olduğu gibi , aynı m i l letlerde fikrin canlanması nisbetinde hayatın her bakımdan inkişaf etmesi de öylece zaruri bir şekil alır. Fikir terakki n i n devamıdır. Hayat yolundaki hızımız, onun canlı l ı ğ ı ile mütenasiptir. Hayatta yaratacağımız işleri bul mamış, onların muntazam ve faideli yürütmemiz, in kişaf ettirebilmemiz ve bunun semerelerinden aza mi istifademizi temi n etmemiz, ancak fikir uyanıklı gımız ve onun tekamülü ile mütenasip olur. Fi krin umum,i rol oynayabi lmes i , yani cemiyeti n bütün var lığını i nkişafa götürebilmesi , onun dayandığı bütün temellerin işle yoğurulmas ı , yükseltilmesi esasını a raması ile kabildir· Hayattan uzak, bu dünyayı ( Kafi re cennet! ..) telakki eden, yaşamağa , tekamüle arka çeviren cemiyetlerde fikrin bu esirl iği , tabiidir ki, onları tedenniye ve sükuta sürüklemiştir. Bu sükut ta ısrar eden mil letleri , esirl i k ve nihayet inkıraz, ha yattan s i l i p atarlar .... Bu faciadan kurtu lmak isteyen cemiyetlerin inkılap hamleleriyle maddi, manevi te kamül lerini canlandırmaları , hızlandırmaları , bundan dolayı tarihi zaruret olur. Cumhuriyeti yapan mil let lerin de yalnız cumhuriyet esaslarını i lan ve bunları hürriyetle, tabii i n kişaf kanunları ile tahakkuk ettir meğe bel bağlamaları da elbette onların bekledikleri müsbet neticeleri acele ve semereli olarak tahakkuk 1 05
ettirmez. Bilhassa cumhuriyet yapan milletlerin te kamüllerini tabii doğru, kestirme yola koyabilmeleri için, bütün hayatların ı , bunun en mühim temellerini tanzim etmeleri zaruridir. Cemiyeti daima yükselten kuvvetlendiren, tekamül yolları açık ve kuvvetli olan cemiyetlerde bile bugün hükümetlerin bütün iktisadi, medeni, içtimai, harsi hayatta müdahalelerine her gün biraz daha geniş yol açı l ı rken, bizim gibi cemiye· timizi yeni esaslarda kurmağa, kuvvetlendirmeğe az metmiş olan bir mil letin mukadderatını elinde tutan hükümetin, hayatımızın her safhasındaki işlerimizi tanzim, takviye ve tacil etmesi elbette en zaruri bir iştir. Bizim, mücerret mefhumlar için sarfedecek ener j i ve imkanımız kalmamıştır. Zamanımız da yoktur. inkı lap, hürriyet, hak.... Hepsi bir büyük gaye için elzemdir 'ki , o da, cemiyetimizin maddi, manevi inkı şafını temindir. Bu inkişafın teme l i , yükselmesi ve hızlanması bütün hayatım ızdaki fikri işlerimizin tan zim ve takviyesine bağl ıdır. Cumhuriyetin, hürriyetin, hakkın müsbet netice vermeleri de işle bağlanma ları , yoğurulmaları ile kabildir.
1 06
ÜLKÜCÜNÜN HÜRRİYET VE iŞ ANLAYIŞI
Herhangi bir felsefi ve idari sistemin gayesi , en sonunda, ferdin tabiii inkişafını temi n ve teshi l ile ce m iyeti maddi, manevi sahada yükseltmektir. Hürriyetin, bilhassa fikir hürriyetinin, bu esasın temininde en kuvvetli m i l olageldiğinde tereddüt edilemez. Bunu inkar edebi lmek için, bütün cihan ta rihindeki i lerleme, yükselme hamlelerini ve bunlara yarayan ölmez eserleri ve bunların tesirlerini reddet mek l azımdır. • Hürriyet, ateş gibidir derler. Ondan istifade etmemiz için ona hakim olmamız, onu elde bulun durmamız şarttır. Aksi takdirde tehl i kesi aşikardır. Hürriyet de mutla k değildir, olmamalıdır. Hürriye tin hududu , ferdin ve cemiyetin tekamülüne yara makla çerçevelenmiştir. Demokrasi ler, halk hakimiyeti, halkın mukadde ratını serbest düşünmeğe ve yürürtmeğe alışması ba kımından, tabii olarak hürriyete dayanmalı idi. Fakat bu, mutlak hürriyetle temin edilemiyor. Bugün bunu .... •
1 07
tesl ime, demokrasinin en hararetli taraftarları d a mecburdurlar. Tabii kab i l iyeti olmayan, tecrübesi cem iyetin bütün esasatını sarsarak onu anarşiye gö türen fikirler ve bunların tahakkuk safhasına geçi rilmeğe kal kışılmasının, her cemiyete çok pahal ıya mal olacağı aşikardır. Demokrasi, hürriyeti n anarşi ye yol açmamasını idari tedbirler, vatan , mil let en dişelerini hakim kılmakla temin etmeğe uğraştı · Fa kat madem ki kendi temeli hürriyetti, onun mutlak kabulü, her şeye rağmen , anarşi cereyanına yol aça bi l i rdi. Dünyanın harp sonunda geçirdiği buhran , teh li ke anlarında olduğu gibi, bütün milJetlerin bütün kuv vetlerini muayyen bir hedefe yardımcı bir hale sok maları nı zaruri kıldı. Bunun, hürriyetin mutlakiyeti ni tahdit etmesi mecburi idi. Bizce de esas olan hürriyettir. Fakat bu, bizce, mutlak bir mefhum değildir. Ferdin hürriyeti, cemi yetin tabii inkişafına ve bu inkişafı temin eden esa satına karşı olmama l ı , bunu aksatmamal ıdır. Fikirlerin hürriyetine, biz azami hürmet ederiz. Fakat bu hürriyet yıkıcı fikirlere değ i l , yapıcı düşün celere, tekamül ettirici görüşlere matuf olmalıdır. inkılapçıların tekamüle yaradığını tesl i m ve kabul ederiz. Fakat, inkılapçı fikirlerin işe geçirilemeyece ği devirde, bilhassa cemiyetin maddi, manevii inkişa fının azami temin edilemediği cemiyette, başıboş bı rakı lmasını kabul edemeyiz. Hürriyetin , gerek fert ve gerekse cemiyet için müsbet ve semereli olması (İş) bağlanması ile te min olunur. İşe ufuk açan, işi kuvvetlendiren hürri yet! .. iş, mesul iyetsiz ve neticesiz hürriyeti tahdit 1 08
eder- Hürriyetsiz iş esirliğe götür.ür. . . . Her ikisi de tabii inkişafa engel olur. Bir memleketin gençl iği, iş fikri ile. iş sevgisi ile büyütülür ve bütün cemiyet işe götürülürse, bu, ta· bii olarak, hem fertleri müsbet düşünmeğe al ıştırır ve hem de cemiyetin zararlı fikirlere karşı kendisini korumasına yarar. Bütün fertlerinin, iş bulmasına, işini ilerletmesi ne imkan veremeyen , (İş) i tanzim edemeyen cemi yetlerde ahenk ve ciddiyet temin edi lemez. Fikir ve ü l külerin hayattan uzaklaşmamaları , ona müsbet ufuk açmaları ancak on�arı işle yoğura bilen cemiyetlerde temi n edilebi linir. Rus fikir cere yanının, cemiyeti tabii inkifaşında tekamül ettirmek, yahut da o inkişafa engel olan esasları inkilapla kal dırdıktan sonra onu bu tabii yola sevkederek yük seltmek Rus münewerlerini işden uzaklaştırmıştı . R usya'nın geçirdiği sarsıntıda bunun büyük tesiri ol du. Bundan dolayı, cemiyetlerde düşünülmesi, ehem m iyet verilmesi icap eden esas, mutlak hürriyetten 2iyade iş ve işin tanzimidir. Mektep. hatta çocuk yuvalarından mezara ka dar, bütün cemiyetin her kısım halkının ne gibi iş l erle nas ı l uğraştırılmaları ve bunları n azami · inkişa fa varmaları düşünülmeli ve temin edi lmelidir. Bu büyük temeli tahakkuk ettirme işinde devlet, yani ce miyet, fertten daha büyük hürriyete malik olmalıdır, ferdin hürriyetini tahdit etmel idir. İşi sarsan hürri yet, cemiyetin felaketidir. Madem ki iş, fikrin devamı ve hayat bulmasıdır . Fikirlerin işe ve hayata uyması , bunları kuwetlendir meğe yaraması elzemdir. Hürriyetin bunları sarsma '9a değil , bunların inkişafına yaraması şarttı r. Buna 1.1ymayan, işe dayanmayan ve işe bağlanmayan hür.
·
1 09
riyetler ancak menfi neticeler verirler. Hürriyet, işi tekamü l ettirmeğe yaramalıdır. Fikir, işin beşiği, hür riyet de işin çerçevesi olmalıdır. Bütün cemiyet, mektebi, matbuaı, filmi, tiyatrosu, ilmi, felsefesi i l e buna çalışmalı v e bütün devlet v e cemiyet müesse seleri bu esasların bu şekilde temini ile d idinmeli dir. Bu takdirde hakiki tekamüle yol açı lır. Faşizm ve nasyonal sosyalizmle komünizmin müşterek esasları , bütün cemiyette iş'i bir program la tanzime çalışmalarındandı r. Demokrasinin bu esa sı iktisadi ve tabii kanunlara bırakması akim netice ler vermiştir. Bundan dolayı Anıerika'da da lş'in tan zimi meselesinde Cumhurreisine geniş selah iyetler verilmiştir. H ayatın her safhasında en büyük dikkat ve i h timamla işe ehemmiyet verilmelidir. Bu takdirde ce miyetin muvazenesi, sağlam bir surette tabii inkişafı temin edilmiş olur.
