Fethi Tevetoğlu, Z. Sofuoğlu - Mukaddes Topraklar

Page 1



Bi

r

i

n c

i

B

a s

k

Äą

.

. . . . . . . . . . . . . . Haziran 1965


Dr. TE V ET O C LU

-

l. S O F U O C LU

MUKADDES TOPRAKLAR

ANKARA, 1965

__ ___

_j



ÖN SÖZ Kısa bir müddet ara ile Mukaddes Toprak­ lar'ı ziyaret mutluluğuna .ermiş iki cddeal ar­ kadaşı» olan bizler, Yeni istanbul Gazetesi'nde aynı konuda yayımfanmış yazılarımızı bu kitap­ çıkta topladık. Suudi Arabistan başta, bütün Arap ülkele­ ri ve İslô.m Dünyası ile milletimiz ve memleke­ timiz arasındaki dostluk, kardeşlik münaseb.et­ lerinin ihyası ve kavileştirilmesi en samimi di­ leğimizdir. Bu dilekle, birimizin gazeteci, diğerimizin Türk Delegasyonu Başkanı olarak Suudi Ara­ bistan'a yaptığımız ziyaretlerin;

katıldığımız

Dünya İslam Kongresi'nin ve bilhassa mübarek Hac farizasını eda edişimizin derin yankılarını bu kitapçıkta aziz okuyucularımıza sunduk. Bu satırlarda, yıllardır gerçek seviyesine ulaştırılmamış din kardeşliği münasebetlerimi­ zin pekleştirilmesi için lüzumlu esasları belirt­ tik. 5


Ayrıca, Türk Hacıları'nın ilgi, çözüm ve . kolaylık isteyen çeşitli güçlükleri üzerindeki düşünce ve tavsiyeler.imizi bildirdik. Bu küçük kitabımızla bir büyük ve aziz davanın gerçekleşmesinde ufak bir hizmet ve yardımda bulunabilirsek, kendimizi

gerçekten

mutlu sayacağız. Mukaddes Toprakları, onlar üstünde ya­ şayan ve her yılın Hac mevsiminde bir araya gelerek en mübarek farizayı eda yolunda birle­ şenleri bizzat tanımak ilahi lutfuna eriştirildik. Din kardeşlerimizle müşterek davalarıınız üzerinde dertleşınek, birleşrnek ve yardımlaşmak imkanlarını sağladık. Bütün bu ildhl lutuf ve ihsanlarııı şükranlariyle doluyuz. Bu kitapta, aynı ilahi lutuflarını bütün din kardeşlerimize ihsan buyurmasını Yüce Yara­ dan'dan niyaz ediyoruz.

Ankara : Haziran 1 965 Dr. C.

6

Fethi TEVEToGLU

.

M. Zeki

SOFUOGLU


Dr.

TEVETOGLU

B

ÖLÜ I

M



HAC YOLUNDA Müslüman kardeş memleket Suudi Arabis­ tan'ın demokrat kıralı Faysal Hazretleri'nin da­ vetlisi olarak, bu aziz ülkeyi en mübarek ve müstesna bir zamanda ziyarete gidiyoruz. Yer­ yüzünün dörtbir bucağından gelen ırkları, renk­ leri, dilleri ayrı; fakat yüce dinleri ve imanla­ rı bir ve bütün milyonlarca Müslüman, Kabe-i Muazzama'da birleşeceğiz. İslamın bu mukaddes evini, dinlerin en ye­ nisini, en ulusunu getirmiş Allah'ın en aziz ku­ lunu, en son, en mübarek Resulünü ziyaret bah­ tiyarlığı küçük kalbirnizi sonsuz sevinçlerle doldurmak ta dır. Mültezime, Hacer-i Esved, Hicr-i İsmail, Hufra, Şadırvan, Şettare, Mutaf, Makamışerif, Makamı-erbaa, Kubbetülferrasin, Kubbetül­ sekkaye'yi göreceğiz; onlara el süreceğiz; onlar­ da tarihi, maziyi ihtişamıyla duyacak ve yaşa­ yacağız. Tavaftan sonra Safa ile Merve arasın­ da dört defa Safa'dan Merve'ye, üç defa da 1)


Merve'den Safa'ya gidip gelecek, « Sa'y» ı ifa edeceğiz. Yalnız şu mübarek adların bana hatır­ lattığı rahmetli Safa ( Peyami) ile onun aziz oğ­ lu Merve'sinin ruhları değil, son gününe kadar Hac farizasını ifaya can atmış olan, bu saadet­ ten mahrum gitmiş rahmetli babam Ali Dur­ sun Kaptan'ın, annem Rafize Zelıra Hanım'ın ruhları da sevinç ve memnunlukla beni sara­ caklardır. Bu ilahi lCıtfa sonsuz şükürler duya­ rak yarın Ehram'a bürünüp yola çıkacağız. 1 1

Büyük Türk dostu Kıral Faysal Hazretle­ ri'nin bu defaki son, sıcak ve samimi, gerçek­ ler dolu beyanatını gurur ve sevinçle hatırlıyo­ rum : « Sizler, bütün bir tarih boyunca hür ola­ rak yaşamış, ve dünyaya yeni medeniyetler, yeni ufuklar açmış, İslam dinini dünyanın bir ucundan öbür ucuna götürmüş kahraman bir ırkın ahfadısınız.>> «Türklerle Arapları birbirine bağlayan İs­ him dininin mevcut dinler arasında en ileri bir din olduğunu ifade etmeğe bilmem lüzum var mıdır ?» «Aramızda ne efendi var, ne de köle.. Biz lO


sadeec vatandaşlarımızın hadimi

ve Cenab-ı­ Hak'kın ve onun Resıll'ünün şeriatının naşirle­ riyiz. İşte biz bu inançla hareket ediyoruz.>>

« Bütün islam aleminin selameti için dua ederken, Allah'ın Müslümanlada birlikte bütün dünyayı sulh ve sükılna kavuşturmasını niyaz ederiz. » Bu mübarek yolda, bütün kalbimle b u dua­ ya katılırken, Mekke-i Mükerreme'de toplana­ cak ( Rabıta-tül Alem-ül-İslami) kongresini, o­ rada bütün İslam memleketlerini temsil ede­ cek yüzlerce din kardeşi mesai arkadaşlarımızı düşünüyorum ve yüce Yaradan'ıma dualar edi­ yorum : Cihad Fethi kuluna bütün Müslümanların ve Türklerin kalbierini kanatan Kıbrıs faciala­ rının sona ermesi yolunda hizmet imkan ve fır­ satı da bahşet ! Acı'da ve sevinç'te bütün İslam ümmetinin bir ve beraber olmalarını temin et Yarabbim ! . Değerli okuyucularıma duyduklanmı, gör­ düklerimi ve yaşadıklarımı her fırsatta yazma­ ğa çalışacağım. Hac yolundan sonsuz muhab­ betlerimle. ı1


BİRBİRİMiZi İYİ TANlYALlM Son onbeş yıl içinde, dünyanın pek çok üi­ kelerini gezmiş ve görmüştüm de, İslam ve Arap aleminin beni en çok çeken, ruhumda ve hayalimde yaşattığım Mukaddes Topraklar'ını bir türlü ziyaret edememiştim. Demek ki bu ilahi lutuf, bu mübarek günlerde nasip olacak­ mış.

'

1

Türk milletinin Arab alemindeki en yakın 1 ve samimi büyük dostu Kıral Faysal Hazretleri­ nin nazik davetleri, bizlere hem Hac farizasını eda etmek; hem de ( Rabıta-tül-Alem-ül-İslami = İslam Alemi Birliği ) 'nin VI. Yıllık Kongre­ si'ne memleketimizi temsilen katılmak fırsatı­ nı bahşetmiştir. Şüphesiz bu, yarım asırlık na­ çiz ömrümüzün en mutlu, en aziz bayramıdır. Belki fani hayatımızın bundan sonraki bölü­ mü, bu ilahi lutfun şükranını öderneğe yetmi­ yecektir. Cenab-ı Hak'kın insan oğullarına gönder­ diği en ulu Peygamberi ve yüce dinimizin o şan­ lı tarihini koynunda taşıyan mübarek toprak­ lara, gece yarısında, gün gibi parıldayan ışıklar­ la inerken gördüğüm bu aydın ülkenin rnuaz12


zam kalkınması karşısında hayret ve hayran­ lıkla doldum. Birbirimizi ne kadar az ve nok­ san tanıdığımıza üzüldüm, sıkıldım ve utan­ dım.

