Cengiz Mete - Atsız ve Türk Ülküsü

Page 1



ATSIZ ..

ve ••

••

••

••

TURK ULKUSU

lstanbul 1990


BAYSAN YAYINLARI 1

isteme Adresi : Baysan Basım ve Yayın San. A.Ş. Akbıyık Değirmen Sok. No. 35 Sultanahmet - ISTAN BUL Tel.: 512 43 47 - 526 83 85

Dizgi :

Baysan A.Ş.

Baskı : .Metinler Matbaacılık Ltd. Şti.


SON SÖZ: O sırada sanki birdenbire her şey değişti: Öğrenciler pansiyonu olan evin yerinde şimdi 1300 yıllık bir Türk çadırı vardı. İnce yapılı kız gürbüz, sağlam, çekik gözlü bir bozkır kızı olmuştu. Erkeklerin saçları uzayarak omuzlarına dökülmüş, başlarında birer börk peyda ol­ muştu. Ceketleri kaftan, iskarpinleri çizme haline g�l­ mişti. Edebiyetçının elindeki klılsik �ş�r �iiııÔİ bir kopuz, fencinin dolma kalemi bel kemerine asılı bir bıçaktı. Hep­ si çimenlere bağdaş kurmuşlar, kılıç yarasıyla çentilmiş sert ,Yüzlerine başka bir anlam veren ela ve yeşil gözleriy­ le Tonyukuk'a bakıyorlardı. Müstakbel romancı da be­ lindeki kılıçla heybetli bir er olmuştu. Hiç nazlanmadı ve ağır bir sesle şöylece anlatmaya başladı: Anlatımı seneler ve senelerce sürdü. Hiçbir olaya, hiç bir baskıya boyun eğmeden, dimdik, vakur ve kararlı olarak Türk'ü genç nesillere anlatmağa devam etti. Türk'ün kim olduğunu, asaletini, kahramanlığını anlat­ tı, anlattı... Türk insanına, Türklüğü ile öğünmesini, aşağılık duygularına kapılmamasını, örf ve ananelerine sahip ol­ masını söyledi. Ve sonunda mukadder son geldi ve 1 1 Aralık 1975 tarihinde Tann Dağı'na atalarımız ile buluş­ mak için uçmağa vardı. Atsız hocanın kaybıyla vazife ikinci ve üçüncü sıra­ daki Türkçülere geldi. Türkçülük bayrağını yere düşür­ meden taşımayı ve daha ilerilere Atsız Beğ'in bıraktığı yerden devam etmeyi kendimize bir vazife ve borç bilme­ liyiz. Tann Türk'ü korusun E. Saruhanoğlu


KAHRAMAN

Hayatını davasını adamış insanlar ne güzel­ dir... Hele bu dava, ardında medeniyetler, kültür­ ler, imparatorluklar şanlar ve şereflerle dolu TÜRK'ün, Türkçülüğün, Türk milliyetçiliğinin davası olursa.


KAHRAMAN

Nihal ATSIZ bey bu davayı, zaman olmuş ko­ münistlere karşı, zaman olmuş milliyetçilerin re­ yiyle işbaşına gelen eyyamcı hükümetlere karşı sa­ vunmuş, hayal kırıklığı, yılgınlık ve mücadele zaafı göstermeden Türkçülük bayrağını elinden bırak­ mamıştır. ATSIZ ismi milyonlarca Türk genci için son 30 yılda bir sembol gibiydi. Sokak politikasından ken­ dini uzak tutuşu, kitapları, makaleleri, konferans­ ları ve maddi-manevi ağır zorluklara aldırmadan çıkarmaya devam ettiği milliyetçi dergileri ile, Türk milliyetçiliğinin, politikalar, müesseseler ve şahısların üstünde, geleceğin büyük Türkiye'si için bütün millete mal olması gereken bir ideal olarak benimsenmesi gerektiğini göstermiştir.

Nihal ATSIZ, herşeyden aziz tuttuğu bu davayı, bütün hayatı boyunca, hergün, her saatinde, tam bir dürüstlük, samimiyet ve mücadele azmi ile yıl­ larca taşımıştır. Mütevazi idi, çünkü dava böyle is­ tiyordu. Kavgayı kendisi için, siyasi veya maddi ik­ bali için _yapmıyordu. Onun fikirleri ile yetişmiş, gençliğinde onun eserlerinin heyecanından güç ve hedef almış kimselerin devletin en üst kademeleri­ ne geldiği günlerde bile ATSIZ kendisine yöneltilen 7


zulmün, baskının hükümran olduğu dönemlerdeki kadar sakin, siyasi iktidara ilgisiz ve davasına dönük yaşayışını sürdürmüştür. ·

Genç Türk milliye�çileri, ümit edilir ki, sadece ATSIZ hocanın fikir ve heyecanından değil, yüksek şahsiyetinden, vekarından, sabrından ve mücadele azminden de yararlanmalıdırlar. ATSIZ'ı büyüten de sadece fikirleri değil, bu fikirleri savunurken ki tavrıdır. Bir dava adamının, günlük hayatınheng­ amesinden uzak, rütbe ve makamlardan müstağni, fakat sabn ve azmi ile büyüyeceğinin en parlak ör­ neği ATSIZ'dır. Türkçülük kitaplardan, üniversitelerden, okul­ lardan kovulur, aciz ve gafil bazı hükümetler üç-beş Komünist uğruna veya Bizans politikacılığını dev­ letin işi haline getirdikleri için Türk milliyetçileri horlanır, tecziyeye kalkılırken, ona arkadaşlan ile sahip çıkan Nihal beydi. Bunu, herhangi bir kahra­ manlık ·gereği değil, doğru olduğu, haklı bulduğu için yapmıştır. İnönü· döneminin en ceberrut günle­ rinde de böyle idi, bizde idarelerin var olduğu sanı­ lan, fakat dikkatli gözlerden aldatıldığımızın kaç­ madığı günlerde de. Türk milliyetçiliğinin sembol ismini kaybettik. ATSIZ'a rahmet diliyor, davasına daha şimdiden onbinlerce ATSIZ'ın salıip çıktığını görmekle bize bıraktığı mirasın büyüklüğünü anlıyoruz. ·

8


HÜSEYİN NİHAL ATSIZ KİMDİR? (21OCAK1905 - lstanbul/ 11Aralık1975-lstanbulJ * Hayatı ve Eserleri

11 Aralık 1975 Perşembe günü ani bir kalp krizi ile ebediyete intikal eden Hüseyin Nihal Atsız, 12 Ocak 1905 (12 Kanun-i sani 1905) tarihinde İstan­ bul'da doğmuştur. Atsız Bey'in babası, Gümüşhane'nin Torul/Do­ rul kazasının Midi köyünün Çiftçi-oğullan ailesin­

den Deniz Makine Önyüzbaşısı Hüseyin Efendi'nin oğlu Deniz Güverte Binbaşısı Mehmed Nail Bey, annesi Trabzon'un Kadı-oğullan ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey'in kızı Fatma Zehra Ha­ nım' dır.

Atsız Bey'in ailesi, Gümüşhane'nin Torul/Dorul kazasının Midi köyünde Çiftçi-oğulları adı ile bilin9


mektedir. Çiftçi-oğullan, Midi köyünde 18. asrın sonlarına doğru yakınındaki Edire köyünden göç­ müşlerdir. Çiftçi-oğulları ailesinin tesbit edilebilen ceddi 19. asrın başlarında yaşadığı tahmin edilen Ahmed Ağadır. Ahmet Ağa'nın İsmail, Süleyman, Hüseyin ve Şakir adlı dört oğlu olmuştur. İsmail Ağa'nın ço­ cukları Midi'den, Yozgat'ın Akdağ Madeni kazası­ nın Tekyegüneyi köyüne, Süleyman Ağa'nın çocuk­ ları ise Yozgat'ın Ak.dağ Madeni kazasının Dayılı köyüne göçmüşlerdir. Şakir Ağa'nın evladı olup ol­ madığı bilinmemektedir. Ahmet Ağa'nın üçüncü çocuğu olan Hüseyin Ağa (1832-1894) ise 1850-1852 sıralarında Deniz eri olarak İstanbul'a gelmiş, okumayı ve yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğinin nihayetinde de teskere bırakarak Osmanlı Donanması (Donan­ ma-yı Hümayün)'da kalmış ve Makine Önyüzbaşlı­ ğı (Çarkçı (-Makine) Kolağalığı)'na terfi etmiştir. Hüseyin Ağa'nın eşi Emine Hayriye Hanım'dır. İki çocukları olmuştur. Nevber Hanım ile Mehmed Nail Bey (1877-1944) Mehmed Nail Bey de Osmanlı Donanması'na girmiş ve Deniz Kuvvetlerinde De­ niz Güverte Binbaşılığı'ndan emekli olmuştur. Mehmed Nail Bey'in ilk eşi 1903 yılında Yüzba­ şı iken evlendiği Fatma Zehra Hanım (18841930)'dır. Fatma Zehra Hanım, Deniz Yarbayı (Bahriye Kaymakamı) Osman Fevzi Bey ile Tevfika Hanım'ın kızıdır. Osman Fevzi Bey, Trabzonlu olup ailesi Kadı-oğulları namı ile marufdur. Mehmed Nail Bey'in ilk eşinden üç çocuğu ol­ muştur. 12 Ocak 1905'de Hüseyin Nihal (Atsız) (Ölümü 11 Aralık1975) Nejdet (Sançar) (Ölümü 11 10


Aralık 1975) 1 Mayıs 1910 da Ahmed Nejdet (Sançar) (ölümü 22 Şubat 1975) ve Aralık 1912'de Fatma Nezihe (Çiftçioğlu). 1930 yılında ilk eşinin damar sertliğinden vefatı üzerine Mehmed Nail Bey, 1931 yılında yeniden ev­ lenmiştir. İkinci eşinin adı da Fatma Zehra'dır, Jkinci eşinden 1932 yılında Necla (Çiftçioğlu) adlı bir lozı olan Mehmed Nail Bey ikinci eşiyle geçine­ memiş ve bir iki yıl sonra ayrılmıştır. ·İlk ve Orta öğİ-enimini Kadıköy'deki Fransız ve Alman okullarında (1911), babası Mehmed Nail Bey'in Kızıldeniz'deki görevinden ötürü Süveyş'de bir Fransız İlkokulu'nda birkaç ay (1911), Kasım­ paşa'daki Cezayirli Gazi Hasan Paşa İlk Mektebi, Haydarpaşa'daki Hususi Osman İttihad ilk Mekte­ bi Kadıköy Sultanisi (-Lisesi) ve İstanbul Sultani­ si'nde yapmıştır. İlkokula 6 yaşında iken, Kadıköy'deki Fransız okulunda, Latin harfli öğretim ile başlayan Atsız'a göre bu okulda dersten çok oyun ve şarkı vardı. Bu­ na rağmen, dil bilmeyip derdini anlatamaması yü­ zünden bu okulda çok sıkılmakta idi. Bir gün, tenef­ füs sırasında, kendisinden üç-dört yaş büyük bir Rum çocuğu Atsız'ın kafasını duvara vurmuş ve At­ sız'ın yarılan kafasından kanlar akması üzerine de, bağıra çağıra suçunu İstavri adlı bir başka Rum ço­ cuğunun üzerine atmış, bunun üzerine İstavri, derste iki dizi üzerine çöktürülüp, dizlerinin altına da, daha çok acı çeksin diye, bir cetvel konarak, ders sonuna kadar cezalandırılmıştır. Bu haksızlık kü­ çük Atsız'ın çocuk ruhunda fırtınalar yaratmış ve Atsız "şu mektep yansa da kurtulsam" diye içinden bedduada bulunmuştur. Bir müddet sonra bir gece, tesadüfen çıkan bir yangında Fransız Mektebi ya11


nınca Küçük Atsız istemediği bu mektepten kurtul­ muş, fakat bu sefer de Latin harfleri ile öğretim ya­ pan başka bir okula, Alman Mektebi'ne verilmiş­ tir. Bir müddet sonra, Kızıldeniz'de bulunan Malat­ ya gambotunun süvarisi olan babası Mehmed Nail Bey'in-yanına giden Atsız, Türk-İtalyan savaşının çıkması üzerine Mehmed Nail Bey'in Osmanlı Bah­ riye Nezareti'nden Süveyşe sığınması emrini alma­ sı ile, Süveyş sokaklarında İtalyan çocukları ile dö­ ğüşmesi, Atsız'ın milliyetçi mücadelesinin ilk ör­ neklerindendir. Babasının İstanbul'a dönme emrini alması ile İstanbul'a gelen Atsız, Kasımpaşa'daki Cezayirli Gazi Hasan Paşa mektebine kaydolmuş ve Arap harfleri ile öğrenime başlamıştır. Ailesinin Kasım­ paşa'dan Kadıköy'e taşınması ile hususi Osmanlı İttihad Mektebi'nde öğrenimine devam eden Atsız, babasının Önyüzbaşı (Kol ağası) olarak Birinci Ci­ han Harbine gitmesi yüzünden Hususi Osmanlı it­ tihad Mektebi'nden Kadıköy Sultanisi'nin rüştiye (Ortaokul) kısmında öğrenimine devam etmiştir. Buradan da İstanbul Sultanisine geçen Atsız, 1922 tarihinde Lise öğrenimini tamamlamıştır.

1922 yılında imtihanla Askeri Tıbbiye'ye gir­ miştir. O yıllarda Tıbbiye'de komünistlik ve bir takım azınlık milliyeçiliği güden öğrenciler vardı. Bu öğ­ renciler ile Türk öğrenciler arasında sık sık tartış­ mhlar olur, bu tartışmalar arasıra da yumruk kav­ gasına dönerdi. Bu kavgalara Atsız da katılırdı. Bu yüzden birçok defa disiplin ve hapis cesazı almıştır. Ziya Gökalp'ın cenaze töreninin yapıldığı günün 12


akşamı, Türk öğrenciler ile diğer öğrenciler arasın­ da çıkan bir kavga sonucunda, Atsız'a gayet ağır bir ceza verilmiştir. Bu ceza, öğrenciliği sırasında işle­ yeceği herhangi bir suç neticesinde Atsız'ın askeri Tıbbiye' den çıkarılacağıdır. Atsız, Askeri Tıbbiye'nin 3. sınıfında iken, ara­ larında bir takım meseleler geçen Arap asıllı Bağ­ datlı Mesud Süreyya Efendi adlı bir mülazım (Teğ­ men)'in kasdi bir şe�lde lüzumsuz bir yerde istedi­ ği E!el8.m.ı vermediği için, 4 Mart 1925 tarihinde As­ keri Tıbbiye'den çıkarılmıştır. Bu hadiseden sonra üç ay Kabataş Lisesi'nde yardımcı öğretmenlik yapan Atsız, daha sonraları Deniz Yolları'nın Mahmut Şevket Paşa adlı vapu­ runda katip muavini olarak vazife görmüş ve bu va­ purla İstanbul-Mersin arasında birkaç sefer yap­ mıştır. 192 6 yılında İstanbul Darulfünunu'nun Edebi­

yat Fakültesi'nin "Edebiyat Bölümü"ne ve İstanbul Darülfünunu'nun yatılı kısmı olan Yüksek Mual­ lim Mektebi'ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra as­ kere çağınlmış, tecil isteği kabul edilmeyen Atsız askerliğini 9 ay olarak (28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927) İstanbul'daTaşkışla'da 5 . piyade alayında er olarak yapmıştır. Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı "Anadolu'daTürklere aid yer isimleri" adlı makale­ nin Türkiyat Mecmuası'nın ikinci cildinde yayın­ lanması ile hocası olan M.Fuad Köprülü'nün dikka­ tini çeken Atsız, 1930 yılında Edirneli Nazmi'nin divanı üzerinde mezuniyet çalışması yapmış (Di­ van-ı Türk-i Basit, gramer ve lügati, 1930 , 111 s. rürkiyat Enstitüsü MezuniyetTezi, no 82) ve aynı 13


yıl Edebiyat Fakültesi'nden mezun olmuştur. At­ sız'ın sınıf arkadaşlan arasında Tahsin Banguoğlu, Ziya Karamuk, Orhan Şaik Gökyay, Pertev Naili Boratav, Nihad Sami Banarlı gibi isimleri sayabili­ riz. Mezuniyetini müteakip Edebiyat Fakültesi De­ kanı olan hocası Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, Maarif Vekaleti nezdinde Atsız için tavussutta bulunarak, Yüksek Öğretmen Okulu'nu öğrenci olarak bitirdi­ ği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve Atsız'ı kendisine asistan al­ mıştır (25 Ocak 1931). Atsız, 15 Mayıs 1931'den 25 Eyiül 1932 taıihine kadar Atsız Mecmua (17 sayı)'yı çıkarmağa başladı. M.Fuad Köprülü, Zeki V.Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de dahil bulun­ duğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu "Türkçü ve Köycü" dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanın­ da çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, adeta Cumhuriyet devri Türkçülüğü'nün öncüsü olmuş­ tur. Atsız, kendisini tanıtmaya başlayan ilk yazıla­ rını (H. Nihal) imzası ile, hikayelerini de (Y.D.) im­ zası ile, bu dergide neşre başlamıştır. 1931 yılında Ddrülfünun'un Felsefe bölümün­ den mezun olan ilk eşi Mehpare Hanım ile evlen­ miştir (Ocak 1931) Ocak 1933'den itibaren eşi ile ayn yaşayan Atsız, 1935 yılında Mehpare Ha­ nım'dan ayrılmıştır. 1932 Temmuzunda Ankara'da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, ilmi olmayan bir tarih tezine karşı çıkan Prof. Dr. Zeki Velidi To­ gan'a Dr. Reşid Galip'in yaptığı haksız hücum üze­ rine Atsız, içerisinde ikinci eşi Bedriye (Atsız) ile 14


Pertev Naili Boratav'ında bulunduğu 8 arkadaşı ile, Dr. Reşid Galib'e "Zeki Velidi'nin talebesi ola­ makla iftihar ederiz"diyen bir protesto telgrafı çek­ miş ve bu telgraf üzerine mimlenmiştir. İstanbul Darülfünunu'nda Edebiyat Fakülte­ si'nin dekanı olan Prof. Dr. M. Fuad Köprülü ile Umumi Türk Tarihi profesörü Zeki Velidi Togan, Ankara'nın inanmadıkları tarih tezini yıkmak için anlaşmışlardı. Fakat Köprülü, Zeki Velidi'ye yapı­ lan pek ağır tenkidi görünce, daha önce verdiği ka­ rardan caymış ve Ankara'nın tarih tezi aleyhine ha­ zırladığı konuşmasını yapmamış ayrıca Zeki Velidi ve Atsız gibi muhalif olmadığını göstermek için de asistanı olan Atsız'ı üniversitesiden çıkaracağını vaad etmiştir. Köprülü, Atsız'a Üniversiteden atı­ lacağını, kendisinin daha önce davranıp liselerden birinde hoca olmasını tavsiye edince Atsız, hocası ve amiri olan Köprülü ile yaptığı şiddetli bir müna­ kaşadan sonra vazifesinde kalıp mücadelesine de­ vam etmiştir. 19 Eylül 193 2'de Dr. Reşid Galib Maa­ rif Vekili olmuş ve kısa bir müddet sonra da Edebi­ yat Fakültesi Dekanlığı'na vekaleten bakan Ali Muzaffer Bey asaleten tayin edilmiştir. Atsız'ı üni­ versiteden uzaklaştın:µak için fırsat arayan Reşid Galib, Atsız'ın Atsız Mecmua'nın 17. sayısındaki "Darülfünun'un kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi" adlı makalesi ile bu fırsatı yaka­ lamış ve Edebiyat Fakültesi Dekanı kanuni hiç bir sebep yok iken Atsız'ın üniversite asistanlığına son vermiştir (13 Mart 1933 ). Üniversiteden çıkarılma­ sından birkaç gün sonra Atsız, Edebiyat Fakülte­ si'nin Dekanı'nı Tokatlıyan'daki bir çayda yakala­ yıp yüzlerce kişinin önünde tokatlamıştır. Atsız'a bu hadise için hiç bir şek.ilde tepki gösterilmemiş­ tir. 15


Üniversite asistanlığından çıkanlan Atsız ( Mart 1933), Malatya Orta Okulu'na Türkçe öğret­ meni olarak tayin edilmiştir. Malatya'da kısa bir müddet ( 8 Nisan 1933-3 1 Temmuz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi Edebiyat öğretmenliğine tayin edil­ miştir. Atsız'ın Edirne'deki edebiyat öğretmenliği de 34 ay kadar kısa bir müddet devam etmiştir. ( 1 1 Ey­ lül 1933-28 Aralık 1933). Edirne'de iken Atsız Mecmua'nın devamı mahi­ yetindeki "Aylık Türkçü dergi" olan Orhun (5 Ka­ sım 1933- 16 temmuz 1934, sayı 1 -9)'u yayınlayan Atsız, "Orhun" da Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan dört ciltlik tarih kitaplarının yanlışlannı ağır bir şekilde tenkit ettiği için vekalet emrine alınmış, (28 Aralık 1933), 9. sayısında da Orhun, Bakanlar Ku­ rulu karan ile, kapatılmıştır. 9 ay vekalet emrinde kalan Atsız, Kasımpa­ şa'daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu'na Türkçe öğretmeni olarak tayin olunmuştur. ( 9 Eylül 1934). 27 Şubat 1936 tarihinde ikinci eşi olan Bedriye H anım ( Atsız) ile evlenen Atsız'ın bu evlilikten 4 ka­ sım 1939 tarihinde Yağmur ve 14 Temmuz 1946 ta­ rihinde de Buğra adlı iki oğlu olmuştur. 1 Aralık 1913 tarihinde İzmir'de doğan Bedriye H anıın'ın ailesi. Ra.şit Kadı- zadeler diye tanınmak­ tadır. Babası asker olan Bedriye Hanım'ın tesbit edilen ecdadıiıın hepsi ilmiye sınıfına mensup olup, kadı'dırlar. 16