1 10
ÜLKÜCÜYE GÖRE iŞ VE AHLAK
iş. ahlakımız üzerinde de kuwetli bir amildir· iş le ahlak arasındaki münasebet üzerinde durulması icap eden mühim bir meseledir. Bir işle uğraşmayanın, iş başarmayanın mutlaka ahlaksız olması icap etmez. Fakat bunların ekseri yeti azimesi , herhalde kendisine ve cemiyete faideli bir işde çalışamamış, iş başarma zevkini tatmamış kimselerden ibaret olduğu da mahukkaktır. insanlar mücerret mefhumlardan bahsederler ken, onların samimiyetlerinin derecesi yakinen anla şılamaz. Onların bu sözleri fii llerine, hareketlerine tatbi k edildiği zamandı r ki, aşağı yukarı sözlerindeki samimiyet ve ciddiyet hakkında bir fikir edinilebilir. imanın amele, işe bağlanması bundandı r. Faziletin de işe göre, yani hareketlerimizdeki samimiyet ve fe ragatin derecesi i l e kıymetlendirilmesi de bundan dır. • Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz! ..• sözü de yalnız kabiliyetimizin derecesini göstermesi nokta sından değil, ahlakımız hakkındaki ölçüye esas ol-
111
masından dolayı da çok sağlam bir mana ifade eder. Bütün dinler ve ahlak prensipleri işe bundan do layı büyük ehemmiyet vermişlerdir. İş yalnız hayat mücadelesinde muvaffak olmamız bakımından deği l , tam insan olabilmemiz için zaruri b i r temeldir. İşle ahlak arasındaki. sıkı münasebet, her ş ey den ewel işin nevini ve gayesini tesbite bizi mecbur eder. Ferdin ve cemiyetin tekamülüne yaramayan iş lerle uğraşmamız bizde iradeyi kuwetlendireb i l i r, mücadele kabiliyetimizi arttırabilir, hatta fikri teşeb büs ve zeka ceıwaliyetimizi yükseltebilir. Fakat ma nen, ruhen bizi daima alçalmağa sürükler· Ahlaki te melden mahrum hiç bir işe tasavvur olunamaz ki, in sanları fazilete ve imana yaklaştırmağa esas olsun. Böyle işler muvafakat de olsa yapılamaz ve bunların vereceği maddi kardan manevi zararları daima da ha büyük olur. Fazla hırs, acele muvaffak olmak, kolayından kazanmak emel i i l e. bu gibi işlere sarı lanlar, aile, din ve ahlak prensiplerinden tamamile mahrum olarak yetişmemişlerse, daima onların, bu işlerin, muvakkat olduğunu ve kazançlarıyla kendilerine ve cemiyete hayır getirecek temel kuracaklarını i leri sürerler. Fa kat onlar, sözlerindeki bütün samimiyetlerine rağ men işin hayattaki tesiri i l e hem bozuk yollarında sü rükleni p giderler ve hem de ruhlarındaki hassasiyeti kaybederler. Bu netice onların muhit ve işlerinin ruh l arında yaptığı tesirden i leri gel ir. Buna binaen işin nevinin ve gayesinin temiz ve ferdin ve cemiyetin te kamül üne yarar bir şekilde olmasına her şeyden ev vel dikkat etmemiz icap eder. İşin ahlakımız üzerin de müsbet tesir yapabilmesi için yalnız iş olması de ğ i l , temiz ve yüksek bir gayeye yaraması da şarttır. Bunun için her işde · neticeni n düşünülmesi ve bu ne-
1 12
ticenin bizi yükseltmeye yaramasına tam kanaat ge· tirilmesi ve bundan sonra işin başarılmasına geçi lmesi elzemdir. İşin yalnız maddi neticesi değ i l , bunun yüksek ferdi ve içtimai bir gayeye hasredilmesi ve bu ka· naatle işe sarılması takdirinde insan, işin manevi te· sirlerinden kuvvet a l ı r ve onunla yükselir. Para kazanmak değ i l , ası l parayı ferdin, ailenin, cemiyetin yaralarını sarmağa, onları maddi, manevi bakımdan yükseltıneğe yaratabilmek zevk nıenbaı· dır. Para da bir vasıtadan ibarettir. Bu vasıtanı n kıy· meti ve bize verdiği zevkin derecesi elbette bizi kü çültmeğe, zehirlemeğe, maddi, manevi huzurumuzu yıkmağa yaramasında değildir. Bunun için, yalnız pa· ra kazanmak bir gaye olamaz ve yalnız bu neticeye hasredilmiş katkı bizim ruhi yüksel memize esas ola· maz: Burada da, daima her meselede olduğu gibi, işin şümullü mana ve ehemmiyetini nazarı dikkate alarak ondan beklenilen neticenin tam insan olabil memize yaramasını düşünmemiz ve ona yarayan işi ve işin neticesini tespit etmeğe uğraşmamız lazım gel i r. Temiz iş ve temiz gaye ile çırpınan insanlardır ki hayatta hem kendilerini ve hem de ce.miyetlerini maddi, manevi kuvvetlendirmeğe ve yükseltmeğe yararlar. ·
F. 8/1 1 3
ÜLKÜCÜYE GÖRE iŞ ve TENKiT
işin ahlaka yaptığı tesiri tamamlamak için, işin bizdeki tenkit kabil iyetini yükselttiğinden de bahset· memiz zaruridir. İnsanları n , pek tabi görünmekle beraber, en güç buldukları ve tatbik etti kleri esas kendi kendi lerini tenkittir. Ahlak kaidelerinin kuvveti, bu tenkidin de· recesi ile mütenasiptir. Yapı lan hareketleri , yapma· dan evvel düşünerek; bilhassa yaptıktan sonra on· ların neticelerini görerek müsbet, menfi kıymetlerini anlarız. Her söz ve işimizin neticesine ehemmiyet vermemiz, bilhassa ahlak bakımından çok ehemmi· yetl idir. Her iş, yalnız neticesiyle bizim ahlak mefhumu· muza ve buna uymamıza tesir etmekle kalmaz. Her iş ve netice bilhassa bizim kendi kendimizi tenkit kabi liyetimizi kuvvetlendirir ki, işin bu tesiri her şey· den daha mühimdir. İşe, kabi liyetlerin ölçüsü diye de b�kabil iriz. işimiz, ayinemizdir demekten maksat da budur. insanlar, bilhassa o aynada kendi dereceleri·
114
n i anlarlar, maddi - manevi kendi lerini görürler. İş kadar biz kendimize baktıran ikinci bir kuwet yok tur. Kendi malumatımız, kendi fikirlerimiz nefsimize karşı bitaraf kalamazlar. Dostlarımız, etrafımız biz deki müsbet cihetleri büyültmeğe, düşmanlarımız da menfi taraflarımızı ifrata götürürler. Her işimizin ne ticesi ise bize en iyi anlatır. Hayatta bizi en iyi tenkit eden iştir. İ şin, kab i l i yetimizin i nkişafına yaraması da bilhassa bundan i le ri gelir. İ şini sevenin, iş önünde kendi kendisini ten kit etmesi ve buna alışması nası l tabii ise, diğerleri n i n tenkitlerini tahammülle dinlenmesi o derece mümküncfur. Nefislerimizi, mücerret iddialarımızı , görüşterimizi tenkit edenl·ere itirazımız kolaydır. Bu nun için de bu sahalarda itirazlar çok kolaylıkla yük selti l ir. Fakat işde ve işlerimizin neticesi önünde iti raz ve isyanlarımız o kadar kolaylıkla yükselemez ler. Daha i nsaflı isek, nefsimizden ziyade işimize bağlı ve onu seviyorsak o zaman tenkitten kaçmak değil onu ararız. Herhangi bir işin, bilhassa fikir sahası nda iken münakaşa ve tenkit edi lmesi faidelidir- İşin başarıl ması için tasavvur ettiklerimizin kabil iyeti tatbikiye leri olup olmadığını , beklediğimiz müsbet neticele rin düşündüğümüz şeki lde alınıp alınamayacağını an cak bu münakaşa ve teı:ıkitlerle daha esaslı olarak kestirebi liriz. İş hususunda kimlerle dertleşmel idir? Düşündü ğümüz işle alakası olmayanlara, bunları kavramay� caklara, bunda herhangi bir rol leri olamayacaklara, bize hayırları olmayanlara iş hakkındaki düşüncele rimizi söylemekten faide değ i l zarar gelebilir. Tasav vur ettiğimiz işi anlayabi lecek mevkide bulunan , bundan herhangi bir i htisas tespit etmemiz, işin her
115
sahası hakkında düşündüklerimizi ayrı ayrı bahis ko nusu etmemiz elzemdir. Mühim işlerde istişarede bulunduğumuz zatla meseleyi birden bitirmemelidir. kat'i kararı i kinci bir görüşmeye bırakmayı tercih et mel idir. istişare ve tenkitte karşımızdakilere yapacağı mız itirazları onların bütün iş hakkında, fikirlerini söylemelerini bitirmelerinden sonra yapmal ıyız. Bu itirazları da misal ve teferruat kabilinden söylenen fikirlere değ i l , asıl işimiz ve işimizin can noktası hak kındaki düşüncelere hasretmel iyiz. Diğerlerini kendi fikrimize getirmeğe çalışmaktansa, onların işimiz hakkındaki bütün , fikirlerini anlamağa didinmemiz ve kendi fikrimizin tesirinde kalmamağa çal ışmamız faydalı olur. İstişare ve tenkitde de bir i ş olarak bak· malıyız. Ve tıpkı, işde olduğu gibi, tenkitte de fikri· mizi, i rademizi mesele üzerinde temerküz ettirmeli· yiz ve ondan da azami netice almağa çalışmal ıyız. Burada tahlile i mkan görmediğimiz sebepler yü· zünden, bütün doğulular ve hassaten biz Türkler, his· !erimize . fazla kapıl ırız. Bu yüzden tenkide tahammül etmeyiz. Bunun iş için ve nefsimizin terbiyesi bakı mından çok zararl ı olduğunu izah zaittir. En samimi hislerle bizi ve işimizi tenkit edenlerin sözleri bile bizde soğuk tesir yapar. Halbuki, biz bunları şükran ve minnetle karşılamal ıyız. Hayatta en hakiki dost· farımız, her vesile i l e bizi okşamağa, bizi büyültme· ğe çalışanlar değil, bizi samimiyetle kendimize bak tıranlar ve işimizin aksayan taraflarını doğru, riyasız yüzümüze söyleyenler olduğunu anlamal ıyız ve ten kidi rahat kalble dinlemeğe, ona kıymet vermeğe ça lışmalıyız.