Kumları yeşermiş bulmam, ulvi his ve inançla dolu ruhumu gerçekten murada erdir­ di. Bu mukaddes ülkeye kavuştuğum andan itibaren, nasıl dış alemimdeki karanlıklar ışığa gark edilmişse, iç dünyam da öyle ilahi bir mi­ ra kavuştu. İyınan kuvvetinin her güçlüğü ye­ neceğine, her zor işi başaracağına, burada bul­ duğum canlı örnekleriyle, tekrar inandım. Ve bu mukaddes toprakların, adı Kıral, fa­ ka t kendisi her davranışı ile yüce Yaradan'ın kulu, kölesi ve halkının hizmetkarı olan, ihti­ şam sarayını tevazu' harcından kurmuş Faysal Hazretlerinin şu veciz sözlerini takdir ve şük­ ranla bir bir tekrarladım : «Bizi gericilikle suçlandırıyorlar. Eğer hürriyet ve istiklalimizi korumak; halkımızın eğitimini, aydınlanmasını, sağlık hizmetlerini ve memleketin imarını sağlayacak tedbirleri al­ mak ve bunları başarmak gericilikse, o zaman gerici olmakla iftihar ediyoruz. )) 13


(KIBRIS ŞEHiTLERİNİN RUHLARI isLAM ALEMiNE SESLENiYOR ! ) Milletimizin din ·kardeşleri ve Arap alemi ile münasebetlerini ihya etmek ve geliştirmek­ te duyduğu samimi arzunun değerini; Hüku­ metlerimizin bu yoldaki müsbet çabalarının lü­ zum ve isabetini, dost ve kardeş Suudi A �abis­ tan'da bir kere daha anladım ve takdir e t tim. MEDİNE, BİIAD, NEDVA ve UKKAZ ga­ zetelerinin Kıbrıs davamız üzerinde ilk günler­ den itibaren devam eden samimi yayınlarını şükranla izlemiştik. Fakat buraya geldiğimizde, İslam aleminin bağlarını kuvvetlendirrnek için kurulmuş, büyük çabalar harcamış değerli te­ şekki.ilün, son Kongre münasebetiyle hazırladı­ ğı değerli mesaiye şahit olunca gözlerimiz dol­ du, yaşardı. Bu, birbirimizi tanımamış, anla­ mamış olmanın acısı kadar, gördüğümüz ilgi­ nin, din kardeşliğinin şükran ve sevinci idi. ( Rabıta-tül Alem-ül islam ) , Yunanİstana ve Kıbrıs'a ( Medine İslam Üniversitesi ) 'nde burs ile okuyan iki öğrenciyi incelemeler yap­ mak için yollamış; onların Kıbrıs, Yunanistan ve Adalar'daki Müslüman Türkler üzerine ver14


dikleri raporları kurucu azalarına ve Kongre üyelerine sunmaktaydı. ( Kıbrıs'taki Müslümanların Durumu Hak­ kında Takrir) başlığını taşıyan, biri 6, diğeri 5 büyük saıhifelik iki rapordan başka, Kıbrıs fa­ cialarını en acı fotoğraflada da canlandıran bir ayrı broşür hazırlanmıştır ve şu adı taşımak­ t adır: ( KIBRIS ŞEHiTLERİNİN RUHLAR! İS­ LAM ALEMiNE SESLENiYOR ! ) « Ey dünyanın dört bir köşesinden gelmiş Müslümanlar ! Kıbrıs Adası'nda·k � Türk şeıhid­ lerinin ruhları sizlere sesleniyor ve diyor ki : « Kıbrıslı Rum kaatillerin yapmış oldukları hunharca cinayetleri toplu bir halde islam dün­ yasına duyurunuz ! .. Ey Müslümanlar, Arafat Dağı'nda dua etmeniz size vaciptir. Din kar­ deşlerinizin temiz kanlarını Kıbrıslı Rumlar dökmüşlerdir� Eşine rastlanmamış hunharlık­ la şehit Müslüman Türklerin cesedierine bile reva gördükleri insanlık dışı davranışları, ne ilahi islam dini, ve hatta ne de Hıristiyanlık af­ feder! ıs


Mekke'nin etrafında toplanan, Kabe'yi ta­ vaf ve Peygamberi ziyaret eden insanlar, sizle­ re sesleniyoruz ! Kıbrıs'taki Müslüman Türk Şehitlerinin ruhlan sizlerden fatiha bekliyorlar ! >> XX. Yüzyılda Makaryos ve adamlarının el­ leriyle banyo içinde öldürülen masu rrl yavrula­ rın, bir Türk kadınının, bir emzikli MUslüman annenin feci akıbetierini gösteren fotoğraflar­ dan başka, broşürde şehit olmuş çok yaşlı bir din adamının hazin fotoğrafı da mevcuttur ve altında şu sözler yazılıdır:

«Bu din liderini de kan içen Kıbrıslı Yu­ nanlılar öldürdüler. Halbuki bu hoca, sizinle beraber Hac'ca gelecekti. Şimdi bu şehit siz­ den , ruhuna fatiha okumanızı bekliyor ! . » .

Acılarımızı paylaşan, davamızı davaları bi­ len Suudi Arabistan'lı din kardeşlerimize ve (İslam Alemi Birliği) 'ne Kıbrıs konusundaki bu büyük hizmetlerıinden dolayı sonsuz şükran­ larımızı bir kere daha arzetmek borcumuzdur.

16


MUKADDES TOPRAKLAR'DAN AZİZ VATAN'A Cenab-ı-Hak'ka şükürler olsun ki, bir ilahi lutuf ve ihsan eseri Hac farizasım bütün vecibeleriyle eda ederek, Mukaddes Toprak­ lar'dan Aziz Vatan'a dönmüş bulunuyoruz. Aziz okuyucuma beni bağışlamasını dileye­ rek şu gerçeği bir kere daha tekrarlıyayım ki : 1965 yılının Nisan ayı, benim 49 yıllık naçiz öm­ rümdeki en müstesna mutluluk ve şadlık ayım; geçen Kurban Bayramı da en eşsiz ve mübarek bayramım olmuştur. Müslüman kardeş memleket Suudi Arabis­ tan'ın, İslamlığın en mümtaz vasıflarını müs­ tesna şahsında toplamış, son derece alçak gö­ nüllü ve mahviyetkar kıralı Faysal Hazretleri, kendisini İslamın hizmetkarlığına adamakla kalmamıştır. islam aleminin çözülmüş bağla­ rını yeniden bağlamak ve kuvvetlendirrnek su­ retiyle İslam aleminin bütün mensublannı din kardeşliğinin yüce mertebesine eriştirmeği ga­ ye bilen bir de (İslam Alemi Birliği = Rabıta­ tül Alem-ül islami ) teşkilatı kurmuştur. İslam dünyasında kısaca « Rabıta)) diye anılan bu Birn


lik, VI. Yıllık Kongresıi'ni, mübarek Hac gün­ lerini ve Kurban Bayramı'nı takibeden gün­ lerde, Mekke - i - Mükerreme'de düzenlemişti· Böylece Hac farizasını gerçek mfmci ve maksa­ diyle tamamlamak mutluluğuna da erdik. Yeryüzünün dört bir bucağından gelmiş ırkları, renkleri ve dilleri değişik; fakat aynı iy­ man ile dolup taşan ve aynı iki ilahi kelimeyi tekrarlıyarak <<Allah-ü-Ekber» diye çarpan yü­ rekleri bir ve beraber olan 1 .250.000 Müslüman, Mukaddes Topraklar'da, Kabe-i-Muazzama'da muhteşem bir manzara arzederek, aynı huşu içinde birleştik. 36 müstakil islam Devleti'ni ve yekunu 80'i bulan İslam ülke, cemaat ve teşekküllerini temsil eden 300'ü aşkın delegenin katıldıkları Dünya İslam Kongresi gündeminde : islam dün­ yasının müşterek dava ve meseleleri, Müslü­ manlar arasında çeşitli alanlarda işbirliği sağ­ lanması; islami eğitim ve kültür münasebet­ leri; İslamiyetİn yayılması ve Hac hizmetlerin­ deki çeşitli güçlük ve aksaklıkların ortadan kal­ dırılması konulan bulunuyordu. Filistin, Kıbrıs, Keşmir, Yemen, Habeş Müslümanlarının feci durumları, bütün dünya ıs


1 sl{ımlarının kalplerini müştereken kanatan ya­ ralardı. Bunları teşhis ve tedavide, bölge gö­ zcıilmeden bir ve beraber olmanın, dayanışma­ nın lüzumu savunuldu.

