Cafer Seydahmet Kırımer - Gaspıralı İsmail Bey

Page 1


Cilt

-

BASKI : KUŞAK OFSET

Himayei Etfal Sk. Yıldırım Han No: 1 Cağaloğlu 1 iSTANBUL

Tel: 527 41 03

-

520 85 80


AVRASYA BİR V AKFI YAYlNLARI N0:2 YAZAN:

KIRIMLI CAFER SEVDAHMET

GASPIRALI •

ISMAIL BEY (DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK) "Hiç kimse Kırımlı İsmail B ey Gaspİrİnski kadar bütün Türklük gayesini vuzuh, sehat ve ısrarla nazariyana takip fiiliyatta tatbika sayetmemiş tir"

AKÇORAOGLU YUSUF . .

"Bütün hayalİnı Türklüğün yükselmesine sarfeden İsmail B ey Türk halkının ebedi şükranına layıktır.

KÖPRÜLÜZADE MEHMET FUAT

YAYINA HAZlRLAYAN:

RAMAZAN BAKKAL



"Hiç kimse

Kırımlı İsmail

Bey

Gaspirinski

kadar bütün Türklük gayesini vu:uh. sehat ve ısrarla

na:ariyatta

takip.

jiiliyatta

tatbika

sayetmemiştir"

.4.KÇORAOGLU YUSUF

"Bütün hayatını Türkliiğün yükselmesine

sarfeden İsmail Bey Türk halkının ebedi

şiikranına layıktır." KÖPRCLOZADE MEHMET FUAT


: ·L ,,

.,

\ '

-�

�·)

�·

"'

< >·

"'

:s: ıı: o :c o X

.

,... '(

'7:.

:r

<C 1.11 :c

s

� 1.11 �)

<

u cr

.. 6 X

'"

L.. '(

"' '(

:X: o.

>-

a.

ı.: ,... "" � c; c: o c "

U)

:.cı

:r

;n

o:t:: �� � .�� ::.: ·-=

t::t

o. UJ

h "'

< �

.,;

ll.

..

.., :;

"

K

o.q

,, ..

Q

. ...,

. . . .

Cl :1 �2. �.. ıt�

. ,

J� 0..

....

·! o �ı D

ı

•1

·"

r,J L •

"' VI

w �r.: cr: ı:-�·g �� o�._� U

w

.r: o

·"

z a: :> "'

Q.

••J ı:ı.ı c

.., <:


Gaspıralı İsmail Bey'in son resimlerinden 185 ı - ı 9 ı ..ı.


Görev Başına! Kımnın yiğit eviadı Gaspıralı İsmail Bey'i yeterince ta­ nıyarnadık, tarutamadık. Netice; dağınık bir Türk dünyası ve bir­ birine şüpheyle bakan aydınlar... Ayn ayn kamplarda, sanki başka başka ülkeleri, milletleri, da­ vatan savunuyorlar.. Hiçbir aydının, hiçbir ferdin, ülkesinin ve mil­ letinin kötü olmasını istemesi veya bunun için çalışması mümkün değildir. Benimsediği fıkir ne olursa olsun. Okudukları veya sa­ vunduklan ne olursa olsun... Solcusu, sağcısı, liberali, sosyalisti, laiki, laik olmayanı, ülkesinin ve milletinin kötüye gitmesini veya geri kalmasını istemez... Biz birbirimizi anlamıyor ve dinlemiyoruz... Buna niyetli gö­ rünmüyoruz. İnsanlara "damgalı" gözüyle bakmaktan adeta zevk alıyoruz. "0, bizden değildir, öyleyse iyi insan değildir. Haindir. Saygı duyulmamalıdır... Yazdıkları okunmamalı, söyledikleri din­ lenmemelidir". Sonuç: İşte bugünkü Türkiye... İşte bugünkü Türk dünyası... Halkı, iş dünyası, aydınları; dağınık, iletişimsiz. Büyük bir kültürün, büyük bir tarihin, büyük bir medeniyelin mi­ rasçısı 250 milyonu aşkın nüfusuyla çok büyük bir millet. Japon denizinden Adriyatik'e, hatta Atlas Okyanusuna kadar geniş bir coğrafyaya dağılmış. Biraz silkinse, biraz topartansa dünyanın en güçlü, en çok sözü dinleneo milleti olacak. Kendisi huzur ve refaha kavuşacak. İnsanlık alemine çok büyük hizmetler sunabilecek. Le­ kesiz gölgesiz bir adaletin temsilcisi olabilecek.

8


Tek şartı biraz silkinrnek, biraz toparlanmak ... Çok muhtaç olduğumuz bu sil.kirune için bir ömür harcayan Kı­ nmın yiğit yolbaşçısı, Gaspıralı İsmail Bey'i sunuyoruz sizlere... Onu en iyi anlatan eseri 62 yıl sonra Türk dünyasına sunmaktan büyük bir gurur ve mutluluk duyuyoruz.

Daracık bir dünyaya sıkışmış, ufuksuz ve uyuşuk kalmak is­ teyenler bu kitabı boşuna okumasınlar. Daha güzel bir Tür­ kiye, daha güzel bir Türk alemi, daha güzel bir dünya is­ teyenler ve bunun ıçın zamanını, enerjisini, gücünü sarfedebilecekler ise pür dikkat okumah. " Karada bankaları, denizde gemileri, dünya piyasalarında malları ve tüccarları olmayan milleti kimse adam yerine koy­ maz" diyor İsmail Bey Gaspırah ... Öyleyse haydi... Hemen görev başına.

Şaban GÜLBAHAR Avraysa Bir Vakfı 2. Başkanı 30 Ağustos 1 996 Küçükçekmece - İstanbul

TEŞEKKUR Bu eserin sizlerle buluşmasına destek veren Ülker Gıda Sanayii A.Ş., Kalibre Grafık Ltd. Şti. Yönetim Kurulu Baş­ kanı Pikret IŞIK ve Kuşak Ofset Matbaacılıktan Veli AVCI'ya teşekkür ederiz. Avrasya Bir Vakfı

9


İLK SÖZ

"İsmail Bey Gaspirinski"yi ben (bütün Türkçiilük) hare/allının merkezi siması saymak doğru olduğuna kaniim." YusufAkçora (Türk Yılı S.346)

TUrk milletçiliğinin tarihi yazılırken, Türk aleminin uyanmasmda ve ken­ disini bulmasında en tarihi işi görmUş olan Gaspıralı İsmail �ey, en ziyade takdir ve hUrmetle anılacaktır. "Bir milleti yeni ıslahata götürmek için ilk önce onun hayata bakış ve bin­ netice düşünüş ve hareket tarzını değiştirmenin elzem olduğunu" (1) anlayan ve bu hususta en müsbet işi görmUş olan bUyük Türk evladı, şüphesiz, tsrnail Bey'dir. O, bu hakikatı kendisinin-sade üslübu ile 1895'te şöyle bulisa etmişti: "Milletin terakkisi ve istikball için her şeyden evvel (fikir) lazımdır. Fikir uyanmadan terakki etmek imkansızdır. Onbeş yıl evvel kendi evinin dı­

şını göremeyen fıkirler bugün umumun halini ve umumi işleri düşünmekle meş­ guldür. En bUyük terakkimiz de bu olsa gerektir" (2) 1882'de çıkardığı "Tonguç"ta bunu takip eden muhtelif risalelerde ve 1883'te tesis ettiği "Tercüman"da

o,

hep "fikri harekete getirmek" ve yükseltmekle

uğraşmıştır.

"Sönmüş kalpleri ne ile yandırmalı? Basireti kesmiş perdeleri ne ile kö­ termeli (kaldırmalı)? Gaflet salırasında serilip kalmış koca bir milleti ne ile ayağa

( 1 J Güstav Löbon'un "Milletler tekamülünün psikoloji kanunları" S. 162 12) Tercüman 1895 numara 50.

10


turğuzmalı (kaldırmalı)?" sualleri ile işe başlayan İsmail Bey'in bütün hayatı bun­ ların cevabını bulmak ve hayata geçirmekle geçti. O, Türk tarihinden bu gaye ile bahsetti. Türk dil birliğini bu maksatla ileri sürdü. "Usulü cedit" mekteplerini bu ernelle düşündü. Medreselerin ıslahını bu niyetle ileri sürdü. Cemiyeti hayriyeleri bu düşünce ile kurdurdu. Bu cereyan, bir taraftan, Kafkasya üzerinden aşarak, Buharadan ta Çin TUr­ kisanını bulmuş; diğer taraftan da, kazan, Orenburg üzerinden Sibiryayı aşmışu. Bu işin alemdan olan "Tercüman" her tarafta bu milli uyanış ve yükseliş yolunu açmağa uğraştı. Her tarafı teşvik etti. Bizzat İsmail Bey de, yorulmadan, usan­ madan her tarafa giderek işe kuvvet verdi. Bu sayede, "Çar hazinesinden veya ecdat vakfından beş para yardım görülmediği halde", sırf halka dayanan bu "ce­ didçiler" hareketi ile 1905'te Rusya Türklerinin usulü savtiye esasında kurulmuş iptidai mekteplerinin sayısı 5000'i geçti. Yüzlerce cemiyeti hayriyeler kuruldu ve bunlar sayesinde yüzlerce Türk genci jimnazlarda ve darülfünunlarda

(I iselerde ve

üniversitelerde) okutuldu. Şimal Türklerinin _gazete ve mecmualannın adedi 35'i geçti ve bu sayede "evlerinin dışını göremeyen Rusya Türkleri" yalnız kendilerini

ve birbirlerini görmekle kalmadılar, bir millet olduklannı anladılar ve, yalnız harsi (kültürel) değil, siyasi hayatta da bir millet olarak adım attılar. Bu büyük neticeden cesaret alan İsmail Bey merhum, 191 l 'de, "Türklerin medeni faaliyetleri tükenmiştir" diyenlere cevap vermek maksadı ile, ta Hin­ distanın Bombayına giderek orada da ilk usulü savtiye mektebini açtı. 1909'da ise, Türkiye'de de maarifin acele tamimi için, halkın işe geçmesi lüzumunu anlatmaya çalıştı. "'Tercüman"ın Türkiye ile alakası yalnız maarife ve harsi hayata münhasır de­ ğildi. Rusya'da Türkiye aleyhine yazılan bürun makalelere ve eseriere cevap ver­ mekle de uğraştı. Bütün düşmanlarının, bilhassa Rusların çok te

lq"arladıklan

"hasta adam" tabirinden usanmış olan İsmail Bey, Türk'e, Türk'ün kabiliyetine ve hayati kudretine olan sarsılmaz iman ile. "zincirler kopanlsın, görün nasıl sağlam ve hoş bir yiğit çıkacak" diyor ve Türk'ün harsi. içtimai. siyasi hayatını zincirleyen bütün engellerden kurtulabilmesi için, her devirde düşündüklerini samimi ve açık üshibile yazmaktan geri durmuyordu. !smail Bey bütün Türk alemini candan sevmiş. Türkiye üzerinde ise en zi­ yade titremiş bir milletçiydi. Tıpkı Kınm tarihi gibi. İsmail Bey de kuvvetini Kı­ nmdan ziyade Türk alemine ve bilhassa Türkiye'ye hasretmişti. Harbi umuminin başlangıcında

Türkiye'nin

bitaraf

kalarak

"yaralannı

sarmasını

ve

zen­

ginleşmesini" dileyerek İstanbul"a gelmi� ve bu fikrini tamime çalışmıştı.

ll


İsmail Beyin Türkiye mukadderaıiyle candan aHikadar olması yalnız ken­ disine ve yalnız Kırım Türklerine has bir keyfiyel değildir. Bütün şimal Türk­ lerinde milli imanını kaybetmemiş olanlarda bu duygu çok kuvvetli idi. Tarih, din, dil birliği, halk edebiyatının yakınlığı ve bilhassa Türkiyenin müstakil bir devlet olmasından bütün Türklerin fahr (ch·ünç) ve şeref duymalarile beslenmiş olan bu duygu, 19 uncu asırda canlanan milli cereyanımızla, matbuat ve edebiyatımııda da işlenmişti. Şimal Türklerinin Türkiye"ye olan bu ruhi merbutiyeılerinin (bağlılık) cid­ diyet ve ehemmiyeti burada maalesef hala layıkiyle anlaşılamamıştır. ( 1) Os­

manlıcılık zihniyetine saplanmış olanlann. Anadolu Türkünün ruhundan bile gafil bulunduklan o devirlerde, bütün Türklüğün içtimai, ruhi tahlillerine girişınemiş olmalan tabii idi. Yanlış prensipler elbette doğru neticeler veremezlerdi. Fakat, milletçiliğe, Türkçülüğe dayanan yeni Türkiye'nin hariçteki kardaşlannı tanıması ve bunlann ruhlannı anlaması bu mukaddes esasiann zaruri bir neticesi değil midir? Başka milletierin muhtelif teşkiliitlarla ve pek büyük fedakarlıklar ihtiyar ederek hudutlan haricindeki millettaşlannın ve hatta ırkdaşlannın milli ve ırki duygulannı kuvveılendirrneye çalıştıklan, devlet siyasetlerile bile onlara ümit ve iman vermeye uğraştıklan bu devirde Türkiye'de Türk alemine ancak yabarıcılar kadar ehemmiyet verilmesi elbette çok acı ve pek elim bir şeydir.

( / ) Bu meseleye merhum Ahmet Mitat Efendi 1324 Kanunevw;linde Fevziye kı­ raathanesinde Türkçülüğe dair verdiği konferansta temas/o: "Işte otur seneden beri oralarda (Şimal Türklerinde) peyda olmaya başlayan bu terakki hep ora aha­ lisinin bize doğru gelişiyle hasıl oldu .. Onlar bize doğru geliyor, biz de onları nuru maariften hisseyap eyliyor idik. Bundan sonra bi; de onlara doğru gidelim ve elimizde maariften her ne ı•ar ise onlara verelim. " buyurmuştu. (Sı­ ratımüstakim 8 Kanunsani 324, sayı 22). Yusuf Akçora Beyefendi de 1328 tarihli Salnamei Serveti Fünunda münderiç (Türk/ük) makillelerinde "zannımca bütün Türklük nazariyesini müphem bir surette ilk evvel meydana çıkaran, eski Kırım hanlarının bugün metruk, münsi, adeta dünyadan ayrı ve uzak kalmış gibi ya­ şayan küçük payıtahtlarında haftada bir defa intişar eden ufacık bir gazete olmuştur: Tercüman! .. . Türklüğün merkezi tabiisi olan Istanbul, Türklüğün son rubu (çeyrek) asırdaki intibah ve faaliyetine doğruda.n doğruya veya bilvasıto müessir olmakla. beraber, _ e Türk/üğün /stanbu/'a itiraf olunmalıdır ki, bu tesir Istanbul'un arzusundan ziyad ineizahından (çekilmesinden) neş 'et etmiştir. Bu devirde Istanbul'un Türklük hak­ kında muayyen bir fikir ve tasavvuru olduğunu zannettirecek hiç bir emareye rast­ gelinemez. Türklerin henüz yaşayan bir Türk hakanlığı payıtahtından beklernede daha haklı oldukları bir hizmeti. ölmüş bir Jıanlığm fakir bir merke:i. elinden gel­ diği kadarifuyu çalıştı . . . " buyumıuşlardı.

12


Türk alemini bazılan hala kurunuvusta hurafaıında (ortaçağ hurafelerinde) bocalayan varlık telakki ederek ehemmiyet vermiyorlar, bazıları da, manııklannın kuvvetine güvenerek, Türklükten müsbet bir fayda gelemeyeceğini ileri sü­ rüyorlar. Bir kısmı Türklüğün kendileri için yalnız ilmi bir mevzu olabileceğini kabul ediyor, diğerleri ise, siyaseti milli duygudan ve tarihten de üstün tutarak Türklük ile alakaya zararlı. Türk aleminin öğrenilmesini lüzumsuz telakki edecek kadar gaflete düşüyorlar. İstikbaldeki milli, siyasi, harsi menfaatlanndan sar­ fınazar, sırf kadirşinaslık noktayı nazarından tetkik edildiği takdirde de bu fani dünyada dostlan her halde pek az olan bütün dünya Türklerinin birbirlerini an­ lamalan ve ruhlarda bestenilen samimi duygulara kıyınet ve ehemmiyet vermeleri ve bunun inkişafına çalışmalan icap ederdi. Türkiye'de gençliğin her şeyden evvel sağlam milli imanlı ve Türkçü olarak yetişmesi yalnız matlup (istenilen) değil, hatta, hayati bir zarureııir. Bunun temini için Türk alemi hakkında kafa ve kalpleri harekete getirecek tarzda eserler ya­ zılması ve matbuatımızın, bilhassa mecmualanmızıı'l, Türk alemiyle yakından al3kadar olmalan lüzum derecesini aşan bir zarurettir.

Türk birliğini yıkmak isteyenler şimal Türklerini muhtelif kabUelere ayırarak bunları ayrı ayn milletler haline getirmeye çalıştılar, hili da ça­ lışıyorlar••. Eserde görüleceği veçhile, bu büyük tehlikeyi en kuvvetle anlamış ve buna karşı canla başla çırpınmış olan en büyük şahsiyet İsmail B. mer­ humdu. Milli siyasetten daima mahrum olagelmiş olan Türk ileminin geleceğini düşünenierin müteselli olduklan cihet, dil birliği ve Türklerin birbirlerine ve Tür­ kiye'ye olan ruhi yakınlıklan idi. Buna binaen biz bu meseleler üzerinde biraz fazla durduk. Ulu Tann'ya hamdolsun ki, büyük Gazi'nin ve Türk rnilletçilerinin kutsi ham­ leleriyle Türkiye zincirlerden kurtarıldı, milli temellerde kuruldu, kendisini ve ta­ rihini buldu, dilini temizleme yoluna girdi, "sağlam ve hoş Türk yiğidi" olarak yükselmeye başladı. Türk aleminin bu en mühim cephesi cumhuriyete, halkçılığa, Türkçülüğe da­ yanarak kuvvetlenirken; İsmail Beyin o vakitlerde "Alemi medeniyetle pek az mü­ nasebau ve muhaberab olduğundan oraya kitap göndermeye ve oradaJd Türklerin de fikirlerini harekete getirmeye çalıştığı" Şarki Türkistan'da şimdi Türk Cum­ huriyeti kurulmuş bulunuyor ve hatta "Tercüman"ın (dilde, fıkirde, işte birlik) dUs­ turu ilk gazeteleri olan "Şarki Türkistan Hayatı''nın da başına yazılarak uzaklardan Türk alemini ve İsmail Bey'in mübarek ruhunu ümitle, sevgiyle selamlıyor. Türk aleminin §arkıyla garbında asırların köhne hurafatından kurtulan Türk-

13


çülük bu suretle canlanırken, Sovyetler ittihadında yaşayan otuz milyona yakın Türk kitlesinin harsi vaziyeti nedir? Oralarda fikirde. işte değil, dilde birlik olsun ne vaziyettedir':' Biz bu eserde bu mühim meseleyi de bir derece olsun tahlile ça­ lıştık. Bütün hayatını Türklüğe vakfederek tarihte pek az insana nasip olacak kadar müsbet iş gönnüş olan !smail Bey hakkında Türk dünyasında ve Türk alemi ile alakadar mahafilde pek çok makaleler neşredildiyse de, şimdiye kadar hayatı, fi­ kirleri ve işleri hakkında, kısa da olsa, bir kitap yazılam adı. Böyle bir eserin ancak !smail Bey'in kütüphanesi, notlan ve "Tercüman" neşriyatının telkiki ile ya­ pılabileceğine kani bulunduğumuzdan, biz, bu mühim borcumuzu da Kınm'da ödemeyi düşünüyorduk. Fakat, geçen sene "Tercüman"ın çıkanlmasının ellinci yı­ lını kutlamak vazifesi bizi tabii olarak bu ağır işe sevketıi. Türkiye'de kil­ tüphanelerde "TercUman" neşriyatı değil, "TercUman"ın tam bir koleksiyonu bile yoktur.

Emiri

Efendi

merhumun

himmeıi

ile

kurulmuş

olan

Millet

Kil­

tüphanesinde ancak kırka yakın "Tercüman" bulabiidile Pek muhterem Ak­ çoraoğlu Yusuf Beyefendinin müsaade ve lütuflan ile kütüphanelerinde bulunan bazı "Tercüman" nüshalan ile "TercUman" neşriyatına ait bazı eserlerden istifade edebi!dik. Gerek bu liituflannı ve gerekse İsmail Bey'in hususi hayauna ve fıkirlerine ait bazı meseleleri tavzih (izah) buyunnuş olmalannı burada minnetle anınayı bir borç biliriz. Biltün miişkilata rağmen, bu eseri ancak mevsuk esaslara (belgelere) dayanarak yazmaya ve anlayabildiğimiz kadar !smail Bey'in fikirlerini tabiile ve işlerini tesbite çalıştık. Tiirk alemine bu eseri takdime cesaret ederken, bunun bir tecrübe telakk.i edilmesini rica ve, bu tarihi, hatta kutsi mevzuu değerli Tiirk evlatlannın daha esaslı işlemelerini ıemenni ederiz. Bu eser İsmail Bey'i, bihakkın tanıtmaya mu­ vaffak olmasa bile, rahmeıle andırmaya ve Tiirk gençlerine sevdinneye yarar Umi­ dindeyiz. Biz bu niyetten kuvvet ve cesaret aldık ve bu maksadımızın ku­ surlanmızı

bağışlataeağına

inanarak,

Türk

milletçilerine

bu kitabı

takdime

kalkıştık.

istanbul, Maçka 1 Mart 1 934 Kınmlı Cafer Seydahmet

14


II TERCUMEI HALI ..

.

.

"Doğmuşum ben Avcıköyde bin sekiz yüz elli birde Mekdnımdır Bahçesaray mezarım kim bilir nerde" Gaspıra/ı İsmail

İsmail Bey, 1810'da Kırım'ın sahil kısmında Yalta ile Alupka şe­ hirleri arasında bulunan Gaspıra köyünde doğmuş olan Mustafa Ağa­ nın oğludur. Mustafa Ağa, Güreti zadeganından Kafkasya valii umu­ misi Kinaz Varantsof tarafından Odesada "Dük dö Rişelyö" lisesine tahsile gönderilmiş ve bilahare Kafkasyada Kinazın tercümanlığında bulunarak (paruçik) birinci mülazim rütbesini almış ve 1848'de bu va­ zifeden istifa ederek Kınm'a dönmüştü. (1) Birinci defa 1845'de ev(1) Kinaz Varantso/un maiyyetinde. edebiyatımııda ölmez piyesler yaratmış olan Azeri Mırza Fethali Ahundof da çalışmış ve kendisinden muavenet görmüştü. Bah­ çesaraıJI"duki tarihi binalarla camiiler ve türbe/erdeki Arapça, Türkçe yazıları toplayarak neşreden Borozenko /849'da Odesada neşrettiği "Bahçesaray'da Arabi ve türki yazılar" eserini /839'da Varanrsofun emri/e yazarak tercüme et­ tiğini kaydeder. Bundan maada Varantsaf Alupkadaki sarayında ikamet ettiği :a­ manlarda Kırım Türklerile aldkadar olmuş ve Kırını sahillerinde bağcılığın in­ kişafını tcşı·ik etmiştir.

15


Ienmişse de. ref ikası öldüğünden, 1 849'da Kırım as ilzadeleri nden İlyas Mırza Kaytafozun kızı Fatma Hanımla evlendi. Bu ailenin ilk çoc uğu olan İsmail Bey 185 1'de Bahçesaray'a iki saatlik mesafede bulunan Avcıköy'de dünyaya geldi . Babas ının Garpıra Köyünden olmasına bi­ naen İsmail Bey de Gaspıralı manasma olan Gaspinnski Iakabını aldı. 1 854 Akyar (Sivastopol) m uh arebesi esnasında Mustafa Ağa bütün ai ­ lesi ile Bahçesaray'da yerleşti . İsmail Bey on yaşiarına kadar bu şe­ h irde kaldı. Kırım Türk.Jüğünün en mühi m merkezi olan Bahçesaray'ın İsmai l Bey'in ruhunda milli bir i z bıraktığı kabul olunabilir. Sokaklar, evler, c amiler, Hansaray her halde onun küçük dimağı nda yer tutmuş, burada oynadığı oyunlar onun hatırasında yerleşmişti . Bundan başka, ha­

yatının sonuna kadar sevdiği dadısı da kendi sine Bahçesaray'da az milli masallar söylememiş, onun kalbinde az heyecanlar do­ ğurmamıştı. İsmail Bey alfabeyi de Bahçesaray'da Hacı İsmail Ef. adında bir muallimden öğrenmiş, bu muallim ve bu mektep te onun hafızasında bir muallimden öğrenmiş, bu muallim ve bu mektep te onun hafızasında çok derin hatıralar bırakmıştı. On yaşlannda Ak­ mesçit jimnazına gönderilen ve orada iki sene kaldıktan sonra Varonej şehrindeki askeri mektebe nakil ve oradan da Moskova askeri İda­ disine yerleştirilen İsmail Bey, bütün bu şehirleri ve bu mektepleri tabü olarak kendisine yabancı addetmişti. O, bu mekteplerde sayıları pek az olan müslüman ve Türk çocuklarla arkadaş ve bunlar arasından da as len Kırımlı olup Litvanya'da )laşayan Türklerden bulunan Mus­ tafa Mına Davidoviç ile candan dost olmuştu. Moskova, bilhassa bu devirlerde, islavcılığın, müfrit rusçuloğun bir merkezi oluyordu. Hassaten Türk düşmanlığını istihdaf eden (gaye edinen) islavcılık, Türklere karşı dini, milli kuvvetli bir taassup ce­ reyanını canlandırıyordu. Bu merkezde, hususile askeri bir mektepte, 16


bu iki yabancı çocuğun bütün işittiklerinin ruhlannda menfi izler bı­ rakarak bunlan tabii olarak birbirlerine daha candan yaklaştırması zaruri idi. Bundan başka, İsmail Beyin, pazar günlerini aralarında ge­ çirdiği "Moskovski Vedemosti" gazetesinin şoven muharriri Profesör ivan Katkofun ailesinde duydukları da, ruhunu az sarsmamıştı. ( 1) Ruslann bu taşkın Türk düşmanlıklan bu Türk çocuklannı n ruhlannda o kadar derin izler bıraktı ki, 1867'de mekteplerinin altınc ı sınıfına geçtikleri bu yılda yaz tatilini Kırım'da geçirmekte nse, Girit'te asilere karşı kan döken Türk kardeşlerinin yardımianna koşmaya can attılar. İdil (Volga), Özü (Dinyester) nehirleri üzerinde kürek çekerek Tsa( 1) "Evvelce de yazmıştım, müvehhitliği temsil eden, bir puıçu ailesinden çık­ mıştı; mücettidi din Gazali, felsefeyi /aüdriye şokirdi idi. Vo/teri, Renanı, cizvitler yetiştirmişti. İsmail Bey de ilk dini \'e mi/lt terbiyesini Kaznaçiyefler ailesi içinde Katkoftan aldı." Yusuf Akçora Beyefendinin 'Türk Yurdu" Yıl 1 Sayı 22 'deki ma­ kale/erinden. Biz Türkler için retkiki ve esaslı anlcqılması her cihetten elzem olan İsldvcılık cereyanı hakkında maalesef bizde henüz bir eser yazılmamıştır. Mese/enin ehem­ miyetine binaen burada, kısaca da olsa, koydım elzem bulduk: İsldv kııbilelerinin dillerinin birliğinden bilhassa 16'ıncı asırcıa bah­ sedilmeye başlandı. Hırvat Vrançiç (1505-1573) İsldv ırkının büyüklüğünden, şe­ refinden bahsile "bizim lcadar büyük bir mi/et yoktur" diyor. Hemşerisi Antuvan Dalmatin de 1562 de "bizim dilimiz dünyanın herhangi bir köşesinde salclı kalmış değildir, birçok imparatorluklarda lcullanılmaktadır" demekte, Leh şairleri ise isldvlık duygularını iftirata götüren şiirler yazmııkta idiler. Bunlardan Miaskovski (1549-1622) "İsldv hergülü" şiirini yazmıştı. Sırp Mişel Frençe/de (1608-1 706) Luteri raleliden sırpça yazdığı inci/i, Dresden'den geçmekte olan büyük Petroya, İs/av kardeşliğinden bahsile takdim etmişti. 17'inci asırda İsiav/ık fikrinin ya­ yılmasına ve laıvvetlenmesine en çok hırvat papazı Corç Krijaniç çalışmıştır. 1617'de Bosna'da doğmıq olan bu muharrir, Moskovanın geleceğine kuvvetle iman ederek İsiaviarın bu merkezden kurtarılacağı kanaatına gelmiş ve bu mak­ sat/o Rusyaya gitmişti. Kendisinin kato/ik olması ve "Hükümdarın vazifesi halkı

17


ritsin. Rostof, Taganrok, Kerçten geçerek 45 günde Kırıma gelip çık­ tılar, buradan da gizlice Odesaya kaçtılar ve İstanbul'a gitmek üzere vapura binmeye çalıştıklan sırada pasaportları olmadığından jan­ daonalar tarafından yakal anarak Bahçesaraya gönderildiler. İslavlığın, müfrit Türk düşmanlığının aksülameli ile bu iki Türk gen­ c inin Moskovadan Giride atılmaları vak'ası, üzeri nden tevekkufa değer bir hadisedir. Bu milli yol u buluşta İsmail Bey'in müstesna ya­ radıl mış tabiatının mühim rolti olduğu gibi, bu vak'ada Kınm tarihinin ruhlarda bıraktığı izieri n de tesiri vardır. Her harpte Kınm gençmes'ut etmekıir.'' diyecek kadar hür fikir/i bulunması yüzünden 166 / 'de Ta­ bolskiye nefyedildiği halde, eserleri, bilhassa Petronun babasına ithaf ettiği "Si­ yaset" nam kitabı Rusyada ehemmiyetli tesir bırakmıştı.Çarı "Tuna islôvlarını kunarmaya" davet eden bu muharrir, "bu yapılmazsa hiç olmazsa onla;ın dil­ lerinin sudeleştiri/mesine ve esası neşriyata gözlerinin açılmasına" çalışılmasını yanık ifadelerle talep ediyordu. Siyasi islavcılık bu tarihlerde bile bilhassa Tür­ kiye aleyhinde canlanıyordu. 1710'dtı Hırval şairlerinden Civzit /gnats Gradiç

büyük Petraya ithaf ettiği "Şimal alevi" şiirinde: "Hristiyanlan kurtamuık için

Türideri kes, yak ve senin şanlı muvaf!akiyetlerinle uhirli Türk yılanı mah­ vedilsin" dediği gibi, Spliteli Kavanjin de birkaç bin mısralık "Fakir/ik ve zen­ ginlik" şiirinin on üçüncü kısmında Petro için yazdığı methiyede 'Türklerin kendi okiarının ipleri ile boğulmaları lazımgeldiği"ni kaydediyordu. 1 7/ B'de Hırvat Vi­ tezoviç de Petronun 'Türkleri A vrupadan kovmasını " diliyordu . . . Büyük Petro garp medeniyetini almaya can atarken islav cereyanından dıı is­ tifade etmişti. Rusyaya Lehlerden, Çek/erden, Sırplardan sanayii nefisede ve ilim­ de çalışacak adamlar getirtmişti: siyasetinde de is/av cereyanından isıifadeyi dü­ şünmüştü. Krijaniçin hemşerisi ve sırdaşı olan Orbinin islavlığa ait eserini ital­ yancadıın Rusçaya tercüme ettirerek 1 722'de Petersburgda bastırması da ken­ disinin islavcılıkfıkrile alôkadar olduğunu gösterir. Sonraları Rusyada daha müf­ rit bir şekil alan islavcılık. Petroyu garp medeniyetini almakta gösterdiği

18


lerinden bazı larının K ırım'dan Türki ye'ye kaçmaları, yalnız dini duy­ guların bi r neticesi olmayıp. eski si lah kardeşli ğinin de bir eseri idi . Mazinin tarihin unututması onun ruhlarda bıraktığı izierin tamamıyla •.

silinip gitmesini intaç edemez. Halk edebiyatı, masallar, destanlar tarihin ruhunu halkta yaşattığı gibi, K ırımın Türkiye'ye yakınlığı da bu di ni ve milli atakayı daima beslemişti . Bunların tabii neticeleri olarak K ınm Tür klerini n ruh­ larında Türki ye'ye candan yakınlık daima kuvvetle yaşamıştı. Bundan eeladerten dolayı şiddeTle muahezeye, hatta tel'ine kalkmışlar ve onun İslavlıkta olan alakasım çok :aif telakki etmişlerdir. 19'uncu asırda milliyerfikrinin Avrupada kuvvetlenmesi ve pan cermanizm ide­ olojisinin işlenmesi, bütün İs/av kabilelerinde ve bilhassa Rus/arda. İslavcılıkfik­ rinin yeniden ve pek nıüfrirbir surette canlanmasına tesir etti. Aksakof biraderier, Samarin, Homyakof. Kriyefski gibi panis/avist/er "dahilinde Rus olmayan mil­ letleri rus/aştırmak, hariçte de bilhassa Türkleri Aı·rupadan kovarak hristiyanları kurtarmak" fikrini heyecanla, taassupla ileri sürdüler. İslavcıların Avusturya Macaristan düşmanlık/arı, Türkiyeye nazaran, daima ikinci derecede idi. 1820'de Rusya'da gizli "İs/av ittihadı cemiyeti" kuruldu ve bu fikir yalnız Rus fikir hayatında değil, dahili, harici Rus siyasetinde de tesire başladı. Rus şairi Puşkin garp İsiav/arının şarkılarını rusçaya tercüme ettiği gibi, 1820'den sonra Rus üniversitelerinde "İs/av/ık kiirsüleri" de ihdas olundu. İslavcılık cereyanı yal­ nız fikirlere ve yukarılara tesir/e kalmadı. 1858'de Moskovadaki İs/av müzesini tesis etmiş olan Pagodin'in riyasetinde "İs/av cemiyeti hayriyesi" açıldı. Bu ce­ miyet yalnız İs/av gençlerinin Rusyada tahsil/erini, iaşelerini temin ile kalmadı, cenup islaı•larını Latin ve Cizvitlerin propagandalarından kurtarmak için de ça­ lıştı. 1876 'da İslaı· kardaşlarının, ileri gelenlerinin etnoğrafik müzeyi ziyarete gel­ meleri dolayısi/e bu cemiyet faaliyetlerini büsbütün anırdı, 1868'de Petersburgta da bir şube açtı. İsiaviarın harsları ile uğraşmak için "neşriyat komitesi" teşkil ve birçok kitaplar neşrederek dağıttı. İslavlığo dair yazılan eseriere mük4fatlar verdi. İslaı· millerlerinin etnoğrafılerine dair makaleler ve haritalar çıkardı. Türk düşmanı G/odistonun "Bulgar fociası ve şark meselesi" isimli eserini tercüme et-

19


dolayı İslavcılığın Kırımlı genç İsmail Bey'in ruhunda derin aksül amel yapmasını ve müstesna zeka ve İstidariarını bu duygularla harekete ge­ t irmesini biz bir derece de bu umumi ve milli haleti ruhiyenin bir ne­ ticesi tel akki ediyoruz. Hürmetli Hamdullah Suphi Bey "Ben onu gör­ düm" makalelerinde: "İsmail Bey' in bu küçücük genç ruhunun, Türk'e yardım için bu atılışı ömrünün en son nefesine kadar devam etti. Türk tarihinin duvarında İsmail Gaspirinskinin kurtarmaya giden bu genç şekli ebedi kalacaktır. Yarın Turan şairleri milli beyitlerinde bu yoltirerek dağıttı. Balkanlarda Türk nıe:alinıini ıaı·sir eden leı·halar yaptırttı, isyan eden rüesanın resinı/erini çıkLırrrı ı·e gönüllüler yolladı . 1887'de Karadağda kıtlık olduğundan yalnız iane kutuları ile 35 .000 ruh/e para toplayarak gönderdi. Bu cemiyetin topladığı ı·e sarfettiği paralar milyonları geçti. Bu suretle Rusyada kuı·­ vetlenen islaı·lık cereyam 1828, bilhassa / 878 harplerinde bütün Rusluğun Tür­ kiye aleyhinde ayaklanmasında kuvvetli amil oldu. ismail Beye tesir etmiş olan meı·:uubahs Katkafa gelince. bu da. bilhassa 186/'den .wnra kunetli surelle pa­ nislavi:m müdafri kesildi ve bütün yazıllı n ndtı Ru syada ortodoks olmayan mil­

letierin ruslaştınlmasını ve Türkiyeye aman verilmemesini şiddetle ileri sürdü. Çarlığın dayandığı "Hükümeti mutlaka, ortodoksluk ve kaı-miyet" diisturu, is­ lavcıların tesirile dahili, harici siyasellen mada, kilise, mektepler, matbuat va­ sıtasile bütün Rus halkını sardı ve hatta Rus edip ve muharrirlerinden en yük­ seklerine hile tesir derek onların liberal akidelerini dahi değiştirmekle amil oldu. işte islavcılığın böyle umumi ve kuıwtli bir cereyan haline girmesi ya/nı: i smail ,

Beyin değil, gayrişuuri de olsa, bütün şimal Türklerinin de kendi milli ı•e dinf var­ lıklarına daha ziyade lıeyecan ve taassup/a sarılmalarma tesir etti. Fransı:: Profesörlerinden Louis Leger'in "Panislaı ·i:m" eseri Paris 1917. Ak­ çoraoğlu Yusuf Beyin "Muasır A vrupuda siyasi içtinıui fikirler ı·e fikri cereyunlar" istanbul 1339. istanbul Üniversitesi doçentlerinden Akdes Beyin "A:erhaycan Yurt Bilgisi" mecmuasının 1933 22-33 üncü sayılarındaki makaleleri ile benim "Rus inkılahı " eserinıe müracaat. Bulgar çocuklurının takım takım Odesa, Ni­ kola_vef ve Kişnefe giderek mekteplere girmeleri. Bulgar mekteplerine Rusyadan kitap gönderilmesi ı·e Rusların Bulgar mekteplerini nasıl ele ulnıış n/ma/un lıu-

20


culuğu y ırl ayacaklar. ressamlarımız mekı eplerde ok uyan çoc uklarımız için, baba ocaklarında gözlerini açan yavrularımız için onun resmini yapacaklar, yarınki genç analar çocuklarına bu yolculuğun hikayesini ilahi kuısi eserleri ile anlatacaklardır'" diyor. ( 1)

Bu vak'adan sonra İsmail Bey Moskova'daki mektebine dön­

memiş, 1 868'de henüz 17 yaşında iken 400 ruble maaşla B ah­ çesaray'da Mengiligiray Han tarafından k urulmuş ve Kınmın en yük­ sek bir medresesi olan Z incirli de Rusça muallimliğine tayin edilmişti. Bu vazifede bul unduğu bir buçuk senede bir taraftan talebeyi, mü­ derrisleıi ve halkı tetkike çalışıp diğer taraftan da Bahçesaray'da polis müdürü bulunan Şostof ailesinin zengin kütüphanesinden istifade ede­ rek Rus edebiyatı, R us fikir cereyanları ile esaslı tanışıyor; Pisaref, Çem işefski gibi muharrirlerin eserleri ni kavramaya çalışıyor, bilahare kendisini çok düşündürrn üş olan sosyalizme dair de fikirler edi­ niyordu. M untazaman Rus gazetelerini de okuyarak Rus siyasetini takip ediyordu. 1 869'da maaşı 600 rubleye çıkarılarak Yalta'da Dereköy rnek­ tebine mual lim tayin edildi ve maarif müdiriyetinden takdirnameler aldı: İki sene sonra gene Bahçesaray'a gelip medresede yeniden Rusça dil dersleri vermeye başladı. Ve vazifesinden hariç olarak talebelen

Türkçeye de hazır lamaya calıştı. M edresede tatbik edilen eski sko­ lastik usulü tenkit etmesi ve R usça sınıfının ders vakitlerini çan ça­ larak ilanı talebeler arasında kendisine karşı kuvvetli bir düşmanlık uyandırdığından, hatta ölümle tehdit edildiğinden, medreseyi terke mecbur oldu (2). susunda Mitat Paşa merhumun 1868'de Babıa/iye gönderdiği muhtıra hakkında Na[ı AtufBeyin 'Türkiye Maarif Tarihi" eserlerine bakılması. ( 1) Türk Yurdunun ismail Beye irhaf edilen nüshasında ( Yıl 1330, Sayı 12,

Sohife 2403).

(2) Osman Akçokraklımn "Kırım okur işleri''

nınnıuusmm

1925 ikinci sa­

yısındaki makalesinden.

21


Bu faaliyetinin ve bu devirdeki telkikierinin İsmail Bey'de çok derin tesirler bıraktığı şu cümlesinden anlaşılır : "Bizde ilk tedris ve ter­ biyenin olmadığını mektepte ve dini mekteplerimizin korkunç ge­ riliklerini bilahare, Zinciriide tamamile öğrendim ve buna binaen daha bu devirlerde her şeyden evvel bu esasların ıslahı lüzumuna iman ettim" (1) ı 87 ı 'de İsmail Bey gene Türkiye'ye gitmeyi ve bu defa Türk zabiti

olmayı düşünüyor. Fakat, yanda kalan tahsili ile zabit olmanın müşkül

olduğunu kabul ederek, tahsilini tamamlamak ve Fransızcayı esaslı öğ­ renmek için Paris'e gitmeye karar veriyor. ı 872'de cebindeki 200 ruble

ile Yalta'dan hareket ediyor, Viyana, Münih ve Stuttgart şehirlerini acelece seyirle Paris'e vanyor ve ı874 nihayetlerine kadar Paris'te ka­ larak yalnız zekası , ciddiyeti, çalışkanlığı ile hayatını kazanıyor. Bu tarihlerde Paris'te bulunan meşhur Rus edibi Turgeniyefin te­ veccühünü kazanarak onun eserlerini ve makalelerini tebyiz ediyor; oldukça Fransızca öğrendikten sonra bir ilanat şirketinde tercümanlık ve tercüme işleriyle uğraşarak bidayette haftada 50, sorıraları 80 frank kazanıyor ve bütün vaktini garp medeniyetinin bu mühim merkezini tetkikle geçiriyor.

Paris'in ilmi ve teknik zenginliklerini takdirle, hayretle öğ­ renmekle beraber, İsmail Bey bilhassa bu medeniyelin içtimai ne­ ticelerini tabiile çalışıyor. Bir tarafta yüksek kişanelerde ya­ şayanların neş'eleri, diğer tarafta bodrumlarda bir lokma ekmek için inleyenlerin eninieri (inlemeleri) onu düşündürüyor ve bu medeniyelin bütün insanlara refah vermediğini yalnız dimağıyla değil kalbiyle de duyarak ve acıyarak anlıyor. İsmail Bey'in bu tel­ kikinin kuvvetini ı 302'de İstanbul'da Ebuzziya matbaasında basılmış

29 sahifelik küçük, fakat manası büyük "Avrupa medeniyetine bir na­

zarı muvazene" eserinde görüyoruz: (1) Cemallettin Velidofun "'Volga Tatar/armın edebi ı·e harsf inkişaflari tarihi"

(Rusça). Moskova / 923

22


"Avrupa medeniyetinin dışına bakar ve maişetin içyüzüne dik­ kat etmezsek bir şey anlayamayız, ancak kudretlerine, akıllanna şaşıp kalırız. Maişetin içyüzüne dikkat edelim: İşte 500.000 liralık kagir bir bina, yalnız içerisini ziynetlemiş menner, ipek, billur, çini, fağfur akçaya tepdil olunursa, şark ticaretine büyük bir sermaye ola­ bilir. Bu bina bir adamındır. Yer katından yukansında bir aile ikamet ediyor, üç beş adamdan ibaret bu familyanın akşam yemeğinden sonra sofrasına getirilen nadir meyvalann ve müskiratın değeri olan akça ile memaliki şarkiyede on familya on gün rahat geçinebilir. Servet böyle toplanmı�. maişet böyle bollanmış. Bu medeniyete tabi olmamak mümkün mü? Şu binanın zemininden aşağı olan katına dahi bir dikkat edelim, üç beş ayak merdiven ile indik. Odalar insan dolu, pencereler tavan dibinde, duvarlar rutubetli, yerden de rutubet geliyor, hava yok gibi... kokudan, insan terinden bumunuz varacak yer bulamaz; sa­ dadan, gürültüden kulaklar vazifesini terkeder. Burada yaşayaniann mekanlan değil, bir odalan da olmayıp ancak kiralanmış yatak yerleri vardır. Yatak dahi kendilerinin değildir. Bir tencereye, bir çanağa malik olmayıp yedikleri lokantadan, içtikleri meyhanedendir". "Sir mizan alalım da Avrupa'da göreceklerimizi çekelim. Hesap ve çekiye gelir mi acaba? Roçilt gibi on onbeş adamın milyontarla ser­ vetine mi taaccüp edelim, on onbeş milyon ahalinin ölümlük iki arşın toprağı olmadığına mı şaşalım? Londralı bir leydinin, bir Paris ha­ nımının terbiye, letafet ve nezaketine mi hayran olalım; Londra ve Paris sokaklannda vücut ve ırzını müzayede etmekte olan -defter mu­ cibi- 1 50.000 fahişe kadınlara mı dikkat edelim? Bir ineklerİnİn bizim on inek kadar süt verdiğini mi tahsin kılalım, yüzde doksan do­ kuzunun bir ineğe sahip olmadıklanndan mı ibret alalım? Milyonlar sarfedip cihatı muhtelifede nasraniyete (Hıristiyanlığa) davet ve ter­ gibe (rağbete) mi bakalım, Avrupa'nın kiliseye ve İncile imanı kal­ marlığına mı hayran olalım? Güya hürriyet için yaptıklan mu­ harebeleri mi seyredelim, biçare Alsaslaren bakire kızlannın Paris'te 23


elli franga kadar satıldığını mı mizanı insafa çekelim?" Bu suretle, 1874 s-onlarında Marsilya tarikile İstanbul'a gelen İsmail Bey, Paris'te kaldığı müddetçe yalnız Fransızcasını kuvvetlendimiekle kalmamış, garp medeniyetinin kuvveti kadar da zafını, dışı kadar da içyüzünü esaslı tetkik etmişti. İsmail Bey İstanbul'da Ceridei as­ keriyede mütercimlik eden amcası Halil Efendinin yanında kaldı. Artık Rusçadan başka Fransızca da bilen ve malumatını arttırmış olan

İ smail Bey, Türk zabiti olabileceğini ümit ederek, İ stanbul'da bir çok kapılara başvurdu. Fakat, devrio sadrazamı Mahmut Nedim Paşa, Türklük için çırpınan bu Kınmlı gencin temiz duygularını değil, Ruslar elinde Türkiye'yi bile unutaı.:ak kadar alet olmuş bir adam olduğundan, İ smail Bey'in bu müracaatını Rus setiri İ gnatieften sormaya kalkıştı. Bu suretle İsmail Bey'in müracaatı uzun boylu sü­ rüncemede kaldı ve nihayet akamete uğradı. Kendisi de ı 875 senesi kışında Kırım'a döndü. İsmail Bey'in İstanbul'daki hayatı da boşa geç­

memişti. O, buranın da dışını ve içini esaslı telkik etmişti. Resmi da­ ireleri dolaşarak devlet işleri hakkında bir fı.kir edindiği gibi, Osmanlı

matbuatını muntazam okuyarale devletin harici ve dahili vaziyetini de

öğrenmişti. Osmanlı idaresinin Türk'ü düşünmediğini, diğer ana­

sırın Türkiye'nin bütün zenginliğini istismar ettiklerini ve Türk'ün sanayi ve ticaret hayatından uzak kaldığını, memur olmak hastalığını İsmail Bey kalbi yanarak anlamıştı. İleride gö­ rüleceği ve�hile, o bütün neşriyatında bu noktalar üzerinde de kuvvetle israr etmiştir. İsmail Bey'iıı ilk muharrirliği İstanbul'da bulunduğu bu devirde baş­ lar. Buradan yazdığı yarı hakiki yarı hayali mektupları Moskova ve Petersburgta çıkan Rus gazetelerinde basılmıştı. ı 875'de Kınm'a

dönen İsmail Bey ı 878'e kadar, yani Bahçesaray Belediye reisliğine inlihabına değin bir işle meşgul olmadı, milli hayatı esaslı tetkike ko­

yuldu. Kendisinin hayatına ve düşüncelerine dair mal u mat ı 905 ve ı 906 seneleri Tercüman gazetesinde neşrettiği

24

"Gündoğdu" hi-


kayesinde telhis edilmiştir. Buradaki Danyal Bey bizzat İsmail Bey'dir. Tercümanın 1 906'ıncı yıl 9'uncu numarasında bu devir şöyle bulasa edilmiştir: "Milletin haline aşina olmadıkça millete hizmet mümkün ola­ mayacağını anlamasiyle Danyal Bey bu ciheııe ilim ve marifeti art­ tırmaya karar verip milletin arasına atıldı. Köy düğünlerinde, derviş ve ulema meclislerinde, beyler ve ağalar ziyafetlerinde, medrese hüc­ relerinde ve sair her türlü içtimalarda bulunup az söyleyip çok din­ leyip bir sene kadar arneli dersler aldı. Her sınıfın yahşi cihetlerini ve uygunsuz hallerini görüp öğrenip milli zifın neden ibaret ve milletin neye muhtaç olduğunu anlarnıştı ... ne işlemeli, işi nereden tutmah, sönmüş kalpleri ne ile yandırmalı, basireti kesmiş perdeleri ne ile kötermeli (kaldırmah), gaflet sahrasmda serilip kalmış koca bir milleti ne ile ayağa turguzmali (kaldırmah) gibi suallerle hayli zaman uğraşmışh." Bu suretle Paris ve İstanbul'dan gelen İsmail Bey'in milleti uyan­ dınnak ve ayağa kaldınnak gibi yüksek ve sağlam emelleri olduğu ve bu maksatla milletin her sınıfını tetkike çalıştığı anlaşılıyor. İsmail Bey'i bütün teşebbüslerinde muvaffak kılan vasıflarından biri de ken­ disindeki taktik kalibiyetidir. Bunun, kendisinde yalnız tecrübelerden elde edilmiş bir vasıf olmayıp, doğuşunda kuvvetli bir surette ya­ şadığının delili, onun işe girişıneden evvel milleti, milletin her sınıfını ve onun müsbet, menfi taraflarını esaslı tetkik etmesinde görülür. İle­ ride daha etraflı tetkik edeceğimiz İsmail Bey'in bu taktik kabiliyeti ve ihtiyatkarlığı, şahsi endişelerden değil, kendi keskin ve sağlam gö­ rüşlerinin ve doğuşta iş adamı olmasının bir neticesi idi. Onun ih­ tiyatkarlığı kendisini değil, işini düşündüğünden ve atacağı tohumların boşa gitmemesini temin endişesinden ileri geliyordu. İsmail Bey 1 877'de birinci defa Dereköy'de evlenmiş ise de, re­ fıkasının fikri seviyesi kendisini anlayabilmekten uzak olduğundan, bu izdivaç ancak bir iki sene devam etti. 1 878 senesi sonlarında Bah25


çesaray Belediye reisliğine intihap edilen İsmail Bey dört sene kadar bu vazifede kaldı . Şehir sokaklarına fenerler koydurmak ve bir hastane açmak arzusu o zamanın belediye azaları tarafından "şehrin kasasını boşaltacak" diye reddediliyor, yaşlı cahilleri okuırnak için açtığı gece dersleri de, kömür masrafı olarak istenilen cüz'i bir para yüzünden akamete uğruyor. Bütün bu faaliyetine rağmen İ smail Bey, bu iş ba­ şında da asıl gayesini, kendisinin tarihi işini unutmayarak milleti nasıl ayağa kaldırmalı sualinin cevabıyla uğraşıyor. 1879'da gazete çı­ karmak için Çar hükümetine istidada bulunması, onun bu büyük maksadı için tarihi vasılasını bulduğunu gösterir. Mahkum mil­ _ letlerin uyanmalarını, onların basiretierini örten gaflet perdesini kaldırmalarını istemeyen Çarlık bu müracaatı reddetti. Fakat, İs­ mail Bey'in en kuvvetli vasıflanndan olan azmüsebatı ve sarsılmaz ira­ desi bu ilk adımlarda bile ona teşebbüsünü meydana koymaya kuvvet verdi, yol açtı. ı88 ı senesi Şubat nihayetlerinde "Genç molla" nam ı m üstearile kendisinin en tarihi eseri olan ve bilahara kitap şeklinde çıkanlan "Rusya müslümanlan" makalelerini Akmesçitte çıkan "Tavrida" ga­ zetesinde tefrika olarak bastırdı. Gazete çıkarmak hususundaki mü­ racaatının reddedilmesine binaen bu maksadı yaşatabilmek için ı88ı senesi 8 Mayıs'ından i tibaren kendi tabirince "Yoklama ve izleme" ka­ bilinden olarak muhtelif namlarla küçük risaleler çıkardı. İleride gö­ rüleceği veçhile, İsmail Bey'in bu ilk neşriyatında bile Türk ka­ vimlerinin dil birliği ve tarihi birlikleri hakkında kat'i fikirleri olduğu gibi, bütün hayatınca tatbik edeceği mühim düşünceleri de tebellür et­ mişti (belirginleşmişti). Bu faaliyet i sbat eder ki, İsmail Bey, Bah­ çesaray belediye reisliğinde i ken şehrin idaresini düşünmekten ziyade bütün milletin mukadderatını sağlam bir temele dayandırmak me­ selesiyle uğraştı. 1 882'de Kazan eşrafından Akçoralar ailesinden fabrika sahibi İs­

fendiyar Beyin kızı Zühre Hanım, amcası İbrahim Bey'le birlikte 26


Kırım'a tedaviye gelmişlerdi. Biraz zaif ve ciğerlerinden rahatsızlığa müsait bulunan Zühre Hanıma da doktorlar Kırımın sahil kısmında ra­ hatlanmayı tavsiye etmişlerdi. Kırım'a gelen seyyahl ann bilhassa Türk ve müslümanların, Bahçesarayı ziyaret etmeleri tabii bir arzu ol­ duğundan. Zühre Hanım da, amcası ile birlikte, Kırım hanlığının tarihi merkezine gelmişler ve burada İsmail Beyle tanışmışlardı. Kazan Türklerinin en tanınmış alim ve muharrirlerinden, Rizaettin bin Fah­ rettin cenapları "Meşhur hatunlar" eserinde Zühre Ham mm " kız­

hğmda Türkçe ve bir miktar rusça tahsil ettiğini ve 1881 tarihinde Tercüman ceridelerinin mukaddemeleri olarak Bahçesaray şeh­ rinde neşrolunan bir nice varakatara görüp, bunlarm muharriri olan İ smail Bey; Gaspirinski hazretlerine, gaibane muhabbet ve hürmet eylediği" kaydediliyor. Her halde pek hayırlı bir tesadüfle Zühre Hanımla İsmail Bey tanışmış oldular ve yüksek hislerle çarpan bu iki genç kalp; pek kolayiılda birbirlerini anladılar. İsmail Bey; Zühre Hanımla amcasına Bahçesarayı gezdirmiş, validesinin evinde kendilerini ziyafete davetle neşrettiği mecmualan takdim ve milli emellerinden de bahsetmişti. İsmail Beyin Yaltaya giden b u aziz mi- . safırlerini orada da ziyaret ettiği ve kendileriyle orada bir kaç gün ka­ larak; yalnız fikirlerini değil, yüreğini de bütün saffetiyle açtığı ve Kı­ nmdan döndükten sonra Zühre Hanımla muhaberede bulunduğu sabittir. 1882 senesi sonlarmda İ smail Bey; Simbir vilayetine gi­

derek, Zühre Hanımm pederi İ sfendiyar Beyi malikanesinde zi­ yar�tle; kerimesi ile evlenmek niyetinde olduğunu söylüyor. Yal­

nız zengin bir fabrika sahibi değil, eski bir asilzade ve hatta derebeyi vaziyetinde bulunan ve bu terbiye ile büyütülmüş olan İ sfendiyar Bey Kınmın küçük bir şehrinin belediye reisi bulunan b ir adamın, kendi

kızım istemesini küstahhk addederek İ smail Bey'i evinden ko­ vuyor; fakat, İ smail Bey i bütün hayatında muvaffakiyete götüren '

müstesna irade ve azim kudreti, burada da onu emeline kavuşturuyor. Kovulmasını bir derece tabii de telakkİ ederek derhal civar köylerden 27


birisinin imamına gidiyor, telakat ve sehaveıiyle nikahlarının akline muvafakatını alıyor ve gece yarısı kızakla gelerek, Zuhre Hanımı babasının el'inden kaçırıyor, nikahını da kıydırarak doğru Kırım'a hareket ediyor (1 ) . Ve Bahçesaray·a gelerek yirmi sene süren müşterek hayatlannın saadetli yuvasını kuryarlar (2). Zühre Hanım İsmail Bey'e yalnız hayat ve saadet arkadaşı değil, iş ve emel yoldaşı da oldu. Tercümanın kurulmasında kendi mücevheratını sa­ tarak yardım ettiği gibi, bidayette gazetenin kağıtlarının ha­ zırlanmasında ve abone adreslerinin yazılarak gönderilmesinde de ça­ lışmıştır. Tercümanın ilk devirlerde, yani İsmail Beyin her taraftan menfi hareketler karşısında kaldığı sıralarda ona cesaret veren ve onu candan teşvik eden Zühre Hanım olmuştu. Çocuklannın bü­ yütülmesine ve evinin idaresine bizzat nezaret ettiği gibi, hiç bir zaman Tercümandan alakasını kesmemiş daima kutsi tanıdığı bu milli işe elinden gelen yardımı yapmıştır. Zühre Hanım güzel, fakat sade gi­ yinmeyi ve sade yaşamayı sever, bu suretle de İsmail Beyin yükünü hafifletmeye uğraşırdı. Kibar ve nezih bir aile kadını olan Zühre Hanım hassas, merhametli ve mütevazi idi. Bütün tanıdıklanyla ve komşulanyla alakadar olur, onlann kederlerine ve sevinçlerine iştirak eder, evine geleni tevazu ile karşılayarak, her misafirini azami de­ recede memnun etmeye çalışırdı. İsmail Beyin Zühre Hanımla ev­ lenmesi hayatının, en mes'ut bir vak'ası olmuştur (3). (1) Her iki genç sene/erce babalarına bu hareketlerini aifettirmeye uğraşıyorlar .fakat lsfenLliyar Bey bunların mektuplarını okumadan geri gönderiyor. Hayatının sonlanrıo 4oğru işleri tamamile yıkılıp perişan bir vaziyelle Bahçesaraya gelen İsfendiyar Beyi /smail Bey aralarında hiçbir şey olmamış gibi hareket ederek hürmet/e izaz ı•e ls­ tanbula kadar seyahatını du temin ediyor. Bu vak'a da İsmail Beyin terbiyesinin sağ­ lamlığını ve ruhundaki yüksekliği gösterir. (2) Zühre Hanım 41 yaşında 1903-13 Nisan cumartesi günü akşam üzeri irtihal ede­ rek Bahçesaray Zincir/i medrese makberesinde Mengiligiray han türbesinin kapısı kar­ şısında defnolundu. (3) Bu mes'ut nikahtan, İsmail Beyin Şefika, Nigar Hanımtarla Rifat, Mansur, Hay­ dar isminde evlatları olmuştur. Büyiik oğlu Rifat Bey 1924 tarihinde Kırımda vefat et­ miştir. Şejika ve Nigar Hanımiarta Kibrit şirketi müfettişlerinden bulunan Mansur Bey htunbu/'du hulunmuktudırlur. Doktor Huydur Bey ise Kuperi memleket hastanesi em­ razı) dahiliye mütehassısı olarak çalışmaktadır.

28


HUSUSİ HAY ATl (1) İsmail Beyin fikirleri, emelleri ne derece uhri ise hususi hayatı da o derece sade idi. Kendisi zevkiselime malik. olduğu halde sadeliği pek severdi. Elbisesi, yemeği ve sairesi de sade idi. Yazıhanesi, is­ tirahat ve uyku odası, yalnız bir hücreden ibaretti. Yemeğini bazan bu­ rada yer, kahvesini burada içer, uykusunu burada uyur, yazısını da bu­ rada yazardı. Yalnız misafir geldiği zamanlar, misafir salonunda oturur ve yemek odasında yemek yerdi. İsmail Bey erken kalkmayı se­ verdi. Sabah saat 6-7 raddelerinde kalkar, bir fincan sütlü kahve, ar­ kasından cigara içer ve sonra yazı yazmaya başlardı. Saat 8 rad­ delerinde posta gelir gelmez bütün mektup ve gazeteleri gözden geçirir, ehemmiyetli mektup ve haberleri mavi-kınni.zı boyalı kalemle çizerdi. Bu işlerin hepsini karyolasında yapardı. Yazı yazarken kar­ yolasında biraz arkasına dayanırdı. Kağıt altına serıçe bir şey koyarak yazısını diz üstünde yazardı. Yazı ile meşgulken çok cigara içerdi. Saat on raddelerinde odasından çıkıp idare ve matbaahaneyi dolaşır, mürettiplerin ve diğer arnelenin işlerine bakar, sonra tekrar odasına girip, karyolasına uzanırdı. Sıhhati yerinde olduğu zamanlar, her gün bir kaç saat matbaada otururdu. Sabahlan odasından çıktığında, mat­ baadaki motörlü makinaların davuşunu (sesini) işitmezse ra­ hatsızlanırdı. Makinanın ne için işlemediğini sorar anlardı. Bir gün matbaada çokca oturduklarını görüp: " Efendim, bu makina gü­

rültüleri ve boya kokuları içinde niçin bu kadar çok otu­ ruyorsunuz" denildikte gülerek: ( 1) Bu bahis Tercüman idaresi tarafından İsmail Bey merhuma ithaf edilerek çı­ karılmış 32 sahifelik albümden alınmıştır. Bu yazı İsmail Beyi yakından tanımış ve

kendisi/e uzun seneler çalışmış olan Kırım muharrirlerinden Hasan Sabri Ayrazof tarafından yazılmıştır.

29



Ziihre Hanımın 1882 senesinde İsmail Bey ile evlenmeleh zamanındaki resmi. 1 862 - 1 903


··

Matbaa makinasının gürültüsü benim için en güzel bir musiki olduğu gibi, boya kokuları da en hitif çiçeklerin rayihasından hoş­ tur. Saatlarca matbaada kalsam ne makinanın gürültüsünden usanırım, ne de boya kokusundan" . İsmail Bey hiç işsiz duramazdı. Onun için e n büyük azap, e n ağır ceza işsiz durmaktı. Evinde bulunup ta bir işle meşgul olmamak onun için kabil değildi. İşi yoksa karyolasında uzanır, sigarasını du­ manlatarak, derin derin düşünür, yeni fikirler doğurur, yeni işler icat ederdi. işten güçten yorulmak bilmezdi. Umumiyetle meydana gel­ mesi kabil fikirler düşünür, yapılması mümkün olacak işler yapardı. Teşebbüs ettiği işlerde ne kadar müşkilata uğrarsa uğrasın, ruhu sönmez, ümidi kırılmazdı. Vücudu zaif olmakla beraber sağlamdı. Büyük bir metanet ve cesareti medeniyeye malikti. Ruhsuzlara ruh, ümitsizlere ümit verirdi. Beyhude yürümez, nafile söz söy­ lemez, maksatsız gezmezdi. İsmail Bey hassas, şefik ve refik (şefkatli ve yumuşak) bir kalbe ma­ likti. En küÇük şeylerden bile müteessir olurdu. Fakat bu teessüratını meydana vermezdi. Ne kadar elim bir ızdırap, ne derece şedit bir buh­ ran içinde olursa olsun her zaman itidalini muhafaza ederek metaneti kalbiye sahibi olduğunu gösterirdi. Hayatının son günlerinde bile daima etrafındakilere ümit ve teselli verirdi. İsmail Bey pek büyük bir izzetinefse malik olmakla beraber, gayet mütevazi idi. Şehirde nasıl bir cemiyet olursa olsun, gerek umumi, ge­ rekse hususi, davet olunursa- hepsine giderdi. Zadeganlann, zen­ ginlerin, fakirierin düğünlerinde bulunurdu. Memleketin güzel adetlerini yayar, şehrin umumi hayatına iştirak ederdi. B ir işle çarşıya indiği zaman kahve içer, içirir ve herkesle bir görüşürdü. Ara sıra bazı dostlarına latife etmeyi de severdi. Hakiki ulemaya karşı kalbinde her zaman büyük ve samimi bir ihtiram beslerdi. İsmail Bey nasıl bir cemiyelle bulunursa bulunsun, erkence eYine gelmeyi, erkence yatmayı severdi. Yatmazdan enel kay32


namış sütten yapılmış taze )'Oğurt yemeyi adet etmişti. Etli, yağlı ,.e Anu pa usulünce hazırlanmış yemeklerden pek hoşlanmazdı. Hamurlu ve milli yemekleri pek severdi. Kış mevsimleri odasındaki sobanın önünde bir minder koyup, ateşe karşı oturturdu. Şimdiki ev­ lerimizde, eski milli ocaklann bulunmarlığına teessüfler eder ve on­ ların köşesinde oturmanın keyf ve lezzetinden bahsederdi. Umu­ miyetle milli adetleri mizi sever ve bunlann Avrupa medeniyeti tesiriyle tedricen kaybolduklarına esef ederdi. İsmail Bey güzel sanatların hepsini anlar, sever ve takdir ederdi. Milli musikiye karşı ise adeta bir inhima.k (düşkünlük) gösterirdi. Av­ rupa musikisini takdir etmekle beraber şark mosikisinden daha ziyade lezzet alır, şark makamlannı tercih ederdi. Çalgıcı düğünlerde bu­ lunduğu zaman (Aksağın dolusu), (Aksağın rtıarşı) nam milli marşlan çaldınrdı. Bunlara Alesak Temürün dolusu, Temürlengin marşı dahi denilirdi. Her ikisi de tarihi makamlar ve marşlardır. İsmail Bey Kınm makamlannın ve hususiyle bu iki marşın notaya alınıp yaşatılmasım isterdi. Milli musikiden bahs açıldığında "bugün Kınm gençleri arasında muhtelif mekatibi aliye ikmal etmiş (yüksek okull� bitirmiş) huk.ukşinas, tabip, filolog, şair ve ressarnlanımz var. Bir de konservatuvan bitirrniş musikişinasımız olmalıdır. Milli Kınm musikisini yaşatmak için buna da ihtiyacımız var" diyordu. Bu satırlar bize ancak İsmail Beyin yaşayışma ve adetlerine dair pek kısa bir maJOmat verir. İsmail Beyi anlayabilmek için, onun esas fi­ kirlerini ve seeiyesini tahlile ihtiyaç vardır. Rusya Türkleri, tarihini kendi faaliyetiyle ikiye bölmüş ve onlan karanlıktan niira ka­ vuşturrnuş olan İsmail Beyin gerek zeka ve gerekse seciyesi ile müs­ tesna yaradılmış insanlardan olduğunda tereddüt edilemez. İlmi ha­ zırlığı mahdut olan İsmail Bey bu tarihi işi ancak hususi tetebbü (inceleme) zekası ve mütehallik (yaratılmış) olduğu yüksek seeiye kuvvetiyle başarmıştı. Buna binaen, İsmail Beyi bu cihetlerden tetkik elzem ve zaruridir. 33



ismail Bey 24 yaĹ&#x;mda Paris'te ike11 . . .


III

ESAS FiKiRLERİ İsmail Beyin Türk-Tatar milletini inkirazdan kurtarmak ve bu mil­ Ieti ayağa kaldırmak hususundaki mühim düşünceleri ve hatta prog­ ramı kendisinin de müteaddit yazılarında işaret ettiği veçhile birinci eseri olan (Rusya Müslümanları)nda bulunur. Bir taraftan Rus hükümetine, diğer taraftan da o devirlerde Rusyada yetişen mahdut münevverlere hitap eden bu 45 sahifelik eserde İsmail Beyin tarihe, istikbale ait fikirlerinin temelleri bulunduğu gibi onun taktik kudretinin de çok esaslı delilleri vardır ( I ). Bütün ihtiyatlılığına rağmen, İsmail Bey; bilhassa bu sahifelerde "Rus hakimiyetinin medeniyet ve maarif getirmediğini ve bu hakimiyetin Türk-Tatar ka­ vimlerine maddi menfaatlar veremediği gibi taze ve yeni bir hayat ver­ mek kabiliyelinde de olmadığını" kuvvetli bir surette ortaya atmıştı. "Rusyada yaşayan islamları Ruslaştırarak; vahit bir Rus milleti mey­ dana getirmek imkanı var mıdır?" sualini soran İsmail Bey, buna menfi cevap verirken getirdiği delillerle bütün münevverlerimizi de ikaz etmek istiyor ve mukadderatımızın pek vahim bir şekle dökülmek istenildiğini anlatmaya çalışıyor. "Eğer Rusya'da Türk kavimlerini Ruslaştırmak imkanı yoksa bunların edebiyatları, matbuatları yoktur. Onlara, bunlar verilmelidir. Buna mukabil; Rus mekteplerinde oku­ malıdırlar diyeceksiniz, bu fertler için, mümkün ise de; kütle için kabil (/) ismail Bey "Rusya müslüman/arı " eserinin 45 'inci sahifesinde münevver müs­ lüman gençlerine hitahı hir vazife telakki ederek diyor ki: "Kardaşlar, halk ma­ arifine ait işlere ciddi hir surette sarılın . müneı-ver Ruslarının da yardım

36

''e

him-


değildir. Rus mekıebi, Tatar halkı için ölü doğmuş bir müessesedir. Rusyada ali tahsil hükumet lisanı olan Rus lisanını bilmekle olur. fakat mektepleri ile küçük sanat mektepleri Tatar lisanında olmalıdır. Bu sayede ilim halk arasında daha sür'atle intişar eder" diyor. Aynı eserde medreselerin ıslahı lüzumu da ileri sürülerek: " Bu işi başarmak çetin olmadığı gibi, pahalı da değildir. Rusya'nın büyük müslüman merkezleri olan Ufa, Kazan, Orenburg, Astrahan, Taşkent, Semerkant, Bakü, Noha, Bahçesaray gibi şehirlerde sekiz on med­ resede bazı ısiahat yapılırsa, malesada kafidir. Sekiz on sene içinde cahil ulema yerine ilim ve fenden behredar (nasibini almış) alimiere malik olacağımız gibi cahil hocalar yerine de, münevver mu­ allimlerimiz yetişecektir" deniliyor. Bu mühim eserde, Çarlığın Ruslaştırrna siyaseti de tahlil edilerek, garptaki Rus propagandacılarına cevap veriliyor ve kendi mü­ nevverlerimizin de mütemadiyen ikazına çalışılıyor. Aleyar ml'­ harebesinde (1854) ve bunu takip eden senelerde; bilhassa Fransa

ve

ingililere'de Rusya hakkında intişar eden eserlerde Rusların mahki.. m milletiere karşı yaptıklan tazyik ve Ruslaştırrna siyasetine dair hayli ciddi rnalUmat verilmişti. 19 uncu asnn (nısfından (yanşından) sonra, merterile bu işleri başarmak için lazımgelen en iyi yolları müzareke edelim. Bil­

mek bir şereftir, fokal bildiğini başkasına öğretmek aha büyük bir şeref olduğu gibi muktııldes bir vazifedir. Öğrendiğiniz. ilimleri yalnız. kendiniz için muhafazıı etmeyiniz, ırkdaşlannız.a öğretin, faideli Rus eserlerini Tatareaya tercüme edi­ niz, fakir ve cahil halkımız için eserler yazınız., mektepler açmaya, açılan rnek­ upleri ısiaha çalışınız., halka her türlü sanatı öğretrneğe gayret ediniz.. Bu ha· yırlı ve mukııddes işlerde Kırım ve Kazan müftülerinin size her türlü vasıtalarla yardıma geleceklerini ümit ediyorum. Kardaşlar, bunlar işlerin en namuskaranesi ve en mukııddesidir. Halk sizi şimdi takdir etmezse de bir gün isimlerini: her halde hayırla anılacaktır. Ha::reti Ali'nin meşhur sözünü uııutmayım:: "Aiimin mürekke

hi şehidin kanı kadar nıukaddesrir".