1 16
ÜLKÜ AÇISINDAN İŞ VE MESULİYET iş, tenkidi, tenkit de mesuliyetimizi anlamamızı kolaylaştırır. Her işde, herkesten evvel kendi nefsi miz önünde mesulüz. işin müsbet, menfi neticesi herkesten önce onu yapana aittir. B i r işi deruhte et mek, hangi maksatla olursa olsun, kendimiz ve ce m iyet için bir mukavele akdetmek demektir. Taahhü dümüzü yapmadığımız anda hem şahsen ve hem de cemiyet önünde mesul iyete düşmüş oluruz. Şahsımı za olan zararlar, işin maddi-manevi inkişafımıza ya ramasına ve işden beklediğimiz müsbet neticeyi ala mamıza taalluk eder. Cemiyete olan zararımız ise, cemiyetin herhangi bir şubesindeki işi aksatmamız ve buna bağlı bütün işleri sarsmamış şeklinde te cel l i eder. Her iş karşısında azami düşünmek mecburiye tinde olmamız ve bilhassa onu başarabileceğimiz hakkında tam bir kanaat sahibi olmamız lüzumu bun dan dolayı zaruridir. işe karar verdikten , başkasının bir işini yapmayı kabul ettikten sonra, mesullyetimiz fikri bir an aklı mızdan çıkmamalıdır. Bir işi vaktinde 1 17
ve taahhüt edilen şekilde başarmamak, yalnız onun maddi neticelerinden mahrum edilmemizle kalmaz, manen şeref ve haysiyetimizi sarsar.... İşde ne karın, ne de şerefin büyüklüğü bizi , onu kabul etmeye sürüklememel idir. D iğerlerinin tesir ve tazyikiyle de böyle taahhüde g irişmemel iyiz. Bir işi deruhte etmemiz ancak ve ancak kendi fikir ve ka naatimizle yapılmalıdır. Bu takdirde mesuliyetli işle re sürüklenmemizin önüne geçebil i riz. Ve ancak bu takdirde onun mesul iyetine tahammül edebil iriz. İşde mesul iyeti düşünmeyen fert ve cemiyetle rin sağlam bir inkişafa mazhariyetlerini tarih · kaydet mez . Bir cemiyetin maddi - manevi mukadderatına tesir eden iş meselesinin temiz, ciddi ve sağlam bir yolda yürütülmesi için, her sahadan daha hassasi yetle bu meselede kat'i ve cezri mesuliyetle aran ması ve tatbik edilmesi elzemdir. Ferdin ve cemiye tin selameti bunu amirdir. Her i inkılap, cemiyetin fikr', i ktisadi inkişafına engel olan mazisi i l e hesaplaşmasıdır. Her inkıiap, tarihin korkunç bilançosu önünde milletlerin zarar yolunu kapamaları ve varl ıklarını kurtaracak, kuv vetlendirecek ve yükseltecek esaslara sarı l maları demektir. · cemiyet hayatının, devlet makinesinin, içtimai müessese ve akidelerin cumhuriyet esaslarına göre ıslah ı , cumhuriyetin en zaruri işidir. Bu büyük ısla hatta esas olan müesseselerin yeni ad almaları , ye n i şekle girmeleri değ i l , onların ruhlarının cumhuri yet esaslariyle yoğurulmasıdır. Mazinin seyyiatı yal nız müesseselerinde değ i l , onları o ruhla yürütmüş olan amir ve memurlarında olduğu gibi , cumhuriye tin de canlanması ve semere vermesi , onun kurdu ğu müesseselerden ziyade onları yürütenlerin o esas-
1 18
lara candan bağlılıklarına ve onu tahakkuk ettirmek için didinmelerine bağlıdır. inkılabı benimsemek, onun bütün cemiyetin kur tuluşunun temel i olduğuna inanmak, işle isbat edil melidir. Her devre uyan , her fikri parlak sözlerle yal dızlayan , her meseleye dil ucundan ve idareyi mas· lfıhatla temas eden, bilhassa mesuliyetten korkma yan amir ve memurlara cumhuriyete yalnız lanet et mez, onlar, er-geç onun hışmına da uğrarlar. M i l le tin ümidini baltalayanlardır. Cumhuriyetin heyecanı hassasiyeti bu sahada daha canlı bulunmalıdır. Par tinin, matbuanın, gençliğin bu meselede tarihi rolleri vardır. Bunların bu sahalarda hürriyetlerini tahdit et mek, ancak içtimai bünyedeki marazların gizlenme sine yarar. Bu hürriyet yüzünden tahaddüs edebile cek herhangi bir sarsıntı , o bozuklukların yarattıkla rı maddi - manevi zararlar önünde daima hafif ka l ı rl ar. İşde mesuliyet.... Cemiyet ve devlet işlerinde, bu, yalnız fertlerin kendi vicdanlarına bırakı lamaz . Teftişe bu hususlardaki ceza kanunlarına, inkı lap geçiren m i lletlerin en büyük hassasiyetle ehemmiyet vermeleri ve bunları tat�ik ettirmel eri lazımdır. M i l letin cumhuriyetten beklediği semereler an cak bu sayede temi n edilebilinir ve o ancak bu sa yede cumhuriyeti benimser. Ecnebiler önünde de devletin ve m i l l etin kadir ve kıymeti ancak makine nin doğru ve muntazam yürümesiyle artar. Hükümet makinesinde , görülen bazı yolsuzlukların neticeleri , yalnız devlete geti rilen zararla ölçü l memelidir. Cum huriyetin benimsenmemesine, mil letin şeref ve hay siyetinin lekelenmesine sebep olması bakımından da bu mesul iyetsizl ikler en kat'i şeki lde cezalandırılma l ıdır.
1 19
Türk Cumhuriyetini n en büyük esası halk haki m iyetidir. Şikayet hakkı, s ı kı mürakabe. Bu bütün m i l lete, iş sahiplerine ve mil letin d i l i olan matbuaa, geleceği n ve cumhuriyetin temeli olan gençliğe ve rilmelidir. Mesul iyetslz işdense, işin yapılmamas ı , durdurulması müreccahtır. Şu veya bu kanaatle ken di lerin i kanunun, hükümetin , cumhuriyetin önünde tanıyanların vukuf ve ihtisasları ne kadar yüksek bi le olsa, onları fedadan çekinmemeği cumhuriyetin ruhu, mil letin geleceği amirdir. M azide m i l letin, fikri ve i ktisadi inkişafına engel olanları , onun işinde kendi lerini mesul iyetsiz sayan ları cumhuriyetin süpürüp atması ne kadar tabii idi ise, cumhuriyetten sonra m i l let ve devlet işlerinde en büyük hassasiyetle mesul iyet aranması ondan daha ziyade elzem ve zaruridir. Bunda tereddüt cum huriyeti ve geleceği baltalamak olur.
1 20
ÜLKÜCÜYE GÖRE İŞ ve İDARE Biz, insanların hayattaki rol lerinin evvelden te kerrürü ettirilmiş olmasına i nanmıyoruz. Hayat sah nesindeki rol lerimizi, kendi ar.?uları mızla ve kendi kabil iyet ve i rademizle tahakkuk ettiririz. Tabiat kuv vetlerini kendisine esir eden, en canavar hayvanla rın bile terbiye yolunu bulan i nsanın kendi iradesi ne hakim olamamasını tasavvur bile doğru değildir· Ü l künün i rademizi kuvvetlendirmekteki müsbet tesirinden (ülkü) hakkındaki yazımda bahsetmiştim. Bu fikri , manevi, tesirden başka i radenin devamlı mektebi işdir. M adem ki her iş, ancak kuvvet ve zahmet sarfiy le elde edilebilinir. O halde fikir ve i rademizi onun tahakkukuna has ve temerkür etti rmemiz elzem olur. İleride, işin düşünülmesinde fikrimizi sonuna kadar onunla uğraştırmamız icap ettiğini göreceğiz: işin başarılması bahsinde de i rademizi sonuna ka kadar onunla uğraştırmamız icap ettiğini göreceğiz. işin başarıl ması bahsinde de irademizi sonuna ka dar onun üzerinde temerküz ettirmemizin neden za ruri olduğu görülecektir. işin gerek fikir safhası nda ve gerekse tatbikinde muvaffakiyetle tahakkuk etti1 21
rilebilmesl , her şeyden evvel , irademizin kuvvet ve sebatına bağl ıdır. Bundan dolayı , her işi iyi ve tam düşünmemiz ve onu başarmamız ve semeresini al mamız amel iyesi tabii olarak irademizi kuvvetlendirir. İş ve işde ısrar, önümüze ç ı kan engelleri , müş külleri yenmemiz demektir. Her işin başarılması ira demizin bir zaferidir. Bu zaferle kuvvetlenen irade miz yalnız işi yenmemizi değ i l , bunların yekunu olan hayat mücadelesinden de muzaffer çıkmamızı temin eder. Şeytan dostları n ı , yahut da kurbanların ı en ziya de işsizler arasında bulur, derler. İnsanlar, iyiy i , bil mediklerinden, onu sevmediklerinden dolayı değ i l , onları yapabilecek iradeden mahrum ölduklarından dolayı fenaya sürüklenirler. Bundan dolayıdır ki ha yatımızda bizi şeytanın tuzağından , yahut şeytani ve zehirli muhitlerinden kurtaracak, müsbet ve hayı rlı yolda muvaffak kı lacak esas , her şeyden evve l , ira de kuvvetimizdir· İşin, fikrimizin inkişafına, hayati ol masına, teşebbüs. takip, tenkit vasıflarını kuvvetlen dirmesine taramasından daha mühim olan müsbet tesiri irademize yaptığı tesirdir. Bu tesirin azami te mini için işi etraflı anlamamız zaruridir. İş yalnız muayyen saatlerde bir gelir elde etmek için çal ış maktan ibaret değildir. M adem ki biz, işi, fikrin de vamı olarak kabul ediyoruz. Madem ki biz işi, maddi, manevi bir netice elde etmek için fikir ve i rademize sarf etti rdiğimiz kuvvet ve zahmet olarak tespit ettik. M adem ki biz, fikrin herhangi bir neticeyi bulmak için çal ışmasını iş olarak kabul ettik. O halde, hayat ta bütün düşünce ve hareketlerimizde bir maksat aramamızın ve onu azami anlamağa ve yaratmağa e hemmiyet vermemizin hepsi iş görmemiz demek o1 22
lur ve bu işlerle de devamlı olarak i rademiz kuwet lenir. İşde külfet görünmes i , her işde zahmet aranma sı da i rademizi onun üzerinde tutmakta duyduğumuz mecburiyetinden i leri geli r. İş düşünme ve başarma mız demek i ra demizi bu mecburiyetlere boyun eğ meğe al ıştırmamız demektir. İş, fikirlerimizi nasıl ha yatla yoğurmağa yarar ve müsbet yaparsa iradeleri mizi de fikrimize uymağa, kararlarımızı tahakkuk et tirmeğe al ıştırır. İ nsan iradesini, gemi lerin dümeni ne benzetenler çoktur. Bizce, fikrin ve iradenin dü meni de işdir. İşe karar vermekle onun başarıl mağa başlan ması arasında ne kadar az zaman b ı rakı l ı rsa o kadar i rademizin işde toplanmasını teci l etmiş oluruz. İşe sarılmak, irade gevşekliğine yoi açmaz. lşden bekle diğimiz neticeyi , en az zamanda elde etmek düşün cesi de irademizin devamını ve kuwetin i arttırma sını teshil eder·
* işe bakışımızı ve ışın fikir,, ahlak ve i rademiz üzerindeki tesi rleri hakkındaki düşüncelerimizi tel his ettikten sonra (iş nası l düşünülmeli ve nasıl ba şarılmal ı ?) meseleleri hakkı nda da bazı fikirlerimizi kaydedel im.
1 23
ÜLKÜCÜLER iŞi NASIL DÜŞÜNMELi VE NASIL BAŞARMALI?