İstanbul Üniversitesi Tarih Bölüm.ü'nden 1935 yılında mezun olan Bedriye Hanım, Osman Sabit Bey'in üç kızından ikincisidir. Ablası Bedia Hanım (Doğumu 1909) dört çocuk sahibidir. Edebiyat Fa­ kültesi'ninTürk Dili ve Edebiyatı Bölüm.ü'nden me­ zun olan (1939) küçük kardeşi merhume Behice Ha­ nım (Doğumu 1915-ölümü 1967) ise Prof. Dr. Meh­ met Kaplan'ın eşi idi. Behice ve Mehmet Kaplan'ın çocuk.lan olmamıştır. Behice Hanım babasının Bi­ rinci Cihan savaşında, Kafkas cephesinde, vefatın­ dan· sonra doğmuştur. Atsız Bey çok uzun bir müddetten beri (15 yıl­ dan fazla bir zamandan beri) ayrı yaşadığı ikinci eşi Bedriye Atsız'ı da Mart 1975 tarihinde boşamış­ tır. Atsız bey'in büyük oğlu olan Yağmur Atsız Al­ manya'ya yerleşmiştir. Gazetecilik yapmaktadır. Cumhuriyet Gazetesi'nin Almanya muhabiridir. Taşıdığı fikirler ve davranışları ile babasından ayrı düşünen ve davranan bir evlattır. Atsız, Kasımpaşa'daki Deniz Gedikli Hazırla­ ma Okulu'ndaTürkçe öğretmeni olarak 4 yıl kadar çalışmış ve 1Temmuz1938 tarihinde bu vazifesin­ den ihraç edilmiştir. Atsız'ın bu okuldan ihraç edilmesinin sebebi de yine azınlık meselesi yüzündendir. Deniz Gedikli Hazırlama Okulu'nun yönetmeliğine göre,Türk ol­ mayanlar okula öğrenci olarak alınamazdı. Yeni öğ­ rencileri imtihan eden komisyonda üye olan Atsız, sorduğu sorularla adaylardanTürk asıllı olmayan­ ları tesbit etmekte ve öğrenci olarak okula alınma­ yan bu adaylar yüzünden de etrafındaki düşmanla­ rı çoğalmak.ta idi. Deniz Gedikli Hazırlama Oku17


lu'nun 1937- 1938 yıllarındaki müdürü Arnavut asıllı idi. Arnavut asıllı müdür, Atsız'ı imtihan ko­ misyonundan çıkarmış ve böylece okula Türk olma­ yan öğrenciler de alınmıştır. Bu hadise üzerine Ar­ navut asıllı müdüre selam vermeyen Atsız, müdü­ rün Milli Savunma Bakanlığı'na yazdığı bir yazı so­ nucunda bu okuldaki vazifesinden ihraç edilmiş­ tir. Bunun üzerine Atsız, Özel Yüce-Ülkü Lise­ si'ndeki öğretmenliğine' devam etmiştir. 1937 yılından 1939 yılının Haziran'ının sonuna kadar Özel Yüce Ülkü Lisesi'nde edebiyat öğret­ menliği yapan Atsız, 19 Mayıs 1939- 7 Nisan 1944 tarihleri arasında yine Özel bir lise olan Boğaziçi Lisesi'nde edebiyat öğretmenliğinde bulunmuş­ tur. Atsız, Boğaziçi Lisesi'nin Türkçe öğretmeni iken Orhun (1 Ekim 1943- 1 Nisan 1944, sayı 10 -16, 7 sayı)'u yeniden neşre başlamıştır. il. Dünya savaşı sıralarında yerli komünistler

faaliyetlerini fevkalade artırdıkları halde, resmi makamlar bu aşırı hareketlere karşı tedbir almak yerine, seyirci kalmayı terci etmekte idiler. Atsız, ilgilileri ikaz için Orhun'un Mart 1944'de yayımlanan 15 . sayısında, devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na hitaben bir "açık mektup" yayınla­ mıştır. Bu açık mektupta, komünistlerin artan faa� liyetleri belirtilmekte idi. Orhun kapatılmadığı takdirde bir sonraki sayısında bu aşın faaliyetlerin belgeleri ile birlikte örneklerini vereceğini bildiren Atsız, Orhun'un kapatılmaması üzerine Nisan 1944'de yayımlanan 1 6. sayıda, Giritli Ahmed Ce­ vad Emre, Pertev Naili Boratav, Sabahattin Ali ve 18


Sadrettin Celfil'in komünist faaliyetlerini açıklaya­ rak devrin Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yü­ cel'i istifaya çağırmıştır. Bu ikinci açık mektup, yurt içinde büyük bir milli galeyana sebep olmuş, başta İstanbul ve An­ kara olmak üzere bir çok şehirde, komünizm aley­ hinde gösteriler yapılmaya başlanmıştır. Bu arada Atsız'a yurdun her köşesinden mektupların, telg­ rafların gelmesi Ankara'daki yetkilileri tedirgin et­ mekte idi. Milli Eğitim camiasındaki komünistler sebebi ile kendi partisinin mensupları tarafından dahi sigaya çekilmeye başlanan Hasan Ali Yücel, ilk iş olarak Atsız'ın Boğaziçi Lisesi'ndeki Edebiyat Öğretmenliğine son vermiştir. (7 Nisan 1944 ). Or­ hun dergisi ise Bakanlar Kurulu karan ile yeniden kapatılmıştır. Atsız'ın ikinci mektubunda "vatan haini" diye tavsif ettiği Sabahattin Ali de kışkırtılarak Atsız aleyhine hakaret davası açmaya zorlanmıştır. Atsız, aleyhine dava açılınca trenle Ankara'ya gitmiş veTürkçü gençler tarafından daha istasyon­ da karşılanarak, bir otelde misafir edilmiştir. Hakaret davası'nın 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu gayet hadiseli geçmiştir. Bunun üzeri­ ne 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencisi alınmamış, bu yüzden de dev­ rin Halk Partisi iktidarının ödünü patlatan büyük öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tevkif edil­ miştir. "Sabahattin Ali-Nihal Atsız davası" olmaktan ziyade "Komünistliğe karşıTürkçülük davası" hali­ ni alan bu davanın 9 Mayıs 1944 törenlerinde Cum­ hurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını 19


ağır şekilde itham eden nutkunu söylemiş ve bu nu­ tuk üzerin� de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 nu­ maralı sıkıyönetim mahkemesinde yargılanmaya başlamıştır. Aralarında 7.eki Velidi Togan, Hüseyin Namık Orkun, Reha Oğuz Türkkan, Orhan Şaik Gökyay, İsmet Tümtürk, Nejdet Sançar, Fethi Te­ vetoğlu, Alparslan Türkeş, Said Bilgiç ... gibi üni­ versite profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üni­ versite öğrencilerinden ibaret sanıklar, sorguya çekme adı ile ilk önce çeşitli işkencelere maruz bıra­ kıldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlanmıştır. "Irkçılık-Turancılık davası" adı veri­ len ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde nihayetlen­ miş ve Atsız 6,5 seneye mahkum olmuştur. Atsız bu karan temyiz etmiş ve Askeri Yargıtay 1 numaralı sıkıyönetim mahkemesinin karan esa­ sından bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl ka­ dar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihin­ de tahliye edilmiştir. 5 Ağustos 1946 tarihinde 2 numaralı Sıkı Yöne­ tim Mahkemesi'nde tutuksuz olarak başlayan At­ sız ve arkadaşlarının davası (bu dava Prof. Kenan Öner-Hasan Ali Yücel davası adı ile tanınmıştır)31 Mart 1947 tarihinde nihayetlenmiş ve 29 otu­ rum devam eden mahkeme bütün sanıkların beraa­ tine karar vermiştir. Nisan 194 7'den Temmuz 1949'a kadar kendisi­ ne iş verilmeyen Atsız, Ekim 1945-Temmuz 1949 tarihleri arasında geçinmek için kitaplarından ba­ zılarını satmak zorunda kalmıştır. Bir müddet Tür­ kiye Yayınevi'nde çalışan Atsız, Türk-Rus savaşla­ rının özeti olan "Türkiye Asla Bo)run Eğmeyecek­ tir". Adlı kitabını da Sururi Ermete adlı şahsın adı 20


ile yayınlamak zorunda kalmıştır. Atsız'ın sınıf arkadaşlarından Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu MilliEğitim Bakanı olunca, Atsız'ı 25 Temmuz1 949'da Süleymaniye Kütüphanesine "uz­ man" olarak tayin etmiştir. Bir müddet bu vazifede çalışan Atsız, Demokrat Parti'nin iktidara gelme­ sinden sonra Haydarpaşa LisesiEdebiyat Öğret­ menliği'ne tayin olmuştur (21Eylül 1950). 4 Mayıs 1952 tarihinde Ankara Atatürk Lise­ si'nde vermiş olduğu "Türkiye'nin Kurtuluşu " ko­ nulu bir konferans üzerine, Cumhuriyet Gazetesi Atsız'ın aleyhine yalan yayın yapmış, hakkında Ba­ kanlık tarafından tahkikat açılan Atsız'ın konuş­ masının ilmi olduğu tesbit edilmiş, fakat Atsız Hay­ darpaşa Lisesi'ndekiEdebiyat Öğretmenliği göre­ vinden "muvakkat" kaydı ile alınarak (13 Mayıs 1952) yine Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki vazife­ sine tayin edilmiş tir. 31 Mayıs 1 952 tarihinden emekliliği istediği 1 Nisan 1 969 tarihine kadar Süleymaniye Kütüpha­ nesinde çalışan Atsız'ın en uzun süreli memuriyeti bu kütüphanedeki memuriyeti olmuştur. Adalet Partisi iktidarı zamanında Doğu ve Gü­ neydoğu bölgelerinde baş gösteren "yıkıcılık" ve "bölücülük" hareketleri hakkında, Atsız, (Devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın Gaziantep'e gi­ derken bir kişinin "İdareciler Araplara toprak veri­ yorlar, biz Türklere vermiyorlar" sözlerine karşılık Cumhurbaşkanı Sunay'ın "Türk topraklarında ya­ şayan herkes Türktür" demesi üzerine) Ötüken'in Nisan 1967'de yayınlanan 40. sayısından itibaren "Konuşmalar, 1" ( Sayı 40), Konuşmalar il ( Sayı 41 ) ve Konuşmalar 111 ( Sayı 43), "Kızıl Kürtlerin yayga21


rası" ( Sayı 42), "Doğu mitinglerinde Kürt Devleti Propagandası" ( Sayı 43), "Doğu mitinglerinde per­ de arkası" ( Sayı 47), " Satılmışlar-Moskof uşakları" ( Sayı 48) adlrseri makalelerinde Kürtçü komünist­ lerin Doğu Bölgelerimizde yaptıkları gizli çalışma­ ları açıklamış ve bu makaleler hakkında savcılıkça tahkikat açılmışbr. Savcılığın yapbğı ilk tahkikat­ ta Atsız'a hiç bir suç kondurulamamışbr. Ancak bu yazılar üzerine, Ankara'daki kızıl teşekküller tara­ fından Atsız aleyhine hazırlanmış kızıl bildiriler so­ kaklarda dağıtılmış ve aynı günlerde Adalet Parti­ si'nin bir Diyarbakır Senatörü, Senato kürsüsün­ den Atsız aleyhine ağır bir konuşma yapmıştır. Bu sistemli girişimler sonucunda, Hasan Dinçer'in Adalet Bakanı olduğu sıralarda, Bakanlık tahkikat açmış ve Atsız mahkemeye verilmiştir. Davanın de­ vam ettiği 6 yıl içerisinde 12 Mart muhtırası veril­ miş ve arkasından sıkı yönetim ilan edilmiştir. Sı­ kıyönetim mahkemelerinde 'fürk Milleti'nin ve va­ tanının birliğine ve bölünmezliğine karşı çıkan yı­ kıcılar, bölücüler, komünistler ve anarşistler mu­ hakeme edilirken, sivil mahkemelerde ise aynı hu­ suslara daha 4 -5 yıl önce dikkati çeken Atsız muha­ keme ediliyordu. Uzun duruşmalardan sonra mah­ keme Ötüken'in sahibi Atsız'ı ve sorumlusu Musta­ fa Kayabek'i 15 'er ay hapse mahkum etmiştir. Mah­ keme başkanının karara katılmadığı ve 2 -l'lik ek­ seriyetle verilen bu karar, temyiz edilince Yargıtay tarafından bozulmuş, fakat aynı mahkeme 2 -l'lik kararda ısrar edince Yargıtay hükmü tasdik etmiş­ tir. Atsız ve Mustafa Kayabek "Tashih-i karar" iste­ ğinde bulmuşlar fakat bu istekleri mahkemece ka­ bul edilmemiş ve böylece mahkumiyet kararı kesin­ leşmiştir. Kronik enfarktüs, yüksek tansiyon ve ağır ro22


matizmadan rahatsız olduğu için Haydarpaşa Nu­ mune Hastanesi'nde yatan Atsız'a Haydarpaşa Nu­ mune Hastanesi tarafından "Cezaevine konulama­ yacağı" kaydı bulunan rapor verilmiş, fakat 4 aylık bir rapor Adli Tıp tarafından kabul edilmemiş ve "reviri olan cezaevinde kalabilir." şeklinde değişti­ rilmiştir. Bunun üzerine infaz savcılığı 14 Kasım 1973 Çarşamba günü sabahı Atsız'ı evinden aldıra­ rakToptaşı Cezaevine sevketmiştir. 40 kişilik adi suçlular koğuşuna konulan Atsız, bir müddet sonra reviri olan Sağmalcılar Cezaevine nakledilmiştir. Atsız, kesinleşen 1,5 yıllık cezasını çekmek için hapse girince, Atsız'ın yazılarından, fikirlerinden ve eserlerinden feyz alan milliyetçi ilim adamları, Üniversite mensupları, gençlik teşekkülleri, kültür dernekleri vasıtası ileTürk milleti, Cumhurbaşka­ nına başvurup "Atsız'ı affetmesini" istemiştir. At­ sız Hoca, suç işlemediğini belirterek bizzat "af' ta­ lep etmediği halde, Cumhurbaşkanı Fahri Koru­ türk yetkisin kullanarak Atsız'ın cezasını affetmiş­ tir. 22 Ocak 1974 Salı günü öğleden sonra saat 17'de Bayrampaşa cezaevinden tahliye edilen Atsız, 1,5 yıllık cezasının 2,5 ay kadarını Cezaevinde geçir­ miştir. Atsız, hiç şüphesiz ki "Türk milliyetçiliği"nin Zi­ ya Gökalp'tan sonraki en büyük ismi olmuştur. Fikirleri ile yaşayışını "telif eden" bir karaktere ve şahsiyete sahipti. İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın tarifi ile "Atlıyı atından indirecek derecede şiddetli yazılar yazan" Atsız, ateşli ve keskin bir üs­ luba sahip olması yanında, hususi hayatında sakin, kibar, mülayim, nüktedan ve şakacı idi. Kendisin­ den kaç yaş küçük olursa olsun herkese "Bey" diye hitap ederdi. Vakur davranışı ve tevazu içinde ya23


şayışı ile, dimdik başı ve sağlam karakteri ile Atsız Bey, Türk tarihinin derinliklerinden kopup gelen bir "Türk Beyi"idi. Hayatı boyunca Atsız ile uğraşılmıştır. Her se­ ferinde de uğraşanlar yenilmiştir. Mağlup olanla­ rın yerine yenileri gelmiş, fakat ne Atsız'ı yıldırabil­ mişler ne de "ülkü"sünü yenebilmişlerdir. Atsız, hayatında bir defa, o da ölüme karşı, mağ­ lup ol:m,uştur. Türk milliyetçiliğinin öncüsü olan At­ sız, kuvvetli bir Türkoloğdur. Türk dilini, tarihini ve edebiyatını gayet iyi bilen Atsız, bilhassa Türk tarihinin Göktürk devrini adeta yaşamışcasına bi­ lir ve severdi. Çok sevdiği bu devreyi Bozkurtlar (Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor) adı ile romanlaştırmış ve Göktürkleri Türk milletine tamtarak sevdirmiştir. Deli Kurt adlı romanı Osmanlı tarihinin ilk dev­ relerinin romanlaştırılmışıdır. Ruh Adam'daki Selim Pusat'ın şahsiyetinde At­ sız'ı görürüz. Ruh Adam'ın devamı olarak Yalnız Adam'ı ya­ zacağını söylüyordu. Yine yazacağını bildirdiği bir eseri de Bozkurtlar'ın 3. cildi idi. Neşredilmemiş eserlerinin içerisinde "il. Mah­ mut'tan günümüze kadar ki Osmanlı hanedanı ta­ rihi"ni zikredebiliriz. Yayınlanan eserlerinin yanında değişik yerler­ deki makalelerinin toplanarak yayınlanması At­ sız'ın fikirlerini toplu olarak görmemizi ve düşünce silsilesini takip etmemizi sağlıyacaktır. Hapisten çıkmasından vefatına kadar olan dev­ rede hazırlamakta olduğu "Türk Tarihi" adlı eser 24


üzerinde çalışıyordu. Küçük kardeşi Necdet San­ çar'ın ani ölümü Atsız için çok acı bir darbe olmuş ve Atsız, Sançar'ın ölümünden sonra ancak 10 ay ka­ dar yaşayabilmiş, bu yüzden de üzerinde çalıştığı eserlerini bitirememiştir. 1975'in Kasım ayının ortalarında hasta oldu­ ğundan şüphelenmiş, yapılan muayene ve testler sonucunda hasta olmadığı anlaşılmıştır. 10 Aralık 1975 gününün akşamı kalp kıizi ge­ çirmiş, gelen doktor enfarktüs olduğunu anlayama­ mıştır. Ertesi akşam Atsız'ı ziyaret eden yeni bir kriz, Atsız'ı mübarek cuma gecesi aramızdan alıp götürmüştür (11 Aralık1975). Yarım asırdır hiç bir kuvvetinTürk milliyetçili­ ğinin burcundan indiremediği bayraklarından bi­ rincisi olan Atsız Bey'e Kurban Bayramı dolayısiyle ziyaret yapmak isteyenler, 13 Aralık 1975 tarihin­ de Kurban Bayramının ilk günü Kadıköy Osmana­ ğa Camiinde son vazifelerini ifa ettiler. Kılınan ikindi namazını müteakip Osmanağa Camiinden Karacaahmet mezarlığında kardeşi Necdet San­ çar'ın yanına kadar,Türkiye'nin her yerinden gelen Türkçüler, O'nu eller üzerinde taşıdılar. Mekanı "uçmak" olsun.

25


SONA DOÖRU Bilsin cihan ki ben bu cihanın nesindeyim; Bir ülkünün mehabetinin zirvesindeyim. Dünya denen mezellete dalsın her isteyen; Ben ırkımın şeref taşan efsanesindeyim. Herkes bir özleyişle yaşar... Ben de öylece Altaylar'ın ve Tanndağ'ın çevresindeyim. Merdanelikle şöyle bakıp ayrılıklara Son menzilin hüzün dolu kaşanesindeyim. Artık veda zammına pek fazla kalmadı; Yorgun ve kimsesiz ölümün bahçesindeyim... ATSIZ

Atsı7., eller ve parmaklar üzerinde, Karacaahmet'teki istirahatgfilıına gö­ türülüyor. Yetmiş yılın fırtınasını, ancak bu ay - yıldızlı bayrak teskin et­ miş olmalıdır.

26


ATSIZ BİBLİYOGRAFYASI

1. Atsız, Dalkavuklar Gecesi, İstanbul, 26 Ma yıs 1941,56. s. 2. Atsız, Bozkurtların Ölümü, İstanbul 1946. Diğer baskılar: 1951, 1955, 1958,1962, -1966, 1970, Sekizinci ve dokuzuncu baskı lar 1973 ve 1974 yıllarında Bozkurtlar Di riliyor ile birlikte Bozkurtlar adı altında, İstanbul'da yayınlanmıştır. 3. Atsız, Bozkurtlar Diriliyor, İstanbul 1949, Diğer baskılar: 1950, 1953, 1957,1962,1965, 1969, 1971. Dokuzuncu ve Onuncu baskı lar 1973 ve 1974 yıllarında Bozkurtların Ölümü ile birlikte Bozkurtlar adı altında, İ stanbul'da yayınlanmıştır. 4. Atsız, Deli Kurt, İstanbul 1958,208 s. Diğer bas kılar: 1968, 1974 ve 1975. 5. Selim Pusat, Z Vitamini. (Bu küçük roman, 195! yılında Büyük Doğu mecmuasında, "Selim Pusat" imzası ile tefrika edilmiştir.) Bü yük Doğu, sa: 18,s. 10-ll; sa. 19, s. 10-11 sa. 20, s. 10-16. 6. Atsız, Ruh Adam, İ stanbul 1972, 301 s. İkinci baskı 1974. 27


B.

HİKAYELERİ:

N. Nihal Atsız'ın hikayeleri ilk önce (Y.D.) imza­ sı ile Atsız Mecmua'da daha sonraları ise (Atsız) im­ zası ile Çınaraltı, Orkun, Ötüken... gibi dergilerde yayınlanmıştır. 1. "Dönüş" a) Atsız mecmua, sa. 2, s. 40-41 (1931)'de (Y.D.) imzası ile. b) Orhun, sa. 10, s. 20-21 (1943)'de (Atsız) im zası ile. 2. "Şehidlerin duası" a) Atsız Mecmua, sa. 3, s. 64-67 (1931)'de (Y.D.) imzası ile. 3. "Erkek Kız" a) Atsız Mecmua, sa. 4, s. 85-88 (1931)'de (Y.D.) imzası ile. 4. "İki Onbaşı, Galiçya ... 1917" a) Atsız Mecmua, sa. 6, s. 141-143 (1931)'de (Y.D.) imzası ile.

b) Çınaraltı, sa. 67, s. 11 ve 13 (1942)'de (Atsız) imzası ile. c) ötüken, sa. 30. s. 17-18 (1966)' da (Atsız) imzası ile. 5. "Her çağın masalı: Boz doğanla Sarı yılan" a) ötüken, sa. 28, s. 22-24 (1966)'da imzasız olarak.

28


C.ŞÜRLERİ: H. Nihal Atsız'ın " Şiirleri", önce çeşitli dergiler­ de yayınlanmış ve bu şiirlerin bir çoğu, daha sonra Yolların Sonu adlı kitapta toplanmıştır.

Atsız, Yolların Sonu, Şiirler, İstanbul 1946, 131 s. İkinci basım, Ankara 1952, 63 s. Üçüncü basım, Ankara 1963, 76 s. Dördüncü basım, İstanbul 1975, 110 s. ***

1931

Aşağıda bu şiirlerin neşirleri kronolojik olarak sıralanmış ve her şiirin Yolların Sonu'nun 4. baskı­ sındaki sahifeleri gösterilmiştir. 1. (Atsız) "Bugünün gençlerine", Atsız Mecmua sa. 1, s. 12. Bk. Y.S., 66-67. 2. (Atsız) "Koşma" , Atsız Mecmua, sa. 2, s. 33. Bk. Y. S., s. 78. 3. (Atsız) "Asker Kardeşlerime", Atsız Mecmua s. 2. s. 36. Bk. Y.S. s. 72-73. 4. (Atsız) " Türklerin Türküsü" , Atsız Mecmua, sa. 3 s. 50. Bk. Y.S., s. 50. 5. (Atsız) "Topal Asker',', Atsız Mecmua, sa. 4, s 82-83. Bk. Y.S., s. 13-18. 6. (Atsız) "Muallim arkadaşlarıma" , Atsız Mec mua, sa. 5. s. 101. Bk. Y.S., s. 68-69. 7. (Atsız) " Şehit tayyareci Erkanıharp Yüzbaşı Kami'nin büyük hatırasına" , Atsız 29


Mecmua, sa. 6, s. 123. 8. (Atsız) '.'Şiir" (başlıksızdır), Atsız Mecmua, sa. 8. s. 190. Bk. Y. S. , s. 70-71.

1932

9. (Atsız) "Varsağı" (Başlıksızdır), Atsız Mec­ mua, sa. 9, s. 218. Bk. Y. S., s. 8384. 10. (Atsız) "Varsağı" (Başlıksızdır), Atsız Mec­ mua, sa. 10, s. 238. Bk. Y.S. s. 8585. 11. (Atsız) "Koşma" (Başlıksızdır), Atsız Mec­ mua, sa. 12, s. 296. Bk. Y. S. s. 79. 12. (Atsız) "Toprak-Mazi", Atsız Mecmua, s. 14, s. 40-41. Bk. Y. S. , s. 20-24. 13. (Atsız) "Bugünün gençlerine" (Başlıksızdır) Atsız Mecmua, sa. 16, s. 74. Bk. Y.S. s. 74-75. 14. (Atsız) "Varsağı" (Başlıksızdır), Atsız Mec­ mua, sa. 17, s. 101. Bk. Y.S., s. 8788. 15. (Atsız) "Ayrılık", Atsız Mecmua, s. 17. s. 175 Bk. Y. S.,"nda yoktur. 16. (Atsız) "Yolların Sonu", Atsız Mecmua, s.17 s. 176. Bk. Y.S., s. 11-12. 1933 17. (Atsız) " Dün gece", Orhun, sa. 1. s. 3. Bk. Y. S., s. 56-58. 18. (Atsız) "O gece", Orhun, Sa. 2, S. 44. BK Y. S 56-58. 30


19. (Atsız) "Şiir" (Başlıksızdır), Orhun, sa. 3, s. 54. Bk. Y.S. 'nda yok.

1938

20. (Bozkurt) "Bugünün gençlerine", Ergene kon, sa. 1. s. 7. Bk. Y.S., s. 6667. 21. (Bozkurt) "Türklerin Türküsü", Ergenekon, sa. 2, s. 19. Bk. Y. S. , s. 50. 22. (Bozkurt) "Asker Kardeşlerime" Ergenekon, sa. 3, s. 7. Bk. Y.S., s. 72-73.

1941

23. (Atsız) "Yarının türküsü" , Çınaraltı, sa. 10. s. 5. Bk. Y. S., sa. 33-34. 24. (Atsız) " Türk kızı", Tanndağ, sa. 4, s. 8. Bk. Y.S., s. 35.