37


Ruslar; Türkistan'da H Asya'da ilerlemeğe kararlaştırdıklarından. garpta yazılan bu eserlerin tesirlerini or­ tadan kaldırma�·· düşündüler ,.e kendilerinin " As�·aya medeniyet götürdüklerini" bildiren �·eni �·eni kitaplar �·azdırtma�·a baş­ ladılar. İsmail Beyin Rusya müslüman ları eserinde "Rusya de,·Jetinin şark milletlerini medenilcştirrnck için ciddi işler yaptığına dair son va­ kitlerde çok yazılmakta ve çok söylenmektedir" dımlesinden bu hu­ susua vakıf bulunduğu anlaşıldığı gibi, bilhassa buna karşı cevap ver­ meye çalıştığında da tereddüt edilemez. İsmail Bey bu ınaksatla "iyi, fakat bu medeniyet işleri neden ibaretir. Kadı lar yerine uyczt na­ çalnikleri, naipler yerine pristavlar, beylikler yerine vilayet ve eya­ Ietler, ipek cüppelcr yerine zadegan yakalıkları idame etmekle mi me­ deniyet yapılır" ( 1 ) "Büyük bir teessüfle şurasını da kaydedeyim ki . Rus hakimiyeti

Tatar halkının ilim menbaı olan mekteplerini de mahvu perişan etti. Bana kalırsa vaktiyle Rus milletini tahtı idaresine almış olan Tatar ha­

kimiyeti Rus milletini bir çok muzir ecnebi tesirlerinden vikaye ederek (koruyarak) ona kuvvet verdi ve Rus birliği mefk:Gresinin temellerini attı" (2)

" Rus hükümetinin takip ettiği siyaset neticesidir ki, müs­ lümanlar de,·let işinden uzak kaldılar, cahil bırakıldılar, millet ve memleket fakruzaruret içerisinde yu\'arlanmakta ve nihayet bu si­ yaset halkımızı mahvuperişan eden muhaceretlere sebep ol­ maktadır" (.3) "Rus devletinin halkımıza dair takip ettiği siyasetin iç yüzünü bil­

miyoruz, matbuat bu hususlan rnektum geçiyor (gizliyor), arşivlerin kapılan bizim için kapalıdır. B izim bildiğimiz. hükümetin bize dair ( 1 ) Rusya miisliimwılcm

Jalrife 6

(2 ) Rusya nriüliinranalrr .w/rife 12 ( 3 J Rı/Jya nriislünıanlarr salrife 7

38


muayyen ve esaslı bir siyaset takip etmemcsidir. Rus devletinin bu si­ yasetine (gelişi güzel) demek daha makuldur. Mesela Tatar mu­ hacereti meselesinde gerek merkezi hükGmetin, gerekse mahalli ida­ relerin takip ettiği muayyen bir siyaset yoktur. Bu muhacerct bazan Rusya için menfaatlı görülerek teşvik edilir. bazan da bunun zararlı ol­ duğu kanaatİyle önüne geçilmeye çalışılır. Maarif işlerinde dahi si­ yaset bu tarzdadır. Müslümanlan akutmak gayesiyle mektepler açılır, fakat kısa bir müddet sonra aslı esası anlaşılmaz sebeplerle bu mek­ tepler yeniden kapatılır" ( 1 )

"Rusya Müslümanlan, Ruslan bilmiyorlar. Onlar Ruslarla yalnız

vergi işlerinde temasa geliyorlar. Bir Tatar vergisini verdikten sonra belediye ve mahalli idarelerle alakası kesiliyor. Çünkü bu idareler ala­ cakları vergileri topladıktan sonra, müslümanlar için en ufak bir işi yapmaktan çekiniyorlar" (2) "Rusya müslümanları" yahut "Rusyada yaşayan Türk kavimleri" için matbuat, edebiyat, milli mektep, sanayi mektebi, medreselerin ıs­ lahı ve hayırhah muttarit (toplum haynna, düzenli}, bir siyaset takibini isteyen, Rus hükümetinin matbuatının, mahalli idarelerinin menfi ha­ reketlerini meydana koyan İsmail Bey, gene bu eserinde daha ileri gi­ derek siyasi haklar da istiyor. "Şurası muhakkaktır ki, Rus milletinin 4iğer milletleri temsil ka­ biliyeti yoktur. Biz bu ana kadar Ruslaştınlmış gayn Ruslara tesadüf edemedik. Aksi olarak, Rus olmayan milletler arasında yaşayan Rus­ Iann yaşadıklan halkın adet ve an'aneleri

hatta, dillerini kabul et­

tikleri çok görülmektedir. Kırımdaki Rus köylerinin Tatar köylerinden farkı birincilerde kilise, ikincilerde camiierin bulunmasındadır! Rus köylüsü, Tatar köylüsünden güçlükle farkedilir. O Tatarca konuştuğu zaman, Rus olduğu şivesinden anlaşılır. Hatta Kınmdaki Alman ko­ lonistleri bile, Tatarca konuşur ve çok defa Tatar elbisesi giyerler. ( 1 ) Rusya mılslümanları salıi/e 14 (2) Rusya müslümana/rı sahife 23

39


Halbuki bunlar Rusçayı çok fena konuşurlar. Eğer Rusya'da Türk ka­ vimlerini Ruslaştırmak imkanı yoksa; bu milletiere hak, adalet, ilim ve hürriyet vererek, Ruslarla birleştirmek lazımdır" ( 1 ) diyen İsmail Bey'in Rusya'da milletler meselesinin halli için düşündükleri daha cez­ ridir. "Ruslaştınna yerine, devleti teşkil eden kabHelerin milliyetlerine hürmet ve tam müsavata malikiyetleri devletin vahdetine yarayacağı gibi maarifin kuvvetlenmesine, sayin ve hayatın daha iyi ve müreffeh şekle girmesine de yardım edecektir. Hakka, adalete istinat eden bu sistem ve tarzı idare dünyanın medeni milletlerinin ekseriyeti azi­ mesinde tatbik olunduğu"nu kaydeden İsmail Bey misal olarak Ame­ rika ve İsviçreyi alıyor ve Rusyanın federasyon esasında ve milletierin tam müsavata malikiyetlerinin tanınması ve temin edilmesi şeklinde kurulması lüzumunu ileri sürüyor (2). Unutulmamalıdır ki, bu eser 1 8 8 1 'de yazılmış, bu tarihlerde ise Rusya Türkleri, henüz medeni cereyanlannda ilk adımı bile ata­ mamışlar, milli varlıklarını bile sezememişlerdi. İsmail Beyin bil­ hassa bu devirlerde Rusya Türklerinin benliklerini kay­ bettirmeyen kuvvetli imilin " islam" olduğuna kanaat getirdiğini de bu eserde görüyoruz. "Müslümanların yüksek Avrupa medeniyetini almalarına imkan bı­ rakılmamışsa da, bu millet kendi varlığını ecnebi tesirlerden büyük bir kudretle korumaktadır. İnsanlan esir eden menfaat meseleleri bile islamlaı:_:ın cesaretlerini kıramıyor. Bütün Rusyayı baştanbaşa gez­ seniz umumhane işleten bir müslümana tesadüf edemediğiniz gibi bir meyhane işletenini de bulamazsmız" (3) "Litva seyahatımdan anladım ki İslamiyet mağlup edilemez. Kırım Tatarlan arasında tanassur (hristiyanlığı kabul) eden yoksa Litva Ta­ tarları arasında da yoktur" (4). ( 1) Rusya müslümanları sahife 32 (2) Rusya müslümana/rı sahife 18 (3) Rusya müslümanları sahife 25 (4) Rusya müslümanları sahife 28

40


DiL BİRLİGİ İsmail Beyin I 88 l 'de bu kanaatları bulması bir taraftan zekasının nüfusunu ve kuvvetini isbat ediyorsa, diğer taraftan bunları kuvvetle, sarahaıla ileri sürmesi de medeni cesaretinin yüksekliğini gösterir. Bu fikirleri ve bu hareketi tabii telakki etsek bile kendisinin bilhassa "Tonguç" ( l )tan itibaren Türklüğü bulması, Türk dil ve tarih birliğini kavraması ve bunları canlandırmaya azınetmesi her halde alelade hal­ lerden değildir. Bu devirlerde Türkiye'de Osmanlıcılık, İslamcılık, Rusya Türk­ lerinde ise Kırgız, Tatar, Başkırt, Çuvaş, Özbek, Türkmen . . . ve bil­ hassa Müslümanlık ortada dolaşıyordu. Türklük ve milli birlik bulutlu bir şekilde olsun kafalar ve yüreklere girememişti. İsmail Beyin İs­ tanbul'da bulunduğu devirde ( l 875)te Süleyman Paşanın, Buharalı Şeyh Süleyman Efendinin, Tevfik Paşanın Türkçülüğe ait dü­ şünceleriyle tanıştığına dair bir delil yoktur. Nitekim sonralan "Ter­ cüman"da isimleri geçen Radlof, Vamberi, Berezin, İsmimof gibi müsteşriklerle ve bunların eserleriyle de İsmail Beyin ne zaman ta­ nışmış olduğu henüz tesbit edilmemiştir. Moskovadaki (LazareO mektebinin şark dilleri muallimi olup (Asuri yahut Ermeni olduğuna ihtilaf edilen) Mihail Lazarefın 1 866'da Moskova'da neşrettiği "İntihabüttesanifü muhtelifıha, Türki lisanda" eserini görüp görmediği de kestirilemiyor. Bu müellif eserinde, Türk dilinin Arabi ve Farisiden temizlenmesi lüzumundan bahseder ve ez­ cümle "Türkler hah Osmanlı, hah Azerbaycanlı ehli, bir kitabı telif edende onu öyle Arabi ve Farisi elfaz (kelimeler) ve sözlerle yazarlar ki, muayyen adamdan ancak on adam bir söz anlar. Eğer Türkler öz ( 1) ilk çocuk, ilk eser demektir.

41


ana ve baba dilini sevip, hem özlerine ve hem milletlerine ha­ yırhahlıkları var ise bir kitap, ya ki bir mektup yazanda, öyle yazsunlar ki; az okumuş ve Arap, Farisiden çok cezbi olmayan da ve okudukta ve ya ki kulak astıkta bir şey anlasın. Ve Türk dilinde olan sözleri ne için işlemeyip göz, baş, öı, su yerine çeşm, ayn, res. ateş, nar, ap, ma kullanılsın ilh.. ( ı ). İsmail Bey b ilahara Şemseıtin Sami, Mehmet Emin, Ahmet Mitat, Necip Asım Beylerin fikirleri ile yakından alakadar olmuştur. İsmail Bey ilk Türkçülerin fikirlerini öğrenmiş bile olsa onun Türk birliğini ve bilhassa dil birliğini ehemmiyetle mev­ zuubahs etmesi ve hatta umumi bir dil yaratmak lüzumunu ehem­ miyetle aniayarak bunu tahakkuk ettirmeye çalışması, gene alelade bir iş telakki olunamaz. İsmail Bey'in dil birliği meselesine canla başla sarılması ve ha­ yatının sonuna kadar bunun tahakkuku için çırpınması pek mühim bir sebepten ileri geliyordu. Rus çarlığı Türk dil birliğini temelinden yıkacak esasları sessiz bir surette hazırlıyordu. Kınm hanlığının yıkılmasına kadar ( 1 783) hatta bir müddet daha Kazanda Osmanlıca tesiriyle yazılmış eseriere tesadüf olunuyor. "Ka­ terina muasın muallim Sait Halfinin 1 776'da Petersburgta neşrettiği Türkçe gramerde, 1 778'de Moskova'da neşrettiği "Tatar dili az­ bukası"nda Osmanlı tesiri vardır. 1 800'de Rusya hükümeti tarafından Kazanda açılan Arap harfli Asya matbaasında 1 80 1 'de tabolunan "Şe­ raiti iman"a naşir Abtülaziz Boraşef Osmanlıca bir mukaddeme yaz­ mıştı. O zamanın ciddi ve mühim bir mütefekkiri olan İbrahim Hal­ finin asan (eserleri) da Osmanlıca tesirindedir. Osmanlıcanın İdil havzasında muteber olduğundan olacak ki, şimali Kafkasya'da "Pe­ tigorski" Beşdağda Karas kariyesinde Şotlandya, misyoner heyetinin tesis ettikleri matbaada; ı 802'den başlayarak tabettikleri Türkçe Hı­ nstiyan eserleri hep Osmanlıcadır". ( 1 ) Bu hususa Yusuf Bey Vezirnfuıı "A::erbaycan edebiyarına bir na:ar" eseri Sa­ lıife 95.

42

-


ı 8 inci asrın nı sfı ahirinde (ikinci yarısında) Kırım la İdil arasındaki

sahralara. Don vilayetlerine ve İdil havzasının kendisine Rus mu­ hacirlcrinin iskanı Kırım ve şimali Kafkas Türklüğünün Avrupayı os­ maniye muhaceretleri ve sair sebepler neticesinde Kırım ve İstanbul ile İdil havzası arasındaki vasıtasız rabıla kesiliyor. Gittikçe kesbi kuvvet eden (kuvvet kazanan) Rus medeniyetinin İdil havzasında islam ve Türk medeniyeti ile muvaffakıyetli mücadelesi bahnhazer ve şimalinde Osmanlı tesirlerini azaltıyordu" ( ı ). Mesele bununla kalmıyor. Rus Çarlığı "Türkistan'da lehine hizmet edecek ufak kabile edebi lisanlarının vücude gelmesine zemin ha­ zırlıyor" ve hatta " ı 860'ta meşhur ilminski kendisinden bir ilaveyle Kazakça (İrtargın) kıssasını neşrediyor (2). ı 870'de ise diğer Rus mis­ yoneri Astraumof Taşkentte Özbekçe (Sertiye zebanide) yani (Kent) Türkçesinde 48 sene devam eden "Türkistan vilayeti ceridesi"ni çı­ karıyor ve hatta Sart şivesine Tatar, Kazak kelimelerini bile sak­ mamaya çalışıyordu. Kazak kabilesini ayn bir millet telilli eden İb­ rahim Altunsar'ın gene Rusların emrüteşvikleriyle ı 877'de Rus hurufatı ile Kazakça kıraat kitapları hastırdığı gibi Başkırtlardan da doktor Kulayef ayrı Başkırt edebi lisanı vücuda getinneye çalışıyor, Başkırt sarfı ile elifbasını yazıyor. Kıız;anda yetişen Şehabettin Mercani Hazret ( 1 8 ı 8- ı 889) kendisinin (I) Profesör Zeki Ve/idi Beyin "Türkistan" eseri S. 473-474.

(2) Bütün hu misyoner/er, bilhassa bunları ve Çar hükümetini Rus olmayan mil­ letiere karşı tahrik eden Ilminski ölümünden biraz. evvel "27 Haziran 1891 " de büyük deveiei adamlanndan birisine yazdığı meklupta "ancak her kabilenin lehçesinin işlenmesile bunlann milliyet ve din ilibarile birleşmelerinin, Taıar ve müslüman olmalannın önüne geçileceğinden" kuvvetle bah sediyor. Ve daha sarih olarak bunlann "Ru slara yak/aşmalan ve hıristiyan olmalan için her kavmin lehçesinin işlenmesi la::ımgeldiğindl! " israr ediyordu. lsmalenski'nin 11min ski sistemile Rus olmayan milletler maarifinin yürütülmesi müdafaa eseri S.

43 Peteresburg 1905.

43


"Müstefadülahbar ve vefiyatÜieslaf' eserleri de Tatarca idi. Kazan halk edebiyatının temelini kurmuş Kayyumu Nasıri de ( 1 824- 1 902) bütün eserleriyle bilhassa meşhur takvimleri ve "Lehçei Tatar!" gibi kitaplarıyla Kazan şivesini canlandırmaya çalışıyordu. Rusya Türk­ Ierinde ilk gazete "Ekinci"yi çıkaran Azerbaycan " lı Hasan Bey Me­ likof da, dil birliğini canlandırmak davasını ileri sürmemişti. Halbuki vaziyet korkunçtu. Çarlığm misyonerleri müsteşrikleri her ka­ bilenin kendi lehçesini işliyor ve hatta birbirlerinden kelime al­ malarına bile müsaade etmiyorlar, her kabileden yetişen ender münevverler ise meselenin umumi ehemmiyetini kavramıyarak kendi lehçelerini canlandırmaya çalışıyorlardı. Gerek bu yu­ karıdaki faaliyette ve gerekse halk arasmda Rusça da gün geç­ tikçe fazla kullanılmaya başlıyordu. Halbuki bu cereyanın umu­ mileşmesi ve kökleşmesi dil birliğinin ve neticede, milli birliğin temelinden yıkJiması ve Ruslaşmaya doğru yol açılması demekti. İ şte bu tehlikeyi sezmiş olan İ smail Bey, bundan dolayı 1881'de çıkardığı "Tonguç"un ilk sözünden itibaren, hayatının sonuna kadar dil birliği meselesini tahakkuk ettirmeyi en kutsi bir gayesi addediyor. Tonguçun ilk sözünde "lisanımız kavaide (kaidelere) ge­ lecek Iisandu. Millet eseri olup ustalıksız bir bakıştan kaba, bir ba­ kıştan gayet nazik Tatar türkülerinden, Noğay çınlarından, Kırgız ve Türkmen cırlanndan anlaşılır ki, eğer lisanımız usta bulup kaleme alı­ nıp işlenirse, şimdikine göre çok derecelerde şen, yengil (üstün) ve kullanışlı olur" diyen İsmail Bey gene aynı senede çıkarılmış olan "Kamer"de ise meseleyi daha büyük sarahat ve katiyeıle vazediyor: "Rusya müslümanlarının kaleme alınmayan pek köp (çok) şarkıları, darbımeselleri, rivayetleri vardır. Azar azar bunları kaleme almaya, toplamaya,

cemetmeğe

isteriz.

Anın

için

atalarımızdan,

de­

delerimizden kalan rivayetler ve sözler, millet yazısı ve tegannisi olan şarkılar unutulup coyulmasın (kaybolmasın). Bu muradımız hasıl olmak için dostlarımız oturgan yerlerinde olgan rivayetleri, şarkı ve 44


darbımeselleri temiz Türki diliyle yazıp cibermek (göndermek) ke­ rekler. Beş kelime yazıp gönderen kişiden bin kere razı olu ruz . Hepsi eserlerimizi mümkün kadar lisanı Türki ile yazıp arabi, farisi ve gayrı lOgatlardan kaçarmız ki; alim olmayan adamlar dahi yazdığımızı oku­ yup anlasınlar". Gene 1 8 8 l 'de çıkan " Şefak"ta "Kazanlılar kendi dillerine Çuvaş.

morduva liigatları karıştırmaya alışkındırlar; halbuki alaca bulaca dil olmaz, alaca bulaca iş olmaz. Rakı içeceksen, içmek ap aşikarane kerek? Selam, ketarn oldukta (kaka pojivay) ( 1 ) ne kerek? Özünde akça oldukça gayrıya minnet ne kerek? Lugati türki oldukta gayrı lugat ne k erek? Bilahara "Tercüman"da da Osmanlı lehçesiyle alay ederek: "Benim lisanı maderzatım dray dilden kompozedir" diyor. Bu suretle İsmail Bey Türk dil birliğini ilk düşünen ve bunu can­ landırmaya çalışan bir Türkçü olarak kalmıyor; pek muhterem Ak­ çoraoğlu Yusuf Bf.nin de dedikleri gibi, "Lisan sahasında tasfiyecilik cereyanının babalarından"da oluyor (2). Hayatının sonuna kadar bu esas fikirlerden ayrılmamış olan İsmail Bey, milleti ayağa kaldırmak için bu fikirlerinin neşir ve tatbikine atıl­ dı. Bu gaye ile de kendisinin en tarihi eseri olan "Tercüman" ga­ zetesini çıkarmaya ve "Usulücedit" mektebini açmaya girişti. Bu mühim işlerin tetkikine girişmeden evvel İsmail Bey'in tuttuğu tarihi yolunda muvaffak olabilmesi için elzem olan mefkGre ve seeiye kuv­ vetini kısaca tahtile geçiyoruz:

( 1 J Rusça: Nası/sın. iyimisin demektir.

(2) Türk yılı S. 344.

45


MEFKÜRECİLİGİ İ smail Bey Türk ve İ slam dünyasında yetişen ender idealisı lerden biridir. O bütün hayaıını millete vakfedebilmişti. Bahçesaray bilhassa 19 uncu asır sonlarında her türlü medeni eğ­ lencelerden mahrum bir şehirdi. İ smail Bey, bu şehrin de uzak bir kö­ şesinde, iki yüksek kaya arasındaki bahçeliklerdeki evinde yaşardı.

Onun bütün zevki bütün hayatını fikirlerine hasredebilmesinde idi. Tercüman matbaasının kurulmasında, ilk usulücedil mektebinin açılmasında İ smail Bey'in çektiği müşkülaı ıafsilatıyla tetkik edilir ve göz önüne getirilirse kendisini maksada ne derece vakfetmiş olduğu anlaşılır. Şahsından, ailesinden ziyade Tercümanı yaşatabilmek için İsmail Beyin çektiği meşakkatler esaslı anlaşılır ve ölçülürse ken­ disinin gayesine ne derece bağlı olduğu tereddütsüz görülür. B ir devir oldu ki Tercümanın Kazan veya Moskova'da neşri de mümkündü. Fakat İsmail Bey Bahçesaray'dan ayrılmadı. 1912'de

Türkiye'de Genç Türkler, kendisine meclisi ayan azalığını teklif ettiler; fakat o, yine Bahçesaraydaki Tercuman memberinden bütün Türklük mukadderatına hitap etmeyi tercih etti. İ smail Beyin bütün seyahatleri milli gayeler için yapılmıştı. Onun bütün mu­ sahabeleri, münakaşaları hep m illi menfaate mütcallikti. O ancak bun­ dan zevk alır ve ancak bu fikirlerle yaşardı. Çarlığın Ruslaştırma siyasetine karşı sarih vaziyet aldığı gibi, ulema

kisvesindeki mutaassıpların ve kara güruhun büı � n düşmaniıkiarına göğüs gerdi, milli medeni cereyanın en tarihi, en şerefli alemdan ve müdafıi de o oldu. İ smail Bey fikirlerini alelade kitap sahifelerinde

ileri süren ıslahalçı değil; emellerini cemiyette, hayatta tatbika ça­ lışan bir inkılapçı idi. Onun ehcmmiyet verdiği iş medeni ve içtimal değişmeyi ıcmindi. Bu maksadı canlandırmak için, o en kestirme yol-

46


dan ve en kaı'i adımlarla yürümekten çekinmedi. Kendisinin ihtiyatkarlığı ve taktik kabiliyeti, cemiyetin medeni ve içtimai de­ ğişmesi yolunda attığı inkilapçı adımların kıymetini tenkis edemez. Hurafat ve ıaassup denizinin bütün fırtınalarına karşı onun yalnız göğüs gennesi, ruhundaki inkılapçılık ateşinin e n yüksek bir dclilidir.

İ smail Bey, taşkın ruhlu değildi. Fikirleri Ye yazılarıyla ha­ yallerin en mukaddesini süslemektense, yapılabilinecek en küçük, fakat, müspet işleri tercih ederdi. İsmail Bey Rus idealistlerini taklit etmedi ve en son sözü söyleyerek işe başlamadı. Gayesini ileri sür­ mektense ; o gayeye götürecek yolu hazırlamayı tercih etti. Rus münevverleri ile halk kütlesi arasındaki uçurumun tahaddüsündc (meydana gelmesinde) birçok sebeplerden maada Rus ruhunun büyük tesiri vardı. İsmail Bey elbette Rus münevverlcrine benzeyemezdi. O başka cemiyetin, başka an'anenin ve başka ruhta bir halkın mahsulü idi. İsmail Bey cemiyetin nereye kadar ve nasıl gidebileceğini bir an aklından çıkarmaksızın çalıştı ve onun için de akıllara hayret verecek kadar iş gördü. Bazıları Tercümanm 35 yıl çıkmış olması ye Rus

sansürü tarafından kapatılmaması ile, İ smail Beyin inkılapçı ol­ madığını ispat etmek isterler. Eğer inkılapçılık sıirih tehlikelere karşı meydan okuyarak kendisini ve işini yıktırmaksa tabii İ smail Bey inkılıipçı değildi. Fakat eğer inkılapçılık mevcut şeriatı iç­ timaiye, medeniye ve siyasiyeyi değiştinnekse İsmail Beyin bu hakkı nasıl inkar olunabilir. Rusya Türkleri hayatında başlayan bütün milli, medeni cereyanın her safhasında i lk teşvik, ilk iş İsmail Beyden gel­ medi mi? (1 ) Bütün bu işlerin az zamanda yapılabilmesi; yine İsmail Beyin tabirince (halkımızdaki istidadı) ispat ederse de, bu ilk te( / ) "Bu son asır :arfında Türk-Tatar muhitinde hiçbir mefkure doğmamıştır ki,

"Tercüman ve/edi meşruu olmasın. Yahut onun terbiyei müşfıkaııesile per­ verşiyap (yetiştirilmiş) olmasın. Evet o idealler, me.fkureler fabrikası idi. En güzel, en müfit (faydalı) fikirleri keşf ve icat eder, sonra bu ihtiraatı :ilıniyesini (zilıninde şekillenen fikirleri) en muı·afık bir zamanda. en şayanı hürmet hir ce­ sareti medeniye ilc• milletin ııa:arı istifadeJine ar:ederdi. " Çelehicilıan merlıımıun Tercüman sene ( 1 9 1 5 ) 203 üncü mmıarasmdaki "Anlayabilseydik" nıuka/esinden.

47


şebbüsün ve ilk hamlenin kıymetini azal tır mı? I 905 inkılabında bazı Kazanlı inkılapçı gençler tarafından çıkarılan "Tan " gazetesi kaba bir tarzda İsmail Beyi muhafazakarlıkla itharn et­ mişti. O tarihte Kınmdaki inkılapçı gençlerde de İsmail Bey'in ih­ tiyatkarlığına karşı vaziyet almışlardı. O, bunlara çok manalı olan şu şiiri ile cevap vermişti: Okum nişan ursa idi Atım koşu ozsa idi Çapar edi Çorabatır. Okum nişan urmağanda Atım koşu ozmağanda Ayt nişlesin Çorabatır. (*)

İsmail Bey, ileride "bazı yazıları" faslında görüleceği veçhile Rus inkılapçılarına inanmıyor ve onlara istinaden milli meselelerimizi hal­ ledeceğimizi kabul etmiyor idi. Buna binaen, milletin okunun ve atının henüz Ruslara karşı mücadeleye girebilecek surette hazırlanmadığını anlatmaya çalışıyor ve meseleyi sarih koyarak, Rusları yarışta ge­ çebilecek bir seviyede olmadığımızdan, inkılap fırtınalanna sü­ rüklenmemizi hatalı buluyordu. Yine bu esas fikirle İsmail Bey, Rusya Türklerinin Rus fırkalanna girerek parçalanmalarına karşı olarak siyasi müttehit (birleşik) bir cephe teşkil etmelerini müdafaa ediyordu. Kırımın kıymetli gençlerinden Ahmet Özenbaşlı "Kınm Okuv İşleri Mecmuası"nın 1 925 senesi Haziran nüshasında "Geçen devrimize ten­ kiıli bir bakış" makalesinde, İsmail Beyi büyük hünnetle anlamakla beraber kendisini çok keskin bir tenkitten geçiriyor: "Gaspirinski, kendi faaliyetinin ilk devrinde hatın sayılacak bir inkılapçı bile ... her güçlüklere katlanıyor, fedekarlıklar gösteriyor, dur(*) Çorabatır, 16. asırda, Kazanı Ruslara karşı müdôfaa için

Kırım 'dan giden gönüllü/erin reisi idi. Destanı bugün de bütün Şimal Türklerinde söylenmektedir.

48


gun Türk - Tatar denizinde oldukça büyük bir fırtına koparıyor ve hü­ cumlara maruz kalıyor. Fakat "ayda yılda bir bayram" kabilinden olan bu dilber ve ziynetli bayram gününden sonra Gaspirinski'nin alelade günleri başlıyor ki, o devir, artık öyle bir bayram günü görmeden tamam otuz üç sene devam ediyor" diyor. İsmail Bey fikirlerini ve taktiğini değiştirmeden ayni yolda ayni usulle

yürümüş

bir

şahsiyettir.

Kendisinin

ilk

devirlerinde

inkılapçılığını kabul ettiren esaslar, halkımızın medeni ve içtimai se­ viyesinin oldukça değişmesiyle, sonraları da bu sahada bir derece kıy­ metini kaybetmişti. Fakat siyasi meseleler hususunda İsmail Bey'in tuttuğu yol daha umumi ve milli bir temele dayanmaktan mahrumdu. Rusyada inkılap dalgaları yükseliyordu. Fakat Rusya çökrnemişti. Halkımız medeni ve içtimai işierimize sarılmıştı. Fakat siyasi hayatta sağlam teşkilatlar yaratarak, büyük fedakarlıklar canlandırarak gi­ debilecek ve malesadı kurtarabilecek dereceye gelmemişti. Ahmet Özenbaşlı bu makalesinde Tercümanı 1905'te Kınmlı inkılapçı genç­ ler tarafınd;u; çıkarılan "Vatan hadimi" gazetesiyle mukayese ediyor ve bu devirde bu gazetenin Kınmda oynadığı mühim tarihi rolden he­ yecan ve şükranla bahsediyor. Tercümanın bu "veledi meşruunun"da milli cereyanımızda bıraktığı kutsi tesirleri biz de ayni şükran ve hür­ met duygularımızla tebcil etmekteyiz. Ancak İsmail Beyin fikirlerini ve işlerini ne yalnız muayyen bir devirde tetk.ik etmek ve ne de yalnız Kırım ve hatta yalnız Rusya Türkleri noktai nazarından ölçmek doğru değildir. Buna binaen o bütün meseleleri ortaya atamazdı. Maalesef biz tercümanın l 905'te çıkmış nüshalarını ve bilhassa 1 906'da çı­ karılan ve Büyük Petrodan o tarihe kadar devam eden Rus siyasetini tahlil eden (Millet) mecmuasını tetkik edemedik. Buna rağmen eli­ mize geçmiş olan" Alemi nisvan yaki hanımlar dünyası" mecmuasının 9 Haziran 1906 tarihli nüshasının 225 inci sahifesinde (Peri) Hanım ın (Rüya - Tüş) makalesi, herhalde zayıf bir inkılapçılıkla yazılmış ad­ dedilrnez. Bu mecmuanın sahibi imtiyazı İsmail Bey. müdiresi de ke49


rimesi Şefıka Hanım Yusufbekova idi. MezkOr makalede millet vekiline hitaben şu cümleler yazılıyordu: " Millet meclisini vücuda getirmek için aramızdan senin gibi me'buslar arayıp millet meclisine göndermek yolunda canından geçen arkadaşların gibi sen de özünü feda et. Ama topraksız ve hürriyetsiz geri kaytma (dönme). HükOmeti müstebideye söyle ki: "Bizi buraya gönderen ar­ kadaşlarımız uyanıp kendi hukuk ve vazifesini anlamışlardır. Bundan sonra onlann gözlerini bağlayıp, ağızlarına cöken (gem) koyup, ar­ kasına binip istediğiniz yere süremezsiniz. Rusya hükümeti müs­ tebidesi o hemişe sermayedariann ve zülumkarlann taraftarlan olan hükümet bizim el ve ayağımızı bağlayıp ta muradımıza nail olmaya sedler çekip her vakit mani oluyor. Buna göre biz de evvelbeevvel böyle zulümkar bir hükümeti ortaklıktan kötermeğe (kaldırmaya) ça­ lışıyoruz". B undan mada İsmail Bey her devirde Türke, Türkiye'ye ve hatta İsiama karşı vaıci neşriyata ve alınan tedbirlere karşı vaziyet al­ maya çalışmadı mı? Rusya Türklerinin yalnız milli, �edeni ce­ reyanlannda değil, siyasi faaliyetlerinde de, birlikte yürümelerini teş­ vik ederek bu cephede de her devirde mes'ul makamlara geçmeyi kabul etmedi mi? İsmail Beyin bütün ihtiyat ve teennisi kendi şahsını korumak veya menfaatlerini haleldar etmemek endişesiyle değil, millet için vaıci fa­ aliyetini sarsıntılara düşürmernek gayesinin bir neticesidir. Vefatmda sandığından ancak birkaç yüz roblesi çıkmış olan İsmail Beyin hayata, servete verdiği ehemmiyeti bundan daha iyi ne ifade ede­ bilir.

50


SECİYE Kl!YYETİ İ smail Bey tarihi işlerini bilhassa zeka ve seeiye kuvvetiyle sars­ mıştır. Kendisi kadar kararında. azminde sebat eden, her müşkülaı kar­ şısında irade kuvvetini artııran bir münevver bütün tarihimizde gö­ rülmemiştir denilirse mübalağa edilmiş olmaz. Sağlam ve dosdoğru bakan İ smail Beyin gözleri hakikaten ruhunun aynası idi. İ smail Beyin tuııuğu milli işlerin her birinde karşısına dikilen müşkilat ve düşman kuvvetlerinden bir teki bile birçok fanilcri ezmeye, emellerinden vaz­ geçirmeye kafi idi. O hepsine karşı yalnız vaziyeı aldı ve bütün düş­ maniıkiara rağmen yolunu ilerletıi.

Çarlık, Rus misyonerleri, bizim kara güruh müteassıp ulema, halkımızın cahilliği, para �'oksulluğu, yazıcı kıtlığı, candan yu­ dımcılarm olmaması ve son devirlerdeki müfrit inkalapçı gençlik ... bütün bunlar ayrı ayrı maksatlara, fakat hep aym noktayı vu­ ruyorlardı ki, o da İsmail Bey ve onun " Tercüman"ı ve faaliyeti idi. O bunların hepsine rağmen zekasını daha fazla yorarak, ih­ tiyat tedbirlerini daha esaslı alarak yürüdü, yolundan şaşmadı, te­ melini yıktırmadı ''e işini yarıda bırakmadı. tarihin her devrinde ilahi iş. gördüklerine inanan mümtaz insanlarm yaptığı gibi o da kendi refikasma bile kendisinden daha ziyade işini sevdirmeye ça­ lıştı ve onun altın ve elmasını da Tercüman uğrunda sattırdı. Kendi annesinin kıymetli ,.e eski halıralara binaen sakladığı ipek entarilerini bile bu uğurda feda etti. Bidayette matbaasının makinasını kendi elleriyle çevirdi, hu­ rufatı kendisi dizdi, gazete kağıtlarını refikasma hazırlattı, bu mu­ kaddes maksat uğrunda �·alnız böyle maddi fedakarlıklara değil, mane\'i ve ruhi azaplara da tahammül etti: Her seyahaıından, her 51



A:erheycan'da Bakü'de 1 907 senelerinde çıkan (Mn/la Nasreddiıı J mecmuasından noklerriğimi; hu iki karikarür,

o

del'irde, ismail Bey'in lıarel.:erlerine karşı olanları

ı•e bu11larm :ih11iyerlerini göstermektedir. 3 . yıl / 7 nn . 'lu nüshasmdan:


makalesinden kuşkulanan Çar sansürünü atiatmak için kullandığı ifade tarzı. şayanı hayrcttir. Kendisini tekfir (kafir ilan eden) eden ule­ maya karşı. usulüecdidi kabul ve neşriyatını takip eııinnekte. kul­ landığı dil ve usuller yalnız zekasını değil. aynı zamanda azmüsebatını da ishata kafi delil lcrdir. Yalnız K ınının değil bütün Rusya Türklerinin halk ve mü­ nevverlerinin haleti ruhiyelerini de İsmail Bey kadar kavramış bir mü­ nevverimiz gelmemiştir. Kafkasya, Türkistan, Kazan Türklerinin Usu­ lüecdidi ve tereümanı kabul etmelerinde bu vukufun pek büyük tesiri olmuştur. İsmail Bey bir çok defalar. mühim Türk merkezlerine gi­ derek zengin, fakir, okumuş, cahil, birçok kimselerle dertleşerek, on­ lann anlayacaklan tarzda m aksadını izah ederek, başladığı büyük işin her tarafa muvaffakıyeti yalnız halkımızın ruhunu anlamış olmasını değil aynı zamanda azmüsebatını da isbat eder. İsmail Beyin seeiye kuvvetini iyi kavrayabilmek için halkımızın bu devirdeki seviyesinden de kısaca bahsetmek iktiza eder. Yukarıda görüldüğü veçhile İsmail Bey, ı 88 ı senesi Mayısının 8'inde, muhtelif

namlarla neşrettiği mecmualardan birincisi olan "Tonguç"u çı­ karmıştır. Bu tarihte Petersburga giderek, Akademi matbaasında has­ tırdığı iki bin kadar ilanı alarak, Nijninovgorot sergisine gitti. Orada muhtelif Türk memleketlerinden gelen tüccarlara, sanatkarlara bu ilan­ larta "Tonguç" nüshalarını dağıtarak, gelecek sene 5 ı adet böyle risale tabedeceğini vadile, beheri üç rubleden yüz kadar abone topladı. Nij­ niden Kazana gelerek, orada da müşteri toplamak istedi. mak­ sadını izah için Kazanda " okuyup yazmanın faideleri ve müs­ lüman dilleri" mevzuunda konferans vererek " bir edebiyat gecesi" yapmaya karar verdi. Bu maksatla; Tatar mahallelerinde ilanlar yapıştırttı. Ve Voskresenski caddesinde Volga-Kama Ote­ linde bir salon hazırlattı. İ smail Bey bu münasebetle yazdığı bir hatırasında " saat 9 oldu, iki saat daha bekledim, fakat gelenler

54


ancak üç kişi idi. Bunlardan birisi KafKasyalı Allahyar Bey, di­ ğerleri de Orenburgtan gelmiş olan Şakir ve Zakir Ramiyef kar­ daşlardı" diyor ( 1 ). Bu tarihte bütün Kazanda kendisinin gazete çı­ karmak fikrini tasvip ve teşvik eden yegane zat merhum Şahabettin Mercani Hazret idi. KafKasyanın vaziyeline gelince, bir kaç sene sonra İsmail Beyin Baku 'da arkadaşı Sefer Alibekofla birlikte en imanlı ve aklı başında tanınan bir tüccara "Tercüman" ı bıraktıkları halde kabul et­ memesi, Baku'daki bütün müracaatlarının boşa gitmesi, Bakulu münevverlerin ise İsmail Beyi " neden memur olmuyorsunuz, ga­ zete, neşriyat gibi işlerden ne çıkar" diye karşılamaları, ora va­ ziyetini göstermeye katidir. Kınma gelince, adetleri parmakla sayılabilecek birkaç zattan bütün Kınm, İsmail Beyin kafidiğine hükmederek "Tercüman"a karşı va­ ziyet almıştı. "Tercüman"ın ilk devirlerinde, matbaasına bir motör koydurabilmek emeliyle çırpınan İsmail Bey, dost tanıdığı bir adama kendisine karzen yardım etmesi hususunda (borç vermesi için) müracaatta bulundu. Bu zat ise kendisine: "tütün ekseydin sana yardım ederdim, fakat gazelen için sana para veremem" de( I ) Ramiyefler milif iman ve harniyetlerinin yüksekliğile tanınmış şahsiyetler idi.

Bunlar Ura/da altın çıkarır/ardı. Bu işteki vukuf ve tecrübelerile kendilerine has altın arama usulü bulmuşlardı. Bu muvaffakiyeı/erinden Rus ve garp fen ki­ taplarında da bahsedilmiştir. Ramiyeflerin halkımızın ve münevverlerimizjn kalplerinde saygı ve rahmet/e anılmalan kendilerinin bu altın işlerindeki mu­ vaffaldyetleri ve milyonlar kazanmış olmalan değil, milli mesele/ere gös­ terdikleri candan iilaka ve fedakarlıklanndan ileri gelmişti. Türkistan ı·e Kır­ gızlar arasında da çok tarilıi iş görmüş olan (Vakit) gazetesi/e (Şura) mecmuası da bunlar tarafından tesis edilmişti. Şimal Türkleri muharrir/erinden Fatih Efen­ di Kerimi Vakit gazetesinde 1 Ni.fan 1912 de Şakir Ramiyef hakkında yazdığı makalede: "0, altın için yaşamadı, allınlannı iili emellerine vusul için alet diye bildi ve kullandı. " diyor. ( 2 ) Osman A k�·okrak/ı'nm "Kmnı nkuı· işleri" mecnıua.wıdaki yukarıda nıe;kür makalesinden.

55



3 iincii yı/ 42 Numaralı nüshasından:

;

/1

1

/.

' •

t:

1

/ ;

ı

!

1 !


mişti (2). Kazan Türklerinin yüksek münevverlerinden, Vakit gazetesinin başyazacasa, Fatih Kerimofun babasa ulemadan Gilman Kerimof çocuğunun elinde "Tercüman"• görmekle kendisini öldürmeye niyet etmişti, fakat asal kabahatlinin bunu çıkaran olduğuna hük­ mederek ve onun " katlini vacip" telakki ederek, Bahçesaraya gel­ mişti. Taassubuna rağmen akalh bir zat olan mumaileyh İ smail Beyle çok heyecanla ve şiddetli münakaşalarda bulundu. Fakat; İsmail Beyin ihtiyath ve aktlh sözleriyle kendisi tamamiyle Gas­ pirinski taraftarı olarak memleketine avdet etti ve hatta oğlu Fatih Efendiyi İstanbula tahsile göndermeye karar verdi. İşte bu vaziyette bulunan bir halk arasmda, İ smail Bey, tek ba­ şma teceddüt hareketine başhyor ve sağlam seciyesi, yüksek az­ müsebatile, yalmadan, usanmadan tuttuğu yolda ilerliyor.

58


TAKTİK KABİLİYETİ Rusya Türklerini ayağa kaldırmak g ayesiyle işe başlayan İsmail Beyin Rus hükümetine ve müteassıp ulemaya karşı kullandığı usuller tetkike değer bir mevzudur. İlk eseri olan "Rusya rnüslürnanları"ndan son makalesine kadar bütün yazdıklarında düşmanlarına, aleyhinde kanuni hüküm verdirecek fikir ve ifadelerden kaçındı. İsmail Beyin meşhur "dilde, fikirde, işte birlik" düsturunu tavzih et­ memesini ve alelıirnurn Türk birliğini ne şekilde aniarlığının na­ zariyesini işlernemesini, maksadını açık tesbit etmemesini tenkit eden­ lerin, bu vaziyeti ve İsmail Beyin taktik kabiliyetini nazan dikkate alarak hükümlerini vermeleri icap ederdi. Hükümeti tenkitlerinde, müslümanlar için hukuk taleplerinde, İslavcılann Türkiye aleyhindeki rnüfrit düşmaniıkianna karşı yazdığı yazılarında daima Rusyanın se­ larnetini ileri sürerek rnüdafaalannı yapardı. Rusyanın hakiki in­ kişafının şarka doğru olabileceğini sık sık tekrarlayarak Rusya Türk­ lerinin ehemrniyetini ileri sürer ve bunlar hakkında daha müsait davranılmasının Rusya için faideli olacağını kaydederdi. İslam ve Türk düşmanlığı ile tanınmış "Noviya Vrernya" gazetesinin Türk ve İslam aleyhindeki neşriyatına karşı İsmail Beyin verdiği cevaplar ta­ rihi kıymeti haiz siyasi eserlerdir.

Rusya Türkler:i nin yalnız münevveFleri değil, hatta milli rne­

selelerle alakadar olan halk kısmı da İsmail Beyin fikirlerini ve yazma usulünü kavramışlardı. Kınmda "Tercüman" okuyanları dinleyenler acaba "Babay bundan ne dernek istedi. satırların arasında ne gibi bir rnaksadı gizli" diye birbirlerinden sorarlardı. Kazanda Rus olmayan 59


milletiere mahsus Seminaryanın müdürü, meşhur misyoner İlminski, meclisi ruhani müddeiumumisi Pobedenosofa yazdığı mektuplarında mütemadiyen İsmail Beye hücüm etmiş ve nazarı dikkati celbe ça­ lışmıştı. "tercüman" hakkında diyordu ki: "Bu gazete sansörden ge­ çiyor, fakat hiçbir sansör yabancı ve düşman emeller taşıyan ga­ zetecinin fikirlerini ve kalbini değiştiremez. Gazetenin Rusça kısmı Rus cemiyetine itimat telkin ediyor ve hatta alaka uyandınyor. Böy­ lece İsmail Bey ve Tatar münevverleri Rusyadan asgari hukuk ve ser­ besti isteyerek göz boyacılığı yapıyorlar ve bir kısım Ruslan ka­ zanıyorlar" ( ı ).

ı 9 1 0 Haziranında Kazanda toplanmış misyonerler kongresinde profesör Maşanof da birçok defalar "Tercüman" ı tahlil ile İsmail Beye h ücum ediyor. Ezcümle ı 905 tarihli ve 35 numaralı "Tercüman"ı tel­ kikle İsmail Beyin "bundan mada harici ve dahili yaşayış tarzımızın hala devam eden farkiarına rağmen bizim halkımız Ruslara çok dost­ lukla yaklaşmaktadırlar" gibi cümlelerini ve "vatanperverane" be­ yanatını, hakiki maksadını gizlemek ve Rus cemiyetini aldatmak için yaptığında ısrar ediyor (2). Bu misyonerleri en ziyade kızdıran bir mesele de İsmail beyin bütün Rusya müslümanlarını "İslam ve Türk" namı altında bir­ leştirmeye çalışması idi. Rusların büyük gayretlerle Kırgızlara Ta­ tarlardan ayn müstakil bir idarei ruhaniye .istetmelerine karşı İsmail Beyin ı 906'da çıkan 49 numaralı "Tercüman"da yazdığı makalesine de profesör Maşanof bundan dolayı şiddetli hücumlarda bulunuyor ve bu yazıdaki "bizim en ziyade ısrarla tekrarladığımız birliğin manasını ve

ehemmiyetini

müslümanların

hala

anlamamaları

ve

be­

nimsememeleri" hakkındaki heyecaniarına karşı uzun tenkitlerde buf I J ilminskinin mektupları, Ka:an 1893 S. 63164

1 :! 1 "Ha:iran /3-26'ya kadar rnplwımış misymıerler kongresi mııkarr.-ratı " Ka:an

m.-rke;f mathaa 1 9 10. S.3:!6.

60


lunuyor. İsmail beyin dil birliğine ehemmiyetle çalışmasından sinirlenen İl­ minski ise kendi tabirince "Türk ırkından gelen bütün kabileleri bir­ leştirmeye ve bilhassa Osmantıcayı neşre çalışmasına" hücum ediyor. Kazan taraflarında Türk gazetelerinin fazla alınmaya başlamasını, müslümanların Ufa müftülüğüne getirilecek zat meselesine fazla ehemmiyet vermelerini o hep "Gaspirinski ve kumpanyasından" gö­ rüyor ve hükümeti aleyhine tahrike çalışıyor. Rus misyonerlerinin tanınmışlarından bir diğeri olan Astraumof ta 1 9'uncu asırda Şateliye isminde bir Fransız tarafından neşredilen "İslam" kitabının tercümesine ilave ettiği hatimede de "Tercüman" ve İsmail Beyin Rusya müslümanlarını intibaha getirmek hususunda yap­ tıklarını tahlil ile nazan dikkati celbe çalışıyor. Apostol Miroviyef ise, "Gayn Rusların ahvali" isimli 5 1 5 sahifelik kitabında. bilhassa İsmail Bey ve "Tercüman"ın mesleği ve maksadı hulasa ediliyor, "Osmanlı şivesine yakın edebi Türkçeyi umumileştirmek hususundaki gayreti"ni tetkik ve bunun nazan dikkate alınmasını ehemmiyetle tavsiye ediyor. "Gaspirinski ve kumpanyasının" ezcümle Ağaoğlu Ahmet Beyefendi ile AHmerdan Bey Topçubaşefin hizmetlerinin boşa gitmediğini tas­ rihle (belirtip) "bunların Avrupa efkar ve maarifini Tatarlar arasında müslümanlaştırarak neşre çalışmalarına" tehevvürler (tehditler) sa­ vuruyor. Bu misyonerlerden mada Rus matbuatının bir kısmı, bilhassa (No­ viya Vremya)da İsmail Beyi doğrudan doğruya "Türkiye'nin bir ha­ fiyesi" olarak itharn etmekten çekinmiyordu. Bu tesirlerle Rusya'da zaten sıkı olan sansör bilhassa "Tercüman"a karşı daha ziyade mü­ teyakkız idi. İsmail Beyin sansörle çekişmelerini tafsile hacet yoktur. Bütün bu düşmaniara karşı onun "Tercüman"ı yaşatabilmesi her şey­ den evvel kendisinin yüksek taktik kabiliyetinin eseridir. O yalnız fi­ kirlerini değ il. sözlerini ve bun ları ifade şekillerini de daima kontrol

61


ederek yazmıştır. Onun hiç bir cümlesi doludizgin yazılmamıştır. Rus­ lara karşı vaziyeti koruyabilmek için bu kadar ihtiyatla harekete mec­ bur bulunan İsmail Bey, kendi karacahil mütaassıplarımıza karşı da, gene kendisinin kuvvetli usulcüliği ile muvaffak olmuştur. Yukarıda bahsedildiği veçhile İsmail Bey, aynı zamanda " İ slamcı" idi. Bu

onun Türkçülüğüne mani değildi. " Tercüman"m ilk senelerde mütemadiyen İ slam dininin terakkiye mani olmadığının tek­ rarlanması, müteassıp muhafazakarlarm halkımıza yapttkları te­ sirlerin önüne geçmeye de istihdaf ediyordu. "Darürrahat müslümanlan" kitabı ile de İsmail Bey şeriat tamam tat­ bik edilirse garp medeniyetini gölgede bırakacak bir medeni İslam ce­ miyetinin kurulabileceğini tasvir ediyor ve bu suretle hem İslamiyetİn terakkiye mani olmadığını isbata ve hem de kendisini kafirlikle itharn edenlere cevap vermeye çalışıyor. Garip değil midir ki, Rus mis­ yonerleri, islamları hıristiyanlaştırma işlerinde en büyük engeli İs­ mail beyin yarattığını ileri sürerek ona karşı en şiddetli hü­ cumlarda bulunurlarken, bizim cahil mütaassıplar da onu katirlikle itharndan çekinmiyorlardı. Bunlardan Tontar müderrisi İşmehmet Hazret eserinde " Gaspirinski benim indimde katirdir, çünkü usulücedidi takviye ediyor" diyordu ( 1 ). İsmail Bey değil, hatta usulücedil mekteplerinin açılmasına yar­ dımda bulunanlar bile. bir tarafta misyonerierin jurnallarına, diğer ta­ raftan da bizim muhafazakarların tekfirlerine (kafırlik isnaılarına) uğ­ ruyorlardı. Kazanın mil letçi ve harniyetli zenginlerinden olup milli işlere pek büyük yardımda bulunmuş ve vefatında yarım miyon altın rublclik vakıf bırakmış olan Ahmet Bey Hüseyinof bi le bu güruh ta­ rafından tekfir (kafırlikte itham) edilmiş ve "halk arasında dinimizi yıkmak için Rus misyonerlerinden para alarak usulüecdide yardım edi­ yor" diye aleyhinde teşviklerde bulunu lmuştu. Moskova gazetesinde ( 1)

62

Trrciinıull llllnwra 38. St'llt' / 1}08.


ise, misyonerler Ahmetbay aleyhindeki yazdıkları yazılarında, "ken­ disini hükümetin müsaadesi olmadan açılan mekteplere yardım et­ mekle" itharn ediyorlardı (1).

" Bilmezsiniz kendi dindaşlarımı, benim din aleyhinde gizli bir maksadım olmadığına inandırmak için ne kadar müşkilat çektim. Beni milletime ve hatta dinime ihanet etmekle itharn ettiler ve Rustan ziyade Rusçu diye tavsif ettiler" diyen İsmail Bey bunlara karşı ihtiyatkarliğı ile muvaffakıyet kazandı, kendisini ta­ raftarlarını ve bilhassa işini sarsıntıya düşürtmedi (2). Bazı gençler İsmail Beyin (Kuran)ı basmış olmasına da itiraz

ederler. Burada da onun yalnız islamcılığı ve islamın milliyeti mu­ hafazada amil olduğunu kabul etmesi gibi, esas fikirlerinden ve "Ter­ cüman"a varidat temini gibi düşüncelerinden mada (başka) tuttuğu yol hakkında halkı sarsaniann önüne geçmek arzusu da bulunduğu kabul olunabilir. İsmail Bey tarafından 1 882 senesi 5 Ağustos'ta çıkarılan "Miratı cedit" mecmuasındaki şu satırlan da usulcülük noktai nazarından ne kaöar manalıdır: "Birinci defa resimli yazılar neşrettiğimizde bir iki söz aytmak (söylemek) kerek oldu. Hayvanat resimleri olan kitabı ve risaleyi okuyup bilgi ve marifet, faide kespetrnek şu tarafça caiz gö­ rülse de bu türlü kitaplan evin ve bölmenin k.ıble tarafına koy­ mamalıdır. Bu kaide üzere İstanbul'da ve Mısır'da pek çok resimli ri­ saleler ve gazeteler neşrolunmuştur". Bu mecmuada Kabeni n ve İstanbul'un resimleri de basılmıştı.

İsmail bey bütün ihtiyatkarlığına rağmen prensiplerinden, maksatlarmdan fedakarlık yapmamıştır. Usulücedil mektepleri (U Ri:aettin bin Fahretrin Ha:rerin "Ahmerbey Hiiseyiııoj" esı:ri. buası

Vukir mar­

1 910. Sahife 32 .

(2) Filipofun "Kırımda" nam eserinden naklen Krimski'nin "Kırım edehiyarı " eserinin

1 72 'inci salıifesinden.

63


açıldı, resimli kitaplar basiidı, kızların okumaları müdafaa edildi, medreseterin ıslahı daima ileri sürüldü. Rus ve ecnebi da­ rülfünunlarına talebe göndermek teşvik edildikçe edildi, milli ti­ yatrolar ve müsamereler yapılmasından "Tercüman"da daima teşvikle bahsedildi. Bu kanaatımızı isbata delil istemez. İsmail Beyin faaliyeti ve neticeleri bunun tarihi delilleridir. Ancak meseleyi tavziha ya­ raması itibariyle 1 895 senesi 14 Mayıs tarihli "Tercüman"da "Ka­ zanda eski ve yeni fikirler mücadelesine" dair intişar eden ma­ kalesinden bir kaç cümeyi kaydediyoruz: "Taassup taraftarlarının gözü, fehmi (idraki) açılır da sonra med­ resei fenniye tesis olunur zannında bulunmak büyük hatadır. Bunlara bakmamalı, millet için hayırlı işleri icra etmeli, balık bilmezse Hali k bilir... hünnetli ve faziletli müderris Alimcan Efendi avamın tahsisine bakmış olsaydı hala hiçbir iş yapamazdı, harniyetine is­ tinaden fisebilillah ders talim ettiğinden mada dersanesinin ve ta­ lebesinin sureti maişetini ve usulü tedrisi oldukça yeni ve hoş hale koyup nümune tutulacak derecede medrese tesisine nail oldu. İptida mutaassıplar şu harniyet mendanı ve medresesini çaynap yürüdülerse de (dillerine dolamışlarsa da) şimdi f::ı.idesi zahir olup herkes tahsin eyleyip (beğenip) teşekkürler ediyor. Olacak cümle işler de böyle olur. Ancak Cenabı haktan hayırlısını talep etmeli ve hayra çatışmalı".

Kızların terbiye ve tahsilleri meselesinde de bizim bu husustaki taassubumuzun islamdan ziyade tarihimizde Çinlilerle olan eski münasebetlerimizden geldiğini tahtille buna karşı da acı ve kat'i hücumlarda bulunuyor. "Tercüman" ın 1896 tarihli ve 36 nu­ maralı nüshasındaki makalesinde Çiniiierin " kadınlara ne akıl kerek ne ayak" dediklerini ve bunun ne kadar saçma ve muzir ol­ duğunu yazdıktan sonra "eğer kadın, kızları ilimden ve in­ sanlıktan bibehre kaldırmak (mahrum bırakmak) için nişan ve madalya vermek adet olmuş olsaydı birinci altın kıtaları bizlere 64


değil Çiniilere verirlerdi" diyor. İsmail Bey yalnız düşmaniarına karşı çıkışlarında değil. dostlarına vaki hitaplarında da ihtiyatlı Iisan kullanmaktan ayrılmamıştır. 1 905 inkılabında Kazan ve Kınm gençlerinin coşkun hamlelerine ve ken­ disine karşı vaki tarizelerine de o soğukkanlılıkla mukabele etmişti. Bunlar da onun gizli ve mukaddes sırlarını ortaya döktürememişlerdi. B ilahara Türkiye'de candan sevdiği, takdir ettiği ve kendilerine ümitle baktığı zatlar arasında da kendisinde ikinci tabiat haline gelmiş olan ihtiyatkarlığı unutmamıştı. Burada yazdığı yazılarda, söylediği nu­ tuklarda da kendi işini yıkmaya fırsat arayanlara bir vesile vermemeyi aklından çıkarmamıştı.

İsmail Bey "düşman uyumaz" düsturunu hiçbir zaman unut­ mamıştl. 1 9 1 1 'de Yusuf Akçora Beyefendiye yazdığı mektupta "Türk yurdunda çıkmış büyük milli emeller ve (Türk alemi)ni dikkatle oku­ dum. Başlarından biraz korkmuştum. Sana malum, korkak değilim

amma Kafdağı heybe dolu azıksız geçilmez olduğundan yalınayak atalmasınlar dedim. İkinci üçüncü sayılar korkumu dağıttı, ya­ şayınız" diyor. 9 Teşrinisani ı 9 ı 3 tarihli ve 246 numaralı "Ter­ cüman"da yazdığımız makalede Petersburgta maarif meselesini mü­ zakere için toplanacak zatlar hakkında: "Bundan böyle Petersburga varacak, ya ki, çağrılacak kişilerimiz elinden müsaadesi alınmış, boynu bükük bir molla gibi varmayacaktır. İşin bu cihetine de dikkat etmeli. Nameşru ya ki. ifrat bir talepte bulunmayacağız. Lakin, hak­ kımızı arz ve müdafaada zerre kadar kusur etmiyeceğiz." cümleleriyle de milli medeni ve siyasi seviyemizin yükselmesi nisbetinde sesi yük­ seltİyor ve müdafaa tarzını kuvvetlendiriyor. Hamdullah Suphi Be­ yefendi Türkocağında yaşıyan milyonlarca Türkü kendi benliğine

vasıl eden, kurtaran bu aziz ve kutsi babamız, ayrılmadan evvel kulaklarımıza asla unutmayacağlmız bir söz fısıldamıştı: " Bazı düşünceler vardır ki o bize yasaktır" demişti, " Onları bizden 65


sonra gelecek nesillere bırakalım, biz manevi birliği yapalım, dil­ leri birleştirelim. Siyasi birliği başkalara düşünsün" (1). Evet, İs­

mail Bey, en coşkun dakikasında meseleye, kendisinin en kutsi imanı

olan Türk birliğine taalluk ettiği anda bile vicdanlanna, imanianna kendisi kadar inandığı kardaşlan arasmda da gizli sırrını kalbine sak­ layacak kadar ihtiyatlı bir şahsiyetti.

( / ) Türk yurdu

sulıaheleri. "

66

-

15 Mayıs

-

1918. sayı 7. "Kurtuluş günlerinde kardeş mu­


KADİRŞİNASLIGI İsmail Beyin yüksek vasıflanndan biri de kadirşinaslığıdır. Türkleri yükseltmeye, Türkçülüğü kuvvetlendinneye çalışanlar, islam dininin terakkiye mani olmadığını müdafaa edenler, usulücedit mekteplerinin açılmasına teberrüda bulunanlar, gazete ve kitap çıkaranlar, ko­ operatifler açanlar, tiyatro ve müsamere tertip edenler "Tercüman"da daima takdir ve teşvik ile anılmışlardır. "Tercüman"ın her nüshasında bu hususta yazılmış bir iki haber olduğu gibi İsmail Bey aynca küçük risaleler çıkararak ta kalem ve harniyet ehlini teşvikten geri dur­ mamıştır. Ezcümle 15 Temmuz 1 888'de çıkan "Tercüman"da "kalem ve edebiyat gayretçileri" makalesinde tanınmış alim ve edipterimizin eserlerini halkımıza tanıtmaya çalışmıştır. Kayda şayandır ki Hasan Bey Melikoftan bahsederken kendisini daima "Rusya müslümanlan arasında birinci mertebe Türki gazete tesis edicidir" diye tavsip et­ miştir. Hasan Beyin Baku'da kızlar mektebi açmak teşebbüsünden bahis makalesinde de (Tercüman I 896 Mart 3, numara 9) "Hasan Bey Rusya'da iptida olarak (Ekinci) namında milli gazete tesis etmişti. B u cihetten üstattır. Bu defa B aku 'da müslüman kızianna mahsus mek­ tebi fenniye tesisi için ruhsat talebinde bulunuyor. Hasan Beyefendi hakikat, harniyet nümunesi bir zattır. Genç zamanını matbuata, kart­ lığını maarife ve bütün ömrünü istifadei milliyeye venniştir. Böyle adamlar tez bilinmez, fakat badehu biliniyor ve namlan bir bayrak, günleri bir devricedit addolunur, sağolsun" diyor. Ecdadı da unutmayarak 1 900'de (Türkistan uleması) diye bir ri­ sal� neşretmiş ve eski Türk ulemasından bir haylisi hakkında muh-

67


tasar mahlmat vermişti. Bu eserin mukaddemesinde "Türk milletinin istidadı tabiisi ve uhlmu fünuna hizmetleri görülsün ve biz de bunları göze ve yada alalım da tahsili kemalaltan korkmayalım, kendimizi yal­ nız atlı çapkın ve baskıncı zannedipte ilim ve kemalat meydanında yersiz, orunsuz addetmeyelim." diyor. ı 90 ı 'de "Mebadii temeddünü islamiyanı Rus" unvanlı küçük bir risale neşrederek Rusya müslümanlannın terakki yolunda attıkları adımlarda hizmetleri, yardımlan dokunanlan hürmetle zikretmiştir. ı 906'da "Akgül destesi" unvanı ile Rusya Türklerinden yetişmiş ule­ manın, edipterin tercümeilhalleriyle eserlerinden bahsetmiştir. ı 9 ı 1 'de "Rusya'da milli Türk mekteplerinin ıslahı ve usulü savtiyenin intişan" risalesini "birinci şakirdim, birinci muallim merhum Bekir Efendi Emektar şerefine kaleme alındı ve gayyur muavinlerim ve muallim kardaşlanma yadigar olmak üzere neşredildi" diyerek emel ar­ kadaşlannı rahmetle yadettirmeye çalıştı ( ı ). Rusya'da yetişen münevverlerden büyük bir kısmı İsmail Beyin teşviki ve manevi yardımı ile yetişmişti. Rusya Türklerinin zen­ ginlerinden Orenburglu Ramiyef biraderlerin, Hüseyinoflann, Si­ biryalı Hacı Nimetullah, Bakulu Zeynellibidin Tagiyef ve Muhtarofun ( 1) Tercümanın hemen her nüshasında millete ilimleri ve mallarile yardımda bu­

lunanlardan bir, ikisinden hürmet ve muhabbet/e bahsedilir. Misal olarak 1908 tarihli ve 33 numaralı Tercümanda (kazan Tatar muallim mekıebi) mu­ allimlerinden ihrahim Trigulofun 30 yıllık hizmetine dair yazılan makalede "hiz­ meti yalnız muallimlik ile kalmayıp Tatar matbuarına da hizmeti ziyadedir. Anın halk arasında neşrettiği faideli kitapları edebiyatı cedide tarihimizde mühim mevki turacağında şüphe yoktur. Kazanda cemaat işlerinde dahi büyük faaliyet göstermektedir. Nice yıllardan beri Cemiyeri hayriye idaresinde aza olup çok fa­ ideler getirdiği gibi (Şark kulubü)nün de müessislerinden ve hem reisidir. Muh­ terem arkadaşımızı candan tehrikle daha çok yıllar sağlıkla millete faideli hiz­ metler etmesine dualar ediyoru: " denilmektedir.

68


Kınmlı Süleyman Hacının millete bir kaç milyon ruble hayırda bu­ lunmalannı teşvik eden bilhassa İsmail beydi. Açık fıkirli ulemadan Kazanlı Alimcanı Barudi ve Rizaettin Fahrettin bilatıara Musa Ca­ rullah Efendilerle Ufadan Hayrullah, Kınmdan Hacı Habibullah ve sa­ irlerini tassuba karşı müdafaa ve teşvik eden gene o olmuştu. Tercümanın 25 yıllık devamı münasebetiyle yapılan bayramda Türklüğe hizmet edenlerden ölenlerin isimleri birer birer rahmetle anıldığı gibi hayatta olanianna da sağlık ve saadetler temenni edil­ mişti. Siyasi cephede çalışanlan da gerek yazdıkları ehemmiyetli ma­ akalelerinden ve gerekse Duma'da söyledikleri nutuklardan dolayı teb­ riki İsmail Bey bir vazife bilmiş ve bu zatlan halkımıza tanıtmaya ça­ lışmıştır. Ezcümle 1905 inkıHibından sonra Yusuf Akçora ve Saciri Maksudi, Fatih Kerimi, Ağaoğlu Ahınet, Ali Bey Hüseyinzade, Ali Merdan Topçubaşef Beyefendilerin yazılanndan ve siyasi fa­ aliyetlerinden "Tercüman" daima büyük sevgi ve takdirle bahsetmişti.c ( 1 ).

heride gt?rüleceği veçhile Türkiye'de dil tasfiyesine çalışanlan sevgi ve saygı ile uzaklardan selamiayan gene İsmail Bey olmuştu. İslam ve Türklerden değil ecnebilerden de Türklüğe dair eserler yazan "Berezin, Radlof, Vamberi" gibi m üsteşriklerden de "Ter-

( I ) Misal olarak 9 Teşrinisani /913 tari/ıli, 246 numaralı Tercüman da "Bizim bu­

günkü mese/emiz" makalesinde nıektepler ve idarei şeriyeler hakkında hazırlanan layihaya dair Sadri Maksudi Beyin "Yıldız gazetesinde yazdığı makaleden ba­ hisle: "Bu hususta edilecek tedabirin en nafı ve yengit (hafif) suretini muhabbet/u kardeşimiz ve dilli,fıkirli ı:ekilimi: "Yı/dı:" gazetesinde arzetti" diyor ve müşaı·ere m�clisi hakkındaki teklif için de "Sadri Efendi böyle söylüyor, hem pek doğru söy­ lüyor, böyle de olmak lti:ınıdır" diwr.

69



cüman" da daima hünnet ve minnetle bahsedilmiştir.

IV İŞLERi Bütün hayatını milletine vakfederek elli yıla yakın bir zaman Türk ve İslam aleminin yükselmesine çalışmış olan İsmail Beyin "iş­ leri"nide çok hulasa etmek mecburiyetindeyiz. Fikirle iş, niyetle amel arasında hayale, tereddüde vakit bırakmayı sevmeyen İsmail Bey, ya­ zılan, seyahatlan, hitabeleri ile, fasılasız çalışmıştır.

Tercüman gazetesini neşri : " Gaflet sahrasmda serilip kalmış koca bir milleti ayağa kal­ dırmak" hususunda matbuatm en büyük rolü oynayacağma ka­ naat getiren İsmail Beyin 1879'da gazete çıkarmak için Çar hü­ kümetine müracaatta bulunduğunda, ret cevaba almasma binaen, 1881'den itibaren muhtelif unvaniarda mecmualar çakardağmdan yukarada bahsetmiştik. " Bu risalelerin adiara başka olsa da, içi adeta bir jurnal ve gazete olduğundan şüphe etmeyen eski Rus sansörü, bunlarm da neşrini menetti. Bunun üzerine, Gaspirinski, kendisine ayak çalan düşmamn ta yüreğine, merkezine vardı" (1). Nihayet dört yil uğraşarak ve bu müddette iki vali, üç nazara mü­ racaatla ve bir çok defalar Petersburga giderek 1883'te, Türkçe kısma aynen Rusça'ya da tercüme edilmek şartıyla, "Tercüman"• neşre müsaade alabildi (2). Kazan'a, Nijninovgorod'a giderek top( I ) Osman Akçoraklının "kırım okuv işleri" mecmasındaki makalesinden. (2) İsmail Beyin notları ve hatıraları tetkik edilerek "Tercüman"ı neşre ne suretle müsaade alabildiği meselesinin daha etraflı yazılması çok el:emdir. Ezcümle meş­ hur Rus müsteşriklerinden olup Osmanlı edebiyatma ve Rus gözü ile bakarak Kırım tarihine dair ya:dığı eserler/e tanınmış olan Profesör İsmirnoftan ne su­ retle istifade ettiğinin bilinmesi. ismail Beyin usulcüliiğii noktai na:arında da çok ehemmiyetlidir.

71



ladığı üçyüz ruble abone parasına, Zühre Hanımın zikıymet (kıy­ metli) eşyasını ve kendi annesinden kalan kıymetli elbiselerini sa­ tarak edindiği parayı da ilave ile eski bir makina ve biraz da hu­ rufat alarak işe başladı ve 10 Nisan 1883'te, bir muharririn dediği gibi, " bahar güneşiyle dünya dirilip çiçeklendiği günlerde, uzun yıllardan beri karlı kefenlerle örtülüp ölü gibi uyuklayan şimal Türklerinin de ilk beyaz bahar çiçeği (Tercüman) açıldı". "Tercüman"ın hayat ve neşe veren ilkbaharda çıkmaya başlaması ne kadar ümitli bir alarnet idiyse, bunun 1 883'üncü yıla tesadüfü de

az

manalı değildi. Bu tarihte bütün Rusya'da bayram yapılıyor. Rus matbuatı baştan başa büyük bir vak'ayı tes'ide hasrediliyor., Rus yazıcılarının ciltlerle eserleri neşrediliyordu. Bütün Rusyayı sar­ san, heyecana getiren bu büyük bayram, tam bir asır evvel, yani 1783'te, Kırım'ın ikinci Katerina tarafından zaptı şerefine ya­ pılıyordu. Rusluk, Ceneral Poternkinin Orkapuda 30.000 Kırım Türkünün naşını çiğneyerek Kırım'a girmesini, Karasu, Bah­ çesarayı yakarak bütün Kırım'da zulmün ve vahşetin en korkunç levhalarını canlandırması hatırasını tebcil diyordu. Rusya'daki bütün Türk ve müslüman alemi ve bilhassa, Kınmlılar ise, Batıhanı, Altınorduyu, Kınm Hanlığını hatırlamak değil, ge­ çirdikleri esirliğin zilletini, fecaatını bile duymuyorlardı. Milletin ba­

şında bulunanlar ve ulema, Rusluğun her darbesine karşı millete, ancak " Darül isla�a", " Aktoprağa" (Türkiye'ye) kaçmayı tav­ siye ederlerdi. Rusluğun her hamlesi ile yüzlerce köy boşalıyor. milyonlarca servet çiğneniyor, binlerce zavallı köylü de, ya bin­ dikleri yelkenlilerde soyuluyor, yahut ta bu çürük teknelerle Ka­ radenizin dalgalarında ecelsiz gömülüp gidiyorlardı. Bütün bu faciaların arnili olan Rus emperyalizmi milletimizin esir­ liğini ve mahvolmasını tes'it ederken (kutlarken) biz bu suretle ölüme sürükleniyor, ne tarihi bir isyan canlandırabiliyor ve ne de, hiç ol­ mazsa, milli bir sayha ( feryat) yükseltebiliyorduk. Bu kadarı nihayet 73


Tann'ya da çok acı gelmiş olacak ki, Kınm Türklerinin geçirdikleri bütün bu facialara ancak ilim ve medeniyet yolu ile nihayet ve­ rileceğine bir alarnet olarak "Tercüman"ın çıkmasını bu tarihe isabet ettiriyor. 10 Nisan 1 883'ten itibaren çıkmaya başlayan "Tercüman" 1 9 1 7 senesine kadar devam etti. İsmail Bey merhumun son makaleleri olan "Yeni zaman" 1 5 Eylül 1 9 1 4'te 154 numaralı "Tercüman"da çıkmıştır. Bu tarihten sonra "Tercüman" başmuharrirliğinde Kırım mu­ harirlerinden Hasan Sabri Bey Ayvazof bulunmuştur. Maalesef Türkiye'de "Tercüman" koleksiyonu bulunmadığından, biz, Türk dünyasında, belki de cihan matbuasında, hiçbir gazeteye nasip olmayacak derecede, iş görmüş olan "Tercüman"ın kısaca tah­ liline çalışacak, İsmail Beyin otuz seneyi mütecaviz gazeteciliğine hu­ lasatan temas edeceğiz ( 1 ). "Tercüman", bilhassa ilk devirlerinde, Rusça tercümesiyle küçük formada 4 sahifeden ibaret olarak çıkardı. 1 905 senesine kadar bütün Rusya Türklerinin yegane gazetesi olan "Tercüman", Kınmdan baş­ layarak, Kafkasya, Kazan, Sibirya, Türkistan, hatta Çin Türkistanında ve Çinde bile okunur, İran ve Mısır'da alınır, bir müddet, Ab­ dülhamidin müsaadesiyle, Türkiye'de de satılırdı (2). "Tercüman" kadar geniş bir sahada okunan ikinci bir Türk gazetesi bütün matbuat (1) "Tercümanın tesiri Rus/ann "Novıya Vrembey"lanndan ve yahut, In­ gilizierin "Tayms" gibi kocaman gazetelerinden binlerce defa daha büyük ol­ muştu ". Cemalettin Velidofun "Volga Tatarlannın edebi, harsi inkişaajlan ta­ rihi " Moskova 1923. 1 2 J "Tercüman"ın ilk çıktığı ;aman 320 alıcısı vardı. /884 'te bu yekun .J06 'ya

çıkrı . 1885 te ise I OOO'i geçti. Tercüman alıcılarından JOO'ü kırım/ı, JOO'ii As­ tıralıan, Samara. Saratof, Orenburg. Ufa Kazan ve Perm müsliimanları . 150'si Duğıstunlılar. 50'si Sibirya müsliimanları, 200'ü Ortaasya ve Türkistan müs­ lümantarıdır. Bunlar arasında alim/er, tüccarlar, mirzalar, köylüler vardır. Bu her cins adamlar karşısında ı·e her ı·ilayette "Tercüman "a rağbet artmaktadır. !Terciinwn 1885 yıl, nıımara /. J

74


·:· :·

<:7:. �

u

< >· IJ

� :i ;:;

,.,

ca

o :ı: o

:c

""

s

� w ,0)

"'

Ul

"'

ı•ı

6 "' "

ı--

•( L.

u: <( I

:ı:

o:t: � 3::

� t:::t .,_

"'"

·-

0.. 1.1)

:· i

. ı

:n

li�

1 �!

' ""j

--

m

... ..

"·

., " ;· K

1-Q � � h o c ..

..

,.

< -i :E J o.

..;

<.:

i o

ı

a:: w

b o

c.

Li

�:

"'

,_ :J ı-

;..: "' 1 o '-' , .. "'

:> o •(

--' "' ;..;:

JY. :J

Q.

:.J

, , , ,

:ı ı c;

·''

��

"' "' , ,

�-':.

' ·'

� o-':.:•cJ: .....