B i r işin iyi düşünülmüş olmas ı , onun yarı yarı ya haledilmesidir; derler. M adem ki biz de işi fi krin devamı olarak kabul ediyoruz, o halde işin temeli, başlangıç safhası olan fikrin ve onun başarılması nın ayrı ayrı tetkik edilmesi zaruridir. iş nasıl düşünülmeli, nas ı l başarı lmalıdır? Her düşüncede vuzuh, sarahat, tertip, teselsül esastır. işe ait, yani işin karara bağlanmasına, başa rılmasını temin edecek imkanların tetkikine, netice yi azami hadde çı karacak çarelerin bulunmasına ya rayan düşüncelerimi de bu sarahat en kafi şekilde zaruridir. Bu düşüncelerin ayrı ayrı , vasıf olarak tet kikinden sonra kafi karara gelmel iyiz. Bu safhalar da fikrimizi layıkiyle yoğurmadan , acele, tetki ksiz karara gelmemiz ve işe sarılmamız, eğer her zaman zararla neticelenmezse, bunu tali himizin bir lütfu te lakki etmeliyiz. Acele verilen kararlar, vakitlerinden ewel dü�ü rülen ceninlere benzerler. Herhangi bir işe karar ver�
1 24
meden ewel, onun her safhasını, her cepheden tet· kik zaruridir. işin müsbet, menfi taraflarını ölçmemiz, i m kanlarımızın derecesini azami, asgari tespitle na· zarı dikkate almamız lazım olduğu gibi, önümüze çı· kabilecek engeller ve bunlar karşısında bugün ve yarın alabi leceğimiz tedbirlerimizi, işimizin semere· sini nası l kullanabileceğimizi de ayrı ayrı tetki k et· meliyiz. Bütün bu tetkiklerde kendi tasawur ve ümit· lerimizden ziyade, hakiki şeraiti bulmağa ve kafamız· da bunları yoğurmağa, bunlardan netice çıkarmağa çalışmamız elzemdir. Her iş, hayat mücadelesinin bir safhasıdır. Ya· n i , küçük miktarda bir harptir. Mevcut şeraiti kulla· narak, muhtemel güçlükleri gözönüne alarak, zaman ve imkandan azami istifade ederek , herhangi bir ka· rarım ızı tahakkuk ettirmemiz, bir zafer kazanmamız demektir. Her harp, bilhassa iyi hazırlanmış ve hazırlığını en iyi kul lanmış, zaman ve mekandan düşmanından ewel ve ondan iyi faidelenmeyi bilmiş olan tarafın· dan kazanıl ı r. Her harp, sağlam bir iman ve itima· da malik olana güler· Bunun için, maddi i mkanlar kadar manevi amilleri, fikir, iman , irade, kudret ve azmini ayratmış olmak l azımdır. İşde de böyledir. Yapılacak iş için haml ığımız tamam olursa, bunu yapabi leceğimize olan itimadımız da o nisbette kuv· vetlenir. Yapacağımız işin kıymetin i , onun neticesini esaslı anlamış olursak, i man ve irademiz de o nis· bette canlanır, kuvvetleni r. Herhangi bir hayat tehl i kesi önünde insanların kudret ve kabiliyetlerinin tasavvurun üstüne çıkma· s ı , bu anlarda şayanı hayret işler yapılması bize bü· yük bir i lham menbaı olmalıd�r. Bu gösterir ki insan denilen mahlukun kudret ve kabil iyeti, kendisinin
1 25
tahmin edebildiğinden çok yüksektir. O halde her iş önünde bizim (Yapabilir miyim?) sualini değ i l , (Mutlaka yapmal ıyım) kanaatini taşımamız doğrudur ve elzemdir. Madem ki , tehl i ke anında tasavvur ede meyeceğimiz işleri yapabil iyoruz, o halde, bu tabiat tan gelen hamle kudretini fikrimizle yoğurmamız ne ticesinde daha kolaylıkla ve daha tabii olara k her işi . başarabiliriz. Her iş de, bilhassa mühim işlerin hep s inde muvaffakiyetli neticeler ancak sarsılmaz iti mat ve kararlarla elde edil i r. Hayatın hangi sahasın da olursa olsun, bizi hayrete düşüren ve takdir hissi mizi uyandıran işleri yapanların muvaffakiyetlerinin sırl arı , her şeyden, hatta onların istidat ve imkan larından evvel kararlarının katiyetidir. Her iş, netice sinin ehemmiyetine göre, hayatta atı lmış ciddi adım lardır. işle şaka bir araya gelemez. Bunlar ateşle ba rut gibidirler. işe bakışımız böyle olmal ıdır. Aksi takdirde zi yandan. vakit ve enerji kaybından, nihayet kendimi ze olan itimadımızın yıkı lmasından başkaları önün de kıymetimizin düşmesinden başka bir netice bek leyemeyiz. Acele ve tesadüfi kararlarla, birisinin hislerinize ve heyecanımıza tesirle söylediği sözlerle kabul et tiğimiz vazifelerin yapılmasiyle biz ne kendimize ve ne de herhangi bir maksada tam hayı rlı bir iş yap mış olmayız . Ancak işi kendimizin düşünmüş, karar laştırmış ve mesul iyetini deruhte etmiş olmamızla biz işimizin eri oluruz ve işden gelecek fikri ruhi müsbet neticeleri elde edebi l i riz. Her iş, daha fikir sahasında iken, yani onu ka rarlaştırmak için kafamızda yoğurmakla meşgul ol duğumuz sırada, onun müsbet taraflarından ve ne ticelerinden ziyade, menfi taraflarını düşünmeğe
1 26
ehemmiyet vermel iyiz. H islerimize kapıl mamak ve işi her cephesinden tetkik edebilmek ancak bu esasa riayetle elde edilebi l inir. Karar aldıktan ve (Mutlaka bu işi yapacağım) dedikten sonra ise, ancak müsbet neticeyi görmeli ve her güçlüğe rağmen onu tahakkuk ettirmekteki azmimizi sarsmayarak ondan beklenilen hayırlı neti ceyi kafamızda tekrarlamal ıyız. Her işi, fikir sahasında yoğururken daima (Ne den ? N için?). tatbikat sahasını düşünürken de (Na s ı l ? Ne zaman?) suallerini s ı k sık ve işin her cephe sini incelerken sormal ıyız. Herhangi bir işi ya bizzat ve müstakilen yapa rız, yahut da diğerleriyle birlikte tahakkuk ettiririz. Bu safhaların her i kisinde de en evvel kendimize gü venmemiz ve işde, alınan vazifede en büyük görev, ciddiyet ve fedakarlığı kendimiz yaparak diğerlerine misal olmalıyız. Ve onlardan iş istemeliyiz. Aksi tak dirde iş, sözde kal ır. Sözlerimizin tesiri olmaz. Müstakilen yaptığımız işleri de ya kendi nefsi miz için veya bir maksat veya diğerleri için yaparız. Kendi nefsimiz için yaptığımız işlerde gevşek ve bıkkın ve atıl davranmakta kendimizi hür telakki et memeliyiz. Nefsimize olan borcumuzu ödeme işinde göstereceğimiz bu noksanlar, yalnız bizim iş adamı olmamıza değ i l , kendimizin maksat ve iman için ha zırlanmamıza ve iş görme hususunda diğerlerine ve receğimiz kanaate de tesir eder. Bir işin başarıl ması kadar, hayatta zevk, heye can ve itimat veren d iğer bir menbaı yoktur. Hayat ta muvaffak olmayan insanlar, kendi akabiliyet ve kudretlerini tam i nkişafa götürememiş olanlar, hep işden uzaklaşmış bulunan kimselerdir. İş başarma ğa alışmış ve bunun tadını tatmış, bununla ruhlarını 1 27
kuwetlendirmiş olanların kendi istidatları n isbetin de muvaffak olmamaları mümkün değildir· İşin başarı lmas ı , meselesinde, bunun başarılabi· l i necek olanını ve ne şekilde başarı lacağını karar· !aştı rmak elzemdir. Bunun için de bidayette, gençle ' rin veya herhangi bir işde acemi olanların mümkün görmediklerini başarmağa kalkışmaları onları başa· rısızlığa ve bir netice kendilerine itimatsızlığa götü rür. Hayatta kırı lmış olan insanların pek çoklarını tetkik ettiğimiz zaman, onların akı l , mantı k, dirayet ve kabi l iyetlerinin pek çok muvaffak olanlardan yük sek bulunduğunu görürüz. Bunun sebebi , hakiki se beb i , ne imkansızlık. ne tal i hsizli k ve ne de tenbel l i ktir. Bunun en hakiki ami l i , bu kimselerin işle yoğu rulmalarına, iş becermelerine yol verilmemesi ve iş başarmalarına di kkat edi lmemesidir. Onlar bu saha da ikaz edilmedikleri nden dolayıdır k i , ya başarama yacakları işe atı lmış veya yüksek kanaat ve gururla yapabilecekleri işlere tenezzül etmeyerek büyükleri ne koşmuş, bunların altı nda ezi lmiş ve kendi lerine olan itimatları yıkılmıştır. H ayat mücadeleden iba retse, iş de bu cidalin safhası ise, hayatta muvaffak olamayanların, işde muvaffak olmamış olanlardan bulunacağı da sarihtir. İşleri yene yene hazırlanan i nsanların hayatı yenmeleri ne kadar düz ise, bunu yapmayanların da ona yeni lmeleri o kadar tabii ve zaruridir. İş başarma keyfiyetin i n bu büyük manası anlaşıldıktan sonra, her işin başarı lması safhasına, her şeyden ziyade ehemmiyet vermemizin zaruri bu lunduğu kendi kendine anlaş ı l ı r.
1 28
ÜLKÜCÜ VE MÜŞTEREK İŞ
Toplulukla yapı lan işler, işbölümüne dayanı rlar. Gerek va�ifelerin taksiminin isabetl i yapılmasını ve gerekse bu vazifelerin işde başarı lmalarını ve ak sayan noktaları düzelterek ışın başarı lmasındaki ahengi korumayı temin edecek bir selahıyettar nok tanı n , bir müdürün bulunması elzemdir. Müşterek iş de başarı , bilhassa, bu idarecinin kabil iyetine bağ lıdır. Bizim görüşümüze göre, işden beklediğimiz ne .t icelerin te:minine yarayacak şekilde işi idare edebil mek için yukarıdan aşağıya ve amiriyle hareket edi lemez. Biz işin karara bağlanması nda ve icrasında en büyük amil olarak fikri, fikrin sevilerek candan benimsenmesini tanırız. Bunun için, iş yürütecek a damın arkadaşları i l e işin her safhasını serbestçe münakaşa etmesi ve onları n işe iştiraklerini zorla değ i l , · kendilerinin işi yapmayı bir vazife tanımaları nı ve işi yapmaya kendi . kararları ile koşulmalarını temin etmesi elzemdir· işe karar veri rken, işlerin taksiminde daima an laşmağa çalışmak ne kadar elzemse, işlerin kontroF. 9/ 1 29
lünde vakit kaybetmiyerek vazifesini yapmayanın, noksan yapanın elinden işi acele almak da o kadar zaruridir. Bunu yapan idare amiri bu kararını ve bun· daki zarureti iş arkadaşlarına i l k fı rsatta izah eder. Ona kadar işin sal lantıda kalmaması ve bil hassa iş· de aranı lan disiplinin başarı labi lmesi için bu zaruri olduğu gibi, işde gevşekl iğe gidebilecekleri ancak bu sert muamele ikaza yarar. İşi idare eden arkadaşın otoritesinin bu suretle tanıtı lması daha müessir o· lur . Alelumum bizim anlayışımıza göre idare edenin müessir ve daima yükselen bir otoriteye malik ola· bilmes i , onun şu üç · esastaki muvaffakiyetine bağlı dır: 1 Fi kre kıymet vermesi , karnr alma ve tat· bikte da!ma fi kre dayanması , .