1943

26. (Atsız) "Toprak-mazi (1932)", Kopuz, s. 3. s. 50-51. Bk. Y.S., 20-24. 27. (Atsız) "Topal Asker", Kopuz, sa. 4. s. 75-76 Bk. Y. S., s. 13-18. 28. (Atsız) "Bahtiyarlık", Kopuz,sa. 10. s. 218. Bk. Y.S., s. 48-49. 29. (Atsız) "Geri gelen mektup", Orkun, sa. 44. 5. Bk. Y.S. , s. 97-98; Ruh Adam, İst. 1972. s. 246-247. 31


30. (Atsız) "Dünden sesler: Yarının Türküsü", Orkun, sa. 53, s. 5. Bk. Y.S., s. 33-34. 31. (Atsız) "Dünden sesler: Koşma", Orkun, sa. 58, s. 9. Bk. Y.S. s. 70-71.

1964

32. (Atsız) "Kömen", ötüken, sa. 2, s. 5. Bk. Y.E Ş. 36-40.

1966

33. (Atsız) "Kömen", Ötüken, sa. 28, s. 18-19. Bk. Y.S., s. 36-40.

1970

34. (Atsız) "Macar İhtilalcileri", Ötüken, sa. 79, s. 4. Bk. Y. S. , s. 51. 35. (Atsız) "Macar İhtilalcileri", Ötüken, s. 82, 9. Bk. Y.S., s. 51.

1971

36. (Atsız) "Kömen", Ötüken, sa. 95, s. 8-9 Bk. Y.S., s. 36-40.

1972

37. (Atsız) " Türkçülük bayrağı", Ötüken, sa. 119-120. s. 3. Bk. Y.S., s. 76.

32

e


1975

38. (Atsız) "Nejdet Sançar'a ağıt" Ötüken, sa. 138. , s. 3. Y. S. 'nda yoktur.

ç. DİGER KİTAPLARI: 1. Nihal Atsız, Divan-ı Türki-i Basit, gramer ve lugüti, 1930 Mezuniy�t Tezi, Türkiyat Enstitüsü no 82, 111 s. 2. H. Nihal (Atsız, " Sart Başı"na Cevap, Yerli doktorlar olmadığı için ölen "merhum" Atsız Mec­ mua Müdürü'nden, ecnebi doktorlar sayesinde ya­ şayan Yaş Türkistan Müdürü'ne, İstanbul 1933, 8, s. 3. Atsız, Çanakkale'ye Yürüyüş, İstanbul 1933, 54 s. (9 resim ile). 4. Atsız, XVI'ncı asır şairlerinden Edirneli Naz­ mi'nin eseri ve bu eserin Türk dili ve kültürü bakı­ mından ehemmiyeti, İstanbul 1934, 16. s. 5. Atsız, Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar, Bi­ rinci Bölüm, En eski zamanlardan başlayarak Apar sülalesinin düşmesi tarihi olan miladi 552'ye ka­ dar, İstanbul 1935, X-138 s. (bir harita ile). 6. Atsız, Komünist Don Kişotu Proleter Burjuva Ndzım HikmetofYoldaşa, İstanbul 1935, 16 s. (İlk 12 sahife Atsız'ın, 13-16 sahifelerde ise Abdülbaki Gölpınarlı'nın Nazım aleyhine yazdığı bir şiir var.) 7. Atsız, XV'nci asır tarihçisi Şükrüllah, Dokuz 33


Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi, ·Eski Türklerle Fatih Sultan Mehmed'in tahta oturuşu­ na kadar olan Osmanlı tarihinden bahseder, İstan­ bul 1939, IV-72 s. 8. Nihal Atsız, Müneccimbaşı, Şeyh Ahmed De­ de Efendi, Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1940, 51 s. (Necati Lugal'ın "Karahanlılar" ve Hasan Fehmi Turgal'ın "Anadolu Selçukluları" adlı tetkikleriyle birlikte). 9. Atsız, 900'üncüYıl Dönümü (1040-1940), İs­ tanbul 1940, 32 s., 2. 2. Baskı 1955. 10. Atsız, İçimizdeki Şeytanlar, İstanbul 1940, 16. s. 11. Atsız, En sinsi Tehlike 1) Komünist Don Ki­ şotu Proleter-Burjuva Nazım HikmetofYoldaşa, 2) İçimizdeki Şeytanlar, 3) Üç Rejim, 4) En Sinsi Teh­ like, İstanbul 1 Ağustos 1943. 53. s. 12. Atsız, Türk Edebiyatı Tarihi. En eski çağlar­ dan başlayarak Büyük Selçukluların sonuna ka­ dar, Birinci basım, İstanbul 1940, 46 s. , İkinci ba­ sım, İstanbul 1943, 76 s. 13. Atsız, Hesap Böyle Verilir, İstanbul 1943, 48 s. (llk 33 sahife Atsız'ın, 33-48. sahifeler arası Ham­ za Sadi Özbek'in Reha Oğuz Türkkan'a cevapları­ dır). 14. l.Süruri Ermete (Üçüncü dereceden harb malulü piyade subayı),-Türkiye Asla Boyun Eğme­ yecektir (Türk-Rus savaşlanmn özeti), İstanbul 10 Ha.Ziran 1946 Üsküdar, 30 s. 15. Atsız, Ahmetli, Dastan ve tevarih-i müluk-i Al-i Osman Türkiye Yayınevinin İstanbul'da 1949'da yayınladığı Osmanlı Tarihleri, 1, adlı ese34


rin 1-35, sahifelerinde. 16. Atsız, Şükrüllah, Behcetü't-tev8.rih, Türki­ ye Yayınevi'nin İstanbul'da 1949'da yayınladığı Os­ manlı Tarihleri, 1, adlı eserin 37-76 sahifelerinde. 17. Atsız, Aşıkpaşaoğlu Ahmed Aşıki, Tevarih-i Al-i Osman, Türkiye Yayınevi'nin İstanbul'da 1949'da yayınladığı Osmanlı Tarihleri, 1, adlı ese­ rin 77-318. Sahifelerinde. 18. Atsız, 900'üncü Yıldönümü- Devletimizin Kuruluşu, İstanbul, 20 mayıs 1955, 1-51, 51-64 s. 19. Atsız, Türk Ülküsü, İstanbul 1956, 146 s. İkinci basım 1966. Üçüncü baskı 1973. (Birinci bas­ kının 5-19. sahifelerinde İsmet Tümtürk'ün "Atsız hakkında birkaç söz" başlıklı bir tetkiki v�r). 20. Atsız, Osman (Bayburtlu), Tevarih-i Cedid-i Mir'at-i Cihan, İstanbul 1961, 84 s. 21. Atsız, Osmanlı Tarihine Ait Takvimler, 1, 824, 835 ve 843 tarihli takvimler, İstanbul 1961, 123 s. 22. Atsız, Ordinaryüs'ün Fahiş Yanlışları (Ali Fuad Başgil'e cevap), İstanbul, 15 ekim 1961, 8. s. 23. Atsız, Türk Tarihinde Mes'eleler, Afşın Ya­ yınlan, nu: 8, Ankara 1966, 158 s. 24. Atsız, Birgili Mehmed Efendi Bibliyografya­ sı, İstanbul 1966. 25. Atsız, İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebussuud Bibliyografyası, İstanbul 1967, 61 s. 26. Atsız, Ali Bibliyografyası, İstanbul 1968, 121 s. 27. Atsız,

Aşıkpaşaoğlu Tarihi, 1000 Temel 35


Eser no 23: İstanbul 1970, V-234 s. 28. Atsız, Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden Seçmeler, 1. 1000 Temel Eser, nu: 60/1, İstanbul 1971, XIII-308 s. 29. Atsız, Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden Seçmeler, il, Türk Kültürü Kaynak Eserleri Dizisi, İstanbul, 1972, 308 s. 30. Atsız, Oruç Beğ Tarihi, Tercüman 1001 Te­ mel Eser, nu: 5, İstanbul 1973, 141-XIV-98 s.

D. TÜRK (İNÖNÜ) ANSİKLOPEDİSİNDEKİ MADDELER: G Gülşeni (İbrahim)

H

Hafid Efendi Handan Valide Sultan (Manası anlaşılamaya­ cak şekilde redakte edilerek yayınlanmıştır). Hayreddin Paşa (Barbaros) (Hayreddin Pa­ şa'mn vakıflarının listesi çıkarılarak yayınlanmış­ tır). Hızır Bey Çelebi (Manası anlaşılamayacak şe­ kilde redakte edilerek yayınlanmıştır). 36


1

Işbara Han Işbara Kağan ivaz Mehmed Paşa

i İbrahim İnal İçin Kağan (Çok eksik bir şekilde yayınlanmış tır). İçing Katun llbilge Katun llteriş Kutluğ Kağan llyas İshak Hocası Ahmet Rızai İshak Paşa İshak Reis İskender Reis (İmzasız yayınlanmı ştır). İstemi Kağan

K

Kağan Kapağan Kağan KaraHan Kara Kağan Karabaş Veli (İmzasız yayınlanmıştır).

37


Kayı (İmzasız yayınlanmıştır). Kefeli Hüseyin (İmzasız yayınlanmıştır). Kemalpaşaoğlu (İmzasız yayınlan.D1ı ştır). Kutlamış (Yayınlanacak maddeler) Kıbılay Kağan Kutluğ Bilge Kül Kağan Kül Teğin Kül Teğin anıtı ve yazıtı Kür Şad

M Mahfiruz Hadice Valide Sultan Mete Mustafa Ali (Gelibolulu) Müneccimbaşı

N Nazmi (Edirneli)

o

Oğuz Han

ö Ötüken 38


HÜSEYİN NİHAL ATSIZ'IN İMZALARI VE TAKMA İSİMLERİ: a) İmzalan: Atsız H. Nihal ( Hüseyin Nihal)

Nihal Atsız Çiftçioğlu Çiftçioğlu, H. Nihal H. Çiftçioğlu ( Hüseyin Çiftçioğlu) b) Takma isimleri:

Y.D. T. Bayındırlı Selim Pusat Suriri Ermete Bozkurt Adsız Dergi

39


HÜSEYİN NİHAL ATSIZ'IN BİBLİYOGRAFYASI: A. Romanları: B. Hikayeleri: C. Şiirleri: Ç. Diğer Kitaplaiı: D. Türk (İnönü) Ansiklopedisi'ndeki makalele ri:

E. Dergilerdeki makalaleleri:

Kısaltmalar:

c.

cilt

s. sahife sa. sayı, numara, nu:

40


ATSIZ'IN YÜKSEK KARAKTERİ

Türkçülüğün pir'i Büyük Türkçü Atsız'ın kişili­ ği o derece saygı uyandıracak bir seviyededir ki, O'nu bir-iki yazıyla geçiştirmek imkansızdır. Atsız, Türkçülüğü ile, Türkoloji alanındaki ilmi araştır­ maları ile büyük bir Türk oğlu olduğu gibi, yüksek karakteri ile de zamanımızın eşsiz bir Türk evladı idi. O, herkes gibi değildi; herkesten çok farklı, çok dürüst, çok faziletli bir şahsiyete sahipti. O'nun Türkçü kişiliği nasıl yetişen yeni nesillere bayrak olmuş ise; O'nun Türk dili, edebiyatı, tarihi ile ilgili araştırma ve çalışmaları nasıl Türkoloji alanında yetişen yeni ilim adamlarımıza örnek olmuş ise ve ışık tutmuş ise; O'nun karakteri de aynı şekilde Türk nesillerine ve. insanlığa ders ve ibret teşkil edecek, -eski deyimle- "nümune-i imtiral" olacak özellikler taşıyordu. 41


1944'de Sıkıyönetim Mahkemesi'nde duruşma­ lar devam ediyordu. Bir gün, öğle yemeği için ara ve­ rilip Tophane Askeri Cezaevi'ne dönülmüştü. He­ nüz Cezaevi'nin giriş yerinde idik. Atsız, "Arkadaş­ lar" dedi. "Şayet, sizin lehinize, benim aleyhime ola­ cak bir deliliniz, bir belgeniz varsa, hiç tasalanma­ dan bwıu Mahkeme'de söyleyiniz. Kat'iyyen gücen­ mem ve sizi ayıplamam. Bunu yapmayan arkadaşa ben gücenirim". 23 Türkçülük sanığı (!) -zira 23 kişi idik- suspus olmuştuk. O günün şartlarını bilenler, bu yiğitçe sözün ne demek olduğunu gayet iyi bilir­ ler. Zamanın Cumhurbaşkanı, bütün devlet güçle­ rini ve devrimbaz kalemşörleri Türkçülerin üstüne sevketmiş saldırtmıştı. Devrin Sıkıyönetim Komu­ tanı, Türkçülerle ilgili ithamnameyi, Sıkıyönetim Mahkemesine " Irkçılık ve Turancılık yapmak" suretiyle hiyanet-i vataniyeleri sabit olan" ibare­ siyle sevketmişti! Dışarıda ve içeride -Tophane As­ keri Cezaevi'nde- Türkçü sanık (!) ların idam olwıa­ cağı açık açık söyleniyordu. Ama, Atsız, işte böyle konuşuyordu: Böyle idi . .. 1943 yılında, İkinci Cihan Savaşı'nın en karan­ lık ihtimalleri sinesinse taşıdığı bir sırada, Türkçü olarak bilinenler; kendi aralannda çok çirkin bir tartışmaya girişmişlerdi . Burada adını zikretmek istemediğimiz birisi, Atsız'a saldırmıştı; bir takım yazılar yazmış, hatta hacimli bir broşür de yayımla­ mıştı. Atsız da, çörünaçfu- bu kişiye cevap vermişti. Hadisenin dışarıdan görünüşü "Türkçülüğün kendi aralarında bozuştukları parçalandıkları" şeklinde idi. Ankara'da bulwıan genç bir Türkçü, bu görünü­ şe dayanamadı ve tarafları barıştırmak için hare­ kete geçti. İstan bul'a gitti. Atsız'ı Kartal Malte42


pe'deki evinde ziyaret etti. Atsız'ı ilk defa görüyor­ du. O'nu haşin ve sert bir insan, kolay kolay ikna edilmez bir kişi sanıyordu. Delillerini ortaya döktü. O günkü durum müvacehesinde Türkçülerin bozu­ şup parçalanmalarının çok acı ve düşman sevindiri­ ci bir şey olduğunu dilinin döndüğünce anlattı. At­ sız samimiyeti derhal anladı "Peki" dedi. "Ancak, biz bir kaç arkadaşla birlikte idik; onların da muva­ fakatını almak lazım" diye ilave. etti. Atsız'ın evladı olabilecek kişilerin de muvafakati de alındıktan sonradır ki meşhur "barışma toplantısı" yapılabil­ mişti. Atsız işte bu idi! O'nun, lekesiz-eksiksiz dürüst­ lüğü fazileti her kula nasip olmayacak bir seviyede idi. O, her türlü kalın sineye çekecek; O, her türlü ezaya cefaya Türklük için, Türkçülük için katlana­ cak -hem de tek başına katlanabilecek- örnek bir ül­ kü ve iman adamı idi. O, hayatının hiçbir anında, şahsı için hiç bir talepte bulunmamış en kudretli dünya adamları karşısında dahi gerçekleri haykı­ rabilmiş; boyun eğememiş; Türklük ve Türkçülük mevzuularında asla taviz vermemiş taviz tanıma­ mıştır. Genç Türkçüler, Bozkurtlar, yeise ümitsizliğe kapıldığınız anlarda Atsız'ı hatırlayın; Atsız'ı oku­ yun! O, uzun yıllar, asırlar boyu Türklüğe ışık tuta­ cak Büyük Türkçü'dür!

43


l l ARALIK Yesügey Karabuga tarihi bir yas günüdür, hem de günün birinde mutlaka devlet tarafından resmen anılacak olan bir yas günü ...

11 Aralık

11 Aralık tarihinde H. Nihal Atsız adlı bir çeri, Tann Dağı'na göçmüştür. Kalemlerimizin tanımla­ makta güçsüz kaldığı bu 20. Yüzyılın Kürşad'ı, gün, ay ve yıllar birbirini izledikçe daha iyi anlaşılacak, Türk Tarihindeki ölmez yerine oturtulacaktır.

Atsız dev bir "eserin" Türk Milletini kurtaracak olan Türk Milliyetçiliği'nin Yirminci Yüzyıldaki en büyük senaristi, rejisörü ve bir devrin baş aktörü­ dür. Atsız der ki, "Türkçülük, Turancılık ve Soyculuk esas alınmak kaydı ve Türk Milletinin yapısına ters düşmemek şartıyla, Türk Milliyetçiliği mutlaka doktrine olacaktır!" Ve Atsız'ın dedikleri bugün gerçek olma yolun­ dadır. Türk Milliyetçiliği okulundan yetişen inançlı Türk evlatlan, davalarına sahip çıkmakta, dış em­ peryalizmin tampon ideolojilerine karşı kendi eko­ nomik görüşlerini doktrine etmekte, yirmibeş kişi­ yi aşmayan bir zamanlann öncülerinin taşıdığı ·,ayrağı yüzbinler halinde hedefe koşturmaktadır44


lar. • Türk Milliyetçileri arasına nifak sokmak, Atsız gibi bir Türk düşünürü üzerine polemikler yapmak, bölücü tohumlar serpiştirmek, emperyalizmin bir oyunudur ve ancak emperyalizmin işine yarar.

Türk Milliyetçisinin yapması gereken yegane değerlendirme şudur: Atsız, Türk Milliyetçiliğinin küfür sayıldığı dönemlerde, Türk Kavramını koru­ yan bir kale, hayatı boyunca çıkar, ikbal ve mevki hesapları peşinde koşmayarak en soldaki düşman­ larına bile şapka çıkartan, taviz tanımayan bir fikir abidesidir. Atsız, hayatı boyunca inanılmaz acılar çekmiş, emeğini esirgemediği bütün devlet müesseselerin­ den kovulmuş, ailesinden, çocuklarından kopmuş, aç-susuz, parasız kalmış, işkenceler görmüş, fakat hiç bir zaman eğilmemiştir. Atsız hayatı boyunca politikadan iğrenmiş, si­ yasi dalaveralardan nefret etmiş, Türklük pınarın­ dan kaynaklanarak tertemiz akmış ve bir an bile aktığı nehrin yatağını değiştirmeye tenezzül etme­ miştir. Atsız, Tek Şef döneminde Osmanlı büyüklerini savunmuş, ecdad mezarlarına, manevi değerlerin karşısına dikilenlere demir kalemi engin yüreği ile engel olmuştur. Atsız, Türk Milleti'nin manevi gücüne daima sa­ hip çıkmış, sadece ve s adece - güneyden tohumla­ nan Vahhabi kokulu Arap Emperyalizmine dur de­ miştir. Türk Genci - dt!-şün ve Atsız Ata'nı unutma!

45


İNCELEME

ATSIZ Adailet Gökçe Çeşitli eserleri incelendiğinde 'Milli Büyük' ön­ ce kendi milletinden gelmiş olacak, sonra kendi mil­ letinin ahlakına sahip olacak · ve milletine büyük hizmetlerde bulunmuş olacaktır. Bu tip büyüklere hangi milletten olursa olsun saygı duyan Atsız, Türk Büyükleri için de elbetteki aynı görüşle eleme yapmış ve imtihanını verenleri coşkun bir saygı ile ululamıştır. Böylece soy - ahlak - hizmet üçlüsü ile Atsız fel­ sefesi kurulmuş oluyor.

15. Asırdan sonra 550 yıllık devrin savaş bilan­ çosunu çıkaran Atsız, 275 yılın savaşla geçtiğini ve sonuç olarak bugün Türk ordusunu yenecek hiç bir ordunun mevcut olmadığını belirtir. 1971 Ötüken Dergisinde çıkan Malazgird'in 900. yıldönümü ve Milli Kültür adlı makalesinde: "Geçmişi anmak insanlara mahsus bir iştir. Hay­ vanlar geçmişi düşünmez. Onlar yalnız içinde bu­ lunduk.lan anın kaygısındadır. -Geçmiş- ne kadar kusurlu olursa olsun bugün ve yann için vereceği derslerle, göstereceği ibretlerle ihmaline imkan ol­ mayan bir kitap, insanlarla milletlerin güç kaynak46


lanndan biridir. Bundan dolayıdır ki bir millete geçmişini unutturmak onu yok etmenin ilk şartı­ dır" der. Bu parçada insan ile hayvan arasındaki ayırım çok enteresandır. Geçmişi insanlarla, mil­ letlerin güç kaynağı olarak belirtmesi toplum ile, ferde aynı değeri veridiğini gösterir. Bu konuda sos­ yologlar ferd mi, toplum mu? münakaşasında hala anlaşamamışlardır. Türk Edebiyat ve tarihinde üç tarih görüşü var­ dır:

. 1 Türk tarihi bir bütündür. -

2 Türk tarihi İslamiyetin kabulüyle başlar. -

3 Tarihin önemi yok, hatta içinde yaşadığımız anın bile önemi yok. Mühim olan gelecektir. Yani tarihi inkar. -

Bu görüşlerden son ikisinin sakat görüşler oldu­ ğu açıktır. Atsız makalelerinde birinci görüşün sağ­ lamlığı ve esaslığını ortaya koyar. Bunun fert ve millet için gerekliliğini belirtir. (Selam ulu atamız Tanrıkut'un hatırasına Selô.m onun

dört tümeninin askerlerine...

Selô.m Malazgird kahramanlarına

ve

onlara

Katılan Oğuzlarla Peçeneklere... Selô.m Başkumandanlık Savaşının şehitlerine

ve

Gazelerine... Selô.m Kıbrıs Türklerini k urtarırken düşenlere ue Kalanlara. .. Ve. . . Selô.m yarının bahtiyar şehitlerine!.. )

47


12 Ağustos 1975'te yazılan bu satırlar onun ta­ rih ve millet anlayışını en bariz şekilde ortaya ko­ yar.

Büyük Türkçü mütefekkir Atsız Beğ'i bu çalış­ maya iten, her halde Bilge Kağan devrinden itiba­ ren çeşitli Türk büyüklerinin bu konuda kesinlikle "Türk yenilmez" inancıdır. Bu inanç güzel ama doğ­ ru mu? Her konuda olduğu gibi bu konuda da yalnız güzel olanı değil, aynı zamanda doğru olanı da ara­ yan müteffekirimiz uzun tarih araştırmalanndan sonra içi rahatlıyarak, Türk ordusunun yenilmezli­ ği ve Türk devletinin ebediliği gerçeğini bulmuş ve inanarak, bilerek, güzel bularak eserlerinde bunu belirtmiştir. Türk tarihi üzerinde yapılan çalışmalarda dü­ şülen hatalan Atsız Beğ'e göre şöyle sıralıyabili­ riz: A - Değişen hanedanlar ayn birer devletmiş gibi alınarak "Türk devlet birlik ve bütünlüğü" yanlış olarak bozulmuştur.

B - Sümer, Elam Akad, Hatti vs. gibi eski ve me­ deni milletler Türk kabul edilerek büyük bir hataya düşülmüştür. C - Verilen malumat çoğunlukla hatalıdır.