ı:ıcı · r.j o "



tarihimizde mevcut değildir. "Tercüman" bu muvaffakıyete, bu tarihi neticeye muayyen ve sağlam bir milli programı müdafaa etmesiyle varabilmiştir. "Ter­ cüman"da sahifelerini alelade haberlerle veya eğlenceli romanlarla doldursaydı, ne bu kadar geniş bir sahada al§ka uyandırabilir ve ne de bu kadar kuvvetli bir iz bırakabilirdi. "Tercüman"da en baş makaleden en küçük habere, hatta ilanlara varıncaya kadar, bütün yazılar Türkü, islamı alakadar eden muayyen bir yolu ve kanaatı canlandınrdı. "Ter­ cüman"ın muvaffakıyetinde bu hedef ve ciddiyetten mada (başka).� İs­ mail Bey'in kendisine has açık, kısa üslubunun ve sade dilinin de büyük tesiri vardı. Şunu da kaydetmek zaruridir ki, İsmail Bey ga­ zetecilikte de müstesna kabiliyete malikti. Türk aleminde fikirlerini halka yaymakta ve benimsetmekte de o eşsizdir ( 1 ) . Türk mu­ kadderatında yeni, milli ve medeni bir cereyan yaratmak gayesiyle işe 3/ Ağustos / 3 / 1 tarihli "Ma/Wrıat" mecmuasının 12'inci sayısındaki İsmail Beyin tercümeihalinden bahis makalede 'Tercüman" hakkında şu satırlar ya­ zılmaktadır: "İptidayi zuhurunda 3()() kıular abone ile birkaç seneler epeyce zah­ met ve meşakkat çektiği halde, bilahare iş ilerlemeye yüz tutup bugün binlerce abone cemine muvaffakıyet e/vermiştir. 'Tercüman" Rusyadan mada, İranda, Bu­ harada ve sair mahallerde en ziyade okunan bir ceridedir. Perakende olarak 10/5.000 nüshası Dersaadette (İstanbul'da) satılmaktadır. Mesleğindeki sebaıla ma­ ari/i milliyeye olan hizmeti bütün korilerince (okuyucu) takdir edilerek gazetenin onuncu senei devriyesini tebrik için yüzden ziyade telgrafnameler, mektuplar ve pek çok hediyeler gönderilmişti." "Malumat"ın bahsettiği bu /0-/5.000 nüsha satış pek kısa ve nıüstesııa bir de­ virde olmuş, umumiyerle "Tercüman"ın Türkiye'de satışı 5000'i geçmemiştir.

( 1 J İsmail Beyin, bu kudretini, ya/m: Türk muharrirler değil, ecnebiler de teslim etmişler dir. Viknot dö Kalnik "Le fornal du Cair"in 252 'inci numarasında J 907'de İsmail Bey hakkında ya:dığı bir makalede. kendisinin fikirlerini tamime

feı-kalôde istidada malikiyerin i kayr re etraflıca i::alı etmektedir.

77


sarılan İsmail Beyin, "Tercüman"ı neşretmezden evvel, ne gibi esas fi­

kirler ve usullerle hazırlandığını yukanda tesbite çalışmıştık. "Ter­ cüman" hiçbir numarasında bu esas fikirlerinden aynlmamıştır. En nazik mevzulardan alatelade haberlere varıncaya kadar bütün yazılar İsmail Beyin telkikinden geçerek dercedilirdi. En buhranlı zamanlarda bile o kendi yolundan, kendi itidalinden ayrılmazdı. Başkalarının hltfundan veya himayesinden ziyade, milletin kendisini bulmasından, kendi milli ve medeni cereyanını kuvvetlendirmesinden müsbet netice bekleyen İsmail Bey, her işe, her vaziyete, bu gözden bakardı. Milli hayatımıza dair tenkitlerinde, başka milletierin medeni yüksekliklerini ve milli harniyetlerini takdirinde, o hep aynı gayeyi canlandırmaya ça­ lışırdı. Bütün Türklerin o devirlerde milli duygudan ve sağlam medeni cereyandan mahrumiyetleri, onu en ziyade sarsan ve yoran bir ha­ kikatti. Bütün kuvvetiyle gazetesinde kabileciliğin üstünde Türk­

lük ve Türk birliği olduğunu anlatmaya çalışır: Rusya Türk­ lerinin, Kırgız, Çuvaş, Sart, Özbek, Tatar... gibi kabilelere ayrılmakla değil, Türklüklerini aniayarak birleşmeleriyle kuv­ vetli, milli ve medeni bir varlık olabileceklerini her vesile ile izaha ve müdafaaya uğraşırdı. Osmanlı İmparatorluğunda o bilhassa Ana­ doluyu ve Türkü göıiir , Osmanlıcılann Türk kelimesini, Türk halkını unutmalarını, Türk dilini bozmalannı, Türk yurdunun refahını dü­ şünmemelerini o, her vesile ile, kendisine has usulcülükle tenkit ederdi. Medeni cereyanın kuvvetlenmesine engel olan müteassıp ulemayı "Tercüman"ın hemen her nushasında, ya başmakaleleriyle, yahutta manalı haberleriyle, mütemadiyen insafa davet eder ve hatta hır­ palardı. "Tercüman" bütün Türk ve İslam dünyasında olup geçen vekayii hu­ lasaya çalışır, medeni yolda atılan adımlan ehemmiyetle kaydederdi. Bir küçük köyde usulücedit mektebinin açılması, ehemmiyetsiz bir ka­ sahada bir tiyatro oynanılması veya müsamere verilmesi, küçük bir ki­ tabın neşri ve hatta bir talebenin liseyi ikmali bile "Tercüman"da ya78


zılırdı. "Tercüman" hakkındaki bu yazdıklanmızı bir misaile izah ve umumi bir fikir verebilmek için "Tercüman"ın bir nüshasının mühim bir kısmını aynen iktihas ediyoruz. "Tercüman"ın bir nüshasının mühim bir kısmını aynen iktihas ediyoruz. Bütün Türk dünyasının medeni cereyanda ilerlemesi "Tercüman"ın o kadar ciddi emeli idi ki, o, bu hususta, bugün bile takdir ve hatta hayret ve gıpta ile al­ kışlayacağımız adımlar atmıştı. 1 896 Mart 31 numara 1 3. nüshasının başında şu ihtar yazılıdır: " Alemi medeniyet ile pek az münasebeti ve muhaberatı olan Kaş­ gara bir miktar kulübü muhtelife göndermek idaremizce efkar edilip bunun tedarikine mübaşeret olundu ... " denilmekte ve aynı nushada "Kaşgara yollamak üzere cemetmekte bulunduğumuz kütüphaneye ko­ nulmak üzere Kazandan Kayyum Efendi eserlerinden "Kavaidi lisanı Arap ve lehçei Tatari", Ahmet Hadi Efendiden "Mühimmatülkavanini nahviye" ; Bakudan Neriman ve Mecit Beyefenditerin komedileri, İz­ mirden Mehmet Zihni Efendinin tertip buyurduğu gayet güzel "Ameli Mükalemei arabiye" risalesi idaremize takdim edilmiştir. Muharrir Efendilere ciddi teşekkürler ediyoruz" denilmektedir. İsmail Bey bu suretle "Tercüman"ı bütün Türk dünyasını bulmaya ve ona kendisini buldurmaya çalışırken, Baku sokaklarında "Ter­

cüman"• parasız olsun alıp okumaya razı olacak Türk arıyor, alemi medeniyetle münasebeti pek az olan Kaşgara kitap gön­ dermekle çırpımyor, İranda yaşayan Türklere de el vermeye ça­ balıyor. Aynı nushada münderiç "Tahran'dan mektup"u da bugün yine aynı takdir ve gıpta ile okuyabiliriz:

"Tercümanı bilenler burada da vardır, lakin azdır. Çünkü, Tahran'da umumi dil farisi olduğundan, Türkçeyi ve bahusus Kırım şivesini anlayan nadirdir. Bu da mani olamazdı; her halde lisan bilen bulunurdu, lakin okumak isteyen azdır. En teessüflü hal budur. Muhabbetli "Ahter" 22 senedir neşrolunuyor, binlerce alı79


nıp okunması lazımken sürülmüyor. Tercümanı eelbedenler ekser Azerbaycan tüccarlarıdır ki, bunlar, ateşli ateşli benllerinizi mahalli dostlarına tercüme etmekten geri dunnuyorlar. Ümitvanz ki, Tebrizde olduğu gibi, tedricen Tahran'da dahi oldukça yol bulacaktır. Açtığım usulücedil mektepte Farisi, Türki ve Rus dili tahsil et­ tiriyorum. Sübyanın terakkisinden (çocuklann ilerlemesinden) hoş­ nudum. Şöyleki usulücedidin bu taraflarda dahi münteşir olması ancak zamana tevakkuf eder. Mektebe dair ilannarneyi takdim ediyorum". "Malumunuz" namı müsteariyle bu haberi yazan zat, her halde İs­ mail Beyin açtığı yolda canla başla çalışan, bir Türk genciydi. Ter­ cümanın tuttuğu milli, medeni yolda muvaffakıyetle yürüdüğü bu ha­ berden bile anlaşılır. Aynı nushada, "Ufada kızlara mahsus müslüman mektebi ve medresede Rus dili şubesi açıldığı idaremize iş'ar olunuyor. Mu­ aHim Eşmehmedofun tertip ettiği yeni usul elifba ikinci defa ta­ bolunuyor. Yakında mezkur muallim Rusça, Türkçe, Arapça bir h1gat neşredecekmiş. Huda muvaffak buyursun" ve "Kastroma şehri ci­ vannda Tatar kariyesinde geçen güzde (sonbahar) açılmış usulücedil mektebinin imtihanı icra edilip sübyanın (çocuklar) yazıda, kıraatte, il­ mühalde ve hesapta büyük terakki gösterdikleri haber veriliyor. Mu­ aHim İhrahim Efendi Altunbayef cenaplanna cemaat ibrazı teşekkür ederek mektebin tesisine sebep olan Moskovalı Salihbay ve Ak­ kennanlı Hacı Hüseyin Baybekof cenaplan sağlığına dualar edilmiş" haberleri de yazılıdır. Yine aynı nurnarada "Rus muhacirleri" başlığıyla şu haber ya­ zılmaktadır: "Kırgız - Kazakla sakin olan vilayetlere muhacereten gelmekte olan Ruslann miktan sene besene artmakta olup, Yedisu, Alemola ve Semi vilayetlerinde 1 889'da 19 Rus kariyesi mevcut olup cümlesinde 8352 can bulunduğu halde, işbu 1 896 senesi başında 99 muhacir kariyesi bulunup Rusların sayısının 64.000'i geçmiş olduğu (İstepnoy kray) ga80


zetesinde görüldü". Yine aynı numaradaki şu yazı da o devir için ne kadar kıymetli idi: " İstanbul'un Fenerinde Rumların (Cemiyeti edebiye)leri (Cercle litteraire Mimmossini)leri vardır. Erbabı cemiyet arasıra meclisler edip, bazılarında Patrik cenaplannı bulundurup, edebiyata ve maarife dair müzakerat ve kıraatlerde bulunurlar... pek güzel. Beyoğlu'nda bir de "Salibiahmer" (Kızılhaç cemiyeti hayriyesi var­ dır. Maksat hasta ve yaralı askere mualece ve muavenet (ilaç ve yar­ dım) tedarik etmektedir. Bu da pek güzel ve insaniyetli bir cemiyettir. Rumlar'dan, Frenk'lerden geri kalmayıp İstanbul'un Yahudileri dahi (Nisa cemiyeti hayri yesi) tertip etmişler. Aferin ela gözlü karakaşlı ya­ hudi güzellerine. Böyle lazımdır. Geçenlerde "Le comite des dames is­ railites de la Societe (Charite et Religion)" büyük Hahambaşı Efen­ dinin riyasetinde olarak muhtaç sübyana bir hayli esvap iane ve ita (giyim yardımı verilmesini) buyurmuşlar .... Görülüyor ki, Yahudiler beyninde hissiyah cemiye yok değilmiş. Fenerde cemiyeti edebiye, Hasköyde korniteti hayriye, Beyoğlunda kızıl sosyete mevcut ol­ duklan halde, bunlara oşar (benzer) cemiyeti Osmaniye var mı acaba? Gazetelerden anlayamıyoruz. Eğer yok ise, ne için yoktur?

Bizim Rusya'da milletin cemiyeti hayriyeleri vardır. Müs­ lümanlarm yoktur. Çünkü gerideyiz. Tertip etmiyoruz ve cami merdiveninde bulunan dilenciye beş para vermekle vazifei in­ saniye eda edilmiş biliyoruz. Yani, bizde cemiyeti hayriye ve ede· biyelerin vücude gelmemesi, " hissiyalı cemiye" peyda eder de· receyi bulamadığımızdandır". Aynı nüshada "Ebuzziya Tevfik Bey" başlığıyla da şu satırlar ya­ zılmaktadır: "Zamanımızda Osmanlı muharrirleri ve naşirleri arasında şöhret almışların biri Ebuzziya Tevfik Beydir. Muharrirlikte ve naşirlikte kendisine mahsus bir mevki sahibidir. Edebiyatı cedidenin terakkisine ve maarifin umum arasında intişarına (yayılmasına) hizmet eden Şisı


nasi Ziya Paşa, Ahmet Vefik Efendi, Kemal Bey, Ahmet Mitat ve sa­ irler gibi "Fırkai münevvere" efradından bulunan Tevfik Bey Türk­ leşmiş Arap hanedanına mensuptur. Tertip ve neşrettiği mecmualar, yazdığı risale ve salnameler (kitap ve yıllıklar), mündericesi na­ zarından, hep ehemmiyetli ve istifadeli şeylerdir. Edebiyatı Os­ maniyede bulunan güzel ve parlak sahifeleri, adi gözle seçilmeyen ba­ hisleri umuma göndennek, umumu bunlara aşina etmek mesleki edebiyesi dahilindedir. "Kütüphanei Ebuzziya", "Nümunei edebiyatı Osmaniye" mecmuaları bu yolda tertip edilmiştir ki bunlar edebiyatı cedide dershanesi ve tarihçesidirler.

Tevf"lk Beyin, lisanına ve tarzı ifadesine gelince, güzeldir; fakat, lazım derece sade değildir. Ahmet Mitat Efendinin ve Şemsettin Sami Beyin lisam daha ziyade Türkçedir, binaenaleyb daha zi­ yade kavmi ve umumidir. Tevfık B eyefendinin başlıca bir eseri "Lfigati Ebuzziya"dır ki, Türk­ çe'de kullanılan elfaz ve ıstılahattan (söz ve terimlerden) 20-25.000 kelimenin beyanından ve tarifinden ibarettir. Müfit (faydalı) ki­ taplardandır ki, tahsili lisan için büyük bir ll)edardır (kazanç). Na­ şirliği kisbe medar (kir amaçlı) bir sanat değildir. Güzel kitapları ha­ kikat güzel bir surette çıkannaya fedaka.ri ve fahri bir hizmettir ki, bu yüzden dahi şayanı teşekkürdür.

Ebuzziya matbaasından çıkan eserler Avrupanın en muteber mat­ baalarının meyvasıyla bir derecededir. Güzel basılmış kitap heveslisi olanlar kütüphanelerini asarı Ebuzziya ile tezyin etmelidirler. Yazdığı hep istifadeli, tabettiği hep güzel şeylerdir". "Tercüman" hakkında umumi bir fikir edinilebilinmesi için hep aynı numaradaki haberleri kayda devam ediyoruz:

" Geçen sene nüshalarımızın birinde Bulgarlar 20-30 gazete as­ radıkları (besledikleri) halde, Bulgaristan ve Rumelişarki müs­ lümanlarının ancak �ir gazeteye malik olabildiklerini kemali te­ essüne yazmıştık. Bu defa sözümözü geri almaya mecburuz. Bu 82


gazete Filibede çıkan "Gayret" idi. Şimdi bu ceridenin de devam edea,ıiyeceği anlaşılıyor. Rodop dağlarmdan Tuna ovalarma kadar köylerde . ve şehirlerde ikamet eden bunca yüzbin müs­ lümanlara bir gazete de ağırlık ediyormuş. Ramazam şerifin birinde neşredilmiş "Gayret" nüshasmda ali cenap abonelere bir rica daha ediliyor ... Geçen sene abonelerinin kısmı azimi hala bedelat yollamamışlar! Bu nedir bu? Hariçten olan aboneleri bı­ rakalım, dahilen milli bir gazeteye peşin olarak senelik on frank bedel verecek 5-600 m �slüman bulunmuyor mu? Matbuat serbest olan bu dairede bu ne kadar durgunluk ve miskinliktir. Bu kayıtsızlık ve uyku ile ahınmız ne olacak? Ağalan, dayılan hala balkanlarda çobanlık eden Petrolardan ve Hristolardan, İvaçolardan ve sair efendi ve gos­ podin olanlardan nasıl ibret almıyorsunuz? Bunlar kıraatten, ede­ biyattan, malumauan keyf ve tezzet alıyorlar da sizler neden ve ne için mahrum kalıyorsunuz? Bu sıfat ile değil Rumelinde, hana Sudan ve Afrika içlerinde gün etmek zamanı geçmektedir. Eğer geçmem:j ise..... Aynı nüshadaki "Sudan ve İngiltere" makalesinden de birkaç satı: alıyoruz: "

"Sudan ahvaline ve meselesine kemalen aşina olan biçare Gardon Paşa defa defa İngiliz hükümetine müracaat edip üç dört tabur Os­ manlı getirilmesini rica etmişti. Şimdi lazım olanda budur. İstanbul'a müracaat ve rica etmeli. Sudan müslümanlan Mısır ile İngilizlere baş­ vennek istemezler. Lakin İngiliz kumandasında bulunmayan Türk ta­ burlanna karşı kurşun atmayacak pek çok adam bulunacağı derkardır. Gerçi çıplak Sudaniler "Taymis"' ve "'Standart" gazetelerini mütalea et­ miyorlar amma, Mısınn ne olduğunu, kabaca ise de, pek iyi bilirler. Şöyleki, Mısırlılan da İngilizlerle beraber doğramaya tereddüt et­ mezler" Bu meselenin o devirdeki ehemmiyetine binaen bu nushadaki baş· makale de Mısır ve Sudan'a hasredilmiştir. 83


Yine aynı nüshada "İstanbul" başlığı altında birkaç haber neş­ redilmekte ve I 3 I ı senesi Devleti Aliyenin gümrük geliri ı .850.000 liraya varmış, bundan evvelki seneye nisbeten % ı 8 azalmıştır. Ne için? Gazetelerde tafsilat gönnedik. Eğer malum vak'alardan ötürü ti­ carete gelen bir kaderden ibaretse, pek ehemmiyetli bir hal değildir. Temini asayiş ile, ticaret, meydanını; gelir derecesini bulur, lakin ge­ lirin azaldığı serveti umumiyenin azalmasına bağlı ise, bu dert deva ister; çünkü, herhangi bir gelirini % ı 8 ve 20 tenezzülü, bütün bütçeye büyük tesir edecektir. Gelirin tenzili veya ki terakkisi beyan edildikle esbabını bildinnek lazımedendir. Esbabına göre tenzil hayırlı ve te­ rakki hayırsız olabilir. Tabiatınca % 5 terakki eden bir gelir bire bir

vergi zamedilmekle % 60 terakki eden bir gelirden hayırlıdır" de­ nilmektedir. Yine aynı nurnarada "Yeni kitaplar" başlığıyla yazılan yazıda "bu

aralık Kazan'da "Numaıne" risalesi 1 0.000 adet, "Sercülkulüp" 4000 adet, "Aynilulum" (arabi) 4000 adet, "Talimüssalat" 1 0.000 adet, "Ka­ sideibürde" 6000 adet neşrolundu" ve Tambof vilayeti Pav lodarke kariyesinin ahatisi kendi meclislerinde müşavere ve istida kağıdı tertip edip sübyanı umumen okulmaya karar verdiler. Mektep ve muallimler için mahsus bina inşa edecekleri de bildirilmektedir" ve "Kuban ga­ zetesinin yazdığına göre Yekaterinader şehrinde cami binasına yerli müslümanlardan Tarahof 1 000 ruble, tebayı Osmaniyeden Kasım Ce­ vahiroğlu 2000 ruble ve Kuban milis askeri kumandanı 300 ruble iane etmişlerdir" deniyor.

Aynı senenin 14 numarali "Tercüman" m başmda ise " İşte haber bu haber" .... diye Müslüman kızlarının tahsil ve ter­ biyelerine mahsus büyük mektebi fenniye ve edebiye tesisine karar verilip harniyet ve efkan maarifperestisiyle meşhur tüccar ve fab­ rikatör Hacı Zeynelabidin Tagiyef cenaplannın mübaşereti ve teş­ vikaliyle Baku'da zadegan ve muteberanı islamın 150.000 ruble ce­

mettikleri hususi bir telgraftan anlaşıldı, yaşanız Bakôlular ... 84


terakki yolundasınız" diyor ve biraz aşağıda "A.N. Brezin" başlığı ile "Petersburg Darülfünununda Türk dili muallimliği eden malum Pro­ fesör Brezin cenaplan geçen Mart 22'de vefat etti. Bu profesör Türk­ çeye ve farisiye kemalen aşina ve bu lisanlara ve ahvali islama dair asan muhtelife sahibi bir adamdı, eserlerine bak:ıldıkta müslümaniann hal ve zamandan pek geride kaldıklarını beyan etmekle beraber, bun­ lann maarif ve terakkisini arzu eden hayırhahandan idi. Her ne kadar 6 1 yaşianna gelmişse de, eserlerine aşina olan müslümanlar ve­

fatından ötürü ciddi surette müteessiftirler" diyor.

"Tercüman" ın bir tek numarasını okuyan bir Türk bu suretle Türk dünyasının her tarafına gidiyor, her tarafın dertlerini, ha­ yırlı milli teşebbüslerini öğreniyor ve binnetice bütün Türklük hakkındaki bilgisi ve imanı kuvvetleniyor. Bu atakayı uyandıran "Tercüman"ın ilk senede ancak: 300 abonesi varken, her yıl bu miktar artmakta devam etmiş ve "Tercüman"ın neş­ riyat sahası da genişledikçe genişlemiştir. "Tercüman", okuyuculannın seviyesini yükseltmek için dünyadaki medeni ve ilmi cereyanlardan bahsettiği gibi, aynca "Darürrahat müs­ lümanlan", "Kadınlar ülkesi", "Arslan kız", "Gündoğdu" gibi ro­ mantar ve TeFcüman'a ilave· olarak: tarihi, ilmi, edebi küçük riaseleler de neşredilirdi. ı 900 tarihli "Tercüman" nüshasındak:i ilandan bu gibi risalelerin neşrine devam edildiği hakkında da bir fikir edinebiliriz: "Bundan böyle işbu ay cümleye "Türkistan uleması" nam risale hediye ediliyor. ı 90 ı senesi ise cümle müşterilerimize "Nasihatı tıbb:ye" , "Resimli

bedeni insan", " Yunan hükeması", " Usulü edep", "Memaliki İran, resimli" . "Meşhur payıtahtlar, resimli", "Tashihi akaidi İs­ lamiye" ve " Zoraki tabip" nam risaleler yollanacaktır" . ı 902'de basılan Tercüman neşriyatı kata!oğunda 8 mektep kitabı ve kırkı mütecaviz kütübü fenniye ve edebiye bu meyanda "Hayriyei Nabi" şiir mecmuası ve Ali Şir Nevai'nin "Mühak:emetül lügateyn"i de 85


zikredilmektedir. 1 905'te "İki sarayda bir gece" diye neşredilen hikayenin kabında

"Sultan Abdülaziz vak'asının neşri mümkün olmadığından bu risale

anın makamına hediye olunur" deniliyor. Bu eserde Suavi merhumun resmi de vardır. "Tercüman"a ilave olarak 1 906'dan sonra yukanda zilerediimiş olan kadınlar için "Alemi nisvan", talebe ve muallimler için "Mektebi sübyan", mizahi "Kah kah kah" ve bilhassa siyasi ehem­ miyette makalelerle neşredilen "Millet" mecmuaları çıkarılmıştı. Tercüman matbaasında "İsmail Beyin eserlerinden mada Kırım gençlerinden Seyit Aptullah Özenbaşlı Efendinin "Olacağa çare olmaz" piyesiyle, Osman Akçokraklının "Hikayeti Ninkecan Hanım türbesi" eseri ve Hasan Sabri Ayvazofun "Neden bu hale kaldık" ki­ tabıyla diğer bazı müelliflerin de eserleri basılmıştır.

İsmail Bey, gerek Tercüman gazetesi ve gerekse Tercüman neş­ riyatile bütün Türklere milli birliklerini anlatmak, milli duy­ gularıni kuvvetlendirmek, milli harslar1m intişaf ettirmek ve bu suretle Türklüğü asri ve medeni bir miUet haline getirmeye çahşt1. Buna binaen, Tercüman, hem bütün Türk dünyas1yla alakadar olarak her taraftan mahimat veriyor ve hem de, bütün Türk el­ lerinde anlaşilabilecek bir dilde ç1kar1hyordu.

86


DİL BİRLİGİ VE NETİCELERİ Yukanda da mevzuubahs edildiği veçhile bu lüzumu daha "Tonguç"un ilk sözünde kaydetmiş olan İsmail Bey, bilhassa Ter­

cümanla. umumi bir yazı dili yaratmaya çalıştı.

( 1 ) Kırımın

genç

Profesörlerinden Bekir Çobanzade, kendisinin kıymetli "Türk Tatar llsaniyatma methal" eserinde, bu mesele hakkında şu mütaleada bu­ lunuyor: "Gaspirinski, dil birliğini ne suretle tasavvur ettiği hakkında, son dakikalanna kadar, kat'i hiç bir şey yazmamış ve söy­

lememiştir. B ununla beraber, müteradif olarak kullarulan "Gas­ pirinski lisanı" ve sade lisan tabirlerine gerek kendisi ve gerekse bu

fıkrin muakkipleri tarafından verilegelmiş bazı kayıtlar, az çok, onun lisan tasfiyesi gürültüleri içinde ne gibi bir vaziyet tuttuğunu

pekila gösteriyor. Bu kayıtlan anlamak için Tercüman'ın makale ve bentterini dikkatle gözden geçirmek kifayet eder ki, o takdirde

(1) "/smail Bey bütün TUrkkr için umumi bir edebi dU lüzumunu herkesten

evvel anüımq ve ikri sürmüş bir miiUfelclcirdir. Yazıcılık hayatının ta başından sonuna kadar butun Türkler için umumi bir edebi dil kerekliği fikrini neşretmeye çalışmıştır" Sadri Maksudi Beyin 'Türk dili için" eserleri S.234. Ağaoğlu Ahmet Beyefendi ise 'Tercümanın /isanı Kazandan Kafkasyaya, Kı­ rımdan Türkisıana kadar an/aşılıyordu. Bu azim bir maharetti. Bununla, merhum, düsturunun birinci şıkkını icra etmiş bulunuyordu. Türkler her yerde anlamaya başlamışlardı " diyor. (Türk Yurdu S. 2409). Merhum Ziya Gökalp Bey'de 'Tiirkçülüğün esasları " eserinde, 'Tercüman ga­ :etesini Şimal Türkleri onladığı kadar da Şark Türkleri ile Garp Türkleri de an­ lardı. Bütün Türklerin ayni lisanda birleşmelerinin kabil olduğuna bu ga:etenin �·ücudü canlı bir de/i/dir. " diyor. (S.B!

87


gözümüze çarpacak neticeler şunlardan ibarettir: 1- Türkçeden, mümkün mertebe, ecnebi lisan ve kaidelerini çı­ karmak. 2- Okur yazarlar tarafından anlaşılınayan arabi ve farisi ta­ birleri kaldırmak. 3- Her şivede pek kaba olmayan mahalli kelimeleri Osmanlı Türk tasrifine uydurarak kullanmak ( 1 ). Muhterem Rİzaettin Fahrettin Hazretleri ise, "Til yarışı" ese­ rinde "Anadilimizin bugünde selametle olan en büyük hadimini göstermek lazım olsa, şüphe yoktur b, bu zat Tercüman muharriri İsmail Bey Gaspirinsk.idir. Her kim anlarlık reviçte (tarzda) açık ifadeli ve ruhlu olan kısa cümleler, güzel ve edebi tabirler usulünü bu zat meydana koymuştur. Bunun ibarelerinde garip kelimeler, çı­ kışsız cümleler, bir mana için bir kaç mütedarif lafzlar olmaz. İs­ mail Beyden sonra yetişmiş muharrirlerimizin tahrir ve telifte mer­ tebeleri farklı ise de, her birisi kendisine şakirttir. Türk dilinin birinci ıslahçısı Ali Şir Nevai ise, ikincisi, hiç şüphesiz ,İsmail Beydir" (2) diyor. Bu suretle "lisan sahasında tasfiyecilik cereyanının ba­ balarından" olan İsmail Bey, aynı zamanda, umumi dil yaratmak yolunda da ilk işe girmiş ve muvaffakıyetle çığır açmış bir şah­ siyettir. İsmail Beyin bu hususta ne derece muvaffak olduğu, yal­ nız Tercümanın bütün Türk aleminde okurırnasıyla değil, bundan sonra neşredilen bütün Türk matbualiyle de isbat olunmuş bir ha­ kikattir. 1 905 buhranından sonra Rusya Türklerine gazete çı­ karabilmelerine imkan verildikten sonra Kazan'da, Kafkasya'da, Türkistan'da, Kırım'da neşrolunan 35'i mütecaviz gazete ve mec­ muanın hikaye ve romanların bir kısmı, ya Tercüman dilinde ve( 1 1 Bekir Çohtın:ude "Türk-Turur li.wniyurmu merhal" S . / 9 / . 1�1

88

Şiira nıecnuwsı 11eşriyarmdan. Ormhurg Vakit muthaası 1 910.


yahut ta, buna yakm bir dilde idi. Kazan muharrirlerinden Akyiğitzadenin 1 886'da basılan Hü­ samettin Molla" hikayesi, Zahir Bekiyefın 1 896'da çıkan "Güzel Hatice" romanı, Alime Tilbanat Hanımın 1898'de ikinci tabı çıkan "Muaşeret adabı" , daha sonralan basılmış olan Sadri Maksudi Beyin "Maişet" hikayesiyle Ayaz İshaki Beyin bazı eserleri, Fatih Kerimi Beyin bütün yazıları, meşhur şair Tokayın bazı eş'an, Ter­ cüman dilinin tesirinde idiler. Kırım'da Osman Akçokraklının 1 899'da basılan "Hikayeti Minkecan Hanım türbesi" ve sonraları "Kınm koncaları", 190 l'de Seyit Aptullah Özenbaşlının "Olacağa çare olmaz" ve Hasan Sabri Ayvazofun "Neden bu hale kaldık" pi­ yesleri ve "Nasıl tedris" eseri Tercüman dilinde idiler ( 1 ). Bu umumi edebi dil yanında mahalll lehçecilik cereyanı da bütün Türklerde canlanıyordu. İnkılap cereyanı, halkçılık, me­ deniyeti çabuk alabilmek endişeleri bu cereyanı kuvvetlendiren amillerdi. Rus mekteplerinde okuyarak sade edebi dilde yazamayan gençler de bu yolu kuvvetlendiriyorlardı. Mahalli lehçeterin her ta­ rafta halk edebiyatıyla az çok işlenmekte devam etmiş olması da bu cereyana temel oluyordu. Buna mukabil, Muhammediye, Se­ yitbattal, Kırkvezir, Ahmediye, Letaifi Hoca Nesrettin ve os­ manlıca yazılmış dini ve fenni kitaplann Kınm yolu ile şimal Türk­ leri arasında intişan, müşterek edebi dil cereyanına esas olmuştu. (2).

Bolşeviklerin mevkii iktidara gelmelerine kadar bu her iki ce­ reyan canlanmakta devam ediyor, şürler, hikayeler, romanlar daha ziyade mahalli lehçelerde çıkarılıyor, ilmi ve fenni eserler ve ciddi ( 1 ) Bu hususta ,·aktile Kırrmda Akmesçitte neşrolıman "ileri" mecmuasımn 1 926 tarihli ve 4 numaralı sayısında Hasan Sabri Beyin "Eski, yeni edebi mülahazalar" makalesine müracaat. Bu makale kısmen "Emel" mecmuasmın 23 Nisan / 933 ta­ rihli 5 'ind sayısmda miinderiçtir. (2) Bıı eserlerin tesiri hususunda A .Azi: ve Ali Ralıim Bey/erin 'Tatar edebiyatı tarilri" Ka:an 1 9:!3 eserlerinin "idi/ boyunda Osmanlı eserleri " bahsine mü­ ranıat.

89


mühim mecmualar ile matbuatın en mühim kısmı daha ziyade umumi edebi dilde neşrediliyor, dil meselesi "canlı bir münakaşa mevzuu" olarak tetkik edilmekte devani ediyordu. 1917'de " Şura" mecmuasında Nevşirvan Yavişef " Dil me­ selesi" başlığıyla bir seri makale neşrediyor ve " ben Türk mil­ letinin parçalanmasını, küçülmesini intaç edecek mantıksız ha­ reketlerden pek korkuyorum ve buna binaen, mahalli taassubu ileri sürmüyorum" diyor, bilhassa Kırgız-Kazak lehçesiyle ya­ zılan eserlerde gösterilen mahalli lehçecilik taassubunu kuv­ vetle tenkit ediyor. Bu münakaşaları Petrogratta tahsilde bulunan darülfünun genç­ leri daha ciddi ve daha büyük bir şekle dökmek istediler. "Şura" mecmuasına gönderdikleri müşterek mektupla ulemaya müracaatta bulundular ve "islam; özünün resmi dili olarak yalnız Arap dilini mi alıyor, yoksa islam önünde bütün diller müsavi mi? İslam dinini kabul etmiş olan milletlerde şimdiye kadar ibadetleri Arap dilinden başka dillerde yapanlar var mıdır? diye çok mühim ve çok esaslı bir sualde bulundular. Bu mühim meseleye dair bilhassa "Şura" da kızgın bir münakaşa açılmışsa da mecmua birdenbire bu mesele hakkında yazılanları k3.fi görerek meselenin daha ziyade umumileşmesine mani oldu ( 1 ). Azeri edebiyatma gelince, burada da münevverlerin edebi dil­ leriyle halk edebiyatı arasında derin bir uçurum açılmıştı. Mü­ nevverler ve ulema tamamİyle farisinin tesirinde idiler. Neticesi korkunç olan bu vaziyete karşı Azeri Türklüğünün milli benliği, yine halk edebiyatı sayesinde korunmuş ve hatta kur­ tarılmıştır. Bir taraftan "El şairleri"nin heyecanlı, sade şürleri, destanları; diğer taraftan d� bu cereyanı kuvvetlendiren Köroğlu, Ash ve Kerem, Aşıkgarip'ler Kırım'da olduğu gibi burada da ( 1) Şura mecmuası / 9 1 7 sayı 3 .

90


Türk dilini, Türk duygusunu korumuşlardır (1). "Bereket versin ki Azerbaycan havassının (aydınları) hepsi kendisinden yüz döndünnemişti. İşte bu doğdukları muhite daha zi­ yade merbut (bağlı) kalan Azerbaycan şairleri halkın zevkini tat­ min için Türkçe şiirler yazmaya başladılar. Halk edebiyatı yanında bir de yazı edebiyatı vücude geldi" (2). Azeri lehçesinin işlenmesinde en tarihi işi Mırza Fethali Ahundof görmüştür. Mevzularıru halk hayatından alan ve eserlerini tamamİyle halk diliyle yazan ve Türk dünyasında ilk defa tiyatro piyesleri yaratan ve bir eşi hala Türk dünyasına gelmeyen bu büyük müellifın, bazılarının tabirince, bu "şark Molyeri"nin eser­ leri yalnız edebiyata değil, Azerbaycan'nın içtimai yükselmesine de çok tesiı:' etmiştir (3). Azeri edebiyatı bir müddet mahalli lehçeyi işledikten sonra Osmanlı-Türk edebiyatını taklit yoluna girdi. Resulzade Melunet ( 1) Azerbaycan halk edebiyatma dair Süleyman Mümtaz Beyin Bakıi'da 1927'de münteşir "El şairleri" eserine müracaat. Biiyük bir ciltte Azeri halk şiir/erini, tür­ külerini toplamış olan bu müellife göre Azerbaycanda havas edebiyatındon da kadim "El edebiyatı ", islamiyerten de evvel bir Türk edebiyatı mevcuttu. Bazı leh­ çelerde olduğu gibi, Azerbaycan lehçesi de bu hususta geride kalmamıştır. Umu­ miyerle Türklerin, islam dinini kabullerinden evvelde bir edebiyata malik ol­ dukları bellidir.

"Lugatittürk"deki

kelimelerin, şiirlerin çoğu

Azerbaycan

lehçesindedir. "Dede Korkut" özü de Azerbaycanlı ve derbent şehrinde medfundur (Evliya Çelebi seyahatnamesi cilt 2, S.J/2) denilmektedir. El şairleri S.384. (2) Yeni Azeri edebiyatı hakkında A. Nazım Beyin etraflı tetkik mahsulü olan ma­ kaleleri "Türk Yurdu"nun /927 tarihli ve 31 ve 32 inci numaralarında mün­ deriçtir. Yusuf Bey Vezirofun "Azerbaycan edebiyatma bir nazar" istanbul /337. (3) "Türk Yurdu"nun birin�i cilt 5 inci sayısında "Mirza Fethali Ahundof' ma­ kalesi/e, Yusuf Vezirofun me:kur eseri ve Dr. Caferoğlu Ahmet Beyin "Azer­

baycan yurt bilgisi" mecmuasının 1 ci kanun / 933 tarihli 24 üncü sayısındaki "'Mir:a Fethali Ahund:ade" makalelerine müracaat.

91


Emin Bey pek isabetli olarak "Azeri edebiyatının tekamülünü Fuzulinin hayatı edebiyesine" benzetiyor ve :"Fuzuli ilkönce Fa­ risice yazmış sonra Türkçeye başlamış Türkçe yazarken de iptida Azerbaycan şivesiyle yazmış, Bağdat Osmanlılara geçtikten sonra Fuzuli lisanı gittikçe Osmanlılaşmış, şark şivesinden tebaütle (uzaklaşıp) garp şivesine yaklaşmıştır. Azerbaycan edebiyatı da böyledir" diyor ( 1 ). l 905'ten sonra bütün Rusya Türklerinde olduğu gibi, Azer­ baycanda da milliyetçilik cereyanı kuvvetlendi ve dilde sadelik yal­ nız edebiyata değil, matbuatta da canlanmaya başlamıştı. Türk­ çülerin muhterem rehberlerinden Hüseyinzade Ali Beyin l 906'da neşrettiği "Füyuzat" mecmuası (2) yalnız Azerbaycan'da değil, bütün Rusya Türklerinde milli cereyarun kuvvetlenınesinde tarihi işler görmüşse de, sadeliğe o kadar ehemmiyet vermemişti. l 906 tarihli ve 4 numaralı "Füzuyat"ta münteşir mektubundan da an­ laşıldığı veçhile İsmail Bey Füyuzatı da sade dile teşvik etmiştir. ''Füyuzatuı birinci sayısını aldun. Güzel tertip ve güzel ta­ bolunmuş, hayırlı olsun. Lisamm biraz daha sadeleştirirseniz avam sarasında daha ziyade münteşir olmaya mucip olurdu zannındayam" diyor. Sadeliğe ehemmiyet vermemekle beraber "Füyuzat"ta dil meselesi hakkında epeyce münakaşalar olmuştu. Bekir Emektar merhumun "Füyuzat"ın 9'uncu numarasında mün­ deriç "Türklük için şivei umumiyenin lüzumu" ve Hasan Sabri Ay­ vazofun l 6'ıncı nurnarada münteşir "Lisan kavgası" makaleleri bu cümledendir. "Füyuzat"tan maada çıkanlan "Şelale" mecmuasıyla "Hayat" , "İrşat" gazetelerinin dili, "İkbal", "Terakki", "Hakikat", ( 1 J Resulzade Mehmet Emin Beyin "Azerbaycan" eseri İstanbu/ 1341 S . 18- / 9. (2 J

Füyu:.at ve Ali Bey Hüseyinzade hakkında 'Türk Yurdu "nun cilt 8 sayı 3 'te

"

"

"Safe:" imza/ı Yusuf Ak�·ora Beyefendinin makalelerinde ciddi molıimat ı·ardır. Meşhur "Türkleşmek, i/dm/aşmak. A ı-rupalılaşmak" şiarını "Fiiyu:at"ın 23 nu­

maralı niülıasında ilk enel Ali Bey Hiiseyin:ade formii/e etmişti.

92


"Sadayıhak."ta gittikçe sadeleşmiş, Resulzade Emin Beyin çıkardığı "Açık söz"de ise tamamıyla kuvvetlenmişti. Azerbaycan'm yüksek mefkıirecilerinden merhum Feridun Bey Köçerli kendisinin kıymetli (Azerbaycan edebiyatı tarihi materyalları) eserinde " şairi kamil ve edibi fazıl hakikatta ol edip ve şairdir ki öz milletinin diliyle danışa, yüreğiyle his ve aklile fikrede" ve, " ihtiyaç olmadığı halde arap ve farisi ke­ limelerini ve ibarelerini ana diline kapıp karıştırmak bizim aki­ demizce büyük sehivdir (yanlıştır). Dil ne kadar açık, sade ve küşade olsa bir o kadar güzel, gökçek ve makbul olur" diye sa­ deliği kuvvetle müdafaa ediyor ve bunu "müsannif ve şair ne kadar öz milletine yavuk olsa onun adet ve hasiyetleri üzere neş­ vünema tapsa milliyet kanı onun damarlannda ne kadar artık ce­ reyan etse bir o kadar onun eserlerinde dahi milliyet kokusu ve mil­ liyet nişanesi artık görlinecektir" cümleleriyle bu cereyanı milliyetçiliğe bağlıyor ( 1 ). Bu suretle şimal Türkleri neşriyatırun büyük bir kısmı, İsmail Beyin 1 88 l 'de "Kamer" de "hepsi eserlerimizi mümkün kadar li­ sanı Türki ile yazıp arabi, farisi ve gayri lOgatierden kaçarmız ki alim olmayan adarnlar dahi yazdığımızı okuyup anlasırılar" dediği dilde yazılıyor ve sadeliğin, umumi edebi dilin mana ve ebern­ ıniyeti her tarafta anlaşılıyor ve bu cereyan Türk birliği fikrini de gün geçtikçe kuvvetlendirerek ilediyordu (2). (I) Feridun B11y Köçerlinin "Azerbaycan edebiyatı" eserinin hillasası / 903'de

Rusça neşredilmiştir. Daha mufassa/ olan Türkçesi ise vefatından çok sorıra / 925'te Bakuda "A:er neşir" tarafından bastırıldı. S. 8- 1 1 .

(2) "Revue du Monde Musulman" mecnıuasııım 2 inci teşrin / 906 tarihli nils­ hasında Mr. Bouvat'nın "Rusya müslümanları nıatbuatı " makalesinde / 905'den sonra Rusya nıiislümanları matbuatının inkişafmdan bahisle, "bütün bu ga­ :erelerin müştereken takip ettikleri fikir 1·e maksat Tatarcanın birleştirilmesi ve kabil olduğu kadar istanbul şivesine yak/aşmasım temindi. Rus istilalarından mümkün olduğu kadar istanbul şil'esine yak/aşmasım remindi. Rus istilci/armJan miimkiin olduğu kadar kaçınara k bunların yerine osnwnlıca kullanıyorlar. " diyor.

93


TÜRKİYE'DE SADELİK C EREYANI Şimal Türklerinde umumileşen sade dilin Türkiye'de de ya­ yılmasını İsmail B. faaliyetinin bidayetinden beri, candan di­ liyordu. 1 896'da çıkan 1 3 numaralı "Tercüman"da Ebüzziya Tevfık B. hakkınd a yazılan yukanda mezkur makalede: "Tevfık Beyin li­ sana ve tarzı ifadesine gelince güzeldir; fakat lazım derecede sade değildir. Ahmet Mithat Efendinin ve Şemsettin Sami Beyin Ii­

sam daha ziyade Türkçedir. Binaenaleyh daha ziyade kavmi ve umumidir" dediği gibi 1 3 1 2 tarihli ve 64 numaralı "Malumat"ta,

"Tercüman"dan naklen basılan "İmla bahsi" makalesinde de me­ seleyi daha esaslı vazediyor: "Hayli zamandır Osmanlı mat­ buatında imla ve lisan babisieri görülmektedir. Muteber İkdam, MalOmat, Mecmuai Ebüzziya, İzmir ve sairlerin sütunlarında tek­ rar edilmiştir. Lisan ve imla hakkında efk.ar muhteliftir, başlıcalan ikidir: Biri lisan ve imiayı sadeleştirmek, Türkleştiemek üzeredir; diğeri bu sadelik lisanı Osmaninin fetafeti hazırasına ve birkaç asır­ danberi ettiği terakkisine ziyan vereceği korkusu ile muhafaza üze­ redir. "İkdam"da sadelik efkar ve nazarlan, "Malumat"ta ise ha­ zırdaki lisan ve imliinın muhafazası taraftariann mutatalan görülmektedir. İstanbul'un alışıp kanştığı telaffuzu bırakıp Kınm, ya ki Azerbaycan telaffuz ve imlasını kabule hacet yoktur; lakin. . . Osmanlı dili, Türk şivelerinin biridir v e en büyüğüdür, edebiyatça en ziyade ilerlediğidir. bu halde bu şivenin ıslahından, mu­ hafazasından, ya ki sadeleştirilmesinden bahsedildiği sırada (lisanı türkiyi) mükemmel bilmek lazımdır. Bunu bilen pek azdır; belki yoktur... Elde her türlü lugatımız var, lugati türki yoktur. Her türlü -ta Bulgarcaya kadar- sarf ve nahivler vardır, sarf ve nahvi türki yok­ tur. Her türlü mecmualar vardır, mecmuai şiri türki yoktur. Kırk 94


milyona karip akvamı Türkün durubu emsalini, bilmecelerini, hatta tarihi umumisini bildiren bir eser yoktur .. Bu halde lisan ve imla bahislerinden başlıca bir netice hasıl olur zannedemem. Halbuki mesele pek büyüktür, mühirndir, hallolunabilirse semeredar ola­ caktır. Lisanı lüzumsuz lOgatİ ecnebiyeden kurtarmak ve imlasını kararlaştırmak lazımdır. Türkçe yazan Şemsettin Sami Beyin lisanı daha büyük lisandır. Saminin sadece şivesinden beş yüzü istifade ediyor.. Saminin lisanı ta Tebrize, Horasana kadar işliyor. Lisan ve imla bahislerinde meselenin bu ciheti de mutalaa olunmalıdır. Le­ tafet, letafet ama, lisandan bazı sair istifadeler de aranmalıdır". . Mevzuun ehemmiyetine binaen meseleyi bir kat daha tenvire yanyacağından, tamamiyle halkçı olan İsmail Beyin Türkçenin sa­ deleşmesinden mada, edebiyatın da halkı bulması lüzumunu an­ latmaya çalışarak l 896'da münteşir 38 numaralı "Tercüman"da pek ma.nMı olarak " Yanıklanmdan ve mülahazalarımdan" başlığı ile yazdığı makaleyi aynen kaydediyoruz: "Dersaadetten ve _bazı sair beldelerden bir hayli haftalık edebi mecmualar alıyorum. Güzel güzel benllerini okuyorum. B u mec­ mualann her birinde üç beş k.ıt'a asan şiriyeye tesadüf ediyorum, okuyorum; arabi ile farisinin nadanı olduğumdan arasıra lOgata müracaat ederek ne dediklerini anlamaya ve istifadeye çalışıp bir derece muvaffak oluyorum. Fakat ne diyorlar? Şairterin efkan nedir? Biliyorum, şairler en güzel söyleyenlerdir, en derin his­ sedenlerdir, en kıymetli gözyaşı dökenlerdir. Ama, ne söylüyorlar, hisleri nedir, gözyaşları ne içindir? Araştırıyorum. Eski zaman şa­ irleri - ekseriyet itibariyle üç nazik fırkaya münkasemdir (bö­ lünmüş): Biri, (sofı şairler) dir ki, pek yüksek söylerler. . . O de­ recelere köterilmediğirnden (yükselmediğimden) bunlar hakkında: Sükut. . . Diğeri, (dinariye şairler) dir ki, bu cenabı ruHerin beher sa­ tırına bir dinar hem verilm iştir ve hem alınmıştır. Bu halde tabii olarak yazdıklan (hakikat), döktükleri (gözyaşı) inci değil, has al­ tındır. Cümleleri ve sahifeleri altın gibi iki taraflıdır, her iki tarafı parlaktır, güzeldir. . . Üçüncüsü (kadeh aşinası ve kalemkaş müp95


telası) şairlerdir ki, bunların istidadı, çırağın (mumun) pervanesi gibi, kadehinin mayesine feda edilmiş gitmiştir. Şairin yalnız bü­ yüğü değil, orta hallisi dahi nadir vücut ve sermayei millettir ki is­ tidatlan ve semavi ateşleri yok yerlere saçılıp dağıldığına bir türlü rıza verilemez. . . Bu halde e y alirnler, ey şairler! Cevheri kemalatı v e istidadı nadireyi ne için yalnız zülf ile sümbüle hasrediyorsunuz? Zülf ile sümbülden, gerdan ile mercandan maada muhabbet edilecek, methü takdis edilecek bir şey görmüyor musunuz? Bunlardan maada göze çarpan, hissiyata can veren yok mudur? Vay istidat vay ! B irazcık bana gelmiş olsaydın ne olurdu? Seni ipdidayı halde bir ihtiyareye hasrederdim. Bak her biri cihana kıyınet veren iki oğlu vardı, birini askere verdi, şehit oldu, diğeri temini maişet için uzak bir şehirde çalışıyor, üç senede bir eve ge­ lemiyor. Müstahfaz (güçlü) ve paralı bir kocası vardı, öldü. Ye­ tişmiş bir kızı vardır ki bunun cihazını tedarik ve teklifatı ma­ halliye ve miriyenin idaresinde bulurunak üzere gündüzleri çift sürer, keser, vurur, akşamları gözünde gözlük, ya iğne ya urçuk ile uğraşır, hiçbir kere ah demez, daim şükreder ve sana da bana da deruni dualar eder. Bu ihtiyar kadıncağızın ömıü en büyük bir fa­ ciadır. Bunun gönlü ve hissi koca bir dünyadır. Bu kadıncağız bir aslandır, kahramandır, arneli ve harniyeti sayesinde daha büyüktür, hatta azizedir. Bu gibilere arasıra göz vermeli, kalem bahşetmeli, bunlar temeldir, esastır. Rumeli tarlalarında, Anadolu ovalarında bunlar çoktur. . . Şair değilim ki fıkrimi güzel, parlak beyan ede­ yım ...

Dikkat buyurulrnuşsa yukarıda " hlgate müracaat edip ne dediklerini anlamaya çahştırn; derniştirn Ben bir derece okur, yazarlardanırn... bir derece okutrnak için yazı yazanlıı:rdanırn. Bu halde sol elirne hlgat alrnadıkça sağ elirne eseri şairane ala­ rnıyorurn. Bu halimden hisse ahnıp urnurnun haline karşı in­ safane karar verilrnek lazım gelmez mi?" .•.

İsmail Beyin l 896'da dilin sadeleşmesi ve edebiyatın halkı 96


bulmasını bu kadar candan ve hakikaten yanarak yazması tabii idi. Çünkü o, moda için halkçı olanlardan değildi. Çünkü o. milletine saray ların gölgesinden, yahutta kozmopolit muhitlerden bak­ mıyordu. . . O, halkın içinden çıkmıştı ve halk arasında yo­ ğuruluyordu. . Onunla, halk arasında ne mesafeler ve ne de teş­ rifatçılar yoktu ... Onun, Türklüğün yükselmesi ve kurtulması için çırpınan yüreği ve kafası bu emelle, ancak bu amel için yanıyordu. O, bunları mevki ve menfaat için değil, milli mefkı1re ateşiyle ve ruhunun bütün safvet ve samirniyetile yapıyordu .. İsmail Beyin her sahadaki muvaffakiyederinde bu samirniyet ve bu feragatin de his­ sesi büyüktür. Şair Mehmet Emin Yurdakul Beyefendiyi teşvik eden aşağıdaki tarihi mektuba da ayni samirniyet ve ayni heyecunın mahsulüdür ( 1 ). ( 1 ) Se ı·im l i kardeş.

Kanunuevvel iiç tarilı/i mektuhımu:u yedisinde alip hedi_ı-e hu_rıırJı1_� ımu: "Türkçe şiirler"e sn-indim �·e gelmesine munta:ır kaldım. Rusya ni:amuıca asari şarkıye postadan doğruca Tiflis sansörhanesine yollamp nıııayeneJen sonra ad­ reslerine ge/ir_ Bundan dolayı eserini:i pek geç

aldım. Okudum.

pek :iyade fe­

ra/ı/andını. Eserini: hakkında edeceğim mutaliiayı Ş. Sami Beyefendi ya:nıış. tek· rıırına lıacet yoktur. (a) Bir denilecek kalmışsa şiirlerinizin Usanından maada

erbulun

efkiin ıla İst

"mahitap "tan, "kara saçla mavi göz. "den ibaret asan şi­

riyesinin cümlesine faik olduğudur. Cübbeleri kıyamet olan efendilerin; bas­ tonlan, caketleri alarnet olan şık bey/erin usulüne muhalif, sade ve "kaba " Tiirkçe kalem çekmek büyiik cesarettir; asan edebiyeye ve şiriye arasında böyle meslek/i bir eser araştırı/mak Türk alemine büyük bir hizmettir ki derunen teb­ rik ediyorum.

Türk alemine dediğim derim:

mii ha/J,� a :amıolunmasm:

.Hiihala.� avı 11e Ieı·erim ve ne

doğrusudur. çünkü şiirlerini Edirne, Bursa, Konya, Ankara, Enurum

Türkleri a11layıp le::etlenip okuyacakları gibi, Tiflis. Tebri:, Şirvan. Horasan,

97


İsmail Beyin bu birkaç yazısından bile, dil birliğine ve Türk edebiyatının halkı bulmasına ne derecede ve ne için ehemıniyet verdiği anlaşıldığı gibi, bütün Türk dünyasmda canlanan sadelik cereyanmı ne kadar yakından takip ve bunu ne kadar teşvik ettiği de açıkça görülür. Türkiye'de dilde sadelik cereyanı, Türkçülük.le mütenasiben kuvvetlenmiştir. Edebiyatın halkı bulması ise hala tam manasıyla

Türkistan, Kdşgar, Deşti Kıpçak, Sibirya, KIIZJin ve Kınm Türkleri de oku­ yacakhr ki, bu şerefe Fuzuli ve Nabi nail olllmadılar. Kırk elli milyonluk ve otuz asırlık bu aleme ipdida bir kaşık oğul balını yediren siz oldunuz Jı:j size şereftir, bize saadettir... Tebrik ediyorum... "Tercüman "ın da çabalııdığı bu yoldlı hiz­ menir. Sade ve "kaba " lisanıdır ki, Derstuıdetin hamal ve kayıkçılanna, Çin dıJ. hilinde bulunan Türk devecilerine gazeteyi tanıtmışhr; Kazanda, Sibiryada ol­ duğu gibi. Tebri:de ve Horasanda da Bahçesaray dilini öğrenmeye meyil doğurmuştur. istanbul edebiyatının mesleksiz devamından ve dudu kuşu li­ sanından usanmış. lwrarmıştım. Şiir/erini: pek büyük teselli oldu. Bunun için de Allah si:den razı olsun . . . Si:e kardeşçesine gazetemi takdim ediyorum. Duhulü memnu değildir. Ldkin sansörle posta müı·e:zilerine emanet edemeyip Rusya pos­ tanesinde kalmak ü:ere adres ya:dım. Her salı günü adam gönderip alırsanı: pek memnun olurum . . . Baki dua ı·e uhul'vet . . . (a) Sami Beyin (Türkçe Şiirler) de basılmış me:kür mektubunda "Edebiyat ı·e alei­ husus şiir. hüsiyat ı•e efkim mill�renin tası·irlerinden. lisanı edebi herkesin söy­ led(�i lisamn dii;güncesinden ibaret olmak ikti:a eder. O hissiyar re ejkdr istediği kadar taali etsin.

o

/isan istediği kadar mükemmel ı·e musanna o/sım. lakin yine

temeli, kökü, mebdei (avam) dediğimi; efradı milletin ka/binde, beyninde. dilinde olmalıdır. Ejkdr ı·e hissiyatı millt\'enin milli bir lisanla ifadesi. işte şiir. işte ede­ biyat. ı.:e. halk kendi lisam ile. kendi hissiyatma muı·ajik olarak söylenmiş sö:den asla tee.uiire gelme:" i/h . . ya:ıyor ı·e Emin Beyef'endiyi. açtıkları �·ı.�ırdan dolayı . Tt'hril.: t'ıliror.

98


semeresini veremiyor ( l ). Bu da maalesef Türkiye'de devletçilik önünde halkçılığın pek geç kalmış olmasından ileri geliyor. Edebiyatın halkı bulması ve milli bir edebiyatın yaratılması, ancak haJkın hayatının, adetlerinin, fıkir ve duygularının yakından bi­ linmesiyle kabildir. Bunun için de halkla kaynaşmak lazımdır. Şe­ hirlerdeki halk tabakasını tanımakla bu iş yapılamaz. Köylüyü bul­ mak ve anlamak ve onun zihniyetini kavramak lazımdır. Köylünün çocukluğunda dinlediği masallardan, destanlardan, gençliğinde söylediği türkülerden başlayarak, bütün fıkir ve duygularını ha­ zırlayan manevi tesirleri tetkik. etmek zaruridir. Bu yapılmadık.ça ve Türkiye (halk edebiyatı) esaslı bir surette bilinerek halk arasında kaJınmadık.ça, edebiyatın halkı bulması tahakkuk ettirilemez. Hal­ kın kahramanlığa, fazilete, iyi kalpliliğe ait muayyen bazı fıkir ve duygularını yalnız sezerek bunlara tercüman olmakla hakiki halk tipleri canlandırılamaz. Kanaatimizce, Türkiye'de dilde sadelik ce­ reyanı, herhalde edebiyatın halkı bulmasından daha kuvvetli ve se­ mereli bir surette ilerlemiştir. Türkiye'de ilk gayriresmi Türk ga­ zetesi olan (Tercümanı Ahval)i neşreden ve gazetesinin dilini "giderek umum halkın kolaylıkla anlayabileceği" bir hale sokmak isteyen ve İsmail Bey gibi, hem matbaacı hem muharrir, hem de hurufatçı olup (2) Türkiye'de ilk sadelik taraftan bulunan Ş inasi merhum pek genç yaşında ölmeseydi; (H. 1 240 1 288) herhalde, gerek sadelik cereyanının ve gerekse aJelumum Türkçülüğe ait ilmi -

11!

Bediiyut ilminin ve tarihin elimi:e ı·erdiği ku�·\'etli silahiara istinat ederek yü­

n'inıek istersek. iptida /isanı sadeleşrirnıek. ecnebi .'isan/ardan aldığımı: kaideleı i uınıuk. Türk :nkine uymayan eski arıı; ı·e;ninden kurtulmak /ô;ım geldiğini ilk lıunılede anları:. Bunlar yapılmadan edebiyutımı;m asri yani medeni bir şekil ulabi/nıesi asla kabil o/ama:". Köpriilı'i:ade Fııut Bevin (Bugünkü edehiyu;) eseri 1 9::-J istanbul. 1:: J

Merhum Ahmet Beyin rilk Büyük mıılıarrirlerinden Şinasi) istanbul 1 92 7 (is­

mail Bey merlwm da "Tercüman hı ı rı ıjiı r kusası "nda kendüinin icar etti,�i usıı/le

pel..

1·ok lıw1i ren;i/e """·ajji1k olmıışrıı. !

99


telkikierin daha evvel ve daha �ümullü olarak canlanması muh­ temeldi ( l ). Fakat onun önündeki eskilik kuvveti: sarayı . uleması ve bütün fuzalasıyla (seçkinler) daha müteşekkil, daha aman­ sızdılar. Şinasi devrinin büyük şairi Ziya Paşa merhum ise , meseleyi daha esaslı vazle, Osmanlı şairlerinin " şuarayi irani ve iranHer dahil arabı taklit ile melez bir şey yapılmıştır. Münşeatı Feridun ve sair münşeatı mutebere ele alınsa inşa yolunda da hal tamamıyla böyle olmuştur" diyor ve "içlerinde üçte bir Türkçe kelime bu­ lunmayan ve bir çok zamanlar sarfı zihin etmedikçe mana is­ tihracına muktedir olunamayan " eski eserleri beğenmediğini ilan ile, "bizim taibi şiir ve inşamız taşra halkı ile İstanbul ahalisinin avaını beyninde hala durmaktadır' " diyerek halkın sade dilini ve halk şiirleri vezninin tamimini i leri sürmüştü (2). Biz burada Tür­ kiye'de sadelik cereyanını tafsile imkan görmediğimizden ancak şu (1)

Şitwsi me rlı umun e.>erlainde .wde Türkçe ya:ı/arı nıahdutrur. B unlar da meş­

hur "Ufıılu,�wı Jen i: inde giirmıe; kimse kara .. " nıısrujindan maaJa. bir fasıldan

ibaret

"

Şairin

e1·lenmesi" piye.\"1/e Lafanteni rak/iden yazdığı şiirlerinde bilhassa

"B i/ 'ilti:am lisam amm ii:l:'rl:' kall:'me almmışrır" ded(�i "Karakuş YaıTusu ile karga hikayesi" ve:

Eşi yuk bir gii:eli Ieı·di be.�endi gön/üm, Kıskanır kendi gö:iimden yine kendi grin/iim . " şiiri �le başlayan "Ar:t muhuhb d ' .l'er!l:'ı-luılı ku'a.l't l'e: "Gören sa�· m ara.wt<la n'i:iin panlrıs m ı . S amr k i kara buluru n i1 indi:' g iin dn�muş. Ywunda kım ile mş i\'1'1:' kaldt.� mı göriip el Deme; mi kim hirini

m

l.:t:t Ht."a ho�muş"

gibi bir iki g a:elden ihart'ff ir

12 J B u nınele lıakklllıl<l mulırerl:'llı Ne( ip .-\s mı Beyefendi kii(iik. f(tkar k n-merli ".\li/li ct m : " escrlerinıle ' K, t!lıl<lf kiirliplıwıesi 1321./ ı : "Ziw P.tşa edehiyarınu:u

1 00


kadarını kaydetmek isteriz ki, Şinasi ve Ziya Paşaların başladıkları iş Ahmet Vefik Paşa. Süleyman paşa. Ahmet Mithat Efendi, Şern­ senin S am i Bey, Necip Asım Bey, Velet Çelebi ve i\lehmet Emin Beyterin himmetleriyle, Abdülhamitin lisan bahislerini meneden iradesine rağmen, canlanmakta devam etmiştir. Gerek bu zatların ve gerekse bilatıare yerişen ve hatta edebiyatı cedide ve fecriatiye mensup edip ve şairlerden bazılannın ancak bazı eserleri sade dilde yazılmıştı. Fakat, bazılarının hala şairliğinde tereddüt ettikleri

halde şiirlerini okuduğum zaman Kırım köylülerinin göz­ lerinden yaşlar aktığına şahit olduğum Mehmet Emin Be­ yefendi ilk şiirinden itibaren, sarsılmaz bir imanla yalnız sade dilde yazmıştır. Bu itibarla, Türkiye'de bu cereyanın en büyük aşıkı , en sağlam işleyicisi, en hararetli naşiri milli şairimiz ol­ muştur. Emin B eyefendinin şiirleri yalnız Türkiye'de değiL İsmail Beyin canlandırdığı cereyanla, bütün Türk ellerinde sevgiyle, takdirle okunuldu. mekteplerde çocuklara ezberletildi ve mecmualarda neşdair olan mekrehi "klasik" şiirlerinıi:de kullanılan A cem ı·e:ni yerine hi;ım pıır· mak hesah1111 kullıınnıamt:t Wl'Sil"t! ernıişri. Fakat

o

�·e:ne alışan şairlerinu; hu

ft.JL�iYeye kulak vermediler . " din• haşlıyor \"e hunun sebebini "' konınıall şa­

ir!e rimi:in ketulilerini deı· aVJıu.wıda !(Örmelerinde ı·e halkı lıiçe saymalannda "

hularuk. "halka anlayacağı dil

ve

hoşlıınacağı eda gerek" huYuruyoı· re ""lisanı

saılı•leşrirmenıi:in ve kolaYiaşrırmanıı;m siyast'fi dahiliye pek mühim

oldu.�wıu "

kavdedirorlar. .

ı·e

lwriciyemi; i\ in ıle

Alımt'f Hikmet Bey merlwmwı

""Tiirk

htrdu"nwı birinci cildinde 8. 9. 10 111111/uralı niislıtJianndaki "":'viii/i ı·c:in ·· halısi. Ait"lıimum Tiirkiyedt' ılilde sade ı'ik ıı · r,·wm lrt�kkuıJa yine Kijprii/ii:ırıle Fuar Be­

yefendinin "/Hi/li edehiyar ccrnwwwı ılk miiheşşirleri" e�·erinin mukaddimt'Iinde.

1 9� 8 isranhul ı·e Yımıf" Akçom Bt!vef�ndinin ""Tiirk Yılı "'ndaki nw!.. ult!laile .Jıiınıt'f Hikmet Beyej�ndinin "'Tiirk Yurdu "nwı hirinci cildinde "S. J-15 " miimeşir "Tiirk dı/i

ı·e

edt!hiyurı

hakkmdu nıiiralıialar"" ya:ısı

ile

Kınm/ı

Prof

Bekir

Ço­

hall:adenin ''Tiir!.. - Tarar lisanı\anna mcdlıal" rseri11i11 'Tiirk- Tarar dille rinin hu­

-�!inkii nıcselt!lerı" " halısint' miiw, ·.wr.

101


redildi. Harbı umumide Kırım'da, taliin de yardımıyla ele ge­ çirebildiğimiz (İkdam) gazetelerinde, Emin Beyefendinin Kaf­ kasya'ya hitaben "Aç bağrıriı biz geldik" diyen şiirini bulmuştuk. Bu, bizler için en büyük bayram olmuştu. Yavaş yavaş, istinsah edile edile, bu şiir Kırım gençliğinin büyük bir kısmı tarafından okunmuş ve ezberlenmişti. Maalesef B olşevik işgalinden beri, gerek Kınm'ın ve gerekse alelumum diğer Türk ellerinin Türkiye matbuatından ve neşeiyatından tamamiyle mahrum kaldınlmalan yüzünden onlan bugün Emin Beyin:

Milletimin felaketli hayatını söyleyim, Dertiiierin göz yaşını çevrem ile sileyim. şiirini okuyarak müteselli olamadıklan gibi, onu uzaklardan minnet ve şükranla yad da edemiyorlar ( 1). Türkiye'de sadelik cereyanı, bilhassa 1908 inkılabından sonra, daha sağlam ve daha umumi bir şekil almaya başladı. Se­ lanik'te Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp Beyterin çı­ kardıkları " Yeni mecmua" bilalıara Yusuf Akçora Beyefendi ta­ rafından kurulan "Türk Yurdu" bu büyük işin sağlam temelleri oldular. Emin Beyefendi sade dilin şairi oldu ise, Ziya Gökalp mer­ hum da Türkçülüğe ait ilmi tetkikleriyle ve hassatan dilde sadeliği müdafaa ederek ve bu tarzda şiirler yazarak tarihi iş gördü. Rıza Tevfik Beyin dilde sadelik hakkında yazdıkları da umumi bir sis­ · teme dayanmıyordu. Türkçülüğün ideolojisini işleyerek alelumum harsta Türkçülüğün ehemmiyetini ve bu meyanda dilde sadeliğin lüzumunu milli ve ilmi prensipiere bağlayan Ziya Gökalp Bey ol­ muştur (2). (I)

''

Em in Bey

dımun "

ı·e Emin Bey Tiirk�·esi" hcıkkmda

Rı:cı

Teıfik Beyin

Tiirk Yur·

"

Yıl: 1 sayı : 4 'deki makalesi.

(2 J "Edehi /isanda ı·ücude gelmiş olan sadelik. Türkçe kelime ve terkipierin arap�·a

1 02

ı·e j(ırisi kelime ı·e terkipiere tefeıTt'iku.

Türk

şiirinde Türkçenin dehcısma


B u sahada Köprülüzade Fuat Beyin de gerek makaleleri ve gerekse kıymetli eserleriyle yaptıkları tesirleri yad etmemek kabil değildir. Türk ink.ılapçılanrun her kutsi emellerini en cezri ve en sağ­ lam bir surette tahakkuk ettiren ulu GAZi 1 93 I 'de neşredilen Sadri Maksudi Beyefendinin "Türk dili için" eserlerine yazdıkları kıy­ metli vecizelerinde: " Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını

bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmahdır." buyurmuşlardır ve "Türk Dili Tetkik Cemiyeti"ni kurdurarak ve dil kurultayı toplatarak yalnız dilimizin sa­ deleştirilmesi değil, Türkçeleştirilmesi için de şimdiye kadar bütün Türk tarihinde hiç görülmemiş bir şekilde sağlam ve cezri bir su­ rette çalışma yolunu temin eylemişlerdir.

has olan parmuk hesabının umumileşmesi, halk musikisinin, hal� edebiyarının revnak bulması, gii:ideleri aldkadar etmeye başlanıusı hep Ziya Gökalp 'in resiri/e husu/e gelmiş tahavı•üllerdir. " "Ağaoğ/u Ahmer Bevefendinin merhum Ziya Gö­ ka/p'e tahsis edilen 1340

-

Konunuevvel tarilı/i "Tiirk Yurdu "ndaki pek kıymetli

makalelerindım.