Konuşmalarında bizlere sık sık, ( candan uostlar), (din ve mezhep kardeşleri ) manasın­ da kullandığı (İhvan ) kelimesiyle seslenen ide­ alist « İslam Hizmetkarı ))'nın iyman kudretini ve inancını sözde duymak, eserde görmek bü­ yük bir hazdı. Kıral Paysal Hazretleri gibi, muhterem refikaları İstanbullu bir asil Türk hanımı olan, Suudi Arabistan'ın ünlü yazar ve iş adamı, ger­ çek Türk dostu muhterem Hasan Kütbi'nin Türkiye'den bu müstesna günler için şahsen da­ vet edip getirttiği, ünlü ama Türk Hafızı Kani Karaca'nın Allah vergisi o emsalsiz sesiyle Kur' an-ı-Azimüşşan'ın sihir ve füsunuyla kalbleri­ mizi birbirine bağlayışı bir saadetti. Bizden bu ilahi lutuf ve İhsanlarını esirge­ meyen yüce Rabbülalemin'e hamd-ü-senalar ol­ sun ! Darısı candan dostlarımızın, din ve iy­ man kardeşlerimizin, dinıine bağlı aziz okuyu­ cularımızın, İlıvan'ın cümlesi başına ! .. J9


TÜRK'ÜN VE İSLAM'IN DÜŞMANLARI Türkün ve İslamın düşma ı'\ ları bir de­ ğil, bir çoktur. Ayn ayrı görün � bu düşman­ lar, gerektikçe içeride ve dışarıda tek bir cep­ hede birleşerek Türk'e ve İslam'a insafsızca sal­ dırmaktadırlar. Bizim en çetin, en kavi fikir ve iyman gü­ cümüz, hiç şüphe yok ki, milliyetimiz ve dini­ mizdir. Biz tek bir cephe teşkil etmediğimiz, e­ demediğimiz halde, milliyet ve din kundakçıla­ rının nasıl bir ve beraber çalıştıklarını son de­ rece dikkat ve ibretle izlerneğe mecburuz. Yo­ lu Beyrut'a uğrayanlar veya Pıa ris'e uzananlar, bu Türk ve islam düşmanlarının yurd dışında­ ki tertip ve çabalarından çeşidli canlı örnekler görürler. Bir iki gün önce Beyrut'lu bir tarihi şahsi­ yet ıkendisini bana, tertemiz türkçesi ile « sabık vatandaşınız» diye takdim etti. Türkün geç­ mişteki günlerinden yüce fazilet ve karakterini belirten örnekler vererek şükranlarını belirtti; Beyrut'un da ralh atını ,kaçırmak isteyen Ma­ karyos, Moskova ve Nasır kuklası budala Er­ menilerin davranışlarını yerdi. 20


Bu samimi sözler karşısında bir tarihi gu­ rurla kabarmadım, köpürmedim; bilakis du­ ruldum, düşündüm ve şu sonuca vardım : Yüz­ yıllar boyu bir ve beraber yaşadığımız bu ülke­ lerin insanlanndan bugünkü Türklerin başlıca istekleri: İyi komşuluk, dostluk ve kardeşlikten ibarettir. Gerçek bu olduğu halde, Hükumeti, Meclis üyelerinin yüzde doksanı ve ahalisinin kahir ek­ seriyeti Türke çok yakın, Türklükle ilgili bu­ lunan Lübnan'ın merkezinde, resmen izinli ve Devletin de temsilcisi ile katıldığı, Türklük a­ leyhindeki haksız, yersiz ve küstahça bir Erme­ ni mitinginin tertibini esefle, nefretle karşıla­ dık. Kıbrıs'da banyo içinde masum yavrularla annelerini öldüren kaatil ellerle, Suriyede ca­ mileri bombalayan eller aynıdır . Yirminci YüZ­ yıl'ın yüz karası Makaryos cinayetleri gözler önünde cereyan edip dururken, Makaryos'un « cinayetleri tel'in mesajları »'nı Beyrut kilise­ lerinde ve stadyumunda okuyanların davranışı Türke de, İsiama da, insaf ve iz'ana sahip cüm· le aleme de ibret olmalıdır. Canilerin, tarihin derinliklerine gömülmüş hadiseleri hatırlat21


rnakla kendilerini terniz çıkaracaklarını düşün­ rnek; bu tertip ve tahriklerden kimlerin ne fay­ dalar urnduklarını hesaplamak güçtür. Fakat bu çeşit kundaklann içinde ve arkasında Mos­ kova'da, Paris'te, Atina'da, Lefkoşe'de, Telaviv'­ de ve Kahire'de çöreklenmiş, yuvalanrnış çeşit­ li çiyan ve engereklerin bulunduğunu anlamak, görmek zor değildir. Türkü ve islamı parçalamak, yok etmek isteyen şer kuvvetleri, yüzyıllar boyunca çeşitli kılıkiara bürünerek ve her fırsattan faydalana­ rak, mel'unluklarına devam edegelmişlerdir. Beyrutlu kukla Ermeniler şunu bilsinler ki, bugün karşılarında ne Osmanlı Hükumeti ve ne de merhum Cemal Paşa bulunuyor. Bugün MUSTAFA KEMAL PAŞA'nın kurduğu, Türk milletinin yaşattığı ve ebediyen yaşatacağı; Türk gençliğinin bekçisi bulunduğu bir TÜRKİ­ YE CUMHURİYETİ vardır. Onun bünyesinde doğmuş, büyümüş; hür ve rnüstakil yaşayan Türkiyeli, İslam olmayan vatandaşlarımiz ise, yalnız «nüfus kağıdı)) kayıdlarına göre bu vata­ nın ve milletin birer mensubu değildirler. Her çeşit hakları, emniyetleri ve bilhassa vicdan hür­ riyetleri ile Türkiye Cumhuriyeti'nin birer uzvu2Z


durlar. Kader ve kısmetlerini Türkiyeye bağla­ mış bu mes'ut insanların, Beyruttaki Ermeni kundağını bizden daha çok nefretle karşıladık­ Iarına zerrece şüphe etmiyoruz. Her milli da­ vamızın parlamentomuzdaki savunuluşunda gerçek bir Türk hassasiyeti göstermiş eski İs­ tanbul Senatörü Berç Turan arkadaşımızın de­ diği gibi : «Türk Ermeniler bu yurdda, Anayasa temi­ natı altında ve asil Türk milletinin kardeşlik duygularından ilham alarak, kader birliği ve beraberliği içinde yaşamaktadırlar ve her aın ve ilelebet ne mutlu Türküm diyeceklerdir.)) Türkün ve İslamın müşterek düşmanları lçimizde ve dışımızda tek cephe halinde çalış­ maktadırlar. Bugün Beyrutta tertiplenen bu Ermeni kundağını, yann, yine Beyrut sokakla­ rında gördüğüm ve tanıdığım Barzani'nin ıtem­ silcileri tarafından hazırlanacak bir Kürt fınl­ dağı takibedecektir. Dost ve düşmanlarımızı tesbitte çok daha uyanık, dikkatli ve titiz olmağa mecburuz. İçe­ ride ve dışarıda bu konularla ilgili vazifelileri­ mizin sür'atle gözden geçirilmeleri ise en acil bir zarurettir.