Bugün dahi tarihçilerimiz çalışmalannda yan­ lış yoldadırlar. Çünkü sistemleri taklittir. Türk ta­ rihi için hatalıdır. Hata, esasta tarihi ele alış tarzın­ dadır. Bu hususu belirten Atsız Beğ, Türk tarihi için Türk ilim adamlannca, bir sistem konması gerekti­ ğini savunur. Bu yeni sistemle işlenecek olan Türk tarihi "yalnız maziyi en parlak şekilde göstermekle 48


kalmıyarak, ilerisi için de bir yol çizmelidir." diye­ rek tarih görüşünü ortaya koymuş oluyor. "Tarih şuuru"nu ayn olarak ele alan Atsız Beğ, görülüyor ki, bu konuya çok önem vermiştir. "Tarih şuuru" milletlerin hafızasıdır, şeklinde tarif eder ve ancak millet olan toplulukların buna sahip olabile­ ceklerini belirtir. Atsız Beğ'in tarih çalışmaları gösteriyor ki, mil­ letimiz sık sık yabancıların ihanetine uğramıştır. Tarihin en önemli tarafı geçmişi öğretmek değil, on­ dan ders almaktır. Atsız bu konuda çok hassas dav­ ranarak "tarih bilim değildir" der. Şu halde yetişe­ cek nesillerin geçmişteki olayları ezbere bilmeleri­ nin hiç bir önemi yoktur. Bunu söylerken dikkatli olmamız gerekir. Elbetteki bilinmeyen bir şeyden ders alınmaz. Şu halde tarihi bileceğiz ve değerlen­ direceğiz. Onu Türk milletinin istikbali için kulla­ nacağız. Her şey Türklük için prensibi burada da geçerli. Atsız, "Orhun" dergilerinde "Türk tarihin­ de yabancı kanlıların ihanet serisi"ni bunun için kaleme almıştır. "Tarihin konusu olan hadiselerin belli kanunla­ rı vardır. Türk tarihi için bugüne kadar öğrendiği­ miz konuların en başta geleni (Yabancı kan taşı­ yanlara güvenme!) buyruğunu vermektedir. Bu buyruk büyük geçmişimizin, ırkımızın, atalarımı­ zın buyruğudur." Şuurlu tarih bilgisine sahip olan hiç kimse bu fikre karşı çıkamaz. Şuursuz, kozmopolit veya Türk milletinin uyanmasını istemeyen vatan hainleri el­ bette ki bu fikre şiddetle karşı çıkmışlardır. Sekiz ihanet serisi yayınlayan Atsız hepsinin sonunu "dü­ şün ve unutma!" ibaresi ile bitiriyor. 49


Bu seride: "Milattan önce 78 yılında Kun elin c..1e asırlarca yurttaş olarak rahat rahat yaşayan Çi nı1iler, Kun ordusunun Çin'e akın yapacağını Çin İmpc.u-atoru­ na bildirerek Kunlann pusuya düşürülüp p,erişan edilmelerini sağladılar. Çinliler Kun elinde h,er ne kad�r yurttaş olarak yaşıyor idiyseler de Çinh idi­ ler. Olüm kalım anında elbette ki Çin tarafım tu ta­ caklardı. Bu olaydan dolayı onları kınamak doğı".11 olmaz. Kınanacak olan taraf Kunlann gafletidir.'' "Gene milattan önce 68 yılında Kunlar Çin'e akın yapacaklardı. Ancak Kun ordusundaki üç Çin­ li seyisin çaşıtlığı bu akını önledi. Burada gene Çinli kendi milleti hesabına çalış­ tı. . " "Türk hükümdarı Ho-Pe-Men (asıl Türkçe adı bilinmiyor) M.S. 235 yılında kendi ordusundaki bir Çinli askerin suikastı ile öldürülünce Türk devleti için yapacağı faydalı çalışmalar yarıda kaldı. Türk devletine şan şeref kazandınp onu yüksel­ tecek olan bir Türk hükümdarının kendi ordusun­ daki bir yabancı tarafından öldürülmesi elbette ki üzerinde düşünülecek ve unutulmayacakm bir ko­ nudur". " Gök Türk hakimiyeti çağında 580 yılında Çang-Sun-Çing adında bir Çin kumandanı güzel bir Çin prensesini Türk kağanına takdim ederek, Türk devleti içinde yaşar. Türk devletini yalandan tanıyarak Çin hükümdarına bilgi verir. Bilge Kağan (Çin'in yumuşak hediyelerine tatlı sözüne kanıp ona yaklaşma; yaklaşırsan ölecek­ sin!) demişti. Bu hadise için bu sözden daha uygunu 50


düşünülemez. Fakat biz ne atalarımızın dediğini yapıyor ne de tarihten ders alıyoruz." Büyük Türkçü Atsız'ın bu konuda bizi uyarmak ihtiyacı elbette ki boşuna değildir. "582 yılında Işbara Kağan 400 bin kişilik ordu

ile Çin'i perişan etmek üzereyken Çang-Sun-Çing Tölüslerin isyan ettiğini, lşbara Kağan'ın kararga­ hının düşmek üzere olduğu yalan haberini iletmesi üzerine lşbara Kağan bu korkunç akından dönmek zorunda kaldı. " Kendi milletini yok olmaktan kurtarmak için Çinli ancak hiyleye başvurabilirdi. Bunu yaptı. "615 yılında Türgiş Şipi Kağan Çin İmparatoru­

nu yakalayıp Çinlileri mahvedecekken, Çinli zevce­ si tarafından Çinlilere ihbar edildiğinden yapılan teşebbüs boşa çıktı. Çinli zevce milletine hizmette tereddüt etmi­ yor. " "Gene aynı zevce (İçing Katun) Türgiş Kağan'ın ikinci hamlesinde isyan söylentisi çıkararak Çin devletini ve hükümdarını yok olmaktan kurtarır". "Türgiş Kağan ölünce onun yerine geçen kardeşi Çuluk Kağan (619-621) töre gereğince İçing Ka­ tun'la evlendi. Aynı kadın Çuluk Kağan'ı zehirliye­ rek öldürüp Çin'i felaketten kurtardı. " Atsız Beğ'in tesbit ettiği bu ihanet serisinde Çin kadınlarının yurt severliği, fettanlığı, hiylekarlığı, ihanetleri açıkça görülüyor. Demek ki, bir yabancı­ yı kadın diye, zayıf diye küçümsemek; yabancıyı devlet mekanizmasına sokmak büyük bir hatadır. Daha sonra ki tarihimizde de bunun örneklerini gö51


rüyoruz. Ona göre insanlar kumanda edenlerle kumanda edilenlerden ibaretti. Bu askerce düşünce onun tam bir Türk karakterine ve ahlak anlayışına sahip ol­ duğunu gösterir. Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa'yı "Türk harb tarihinin son büyük simasıdır" şeklinde tavsif eder. Askerlik sanatı bakımından son büyük eser olarak savunm asını verir. "Çanakkale erlerin, Sakarya subayların zaferi­ dir. Bu muharebelerde kumandanlık sanatının ro­ lü azdır" der. Bu görüş siyaseti, askeri zihniyetten kesjnlikle ayırması bakımından çok önemlidir. Gerçekten de Çanak.kale ve Sakarya muharebelerinin siyasi so­ nuçları daha önemlidir. Oysa Plevne'de jse askeri bir netice vardir. Tarihi makalelerine titizlikle eğildiğimiz za­ man ortaya çıkan bu gerçek çok ilgi çekicidir. Hiç bir tarih eserinde bu titizlik ve seçiş yoktur. 1963 yılında kara kuvvetleri komutanı, Türk Kara Ordusu'nun 1363'te kurulduğunu söylediği zaman ilk tepki Atsız'dan gelmiştir. Malazgird Savaşı, Dandanakan Savaşı , Pasin­ ler Savaşı, Birinci Kılıç Arslan, Birinci Mesud, İkin­ ci Kılıç Arslan'ın Haçlılarla yaptığı büyük savaşla­ rın kimin tarafından yapıldığını sorarak bu kor­ kunç hatanın önüne geçmiştir. Böylece Türk Kara Ordusu'nun Milattan önce 220'den beri tarihi, tarihi belgelerle kabul edildi. Devletimizin 1071 Malazgirtle kurulduğunu 52


kabul etmez. Ona göre dönüm noktası 23 Mayıs 1040 Dandanakan'dır. İlmi gerçeklerden haberi olmayan bazı tarihçi­ lerin Cengiz ve Aksak Timur bek hakkındaki çirkin tabirlerini şiddetle yererek, ilmi makaleleri ile on­ ları perişan etmiştir. Meydan savaşlarına ayn bir önem veren Atsız Beğ, Varna Meydan Savaşı 'nı inceliyerek 15. Asır­ da kazanılan bu zaferin kutlanmasında her bakım­ dan .milli menfaatler olduğunu belirtir. Birçok zaferleri inceleyen yazar, bütün bu ger­ çeklerin Türk gençlerine öğretilmesini elzem bulur. Bu geçmişi hatırlamak, yarını düşünmemek demek değil, yarının geçmişe benzemesine çalıştığı için­ dir. İlim de kabul eder ki, bir kere olan bir şey gene olabilir. Bu düşünce�iyle Ziya Gökalp ile müşterek­ tir. .. • • # .. � • Yunanistan-Trakya, Kıbrıs, Kerkük, İran'da yaşayan Türklerin çileleri Atsız'ı yakından ilgilen­ dirmiştir. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti sınırlan dışında kalan bu yerleri ve oralardaki Türkleri dü­ şünmeleri için Türk gençlerini uyarır. .

.

"Yüce dilek uğrunda hak yok, vazife vardır. Türk genci! Hatırından çıkarma ki;

1- Bütün Türkler bir devlet halinde, bir bayrak altında toplanacaklardır. 2- Türk töresine, ilme, tekamüle mugayir hiç bir müessese Türkeli sınırlan içinde yaşıyamıyacak­ tır. 53


"

3- Terbiye ilminin müsaade ettiği en küçük yaş-

tan itibaren bütün Türk çocukları Türkelinin yatılı mekteplerine girerek milli-askeri, terbiyeyi alacak­ tır.

4- Sinema ve tiyatro halk mektepleri olduğun­ dan, mektepler gibi kontrola tabi olacaktır. 5- Türklüğün milliyet, hars ve ahlakına zararlı

neşriyat menedilecektir.

6- Büyük işler ve büyük sermayeler devletin elinde olacaktır. ·

7- İlmin milli gayeleri olacak ve ancak Türklük için çalışan ilimler Türk ilmi olacaktır.

8- Serbest dokturluk ve avukatlık kalkacak, bunlar ancak devlet memuriyeti halini alacaktır. 9- Mirasa cemiyet de iştirak edecektir."

Türk devletinin ana problemlerine ışık tutacak mahiyette olan bu teklif üzerinde düşünmemiz ge­ rekir. (Bütün Türkler bir devlet halinde bir bayrak altına toplanacaklardır.) derken tarihte gerçek. olan şeyler, gelecekte de gerçek olabilir fikri ile yola çıkıyor. Bu izah Türk birliğini hayal olmaktan çıka­ rıyor. Biliyoruz ki, gerçekler önce hayalde doğar, is­ tenir ve çalışılırsa gerçekleşir. Gerçekleşecek olan Türk ilinde Türk töresine, il­ me, tekamüle aykırı hiç bir şey kabul etmez. Aksi takdirde zaten büyük Türk ili hayali gerçekleşe­ mez. Kanunun, ilmin ve tekamülün olmadığı yerde milletten bahsedemeyiz. terbiye ilminin müsaade ettiği en küçük yaştan itibaren Türk çocuklan bu prensiplerle yetiştirilirse ilerde bu hayal elbette gerçekleşecektir. Eğitim ve öğretim yetişkinlerde sinema ve tiyatro vasıtası ile devam eder. Şu halde 54


bu kuruluşlar ciddi kontrol gerektirir. İktisat yönünden Türk devleti çok güçlü olmalıdır. Bu itibarla büyük işler ve sermaye devle­ tin elinde olacak. İlim beynelmilel­ dir. Bu ilmin bütün uluı;larda mevcudi­ yetini gösterir. An­ cak ilmi Türk ilim adamları Türk dev­ le tin i n menfaati için kullanacaklar­ dır. Bugün büyük diye bildiğimiz dev­ letler böyle yapmı­ yor mu? Milletlerin hayatında en önem­ li rolü olan meslek ler öğretmenlik, subaylık, doktorluk ve avukatlıktır. Şu halde bu mes­ lek sahiplerinin devlet politikası içinde ve onun için çalışmaları icap eder. Miras müessesesi, önemli olan Türk milleti olduğuna göre onun lehinde çalı­ şacaktır. "İyi kolla ki dost kim düşman kim öğrenesin" "Şüpheye düşersen tarihe bak, o sana kimlerin dost olduğunu, yani hiç bir dostun olmadığını anla­ tacaktır. Türk genci! Kalbinde sevgin ve kinin yan yana yaşasın" Günümüzde yapılan dostluk ve sevgi edebiyatı 55


çok enterasandır. Türk düşmanları körpe dimağ­ larda milli düşman kinini kasıtlı olarak yok etmeye çalışıyor. Otuzuncu derecede şarkıcılar dünya kar­ deşliği ve insan sevgisi naraları ile belki farkında olmadan büyük iş yaptıklarını sanarak Türklük düşmanlarına hizmet ediyorlar. Bilinen bir gerçek­ tir ki, bazı şeyler sevilmek, bazı şeyler nefret etmek içindir. Dünyada her şey zıddı ile mevcuttur. Bu iti­ barla yalnız sevgiden bahsetmek yaradılışa aykırı­ dır. Türk kendini sevecek; düşmanlarından nefret edecektir. Bu insanlık icabıdır. Aksini düşünmek garezkarlık veya ihanet olur. "İsa'nın yalnız aşk telkin eden felsefesine gül; geç, İsa ezilmiş esirlerin peygamberi idi. Sen hür sa­ vaşçıların torunusun" Değer yargıları milletlerde farklıdır. Bu farklı­ lık milletleri millet yapan en önemli faktörlerden biridir. Avrupalılar aşk felsefesine bağlanabilir. Bu onlara uygun düşebilir. Fakat hür savaşçıların to­ runlarına ters düşer. Türkçülüğün en önemli meselesi Türkiye dışın­ daki 80 milyon (tahminen daha fazla olması gere­ kir, fakat sayımların neticesini doğru vermiyorlar.) Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan, Batı Trakya, Kıbrıs, Rodos, Suriye, Kerkük, İran, Efgan, Sovyet­ ler ve Çin hakimiyetindeki tutsak ırktaşlarımızın hürriyetlerine kavuşmasıdır. Zayıf ve iptidai İran İmparatorluğunun hakimi­ yetindeki 13 milyon Türk'ün konuşması bile yasak­ tır. 1042'de Selçukluların hükmüne giren İran 1925'te Pehlevi Hanedanının tahta geçişiyle Fars­ laşmıştır. Bunun yanı sıra "İran'ı devlet halinde ya­ şatan güç, İmam Rıza'nın türbesi veya Firdevsi'nin 56


Şehnamesi değil, 13 milyonluk sağlam, enerjik, müteşebbis ve cesur nüfusu ile İran Türleridir. " At­ sız bu teşhisinde haklı olsa gerek. Ancak 13 milyon ırkdaşımıza yapılan baskı, her Türk'ü ve hürriyeti savunan insanlığı ilgilendirmelidir. "Tüİ-klerin Pankürkizm ülküsünü gütmeleri bir kusursa İranlıların Panaryanizm düşünceleri ne­ dir? Pantürkizm, gerçekleşebilir bir ülkü olduğunu mazi ile ispat edebilecek durumda olduğu ve yalnız Türkleri düşündüğü halde Fars, Kürt ve Ermenile­ ri içine almak hayalindeki Panaryanizme ne deme­ li? Hele Farslarla Ermenilerin birleşmesi gibi asla gerçekleşemiyecek olan bir düşüncenin ardındaki­ ler nasıl insanlardır? Pantürkistler kendi tarihleri hususunda hiçbir mugalata veya mübalagaya ka­ pılmış değillerdir. Buna ihtiyaçları olmadığı da ma­ lumdur."

8-9 milyonluk Fars ile 2500. yıl dönümünü kut­ laması, tarih önünde bir utanmazlık örneğinden başka bir şey değildir. Asırlarca süren Makedonya, Arap ve Türk hakimiyeti altındaki yıllan ile 2500. yıl kutlamasını nasıl telif edebiliyorlar? Gerçekleri tahrif etmek pahasına da olsa millet­ leri için yapabileceklerini yapan İran ilim, devlet ve sanat adamlarını ibretle takip etmemiz milli men­ faatimiz icabıdır. Komünist kıyıcılığından kaçan 3 milyon Özbek ve Türkmen Efgan Türkistanında İran Türklerin­ den daha iyi şartlarda yaşamıyorlar. Soyumuzun anayurdu Sovyetler Birliğinde ise

40 milyon Türk var. Rusların Türk gücünü kırmak için kullandıkları yollardan en mühimi: ("ayn alfa­ belerle ayn millet haline getirmeye çalıştığı Kazak, 57


Özbek, Tatar, Kırgız, Başkurt, Türkmen, Çuvaş, Karakalpak, Azeri, Oyrat, Hakaslar ve daha küçük idari bölgelerde yaşayan Yakut, Balkar, Karaçay, Nogay, Kumuk, Altaylı gibi .. . ") Atsız Bey'in de teş­ his ve tesbit ettiği gibi Türk dili ve kültür birliğini bozarak, Türkleri birbirinden ayn ufak cumhuri­ yetler haline getirme çalışmalarıdır. Milletlerin mevcudiyeti dil ve kültür birliği ile kaimdir. 40 mil­ yonluk Türk'ü yok etµıek isteyen Rus onun diline ve kültüiüne musallat olmuş durumda. İşin acı yanı plfuılannı Türkiye'ye de tatbik çabasına girişmiş ol­ malarıdır. Rus, dış Türklerle, Türkiye Türkleri arasındaki dil ve kültür birliğini bozacak olursa kendisi için en büyük tehlike olan Pantürkizmi önlemiş olacaktır. Bugünkü aydın argosu bu planın bir parçasıdır. Türkler, Rumlarla Çağrı Beğ zamanında karşı karşıya gelmişler ve yapılan bütün savaşlarda düş­ man hep Bizans ve ona bağlı Gürcü ve Ermeni bey­ likleri olmuştur. 15. Yüzyılın sonlarında Bizans İm­ paratorluğu adım adım feth olunarak ortadan kal­ dırılmıştır. Bizans aslında Doğu Roma İmparator­ luğu idi. Türkler daha Avrupa'ya geçmeden önce, Kuzeyden Mora'ya geçip yerleşen Slav ve Arnavut yığınları sistemli bir şekilde Rumlaştınlmışlar ve eski Bizans İmparatorluğunu diriltmek ülküsüyle Türklük aleyhine bir siyaset güderek, günümüze kadar gelmişlerdir. Bizans dediğimiz bu imparator­ luk böyle karışık ve Avrupalıların hayran olduk.lan Helen ırkından çok ayrı bir topluluktur. Türkler ta­ rafından yokedilen Rumluğun yeniden diriltilmesi, eski Helen ırkına hayran olan İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından gerçekleştirilmiştir. İşte batılı devletler tarafından böyle şımartılan Rumlar, ko58


lay başarılara alışmış, çok harp kaybettiği halde, yalnız Balkan harbini kazandığı için durmaksızın büyümüş, büyüdükçe de istekleri artmıştır. Kıbrıs Harekatına dünya gazeteleri Yunan ma­ ceracılığı ismini vermişlerdir. Aslında bu, yüzyıl­ lardır .süregelmiş (Megalo İdea) yani Bizans hülya­ sından başka bir şey değildir. Helenlerin şüpheli torunları bu hülya sevdası­ na; bundan bir kaç yıl önce de bir Türk kıyımına gi­ rişmişlerdi. Bunu yapan millete acınır mı? Onlar insan soyuna dahil edilebilir mi, İnsan denilebilir mi? 20 Temmuz 1974'te başlayan savaş sonunda da adadaki 650 kişilik Türk alayına saldırmışlar, bu­ nunla da yetinmeyip Yunanistan'dan gizlice getirt­ tikleri birliklerle savunmasız kadın ve çocukları di­ ri diri toplu halde toprağa gömdürüp kurşuna diz­ mişlerdir.

Kıbrıs davasının bir tek çözüm yolu vardır. Kıb­ rıs'ın Türk.iye'ye katılması, Bu iş için henüz erken­ dir deniyor, aslında vakit gelmiş de geçmiştir bi­ le ... NATO ittifakı gibi siyasi mecburiyetler bile bu 59


dostluğu sağlıya.mam.ıştır. Yunan'dan dost olmaya­ cağına göre de Türk siyasetinin adadaki Türk'leri düşünmek ve kurtarmak bakımından yeniden ayarlanması gerekmektedir. Bu mesele Türkiye'nin bir iç işi olduğu gibi, irili ufaklı devletlerden hiç birisinin karışmak yetkisi ve hakkı yoktur. Böyle bir karışma olursa Türk dış işlerinin elbette vereceği uygun cevapları buluna­ caktır. Mesela Amerika'ya "Sen kendi zencilerine bak!" Rusya'ya "Kazaklardan ve Estonlardan, hele Kırımlılardan ne haber?" İngiltere"ye "Cumhuriyet hükfuneti Kraliyet hükumetinden İskoçya'nın ba­ ğımsızlığını dikkate almasını dilemekle kesb-i şe­ ref eyler" şeklindeki cevaplar yerinde olacaktır. Kendisinden koparılan ülkelerdeki ırkdaşlarla ilgilenmek hem bir milli ülkü işi, hem insanlık bor­ cu, hem de şeref ve fazilet davasıdır. Bu konuda Türkiye Türkleri hürriyetin verdiği rehavet içinde modernize olma hevesi ile dostu düşmanı tayin ede­ mez, çevrilen dolapları göremez olmuş ise de Rus­ ya'daki tutsak Türklerin bilginleri, her türlü uz­ manları akıllıca çalışıyor ve direniyorlar. Rusya'yı bile korkutan Çin'deki soydaşlarımı­ zın durumu bizim için hayati bir problemdir. "İçinde Türk nüfusu kalmadı diye tarihi miras­ ları bırakacak değiliz. Bugün Kınm'da da Türk yok ama Kının bizimdir. Günün birinde mutlaka kurta­ rılacaktır." Atsız'ın bu sözleri bugün bir çoğunu ürkütebilir. Ama bunlar üstünde durulacak mevzulardır. "Tutsak Türk Elleri ve onun Osman Batur gibi binlerce şehidi dururken, Zenci Lumumba'ya, Ho­ Şi-Minh'e, Mao'ya destan düzenlere lanet olsun. 60


Milletin büyük yannı ve övüncüyle uğraşmak du­ rurken işçi gündeliklerini hayatın en mühim mese­ lesi haline getirmek isteyen solaklara lanet olsun. Türk ırkının yüceliği ortada iken (Ben hilali bir Çin­ gene ile de yükseltirim) diyen yobaz köpeği sustur­ mayan haysiyetsiz profesöre lanet olsun! Tanrı 'nın gazabı bunların üstüne inmezse daha müthiş olan Türk'ün yıldırımı inecektir." Zenci Lumumba'ya, Ho-Şi-Minh'e, Mao'ya des­ tan yazanlar ilerici kalemler olarak alkışlanıyor. Kendi ırkdaşlarını'. düşünen, op.ların dertlerini dile getiren, Türk'ün büyüklüğünü savunan tarihçi, alim, Atsız, gerici diye hücumlara maruz kalıyor. Atsız hayatı boyunca yazdığı çeşitli eserlet ile Türk milletine bu tezadı anlatmaya çalışmıştır. "Milletler ve onlann teşkilatlanmış şekli olan devletler yaşamak için bir takım tedbirler almaya ve çareler bulmaya mecburdurlar. Devletler bu ted­ birlerin isabetli ve akıllıca olduğu nisbette büyür ve güçlenir." Planı olan bir milletin önüne çıkan fırsattan is­

tifade edebilmesi için milli şuura sahip olması gere­

kir. Yunanistan, Kıbns ve İstanbul'u almayı düşü­ nürken bütün meselelerini halletmiş değildi. İsrail büyük toprak parçalanm alırken hiç değildi . Hin­ distan Keşmir'i alırken halk açlıktan ölüyordu. Rusya 40 milyon Türk'ü esir alırken, ay'a roket fır­ latırken halkının refah içinde olduğunu kimse söy­ leyemez. Bütün bu örnekler gösteriyor ki: "Devlet adamları siyasi konuşmaya mecburdur" diyen Atsız, hür milletin fertlerinin böyle bir mec­ buriyetinin olmadığını belirterek Kıbns için şunla­ rı söyler: "Kıbrıs konusu Türkiye ile Yunanistan 61


arasında ancak silah gücü ile çözümlenecek bir me­ seledir." "Kıbrıs Türktür" sloganı ile hareket edilecektir. Türkiye ile Rumlar'ın haklı oldukları noktalar ol­ duğu için bu meselenin çözümünü savaşta görü­ yor. Tarih üzerinde çalışma yapan Atsız tarihte şu gerçeği görüyor: "Milletlerin hayatında üç merhale ve üç değişmez prensip vardır: Bağımsızlık, birleş­ mek, büyümek." Günümüz insanları yalnız bağımsızlık preİısfüi üstünde duruyor. Atsız için bu ısrar hürriyetin kay­ bı demektir. Birleşmek ve büyümek istemeyen mil­ letler tarih sahnesinden silinmeye mahkumdur. Geçmişini unutmak, soydaşını ve kardeşini hatırla­ mamak, büyümeyi düşünmemek insanlara mahsus bir özellik olamaz. Türkiye ağırlığını koyduğu takdirde Yunanis­ tan, Bulgaristan, İran Türkleri insan haklarına ka­ vuşacaklardır. "İnsanların ve milletlerin uyuşuklaştığı bir çağ­ da bulunuyoruz. Savaşın lafından bile korkuyorlar. Bundan faydalanmayı bilmeli." 6 Nisan 1975'te Ötüken Dergisi'nde yazdığı "27 Nisan 1920" başlıklı makalesinin sonunda: "Kıbrıs Adalar, Batı Trakya ve Kerkük ne ise, Azerbaycan da odur. Büyük geçmişi ve kültürü olan büyük milletler nasıl olsa zincirlerini kırarlar. O gün, umulmadık derecede yakın da olabilir. İstek ve inanç her güçlüğü devirir. İnanalım ve bekleyelim" diyen Atsız da inanç ve sabır iki önemli unsur ola­ rak görülür. Görüşlerindeki isabet Kıbns çıkart62


ması ile ispat olmuştur. "Geçmişteki büyük olayların, savaşların, kah· ramanlıklann şiirleşmiş şekli olan milli destana malik bulunmak millet için bir talihtir. Geçmiş za­ manı, tüller arkasından görülen belirsiz görüntüler gibi gösterip bizi büyük karanlıktan kurtaran, bir soyun geleceği hakkındaki ümitlerini hayal mayal belirten, bir milletin yüksek edebiyatının tohumla­ rım taşıyan milli destan, milli hazinenin en yüksek değerli mücevherlerinden birisidir." "Türk destanı üzerinde incelemeler"den alınan bu parçada; Destanın milletlerin hayatında yaşatıcı, dirilti­ ci rolüne işaret edilir ve bu itibarla üzerinde duru­ lur. Türk destanı üzerinde incelemelerde Türk des­ tanlarının daha çok tarihi olmasını Türklerin mü­ balağadan kaçan, milli karakterlerinin bir sonucu olarak gösterir.