1 03


BOLŞEViKLER DEVRiNDE DiL MESELESi Tükiye'de sadelik cereyanı bu kadar esaslı ve sağlam bir şekil alırken şimal Türklerinde İsmail Beyin başladığı sadelik ve dil bir­ liği meselesi ne vaziyettedir? B u babsin başlannda Rus misyonerlerinin ve müs·

teşriklerinin ayrı ayrı kabile edebiyatı yaratmaya ça­ hştıklarmdan bahsetmiştik. B unlardarı maada Rus mekteplerinde okuyacak ancak kendi şivelerini bilen gençlerin neşriyatı da tabii olarak kabilecilik yolunda idi. l 905 buhrarıından sonra Rusya Türklerine gazete çıkarmak imkanı verilince, bunların mühim bir kısmı "Tercüman" dilinde veyahut buna yakın bir şekilde, diğerleri kabile lehçelerinde çıkıyor ve umumi dilde çıkan gazete ve mec­ mualarda da, bilhassa şiirlerden büyük bir kısmı, kabile şivelerinde yazılıyordu. Bu meseleyi tetkik eden Cemalettin Velidof " İsmail Bey ma­ halli şiveciliğe, kendisine has nikbinlikle ( iyirnserlikle) geçici te­ zahürat diye baktı. Onun bu nikbinliğinde amil olan sebepler de yok değildi. Kazanlıların gazete ve mecmuaları, küçük ri­ salelerinden bazıları mahalli şivede yazılıyorsa da ıstılahlar ya­ radamadıklarından birçok tabirler Türkçe ifade edilmekte idi. Hatta Volga muharrirlerinden pek çoklarının kendi şivelerinin edebi bir dil olabileceğine imanları yoktu ve pekçokları açıktan Gas­ pirinskinin fikrini kabul lüzumunu ileri sürüyorlardı. İsmail Bey 1 906'da bütün Rusya müslümanlarının üçüncü kongresinde iptidai mekteplerin son sınınarında derslerin u mumi Türkçe oku­ tulmasının mecburi olarak kabul edilmesini teklif ve kabul ettirdi. Fakat, bunlara rağmen mahalli şiveleri her tarafta kuvvetle iş­ lenerek mü stakil edebi diller hal ine geldiler. İdil ''Volga" . Kırgız, 1 04


Ortaasya, Çağatay ve Osmanlı edebi dilleri taazzuv etti. Bu me­ selede nazari deliller değil, hayati ve kat'i zamretler hakim rol oy­ nadı, Maarifi halka çabuk gölürebilmek için onların kendi şi­ velerinde gazete, mecmua çıkarmak ve edebiyat yaratmak zarureti kabul edildi. Bu muharrirlerin yaşayabilmeleri de bunu funirdi. Hü­ kümet veya kuvvetli bir mali müessesemiz yoktu. Gaspirinski,

dağlardaki yüksek ağaçlarm birleşmesi gibi, bütün Türk ale­ minin birbirini anlamasma, birbirlerine yaklaşmasma. umumi menfaalleri müştereken müdafaa etmeleri lüzumunu kav­ ramalarma büyük tesir etmiştir. Fakat o daha ileri gitmek is­ temişti. Yalnız yapraklarm değil, ağaçlarm da birleşmesini di­ lemişti. Buna ise elbette imkan yoktu" (1). Yine Bolşevikler devrinde bu meseleleri muhtelif eser ve ma­ kalelerinde tetkik eden meşhur Kazan muharrirlerinden Alimcan İbrahimof, merhum Kayyum Nasırinin vefatının yirminci yılı mü­ nasebetile çıkarılan mecmuada "Nasıri hiç bir vakit umum Türkleri bir umumi edebi dile çağuan İsmail Gaspirirıski'nin tesirine düş­ medi" ve "Tercüman'nın umumi edebi Türk dili kendisile kabre gitti. Nasirilerin edebi Tatar dili gittikçe kuvvetlendi, yeni yeni kuvvetleri kendisine çekti ve işlendi, şimdi de nazariyatı, tarihile Tatar cumhuriyetinin Darülfünun kürsülerinde öğrenilir bir de­ receye erişti" diyor (2). Kırım'da Akmescitte çıkarılan "Yeni Dünya" gazetesinin 4 B i­ rinciteşrin I 9 3 2 tarihli sayısında yine Alimcan İbrahimof ta­ rafından yazılan " Edebi Teşrinievvel" makalesinde ise Gas­ pirinskinin " Türk-Tatar sermayesi içi n geniş pazar temini

gayesiyle (Dilde, Fikirde, İşde Birlik ) düsturunu ileri sür­ düğünü" kaydediyor ve hatta, İsmail Beyi "Halk kitlesini ede­ biyatsız ve hatta dilsiz kaldumakla" itharn ediyor ve umumi edebi dil cereyanını irtica ile tavsifle muhtel if khçelerin müstakil edebi t l 1 Cemaleddin Ve/idofıın 'Volga Tawrları lıarsi inkişajları

1 :: 1 Tarar cumhurireri maurif komiserli�inin ilmi

"K,trrum ıVasiri mec/11/WSt " / C)22 Ka:an.

n

rarilıi" ıerke:i rarafimlan \·ıkan/mı

1 05


diller haline gelmelerini coğrafi ve hayati zaruretlerle izaha ça­ lışıyor. " Biz bir millettik, Moskova bizi parçalıyor, bizim, bir

dilimiz var, Moskova birbirimizi anlayamayacağımız şekilde dilimizi ayırıyor" diyenlere karşı "yalan, provakasyon, iftira" diye bağırarak Ural dağlannı Erzurum dağlanndan, Kafkasya'yı Kınm dağlarından ayıran da Bolşevikler midir? diyor. ( l ) B u her iki müellif, İsmail Beyin Türk hayatında bıraktığı müsbet izi, hatta, kendisinin bidayette inkılapçıhğmı bile kabul ediyorlarsa da, (2) birincisi daha mülayim bir şekilde olmakla beraber, umumi edebi dilin tahakkuk edemediğini müttefıkan ileri sürüyorlar. Vakıa Cemalettin Velidof "Maarifi halka çabuk gölürebilmek için onlann şivelerinde gazete ve mecmua çıkarmak, edebiyat yaratmak zarureti ile muharrirlerin yaşayabilm�lerinin bunu amir olduğunu" yazıyor ve "Hükümet veya kuvvetli mali bir müessesemiz yoktu" cümlesile, eğer böyle maJi bir teşkilatımız olsaydı, bunun ta­ hakkukuna imkan bulunabileceğini de zınınen kabul etmiş oluyor demek akla gelse dahi İsmail Beyin dil birliği emelini, dağlardaki ağaçlann yapraklannı değil, kendilerini de birleştirmeye teşbih et­ mesiyle kendisinin bunu muhal bir hayal telakki ettiğine hük­ medebiliriz. Zaten "Tercüman"• azçok münevverler okuyor, halk okumuyordu". cümlesiyle ve "mahalli şivelerle halkın çabuk ma­ arife götürüleceği" kanatile de bunun umumi edebi dil teşebbüsüne menfi baktığı sarahatle anlaşılmaktadır. Cemalettin Velidof arkadaşa biz ancak şunu hatırlatmak isteriz ki, Türk lehçeleri arasındaki fark ayrı ayrı ağaçlara benzetilemez, onlar bir tek ağacın dallandır. Bu hususta Türk dilini tetkik etmiş bütün aJirnler müttefıktir. ( 1 ) Bu hususta "A:erbaycan Yurt Bilgisi" mecmuasımn 1 933 tarihli ikinci sa­ Yısında benim "Dil meselesi ve Bolşevikler" makaleme müracaat. rı ) A.limcan ihralıimo{ım "/ 905'te Tatarlar urasında inkılôp hareketleri" eseri.

ka:an 1 9�5.

l 06


Türk dilinin esaslı suretle tetkik edebilecek ilmi hazırlıkla bu işte çalışmakta olan Prof. Çobanzadenin 1 925'te Kırım'da Akrnesçitte neşrettiği "Kınm Tatar ilmi sarfı"nın "Türk-Tatar halkı ve onun dili" bahsinde "Mahmut Kaşgari"nin dil birliği meselesini tahlil ederken, "Bugünde yinni kadar şiveye bölünen Türk-Tatar li­ sanları, bundan takriben 900 sene evvel olduğu gibi, birbirinden uzak değildir. Belki bu yirmi kadar şive içerisinde Çuvaş ve Yakut şüphesiz artık müstakil lisan olduğu gibi, Kırgızca da en ziyade siv­ ritip çıkmış, yani lisan olmaya yaklaşmış, bir şivedir" diyor ( l ). Türk dilini tetkik eden alimierin hemen hepsinin bu mühim mev­ zudaki eserlerini tahlil ederek Türk aJ.eminde bu mesele hakkında en ciddi eseri yazmış olan Sadri Maksudi Beyefendi ise, Yakut ve Çuvaş dillerinden başka, Türk dilleri esasen bir olan Türk di­

linin türlü lehçelerinden ibarettir. Bu Türk lehçelerinden hiç­ biri müstakil bir dil mahiyetini iktisap etmemiştir" diyor ve " Türk lehçelerinden birini iyi bilen adamın herhangi bir Türk ülkesine giderse geldiği günden itibarta mahalli lehçede ko­ nuşmaya başlayacağına, maksadını tamamıyla anlatmakta hiç bir türlü müşkilat çekmiyeceğini" kaytla kendilerinin " Öz­ bekler, Türkmenler, Karakalpaklar, Kırgızlar arasında Kazan lehçesinde söyledikleri notuklarının halk tarafından anf 1 J Çobun:adelerin "Türk-Tutar lisaniyatına metha/" eserinin ( / 98J inci sa· hifesinde: "Kim nederse desin, Türk Tatar halk !isan/arı , hatta Kırgı:da dahil olmak ii:ere birbirinden tamamile ayrılmış !isan/ar haline geldiği yoktur. Müs­ rakil /isan haline gelmiş ya/m; "Çumş'' ile "Yakut" /isan/arı vardır. Bunun iç·in hütiin Türk-Tatar halk lisanlarınm lıigat, kelime teşkili, nihayet nahi\· \"e iislubiinü hir yere toplamak imkilm a: değildir. Ve böyle bir teşehbiis Tiirk-Tutar halk· lamwı medeniyete girmeleri, ku\Tetli medeni merke:lere malik bulunmaları için feı·kaliide yardım edecektir. Şiiplıesi: bu hususta kalkıp da istanbul şi,·esini l'e .ıalrııt Ka:an lisamnı umumi re biitiin Türklere şamil bir /isan olmak ii:ere teklif etmek beyhudedir. istanbul şi,·esi. Rusya Türk-Tatarlarmlll umumi lisam olmak i�·in çok değişrnek ı·e Anadolu halk liswwıa yaklaşmak la:ımdır. Ka:an şivesine gelince nmm inkar nlwınwracak derecede di.�er şiı·elere tesiri olmakla heraber hiide h ir va:iyete lıaf... inı olahilmektl'/1 rok u;akllr . .. diyor.

1 07


laşıldığını ve Aşkabat'da edebi dilden haberi olmayan altı ya­ şındaki "Aydoğdu " isimli bir Türkmen çocuğunun ken­ dilerinin bütün suallerini anlayarak, cevap verdiğini" yazıyor ve " Ruslardan bazılarının Türk lehçelerini müstakil diller say­ malarının esash tetkikata istinat etmediğine kaniim" bu­ yuruyorlar ( 1). Türk aleminde pek çok seyahat etmiş olan İsmail Bey de bizzat kendi tecrübeleriyle Türk lehçelerinin ayrı ayrı ağaçlar olmadığına kanaat getirmiş ve bunları birbirlerine yaklaştırmaya ve bir esasa bağlamaya çalışmıştı. "Tercüman"ı yalnız münevverler değil, köy­ lüler ve esnaf ve İsmail Beyin kasten ve daima tekrarladığı veçhile "İstanbulun hammal ve kayıkçılan, Çin içindeki Türk devecileri de anlıyordu. "Tercüman"ın sade dili bütün Türkler tarafından an­ laşıldığı, I 905 ihtilaJinden sonra Türk kabilelerindeki neşriyatın bir kısmının bu dilde yazıldığı zamanlarda da Rusya Türklerinin hü­ kümetleri ve mali müesseseleri yoktu, fakat, buna rağmen, bu sağ­ lam ve hakikaten milli olan cereyan kuvvetle y ürüyordu. bu va­ ziyeti Zeki Yelidi Bey de şu cümleleriyle teyit ediyor: " Yeni Özbek edebiyatını Astraumof muhiti tesirinden kur­ tarmaya çalışanlar, Taşkentli Münevver Kari, Aptullah Ölfini, Mah­ mut Hoca Behburi v.s. zevat, şu münevver Özbeklerin hepsi. Rus terbiyesi görmeyip ancak mi l li muhitte yetişen zevattır; aldıkları yeni fikir menbalan Azerbaycan. Osmanlı ve Tatar neşriyatı, daha ziyade İsmail Bey Gaspirinski neşriyatıdır" ve " İnkılaba kadar Türkmenler içinde de müstakil edebi hareket görülmedi, Rus hü­ kümetinin neşrettiği " Mecmuai Bahrıhazer"de kendi etrafına Türk­ menlerden hiçbirisini celbedemedi" diyor ( 1 ) . B u suretle, dil birliğini temin yolunda milli imanlı Türkler her (1 1

Bu lwsusra Sadri ,'vfaksudi 8t'_l't'ji:-11di hir �·ok ec11ehi miiellij7erilli. e:ciimlt' .Ht' ­

illet . .1. De11y'nin kanaatlarını da

w:ıyor.

bir leh�·esi11i bilen hir adanun hiitii11

Tiirk

Vakrilt' meşhur 1/amberi de t'lleri11de

mında kolarlrkla unlaşahilne,� ini ka rdellll<'llli�

1 08

ı·e

Türk

dili11i11

lıatra Asyamil hiiyiik hir kıs­

miydi :>

"Tiirk dil i i�m" S. / 1 0- / / J


tarafta hükümetsiz ve parasız çalışıyor ve muvaffak ta oluyorlardı. Türk alemi aynı coğrafi vaziyelle idi, yine aynı dağlarla ay­ rılıyordu. fakat ne bu coğrafi vaziyet ve ne de iktisadi mah­ rumiyeller onlan ayrılığa götüremiyordu. Mesele, maalesef, dağ­ larda ve bu dağların eteklerinde yaşayan halkımızın elinde olmadığından dolayı, umumi edebi dil cereyanı bugün temelinden yıkılıyor.

Programları ve vaitleriyle icraatları arasında her sahada uçurumlar bulunan Bolşeviklerin, milletierin harsi ha­ yatlarında yaptıkları da söylediklerine yüzde bir bile uy­ mamaktadır. Çarlığın bazı müsteşrikleri ve misyonerleri ile yapmak istediği işi, Bolşevikler, bütün devlet ve fırka tesirlerile daha umumi ve daha esaslı bir surette tahakkuk et­ tirmektedirler. Sovyetler ittihadında yaşayan otuz milyona yakın Türk alemi üç beş lehçeye değil, bir tek Azerbaycan bile 17 lehçeye taksim edilmiş bulunuyor. 30 Teşrinievvel tarihli " Bakinski Raboçi" gazetesinde " Azerbaycan dil, sanat ens­ titüsünün yeni keşf olunan Umdin ve Tashur milletleri (?) için iki yeni alfabe hazırlandığı" kaydedilmektedir. Bu milletler (!)le de Azerbaycan 17 dilli bir memleket oluyor. Bu suretle, Kafkasyanın yalnız dağları değil, tepeleri de Türk dilini par­ çalamaya tesir ediyorlar (2). Türkistan'a gelince, "Türkrnenlerde evvelce hususi ebediyat vü­ cude getirmek teşebbüsü yoktu. B olşevikler burada müstakil Türkr 1 i Zeki \/e/idi Beyefendinin "Türkistan " eseri S ..J89-.J93. ( � i Ahiren "Bakimki Raho�"i'" ga:etesinin 185 inci mmrarasuıda "A ı·arlar ı·e A:er·

hm'Clmda mil/i.\'t't meselesi" haşlıklı makalede "A:erhm·can Maar if Komüerliğini. Tiirk olmamn Ta/Jş. Tur ,

rlrmınıirer

ı·ermenıekle,

ı·irnıemt>kle ı·t'

Kiirr hilhassa A rar gihi millerierin medeni ihtiyaçlarına mekreplerde tedrisun hıı millerierin dillerine çe·

hıı sıırerle Lenin 'in milli siyasetini ho:nwkla " irlıam ermekrdir. "is·

rikhi/" gu:ere.1i 1

ınci kanıın 1 ')33 No . .J8.

1 09


men edebiyatı vücude getirmeye çalışıyorlardı. 1 925 senesinde Aş­ kabat'ta Emir Hacıoğlu Kakacan tahtı idaresinde "Türkmenistan Gazetesi"nin neşrine başlanmıştır. Lisan, Azerbaycanla Özbek ara­ sında idi. Sonra idaresini komünistlere vererek dilini halis Türk­ menceye çevirdiler. Bu lehçeyi kuvvetlendirrnek için Maksim Gorki'nin eserlerini Türkmenceye çevirecek bir tercüme edebiyatı vücude getirilmekte olduğunu "Türkişe Post" gazetesi 1 928 se­ nesinin 2 numaralı nüshasında yazmaktadır. Özbekistan'da da "yeni edebi Özbek dilinin Özbek canlı şiveleri esnasında kurulması ve bu dili zenginleştirecek kelirnelerle ve bunun kanunlarını Nevai, Babir ve başkalarının eserlerinden almayarak canlı Özbek şi­ velerinden çıkarılması, beynelmilel sözlerin Rusçadan alınması" müdafaa ediliyor ve Özbekçeye diğer Türk lehçelerinden kelime alınrnamasına çalışılıyor ( l ). "Kırgız ve Karakalpak lehçesinde de edebiyat vücude ge­ tirilmektedir. Türkçe edebiyatla beraber Türkistan'da bir de farisi­ Tacik edebiyat kesbi hayat etmektedir. Türklüğe karşı Taciklik si­ yasetinin takviye edilmesi ve Tacikistanın ayrı bir idareye bağ­ lanmasıyla Tacik edebiyatını tevsi teşebbüsleri de vardır. Se­ merkant'ta "Avazı Tacikhay" , Düşenbe'de " Didarii Tacik" gazeteleri ve yine Düşenbe'de " Daniş ve Amüzgar" mecmuası neş­ rolunmaktadır. "Avazı Tacikhay" gazetesinde Türklere karşı Tacik milli hislerini kuşkulandıracak makaleler yazılıyor" (2). Sovyetler ittihadında bütün neşriyat, tiyatrolar, filmler hükümet elinde ve komünist ruhunda olduğu gibi, her eser de, ancak fır­ kanın kararıyla basılır ve bütün harsi faaliyet sıkı bir kontrola tabi tutulur. Sovyetlerin Türkistandaki resmi gazetesi olan " Tür( 1 J ··Kı:ıl

Ö:bekisrwı "

ga:eresinin /4161933

rarihli nüsha.mıda Aracan Haşim 'in

ı·e 20;31933 tarihli nüsJıamıd,ı ihrahim Tahiri 'nin makıılelerimlen. isen Tursun Beyin "Yaş Türkistan .. mecmıwmıdaki "Türkistanda dil siyaseti" başlıklı hir seri makalelerine e:ciimle mecmuı/11111 Birincireşrin 1 933 nüshasma bakılması.

1 2 ! Zdi

1 10

l ıdidi Berefenı/in/ll Tiir/.:istun .. l.:irahı. S . ..JYfı-498.


kistanski Pravda11 1924 senesinin 23'üncü sayasında Kargazlarm Man as destamna temas ederek diyor ki: 11 Bu destan Pan­ türkizm fikrinin intişar ettiği devirde zahir olmuştu. Diğer ta­ raftan ittihada islam fikirlerinin intişara sebebiyle bu destana panislamizm anasara da dahil olmuştur. Destamn ilk kısma halis milli ruhtadar. Eserin ehemmiyeti yalnız ilmi olabilir, fakat kıy­ meti ilmiyeyi haiz olan bu eserin Türk halkı arasında milli ve dini hayatı kuvvetlendirrnek tehlikesi vardır. Bu meselede ih­ tiyatlı olmalıyız ( 1). Bir destanın bile söylenmesine karşı tedbir alınan bir memlekette Türk lehçelerinin bu derece parçalanmasına ve bu lehçelerde bir­ birinden farklı alfabeler yaptınlmasına karşı nasıl vaziyet alı­ nabilir? Böyle bir memlekette umumi edebi dil meselesinden nasıl bahsedilebilir ki? Bu yapılmadığı gibi, her lehçede istdahlar ya­ radalıyor, neşriyat azami bir surette kuvvetlendiriliyor ve bütün matbuatta, 11 İnkdap dili" unvamyla vaftiz edilen Rus­ çadan kelimeler ve tabirler korkunç bir şekilde ahmyor (2). Bu vaziyet bütün sarahatile 26 Kanunusanİ 1 934 tarihli ve (22) numaralı "Krasni-Kınm" Kızıl Kırun gazetesinde tespit edil­ mektedir. Kırun komünist fırkasının 1 7'inci kongresinde bu mesele hak­ kında epeyce münakaşalar olmuş ve Bolşevikterin hatta Kırım mik­ yasında bile Türk dil birliğine tahammül etmedikeri tespit edil­ miştir. Kırun eyaJet komitesi katibi Çagar bu kongrede söylediği nut­ kunda: "Burjuva emeli taşıyan unsurlar şuurlu olarak Tatar dilini Arap, Türk kelimeleriyle dotdurmakta ve Rusça ıstılahiardan ka­ çınmaktadırlar. Mesela Tatarca'da transport kelimesi yoktur. Bunun yerine Arapçadan nakliyat kelimesini alıyorlar. Hal­ buki bu kelimeyi Tatar halka anlamıyor. Neden transport ke( 1 ! ''Tiirkista11" eseri 496-498. 1 :2 1 Bu nu!wleler hakk11rda he11im llilliret g(r=eresini11 1 93 1 senesi :2-1 ı·e 2tı Nisan tarilı/i nuslwlan11da/.:i ''Tiir/.: dili is·in" makale/erime miiracaar.

ııı


Jimesi kullanılmasın? Bunun gibi misaller çoktur ... " demiştir. Aynı kongrede Kırım Halk Maarif Komiseri Aleksandroviç de şu mütaleatta bulunmuştur: "Tatar milletçileri lüzumu kadar tenkit edilmemişlerdir. . . 1 9291 930'da yapılan Milli unsurları tenkit çok sathi olmuştu. Bu ten­ kitte Tatar edebiyatı, etraflı ve esaslı olarak tahlil edilmemişti. Me­ sela maruf milli Tatar edibi Gaspirinski pek az tenkit edilmiştir. Milli fırkacılar onu bir inkılapçı olarak tavsif ediyorlar, Rus Çar­ lığına fakir Tatar halkını sattığına ( ! ) dair bir şey yazmıyorlar. B u­ günkü edebiyatta dahi bir çok hatalar vardır. Halbuki bu eserlerin muharrirlerinin çoğu komünist ve komsomoldur. Dil meselesinde bir çok burjuva nazariyeleri vardır. B irincisi Türkiye'ye temayül eden cereyandır. Bunlar Kınm Tatar ede­ biyatıru Şuralar ittihadı tesirinden ve Rus dili tesirinden ayırmak is­ tiyorlar. Bunların başına sabık kurultay reisierinden Hasan Sabri Ayvazof bulunmaktadır. . . Geçenlerde G.P. U. tarafından serbest bı­ rakılan bu adam tekrar ideoloji cephesinde rehberlik yapmaktadır. Bunlar Türkçeye çok yakın olan Kınm cenup lehçesinden is­ tifadeye çalışıyorlar. . Panturanizm'e temayül eden ikinci cereyan şimali Kınm leh­ çesine temayül etmektedir .. Çünkü bu lehçe merkezi Asya ka­ vimlerinin lisanlarına çok y akındır. Onlar en eski zamanlardan kalma müşterek kelimeleri de arayıp bulmaktadırlar . . Bunlar epey­ ce eserler yazmışlardır. En marufları Odabaşı, Bekir S ıtkı ve di­ ğerleridir. Üçüncü bir cereyan daha v ardır ki , bu da merkezi Kırım yani B ahçesaray lehçesine temayül ediyor. Bu cereyanda pantürkizm ve panturanizmle mübareze (kavga) maskesi altında canlı Tatar dilini Bahçesaray lehçesiyle boğmak istiyor. Bunlar da bizini sosyalizm tesiri ile doğmuş kelime lerin aleyhine çıkıyorlar. . . Fransızcaya te­ mayül eden bu cereya.ıun başında komünist fırbsı azasından Mah­ mut Nedim bulunmaktadır. Kollektivizatsiya yerine Kol­ le kt iv isas i yo n demevi terc ih ediyorlar . . Çünkü kelimenin 1 12


sonundaki (zatsiya) Rusça olduğundan bundan nefret ediliyor. . Halbuki Tatarlar için art ık sovet, udarnik, sovhoz, kolhoz ke­ limeleri ana dili mesabesindedir. . . Bunların Tatar diline gir­ melerinde hiç bir beis yoktur.. B ütün bu cereyanlar bize Ukrayna hadiselerini hatırlatıyor.. Onlar da kendilerini Rus dilinden Seddi Çinle ayırmaya kalkışmışlardı.." Kırım'daki bütün edebi cereyanlara muhalefet eden ve bunların hepsini milletçilik ve pantürkizimle ithama kalkışan bu komiser Ukrayna hadiselerini boş yere hatırlatmamıştır. Orada bu me­ seleden dolayı çok kuvvetli takibat ve şiddetli tecziyelerde bu­ lunulmuştu.. Edebi dil birliğine çalışanların ve bilhassa Rus ke­ limelerinin Türkçeye girmesine muhalefet edenlerin Kınm'da da görecekleri budur; demek isteyen bu komiser geç kalmıştır. Çünkü, Kınm gençlerinden eli kalem tutanların hemen heyeti umumiyesi zaten ya B olşevik hapishanelerinde veyahut buzlu menfalarda can çekişmekte ve yazı yazamayacak ve neşredemeyecek bir halde bu­ lunrnaktadırlar .. Yeni yetişen gençlerse ıriaale�ef umumi edebi dili bilmiyorlar... B u vaziyet önünde Türk dil birliğinin Alimcan İbrahimofun de­ diği gibi " İsmail Beyle birlikte kabre gömüldüğüne" hükmetmek zaruri midir? Yahutta, Zeki Yelidi Beyle "Harbı umuminin bi­ dayetinden bugüne kadar garp ve şark Türkleri arasında edebi mü­ badelenin ve medeni münasebetleriri kamilen inkıtaa uğramış bu­ lunması ve Türk l isanının Rusya'da geçirrnek�e olduğu buhran ve müşkülat devri Gaspirinskinin gayesini artık öldürmüş ad­ dolunabilir" diyebilir miyiz? B iz "Milliyet" gazetesinde münteşir "Türk dili için" ma­ kalelerimizden birincisinde "artık mahalli lehçeciliğin galebesini kabul etmemek i mkan haricindedir", ikincisinde de "bu vaziyetİn • ızun sürmeyeceğini ümit ederek bu kısa devrin Türkiye lehçesinin · umumi edebi dilimiz olmasına esas�a tesir edemeyeceğini ve hatta mahalli lehçeciliğin bu takdirde milli dilimizin daha kolaylıkla iş­ lenmesine yardım edeceğini biz de ümit ve tasavvur etmektey iz. 1 13


Fakat bunlar ümit ve temennidir, hakikat ise bugün aleyhimizdedir. Bu vaziyet daha ziyade uzarsa bu mahalli lehçelerden hangisinin dilimizde hakim rol oynayacağı ve bilhassa bir ilim ve fen dilinin bütün Türk dünyası tarafından kabul edileceği pek meşkuk bir şekil alacaktır" demiştik. Kırımlı Profesör Bekir Çobanzade ise kendisinin "Türk-Tatar li­ saniyatına methal" eserinde "muhtelif şivelerden ayn ayn edebiyat, mektep, matbuat meydana getirmek sevdası Türk mü­ nevverlerinden pek çoğunun geçtiği dar bir koridordur. Halbuki bu mümkün değildir. Bugün Danimarka, İ sveç, Norveç gibi milletler bile lisanlannı diğer büyük milletierin dillerine yaklaştınnaya ça­ Iışmaktadırlar" ve "Tek Iisan taraflann ın fıkirlerini kuvveden fiile geçirmenin imkanı var mıdır? sualine "hiç şüphesiz vardır" diye cevap veriyor ve bunun için de "bütün Türk-Tatar dünyasının ma­ arif hadimierinden mürekkep daimi bir "maarif encümeni ve mat­ buat bürosu" kurulmasını teklif ediyor. Aynı müellif "Kınm Tatar ilmi sarfı" eserinde "işte bu vaziyet Türk-Tatar muharrirleri ara­ sında bir umumi dil meselesi doğurmuştur. Lakin, iktisadi ve ilmi merkezler olmadan, böyle bir meseleyi çözmek kabil değildir. Her şeyden evvel Rusya Türk-Tatarları arasında umumi bir maarif mer­ kezi lazımdır ve Ufa'da bir dini merkez olmak üzere mahkemei şe­ riye yaşadığı halde, bir maarif merkezinin ve bunu temsil edecek bir ilmi makamın bulunmaması doğrusu acaiptir" diyor. Acaba yal­ nız acaip mi? Kınm'da halk edebiyatının toplanmasında ve maarif işlerinde kıymetli iş görmüş ve siyasete hiç kanşmadığı halde bugün men­ falarda sürünmekte bulunan H. Odabaş ise "Kınm okuv işleri"nin 1 926 tarihli 9 numaralı nüshasındaki makalesinde: "Türk-Tatar halklan arasındaki ıstılah işini birleştirmek için Türk-Tatar ül­ kelerinin dil alimlerinden teşkil olunacak bir ıstılah enstitüsünün meydana getirilmesini" teklif ediyordu. Yine aynı muharrir 1 926 senesi 10 Teşrinisanide Kırım'da Akmesçitte toplanan ikinci de­ receli mektepler muallimlerinin kongrelerine verdiği layihanın ı 14


8'inci maddesinde "Kınm için. gerek tarihi, içtimai ve gerekse coğ­ rafi ve iktisadi ellietlerden bakıtdığı surette, umumi ilmi-edebi dil olarak cenup-garp edebi (yani Osmanlı) şivesini intihap etmek ica­ beder" diyordu ( 1 ). Bütün bu tavsiyelere ve teklifiere rağmen bolşevikler Türk dil birliğine karşı takip ettikleri siyaseti değerlendirmediler ve Türk dil birliğini, yani Türkçülüğün bu en sağlam temel ve emelini kö­ künden baltalamakla devam ettiler. Komünist fırkasına m!nsup Türk-Tatarlardan ve hatta Rus müsteşrik.lerinden bazılan gerek ma­ halli lehçeterin kuvvetlenınesi ve gerekse her lehçede ayn ayn al­ fabeler yapılması meselesinde her kabilenin kendi kararlarile ha­ reket etmiş olduğunu ileri sürerler. Ahiren Şarki Türkistan'da kurulan ve milli ümitlerirnizi canlandıran genç Türk cum­ huriyetinin resmi gazetesi olan "Şarki Türkistan hayatı"nın başına "dilde, fıkirde, işde birlik" düsturunun yazılmış olması, yalnız İ s­ mail Bey'in bu mukaddes maksadının "kendisile birlikte kabre" gö­ mülmediğini isbat etmekle kalmıyor, aynı zamanda Türklerin, hatta bu fikirlerle esaslı işlenmeyen kısımlarında bile, kendi mu­ kadderatlan hakkında serbestçe karar verebildikleri bir günde bu esasa sanlacaklarını isbat eder ki, bu da Bolşevik alimlerine güzel bir cevaptır. Gerek Rus Çarlığının ve gerekse Bolşevik.lerin mahalli leh­ çelerde edebiyat yaratmak işine kuvvetle çalışmalan keyfiyeti et­ raflı tetkik edildikçe ve bundaki gayeleri tahlil edildikçe İ smail Beyin. umumi edebi dil meselesile bütün hayatınca ciddiyelle uğ­ raşmış olmasının mana ve ehemmiyeti pek vazıh bir surette an­ laşılır. Dil birliğinden mada "Tercüman"ın takip ettiği başlıca gayeler şunlardı: ı. l ı .'Kırını okuv i�leri" nu mara ı w::w

�cne

ı g 2 -: .

ı ı5


İlkmektepleri ve medreseleri ıslah, kızları okutmak, cemiyeti hayriyeler açmak ( I ), isla.m dininin terakki ye mani olmadığını ileri sürerek medeni cereyanı kuvvetlendirrnek ve müslümanlarda sıkı bir tesanüt yaratmak, Türkiye aleyhinde yazılan makaletere ve si­ yasi teşebbüslere cevap vermek. Türkiye'nin ve islam dünyasının terakkisine yarıyacak fikirleri ileri sürmek, Rusya Türklerinin ve bütün dünya müslümanlarının Türkiye'ye olan alaka ve mu( 1 1 Şimal Türklerinin içtimui kudretlerini ishut eden "Cemiyeri huyriye "la

reyunı ehemmiyetli ve terkike değer bir meı·zusa du muulesef vesuikin a:lı .�ındun dolayı hi;: bu hususu tcıfsile imkan bulamadık, Şimul Türklerinin her mühim mer­ ke:lerinde. hatta ba:ı kp;u ve nuhiyelerde hile cemiyeri hayriyeler kumimuş ve muuı·enete muh taç o/unlurcı yardım işle rinde ı·e bilhassa fakir talebe/erin oku­ yubilmelerini teminde tarihi denilecek mühim işler görülmüştür. Bakiıda Musa Tugiyef merhumun himmetile yap ı lmış cemiyeri hayriye binası. bütün alemi isliımda bu muksaticı yap ı lm ı ş binaleırın en hüyüğii ve en gii:eli idi. Harbi umumide felakete ı·e Rus tehcirine uğrayan e/viyei sehisedeki kurdeş lerimi: in Baku cemiyeri hayriyes in in delaletile bütün Rusya müslümwılurındun yii; bin rub­

leyi miitecuvi; para toplumlurcık rev:i edilmişTi . Cemiyeri lıuyriyelerin faaliyetleri hakkında bir fikir ı·erehilmek i�· in Kırım- Yu/tu cemiyeri huyriyel·inin / 908 se­ nesine ait faa liyeti ı•e he.wp rııporunıt kuydediyoru;: Cem iyetin h11 sene ip r idusında 1 2 .807 ruh/e sermayesi ı-urdı . bu St'ne :cırjindu du 2466 ruh/e ri/miş

yardım rop/wıdı. Bıı puradan 29 fukuruycı hilujai; 1 JOO ruh/e ı·e­

ı·e seki; nıektı•pre

cemiy

er hesabına 99 erkek

ı·e

56 kı;

çonı,�u

okw­

rıtmlmuştur. Mektep/ere 1 756 ruh/e iu11e ı·erilmiş. Odesudu dişçi/ik rulısil eden

Ha.rri

:!50

A lımedofEfendiw 450 ruh/e Akmes�·it idadisiııde rulısil eden Halil Efeııdiye

ruh/e iune

ı ·erilnıiş ı-e milli. femıi redrisat i�· in de !2456! ruh/e swjt!dilmiştir.

Yulru cemiyerinin cedri.wra giisrad(�i

miH•rin hiiriin a:a.\t 235. nwamı/eri ralo.inı

mecmuasiii/II

lıimmet şayw11 rakdir ı·e imrisa ldir. Ce­

mu;

iiçtiir . r Terciimandwı naklt•n. S11·urı miis­

1 909 Tari/ıli 84 tincii sayısında. i

B u kii �· iik cemiı-eri lw.rriyenin

de/ô/erile Ba/J.. a n lwrlıindt' Kmmda roplımtlan ehenımiı·erli meha/N ı·e eş_ı-a is­ t,mlıu/,/u

ı 16

Hihilialıllıa merke:ine •: .·inderilnıişri.


habbetlerini kuvvetlendirmek, Türklerin tarihlerindeki kudretlerini hatırlatarak milli imanlarını canlandırmak ve milli bir v icdan ya­ ratmak, Rusya Türklerinin siyasi fırkalara gire re k par­ çalanmalarından ise siyasi bir teşkilat etrafında bi rle� meleri n i temin etmek... Bütün bu meselelerde "Tercüman" birinci nüshasından son nu­ marasına kadar aynı iman ve aynı heyecanla çalışmıştır. "Ter­ cüman" koleksiyonundan alınacak herhangi bir tek numara bile bunu isbat edebilir. " İ smail Beyin bazı yazılan" faslında, ele ge­ çirebildiğimiz bazı "Tercüman" numaralanndan alınan makaleler ve haberlerde de, bu yol ve bu gaye vazihen görülür.

ı ı7


V İLKMEKTEPLERLE MEDRESELERİ ISLAH MESELESi İ smail Beyin en kutsi davası ilkmekteplerin ıslahı idi. "Hakim bir milletin mahkum düşmesi, mahkum bir milletin yok olması mektepsizlikten ileri gelir" diyen İ smail Bey "Usulücedit" ce­ reyarunı bütün Türklüğün hayatını ve istikbalini kurtarmak mak­ sadile canlandırmaya azmetmişti. " 1881 senesi topladığım malumata nazaran Rusya Türk­ lerind� 16.000 küsür mahalle mektebi, 214 medresei arabiye mevcut olup bu on altı bin mektepte yarım milyon Türk ço­ cuğunun beşer sene ömürleri çürütüldüğü halde onlara Türkçe beş satır okuyup yazmak bile öğretnemediğini ve ancak kıraati kuran, namaz duaları öğretilmekle iktifa edildiğini gördüm. Bu mahalle mektepleri sırf dini addolunduklarından resmen idarei şeriyeterin nezaretinde, hakikatta ise hiç kimsenin ne­ zaretinde bulunmuyorlardı. Bu boş mektepler hür mektepler idi­ ler ki, efkan umumiye hareketlense, mektep işine sevkedilse hayli iş görmek mümkün olurdu" kanaatile etl<arı umumiyeyi harekete getirmek ve mektep işine sevketmek için o, "Tercüman"ın her sa­ yısında ve bütün seyahatlarında bu mesele ile uğraştı ( 1 ) "Ter­ c ü man ın ileri sürdüğü usu lücedit veya usu l ü savliye e s a sat ı " Pes.

"

ı ı8


taloci" tarafından, kurulmuş ve Avrupanın her tarafında taammüm etmiş, hatta eskimişti. Bahçesarayda okuduğu eski usuldeki mektepten çıkarak Rus mektebine girmiş olan İsmail Bey arasındaki farkı kendi hayatında gördüğü gibi, Fransa'da bulunduğu zaman da Avrupa'da ilk­ mekteplere verilen eberniyeti anlamışh (2). İlk usulücedit mektebi 1884'te Bahçesarayda Kaytmazağa mar 1 J ismail Bey "Tercüman "dan evvel neşrettiği "Terakki" mecmuasındaki 'Terakki ve marif' makalesinde: "insan oğlu hakikatı ve saadeti hiç tapalmaz (bulunmaz) ve lakin bu luıkikat vt saadtt yolunda yüriiytnt yardımcı bir şty vardır, bu ka­

ranlıkta ftntrt bttıZer, buna

nuıari

f vt yaki bilük (bilgi) dtrltr, maarif insanuı

jikrini çok tder, aklını ktskin tdtr, :z;tk8vttini köptder (arttınr). Bir insanın aklı vt :z;tk8veti artsa kuvvtti vt strvtti dahi artar" diyor ve ilk yazısında maarijin lü:z;umunu anlatmaya çalıJıyor. "Hakikat" mecmuasında ise aşağıdaki şiiri ile bu malesadını anlatmaya ça­ lışıyor:

Ey vatan kardaşı, sen gtl gayrett htr hiz.IMtt bir hüntr murıulı luıliktir. Al henun kaumu kitabı gel himmete bin hayvana bir insan hüneru galiptir. Çünküfarzolmuştur ilim bu ümmete kimge tabi olmayan kilaba tabidir. Hünersizlik yakışmaz bizim millete

bin kılıçka bir kalem daim galiptir.

ı·

(2) / 909 Ha:iranmda ismail Beyin istanbulda "tedrisatı umıımiye" hakkında

erdiğ i konferans , kendisinin ilkmektepler meselesini ve hunıın tarih�·es ini cid·

diyerle tetkik ett iğ in i gösterir. Bu konferansta , usulücedir

hakkında i::ahat

ve­

rilerek, bunun tedrici ı·e sawi olduğu ı·e usulün kolaylığ ın ın hu \'Usıflarmdan ileri geldiği anlatılmakta ı·e bu sayede çocuklarının ./5 günde biitiin alfabeyi öğ­ rendikleri bildirilmektedir. Tedriciden maksat, çocuklara iiç harf ı·e sonra birer haıf öğreterek de mm

ermek. saı·rilik ise

lıaıjTeri

de.�il sesleri ö.�renmekri. fSt­

ranmüsrukim 30 Temmu: 13:25 sayt ./ 9 salıifu 363 . !

ı ı9


hallesinde açıldı. Bu mektepte okututacak alfabe İsmail Beyin yazdığı (Hocayı sübyan)dı. Mektebin muallimi İsmail Beyin yeni usulü bizzat öğreterek yetiştirdiği Bekir Emektar mer­ humdu. ( 1 ) B in müşkülatla bu mektebe ancak 1 2 talebe kay­

dettirilmişti. Kadimcilerin "usulüyezit" ve yahut ta usal (adi, fena) cedit diye lekelerneye çalıştıklan ve " katirler ocağı" olacağını

ileri sürdükleri bu mektebi o zamanlar bunların tesirinde bu­ lunan halk çok soğuk karşılamıştı. İsmail Bey bu ilk mektebin tarihçesini şöyle hulasa eder: " Kırkbeş gün sonra bütün Bahçesaray muteberam davet edildiği halde, diğerlerinin " olmayacak bir iş" d iye baktıkları bu teşebbüsünün neticesini anlamak üzere imtihana 200 da­ vetliden, ancak otuzu geldi. 45 günde her gün ancak 4 saat ça­ lışarak çocuklarının okuyup yazmayı öğrendiklerini, kuranın her sahifesini yavaş yavaş okuyabildiklerini görerek ellerinde mendil ağladılar. Hayırlı gözyaşlan bu yaşlar idi. İslahıtedris mümkün olacağına delil yine bu yaşlardı. imtihan günü mektebe 40 çocuk daha kaydedildi, mektep mektebe benzedi. Ayda iki kuruş muallim hakkı vermeye alışmış babalar, ayda on iki kuruş

(1 ruble) vermeye razı oldular. Bu bana bir kat daha kunet verdi. Bu muvaffakayet sayesinde ikinci bir yeni mektep daha açıldı (2). " Yeni usulün kuvvetleşmesi ve kökleşmesi üzerine eski fikirliler daha ziyade harekete gelip, mektebi ve usulü halkın nazarından dü­ şürmeye çabaladılar, yeni mektebe her taraftan hücum ettiler. Çabuk öğrenilen ilim çabuk unutturulmuş. dini mektepler bo­ zulacık Rus Şkolas ına ( mektebine) dönecekmiş . . . Bu hücumlara

bqı Bahçesaray pazarında bir kah,·ehanede (akşam mektebi)

açtım, yirmi kadar hammal ve bakkal delikanlıları davet ettim. •

1 ' l " •ıarl Heı ı11 "Binllı ; mıwl/im. hirinci �akirdim ·· dive ruı·sıjle

Tıir/..

· � , F:u i. ı u r,/ıoıw: i_;� - r,u , /ıiı

1 20

ı

Rusmda mı/li

. ll lı ' i.." ! ı f'leriı•i11 ıs/,ı/ıı , ,. u.\11/iisaı·n l"('llill innşan 1 t•sami irlwf" err(�i :aiTir. .\

111ı

ı

Hn ı ı ında/.. ı /.ılllı/1/ Bn·ın llıa/.. a lclerınılen . .


40 akşam bunları bizzat okutarak hepsini okur-yazar ettim. Bu dinç şakirtlerimin her birisi yeni usulün gür sesli müdatileri oldu. "Tercüman"ın lesiriyle usülü savliye muallimliğini öğ­ renmek için Kafkasyadan ve Rusya içerilerinden Bahçesaraya talebe ve molla gelmeye başladı. B irinci nümune mektebi, hem mektep ve hem de bir dereceye kadar darülmuallimin vazifesini ifa ediyordu. Gelen mollalar bir iki ay mekleple misafir kalarak muallimlik şahadetnamesi alıyor ve memleketlerine dö­ nüyorlardı. Böylece maarif ve teceddül kıvılcımları öteye be­ riye sıçrıyordu". " Nümune rneklehine misafir gelip, usulüsavtiyeyi tahsil eden molla ve muallimler, bu bedava derse karşılık olmak üzere iki adama öğrendiklerini öğretmeye, usulüsavtiyeyi göstermeye, kendi mekteplerinden maada iki mektebin daha ıslahına ça­ lışmaya söz veriyorlar, yani vicdanen borçlu ediliyorlardı. Böy­ lece birbirinden öğrenmek usulile muallim yetiştirmek çaresi bulunmuştu" . "Kafkasya, Asya ve Rusyanın her tarafından islam tüccarın çok toplandığı Nijninovgorot serisine her sene gidiyor, beş on gün pro­ paganda ediyordum. 1 887'de Bahçesaray nümune mektebi mu­ allimi Bekir Ef. Emektar Rezan vilayeti Hankerman beldesine gön­ derilmiş ve orada ikinci nümune mektebi tesis edilmişti. Nijninovgorot. Tambof ve Penza vilayetlerinin müslümanları ara­ sında usulüsavtiyeyi öğretmek ve neşretmek bu muallime sipariş edilmişti." "işbu beldede açılan mektepte okuyan çocukların pederleri daim mezkur panayıra geldiklerinden bilisıifade meclislerde bunları şahit ederek söylettiriyor ve böylece gözü açık tacirleri mektep ıs­ lahına teşvik ediyordum". Bu davellerin semeresi olarak 80 kadar molla ve sofıa Bah­ çesaraya gelip usulucedidi tahsil ederek ve idare teniplerini öğ­ renerek mütalea edecekleri fenni kitapları da alıp gitmişler ve ver­ d ikleri vaitlerine biaen 5 - 6 sene zarfında Rusvanın her vi la\ etinde .

.

ı2ı


ikişer üçer mektebi ıslah etmişlerdi. Lakin, Asya'yı vustadan ses çıkmıyor, hareket işidilmiyordu. 1 893'te oraya yollandım. Or­ taasyada lisanı farisi muteber tutulup Türkçeye rağbet edilmediğini gördüm. Semerkant'te Türkçe okututmak üzere gayrı resmi surette Orenburglu tacir Abtülgani Bay hanesinde 3'üncü nümune rnek­ tebini tesis ettim. Muallimliği BakOlu Aptülmecit Bey kabul et­ mişti. Bu mektep üç ay kadar devam edip hükümet tarafından ka­ patıldı. Fakat Ortaasyalılar arasında "makinalı mektep" namı ile şöhret almış olan bu mektep usulüsavüyenin sühuletini ahaliye gösterip efkan ummiyeyi celb ve tahrik eyledi. Bundan itibaren Asyayı vusta dahi teceddüt yoluna girdi. Usulüsavliye mektepleri, farisiye mahalli münasip bırakınakla beraber, milli olan Türkçeyi ileri sürdüler. Böylece milletin tahsil hevesi uyandığından muallim bulmak hayli müşkülleşti.· Hayatın bu sualine cevaben 1 90 l 'de "Vakit" gazetesinin muharriri Mehmet Fatih Efendi Kerimof Oren­ burgta gayri resmi olarak "Muallimin dersanesi" açıp Ural ve Si­ birya için hayli muallim hazırladı. İki yaz devamdan sonra bu ders­ ler de mahalli hükümetçe menedildi" "Bununla beraber Kazanda münevver ulemanın ileri ge­ lenlerinden müderris Alimcan Barudi Efendi medresesini ıslah ve programına fünun tahsilini ithal ve bir de "muallimin şubesi" tesis etmişti. Bu şubede hayli muallim yetişip etrafa dağıtıldı. B u med­ resenin ve şubenin fenni cihetinde muharrirlerirnizden Akçoraoğlu Yusuf Beyin hayli hizmeti görülmüştür. 1 884 senesinde başlanmış teceddüt ve ıslahat, 1906'da Bah­ çesaraydan ta Kaşgara kadar yayılmış ve Türklerin ciddiyeti sa­ yesinde göreneklere, taassuba, emniyetsizliğe tamamen galebe ça­ lınmıştı. B u büyük işe ne Rusya devletinin hazinesinden ve ne de ecdadımızın vakıf defınesinden beş para alınmadı. Yalnız Türk­ lerin necat ve hayat arzularından nebean edip akın akın gelen ak­ çalarla beşbini mütecav iz Tü r k mektebi tesis ve ıslah edildi. 1 22


Bakulu Hacı Zeynelabidin Tagiyef, Orenburglu Hüseyinoflar, Sibi.ryalı Hacı Nimettullah gibi yüz, iki yüz mektebin masrafına para vermişlerden sarfınazar, Akçora Oğulları, Apanay Oğulları, Abdülmennan Oğulları gibi onar on beşer mektep tesis eden Türk­ ler az değildi. Mahalle ve köy cemaatları bilittifak mekteplerini za­ mana muvafık tamir veya bina ettirip, senevi 4-500 ruble tahsisle maarifi milliyeye kör körüne değil, bilerek isteyerek hizmet eden cemaatlar da yüzlerce görülmüştür. Şu yazdıklarımızdan görülüyor, anlaşılıyor ki, milli maarifın iler­ lemesi, intişarı yalnız nezarete mahsus değildir. Bu iş herkesin ve cümlenin hayat borcudur. Nezaret, nezaret eder, bakar; teshil eder, muavenet eder, fakat, çalışmak kendini bilen her Türkün va­ zifesidir. Rusyada sakin Türkler, bu hususta semereli faaliyet gösterdiler, eminim ki, Osmanlı Türkleri daha ileri giderler. Bu kavi ümitle şahsi ve içtimai beylik ve resmi değil bir faaliyete başlangıç olmak üzere "Büyük Yurt" ehline usulüsavüye dersleri açmak istiyorum. ( 1 ). İ smail Bey, Türkiye maarifi ile de yalnız meşrutiyetten sonra alakadar olmamıştır. İlk devirlerinde bilhassa Şimal Türklerinin maarif meselesile uğraşan "Tercüman" bir kaç sene sonra bütün islam dünyasına ve Türkiyenin maarif hayatına dair de epeyce ma­ kaleler yazmıştır. 1 895 Haziran ı ı ve ı s tarihli "Tercüman" nüs­ halannda İ smail Beyin "Şark meselesi" unvanlı çok ehemmiyetli iki makalesi münderiçti: "Serlevhaya bakıp Gladistonluk, ya Sismarklık iddiasında bu­ lunduğum zarınedidmesin. İndimde şark meselesi, maarif me­ selesi demektir" "Moğol akıntısından ve yıkıntısından sonra hemen ta bu zamana 1/1

Tiirk Yıu·du. 1 3: ! 7

.wn

R . .w/ı if(> �3fı-!39 ( ismail Be,· in mukulelerinden J .

1 23


kadar alemi isin.mın gayretten, gözden, kulaktan düşüp. koca gül­ bahçe miskinhane harabesine çevrilip asırlarca terakkiden bi­ behre kaldığı, büyük ulema zuhur etmediği tüccarlar yo bu­ lamadığı, kaşif ve naşirlerin namları dahi unutulduğu nedendir? Marifsizlikten" 1 896 senesi 14 temmuz tarihli "Tercüman"da Şemsettin Sami Beyin tercümeihali münasebetile yazdığı makalede, Sami Beyin Yanya Rum mektebi fenniyesinden çıkmış olmasını kaytla, bu mektepte okunan dersleri ve lisanlan sayıyor; ve, "bundan 33 ve belki de 40 sene mukaddem vilayet şehirlerinden olan Yanyada Rumların bu derece mükemmel programlı mektepleri olduğu an­ laşılıyordu. Bizce pek büyük haber bu haberdir. Avrupanın en muntazam liseleri programında Yanya Rumları mektep tesis et­ tikleri halde hususi olarak müslümanlar nerede böyle bir mektep kurdular? Bundan 40 sene, 35 sene veya ki 25 sene mukaddem Yanyada vali bulunan alişanlar bu mektebi görmediler mi? Ve gör­ dülerse İtalyan dili ders editipte Türk dili okutulmadığının far­ kına vardılar mı acaba?" Yanya Selanik, Edirne v.s. viiiiyellerin eşrafı, fudalası, hanedanı; ümerası bu veya bu g ibi mekteplerin vücudundan ve hiz­ metlerinden haberleri var mı idi acaba? B u sua limiz yersiz ad­ dedilmesin. Müslümanların bir hali v ardı r ki. her işi hükümet yapar zannederler, bu büyük hatadır" diyor. İsmail Bey. milletin sağlam terakki ve tekJ.m ü l ünü bi lhassa ken­ disinden. kendi teşebbü� ,.e fa al i y etinden bekler. de vleti ancak yar­ dımcı o larak tanu. \ ! i l l i cereyanların kıy metini. kudretini halka da­ y an ması nisbetinde ölçer ve bütün münevverlerin ve hatta hükü met kuvvetinin her şeydc!n yüksek ve ehe m miye t l i vaz i ksini halkı kendi mukadderatile o.ı l akadar etmelerinde görür. İsmail Beyin halkç ı lığına.

1 24

Rus edebi ya t ın ı n müneYVerlerinin ve .


zemstivaların, yani mahalli idarelerin, tesirleri olduğu gibi, ken­ disinin halkla yağurulması ve halka dayanarak tikirlerini ve emel­ lerini canlandırrnış olması da onun bu kanaatini takviye etmişti. Türk ve müslüman aleminin, garbın medeni milletlerine sür'atle ve temelli bir surette yetişebilmeleri meselesi de onun, halkçılık fık­ rini sağlamlaştırmıştı. "Efkan umumiye harekete getirilse, millet işine sevkedilse hayli işler görüleceğine" inanan ve hayatta buna muvaffak ta olan İsmail Bey. bundan dolayı maarif gibi en hayati bir meselede de resmi ve beylikten ziyade, hususi ve içtimal te­ şebbüslere ehemmiyet veriyor, maarif işinde bütün milletin se­ ferberliğini elzem buluyordu. Türklerin istidatlanna, zekalanna ve milli iman ve harniyetlerine sağlam bir surette inanan İsmail Bey, maarif ve medeniyet yolunda millet harekete getirilirse, terakkinin ve taalinin çok kolaylıkla ta­ hakkuk edeceğine kanidi. İlk usulücedil mektebi 1884' te ancak

12 talebe ile açılmışken, 1905'te yani 20 sene sonra, Rusya Türklerinde ıslah edilmiş mekteplerin sayısı beşbini geçmemiş miydi? Bu büyük iş, " Rusya devletinin hazinesinden ve ec­ dadın bıraktığı vakıflardan bir tek santim bile alınmayarak sırf halkın hamiyetile" başarılmamış mıydı? İşte bu hayati ve müsbet hakikatlar İsmail Beye Türkiye'de de maarif ve millet iş­ lerinde halkçılık fikrini ileri sürdürüyordu. Rusya'da usulücedit cerey::ı.nı asıl 1 905 irıkılabından sonra kuv­ vetlendi ve bundan sonra bütün milletin medeni hareketi halini aldı. Usu lücedil cereyanı yalnız mektepleri ıslah meselesinden iba­ ret kalmay ıp. harsi ve içtimal hayatta da garp medeniyetinin alın­ mas ını tazammum ediyordu. Bundan dolayı İrtica ayaklanıyordu. Bu vaziyet Kazan .::d ebiy:ıtında bir devir açmış, mümtaz şair To­ k:ıy ın "Usulü kadimci" ve '':\ lollanın zarı" ( ş ikayeti) unvanlı şi­ irlerinde pek ruhlu ve manalı olarak canlandırılmıştı.

1 25


" Ey Hudayım! benden evvel hürmet bar edi. Bir zamanlar çalmalığa (sarıkhya) kadir, izzet bar edi. Bar müslümanlar şol bozuk yaşlar yolun tutkan hazır, Yuklağanman (uyumuşum) ötken ol günlerge fırsatlar edi. A vlar ed im men balaklarım bulgançık sudan, Ey kaya, ol günde halkımda cehalet bar edi ... " Azeri şairlerinin meşhurlarından olan "Sabir" in "Usulücedit şiirinde de pek canlı olarak tasvir edilmişti: Vah bu imiş dersi usulücedil Yok, yok oğul mektebi isyanda bu! Molla değil bundaki talim eden Ehazer et bir yeni şeylanda bu Dur Kaçak oğlum, baş ayak kanda bu! (1) Her ne kadar 1 905 buhraru Rusyayı sağlam bir inkılaba gö­ türememiş, mutlakiyeti devirememişse de, çarlığın ilahi denilen kudretlerini sarsmıştı. Pek malıdut haklarla da olsa, millet vekilieri memleket mukadderatına karışmışlar; yine bir çok şartlarla mu­ kayyet de olsa, matbuat ve neşriyat haklarla da olsa, millet vekilleri memleket mukadderatına karışmışlar; yine bir çok şartlarta mu­ kayyet de olsa, matbuat ve neşriyat bir derece serbestiye nail olmuş Rusya Türklerine de gazete çıkarmak hakkı verilmişti. Kısa da olsa, 1 905'te hürriyet havasının esrnesi bütün Rusya'da halkın her tarafta siyasi ve milli meselelerle çalkalanması Rusya Türklerine de pek esaslı olarak tesir etmişti. l 905'i takip eden irtica, siyasi he­ yecanları, nümayişleri kırdıysa da, halkın ruhunda canlanan bu in­ kılap duygusunu söndüremedi. Bütün bu cerayanlar halk kütlesini ceditçilere, gençlere daha ziyade yaklaştırdı ve neticede bütün milli işler daha büyük bir mikyasta caniandılar ve daha sağlam bir şekil aldılar. Usulücedit cereyanı da böyle umumi bir tesirle her tarafta arttı ve kuvvetlendi. 17 Mayıs 1 885'te çıkan "Tercüman"da "şehrimizde mevcut usu­ lücedil mektebinin layık bir haneye malik olmadığı bazı har 1 ! Yusuf Bt'Y Ve:irojim "A:erharn111 alehiraflna h ir 11a:ar" eseri s.68.

1 26


ınİyetmendan tarafından nazan dikkate alınıp münasipçe tamir veya inşa olunması zımnında üç - beş akça topladıkları haberimiz olup bizi adlandıirnıştır" haberi münderiç ve buna iane verenlerin listesi de ilave olunmuştu. İ smail Beyin de 5 ruble verdiği bu lis­ tenin mecmuu ancak 1 18 rubleye varmıştı. Halbuki bilhassa ı 905'ten sonra Rusya Türklerinin binlerce köylerinde yalnız hal­ kımızın ianesile ikişer-üçer katlı taş binalar yapılarak bunlar asri ip­ tidai mekteplere tahsis edilmişierdi ( I ). Şimal Türklerinde usulücedil hareketinin böylece kuvvetli ve ümitli neticeler vermesi İ smail Beye bu usulü daha büyük bir mik­ yasta tatbike cesaret vermişti. O bu maksatla ı 9 ı O senesinde Hindistan'a gitti. ·

( I ) Usulücedir cereyanının kuı•vetli neticelerinden yal•ıı; Türk matbuatında değil Rusya Türklerine dair ya:ılan eserlerde de ehemmiyerle bahsedilmişrir. E:cümle profesör Krimski "Rusya müslümanlannda mektep, maarif ve edebiyal" adlı eserinde "Tercüman "ın tesirinden ve bilhassa mekteplerde usulü savliyelin taı­ bik edilmesinden bahisle "bu usulücedil az mmanda o kadar şöhret kazandı ki bütün (Volga) /dil boyundan maada Sibirya, Türkistan ve Çin içerilerine kadar intişar etmiştir. " denilmektedir. Petersburgda neşrolunan Maarif Ne::areti mecmuasının 1 909 tarihli nisan nüs­ hasında çıkan A. Alekterovin "İslam mekıepleri hayarında yeni cereyaıı" ma­ kaleside usulücedir hareketi etraflı tetkik ı:e bunuıı umumi bir şekil aldığı tesbir edilmiştir. 1 906 senesi (/6-2 1 ) Ağımosta toplaıımış olan Üçündi Müslümanlar kongresinde mekrep ı·e medrese/ere dair 33 maddelik programın kabul edilmesi ı·e "bütün Rusya müslümanlan muallimleri ittifakı"nın kurulmasına karar ve­ rilmesi ve 30 uncu maddede Türk edebiyatma bilhassa ehemmiyet verilerek ip­ tidai mekteplerin dördüncü sınıflanndan itibaren bütün derslerin umumi edebi dilde okutulmasının kararlaşhnlmış olması hakkında epeyce fikirler yü­ rüttükten sonra "usulücedit cereyanı bu kongre ile bir kat dııha kuvvet/endi, ya/nı: münevı·er/ere değil, halk tabakasına da nüfu; etti" diyor ı·e Rus Maarif ne­ :uretini mektep ı·e medrese işlerine hassaten ehemmiyet ı·ermeye daı·er ediyor. Baran de Bay ise / 906 da Pariste tabo/ıman "Kırım Tararları arasındu" eserinde "Tercüman tesirile Rusya Tatarlan arasında Maarif bizim zıı nnettiğimiıden çok kuvvetli olarak intişar etmiştir. Mesela Bahçesarayda erkek çocuklar için 22, kızlar için JJ m11ntazam iptidai mektep vardır. " diyor.

1 27


VI HİNDİSTAN SEYAHA Tl VE İSLAMCILlGI "Aden'den hareket eden vapurun postasında bir çok para da bu­ lunmasına rağmen vapurun bütün hamulesinden daha kıymetli ve Hint müslümaniarına daha nafi bir şeyi de götürüyorrlu ki o da 48 sahifelik ve y irm i paralık usulü savtiye elifbası idi" Bombaya ayak basar basmaz İsmail Bey milli mektepleri ziyarete başladı ve islam aleminin her tarafında olduğu gibi, Hint müslümarı mekteplerinin de harap ve berbat olduğunu gördü, tedrisatı iptidaiyenin ko­ laylaştınlrnasına Hint müslümanlarının diğerlerinden daha ziyade muhtaç oldukları karıaatine geldi". "Yaptığı işin milli manasını arılayarı ve bunun "Türklerin me­ deni faaliyetleri tükenmiştir diyenleri kat'i tekzibe" ya­ rayacağını düşünen İsmail Bey, Bombaydaki "Encümeni islamiye"nin içtimalarına gidiyor, onları harekete getirmeye ve " 40 günde urduca okumak yazmak imkanım anlatmaya" uğ­ raşıyordu. " Her yerde olduğu gibi, burada da kendisini ilk is­ tikbalci olarak itimatsızhk karşılıyordu, fakat o şaşmı}'or, vakit geçirmeyerek kendisinden usulü savtiyeyi öğrenip mu­ allimlik edecek adamı buluyor ve buna müslümanların tahsile şiddetle muhtaç olduklarını telkin edip hissiyah islamiyesini hayli uyandırdıktan sonra usulü savtiyeyi öğretiyor. Muallim 1 28


bir dereceye kadar ihzar olunduktan sonra mektep bulunup is­ ticar ediliyor, mektep levazımatı alınıyor ve martın ikinci günü dua ve senalar edilip büyük Hindistanda usulü savliye ile tedris olunan ilk müslüman nümunei iptidaiyesi, uzak Kırımdan gel­ miş bir Türk tarafından açılıyor" . Birinci mektebin iki aylık devaını masrafını " Tercüman" ga­ zetesi kasasından temin eden İsmail Bey, her biri Hindistarun bir tarafına giderek mek:tep açmayı taahhüt eden üç zata da Tanndan

yardunlar dileyerek ve işin daha ilerisinin muvaffakiyetini Hint müslümanlannın hirnmetine emanet e4erek avdet ediyor. Seyyah namı müstearile bu seyahatini "Türk Yurdu"na yazan İs­ mail Bey Bombaydaki bu teşebbüs ve faaliyetinden B ombayın İn­ giliz ve müslüman matbuatının da hayli bahsettiğini kaydediyor

( 1 ). 27 Haziran 1 9 14 tarihli ve 6245 numaralı İkdam gazetesine vili

beyanatında İsmail Bey bu Hindistan seferinden bahisle "orada

gücüm yettiği kadar usulü savliyenin tatbikini kabul ettirmeye ça­

lıştım, bu hususta bana o zaman Türkiyenin Bombay şehbenderi olan Cafer Bey de yardım etti. Mek:tebin bugün ne halde bu­ lunduğunu ve b8şkaca mektepler açılıp açılmadığını bilmiyorum. Çünkü muhabere edemiyorum"' diyor. Hindistan'da başlanılan bu

mübim işin yaşaması ve netice vermesi için orada da efk.arı umu­ miyelin harekete getirilmesi, mefkOreci bir sınıfın meydana gel­

mesi lazundı. Halbuki Hint islamıarında da halk ve ulema bu gibi ıslahatın manasını kavramaktan aciz ve buna taraftar olmaktan

uzaktılar. Gazetelerin ise İsmail Beyin Hintlllerin faydaları için söylediği fikirlerini neşeetmelerine mukabil kendisinden para is-

( 1 J Türk Yurdu cilt 1

-

sahife 307

-

nasebetile Türk Yurdu tarafından (S.

370. ismail Beyin Hindistan seyahati mii­ -

3/0) şu cümleler yazılmıştı: "Şaheserleri

Hindistanda hala tahsin ve hayret/e temaşa olunan Müslüman - Türk medeniyetini beş, altı yüz yıl evvel oraya götüren Türk/erdi; zamanımız medeniyetinin temeli olan tahsi/i iptidai ıslahının naşir ı·e mübeşşiri de. hamdolsun. bir Türk oldu. Tabi miiftehiri:; ı·e o büyük Türke miiteşekkiri:. "

1 29


teyecek ve hatta verileni az bulacak kadar menfaatperest adamiann ellerinde idi. Bundan maada, Hintte açılan usulücedil mektebi yalnız maarifin intişaruu tesbil etmiyor (kolaylaştırmıyor), aynı zamanda Arap harflerini de tamime çalışıyordu. Bu seviyede bulunan Hint­ IileTin alıştıklan harflerden aynimaları da kolay bir mesele değildi. İsmail Beyin bu Hindistan seferinden Rus hükümetinin fazla kuşkulandığını sezerek bundan dolayı Hintle muhaberede bile bu­ lunmadığı muhtemeldir. Her işini pek kuvvetli bir fıkri takiple so­ nuna götüren İsmail Beyin bu işle ısrarla uğraşmaması ancak bu ih­ timale atfolunabilir. Hindistan'da da usulücedil teşebbüsü yalnız mektep ıslahı eme­ linin değil, daha umumi ve daha esaslı bir fıkrin neticesi idi ki, o da, islfun alemini harekete getirmek arzusu idi. İslam dünyasının medeni, iktisadi siyasi perişan vaziyeti hak­ kında "Tercüman"da pek çok makaleler yazılmış ve islam ale­ minde terak.kiye doğru her atıları adımdan mutlaka bahsedilmiştir. Bu yalnız Rusya müsümanlarını teşvik emelile yapılmıyordu. İslam kongresi fikri, Hintte mektepleri ıslah arzusu hep İsmail Beyirı islamcılık fikrinin neticeleridi. İsmail Beyin Türkçülüğü İslamcılığıyla daima yanyana yürüm�ş ve birbirini itharn etmiştir (t am am lamı şt ır) . Zaten bu devirde yalnız İsmail Bey değil, alelumum şimal Türklerinde ve Türkiye'de Türkçülük İslamcılıkla yanyana yürütülmekte idi Ağaoğlu Ahmet B e ye fen d i "Türk Yurdu"nun birirıci cildinde münteşir "Türk alemi" makalelerinde, ezcümle bunlardan al­ tıncısında "Din kavmiyelin en mühim esaslanndan olduğu ve .

İslamiyet Türkler için bütün manasite kavmi, c insi bir d in rengini

kesbettiği ve Türkler için de kavmiyel ce rey anı na kapılmı� olanlar ister istemez. çarunaçar kavmiyel n arnma bile islamiyel cereyanını kabul etmeye m e c bu r d u r l ar islamiyeti bir rüknü rekini kavmiyel addedeceklerdir" buyuruyorlardı. B u devirde değil, hatta Ziya Gö­ kalp merhum un 1 9 I 8 'de tabedilen meşhur "Türkleşmek, isiCımlaşmak. muasırla�mak" eserinde 'Türkleşmek. islam i aşmak ,

1 30


mefkureleri arasında bir taarru z olmadığı" kaydedilmekte ve hatta "biz Türkler asri medeniyetin akıl ve ilmile mücehhez olduğumuz halde bir (Türk-İslam) harsi ibda etmeye çalışmak:tayız" denilmekle idi ( 1 ). Türkçü lüğün Türkiye'de Osmanlıcılığa, şimalde Tatarcılığa karşı aldığı kat'i ve menfi vaziyet islamcılığa karşı hatta bugüne kadar dahi tebellür etmemiştir denilebilir. Türkçülük, Osmanhcıhğa ve

Tatarcılığa karşı yalnız tarihe ve ilme zıt birer tabir ol­ duklarından dolayı değil, milli birliği yıktıklarandan ve milli ce­ reyamn tabii inkişafını baltaladıklarından dolayı kat'i vaziyet almaya mecburdu. İslamın içtimai hayatımııda oynadığı role,

anane terimize ve harsımıza girmesine ve dinin milliyetİn bir temeli addolunmasına binaen, Türkçüler islamiaşmaya karşı bir vaziyet al­ madılar. Ziya Gökalp merhum, mezkı1r eserini şu cümle ile bitiriyordu: "Milliyet fikri kuvvet buldukça islam ümmetciliği fikri de o de­ recede harslanacağı için mevcut harsı takviye ve teyit edecektir". 1 922'de neşredilen "Türkçülüğün esasları" eserinde ise: "Biz de, Türklüğümüzü ve müslümanlığımızı muhafaza etmek şartıyla, garp medeniyetine kat'i olarak giremez miyiz?" sualini soruyor ve "'Garba doğru" unvanlı bu bahsi "içtimai ilmühalimizin birinci düs­ ıuru şu cümle olmalıdır: Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, garp medeniyetindenim" diye hulasa ediyordu. Yusuf Akçora Beyefendi " İsmail Beyin islama nazarı, milli ha­ yata derece i nefi (fayda) noktasındadır" buyuruyor ve " 1 9'uncu asır sonlarına doğru şarkı islaminin şurasında burasında beliren ınücedditlerin davalarını gayesine muvafık bulur. . . " cümle ler ile İs­ mail Beyin medeni inkişafımıza yapacakları müsbet tesirler için "bu yeni islamlık. neo-islamizm'i milletdaşları arasında neşre ça­ l ı )tığını" kaydediyor (2). r

1 J S. 9-25

t

� 1 Tiir/...

Yt!ı " 53-J.J 131


Zeki Yelidi Bey ise, " İsmail Beyin, İslamiyeti Avrupanın bazan muzır görülen fikir cereyanlarına karşı siper ittihaz etmek is­ tediğini" kaydeder ( 1 ). İsmail Beyin yukarıda mevzuu bah­ settiğimiz "Avrupa medeniyetine bir nazarı muvazene" eserinde fi­ kirlerini ve ezcümle "Rus islavcılan bile Avrupa medeniyelinden kenara. çekilmek istiyorlar. O halde biz İslamlar da Avrupa me­ deniyetini tenkitsiz kabul etmemeliyiz" mutalaasını serdeder. İsmail Bey islamcılıktan faideli milli neticeler beklemekle be­ raber o, İslam aleminin yükselmesi gayesinde samimi ve buna cidden taraftardı. 1895'te 45 numaralı " Tercüman " da " Buna ne demeli?" makalesinde: " Kazanda, Kırımda, Kafkasyada sair akvamm gerisinde kaldığımız gibi, Buharada, Fasta, Ce­ zayirde, Tunusta Yahudiler ilerliyor; Osmanlı toprağında ve Mısırda Rumlar, Ermeniler, Bulgarlar ilerliyor; Hindistanda mecusiler ileri atılıyor; muhiti kebir cezirelerinde Çinliler, Ja­ ponlar yol kestiriyor; bizler ise hep durgun, hep geride. Nedir bu? .. Nedendir bu? .. Umum akvam arasmda kisbü (kazanç) ti­ carete say, hareketi fikriyeye meyl, tahsil hevesi. Bizlerde ise durgunluk... Eski müslümanlarda bu ağır hal yoktu. Şimdi neden, nereden ve ne için ehli islama musaHat oldu? .. " cüm­ lelerile meseleyi bütün şümulile vazediyor ve makalesini " dü­ şünelim" kelimesile bitiriyor (2). İsmail Bey İslam a.J.emini de daima düşündü ve devir devir bu mesele hakkında heyecanlı ve acı makaleler yazdı. l 907'de 56 nu­ maralı "Tercüman"da "ulema ve fuzalayı asırdan mürekkep bir nedvei umuminin (genel görüşme) faideden hali olmayacağı" fik­ rini ileri sürüyordu.

( 1 ) Tiirkisrun eseri S.552

( 2 ) Bu muku/e i�·in İJmuil Beyin hu:ı yu:ılun hulıJine müracaat.

1 32


MISIR'DA İSLAM KONGRESİ AKDi TEŞEBBÜSÜ Bu maksatla 1 907 Eylününün (25 Ramazan 1 325) cuma günü akşamı saat dokuzda Kahirede Kontinantal otelinin büyük sa­ lonunda "5-600 kadar ulema, ümera, fuzela, muharririn, üdeba ve eşraf huzurunda Mısır'ın cümle ve Avrupa'nın bazı cerideleri ta · rafından muhabirierin de bulunduğu mecliste" evvela Rusya mCs­ lümanlarındaki medeni harekete dair malı1mat verdikten sonı·a, umum müslümanlan uyandırmak için müslümanlar kongresinin lü­ zumuna ve küşadına dair" bir nutuk söyledi ( 1 ). Ehemmiyetine bi­ naen aynen nak.lediyoruz: " Hazerat! Alemi isiaman hali hazırma dikkatle bakılırsa her tarafta az mı çok mu etkar uyandığı görülür. Her tarafta mu­ harrikülefkar gazetelerin çıktıkları ve bazı müzakere meclislerinin vili olduğu işitiliyor. Bunlar güzel alametlerdir; lakin bu güzel alametlere aldanıp gaflet etmek caiz değildir, belki hatadır, çünkü gayet geride nöbette kaldığırnızdan temini istikbal için pek çok gayretler, pek ciddi çalışmalar iktiza edecektir". "Şirnaldeki Kazandan cenuptaki Mısıra, mağripteki Fastan, şark­ taki Cavaya kadar nazan· teftişle bakılırsa, mileli islamiyede asarı temeddünden ve irtikadan ziyade, asan tederıni görülecektir. (İslam milletlerinde medeni gelişmeler ve yükselmeden ziyade, gerileme 1 1 J Sırurınıiisrukim l l Hu:irwı 325 Sayı .J:! .

133


i�aretleri görülecektir. ) �ledreseler ve mektepler harap ve faydasız bir haldedir. Kisbü sanavii mahalliyeter ya munkarız olmuş, ya olmak yolundadır. Esn aflar sönmektedir. ..\temin ticaretinde hissemiz pek az kalmıştır. Umuru sarraftyede methalimiz ol­ madığı gibi, ticareti bahriyeden bibehre bulunuyoruz. Üç yüz milyonluk bir milletin otuz vapurlu bir şirketi bahriyesi, beş milyon sermayeli bir bankası mevcut değildir". "Hazerat ! Dikkat edin, cümlemizin esbabı taayyüşü ancak baba­ ecdanan kalma toprakların verdiği bereketi tabiiye sayesindedir. Hüner ve marifetle hasıl ettiğimiz şey pek azdır. Bereketli top­ raklarımız birçok şeyler hasıl ediyor, bunları alem pazarlarına çıkarıp satmak dahi elimizden gelmiyor. Bundan başka be­ reketin bir hissesini malımızı nakleden ecnebi gemicilerine ver­ meye mecburuz. Ticaret meydanı olan Avrupa, Amerika kı­ taları aranılırsa hiçbir beldesinde müslüman taeiri bulunmaz, bulunduğu takdirde müstesna kabilinden olur. Şarkh tacire rasgelinirse ya Ermenidir, ya Rumdur, ya Yahudidir, ya Hindu; lakin müslüman değildir! iş b u Mısır'da y irmi kadar Hint mağazaları var, güzel ticaret ediyorlar ama hiçbiri müslüman ti­ carethanesi değildir! Bizim Kazanda ve Bakfide her milletten tacir ve misafir bulunur ama Hintli, yaki Mısırlı bir müslüman tacir görülmez! 1\lemaliki hariciyede iş görmediğimizden sar­ fınazar, kendi vatanımııda dahi aciz kalıyoruz. Turan ve İranın, Osmanlı ve Mısırın, l\lağribin ve Hindin ticareti mahal liyesi, alış­ verişi y ine ecnebiler elindedir". " Hazerat! " Yağmur yağar içeriz: yerden çıkar ye riz" ile bugün dünyada örnretmek mümkün ise, yarın böyle hayvanca geçinmek ve rızk kesbelrnek mümkün olmayacaktır. Bu mis­ kinlik, bu faaliyetsizlik, bu hünersizlik bizleri bitirecek tir. Ec­ nebisiz ve yalnız müslüman işçilerile islam hükümetleri de iş göremiyorlar. DemiQ olu. deniz rıhtımı, kanal. fabrika tesis olunacaksa ecn�bi mühendislerine muhtaç kaiı�·orlar. Hulasai kelam mağripte şehri Ribat, şarkta Şahabet hep bir derece berbat; işgüzar olsa �·aramıyor ...\ l i, Murat ve Hudadat; gerek olu�·or ya Jorj. ya Fcrdinan t ! " 1 34


"Bir kavim veya millet iktidarı siyasiyesini ve istikliilini kay­ betse evet, büyük yık.ıntıdır, büyük ziyandır. Lakin faaliyeti kisbiye fıkdanile (ticari faaliyetlerin yetersizliğiyle) meydanı iktisat ve ti­ carette mevkiini kaybederse bir değil on defa ziyandır ve inimazın mebadisidir (tükenmenin başlangıcıdır). Umum islamın teessüflü bu haline sebep nedir? Maarifsizlik, cehil denilirse bunların sebebi nedir suali geliyor. Milel ve akvamı ecnebiyeden sarfınazar bundan elli altmış sene mukaddem müslümanlada birlikte yaşayan müs­ lüman adetlerine tabi bulunan Enneniler, Gürcüler, Rumlar, Bul­ garlar, Yahudiler, Farslar ve B udistler bizlerle bir seviyede bu­ lundukları halde, bugün temeddün ve terakkide bizlerden ileriye ne ile ve nasıl çıktılar?" "Hazerat! Bu halleri düşünmeliyiz, halimiz çok acı ve ayanç (aşikar) bir haldir. Lakin buna karşı gözyummak, bu hali setretmek (gizlemek) caiz değildir, hatadır, günahtır! Bu halimizi, bu der­ dimizi setretmek değil, caddelerde, meydanlarda bağırıp, çağınp söylemelidir: Yokluğunu gizleyen var olmaz, derdini söylemeyen şifa bulmaz. Derdimize, çaremize bakmalıyız, aksi halde dahilen çürüye çüıii y e bir gün düşer, yayılır kalınz" .