MEKKE VE MEDiNE Öğrencilerin öğretmenlerine, eviadiann ana - babalanna olan büyük borçlarını ödeme­ lerinin tek yolu : Onların yüce adiarına ve te­ miz.şöhretlerine layık birer öğrenci, evlad mer­ tebesine yükselerek, vatan ve millet hizmetleri görmeleridir. Mübarek Hac farizasını eda ve Peygamber Efendimizi ziyaret ettikten sonra, Dünya İs­ lam Kongresi'ne de katılarak Kıbrıs'lı kardeş­ lerimiz için önemli bir karar çıkartıp aziz va­ tana döndüğümüzde, bir emsalsiz armağan ile mükafatlandırıldık. Mekke-i Mükerreme'den ve Medine-i Mü­ nevvere' den dönmüştük. Yazarı tarafından bi­ ze bir lutufname ile gönderilmiş bu değerli ar­ mağanın İngilizce adı şu idi : ( MECCA the Blessed MADINAH the Radiant) . Eserin sahibi, değerli Türk ressamı ve sa­ nat tarihçisi Emel Esin Hanımefendi'dir. ( Tül1k Minyatür Ressamlığı = Turkish Miniature Pain­ ting) adlı, sanat dünyasında büyük yankılar u­ yandırmış diğer bir etüdü ve bilhassa (Türkis­ tan Seyahatnamesi) adlı kitapları ile de dünya %4


kültür ve san'at çevrelerinde haklı bir ün ka­ zanmış yazar, Prof. A. Gabriel'in belirttiği gibi, san'at ve edebiyat alanında milletimize şeref­ ler kazandıran örnek kadınlarımızdandır. Türk Hariciyesinin çok değerli mensuplarından Hin­ distan Büyükelçimiz sayın Seyfullah Esin'in eşi olan sanatkar Sefi:rıe, (Aydemir) ve ( Pervane­ ler) muharriri Müfide Ferid Hanım'ın ve ünlü diplomatlarımızdan, milliyetçi mütefekkirleri­ mizden Ahmed Ferid Tek Bey'in kızıdır. Mek­ kc-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere ve yü­ cc Peygamberimiz hakkındaki böyle önemli bir san'at ve tarih eserini dünya literatürüne ör­ nek bir Türk hanımının kazandırmış bulunma­ sından da ayrıca büyük bir milli gurur duy­ maktayız. 20X26.5 cm. eb'adında 222 büyük sahife içinde, 10 büyük ve 24 orta ve küçük boyda 34 renkli - minyatür tablo; 23'ü renkli 56'sı siyah olmak üzere 79 fotoğraf ve ayrıca litograf, kro­ ki ve haritalada değerlendirilmiş bu büyük e­ mek mahsulü eseri burada yalnız duyurmak­ la yetineceğiz. İngiltere, Amerika, Fransa, Almanya, İs­ panya ve İtalya'da ayrı ayrı yayınevleri tarafınıs


dan halen beş dilde basılmış ve hakkında yüz­ den fazla ünlü sanat ve tarih tenkidcisinin de­ ğerli yazılan çı�mış bulunan bu çok önemli Türk eseri, milliyeti derin ve köklü, dini tam, iymanı bütün bir Türk hanımına ait bulunduğu için olacak, henüz memleketimizde tanıtılma­ mıştır. Turizm ve Tanıtma, Milli Eğitim, Dış­ işleri ve Diyanet işierimize bakan Devlet Ba­ kanlıklarımızın bu çeşit eserlerle ilgilenmeleri şarttır. Pakistan, İran ve Endonezya'da da ya­ yınlanacağı söylenen bu çok değerli eserin en kısa zamanda Türkçe ve Arapça olarak da çı­ karılması lüzumludur. Din ve san'at tarihimizi böyle büyük emek mahsulü yeni bir esede süsleyen Emel Esin Ha­ nımefendi'ye sonsuz şükranlarımızı sunmak borcumuzdur. Bu eserle kütüphanelerini de­ ğerlendirmeği aziz okuyuculanmıza tavsiye et­ mek; eseri ve yazarını yetişmekte olan kızları­ mıza örnek göstermek ise vazifemizdir.

26


HAC HİZMETLERİ ÜZERİNE Bu yıl Hac farizasını eda etmek lCı.tfuna uğ­ ramakla, bütün İslam Dünyası hacılarının ve bilhassa Türk hacılarının durumlarını yakın­ dan görmek ve incelemek fırsatına da eriştik . HükCı.metimize, parlamentomuza, ilgili ma­ kam ve kimselere bu hususta vereceğimiz rapor ve malCı.matı; yapacağımız teklif ve talepleri dik­ kate aldırmak, uygulatmak suretiyle milleti­ mize ve halkımıza bir hizmette bulunmayı dini ve insani bir borç ve vazife saymaktayız. •

Bu vazife çerçevesine giren hususlardan bazılarını, bir kaç yazımıza konu seçeceğiz. Bu arada, bizim değinınediğimiz noktaları tamam­ lamak ve aydınlatmak lıltfunda bulunacak muh­ terem Türk hacılarının, otobüs şirketlerinin ve bu yıl Hac hizmetinde görevlendiritmiş Kı­ zılay ekibindeki değerli meslektaşlarıının fi­ kir ve müşa:hedelerine de bu sütunda mem­ nunlukla yer vereceğiz. Cidde'de « Bilad», «Medine» ve ((Ukkaz» adlarıyla üç günlük gazete çıkmaktadır. Mek­ ke-i Mükerreme'de yayımlanan gazetenin adı ise ((Nedva»'dır. 27


Her gün sekiz büyük saıhife halinde çıkan bu gazeteler, Hac günlerinde 24 - 32 sahifelik özel sayılar yayımladılar. Çeşitli mesajları, rö­ portajları ve ünlü İslam yazarlarının bu müs­ tesna günlerle ve İslam Dünyası temsilcilerinin beyanları ile ilgili fikri, tarihi, sosyal yazı ve yorwnlarını sunan b u gazeteler, Hac hizmetleri ve adabı üzerinde bilgiler ve hacılara ait dik­ kate değer istatisükler de verdiler. Mesela, Nedva gazetesinin 16 Nisan ( 15 Zil­ hacce ) günkü sayısının 9 ve 10'uncu sahifeleri, 1951'den bugüne kadar, son 15 yılda, dünyanın dört bir tarafından ( 99 memleketten) gelmiş hacıların miktarlarını gösteren bir önemli ista­ tistiğe ayrılmıştı. Bu yıl Hacca katılan memle­ ketlerin sayısı 83 ve dışarıdan gelen hacı mikta­ rı 283.319'du. Bu rakam, Hac farizasını eda eden yerli halkla birlikte bir milyonun üzel"in­ de idi. Dünyanın dört bir köşesinden bu mu­ kaddes topraklara dinlerinin bir büyük farzı­ nı edaya koşan Müslümanlar arasında Türk ha­ cılan, - belirteceğimiz noksan ve aksak taraf­ lar müstesna - kemmiyet ve keyfiyet bakımın­ dan üstün ve göğüs kabartıcı vasıfta idiler.

ll


TÜRK HAClLARI NEDVA gazetesindeki bir istatistiğe göre, 1965 yılındaki dış ülkelerden gelmiş 283.3 1 9 ha­ cıdan, sırası ile Pakistan (26053 ) birinci; Tür­ kiye (21603 ) ikinci; Suriye (20918) üçüncü ol­ mak üzere; Mısır ( 18683 ) , Hindistan ( 18666 ) , rrak ( 153 1 9 ) v e Endonezya ( 1 5234 ) baş• t a geli­ yorlardı. Diğer bir gazete Türk hacılarının sayısını 22615 göstermekteydi. Bunlardan 19720'sinin otobüslerle karadan; 63 1'inin vapurla denizden ve 2264'ünün uça' k la havadan geldikleri de be­ l irtiliyO'rdu. Şu gerçeği de öğrendik ki : Suriyeli diye gösterilen 20918 hacıdan 10-12 bini, Suriye hu­ dudundan kaçarak gelmiş Türklerdir. Böyle­ cc Türk hacılarının tam sayısının 30 binin üze­ rin de olduğu anlaşılmaktadır. Demek oluyor ki, nüfusları bizimkinin üç mislini aşan İslam memleketlerine nisbet etmeden de, en çok sa­ yıda hacı ile Hacca katılan ülke Türkiye'dir. Fakat bu ·kaçara-k Hacca gidiş neden ? Han­ gi güçlükler ve mecburiyeder vatandaşlan bu

vola sevketmektedir ?