-
2 İşin ağrını kend isinin deruhde etmesi ve onu en büyü k say ve feragatle tahakkuk etti rmes i , -
3 Arkadc.şlarını sert v e hırçın , soğuk tenkit ten ziyade onları teşvi ke tamamlamağa çal ışması ve işde onların yardımına koşması . Gelelim vazifelerin taksimine: B i r i ş , b i r işin bir kısmını ehl ine tevdi edebi lmek iş bölümünün en zor safhasıdır. Bunun için insanların fikir ve iş kabil iyetlerini, kavrayış ve idare kuvvetleri ni esaslı anl amak lazı rn· d ı r. Burada kendimizi aldatmamız nisbetinde iş ak sar. . İşbölümünde işin ağır kısımlarını bu kabil iyet· lere . göre tevdi etmeğe çalışmal ıdır. H isleri, imanları kuvvetli olanlar daima öne atı lır ve işin müşkil tara fını yüklenmek isterler. İşi yürütmeğe, çalışan arka daşın vazifesi, buna kapılmamak, işin müşkil .tarafını -
1 30
en iyi kim yapabilecek ise ona göre iş bölmek ve bunları ehil lerine vermektir. İ ş bölümünde dikkat edilecek bir nokta da ışı en müsait şekilde bölmektir. Fazla parçalara ayır mak zahi ren işin acele bitirilmesini temine yarar gi bi görünürse de buna kapı l mamal ıdır. İşi az adamla başarmak -cihetinde de ifrata g itmemel idir- Bu yalnız işin acele yürümemesini değil arkadaşları bıkkınl ığa ve ümitsizliğe götürebi l ir. İş kaç adamla başarı labi l i necek ise onu kestirmeğe çalışmalıdır. Bidayette bir fazlasına doğru meyil etmel i , sonraları ise azalt mağa gayret etmel idir. İşin başarılması için lazım gelen zaman mese lesinde de böylece hareket etmel idir. Müşterek işler de iki kısma ayrılır: Bunlar ya m uvakkat; yani herhangi bir muayyen ve geçici mak sada veyahutta daimi bir gayeye dayanırlar. İş bölümü teşkilatla çal ışmak demektir. Muay yen ve geçici işlerde teşkilat bakımından işe veril mesi lazım gelen ehemmiyet üzerinde durmak o ka dar lazı m değilse de daimi işlerde bu zaruridir. Bu takdirde teşki latın kuruluş tarzının iş bölümünde te siri olur. Herhangi bir muayyen teşkilata dahil olanlar işi ya kendi aralarında yürütürler veyahutta kendi teşki latlarında bulunmayanlara karışık olarak onu icraya çal ışırlar. Her iki şekilde de teşki lata mensup olan ların kendi reislerine ve teşkilatın disiplinine kıy met ve ehemmiyet vermeleri ve bunu tutmaları za ruridir, Bu bil hassa işlerin kontrolü meselesinde kat'i ve ciddi hareket edi lmesinde işi idare edene kuwet ve kolay l ı k verir. Gerek iş bölümünde ve gerekse bunların kon trolünde ve neticeni n kullanılmasında işi idare eden 131
amırın daima işin can noktasını kestirmesi ve ona azami ehemmiyet vermesi ve di kkat etmesi elzem· dir. Bunun için işin teferruat kısmına saplanıp kalan ve yalnız göz önündeki kısmını düşünen insanlar u· mumi, müşterek işlerin heyeti umumiyesini ahenkle ve muvaffakiyetle yürütemezler. Bir işi elinde bul un· duran, onu yürüten adamın her şeyden ewel işin e· hemmiyet ve mühim olan taraflarını ayırması ve bunlara göre iş bölümü yapması ve kontrolünde de işin esas kısımlarına hassaten ehemmiyet vermesi icap eder.
1 32
ÜLKÜ VE iŞİN DENGESi VE DE SEMERESİ
lşde iki kutup vardır. B i risi işde l akayıtlık, gev şekl ik; diğeri ise esir olmak- Bunların her ikisi de zararlıdır. Müsbet, devamlı, hayırlı neticeli iş ile yü rütülen iştir . . izah edelim. işin ruhu veyahutta işdeki gaye bize daima ha kim olmalıdır. Fakat işin iş kısmını daima biz e l imiz de tutmal ıyız. onun la sürüklenmemel iyiz. Ferdi çalış malarda her birimizi n , iş bölümünde ise işi idare mevkiinde olan adamı n bu noktaya azami di kkat et mesi lazımdır. Şu basit esas burada da unutulmamalıdır. Biz işimiz için değ i l , işimiz bizim için lazımdır. iş i nsa nı değil insan iş yaratır. insan işe deği l iş nsana ya ramal ıdır. işten gaye iş değ i l , işin bize vereceği mad di, manevi kıymettir. İş hayatımızı yıkmağa değ i l kuvvetlendirmeğe yaramalıdır ve bu şekilde yürütül melidir. Bunun için de işe esir olunmamal ıdır. Bu takdirde işten beklenilen netice hayatı mız, sağlığı mız, muvazenemiz, yani tam inkişafımız bakımından zararlı olur. Bu nas ı l temi n olunur? 1 33
Her işte, bilhassa fikri çalışmadan dikkat edece ğimiz esas kendimizi iş üzerinde uzun müddet · tut mamız deği l , işimizin veri m i n i , semeresini azami te min edebilmemizdir. Bu azami gayedir· Yalnız bunun düşünülmesi kafi değildir. Aynı zamanda bunun ko laylıkla, az kuvvet sarfı ile elde edilmesini de düşün meğe borçluyuz. Zaten bu takdirde iş fayda sağlar. Her işle muayyen bir zaman uğraş ı ldıktan sonra o işin semeresini ölçmel iyiz ve bunun teminini kolay laştırma çareleri aramal ıyız. Bunun için sayım se meresi ile karşı lanmas ı , günlük iş programı yapıl ması icap eder. " Her işi fikir sahasında yoğururken daima (Ne den , niçin?). tatbikat safhasını düşünürken (Nas ı l , n e zaman?) sual lerini sık s ı k v e işin h e r cephesi n i i ncelerken sormalıyız• demiştik. İş safhasına geçtikten ve işte semere almağa başlad ı ktan sonra da sık sık, hatta her gün (İş ne verd i , neye mal oldu?) suallerini sormal ıyız. Ancak bu sualler sonunda işimizi kolaylaştıracak imkanları bulabiliriz ve onu daimi tetki k ve teftişimizden geçi rebiliriz. Ancak bu sayede işe esir olacak vaziyetle re düşmememizi temi n edebiliriz ve işimizi tasarruf la ve karla yürütebil i riz. İşin karı bize kendimizi unutturmamalıdır. ken di huzur ve benl iğ imiz de bize işi unutturmamalıdır. Bunun için de işten beklediğimiz neticeyi yalnız el de ettiğimiz semere olarak değ i l , bu semerenin bize neye mal olduğunu ve bu semerenin kul lanılmasını düşünmemiz zaruridir. Bu muayyen işlerde haizi ehemmiyet deği ldir. Devamlı işlerde ise bunun düşünülmesi hem işin mu vaffakiyetine temel ve hem de işin devamlı ve bize faideli bir şekilde yürütü l mesi , esastır. 1 34
İşten netice almak büyük bir iş ise, bu semere ye kıymet vermek ve onu yerinde kul lanmak ondan daha yüksek bir iştir· (Gümüş akçeyi tutmak için al tın el lazımdır) derler. Bu tasarrufun güçlüğünü, kıy mete kıymet verebi lmenin zorluğunu ifade eder. Ta sarruf, katkı semeresini en lüzumlu yerde ve lüzumu kadar kullanmaktı r. Bu yalnız maddi değ i l , katkı bü ti.!!1 semerelerine şamildir. Katkı her semeresi bir kıymettir. Tasarruf demek bu kıymeti takdi r ve bunu yc:i nde kullanma ktır. Bu da . başl ı başına bir iştir, iş gibi düşünülmeğe muhtaçtır. Katkımızı nas ı l azami verim l i yapmağı düşünür ve buna çareler ararsak onun semeresini de öylece kullanmağa mecburuz. Tasarruf demek sarf etmemek demek deği ldir. Tasarruf yerinde harcamaktır. Maddi işler için basit olan bu meselenin manevi kıymetlerde tatbiki biraz izaha muhtaçtır. Herhangi bir meseleyi düşünmek, bir makale veya bir kitap okumak, bir musiki parça sı dinlemek, bir dansı görmek, hep manevi birer kıymet elde etmek demektir. Bunları bilmek, anla mak birer iş ise, bunları kendimize mal etmek ve bunları yerinde kullanmak da birer iştir. Bilgilerimizi arttırmamız bir iştir, bunları herhangi bir yazımızda veya hitabemizde kullanabilmemiz de aynı derecede ve belki daha mühim bir iştir. İşe dair alınan bir mektuptaki herhangi bir haberi bizim öğrenmemiz mühim ise, onu alakadar insanlara bildirmemiz de o derecede ehemmiyetlidir. Bunun en güzel izahını (Söz)e tatbikte yapabi1 iriz . Söz söylemek b i r iştir, bu iş de her işte olduğu gibi bir maksada müteveccihtir. Gene her işte oldu ğu gibi söz söylemekte de maksadı kolaylıkla ve 1 35
kısaca elde etmeği tercih etmemiz zaruridir. Bunun için de malumatımızı ona göre kul lanmamız, sözleri mizi ona göre idare etmemiz elzemdir. Gerek kendi bilgilerimiz ve gerekse dinleyici le rimizin tasvip ve tenkitlerinden edindiğimiz fikirler ve bunlardan çıkardığımız neticeler katkımızın seme releridir. Bunları da tıpkı söz ve malumatımız gibi tasarrufla kullanmak mecburiyetindeyiz. Burada ta sarruf susmak deği l , daima maksat üzerinde dur mak, bilgi ve sözleri mizin bizi maksattan uzaklaştır malarına yol vermemek demektir. Bu esasın temini için de daima işten elde edilen semerenin ne oldu ğunu ve bunun nası l kul lanıldığını kendi kendimize sormamız icap eder. İşe karar verirken (Neden), tatbi katı nda (Nasıl ) , neticede ( İ ş ne verdi, kaça, neye mal oldu?) sual le rini s ı k s ı k sormaklığımız ne kadar elzemse elde e di len semereni n yerinde kullan ı l ı p kullanılmadığını tetkik için de işin ve onun neticesinin sonunu ara mal ıyız. M adem ki iş fikrin devamıdır. Fikirden doğan işin ve onun neticesinin tam kullanı lması için her şeyden ziyade uyanık bir. fikirle takip ve bunu sonu na kadar yürüterek kull anmağa mecburuz Limonun tam sıkılması , kabuğunun da faide ge tirecek bir şekilde kullanı lması temin edi ldikten son ra l imon için verilen para veya katkı yerinde kul la nılmış olduğuna hüküm edebileceğimiz gibi işde de fikrimizin işi bulmas ı , yoğurması , başarması , netice yi ele al ması ve bunu tam manası i l e yerinde kulla nı lması ile vazifesini yapmış olduğuna kanaat geti rebil i riz. Madem ki iş, hayat mücadelesinin bir safhasıdır ve bu, küçük mikyasta bir harptir, zaferi kazanmak 1 36
lazımdır. Fakat bu da asıl hedef değ ildir, zaferi düş mana karş ı azami istifadel i kul lanmağı bi lmek lazım d ı r. İşte her işin semeresini ve bunun yerinde kul la· n ı l masını düşünmek, fikrimizi sonuna kadar bu saha da yürütmek demek budur. Bu tem in edilmedikçe işi miz yarıda kalmaktan kurtu lamaz. Bunu da temin edecef< esas, işi bulma ve yürütmekte de temel ola gelen fikirdir, fikirde ısrard ı r, onu sonuna kadar ta kipti r. Bundan dolayıd ı r ki , • cihan tekamül ü fikre da yan ı r ., kanaati sağ lam bir akided i r. Çünkü medeni yetleri ayakta -tutan , fertleri yükselten bütün işlerin bulunmas ı , başarı lması ve bunlardan azami faide a l ı nması ancak fikirle kaimdir. Gene bundan dolayı d ı r ki, işi bulmağa uğraşan fikir, onu buldukça yü rüttükçe, ondan son istifadeyi temi n ettikçe onunla mütenasiben inkişafa mazhar olur. Fikirler işleri do ğurdukları gibi , işler de fikirlerin tabii ve hayati şe raite uygun olarak inkişaflarına yol açarlar. Bugünün en yüksek medeniyetlerini yürüten m i l letlerde iş ve işlerin semereleri tam manasile kıymetlendirilmektedir. Oralarda katkı ve katkın ı n mahsulü o l a n e n hurda, en lüzumsuz şeyler bile kıy m etsiz telakki edilmezler. Fikrin inkişafı onlardan faidelenme yolunu bulmuştur. Oralarda ne bir daki kal ı k katkı , ne de bir paralık bir katkı mahsulü kayıp olmaz. Burada en mühim amil hayat zarureti, geçin me zorluğu değ i l , işe ve işin neticesine kıymet ve ren fikirdir, fikrin tekamülüdür. Bu tekamü l , zaruret ve i htiyaçlardan değ i l , ken d isinden kuvvet al ı r. Asyanın açlı kla, hastalıkla mah · volan milyonlarca insan larına, felaketler bir ders o lamıyor. Tabiatın zenginl ikleri içinde onlar açlıkla . hastalıkla eriyip gidiyorlar. Çünkü mevcuttan netice
1 37
çıkaran, her zorluğa, her fenalığa çare arayan haki· ki amil, yani fikir, fikir uyanıklığı onlarda yoktur. Onların işsiz, avare dolaşmaları da fikir kayıı�ğın dan mahrum kalmalarından i leri gelir. Tabiatın her katkı bol bol semere vereceği muhitlerde yaşadı kla rı halde perişan ve sefi l , günü gününe geçinebilecek halde sürünmeleri bundan i leri gel ir. Hayat müca delesi hayatla değ i l , fikirle canlanır. İşi hayat değ i l , fikir bulur v e yürütür. M addi ihtiyaçlar, zaruretler, felaketler onları du yan ve bilhassa onları yenmeğe didinen fikirler ö nünde tekamüle kuvvet verebil i rler. Aksi takdi rde onlar fert ve m i İ letleri ancak sefalete, esirliğe ve kabre götürürler.