" Hazerat! Meselenin hallini, marazın devasını benden is­ temeyiniz, acizlerinde bu kadar bilgi ve kuvvet yoktur. Ancak, çok senelerdir bu mesele ile uğraşıyorum, hikin çaresini bu­ lamıyorum Kavmi necibi Arabın istidadı medenisi ve faaliyeti ...

iktısadiyesi tarihile müsbettir. Kahraman Türklerin yetiştirdikleri ulemanın asan, Semerkant rasathanesinin harabeleri, bütün Asyaya k::ınun ve intizam verdikleri bunların dahi istidadı tabiilerine de­ lildir. Akvamı Turaniyeden olan Finl::ındiyalıların ve Macarların fa­ aliyeti iktisadiye ve medeniyeleri cümle Türklerin medeni is­ tidatlarına diğer bir burhandır. Farsların, İranilerin tarih ve edebiyatları keza istidatlanna kefildir. . . Demek istiyorum ki Arap, Türk, Fars ve Hint akvamı islamiyesinin bugünkü düşkünlüğü hil­ kat ve tabiatlarından i leri gelen bir hal değildir. Böyle ise faaliyet ve temeddün (medenileşme) yollarımızı kestiren dini mübini

islam mı? Hayır! hayır! Müşerref bulunduğumuz dini islam te­ rakki \'e temeddünün membaıdır, evvelce görülmüş te1 35


rakkimizin belki baş sebebi ve muharrikidir. Dinimiz bir ka­ nunu mukaddestir ki "cümleniz1 çalışmız, cümleniz okuyun uz, cümleniz tedbir ve sanat ile yaşay mız" kaidelerini amirdir; biz­ ler ise hazırda bu evamiri şerifenin tamam aksini işliyoruz. İş­ sizlik, sanatsızhk, nidinhk (cahillik) hep bizde! Hikmet, ha­ limizin burasmdadır! İktisadi düşkünlüğümüze fikir ve akıl hareketsizliği, yani şark aleminde bir fikir, bir eser, yüz edip baş gösterdiği ilave olunursa, halimizin ne kadar müşkül ol­ duğu daha güzel anlaşılmış olur. Alemi islamiyetİn düşkünlüğüne

bir derece Amerika kıtasının keşfi sebep olmuştur zannederirn: Şark ve garbın eski yol ile ticaretinde memaliki islamiye umum ker­ vansaraydı, büyük istifadeler ediyordu. Amerikanın keşfi deniz ti­ caretine, deniz yollarına meydan açık memaliki islamiyeye selete ve durgunluk getirdi: bununla beraber Avrupa'da makinacıhk te­

rakki edip bizim eski usul tezgahlarm emteası derece derece pa­ zarlardan çekilip fabrika imalatı meydan aldı, galebe çaldı. Bu

haller inkar olunarnaz, lakin bizleri yıkan, düşüren yalnız bu olmasa gerektir. Belki daha ziyadesi fena adetlerirnizde, evharn ve türlü hu­ rafattan ileri gelmiştir... Bu benim bir zanrurndır, hakikatı hali keşfe iktidarırn olmadığıru yukanda söylemiştim. Böyle bir meselenin halli, esbabı tedennimizin keşfi ve devasının tertibi bir yaki iki ada­ mın iktidan haricindedir. Binaenaleyh aklı kasiraneme göre as­ rırnızın ulemasından, fudalasından erbabı umur ve üdebasından mü­ rekkep ve müteşekkil bir cemiyetin buna çalışmasına ihtiyaç vardır zannındayım. yani böyle bir meseleye ve böyle dertlere çareler bu­ lunabilirse müslüman kongresi içtihadile vücut bulabilir. . . Hemen şurasıru acelece arzedelim ki, müslüman kongresi, mü'temeri islami (islam kongresi) dediğimden panislamizm yaki siyasi bir içtima akla gelmesin. Hutbemin başındanberi söylediğim tedenni ve düş­ künlüğe nihayet vermek, terakkii içtimairnize ve iktisadiyemize yol açma.k.la asrın terakkiyatırırlan hissement olmak arzusundan başka bir şey olmadığı aniaşılmak gerektir. Binaenaleyh mevaddı si­ yasiyeden bahsedilmemek şeraiti tahtmda mü'temeri islamiye davet ve cemedilmesini zaruri görüyorum". "Müslüman kongresi" narnındaki eserinin mukaddemesini de 1 36


aynen kaydediyoruz: "Rubu (çeyrek) asırdan beri Rusya müslümanlarının umuru iç­ timaiyelerile acizane uğraşıp geldiğimden ve Buharadan Cezayire kadar vili olan seyahatlanındaki müşahedelerim beni bir taraftan meyus, diğer cihetten ümitvar ediyordu. En iptida gözüme çarpan hal müslümanların her iklimde ve her türlü usulü idare tahtında hepsinin ayni derecede geride ve aşağıda kaldıklaridi". "En ağır en müstebit bir idarenin suitesirine galebe ederek Er­ meni, Yahudi gibi bazı akvamın oldukça hareketi, terakki si gö­ rülüyordu. 20-30 senelerden beri meşrutiyete yak.i oldukça hür bir idareye tabi olduklan halde bundan istifade edemiyen, müteessir olmayan müslümanlardı. Otuz sene zarfında Bulgarlar kırk adım ileri gittilerse Bulgarya müslümanlan ricat demek olan hicret fık­ rinden başka bir fıkir bulamadılar. Mısır'ın kıptileri temeddün ediyor, fellahları ise hala başaçık yalınayak geziyorlar. Cezayir Yahudileri Fransa'nın maliye nezaretine el uzatıyorlar, Ce­ zayir Arapları ise rahat ve saadeti yalnız hurma dalında ve deve ayağında gözlüyorlar. Bugün Kaşgarlı, Buharalı, Mağ­ ripli, Cavalı yüz müslüman bir araya gelirse cümlesi is­ permeçet mumu gibi bir kalıba döküldükleri fikir, matlap, ha­ reket itibarile bir derece fikirsiz, matlapsız, hareketsiz bulundukları görülecektir. Meyus eden bu hallerdir. Fakat bu meyusiyete karşı uzunca ameliyat ve tecrübelerden hasıl ettiğim iti­ kadı içtimaiyem muharrik bulunursa millet tahrik edilmez derecede değildir. Bendelerine ümit veren cihet te budur". 11 Bu ilikadıma binaen hayli istimal olunmuş 11 milleti mer­ hume 1 1 nam ve tabiri mahsusunu bir türlü kabul edemiyorum. Milleti gafile, milleti mazlume demek daha doğru olun zan­ nındayım. Gaflet ve zulüm geçici hallerdendir. Bunlarla mü­ cadele insanların ihtiyarında ve iktidarındadır11 . Bu "Terakkiyatı islamiye kongresi" hakkında bizzat İsmail Bey tarafından yazılan etraflı makale 2 1 Temmuz 1 325 tarihli ve 48 nu­ maralı "Sıratımüstak.im"de münderiçtir. Bu makaleden de an­ laşıldığı veçhile, İsmail Bey Mısır'da münevverler ve nüfuz sahibi zevat arasında pek çok çalıştığı gibi, orada büyük hürmetle kar,

1 37


şılanmış ve kendisine çok samimi taraftarlar kazanmıştı. Fikirlerini tamirnde arapça neşrettiği (Ennehza) gazetesinin de büyük yardımı ve tesiri olmuştur. Mısır'dan avdetinde "Dersaadette iki gün kalıp eczayı devleti ali­ yeden bulunan Mısır'da müslüman kongresinin toplanmasına ça­ lışmaya başladığını mübaşir sıfatile Yıldıza haber" venniş ve bu mü­ nasebetle mekatibi askeriye müfettişi yaver İsmail Paşaya iki saat izahatta bulunduğu halde efkanru anlatamadığını ve içeriye yanlış haber verilmemesi için beraberinde bulunan saray memurlarından Nenni Efendiye dediklerini kaleme aldınp paşaya verdiğini ve bu te­ şebbüsü ise "sırf makama hürmeten, edayı nezaketten ötrü" lüzum gördüğünü kaydediyor ve "arkamda fesli, şapkalı geziciler bu­ lunduğundan dost ve aşinalan ziyaretirnle rahatsız etmeyerek Kınına geçtim" diyor. İsmail Bey bir ay kadar Kınm'da kaldıktan sorıra tekrar Mısır'a yollanıyor ve orada kongre heyeti tesisiyesinin bir iki meclislerinde hazır bulunduktan sorıra avdetinde y ine İstanbul'da birkaç gün ka­ lıyor ve İran sefıri prens Rıza Han Daniş'le ve sadrazam Ferit Paşa ile mülakatta bulunuyor. İsmail Beyin bu husustaki manalı satırlaruu da aynen kaydediyoruz: "Yıldız sükı1t ettiği halde sadrazam ne diyecek diye merak edi­ yordum. içeriye girdim, mümkün oldukça sükı1ta karar vermiştim. Çünkü paşa cenapları yazdığım mektuba ve takdim ettiğim mü'temer nizamnamesine binaen beyarn efkar edebilirlerdi. Mısır'dan, Kırun'dan beş on sual ettikten sorıra alemi islamın inhitatından,

maarifin Cıkdamndan bahisle teksir ve ıslahı mekatibe çalışmak lüzumundan, akvamı İslamın ulumdan ziyade hurafata dalmış (müslüman miletierin ilimden çok hurafelere dalmış) bu­ lunduğundan etraflıca mütalealer ettiler, bendeleri de ağzıma

kongre sözünü getirmeyip paşanın nazar ve mutalealarını kabul ve bazı ilaveler ederek üç çeyrek kadar mukalemede bulundum. Mü­ kaleme nihayet buldukta: "memnun oldum, İstanbul'a her ne vakit huyurulursa kapı daima açıktır" la taltif buyurdular". "Ferit Paşanın beyanatı münevveresinden anladığım "islam kongres i" arzu olunur ve lazımdır, fakat İstanbul'da (evet o zaman 1 38


bunun ismi bile söylenmez). maamafih işinizden memnunum"dan ibaretti. Ben böyle anladım. değilse mazur buyursunlar. İsmail Beyin İslam dünyasını harekete getirmek maksadile gi­ riştiği bu teşebbüsün tahak.kuku için her tarafa baş vurduğu "me­ vaddı medeniye ve içtimaiyeden (sosyal ve medeni meseleleri) mü­ zakere edecek kongreye Rusya, Fransa ve İngiltere hükümetlerinin mani olamıyacakları bir derece malum oldu" cümlesinden an­ laşıldığı gibi, İngiltere'nin Mısır seferile şu mülakatı da aynca kay­ dedilmektedir: "Vadinize itimat ediyorum. Tasavvur ettiğiniz kongre siyasiyata girişmez fakat sonra siyasi bir sıfat almaz mı? dedi. "Efendim, olabilir ki ileride müslüman kongreleri bugün ka­ rarlaştırılan huduttan çıkar, fakat belki de çıkmaz ... B urası ben­ denizce malum değildir. Binaenaleyh gelecek zamanlara kefil

değilim ve olamam, arzettiklerim birinci kongreye mahsustur,

bugün olduğu gibi, gelecekte dahi hükumet ve nezaret haricinde davet ve inikat (toplantı) mümkün olamayacağına göre bendeniz bu cihetten havf etmiyorum (korkmuyorum) dedim. Minister bu sözümü muvafık gördü ve İngiltere canibinden kongreye mü­ manaat edilmeyeceğini açık beyan buyurdu" . İsmail Bey Mısır'da İngiliz, Fransız ve Rus sefırlerinden maada Hidiv Abbas H ilmi Paşa ve Gazi Ahmet Muhtar Paşa ile de gö­ rüşmüştü. İsmail Beyin İslam dünyasını harekete getirmek. medeni ve ik­ tisadi vaziyetini yükseltmek emelinde siyasi panislfunizm dü­ şüncesinin amil olup olmadığını isbat müşküldür. Bu büsbütün gayıivarit değilse de alelumum siyasi ga�·elerini (gizli sırrı) ola­

rak saklayan ve daima işle yürümeyi tercihle uzak emel ve ha­ �·allerini ortaya atmaktan çekinen İsmail Beyin bu mühim me­

seledeki kanaatİ de ancak kendisinin hususi notları ve vesikaları ciddiyede tetkik edildiği zaman tevazzuh edebilecektir. Kendisinin İslim dünyası hakkında yazdıklarından çıkanlacak sarih netice İslim milletierin medeni ve iktisadi vaziyetlerinin yükselmesine ve aynı zamanda aralarındaki yakınlığın kuvvetlendirilmesine ça­ lışmış olmasıdır. 1 39


VII TÜRKLÜGÜN İSMAİL -BEY'İ TAKDİRİ ( 1 ) Otuz be ş yıl Türk v e İslam aleminin ayağa kalkmasına ve yük­ selmesine çalışmış olan İsmail Bey bilhassa şimal Türkleri ta­ rafından candan takdir edilmişti. Kendi narnma yüzlerce şehir ve köylerde mektepler, cemiyeti hayriyeler, kıraathaneler, ye­ timhaneler açılmış ve hemen bütün milli müesseselerin fahri azası seçilmişti. "Rusya Türklerinde kendisi "Üstadı ekrem", "Tercüman Babay" , "Babay" diye anılır v e yeni bir meselenin halli düşünülürken za­ mandaşları sabredelim, babay ne diyecek? diye beklerdi" (2). 2 Mayıs l 908'de "Tercümanın 25 yıllığı münasebetile Bah­ çesaray'da "Tercüman" idaresinde yapılan merasim hakilcaten milll bir bayram şeklini almıştı. Bu büyük güne tahsis edilmiş olan 9 Mayıs tarihli 33 numaralı "Tercüman" tetkik edilirse Çinden, Ka­ hireden başlayarak Kınm'a kadar bütün Türk ve İslam mem­ leketlerinin bu büyük güne şu veya bu suretle iştirakleri görülür (3). ( / ) Bu hususta ileride ( İsmail Bey hakkında ya;ılanlardan ba:ıları ) bahsine mü· racaat. (2) 25 Eylül 1 914 tarilı/i ı·e / 95 numaralı ''Tercüman"da münteşir Celal Mu­ inofun "İsmail Bey işçi" makıı/esinden. (3) "Tercüman "ın yirmi heş nllığı miinasehetiyle Türk nıathııatında ya:ılcmları

1 40


"Matbuatın, cemiyetlerin, mekteplerin, en uzak vilayetlerin bu bayramı karşılamaları"nı, "Tercüman", "efkan milliyenin, hissiyatı kavmiyenin az zamanda açılıp ilerdeğini filen gösteren" bir vak'a olarak tavsif etmiştir. Bayrama Bahçesaray mektepleri bütün mu­ allimlerile ayrı ayn ve muntazam saftarla iştirak etmişler, şehrin Rus, Rum, Yahudi ve Karayım cemaatlerinin muteberanı ve ba­ zılarının hanımlan ve Petersburgtan, Kazandan ve Kerçten mi­ safırler gelmişler " Ak gün, kara gün umumi olduğundan birçok müslimeler de bugüne iştirak etmişlerdi". Gönderilen yüzlerce telgraftan yinni beşi milli gazetelerden ve müslüman meb'uslardan, altınışı her türlü cemiyetlerden gelmişti. İsmail Bey bu bayram münasebetile söylediği kısa fakat manalı ve kendi tabirince deruru nutkunda "Tercümanın onuncu senei dev­ riyesi münasebetile gönderilen telgraflar ve tebriknameler hep şatetkik edemedik. Ancak istanbul Üniversitesi Doçentlerinden Cafer oğlu Ahmet Beyin lütuflarile kütüphanelerinde bulunan "Hayat" ve "irşat" kolleksiyonları.ıı gözden geçirebildik. 15 Mayıs 1908 tarihli ve 68 numaralı "irşat'' gazetesinde Hasan Tahirıade imzasi/e yazılan "şiir"i aşagıya dercediyoruz. (Nida) namı mÜS· tearife yazılan makaleyi de kısmen naklediyoruz: 'Tercüman gazetesinin 25 se­ nelik devri "yubileyi" islam aleminde misli görülmemiş vulauıtı tarihiyedendir. Bu ise edibi şehirimiz, millet mücahidimiz ismail Bey cenaplarının hidemarı aliy­ yeleri, ama/i haseneleri, devam ve metaneti, mi/lt mücahedatı semeresidir. Rusya müslümanlarının böyle muharrir ve ediplerile iftihar edip yirmi beş senelik yu­ bi/esinde isbatı vücut etmeleri ferai:i diniye ve hissiyarı milliyelerindendir. iydi milli ile umum müslümanları tebrik ediyorum. Bugünde her yerde olduğu gibi bi:im Şeki şehrin_de de bu bayramın eserleri müşahede olunmakta idi. işbu ma­

yısm ikinci günü Müslümanlar ı·e Ermeniler tarafından ayrı, ayrı "Tercüman"

idaresine bir çok imza/ı uzun tebrik telgrafları gönderildi. O cümleden ikincicuma mesçidinde imam Nur Mehmet Ha:retlerinin 'Tercüman " ve ismail Bey hakkında söyledikleri nutkun tarifini ya:makraıı kalemler dci:dir. Nice zamanlardı şeh­ rimi:de bir darülmual/imin is/dm mektebi açmak sohbeti vardı. Bu mektebin de·a: ı-akit zarfında tedarik edilip imıail Bey cenap/arının adına açılmasına karar ı·e­ rildi. Yaşasın Tercüman. yuşu.mı ismi/ Bey. wşasın maarifperı-erlerinri: . . . "

141


hıslardan geldikleri halde bugünkü duada elliden fazla cemiyetten, milli heyetten gelmesi milletin ne derece ilerlediğini, tesisat ve his­ siyatı milliyenin terakki yolunda bulunduğunu gösterdiğini" kay­ detmiştir. Bu bayram münasebetile "Semerkant müslümanlanndan altın yazılı name, altın divit, Alaboğanın terakkiperver müs­ lümanlarından meşin ciltti süslü name, Orenburg cemiyeti islamiyesinden, Darüledep mektebinin ve şakirdanının büyük fo­ toğrafı, Çin dahilindeki kolca. beldesinden bir çift çini vazo, keza Çuvaçik beldesi müslümanlarından iki çini vazo, Çin hududunda Zaysan beldesininin müslüman cemaatinden gayet ustalıklı oymalı nakışlı ceviz ağacından kenan yazılı ve gUmüşle kaplı tabak, Oren­ burglu Sıddık Hakherdin cenaplanndan platin yüzükle manalı name" gönderilmiştir. Bu hakikaten manalı mektupta Sıddık Efendi İsmail B eyin ali vasıflarını pUitine teşbih ettiğinden bu yüzüğü bu madenden yap­ turnağa karar verdiğini kaydediyor. "Platin harekete ençok mukavemet eden bir maden olduğu gibi, İsmail Beyefendi de Pobedonotsof, İlminski, Ostroumof. Alekterof ve tevabilerinin cehennemlerinde yanıp eriyip gitmedi. Bu ken­ disinin insanların platini olarak yaratıldığını gösterir". "İnsanlar platinin kadrükıymetini geç bildi. İsmail Beyin de kad­ rük.ıymeti bir kaç bin usulücedil mektebinin kurulmasından sonra anlaşıldı ve ehliinsaf önünde kadri anlaşılarak kendisinin ak altın olduğu tasdik edildi" diyor. İsmail Beyin bu hediyelerden ve bu narnelerin hepsinden daha ziyade Bahçesaray muallimleri ve talebelerinin bir arşın boyunda bir arşın genişliğinde olarak üzerinde "Tercüman 2 5 " yazılı lev­ hadan mütehassis ve memnun kaldığı anlaşılmaktadır. Bu mü­ nasebetle yazdıkları cümlelerinde "bu gayet manalı fikirleri ve büyük bir maharetle vücude getirilmiş levhanın yazısı mürekkeple veya altınla yazılınayıp altı yüz talebenin tecessüm etmiş teşekkürü ile yazılmıştı. Yani bunlar aziz vücutlarından "Tercüman" ke­ limesini terkip ederek resmini aldırmışlardı. Levhanın nez::ıketi fik1 42




riyesini, derin manasını herkes kendi anlayabilir" diyorlar. Bu büyük günde İmam Hacı Emir Efendi tarafından yapılan

duada, Rusya Türklerinden millete ilimleri, kalemleri, ser­ vetlerile çalışmış olanlardan ölenlerinin isimleri birer birer ya­ dedilerek rahmetle anddıkları gibi, sağ bulunanlarm adları da ayrı ayrı zikredilerek kendilerine selametler temenni edil­ miştir. Bu bayramda İsmail Beyden maada Bahçesaray mektepleri mu­ allimleri nanuna İbrahim Efendi ve talebeler narnma Osman Nuri Efendi tebrik nutuklan söylemişler. Ahmet Fahri Efendi de bugün için yazılmış uztın bir şiir okumuştur. Bugünün en ehemmiyetli nutku Yusuf Akçora Beyefendi tarafından söylenmişti. "Ter­ cüman"ın yukanda zikredilmiş olan nüshasında aynen neşredilen bu nutuktaki fikirler, Yusuf Beyin bilhassa İsmail Bey hakkında yazdığı müteeaddit makalelerinde tafsil veya tavzih edilmiş, esas hükümler ve kanaatler ise aynen kalmıştır. Bu mühim nutukta İsmail Beyin eserlerinden, "Tercüman"dan, usulücedit mekteplerinden, dil birliğine verdiği ehemmiyetten, ka­ dınların okumalan hususunda yaptıklarından bahsedilerek cemiyeti hayriyelerin kurulmasındaki maksadını tavzilia da çalışmışur. Bu kısımda İsmail Beyin hürriyet ve iıık.ılap devrindeki vaziyetine ait olan cümlelerini aynen aşağıya nak.lediyoruz: "İsmail Bey milleti okutınakla uğraşırken fakıii sefalete, içtimai niza ve ihtilaflara hiç kulak asmazsa, yalnız ilim ve marifeti devayı kül olarak görürse, hata edeceğini anladı. B unun üzerine "fakır ve sefaleti milliyeye aynca devalar aramaya kalkıştı. Bulduğu: Ce­ miyeti hayriyeler teavün cemiyetleridir." Teavün cemiyetleri muayyen bir fikri içtimainin, din' ve mer­ hametle yumuşamış fıkri milliyetle tadil olunmuş liberalizm'in ne­

tayici ameliyesidir. B ununla kollektivizmaya karşı gehiıek. ser­ mayedarlarla arnele arasındaki niza eksiltilmek isteniliyor. Her şeyden evvel milletin birliğini, milletçe kuvvetliliğini gözde tutan

1 45


İsmail Beyin teavün cemiyetlerine ehemmiyet vermesindeki se­ beplerden birisi de milletin parçalanmasına mani olmaktır". Hürriyet ve inkılap devrinde İsmail Bey düsturülharekatına sadık kaldı. İnsaniyetçilerin parlak, yaldızlı hayalleri, mantıki lakin safdilane delilleri İsmail Beyi aldatmadı, kandırmadı; gerilik ta­ raflarının saçmalarını ise dinlemeye bile lüzum görmedi. O, mil­ letinin saadetini milliyette , milletçe terakki ve tekamülde, hem sarsmhsız tedrici bir tekamülde görüyordu. O, inanıyordu ki, beşeriyelin milliyet denesi daha geçmemiştir. Milliyet fikrini kaybeden halklar diğerlerinin avı olacaktır. Bu cihetle inlcılap devresinde en ziyade fikri milliyeti, dil birliğini muhafazaya çalıştı. Lüzumsuz geçici ahvale çok kulak asmadı. Eksenmiz hürriyet se­ vincile sarhoşken yalnız o kendini kaybetmedi. -Aksülhareket baş­ ladıktan sorıra da: "ümitsizlenmeyin, her şey bitmedi ! " diye ilk ni­ dayı gayreti çıkaran yine o oldu." "İsmail Beyin hedefi imalini ve ona vasıl olmak için tuttuğu yolu kısaca bilmek isterseniz, şu gökte sallanan sancağına ve Rusya matbuat sergisinden aldığı madalyanın yazılarına bakalım, ne okuyoruz: "Yaşa millet, teşebbüs ve sebat!". Yusuf Beyin bahsettiği bayrak, bu bayram münasebetile " Ter­ cüman" idarehanesinin bulunduğu yerin iki tarafındaki yük­ sek kayalara raptedilen tele asılmış olan dokuz arşın bü­ yüklüğündeki beyaz bayraktı. Bunun üzerine iki tarafına " Yaşa millet" cümlesi yazılmış ve üç yıldız la süslenmişti. Bun­ dan maada asıl şayanı hayret olan cihet te bu bayrağa Kınm Han­ larının mensup bulundukları Giray ailesinin damgası olup Kınm is­ tiklal devrinde yazılan yaralıklardan ve resmi muhaberattan bazılarında kullanılmış ve resmi binaların kapılarına hakedilmiş olan Tarak damgasının işlenmiş olmasıydı. Bu suretle Kınm is­ tiklalini kaybettikten sonra ilk defa Tarak damga " Tercüman" m şerefli bayramında canlandırılmış oldu ki, bu da, her halde az manalı bir iş değildi.

1 46


İsmail Beyin bu bayram münasebetiyle yazdığı "Teşekkür"de "Gazetemizin yirmi beş senelik devrinden ötürü milletin ibraz ve izhar buyurduğu fevkalade hürmet ve muhabbet bizi bahtiyar ede­ rek teşekkürlerden aciz bırakıyor. Cümle vilayetlerden gelmiş bir çok telgraf, tebriknameler. fahri intihaplar, namı acizarıerne ithaf edilmiş faydalı müesseseler ve dostane hediyeler efkan milliye ni­ şaneleri olarak çalışmaya olan heves ve kuvvetimizi arttırdı. Her­ kese ayrıca beyanı teşekkürle beraber elimdeki sade demir kalemi yukarıya kaldırıp "yaşa millet � " duasını ediyorum" diyor. Bilhassa 1 908 ink.ılabından sonra Türkiye'de ve Mısır'da mat­ buatta ve milli teşekküllerde İsmail Bey takdir ve hürmetle ya­ dedildi, hakkında makaleler yazıldı ve nutuk.lar söylendi. Hindistan seyahati, İslam kongresi, Türkiye'de ilk tahsil hakkında verdiği konferans ve nihayet harbi umumi başlarında Türkiye'nin bitaraf kalması endişesile son defa İstanbul'a gelmesi münasebetlerile Tür­ kiye matbuatında ezcümle "Türk Yurdu" , " S ıratı müstakim", "Tanin", "İkdarn" gazetelerinde ehemmiyetli yazılar yazıldı. Bu seyahatten avdetinde Rus memurlan .-\kyar'da (S ıv:ıstopci ı bir kaç saat eşyalarını ve üzerini pek sıkı aradıkları gibi. Bah­ çesaray'da da jandarmalar evinde ve matbaasında tahaniyana bı.:­ lundular. İsmail Beyin şimal Türklerini Türkiye ile birleştirmek

maksadına çalıştığı kanaatında bulunan Rus memurları, umumi harp başlangıcında Türkiye'ye gitmesinden kuş­ kulanarak kendisini epeyce tazyik etmişlerdi. İsmail Beyi tevkif ermemeleri, üzerinde mes'uliyetini isbat edecek bir vesikanın bu­ lunmamasından ve yahut ra. hasta olmalarından dolayı değil. böyle bir hareketin bütün Rusya Türklerinde tevlit edeceği galeyanın na­ zui itibara alınmasından neşet ertiğine hükmolunabilir. Ruslar. bil­ hassa bunların siyasi daireleri. İsmail Beyin Rusya Türklerinin

ruhlarında ve yüreklerinde ne kadar hürmetli Ye kutsi bir mevkii olduğunu herkesten daha iyi biliyor ve kendisini daima uzaktan ve yakından tarassul ediyorlardı. Kendisinin Tür-

1 47


kiye'ye tebdilihava maksadile gittiğine ve hastalığına bunlar inan­ mıyorlardı. Maalesef düşmaniann inanmadığı bu hastalık o millet babasını bir daha kalkmamak üzere yatağa düşürdü ve ebediyete götürdü.

1 48


VIII HASTALIKLARI, V ASİVETLERİ VE ÖLÜMÜ Hasan Sabri Bey Ayvazof tarafındn yazılan " Büyük İsmail Beyin hastalığı, vasiyetleri ve ölümü" başlıklı yazıyı aynen der­ cediyoruz. Sabri Bey, İsmail Beyin son günlerinde yanında bu­ lunmuş olduğundan, yazısını aynen nakil eyledik: "İsmail Bey Gaspirinski hazretleri bir çok senelerdenberi hafif bir bronşit hastalığına rnüptelaa idilerse de, 1 9 1 4 senesi iptidasına kadar hastalıklarından hiç şikayet etmiyorlardı. işine bakar, ya­ zısını yazardı. Sene başından sonra öksürüğü artması üzerine hemen tedaviye başlayıp hastalığın meydan almasına yol ver­ memişti. Şubat ayında müslüman fraksiyonunu (Rus Durnasındaki müslüman rneb'uslardan müteşekkil grup) diriltmek için Pet­ rograda gitmişlerdi. Orada ziyade soğuklanıp rnüracaatla bir ay kadar tedavi olunup Kınının yalıboyuna gitmişlerdi. İki hafta kadar bir müddet orada kaldıktan sonra tekrar Bahçesaraya avdet etmiş 1 49


ve yaz sıcaklarının başlamasile burada kesbi afiyet edeceklerine ümit bağlamışlardı. Haziran ayiarına kadar B ahçesarayda kalıp bütün günlerini havada yarmak üzere geçinnişlerse de ne Kınının güzel havası, ne de şifalı su ve sıcakları kendilerine fayda vermedi. Bunun üzerine deniz havasından istifade etmek ümidile İstanbul'a kadar gidip gelmişlerdi. Fakat bundan da hiç bir fayda göremeyip tamamen hasta olarak muhterem Yusuf Akçora Bey ile birlikte Kı­ nma avdet etmişlerdi. İlk defa olarak halinin ağırlığından ogün şikayet ey lemişlerdi". "İkinci gün bir fotoğrafçı çağırıp: "Tercüman" idarehanesi önün­ deki bahçesinde ailesi efradı, Yusuf B ey Akçora ve "Tercüman" muharrirlerile birlikte muhtelif vaziyetlerde resimlerini al­ dırmışlardı. Resim alınırken iskemieye oturamayıp yer üzerinde yatar gibi vaziyette bulnduklarında, sual ifade eden bakışımızdan şüphelenerek: "- Ne taaccüp ediyorsunuz, bundan sorıra benim alacak va­ ziyetim yatmak olacaktır: zaten ben buna yakınlaşmaktayım" de­ mişlerdi. "Yine o gün İsmail Bey kendisinde elli sekiz sene vakit geçirdiği hanesinin, idarehane ve matbaasının fotoğraflarını ve yazı odasının resmini aldırmak istemişti. Fakat birdenbire havanın bulutlanması buna mani olmuştu. O gün İsmail Bey şöyle diyordu: "- Yakında uzun bir seyahete çıkmak fıkrinde olduğumdan ha­ nemin; "Tercüman" heyeti tahririyesinin ve matbaasının fo­ toğraflarını beraberimde bulundurmak istiyorum". " B u sözlerden binbir şeyler şüphelenerek çok müteessir ol­ muştuk ... " " B ir gün hastalığı hakkında "Tercüman" vasıtasile oku­ yucularımıza "Bülten" suretinde malılmat verilmesi için ken­ dilerinden müsade istediğimizde:

1 50


"- Ben büyük adam değilim ve olmak ta istemem, bundan başka ben kendimi o derece fena hissetmiyorum; bunun için halkı ür­ kütmekte mana yoktur" demişlerdi. Fakat biz işin gittikçe fenalaşıp sıhhatlarının ümitsiz bir dereceye geldiğini anladığunızdan, kı;n­ disinden gizli olarak, dostlanmızdan bazılaona ve milli mat­ bualımız idarehanelerine bir kaç mektup ve telgraf göndenniştik. İkinci günü her yerden istifsan hatır telgrafları gelmeye başlayınca İsmail Bey bizden şüphelenerek: "- Yahu, bu adamlar benim hasta olduğumu nereden anlamışlar'?" Yollu suallerde bulunmuşlardı ... " "Ağustos ahırlarına doğru derecei hararederi hali tabiisine kadar inip haleti ruhiyeleri yerine gelmişti. Her gün bir iki saat gazete okutup dinler ve alıvali hazırai siyasiye hakkın da fıkir ve na­ zarlarını beyan ederdi. Fakat, bu hal çok devam etmeyip Eylül 8'de biraz ağırlık hissettiklerini söylediler. O gün akşam 1 2'den sonra halleri büsbütün fenalaştı. Hemen doktorlar getirildi. Muayeneden sonra İsmail Beyin hayatından ümit kalmarlığını ve mü­ vellidülhumuzadan (oksijen verme) başka kendilerine verilecek hiç bir ilaç olmadığını beyan ettiler. Merhum o dakikadan itibaren mü­ vellidülhumuza teneffüsüne başlayıp ölümle mübarezeye baş­ lamışlardı".

Vasiyetleri ve vefatı: "Büyük İsmail Bey Gaspirinski hazretleri, vefatından bir hafta mukaddem iyice iyileşmiş gibi bir halde idiler. Odalarına girdikçe yanına oturuyor, konuşuyoruz. Hatta arasıra ibretli, güzel güzel 15.tifelerde ediyordu. Eylül 8'de sabahleyin hastalıkları tedricen fenalaşmaya başlamış idiyse de pek şen ve şatır idiler. Eylül 9'da "halim ağırdır" diyerek sık sık su içmeye başladı. O gün akşam üzeri oğulları Rifat ve: Haydar Beyleri. damadı Nasip 151


Beyi, keriıneleri Şefika ve Nigar Hanımlan ve şu satırlan yazan acizi baş ucuna topladı. Derin derin düşündükten sonra kendilerine mahsus olan itidal metanetini bu halinde bile muhafaza ederek he­ pimize hitaben fısıltı ile şöyle dedi: (Aynen) "- Söyleyeceklerime dikkat ediniz. Dündenberi kendimi fena ve ağırca hissediyorum. Bu halin neticesi bugünlerde anl�ılacaktır. (SükOt) . . . Madem ki doğduk... bir gün elbet öleceğiz... sözlerimden müteessir olmayın... doğmak tabii olduğu gibi ölmek te tabiidir... bunun için, ne olur ne olmaz... ben sizlere vasiyetimi söylemek is­ tiyorum. Şayet ölürsem, (inşallah daha yaşanm)... şu söyliyecek şeylerimin İcrasını sizlerden beklerim:

1- Mezanm, Zincirli medrese civarında kendisinde Mengili Giray Harun türbesi bulunan mezarlığın cenubu şarkisindeki yük­ sekçe mevkide kazılsın. 2- Altı yüz ruble vasiyetim var. Bu para. .. adama emanet olarak bırakılmıştır... (Oğlu Rifat Beye hitaben) mezkur meblaı o adarn­ dan alır, dört yüz ruhiesini cenazem kılındığı günden itibaren bir aya kadar ehli olanlara tasadduk edersin, baki kalan iki yüz rubleyi de seneye kadar bir mektep ile bir carniin faydasına sarfeylersin... 3- (Tercüman) gayri kabili taksimdir. Hiç taksim dilemez, ev­ latlanm çalışsınlar, iradından istifade etsinler, (Tercüman)ı sön­ dürmezler ümidindeyim. (Sükfit) ... 4-- B undan sorıra (Tercüman)ın başmuharriri Hasan Sabri Ay­ vazof olacaktır . İki seneden beri ben ona emanet etrnekteyim, siz­ ler de emniyet ediniz oğullanm . . . kendi ihtiyarile (Tercüman)dan gitmezse onu kimse idareden çıkararnayacaktır. . . 5- (Tercüman)'dan maada olan işleri eviatiarım v e damatianın tesviye ederler . . . 6- B ir buçuk aydanberi yanımda bulunan Zeynep nam yetime kızcağıza elli ruble hediye verirsiniz. . . İsmail beyin bu sözlerini işitip te müteessir olmamak itidalini kaybetmemek hiç insanın elinden gelir mi? Hepimiz kendimizden .

1 52


geçmiş gibi bir hal içinde kalmıştık... Bu halimizi görünce ağ­ zından müvellidülhumuza borusunu alarak: "- Müteessir olmayın, inşallah ben yavaş yavaş kesbi afiyet ede­ rim" dedi. Eylül I O'da merhumun hali daha ziyade ağırlaşmıştı. Gün ortası saat 1 2 caddesinde artık hayatından kendisi de ümidini kesmiş ol­ malı idi ki (Y asinlşerif) tilavet ettirdi. (Yasinişerif) okunurken baş­ lan uçlannda bulunan Kelamı kadime el uzatıp yüzüne gözüne sü­ rüyordu. Biraz sonra gözlerini yumarak şu sözleri söylüyordu: (Aynen) "- Büyük Allahım! Altmış üç buçuk sene yaşadım. Bu ha­ yatın otuz beş senesini Müslümanların uyanması, terakkisi, ta­ alisi ve tekarnölü uğrunda sarfettim. Milletimin selamet ve sa­ adeli için elimden her ne geldi ise hepsini yaptım. Yarabbi! .. Ey Büyük Tanrım! Meydana getirmek istediğim bir çok şey­ ler daha vardı ... fakat buna muvaffak olamayacağım... artık... artık ne varsa hepsi senin, her şey senin elindedir. Allahım! ... " Yine o gün akşam üzeri bütün oğullarını ve küçük kızı Nigar ha­ mını yaruna çağırtıp her birini ayn ayn sevdi, okşadı, öptü ve dedi ki:

"- Oğlum Rifat! B undan sonra kardeşlerinin, hemşirelerinin hamisi sen oiacaksın. "Tercüman"ı söndünne, "Tercüman" daima yanmalıdır. "Tercüman"ın hamisi millettir. Millet 33 seneden beri onu himaye etti. Eğer sizler benim sözlerirole hareket ederseniz millet daima "Tercüman"ı himaye edecektir .. " Bundan sonra İsmail Bey yüzünü tarnam�n kıble cihetine çe­ virdi, sol elini iki gün mukaddem başı altına nasıl koymuşsa hiç kaldınnadı. Gece yarısından sonra başının hareketinden biraz zah­ met çektiğini söyledi. İkinci gün Eylül l l 'de sabah saat yediye kadar bu vaziyette kalmıştı. Gözleri yan açık bulunuyordu. İsmail Bey son nefesini verirken gözlerini bir daha açıp etrafına bakındı ve ebedi olarak gözlerini yumdu". Bu haber bütün Rusya Türkleri arasında bir yıldırım gibi yayıldı. 1 53


Her taraftan "Tercüman"a binlerce telgraf geldi. Kınının her ta­ rafından merhumun cenazesinde bulunmak üzere heyetler geldi, her taraftan bir çok çelenk gönderildi, matem bayrakları getirildi ve Eylülün 1 2'inci Cuma günü cenazesi altı bin kişilik bir cemaatın elleri üstünde taşınarak Mengili G iray Han türbesi civarındaki ebedi karargatıına götürüldü. Bu büyük materne iştirak eden bütün halk zengin, fakir, genç, ih­ tiyar, alim ve cahil herkes kendisinin en yakınını kaybettiğinden daha müteessir ve daha müteellimdi . . . bahtsız Kınm topraklarına o tarihe kadar hiç bir münasebetle bu kadar göz yaşı dökülmemişti. Bu (cenaze alayı) Osman Akçokraklının "Tercüman"da münteşir makalesinde tasvir ve tesbit edilmişti, bir kaç cümlesini nak­ lediyoruz: "Nutuk söyleyenler bazı dakikalarda kendisini tutamayarak göz­ leri yaşlanıyor, sesleri titriyor, cemaatin arasında hüngür hüngür ağiaşma sadaları işidiliyordu. . . Fiiliakika bu yalnız burada ce­ molmuş Kınm müslümanları değil, umum Rusya ve hatta umum islamlar için heyecanlı dakikalar idi . . . B unu düşünerek ağlamamak kabil değildi." Yalnız B ahçesaray'da cenaze merasiminde bulunanlar ve yahut da yalnız Kınmda değil, bütün Türk aleminde bugün bir matem ad­ dedilmiş, camilerde dualar edilmiş. mekteplerde merhum hakkında malumat verilmiş ve bütün Rusya Türkleri matbuatı matem nüs­ halan neşrederek bütün sahifelerini büyük babaya tahsis et­ mişlerdi . . . Türkiye'de de matbuat İsmail Beyin ölümünden rahmet ve minnetle bahsetti. Ezcümle (Türk Yurdu) (Yıl 1 332 sayı 12) nüshasını merhuma ithaf etti. İstanbul'da da Ayasofya ca­ miişerifinde merhumun ruhuna bağışlamak üzere Türk Yurdu. Türk Ocağı, Türk B ilgi Derneği ve İslam mecmuası heyetleri ta­ rafından Mevludu şerif okutturuldu. Bu mevludu şerif fikrini ilk ortaya koyan ve tertibinde çok himmet ve fedakarlık gösteren İs­ mail Bey merhumun hürmetkarlarından Müzei askeri müdürü Ahmet Muhtar Paşa hazretleri olmuştur. tvlevludu şerif Topkapı sa1 54




rayı hümayunu Enderun Efendileri tarafından kıraat olunmuş ve hi­ dematın bir kısmını "Türk Ocağı" azasındarı Mekatibi aliye ta­ lebesi deruhte eylemiştir. MevlOdun okunmasını müteakıp, fu­ zalayı islamiyeden Defteri hakani nazırı sabıkı Mahmut Esat ve Aydın meb'usu Abdullah Efendiler hazeratı tarafından muvaaza ve hutbeler irat olunmuştur. Bütün Türk dünyasında İsmail Beyin vefatı münasebetile du­ yuları kedere, tutulan materne dair bir fıkir verebilmek için bu hu­ susta yazılanlardan bir kısmı ileride (hakkında yazılarılardan ba­ zıları) bahsında münderiçtir.

1 57


IX İSMAİL BEY'İN Y AZILARINDAN BAZI PARÇALAR

EDEBi ESERLERİNDEN: İsmail Beyin bütün şimal Türklerinden en çok okunmuş eseri " Darürrahat müslümanları yaki Acaibi diy ar ı isl:im" dır. Yu­ karıda da bahsedildiği veçhile bu eser islam dininin terakkiye mani olmadığını isbat ve bu esasa tevfıkan kurulacak bir cemiyetin gerek ahiakan ve gerekse içtimai tezatlara ve haksızlıklara mahal bırakmamasile Avrupa cemiyetlerine tefevvuk edeceğini meydana koymak gayesiyle yazılmıştı. 1 895'de "Tercüman"da tefrika olarak basılmaya başlanan bu hi­ kaye sonra da kitap halinde çıkarılmıştır. Bir kaç sahifesini aşağıya naklediyoruz: "Kariyenin imam efendisile hoşbeş halihatır soruşturduktan sorıra Taşkent, Buhara ve Türkistan ahvalinden sual buyurdu. Bu­ hara ülkesi uh1mla müşerref bir ülke ve ulema bahçesi olduğunu ri­ vayet ediyorlar, acaba medreseleri ne gibi tertipte ve fünı1nun cemi tahsil olunur mu� 158


Buharanın ve Türkİstanın umur ve usulü tedrisiyesi hususunda her ne bitirdim beyan ettim. Bu halde kart imam başını saJlayarak:

" Acaip, sizin diyariarda tabip, kimyager, mimar, mühendis gerek olmuyor mu? Sizin hanlar ve hükümdarlar idarei mülk ve devlet için umuru idareye, fünunu maliyeye, mahir memura hacet görmüyorlar mı? Senin sözüne göre medreselerde uhimu diniyeden maada fen tahsil olunınayıp hendese, kimya, hikmeti tabiiye, ilmi servet ve gayrı bu gibi fünundan ders olmayıp ehli ruhaniden maada erkanı milkü millet yetişmiyor, böyle mi?" dedi. - Evet efendim, din ve şeriattan maada fen ve uh1m tahsil olun­ muyor. - Hudaya şükürler olsun, ulfimu diniyeden mahrum kal­ mamışsımz, lakin fünunu mütenevvia (çeşitli fenler) ve kemalattan bibehre (bilgiden nasipsiz) olup dünyada nasıl maişet ediyorsunuz? Acaip hal! Hükümetleriniz nasıl idare, nasıl muhafaza olunuyorlar? Ulumu mütenevvia tahsili, fünun ve kemalat ne için ter­ kolunmuş, eski islamlarda buna büyük dikkat, büyük gayret vardı. - Kemalat ve fünunun fesada bais olduğu rivayet olunuyor efendim. - Ne ayanç, ne korkunç gatlettir bu ! Yahu, oğlum, gözü bağlı kişi yürür mü? Toprağı bilmez sapan ekersiniz, suyu bilmez su

içersiniz, dünyayı bilmez ömür ve gün edersiniz ... vah ne yazık, vah ne gaflet! Cenabı hak haJas eyliye. Bu halinizden ziyade mu­ kadder oldum. Ahali bilmesin, rica!, kibar ve zadeganlar da bil­ memişler ki asker göçünnek. ilaç. deva tertip etmek. mülk idare etmek için daha başka fünun ve kemalat gerektir. İlim vardır, din için, ilim vardır gün için, ilim vardır beden için ... vah vah oğlum, zamanımııda müslümanlar evveldeki gibi değilmişler. B izim ülkede göreceğin haller böyle değildir. - Darürrahat'ta göreceğim maişet ve terakki Avrupanın fevkinde ve ilerisinde olacaktır zarınederim; diye cevaplandığımda; 1 59


- Sana ağırlık gelmesin oğlum, inşallah zamanı gelir, ehli Tür­ kistan dahi fünun ve kemalat işinası olur, tarikı terakk.iye biner... Gaflet ne kadar büyük ve zor ise de gelip geçer bir haldir. Tahsili kemalat olmasa da sizlerde ilk tahsil, okumak ve yazmak umumidir, çünkü ulumun birinci baskıçı okumak ve yazmaktadır. - Hayır efendim, ahalinin belki nısfı okumak bilir. Yazı yazan ise yüzde on kişi bulunur. - Böyle şey mi olur, yanlış mı dedin ey oğul? - Hayır efendim halimiz budur. - Böyle ise gayet harap irnişsiz. Ulumu diniye tahsil olunuyor dedim. Okumak, yazmak ve ilim cümle müslüman ve müslirneye farzolduğu sizlere malum değil mi? Malum - ise İcrasırıda kusur neden? B una benim aklım yetişmedi. Kemalat babında inkar, tahsil babında inkar, ne garip imiş sizin diyar. Hayli fıkirlenip badehu (ondan sorıra) müteessir sesle: - Oğlum, ayıp buyurma, her ne dediysem canım ağınp söy­ ledim, din kardaşlamnın bu perişan hallerine yazıklandım, ayanç­

landım; diye imam efendi elirnden tutup, - Gel oğlum, sana bizim kariyenin sübyan mektebini gös­ tereyim, teklifile beni bölmeden alıp çıktı. Camiişerum sağ ta­ rafında büyük tezyinatlı bir taş binaya vardık. Bu mekteptir, dedi.

İçeri girdile Büyük büyük bölümler. B irinde kütüphane ve toprak işleri ve san'at için gerek olan alat mevcuttu. - Sekizden on iki yaşına kadar bütün sübyan cümlesi mektebe gelir, er ve kız balalar ayn ayn okurlar. Tahsili iptidai 4 senedir. Balalar bu mektepte okumak, yazmak, hesap ve din öğrenirler. Sonra ziraat ve buna dair kimya ve hikmet okurlar. Kariyenin ve maişet için gerek olan hüner ve san'atları talim ederler. Kızlar ise okuyup, yazıp badehu idarei yurt, dikiş ve nakış ve analık için gerek miktarı ilmi tıp ve ilmi sıhhat tahsil ederler". Şarki Türkistandaki kardaşlarımızın Çin esirliğinden kurtulmak 1 60


gayesile iki senedenberi kan döktükleri ve nihayet yu rt lar ın ı te­ mizleyerek bir Cumhuriyet kurdukları malumdur. Türkün geleceğine sarsılmaz bir imanla inanan İsmail Bey ken­ disine has uzak görüş ve kuvvetli sesile 1 895'te yazdığı " Arslan Kız" narnındaki milli hikayesini de bu Türk elinin isıikiali için ya­ pacağı büyük cidale hasretmişti. 1 895 yılı Eylül 24 ta rih li 36 nu­ maralı "Tercüman"da tefrika edilen "Arslan Kız" dan bir iki sahife naklediyoruz: " . . . inci senesi yaz ortalarıydı. Mazlum Kaşgar kıt'asının bel­ delerinden olan "Üçturfan" şehri muhasaraya alındığı tam 26 gün olmuştu. Otuz bin kadar Çin askeri ve on bin kadar Kalmuk me­ cusları "Çiling" nam zalim serdann kumandasında olarak etraf ka­ riyelerin ahaiii islamiyesini adeti vahşiyeleri üzere katliam edip sabi ve sabiyelere dahi aman vermeyip şehri kuşatm ışlardı. Şeyh İzzet Atanın bir tek eviadı olan 1 6- 1 7 yaşındaki Gülcemal nam kı z ı vardı. Çiling on bin yanbo cezayİ nakti vermekle 24 saatte teslim ol­ mayanlannı istiyor. meclis kuruluyor ve ekseriyet teslime karar ve­ riyor. Bu sırada Gülcemal atılarak: "Çin gibi biaman biinsaf düşmana teslim düşünülüyor. Ey ihvan, başımızı, vücudumuzu düşman için hıfzetmektense fedayı can i le şöhret ve rahat kesbetmek daha efdaldır . . . Ben tes l i m o l::ıc ak l ardan değ i lim ! Atanı mani olmaz inşallah! Çin kuşağından geçip K a şg ara ve g erek olsa sair beldelere varıp h alim i zden haber verip s i z lere haber ve be l k i imdat a l ı p g e l i r i m.

Ey benim sevgili babacığım. düny alara vermez derecede naz ve Çin'e cari ye olduğunu ister

m uh ab be t le � e ti1 ı ird i ğ i n Gülcemal'in

mi s in ? '

Kımız süzüp veyak.ı rak.ı ıle kadeh doldurup huzuru düşmanda

hizmete biedebanede bulun m ak r an s a: emanet ve pak olan canımı :�� .:· :· .. ! . . ��, :·._ , L ı . ·

-�

· Lıh:-ı � fdal değil nı idir'� ·J 6 1


Ey ihvan, teslim olmayınız! Altmış - yetmiş günlük erzak ol­ duğu ve hücumla düşmanın şehre girerneyeceği malOmdur. Gün doğmadan neler doğar misali vardır. Yetmiş günümüz daha var. Huda rızasile Kaşgara malOmat verip gelirim." Bu sözleri aytıp Gülcemal cebinden bıçak çıkarıp ipek gibi nazik ve belden aşağı düşen saç larını dibinden kesip alarak meclisten çıktı. Babası Şeyh ve cümle meclis kızın gayret ve cesaretinden hay­ ran olup hem ibret alıp şaşıp kaldılar. Alaca Bey en iptida kendisini topladı: - Aferin bu kıza. Yeryüzünde bulunan feriştelerin (melek) biri budur. Bu kız, yok, bu arslan bizi düşmandan halas edecektir. Düş­ man sabaha kadar cevap istemiş. Ş imdi cevabı red verelim. Üç­ turfanda teslim olacak müslüman yoktur. On defa fedayı can bir defa Çin"e baş eğmekten efdadır" dedikte cümle: - Evet böyle cevap verelim, dediler.

SİY ASİ Y AZILARINDA� : .

- - -- --·-- --

- ----

1895 _yılı 9 Temmuz tarihli 25 n umaralı " Tercüman" da çıkan " Bö)·le değil mi?" makalesinden: ile devleti aliyei Osmaniyenin münasebatına ve alı­ ol:ın evrakı edebiye ve resmiye bundan 40-50 sene -;uma cemolup b i t a rafane nazarı tetkikten geçirilirse, bu mü­ n.ı�� baı ın zah ı ri ik batını arasında görülecek tefavüt ve ihtilafa h a :- r.u ı k a l mamak m ümkün olamayacaktır. Bu defa işin yalnız bir ".-\ vrupa

val ine d a i r

._· ilı�ı ı ıı� d ı k k a t �Jc l ı ıl l '


Avrupa"nın büyük hükumetleri. diplomatlarının ağzı ve mu­ harrirlerinin usanmaz kalemlerile fevaidi milk ( memleketin fay­ dası ) ve asayişi umumiye zımnında, bu gibi. ya şu gibi islahatın veya tensikatın icra ve edası lazım olduğu yolunda devleti aliyeye tavsiye

ve

tebligatı

dostanede

bulunmaktan

geri

durmadıkarı

mallımdur. Yolların gayrı muntazam olduğu. liman ve rıhtımların azlığı, ti­ caretin meydan almadığı. maarifın ağır çöktüğü. maliyenin terakki edemediği ve daha sair bu gibi dostane şikayetlerini işide işide bez­ dik. Şu gerektir, bu gerektir. böyle yapmalı , şöyle kurmalı diye ağız ve kağıt patırdısına bunca civanınert ve gani olan dostlar her iş için efkardan maada bir de (çare) yani servet ve akçe lazım ol­ duğunu bilm iyorlar mı'? B u halde ise iptida dikkat ve icraya alı­ nacak madde elbette

ak.vamı

osmaniyeyi Avrupa sülüklerinden mu­

hafaza emrine teşebbüstür. Eski zamandan kalma usul ve ahitnamelere istinaden Avrupalılar milkin ( ülkenin) ve milletin

terakki i maliyesine set ve man i ol­

maktan geri durmuyorlar. En iptida şayanı ıslah olan bu noktadtr. Yollar, köprüler yapmak: rıhtımlar. limanlar kurmak, caddeleri fe­ nerlerle tenvir etmek. güzel taşlarla döşemek: idareyi muntazarn, memurları gayretli. asayiş ve rahaıı umumiy'!yi kemalile temin etmek için bomboş "nasihatı dostane"den fayda çı kmaz. Çünkü bu işlerin her biri ve umumu kuHei maliyeye tevakk u f edt!r. Türkçes i akçe ister. Avrupalı dostlar. bahusus eski dostlar o lan İngilizler ve Fransızlar bu hakikatı aniasalar fena olmazdı. Dost

hükümetlerin

her

biri

umuru

maliyesini

ahalileri

is­

tifadesine ve haline göre göçürür. Buna hakları vardır. Bu haklarına hiç kimse itiraz etmez. Bu halde bunlar cüz"i bir gümrük resmile devleti al iyeye mal ithal ermek: patenısiz. \·erg isiz büyük ti(aretler etmek: ülkenin hiç bir masari f:uına i�tirak etmemek gibi haksız da­ vada bulundukları ve Anadolu. Rume li

fukarasının arkasile garbın

cümle tesisatı medeniyesini şarkta bulundurup keyfetmek efk.arları dbeııe n!va değildir. � as ihata bunca h�\ esi olan

""dostlar·· en iptida 1 63


getirdikleri maldan dolgunca gümrü kü vermeğe, memaliki Os­ maniyede ikamet ve ticaret edi ldiği halde yerliler gibi masarifatı umuıniyeye iştirak etmeye hazır bulunup, devleti aliyenin terakki i ınaliyesine bais olduktan sonra sair "nasihmlar"ının daha mü­ kem mel. daha güzel İcrasına meydan açıldığını göze aldırmalıdır, Dost olan, dost i ş in i bu noktadan düşünür. Ahai i i şarkiyenin te­ rakkii maliye ve ekonomisine medar ve yardım etmek üzere büyük devletlerden her kaysı (hangi biri) buna mübaşeret ederse, o hakiki dostluk göstermi ş

olacaktır.

Hakkaniyet ve

insaniyel

yolu da

budur. Her ne kadar zamanımııda Avrupanın politikası "men­ faat"dan gayri bir �ey tanımak istemiyorsa da "hakkaniyet"e müs­ tenit bir politika zuhur ettiğile menfaal çok geride kalacaktır. Men­ faal gelir geçer. hakkaniyet bakidir".

24 İkinciteşrin 1896 tarih ve 46 numaralı " Tercüman" da çıkan " AHVALİ DEVL ETi ALİYEİ OSMANİYE" makalesinden: "Tercüman" ımız iki seneden beri memaliki Osmaniyede hayli münteşir olup okuyaniara efkan ve işlere nazarı malum olmuştur. Fakat 1 5 senelik gazetemizin bundan evvel geçmiş on üç senelik hayatı Osmanlılara malum olmadığından, iptidai zuhurunda kabul ett i ğ i mesleğin hiç bir tebeddü l etmeyip bu saate kadar i şlere ve hallere nazannın değ işmemiş olduğunu ve bugün yazdıklarını on

Devleti aliyede ısiahat ilan olunuyor. Fakat icrasız kah�·ormuş. Bu ıs­ lahatın ne demek olduğu fikredilsin: İster tarihe, ister enakı me,·kuta�·a müracaat edin, şimdi�· e kadar A uupanın ısiahat dediği yalnız ahaliyi hıristiyaniyeyi gözetmekten ibaret bu­ lunmuştur. Halbuki de\"letin mayası \"e ekser ahalisi ehli islamdır. Terakkii ticaret dedikleri ise ecnebi sermayesine ve teşebbüsatına me�·dan ve yol verdirmekten ibaret bu­ lunmuştur. sene mukaddem yazmış olduğunu söylemek lazım gelir.

1 64


Bu halde mahalli ticaretin ve yerlinin terakkisinin cüz'i ola­ cağı elbette tabiidir. " İdare muntazam değilmiş" . Evet, nisbeten böyledir ve böyle olmamak ta mümkün değildir. Çünkü ta geçmiş va­ kitlerden kalma " Kapitülasyon" bağları ve zincirleri çö­ zülmedikçe intizama meydan kalmıyor. Gaflet devrinde akledilmiş muahedelerle Türkiye'nin eli ayağı bağlanmış, misafir olarak kabul olunanlar haneye sa­ hiplik hukukunu almışlardı. Avrupa memaliki Osmaniyeye " Hasta" namını veriyor. Hayır, hasta değildir, bağlıdır, bir çö­ zülsün de görsün, nasıl güzel yoldaş olur!"

1896 senesi 14 Temmuz tarihli 11 Tercüman11da yazılan G irit meselesine dair 11 HAKİKA Tİ HAL 11 makalesinden: "Şark işlerine bitarafane nazar edenlere kapalı değildir ki şarkın ahaiii hristiyaniyesi beyninde zuhur edegelen fesatlar bunların is­ tikliil arzusile hissiyatı diniyelerinden istifadeye çalışan dahili ve harici entrikacıların saylerinin semeresidir. Ya hissiyatı kavmiye üzerine kurulan fesat zuhur ettiğinde gazeteler ve telgraflarla aleme yaygara edildikten, şu mahalli fesatta İkarnet eden "Türklerin" ve "mutaassıpbrın" bundan haberleri bile olmuyor. Bu saf ve sade adamları alemi medeniyete birer kanlı vahşi sıfatında gösteren mu­ h<.ınirler büyük alçaklık ediyorlar! Anadoluda, Rumelide Türk var­ dır. Farzedelim ki bunlar vatandaşları olan hristiyanlar aleyhinde {deği l ya! ) bulunsunlar. Fakat Girit işlerinde 'Türk fenalığı", "Türk taassubu" nerede görüldü ve kim gördü ki. her yazdıklarını teftiş ve rnülahazaya borçlu olan ehli kalem bunları Türklere isnattan geri durmuyor. .. Politika, politika amma, bir azıcık insaf ve hakikat ta lazım değil mi va! Eğer ş i kayet Giridin yerli ınüslümanlarımhın ise cüz"i mü1 65


lahaza bu şikayeti reddeder. Çünkü Giridin müslümanları azdır, idarede , mahkemede nüfuzları yoktur. Maarifte, ticarette Rum­ lardan geri kalmışlardır ki bunlardan şikayet etmek kurdun ku­ zudan ettiği şikayete benzer. Burasını Giridin palikaryalan ve po­ litikacılan inkar edebilirler. fakat ehli kalem ve ehli insaf inlcar edemez ümidindeyiz. Girit fesatçılannın edepsizlikleri ve insaniyetsizliklerinin ne de­ rece taşkın olduğunu yine isnatçı gazetelerin neşeiyatından an­ lıyoruz. Bakın: Hükümeti Osmaniye bunca müsaadat verip cümle fesatçıları affetti ve kabul olunmaz talepleri bütün Avrupa ta­ rafından da reddedildiği halde, bunlar, Osmanlı karakol setinesine ateş edip on adamı telef ettiler. Bu vak'a Kandiyadaki İngiltere konsolosu canibinden Londraya iş'ar olundu. Türkler bunun ne­ resinde? . . . "

28 Nisan 1908 tarihli ve 32 numaralı " Tercüman" dan: MAKEDONYA MESELESi NEDEN i BARET?" "Bundan böyle cins ve kavim itibarile Makedonya pek kanşık bulunuyor. Makedonya'da B ulgarlardan maada Rumlar, yani Yu­ nanlılar, S ırplar ve kısmen Ulah ile Arnavutlar hak talep ediyorlar. Sükut eden yalnız Türklerdir. B ulgarlfjlfın ıslahat, muhtariyeti idare diye talep ettikleri şeylerden ahir matlaplan Makedonyayı B ul­ garistan'a tutmaktadır. Sırplar ve Yunanlılar bunun için B ulgarlara mukabelede bulunup on seneden beri vuruşmakta ve dalaşmak.ta bulunuyorlar. Avrupa hükümetlerinin müdahele si de Makedonyanın ıslahından ileri gelmiyor. Çünkü Avrupanın metalibi ısiahat olsaydı "Is lahatı umumiye"den bahsolunurdu. Makedonya sakızı çiğnenip dur­ mazdı. İş bu halde bulunduğu takdirde en garibi şudur ki, Bulgar fırkası 1 66


Sırpları basıp taladıkta, yaki Rumlar Bulgarları kestikte kabahatti gösterilen yalnız Türklerdir; ve müslümanlardır. Rum, Bulgar, Sırp milletlerine karakolluk hizmeti etmekten gayri bunların bu dün­ yada işleri yoktur ki ... Bütün Makedonya ahatisi beş hisse edilse iki hissesi müslüman ve üç hissesi Bulgar, Rum, Sırp, Ulah ve Yahudiden ibaret bu­ lunur.Müslümanlann bu kesretine kulak veren bulunmuyor. Çünkü gelecek zamanda bu biçareler umumen kurban edilecektir. Ma­ kedonya kıtası Osmanlı idaresinden çıkarıldığı günden itibaren Ro­ manyada, S ırbistanda, Bulgaryada, Yunanistanda, G irit adasında görüldüğü gibi, müslümanları muhacerete mecbur edip va­ tanlannd an nefyetmeğe çalışılacaktır. Müslümanlar elinde bir çok bağ, bahçe ve toprak bulunuyor. Bunlara göz eden Bulgarlar, Sırp­ lar ve Rumlar türlü, türlü desiselerle müslümanlan üşküdüp (ra­ hatsız edip) Osmanlı tarafına kaçırınaya cehdedeceklerdir. Eğer Makedonyada yalnız ısiahat icrası matlup olmasaydı çoktan beri eda ve icra olunurdu".

22 Kanunuevvel 1903 tarihli "Tercüman" da münteşir " SAD­ RAZAMIN BİR GÜNÜ" makalesinden: Elçi cenapları Sadrazama bakarak: - Makedonyadan aldığım haberlerden memnun değilim. Hilmi Paşa cenaplannın ve fırka kumandanlarının gayet mülayim hareket ettikleri anlaşılıyor. B una bakıp fesatçıların cesareti artıyor. (filan) mahatdeki konsoloshaneden aldığun raporda Bulgar fesatçıları hatta Rum kariyelerine hücum ederek. bunlardan birini de yak­ mışlardır.. Zannıma göre ehli fesada karşı biraz şiddetli hareket edip gözlerini korkutmak lazımdır. . \ l:ıkedonya · fesadı sü1 67


rüncemede kaldıkça Avrupa efldrı umumiyesine fena tesir ede­ cektir.. Cenabı Sadrazam Elçi cenaplarının böyle dostane na­ sihatlarından cesaretlenip: - Bu vakte kadar hep sabır ve müHiyemete arka veriyor idik.. Şimdiden sonra tedabiri şedide İcra olunacaktır. Emin olun sekiz, on güne kadar Makedonyada fesat eseri kalmaz, dedi. Elçi vedataşıp çıkınca Sadrazam hemen şifreli telgraf tertip ede­ rek Rumeli başvalisi Hilmi Paşaya şu emri yolladı: "Ehli fesada karşı şiddetli hareket ederek ele düşenleri mah­ kemei harbiye ye teslim ediniz". Bu telgrafı gönderdikten sonra diğer elçiyi içeriye kabul etti. Yine sigara ve kahve içtikten sonra elçi cenapları resmen söze baş­ ladı: - B u gece konsoloslardan aldığım telgraflar teessüflü haberler getirdiler. . . (Filan) kariyeye girip orada kendilerini müdafaa ey­ lemekte olan asileri takip ederek Osmanlı askeri kariye ahalisinden iki Bugarı telef ve bir kızcağızı cerh etmiştir .. Asakiri şahanenin bu gibi uygunsuz işleri bizim hükümete pek ağır tesir edeceği şüp­ hesizdir. Böyle vak'alar yalnız bizde değil bütün Avrupa'da efkan umumiyeyi Babıaliye karşı uyandınnası muhtemeldir. - Efendim böyle teessüflü vak'alar bizleri de mükedder et­ mektedir. . L:lkin muharebe hali, ihtilal zamanı, ne çare ! - Bana kalırsa çaresi malum: Mülki ve askeri cümle memurlara şiddetli talimat verip böyle vak'alara meydan ve imkan . kal­ dırmamaktır ki hükümetlerimizin münasebatı dostanesine leke düş­ mesin; ve vurulmuş iki Bulgarın ailelerine maaş tahsis etmeli ve kariyede yıkılmı� haneleri tamir ettirmeli ... - Beyan ettiğiniz vakalardan ötürü bugün mahalline sual gön­ derip. tahkiki hale göre ne l:lzımsa yaparım . . . - En iptida laıını o l an kariyeye hücum edip iki Bulgarın telefine 1 68


sebep olan memuru bulup cezasını vermektir; diye elçi ayağa kal­ karak Sadrazarola soğukça sağiıkiaşıp (vedalaşıp) çıktı . . Elçiyi ozdurduktan (yolladıktan) sonra Sadrazam omuzlarını kısıp öz-özüne: "Var bakalım çaresini bul ! .. İşi kabartmamak için biri tedabiri şedide lüzumunu söylüyor, ikincisi fesatçılar ginniş olan kariyeye kurşun atılmamasını teklif ediyor... " Sadrazam yaverini çağınp Hariciye Nazınnı davet etti. İki Paşa bir hayli müşavere ettikten sonra Hilmi Paşaya ikinci bir telgraf yollanıyor: "'Birinci telgrafımla arnel edilrnesin, sabır lazım. Mufassal emri posta ile göderiyorum." Bu telgraf gönderilir gönderilmez Hilmi Paşadan da şu telgraf geliyor: "'Bulgarlar iki Osmanlı ve bir Rum kariyelerini yakıp taladılar. Bunlardan I 30 kişilik bir çete, Sulu dağda asakiri şahane ta­ rafından muhasaraya alındı; ne yapalım, vuralım mı? Valinin bu sualine S adrazarnın cevabı: "mürnkünrnertebe kan dökrnemeye hirnmetle icabı hale göre hareket" gibi karanlık ibarelerden ibaretti. Bundan sonra Sadrazarnın huzuruna Rum patriği davet olundu. Bu Efendi Bulgarlardan şikayet ve onların Rum köylerine hücum edip ahaliyi talap (soyup) katiettiklerini beyanla Rum kariyelerinin muhafaza edilmesini rica etti. Patrikten sonra içeriye B ulgar Eksarhı cenapları girdi .. Bu zat Rum rühbanından şik5.yetler etti. bunlar Bulgarlan Patrikhaneye tabi etmeye çalışıyorlarmı�. Sadrazam bunları, islidalarına bakacağını ve lazım gelen emir­ leri vereceğini söyleyip yollattı .. Merrınun olurlar mı? hiç ... Patrik Efendinin sözü yapılırsa Bulgarlar. Eksarh Efendinin sözü olursa. Rumlar Türklerin dereceklerdir.

zulmünden

Avrupaya

şikayetler

gön­

1 69


Bugün böyle, ertesi gün böyle, haftalar, aylar böyle geçiyor... İstanbul'da Sadrazam olanın başı kemikten değil, demirden olmak lazım geliyor. . .

.. _ --

15 Temmuz 1908 tarihli " Tercüman" dan: Yukarıda dereedilmiş fahirli telgraflardan anlaşıldığına göre Devleti aliyeyi Osmaniyede usulü meşruta, Millet meclisini meb'us intihabı, affı umumi ferman ve ilan buyurulmuş. Bu vak'alar bitaraf bulunan alemi insaniyeti memnun ettiği gibi Rusya müslümanlarını daha ziyade şadettiği inkar olunamaz. Çünkü insaniyetten maada arada diyanet ve cinsiyet hisleri bu­ lunacağı tabiidir. Bundan böyle cümle Osmanlılan tebrik ederek anasın gayrimüslimenin müslümanlarla elele verip selamet ve sa­ adeti vatanİyelerine çalışacaklarını ümit ederiz. Soğukkanla, gü­ zelce fıkir ve mülhaza edersek Osmanlı Türklerinden daha ciddi ar­ kadaş bulamayacaklarını anlarlar zannederiz. Anadolu Asyadır, belki Rumelisiz ömür edebilir. Lakin yalnız Rumelinin istikbali si­ yahtır. Bu sevinçli bayram günlerini siyasi faraziyat ve ta­ savvuratla lekelemek istemiyoruz. On iki seneden beri Dersaadete gönderilmeyen gazetemizin bu nüshasını ancak tebrike ve hatırata tahsis etmek istiyoruz. Zatı hazreli padişahı ilanı hürriyet etti. Bunun dahiten olacağı hüsnü tesiri kadar haricen dahi olmasını arzu ederiz. Terakkiyalı milliye yolları açılmakla beraber müdahalatı ha­ riciye kapılarının kapanmasına var kuvvetle çalışmalıdır. Hürriyet zamanı girdikte yalnız ahalinin değil, memurin ve üme­ rayı askeriyenin de kalbi oynar. Bu tabiidir, çünkü asker eviadı millettir. ilanı hürriyet dakikasından itibaren asakiri şahaneyi mil­ liye uınuru içtimaiye ve siyasiyenin padişah ile millet vekilierine 1 70


ait olduğunu tekrar ve tekrar derhatır edip sancakları altında dağ gibi sabit ve bir itaati mutlaka ile kumandanlarına muti bu­ lunmalıdırlar. Hürriyet muhtelif fikirterin ve arzuların açıktan açığa cereyanına baistir, her ne türlü fırka ve partiler başgösterirse göstersin, ecnebiye arka vermenin haram olduğunu bilmelidirler. Matlaplar, meslekler dahiten bilamüdahele hallolunmalıdırlar. . Eğer Os­ ınanlılar buna muvaffak olamazlarsa hürriyet ve meşrutiyete ye­ tişemedikleri anlaşılır. Her halde Cenabı hak hayırlı eylesin".