Kaçmalarına imkan ve 29


fırsat verenler kimlerdir ? Bunların Suriye'de ve daha sonra geçtikleri ve geldikleri yerlerde uğradıkları ağır zorluklar nelerdir ? Bunların Suriyeden toplanıp gelmeleri nasıl ve hangi va­ sıtalarla mümkün olmaktadır ? Kullandıkları para nedir ? Yurda dönüşleri nasıl ve ne yol­ dan sağlanmaktadır? Burada, aydınlatılacak vatandaşlara, yurd­ içi muameleleri yürüten ilgililere; sınırlardaki görevlilere; sınırı boş geçebilen otobüs şoförle­ rine ve komşu memleketlerin ilgili makamları ile Hariciyelerine düşen vazifeler mevcuttur. Bu hususun önlenmemesi ve düzenlenmemesi millet ve memleketimizin ve bizzat konu ile il­ gili vatandaşlarımızın her bakımdan zararına­ dır. Nedva gazetesinin istatistiğinde, son onbeş yıllık Türk hacı sayısı şöyle gösterilmiştir : 1951 (423 ) ; 1952 (9623 ) ; 1953 (11329 ) ; 1954 ( 11708 ) ; 1955 ( 1609 ) ; 1956 ( 1064 ) ; 1957 (3199 ) ; 1958 (ll); 1959 ( 232 ) ; 1960 (777) ; 1961 ( 568 ) ; 1962 ( 11815 ) ; 1963 ( 24611 ) ; 1964 ( 22338) ; 1965 ( 21603) - gerçekte 30.000 ünzerindedir - . Gerçeğin tablosunu böylece sunduktan sonra, bu artışın fayda ve mahzurlarını; çeşit30


1 i ;ı ksaklıkların düzenlenmesini; milli menfa­ aıloırı mızın, vatandaş hak ve hukukunun sui­ isliınalden korunmalarını sağlıyacak tedbirle­ ri ıı alınmasını ilgililere duyuracağız.

SI


TÜRKLER ALEYDİNDEKi PROPAGANDALARlN SİLİNMESİ İslam alemini bölmek, parçalamak ve bilhassa Türklerin İslam milletleriyle olan bağ­ larını ·k esip kopannak isteyen Türk ve İslam düşmanı «belirli birleşmiş kaynaklar», yıllar­ dır şu yerici propagandayı yapmışlardır : « Türklerin İslfunlıkla hiç bir ilgileri kalmamış­ tır. » Türklerin islam alemine olan ilgi ve bağlı­ lığını temelinden bombalayan bu menfi ve ya­ lan propaganda, maalesef, Müslüman Türk halkını tanımayan din kardeşlerimiz nezdin­ de tutunmuştur. Bilhassa, İslam memleketle­ rine, Müslümanlıkla en ufak bir ilgisi ·kalma­ mış intibaını uyandıran temsilciler de yollaya­ rak gösterdiğimiz gaflet ve kendi yıkıcı propa­ gandalanmız, İslam dünyasında aleyhimize mevcut görüşlerin büsbütün artmasını ve yer­ leşmesini mucip olmuştur. ·

Türk·iyenin Hacca en çok hacı yollayan Müslüman ülke oluşunun çok mühim bir fay­ dası işte bu noktadadır. O da : Yıllardır düş­ manlarımızın Müslüman milletler nezdinde aS2


lı·yhimize

yapıp yerleştirdikleri

propaganda­

larıı� ortadan kalkmasına yaramasıdır.

Sayıları, sağlıkları, kılıkları, gidiş-geliş iş­ I,Tindeki güçlükleri, dil bilmeyişlerinden doğan aksaklıklar ve bilhassa döviz işlerinin - Suudi Arabistan Hükumeti He de anlaşarak- düzenlen­ ım·si sonucu, hacılanmızın sağlayacağı maddi ve manevi faydalar çok büyük olabilir. Halkımızın vicdan hürriyetine, ibadet ser­

lıl'stliğine, seyahat hak ve hukukuna saygı gös­ lt·rip,

riayet etmek vaz-ifesiyle görevli sorumlu­

lar, bu konuda azami kolaylığı ve gerekli di­ ·,iplin, nizarn ve intizamı sağlamalıdırlar. Çalışmaları geçici olmayacak devamlı, yet­ kili bir ( Hac İşleri Komisyonu) 'nun teşkili za­ nı ri dir. Bakanlıklararası veya Diyanet İşleri­ ıı e bağlı, Diyanet, Maliye, Dahiliye, Hariciye, Turizm - Tanıtma ve Sağlık Bakanlıkları tern­ si kilerinin de sürekli yardım edecekleri böyle bir komisyon, beklenilen vazifeyi görünce, bu­ mm sonucu, milletim iz ve halkımız ·İçin de, çe­ �itli alanlarda mi.inasebetlerimizin gelişeceği İs­ lüm alemi için de çok faydalı olur. Millet ve memleketimizrln çeşitli alanlarda 33


İslam dünyası ile mevcut bağlarını kuvvetlen­ dirmek lazımdır. Din kardeşliğine yakışır dip­ lomatik, ticari ve kültürel köklü, samimi mü­ nasebetler.ln ihyasını ve geliştirilmesini temin yolunda atacağımız ilk müsbet adım, memleket temsilcilerimizi her kademede, yeni ve dikkatli bir revizyondan geçirmek olmalıdır.


UIŞ ÜLKELERDEKi TEMSiLCiLERİMiZ Milletlerarası dostlukların, dipl�matik mü­ ııasl'bctler başta gelmek üzere, her türlü 1·akla�ma, kaynaşma ve işbirliğinin sağlanma­ ·.ı ııda o milletler temsilcilerinin büyük rolü ve l';ıt.ifcleri vardır. Bu bakımdan, dış ülkelerde­ k i ı cmsiloilerimizin yetiştirilme, seçilme ve ta­ viıılcrindeki prensip ve metod yanlışlıklarını; .ıksaklık ve noksanlıkları derhal düzeltmeğe, ıaınamlamağa mecburuz. Dış politikamızdaki başarı veya başarısızlık ıl k i ince, dış ülkelerdeki temsilcilerimiz.i n şah­ ·.i vasıf ve kabiliyederi ile ilgilidir. Gönderildiği memleketin diline,

tarihine,

�aıı'atına, dinine, gelenek ve göreneğine; halkı­

ııı ıı çeşitli ·t emayüllerine ve ·hassas oldukları lıususlara bir yerli kadar vukufla dikkat ve ria­ vı:l edecek bir temsilcinin o ülkede sağlayaca­ ;�ı faydalar sonsuzdur. Bunların aksi vasıfta bir temsilci ise, o memlekeHe Türkiye hesabına �L'vgi yerine nefret doğurur; dostluk değil, düş­ ınanlık yaratır; Türkler için faydalar sağlamaz, ı clfıfisi güç zararlar vücuda getirir. _Husus.iyle. bugün, .çeşitli alanlardaki . mü35