1951 yıllarında bu konu üzerinde çalışma yapan Atsız, hala ağızlarda yaşıyan fakat yazıya geçiril­ memiş olduğu için yok olmaya mahk.U.m destan par­ çalarının mevcut olduğunu; aynca yayınlanmış, hatta kesin şeklini almış olan destan parçaları üze­ rinde yetkililerin ortak kanaat ve sonuca varmaları gerektiğine işaret etmiştir. Mesela: Kesin şekli ile mevcut olan Battal Gazi Destanı, Türk destanı mıdır, yoksa Türkçeye çevril­ miş veya adapte edilmiş bir Arap destanı mıdır? İşaret edilen iki konu üzerindeki çalışmalardan sonra güçlü bir şair bu destan parçalarını birleşti­ rip bir sanat anıtı meydana getirecektir. Dikkat edilirse Atsız Türk destanları demiyor. 63


Bu konuda da Türk tarihinde olduğu gibi birlik, bü­ tünlük, devamlılık esas görüşüne sahiptir. Şu anda elimizde yazıya geçmiş çeşitli devir ve sahalara ait olan Türk destan parçaları var. Bunla­ ra ayn ayn isim verip, ufak ufak parçalar olarak de­ ğerlendirmek, destanın millet hayatındaki fonksi­ yonunu düşünürsek çok hatalı olur. Eldeki parça­ larla şu anda ağızlarda yaşayan parçalan derhal yazıya geçirerek üzerlerinde yetkililerin ortak ka­ naatları belirtilmelidir. Bu noktadan sonra Fir­ devs! misali bir Türk şairinin çıkması ·beklenilecek­ tir. Bu çalışmalar yapılmadıkça çıkacak olan şair­ ler hiç bir şey yapamaz. Bunun içindir ki öncelikle Türk destan parçaları üzerinde çalışma yapılıp so­ nuca varılmalıdır. Türk destanı üzerinde ilk çalış­ ma yapan kişi olarak Ziya Gökalp gösterilir. Ancak Türkoloji bilgisi yeterli olmadığı için iyi niyetli fa­ kat hatalı bulunur. Daha sonra bu konu ile meşgul olan kişi Hilmi Ziya Ülken olarak belirtilir. Bu çalışmaları başlangıç olafak kabul eden At­ sız, ilmi metodlu olmadıklarını da belirtmekten ka­ çınmaz. Başka milletlerin destanları hakkındaki eserle­ ri inceleyerek, Türk destanını ilmi şekilde sınıflan­ dıran ilk Türk, Prof. Zeki Velidi Togan olarak göste­ rilir. Prof. Zeki Velidi Togan'ın çalışmalarını mem­ nuniyetle belirten Atsız, Batı Türkleri Destanı'nın ihmal edildiğini gerekirse, bunu şimdilik Dede Kor­ kut, Danişment Gazi ve ilk Osmanlılara ait parça­ lar olmak üzere sıralamak ve Köroğlunu da - aslı Türkistan'a ait olsa bile - Danişmend Gazi Desta64


nından sonra veya Osmanlılardan önceye getirmek üzere bu işi uzmanlarına bırakmak gerektiğini be­ lirtmiştir. Türk destanının parçalan veya bütünün nazma çekilmesinde Dr. Rıza Nur ve Basri Gocul çalışmış­ tır. Ancak Dr. Rıza Nur şair yaratılışlı olmadığı için, bu uzun destanda başarılı görülmez. Meydana ge­ tirdiği "Oğuz Kağan"ın en değerli tarafı yazılmasın­ daki gaye olarak belirtilir. Atsız Beğ şair olarak Basri Gocul'dan oldukça ümitli görülmektedir. İ lk yazılı Türkçe tarihi-edebi metin diye vasıf­ landırdığımız Orhun Abideleri üzerindeki çalışma­ sı bizim için çok önemli olmuştur. Sağlam Türkoloji bilgisi yanı sıra tarih bilgisinin eşliği ile yapılan ça­ lışmada Thomsen'in düştüğü hatalar belirtilmiş­ tir. Atsız Beğ burada yabancı Türkologların çalıŞ­ malanru Türkçeye tercüme etmemiş; Orhun Abide­ lerini bizzat kendisi günümüz Türkçesine çevirmiş­ tir. Bu işi yaparken gayesi: Türk gençlerinin uzak geçmişten bugün için ders almalanm; eski medeni­ yet ve müverrihlerini tanımalarını sağlamaktır. Gene bu yazısında, sayısız Türk büyükleri ve kah­ ramanları arasında hiç bir kusuru olmayan dört isim verir: Kür Şad, Bilge Kağan, Tonyukuk, Kül Tigin.

21 Mart 1 969'da çıkan Bozkurt Dergisi'nde "Bozkurt" adlı makalesinde: "Türk destanlarında başlıca iki unsur gökten inen ışık ve Bozkurt olarak belirtilir. Sosyoloji filim­ lerinin incelemelerinde her kavmin kendisini bir hayvandan veya bir bi�kiden türemiş saydığını, o 65


hayvan veya bitkiye kutlu diye baktığını belirtir. Bozkurt'un karakterini belirterek, Türk destan parçalarını tahlil ederek; Türk milletinin milli sem­ bolü olarak Bozkurt'u seçtiğini göstererek, "Tür­ küz! Türk kalacağız, milli muhayyelenin doğurdu­ ğu Bozkurt'u daima göğe yükselteceğiz. Bozkurt bi­ zim lolavuzumuz, hayat felsefemiz ve gururumuz­ dur''. der. Edebiyat Fakültesi Asistanı iken yazdığı "Dede Korkut Kitabı Hakkında" adlı makalesinde: Dede Korkut Kitabının lisanının daha eski ve daha yeni metinlerde olan benzeyişindeki tetkik ve mukayesesi ile Türk zümrelerinin birbirleri ile olan münasebetlerinin meydana çıkabileceği üzerinde durur. Mesela: Orhun abidesindeki "Körür közüm kör­ mez teg, bilir biligi.m bilmez teg boldı" ibaresiyle De­ de Korkut'taki "Menüm körür közlerim körmez ol­ dı, tutar menüm ellerüm tutmaz oldı" İbarelerinin ilmi tetkiki bir çok Türk dil ve zümre problemini halletmede yardımcı olacağı aşikardır. Orhan Şakir Gökyay'ın neşrettiği 250 sahifelik Dede Kor­ kut'un hatalı yönlerini tenkit edip, bazı ger­ çekleri ortaya koyarak bu konuda çalışacakla­ ra ışık tutmuştur.

Sırmalar tak sağ soluna, inciler dökün yoluna, Fırtınalar dursun yana; Yol ver TUrk'ün bayrağına. Hamiyetli öz Türk Kanı, .

'

Hiç bak bitmez onun şanı.

"Türk tarihi, dün­ yanın en !laması şiiri, Türk kahramanları da o şiirin berceste mısra-

Kazbek oldu ilk kurbanı, Eğil Türk'ün bayrağına.

66


landır." " .. Kendi ırklanmn başkalarına hAk:iın olarak yaratıldığına inanan atalarımız için kahramanlık bir tabiat, fazilet bir huydu . . . " "Şimdi büyük adını saygı ile andığınız Kür Şad işte o kahramanlıkla faziletin şahıslanmış örneği olan büyük Türk kahraınamdır." "Tarih acaip bir ihtiyaçtır. Bazılarına tam hak­ kım verir. Bazı değersizlerden çok bahseder. Bazı büyükleri hiç anmaz. Bazılarından da yalmz bir kaç kelime söyler. Kür Şad bu sonunculanndandır." der ve tarihin Kür Şad için yazdıklarım şöyle belirtir: 'Yanardağa ruhlu, çelik iradeli kahraman Kür Şad... Bozkurt Hanedanından, yani kağanlar so­ yundan olduğu halde yiğenini tahta çıkaracak. Türk milletini diriltmek için kılıca sanlan Kür Şad... Bu nisbetsiz çarpışmada zaferi sağlayacak tek yola gi­ derek yani düşmamn kalbine saldırarak ruh ve ira­ de kuvveti kadar muhakeme gücüne de sahip oldu­ ğunu belirten Kür Şad... Başarılamayan bir ihtilfile rağmen düşmanın yüreğine korku ve dehşet sala­ rak ırkını mahvolmaktan kurtaran Kür Şad... Son­ ra onun kırk şanlı arkadaşı. . . " .

"Bu hareketin değeri, verdiği sonuca göre ele alı­ mrsa Kür Şad'ın hareketi Türklüğü yok olmaktan kurtardığı için Kür Şad büyüktür. Yapamn kahra� manlığı ve fedakArlığı ile ölçülürse Kür Şad yine bü­ yüktür. Velhasıl o çok büyüktür. Hiç bir kıskançlı­ ğın erişemiyeceği kadar büyüktür." Atsız Kür Şad'ı en büyük Türk olarak ilan ede­ rek büyük insan tipini ona göre tarif eder. 3 Mayıs 1040'ta başlayıp 23 Mayıs 1040'da kesin 67


sonuçla kazanılan Dandanakan Meydan Savaşı'nm Başkomutanı Çağn Beğ'e ayn bir değer verir. Namık Kemal için yazılmış eserler tarih sırası­ na göre Sadettin Nüzhet, Dr. Rıza Nur ve Necip Fa­ zıl tarafından kaleme alınmıştır. Bunlardan Necip Fazıl'ın eserini Maarif Vekaleti'nin para ile ısmar­ latıp yazdırdığı için ilmi değerden uzak bulur. Rıza Nur ile Sadettin Nüzhet'in eserinde ise Na­ mık Kemal'e iki ayn açıdan bakılmıştır. Sadettin Nüzhet bu eserinde samami değildir. İşi şahsiyete dökmek istemeyen Atsız, Sadettin Nüzhet'in "Namık Kemal"i niçin tahrif ettiğini açıklamaz, sa­ dece önemli noktaların tenkidini yapar:

1- Namık Kemal'in Arnavut olduğu iddia olu­ nur. Atsız bunun asılsızlığını ispat eder. 2- Namık Kemal'in padişahtan para aldığı hak68


kındaki iftiralara cevap verir.

3- Nfuııık Kemal'in Osmanlı Hanedanı aleyhta­ rı olduğu halde onlardan memuriyet almasını aley­ hinde delil olarak kullananlara: "Şunu açıkça bil­ meliyiz ki Namık Kemal Osmanlı Hanedanına düş­ man değildi. ·Bilakis o hanedanı seven ve sayan bir adamdı. Bu, tarihi eserlerinde pek açık olarak görü­ lür. "O yalnız mutlakiyeti yıkıp yerine meşrutiyeti getirmek için padişahla çarpışmıştı. Memuriyet al­ masına gelince, bundan da tabii bir şey olamazdı. Çünkü nihayet kendi vatanına hizmet ediyor ve hizmetine mukabil de yaşamak için milletin parası demek olan bir maaş alıyordu. Namık Kemal Rus Çarına hizmet etmiyordu. Kendisine memuriyet veren adam nihayet bir Türk padişahı idi." şeklinde , cevap vermiştir. 4- "Namık Kemal milliyetçi değildir; Osmanlıcı ve İslamcıdır" diyenlere ise: "Acaba 19. asır Türki­ ye'sinde bugünkü gibi bir Türkçülük yapılabilir miydi? Her şeyi zaman ve muhitle ölçmek hak ve in­ saf icabı iken neden Namık Kemal'in zamanı dikka­ te alınmadan tenkid olunuyor?" diyerek cevap ve­ nr. Namık Kemal'e yapılan hücumların hangi çev­ relerden geldiğine bakarsak, bu tenkitlerin kasıtlı olduğu derhal anlaşılır. Şurasık muhakkak ki Na­ mık Kemal'in de tenkid edilecek tarafları elbette vardır. Fakat bunlar Atsız'ın da belirttiği gibi, ne komünistlerin, ne de dalkavukların ileri sürdükleri şeylerdir. Fikir tarihimizde birinci planda yer alan şahsi­ yetler arasında Ziya Gökalp'a ayrı bir yer verir. Gökalp'ın hayal ile tarihin gerçeğini birleştire69


rek vardığı sonuç Atsız tarafından aynen kabul edilmiştir. "Tarihte gerçek olan şeyler gelecekte de gerçek olabilirler" Gökalp'm da diğer fikir adam.lan gibi tenkit edi­ lebileceğini, ancak bu tenkidi, ilmi ve Türkçü açı­ dan yapıldığı takdirde faydalı bulur. Gökalp için ya­ pılan tenkitlerin çoğunluğu Gökalp'ın şahsında Türklük düşmanlığı şeklinde tezahür etmiştir. Ö zellikle "Gökalp'a düşmanlık edenlerin büyük ço­ ğunluğu yerli k:ı.zıllardır. Bu düşmanlığı iki sebebi vardır. Birincisi, Gökalp'ın, eserleriyle Türk'ün manevi gücünü ayakta tutmasıdır. Türkiye'de Türkçülük varoldukça, kızılların memleketimizi Moskof pençesine atmak gayretleri elbette ki ger­ çekleşemez. İkincisi ise, büyük fikir adamımızın, Turancılık ülküsünün de en büyük siması bulun­ masıclır. Türkiye dışındaki Türklerin hürriyetleri­ ne ve bağımsızlıklarına kavuşması d�vası olan Tu­ rancıhk. prçekleşirse, bu yerli kızılların manevi va­ tanlan olan Rusya'nın pençesindeki en verimli top­ raklan elinden kaçırmak. suretiyle yarı yarıya çök­ mesi olacaktır. İşte, kızılların Gökalp düşmanlığı­ nın sebepleri bunlardır." "Akif şair, vatanperver ve karakter adamı ol­ mak bakımından mühimdir" diyen Atsız onun va­ tanperverliğini tam ve tezatsız bir vatanperverlik olarak belirtir. Karakter bakımından da: "... şeklini sıcak.ta, soğukta, borada, kasırgada muhafaza eden kab bir cisimdir" şeklinde belirtir. · "Çanakkale şehitleri için yazdığı şiir kfilidir. Başka söz istemez . " ..

Onu tenkit edenlerden bir kısmı İsldıncı oluşu­ nu söylüyorlar. At.sız bu konuda: " İslamcılık. dünün 70


en kuvvetli seciyesi ve en yüksek ülküsü idi. Bugün­ kü Türkçülük ne ise dünkü İslamcılık da o idi" diye­ rek bu konuya açıklık getirmiştir. "Çanakkale şehitleri için yazdığı şiir kafidir. Başkas söz istemez . . . " "Akif inandı, dönmedi ve öyle öldü." Kızılelma'nın 9. sayısında çıkan bu satırlar At­ sız'ın Akif için yaptığı değerlendirmenin objektif ve vatariperverıine olduğunu gösterir. Onun için zaten bu iki ölçü her zaman esas olmuştur.

1943 yılında, Altın Işık adlı dergide: "Doktor, si­ yaset ve devlet adamı, tarihçi ve Türkçü olarak Türk tarihinde ileri bir yeri olan Rıza Nur'un en kuvvetli cephesi Türkçülüğüdür" der. Atsız Rıza Nur için çok yazdı, çünkü onun fikir­ lerinde· Rıza Nur'un payı büyüktür. Şu satırlarla bunu kendisi bizzat dile getirir: "Maddi ve manevi bir çok hizmetleri arasında, yaptığı tesirin büyük­ lüğü ve genişliği bakımından, en üstünü, bazıları tarafından ilmi olmadığı ileri sürülen "Türk Tari­ hi"dir. Rıza Nur o dağınık ve büyük Türk tarihini bilginlik taslamak için değil, TürklÜğe faydalı ol­ mak, milleti uyandırmak, maziyi sevdirmek için yazmıştı. Kitap bu bakımdan vazifesini fazlasıyla yapmıştır. Bu satırların sahibi de o büyük "Türk Ta­ rihi"nden feyzalanlardan biri di r." Meşhur Türkçü Müşir Süleyman Paşa'nın "Ta­ rih-i Alem"inden sonra Türk tarihini Osmanlı çer­ çevesinden çıkararak Türk tarihin bütün olarak ele alan ikinci eser olarak Rıza Nur'un eseri gösteri­ lir. Rıza Nur eserine: "Dünyada en büyük iftiharım 71


Türk yaratıldığımdır" ibaresi ile başlar. Türklerin tarih huzurunda almaları gereken siyasi, içtimai durumu gözden geçirir. Eserin ilmi olmadığını At­ sız da kabul eder. 1970 yılı Ötüken dergisinde: "Doktor Hasan Ferit Cansever, 1944-1945 Irkçılık Turancılık davasının mahkemeye sürüklediği 23 sanığın arasında en yaşlısı idi" der. Türkçülük davasını benimsemiş, ona hizmet et­ miş olan herkes Atsız için bir değer idi. Nitekim Dr. H. Ferit Cansever de Türkçülük ülküsünü benimse� miş, onun yayılması için kendi uslubu ile çalışmış­ tır." iğne ile kuyu kazan adam" lakabı ile ve eti red­ detip ot yenmesini tavsiye eden sevimli, inançlı bir Türkçü olarak vefat ettiğinde Atsız Beğ onun için de diğer Türkçüler vefat ettiği zaman yaptığ gibi bir makale yazdı. 1971 yılında Prof. Zeki Velidi Togan vefat ettiği zaman onu da ötüken dergisinde neşrettiği bir ma­ kale ile andı. Bu makalesinde: "Büyük tarihçi olma­ nın şartlarından biri tarihi olaylara iyice nüfuz ede­ bilmek, kaynaklardaki gerçek ve yanlış payını iyi hesaplamak, hadiselerin daha önceki vakalarla bağlantısını iyi tahmin etmektir. Büyük tarihçi destan ve menkıbelerden de tarihi hakikatler çıkar­ masını bilen adamdır." diyerek onu büyük bir tarih­ çi olarak kabul eder. Gerçekten de bütün dünyaca kabul edilen tek Türk profesörüdür. Destanlar ve menkıbelerden de faydalanmasını bildiği için bir çok karanlık noktalara ışık tutan Prof. Zeki Validi Togan Atsız'ın yakın dostlarından biriydi. "Orhan Seyfi Orhon, Ziya Gökalp'ın önderlik yaptığı -Büyük Türklük- davasına gönül vermiş ta­ lihlilerden birisiydi." Atsız Beğ Orhan Seyfi Orhon için bunları söylüyor. Orhan Seyfi Orhon'un milleti72


mize yaptığı hizmetleri ise iki kısımda mütalaa eder: a- Edebiyat b- Fikir ve Milliyetçilik Birçok fikir adamımız mesela Ziya Gökalp, Dr. Rıza Nur.. v.b. sanatı Türkçülük fikrinin işlenme­ sinde vasıta olarak kullanmışlardır. Bu Türk mille­ tinin menfaati için yapıldığı zaman faydalıdır. Fa­ kat milletimizin fikir adamlarının yanı sıra elbette ki gerçek san'atkarlara da ihtiyacı var. Orhan Seyfi Orhon "san'at" ile "millete hizmet"i birleştiren na­ dir sanatçılardan birisidir. " Göiıülden Sesler" At­ sız'ın takdirini kazanan eserlerinden birisidir. .

Atsız, her yerde ve her şeyde Türklüğü düşünen büyüktü. " İlim beynelmileldir demek, ilim her millette vardır anlamına gelir. Ama her millette olan ilim ve ilimler yine de milli maksatla kullanılır. İlmi milli maksatla kullanan üniversite ve profesör, görevini yapmış demektir. " Atsız Beğ her yerde ve her şeyde milleti düşü­ nen bir büyüktü. Beynelmilel olan ilmin millete fay­ da yönünden kanalize edilmesi gerektiğini kabul eder. Üniversite ve profesörler ilim yapıyoruz diye milletlerinden uzaklaşamazlar. Öğrendikleri yeni şeyleri, yaptıkları keşifleri, çalışmalarının sonuçla­ rını milletlerine faydaya çevirmezlerse en azından hiç bir şey yapmamış olurlar. Atsız Beğ Fındıkoğlu için söylediği "Fındıkoğlu görevini yaparak öldü" cümlesiyle onun millete için çalışan bir profesör olduğunu belirtir. Öleri kişi Türkçülüğe hizmet etmiş ise mesele 73


yok. Vazife yapılmış, Türkçülük ülküsü hedefe bir parça daha yaklaşmıştır. Onun üzüntü ve sevinçle­ ri Türkçülük ülküsüne hizmetteki haşan ve başarı­ sızlığa bağlıydı. Prof. Ahmet Caferoğlu'nun vefatı üzerine yaz­ dığı makalede son 40-50 yıl içinde Türkçülük dava­ sına hizmet edenlerin bir çoklarının dış Türklerden olduğuna dikkati çeker. "Nejdet Sançar öldü demek, Türkçülük cephesi en iyi savaşan tümenini kaybetti demektir. " K ardeşi ve ülküdaşı Nejdet Sançar'ın ölümü üzerine yazdığı şu satırlar ise onun ölüm karşısın­ daki tavrını ve büyüklüğünü göstermesi bakımın­ dan çok manalıdır: "Nejdet Sançar öldü demek, Türkçülük cephesi en iyi savaşan tümenini kaybet­ ti demektir." Bu boşluğu ve ön saftakilerin yıpran­ mışlığından doğan açığı ikinci, üçüncü sırada hede­ fe doğru yürüyenler dolduracak, yürüyüşe bir an bi­ le ara verilmiyecektir. Gerçek insan için hayat, savaştır. Biz bu dünya­ ya hayvanlar gibi zevketmeye değil, bir görev yap­ maya geldik." "Türk ırkı sağ olsun."