18 Temmuz 1908 tarihli 53 numaralı "Tercüman" dan: Bundan iki sene evvel, 1 906'da, "Tercüman"ın 64 numaralı nüs­ hasında neşredilmiş makalemizde İran'da meşrutiyet ilan edilip ic­ raya konulduğu zaman eski usulü idarenin, Fas ile Habeş hesaba alınmadığı halde, yalnız devleti aliyei Osmaniyede devam ettiğine beyanı teessüf etmiştik. Bugünkü şatlık haberleri bu teessüfleri tamam unuttıİrdu. Her işin başı niyet ve vaat ise, Herisi hulfis ve ic­ radan ibarettir. Bütün alemi insaniyeti ve bahusus alemi islamiyeti ferahlandıran niyet ve vaadin tam İcrasının dört gözle bekleneceği tabii bir haldir. İlaru hürriyete vasıta olmuş vükelayı hürriyetin kadrini takdis eden tebaperver hükümdar ve bütün heyeti idare (bürokrasi) va­ itlerin tam icrasında gaflet buyurmamalıdır. Efkan umumiye aç karına benzer. Doymadıkça rahat olmaz. Ve aş yerine taş verilse yutsa da doymaz ve rahat etmez. . . Her ka­ idenin ve her kanunun güzelliği ve faidesi kara satırlarında ol­ mayıp ruhunda olduğu hukukşinasiara malfimdur. Binaenaleyh, İs­ tanbul hükümeti kanunu esasinin satırlarını değil. ruhunu meydana 171


koymaya himmeı buyurmalıdır. Usulü meşrutiyet: hürriyeti matbuat, hürriyeti vicdan ve içtima olduğunu araştırmaya hacet yok. Bunlar fennen tayin edilmiş ve akvamı garbiye arasında tatbik edilmiş şeylerdir. Hükümetin vazifesi vaitlerin icrasındadır. Gelelim millete, ce­ maate : Hürriyet verildi, müsaade gösterildi diye heyecan ve ifrata ka­ pılmamalıdır. Kanuniann icrası, hukukiann genişlemesi sıra ahali ve avam indinde bir çok fikirterin kabulü ve hazını zaman ister. Ehlifık.ir ve bahusus ehli.kalem ve matbuat tedricat usulünü elde tutmalıdır. Sansör ahvali feshedildi. B unun manası saçma - sapanı, olur olmazı yazmak değildir. Belki her bir muharririn kendi vicdanının. kendi kemalatının halis sansör nasbedilmesidir. Ahalinin yüze doksanı münevver değildir. Matbuat bunu bir an nazarı mülMıazadan bırakmarnalıdır. Ahalinin hazmedemeyeceği anlayarnayacağı şeyleri hürriyet diye meydana atmak siyaseten ha­ tadır vicdanen cinayettir. Hamdolsun,bugün Osmanlılarda ve bahusus müslümanlarda te­ rakki ve serbesti ruhu yükselmiş, kaynar bir halde bulunuyor. Mil­ let hürriyetlerden, serbestlikten büyük faideler bekliyor. B u fa­ ideleri hem de görecektir. Fakat, efkan cedideden, tebeddül ve tagayyurattan hoşlanmayacakların bulunacağı emri tabii ol­ duğundan, eskilik hevesine, irticaa alet ve meydan verınemeye ça­ lışmalıdır. B u işte maıbuat büyük iş görebilecekir. Matbuatın boy­ nunda büyük mes'uliyet te var. Ahalinin şev k ve ümitlerini söndürmeyin. A vrupayı kırmızı fi­ kirler arz ile ürkütmeyip her bir muharrir ancak "kalemli muallim" sıfatında çalışmalıdır. Hürriyet hep hürriyettir amma, Anadolu ile Rumeli Fransa vilayetleri değildir. Bu kaba yazıları kariini kirarn af buyursun. Tamtıraklı yazınağı bilmiyoruz ve bir de bu yazıları baş ile değil, belki yalnız hulus ve hayırhahlıkla yazdık'' ------

1 72


25 Temmuz 1908 ve 55 numaralı " Tercüman" dan "ilanı meşrutiyetten sonra çıkmış isanbul gazeteleri bize toptan haftasına yetiştiler. B unlardaki esas makalelerin ru h u 5 2-53 nu­ maralı

"Tercüman"da yazdıklarımıza

pek

muvafık düşmüştür.

Ancak, ahalice İngiltere'nin yeni sefırine gösterilmiş istikbiil nü­ mayişinden

oturu

karşıyakalı

refikterimizin

beyanı

mem­

nuniyetlerine (mingayrihaddin) iştirak edemiyoruz. Yarın yahut er­ tesi gün Almanya ve Rusya birer yeni sefir gönderdikte bunlara da böyle nümayiş yapılmak fazla bir zahmet olur. Yapılmazsa ne­ zaketi siyasiye hilafı olur. Yazı

yazmaya

başladığırndan

beri

( mingayrihaddin)

Os­

manlılıkta beğenmediğim bir hal, bir ecnebi bayrağı gölgesinde bu­ lunmak ( mecburiyetini ) farzettikleridir. Merhum Sultan Abdülaziz devrinde ve daha evvelce kesbi şöhret eden paşa efendilerin biri Fransız, biri İngiliz, birisinin de Rus politikası tuttuğu malumdur. Mezkur devirde Daimabahçe B abıalinin hareketine çok ka­ nşmıyor. B abıali de oldukça müstakillen iş görüyordu. A l i ve Fuat Paşaların garpla, Mahmut Nedim Paşanın şimaile ( kan içirip kar­ deş olduklan), Belgradın teslimine, memleketeyn ittihadına, Mı­ sırın

imtiyazına.

Karadağın metalibine,

Cebelüllübn:ının muh­

tariyetine . . . ve saire m:ıni olamLUTiıştı. Sultan Abdülhamit han devrinde her sene ba�nk tebd i l edil­ meyip bir çok senelerden beri Beriine hüsnü nazar ve hüsnü intizar edilmişse de, İngiltere'nin Mısır'da, Bulgarların şarki Rumeli'de. Yunanilecin G iritte yerleşmelerine set çekemedi. B inaenaleyh. me­ maliki Osmaniyenin bekasının ve memleketin tamam iyelinin bu politikalarla temin edilemediği görüldü. Gözümüz kör değildir. .-\lmanya gibi iktidarlı bir iınpar::ıtorluk, İngiltere gibi muktedir bir kr::ıllıkla refik ve müttefik olmak mec­ buriyelini hissediyorlar. Dehşetli Rusyamız dahi " Hintten gözümü. İrandan elimi çektim" d i ye re k İngiltere dostluğuna iht iyaç gördü.

1 73


Bundan böyle devleti Os mani yeye dahi siyaset meydanında yal­ nız kalmamak iktiza edeceği malum kaziyedir. Fakat bugünden "'refik" intihap olunamaz, acele etmemelidir. B ugün Osmanlılar (hami) bulabilirler. Hami ve himayeden hala bezmedi mi? (usa­ nılmadı mı?) " .

1 Ağustos 1908 tarih ve 57 numaralı " Tercüman" ın " RUSYA VE TÜRKİYE'DE KANUNU ESASi" makalesinden: "Rusyanın dahili ve harici politikasının ve usulü idaresinin çürük olduğu Mançurya ovalarında Japon ordusu karşısında zahir oldu. Mançurya berbatlığı Rusya efkan umumiyesini teprendirdi

(kımıldattı). Tecdit ve ıslahı idare lüzumunu aşağıdan yukarıya herkes gösterdi, hükümeti şaşırttı. 10 seneden beri humma marazı g ib i Devleti al iyeyi ezmekle bu­ lunan Makedonya karışıklığı Türkiye'de Mançurya rolünü oynadı. Bu karışıklık hükümeti şaşırtmıştı. Rumeli ahalisinin isb1m ve hı­ ristiyanı, bahusus ümerayı askeriyesi hükümetin tedbirlerinden ve Avrupanın "himaye" namile çevirdiği politikal:ırd�ın nafı bir �ey

çıkmayacağını kimilen anbmıştı. İ �te bu zeminde Osmanlı vukuaıı başgösterd i " .

Rus v e Türk irıkılapl:ırını mukayese yol lu yazılmış olan b u ma­ kaleden maada Rus ve Türk inkıiJ.pç ılarına dair de 58 n umara l ı ve 5 Ağustos 1 908 tarihli makaleden kısmen iktihasta bulunuyoruz: Rusya'da hareketi ahr:ıran e y i v iic ud e ge t ire n ie ri n ve :.ıte�­ leyenlerin binnisbe ekserisi gayrirus olduğu halde , Osmanlıda ha­ rek etin başında Türkler. müslü m•ınlar y ::ın i . mil leti hJ.kime bu­ lundu.

ilanı hürriyetten sonra Rusya ahrarı bankaları. postal�ırı basmak: memurları btletmek: FinLind i ya",tı. Estonya'da. Gürcüst•ın'da. Pe1 74


tersburg, Moskova, Odesa ve sair büyük beldelerde kızıl bayraklı içtimaiyun, sosyal demokrat inkilabı çıkardıkları halde, Osmanlılar mesaili içtimaiyeye el ve dil uzatmayıp üç beş paşayı aziettiemeR ve hukuku siyasiyeyi teminle iktifa ederek bunlara nail oldular. Hareketi Osmaniye başında Genç Osmanlılar Kornitası göründü. Aralarında ehli siyaset, ehli umur bulunduğu zahir oldu. Rusya'da ise serkerdelik eden Plehanoflar, Milikoflar, Güçkoflar hala hukuk ve nazariyat dersleri vermekten ileri gidemediler. Osmanlılarda bir program, yalnız bir meslek görülüyor ki, bu da kanunu esasidir. Rusyada program ve mesleklerden köprü kurmak mümkündü " . İ smail Bey R u s devlet makinasını, Rus cemiyetini pek esaslı tet­

kik etmiş ve bunların müsbet, menfi cihetlerini pek yakından an­ lamışu.

Rus

hiyelerini

de

münevverlerinin, esaslı

Rus

kavrayarak

ink.ılapçılarının

bunların

haleti

vaziyete

ru­

hakim

olamayacaklarını ve bu nazariyecilerin devlet adamı olabilmekten uzak olduklarını tesbite çalışmıştı. ı 9 ı 7 inkılabı da İ smail Beyin bu kanaatını tamamile teyit etmiştir. Bu hakikatı I 905 ve ı 9 1 7 ink.ılaplarında rol oynayan şimal Türkleri münevverlerinin ekserisi anlamış olsalardı, her halde inkılaplarda takip ettiğimiz siyaset ve taktik daha sağlam ve daha muayyen bir yolda yürür ve daha esasl ı milli istikametler takiple, milli gayenin tahakkukuna yarardı.

1 Ağustos

ı 908

tarihli ve S T inci numar:ıdan

itibaren "Ter­

cüman''da bir seri olarak neşredilmiş olan ve Türkiye iktisadiyatma

hasredilen

"ALETİ İKTiDAR"

başlıklı

makalelerin

bazı

kı­

sımlarını aşağıya naklediyoruz: "Geçen nüshamızda

ikt idara may:.ı olacak serveti umumiye ne i le

vücut bulacak demişt ik. B u sualin ce,·abı meseleyi halledebilir zan­

nındayım. Dev leti o�maniye olsun. umuın�n ınemal iki is lamiye

1 75


olsun bu yakın zamanlarda garp sermayesine karşı sermaye, sanayi ve ticaretine karşı sanayi ve ticaret yetiştirip rekabet değiL hatta �endisini iktisaden muhafaza edemiyecektiL Ulfımu sınaiyenin lazım derecede intişarı. büyük ve ucuz sermayelerin cem'i bir çok senelere tevakkuf eder. Rusya yüz seneden beri dahili sanayi ve ti­ caretini himaye için pek büyük himmet ettiği ve emtia-i ecnebiyeyi meneder derecede gümrük resimlerini

kuvvetlendirdiği halde,

bugün gümrük tarifelerini % l O indirse tüccarı müflis. fabrikalan berbat olacaktır. Devleti Osmaniye ise imtiyazatı ecnebiye ile bağlı ve iktisatta usulü lunduğundan,

serbestiyi

garbın

tesiratı

kabul etmiş

gibi bir halde bu­

iktisadiye ve

maliyesinden

kur­

tulabilmesi pek çok zamanlar ve himmetler isteyecektir. Bununla beraber kisp ve serveti umumiyeyi az vakitte ilerietmek mecburiyeti vardır. Çünkü lazım akçalar bugün karzan bulunduğu takdirde de yarın bunları ödeyebilmek için milli iktisadi kuv­ vetlendirmeye bugünden başlamalıdır. Madem ki elimizde % 1

veya % 2 faize kani sermaye; yüzlerce politeknik, mühendis: yüz­

binlerce sanayide çalışmış arnele bulunmuyor, çaremizi başka yol­ dan aramak lüzumu baş göstermiyor mu? Her bir devletin bütün ih­ tiyacatını kendi memleketi dahilinde istihsal etmesi.

he r

gereğini

içerde bulup harice muhtaç olmaması güzel bir ideaL ili bir ha­ yaldir. B unca mütemeddin ve müterakki Almanlar, Fransızlar, İn­ gilizler; Arjantinin, Rusyanın, Romanyanın ve Osman l ı nı n buğ­ dayiarına muhtaç bulunuyorlar. Şüphesiz memaliki şarkiye de Avrupanın mamulatı sınaiyesine ve cemettiği sermayelerine bir çok zamanlar muhtaç bulunacaktır. Bu halde meyus olacık bir sebep göremiyorum. Ancak "alacağı" karşılık " vereceği" tedarikte gaflet ve tekasül edilmemelidir. Muvazenei iktisadiyeyi kaybetmemek ve kaybedilmı�se zemııu lazİmeye getirmek için ne çare bulabileceğiz. Zamanımııda Japony::ı pek modadadır. Japonyanın sınai te­ rakkisi nümune gösterilip misal olabileceği söylenmektedir, Biz böyle zannetm i v n n ı z

1 76

Ltponyanın ahvali

içtimaiye-.: i

ml':ıı:ı ! i k i


islamiyeden başkacadır. Japonlar ve Çinliler kadimdenberi e hli sa­ nattırlar. Ne bizim Tutarlar, ne bizim Türkler. ne İraniler bun lara kıyas edilemez. Japonlar ile Avrupanın İ taly anla rı Rusları ve İs­ panyollan dahi rekabet edemez. Japonlar şöyle yaptı, b iz de yapalım olamaz. Göz yummamalı. Medeni bir Türkle bedevi bir Arap arasında ne kadar fark varsa, bir köylü Türkle köylü Japon arasında da o kadar fark vardır. B una göre iş tutmalıyız. Memali.ki islamiyenin te rakki s i ve kesbi iktidarı acelece temin edilmek için en iptida lazım olan zirai terakki s idir Şükürler olsun toprak çok, aşlık ne kadar olursa olsun pazar ve meydan açık. ilim ve usulü ziraatın intişar ve tatbiki tahsili sanayi gibi ağır değil. Baş sermaye olan toprak mevcut. Bu halde ancak yol ve yol­ lar inşası iktiza eder ki, bu da çaresiz bir şey değildir. Ticareti hariciye nazarında ehemmiyeti sınaiyesi pek az o l an Maveraürınehri, hiç sanayii olmayan Mısır'ı bizzat ziyaret ederek ziraat sayesinde kara toprakların avuç avuç sarı altına tahvil edil ­ diğini ve intizamsızlığa bakınayıp serveti ummiyelerinin te­ zayüdünü müşahede ettik. Doğrudur, ziraata sanayi ve fab­ rik atö rl ük te ilave olunursa daha güzel olurdu. Likin bunun iç in zaman ister. Teriliiyat ı zıraıye ise az zamanda vücuda ge­ ,

.

tirilebilinir".

8 Temmuz 1909 tarihli ,.e 98 numaralı " SIRA Tl MÜST.\Kİ:\1" mecmuasmdan: '"Bahçesarayda münteşir '"Tercüm�ın .. gazetesi İngiltere'de m ü ­ Misyoner Mü'temeri (kongre) azimine dair geçen nüshaınızda münderiç makaleyi hülasaıan naklettikten sonra mütaleaıı aıiyeyi nakit

terdi f ediyor:

1 77


Bu kadar büyük cemiyet halinde olmamakla beraber bugünlerde Kazanda Rusya Misyonerlerinin dahi içtimaı olup geçti Dini olan bu mü'temerlerden daha mühimmi

bugün Sofya'da hali

mü­

zakerede bulunuyor. Medeni, içtimai, ebedi tevhidi efkara hizmet etmek üzere Bulgaristan'da bütün İslav akvamının murahhaslan toplanmış, anlaşıyorlar. . . Teatii efkar ediyorlar.. . Kararlar ve­ riyorlar. . . darısı ibreti bizim başlarırnıza olsun! . . Sofya'da aktedilen İslav murahhasları arasında Lehliler bu­ lunmuyor, aralarına katılmıyorlar ... B unun sebebi şüphesiz ki Rus ve Leh milletleri arasında olan gerginliktir. Hakikaten Rusyanın Lehlilerle anlaşamaması bütün İ slav mesleğine ayak çalmaktadır; ve çalacaktır .. Katerina devrinde Leh devletinin Ruslarla Almanlar arasında taksim edilmesi siyasi büyük bir hata idi. B undan sorıra bugüne kadar Rusyanın Lehlilere dair politikası şu hatayı tekrardan ibaret kalmıştır. Fakat Ruslar kendileri böyle zarınetmiyorlar . . .

"

22 Nisan 1908 tarihli ve 30 nurnaralı " Tercüman" da basılan (HARİCİYE NAZlRlNIN NUTKUNDAN ÖTÜRÜ) başlıklı makalesinden: "Rusya Millet meclisinde Hariciye Nazın İ zvolski'nin ve buna karşı söz söyleyen mebus Kapustin'in nutukları beyanı efkara bizi bir kat daha sevkediyor. Cenap İzvolski ne dedi? Pek mühim, pek doğru bir şey söyledi. Dedi ki " Her ne kadar Rumeli Hıristiyanlarının faideleri din ve c ins kardeşliği münasebetile gönüllerimize yakın ve hoş gelen bir kaziye ise de Rusyanın kendi faidelerini daha yakın ve daha mühim görmesi iktiza eder. B inaenaleyh şark meselesinde ihtiyatlı politika tutmak emelindeyim.

Osmanlı padişahının hukuku hükümranİsine dokunacak teklif 1 78


zatı şahaneye çok ağır tesir edecektir. Halbuki otuz seneden beri muamelesi dostanede bulunduğumuz Devleti aliye ile aramızı açmak güzel bir hareket addolunarnaz. Unutulmamalıdır ki pa­ dişahın hukukuna taarruzda bulunmakla Rusyanın kesret üzere bu­ lunan tebaayı islamiyesinin kalplerine ağır tesir edilecektir". Nazınn bu nazanna karşı millet vekillerinden ancak M. Kap­ sutİn ve gazetelerden boşboğaz "Novoye Vremya" ilirazda bulunup efkan umumiye bu meselenin müHilıazasına sevkolundu. "Ş imdiye kadar Rusyanın şark politikası Avrupanın nazar ve ah­ valini nazarı dikkate alıyordu. Ş imdiden sonra bir de Kazanın, Bakunun ve Bahçesarayın kalp ve reyine de mi müracaat olu­ nacak?" mealinde muaheze ve tenkitler işitildi, yazıldı. "M. İ z­ volski itibara alınmayacak şeyleri itibara alıyor ve asılsız havf ve endişe gösteriyor" yolunda mukabele edildi. Kazan meb'usu Ka­ pustin'in tasdik ettiği gibi müslümanlar sadıktırlar, doğrudurlar.

Lakin bu da bila şart değildir. Rusya müslümanlannın refakatinden Ruslar her cihet mem­ nundurlar ve sadakatianndan hükümet eminpir zannederiz. U.L.n

bununla beraber bihasbilinsan tesirat ve hissiyalı kalbiyeden mı:;h­ rum olmadıklarını söylemeye hacet yoktur. İ şe göre mem.nun ve şad yaki mükedder ve gam.nak olabilirler .. Bu hali de mülahaza ha­ ricinde tutmarnalıdır . . .

20 Eylül l328 trihli ve 23 numaralı " Türk Yurdu" nda basılan (MUHACERETİ MUNT AZAMA) makalelerinden: Zamanımııda "Muhaceret" büyük bir mevki tutmuştur; yerler var ki muhacire muhtaçtır, yerler var ki muhacir çıkarmaya mec­ burdur. Malumdur ki Aksayİ şark ile Aksayi garp insan ile dolmuş ve artıp gelen ahatiyi geçindiremeyip münas ip bir mahalle ihraçda, çıkarmada muztardır (mecbur); bunun aksi, Avusturalya, Muhiti kebir adalan . Afrika ve Amerika muhacir kabulüne müsaittirler.

1 79


\luhaceretin aldığı türlü �ekill�rd�ndir ki Avrupa devletleri, top­ rağı bolca m üst�mlekeler zapterrnek için koşuyorlar. cinsini saf bu­ lundunnak V I! kazanl:ını muhafaza etmek için Avusturalya ve Ame­ rika sarı c insten muhacir kabul etmiyor. Muhaceretin Devleti aliyece dahi ehemm iyeti ve tarihi vardır. Türkiye'nin boş yerleri az değil, ahai i i islimiyeyi arttırmak, siyasi ve iktisadi cihetlerden ehemmiyetli olduğu aşikardır. Malılmatım tamam ise Devleti aliyeye birinci defa külliyetli olarak gelmiş mu­ hacirler, K ır ı m istilasında Kırımdan çıkıp R um e l i cihetlerinde yer­ leşmiş

olanlardır.

B aadehu

şark muhaberes i

nihayetinde

y ine

Kırım'dan m uhacir sökün edip 1 856 - 1 863 senelerine ka ar 475 bin kadar Kırı m l ı akın akın "karşıya" ekseri Rumeli cihetine geç­

Şöyle ki umumen giden muhacirin miktarı bir milyondan pek eksik olmasa gerektir. Kırımlılardan sonra Çerkes muhacereti oldu ve tiler. Sorıraları dahi az az Kırım'dan muhacir çekilmekte idi.

daha sonra Romanyada B ulgarya veya Sırbiyeden, Giritten ve bir miktar da Maverayı Kafkastan muhacirler geldi. Bu

m uhacirleri

kabul

edip

yerleştirmek

" M uhacir

ko­

misyonu"nun vazifesi idi: bu vazifenin nasıl İcra edildiğini tetkike girişmeyip şurasını söylemek isteriz ki bu işte m untazam bir prog­ ram. nafi ( faydalı) bir tertip görülmemiştir. Muhaceret, bazı yurt­ ları boşaltıp harap ettiği halde Osmanlı yurduna da lüzılmu kadar fii ide venned i . Yüz beş seden b�ri üç defa artm a s ı lazım gelen mu­ hacir eviadının asıl sermayeden bile nısfı (yarısı) kayboldu. Rusya'dan olan m uhaceretin Devleti O smaniyeye faidesi ol­ mamakla beraber bunun. Rusya'da kalanlara d a büyük ziyanı var­ dır. çünkü her ai leden biri. ikisi hicret ettiği halde geride kalanları ""bizde gideriz"' fikrile yurtlarında m isafir gibi kalıp lazım olduğu derecede iş tutrnayıp iktisaden pek çok ziyanlara uğruyorlar. Böy­ lece ne camiye kandil oluyorlar. ne kiliseye m u m � B izim m u h aceret. Avrupalıların, Çinli yahut Japonların mu­ haceretlerinden çok farklıdır: ve Muhacir komisyonu da Ame­

rik;ın m . Arjan tinin, Avusturalyanın " Muhacereı idare leri" ne hiç ı so


benzememektedir. Muhacir kabulü yahut celbi hiç olmazsa Rusy:ı'dan, Ma­ c:ıristan'dan topçu beygirleri celbi kadar muntazam olmak lazımdır ki her ki t:ıraf için biraz nafi olsun.

Bu dediklerimiz, sözbaşı gibi bir şeydir; çünkü bahsetmek is­ tediğim " muhacereti muntazama" Rusya Türklerine mü­ nasebetli bir şey değildir; doğrusunu söylüyorum, eğer benim elimde olsaydı Rusya'dan bir Türk oğunu yerinden kı­ mıldatmazdım, çünkü giden bir Türk on Türke daha tesir edi­ yor, dalalette bırakıyor ve kendi ise muhaceretten necat bu­ lamıyor; yurt bozuluyor, fakat yurt kurulmuyor, hiç kimsenin karı yok herkese zarar.

İsmail Beyin Kuımdan hicret meselesindeki yazıları hakkında Kmm gençlerinden Ahmet Özenbaşlının 1 925'te Akmesçitte ba­ sılan "Çarlık hakimiyetinde Kırım faciası yahut Tatar hicretleri " eserinde malümat verildiğinden kısaca aşağıya naklediyoruz: 1 902'de çıkmış "Tercüman" gazetesini gözden geçirirken Gas­ pirinskiye mahsus olan ihtiyatla da olsa bir sıra makalelerle onun hicret meselesine karşı vaziyet aldığını görüyoruz. Bu yılın ba­ şından başlayarak sonuna kadar sistematik bir surette hicretin za­ r:ırınd:ın, vereceği yıkıntılard:ın . pasaport almak hususundaki mü?­ kü lattan bahsolunuyor. �lesela I 902 senesi Mayısının l S' inde çıkmış "Tercüman" da " lazım bir nasihat. gafıl olma ! " serlevhalı makalede Gaspirinski geçmiş asırların sonunda Arnerikaya göçen muhacirlerin ne kadar ihtiyatlı davrandığınd:ın. vuracakları yerleri evvelce ayrı heyetler gönderip tetkik ettirerek ona göre lazım iil5t ve edevatl:ı teşkilatlı bir surette göçtüklerinden uzun uzadıy:ı bahsedildikten sonra diyor ki: " B izlerde sararmış ekinlerini. çiçek açmış bostanını bırakıp gi­ de;;ek bir dereceye gelmiş ( sarhoşlar ) vardır. Sarhoşluk ise ister r:ı­ kıdan. :ıfyondan, i ster esrardan ve y:ıhuı bir :ıteşi fikriyeden olsun hayırlı netice vermesi pek şüphelidir. Ayııuk baş. sağ ve soğuk fikir ile iş görme l i ! . . . ı8ı


Ey aziz kardeşler! Satmak kolay, almak güçtür; gitmek kolay, dönmek güçtür. Yakılmak, düşmek kolay, kalkmak güç­ tür... " Yine bu kabilden olarak 2 ı Teşrinievvelde "Hicret" . İkin­ citeşrinin 3'ünde "Hicret pasaportu" , ı l 'inde " Dost davuşu (sada)" serlevhalı makalelerini okuyoruz. Bu sonuncu makaleyi bir mu­ havere şeklinde yazarak bir muhacire hitap ediyor. . . ve böylelikle hicrete kalkışaniann hissiyat ve fikirlerine tesir yapmak istiyor. "Kardeşim Cafer! .. Kış geldi. su, toprak buzladı (dondu), kar ile örtüldü. Cümle mahlukat yerine, yuvasına kapandı, soğuktan, kıştan kaçtı. Sen ise bir elinde sabi ve sabiyelerin, öbür elinde ayalin, bu zemheriye karşı göğüs gerip hicret yoluna düşüyorsun ... Kudurmuş deryaya kendini emanet ediyorsun, kardeşim bu acele ne lazım? .. "

27 Haziran 1 9 1 4 tarihli ve 6245 ı:ıumaralı " İkdam" da İsmail Bey hakkında "İBRET ALI�ACAK SÖZLER " başlığı ile yazılan uzun makalede kendisile vaki mülikat da dercedilrniştir. Bu kısmı aşağıya naklediyoruz: "Türkiye'nin hakiki bir Lerakki ye doğru adım atmak azminde bu­ lunduğunu görmekle sevindim. Fakat buna muvaffak olmak için

en ziyade sulhü süküna ihtiyacımız var, lakin otuz sene huzur ve rahatla çahşmalı, hakkile çalışmahsınız. Ş imdi Türkiye'nin

toptan, tü fekten, baruttan ve intikam almaya kalkışmaktan ziyade, ziraatı ileri götürmeye. iktisadi teşebbüslere girmeye maarifı hak­ kile tamim ve tesise. vesaiti nakliyeyi ikrnale ve pek ziyade zengin olmaya ihtiyacı var. Bunun için Türkiye ziraat memleketi ol­ malıdır. B uğdayını. hububa ı ını. pamuğunu. yün ve y apağ: ıs ı nı . ya1 82


ğını, balını, yumurtasını satıp zengin olmalıdır. B unun ıçin de gayet büyük himmetler ister, hususile maarifı pek ileriye götünnek elzemdir.

Ben öyle görüyorum ki Türkiye'de maarifin temin ve in­ kişafı her memleketten kolay olacaktır, çünkü Anadolu aha­ lisinin maarife, mektebe, tahsile büyük ve gayet tabii ve hakiki bir aşkı var. Hatta Türklerin Avrupalılardan ziyade tahsil e he­ veskar olduğunu itiraf etmemek onlar hakkında iftira etmek demek olur. Faraza bir köye gidilsin de: "Vatandaşlar, burada bir mektep açacağız, bir de mualliın getireceğiz. Bu muallim sizin oğullarımza ve kızlaruııza altı, yedi ayda okumak ve yazmak öğ­ retecek, çocuklarınız hem kuranı kerimi hem de eline geçen kitabı veya gazeteyi güldür güldür ve hatasızca okuyacak. Fakat siz de bu mektebi vücude getirmek, bu muallimi getirebilmek için elden gelen fedakarlığı yapacaksınız" denilsin, bakınız, o köyün ahatisi nasıl kolları sıvayarak elden geleni yapacak, çocuklarını okuta(ak

Türklerde çocuğun tah­ sile başladığı gün bir bayram sayılır, bu hangi milletle var? ve muallime ne kadar hürmet edecektir.

Şimdi Rusya'da gazetelerin ahaiii islamiyeye maarifın, tahsilin lüzumundan bahis makaleler yazmalarına artık hacet kalmamıştır. Çünkü iki kere iki dört eder derecesinde aşikar olan bu hakikatı or­ tada takdir etmeyen hiç bir müslim yoktur. Gazeteler artık onları iktisadiyata teşvik edecek makaleler yazıyorlar. Ş irketler, bankalar tesisini tavsiye ediyorlar. Rusyadaki müslümanlarda iktisadiyat hu­ susunda pek ciddi bir terakki eseri görülmeye başlanmıştır. Eğer Türkler Usanlarını biraz daha sadeleştinn i ş, kıraat ve imliiyı tesbil edecek surette hurufu savtiyeyi istimal etmeye baş­ lamış olsalardı, beş altı seneye kadar Rusya müslümanları ile li­ sanlan sureti kat'iyede birleşmiş olurdu. Bundan husule gelecek faydaları izaha hacet yoktur sanırım.

1 83


ŞARK MESELESi 1 1 Haziran 1 895 tarih ve 22 numaralı "Tercüman" da münteşir "ŞARK �tESELESİ" başlıklı makalede İsmail Beyin en büyük emeli olan mek­ tep ve medreselerin ıslahı lüzumuna dair fikir ve kanaatlan hülasatan mündeıiç bulunduğundan aşağıya aynen nakline lüzum gördük: "Serlevhaya bakıp Gladistonluk,

ya

Sismarklık

iddiasında bu­

lunduğum zannedilmesin; indimde şark meselesi maarif meselesi de­ mektir. İntişan maarif umum ahaliyi malumatlı fehimli, efkarlı edip kesbi nzk yollannda mahir etmektir. Eğer bunun en yengil, en doğru yolu bulunup tezce zamanda icra olunabilirse, yani dediğim şark me­ selesi hallonulursa, sair cümle meseleler kendi kendiliğine hal ve yak.i terkolunmuş olurlar. İntişan maarifte akvamı dreneiyenin geçmiş ol­ duğu yol ve tutmu� bulunduğu usul taklit edilirse alevarnı islamiye urou­ men mi.istefit olamayacaktır. Gerçi bilg i ve malumat birdir. Ciharun her tarafında iki kere iki dörttür. Uki n maarifin usulü intişannın her bir iklim ve k:ıvnıin atl\·ali hu su s i y e sin e muvafık bulunması kaide ve kanun halindedir.

Avrupa'da intişaıı maarif onlann u kınası makamında bulunan ehli

kil ise s ın ı fı nı n nüfuzunu kı nnakla meydan aldığı halde, memaliki şar­ kiyede İslam ulemasının peri�an hal in i tedavi edip ileriettikçe iler­ letmeklt: meydan alacaktır. Bunun da hikıneti garbın ehli kilisesile �ar­

kın

ulenıası

beyn inde

esasen

m�vcut

olan

büyük

tefavüttedir

t farklıltktadırl. Tarihi islama bir göz atalım. zamanı saadetten ta Moğol

hücumlanna gel inceye İmaını

Basri ler.

kadar menıal iki şarkiye maarif bahçesiydi.

Gazaliler.

İbnisinalar.

Farabiler.

Buhaıiler,

Fah­

rett i n iraz i t e r ve saireler hep bu bahç en in meyvalandır. Yine şu zamana mahsustur ki t iic-:an isl:im yelken gemisi ve büyükçe kayıklarta Muhiti

g arlı i de \ c \ lühir i kebirde dolaşıyorlardı. :\lüslüman k 5.ş i fı Afrika iç­ lerinden ı:ı Lral dağlarına ve S ibiryaya kadar sokuluyordu. Bedeviler ve

nıecu�ikr ara:- ı na girip fedakfır u l e ın a br medeni ve dini nas ihat larl a �)ııııir �L\· i ı i ı k r�.i i . \ l c � h u r u k ın a y ı ' ..: bu e h l i gayreti me y da n a ge-

1 8-l


tiren ne idi? Bunlarda görülen zekayı, hamiyeti, efkan ve gayreti besleyen ne idi? Maarif... Maarif... Maarif. Moğol akınıısından ve yıkıntısından sonra ta bu zamana kadar alemi islamın gayretten, gözden, kulaktan düşüp koca gülbahçe miskinhane harabesine çevrilip asırlarca terakkiden bibehre (mah­ rum) kaldığı, büyük ulema zuhur etmediği, tüccar yol bulamadığı, kaşif ve naşirlerin namları dahi unutulduğu nedendir? Ma­ arifsizlikten ... Eğer böyle ise eski zamanlarda maarifin nereden ve ne gibi mün­ teşir olduğu araştırmalıdır. Bu devirde Avrupanın darülfünunları ve ahiren memaliki şarkiyenin bazı büyük beldelerinde tesis olunmuş cedit mektepler yoktu. Maarifi neşreden medresei islamiyelerdi. Bunlar şu zamanda birer darülfünun idiler. Hakikat (milli) ol­ duklarından halifeden ta bedevi çobana varıncaya kadar cümlenin gözünde, fehminde ve muhabbetinde bulunurlardı. Şarktan Moğol vahşiliği, garptan İspanyol taassubu işbu fen ve ilim ocaklarını söndürmekten sonra, her ne kadar medreseterin namı ve bazan vücudu dahi kaldısa da "cetvelİ tahsil"'e güzel mes­ lekler yerini bulamadı ve hala bulamıyor. "Oc ağına göre dumanı, ağacına göre meyvası." fetvasınca İmaını Gazaliyi, Fahrettiniraziyi ve İbnisinayı çıkannış ve dünyanın her tarafına kaşifler, nasihatçılar yaymış medreseler hazırda ay tu­ tulduğu zaman ahatiyi ürküten, mahallesi haricinde dünya bil­ meyen ve kesbi rızk için zekatla sactakayı meydan addeden adam­ lar yetiştirmektedirler. Medresei islamiyeler, ki umum millet indinde hala şerefli ve şöhretlidirler. evvelki paye ve derecelerini buldukları gün ulemayı islam taze can bulup milleti ummiyetle te­ rakki ve revaç yoluna bindirebilirler. Fikrimi misaile açayım. Tunus'ta Fransız liseleri tarzında olan "Mektebi fünun" vardır. Pek güzel mekteptir. Pek güzel memurlar yet işt ir i p Tunus idaresinin ih­ tiyacatı siyasiyesine güzel hizmet ediyor. Tes i s edenden Cenabı hak razı olsun. Fakat _yine Tunusta mevcut o l an kad i m ( Fa t ı mi ye ) medresesi \"ardır. B unün program ına da d i k kat buyuru l u p u \ G m u

1 85


diniyeden maada talebe efendilere İ bnisinalar, Gazaliler emsal gös­ teritip kaderüllial hesap, tarih, coğrafya ve saire umumi fenlerden malCımat verilseydi, bu talebeler bildiklerini ve peyda ettikleri fi­ kirlerini ta S ahrayı kebirin çadırlı bedevilerine kadar alıp gi­ derlerdi, söylediklerini anlatırlar, kabUl ve makbul ettirirlerdi. Ulemamıza

yol

vermeli,

tahsil

ve

malumatiarını

mey­

danlaştırmalı, eski medreselerle yeni mektepler arasında köprü bu­ lundurmalı ki

birinden yetişen siyasiyunla diğerinden yetişen

ulema lazımınca refık olabilsinler. Medresei milliyeler zamanla mütenasip bir hale konutursa mek­ tepler mahir hocalara; mahalleler, kariyeler kemalatlı imamlara, kürsüler tesirli ve ziyade faydalı v aizlere malik olacağı gibi, heyeti islamiyenin görenek zincirinden, emiş demiş gafletinden, neme lazım durgunluğundan kurtulacağı kat'i itikadırndır. U lemamıza metanet verilirse bunlar da millete metanet verebilirler. Şimdi ne versinler? Her ne ise olduğundana şükür. .. İ ptidayı halde ulemamızın ehli maarif ve ehli kemal olması lazımdır.

Ulemayı

islam,

hüddam

olsun

olmasın,

fünün

ve

malumatla tenviri efkar ederse, umum millet arasında maarifın te­ rakki edeceğine şüphe edilemez. Mekteple rahle başında, camide kürsü başında ziyali ve haberdar ulema bulunursa, terakkiyatı ak­ liyeye büyük meydan açılmış olur. B inaenaleyh, terakki meselesi maarifın terakkisine, maarifın terakkisi de ulema ilerlemesine te­ vakkuf etmektedir. Bir kariye, ya ki mahalle farzedin, ahali s i umumiyet üzerine malumatsız, hatta islamiyeti dahi lazımınca bilmez. Böyle bir ka­ riyeye çiçek aşılamak için çiçekçi, umuru sıhhiye için sıhhiye me­ muru, faideli nasihatla ziraat memuru gelirler, ahatiyi cemederler, söyleyeceklerini söyler giderler. Bunların arkasından ahali ne di­ yecektir? " Babalanmızın gününde böyle şeyler yoktu. şimdi ne lazım. Çiçek aşılamak ne lazım. Başına yazılmışsa görür. Toprağı sürsen aşlık, (hububat) oluyormuş, böyle sürsen ol­

şöyle

muyormuş. Bu şeyler frenk itikatlarıdır" yolunda sözler söyleyip

1 86


hanelerine dağılır giderler. Lakin mezkur kariyenin imam efendisi, ya ki muallim efendisi ziyalı, malumatlı ulemadan ise ahali bu gibi şeylerin hikmetini ve gerekliliğini anlamış olurdu. Anlayamadıklarını sordukta ilmen, fennen ikna edilirlerdi. Kemalatlı ulema ahalinin e fkarına, sayü gayretine revnak verebilirlerdi. Umuru tedris ve umuru maişet ileri sürülürdü. İslamiyer bir hikmettir

ki

maneviyatile maddiyatı ara­

sında hudut çekilemez. B unun için ziyalı ulemanın ahalice lü­ zumunu ziyade hissolunmaktadır. Lakin ahaliden fazla bilgi

ve

malumatlı olmayan molla ahaliye ve fikir versin, ne yol göstersin? B inaenaleyh, ulemamızı yetiştinnekte olan medreselerin ıslah ve

intizamına bakmak neşri maarif yolunda en mühim işlerden ola­

Tekrar ediyoruz ki, aklen, fikren ilerleyen ulema smıfı bütün ahaliyi ilerletecektir. Ancak medreseterin programlarmı ve idaresini lazım dereceye çıkarmahdır. Cava, Zengibar, Kaş­ gar, Fas gibi İslam vilayetlerinin perişan halleri malıimdur.

caktır.

Halbu ki, vaktile bu kıt'alarda ehli maarif ve bilici, kemalatlı ulema bulunmuş olsaydı, bugün de buraları hoşça halde görebilirdik. B u­ ralarda mevcut ve programlan gayn muntazam medreselerden ye­ tişen adamların işleri ve hareketleri görülmekte olan dereceden zi­ yade ileri olmayacağı bedihidir (besbelli) olamaz, ummen maarife yapışmalı . . .

'"

TÜRKİYE'DE MEMUR OLMAK ZİHNİYETİNE KARSI YAZlLMlŞ Y AZILARINDAN: 6 Ağustos 1895 tarihli "Tercüman" dan: " BABI.-\.Li CADDESiNDE BİR SEYAHAT" ""Bu narnda kırk elli tefrika yapmak istiyorum. İstanbul"u bilenler

1 87


taaccüp ederler. Sirkeci"den Babıaliye kadar uzanmış cadde her ne kadar güzel bir mahat ise de , o kadar uzun değildir ki seyahat edil­ sin. Bir bakıştan böyledir amma, ben şu beş altı yüz ar ş ı nlık cad­

dede koca bir seyahatın mümkün olduğunu iddia ederim.

" B ir lokma ekmeğin tarihi" namında Almanca bir kitap olduğu mah1mdur. Ebedi lisanların hemen cümlesine nakil ve tercüme olunmuşur. Pek ala, bir lokma ekrneğin tarihi olur da, koca bir cad­ denin seyahati olmaz mı? Avrupa gazeteleri her ne yazariarsa yazsınlar, hakikat yine ha­

Osmanlı toprağında verilmiş olan müsaadat hiç bir yerde yoktur. Hatta en müsaadeli olacak

kikattir. Her kavim ve millete

Koşma Amerika tumhuriyeti ( B irleşik A . H . ) ucuz iş işlemeye gel­ miş olan Çin muhacirlerini denize atmak istiyor. Hükümeti Se­

Bulgarlar, Ruslar, Ermeniler, Yahudiler müteşekkiren istifade ediyorlar. Her ci­ hetlerde çalışıyorlar rızk ve rahatlarını temin ediyorlar. Yalnız bizim müslümanlar şanları ve hakları olan derecede istifade et­ miyorlar. Cadde boyu se�·ahatimde en iptida gözüme çarpan bu idi. Dörtyol ağzı tramvay caddesini geçtim. Babıaliye doğru yürüdüm, Şamlıyan eczanesi, Vafyadi fotoğrafhanesi geride kaldı. Sağ tarafta muhabbetlu kitapçı Kayserliyan mağazasını, komşusunda Apog_yan dökmecihanesini ve bunun karşısında Miltidai fotoğra fh a nes i n i görüp kaydettim. Sol tarafta hür­ niyenin ise büyük müsaadatından ecnebiler,

metlimiz M ihran m;ıtba.l�ını. b iraz i leride kitapç ı Kaspar Efendi m;ığazas ı n ı ilerisinde ( As ın k itapç ı Arak i l ağa kütüphanelerini ve daha daha erkanı maarif ve n::ı�iri g::ıyy ur e fend i leri görüp İbret ;ıl ıp de ft e r i m e k::ıydettim. Matba::ılara g ird im. :\ !Jkina üzerinde Boğos ;ığa. mürettiplerin ekserisi bunun bir::ıderleri . B ir iki k it::ıp ::ıldım. A l i Bey �:azmış. Artin Efendi neşretmiş. Selim Efendi yazmış. H oça dor ağa neşretmiş. Hatta bazı eser­ ler ehli Tebriz. \l eş h c di H üseyin ağanın " h immeti ma­ arifperesti" sile mcydanı int i�ara konul muştur. B izim " Ter,

1 88


cüman" dahi kitapçı ve naşir Jozef Efendinin himmetile mün­ teşir oluyor. Mukaddemce Katkasya'ya vaki olmuş seyahatim hatıra geliyor, o esnada bir mecliste içimden fırlayan sualler tekrar fırlamak is­

Ey Türkler, nedir bizde bu haller? Tiniste ilmühal ta­ bederiz, Karakaşyan matbaasmda; Baküde " Köroğlu" neş­ rederiz, Adamyan matbaasmda; Karabağ'da şiir veya mersiye neşrederiz Vanilyan matbaasmda.

tiyor:

Şöyle ki Karakaşyan, Vanilyan cenapları bize edecek himmederi etmemiş

olsaydılar,

bizim

"Köroğlu"

dünya

yuzunu

gö­

remeyecekti, öyle mi'? B izler neredeyiz demeye hakkım yok mu? Evet çalışanlar var. S ırasında bunları da yadüsena ederiz. Lakin

Kapiiarda, di­ "·anlarda çalıştığı gibi, tüccar mağazalarında, tezgahlarda, fab­ rikalarda, denizler üzerinde çalışmalıdır. B iliyorum, me­ muriyet şerenidir, lezzetlidir. Devlete ve mülke hizmet farzdır. Lakin sapanellarm da piri Adem (A.S.) 'dır. Demircilerin de piri Da,.·ut (A.S.)'dır. Köy köşesinde muallim olan bir ehli gay­ ret te ulemanm en efdalidir değil mi ya? Sen memur, ben memur, idare edilecek kimdir?

Türkiye'de

Türkler

daha

ziyade

işlemelidir.

-------

İŞLA� ALEMiNE DAiR MAKALELERİNDEN: 26 Teşrinisani 1895 tarihli ,.e 45 numaralı " Tercüman" da

çıkan " BUNA NE DEMELİ'�" makalesinden: "' Derdini inkar eden derman bulamaz. binaenaleyh derdimizden bahsedeceğiz. Sözümüz. hoşgelsin. ağır gelsin, her nasıls:ı cümle ile beraber derdimize derman aramaktan maada meramımız yoktur. Bu zamanda bütün alemi medeniyette ehli islamın cümleden geri

kaldığı görülür. �Iukaddemce çok defalar Rusya'da cümleden geri 1 89


bulunduğumuzu söylemiştik. Bu defa ehli islamdan bahsedeceğiz ki İran'da, Buhara'da, Bulgarya'da bize gücenen bulunursa af bu­ yursunlar. Gücenmek, danlmakla olmaz, meseleyi halletmeli, derde dennan bulmalı. Halimiz, birazcık vicdana ve harniyete sahip olunca, dü­ şünülmeyecek hallerden değildir. Garba bakar ve dikkat dersek eski müslümanlardan bir miktar ilmi usul ve sanayi tahsil etmiş ak­ vamı efrenciyeyi çok ileride görürüz. Bu az dolu gibi, Aksayışarka göz edersek Japon sıfatında Moğol mecuslarının az zamanda fır­ layıp müslümanlardan ileriye gittiklerini göreceğiz. Şan ve haysiyeti milliyemize ne kadar ağır gelirse de vak'ayı ve hakikatı inkar caiz değildir. Setretmek hem zarardır, hem de al­ çaklıktır. Bundan otuz sene mukaddem ismi az malum olan Japon kavmi bugün denizde Amerika kumpanyalanna rekabet ediyor, manifaturasile İngiltere, kibrit ve birasile Almanya'ya karşı geliyor. Matbuatın terakkisile bazı Avrupa akvamını geride bırakıyor. Müs­ lümanlar ise hala durgunluktan, miskinlikten baş köteremiyorlar (kaldıramıyorlar). Yarab ne haldir bu? Kazan'da, Kınm'da, Kafkasya'da sair akvamın gerisinde kal­ dığırnız gibi; B uhara'da, Fas'ta, Cezayir'de, Tunus'ta Yahudiler iler­ liyor. Hindistan'da Mecusiler ileri atılıyor. Muhiti kebir ce­ zirelerinde Çinliler, Japonlar yol kestiriyor. B izler ise hep durgun, hep geride. Nedir bu, nedendir bu? Umum akvam arasında kisbü ti­ carete say, hareketi fikriyeye meyil, tahsil hevesi var. B izlerde ise durgunluk, durgunluk .. Eski müslümanlarda bu ağıl hal yoktu. Şimdi neden, nereden ve ne için ehli islama musallat oldu? �Ialfimattan bibehre, hikmeti islamiyeyi iyi anlamayan ve hatta İmarnıazarn Efendimizin misalini dahi bilmeyen bir hayli adarnlar vardır ki bu meseleyi bir ağızdan halledip yan geliyorlar... Diyorlar ki. bu dünya müslümana zindan imiş. İsla.m dünyası ahırette imiş . . . Bu biçarelere ayıp edilmez, n e deseler de caiz gönneli, çürıkü eski müslümaniann ahiretten hiç ümit kesmedikleri halde Kürreiarzın nıfsını tasarrutlarına alıp umumunu almak gayetinde bulundukları 1 90


ve kesbi maişet meydanında cümle akvama faik (üstün) bu­ lundukları bunları malUm değildir. "Bu dünya bize zindan, alıret arıyoruz ! " etkarının iddia edenlerin her kaysına (hangisine) dünya malından ve lezzetlerinden ne kadar çok verilirse hiç biri reddetmez, Hikin ne faide, götürüp veren yok­ tur. Çalışıp bulmaksa elden gelmiyor. Bu miskinliğe teselli olarak manga! başı, çay arası, zindan hikayeleri tasnif ediliyor. B unlan bırakalım. Ziyalı, malumatlı müslümanlar ne diyorlar bakalım. Türk'ten, Arap'tan Avrupa'ya aşina ve usulüne müptela li­ beral yani müsaadeli adamlarla defa defa görüştüğümüzde rey ve fikir aramıştık. Bunlann zarınına ve itikatına göre ehli islamın dur­ gunluğu siyasi bir illet olup usUlü idarenin gayri muntazam ol­ duğundan ileri geliyormuş. Çok düşündük, taşındık; fakat, buna da kani olamadık. V akıa usulü idarenin maişeti insaniyeye büyük tesiri olduğu inkar edilmez. Fakat, müslümanların her ne türlü usulü idare al­ tında bulunsalar da hep geride kaldıklarını gördüğümüzden perişan ve durgun hallerini yalnız usulü idareye isnat edemiyoruz. Rusya usulü idaresi her nasıl olursa olsun cümle ahali için birdir. B u halde Ermeni, Gürcü , Yahudi, Lehli v e sairler terakki edip v e müs­ lümanların etmediği nedendir? İranın usulü idaresi iyi ise de, fena ise de Ermenilerin müslümanlardan ziyade ilerlediideri görülüyor. "Kanunu esasi"yi her yerde derman zarınedenler vardır. Lakin bu gibi kanun ve idarei meşruta hükmeden Romanya'dan, Bosna'dan, Bulgaristan'dan müslümanların Anadoluya can aıtıkiarına ne de­ meli? Müsavattan, hürriyetten istifade edip Buğdanlara ve Bul­ garlara ne için rekabet edemiyorlar? On sekiz senede Bulgarlar hayli terakki gösterdiler. Bunlarla beraber yaşayan müslümanların gösterdiği eseri terakki nedir? Cümleden bir haldir ki, Bulgarlar otuz kadar ceride tesis ettikeri halde, müslümanlar ancak bu sene müstakil bir cerideye malik olabildiler. Bu ıefavüt neden? Fransa ve İngiltere idareleri usul nazarından en müsaadeli ida­ relerdir. O halde Cezayir Araplarının. Hindistan Hindularının eski 191


Han usulile idare olunan Buhara ve Efganistan ehlinden ileriye çı­ kamadıklan nedendir? Tekrar ediyorum, güzel idarenin hüsnü te­ siri büyüktür, fakat, alemi islamın durgunluğu yalnız usulü idareye isnat edilemez. Böyle itikat edilirse derde Hizım dennan bu­ lunamaz. Belki de kaş yapacak olup göz çıkarmak yoluna düşülür, daha fena olur. Oecdimizin neden ileri geldiğini pek etraflı düşünmeli. Bu defa meselenin ilerisine vannayıp, aJ.emi islamın dennansızlığı siyasi sebeplerden ziyade, sosyal sebeplerden ileri geldiğine itikat et­ tiğimizi söylemekle iktifa ediyoruz, düşünelim...

1 92


X İSMAİL BEY HAKKINDA YAZILANLARDAN BAZILARI "Meşhur müsteşrik Vamberi'nin 1 885'te Laypzig'te neşrettiği "Türk halkı" eserile 1 906'da Berlin'de hastırdığı "Garp me­ deniyetinin şarka tesiri" eserlerinde İsmail Bey ve "Tercüman" hak­ kında verilen malumatı aşağıya dercediyoruz. Bu müellifın diğer eser ve makalelerinde alelumıim Rusya müslümanlarındaki te­ rakkiye dair hassatan İsmail Beyin tarihi rolü hakkında, daha etraflı malıimat verilmekte ise de, burada o eserlerin tedariki kabil ola­ madığından, biz yukandaki iki eserden aşağıdaki satırlan iktibas ediyoruz: ( 1 )

" Türk halkı" S. 540. "Rusya müslümanlan arasında ancak son zamanlarda küçük bir milli, daha doğrusu dini hareket kendisini hissetürrneğe başladı. 1 1 ) 'The Nineteenth century" mecnııwsmın / 906 tarihli, Ha:iran nüshasındu "Constitutional Tatars" ve /907 Tenımu: tarilı/i Deutsche Bundschan" nıec­

nıııasmın 33 cü m"ishasındu 1/anıhen··,;n "Die Kııltıırhestrehııngen der Tarart•n" mukaleleri gibi.

1 93


Kırım Tatarlanndan İsmail Mırza Bahçesarayda bir matbaa tesis ederek umumun faydasına yarayan eserler neşrine başlıyor. İ lk defa bir salname neşrederek bu yolda iyi bir iş yaptı. Bir tek şahıs tarafından yapılan bu hizmet takdire değer bir vak'adır. Kırım müs­ lümanları arasında maarif işleri durgun ve fenadır. Orada ancak fakir on bir medrese vardır. Bunlardan ehemmiyetli bir netice bek­ lemek zaittir. "Tercüman"ın neşri ise bize daha yüksek ve daha ümitli vaatler veriyor. Bu gazete Kırım haricinde dahi günden güne fazla yayılmakta ve takip ettiği milli, dini maksatlar her tarafa daha yüksek alak.a uyandırmaktadır."

"Garp medeniyetinin şarka tesiri" S. 296. "Rus hakimiyetine tabi müslümanlarda, yani Tatarlarda son za­ manlarda terakki ruhu kendisini gösteriyor. Bahçesaray'da intişar eden "Tercüman" gazetesinin sahibi ve başmuharriri bulunan İ s­ mail Bey

Gaspirinskinin bu hususta pek büyük hizmeti seb­

ketmiştir. Onun teşebbüsü sayesinde mektepler ıslah edildi, milli edebiyat çoğaldı ve kuvvetlendi. Şimdi iki yüzden fazla Tatar genci Rus üniversitelerinde okuyor, avukat, mühendis ilh. olmak

için hazırlanıyorlar. Müslüman kadınları bile üniversitelere girdiler ve kadın doktoru olarak memuriyetler aldılar.

Bu terakki ve tekamül ruhu cenubi Rusyadan başlayarak yukanya doğru İdil hav­

zasına, çöllere yayılıyor. Sathi de olsa göze çarpan bir sür'ane Tür­ kistan muhitini de sarıp alıyor. "Bu hususta "Tercüman" gazetesinin 1 90 1 tarihli 40'ıncı nu­ marasında etraflı malumat verilmektedir. Bu gazete 6.000 nüsha neşred i l iyor. Kınm. Kafkasya. S i birya. Türkistan ve Çindeki Türk­ ler arasında y ay ılıyor".

302 inci sahifeden: " Kazan. Orenburg, Bahçesaray Türklerin küçük bir zümresinde bizim yukarıda bahsettiğimiz terakki ruhu bütün dikkatimizi ken­ disine

1 94

ce

l be d eı: e k derecede ıezah ü r �tın e k tedir.


1 904'te Orenburg'ta neşredilen "Kınm seyahati" adlı küçük ki­ tapta Kırım müslümanlannın maarif yolunda elde ettikleri yüksek terakkiler hakkında hayret edilecek derecede malfimat ve­ rilmektedir. Eserin muharriri olan Mehmet Fatih Kerimi tam ma­ nasile Avrupa terbiyesi görmüş bir Tatardır. O Kınm'da Bah­ çesaray'da neşredilmekte olan "Tercüman" gazetesinin 20 yıllık jübilesine iştirak maksadile gitmişti. Muharririn Kınm şehri ve ka­ sahalarının tasvirlerinden başka kitabında bir çok misallerle bah­ settiği terakki ve tekamül ruhu bizim cidden takdirimize şayand ır" .

361 inci sahifeden: "Yukanda zikrettiğimiz "Tercüman" gazetesinde görüyoruz ki, matbuat cenubi Rusya Türkleri arasında teessüs etti ve faaliyete başladı. İsmail Bey Gaspirinski tam manasile bir vatanperver

ve mütehassıs olarak kendi dindaşlarının manevi uyanmaları yolunda muvaffakiyetli büyük işler görüyor. Bu gazete l 903'te

kendisinin 25 yıllığını tes'it etti. Bu bayrama iştirak maksadile Orenburg'tan, Ural'dan, Kasım'dan, Astrahan'dan, Odesa'dan ve diğer yerlerden vekiller geldiler. Bu bayram ve buna her taraftan alaka gösterilmesi Rusya müslümanlarındaki milliyet ve hürriyet ruhunu pek açık olarak ifade ediyor. Bu vak'anın bilhassa Rus re­ jimi gibi bir idare altında canlandırılması da nazarı dikkate alın­ maya değer. Rusya Türklerindeki bu hürriyet fikrini bundan böyle söndürmek imkansızdır. Rusya'da meşrutiyet ilan olunduktan sonra her tarafta bir çok Tatar gazeteleri daha tesis olundu. Suniann hepsi hür lisan kullanmakta ve siyasi haklar talep etmektedirler" .

" REVUE DU MONDE Ml'St:L\1...\ :\" mecmuasının 1 907 tarihli Ağustos - Eylü l nüshasının 73 üncü sahifesinden: 1 883 "te İ sm:.ı.il Bey "Tercüman"'ı tesis etti. Ş i md i be1 bin nüsha 1 95


olarak

haftada üç defa çık ıyor ve hemen bütün Rusya müs­

lümanları arasında dağılıyor. Gayesi bütün Rusya müslümanlarını bir kitle halinde toplamaktı . B ugün Vamberi'nin Je teyit ettiği veç­ hile o buna muvaffak olmuştur. Kurduğu matbaa bir çok neşriyatta bulunmuştur. İ smail Beyin bütün cehdü gayretine rağmen muvaffakiyet yavaş yavaş tahakkuk etti. Rusya müslümanlannın birlikleri de yavaşlıkla kuvvet buldu. Yeni gazetelerin çıkarılması fikirleri yeni tesirler yaptı lar.

K ı rı m Tatarları tarafından yapılan ilk hamle bilhassa

1 904'ten beri her gün bir kat daha ehemmiyet kesbetmektedir. Ka­ te rakki s i için de i lk mecmua " A lemi "N" isvan" B ah­

dın ların

çesaray'da çıkarılmıştır. İ kinci Duma'da meb'us bulunan Abdürreşit l\khdiyefte Karasu'da ( Kırım'da bir şehir) 1 906'da "Vatan Had i m i " isminde b i r gazete çıkarınağa başlamıştır. Mekteplerin, cemiyeti hayriyelerin sayılarının artması ve sağlam bir faaiyette bulunmaları her halde ümitli bir tekamül cereyanının ifadeleridir". Bu nüshada münderiç A . Fervert'in Kırım Tatarları makalesinde I 02- 1 03 ı İ smail Bey hakkı nda etratlı malı1mat ve­

( S .ıhife

rilmektedir.

" REVL'E OL \IOi'i"DE IVIUSVLMAN" mecmuasının 1 9 1 0 tarihli E�·Iül nüshasının 1 53 üncü sahifesinden : " İ slam dünyası ik az �ok alakadar olanlar "Tercüm:ın"ın kıy ­ metli muharriri İ smail B e y Gaspirinskinin namile tanınmış ol­ maları icap der. Bu isim zamanım ııda Rusya müslümanlarının me­ deniyete hizmetleri mese lesinin Fransa'da ne gibi hislerle nazarı i t i bare alınması lizım geldiğini ısrardan b izi tevakki ( sakınma) k ı l ar. İ smail Bey Gaspirinski düny a sulhüne iyi arzularla çalışan in­ İ s­ sanları ınübfatlanJırmak vazifesite mükelld bulunan

Lmd ina\ \ J .-\bd.:nı i l lJA

Jzaları n ı düiündüre h i kcekkrden b i ri s i d i r.


Kendisinin tasavvur ettiği veçhile toplanacak olan \lüs lümanlar kongresi terakki beşere yarayacak en mühim te�ebbü skrden bi­ ridir". B u mecmuanın I 9 I O Teşrinievvel tarihl i nü s ha s ı n ı n ( 3 5 5 ı inci

sahifesinde ( A lemi nisvan yaki Hanımlar dünyası ) mecmuas ı hak­ kında mah1mat verilmektedir.

13 mayıs 1 908 tarihli ve 34 numaralı "Tercüman" ga­ zetesinde şimal Türklerinin en saygılı gazetecisi ve mu­ harrirlerinden Fatih Efendi Kerimorun hatıratından naklen aşağıdaki cümleler kaydedilmektedir: "Tercüman Türkiye'ye resmen girdikte ve hatta girmedikte dahi merhum Şeyh Cemallettin Efgani hazretlerinde Tercümanın her nüshası bulunmakta idi. Cuma günleri mektepten çıktığımız zaman bazan yalnız, bazan Feyzi Efendile birlikte merhum Şeyh Efg:-..rıi hazrederine gidip müsahabetlerine nail olduğumuz vakit bize "T�r­ cüman"dan bazı meseleler hakkında söz açıp beyanı fık.ir ederdi. "Müslüman gazeteleri arasında Tercüman gibi müfit ( faydalı), muhtasar, her bir sözünü ölçerek yazan hiç bir gazete gördüğüm

parmakla elektrik düğmesine basıldığı gibi, Gaspirinski de kalemini hayat damarlarının en mühim noktaları üzerinde yürütmektedir" dediğini merhum Şeyh Cemalettin Efgani haz­ retlerinin ağzından bir kaç defa işittim."

yoktur,

27 Haziran 1 9 1 -ı tarihli 6245 numaralı " İkdam" gazetesinin " İBRET ALI�ACAK SÖZLER" başlıklı başmakalesinden: "Kırım'da Bahçesaray şehrinde çıkan "Tercüman" g:ızetesinin

ımiessısı \·e ba�ınuharriri

İsmail

Bey G a s pi r in s k i y i kari kriınıL

1 97


(okuyucu) iç inde tanımayan yoktur zannederiz. Çünkü bu fazlı muhterem, Rusya müslümanlan arasında maarifın tesis ve in­ kişafına ve bugünkü terakki sine muvaffak olduğu gibi, Türk alemine de pek büyük ve unutulmaz hizmetler edebilmiştir. Tarihi İslam, İsmail Beyin namını büyük bir hürmetle ya­ dedecektir. Eğer ehli islam arasında onun gibi muktim (gayretli), faal, azmi kavi ve rnekirimi (iyi) ahlakiye sahibi, alim ve fazı! zat­ ların vücudu, maalesef ender olmasaydı, bugün müslümanlar pek mühim terakkiyata nailiyeıle mübahi bulunacaklar (iftihar ede­ cekler) ve kendi mevcudiyeılerini Avrupa'ya hakkıyle tanıtacaklardı.

İsmail Bey bundan 32 sene evvel " Tercümanı ahvali zaman" ı çıkardığı esnada Rusya'da müslümanlar arasında maarif

hemen mefkut addedilecek bir mertebede idi. Karı kadim mek­ teplerden hiç istifade edilemiyordu, mektep kitapları yoktu. Müs­

lümanlar arasmda muntazam bir lisan vücude getirmek te­ şebbüsü kimsenin hatırından geçmiyordu. Halk cehalet içinde, müdafaadan aciz ve ne yapacağını bilmez bir halde idi. Hiç kimsede mütalea hevesi mevcut değildi. Bir de Rusya'daki müs­ lümanların dünyanın diğer taraflarında meskfın a ha l iyi ishimiyeden, hatta kendi kardeşleri olan Türklerden bile, ha­ berleri yoktu. Çünkü hiç bir g ::ız e te ve risale neşredilmiyordu. İs­

mail Beyin Rusya müslümanları için g::ıyet mühim ve icr::ı�ı g::ıyet müşkül tasavvuratı vardı. F::ıkat bu fazılı muhterem her m:ıniaya göğüs gererek merarnına nail olmaya çalışacak kadar kendinde :ızmü kudret hisseylediği için yorulmad:ın, hususile h iç bir �eyden ınüteessir olmadan çalış ıyor. uğraşıyordu. İşte tam 32 sene çalıştı ve elyevm Rusya müslüm�ınları ar :.ıs ı nd a 20 kadar gazete ve mun­ t::ızam mecmua neşredilmekte \'e bunların müvezziler vasıtasi le sa­ tı)l:.ırınd:ın başka y alnız aboneleri 70.000' e baliğ olmaktad ı r. De rin bir teessüf ve teessürle i l :1v e edelim ki. bu kadar mil yon ahaliye malik olan bu koca Türkiye'de bütün Türkçe gazete lerin :.ıbone v e sar ı � Lırını n miktarı b u yekü ndan henüz pek aşağıdad ı r . Haıü ga1 98


zetelerio adedi onlardan pek dun (aşağı) bir mertebededir. İsmail Bey Rusya müslümanlan arasında matbuatı ve mutalaa hevesini bu derece yükseltmek için pek ağır, fakat daima sağlam hatveler atmış; her işi memleketin tahammülüne göre müdebbirane ve ba­ siretkarane yapmaya muvaffak olmuştur. B ir taraftan gazeteler, ri­ saleler bu mertebeye vasıl olduğu ve "Tercüman" artık muntazam ve yevmi bir gazete şeklinde tabı ve neşredildiği halde İsmail Bey diğer taraftan da maarifın intişar ve ink.işafına çalışmıştır. B urada (çalışmış) kelimesi onun gösterdiği gayret ve faaliyeti harikuladeyi tasvire kati değildir. İsmail Bey fedayı can edercesine, fakat alimane, vakıfane ve memleketin ihtiyacatile mütenasip bir tarzda uğraşarak buna muvaffak olmuştu. Rusya müslümanlan arasında maarifın Ruslardan ziyade teessüs ve terakki eylediğini söyleyerek ne mübalağa etmiş, ne de haksız bir hüküm vermiş oluruz. Rusyada inas ve zük.ı1r (kadın ve erkek) bütün müslümanlar arasında okuyup yazmayı bilmeyenler gayet azalmıştır. Şurayı devlet tanzimat dairesi reisi Mahmut Esat Efendinin se­ yahat

vesilesile

icra ettikleri

tetkikatı

müteakip

gazete

mu­

harrirlerine vukubulan beyanatından da anlaşıldı ki Rusyada kadın, erkek bütün müslümanlar arasında şayanı hayret derecede asarı te­ rakki husule gelmiştir. Bunu tesis ve iliyaya hizmet edenlere ilk dersi intibaı "Tercüman" vermiştir. "Tercüman"ın başında şu cümle yazılıdır:

(Dilde, fikirde, işde birlik) Bizim de buna ne kadar ihtiyacımız var . . . . .

.

Hiç bir zaman muaveneti resmiyeye muhtaç olmadan sırf şahsi bir teşebbüs ve gayet metin bir azmüsebat sayesinde bunca mu­ vaffakıyatı kuvveden fiile çıkarmış olan İsmail Bey bir kaç gün­ denberi şehrimizde bulunmaktadır. Bu fırsattan istifade ederek dün kendisite mülik.at eden muharririmize ne şayanı dikkat ve İbret söz-

1 99


ler söylemiştir. Kalbinin bütün samimiyeti meveddetperveranesile (muhabbetiyle) sevdiği Türkler hakkı ndaki mutaHiat ve tetkikatı pek kıymetlidir. Çünkü onun bizi, bizden daha iyi göreceğine ve halimizi anlayacağına hiç şüphe yoktur". Türkiye'de maarifın tamim ve inkişafının her memleketten zi­ yade kolay

olacağına

ve

burada

da

lisanın

biraz daha sa­

deleştirilmesile beş altı sene zarfında Rusya Türklerile lisan ci­ hetinden sureti kat'iyede birleşmiş olacaklarına dair mütalaatta bulunan ve bundan husule gelecek faydalan izaha hacet yoktur; de­ dikten sonra, kendisinin Hindistan seyahatı hakkında da malOmat veren İsmail Bey, mülakatında Türkiye'nin siyasi vaziyetine ve ik­ tisadiyatına dair çok mühim ve hak.ikaten ibret alınacak. sözler söy­ lemişti.

( 1)

Bu mülakatı neşeeden "İkdam" yazısını aşağıdaki şu cümlelerle bitinnektedir: "İsmail Beyin ilimane sohbetine doymak. kabil olamadığı için uzun müddet görüştük. Şu neşreylediğimiz sözler bunun ancak. bir kısmıdr. Zarınederiz ki, bu kıymetli sözler bizim için bir dersi in­ tibah teşkil edecek mahiyettedir. "

Ayaz İshaki Beyin " Türk Derneği" narnma verilip "Senin" gazetesinin 27-1003 ve 28-1004 numaralarmda neşrolunan " TATAR EDEBiYATINA DAİR" konferansmda İsmail Beyin " Büyük Türk ırkının bir budağı olan ve kendilerine kazan ta­ tarları denilen şimal Türklerinin milli ve harsi inkişaflarma yaptığı tesir hakkında" şu cümleleri söylemiştir: "Kayyum Nasıri, Kazan'da Tatar hayatına azim bir tesir icra et( 1 J B11 kısım. kitabın '"ismail Beyin hıı:ı ya:ılan " fiıslındu ya:ılıdır.

200


mekte iken şimal Türklük aleminin diğer bir köşesinden, Kazan'a pek uzak bir köşesinden, büyük ve kuvvetli bir Tatar daha meydanı cihada atılmıştır. Bu kahraman Kınının Bahçesaray şehrinde "Ter­ cüman" gazetesini neşre başlayan İsmail Bey Gaspirinski'dir. İs­ mail Bey "Tercüman" neşre başladığı günden bugüne kadar, bazan tenkit ederek, bazan teşvik ve teşçi eyleyerek, fakat sayma (gay­ retine) asla fasıla verrniyerek Tatar alemini muttasıl yeni me­ deniyete Avrupa medeniyetine doğru çekmektedir. Gerçi "Ter­ cüman" Kırım'da, Kınm Türkçesite neşrolunur bir gai:ete, İsmail Bey Kırım zadegarundan bir Mırza ise de, "Tercüman"ın en çok ka­ rileri Kazan tatarları olduğundan ve İsmail Beyin hayatı tah­ ririyesine rubu (çeyrek) asır kadar iştirak eden zevcesi Zühre Hanım Kazanlı bir Akçora kızı bulunduğundan bu gazetenin bize, Kazan Tatariarına ettiği tesir, Kırım'a, Kafkas'a ettiğinden daha faz­ ladır".

20 1


X VEFATlNDAN SONRA HAKKINDA YAZILANLAR Şimal Türklerinin en muteber gazetesi olan " Vakit" in 12 Eylül 1914 tarihli nüshasmda muhterem Fatih Efendi Ke­ rimorun " BÜYÜK MİLLİ MATEM " makalesinden: "Bütün ömrünü, din ve kan kardaşlan faydasına hasretmiş büyük bir zat bugün aramızdan ayrıldı. Milletin saaadetini her şeyden ileri tutmuş, insaniyel ve temeddün yolundaki içtihadile bütün dost ve düşmanlannın tahsinlerini (takdir) celbetmiş aticenap bir kalp bugün hareketten durdu. Bugün büyük Türk-Tatar dünyasının yol­ başçısı olan en parlak yıldızı söndü. Bu yıldızın sönmesi Türk­ Tatar dünyasının şarkından garbına, şimalinden cenubuna kadar görülecek ve her yerde özünün dehşetli tesirini icra edip hassas kalpleri titretecektir. İsmail Beyin hayatı Rusya müslümanlan için özbaşına müstakil bir devir. özbaşına müstakil bir tarihtir. Bu de­ virde Rusya müslümanları yeniden dünyaya geldiler.

Bu devirde

dilli ve edebiyatlı oldul:ır. �f iili matbuata, temeddün (medeniyet)

202


ve insaniyet fikrine g irmeleri de bu devirdedir. Başka milletler gibi okuv yazı bilmeye. fikir yürütüp düşünebaşlamayı da şu devirde öğrendiler. Usulücedide, cemiyetihayriye, taavün cemiyetleri, ik­ tisadi teşebbüsleri, kadın-kızlarımızın talim, terbiye ve hukuk me­ seleleri de hep şu devirde meydana çıktılar. Hulasa: Rusya islamlan arasında maarifi cedide ve medeniyet yayılmasının başı m utlaka İsmail Bey Gaspirinskiye varıp da­ y:ınmakta ve Rusya müslümanJan arasında millet ve cemaat hiz­ metinde bulunan ne kadar zatlar varsa bunlann her biri İsmail Beyi bir cihetten özlerine üstat tanımakta ve anın şakirdi olmakla iftihar eunektedirler. İsmail Bey öldü.. Lakin yalnız cesedi aramızdarı ayrıldı. Anın ruhu. anın fikri ve maksatları ebediyen baki kalıp, gittikçe an­ laşılacak, gittikçe taammüm edip taraftarlan artacaktır. İsmail Bey'in mübarek ismi, mukaddes fikirleri Türk-Tatar tarihinin en parlak, en şanlı sahifelerini işgal edecektir. Türk-Tatar eviadı in­ dinde anın ismi ebediyen mukaddes olup ağızdan ağıza söylenecek, anın resmi bizim milli hayatımızın ölmez bir nişanı olarak ru­ humuzu takviye edecek, ağır günlerinde bize teselli verecek, meyus kalplerimize ümit girdirecektir.

20-30 milyon şakirt (öğrenci) bırakıp ölen bir üstat, 20-30 mil­ yon manevi evlat terkedip vefat eden bir baba bahtiyardır. B undan artık. bunun fevkinde bir bahriyarlık tasavvur etmek akıllara sığ­

ınıyor. Şiddetli bir nehir cereyanını başka bir tarafa akılmak ne kadar müşkül bir işse, gaflet ve taassup deryasana batmış bir milletin fikrini ikinci bir tarafa çe,· irip işletmek ondan daha müşkül bir iştir. İsmail Bey merhum işte şöyle bir işi işledi. Hiç �üphesiz o büyük adamdır. Onun ali ruhu huzurunda diz çöküp to.ızim ediyoruz. Hudanın ebedi rahmetinde olsun."