nasebetlerimizi en ideal bir mertebeye ulaştır­ mak istediğimiz Müslüman memleketlerde vazi­ felendireceğimiz Hariciye, Basın, Turizm ve Tanıtma temsilcilerimizin yetiştirilme ve ta­ yinlerinde büyük bir titizlik göstermek zorun­ dayız. Ekserisiyle, yüzyıllar boyu bir ve bera­ ber yaşadığımız, kaynaşmış bir kitle teşkil etti­ ğimiz İslam ülkelerindeki görevlerimizin, eski manevi bağlarımızın yeniden kavileşmesinde; geçmişteki · k üskünlükleri hatırlattırmayacak, bilakis sevgi ve samimiyeti -ihya edecek idealist­ lerden olmaları lazımdır. Kardeş İslam memleketlerindeki temsilci kadromuzun, diplomatik bilgi ve tecrübes-i ya­ nında, bilhassa o ülkenin özellikleri, o milletin gelenek, görenek ve inanışları konularında ma­ lumat ve hassasiyete sahip, her davranışında dikkat ve isabetli elemanlardan seçilmeleri şart­ tır. Kıral Faysal Hazretleri'nin verdikleri bir akşam yemeğinde, sol yanımda İngiliz Büyükel­ çisi Ekselans C. G. MAN oturuyorlardı . An'ka­ rada vazife görürken de yakından tanıdığım bu değerli İngiliz diplomatının Türkçemizi selis bir dille konuşmasına hayret ederdim. Arapça36


'ıııa

ise şaşakaldım. «21 yıl önce yine burada

k;t.lip olarak çalışmıştım» dediler.

Yemekten önce, sonsuz alçak gönüllülüğü mahviyetkarlığı karşısında, övgüye layık Kıral Faysal'a iki Arap şairi kasideler okudular. 1 si flmlığın yüce vasıflarından bir·i olan tevazuu �ahıslarında en güzel temsil eden Faysal Haz­ rl'l lerlnin kasideden, övülmekten hiç hoşlanma­ dığını; utandığını, sıkıldığını, ezildiğini yüzün­ den ve davranışlarından açıkça görüyor, anlı­ yorduk. Nitekim, bir üçüncüsüne fırsat verme­ Bizim den, yemeğe başlanılmasını istediler. burada asıl belirtmeği dilediğimiz husus, İngiliz Büyükelçisi'nin Arapça dinlediği kasideleri şa­ lıane bir Türkçe ile bana tercüme etmeleridir. Değerli İngiliz dlploma1ı yalnız iyi Arapça ve Türkçe mi biliyordu ? Hayır; kendilerinin bu hülgelerle ilgili daha pek çok şeyleri çok, çok iyi bildiğine de eminim. ve

Bir de bizim, islam ve Arap ülkeleri içinde dost Kıralı, Türk Kıraliçesi ve samimi insanları ile bize en ya:kın olan bir memlekette bundan iince bulunmuş bir Konsolosumuz için duyduk­ l;ırımı, tüylerim ürpererek hatırladım. Vefatın­ da cenazesine, bir din kardeşi milletin temsilci37


sine layık ilgi esirgenecek, gösterilmeyecek ka­ dar İslam kardeşlerimizi gücendirmiş. Bu acı hatıra ve dersler sonunda neler yapmamız, na­ sıl olmamız gerektiğini acı bir kıyaslama ile düşündüm. Şimdi de yazıyorum, yazacağım, söyleyeceğim ve savunacağım. Ta ki : tlgililer, milletimiz, halkımız ve dostlarımız için ya­ zıp istediğimiz faydalı hususları dikkat ve sür'­ atle yerine getirsinleri

38


HACILARIMIZIN DÖVİZ MESELESi Hacılarımızın karşılaştıkları en önemH güçlüklerden birisi, döviz meselesidir. Bu bü­ yük müşkül devlet eliyle hertaraf edilmedikçe, her yıl, hem memleketimizin, hem de hacıları­ ınızın büyük zararını mucip olan perişanlık, bü­ tün fecaati ile sürüp gidecektir. Merkez Bankası Genel Müdürlüğüne gelen kayıtlara göre, bu yıl Türkiye'den hacı olmak i.izere Suudi Arabistan'a gidenlere, resmi kur­ dan 3 milyon 700 bin dolarlık döviz satılmıştır . Hacı namzedlerinden bazılannın karabor­ sadan aldıkları dolarlar ve kaçak çıkardrkları Türk parası da hesaba katılırsa, zararın gerçek korkunç plfmçosu meydana çıkar. Üzerinde dikkat ve önemle durulması el­ zem bu konuyu da, yaygara ile istismara kalkı­ şanların menfi davranış ve propagandaları, meseleyi devletimiz ve halkrmız yararına hallet­ menin yolu değildir. Bu döviz felaketine, mem­ leketimize bir kuruş zarar getirmeden, bilakis kar sağlamak suretiyle, bir çözüm çaresi bul­ mak mümkündür. Burada, HükCımetimize, hac hizmetlerinde 39


vazifelendirilecek resmi kimselere, Suudi Ara­ bistan Hükumetine, hacı nakliyatı yapan şirket­ lere ve bizzat, aydınlatılmaya muhtaç hacı ıi.am­ zedlerimize düşen borç ve vazifeler vardır. Evvela, döviz tahsis ve satışı ve bilhassa ( Dış Seyahat Harcama Vergisi) bakımından Avrupa'ya, Montekarlo'ya veya Amerika'ya gi­ den zevk, kumar ve kazanç ehli kimselerle; di­ ni farizasını eda için Hacca talip hacı namzed­ lerimiz bir ve beraber tutulamazlar, tutulma­ malıdırlar. Zengin Hıristiyanlara mahsus, Musevi çı­ karması bir çıfıt adetini hemen maymunlar gi­ bi benimseyip, evlendikleri mutlu ve ulvi günde, « Balayına çıkıyoruz! » diye yurd dışına giderek, bol ücret ve bahşişlerle ecnebi otel, motel, lo­ kanta, meyhane, kumarhane ve barlarını abad, milli gelirimizi herbad eden keyifçilerin bir gecelik oda, yiyecek, içecek ve hele kumar gi­ derlerinin 200 dolarla karşılanmadığı, karşıla­ namıyacağı şüphesizdir. Terzilik, kürkçülük, şapkacılıktan tutunuz da, çeşitli « modacılık»'lara kadar değişik mes­ lek ve san'at bahaneleriyle yuı:ıd dışına her yıl bir, hatta birkaç kere gidip gelen kazanç ve çı­ kar sahibi bay ve bayaniann her sefer harcadık. 40


ları dövizlerin gerçek mıktarını tesbit mümkün değildir. Bunlardan birinin, bir seyahatındatki resmi ve kaçak döviz zararının, en azından 1 0 hacı namzedine ayrılan döviz miktarını geçece­ ğini düşünmek mübalağa olmaz. Vize, dö· v iz ve dış seyahat harcama vergisi konularında hacı namzedlerini, «Balayı»'cılar, terzi, kürkçü, külahçı ve kumarbazlada aynı muamele ve rejime tabi tutmak yersizdir. Anayasanın balışettiği seyahat serbestliği ve bilhassa vicdan hürııiyeti çerçevesindeki hak­ larını kullanarak Hac farizasını eda edecek bu vatandaşlarımızın gerek şahısları ve aileleri, ge­ rekse köyleri, kentleri, çevreleri için sağlayacak­ ları manevi, ahlaki, terbiyevi ve sosyal çeşit­ li faydalar, toplumumuzun yarannadır. Ayrı­ ca, İslam aleminde, millet ve memleketimiz aleyhine yapılmış yıkıcı propagandaları silmek ve düzeltmek yolundaki müsbet tesirleri d e pek büyüktür. Bu suretle, diplomatik, politik, ticari ve kültürel alanlarda İslam ülkeleri ile münasebetlerimizi geliştirmek için milyonlarca dolar sarfı ile gönderilmiş « Hatır - Satır He­ yetlerh>'nin yaptıkları propagandalardan çok daha tesirli ve alasını daha ucuza sağlamak mümkündür. 4l