1 38
ÜLKÜ VE İŞ Hayat ve hayatı tekamüle götüren tabii kanun ların umumi tesirleri bitkileri, hayvanları ve insanl arı yaşayabi lmek için çal ışmağa sevkederler. Bitki lerin gayri şuuri , hayvanların sevki tabii ile, insanların dü şünce i l e yaptıkları bu çal ışma ve didinme tabii olan dır. Varlıklarını korumak ve arttırmak mecburiyetin de olan bütün canl ı ların bu kanuna uymaları hayatın ve tekamülün zaruri kıldığı sır keyfiyettir. İnsanı n bugününü ve yarınını teminde diğer can l ı l ardan farkı onun içtimai bir varlık olmasında ve tarih ve cem iyetin mahsulü bul unmasındadır. İnsan, kend isini, ai lesini yaşatma, koruma ve geleceğini temin etme işinde en i ptidai devirlerde bile kendi kuvveti ile kendi katkısile muvaffak ol mamıştır. İnsana insan denildiği günden beri o, mu hitle mücadelesinde , kendisini korumasında daima toplulukla iş görmüştür. Fert daima hayatını koruya cak ve yaşatacak imkanı cemiyette bul muştur. İ n sanlığın en eski devirlerinde bile iş bölümü ve müş terek korunma esasları mevcuttu. 1 39
Hangi şekilde olursa olsun cem iyetin varlığı ve cemiyette iş bölümü demek onun tesanüt esasında kuru lması demektir. Tari hin tekfırnulü, bu tesanüdün kuvvetlenmesi, hakka, adalete vygun olarak yüksel mesidir. Ferdin kendisinin ve ai!esinın korunması ve geleceğinin temini iktisadi, içt�n;ai her bakımdan ce miyete bağlıdır. Fert cemiyeti n mahsulü olduğu gibi, onun bugünü ve yarını da cemiyet i n vaziyetine ve geleceğ ine bağ l ıdır. Ferdin veyahut da cem iyetin herhangi bir kısmının şu veya bu egoist ve dar dü şünce i l e kendi menfaatını cemiyetin zararında ara ması hem cemiyetin ve hem de bir netice kendisi nin aleyhinedir. Cemiyeti zarara götürmek, zayıflat mak, sarsmak, netice olarak kendimizin de içinde bu l unduğumuz gemiyi delmek ve batırmaktır. Ferdin yaşamasını mecburi kı lan tabii kanunlar cemiyetlerin de varl ıklarını korumalarını ve kuvvet lendirmelerini amird_i rler. Umumi tekamül kanunu bitkiyi büyümeğe, hayvanı beslemeğe, insanı yaşa mağa nasıl mecbur ediyorsa, cemiyetin kuvvetlen mesini de o kadar hayati ve tabii bir zaruret olarak emreder. lnsanlardeki fikir kuvveti onların tabii kanunlara uymas ı n ı , onları kendisine kul etmesini mümkün kıl dığı gibi bu kudret bu kanunlara arka çevi rmelerini de mümkün kılabi lir. insan fikir kudretile bir bakım dan tabiatın kanunlarını da çiğneyebil iyor. İ ntiharla rı akl ı n muvazenesinin bozul ması diye de kabul et sek, yine bozuk fikirle de olsa insan ı n hayatı çiğne yebi ldiğini kabule mecburuz. Nasıl ki fert fikir kud retini ancak müsbet olarak kendi hayrına kul landığı takdirde tabii inkişafına u laşabilirse, cemiyetler de ancak müsbet ve hayırlı ülküleri hayatta tahakkuk
1 40
ettirmekle uğraştıkça hakiki tekamül lerini canlandı rırlar. Ferdin fikrini işle yoğurması , cemiyetin mefku resini hayatta, hayatın her safhasında canlandırma ğa didinmesi sayesinde hayat ve tarih on lara inkişaf ve tekamül yolunu açar. Fert cemiyetin mahsulü ve parçası ise onun fik ri ve işi de, cemiyetin fikir ve işinin bir kısmı demek tir. Fertleri bu haki kati anlamış, buna iman etmiş ve buna sarı lmış olan cemiyetlerin terakki ve tekamül lerinden şüphe edilemez. Bu tesanüt esasını hukuk ta, fikirde, işte canlandırmağa muvaffak olan cemi yetlerin yalnız yüksek medeniyetler yaratmaları de ğ i l , bunları daima daha büyük inkişafa götürmeleri de o kadar tabii ve mukadderd ir. Kurtuluşumuz mü tesanit birliğimizdedir. Ferdi cemiyete, cemiyeti fer de karşı götürebi lecek her fikir bizim varl ığımızın ve geleceğimizin düşmanıdır. Milli ülkü türkçülük ve bunu işde tahakkuk et tirmek. Yahutta bütün fert ve cemiyet işlerimizi dai ma m i l li ülküye uygun ve onu kuvvetlendirecek şe kilde yürütmek.... Cumhuriyet hükümetinin en büyük borcu bunu temindir. Ticaret serbesttir. Evet bir şartla : iç piyasada mil lete çürük mal sürmemek, mil leti aldatmamak. Dış pazarlarda milletin menfaatın ı , haysiyetini leke leyecek hileli mallar göndermemek. Fikir serbesttir. Evet bir şartla: M i lli ül küyü ze hirleme.rnek, milli birliği sarsmamak, milli inkişafa zarar getirmemek .... iş serbesttir: Evet mil letin maddi ve manevi var l ığına faide getirmek şartile .... Fert ve cemiyet olarak bu büyük milli esasa uy141
makla mükel lef bulunduğumuz gibi cumhuriyet hü kümetinin bütün kuruluş ve memurlarının da bütün işlerinde ve muamelelerinde en büyük hassasiyetle milli menfaat ve m i l li şeref üzerinde titremeleri en kudsi borçlarıdır. Ferdin ve mil letin bu husustaki şikayetlerine yol vermek, matbuatı bu işlerde tama men serbest bırakmak hükümet, mil let ve cumhuri yet için en zaruri bir esastı r. İşi tabii olan derecesinden yükseğe ç ı karabil mek için m i l li ülküyü kuvvetlendirmemiz zaruridir. Mekteplerimizde, edebiyatımızda, matbuatımız da, bütün cemiyet ve müesseselerimizde, bütün iş lerimizde Türkçü lük yaı:ıi Türk m i l letinin kalkınmas ı , yükselmesi fikir v e işlerimizin gayesi v e ruhu olma lıdır. M i l letimizin öl mez ü l kücü evlatları n ı n himmetle ri ile. Türkçü lük fi kriyatı bir derece işlendi ise de Türkçü lüğün yayı lmas ı , iman haline getiri l mesi maa lesef layıkı ile canlandırılamad ı . Bundan da acı olan cihet Türkçülük ancak devtlet esasatında kanunlar çerçevesinde işe geçiri ldi. Bütün hükümetin ve cemi yetin hayatında henüz tatbik ed ilemedi. Cumhuriyet Türkiyesinin omuzlarına yüklenmiş olan ağır miras acele tedbirler alınmasını amirdi. Kayıp edi lecek za� manımız yoktu. Tamamiyle ihmal edi lmiş denilecek seviyede bulunan yurt ve mil letin acele kalkınması her bakı mdan en zaruri bir işti. Acele işe sarı lmak, işde az çok ihtisası olanlara ehemmiyet vermek mec buriyetinde idik. Bugün Türk gençl iği yolunu bulmuş ve her sa hada yetişmektedir. Bunların hayatta muvaffak ol maları ve Türklüğe yüzde yüz hayırlı olmaları he � tam tür kçü olmaları. ve hem de bu büyük fikri işe geçirmeleriyle temi n edi l ecektir. Gençliğimizin 1 42
ülkücü ve iş adamı ol maları geleceğimizin temel idir. Onların milli iman ile yetişmelerini temi n ne kadar elzemse Cumhuriyet Türkiyesinin bütün işlerini Türkçü ülkücülere vermek de o kadar zaruridir. Cumhuriyet ve Türkçülük iman ı n ı esas tutarak bütün fikir hayatımızda ve işlerimizde bir tasfiye yap mamız bugünün ve yarın ı n mecburi kıldığı müşkül ve fakat en hayati bir iştir. Bizde de daha uzun zaman mil letin kalkınma ve yükselme işinin amil ve nazımı devlet makinası ola caktır. O halde bu makinanın her çarkının m i l li ülkü den aldığı kuvvet ve ilhamla ve onun için işlemesini temin etmek en zaruri b i r iş deği l midir? Bu tak d i rde işde ihtisastan daha ziyade ü l küye kıymet ver memiz mecburi ol maz m ı ? H e r Türk, mil letin i ve yurdunu sever. Her Türk memuru memleketin hak, menfaat ve haysiyeti üze rinde titrer. Hiç b i r Türk kendi menfaatını memleket ve mil letin zararına aramaz. Her Türk diğerini kar deş gibi sever ve onun kazancı i l e , yüksel mesile if tihar eder. Bunu böylece kabul etsek bile bu kadarı da m i l li ü lküyü işde tahakkuk ettirmeğe kafi değil dir. Kanun ve mükellefiyetin üstünde duyulan m i l li heyecan .... M i l li menfaatı canlandırmak için kudret ve imkan azamiye , son haddine çıkarmakta bulunan zevk ve huzur.... Söz ve işlerim izde hep imandan il ham almak ve ona yaklaşmağa çal ışmak. ... imanımı• zın yüreklerimizin b i r köşesinde tertemiz yaşaması , · kafalarımızın bazen onu bulması değil ancak onun bütün duygularımıza, fikirleri�ize, işlerimize, yani şahsiyetimize tamamiyle hakim olmasiyle biz tam ü l kücü olabil i riz. Ancak bu takdirde Türk m i l leti tam kemale, Türk işi tam ismete kavuşur. Bütün işleri1 43
miz böylece tam ülkücüler el inde olursa ancak onla rın işlerinden mesut ve muzaffer bir tarih yaratı l ı r. Ü lkü bahsinde: (Tarihi ülkücüler yapar.) demiş tik. İ ş hakkındaki bu satırlardan sonra, o cümleyi şu şekilde ifade etmeği daha sarih bulduk: Bir milletin ülküsü tam ülkücü evlatları tarafın dan onun bütün işlerinde ne kadar yoğurulur ve can landırı l ı rsa, onun tarihi de o nisbette terakkiye, inki şafa ve tekamüle ulaşır.