203


1 Teşriniencl 1914 tarihli ve 200 numaralı " Tercüman"da " İkbal " gazetesinden naklen S. İbrapimorun " BÜYÜK VE TARİHİ MİLLİ M.-\ TEM" başlığile yazdığı makaleden: "İsmail Bey kimdi'? Bu sualin cevabını biz değil; Rusya'da, Türkiye'de, Mısır'da, Arabistan'da, Hindistan'da, Efganistan'da, İran'da ve Turan'da her milkü diyarda onun namını perestiş edercesine tekrimü (saygı) ta­ zirnle zikreyleyen milyonlarca milletin kalbi ve v icdanı vermiştir. Onlarca milyonluk milletin "basıbadelmevt (yeniden dirilme)" ve "neşetülicra (yapacağı işler)"sı da verecektir. İsmail Bey her şey­ dir, herkestir, hepirnizdir, bütün millettir: Bugünkü dilimiz. kal­ birniz, yazımız, yazanlarunız, okuyanlanmız, matbuat ve ede­ biyatımız, mektep ve medreselerimiz, şakirtler ve talebelerirniz, hasılı kaffemiz İsmail Beyin muhassalayı v icdan ve dehasıdır. İsmail Bey, vesileikemal olacak k5.ffei ev saf ve hasayisi mezkureyi haiz olmakla beraber (İsmail Bey, bahsedilen nitelikleri ve bütün vasıflarıyla yeterli olgunluğa sahip olmakla birlikte) müs­ lümanların bütün tarihleri müddetinde ne olduğunu bilmedikleri diğer bir hassayı mukaddeseyi ( mukaddes gücü) yaratmak şerefine de herkesten evvel nail olmuştur ki, bu hassa da; -müşterek, umumi bir ,·icdanı milli" dir. Her milletin öz dili, öz duygusu, öz dileği , öz diriliği olmadan yaşayarnayacağını , çürük ve mevhum olacağını ve böyle çürük un­ surlardan teşekkül eden bir " bina"nın payıdar ve berkarar ola­ mayacağını herkesten evvel İsmail Bey derkeylemiştir. Merhum, her milletin milli dile, m illi edebiyata ve ma:ırife. milli hayata malik bulunmalannı bütün ömrü müddetince telkin eylemiş ve bi­ naenaleyh milliyeri bu manayı alisiyle derketmiştir. Kendisi ırkan Türk olduğundarı bittabi Türk milletperverliğ ini meydarıa sürmüş ve Türklere "bir dil. bir fikir, bir iş" gerektiğini bir gaye ittihaz ede­ rek bu gayeyi k:Jya gibi sehat ve metanetle ten iç ( desteklemiş) ve 204


müdafaa eylemiştir ki. millete bahşettiği� t\li lli vicdan, dünyevi iman budur. İşte ona büyüklüğün daha yüksek manasını verdiren �ahsiyeti mahsusa bu olmuştur. B ugün millet onu ne kadar anlıyorsa. yarın daha ziyade anlar. Milletin şahsiyet ve simayı millisi inkişaf ettikçe İsmail Beyin bu baptaki azarnet ve ulviyeti de o ni sbette yükselerek tecelli eder. "Büyük" namını kazananlar şöyle bir şahsiyeri mahsusaya malik olup, kendi başlarına bir cihan, kendi başlarına bir kiinat teşkil edenlerdir. B ugünden sonra mağfur ve merhum diye ya­ dedeceğimiz İsmail Bey ise bütün Rusya islimlarının ve belki umum müslümanların en büyük bir cihanı, en büyük bir kainatı idi ki, bugün tabakatı maddiyesinden açılarak safahatı maneviyesine intikal etti. B iz de onun bu nüshayı kübrayı maneviyalı huzurunda topraklara kapanarak için için dağlanıp yüreklerden kan sızıyor, matemiere dalıyoruz, ağlıyoruz . ·· ..

l Teşrinievvel 1914 tarihli ''e 200 numaralı " Tercüman"da " Yıldız" gazetesinden naklen Battal Beyin " ZOR VAK'A" başlığıyla yazdığı makaleden:

İsmail Bey Rusya müslümanlarındaki hareketi tikriyenin mucidi, birinci usulücedil mekteplerinin ilk üstadı, milli cc:miyeti hay­ riyeler tesisinin mürşidi. Tatar gazeteci liğinin babası. Rusya müs­ lümanlarının büyük ıs lahç ısı ve umum Türk-Tatar dünyasının büyük bir kahramanı idi. İsmail Bey 36 yıl m ukaddem Kın ının küçük bir şehri olan Bahçesarayda ne�re ha�bdığı "Tercüman " la Rusya müs lümaniarına hayat ve medeniyet dersi vermeye. necat ( kurtu luş) yolu göstermeye ıutundu. Onun güzel fikirleri . faydalı U\ siye le ri Türk istan. Kafka�� a. Lral \·e İdil ı Volg a ı bo� l arında ,

�05


dahi dinlendi, kabul edildi. Geniş Rusyanın muhtelif köşelerinde yaşayıp ta birbirinin ahvalinden büsbütün habersiz, yaki pek az ha­ berdar olan Türk-Tatar kavimleri "Tercüman" vasıtasile tanışmaya. anlaşmaya başladılar. İsmail Beyin B ahçesarayda tesis ettirdiği bi­ rinci usulücedicle mektebi, Rusyadaki umum usulücedicle mek­ teplerinin anası oldu. Gösterdiği yollar ve nizarnlar mucidi Rusya müslümanlan arasında cemiyeti hayriyeler açıldı. Onun tercüme ve teliflerini görüp bizde de yeni eserler telif ve tercüme etmek he­ vesi uyandı . . . Türk-Tatar tarihinde kendisine bir "devir" yapan, bir milletin iç­ timai hayatında yolbaşçılık edip onu faydalı yola götürmeye mu­ vaffak olup dünyadan giden İsmail Bey pek mes'ut ve bahtiyardır. İsmail Bey öldü, fakat onun büyük işleri ve yetiştirdiği nafi ye­ mişleri, bütün bir millete hayat veren ruhu tayyibesi bizim ara­ mızda baki kalıp daima yaşayacaktır. Rusya müslümanları sana minnettardır ey büyük İsmail Bey ! . . . . . .

"

Tercüman" ın ayni nüshasından " El" gazetesinden naklen Mahmut Fuat Tokar Beyin makalesinden: "Ey Tatar muharriri, edibi, şairi; bırak kalemini ! B ir gün olsa d:ı

yazma. fikirlen. hem fikirlerio de en derinine dal ! Senin üstadın, yolbaşçın nerde� Şu üstadın başında saklanan, onda mülahaza

olu­

narak zuhur edegelen fikir ve meslekleri şimdi sana çıkarmak. te­ fek.kür ve ibda etmek lazım gelecek değil mi'? Ne yapacaksın, ya­ nılmazsın mı, yoldan adaşmazsın mı'?

Ey cemaat hadimi ! Sen de fikreyle. düşün ! Ş imdi Gaspirinski yo­

yok. Senin attığın her adımını bakıp ifratını, tefritini ölçerek

luna koyacak kalmadı. Senin arkadaşiann da senin gibi gençler. tecrü besizlerdi.

20tı

Ar�ınızd:.ı bund� sonra cümlenin teslim olduğu bir


kart üstad yok. Sizde birbirinize hürmet, itibar, iman yok. Sizler bundan sonra ne yaparsanız da kendiniz mes'ul olacaksınız. Buna dayanacak ve cevabını kendiniz vereceksiniz. Hiç olmazsa kart ba­ banın sözlerini, onun işlerini, onun maslahatlarını sık sık hatınnıza getiriniz, onun ruhu, onun hatırası sizleri birleştirsin, doğru yola götürsün. Ey Tatar muallimi! Unutma, Gaspİrİnski öldü. O şimdi yok, lakin mektebi kaldı. Okuduğun, okuttuğun, bildiğin, bildirdiğİn cümlesi o piri muhteremin semeresidir. Unutma, şakirtlerin de unutmasınlar, onun İstirabatı ruhuna daima dua etsinler. Ey Tatar balası, ellerini kaldır, dua et! Yavaş ol, bak, gör, işte babanın ruhu uçup gidiyor, derin bir şef­ kat, nihayetsizlik bir şatlık ile sana bakıyor, senin okuduğuna if­ tihar ediyor, özü sana görünmüyor, fakat mütebessimen alnından öpüp gidiyor. İşte o yine uçuyor, ikinci üçüncü Tatar balasının gelip başına kondu, yüzü güldü, mannayından öptü (alnından), uçup gitti. Et­ rafıru fenşteler (melekler) sarmış, kendisini arşıalaya götürüyorlar. Ey masum bala! Kuranını oku, duanı kıl, sen görmesen de baban seni görür, dinler. Sen kitabının her sahifesini açtıkça o ferahlanır, güler, şatlanır. Ey merhum baba, masum ruh ! Uç, seyran et, bütün Tataristanı dolaş. Cemiyeti hayriyelere ye­ tirnhanelere, kıraathanelere, gazete idarelerine, mektep, mescit, medreselere, hatun-kız arasına, kantoralara, fabrikalara, ti­ carethanelere gir, her yer senin için açıktır. Tatar var oldukça her yerde seni anacaklar, sana dua edecekler. Uç, seyran et, dinle, b ak 35 senelik hizmetini seyreC! Her yerde sana rahmet, cümleden sana dua! . . . ,

"

1 9 Eylül 1 9 1 -.rte çıkan l l numaralı "Ak yol" mecmuası İsmail 207


Beye tahsis edilmişti. Bu mecmuada başmakaleden maada Fah­ rülislam Aliyefın "Kart babamız bahtlı olarak öldü" makalesile idare tarafından yazılan ''İsmail Gaspirinskiye niçin biz sevgili ba­ bamız diyoruz" makalesi intişar etmiştir. BakOda çocuklara mahsus mektep j umalı da bir nüshasını İsmail Bey merhuma tahsis etmişti. " Milli matem" başlıklı makale vukuf ve heyecanla yazılmıştır. BakOda "Dirlik" mecmuası da matem nüshası neşrederek İsmail Bey hakkın d a etraflı malumat vermiş ve Ali Abbas Müznip'in mer­ huma ithaf ettiği şiirini dercetmiştir. İsmail Bey merhum hakkında c iddi tetkik mahsulü olarak en et­ raflı malOmat ve büyük takdir ve hürmetle yazılmış makalelerden en mühimi m uhterem Riza Fahrettin cenaplan tarafından ı Teş­ rinisani

ı 9 ı 4 tarihli 2 ı numaralı "Şura" mecmuasında basılmıştır.

Bu yazı " Ş ura"nın bir kaç nüshasında seri halinde çıkmıştır. B unlardan bir kaç cümleyi aşağıya dercediyoruz: " İsmail Mırza Hazretleri yaşlarmuz (gençlerimiz) için rehber, kartlarımiZ ( ihtiyarlarımız) için misal, alimlerimiz için ibret alı­

kı­

nacak ve m i lletierin tefahür meydanlarına hürmetle takdim

lınacak adamımızdır. Buna binaen İsmail Beyin tercümeihali ya­ zılıp

bütün

mekteplerimize

dağıtılmalı,

taıebelerimizin

gönüllerinde yaşatılmalıdır. Uikin bu iş bugüne kadar yapılmadı. B unun ayıbı İsmail �:f ırza da değil, bizdedir. Sağlığında biz onun derecesini bihakkın aniayıp ona layık olan kıymeti verip bu işleri yapamadık.

·

İsmail Beyin vefatile millet özünün en faydalı bir adamını kay­ betti. Böyle işçi, sebatlı. metanetli bir adam için ne kadar teessüf edilse yeri var . " İsmail B e y in Hindistan seyahatı münasebetile yazdığı bahiste Hindin yetiştirdiği bir çok feylesofların , şairlerin. ediplerin, mü­

ellitlerin isimlerini saydıktan sonra " inci ve ipek.le ticaret ederek milyonlar kazanan tüccarlarile de son zamanda bütün İslam dün­

\ a:-o ı n ı n üstünde durucu bü\ ük H i ndistan'da birinci usulüsavtiye

�08


mektebi bizim İsmailimiz tarafından açılmıştı. Bunun birle iftihar kıl ırğa her bir Rusyalı müslümanın hakkı var" diyor. . .

" Yıldız gazetesinden naklen 1914 senesi 202 numaralı "Ter­ cüman"da çıkmış olan Sadri Maksudi Beyin " EMELLER ÜS­ TADI" makalesinden: "İsmail Beyin vefatile hissettiğim ağır teessürlerimi, derin in­ fialimi, şedit feryadıını dışan çıkarmak istiyordum, fakat, kal­ birnden manevi yaşlar aktığı bir zamanda bu kabil olamıyor. Ha­ zırda en mukaddes ve en aziz bir şeyini kaybetmiş bir çocuk gibi ağlamaktan başka e limden bir şey gelmiyor! Fakat bu kafi değil, bir samimi fikir, açık sözle ifade etmek istiyorum. Lakin ne söylesem de her söz, her cümle İsmail Beyin na­ zanmdaki büyüklüğüne, tarihi mevkiinin ulviyetine, kendisine olan nihayetsiz ihtiramatuna kıyasen pek küçük, pek rertksiz hatta hiç kalıyor! Gaspinnski kimdir? O, dünyada ne işledi'? İşte eğer söz ile bunu bildirmek, bunu anlatmak mümkün olsaydı, ben su::ıllere cevap verirdim. Bu hususta şimdilik yalnız şunu diyebileceğim: Gaspirinski, hepimizin fikrinde, kalplerimizde en büyük bir ma­ halli işgal eden bir kişidir. Hepimizin ufku millisinde en nurani bir noktadır. Her birimizin tevessüü ftkri tarihinde en malum bir alimdir. B iJiihtiyar her birimizin samimi ihtir::ımlarını celbeden, ismi zikrolundukta hepimizin ağzına " Büyük" kelimesini getiren şey ise onun işleridir. Dikkatle düşününüz! Asırlardan beri Türk-Tatar kavimleri me­ deniyetten ırak, maarifsiz, zıyasız. gönülsüz, bir hayat ile yaşadılar. Ormanlarda, çöllerde, sahralarda. Türk-Tatarlar nursuz. şadlıksız, ölmüş bir hayat içinde asırlar geçirdiler. . . Mazi unutulmuş, hal se­

Yinçsiz, istikbal meçhul idi. Önde bir hedef, sevindirecek bir maksat yoktu. Hulasa: Rusya Türkleri çok zamanlar ruhsuz, şadhksız yaşadılar, çünkü emelsiz, idealsiz idiler. İşte Türk-Tatar hayatının �u denine nihayet verip, yeni bir devre 209


girmesine sebep olan zat İ smail Bey G:ıspirinsk.i'dir. Onun minberi tatimi olan " Tercüman" manasız hayatımıza mana vermiş,

maksatsız yaşa}'ışımıza emeller icat etmiş, sönmüş maişetimize ümitler doğurmuştur ... Büyük bir kavmin hayatında yalnız başına yeni bir devir açan; ümitsiz maksatsız ömür geçiren bir millete ümit doğ­ duran, asırlarca ümitsizliğe alışmış bir millete idealler, gayeler veren, manen ölmekte olan bir kavme hayat neflıeden bir zatın ehemmiyetini yazmak mümkün değildir; Gaspirinski gibi adam­ ların hizmetlerini, mevkiini hissetınek, takdir etmek kabil ola­ mıyor. Bunun için bundan vazgeçiyorum."

İdil- Ural Türklerinin en kıymetli muharrir ve ediplerinden Fatih Emirhan'ın " Koyaş" gazetesinin 1914 Eylülünde mün­ teşir nüshasında " ULU M İLLETÇİ HAKKINDA KÜÇÜK BİR HATIRA" makalesinden: "Gaspirinski hazretlerini ben bundan sekiz yıl mukaddem Pet­ rogratta toplanmış olmı müslüman kongresinde görmüştüm. O, bu meclislerde uzun nutuklar söylemezdi. Sözlerini sade ve kısa söy­ lemeyi tercih ederdi. Fırka münazaalarında asabiliğe ka­

pılmadan taaccüp edilecek derecede soğukkanlılığını sak­ lıyordu. Bu vaziyet ona pek y:ıkışıyordu. B ilhassa bu hal onun fırka nizalarının üstünde durduğunu açık gösteriyordu. Benim gibi kongrenin demokrasiye karşı yapılan bir iş olduğuna inanan genç­ ler grubundan bir arkadaşım uzun ve acı bir nutuk söylemişti. Bütün meclis onun bu sözlerini protesto ederken ancak üç kişi soğuk kanlılıkl::ı.r ını saklamışlardı. B unlar da Baba, Alimcan ve AHmerdan Bey Topçubaşefti. Baba ise hatibin nutkunu ta­ mamlamasına müsaade edilmesini iht:ır etti. Bu sayede bizim ha­ tibimiz B abanın kendisine karşı da ihtir:ımsızlıklarla dolu olan nut­ kunu tamamlayabildi. Gaspirinski, tahminen kendisine şöyle cevap vermişti: "Oğlum, siz gençsiniz. tecrübesizsiniz. Bundan ötürü lüzumundan fazla katı ve acı ibareler kullanıyorsunuz. Sizin 2 10


g ibi ate � l i ruhlu g enç lerim i z mil lete h izmet ederek m i lletin medeni se\ iyesini yükseltseler o zaman biz de sınıf ihtilafiarı hakkında söy l e� i r fikir yürütürüz. \ledcniyeti olmayan bir milletin sanayii de olmaz . B u olmayınca ne sınıf ve ne de sınıf n izaları olamaz. Bizim bugünkü \ azifemiz medeni yüksel memizi temin edecek _yolları hazırlamaktan ibarettir. Ondan sonrasını b izden sonra gelenler yaparlar." \ ! i l let med e n i yet i n i n B abas ı olan zatın ağzından bu sözleri i şi t mek hem e m n i ye t verici ve hem de pek tesirli idi."

­

26 E,ylül 1 9 1 -ı tarihli 196 numaralı " Tercüman" da basılmış olan makalemizdcn: " B i z Gaspirinsk i y i büyük fe y l e sotlar şairler ve ediplerden pek ziyade sevmeye borç luyuz. Çüki.i o yaln ı z bizim o 5. l im leri ta­ nı:n a m:za sebep o lm:ımı�ıır. belki bize onlarınkinden daha ziyade hizi düşündürecek derin. anlaş ı lm as ı güç bir k itap vermişti. Or.ın adı nedir bilirmi>;iniz'1 Türk- Tatar m i l leti .. O k uyucu genç lerden Gaspİrİnski merhumun ruhuna e n yak�n olmak i s t e y en : onu en ziy ade memnun edeb i l e n o kitabı en çok seven. o nu en ziy ad e <u ı l am ak i s teyen: ona e n z i y ade ilmin. fennin yüksek uüşüncelerini geçirebilen ol:.ı.caktır. " ,

.

.

\lerh u m Çelebi C ihan 'ın 1 9 1 5 senesi 203 numaralı " Ter­ cüman" d a çıkan '' .-\:\LA YAB İLSEY D İ K " makalesinden: Ben anlamadığım zaman c z i l irim. ruhumda ç irkin bir ızdırap. bir küçük lük hisseder. i n le riın G ö ımek. işitmek an lamak değil d ir: gökleri y ıldızları . güneş ve karneri her gün görüyoruz. har. parlak ve yüksek z iyalarını her gün h i sse diy o r u z da m i l yo n larc:.ı insan lar arasınJ:.ı hemen, h eme n pek azımız bunların ne oldukların ı an l:ıyabiliyoruz. İsmail Be�· de bö�·ıe. �·üksek bir kainat idi. onu da hepimiz i)ittik. Onun da nurilc. fc�·iz \ C faziletilc hepimiz zi�·aJandık. .

21 1


H a ı t�i h i r � o k ları mı z görü�tük ve ko n u � tuk bile . . . L1kin, bu ölmez phs i y � t i n ne o ld u ğ u n u anlayabi ldik mi"? .. Bu layelenahi fezanın i l m i . ç bcdi. i� t i m�ı i me v k i ini tay ine muvaffak o lduk mu·? . . . Hay ır

biz onu anlayamadık ve anlay:ıınazdık. AnlayamaJığımız için de h a t ta onu h a k i k i bir muhabbetle sevmezdik. İsınail Bey ele i l mi bir tarz ve usul ile tetkik edilmeli. evet, o, böyle y:ı�atılmalı idi. O. buna bihakkin layık idi. Bu son asır zar­ fında Tatar muhitinde hiç bir mefkı1re doğmamıştır ki, "Ter­ cüman"'ın vetedi meşnıu olmasın. yahut onun terbiyesi müş fi k as i l e perverşiyap (yetiştirilen) olmasın. Öyle mefkı1reler ki, az bir zaman zarfında cahil, fakir ve perişan Tatar milletine bir "v:ıhdeti milliye'" m i l li bir mevcudiyet bahşediyor. Onlara yoksulluklarını. ce­ haletlerini ve zilletlerini itiraf ettiriyor. Evet. o, ideler. mefkı1reler fabrikası idi. En güzel müfit fikirleri kesf ve icat eder. sonra bu ihtiraatı zihniyesini en muvafık bir za­ manda şayanı hürmet bir cesareti medeniye ile milletin nazarı is­ tifadesine arzederdi. İsmi! Bey; Tatar hayatı içtimaiyesinde tecelli eden bir yıldırıma benzer: O. garbın beyaz ve gülgı1ni tpembeli) ufuklarında teali eden ( y ü k se l en ) medeniyet ve fazilet sehabeleri le ( bulutlarıyla) �ark muhitinde yükselen s iyah bulutların tesadümünden (çar­ pışmasından) husule gelen. parlayan bir şimşek idi; çaktı. N urile karan l ı k ve korkunç Tatar muhitini tenvir ederek göründü, söndü. Söndükten sonra onun bir neticei h ikenliyes i olan raitler (hik­ metli neticesi olan gürültüler) gök gürültüleri derinlerden. pe k de · rin ie rden mahuf uğultularla henüz yeni yeni kulağıma gelmeye, i�i­ dilmeye ba�ladılar. Pek az bir zaman sonra dehşetli bir taraka ile patlamasını korka. korka lakin azim bir kat'iyetle bekliyorum \'e di­ yorum: Anlasaydık, biz onu. isınail Beyi hiç o lmazsa o zaman. o ınes'ut saniyelerde anlayabilseydik . . . O h . . . O zaman b i z d e onun gaye i hayaliyesinde yaşayan h ür. med en i . münevver ve mes"ut bir millet sırasına geçmiş olurduk. O zaman gür. hakiki ve samimi bir aşkla sevebilirdik. O zaman ona olan hürmetimizi t:ıklidi değil. k<ılbi ve ruhi heyecanlarla. en212


dhelerle ve . . feveranlarla yaşatabilirdik . . . anlayabilseydik . . . ( 1 ) .

Orenburg'da çıkan " Kazak" gazetesinin 13 Eylül 19 15 tarihli ve 1-'9 numaralı sayısındaki makaleden: " B ir yıl evvel Eylülün on birinde bizim yurdumuza şöyle bir kaz a geldi. Rusya'daki Türk nesli yı llar değ i l asırlar geçse de m illet çocuklarının yüreklerinden tesirleri kaybolmayacak bir kazaya uğ­ radı. .. O tarihte milletimizin büyük babası. rehbai . hürmetli İsmail Bey bizim aramızdan ayrılarak ebedi hayata gitti ve nice nı il­ yonlarla Türk çocuklarını ye tim bırakt ı . .. Bu haberi n yalnız Rusya'daki Türklere deği l bütün dünya Türk­ lerine n e kadar tesir ettiği o zaman her tarafta m atbu a t a gönderilen telgratlardan ve elemli makalelerden anlaşı ldı. Bu teessi.irün umu­ miliği görüldü . . . Bizim için b u matem günü yalnız teessür v e elem g ü n ü ol arak

k:.ılmamalıdır. Vazifemiz mersi�·eler yazmakla bitmcmel idir. Başka şeyler yapmalıyız. B i lha ss a onun mukaddes maksadın ı daima göz önünde tutarak. onun yolunu kendi yolumuz � aparak, bunlardan hiç bir suretle ayrılmamaya andetmemiz lölzıındır . . . Başka medeni yurtlarda böyle ulu adamları müstakbel neslc unutturmamak için onun adına bü�·ük abidcler yaparlar ... Bizim milletimiz daha gençtir, onun için bö�·Je işler elinden gcl­ mi�·or ve bugüne kadar da bir şey �·apılamadı ... Fakat mil­ letimizin böyle bir büyük adamımızı unutma�·acağına imanımız sağlamdır. İsmail babamızın adına şerelli abidcll'r yapmak işi bütün Rusya müslümanlarının umumi bir bor1 1 ı ÇL'iı:ht Cilran medıumım i.wnail Bcı in

mak.ılı: w11 nwalest'( i>u/amadılı: .

.

'vtrrlllllll

rirıror,/u : .· hdarıldı Çatırtav. güçtii Kırım. Endi kimgl! ayartmmı gi::li

n·f(m ıtLthi11de Terciimcttdct

htı

.':a:l.\1111 şı i dı: /ıır

m iii! lı , � ; . r

17!1.\Tıl

:it'

;,ı.

.ıırını.

21�


cudur, R ahmet l i B abam ızın ru huna Tanrıdan şad l ı k ve rahat di l eriz . . .

Bulganbayef

Hasan Sabri Bey :\,\' vazofun 1 9 1 6 senesi 196 numaralı " Tercüman" da münte�ir " Y..\ŞAY A;\1 ÖLÜLE RDE;\1 İSMAİL BEY f;ASPİRİNS Kİ" makalesi : Türk-Ta t . 1 1 te fekkirkrdeıı

cih:ınının

pek

b i ri

büyük

ol:ın

nad i r

o l ar ak

i�mail

Bey

dog urduğu G a spİ rİnski

mü­ Haz­

ret l e r i n i n . mensup olduğu c i h an ı diri ltmek için m ü tem adi y e n yap­ tı ğ ı otuz senelik mü hareze ve c i h ad ı m an e v i den sonra

aramızdan h ayat , ruh vı.: r m i ş . kend ı s ı n İ k.:nJis ine tanıtmış olan büyük İsmail Bey i n y o k l u ğun u pek çok kerre k r hissederek m ü te e ss i r o l d uğu gi b i . bun­ dan sonra dahi s ı rası g e l J ikçe g a y b u be t i n i duyarak: müteel l iın olup ağ layac a k t ı r . Evet, bugün Türk-Tatar c i h :.ını matbuatile. mekteplerile, med­ reselerile m illi ve medeni bütün müesseselerile matemlere. y asiara bürünerek kendisine bu �ey l e r i veren . ve rmeye se bep olLUl İ smail B ey i n gaybubeti e bedi yesine (ölümüne) ağlıyor� Çünkü Türk - Tatar c ihanı ancak bu şeylerle d iri ld i ğ ini ancak bu şeylerle kendisini tanıyabi ldiğini . anc a k bu şeyer say e sin de mev­ cu di y et ini gös tereb i!J i ğ ini ve bu Ş ey l e r i le merh u m İsm a i l Be y in bitmez tükenmez azim ve sebatı, otuz se ne li k mesaisi ile vücude geldiğini bilmiş. an l a ını ş . takdir e tmiş ti r . Evet, Türk-Tatar cihanı bu seneler zarfında İsmail Bey in başına. ahYali fev ka l ideden dola y ı . ihtişamlı türbeler. na ın ı ınübeccel ine r u l u adınal m un t az am mektepler. mükemmel medreseler. binlerce cilt k i tap ve zü vvarı havi kıraathaneler ( z iyaretçileri olan oku ma sa l onlar ı ı k ütü phan e l er meydana getirernemiş ise de onu ununuğu ebedi o l a ra k ayrı l ı p g i tt i ğ i n i . Türk-Tatar cih:ın ı ken d i sine

yoktu r. u n u t mayacakır . . Onun fi k irlerin i . emel lerini. arzuların ı ga-

2 14


yelerini kalbinde saklıyor ve sak.lıyacaktır. Bunları ileride ya­ şatacağına, vücude getireceğine inanıyor . . . Ve kalbi bu imanla. bu arzu ile çarpmaktadır. . . İsmail Beyin yalnız cesedi öldü. Ruhu, fikirleri, emelleıi ölmedi . ölmeyecektir ... B unlar yaşıyor ve ilelebet yaşayacaktır. Onun ce­ sedi bugün tamamen topraklara karışmış ise de ulviyetlere doğru yükselen ruhu her an ve zaman Türk-Tatar dünya'iının fezasında cevelan etmekte (dolaşmakta l . iili fikir ve emelleri de kendisinden

sonra bırakıp gittiği milletin kalbgahında, vicdanı millisinde ya­ şamaktadır ...

Onun fikirlerini, emellerini baltalarnak., öldürmek artık mümkün değildir. . . Çünkü onlar milletin kanına, ruhuna, hayatına, kalbine girmiştir. Türk-Tatar milleti bugün-bunlarla nefes alıyor, bunlarla gıdalanıyor, bunlarla ruh ve hayat buluyor...

" Türk Yurd u " nun İsmail Bey Gaspirinskiye ithaf edilen (yıl 1330, sayı 12) nüshasında pek muhterem Hamdullah S u p h i Be­ yefendinin " BEN ONU GÖRDÜM" makaleleri: Rumeli muharebesinden sonra bizi görmeye şimalden, erkek.

kadın, kalpleri sevgi ve acı ile dolu bir çok kardeşler geldi. Bunlar

bir taraftan bizi taziyet etmek. bundan daha ziyade ümitlerini ye­ nilemek, kendi mübarek büyük dileklerine

yaşıyabilmek.

sü­

rebilmek için burada ne kadar dayanılacak bir arka kaldı bunu gör­

mek anlamak istiyorlardı. Ocakta bir cuma günü toplanmasından

sonra Kazanlı Bağ Bestan Hanım Türk kız kardeşlerine. alçak gö­ nüllü, iddiasız, son derece temiz. içinde gizlenmemiş bir yerinme

duyulan sesile: " Kazandan buraya Osmanlı kardeşlerimize geçen

muharebede gördükleri felaket bize de nasıl vurdu. bizi nas ıl dertli

etti. onu söylemeye, size taziyetlerimizi vermeye geldik, s izi iş ba­

şında çalışıyor görmekten çok sevindik. ümitlerimizi yeniden ta­ zeledik" demişti. Ocakta her perşembe akşamı toplanmalarında

215


Kafkasya'dan, Orenburg'tan, Kırım'dan, Taşkent'ten, Türk dün­ yasının muhtelif köşelerinden gelmiş kız ve erkek kardeşlerimiz bulunur. ruhlarını buradaki Türk gençlerinin ümitle dolu havası içinde yıkar ve sağlar, bizim milli bir ayin kıymetinde olan o top­ lanmalarımızda, yıkılan şeyler arasında Türk ruhunun yı­ kılmadığını açık ve derin bir surette anlıyarak başları doğrulur, çıkar giderlerdi. B ir gün, Türklerin unutmaması icap eden büyük bir günde, 20 Haziran 330'da, şimalden biri daha geldi ve ben onu gördüm, gözünün manasını kalbime. yüzünün granit bir kaya gibi kesimi, biçimi sert ve sağlam olan çizgilerini beynime, ölü. sağır bir alem ortasında uyandıran, ürperten ve kaldıran bir sur tesirleri yapmış olan sesinin büyük temkinini ve karar ve inanç duygulannı veren perdesini, ezgisini ruhuma kazdım ve nakşettim. İsmini se­ nelerden beri öğrenmiştim, o ismin her söylenişinde, gözlerimi göğe kaldırdığım dakikalarda, deniz kıyılarında sonu gelmeyen o mai meydanı dalarak seyrettiğim saatlerde gördüğüm genişlik, duyduğum derinlik gibi genişlikler ve derirılikler duyardım. Onun ismi öyle bir is imdi ki. arkasında hafalar (sırlar) vardı ve içirıde en küçük sesleri büyülle büyülle velveleler halirıe koyan, uzatan, ge­ nişleten, tekrar eden mabet kubbeleri gibi onun ismi de milli di­ leklerimizi, mahzun yakarışlarımızı kendi derinliğirıde, Türk ale­ minin ayrı ayrı köşelerinde gizli gizli yükselen kımıldanma, uyanma seslerini bağrında büyülle büyülte engin. bir velvele, fır­ tınatarla dolu bir uğultu halinde saklamıştı. İlk defa limana giren Rus vapuru gü"ertesinde gözleriyle gözlerimin karşılaştığı ba­ kışlarımızın karıştığı saniyelerde Karadeniz sularının arkasındaki güzel toprağın uğurlu müjdeli bir günde dünyaya getirdiği bu ayrı adamın pek yakında çekileceğini düşündüren maverai hiç bir şey yoktu. G özlerinde pek seyrek tecelli eden eşsiz büyük ruhları

haber \·eren öyle temiz bir derinlik bir kımıldayış vardı ki, sey­ rettiği ufukların bizim seyrettiğimiz ufuklardan yüz kere daha geniş olduğunu karşısındakine istemeksizin ezerek, ufaltarak du�·uruyordu. Yolcular çıkarken bir söz arasında İstanbul'a baktı n durdu. Bilmi�·orum İstanbul'un önündeki mai yol216


lardan asırlardan beri gelip geçen yüzbinlerce mil}·onlarca sey­ yahlar arasında, onun camilerine minareterine bunun kadar derin seven, bu kadar bağlı mrgun bir kalp ile bakan bir kimse daha görülmüş mü idi? Çocukluğunda Moskova'da küçük bir mektepli iken Girit isyanını öğrenmiş ve Türklere yardım için evinden kaçmış Volga üstünde bir sala binerek İstanbul yol­ larına çıkmıştı. Küçücük genç ruhunun Türke yardım için bu atılışı bütün ömründe en son nefesine kadar devam etti. Türk

tarihinin duvarında İsmail Gaspirinskinin kurtarmaya giden bu genç şekli ebedi kalacaktır. Yarın Turan şairleri milli beyiderinde bu yolcu luğu öğrenerek yırlayacaklar; ressamlarımız, mekteplerde okuyan çocuklarımız için, baba ocaklarında gözlerini aç an yav­ rularımız için onun resmini yapacaklar, yarın ki genç analar ço­ cuklarına bu yolculuğun hikayesini ilahi kutsi sesleriyle an­ latacaklardır. Kırım topraklarında asırların aşındıramayacağ ı yeni bir ehram kuruldu; onun baş ucunda istekten, dilekten, inançtan. k�ırardan, dö­ nülmüş manevi koskoca bir ebülhevl (sferks) var. Nilin kenarında yükselen çölleri ve geçmişleri seyrediyor: K ırım'dak i ise kıp­ çaklara, isteplere dalmış duruyor ve bekliyor. K osov a'daki tarihi meşhedimiz gibi yarınki Türk nesilleri kendine çağıracak pek

mübarek bir meşhet daha Yar ki Kırım yalılarında Türk ale­ minin ayak seslerni dinleyerek yatıyor. Bütün ömründe Türkü kurtarmak için yürüyen kahramana, Kırımın şimdi her za­ mandan daha se,·gili olan topraklarındaki milli kahramanımıza yarın fakir iken zengin, zay·ıf iken güçlü, bedbaht iken kutlu olacak Türk nesilleri Türk bayrağını götürüp lahdine se­ recekler ve onun başının üstünde Türk dehasının yaratacağı y·eni bir tacımehal y· ükselecektir.11

11 Türk Yurdu" nun ay· ni nüshasında çıkan .-\ğaoğlu .\hmet Bey·efendinin 1 1 İ S M A İ L B E Y G .-\SPİRL\SKİ1 1 makalesinden: "Otuz sene l ik me\· i ; .ı ı öğül l \ e na.; ihat ları n a . rch he rl i � i nL' . ır217


ptlarıııa a l ı nm ı � bir mürıidin. bir üstadın ve dostun vefatından

sonra ondan bahsetmek. kendisi ebediyen kaybalarak gittiğinden

yalnı1. eserlerini tahaııur eylemek ne kadar elim ve feci bir va­ z i yeıtir. Ben İsmail Beyin vefat ettiğine hfila da alışamıyorum . Çünkü o. o kadar diri ve zinde idi, hayat onda o kadar taşkın idi ki , ben i m hayalimde İsmail Beyle hayat ebedi, daimi bir faaliyet bir­ le�ere k İsmail Bey narnma ölümü asla yaklaştıramıyordum ! Hatta vefatından bir kaç ay evvel İstanbul'a geldiği ve heyhat! Son gel­ diği z a m an ben o muhterem üstadı yirmi beş sene evvelki gibi gör­ düm. Ne o sevimli çehresinde, ne o yüksek ruhunda asla tebeddül görmedim. Dostlardan bazıları mariz (hasta) olduğunu söylediler. Fakat ben inanmadım. Çünkü İsmail Bey hep o tanıdığım, hürmet ettiğim, sevdiğim otuz sene evvel ki İsmail Bey idi. 1 Fakat gaddar ölüm - o muhterem üstadı gözlüyonnuş. Pususunda durmuş tarassut ediyormuş ! Bu mülakatımız sonuncu oldu : Artık o gür ve mert sesi. işitemeyeceğiz: artık o metin tavır ve vaziyeti gö­ remeyeceğiz; artık o asil çehreden ebediyen mahrum olduk . . . Fakat İ smail Beyin ruhu, kalbi, hülasa manevi İsmail B e y öldü mü'? Hayır ! Hayır! O daima zinde, daima herhayattır ve ben anı şimdi görü yorum, kendisi ile şu satırları yazarken sohbet edi­ yorum! Dünyada Türk ve Türkçülük kaldıkça, İ smail Bey de ber­ hayattır. yani İsmail Bey ebedi ve cavidanidir. İsmail Bey elan da yaşıyor, yetiştirmiş olduğu yüzlerce şa­ kirtlerinde, terbiye etmiş olduğu binlerce ruhlarda yaşıyor. " .

Ayni "Türk Yurdu" nda münteşir Akçora oğlu Yusuf Be­ yefendinin " MUALLİME DAİR" makalelerinden: " İsmai l Bey iyi bir muallim. mahir bir gazeteci, mümtaz bir mu­ harrir. içtami ve siyasi bir mütefekkir ve faal bir cemaat badimiydi. Lık i n bütün bu sıfatl:ır İsmail Beyi tanıtarnaz. Türk ve İslam ale­ min in yarım asırlık aleminde. saydığım evsafı haiz olabilecek yirmi owz ki ş i sayılabil ir. Fakat İsmail Bey tektir. Onun bir eşinin daha, değ i l yalnız geçen elli y ı l ın içinden hatta bir kaç asırlık İslam ve -

218


Türk hayatından bulup çıkarmak zordur. Benı.:e İsmail Beye hakkile tarif edebilecek bir sıfat vardı ki. o da ulemayı nasaranın hazreti İsa'dan bahsederken kul landıkları "muallim" tabiriJir. İsmail Bey " Muallim" idi; o bir kısım beşeriyetİn dünyaya ve hayata na­ zarlarını değiştirmeye muvvaffak oldu: Şimtil Türklerinin hayati fikriye ve içtimaiyelerinde azim bir inkılabın husulüne fikri menba, İsmail Gaspirinski'nin dimağı olmuştu. Bu noktayı nazardan İsmail Bey bir "inkıl5.pçı" ve medeniyeti garibiyenin "reformatör" ke­ limesine ithal ettiği mefhum murat olmak üzere. bir "müceddit"tir. Şarkı islamide öteden beri büyük; küçük bir hal inkılapçı ve mü­ ceddiıler zuhur edegelmiştir. B ütün bu zevatın zemini faaliyetleri sahai din idi; efkan esasiyderinin mihveri din oluyordu: şarkta sırf dünyevi (Laik) muallim ve mücedditleri hiç hatırlayamıyorum. İs­ mail Bey bu hususta b ir istisna teşkil eder. isınail Beyin içtimal ve siyasi fikirleri dünyevidir. Mafevkattabiiyata (tabiat üstü şeylere) bağlanmaksızın da cemaata nafi efradın ( faydalı fertterin ) mevcut olabileceğine inanır.. Mafevkattabiiyatı ferdin ihtiyacı ruhiyesine hasretmekten cemaatın mutazarrır olmayacağını zanneder. İsmail Beyin içtimal ve siyasi fikirleri sırf istilaaatı hayatiyeye müs­ terınittir. Hatta tecarübü hayattan (hayat tecrübesi) çıkan net::ı yici. bazan esasatı mekşüfe (bilinen esaslar) ile telifden de müstağni gö­ rünür. Bu cür'eti fikriye, metekati dirnağiyesinin en kuvvetli za­ manlarda, şeraiti muhitiyesirıi hesaba btmamış zarınolunacak kadar barizdir. Esasatı mekşüfeyi, efkarı esasiyesin in intişarına bir v:.ısıta olmak üzere kullanmaktan çekinmez: hatta bu vasıtaya kes­ reıle müracaat eder: likirı bu tabiye, mütefekkirin nazarı hakikisini seyredemeyecek derecede sade ve şeff.ıftır. . . İsmail Bey hayatla meşbu v e meşguldü: yazıları bile hayattır: Otuz kırk büyük cilt dolduran yazılarında. efkan esasiyesinin kendi k:ıkmile telhis (özet ) olunmu� m uc iz ı k;�a ı ve sari h bir ifade � ine tesadüf olunmaz. O bildiğini. yaşadığını. bildiği ve ya�adığı gibi y:1zar: onları sıkıp bir nevi yazı murabbası yapmıya lüzum görmez. Efkan e s ::ı s ıv c s ıne dair mütaleatımız. kendi ıari fckrinden ziy�lde 219


bizim istihraçlarımızdır ( çıkardıklarımız). B iz hiç korkmadan. İs­ mail Beyi. Rus larca maruf bir tabiri tercüme ederek. bir "Garpçı" diyebiliriz. İsmail Bey be�eriyeti hazıraya nisbi saadetin haddi aza­ misini kazandırabilen medeniyeti garbiye olduğuna kani idi. O Türklerin, müslümanların şahsiyeti milliye ve dinleyenlerden büs­ bütün tecerrüt etmeksizin (ilgisini kesmeden) garpl ılaşmalarını ister: sözlerinde ve işlerinde bu gaye kolaylıkla seçilir; her türlü mesainin, milletin garp alemi medinesine dahi l olabilmesi için sar­ fetmiştir. Zaten şimal Türklüğünün duyan ve anlayan kısmı Gas­ pirinskinin mahiyeti fıkriyesini, gayei makasidini tay inde ge­ cikmemiş ve yanılmamıştır. Elifbanın sureti talimi meselesinden neş'et etmiş gibi görünen "Usulücedit" nizaı azim uroranisi hattı za­ tında, şimal Türklüğünün garpçılan ile şarkçılarının, mu­ hafazakarları ile terakkiperverlerinin müsaademei tarihiyeleridir. Ondokuzuncu asrı miladinin rubu ahirinden itibaren, Şimal Türk­ leri fıkir, umran ve içtima noktai nazariarından iki büyük fırkaya " Usulücedit" ve "Usulükadim" fırkalarına ayrılarak bu iki fırkanın çekişınesi sayesinde ter::ıkk i i hazırma ermiştir. Terbiyei etfal. tarzı maişet, gayei hayat ve içtima gibi en mühi m mesaili hayatiye de "Cedit" lerle " Kadim" lerin meb'deleri tesadüm ediyordu (pren­ sipleri çarpışıyordu). Bugün "Cedit"ler hemen her sahada mu­ vaffakiyetlerini temin etmi� gibidirler. "Cedit"lerin. yani terakkiyi garbın takip ve tems ilinde görenlerin cümlece müsellem ve mu­ saddak reisi. İsmail Be y Gaspirinski idi. İsmail Bey . bu ceryanı fikri ve içtimainin y alnız re isi değil, muhaddis ve halikıdır ( bulan ve yayan ) . Tab'an şair olmakla beraber, tefekkürat ınd a (düşüncelerinde ) daima müsbet ve maddi kalan İs mail Bey'in g arp medeniyetine. haıt5 mücerret bir surette terakkiyi ideal bir m:ıhiyet t:ınıyıp ta­ nı madığını kestirem i y or um Ancak hayatının son sekiz - on se­ nesinde terakkiperverliğıni. garpç ılığını adeta ikmal ede n tabiri di­ ğerle bu makasidi maddiyeye hulül ederek onları canlandıran bir ruh vardır: l\fil liyet. \" akıJ. m i l l iyet fikri . li�ana. ırka. tarihe müs.

.

.

220


tcr.it m i lliyet fikri. İsmail Beyin daha evvel k i y azı larında ve iş­ : ;nde göze çarpar: fakat İ sm a i l B ey de fikri mil linin, Türklük ve � :ün Türklük fikrinin " D ilde . f i ki rd e . işte birlik." ş iar i l e ifade olu­ ;ıacak s u re t l e tavazzuhu (açıklığa kavuşması) sekiz - on seneden daha akdem (önce) denilemez. Ruhu millinin vuzuh v e k at ' iy etl e te ­ c el li s i İs ma il B ey i n manzumei fikriy es i ni itimarn etmiş oldu. Ma­ ve ray ı aklı beşerde uçan diğer idealleri yalnız bir vasıta tel illi eden İsmail Bey, fikri m i l l in i n zamanımız hayatı içtimaiyesinde bir gaye ol duğu na iman etmiştir. zannediyorum. İ smail Bey merhum vefat ettiği zaman kurmaya uğraştığı bi­ nanın artık çatısı örtü l meye başlandığını gördüğü gibi teferrüatı ik­ male k i faye t edecek kadar arnele yetiştirmiş old uğuna da emin idi. Ölmeden evvel kudreti fatıranın (Allahın) kendisine büyük bir ili­ sanı olan dehanın sa h ip le ri ne tahmil ettiği ( yü kse l diğ i ) vezaifi i fa . •

edebilmekten mütevellit hazzı ruhaniyi tatmıştı. B u cihetle şüphe

dü n ye vi s i hitama ererken zevk ve saade t ol muştu r. .. "

yok ki, müşahhas h ayat ı

elem ve

ızdırap değil,

duyduğu hissi

1 9 1 � tarihli 40 numaralı " İl" gazetesinde münteşir Ayaz İshak Beyin " B ÜYÜK ÜST.-\D İS\1.-\.İL BEY" başlıklı ma­ kalesinden : ""Evet, İsmail B e y bü y ü k üL onun işleri de yaptığı hizmetleri de büyüktü . Onun e k tiğ i toh u mlardan ye t işece k y e miş le r de ehem­ miyetlidir. Onun ektiği güllerden çıkacak ç içe k le r de dilberdir, gü­ zeldir. Onun temelini kurduğu bina da sağlamdır. .-\rtık İ s m ail Bey aramızd:ı yok. O darürrahata gitti. lakin onun e k ı iği tohumlar, ç iç e kl e r . a�ıladığı ağaç la r bütün Ru sy a boyunca dağ ı l d ı . l\ l i y o nl arc a ta l e bel e r i o nun baş la tt ı ğ ı işi alıp götürmeye, onun gö tü rdü ğü iş le r i bü y ü tme ye koyuldu l ar. B öy l e ulu bir ba­ bal arı o ld u ğ u na sevine re k i� i n sonuna g öt ü rül eb i linece ğ ine iman ederek işe giri�tiler. Bu kahraman babalarmın numune ve misal :ıd­ dı:-derek canlı imandan teces�üm eden ba ba l ar ı n ı n çizdiğ i yoldan

22 1


ayrılmamaya azınederek işe tutundular. İsmail Bey öldü. "Tercüman" babanın ruhu bütün Tatar hareketinde ulu ba�buğ olarak yaşayacaktır.

Yıldız" gazetesinden naklen " Tercüman" ın 1 9 1 -ı tarihli 202 numarasında basıhİıış A. Aziz Beyin makalesinden: " İsmail Bey, eski Fars hikayeterindeki Zaloğlu Rüstem gibi bizim cahillik. ansızlık ( fikirsizlik) kayalarını yıkmaya tutumlu. Cahillik duvarlarını. peygamberler doğarken yıkılmı� mecus ma­ betleri gibi vurdu. deldi, yıktı. Onların harabe ve enkazı üzerinde yeni mektepler. cemiyetler. kulüpler. kütüphaneler, gazete ve jur­ nallar, yeni edebiyat ösüp ( yeıi�ip) çıktı. yemiş yemeye ba�ladı. . . N ihayet Avrupa'da dahi ismimiz işidilip müsteşrikler yeni bir mil­ letin dünyaya geldiğini tasdik ettiler. Bugü � bir millet şeklinde meydana gelınemiz. fıkirlerimiz, duygularımız hep onun sayesinde vücuda ge lmiştir. . . İsmail Bey bugün yoktur. fakat onun fikri baki kalacaktır. Onun ektiği maarif. fikir ·tohumlarının kaffesi ösüp çıkacak. düşündüğü i�leri. Türk-Tatar için beslediği maksatlarının da hepsi meydana gelecektir."

1 9 1 -ı tarihli .ıo numaralı " İl gazetesinde Selime Hanım Ya­ kubun " MÜSL CMAN KADlN VE KIZL\RI�IN HA:\IİSİ İS­ MAİL BEY G ...\SPİRİNS Kİ" başlıklı makalesinden : " İsmail Bey müslüman kadın-kızların ın mensup bu lundukları milleti bin y ıllık uzak uykusundan uyattı. Erkeklerin kal ın ka­ falarına: Kadın-kızların hicapLın. esaretten kurtu lmaları . onların da okuınaları lazııngeldiği. kadın-kızm esir. lüzunı suz bir �ey. o cahil. hukuku insaniyesi iriraf edi l memiş. o medenile�memiş kaldıkça müsliim:mların terakkileri hakk ında ağı.l :ıç nıanın bile doğru ol222


madığına dair fikir verdi. Halkın medeni, iktisadi ve içtimai cihetten ileriye gidebilmesi kadın-kızın esirlikten kurtulması ile tahakkuk edebilir. İsmail Bey bunu kendisinin yüksek sesile her yerde sarsılmadan, sebatla ilan etti. Bu hakikat ona efsanevi Bahçesaraydaki güne�li açık gün kadar malumdu. Kadın-kız kendisine ait meseleyi anladı ve onu ta­ hakkuk ettirmek için uğraşmaya başladı. Müslüman kadın-kızlan İsmail Beyin maksadını meydana çı­ kararak kıymetli yolbaşçının unututmayacak kabri üzerine en güzel ve en metin heykeli kuracaklardır "

İsmail Beyin teşvikile yetişmiş, maiyetinde uzun müddet kalarak kendisini, işlerini ve fikirlerini yakından öğrenmiş ve her zaman en yüksek saygı ve mirınetle kendisine merbut kalmış olan " Kırım

muharrirlerinin en kıymetlilerinden Osman Akçokraklı BeJ in "Tercüman" ın 1 9 1 5 tarihli ve 202 numaralı nüshasında çıkan " MİLLİ HAZİNEMİZ" makalesinden: "B izler gelir geçeriz. Lakin maarifı milliye yaşıyacaktır. İsmail Bey G a s pi r in s k i

..

('Tercüman" numara 25 sene 1 903 ). - "Tercüman" nedir? - B izim milli hazinemizdir. Evet, "Tercüman" bizim milli edebiyat, milli maarif. milll tarihi cedidimizin hazinesidir. 1 88 1 senesi n 8 may ( Mayıs) da çıkmış "Tonguç ·· ıan. yaki 1 8 8 3 senesi april (Nisan) l O'da çıkan 1 'inci numaralı 'Tercüman'"dan başlayarak bugünlere kadar neşrolunrnuş "Tercüman"' sahifelerini bir kere gözden geçirsek bütün bir milletin basibadelmevtinin tarihini, tekamülü tedricisini seyredebiliyoruz. B undan 30 35 sene muk::ıddeminden ba�Iayarak hangimizin d i -

223


kalem tutmaya başlamış ise anın yazısını ismini "Tercüman"da gö­ rüyoruz. Az mı çok mu; millet yolunda bir hizmeti görülmüş ha­ dimlerimizin işi ve ismi mutlaka "Tercüman " a aksediyor, aramızda ilk olarak mektep mi açılmış, medrese mi ıslah edilmiş, kitap mı ç ıkmış, edebiyat gülleri çiçek mi açmış. cemiyeri hayriye mi, şir­ ketler mi tesis olunmuş? - Bunun tarihini ancak "Tercüman"da kaydalunmuş görüyoruz. Aramızda son otuzbeş sene zarfında mektep ve medrese me­ selesi mi, müftü ve evkaf meselesi mi olmuş - bunlann tafsilatını yine de "Tercüman"da okuyoruz. Eğer bunlar sene besene İstihraç ve tensik edilecek olursa herbiri ayn ayrı birer tarihçe olarak mey­ dana gelirler. Bu suretle "Tercüman " : - Rusya'da Tatar temeddününün (medenileşme) bir tarihi, Tatar tarihi cedidinin bir hazinesidir. B u hususlarda bizim yegane mer­ ciimiz "Tercüman"dır. B inaenaleyh: - İsmail Bey ne yaptı? - Bize büyük ve kıymetli bir hazine bıraktı. Maksadımız İsmail Beyden bahsetmek olduğu halde "Ter­ cüman"dan başladık. Çünkü "Tercüman" ve " İ smail Bey" aramızda artık kelimatı müteradife haline girmişlerdir. B iri yad olundukta her vakit diğeri murat olur. - B izim nemiz var? -B izim ne milli umumi kütüphanemiz var? Ne umumi müzehanemiz var; Ne milli tarihi cedidimiz var: Ne milli akademimiz var - Bizim yirmi üç ciltlik "Tercüman" ımız var. B u : büyük. milli bir hazinemizdir. Her ne vakit milli emellerimizden feyziyap olmak İstersek o hazineye müracaat edeceğiz. İşte o hazineyi bize büyük İsmail Bey Gaspİrİnski bıraktı ve dedi ki: 224


-"Bizler gelir geçeriz. Lakin maarrifi mill iye yaşayacaktır." Evet, maarifi milliye yaşayacaktır. Maarifi milliye yaşadıkça millet de yaşayacaktır. M illet de ya­ şadıkça büyük İsmail Bey'in ismi de yaşayacaktır.

1917 inkılabmdan sonra Kırımda kurulmuş Müslüman mer­ kezi icra komitesinin " Darülmuallimin Tesis Heyeti" ta­ rafından neşrolunan beyannameden: " B izi bu mühim saatlerde milli ideal etrafında kavi bir imanla, yüksek bir fedakarlıkla, sarsılmaz bir azimle toplayan nedir? B unun tarihi, içtimai sebepleri çoksa da buna herşeyden ziyade bizim ca­ hilliğimizin en büyük amil olduğunu hepimiz tasdik ederiz. İşte K ınm müslümanları icra komitesi ilimden, nurdan öksüz kaldırılan zavallı Tatar balalarını esaslı malumatla hakiki terbiye ile, ince hislerle yükseltecek muallimler yetiştirebilmek için büyük millet hadimi ölmez İsmail Bey narnma layık bir darülmuallimin açmaya karar verdi. Acaba bu millet bu kararı nasıl karşılayacak? Acaba millet kendisinin otuz senelik mualimini bugünde, yarın da muallim olmak sıfatile görmek istiyor mu? Mil let ve İsmail Bey namı peder ve evlat kelimeleri gibi yakın ve müteradiftir. Tatar eviadı bugün kendisine yüksek ve muhteşem bir darülmuallimin tesis etmek istiyorsa emin olsunlar ki o arzu onların ruhunda yanan bir ulvi emel yine İsmail Beyin fikri ve millete serpmiş olduğu to­ humlarının neticesidir. B inaenaleyh İsmail Beyi seven bir millet onun fikir ve iradesine yükselen bir millet, onun emel ve gayesine doğru, terakki etmek maksadi le çırpınan bir millet yine o büyük üstadın en büyük emeli olan bir darülınallimin tesisisini kendisine en mukaddes bir vazife tanır. . Ve bu vazifenin kendisi için en sehilülicra (kolay) bir hizmet olduğuna kani olarak işe sarılır" Bu bey anname netices inde komite tar:ıfından bir çok para top­ landığı g ib i pek kısa bir zamanda icra komitesi kararı ile Bah­ çesarayda " İsmail Bey Gaspirinski darü lmuallimini" ve H ü ne r sa­ nay i mektebi" açıldı ve Hansaray idaresi J lınar:ık orada milli müze "

,

225


kuruldu. Bu münsebetle Bahçesarayda Hansaray aviısında büyük bir içtima aktedilmiş ve Kınının her tarafından o güne iştirak için vekiller gönderilmişti. Bugün Çelebi C ihan merhum tarihi nu­ tuklarından birisini söyleyerek hem u mi mi · vaziyeti tahlil ve hem de bu üç müessesenin açılmasındaki lüzum ve gayelerini izah et­ mişti. B ilahare Akmesçitte de İsmail Bey narnma bir darülmalumat açılmış ve bu suretle merhumun kudsi emeli tahakkuk ettirilmişti. Bu münasebetle Dobrıca Türklerinin kıymetli evlatlarından merhum şair Niyazi Beyin yazdığı şiir aşağıda münderiçtir.

1918'de İstanbul'da çıkarılan " Kırım" mecmuasının beşinci sayısında saygılı mefkfıreci muallimlerimizden Fevzi Altuk Beyin " KlRlM GENÇLİGİ VE RUS İNHİLALİ" başlıklı ma­ kalesinden: "Kınm gençliğinin ekserisi ve bilhassa hariçte tahsil görenler Kırun'da dil birliği mefkuresiyle akvamı Turaniyenin hayat ve is­ tikbaline hadim bulunan ve bu ernelin husulü için mükerreren İs­ tanbul, Mısır, Hindistan seyahatlerini ihtiyar eden merhum üstad İsmail Gaspinnski Beyin etrafında toplanıyor ve onunla hemfıkir olarak çal ışıyorlardı" . " Merhum, "Tercüman·· vasıtasıyla akvamı Turaniyeye çeyrek asırdan fazla hizmet ettiği gibi Kınm gençlerine de pek büyük hususi hizmetler etmiş ve lutuf göstermiştir. Bittabi Kırım halkı ve gençleri ve Rusya müslümanları tarafından kendisine layık ih­ tiramları görmüştü. Binaenaleyh o bugünkü hayatı göremediyse de ( K urultay devrini) yetiştirdiği evlatlarının pek yakında göreceğini tebşir ederek bahtiy:ırlığını izhar etmişti. "Harbıumuminin kokuları afaka intişar etmeye başladı ğ ı esnada Hindistan sey aha t i nde n ::n·det eden merhum üstadın İstanbul'da 226


elini öperek son defa kendileriyle vedalaştığımızda:

" Evlat, şarkın hayat güneşi yakında doğacak, onun tatlı ha­ rareti ve parlak ziyasite milletimiz neş,·ü nema bulacaktır. Bunu görebilmek bahtiyarlıktır. Belki ben göremeyeceğim, fakat siz gençler göreceksiniz. Lakin bu ziya gözleriniıi ka­ maştırmasın. İstikbalin ve hayatın yolu pek dikenlidir. Bu di­ kenler ayağınıza takılmasın, gözünüzü açınalı fırsat ka­ çırmayarak çalışmalısınız demişti. Bu makaleden maada " Kınm" mecmasında pek çok mu­ harrirlerin yazılarında İsmail Bey merhumun hizmetleri ve namlan büyük minnetle yad ed.!! m.:::e""k� te:::.:d!!o : iro.. .:. il� _ _ __

1918 senesinde İstanbul'da Suudi kütüphanesi tarafından neşredilen A.K.Hatif Beyin " GÖK BAYRAK ALTINDA MİLLİ FAALiYET" eserinden: "Rusya Türkleri arasında hayatı fıkriye bundan takriben otuz sene kadar evvel başlamıştı. Ondan evvel bunlar büyük bir gaflet iç inde bulunmakta ve Rusya hükümeli her vasıta ile onlann uyan­ malarına mani olmakta idi. Otuz sene mukaddem koca Rusya müs­ lümanları arasında tek bir gazete bile yoktu. Esasen okuyup yaz­ mak bilenlerin adedi bile azdı. Tabi bu şerait tahtında mevcudiyeti milliye meselesi tamamen metruk bir halde bulunuyordu." "Şu ahval karşısında bazı azİmperver zevat muhitin her türlü �e­ siraıı tahripkaranesine mukavemete karar verdiler ve Rusya müs­ lümanlarını az çok bir intibahı m illi husulüne yardım edecek fa­ :ıli yetlere sevkettiler. B i lhassa 9ütün Rusya Müslümanları içirı bir büyük mürşit vazifes ini görmüş olan merhum İsmail Bey Gas­ p İ r İnski "Kırım"da "Tercüman" gazetesini neşre başlamı�tı. Bu ga­ zetenin vesaiti pek azdı. FakJt İsmail Bey merhum her türlü me­ \ anıye ( engel lere ) göğüs gerdi ve gazetesini idameye muvaffak 227


oldu. Merhumun faaliyeti milliyesini hakkile ifade v1 tasvir müm­ kün değildir. Fakat o zamanlar müşarünileyh · tarafından ça­ lışılmamış olsaydı, bugün Rusya Türklerinde görülen intibahı millinin husul bulmamış yahut usulü pek duçarı teehhür olmuş (geri kalmış) olacağını söylemek, Türk dünyasına ifa ettiği hiz­ metin büyüklüğünü takdir için kafidir. Merhum faaliyetinde her vakit iki noktayı istihdaf ediyordu: Evvela: Ş imalde ve cenupta sakin olan bütün Rusya Müs­ lümanlarının aynı millet olduğu ve Osmanlı Türkleri ile din ve kan kardeşi bulunduklannı isbat etmek; Saniyen: Her tarafta medreseleri ıslah ve yeni mektepler kü­ şadile maarifin terakkisine gayret etmek. Büyük Gaspirinski, Rusya bütün nüfuz ve satvetine malik bu­ lunduğu zamanlarda, hiç bir taraftan Rusya Türkleri için bir is­ tikbali milli olmadığı senelerde faaliyetine fütur getirmeyerek devam etmişti. Onun bu şayanı tebcil faaliyeti Rusyanın o zahiri şefkatinin tezelzüle uğraması il e netayicini göstermeye başladı. "

Doktor Riza N u r Beyin 1925"de basılmış " TÜ R K TARİHİ" eserinin 5 inci cildinin 63. sahifesinden: "Son dev irde Kınmda İsmail Bey Gaspicinski yetişip neşrettiği "Tonguç" ve "Tercüman" gazeteleri, kitaplar ve açtığı mekteplerle Kırım Tatarlannı uyandırmıştır. Bu zat otuz senelik cesaret, fedakarlık yüce bir milliyet hissite hulasa edebilen bir say ile Kınm Tatarlarının gözlerini açmıştır. Onun yaydığı uyanma nuru hatta Rus hükmü altındaki bütün Türklere de varmıştır. B u ali zat Türk tarihinin uyanma devresine hizmet eden büyüklerdendir. Kırım tarihinin bu devresinde behemehal bu ulu adama bir yer vermek ondan hürmet! e bahsetmek lazımdır . " " B u zat l 8 8 2'de K ırım'da "Tonguç" adındaki gazetesini çıkartı. B ir müddet sonra "Tonguç" "Tercüman" adını aldı. İsmail Bey 228


bunlardan ziyade mektep kitapları yazmaya ehemmiyet verdi. Eser­ leri ta Ufa ve Türkİstana kadar gitti, bir çok şalört yetiştirdi. B un­ lardan onun eserine te haiyer ettiler "

Abdullah Battal Beyin l925'de İstanbul'da neşredilen " KAZAN TÜRKLERi" eserinin usulücedil mektepleri bah­ sinden (S. 190) : " 1 883"ten beri Kırım'da ç ıkmaya başlamış olan Tercüman ga­ zetesi o zamanki Rusyanın bütün Türk dünyasında ezcümle ı:<azan Türkleri arasında da okunuyordu. Bu gazete sütunlarında talim ter­ biye ve mektep meselelerine de mühim yer ayrılmıştı. O za­ manlarda Rusyada biricik Türkçe gazete olan "Tercüman"ın sahip ve başmuharriri İsmail Bey Kazan ülkesinin hayrat sahipleri ve okumuş adamları ile sıkı münasebet peyda etmişti. " " Ş u ahvalin tesiri yüzünden I 9'uncu asrın sonlarına doğru Kazan Türkleri arasında iptidai mektepleri ıslah etmek cereyanı kuvvet al­ mıştı. Ondan evvel Kazan Türklerinde hemen her mesçit yanında bir iptidai mektebi bulunuyordu; fakat o mekteplerdeki talim her bir Türke belli olan eski usul ile yahut usulsüzlükle icra ediliyordu. B aşlarında Gaspirinski bulunan iptidai mektep ıslahı taraftarları Rusya Türklerini yeni usul tatbikine davet ediyorlardı. Bu yüzden işbu mektepler "Usulücedide" mektepleri adını almışlardır. " İsmail Bey Bahçesaray'da Kaytmazağa mahallesinde nümunelik usulüecdide mektebi açmıştı ki, oradaki usulle aşinalık peyda etmek için bizden de birçok muallimler Bahçesaraya gidip gel­ mişlerdi Gaspirirıski dışarıdan ge lenlere usulücedideyi meccanen göstermekle beraber, her bir muallimden burada öğrendiği usulü laakal iki muallime öğreteceğine dair söz alırmış. Yirıe İsmail Bey Kırım lehçesi ile elifba "Hocayı sübyan" ve başka bir kaç ders ki­ tabı tertip etmişti ki. bu kitaplar bir müddet bizim Kazan yurdu usulüecdide mektep leriAde de k�:�llamln:ıı�ıır." 229


1 926'da Kırım'da münteşir " Okuv işleri" mecmuasının 1 0 1 1 numaralarında münderiç A. Baliç'in " KlRlM TAT A R MİLLİ MEDENiYETİNİN TARİHİ MUA KADDERATI" baş­ lıklı makalelerinde; İsmail Bey'den ve "Tercüman"dan bir çok münasebetlerle bahsedilmektedir.

Ezcümle

İsmail

Beyin mek­

tepleri ıslahına ve hassaten kadınların okuyup yazmalanna dair yaptığı neşriyat etraflı tetkik edilmekte ve "Tercüman"dan nakiller yapılmaktadır. B unlardan birisini aşağıya naklediyoruz: "Rusya müslümanlarındaki bu donukluk ve cehalet levhasını Tatar kadınlığı tamamlıyor. Tercüman bu hali şu suretle tavsif edi­ yor: " Bütün şarkta en muhafazakar ve en geride bir unsur bulunsa, o da kadınlardtr. B u hal en ziyade müslüman kadınianna mahsustur. Bu zamana kadar aniann arasına pek mahdut dini bilgilerden başka hiç bir bilgi girmedi. İnkiraz devrinde, müslümanlık, kadını ken­ dine has haklarından mahrum etti ve Kur'anın ona temin ettiği im­ tiyazları da kati bir surette kesti. Milletler tarihinde çok görüldüğü gibi, burada da cehalet ve adet idrake galip geldi. Lakin bu cehalet devresi, yavaş da olsa ötesinden berisinden yırtılmaya açılmaya başlıyor." " Bu durgun cehalet deryasında başlayan fırtına, mekteplerin ıs­ lahı gibi bitaraf bayrak altında ilerliyor. Lakin, ilk zamanlarda bu da mutaassıplar tarafından eski adetlere karşı bir tecavüz olarak ta­ nınıyor ve buna karşı vaziyet alınıyor. Fakat, az bir zaman içinde bu sağlam fıkir yalnız mektep işinde değil, bütün hayatta kendi muvaffakıyetini gösterdi "

230

_ _ _ _ _ _ _


Eylül 1926 tarihli ve 4 numaralı " İleri" mecmusmda Bekir Çobanzade'nin " MED ENİ Y APICILIKT A TÜRK-TAT AR MÜNEVVERLERiNİN BORÇLARI" başlıklı makalesinde: bir çok münasebetle İsmail Bey merhumdan bahsedilmektedir. "Türk-Tatar münevveri artık inkar edilmeyecek "fakat" hatta tarihi " faktör"dür. Gaspirinski, Fethali Ahundof, Hasan Bey Me­ likof, Şemsettin Sami, Namık Kemal, Tevfık Fikret, Kayyum Nasıri, Alimcan Barudi. . . gibi simalan ve onların rollerini, her­ hangi taraftan bakarsak bakalun görmemek tanımamak mümkün değildir. B izim ziyalı sınıfımız, fıkrimizce, 1 8'inci asnn başlannda Avrupa müstemlekeciliği Ş ark üzerinde bütün kuvvetiyle yü­ rümeye başladığı zaman ulema ve asker içinde başlayan dahili ta­ hammür, uyanma neticesinde doğmuştur. Türkiye'de Sultan Mah­ mut, Kınm'da Ş ahin Giray... cereyanları bu devrio temsilci karakteristik hadiselerindendir. " . "Türk-Tatar münevverleri ideolojisinde pantürkizm, pa­ nislamizm, sosyalizm, nihayet büyük miktarda Fransız büyük inkılabı unsurlarının birbiriyle itiştiğirıirı farkına varmamak kabil değildir. Bu kanşık ve istikametsiz ideolojiyi gerek Gaspirinskide, gerekse başka büyük, küçük münevverlerimizin bir çoğunda bu­ luyoruz. Gaspirinskide, aşağı yukan ayru unsurlan, dini, milli, medeni üç ayak üstünde oturtutmak istenilen programı farketmek pek o kadar güç değildir." "Bu devir münevverlerinin faciaları iki yolun ortasında kalmak ibaretti. B unlar Avrupa tekniğini tanıyor, ahlak ve içtimai hayatını reddediyorlardı. B ununla Avrupayı tamamile anlamış adamlar sa­ y ılamazlardı." " 1 9 1 7 senesine kadar olan bu cereyanı Gaspirinskiden K:ıyyum Nasıri ve Alimcan Barurliye kadar toplarsak yarım Luter, çeyrek Pestaloci demekti. Dünyanın hemen bütün ruhanilerinden sonra dünyanın döndüğünü kabul eden �[usa Carullah "mill'i cami" kur23 1


maya çalıştığı ve şark biçiminde bir cizvit sistemi meydana ge­ tirmeye uğraştığı zaman Gaspirinskide Avrupada 1 6'ın<:ı asırda çö­ zülmüş olan bir savti usulü bizde re'ye koyuyor, ve ne acaiptir, ekalliyeue kalıyordu. "

Abdullah Battal Beyin " Türk Yurdu" nda çıkmış " RUS­ YADAKİ TÜRK CUMHURİYETLERİ" makaleleri serisinden S'incisi " KlRlM CUMHURİYET " ne tahsis edilmiş olup " Türk Yurdu" nun Mayıs 7 tarihli 22'inci sayısında çıkmıştır. Bu makalede İsmail Bey hakkında şu satırlar yazılmaktadır: "Kınm mırzalan (zadegfuu ) umumiyede kendi mensup olduklan kavmin mukadderatına liikayt ve bigane idiler. B u hüküm elbette ınırzatann ekseriyeti hakkındadır. Yoksa onlar arasında da öz­ kavminin tasalarma iştirak eden, il - yurt işlerine itina eyleyen tek tük zatlar bulunmamış değildir. Hele İsmail mırza Gaspirinski bütün Kırım ınırzatarı için büyük bir yüzakhğıdır. ( 1 ) B u zat öz kavminin talim ve terbiyesine ehemmiyet vermiş, iptidai talimin usullerine ıslah eylemiş Türkçe gazete risale ve kitaplar neşrederek öz halkını içtimill ve siyasi c ihetten tenvir ve terbiye eylemeğe ça­ lışmıştır. İsmail Bey ayarındaki bir zatın fikir ve tesirleri elbette yalnız Kmm gibi dar bir muhit içinde kalamazdı". "Bu zatın, bütün Türklerin cemaat hadimi ve büyük mefkurecisi olduğuna artık hepimiz kailiz. "Yeşil Curt"da kalan Kırım Türk­ lüğü işte bu gibi bir "Mırza"da yetiştinn i ştir . . . Lakin şunu da kay­ detmeliyiz ki, liberal ve milliyetçi olan bu mırzayı K ırım'ın asil­ zadleri değil, "kara tatarları" benimsemişlerdir. Zaten İsmail mırzanın hizmetlerini devam ettirenlerde "kara tatarlar" içinden 1 1 1 ismu il Bey merhumwı Tt!rcümei hallerinde de bulısedildiği ı·e�Jıile. ancak ı·a­ liddai Kmnı nıır:alamıdan olup pederleri ralımt!rli Mustafa Ağanın asil­ :adt!lerle nıiinasebt!ri yokru. Ancak ismuil Bt!_\' daima i.mıuil mır:a diye unıl­ dığın.lwı hiiriin nı iiellil ı-e nıulıarrirlı:r kt!ndisini u.ı·i/:adt'lt'rdt!/1 addt'rmişndir.

232


çıkmışlardır.