DÖVİZ KARŞILIGIMAL Hacılarımızın gidiş - geliş bilet ücretleri dışında para harcamak zorunda oldukları en önemli masrafları, mesken ücretidir. Gidiş ve gelişte duraklanan her şehirde; ayrıca Hac sı­ rasında Mekke ve Mina'da kalınan ev veya o­ tellerde ortalama 1 00 - 300 dolar kira ödenmek­ tedir. Hacılarımızın konaklayabilecekleri Türk­ lere mahsus hususi binalar inşası veya te'mi­ ni, güçlük ve masrafı asgariye indirecek en iyi çaredir. Nitekim Pakistan, Afganistan ve Tu­ nus gibi bazı Müslüman memleketlerin bu müşkülü halletmiş bulunduklarını ve örnek te­ sislerini gördük. Devletimizin de bu konuyu ele alıp, hacılarımızın ıi kametleri işini sağlayın­ caya kadar, Türk hacılarına, gidiş - geliş yolun­ da kalacakları Suriye ve Ürdün'ün parasından az, Suudi Arabistan parasından da mühimce bir mi, k tar dövize ihtiyaç vardır. İstanbul ve Ankara Merkez Bankası gişe­ leri ve bilhassa diğer vilayet merkezlerimizde­ ki kambiyolar, hacılarımızın döviz ihtiyacını Suudi Arabistan parası olan « riyah ile karşı­ layamıyorlar. Yerine Amerikan doları, İngiliz sterlini, Alman markı, Fransız veya İsviçre


frankı; yahut da Avusturya, Belçika, Hollanda paraları gibi ellerinde hangisi mevcutsa onu veriyorlar. Bu paraların ikinci, üçüncü defa Su­ riye, Ürdün ve Suudi Arabistan sarraftarında veya karaborsalarında - dil ve rayiç bilmeyen hacı namzedlerimiz tarafından - değiştirilme­ ğe mecbur kalınışı, vatandaşlarımızın ve mem­ leketimizin büyük zararına olmaktadır. Suudi Banka ve sarraflarında değiştirerne­ dikleri Alman, Avusturya, Belçi· k a ve Hollanda paraları ellerinde sızlanan; yahut karaborsacı­ ların, fırsatçıların soygunlanna uğarmış derd yanan nice zavallı ve perişan vatandaşlarımızı Cidde ve Mekke'de bizzaıt gördük. Ayrıca, müş­ külat içinde kalmış, büyük üzüntü ve imkan­ sızlıkla canından bezmiş hacı namredlerinin elinden 2700 TL. tutanndaki Avrupa veya A­ merikan parasını 2000 - 1500 liralık riyal ile çar­ pan - Türkiye'den gelmiş dolar, mark vesa­ ire toplayıcısı - açıkgöz ·döviz vurguncuları­ na da rastladık. Bütün bunları önlemek Hükumetimizin ve dost Suudi Arabistan Hükumetinin elindedir; ilgi ve himmederine bağlıdır. Sayıları tesbit edilecek, her yılki muayyen 43


hacı namzedlerimizin ihtiyaçları riyal'i, Devlet kanalından, büyük anlayış ve kolaylık gösteren ve her yardıma hazır bulunan Suudi Arabistan Hükumetinden sağlama·k lazımdır. Bu, nakid « riyah yalnız o yılın tesbit edilmiş Türk Hacı namzedlerine tahsis edilip, satılmalıdır. Karşı­ lığında bir anl;;ışma ile Suudi Arabistana yiye­ cek maddeleri, tekstil sanayii mahsulleri, pa­ muklu mensucat başta gelmek üzere çeşitli Türk ihraç malları vermek suretiyle, millelimize ve halkımıza her bakımdan büyük kolaylık ve fay­ dalar sağlamak mümkündür.


SUUDİ ARABİSTAN'LA TİCARET Türkiye ile arasındaki münasebetlerin her alanda en ideal seviyeye yükseltilmesini iste­ yen yeryüzünde böylesine bir memleket daha var mıdır, bilmem. Mukaddes Topraklar'ı, bü1 Lin Dünya İslamları'nın evi, özyurdu, müşte­ rek vatanları olarak vasıflandıran; ve bu ülke­ kalkındırmaya çalışan yi sür'atle imar edip «ideal ve idealist Kıral Paysal Hazretleri)) Türk - Suudi Arabistan « Rabıta))'sının en ideal ka­ viliğ� kavuşmasını dileyen ve temine çalışan­ ların başıı d ır. Hac dolayısiyle ve Dünya islam Birliği Konferansı'nda tanışmak, konuşmak ve anlaş­ mak imkanına mazhar olduğumuz Suudi Ara­ bistan halkının ve resmi olan ve olmayan ör­ nek temsilcilerinin bizde bıraktığı intibalar son derece yüksektir. Dolayısiyle basın mensupla­ rı, memurları, ilim ve iş adamları, tüccarları ve halkı Türklerle olan münasebetlerin en üs­ tün ve en örnek bir seviyeye eriştirilmesinde asil Türk dostu Kıralları ile yürekten bir ve be­ raberdirler. Bize açılan bu Müslüman kardeş yüreklerin sesini duymağa, onlara yakışır sev­ gi ve ilgi ile mukabele etmeğe mecburuz. Bu


hem bizim, hem onların, hem bütün İslam Dünyasının ve barış, mutluluk isteyen bütün Dünya milletierinin faydasına ve karınadır. Suudi Arabistan ile gdiştireceğimiz ilk ve en mühim konulardan biri ticarettir. Bugün SOO milyon dolar civarında bulunan Suudi A­ rabistan'ın yıllık ithalatının - oto ve ağır makina gibi sanayi çeşitleri hariç tutulursa300 milyon dolarlık ithalatı hep Türkiye'ınizde mevcut mallara aittir. Canlı hayvan, kuru ve yaş yemişler, meyvelerin her çeşidi; soğan, patates, bakliyat, bilhassa peynir, zeytin ve zey­ tinyağı gibi yiyecek maddeleri, çay, tütün, siga­ ra ve püro; yünlü, pamuklu ve ipekli mensucat; tekstil sanayii mahsulleri, bakırdan oduna ka­ dar çeşitli elişleri, cam ve camdan yapılma eş­ yalar, Paşabahçe mamulleri, plastik eşyalar, çi­ mento, demir, çelik ve çeşitli inşaat malzeme­ leri ve daha pek çok mühim istihsal ve ihraç mallanmız Suudi Arabistan'ın talep ettiği şey­ lerdir. Ticaret Bakanlığımız başta olmak üze­ re Hariciyemiz, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı­ miz, Hükumetimizin bütün ilgilileri, Ticaret 0da)arımiz, özel sektöre mensup firmalanmiz bu konuya bugüne kadarkinden çok ciddi bir il­ gi göstermelidirler .... . 46