74


Atsız Yabgu Katında Dokuzlama Gök yeleli Bozkurtlar, kutlu ülkü erleri! Atsız Yabgu önünde dizleyin yağız yeri! Üçb� yılın süzdüğü temiz duru bir pınar Ya Uçoktur ya Bozok, o da bizlerden biri, Uçup ��ti Cennete, hak Yalavaç katına, Ordan Ozge menzil yok, ne ileri ne geri. Gidişi bir faninin hurdan göçüşü değil, Sanki Hıtay üstüne Tannkut'un seferi... Kaldırdak dokuz tuğu tam hedefe yönelttik Tanık olsun yıldızlar, bu Aralık gökleri! Ilgar ile yürüyen şu tümenler onundur. . Bilekler katı pulat, pençeler iri iri... Narası yankılanır hala karşı dağlarda, Sıyra-kılıç, dört nala, bu Çiçi'nin askeri ... O bir Ural havası Türk illeri üstünde, Daha bin yıl solunur gögüslerden içeri. Gök yeleli Bozkurtlar, kutlu ülkül erleri! Atsız Yabgu öııünde dizleyin yağız yeri! DİLAVER CEBECİ 75


..

KOMEN ATSIZ Analım Tunga Er efsanesini; Duyalım geçmişin erkek sesini. Bürüyüp Tanndağ'ın çevresini Yine Gök Türk olalım, El kuralım. Ötüken-Yış durak olsun da bize Yürüsün ordular ordan denize. Çinli baş vermese, gelmezse dize Kağanın buyruğu vardır: Vuralım.

f

Anlatılmaz yüce bir erdem olan Bu akınlarda bulunmaz yorulan. Günü geldikçe de bizden somlan Kan ve can vergisi olsun . . . Verelim! Ülkü uğrunda gönüller delidir. Kişiler ülkü için ölmelidir. Tann'nın insanı değmiş elidir Şu ölüm adlı güzel şey . . . Saralım. Hiç düşündün mü niçindir yaşamak? Bir görev yapmak içindir yaşamak. 76


Er kişiysen, görevin neyse, başar. Zevke, eğlenceye hayvan da koşar. Görüyorsun nice hayvan yığını Ki yapar sadece hayvanlığını. Fakat onlar bile kendince yine Tükürürler Kadeş'in itlerine O nasıl olmalı bir ruhu ölü, Ya da bir canlı, fakat kahpe dölü Ki sanar durduğu yer it inidir. Oysa bir şanlı şehitler siridir. O fuhuş uzmanı çikletli dişi, Dişinin en kötü, en kösnemişi, Kaplamış ruhunu çirkef yosunu, Hir umursar mı şehit ordusunu? Var mıdır onca tivistin ötesi? Adı üstünde : Köpek sosyetesi! Yok say sen de bu ruhsuz sürüyü Kılavuz yap ebedi gök börüyü. Çıkarıp Ergene-Kon'dan ulusu Türk'ü kılsın yine dünya ulusu İzleyip gök börünün gölgesini Gezelim gel o kömen ülkesini. Gönlümün özlemi yerdir orası, Gürler ufkunda yiğitlik borası. Orda erdem gözükür, başkası çıkmaz alana. Kapanıktır kapılar her kovu, her bir yalana. Orda erler: Kimi arslan, kimi parsın eşidir. Orda kızlar: Güneşin kendi, ayın on beşidir. Uğramaz ufkuna asla o yerin yüz karası; Yaşamaz öyle bir ortamda küçüklük, kötülük; Sungurun uçtuğu yerlerde barınmaz yarasa; Ve bütün dirliğin üstünde yürür sade yasa. . . Bir düşün başların üstünde kağanlık tuğunu . . . 77


Ruh duyar orda ölürken bile Türk

olduğunu: Ölümün zevkini bir süsü gibi gönlünde taşır. Dirilerden daha çok orda şehitler dolaşır. Bu şehit ordusu varken kuramaz kimse pusu, Yurt için kan dökülür or<la denizler dolusu ... Günümüzden, düşünüp birçok asırlar geriyi Analım bin kere o ölümsüz çeriyi: Ebedi yiğit! Adı yok şehit! Kefenin: Vatan .. Tabutun: Cihan. . Düşünüp övün, Yaşıyor ünün. .

.

Damarında kan Bir alev midir? Yaşaman: Roman; Olümün: Şiir. Sana yok ne taş, Ne de bir mezar. Bu hayat: Savaş! Ebedi uzar. Eşit olduğun Şu güneş: Tuğun. Tabutun: Vatan, Mezarın: Cihan. Adı yok yiğit! Ebedi şehit!... Onu anmakla görür Türk soyu gökçek kömeni: 78


Doludizgin yanşan Tannkut'un dört tümeni ... Bin asır geçse de raslanmaz onun bir eşine, Buyruk aldım diye ok fırlatıyor evdeşine ... Bir dev atlarla kılıp her yolu bir günde yan Yıldırımlar gibi dağlardan aşan orduları... Saygı olsun bu çelik atlıların gök tuğuna, Tuğu kaldırmış olan orduların başbuğuna... O nasıl bir yürüyüştür ne yiğitler katan! Kun'u, Gök Türk'ü, Oğuz-Uygur'u, Kırgız, Tatar'ı. O hatırlar ki basıp bağra kucaklar ölümü. Özgelerden sakınıp kendine saklar ölümü. Her zaman öyle ağırdır ki yiğitlik kefesi, Kahramanlar gibi ölmek o günün felsefesi ... Onların sanki başak canlan ... Durmaz biçilir... Toprağın içkisidir kanlan, al al içilir. Tarihin bir olağanüstü ve şahane işi Kür Şad'ın, Kül Tegin'in, Çağrı Beğ'in ok çekişi. . .

79


ZAFER ÜLKÜ KA YNAÔININ ÇEŞMESİDİR , ZAFER GÖNÜLLERİN BİRLEŞMESİDİR. GÖNÜLLERİ BİRLEŞENLER S ELAM S İZLERE UZAKTAN DERTLEŞENLER SELAM S İZLERE . . . .

Fikir Meydanı

80


"TÜRKÇÜLÜK, BÜYÜK TÜRK ELİNDE, TÜRK URUGUNUN KAYITSIZ ŞARTSIZ HAKİMİYETİ VE BAGIMSIZLIGI İLE TÜRKLÜGÜN HER YÖNDEN BÜTÜN MİLLETLERDEN İLERİ VE ÜSTÜN OLMASI ÜLKÜSÜDÜR. "

TÜRKÇÜLÜK Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Keli­ menin sonundaki ek, yerine göre mensupluk, sevgi, taraftarlık gösteren bir ektir. Türkçülük de Türk sevgisi ve taraftarlığı demek olduğuna göre, kelime, yerinede kullanılmıştır. Başka milletlerin, Türk ta­ raftarlığı ve Türk sevgisi bu kelime ile ifade oluna­ maz. Zaten başka milleLerin Türk'ü sevmesi de gerçekten bir sevgiye değil, geçici bir nezakete, çı­ kara, siyasi zaruretlere işarettir. Türk'ü gerçek ola­ rak, Türkten başkası sevmez. Türkçülük bir ülküdür. Ülküler, milletlerin ma­ nevi gıdasıdır. Ülküsüz milletlerin en talihlisi bile silik ve sönük kalmaya mahmumdur. Eğer bu mil­ let talihli de değilse, onun sonucu yenilmek, ezil­ mek, hatta yok olmaktır. 81


Ülküler, gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, mi­ letlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük di­ leklerdir. Milletler ölebildikleri kadar yaşa­ ma hakkına sahiptirler. T Ü RKÇ Ü LÜ K, B ÜY Ü K T Ü RKE L İ NDE , Ü T RK URUGUNUN KAYITSIZ ŞARTSIZ HAKİ­ M İYETİ VE BAGIMSIZLI GI İ LE TÜ RKLÜGÜN HER YÖNDEN BÜ TÜN MİLLETLERDEN İ LERİ VE ÜSTÜN OLMASI Ü LKÜSÜDÜR. Bu ülkü, geçmişte, birkaç kere gerçekleşmişti. Büyük Türkçülük ülküsü ve inancı ile yetişen genç­ lik sayesinde yarın yeniden gerçek olacaktır. Türkçülük, dün bir kaynaktı; bugün çaydır. Ya­ rın coşkun bir ırmak olacak ve önünde yabancı duy­ gu ve düşüncelerden gelen bütün engeller yıkıla­ caktır. Türkçülük dört kaynaktan geliyor:

1 ) Kökü çok eski olan ve Türk uruğunun şuur al­ tında yüzyıllardan beri yaşayan milliyetçilik; 2) Tanzimat'tan sonra, Avrupa'daki milliyetçi­ liklere benzeyen halkçı bir hareketin bizde de tat­ bik olunmasını isteyen milliyetçilik hareketi;

3) Devletimizin içindeki yabancı unsurların ihaneti dolayısıyla doğan tepki; 4) Türkler'in 200 yıldan beri çektikleri büyük sı­ kıntılar. Bu dört kaynaktan gelen düşünceler birbiriyle kaynaşıp, yuğrularak bugünkü Türkçülük ortaya çıkmıştır. Türkler, Türkçülük ile güçlenecek, kur­ tulacak, ilerleyecek, yükselecektir. 82


BUGÜN ÜLKÜLER VE KAHRAMANLAR ÇA­ GINDA YAŞIYORUZ. GEÇMİŞ HAKLARA DAYA­ NILARAK DAVALARIN ÖNE ATILDIGI, HESAP­ LARIN GÖRÜLDÜGÜ GÜNLERDEYİZ. Bir millet yükselme iradesini taşımazsa, kendi­ ne güveni olmazsa, başkalarını taklitten başka bir şey yapmazsa, geçmişi ile övünmezse, başkaların­ dan üstün olmak istemezse, ülkü için ölümü gö7.e aJ,­ mazsa, savaştan korkarsa, o millet içinden çürü­ müş· demektir. Bugün ülküler ve kahramanlar çağında yaşıyo­ ruz. Geçmiş haklara dayanılarak d.avfilann öne atıldığı, hesapların görüldüğü günlerdeyiz. Kan çağlayanları, kılıç şakırtılan ve gülle sesleri içinde yannın neler hazırladığını bilmiyoruz. Bu kasırga arasında, milletlerin yalnız geçmişlerini hatırlaya­ rak milli ülkülerine yapıştıklarını görebiliyoruz. Geçmişi olmayan, yahut olup ta unutan, milli ülkü­ sü bulunmayanlar devriliyor. İnsanlığın tarihinde büyük kasırgalar eskiden zaman zaman �lip geçerdi. Gitgide bu kasırgalar sıklaşıyor. Bu gidişle tarih, ebedi bir kasırgadan ibaret kalacak gibi gözüküyor.. Bugün ayakta kala­ bilmek için eskisi kadar sağlam olmak yetişmiyor. Çok �çlü, çok sağlam, çok sert, yürekli, ceaur oı.. mak gerekiyor. Bunun da bizim için birinci şartı Türkçülük ülküsüne sıkı sıkıya yapışmaktır. Şaşı­ ran, ürken, sapıttın milletleri tarih bağışlamıyor. Türkçülük ülküSü bizden amansız bir görev alıl­ Akı istiyor. Subay hiç yorulmadan altı saatlik tali­

mini yaptınrsa, öğretmen bıkmadan, öğreticilik işi.,

ni yaparsa, memur sinirlenmeden halka kolaybk

göstermeye devam ederse, dokt.or her şeyden önce 83


yurttaşlarının sağlığı ile ilgili olursa, öğrenci her şeyden önce derslerini bellemeye çalışırsa ve bütün görevlerle rütbeler arasında ne caka, ne gösteriş, ne dalkavukluk, ne de ilgisizlik olmadan bir ahenk ku­ rulursa, aşağıdakiler yukannın buyruğunu ukala­ lık saymaz, yukarıdakiler de aşağının doğru ihtar­ lanna kızmazlarsa, bütün karşılıklı işlerde, görüş­ me ve konuşmalarda ne ikiyüzlülüğe kaçan nezaket ne de kabalığa kaçan sertlik bulunmazsa, görevin bizden istediği şey yapılmış olur. Gerçekten Türkçü olmak kolay değildir. Her önüne gelen Türkçü olamayacağı gibi, her Türkçü­ yüm diyen de Türkçü olamaz. Her Türkçü, bulunduğu yerin görevini inançla yaparsa, Türkçülük ülküsü sağlamlaşır, Türklük güçlenir. Türkçülerin ilk işi, görevlerini, arınmış gönül ve inanmış yürek ile yapmaktır.

YÜZDEYÜZ ·TÜRK OLDUGUN GÜN ·ciHAN SENİNDİR

�-

84


DÜN ve YARIN İleri gitmek geriyle olan bağı koparmak değil­ dir. Canlı, cansız her varlık çok gerilerin bugünkü neticesidir. Geri her zaman kötü değildir. Nitekim ileri de her zaman iyi değildir. İyi de olsa, kötü de olsa yok edilemeyecek olan "geri" ve "ileri'', bütün olarak bi­ ziz. Bunu inkar hiçbir şey kazandırmaz; kas katı gerçeğin inkarı ile inkar edeni basitleştirir, yozlaş­ tırır, hayvanlaştırır. Geri ve ileri, yani dün ve yarın her zaman var olacaktır. Milyarlarca dün ve yarın, zaman zinciri­ nin birer halkasıdır. Yarını kavramak için dünü bil­ mek şarttır. Otlarla böcekler dünü bilmez. Daha yüksek sınıf hayvanlarda bile birkaç gün öncesini hatırlamak, bilmek kabiliyeti vardır. "Dün"ün topyekı1n inkarı insanları ot ve böcek menzilesine indirmektir. İnsanlar indirilemez. İnen, indirmek isteyendir. Milli Eğitim Şfuası'nda birkaç öğretmen dünkü edebiyata sövüp saymışlar, Füzuli'yi, Baki'yi batır­ mışlar. Bunlar Füzwi'den, Baki'den bir mısraı bile anlayamayacak kadar aşağı olan cahillerdir. Onlar Füzuli'deki dehayı, şiir inceliğini nereden anlaya85


caklar? Fikri ve edebi seviyeleri ancak Nazım Hik­ met'i, Orhan Veli'yi ve o makuleleri anlayacak ka­ dardır. Bu şuralarda şimdiye kadar hep gayrımilli hava esti. Mazi düşmanlığı yapıldı. Geçmişle bağların koparılması istendi. Bunun mbdsı nedir? O kadar açık ki söylemeye bile lüzum yok. Milli kültürle yuğurulmuş, zerrelerine kadar Türkçü ve otoriter bir Milli Eğitim Bakanı gelme­ den bu herzevekillikler sürüp gidecektir. Aksi halde "egemenlik" kelimesi "eğemenlik" olW- ve kültür eserlerini seçecek kurulun başına or­ taokul mezunu bile olup olmadığı meçhul birisi ge­ tirilerek milli kültürle, milletle, geçmişle, gelecekle alay edilir. . .

8 Temmuz 1 974

86


ATSIZ B EG UÇMAGA VARD I 1 1 ARAL I K 1 975



Cenaze bugün ikindiden sonra Kadıköy Osmanağa Camiinden kaldınlaca]d ..

ATSIZ

toprağa veriliyor

13 Aralık 1975

Cumartesi -

ORTA DOGU HABER MERKEZİ

İSTANBUL - Ünü yurt sınırlarını aşan Türk fi­ kir hayatının unutulmaz siması değerli şair, yazar, tarihçi, edebiyatçı ve sanat adamı Nihal Atsız'ın ön­ ceki gece geçirdiği bir rahatsızlık sonunda vefat et­ mesi büyük bir teessür uyandırmış, çeşitli kurum­ ların başkanları, Başbakan Süleyman Demirel, MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Bakanlar, Müsteşar­ lar, Genel Müdürler ve çok sayıda yerli ve yabancı yazar ve gazeteci Atsız ailesine telgraf çekerek baş­ sağlığı dilediğinde bulunmuşlardır. İstanbuldaki çeşitli kurumların öğretim üyeleri, başkan ve genel sekreterleri de yayınlandıkları bildirilerle Atsız'ın vefatından duydukları derin üzüntüyü belirtmişler ve başsağlığı dileklerinde bulunmuşlardır. Merkezi İstanbulda bulunan 14 Sendika, 8 öğ­ renci kuruluşu, çeşitli dernek ve diğer müessessele­ rin başkanları da Atsız'ın vefatından duydukları büyük üzüntüyü dile getirmişlerdir. İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniver­ si, İstanbul Devlet Mimarlık ve Mühendislik Aka­ demisi Başkanlığı, İstanbul İktisadi ve Ticari İlim89


ler Akademisi öğretim üyeleri, Ankara, İzmir, Er­ zurum, Karadeniz Teknik Üniversitesi, 18 Eğitim Enstitüsünün öğrenci üyeleri ve yurt sathındaki toplam 200'e yakın milliyetçi sendika, dernek ve öğ­ renci kuruluşları başkanları gazetemize gönder­ dikleri telgraflarla Atsız'ın vefatından duyulan bü­ yük üzüntü dile getirilmekte ve Türk milletine ve ailesine başsağlığı dilekleri bildirilmektedir. İ stanbul'daki üniversitelerde görevli Prof. Mu­ harrem Ergin, Prof. Sabahattin Zaim, Prof. Süley­ man Yalçın, Prof. Oktay Aslanapa, Prof Dr. Musta­ fa Köseoğlu, Prof. Hayri Domaniç, Prof. Selçuk Öz­ çelik, Prof. Tahsin Banguoğlu, Prof. Ali Uras, Prof. Nuri Nugan, Prof. F. Kadri Timurtaş, Prof. Cevat Babuna, Prof. Nevzat Yalçıntaş, Doç. Dr. Necmet­ tin Hacıeminoğlu, Doç. Dr. Erol Güngör, Doç. Dr. Mustafa Kafalı, Doç. Dr. Erol Cihan ve 32 öğretim üyesi de verdikleri demeçlerle Atsız'ın vefatından duydukları üzüntüyü dile getirmişlerdir. Merhum Nihal ATSIZ'ın cenazesi bugün ikindi namazından sonra Kadıköy Osmanağa cam.ünden alınacak ve Karacaahmet'teki aile kabristanında toprağa verilecektir. ATSIZ ailesi, cenazeye merhu­ mun vasiyeti üzerine çelenk gönderilmemesini iste­ mişlerdir.

90


"ATSIZ TÜRK MİLLETİNİN VE ÜLKÜCÜ GENÇLİÖİN KALBİNDE DAİMA ÖLÜMSÜZ ANIT OLARAK KALACAKTIR" Türk milliyetçiliğinin yılmaz savaşçısı, büyük hoca, üstad, Hüseyin Nihal ATSIZ'ın vefatının Türk milliyetçileri ülkücüleri arasında uyandırdığı derin tessür devam etmekte, Türk milliyetçiliğini ülkü edinenler gazetemize gönderdikleri başsağlığı telgraf ve mesajları ile onun ani kaybından duyduk­ ları üzüntüyü dile getirirken ATSIZ'ın açtığı savaşı zaferle bitireceklerini tayit etmektedirler. Ulkülcü­ lerin gönderdiği telgraf ve mesajlardan bazısı şöyle­ dir: İzmir Ülkü-Bir Başkanı Kemal Fedai Coşku­ ner, şu telgrafı çekmiştir: "Asın.mızın yaşayan Gültiğini, arkasından da Bilge Kağanımızı kaybettik. Türk milliyetçileri ve Dünya Türklüğü yavuz bir çerisini kaybetmekle bir kara bayram yaşadı bu yıl. Ne mutlu o faniye ki, Taşıdığı kutsal bayrağı ye­ re düşürmeyecek ülkücü bir gençlik ordusu yetiştir­ di ve onları görerek öldü. Müşterek tesellimiz bu­ dur. Tanndan rahmet, sizlere ve bütün Türk ülkü­ cülerine sabır ve başsağlığı dilerim. Hürmetlerim­ le." Çanakkale'li ülkücüler adına Naci Biroğul'un 91


telgrafı şöyle: "Büyük Yazar ve şair Nihal Atsız'ın ölümü Ça­ nakkaleli Ulkücü gençlerin kalplerinde ölümsüz anıtlardan biri olarak yaşatacaklarına kalpten inanmaktadırlar. __

Nihal Atsız'ın ailesine ve Yüce Türk milletine başsağlığı diler, Cenab-ı Hak'tan nice ülkücü Ni­ hal'ler yetişmesi dua ederler." Ülkü Ocakları Ünye Şubesinin telgrafı şöyle­ dir: "Türk milliyetçiliği uğrunda yazdığı şiir ve ro­ manlarıyla Türk milletine ve gençliğine büyük hiz­ meklerde bulunan Nihal Atsız'ın Tanrının rahme­ tine kavuşması milliyetçi Türk için büyük kayıptır. Türk milletine, Türk gençliğine ve ailesine başsağ­ lığı diler, merhum Nihal Atsız'a Allah'tan rahmet dileriz." Konyalı Ülkülücer adına Mehmet Atik Uluır­ mak'ın telgrafı şöyledir: "Büyük Türkçü, Türk milliyetçiliğinin yılmaz savaşçısı Nihal Atsız'ın ölümünü teessürle öğren­ miş bulunuyoruz. Merhuma Allah'tan rahmet, Bü­ yük Türk milletine, aile etrafına ve ülküdaşlanma başsağlığı dilerim. " Yalvaş Ülkü-Bir Şubesi Başkanı Tosun Türkoğ­ lunun telgrafı şöyledir: "Türklük davasının çilekeş ruh ve fikir kaynağı Nihal Atsız hocamızın kaybından sonsuz elemler içindeyiz. Bütün Türk filemi ve kederli ailesine baş­ sağlığı dileklerimizin ulaştırılmasını büyük ölümü­ ze tanrıdan rahmet niyazımı tercüman olmanızı ri­ ca ederim. "

92


••

Ulkücüler ATSIZ'ın mezarı başında üç gün nöbet tuttu BÜYÜK TÜRKÇÜNÜN CENAZESİ MUHTEŞEM BİR TÖRENLE KARDEŞİ NECDET SANÇAR'IN YANINDA TOPRAGA VERİLDİ...

*

Alaattin Kömürcü Büyük tarihçi yazar, şair ve Türkçü Atsız Beğ, Kurban Bayramının ilk günü ikindi namazını mü­ teakiben kılınan cenaze namazından sonra, Osma­ nağa Camiinden alınarak Karacaahmet Mezarlı­ ğındaki aile kabristanında toprağa verilmiştir. Saat 14.00'e doğru Ülkücü Gazeteciler ve Ülkü­ cü gençliğin, evinden aldığı naaşı, Kadıköy Osma­ nağa Camiine getirilmesiyle başlayan tören şöyle devam etmiştir: Osmanağa Camiinde toplanan Atsız'ın dava ar­ kadaşları hüzün içinde namazı beklerken Ülkücü Gençler Atsız Beğ'in naaşı başında nöbet tutup de­ vamlı "Fatiha"lar okumuşlar, Türklüğün ve Kahra­ manlığın hayranı Atsız Beğin Tabutu üzerine ikinci bayrağı gererek namaza kadar nöbet değişmişler93


· dir. Saat 14.30'da topluca ikindi namazı kılındıktan sonra cenaze namazı ifa edilmiş ve Türklüğe gönül verenlerin omuzlannda ağır ağır, Atsız Beğe yara­ şır bir şekilde, sade ve vakur olarak Tıbbiye caddesi yoluna saat16.- sırasında Karacaahmet'e getirildi. Törenle dikkati çeken, yurdun dört bucağından gelen dostları, gençlik liderleri, parlementerler, dava arkadaşları ve binlerce ülkücü gencin, boynu­ nun bükük, gözlerinin yaşlı ve suskun olmalarıydı. Binlerce kişi yürüyordu, ama sessiz, hepsi ağlıyor­ du. Belli ki ama için için ve dudaklar kıpır kıpırdı, dualı, belli ki "Fatiha"lann biri bitiyor, bir yenisi okunuyordu dudaklarda ve iki kişi sessizce öne ge­ çiyordu son görevi için ve göçmekte olan tarihi omuzluyordti hüzünle, öndekileri geri kayarken ye­ ni ikiler geliyordu tabutu omuzlamaya. Ve ... Karacaahmete gelen Türkçülüğün gönüllü neferleri daha da çok ağlıyordu şimdi çünkü Afşın Beğin Babası Necdet Sançar Beğin kabrinin yanba­ şına açılmıştı, Atsız Beğin mezarı Yalan Dünya da hiç aynlmazlardır, ebed hayattada beraber oldular büyük Türkçüler deniyordu. Ve son defa and içiyor­ du arkadaşları ve Türklüğe gönül vermişler her bir ağızdan Sait Sadi Danişmentgazioğlu ve Ahmet Ça­ kar'ın konuşmalarıyla ve şöyle diyorlardı. Beğimiz siz rahat uyuyun Ziya Gökalpten devralıp bu güne kadar yılmadan taşıdığınız bu güzel yükü, devral­ dık ve hedefine mutlaka ulaştıracağız.daha sonra dualarla kara toprağın bağnna emanet ettik Atsız Beği ve Kur'an-ı Kerimler okundu birçok ağızdan. Bütün Türkçüler yadedilerek Başucuna iki selvi fi­ danı dikildi. Gelenler yavaş yavaş dağı kaldı genç­ lerden ve üç gün üç gece sürecek nöbet başladı bu değerli Türkçünün başında. 94


Atsız

beğ için ne dediler?