Prof. Köprülüzade Fuat Beyefendinin 7 l\lart 1928 tarihli ve 1377 numaralı " Cumhuriyet" gazetesinde münderiç " İSMAİL BEY G ASPİRİNSKİ" makalelerinden: "Tercüman" yalnız K ınmda değil Kazanda, Kafkasyada, Tür­ kistanda, Türkİstanı Çinide, Sibiryada, Romanyada, Bulgaristanda, Osmanlı İmparatorluğu dahilinde hulasa bütün Türk mem­ leketlerinde büyük b ir tesir yaptı; Türklerin ve bilhassa Rusya Türklerinin milli intibahında mühirn bir amil oldu. Her tarafta İs­ mail Beyin bir çok takdirkarlan muakki pleri yerişti." "İsmail Bey Türk - İslam dünyasında "kadının" mevkini yük­ seltmek için de çok çalıştı. Marifi kadınlar arasına yaymak, onlan umumi hayata sokmak Türk cemiyetini canlandırmak için zaruri bir şeydi. Onun bu hususta yazdığı bir çok yazılar tesirsiz kal­ mamış az zamanda büyük neticeler vermiş, Rusya Türkleri ara­ sında kadının içtimai vaziyeti eskisine nisbetle çok yükselmiştir. Onun !isan meselesi hakkındaki noktai nazarı da çok şayanı dik­ kattİ: "Tercüman" ın şian "dilde, fikirde, işte birlik" düsturile hülasa ediliyordu . . . Osmanlı edebi lehçesinin sadeleştiriimiş bir şeklile ga­ zetesini çıkaran İsmail Bey muhtelif tekellüm şivelerine malik olan, muhtelif Türk şubeleri arasında bir "umumi edebi dil ol­ masını, Türklüğün medeni terakkisi için en büyük vasıta ad­ dediyordu. O, bu çok doğru fikrini tamamiyle kabul ettiremedi, lakin bu fikrin galebesi için elinden geldiği kadar çalıştı. " "Bütün hayatını Türklüğün yükselmesine sarfeden bu büyük adam Türk halkının ebedi şükraııma layıktır' . . ''

M. Zarevant tarafından 1930'da Pariste neşredilen ve aley­ himizde yazılan " TÜRKİYE ve PANTURANİZM" eserinin 38'inci sahifesinden: 233


"Türk-Tatarlarının milli eecyanları ilk inkişaf devirlerinde pa­ nislamizm esasında idi. Bu cereyanın başında tanınmış Tatar mu­ harriri İsmail Gaspicinski bulunuyordu. O , 1 88 3 den beri Bah­ çesarayda Rusya müslümanlarının milli, dini menfaatlarını müdafaa eden ilk ciddi bir gazete olan "Tercüman" ı neşrediyordu". "Müslüman eeceyanının birinci izeileri bir taraftan Rus me­ murlannın Ruslaştırma siyasetine karşı mücadeleye giriştikleri gibi, diğer taraftan da müslümanların dini ve harsi hayatlarını ıs­ laha ve bunlar arasında maarifı neşre çalıştılar. Bu suretle ısiahat devri başladı. B una bidayette muhafazakar Tatarlar şiddetle mu­ halefet ettiler. B u mücadelede Rus hükumeti muhafazakarlar ta­ rafını iltizam etti ve Gaspirinski taraftarlarından bazılannı, ez­ cümle B ubi kardaşlarla Ahmet Toktabayı nefyetti. "

A.K. Boçakof tarafından 1930'da Kınmda " MİLLİ FIRKA" nam eserin 17'inci sahifesinden:

neşredilen

" l 9'uncu asır sonlarında ve 20'inci asır başlarında Kınmda Tatar halkı narnma hareket eden iki siyasi fırka meydana gelmişti. Bun­ lardan birisi Gaspirinskinin, diğeri Mehdiyefın riyasetinde idi ( l ). "Gaspirinski fırkası yeni doğmakta bulunan milli burjuva tüccar sınıfile mırzaların liberal kısmının menfaatlarını müdafaa edi­ yordu. Onun düsturu ve işi panislamizm propagandasile harsi fa­ aliyeti genişletmekti. Çarlığa karşı vaziyet almamak. onun te­ şebbüslerine sükOtle itaat etmek bunların taktiği idi. Bu fırk:ının "

( 1 J Ahdiirreşit .'vlelıdiyef. Kmmd<1 Akmes�·itte Rus - Tatar mual/im mektehini

ikmal ermiş pek kıymetli hir miinen·erdi. K<1rasuda "Vuran Hc:ıdimi" gc:ı:eresini neşrernıiş ı·e Kırımda ikinc i Dımıc:ıya meh'us :;e�·i/erek Dumadcı ı·e Müsliimwı frc:ık­ sirmıımda �·ok nıülıinı faaliı-erre hulımnıuşru. 1 9 1 7. 'de da lıcı genç yaşındc:ı ı·efarı Kırını ı·e Rusra Türkleri ı�·in h li' ıik :iya oldu.

234


esaslı vasfı inkılapçılıktan uzaklığı idi. Bunların bütün gayetleri maarifi inkişaf ettirmeye münhasırdı. Rus sermayesite mu­ vaffakıyetli mücadeleye girişebilmek, milli burjuva s ınıfının mev­ kiini tahkim edebilmek ancak iyi hazırlanmış münevverlerle temin edilecekti. Eski Tatar mektebi bunu veremiyordu. B una binaen Gaspirinski ve onun taraftarları, ruhanilerin kuvvetli muhalefetine rağmen, milli mektepleri ısiaha çalıştılar. "Tatarlann da Ruslar kadar hukuka nail olabilmelerini temin maksadile Gaspirinski çok garip bir mütalea yürütüyor. 1 905 tarihli ve 29 numaralı "Tercümarı"da "Rusların müslümanlarla birleşmesi neticesinde Rusyada meydana gelecek yüz milyonluk kitlenin garp­ tan ve uzak şarktan gelecek tehlikelerin önüne geçebileceğini" ileri sürüyordu.

" Gaspirinski korkunç haksızlıklara, fakir Tatar halkının is­ tismar edilmesine karşı sesini yükseltmiyor" .

" Milli, irıkıHibı emelleri temsil eden ve geniş işçi ve burjuva halk tabakasının haklarını müdafaa eden Mehdiyef fırkası idi. B unlar Gaspirinskiden çok sonra, yani 1905- I 906 senelerinde işe geç­ mişlerdi. Mehdiyef "Tercüman"ın 25 yıllığı münasebetile yazdığı muhtırada "Ben, Tercümanın ve onun sermuharriri İsmail Beyin siyasi meseleler hakk ında yazdıklarından pek çoklarını tasvip et­ mediğim gibi, iktısadi, içtimai meselelerdeki noktai nazariarına ise tarnamile muhalifim" demişti." ------

Hüseyin Namık Beyin 1932 senesinde neşrolunan " TÜRK D[;\;Y ASI" eserinin 1 77'ici sahifesinden: "'Kırımda en eski devirlerden beri edebiyat oldukça irıkişaf et­ miştir. Kınm Hanları içinde de pek çok şair yetişmişti. Bilahara, Rus idaresinde iken, Ruslar, Kırımltiarın fıkren inkişaf etmemeleri için her türlü teşebbüste bulunmuşlar. fakat. yavaş yavaş Kınmda 235


da bir hareket başlamış. Bahçesarayda medreseler ıslah olunduğu gibi, köy lerde de mektepler açılmıştı." " İsmail Mırza ilk matbaayı tesis etmiş, L 883 'te ilk defa olarak "Tercüman" adlı bir gazete neşrolunrnuştu. B u gazete yalnız Kırım tarihinde değil, bütün Türklük aleminde mühim ve büyük bir rol oynamıştı. 1 9 1 7 senesinde kadar devam eden "Tercüman" bütün Türk alemine "dilde, fıkirde , işde birlik" düsturunu saçmış, ilk defa şuurlu bir hareket başgöstermişti. " 1 92 ı 'de Lozan'da Fransızca olarak neşredilmiş "La Crimee" K!nm adlı eserimizin 59-62'inci sahifelerde ve ı 928'de çıkanlan "Türk yılı"nda münteşir "Kınm ve Kırım Türkleri" makalemizde, ı 930'da "Varşova Şark Enstitüsü" tarafından Lehçe neşredilen "Krym" Kırım eserimizin 87-9 1 'inci sahifelerde, 1 5 Eylül 1 930 tarihli "Emel" mecmuasında basılan " İsmail Bey Gaspirinski" ma­ kalemizde de merhum hakkında ma!Gmat verilmiştir.

İsmail Beyin vefatı münasebetile gönderilen binlerce telg­ raftan bazılarını " Tercüman" neşretmişti. Bunlardan bir kıs­ mını aşağıya naklediyoruz: Orenburg - İsmail Beyin eme llerinden birisini icraya çalışan " Müslüman talebelere yardım cemiyeti", kendi hüznü elemini mer­ humun tabutu üzerine bir ekli! gibi vazeder.

Cemiyet Reisi Hüseyinof

Orenburg - " Medreseyi Hüseyniye" heyeti talimiyesi merhum Gaspirinskinin ailesine ve umum millete beyanı taziyet ediyor. B ütün hayatını millete hizmet yolunda feda etmiş müceddit ve üs­ tadı ekremimiz İsmail Beyin vakitsiz iTtihalinden hasıl olan azim keder karşısında merhumun ailesine ve millete sabrü tahammül 236


vennesini Cenabıhaktan temenni ederiz.

Müdür De, Jetşin

Orenburg - Rusyada müslimelerin okuyup yazmaları yolunda bi­ rinci olarak sayü gayret eden, onların hürriyet ve hukukta mü­ savatını müdafaa eden, Rusyada müslimelere mahsus ilk defa ana dilimizde jumal çıkaran Gaspirinskinin ziyaından ötrü fevkalacte malızun ve mükedder olduk.

Bağıstan hanım mektebinin muallime ve şakirt kızları

Orenburg - "Orenburg müslüman cemiyeti hayriyesi"nin fahri azası İsmail Bey Gaspirinskinin vefatma dair haberi elimi işitmekle kalbirn sarsılıp Rusya müslümanları arsında etldirı umumiye uyan­ masına büyük hizmet etmiş olan büyük muhanir ve hadimi milletin ziyaından ötrü beyarn taziyet eylerim.

Orenburg Müslüman Cemiyeti Hayriyesi Reisi Hüseyinof

Orenburg - B ü tün ömrünü milletin saadeti yolunda feda eden üs­ tadı azam dünyadan gitti. O necip kalbin durduğu bahtsız gün bun­ dan sonra milyonlarla müslüman için yeis ve matem günü olacak ve İsmail Beyin ismi şerifi nesilden nesile hürmetle yadolunacaktır. Çok vakittenberi milletinin hayatını bila fütGr aydınlatagelmiş nu­ ranİ çırağ söndü (mum, nur) . milyontarla kalpleri yeis içinde kal­ dırdı. Bu elim haberden müteessir olmuş "Vakit" ve "Şura" ga­ zeteleri idaresi kendilerinin manevi pederlerine oğlu sıfoıtile son defa (elveda! ) selamı gönderiyorlar.

Vakit ve Şura heyeti tahriri�·esi

Cfa

-

(Gaspirinski ailesine ) sızın aile bahtsızl ığınız beni m de 237


bahtsızlığımdır. Bütün hayatını müslümanlara hizmet yolunda feda etmiş İsmail l\'lırzanın isı irahalı ruhuna dualaar ediyorum.

Müfti Sultanof

Ufa - Unutulmaz İsmail Bey Gaspirinskinin vefau haberi "l.Jfa müslüman cemiyeri hayriyesi" heyeti idaresini dehşet içinde kal­ dırdı. Kendisinin ziyaile müslümanlar arasından hakikatı müdafaa eden bir kahraman ve millet hadimi kayboldu. B üyük samirniyetle merhumun ailesininin kederlerine iştirak ederiz.

Reis: Hakimor

Ufa - B izim ileri sınıfımııda bulunan birinci büyük üstadımızın ziyaından ötürü tariti nakabil bir surette mükedder olduk. Ele­ minize iştirak ediyoruz.

" Turmuş" gazetesi muharrirleri

Kazan - Milletin manevi atası. Tatar gençlerinin birinci üstadı olan İsmail B abayın vefat ha be ri bizleri dehş�t iç inde kaldırdı. Babay öldü. lakin onun efk:lıı al i y e s i b i ze daima yolba:?.;ı olacaktır. İ?bu ziyaı ebedi karş ıs ında büyük Türk- Tatar m i l letine sabrü ta­ hammül vennes ini büyük A llahtan niy:.ız ey leriz .

1\l uharrir le ediplerden: Fuat Toktarof, Fatih Emirhan. Şahap :\hmedof. \'elidi v.s.

Kazan - "Kızan müs l ü man cenı i y e t i hayriyes i " kend i s inin fahri azası İ s m a i l B e y i n ziyaından ötrü � i dd e t le kederlendi. :\ lerh u nıun ai les ine sabrü cem il ve uzun ömür d i l i � oru ? . Cemi� et reisi : Azimor Kazan - Biz Rusva nı ü s l ü ınanlarının a 1 i z y o l _:!ii.;teri c i s i n i n v e ­ fatından ötrü ga;. et k nı ü !.. � dder t>l d u k .

Yıldı1. t ; azdc-;i hc� cti tah r i r i � c s i

Peı rograt

\ l u h t rl' lll

ımı a l l irıı

ıı�ıd i :ıı i ı ıı ı ;

j , ı ıu ı l

BL'\ in

ır-


tmalinden ötrü samirniyetle beyanı taziyet ederiz. Eminiz ki mer­ humun telkinatı fikriyesi çok zamanlar millet arasında münteşir olacaktır. Bilhassa merhum bütün hayatını mi llete hizmete has­ rederek ona faziletin, hakikatın ve medeniyelin ne olduğunu anlattı.

Takanayef, Yanbayef, Alişef v .s.

Petrograt - Alemi islamın çerağı (nur) ve Rusya müslümanlan arasında zuhur eden en birinci gazetenin müessisi ve ruhu olan zatı şerifı bizden almış olan Cenabı Kadiri Mutlak Hazretlerinin emri alisine inkıyat ederek (boyun eğerek) kendisinin hidematı me­ deniyesini (medeni hizmetlerini) devam ettinneye halef olmuş siz efendimize beyanı teessürata müsaraat eyliyoruz.

Petrograt Müslüman Neşri Maarif Cemiyeti Reisesi : Emine Sırtlanm•a

Petrograt - Unutulmaz İsmi! Beyin irtihalinden ötrü duçar ol­ duğunuz kederinize bütün ruhumla iştirak ediyorum. Doğan millete onun hizmeti büyüktü. Cenabıhakkın ona rahmeti dahi büyük olsun.

Musa Bekiyef

Petrograt - Büyük İsmail Beyin vefatından ötrü ye'si tirak ediyoruz.

m i ll i y e

iş­

" İl" Gazetesi İd aresi

S imferopol - ( Akmesçit) - !\luhterem İsmail mırzanın ir­ tihalinden ötrü teessüfünüze samimane iştirak ed i yorum .

;\ lüftü : Karaşayski

Yalta - Muhterem pederini1in vefatı haberini biz büyük bir te ­ e s sü r le öğrendik. S izin ve m i lletin bu büyük k:.ıygusuna candan i�­ t irak ediyoruz. Ailenize dahı sam i mi teessürlerimizi :.ırzederiz.

\'alta müslüman gençleri

239


Baku - " Tercüman idaresine" Vefasız ecel merhametsiz elile, otuz ki senedenberi müsl ümanların yolunu nuriandıran çırağı sön­ dürdü. Ş imdi yalnız "Tercüman" idaresi değil, umum Rusya müs­ lümanları, yetim kaldı. O müsümanlar ki, unutulmaz İsmal Mırza Gaspirinskiyi, pek hald ı olarak, en ötkün sözlü bir gazetenin mü­ essisi, müslüman efk5.rı umumiyesinin başbuğu, usulücedicle mek­ teplerinin naşiri sayıyorlardı . Millet arasında mukaddes bir makam tutarak onun menafiini müdafaya bütün varlığile çalışması ilelebet hayırla yadettirecektir. Onun gösterdiği yolla müslümanlara hiz­ mette devam etmek ve "Tercüman"ı devam ettirrnek onun şa­ kirtlerinin borcudur. Bu elim hadise karşısında "Tercüman" ida­ resine ve umum müslümanlara sabrü cemil ve teselli ihsan etmesini Allahtan niyaz eylerim.

Ali Merdan Topçubaşer

Tiflis - Hakiki millet hadimi İsmail Mırzanın irtihali müs­ lümanları umumi hüzün içinde kaldırdı. Müslüman edebiyatının ruhu piranesi söndü. Aliimü ekdarınıza deruni iştirak ediyoruz. Bugün saat l 2'de Cuma camiinde merhumun İstirabatı ruhuna du­ alar ettik.

Zakarkasya şeyhülislamı : Pişnamazzade

Tiflis - Sevgili İsmail Beyin irtihali kalbimizde yakıcı bir elem uyandırdı. Cuma namazından sonra umum ruhaniler ve cemaatı müsliminle birlikte hatmi Kur'an ve merhum İsmail Beyin is­ tirahatı ruhuna dualar ettik. Merhum bütün ömrünü müslümarıların medeni hizmetine hasretti. Otuz iki sene mütemadiyen "Tercüman" gazetesinin baş ve mes'ul muharrirliğini kahramanane ifa etti. işbu ziyaı azimden ötürü taziyei halisanemin kabulünü rica eylerim.

Zakarkasya Müftüsü : Gayibof

Baku - Turanın emsalsiz medeni kahramanı ve Rusya müs­ lümanları üstadının matem alayı arkasında ağlayıp gidenlere ben de gözlerimin y aşile koşul uyorum. 240


Mehmet Emin Resulzade Semerkant - Kederinize iştirak ediyorum. Cenabıhaktan sabrü tahammü l niyaz ederim.

Behbudi

İstanbul - Avrupanın ayn ayn şehirlerinden gelerek İstanbul'da toplanan Yurtçu Türk gençleri milli dileğimize bin mahrumiyet arasında varlık veren babalannın vefatını öğrendiler. Bu kederle yürekleri yanık olduğu halde bütün Türk milletine ve ona mensup olmakla en büyük şerefe malik olan ailesine en derin acılarını bil­ dirirler.

İstanbulda "Türk Ocağı" nda birleşen Avrupa Türk Yurtçuları

Odesa - Kara haberi şu saat işittim. Sevgili eniştemin ve bu­ günkü Rusya müslümanlannı en büyük adamının ziyaı karşısında sizinle beraber ben de ağlıyorum.

Akçoraoğlu Yusuf

Tiflis - Kafkasyadaki "Müslüman hanımlar cemiyeti hayriyesi", kadınlar temeddün ve maarifmin ölmez müdafii ve cemaat hadimi İsmail Beyin vefatından gayet müteessir olarak merhumun ailesine ve "Tercüman" idaresine teessürlerini beyan eder.

Cemiyet reisesi : Prenses Kaçar

Moskova - Moskova darülfünunda okuyan müslüman talebeleri heyeli İsmail Beyefendinin irtihaline dair ümitsizden çıkan ha­ berden ötrü fevkalade müteessir olmuştur. Milletinin en aticenap ve fazıl oğlunun vefatına- umum Rusya müslümanlarile birlikte ağ­ lıyoruz. Merhumun yetim kalmış gazetesi idaresine ve ailesine hulusane taziyetlerimizi arzediyoruz.

Heyeti İdare 24 1


XI TERCÜMANIN ELLiNCİ YILINI TES'İT 23 Nisan 1 933'de "Tercüman"ın çıkmaya başlamasının ellinci yılı dolmuştu. Türk harsını, Türk birliğini canlandırmak emeline en ziyade çalışmış ve bu kutsi yolda bütün Türk dünyasında en tarihi işi görmüş olan "Tercüman"ı Türk milletçiteri elbette unu­ tamazlardı ... Bütün hayatını milletinin millet olabilmesine vakfederek di­ diruniş ve yalnız Türklük için yıpranmış olan büyük İsmail Beyin en tarihi eserini neşre başladığı o günü elbette Türk mefkurecileri kutlamadan geçemezlerdi . . . B u büyük bayram 2 3 Nisanda Köstencede "Regal" sinemasında, 28 Nisanda İstanbulda "Halkevi"nde, 1 2 Mayısta Varşovada Şark Darülfünununda, 17 Mayısta Budapeştede Parlemento binasındaki Turan cemiyeti merkezinde ve yine aynı günde Beriinde tes'it edil­ miş, bütün bu içtimalarda "Tercüman" ve İsmail Bey hakkında konferanslar verilerek, merhum hakkında yazılmış şiirler oku­ tularak, müs:ımereler tertip edilmiş. Türklüğün bu ölmeyecek olan 242


büyük hadimi rahmet ve minnetle anılmıştır... Köstencede yapılan içtimaa Dobrıca Türklerinden iki bin beş­ yüzü mütecaviz zat işt irak etmiştir. Orada verdiğimiz konferansla bu heyecanlı ve canlı geçen gün hakkında etratlı malCımat "Emel mecmuası"nın bugüne tahsis edilen 1 Haziran 933 tarihli nüs­ hasında münderiçtir. Dobrıca Türkleri tarihinde misli görülmemiş olan bu milli, medeni büyük toplantı Romen gazetelerinin de nazarı dikkatini eel­ bederek Köstencede çıkan " Pressa" gazetesinin 26 ve 27 Nisan nüs­ halarında bu hususta uzun makaleler neşredilmiş, İsmail Beyin resmi de dercedilmiştir. Bükreşte çıkan mühim Romen ga­ zetelerinden "Kurentul" ve "Diminiatsa" gazetelerinin de 27 Nisan tarihli nüshalarında bu tarihi gün hakkında etratlı malCımat ve­ rilmiştir. Bu içtimada U lu Gazi ve İsmet Paşa Hazretlerile, Romanya Kralı cenaplarına ve Romen Başvekili Devletlı1 V ayda'ya telgratlar çekilmesi hakkındaki teklifimiz bütün hazirunun ayakta ve çok he­ yecanlı alkışlarile kabul edildi. Gazi Hazrederine çekilen telgrafta: "Dilde, fikirde, işde birlik uğrunda otuz üç sene Türklüğe çalışmış olan İsmail Gaspirinskiyi kutlayan Dobrıca Türklerinden iki bin beşyüz kişilik cemiyetimiz, kurduğunuz yeni ve tarihi temeller üze­ rinde Türk harsının en yüksek kemaline kavuşacağına kanaatle, l.Jlu Gazimizi hürmet ve minnetle selamlarız" denilmiş İsmet Paşa Hazretleri de Türkçülüğün tarihi alemdarı olarak tebcil edilerek kendilerine saygı ve şükranlar arzedilmiştir. . . Romanya Kralı cenaplanna gönderilen telgrafta d a Romen mil­ letinin Dobrıcada yaşayan Türklerin harslarına yardımcı ol­ duğundan minnede bahsedilnıiştir. . . Gerek b u telgratlara v e gerekse b u yıldönümü münasebetile Kös­ tenceye, Ankara, Eskişehir, İst�ınbul, Varşovadan gönderilen yirmi beşi mütecaviz telgraf:ı verilen cevaplar, Dobrıca Türklerin in en kıymetli milletçilerinden ve cemaat hadimierinden olup bu içtimaa riyaset etmiş olan Köstence cemaatı islamiye reisi avukat Salim 243


Abdulhak.im Bey tarafından imzalanmıştır. İstanbul Halkevinde bu münasebetle yapılan içtimada da bir kaç yüz mütecaviz zat toplanmıştı. "Turan Neşri Maarif ve Yardım Ce­ miyeti" reisi muhterem Muharre m Feyzi Bey hariçteki Türk mat­ buatı hakkı nda, bilhassa "Tercüman" ve İsmail Beyin bütün milli, medeni işlerimizdeki tesirlerine dair uzun, müdellel ( ispatlı) malı1mat vermiş ve konferanslan Akşam gazetesinin bir kaç nüs­ hasında basılmıştır. Feyzi Bey musahabelerini: "35 sene yaşayan bu gazetenin Türk alemine balışettiği faideler söy lemekle bitmez . . . En mühim eseri " Dilde, fıkirde, işde birlik" düsturudur. . . B u düstur Türk milletile birlikte İlelebet yaşayacaktır." diye bitirmişlerdir. . B u içtimada Kınmlı Bekir B e y , İsmail B eyin tercümei halile esas fikirleri ve işleri hakkında etraflı malı1mat vermiş, doktor Ca­ feroğlu Ahmet B ey bilhassa Azerbaycana, Türkistan is­ tiklalcilerinin alemdarlarından Osman Bey de Türkistan'a olan te­ sirlerinden bahsederek İsmail Beyin mübarek ruhunu hürmet ve minnetle selarnlamışlardır. . . Bu içtimada hazır bulunarak İsmail Beyin hususi hayatını v e ba­ balığım tahlil eden kerirneleri Şefika Harnın bütün dinleyenlerin samimi saygılarile alkışlanmışlardır. . . Hazİruna İsmail Beyin ailesi narnma teşekkürle söze başlayan Şefik:ı Hanım " Muhterem hatipler babamın tercümei halini her ci­ hetten anlattılar. Fakat ben hiç birinizin dikkat etmediğiniz bir nok­ tayı işaret edeceğim. O da, babam nasıl bir baba idi? . . Ailesi içinde vaziyeti nasıldı? Evet, bu sade kadınlık noktai nazarından değil. ru­ hiyat bakımından da mühim bir bahistir. İyi baba ve iyi mürebbinin umumi işindeki muvaffakıyeti inkar edilemez. B abam gayet müş­ fik, müliiyim bir mürebbi, ciddi ve vakur bir baba idi . . . Annesine çok hürmetk5.r, refik:ısına (anneme) merbuttu. Hürmet eder ve hür­ met ettinnesini bi !irdi .. " dedi ve merhum un aile hayatındaki bazı hususiyetlerini misallerle anlattıktan sonra sözünü şu suretle bi­ tirdi: ""\ luhterem e fendiler� B abamı her ciheıten taklit ediniz ve o


cümleden iyi baba ve mükemmel aile mürebbisi olduğunu da ha­ tırlayıp bu noktadan da onu örnek olarak ittihaz ediniz. İşte benim de tavsiyem ve söyleyeceklerim." 12 Mayısta Varşovada Şark Darülfü nununda yapılan içtimada orada bulunan bütün Türk kabilelerine mensup münevverler, tüc­ carlardan maada Ukrayna ve Gürcü milletçileri, Leh profesörlerile Darülfünun talebeleri, matbuat mümessilleri bulunmuşlardır. Bu iç­ timaa şark enstitüsünün reisi Senatör Sedletski cenaplan riyaset etmiş ve benim konferansımdan sonra Resülzade Mehmet Emin Beyle, Ayaz İshak! beyler İsmail Beyin milli, medeni, siyasi ha­ yatımızdaki tarihi rolünü canlı ifadeler ve unutulmaz hatıralarla an­ lattılar... Bu içtima hakkında da Leh matbuatında maliimat verilmiştir. Budapeşte'de "Turan Cemiyeti" tarafından tertip edilen içtimada cenerallardan, alimlerden, "Macar-Fin Cemiyeti" azalarından, Şark­ la alakadar Macar münevverlerinden bir çoklan bulunduğu gibi, sabık Finlandiya B aşvekili ve Hariciye nazırı Setele Emil cenaplan ve "Macar-Japon Dostluk Cemiyeti" reisi ve B udapeşte Güzel Sa­ natlar müzesi müdürü ve matbuata mensup zevat bulunmuştur. İs­ mail Bey hakkında iki saat kadar devam eden maruzatırndan sonra "Turan Cemiyeri "nin reisi meb'us ve sabık nazır Pekar Gyula ce­ napları "Türk milletinin birliğine ve medeni seviyesini yükseltrneğe çalışnuş olan İsmail Beyi Macarların da Türkler kadar takdirle, hür­ metle selamladıklarını" kayt ve Macar-Türk kardeşliğinin ehem­ miyetinden bahsetmiştir. Bu içtimaın muvaffakıyetle tertip ve tan­ zimine candan çalışmış ve matbuat! da ehemmiyetli bir surette alakadar etmiş olan 'Turan Cemiyeti" reisierinden Moris Peter ce­ naplarını burada minnede anmayı bir borç bilirim. Bu içtimarlan Macar matbuatında ezcümle " Magyarsag" ga­ zetesinin 20 Mayıs ve " Uysag" gazetesinin 1 8 �'!ayıs tarihli nüs­ halarında maliimar verilmiştir. Berlindeki içtimada bütün Türk kabilelerine mensup münevver gençler i�tirak etmiş ler ve orada da tıu büyük g ün heyeL�mla. sa·

245


mimiyetle geçiri lmiştir. Bu toplantıda doktor Tahir Şakir Bey, İs­ mail Bey tercümei haline ve tarihi iş lerirıe dair ma!Omat vermiş. İshak oğlu, Ahmet Naim, doktor Rahmeti ve Hilil Münşi Beyler nutuklar irat etmişler ve hemen hepsi "Dilde, fikirde, işde birlik" düsturunun kutsiyetinden bahsetmişler ve İsmail Beyin mübarek ruhunu hürmet ve m innetle selamlamışlardır. . . Bütün b u içtimalar hakkında " Yana Milli Yol" mecmuasının Ha­ ziran l 933 tarihli 6'ıncı sayısında mufassal m alı1mat verilmektedir. "Tercümarı" ın ellinci yılı bu suretle hariçte bir çok merkezlerde tebcil edilirken (kutlanırken), İsmail B eyin bütün hayatını te­ rakkilerine, yükselmelerine vakfettiği Rusyadaki Türklerin hiç bir merkezinde bu büyük gün yadedilememiştir. . . Çünkü onlarda Tür­ kün, devrine göre, tarihi bir inkılapçısı da olan İsmail Beyin adını anmak bile bir cinayet telilli edilmektedir . . . B ütün Rus edip­ lerinin, müelliflerinin, şairlerinirı eserleri ve yeni yeni hatıralan, mektupları bulunarak basıldığı halde, bütün şimal Türklüğünü me­ deniyete götürecek esaslan kurmuş ve bu uğurda Çarlığa, mis­ yoneriere ve kendi kara kuvvetimize karşı otuz beş sene göğüs ger­ miş olan İsmail Beyin adı, ancak "Tatar fukarasını sattı ! " iftirasile anılabiliyor! . . B u elim vaziyette rağmen hariçte v e mahdut dairede de olsa Ter­ cümanın ellinci yılını tes'it hususunda bütün Türk aleminin mil­ letçilerinirı ayni heyecan. ayni imanla gösterdikleri alaka bize Ter­ cümanın ve onun tarihi müessisirıin hayatımııda bıraktıklan müsbet izleriri ölmeyeceğine sağlam kanaat verdi. Ve ümitlerimizi kuvvetlendirdi. . . *

Tercümanın ellinci yılı münasebetile matbuatımııda çıkan ma­ kalelerin bazılarını kısmen aşağıya dercediyoruz:

Azerbaycan Türkçü ve istiklalcilerinin lideri Resulzade Mehmet Emin Beyefendinin 15 Nisan 1933 tarihli ,.e 32 nu­ maralı " İstiklal" gazetesinde münteşir " O RT AKLI BİR YIL


DÖNÜMÜ11 başhkh makalelerinden: " Kısa ömürlü "Ekinci"nin "Türk topraklarına" saçtığı bu fikir, vergili "Tercüman"cının yılmak bilmeyen emeğile bereketli bir ekin haline geldi; ve milli uyanış akıntısının gittikçe derinleşen ve derinleştikçe kuvvetlenen bir ideolojisi olarak yeşerdi. "Yaşayış kavgasında yenilmemek için birlik lazı m ! "' Bu kanaatı, "Tercüman" eyesi (sahibi) kadar metodik surette yayan birisi yoktu. O, bu hususta sade fikir yaymakla kalmadı, Türkçe oku­ mayı, yazmayı kolaylaştırmak için "usulücedit" hareketine mu­ vaffakiyetli bir yürüyüş verdi. "'Usulücedit" tabiri, başka okutma usulüne ait bir metot ma­ nasında kullanılmış iken, sonra bu, yeni fıkirler yayan liberal akın­ rının düşünüş ve dünyayı görüş tarzına umumen alem oldu. O devirdeki "Ceditçi" lerin lideri İsmail Bey, organları da "Ter­ cüman"dı. "Tercümarı"ın tedriçle yaydığı yenilikler içerisinde ilk sırada durarı şey, sadeleştiriimiş ortak Türkçe idi. B ir Türkçe, ki Türk illerinin bütün okumuşları tarafından anlaşılırdı. Bütün gücünü sadeleştiriimiş Türkçenin bütün Türklerce öğ­ renilmesine veren "Tercüman" , yaydığı duyguyu hayatının son­ larına doğru 11 dilde birlik, fikir de birlik, işde birlik 11 şiarı ile an­ laııyordu. Bu şiarda dünya yüzüne yayılmış bütün Türklerin ayni edebi bir dil ile konuşan, ayni siyasi gaye taşıyan, ayni teşekküller tarafından hedefe doğru götürülen, ayni metod ve taktiklerle çalışan bir camia halinde tasavvur olunduğu manası saklıdır. Yaşadığı devrin iktizası ve o zamanki siyasi ve sansör şeraiti do­ layısile 'Tercüman " , bu üç üz şiarının ifade ettiği ideoloji sis­ teminin siyasi cephesini pek izah edememişse de, onun milli kültür sahasında. bütün Türklerin çok değerli ortak kıymetiere malik ol­ dukbrı üzerinde ısrar ettiği son derece aydın ve keskindir. Koca Rus imparatorluğunun ruslaştınna siyasetine karşı mu­ vatTakiyetle çıkabilmek için muhtelif şivelerde konuşarı Türk el­ lerini ortak Türkçe ile konu�ur bir miller halinde gönnek kadar 247


tabii bir arzu olamazdı. B ilhassa, ki garp fikirlerile yüklü olarak yurduna dönen İsmail Bey, pancermanizm, panitaliyanizm ve pa­ nislavizm gibi milli ideoloj ilere vakıf bulunuyor ve onlardan mül­ hem olarak pantürkizmin, şimdilik, kültürel esaslarını kuruyordu. " Dilde, fikirde, işde birlik" şiarı, her ne kadar bütün Türkleri büyük bir Türk devleti halinde birleştirmek niyeti besleyen bütün türkçülüğün tasavvur ettiği şekilde hakikatleşmekten -bugünkü varlığına göre- çok uzaksa da, bu şiarı kendine bayrak eden "Ter­ cüman" , tarihi rolünü, hiç şüphesiz, muvaffakiyetle oynamıştır. B ütün Türkler arasında dilde birlik bugün, sözün tam manasile, olmuş bir iş değilse de, "dilde birlik" yolundaki hamle, hele, dili Türkçe aslına doğru döndürmek hususundaki çalışma, hiç te za­ iflamamış, bililis daha ziyade kuvvetlenmiş, daha ziyade faaliyet kazanmıştır. Türkiye cumhuriyetinin bu yoldaki sonki teşebbüsleri bilhassa mühimdir. Komünizm ideolojisi tesirile S ovyetler İttihadı"ndaki Türk el­ lerinde gayrı milli cereyanların yayılmasına rağmen, milli istikla.I idesinin daha ziyade bir kuvvetle Türk milletleri arasında kök­ leştiğine şüphe yoktur. B ütün Türklerin bir devlet halinde bir­ leştirecekleri davası, gayet salahiyettar ağızlarla şüphe altına alın­ mışsa da, Türk ellerinin birer müstakil devlet olarak kurtulacakları rusuhlu (sağlam) bir akide haline gelmiştir. B u , bir nevi fikirde bir­ liktir. Pantürkizmin, pancermanizm değilse de, panislavizm yolu ile Türklere hürriyet ve halas (kurtuluş) getirecek bir ide hiz­ metinde bulunduğu kat'iyen inkar edilemez! "Tercüman" formütündeki üçüzlerden en talihsizi, bugünkü vak'alara göre. işde birliktir. Türkiye Cumhuriyetile esir Türk elleri arasındaki " iş birliği" devrini daha beklemek lazım gelirse de, esir Türk elleri arasındaki "iş birliği " için beklerneye kat'iyen ihtiyaç yoktur. Kardeş elin büyük geçmişe malik güzel yurdundan çıkan B üyük Adamın ehemmiyeıi, Kırım yarım adasını vaktile aşarak "Ter­ cüman" gazetesinin sahife kri şeklinde, bütün Türk dünyasına ya248


yıldığı gibi, kutladığımız bu yıl dönümü dahi, sade Kırım'ın değil, bütün Türklerindir. Hepimize mahsus ortaklı bir gündür. "Dile, fikre ve işe" bağlı bir Türk sıfatile büyük muallimin ya­ rattığı muvaffak eserin yıl dönümünü kutlarken, istikl3.lleri için ça­ lışan Türk elleri arasında en çok ızdırap çeken ve en müşkül mev­ kide bulunan Kınmlı kardeşlerimize demek isteriz ki: Kardeşler, sarsılmadan yürüyünüz, eski tarihinde şanlı hadiseler ve yeni ta­ rihinde de "Tercüman" gibi değerlere malik bulunan bir vatanın ev­ ladı hiçbir zaman hak ettiği istiklal ve hürriyet nimetinden mahrum edilemez! Fakat "Tercüman" , sizin olduğu kadar, biliyorsunuz ki, bizimdir de. B ü tün Türklerindir. Bilhassa esir Türk ellerinindir. Vatanlan düşman elinde çiğnenen bizler, ne yazık ki bu büyük esere layık ol­ duğu hürmeti temin edemiyoruz. Fakat ne beis var: biz saflanmızı sıklaştıralırn. M ücadelelerimizi tanzim edelim. Mücahedemizi kuv­ vetlendirelim. İşte, "Tercüman"a ve büyük İsmail B eye layık en de­ ğerli saygı, en münasip hatıra ! "

Azerbaycan Yurt Bilgisi" mecmuasının 1933 tarihli 16'ıncı sayısında sabık Azerbaycan Cumhuriyeti ricalinden Halil Has­ mehmetli Beyefendinin " İSMAİL BEYE AİT BİR HATIRA" başlıklı makalelerinden: "Rus-Japon muharebesini müteakip Rusyada başgösteren inkılap neticesinde, Meşrutiyet ilan ve "Duma" açıldıktan sonra, İsmail Bey Gaspirinski, memleketin siyasi hayatında, daha mühim rol oy­ namaya başladı. B ir çok Türk (Umum İslam) teşkilat ve ku­ rultayları teşkiline başladı. bütün Türklerin ittihadı için mil­ liyetperver bir fırka yaratmaya teşebbüs etti ve zamanın icabına göre, ona "Umum İs lam"' fırkası adını verdi. Merhum İ smail Bey, 249


Rus "Duma" s ına 40'a yakın Türk murahhası tem in eden bu siyasi fırkanın merkez heyeti idaresine aza oldu . B ilahare " Duma"ya in­ tihap edilen İslam-Türkler de ayrıca bir parlman fraksiyon u vücude getirdiler. Kafkasya Türkleri murahhası olduğumdan ben de bu fraksiyona dah il idim ve mühim siyasi meslekler münasebetile B ahçesaraydan Petersburga gelen ve fraksiyonun faaliyetine ciddiyeıle iştirak eden merhum İsmail Beyle defaada

görüştüm. O, Rusya İslam Türk­

lerinin ihtiyacatma y akından viikıf idi ve siyasi vaziyetler kar­ şısında bu vukufu dolayısile halledilmesi lazımgelen mühim me­ seleleri oldukça hakiki ve müspet bir şekilde izah ederdi. Onun bu sahadaki

müdahaleleri

unutulmaz

b ir

tesir

uyarıdırıyordu .

B ilamübalağa diyebilirim k i , İsmail Beyin bütün bu faaliyeti genç parlamenterler için yaliuz bir teşvik mahiyetinde olmakla kal­ mamış , aynı zamanda siyasi bir mücadele mektebi olmuştur. B un­ dan dolayı, merhum İsmail Beyin hem Rusya Türklerinin medeni inkişafına büyük hizmeti dokunmuş hem de Türk ellerinin istiklal harekatıneta mühim rolü olmuştur. Onun, bazı fikir ve düşünceleri hala bugün bile kendi ehem­ miyetini kaybetmemiş ve günün halledeceği meseleler arasındadır. Ben, şahsan İsmail Beyi tanırdım ve Rus Parlamentosunda bu­ lunduğum zaman onunla epey zamarı teşriki mesaide bulundum. Onu pek yakından tanıdım ve öğrendim. B undan dolayıdır ki, bu büyük ve aziınkar Türk milli kahramanının üzerimde bıraktığı ha­ tıra benim için pek kıymetlidir" �--------------

Dr. Caferoğlu Ahmet Beyin " Azerbaycan Yurt Bilgisi" mec­ muasının mezkur nüshasında münderiç makalelerinden : " İsmail B e y i azametli mefkGresile , meydana koyduğu eserlerile, bütün Türk ellerine tohum larile ölçmek lazımge lirse. şüphesiz. ona

Türk elleri arasında pek büyük bir yer vermek laz ı mdır. Zaten bu

250


İsmail Beyin mütevazi ve küçük bir hakkıdır. B ugün "Ter­ cüman"ın intişarının elli seneliği münasebetile maddi mezarı ec­ nebi istilası altında materne büründüğünden, kalbimizde yerleşen manevi mezarı önünde diz çöker ve o büyük Türkün ruhunu hür­ metle selamlarız. l 905'ten sonra doğan muhtelif Türk lehçeleri matbuatın lisanı, bereket versin ki , daha işlenmiş, edebi bir şekil almamıştı. İşte bu nokta İsmail Beyde beslediği emelinin galebesi ümidini devam et­ tiriyordu. Bahusus, bir çok şimal Türkleri müellif ve muharrirleri, İsmail Beyin bu fikrine tamamile taraftar idiler. Türk matbuatında bu yolda yeniden münak.aşalar başladı, İsmail Bey tezini etraflıca izah etti, hatta 1 906 senesi üçüncü Rusya müslümanlan ku­ rultayında, bilı1mum Türk mekteplerinin son sınıfında Türkçe oku­ tulmasını müdafaa etti ve fikrini yürüttü. İşte, İsmail Beyin Türk dili birliği etrafında başladığı mücadelenin en büyük neticesi bu idi. İlk nazarda, büyük fikirden doğan bu küçük netice, ufak bir şey zarınedilebilir. Halbuki bu, Rusya Türkleri için en büyük galebe ve zafer idi. Rus mekteplerinde, misyonerler ellerinde ana dilinden uzaklaştınlan ve ister istemez bir Rus kadar Ruslaştırılan Türk ço­ cuklarını bu afetten halas etmek lazımdı. Bunu, bizce, yapan, İs­ mail Bey oldu ve Türk gençliğinin hiç olmazsa iptidai bir şekilde kendi Türkçesile yazıp-okuması, hep onun "dilde birlik" etrafında yürüttüğü aziınkar faaliyetten doğdu. İsmail Bey sırf bu yüzden Rus misyonerlerinin en büyük düşmanı ve onların nezdinde "Rus­ yanın en kahhar haini'' olmuştur. İsınail Beyin kongredeki bu teşebbüsü, müstakbel müttehit bir Türk lisan birliği için atı lan resmi bir hatve (adım) idi. O, mek­ teplerde Türkçe okutulmasının mecburi olmasını kabul ettirirken, muhakkak akutulacak lisanda tasavvur ettiği sade Osmanlı Türk­ çesi olacaktı . Rus hükumeti nezdindeki vaki olan teşebbüsler, bu saklı fikri, muhtevi idi. Hatta Kırım Türkleri. İsmail Beyin tesirile, Petersburga resmi heyetler göndererek. Türk mekteplerinde Türkçe okutu lmasına hüku metçe m üsaade ed ilmçsini talep ediyorlardı. 25 1


Resmi müracaatta her ne kadar mevzuu bahsolan dil Tatarca ismini taşıyordu ise de, hakikatte kasdediten gene Osmanlı lehçesi idi. Zaten Kırım mekteplerinde tedris edilen Türkçe başka bir şey de­ ğildi ki ! İşte bütün bu Türk dili etrafındaki teşebbüsler ve mü­ nakaşalar hep İsmail Beyin doğurduğu bir cereyan idi. Zaman zaman tekrarlaşan bu mevzu, son zamanlarda, Rus bol­ şeviklerinden ders alan bolşevik Türkler tarafından da, şiddetli hü­ cumlara maruz kaldı. Mahut bolşevik Alimcan İbrahimof, daha ileri vararak, İsmail Beyi " Kütleyi edebiyatsız ve dilsiz bı­ rakılmakla" ittiham etti. Acaba öyle mi? Galiba, bu dilsizlikten ve edebiyatsıziiktarı bahseden bu bolşevik kafirleri, kendileri bile milli dilin ve edebiyatın ne olduğunu henüz anlamamışlardır. Eğer anlamış olsa idiler, milyonlarca Türkü bugün alakadar eden ve onun milli gıdasını teşkil eden dil inkılabı ve hareketine iştirak edenlere bu kadar haksız ve hürmetsiz ittihamlar yağdıramazlardı. Zaten bu ittihamlann, Alimcan İbrahimofların kendi fikirlerinden mi, yoksa herhangi bir Rusya " Kommuna"sının emrinden mi çıkan bir sada olduğu bizce meçhuldür. İsmail Bey 1 9 1 4 senesinde öldü . S on nefesine kadar diktiği çi­ çekleri besledi. Fakat, ne Rus misyonerleri ve ne de Türk-Rus bol­ şevikleri onu bu "Türk dili birliği"nden dolayı affetmediler, onu Türk ülkelerine yakıştıramadılar. İsmail Beyin büyük Rus it­ tihadına karşı koyduğu bu büyük Türk birliği, onlarca ne kadar muzır ise, bizce o kadar aziz ve o kadar hürmetlidir. Merhum İs­ mail Beyin ruhunu bu mukaddes fikri dolayısile bir daha takdis etmek bir vazifemizdir." �--------------

Ayni mecmuanm ayni nüshasmda münderiç Kırımlı Ab­ dullah oğlu Hasan Beyin " İSMAİL BEY GASPİRİ�SKİ" ma­ kalesinden:


"İsmail Beyin Kafkasya Türkleri ile çok sıkı bir alakası vardı. O vaktin Azeri edebiyatını diğer Türk ülkeleri edebiyalından yüksek tutardı. Bundarı dolayı da "Tercüman" gazetesi sahifelerinde Azeriler hakkında uzun boylu yazılar yazardı. Merhum üstadın başı şiirle çok hoş değildi. Çünkü gül ve bülbül, ab ve leb gazelleri onun kalbini okşayacak edebiyattan değillerdi. Fakat üstadın Azeri şairlerine karşı bir meftuniyeti vardı, diyor ki: "Zakafkasya ve Azerbaycan Türklerinde şiire ziyade heves olup pek çok "milli şairler" yetiştirdiler. Tesiri mekan mı, yoksa tesiri İran mı, her nasıl ise Azerbaycan Türklerinin milli şiir ve şairleri Türk cinsine mensup halkların cümlesinden ziyade olup, Os­ manlıların dahi ilerisine çıkmışlardır. Osmanlılarda "sun'i şiirler" olmuştur. Lakin� Azerbaycanın Zakir'i, V akıfı Seyit Azim'i gibi tabii milli şairleri bize malum değildir. Hesapsız arabi, farisi ka­ nştınlmış "sun'i !isan ile yazılmış divanlar"ın milli şiir hesap olun­ mayacakları malumdur. Şu Azerbaycan hususunda büyük bir cilt kitap yazılsa mahal ve münasebatı var ise de, bu bapta "Ter­ cüman" ımızda bir iki misal getirmek ile iktifa edeceğiz; ümitvanz ki, !isan ve milli şiir heveslileri dikkate alıp, mevcut olan şiirleri cem ve defter etmeye gayret ederler. " Bu mukaddemeden sorıra merhum, Azeri şairi Seyit Azim Ş ir­ vani'nin "Seyid Azimin, oğlu Cafere nasihatlerinden" serlevhalı şi­ irini tabettikten sorıra, y ine aynı şairin "Hikayeti kadı ve hacı" ser­ levhalı hicviyesini dahi tabederek diyor ki: "Merhum Seyid Azimin şiir ve gazelleri ne mertebe nazik ve le­ tafetli ise, hicvi ve gülgüleri dahi o nisbette agu (acı) ve zehirlidir. Riyakirlığı ve rüşvetçiliği, saranlığı, münafıklığı. kılıç ile doğrar ve keser gibi, ebyat ve temsil5.t ile yakıp yandırmıştır. Doğru söy­ lediği için her vakit düşmanı dostundan ziyade olup, hakkı olan mertebe rağbet görmeyip vefat etmiştir. " Hele Seyid Azim Ş irvani'nin şiirleri bir araya toplayarak B aku zenginlerinden Zeynelabidin Tagiyef tarafından neşredilmesi mer­ humu çok sevindirmiş ve Orenburg K:ızan tüccarlarının dahi bu 253


gibi işlere nazarı dikkatini celbetmiştir. Zakafk.asyanın her tarafından tedarik etmiş olduğu hususi mu­ habirlerinden daima mektuplar alarak oraların mektep ve ilim iş­ lerile yakından alakadar oluyordu. Hele Nahçivan, Şek.i ka­ sahalarında ilk olarak "Tercüman" usulü mekteplerin açılması onu ne kadar sevindinn i şti. Büyük üstadın hayatı ve gördüğü işler derya gibidir. Bir gazete sahifesinde yazılacak makale ile iktifa etmek, gökten deryaya bir damla yağmur düşmesi kabilinden ise de, bununla makalemize ni­ hayet vermek mecburiyetindeyiz. "

" Yeni Milli Yol" mecmuasının Nisan, 1933 tarihli 4'üncü nu­ marası da " Tercüman" ın ellinci yıla münasebetile İsmail Bey merhuma ithaf edilmişti. Ayaz İshaki Beyin bu nüshada ba­ sılan " TERCÜMANIN ELLi YILLIGI" makalesinden: "Tercüman" gazetesi, yükselttiği Türk birliği bayrağı ile, sabık Rusya Türklerinin uyanmalannda oynadığı rol ile, Rusya Türk matbuatının büyük babası olmuştu . . . B u sonuncu elli yıl içinde iş­ lenmiş bütün medeni işlerimiz, Türk aleminin hangi tarafında olur­ sa olsun, Tercümanın rehberliğile başlanmış, Tercümanın manevi

yardımile büyümüş ,.e pişmiştir ... Buna binaen Tercümamn elli yıllık bayrama bizim Türk illerinin hepsi için ortak bir bayramdır.

İsmail Bey bizim hepimiz için babadır . . . Türk tarihinde pek az olan bu bayramda, bütün Türk ilieri için müşterek medeniyet bay­ ramında, biz Türk dünyasının manen birleşebileceğini ve bugüne münasip bir medeni bayran1 yapabileceğini ümit eımişıik . . . Bugün b u e l l i yıllık medeni bayramımızda "Tercüman" mu­ harriri İsmail Beyi hatırlaırnaktan ve bu aziz bayraklarımızı unut­ turmamaktan fazla bir iş yapmaya kuvvetimiz yerişmedi . . . B iz İdil - Ural Türk muhac irleri k!!ndimize dü�en bu büyük borcun küçük 254


bir kısmını ödeyebilmek için, merhumun vefatı münasebetiyle ya­ zılmış makaleler, nutuklar ve hatıratardan bulabildiğimizi mec­ muamızda basıyoruz. Bu kadarla olsun İsmail Beyin büyük hiz­ metini geniş ve esaslı bir surette kutlulayamadığımızın ayıbını örtıneye bir vesile buluyoruz . . . Büyük üstadın aziz ruhu bizim günahımızı affetsin ! .. "

Yeni Milli yol mecmuasının ayni nüshasında münderiç Arif Kerimi Beyin " HA TIRA T DEFTERiNDEN, SARARMlŞ YAPRAKLAR" makalesiniden: " 1 9 1 3 senesi 9 Martta Nevruz bayramı idi. Azerbaycanlı kar­ deşlerimiz bir çay meclisi yaptılar ve İsmail Beyin Moskovada bu­ lunmasından istifade ederek kendisini de davet ettiler. Üçü, dördü kız olmak üzere otuz beş kadar Darülfünun talebesi arasında, saçları gümüş gibi ağarmış İsmail Beyin bulunması mec­ lisi bilhassa ziynetlendiriyordu. İsmail Bey, gönülleri yumuşadan, yürekleri kuvvetlendiren çok sözler söyledi ve Azerbaycanlı, Ka­

zanlı, Türkistanlı, Kırımlı, Kırgız-Kazak çocuklarının hepsinin de bir kandan, bir dilden olduklarını ve hepsinin birbirlerinin kardeşleri bulunduklarını ve coğrafi ayrılıklara rağmen ileride de birbirimize el verip bir yolda bir gayeye doğru çalışmamız hususunda bize tavsiyelerde bulundu. 10 Martta bütün talebeler İsmail Beyle birlikte resim çı­ karmak için toplandık. Bu toplantıda İsmail Bey: "Sizin he­ piniz bir babanın, bir ananın evlatlarısınız, gelecekte de bir yol­ dan yürümeniz lazımdır. Eğer buna söz verirseniz ben de aranızda resim çıkartma�· a razıyım, aksi takdirde ben bu­ lunmam." dedi ... Söz verdik ve resim çıkarıldı. Çok günler geçti, birbirinden dehşetli vak.'alar ... İnsanın hayatı yanın kilo ekmekten bile ucuz . . . Kan deryası . . . İşte. bu vakitler de. Tatar. B aşkırt, Kazak- Kırgız. Özbek, Türk-Tat:ır... Böyle ıııese k kr


çıktıkta, o 1 O Martta, Moskovadaki fotoğrafhanede İsmail Beyin söylediği sözleri hatırlıyorum, yüreğim kanla doluyor... Ne yap­ malı, hangi yoldan gitmeli? . . . diye kendi kendime sorduğum zaman o resim aklıma geliyor ve Türk birliğinde hareket etmeyi em­ rediyor. . . "

" Yaş Türkistan" mecmuasının Nisan 1933 tarihli 41 'inci nu­ marasında " GASPIRALI İSMAİL BEY" başlıklı makaleden: "Türkistandaki "Cedit mektepleri" İsmail Beyin vefatı münasebetile iki gün matem etmişlerdi. Muallimler, yaş fıkirli ulema ve bu mekteplerin yukan sınıf talebeleri ise çok zaman göğüslerinde matem işaretleri takarak gezdiler. Türkistanlı Ziya Sait Bey, matbuat hakkında yazdığı "Özbek va­ kitli matbuatı tarihine vesaik" (Taşkent 1 927) eserinde "Türkistan ceditçilerinin Tercümanı çok sevip olruduklannı ve bunun mu­ harriri İsmail Beye sonsuz muhabbet beslediklerini hatta ken­ disinin vefatında ceditçilerden bir çoğunun 30 güne kadar gö­ ğüslerinde matem alarneti taşıdıklarını" kaydetmektedir. Rus boyunduruğu altında yaşayan bütün Türkler, o cümleden biz Türkistan Türkleri , milli uyanışımızda büyük arnil olan usulücedit hareketini, Tercüman müessisi Gaspıralı İsmail Beye medyunuz. Halka necat (kurtuluş) yolunu göstenniş ulu muallim ve büyük muharrir İsmail Bey her daim milletin azizleri sırasında ya­ ded i lecektir. " ·

" Kafkas Dağlıları" mecmuasıinn Nisan 1993 tarihli ,.e 38 numaralı nüshasında Tercümamn SO'inci yıllığa münasebetile yazılan makaleden: 256


"Türk milletinin yeniden kendisini bulmasında en büyük işi yapan İsmail Bey olmuştur. Kendisinin "dilde, kkirde, işte birlik" düsturu henüz tamamile tahakkuk ettirilmemişse de, bu hususta onun tarihi hizmetleri dokunmuştur. Türk kabileleri arasındaki ya­ kınlığın kuvvetlenmesine en çok çalışan şüphesiz İsmail Bey'dir. Bahçesarayda neşredilen Tercüman, Kınm ve Rusya Türkleri hu­ dutlannı aşarak bütün Türk ve İslam memleketlerine gider ve her tarafta milli, medeni işe tesir ederdi. Tercümanın 50'inci yılını kutlayan Kınmlı kardeşlerini, Kafkas dağlılar candan tebrik eder ve kendilerine en hayırlı temerınilerde bulunur."

İsmail Bey merhuma ittihaf edilen " Türk Yurdu" mec­ muasının 27 Teşrinisani 1330 tarihli nüshasında münderiç, milli şair Mehmet Emin Beyefendinin şiirleri: İSMAİL GASPİRİNSKİYE Ey ulu Türk! Sen Kımnın kanlan ile yoğrulrnuş, Vahşilere esir olmuş, zalim tahtlar kurulmuş, Şerefleri unutulmuş bir toprağı üstünde... Onun seni kan ağiatan kara bahtı önünde Felaketli milletine: "Uyan ! " diye haykırdın; Bu ilahi feryadıola onu nO.ra çağırdın. İstedin ki, medeniyet güneşi Zekatara çeliğini akıtsın; Milliyetin diriitici ateşi Vicdanlan alevile ısıtsın. Ta ki Fatih Cengizterin eviadı İslavlığın pençesinden kurtulsun: Onun mazlum, sefil olan hayatı 257


Hür ve mes'ut bir talile can bulsun. Sen bu aziz büyük işe tek başına kalkıştın; Buna asil Zühren ile gece, gündüz çalıştın. Yıllar geçti... Türk azınine ne Sibirin dehşeti, Ne de örnrün azgın yüzü bir zayıflık vermedi; Sen arzunu kervan göçmez bozkırlara götürdün. Bu uğurda katlandığın zahmetleri Türklüğün Ümit dolu ufuklan nurlarile okşadı; ResOllerin rüy3.lan sende dahi yaşadı.

Sen kabrinde rahat uyu! Yakında Bu sonuncu felaket de bitecek; Yarın senin hür bakışlı ırkın da Altın devri terennümler edecek. Zira senin bıraktığın izierde Kadın, erkek bir genç neslin yürüyor. İman ile aşk sunduğun her yerde İnlcılabın fıkri hüküm sürüyor. B izden senin pak ruhuna fatihalar, rahmetler, Unutulmaz ha�ana, kalp dohısn hjjnnetler!..

Ayni nüshada münteşir Celal Sahir Beyin şiirleri:

İ SMA İL GASPİ Rİ NSKİ Nİ N RUHUNA Kılıç göz açar, fakat zihinleri açamaz;

Kalelere giren gülle gönüllere gireı:İıez; Yalnız silah kuvvetile, en azminde yorulmaz Milletler de, büyük, milli dileğine eremez . . . N e galipler, ellerinden düşman kanı sızarak Girdikleri ülkelerde benliğini hisseden Mağluplara yenildiler! Yıllar geçti, o parlak, Milli irfan güneşinin sıcak nu ru sönmeden.

258


Büyük adam ! Asırların gafletile pasianan Silahların eğilerek çek.ildiği yurduınuz Karanlık.u , sen orada bu güneşi yarattın; Şaşkınlaşan bir kütleye varlığını arattın Ve buldurdun. şimdi artık o kuvvete yaslanan Millet ölmez ! . .. Fakat niçin bugün senden mahrumuz?

13 Teşrinisani 1 330

Kazan şairlerinden Sünçeley'in İsmail Beyin vefatı mü­ nasebetile yazdığı şiirden: (1)

CırlaWı.anız Çu, hazır bir ruh, bülent ·

(3)

... Oynamanız... <ıı

Şavlamanız

<sı

Arşı3.lige aşa

. . . Çu

... Sabır,

ruh

Gaspirinsk.i ruhu . . .

... Çu, sabret izgi

<61

kabir

Bu saat izgi saat bu . . .

Kaygı<Basret saatı . . . <Bı Bizni kim zulmette tapu? B izge kim körsetti B izni kim hak yolga koydu?

<91

B izni kim ösdürdü

yol? ? Ol..

( l) coşmayınız, (2) şarkı söylemek, (3) yaklaşıruz, (4) yüksek, (5) kader, (6) mübarek, (7), buldu, (8) gösterdi, (9) büyüttü, yetiştirdi .

259


Akmesçit'te " İsmail Bey Gaspirin�ki Darülmuallimatı" mn küşat resmi anlarmda Niyazi Bey (merhum) tarafından ya­ zılmış olan şiir: (Sağış 1 93 1

-

Pazarcık, S .27)

Bugün bizge bir taflhtir, artsın bunclay adımlar! Sav bolunuz, cıyın yapkaıfefendiler, hanımlar! . . . B u mekteptir, curtumuznun bir tek an a ocağı! Kız balaga doğru, açık, en şefkatli kucağı ! Bu mekteptir, öğred&ek bizge ilmi, edebi; Tatarlıknı kölerecek "is"'nail B e<y> mektebi ! " İsmail bey kim? .. Aytsın bann ı onu bilmegen? O, tögül mü(�iznin için göf'ıçaşların şilmezgen? Hep cılagan , hep acıngan , alay örnrün sarfetken! Tatarlıknı yükselt�tek gayretlermen tüketken! . .. O tögül mü kartru , çaşnı , gece gündüz okutkan! Koşup ketken, Tatarlıknın kollarından pek tutkan. O degendir: Korkma! B iflgün kelir barlı bolursun, Doğrul biraz, aldına cür 1 1 � Tatar karlı bolursun! Herkes bilir, onlin üyken maksatların, emelin, Belki onun sayi kurdu bu mektebin temelin! ... Bir güneştif�3hurun saçg.Ht: "Yeşil Curt"nun üstünde! . . Ösecekrniz o zıyaman biz yarın da bugün de ! Mektebirniz yaşadıkça, büyük namı yükselsin, Bizge nurlu fikirlerden dirilikler tez gelsin. B ugün bizge bir tarihtir, artsın bunday adımlar! Sav bolunuz! Cıyın yapkan Efendiler, Hanımlar!

( I ) toplantı, (2) yurdumuzun, (3) yükseltecek, (4) söylesin, (5) var nı.ı?, (6) ağlayan, (7) acıyan, (8) yaşlısını, (9) gencini, ( 1 0) ileri yürü, ( l 1 ) büyük, ( 1 2) çalışması, ( 1 3) büyüyeceğiz, yetişeceğiz, ( 1 4) ışıkla 260


Azerbaycanda Nuha'da, " Tercüman" m " 25. yallığı mü­ nasebetiyle" Tahirzade Hüseyin Bey tarafından yazalan şiirin bazı kısımları: (İrşat 1 5 Mayıs 1 908, No.68) Şadüman oldu bugün millet bega.nu Tercüman Kim hayatı taze verdi , dehre camı Tercüman. Bir feyizle, bir şeretle yinni beş yıl tamam Etti merdane bugün olsun selam Tercüman. Gün - begün artmakta!:lır Cemiyeti hayriyeler. Milli tesisata dersayü ihtimamü Tc!rcüman. ilmü fennü manfetle her taraf ruşen olup Sayei evrakı millisinde narrli 'Tercüman. <4> Hep terakki , hep temeddün , Hep teavün meclisi Etsün ifayı teşekkürler benarnı Tercüman. Eyleriz bu iydi milli ilc!6her an iftihar. Olmasın Yarap, zevati ihtişamı Tercüman. ( l ) çalışmada, (2) aydınlık. (3) medenileşme, (4) yardımlaşma, (5) namlı, (6) sonu

" İkbal" gazetesinde münteşir Mehmet Hadi Aptüsselamzade Beyin " BÜYÜK İSMAİL BEYE" şiirlerinden: İşte, Hayatı bakiye derler bu ölmeye. Cismi mezara. ruhu kulı1be gömülmeye. Verdin hayat bizlere. öldün özün senin, Millet göz açtı, gerçi yumuldu gözün senin.

26 1


XII SON SÖZ Bahtiyar İsmail Bey; Milletimizin saygı ve takdicle anılacak evlatlarından birisi daha olan Alunet Mitat Efendi merhum, 1 9 Temmuz 1 909'da "Rusyalı İslam Talebe Cemiyeti tarafından Şehzadebaşında Fevziye kı­ raathanesi salonunda tertip edilen konferansta, İ smail Beyi ha­ zıruna takdim ederken: " İsmail Bey Gaspirinski ... İçinizden pek çoğunuz bu büyük ismi işitmişsinizdir." cümlesile söz başlamıştı. Tedrisatı umumiye hakkında vereceği konferansa başlamadan evvel, İ smail Bey merhum, "Ben, büyük değilim, fakat bah­ tiyanrn . . . Benim bahtiyarlığım pek sevdiğim millete ve müslüman kardeşlerime hizmet etmekliğimdir. . . Milletimin doğru sözü kabul ve İcradaki istidadı fevk:ıHidesi beni pek bahtiyar ediyor. .. " de­ mişti. İsmail Bey bahtiyardı. . . Çünkü, milli benliklerini unutan mil­ letierin çökmeye, başkalarının kulluğuna düşmeye ve eriyip git­ meye mahkum olduklarını o, herkesten iyi anlayarak, bütün ha-

262


yatıru Türklüğün kendisini bulmasını temin edecek esaslan ha­ zırlamaya vakfetti... Türklüğün her gün milli, medeni yükselmesine şahit oldu ... Türk birliğine inanan ve çalışanların arttığını gördü ... Şimal Türklerinde "Cedit"çiler yalnız mektep, medrese, kadınlık meselelerinde değil, bütün milli işlerde ve hayata bakışta "Kadim"cileri yenmişlerdi... Asırlardan beri kanaatle, tevekkülle, mukaddedatına boyun eğe­ rek içtimai kudretini kullanamamış olan şimal Türklüğünde can­ lanan milli cereyanın kuvveti, artık yalruz dahilindeki kara kuvvete boyun büktünnekle kalmıyor; medeni, iktisadi işlerin her sahasında büyük neticeler ve muvaffakiyeder elde ediyordu. Mekteplerin, matbuatın artmasındaki; edebiyatın, tiyatronun kuvvetlenınesinde ki; kadın, erkek Darülfünun talebelerinin sayısının yüzleri geç­ mesindeki sür'at ümiderin çok üstünde idi. Artık, etrafiarını gö­ remeyen Türkler yerine, istikbale ümitle, cesaretle, azimle bakan bir millet canlanmıştı. .. Artık, onlardan yalnız misyoner ki­ taplarında ve müfrit rusçu gazetelerde değil, Duma kürsülerinde bile bahsediliyor ve onların vekilleri, " Bizden Rusya müs­

lümanları veya muhtelif kabile namlarile değil, " Türk" diye bahsediniz diye seslerini yükseltiyorlardı. Bu gidiş ve yükseliş Türk tarihinin hızını andırıyordu ... Bu mücadelenin en tarihi ve en büyük arnili olan İsmail Beyin, o büyük zaferin neş'e ve ümidile bahtiyar olması elbette, en büyük hakkı idi ... Milletler hayatında her şeyden ziyade imana kıyınet veren o büyük iman adamı, Türkiyede istibdadın devriidiğini gördü ... Tür­ kiye hakkındaki onun sarsılmaz imanı, Tırablus, Balkan facialarına rağmen, burada canlandığını sezdiği Türkçülükle kuvvetlendi ve bunu, Türk tarihinde açıtaeağına inandığı ümitli büyük sahifenin başlangıcı telakk.i. etti... Bütün yaralarma rağmen Türkiyenin is­ tikl3.lini korumak endişe ve mecburiyerile Harbi umumiye girmiş olmasını da, o, milli imanın kudretine bir delil telilli ederek mü­ teselli oldu ve Türkiyenin geleceği hakkındaki sarsılmaz imanı 263


yine kuvvetini kaybetmedi . . . Türklüğün geleceğine olan imanı sarsılmadan hayata gözlerini kapamış olan İsmail Bey merhum bahtiyardı. . . Çünkü, kendisini de, Türk tarihine, her şeyden evvel, "iman" girdirmişti. .. B ütün Türk aleminde canlanan milli imanın da ergeç bütün Türkleri bir­ leştirerek şerefle tarihlerinin başına geçireceğini, o, kendi zaferini gördüğü gibi görüyordu . . . Türklüğün b u tarihi savaşta uğrayacağı müşkülatı o bilmez de­ ğildi. . . Müsbet bir iş adamı olarak terneyyüz etmiş olan merhum, hayatında her şeyden ziyade müşkilatla boy ölçüşmüştü . . . Fakat, imanın her müşkülü yendiğine de ondan esaslı olarak kim ina­ nabilirdi? . . . Şimal Türklerinin geçirmekte olduklan bin bir faciaya rağmen İsmail B eyin ruhu yine de bahtiyardı. . . Çünkü onlar için artık her ızdırap

bir

mekteptir. . .

Her facia

imanlannı

çelikleştiren bir

amildir . . . Kendi benliğini bulmuş olan Türk alemi, artık kaviden rahmet, zalimden şefkat, taliden medet umma devrinden çıknuş; her tarafta, kendi varlığını korumak, yükseltmek ve kurtarmak yo­ lunda, canla, başla savaşa atılmıştır. . . Mücadele. . . İsmail Bey merhumun bütün hayatı mücadele ile geçmedi mi? Türk tarihinin, Türk ruhunun en büyük vasfı, hayatın, şerefın ifadesi olan cidal (savaş) değil midir? . . Her milletten zi­ yade, Türkler, ancak mücadele kudretini kaybetmelerile ezilmeye, çiğnenmeye mahkum olmamışlar mıdır? Milli iman yolunda ya­ pılan mücadele her milleti muhakkak zafere götürmüşse dünyanın en meşru davası için Türklerin giriştiği milli mücadele neden ve nasıl mağlGbiyetle neticelenebilirdi? Türk tarihinin en vasıf bir kudreti de harekettir. . . İsmail Bey merhumun da bütün hayatı her tarafa giderek milli emellerini can­ landırmaya uğraşmalda geçti . . . B ugün bütün dünya Türkleri, hatta en beklenilmeyen Şarki Türkistan Türkleri de, harekete geçmiş bu­ lunuyorlar . . . Bütün bu hareketlerde de temel, Türkçülük, Türk mil­ liyetçiliği ve mukaddes gaye, milli kurtuluştur . . . Şarki Türkistan

264


Türkleri bile, artık yeşil değil, gök bayrağı yükseltiyorlar ve "Dilde, fikirde, işde birlik" düsturile Türk milliyetçiliğine sa­ nlıyorlar. . . Nasyonalizmin Türkler arasında b u kadar az zamanda b u kadar umumi ve canlı bir şekil alması, her şeyden evvel, Türk milletinin, Türk kudretinin bir delilidir.

Hayatmda herkesten daha ziyade "Tarihimize bakalım!" cümlesini tekrarlamış olan İsmail Bey merhumun ruhu elbette bu tahmin ettiği neticeterin tahakkukunu duyarak bah­ tiyardır ... Türkçülüğe hala hayal diye bakanlar varsa, Türk alemini hala uzun kollu bırkasında görenler bulunıırsa, Türk tarihinin kudretini sezmeyerek Türk milliyetçiliğini tehdit önünde , zulüm önünde eri­ meye mahkum telakki eden zayıf imanlılar kaldıysa, biz, onlara, İs­ mail Beyin iman kudretile başardığı işlerini bir daha ölçmelerini ve hala da öğrenemediklerini şimal Türklerinin bugünkü savaşlarının kudretini esaslı anlamalanru değil, bugünkü Türkiyeye milli imanla bakmalarını tavsiye ederiz. İmanın kuvvet olduğunu da bütün cihana anlatmak için Türk­ lüğün en facialı bir devrinde tarihimizin başına geçmiş olan Ulu Gazinin dehasile Türkiyenin, yalnız adı değil, özü de, canı da Tür­ kün olmadı ıiu? . Bir zamanlar kendi yurdunda boynu bükük bir öksüz vazıyetinde bulunan Türk, bugün bütün cihan önünde hak­ kını. şerefınİ koruyan bir varlık değil midir? . . Milliyet cereyanı dünyanın hangi bucağında bu kadar az bir zamanda bu kadar te­ melli, şümullü ve cezri bir zafer kazanmıştır? İmparatorluğun siyasetinde, edebiyatında asırlarca ununurmaya çalıştığı Türkün bugün ancak kendisini bulmakla kaldığını dü­ şünenler, Türkçülüğün, milli imanla kavrulanlann gizli sıralan ol­ maktan çıkarak, bu devletin temeli olduğunu görmeyenlerdir. . . Bunlar, milliyet cereyanının cihan tarihindeki kudretini an­ layamayanlar. Türk aleminde canlanan milletçiliğin kuvvetini, kud­ retini kavrayamayanlardır. . . Bunlar, halii, milletiere ve tarihlere .

265


milli imandan ziyade, hudutların hakim olduğu gafletinde bu­ lunanlardır . . . Ey Türkçülüğün büyük ve bahtiyar babası! Her. tarihi hamlesi bugün dünya milletlerinin büyüklerini hayrete düşüren ve tarihlerindeki kahramanlarını bile kıskandıran Ulu Ga­ ziınin Y.aranığı bu temel, yalnız Türklüğe değil, bütün şarka ve bütün dünyanın mazlum milletlerine örnek oluyor. . . Yarının bütün imanlı Türk çocukları, Türk tarihinde Türklerin karanlıktan

nura

çıkmalarını,

kendilerini

ve

birbirlerini

bul­

malarını, milli imanla silahlanarak varlıklarını kurtarmalarını ve m�eniyetin ön safında tarihlerine yakışan şerefli bir mevkie yük­ selmelerini okurlarken, Türkçülüğün harsi, siyasi, cidalinde imanla çalışanları ve bu mukaddes gaye uğrunda kurban düşenleri rah­ metle anacaklar ve Türkçülüğün temel taşına ilahi bir elle kazılan şu kelimeleri görerek onları, yalnız kafa ve yüreklerine değil, vic­ daniarına da hakim kılacaklard.ır:

" DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK... "

266


İ

Ç

İ

N

D

E

K

İ

L

E

R

I - İlk söz II - Tercümei hali - Hususi hayatı III

-

IV -

10 15

Esas fıkirleri - Dil birliği - Mefkilreciliği - Seeiye kuvveti - Taktik kabiliyeti - Kadirşinaslığı

36

İşleri "Tercüman" - Dil birliği ve neticeleri Türkiyede sadelik cereyaru - Bolşevikler devrinde dil meselesi

71

V - İlk mekteplerle medreseleri ıslah meselesi

ı ı8

VI - Hindistan seyahati ve islamcılığı - Mısır'da İslam kongresi akdi hakkındaki teşebbüsü

ı 28

VII- Türklüğün İsmail Beyi takdiri

ı 40

VII- Hastalıklan - Vasiyetleri - Ölümü

ı49

IX - İsmail Beyin yazılarından bazı parçalar

ı 58

X - İsmail Bey hakkında yazılanlardan bazıları Vefaundan sonra hakkında yaıılanlardın bazılan XI- "Tercüman"ın ellinci yılını tes'it XII- Son Söz

193 202 242 262



iSTEME ADRESi : AVRASYA BiR VAKFI Fatih M h . Dalyan Sk. No: 23 Küçükçekmece 1 iSTANBUL 1EL: (0.2 1 2) 580 08 53 - Fax: 580 08 69

HAVALE ADRESi: Küçü kçekmece iş Bankası : 257 .977



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.