1 44
NETİCEDE Yaşamak ve yaşatmak isteyen, yani gerek �en disinin ve gerekse cemiyetimizin kabiliyetlerini inki şafa götürmek emelini taşıyan Türk gencinin en mü him işi; ilmini artırmak, fikir hürriyeti ile bilgi lerini yoğurmak, benimsemek, bunlardan müsbet neticeier çı karmak ve bunları işe geçirmekle çal ı şma olmalı d ı r. Ancak bu takdirde fikirlerimizin hayali olmaları n ı n önüne geçebiliriz. Ancak iş düşüncesi ile hakika ti esaslı kavrıyabi l i riz. Ancak işle idaremizi daimi , muttarit b i r şekilde kuvvetlendiririz. Ancak işle fik rimizin müsbet taraflarını kuvvetlendirebil iriz. Onun her cepheden, etrafı düşünmesini ve sonuna kadar gitmesini yani fikiri takibi elde edebil iriz. İşin bu umumi, esas l ı mahiyeti anlaşıldıktan sonra ona kud si b i r kıymet verebiliriz. İşin küçüğü , büyüğü , ehem miyetl isi, ehemmiyetsizi olamayacağı n ı anlayabiliriz. Hayatta müsbet iz, işle temin edil i r. Bunsuz en iyi düşünceler kağ ıtlar üstünde uyumağa, en yüksek kabil iyetler açı l madan sol mağa, en güzel ve faideli emeller hayal olup kalmağa mahkumdurlar. Bunlar F. 1 0/ 1 4 5
işe götürüldükçe buz üstündeki yazı lar gibi eriyip gitmekten hiç bir vecihle kurtarılamazlar. Tarih ; işe geçirilen fikirlerin , işlerin blançosu dur. Tarihten rahmet arayanlar, işleri nisbetinde ona nail olurlar. Türk gençl iğinin en ziyade anlaması ve bütün varlığiyle tahakkukuna çal ışması elzem olan düstur: fikirleri daima işle yoğurmak ve -neticelendirmek ol malıdır. Tarihin en eski ve en büyük mil letlerinden biri siyiz. Bir zamanlar Asya bizimdi, Avrupa'n ı n büyük bir kısmı bize boyun eğmişti . Bugün büyük Türk mil letinin ancak Türkiyesi kendi istiklaline sahiptir. Türklüğün büyük kısmı esir ve mahva mahkumdur. Türklük, tari hin en büyük faciası nda erimektedir. Türk m i lletinin milli benl iğini tahakkuk ettirmes i , dünyadaki yüksek mevkiini kazanmas ı , bütün Türkler için var olup, yok olmak davasıdır. Korunmak ne fert ve ne de mil letler için bir ülkü olamaz. Bugün bütün Türk m i l l eti ancak korunma endişesindedir. Asırlardır medeniyete arka çevirmiş olmamızın cezasını bugünkü Türk ülkücüleri çekmek tedir. Batıyla aramızdaki büyük mesafeyi kısaltma dıkça her türlü saldırıştan korunmamız imkansızdır. Türk gençliğinin ülküsü bir taraftan batı mede n iyetin i en kısa zamanda almak, hazmetmek, işe ge çirmek; diğer taraftan da bütün Türklüğün birliğini tahakkuk ettirecek temel leri hazırlamak ve kuvvet lendirmek olmalıdır. Ancak bu iki esas sayesinde yarınımız korunur ve geleceğ imiz nurlu, kudretli o lur. Bu büyük ülkü kafalarımıza ve vicdanları mıza ha kim olmalıdır. Hayatta bir fikir ve işe bu bakımdan kıymet vermel iyiz. Her fi kir ve işimizi ancak ona hasr etmeliyiz. 1 46
Ne mutlu o gençlere ki yüksek milli ülküyü bul muş, benimsemiş ve bütün fikir ve kabiliyetlerini işe geçirerek o büyük ve mukaddes yolun işçisi olmak şeref ve bahtiyarl ığına namzettir. Onların hayatta ve tarihte kaaznacakları ancak · huzur ve rahmettir. . . .
1 47
GENÇLERİMİZE Ü LK Ü : İnsanlara tahakkukları uğrunda zevklerin i , menfaatları n ı , hayatlarını feda ettiren bir fikirdir. Ü l küler ferdidir. Onları n kıymet ve ehemmiyetleri oy nadıkları içtimai rol lerle ölçülür. Dini, m i l l i , siyas i , içtimai, bütün ülküler evvela bir ferdi n zeka v e ima nı ile doğmuştur. İçtimai herhangi bir fikrin ü l kü ha line gelebilmesi için, yani herhangi bir cemiyet ta rafından benimsenebilmesi için, onun cemiyetin te kamülüne (kurtuluş ve yüksel işine) yaraması elzem dir. Cemiyetlerin maddi, manevi, siyasi, iktisadi ha yatlarını tanzime, onları içinde bulundukları ihtiyaç lardan kurtarmaya yaramıyan fikirler bir ülkü hali ne gelemezler. Mi lli ü l küleri doğuran ve kuvvetlendi ren amil ler müsbet ve menfi olarak ikiye ayrıl ırlar: 1 Müsbet amiller: Milli anane, m i l li tarih ve m i l li edebiyat. (Bu uzun bir yoldur.) Bilhassa bu e saslarda milli ü l künün kuvvetlendirilmesinde münev ver gençliğin rolü büyüktür. 2 Menfi amil ler: M i l letlere karşı yapılan hak sızl ı klar, tazyikler, zulümler, ıstırap ve felaketler m i l li uyanma ve yükselmenin, milli imanın ve birliğin -
-
1 49
en iyi mektebidir; bu sayede milli ülküler gayet kuv vetli olarak doğarlar ve benimsenirler. Herhangi bir cemiyette müsbet ve menfi amil · lerin tesiriyle bir ü l künün canlanabilmesi için o ce· miyetin ahlak ve seciye itibariyle sükut devrinde bu· lunmaması elzemdir. İ nsanı n hakiki yüksekliği anla şıl mayan ve buna kıymet verilmeyerek paraya ve mevkie tapı lan cemiyetlerde ülkü tohumu açılamaz, çürür g ider. Hatta böyle kendilerini kurtaracak fikri yalnız benimsememekle kalmazlar; ona arka da çe virirler. Cemiyetlerde olduğu gibi fertlerde de ülkü nün düşmanı , seciyesizl i k ve ahlaksızl ı ktır. Herhangi bir cemiyetde, bir ülkünün canlanabilmesi için o ce miyetin fertleri arasında hotbinlikden ziyade tesanü dün yaşaması şarttır. Ü lkülerin kuvveti cemiyetler deki bu tesanüdün kuvvetiyle mütenasiben ölçülür. Fertler ü l külerinin dostu ile düşmanını ayırmaz ve kendi emeline g idenlerin ıstıraplarını benimsemez lerse o ülkü canlanamaz, cılız kalır, yahut da kuv vetlerini kaybederler, söner giderler. Ü l külerin (canlanabilecekleri seviyeyi bulmuş olan cemiyetlerde) tahakkuk ettirilebi lmeleri için, o ü l külere candan sarılmış iman l ı ve sağlam seciyel i kadro elzemdir. Bu kadronun vazifeleri , ül küyü be n imsetmek tahakkuk etti rmek, müdafaası ile uğraş maktı r. Onun kuvveti de bu yoldaki muvaffakiyeti ile ölçülür. Bu ülkücülerin, davalarını benimseyebi lmeleri için emelleri i l e uzakdan yakından alakadar olan bü tün eserlere ve işlere karşı bitaraf kalmamaları el zemdir. Ü l külerinin tahakkukuna Çalışanlar, hangi vazi yette olurlarsa olsunlar, nasıl şeraite tabi bulunur l arsa bulunsunlar, davalarını fikirlerde ruhlarda ya-
1 50
:;; atacak ve hayatta canlandıracak i mkanlar bulurlar. Bunlar; giz l i , aşikar davalarını yı kmaya , ona zarar getirmeye çalışanların hiyanetl iki erine karşı her fır satta tedbirler al ırlar ve davalarını müdafaaya yol bulurlar. Tam bir ülkücü olmak için (yani onu benimseye rek tahakkukuna çalışmak ve onu müdafaa edebi le cek seviyeye çıkmak) için neler yapmal ıdır: 1 Yüreğ i ülkü aşkiyle yanan bir genç maddi manevi sağlığını temine azami dikkat eder. Ve mes leğinde en iyi bir surete yetişmeyi vazife bilir. Aksi takdirde getireceği fayda tam olmaz, mefkuresi tat min edilmez, azap duyar. Ülkünün tahakkuk ve müdafaası , etrafl ı 2 kavrayışı ve seciye salaabetini amirdir. Ü l küleri et rafında yazılan ve düşünülenleri aramayan ve bunları anlamaya, beni msemeye çal ışmayanlar bunun için umumi malumatlarını arttı rmayanlar, ülkülerinin dost ve düşmanlarını tefrikden aciz kaldıkları gibi kendi irade ve azim kuvvetlerini terbiye edemeyenler, ça l ışma kabil iyetlerini arttırmayanlar, nefislerine ha kim olamayanlar, emel leri n i müdafaada ciddi ve mu vuffakiyetl i bir rol oynayamazlar. 3 Ülkücüler. prensiplerinden, yani mukad des davalarının ruhundan esasından hiç bir veçhile, hiç bir şeye mukabil tenzilata ve fedakarlığa gide mezler. Taktik tabi rler, siyasi kombinezonlar hep va kit kazanmak, yol bulmak gibi maksatlarla yapıl ı r sağlam i mana, sarsılmaz seciyeye mal ik olması de ğ i l aynı zamanda sinirlerine hakim olarak tam mana s i le soğuk kan l ı yetişmesi lazımdır. 4 Ü l kücüler her yerde, her işde, her eserde emellerine yarayanlarla yaramayanları tefrike tabia tiyle mecburdurlar. Zekanı n tahli l i kabil iyetini inki-
-
-
-
151
şaf ettiren bu tesir aynı zamanda fikirlerin de sarih olarak formüle edilmelerini temin eder. Ü lkücülerin davalarını sonuna kadar müda 5 faa edebi lmeleri için münakaşa kabil iyetlerini inki şaf ettirmeleri zaruridir. Bunun için de hem fikren daima emellerinin müsbet ve menfi taraflarını ara maya ve onu tahlile çalışmaları ve hem de taraftar ve aleyhtarlariyle fırsatlar arayarak münakaşalara girmeleri elzemdir. -