Prof. Dr. M. ERGİN "Atsız Türk Milliyetçiliğinin yanın asırdır hi� bir kuvvetin burcundan indiremediği bayrakların­ dan biri idi. O bayrağı ölüm de burcundan indiremi­ yecek, bundan sonra o bayrak yeni yetişen nesillere daha büyük ışıklar tutmaya devam edecektir. Atsız milletimizin yetiştirdiği en hudut tanımaz idealist bir mütefekkirdi "Türk bir vazife için yaratılmıştır, o vazife kainat Türkleştiği zaman biter." diyen At­ sız Türk çocuklarına vatana hizmet için en imka­ nsıza kadar açılan bir kayıtsızlık ve sınırsızlık çiz­ mek istemiştir. Türk milleti sıradan bir ferdini de­ ğil, asırlarda bir gelen bir büyük evladını kaybet· miştir. Milletimizin başı sağolsun."

Prof. Dr. AHMET SONEL "Nihal Atsız beyin ölümü ile Türk milliyetçiliği büyük bir fikir adamını ve yazanın daha kaybetmiş oluyor. Atsız, milliyetçilerin gönlünde, Türk gençli­ ğine, heyecan, ve milli şuur aşılayan eserleriyle dai­ ma yaşayacak ve saygı ile anılacaktır. Bütün milliyetçilere bu acı kaybımızdan dolayı başsağlığı dilerim." 95


Prof. Dr. NİHAT NİRUN "Nihal Atsız'ın vefatı her milliyetçiyi olduğu gi­ bi beni de derinden sarsmıştır. Hayatı boyunca Türk milliyetçilği ve onun yüceliği için mücadele vermiş olan merhum Nihal Atsız'ın bir lise öğrenci­ si olduğumu sıralarda bende ve arkadaşlarım üze­ rinde yaşattığı milli ülkü hisleri, derin olmuştur. Türkün mazisinden aldığı bu ülküyü nesillere akta­ racak daha nice Atsız'lar tarihimizde yer alacak­ tır. "

Prof. Dr. A. KURTKAN "Üzüntümüz çok büyüktür. Büyük bir Türkçü­ yü kaybetmiş bulunuyoruz. Müteessirim. Başımız sağ olsun."

Doç. Dr. MEHMET ERÖZ "Günümüzde fikir adamına çok ender yetişti­ ğinden, bir Türkçü fikir adamı olarak Atsız beyin kaybı çok üzüntülü olmuştur. Kendisini bir kaç ke­ lime ile anlatmak mümkün değildir. Atsız beyin ge96


nişçe bir makaleyle yakında anlatacağım. Büyük bir fikir adamını kaybetmişizdir. Türk Milliyetçilerinin başı sağolsun"

Doç. Dr. N. HACIEMİNOÔLU "Türk Milliyetçiliği yetmiş yıllık ulu çınarını daha kaybetti. Acımız elbette büyük, üzüntümüz elbette derindir. Atsız Hoca, Ziya Gökalp'in tutuş­ turduğu Türkçülük hareketini, CHP'nin en baskılı devrinde bile büyük bir cesaretle devam ettiren üç beş yiğitten biriydi. Daha delikanlılık çağında baş­ ladığı Türkçülük ülküsünü hayata gözlerini yu­ muncaya kadar hiç taviz vermeden devam ettiren nadir karakter sahiplerinin de en önde gelen tem­ silcisiydi. Bugün 50 yaşın altındaki bütün Türk Millyetçileri Atsız Bey'in burcu burcu kokan eserle­ riyle beslenmişlerdir. Merhuma IBu Tann'dan rahmet ve bütün Türk Milliyetçilerine de başsağlığı dilerim"

Doç. Dr. N. SEFERCİOÖLU "Türk Milliyetçiğinin günümüzdeki en değerli ve büyük temsilcilerinden biri olan Sayın Atsız'ı Türk gençliğine ışık tutacağına inandığım "Türk Tarihi"ni bitiremeden kaybetmiş olmamız içinde ki 97


acıyı daha da derinleştirmektedir. Bu ilahi tecelli karşısında, Türk Milletine ve Milliyetçilerine baş­ sağlığı dilemekten başka elden gelen yok . . . Ne acı ... "

ORHAN ŞAİK GÖKYAY "Türklük son yüzyılda yetiştirdiği en büyük evlatlarından birini daha. Nihal ATSIZ'ı kaybetmiş bulunuyor. Nihal ATSIZ kendini bildiği günden son nefesi­ ne kadar ateşinin hiç bir an küllenmediği Büyük Türklük Ülküsünün sarsılmaz temsilcisi olmuş, bu ülküyü savunmada kendini daima bir ordu gücün­ de bulmuştur. " ATSIZ MECMUA" da başlayarak bu gün çı­ kartmakta olduğu "OTÜKEN"e kadar bütün yazı­ larında, şiirlerinde romanlarında, tarihi eserlerin­ de hep bu ülküyü ayakta tutmuştur. Tarih ve Edebiyat Tarihimiz üzerine pek çok değerli incelemeleri vardır. Yolların Sonu, Çanak­ kale Yürüyüşü, Bozkurtların Ölümü, Bozkurtların Dirilişi, Ruh Adam, Fedirneli Nazmi, Türk Tarihi Ü zerine Toplamalar, Dokuz boy Türkler ve Osman­ lı Sultanları Tarihi, Türk Edebiyatı Tarihi Osmanlı Tarihleri 900 Yıldönümü, Türk Ü lküsü, Osmanlı Tarihine Ait Takvimler, Türk Tarihinde Mes'eleler. Kanuni Devri Yazarlarına Ait Bibliyografıler, gibi eserleri vardır."

98


Avukat SAİD BİLGİÇ " Ölümü bizi örnek bir ülkücüden ve güvenilir, mert bir dosttan yoksun bırakmıştır. Türkiye'de ol­ duğu kadar Türklük Dünyasında da acısı derinden duyulacaktır"

Doç. Dr. MUSTAFA KAFALI "Bütün bir ömrünü mücadele adamı olarak ge­ çiren Atsız Hoca hem edebiyatçı, hem tarihçi, hem de fikir adamı idi. Bir çok Türk Milliyetçisinin yetiş­ mesinde hakikaten bir hoca vazifesi görmüştür. Her şeyin üzerinde davasının Atsız'ıydı. Aynca bir fazilet mücahidiydi"

Doç. Dr. GÜLÇİN ÇANDARLIOÖLU "Çok üzgünüm. Kelimelerle anlatmaya imkan yok. Çok zor şey. Atsız hepimizin hocasıydı, büyü­ ğümüzdü. Bize düşen vazife O'nun yolunu takip et­ mektir. Allah hepimize sabır versin."

99


Prof. Dr. ŞÜKRÜ ELÇİN "Nihal Atsız, Fuat Köprülü ve Zeki Velidi To­ gan'dan Edebiyat ve tarih şuuru kazanmış Türkçü ve milliyetçi bir yazardır. Tek parti devrinin reva gördüğü zulümlere boyun eğmeden Türkçülük ve milliyetçilik şuurunu yeni nesillere aşılamış karak­ ter örneği bir tarih ve edebiyat adamı idi. Ölümü, Türkiye ve Türk dünyası için büyük bir kayıptır. "

Prof. Dr. İBRAHİM KAFESOÖLU "Türk Milliyetçiliğinin fikir ve ahlak cephele­ rinde derin bir boşluk bırakarak fani hayata veda eden Nihal Atsız, ülkücü gençliğin kalbinde edebiy­ yen yaşacaktır. O, millet davasında sağlam düşün­ ce ve çelik iradenin timsaliydi. Doğru bildiği hayatı boyunca söyledi, yazdı, yaydı ve milliyetçi gençliğin gönl'Unde sarsılmaz, bir taht kurdu. Milliyetçiliği kadrolayan Ziya Gökalp'tan sonra bu düşünceyi gençliğin ruhuna sindirmek için bütün ömrünü vakfeden fikir ve ahlak kahramanı büyük Nihal At­ sız'ı saygıyla selamlıyorum"

100


Büyük ATSIZ Prof. Dr. Mµharrem ERGİN

Türk milliyetçiliği ve Türk milliyetçileri Türki­ ye'nin makus talihini yenmek ve memleket, içinde bulunduğu fevkalade nazik iç ve dış durumdan kur­ tarmak için azimle, kararla ve ümitle hummalı faa­ liyetine devam ederken ve kurtuluş istikametinde atılan göz doldurucu adımların yarattığı gönül fe­ rahlığıyle bir mübarek bayrama hazırlanırken, ya­ zık ki yazıklar ki, bayramı kara bayrama döndüren bir büyük acı kapımızı çalmış bulunuyor. Atsız'ı kaybetmiş bulunuyoruz. Ölüm kainattaki en büyük gerçektir ve onun karşısında insanoğlunun aczinden ve çaresizliğin­ den başka yapacağı bir şey, feryadından başka söy­ leyeceği bir söz yoktur. Takdir-i ilam karsında bo­ yunlar kıldan incedir ve ne söylense boştur. Atsız kelimenin tam mdnasıyla bir büyük adamdı, bir kahramandı. Onun gibi hayatı yalnız feragat, fedakfu-lık ve kendisini milletine vermek­ ten, yalnız ve hep vermekten, bu verişin ıstırap ve 101


çilelerinden ibaret olan bir insan için ölüm aslında belki bir kurtuluştur. Fakat cemiyetin uğradığı ka­ yıp, kelimelere sığmaz. Biz ona değil, kendimize ya­ nıyoruz, onun gibi insanların yüzü suyu hürmetine ayakta duran Türk cemiyetinin talihsizliğine esef ediyoruz. Yoksa inanıyoruz ki ı:nilyonlarca ecdat ru­ hu şimdi öbür dünyanın beyaz sessizliğinde adeta bir bayram sevinci içinde ayağa kalkmış olarak onu karşılamaya hazırlanmaktadır. İnanıyoruz ki, ken­ di deyişiyle, "Hepsi sussa da Kürşad uzatarak elini," "Hoş geldin oğlum Atsız, kutlu olsun diyecek." Atsız aramızda yaşayan sizin bizim gibi bir in�an değil, bir ömürle temsil edilen dört bin yıllık Türk tarihinin muhteşem ruhu idi. Atsız Türklü­ ğün gelmiş geçmiş en büyük bir kaç aşığından biriy­ di. Ama aşkını başkalarına da aşılamasını, en tesir­ li şekilde dile getirmesini bilen bir 8.şık. Askeri Tıbbıye'nin beşinci sınıfından aynlarak Türklük bilgisi demek olan Türkoloji ilmine intisap etmişti. Bütün hayatında bu sahanın, Türk tarihi­ nin ve Türk edebiyatının birinci sınıf bir mümessili olarak kalmıştır. Alim olarak, öğretmen olarak, ya­ zar olarak, şair olarak, mütefek..k:ir olarak ... Cemiyet ve devlet ona hiç sebepsiz ters düşmüş, onun idealizmini, müsamahasızlığını, yalnız Türk­ lüğün yükselmesine müteveccih olan sabırsızlığını ve hatta hırçınlığını kavrayamamış, ona yalnız ıstı­ rabı layık görmüştür. Ama bu onun aslan yüreğini asla yıldırmamış, çizgisinde asla kmklık meydana getirememiştir. Atsız'ın hayatı milletini sevmekten başka bir şey bilmeyen bir sevdalının IS.yıkını bula­ mamasının dramından başka bir şey değildir. 102


Atsız Atatürk düşmanlığı ile suçlanmıştır. Bu haksızlığı, ölümü dolayısiyle, burada kesin olarak tashih etmek isteriz. Atsız başlangıçta Atatürk'� karşı çıkmıştır, bu doğrudur. Ama bu asla bir düş­ manlık değil, sadece bir muhalefetti. Bu muhalefe­ tin sebebi ise Atsız'ıiı. sabırsız idealizmi idi. İşlerin daha süratle iyileşebileceğine inanan Atsız yapı­ lanları kafi görmemiş ve iyi niyetle muhalefet et­ miştir. Dikkat edilecek ikinci nokta bu muhalefetin Atatürk'ün devrinde yapılmasıdır. Atsız ancak son­ radan izin verilince muhalif kesilenler gibi davran­ mamış, memleketin belki de yılmayan ilk sürekli demokratik muhalefetinin temsilcisi olmuştur. Üçüncü mühim nokta, Atsız'ın bu Atatürk'e muha­ lefetinin Atatürk'ün ölümünden sonra yumuşama­ sı ve Atatürk'ü Atsız'ın sonunda layık olduğu şekil­ de beğenmesi ve desteklemesidir. Böyle dürüst bir çizgi içindeki bu m üsbet gelişme karşısında artık kimse Atsız'ı Atatürk düşmanlığı ile istismar konu­ su yapmak hakkına sahip değildir. Onun yetmiş yıllı k fani hayatında yalnız Türk­ lüğe hizmet, hem de tarife sığmaz büyük bir hizmet vardır. Atsız zamanın Türk cemiyetine şekil veren dev şahsiyetlerden biri idi. Türk milliyetçiliği bu­ gün de yarın da onun kuvvetli damgasını bağrında taşımaya devam edecektir. Atsız'ı daha çok yazacağız. Çok tamyacağız. Onu daha çok tanımaya milletimiz muhtaçtır ve ta­ nıdıkça daha çok bahtiyar olacaktır. Şimdilik ölü­ mü karşısında bu ilk duygularla yetinerek milleti­ mize baş sağlığı dileyelim.

103


104


''IRKININ ŞEREF TAŞAN EFSANESİNDEKİ'' ADAM: ATSIZ R.Oğuz TÜRKKAN

' İŞTE ÖLEN BİRİMİZ .. AMA YAŞAYACAK. BİZİM GÖNÜLLERİMİZDE VE KAFALARIMIZDA. YARIN Ki TÜRK NESİLLERİNİN GÖNÜ LLERINDE VE KAFALARINDA. VE KİMBİLİR ATSIZ O RUH ADAM, ÖBÜR DÜNYA DEDİGİMİZ BİR BAŞKA DÜNYALARDA, HAYAL ETME GÜCÜYLE HAK KAZANDIGI HAYAL ALEMLERİNDE BELKİ YENİDEN YAŞAMAYA BAŞLAMIŞTIR BİLE.'

Zaman zaman kavga etmiş, o zamandaki gençli­ ğimizin olanca şiddet ve hiddetiyle birbirimize hü­ cum etmiştik. Zaman zaman elele vermiş, omuz omuza olmuş, 105


bu milletin düşmanlarıyla ve gafillerle savaşmış­ tık. Gün gelmiş, aynı hücre içinde olmasa bile, yan yana zindanlarda çürümüş, acı çekmiştik. . . Yıllar yılı Türkiye'den ve ondan uzak kalmış, fa­ kat dönünce, aramızı açmak isteyenlerin ve fikirle­ rimizin bazı aynlıklarının direnişlerine rağmen he­ men ziyaretine gitmiştim. Onu, çeyrek asır sonra şaşılacak derecede az yıpranmış, -ve gene şaşılacak derecede- hiç değişmemiş bulmuştum. Fikirlerinin en ufak ayrıntısına kadar, karakterinin bütün atıl­ ganlığı, hırçınlığı, geçimsizliği, hoşgörmezliği, ce­ saret ve mertliği, Türklüğe gönülden aşkı ve kale­ minin gücüyle, ahengiyle, aynı ATSIZ'dı. Konuşmamız, son bıraktığımız yerden -ve sanki 25 yıl önceki bir virgülden sonra- devam eder gibi başladı. Ölenlerimizi yadettik, memleket dertlerini deştik, ne garip tecelli, ikimize de çarpmış olan aile felaketini -duygulanmamak için felsefi düzeyde tu­ tarak- tartıştık. Yolundan şaşmaz olmanın ona getirdiği yeni ye­ ni acıları bana açtı, ben ise, Amerika'daki acılarımı anlatmaktansa, onu dinlemeyi tercih ettim. Ve bir hatıra olacağım hissettiğim için bu konuşmamızı teybe aldım. Görmediğim eserlerini imza ve ithaf ederek bana armağan etti; benim son kitaplarım ise hep İngilizce olduğu için, ona Türkçe olarak yayın­ lanacak ilk kitabımı yakında vermeyi vaadettim. Bu, ikimizin de ortak günlerini ve acılarını (ilk yarı­ sında) anlatan Tabutluktan Gurbete adlı hatıra­ tımdı. Kitap çıkb, ithafı yazdım, bizzat vermek için arabama koydum, fakat yolum Bostancıya düşme­ den, Ankaraya gidip kalmak gerekti, bir türlü vere106


medim. Bu sefer, hem bayram tebrikine gitmek, hem de kitabı vermekte niyetliydim. Ankara'dan gelir-gelmez ilk aldığım haber, Atsız'ın ölümü oldu. Şu satırları bitirdikten sonra gittiğim yer, Bostancı değil, cenazenin kaldırılacağı Osmanağa Camii ol­ du. Biryıl bile olmadı, gene arada kardeşi Nejdet Sançar'ın cenazesini kaldırmış, Atsız'a başsağlığı dilemiştik. O günlerden kaç kişi kaldık diye düşündüm. Ben ve 3-4 arkadaş daha. Çok geçmeyecek, neyse şu öbür dünya, orada gene buluşacağız. Çoğunluğu­ muz şimdiden orada zaten. içimizde tatsız, belki de en çok hayal aleminde yaşayanımızdı. Onun aşık olduğu ve hayal ettiği "Türk" bugün artık mevcut mu?' Hatta, aynen ha­ yal ettiği gibi, hiçbir zaman mevcut olmuş muydu? Onun tahayyül ettiği dünya da, ne bugünkü dünya­ dır, ne yarın ki ne de dünkü. Atsız bunu sezmiyor değildi. Son şiirindeki şu mısralar bunu size söyle­ miyor mu? 'Vünya denen mezellete dalsın her isteyen; Ben ırkımın şeref taşan efsanesindeyim. Herkes bir özleyişle yaşar... Ben de öylece Altaylar 'ın

ve

Tanrıdağ 'ın çevresindeyim. "

Ama böyle hayal gücü olanlar bizi, "dünya de­ nen mezelletten" zaman zaman çekip sıyırın.asalar, daha başka, daha güzel, daha yüce bir insanı ve bir di,inyayı hiç olmazsa düşünmek, hissetmek, heye­ canını bize vermeseler, yaşamaya değer mi? Yaşa­ mak, sade ölmemek mi demektir? İşte ölen birimiz .. Ama yaşayacak. Bizim gönül107


lerimizde ve kafalarımızda. Yarınki Türk nesilleri­ nin gönüllerinde ve kafalarında .. Ve kimbilir Atsız, o Ruh Adam, öbür dünya dediğimiz bir başka dün­ yalarda, hayal etme gücüyle hak kazandığı hayal alemlerinde belki yeniden yaşamaya başlamıştır bile. Atsız, Allahısmarladık derim sana. Gene buluş­ mak üzere Allahısmarladık

108


Büyük Türkçü ATSIZ Beğ İsmail Hakkı YILANLIOGLU Milliyet\ ı l "r Ocağı Genel Başkan Kardeşi Necdet Sançar beğin veı...ı '. · vesilesiyle bana demişti ki . . . -"Yılanlıoğlu, ölüm tabii bir hadise, ne yapsan oluyor. Bütün insanlar ölecek ve ölüyor. Bunu tabii karşılamak lazım . Üzülmemek, paniğe kapılma­ mak gerek." Evet, doğru amma bunu herkes bu şekilde kar­ şılayabilir ve kabuledebilir miydi? Cumhuriyetin kuruluş yıllanndanberi Türkçülük davasının yıl­ maz ve dönmez müdafil, öncüsü ATSIZ beğin ölü.mü karşısında üzüntü duymamak mümkün mü? Yetmiş yıllık ömrünün her saatini değerlendir­ mek suretiyle otuza yalon eser veren bir Türk müte­ fekkiri ölür de insan üzülmez mi? ATSIZ beğ sevilen ve kendisini sevdirmesini bi­ len adamdı. Belli, açık ve mert adamdı. Ne düşünü­ yorsa onu yazar ve hiç bir şeyden hiç kimseden çe­ kinmezdi. Nitekim zaman zaman mesleği elinden alındı, sürüldü, zindana atıldı amma korkmadı, yıl­ madı, dönmedi, dimdik yaşadı, dimdik, eğilmeden, bükülmeden öldü. ATSIZ beğ, Türk milletinin yüceliğini bilerek Türkçülük davasına bağlandı, bu mukaddes dava­ nın liderliğini, öncülüğünü inandığı için yaptı,yay109


dı, yazdı ve davayı istismar etmedi. Karşılık bekle­ medi ve Türkçülük ülküsünü koltuk minderi, mki ve makam merdiveni olarak kullanılmasına razı ol­ madı. Bunu yapanlarla mücadele etti. 1930'lardan sonra çıkardığı ATSIZ ve ORHUN dergilerinde o zamanın iktidarına karşı yaptığı mü­ cadele Türk tarihini ve Türk dilini tahrip etmek is­ teyenlere vurduğu sille geniş kültür ve üstün cesa­ retinin bir eseri idi. Büyük tarih kongresi dolayısıyla "Edirne meb'usu Şeref beğe" karşı yazdığı yazılar bomba gi­ bi patlamıştı. M. Kemal Paşa'nın Devlet Reisi, is­ met Paşanın Başvekil olduğu bir devirde, onların himaye ettiği adamlara çatmak, icraatlarını tenkit edebilmek, kelleyi koltuğa almak gibi, büyük cesa­ reti isteyen bir hareket idi. O, bu mücadeleye başla­ dığında otuz yaşına bile basmamıştı. Cenaze merasiminde mezarının başında konu­ şan bir genç, " 1944'de başladığı mücadeleye devam edeceğiz." diye sesleniyordu. Hayret ettim ve üzül­ düm. Demek ki gençlerin çoğu, ATSIZ beğin Türk­ lük mücadelesine ne zaman başladığını, neler yap­ tığını bilmiyordu. O devirde iktidarın icraatını ten­ kit etmenin karşılığı meslekten olma, aç kalma, hürriyetten mahrµmiyet, sürgün idi. Bunu kim gö­ ze alabilirdi? . . . O , bunların hepsini göze aldı ve devletin verdiği vazifyi hiç çekinmeden devletin kucağına fırlatıver­ di. Ona öğretmenliği bile çok gördüler, amma o yıl­ madı, devam etti. 1944'de zamanın Başvekili Şükrü Saraçoğlu'na yazdığı açık mektuplar sonunda zin­ dana atıldı ama, bu mektuplar KOMÜN İZME KARŞI Mİ LLİYETÇİ ŞUURUN DOGMASINA VE­ S İ LE OLDU. Yeri gelmişken burada ATSIZ beğin bir özelliği­ ni de belirten bir hatıramı nakledeyim. Birinci açık 1 10


mektubu neşrittikten sonra ikincisinin neşrine eşi razı olmamıştı. O da ikinci mektubu neşretmeyi ar­ zu ediyor, fakat eşini de kırmak istemiyordu. Sonra bizlere sordu, biz de ikinci mektubun neşredilmesi­ ni istedik ve neşretti. ATSIZ beğ, meşvereti severdi. Mühim meselelerde karar vermeden önce dostları ile meşveret eder, karanın ondan sonra verir ve ka­ rarından dönmezdi. O zamanlar bir Türkçü gençle arası açılmıştı, ona darıldı. Haklı idi. O genç, ATSIZ beğe karşı kötü hareket etmişti. Sofuoğlu Zeki bey, onları barıştırmak için İs­ tanbul'a kadar gelip ATSIZ beğe barışma telkifi ya­ par. ATSIZ beğ, bizlerin rızasını almadan söz ver­ mez. Sonra Zeki beğ, bizlerin de rızasını almış ve on­ dan sonra aradaki kırgınlık düzelmişti. O, bu dere­ ce vefakar, dostluğa değer veren müstesna bir in­ sandı.

O hiç bir dostuna karşı ihanet etmemiş, na­ mertlik, kaleşlik, vefasızlık göstermemiştir. Buna mukabil, ondan bilgi ve direktif alarak bir takım mevkiler elde eden bazı sözde milliyetçilerden kal­ leşlik ve ihanet görmüştür.

ŞAİRLİÖİ Milli konulan, kahramanlık duygularını çok ustaca nazıma döken bir şairdir. "Yolların Sonu", kitabı, bunların en güzel örnekleriyle doludur. Ser­ best nazmı sevmezdi.

ROMANCILIÖI Usta bir romancı idi. Yazdığı romanların tesir­ leri çok üstün idi. Bilhassa "Bozkurtların Ö lümü", "Bozkurtlar Diriliyor" gibi romanları genç nesil üzerinde milli şuuru uyandırmakta büyük tesir ve hizmet yapmıştır. 1 1.1


TARİHÇiLiöi Gerçekleri olduğu gibi yazabilmek, bu çok mü­ himdir. Her tarihçi bunu yapamaz. İşte ATSIZ beğ bunu yapabilen ve başaran müstesna bir tarihçidir. Ölmeden tamamladığı üç ciltlik Türk tarihi bu gö­ rüşümüzü ispat edecektir.

ÖGRETMENLİGİ Öğrencilerine milli şuuru onun kadar aşılama­ yı başarabilen bir öğretmene ben rastlamadım. Kardeşi Necdet Sançar beğ de bu konuda başarılı­ dır. ATSIZ beğden ders alıp ders alıp da milliyetçi olmamak adeta mümkün değildir.

HUSUSİYETLERİ Kibar, nazik, cömert, misafirsever, munis, mü­ tevazi bir insan. İ natçı değil, uysal. Yazıları ne ka­ dar sert, şimşek gibi keskin ise kendisi o kadar uy­ sal, sevimli ve seher yeli gibiydi. Şakacı, nüktedan, hoşsohbet idi.

USLUBU �.

..

Akıcı, sert, açık keskindi. Zalimlere, millet düş­ manlarına, dalkavuklara karşı kullandığı kalem o kadar sert idi ki, muhatabının başını bir vuruşta uçurur, sırtüstü yere sererdi. Otuz yıllık dostluk, milli şuurun müstesna ön­ cüzü ATSIZ AMCA, senin için ne yazsam azdır. Al­ lah rahmet eylesin.

1 12


KAHRAMANIN OLUMU ••

••

••

Ahmet KABAKLI Türk milleti, değerli öncülerinden Nihal Atsız'ı kaybetti. Bayramın birinci günü, onu Osmanağa camiinden istirahat yerine uğurladık. Bir dostu­ mun dediği gibi : - Atsız, Türk milliyetçilerine son bir hizmet himmet göstererek, onlan bayram günü bir araya topladı, bayramlaştırdı. Teşbih gerekse Nihal Atsız, o gün "Zigetvar'da Kanuni gibiydi" Kendisi ölmüştü ama, telkin ettiği Türklük ülküsünün fetih orduları yürüyordu, yü­ rüyecekti. Türk milliyetçileri. . . Ankara'dan İzmir' den, yurdun her yerinden gelen kafileler. Onu seven "dış Türkler" ... Doğu Türkistan. Batı Türkistan, Özbek, Kırgız, Balkanlı, Kerkük.lüler, Azerbaycan Türkle­ rinin temsilcileri, hep Atsız'in tabutu ardından yü­ rüdüler. . Binlerce genç eller üzerinde Nihal Atsız'ın tabu­ tunu Kadıköy (Altıyol'dan) ta Karacaahmed'e ka­ dar, bayraklara dolanarak taşıdı. Türk bilekler, İslam yüreklerle, o milliyetçi başbuğ şanına uygun faziletle gömüldü. 1 13


Tutun ki bir ''Yoğ=yas" töreni idi bu. Türk tar ­ zında bir kahramanın, yüceler katına, ululanarak. yollanışı idi. Tutun ki Er Manas'ın gömülüşü idi. Sıklab ile Çinli ile .. Gşflet, ihanet, cehaletle vuruşa vuruşa, 70 yıl boyu yenilmeyen kahramanın Allah'a teslim oluşu idi. Bozkurtlar'ı sanat ve inanç gücü ile "dirilterek" Türk çocuklarına, milli bir armağan bırak.an Nihal Atsız'ın ölümünü, hep şöyle tasavvur etmişimdir: Dev suvarilerin tınsa kaldırdığı binlerce zarif uçan atlar. Onların nal sesleri, nal panltılan, kiş­ nemeler, nağralar, şakırtılar arasında, birkaç sani­ yelik hızlı temaşa, yarışan tuğlar, selamlayan miğ­ ferler ve sonra bir yüce dağın ardında sükut. Destanlar çağından zamanımıza bir sunuştur bu. Senaristlere, ressamlara bestecilere, bir tarih ilhamıdır. Atsız'da dirilen Türk kahramanlığının eseridir. Atsız'ın "Son şiiri"ni Ortadoğu'da arkadaşlar neşrettiler. Bir kahramanın hem vasiyeti, hem arz­ hali şu mısralar: "Bilsin cihan ki ben bu cihanın nesindeyim: Bir ülkünün mehabetinin zirvesindeyim. Dünya denen mezellete dalsın her isteyen Ben ırkımın şeref taşan efsô.nesindeyim. Herkes bir özleyişle yaşar... Ben de öylece Altaylar 'ın ve Tanrıdağ'ın çevresindeyim. Merdanelikle şöyle bakıp ayrılıklara Son menzilin hüzün dolu kô.şô.nesindeyim. Artık veda zamanını pek fazla kalmadı: Yorgun ve kimsesiz. Ölümün bahçesindeyim. "

1 14


Burada anlatılan yiğit ve debdebesi içinde yal­ nız ruh haline bakarsak, Atsız'ın ölümü "kurdun ölümü"ne de benzetilebilir. Kurt, o asil hayvan, öle­ ceğini sezdiği zamanda kimseye (ve hele köpeklere) aciz ve maskara görünmemek için kendi sürüsün­ den aynlır, dağların ötesinde bir duldaya çekilir, orada son nefesini verirmiş. Hüseyin Nihal bey, kendisine neden "Atsız" mahlasını seçmişti? Bu seçişte, şüphesiz ki "atlı" Türkler çağının hasreti ile birlikte, "meydan var, at yok" meseleni hatırlatan bir hayıflanış da vardır. At, öyle bir sembol ki, Nihal Bey'in yapmak, başar­ mak, yeni bir Türk düzeni kurmak için yaratıldığını ve fakat, bunu yapacak araç ve imkanların tümüyle elinden alındığını ifade etse gerektir. Birçok kırmızı ve renksiz çevrelerde, bilir bil­ mez "faşist, ırkçı, turancı, kafatasçı" gibi pespaye, anlamsız sıfatlarla yerilmek istenen Nihal Atsız, aslında Türkiye'de demokratik mücadelenin apa­ çık bir sancağı idi. 1944 Mayısında o devir Cumhurbaşkanının, Sovyetlere hoş görünmek için, birçok komünistlere uyarak, ve hukuk devletini hiçe sayarak, gencecik milliyetçileri tevkif ettirip "tabutluk."larda işkence ettirmesi üzerine (bu konuda Reha Oğuz Türk­ kan'ın "Tabutluktan Gurbete" adlı, yeni çıkan ese­ rini okuyunuz, Boğaziçi Yayınevi PK: 1397 İstan­ bul) Türk:iye'de mevcut muhalefet daha da şuurla­ mp "milliyetçi" bir doktrin haline gelmişti.

Türkçü-milliyetçi-İslami mücadele tahukluk işkencelerini ve Türkçü gençlere yapılan zulünılsri tema edinerek, 1 944-1950 arasındaki demokrasi lambalanna fitil oldu. 1 15


O zamanki Demokrat Parti, Millet Partisi, Milli Kalkınma Partisi hareketlerinin motor-fikri ola­ rak, tekparti saltanatını yıktı. Nitekim serbest ve hür seçimlerle 1950 demokrasisi milliyetçi akımın büyük, meyvesidir. Bu mücadelede Türkçülük akı­ mının rakipsiz, genç, üstün karakterli lideri ise şüphesiz N İHAL ATSIZ beydir. Allah gani gani rahmet eyleye. Ondaki karakter sağlamlığını genç­ lerimize nasib eyleye ...

1 16


Kahraman Ahmet Güner Hayatını davasına adamış insanlar ne güzel­ dir.. . Hele bu dava, ardında medeniyet, kültürler, imparatorluklar şanlar ve şereflerle dolu TÜRK'ün, Türkçülüğün, Türk milliyetçiliğinin da­ vası olursa. Nihal ATSIZ bey, bu davayı, zaman olmuş ko­ münistlere karşı, zaman olmuş milliyetçilerin re­ yiyle iş başına gelen eyyamcı hükumetlere karşı sa­ vunmuş, hayal kırıklığı, yılgınlık ve mücadele zaafı göstermeden Türkçülük bayrağını elinden bırak­ mamıştır. ATSIZ ismi milyonlarca Türk genci için son 30 yılda bir sembol gibiydi. Sokak politikasından ken­ dini uzak tutuşu, kitapları, makaleleri, konferans­ ları ve maddi- manevi ağır zorluklara aldırmadan çıkarmaya devam ettiği milliyetçi dergileri ile, Türk milliyetçiliğinin, politikalar, müesseseler ve şahısların üstünde, geleceğin büyük Türkiyesi için bütün millete mal olması gereken bir ideal olarak benimsenmesi gerektiğini göstermiştir. Nihal ATSIZ, herşeyden aziz tuttuğu bu davayı, bütün hayatı boyunca, hergün, her saatinde, tam 1 17


bir dürüstlük, samimiyet ve mücadele azmi ile yıl­ larca taşımıştır. Mütevazi idi, çünkü dava böyle is­ tiyordu. Kavgayı kendisi için, siyasi ve maddi ikbali için yapmıyordu. Onun fikirleri ile yetişmiş, gençli­ ğinde onun eserlerinin heyecanından güç ve hedef almış kimselerin devletin en üst kademelerine gel­ diği günlerde bile ATSIZ, kendisine yöneltilen zul­ mün, baskının hükümran olduğu dönemlerdeki ka­ dar sakin, siyasi iktidara ilgisiz ve davasına dönük yaşayışını sürdürmüştür. Genç Türk milliyetçileri, ümit edilir ki, sadece ATSIZ hocanın fikir ve heyecanından değil, yüksek şahsiyetinden, vekanndan, sabrından ve mücadele azminden de yararlanmalıdırlar. ATSIZ'ı büyüten de sadece fikirleri değil, bu fikirleri savururkenki tavrıdır. Bir dava adamının, günlük hayatın alaşi­ yinden uzak, rütbe ve makamlardan müstağni, fa­ kat sabrı ve azmi ile büyüyeceğinin en parlak örneği ATSIZ'dır. Türkçülük kitaplardan, üniversitelerden, okul­ lardan kovulur, aciz ve gafil bazı hükumetler üç beş Komünist uğruna veya Bizans politikacılığını devletin işi haline getirdikleri için Türk milliyetçi­ leri horlanır, tecziyeye kalkılırken, ona arkadaşları ile sahip çıkan Nihal beydi. Bunu, herhangi bir kah­ ramanlık gereği değil, doğru olduğu, haklı bulduğu için yapmıştır. İnönü döneminin en ceberrut günle­ rinde de böyle idi, bizden idarelerin var olduğu sanı­ lan, fakat dikkatli gözlerden aldatıldığımızın kaç­ madığı günlerde de. Türk milliyetçiliğinin sembol ismini kaybettik. ATSIZ'a rahmet diliyor, davasına daha şimdiden onbinlerce ATSIZ'ın sahip çıktığını görmekle bize bıraktığı mirasın büyüklüğünü anlıyoruz. 1 18


'Türk gibi yaşadı, öldü" Altan DELİORMAN TÜRKÇÜ LÜGÜN yüce burçlanndan biri daha toprağa düştü. Bir ömür boyu eğilmeyen, bükülme­ yen kınlmayan, Atsız, sonunda ecele (Ve galiba sa­ dece ona) yenildi. Bugün bu mübarek bayram günü her Türkçü­ nün evinden bir cenaze çıkıyor gibidir. Zira Atsız'ın şiirlerinden, yazılanndan, romanlanndan, sohbet­ lerinden ve öğretmenliğinden birer parça, büyük Türk ülküsüne gönül vermiş herkesin kalbinde, hafızasında benliğinde mutlaka yaşamaktadır. Eserlerine, öğrencilerine ve yetiştirdiği nesille­ re ilaveten Atsız, bir büyük miras daha bıraktı: Şe­ refle yaşanmış, ter temiz, pınl pınl bir hayat örneği. Askeri Tıbbiye talebeğinden başlayarak son nefesi­ ne kadar Türklük yolunda seve seve harcanmış ya­ nın asır. . Hayatın çirkefine ve beşerin za'fına dai­ ma tiksinerek katlandı. Şairliği ülkü içindir, ilmi ülkü için, Romanı ülkü içindir, kalemi ve öğretmen­ liği ülkü için. Üniversite kürsüsünden matbaa köşelerine, ka1 19


ranlık zindanlardan kütüphane loşluğuna uzanan ve günü geldiğinde tek şef rejiminin dehşet verici bütün vasıtaları ile suçlanan mütevazi bir lise öğ­ retmeninin hayatı çok kimseye cazip gelmeyebilir. Fakat bu çile, eğer ülkü yolunda çekiliyorsa, katla­ nılabilir bir çiledir. Atsız, bu acıyı zevk edinmiş bah­ tiyarlardandı. Dimdik, riyasız, dosdoğru .. Ulu bir çınar gibi ya­ şadı. Meslek hayatının, mücadele hayatının ve hatta hususi hayatının kahredici bütün darbeleri­ ne yiğitçe göğüs gerdi. O'nun, adeta cihana meydan okuyan pervasız tavrında, son akına çıkan bir Orta Asya süvarisini görür gibiyiz. Bütün bir ömür boyu omuz omuza mücadele verdiği tek kardeşi (Belki kardeşten de öte, en yakın ülküdaşı) Necdet Sançar'ın ölümünden bir kaç ay sonra - kendi deyimiyle - "Uçmağa vanşı belki ha­ zin, ama bir bakıma pek manidar değil midir? Torul'lu Çiftçioğlu Hüseyin Nihal Atsız, Türk­ çülerin bu günkü bayramını (Kendi memleketinin tabiriyle) "Kara bayram" kıldı. Şakayı çok seven At­ sız'm bu son şakası aklı başında her ülkücüyü de­ rinden sarsacaktır. gı·1t. w

Kolay alışır bir boşluk, katlanılır bir yokluk de.

Bir başka Türkçünün mezar taşma kazdırdığı tek satın, şimdi Atsız'm başucundaki kitabede oku­ mak O'na saygının en büyüğü olmalıdır: "TÜRK GİBİ YAŞADI, ÖLDÜ"

120


ATSIZ'IN ARDINDAN Cavit ERSEN Yeniden, mutlu hayata dönüşün idraki ile Bü­ yük Türkçü, Türk Milliyetçisi Atsız, ülkü dolu ruh­ ları, gene, eski hayatının akışında, fırtına gibi, elemlere, girdaplara boğup, en son hedef, TAATRI­ DAGLARl'na, dönüşü olmayan yola vasıl oldu . . . . . Tanndağlan, O'nun yaşadığı dönemde de, bu­ gün de Türk'e, Türk milliyetçisine, ülkücü gençliği ırak mıydı sanki? Değildi . . . Geçenlerde bizim Ayaklı Kütüphanemiz Mu­ hiddin Nalbantoğlu'nun, Yokuşbaşındaki Uğur Ki­ tabevinde ATSIZ'ın dev eseri, TÜRK TARİHİNDE MESELELER'in de şöyle bir ithaf yazısı vardı: NALBANTOGLU KABİLESİ RE İSİ Muhiddin Nalbantoğlu'na diyordu . . . Fakat O'nu ben, ne çare, görememiştim o OTAG'da. . . biraz evvel ayrılmış or­ dan ... Ölenler dirilmez mi? Bozkurtlar dirilirler de, Atsız'ın devam ettirdiği milliyetçi yol güzergahında bulunanlar, yeniden vücuda gelmezler mi? Atsız, bu sebeple kaybetmek demenin hiç de anlamı var 121


mıdır? Gözyaşı dökse de milliyetçiler, ülkücüler, herşeyden çok Türkçüler ve Millet olarak hepimiz, gurur yaşlan olmayacak mıdır bu iri taneler? Kim kaybetmiş ki Atsız'ı? Kaybedilen olmuş mudur şimdi ATSIZ adiyle anılan BÜYÜK TÜRK hayatta iken ATSIZ'ın bu fani dünyaya gelişi gü­ nünden itibaren ebedi hayatı, büyük eserleriyle de­ vam ederken, O'nun şimdi, ayakta dimdik duran büyük, dev eserlerini yok etmek mümkün olacak mıdır? ATSIZ'ın savaşı başlayalıdan beri, tavizsiz de­ vam ederken, Türk Birliğinin mevcudiyeti, TürkÇü­ lük, milliyetçilik, ülkücülük yolu açık tutulacaktı. Tutuluyor. Bu yol, TANRIDAGLARI'ndan ÖNAS­ YA BOZKIRLARI'na kadar vasi alanda yaygın ruh ölçüsü içinde yeniden dirilişi önemini, ahlakını, fa­ ziletini bir yerde toplayacaktı, topluyor da . . . Ş u çekişme, ş u fitne, ş u gaflet uykusunda hfila tabutlar içinde bulunma devrinin üzerinde, bir taht kurulmuşsa; bu da, Türk ülküsünün büyük hamle­ sini anlatma, sürtüşmelere son vermek devrinin id­ raki olacaktır. Şimdi bize düşen görev önemlidir! Bu görev, Bü­ yük Türkçü'nün ruhuna fatiha okurken, birleşmek, tesis edilmesi icabeden BÜYÜK TÜRK BİRLİGİ'ni vücuda getirmek üzere, ferdi çıkarları, toplum yapı­ sından silip çıkartmak, herşeyimizle, bütün gücü­ müz ve kuvvetimizle, birlik ve beraberlik şuurunu hissedip, ayni bayrak altında toplanmak, mezhep­ leri, tarikat savaşlarını bir tarafa bırakıp, müşte­ rek düşm_ana karşı biraraya gelmektir! Bunun için Kültür Bakanlığını, bunun için MİLLİ EGİTİM BAKANLIGINI, bunun için, tüm eğitim ve öğretim 122


merkezlerini, basım, yayını ile Türk:iyemizde, Türk Milletinin yüceliği için, sistemli ve programlı çalış­ ma serferberliği ilan edip, Türk Milletinin hayati­ yetini temin ile, yeniden dirilmek, yeniden maziye dönmek, ahlakı, fazileti geliştirip, herşeyi Türklük için kabul etmek gerektir. TANRI TÜRK'Ü KORUSUN, YÜ CELTSİN... BÜYÜK TÜRK ATSIZ'a Allah' (C.C.) dan rah­ met ve mağfiret dileyelim. Mekanı CENNET olacaktır inşaallah . . . N e yapalım, ne çare, ATSIZ bu sütünlara, bu kalıba sığabilir mi? Ü zgünüm, üzgün, çok çok üz­ gün . . . Ne söylesem az, az, az! . . . EY TÜ RK M İLLETİ ! BAŞIN SAG OLSUN.

123


124


O bir liderdi ... Orta Doğu TÜRK Milliyetçiliğinin büyük simalarından, tarihçi, edebiyatçı, dilci, fikir ve mücadele adamı ATSIZ HOCA da her fani gibi Tann'nın sonsuz rah­ metine kavuştu. Başımız sağolsun. ATSIZ HOCA, Milliyetçiliğin ve Türkçülüğün suç sayıldığı ve Türk varlığının bekası için mücade­ le verenlerin Milli Şef ve adamlarınca takip edildiği dönemlerde Türk olmanın gurur ve şuuru ile Türk­ lüğü savunmuş bir liderdi. ATSIZ HOCA'nın o günler de başlattığı hareket bugün güvendiği ve inandığı ellerdedir. Yılmadan, usanmadan zalimlerin zulmünden korkmadan baş­ lattığı Türkçülük cereyanı, O'nun sayesinde yetiş­ miş nesillerin ellerindedir. ATSIZ HOCA'nın, çığ gi­ bi büyümekte olan Milliyetçi Hareket içindeki lider vasfı Türk Milliyetçilerini daima toparlamış ve ak­ şi ycn halinde tutmuştur. O, liderliğine rağmen, kendisini daima Türk varlığı içinde bir nefer gibi görmüş, tevazudan ayrılmamış, birleştirici, öğreti­ ci, sevgi ve saygı aşılayıcı olmaktan ayrılmamış­ tır. ATSIZ HOCA, birkaç cümle, birkaç sayfa, bir125


kaç kitap ile anlatılmayacak kadar büyük Türk Milliyetçisi idi. Yetmiş yıllık ömrü içinde, hiç bir dünya nimetine karşı ihtiras duymamış, bütün aş­ kını şevkini ve hırsını mensubu olmakla gurur duy­ duği.ı asil ırkının mutlu ve muzaffer olması yönün­ de kullanmıştı. O'nun yetiştirdiği nesil, O'nun aşıladığı fikir, O'nun verdiği aşk ve şevk. Bugün yıkılamayacak, ardı kesilemiyecek bir hareket olarak giderek büyü­ mektedir. Ne mutlu ki ATSIZ HOCA, bu mutlu ge­ lişmeyi görmüş, yaşamış ve Türk Milliyetçiliği ha­ reketini muzaffer kılmak için giriştiği mücadele anında çektiği eziyetleri ve zulümleri, gelişme se­ vinci ve gururu ile unutabilmiştir. Yeni nesillerin Türk Milliyetçiliği aşkı ile yetiş­ mesinde ATSIZ HOCA'mn büyük hizmeti olmuş­ tur. Dişinden tırnağından arttırdığı ile çıkardığı ki­ taplar ve dergiler sayesinde, Türk Gençliği gıdalan­ mış, benliğini bulmuş ve yetişmiştir. Türk diline yaptığı hizmetler, Türk tarihine tuttuğu ışık, sön­ meyecek birer meşale gibi nesillerden nesillere AT­ SIZ HOCA'nın ölümsüzlüğü ile intikal edip gide­ cektir. . Türk Milliyetçilerine sabır, ATSIZ HOCA'ya Tann'dan rahmet diliyoruz. Tanrı Türk'ü Koru­ sun!. . .

126



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.