Ü lkü, her şeyden evvel duygularımızda sa 6 mimiliği, doğruluğu, ciddiyeti amirdir. Gösteriş, ya lan, havailik ve gevşeklik ü l künün düşmanıdır. Ü lkü insanın kendi önünde, kendi içinde namuslu olması nı emrettiği gibi , bunu daima kontrol ederek insan lar arasındaki birliklerin de bu esasa dayanmasına esaslı bir surette tesir eder. Hayatta, insanları n bir çok tehli kelere ve zararlara düşmemeleri için elzem olan kendi kendi lerini tenkit kudretleri de ancak ül kücü samimi, doğru, ciddi ve daima kendi kendini tenk!t eden bir adam oıacaktı r. Ü lkücü kendi kendisini deği l , emelinin söy 7 lenmes i n i , kuvvetlenmes i n i , yükselmesini düşünür. Aksi takdirde o, temiz b ! !' imana sahip olamaz ; söz leri , eserleri benimsenmez, semere vermez. Davası nın doğruluğuna ve kudsiyetine yüzde yüz i nanma yan, kuvvetl i bir imana sahip olamaz. Bu da emel yolunda sağlam bir iş göremez. -
-
Ü lkü lerine kendi benliklerinden , kendi gu 8 rur ve şerefl erinden ziyade bağ l ı olanlar ül külerine yarayan her türlü tenkitl ere, hatta kendilerini küçü_l t se bile gene sevinerek razı olurlar; ve şahsi izzeti nefislerine, hırslarına kapılmaz.l ar. 9 ....:._ Hayatta en sağlam dostluk aynı · · ülküye ta-
1 52
panlar arasında teessüs edebil ir. Bilhassa aynı eme le kuvvetle tapan dostlar, sevinç ve kederlerini tam manasiyle paylaşarak ve birbirlerinin selamet ve muvaffakiyetlerini bütün kalpleriyle di lerler. Ü lkücü için vazife, metanet, disiplin, fe 10 dakarlı k bir zevktir. Bunun için ü l kü yalnız doğrulu ğun, temizl iğin, yüksek ruhluluğun değ i ! , cesaretin ve yiğitl iğin de anasıdır. -
11 Ül kü, kıskançdır. Ve o bizim kafalarımız da, yüreklerimizde her şeyden kuvvetli ve hakim olarak yaşamak ister. Or.un için o, bizim bütün duy gularımızı değil hayatlarımızı bile unutmamızı emre der. 12 Kfünatın cazibe kanununu, Nevton, ancak daima ve her şeyde aynı fikri aramak suretiyle bul duğu gibi , ülkücüler de dimağları nı daima ve ancak ül küleri etrafında uğraştırmakla, ancak onu düşün mekle hem fikirlerini olgunlaştırırlar ve hem de yol larında müsbet işler görebil irler. -
-
Ü lkCı , içtimai bir gaye olduğundan ülkücü, 13 gayesini ailesine, dostl arına, tan ıdı klarına anlatmcık ve benimsetmeği temi n için herkesin seviyesi dere cesinde sez söyler, münakaşalarında şahsiyata düş mez, daima meseleyi ileri sürer, o sonsuz sabır ve soğukkanlıl ıkla hareket eder. -
14 Her eser mutlaka bir say'in nettcesi oldu ğuna göre, ülkücü faal iyetinden kuvvetl i , sağlam ve geniş teniceler elde edebi lmek için mütemadiyen bir taraftan kendi fi kri inkişafı na, diğer taraftan fi kirlerini yaymaya, halka benimsetmeye çal ışır. Ü l kücü vazife veri lmesini beklemez, vazife yaratır. An cak faal iyetin i n zararlı ol masından endişe duyar. -
1 53
Hergün, ülkücü sabah kalkınca, gayesi için neler öğ renebi leceğini ve yapabileceğini düşünür. Ve her ak şam · bugün gayem için ne yapabi ldim? • sual ini so rar.
1 54
ÜLKÜCÜNÜN HAYATA BAKIŞI
Ü lkücü için hayat, emelinin anlaş ı lmasına. beni msenmesine, canlandırıl masına ve müdafaasına yarayan imkandan ibarettir. Ü lkücü bunun için hayatı sever. Ancak gayesiz lerdir ki hayata küserler ve yaşamaktan zevk duy mazlar. Hayatı n sı kıntı ları , keder ve faciaları bile ül kücüleri diğer insanlar kadar sarsmaz. Çünkü o, ga yesini canlandı rabilmek için yaşamaya mecbur oldu ğ undan ruhi, maddi her türlü sıkıntıya rağmen ken d isinde yeni kuvvet bulur. İntihar edenlerin insanlardan şüphe edil mesi de bu esasdan gelir. Tam d i ni iman, mukadder olan her şeyi cilveli rabbani telakki eder. Sağlam iman l ı , ima n ı ndan ümidini kesmez. Hakkın kudret ve lutfunun sonsuzluğuna inanır ve bütün kederlerini benimse ' yerek ve imanına daha ziyade layık olmağa çalışarak hakkın rahmet ve şefkatini ve yeni doğacak gü nü bekler. Hakiki imanlı ların, hayatta çekti kleri s ı kıntı ve elemlerin nefislerini terbiye için mukadder kı l ı ndığı n a in'1narak, imanlarına daha kuvvetle sarı lmaları da
1 55
ü l külerinin nefsi terbiyede oynadığı büyük rol ü isbat ettiği gibi, hayat önünde insanlara daima kuvvet ver diğini de teyit eder. Ü lkücü hayatı bir yük değil bir nimet telakki ede,r. Beşer hayata arka çevirmiş olsayd ı , tekamül kanunundan kurtularak hayatı çiğneyebilseydi ne medeniyet kurulur ve ne de insan bugünkü gelişme ye ulaşırd ı . Bütün dinlerin, felsefi akidelerin inkişa fında, hatta bütün i l mi, fenni büyük ihtirasların bu lunmasında çal ışmış olanların muvaffakiyetlerini iman ve ülkülerine borçlu oldukları ne kadar aşikar sa bunların hepsinin en acı mahrumiyetlere göğüs germeleri ; hayata, zulme, tahkire, her şeye mukave met göstermeleri , ü l külerinin tahakkuku için ölüm den ziyade hayata sarı lmaları da imanlarının tabii bir neticesi idi. Ü lkücünün hayatı sevmesi ile alelade bir hotbi nin hayata bağ l ı l ığı arasında olanların hayata bağ l ı l ı kları , hayata esirl ik demek değildir. Ü lküye bağlı olanlar, bu uğurda hayatın her akıntısına ve kederi Ü lküsüzler ise ne göğüs germekten zevk duyar. maddi zevk ve eğlencelerini temin ve onu uzatmak için hayata sarıl ırlar. Bunlar için sıkıntıya , kedere düşmektense her türlü adil iğe boyun eğmek mübahtır. Hayatın, yaradılmış olmanın bir sırrı olabi leceği ni düşünecek kadar yükselmiş olanların hayata bağ l ı l ı kları , hayata esirl i k demek değildir. Ü l küye bağlı olanlar, hayata ancak buna giden yol diye bakarlar. icabında hayatı da çiğneyebilirler. Eğer onlar ölüm leriyle emel lerine daha büyük fayda getirebi lecekle rine inanı rlarsa, o zaman, onlar hayatta tutulamaz lar. Halbuki hotbin !er bütün hayvanat ve nebatat gi bi ancak yaşamay ı , . düşünürler ve yaşayışlarır,ıın nef56
ticelerini kendi zevkleriyle ölçerler. Hayatta hakiki zevk, neş'e ve hayat sevgisini hiç bir zaman hotbin ler ü l kücüler kadar tadamazlar. Hotbinler, ü l kücüle re için için gıpta ederler. Onların , her yoksuzlukta bile, emel lerine küçük bir fayda getirerek zevklene bilmelerini ve hayat önünde kı rılmadı klarını gördük çe onları kıskanırlar. Fakat, bunu anladıkları zaman onlar geç kalmışlardır. Ü lkücüleri taklit edemezler. Çünkü ülkü harici bir eşya gibi tedarik edilemez; iç den gel ir, yüreklerde canlanır, dimağlarda beslenir, ruhlara girer ve hakim olur.
1 57
SON SÖZ
Sözlerimizi sona erdiri rken unutmaaml ıyız ki , esas olan şeyler, hayata bakış diye hayata esir ol mamak; hayatta diğerlerine faydalı olmaktan zevk duyacak yaradılışta olmak; merhamet, fazilet gibi duygulara müstait bulunmak ve kendi milli varlığı n ı n mukadderatına bir bağ l ı l ı k duymak gibi vasıflar dır. Ü l kü bunları kuvvetlendirir. Fakat bunlarsız doğ maz, kuvvetlenemez. Rousseau'nun · İ nsanlar iyi do ğarlar, fakat cemiyet onları bozar• iddiası gibi ülkü ler de ancak hayata ümitle bakan , diğerlerin i kendi sinden çok düşünen iyi kalblerde doğar. Onun kuv vetle inkişafı ise, ancak ü l külerine, ideolojisinin iş lenmes i , sağlam emeldaşlar gibi müsait muhitler bulması ile temin edil ir. Ü l kücü hayatı ve hayatta her şeyi, ülkülerine göre yaptıkları müsbet tesirlerle se· ver. Onu y ı kan, kemiren adi l i klerden (hayata ve şah si h ı rslara esirl ik gibi) kaçar. Ü l kücü, i nsanların terbiyelerine, malumatlarına, dostluklarına kıymet vermekten ziyade, onların ken di ülküsüne olan vaziyetlerini tesbite çalışır ve ona göre onlara alaka gösterir:
* M i lli kültürümüzün i nkişafında en kestirme yol la Türk birliğine doğru g ideceğiz. Siya sette de, hiç bir veçhile, bir Türk topluluğu aleyhine ne bir karara ve ne de bir fiile iştirak edeceğiz. Maddi ve manevi bütün kuvvetimizle esirlikten kurtulmak isteyen Türk il lerin i n yardımına koşacağız ve . bütün Türk aleminin kuvvet bulmasını ülkümüz tanıyacağız. 1 58
ANTİ KOMÜNİST YAYINLAR SERİSİ HAİN •NAZIM HİKMET· Yazan : Akkan SUVER Fiatı : 25.- TL.
* TÜRKÇÜLÜGÜN ALFABESİ Yazan : Gülsün DÜNDAR Fiyatı : 30.- TL.
* KÖY ENSTİTÜLERİNDEN EGİTİM ENSTİTÜLERİNE Yazan : Sakin ÖNER Fiatı : 25.- TL.
* TURAN DEVLETİ Yazan : Ömer SEYFETTİN Fiatı : 15.- TL.
* SU Yayınlan ... Cağaloğlu, Alayköşkü C. Nu. 10/4 - İstanbul
ATATÜRK BİR ANTİ KOMÜNİSTTİ Yazan : Hasan FAlffiİ Fiatı : 25.- TL.
* İHTİLALLER VE DARBELER TARİHİ Yazan : Akkan SUVER Fiyatı : 30.- TL.
* C E M İ L O G L U 3'üncü Baskı Yazan : Akkan SUVER Fiyatı : 30.- TL.
* N İHAL
ATSIZ
2'nci Baskı Yazan : Akkan SUVER ·İlhan Darandelioğlu'nun önsöz\iyle• Fiatı : 25.- TL.
* SU Yayınlan - Cağaloğlu, Alayköşkü C. Nu. 10/4 İstanbul -
D İ K K A T ıo
adetten fazla isteğe % 40 indirim uygulanır. ·