Bir Hac mevsiminde Ehram olarak kulla­ nılan iki büyük parça beyaz havlu ile giyinilen bir çift plastik Tokyo teriikierin sayıları 1.250.000 ve bugün Suudi Arabistan fiyatı ile tutarlarının 60 - 70 milyon TL. olduğu hesap­ lanırsa, kapıları ve pazarları bütün kolaylıkla­ riyle bize açık bu kardeş Müslüman ülkenin bize en faydalı başlıca ihracat yeri olduğunu anlamalı ve değerlendirmeliyiz. Medine-i Münevvere'de Peygamber Efen­ dimizin medfun bulundukları Makam-ı Müba­ reke'de sabah namazı · k ılacaktık. Solumda safa dahil olan orta yaşlı bir A­ rap vardı; önümüze büyük bir seccade paketi koymuştu. Namazdan sonra merak ettim ve bu seccadeler1n nerede dokunmuş olduğunu öğ­ renmek istedim. Hiç de makbul kaliteli, ve Türk - İslam zevkini okşayıcı, uygun desenli bulmadığım bu yeni seccadelerin üzerinde (Made in. Belgiurn) Belçikada yapılmıştır ya­ zılı idi; fiyatları ise, memleketimizle ölçütemi­ yecek derecede ateş pahası idi. Türk halı ve seccadelerini düşündüm . Yine limandaki Lib­ ya'dan Hacı getirmiş en büyük bir yolcu gemi­ sinin Yunan bandralı oluşuna, içilen şişe sulao&7


rı üzerindeki İtalyan ve Fransız etiketlerine dikkat ettim. Kıral Faysal Hazretleriyle de, bir çok iş ve ticaret erbabı Suudi Arabistan'lı dostlarımİzla da konuştum; bu hususlara dikkatlerini çek­ tim. En yetkililerden aldığım cevap şu olmuş­ tur : Gümrük almak şöyle dursun, i 1 a ç ve yi­ yecek maddeleri getirip satanlara yüzde 20'ye kadar da prim veriyoruz. Pazarlarımız elbette her millet ve memleketten önce Müslüman Türk kardeşlerimize açıktır. Onlar bize mal­ Iarını satariarsa hem biz helal Müslüman kar­ deş malı yemiş, içmiş, giymiş ve kullanmış o­ luruz, hem de paramız Müslüman kardeş bir millete gider. Böylece nefret ettiklevimizle, Türk'ün ve İslamın müşterek düşmanları ile alış - verişiniz ve münasebetleriniz azalır ve so­ na ererse, bu, İslam Dünyasının uyanmasını, ayılmasını, bir ve beraber olmasını, kuvvetlen­ mesini ve kalkınmasını sağlar ki, hepimizin is­ teği ve hedefi budur.

48


HACILARA KONAK Hacılarımızın Mekk e ve Mina' da kalabile­ cekleri özel konaklar kiralamak veya inşa et­ mek suretiyle güçlüklerin büyük bölümünü or­ tadan kaldırmak mümkündür. Dört yıldır Medine'de bulunan Şeyh Şa­ mil'in torunu sayın Said Şamil şu bilgiyi veri­ yor ve Türk hacılarının mesken ihtiyacının na­ sıl karşılanabileceğini şöyle cevaplandınyordu : « Haremeyn'de bu kere başlayan hummalı inşaat, arsa fiatlarını yükseltmiştir. Üç yıl önce 150.000 riyala satılan geniş arazinin bugünkü değeri 1.500.000 riyali bulmuştur. Buna kışla­ vari, geniş koğuşlu, iki üç katlı kargir binalar k urulur; binaların avlusunda bol su ile yeşil­ lik vücude getirilirse binlerce hacıyı konaklat­ mak ve sıcaktan korumak mümkündür. Bu­ günkü şartlara göre, sıhhi levazımı ile böyle a­ zametli bir veya birkaç bina 4 5 milyon riyal masraf ister. İlk bakışta bu rakam fazla görü­ nebilir. Fakat, son yıllarda, Türkiyeden giden hacıların yıllık sayıları 25 - 30 bindir. Her ha­ cıdan yüz lira teberrü alınırsa 7 - 8 yılda bütün bu işler bitmiş olur. Türk hacısı da huzur ve -


rabata kavuşmuş bulunur. Türk Hükumeti, bi­ lahare hacılardan alınmak üzere bu işi finanse ederse bir yılda bu güçlük yenilebilir.» « Türıkiye ile Suudi Arabistan reaya mese­ leleri hala bir anlaşmaya bağlanmadığı için, burada Türkler ne yer alabilir ne de yerleri var­ sa satabilirler. Satınağa kalkışırlarsa bedelini devlet kasasına yatırmağa mecburdurlar. Bu­ na rağmen, nereli olursa olsun her Müslüman, Harameyn'de vakıf müessesesi yapmak isterse, ona bu hususta bütün kolaylıklar gösterilmek­ tedir. Bir zat arsa alabilir, üstüne istediği gibi bina kurabilir, vakfiyesini de mahkemede tes­ cil hakkına maliktir.» Vakıflar Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığımızın ilgilileri bu konuyu inceler ve Suudi Arabistan Hükumeti ile ger­ çekleşmesi yolunu görüşürlerse; Pakistan ve başkalarına gösterilen kolaylığın Müslüman Türk kardeşlerinden de esirgenmiyeceği mu­ hakkaktır.

so


DiL BİLMEMEZLİK Hac' da vatandaşlarımızın karşılaştıkları bir çok güçlükleııin bir sebebi de Arapça bil­ meyişleri veya yanlarında bir tercüman, bir de­ lil bulunmayışıdır. Hacılarımızın Cidde'ye ge­ linceye kadar yol boyunca karşılaştıkları vize tamamlama, para değiştirme gibi müşkülleri halletmek için; alış - veriş esnasında veya lo­ kantada yemek yer'ken; bir de mensup olduk­ ları hacı kafilesini kaybettikleri zaman, dil bil­ meyişleri ve tercüman bulamayışları sebebiy­ le uğradıkları zarar büyüktür. Bazı esaslı otobüs şirketleri, Arapça bilen tercümanlar da tutarak beraberlevinde getir­ mişler ki, bunların hacılarımıza büyük yardım ve faydaları dokunduğuna bizzat şahit olduk. Vaktiyle Osmanlı Hükumeti, Mekke ve Me­ dine'de Türk hacı namzedlerinin yerleştiril­ me ve barındırılmaları ile iaşeleri için tedbir­ l er alırdı. Hicaz'a gelenlerin usulü dairesinde uyacakları davranışları, yapacakları halleri ( Menasik-i Hac) gösteren ve gerekli ziyaretleri yaptıran vazifeliler bulundururdu. Bu iş Mek­ ke ve Medine'de yaşıyan maruf ailelere gördü­ ri.ilürdi.i. Türkiye'nin değişik bölgelerinden gel51


miş hacı namzedleri, her bölge veya şehir için vazifdendirilmiş, kendilerine Türk Hükume­ tince ayrı ayrı beratlar verilmiş kimseler tara­ fından karşılanırlardı. Bu berat sahipleri, ka­ fileler geldikçe, kendi vazifel·i oldukları şehrin veya bölgenin hacılarını bulurlar ve onlara Hac sonuna kadar hizmette kusur etmezlerıdi. Hatta kaza eseri Hacı parasını kaybetse veya çaldırsa, . delili onu memleketine iade külfetine katlanır­ dı. Şüphesiz şimdi o şahsiyetlerden, o aile ve konaklardan ve ne de o telakkİlerden eser kal­ mamıştır. Buna rağmen eski heratların hükmü hala devam ettiğinden, bazı açıkgöz evlad ve ahfad, babalarından veya dedelednden kalmış bu vesikaları istismara kalkmaktadırlar. Suu­ di Arabistan Hükumeti bunu önlemek ve ha­ cılara gerekli hizmeti yapmak için resmi bir ( Hac İdaresi Teşkilatı ) kurmuştur. Memur, asker, polis ve bilhassa mektepli izcilerden müteşekkil bu teşkilat her tarafta faaliyet gös­ termekte; Hac işlerini kontrol etmekte, dert dinlemekte ve felakete uğrayan hacıların yar­ dımına koşmaktadır. Çok faydalı ve takdire şayan bu yerli ( Hac İdaresi Teşkilatı ) da yine dil bilmemezlik yüzünden ekseriya davanın hal­ l ine kafi gelmemektedir. 52


Diğer bazı Müslüman ülkelerin elçilikleri, yalnız Hac mevsiminde bu önemli 'işle meşgul olan özel teşekküllere sahiptirler. Bizim dev­ letimizin de bu meseleyle re'sen ilgilenmesi gere'kmektedir. Dar ve malıdut kadrosu ve imkanları ile Cidde'deki elçiliğimizin veya iki kişilik kadro­ su ile oradaki Turizm ve Tanıtma büromuzun, bütün didinme ve gayretiere rağmen, 30 bini a­ şan vatandaşlarımızın çeşitli dertlerine deva, hizmetlerine çare bulmalarına imkan yoktur. Bu mesele ilgili Bakanlık ve makamlarda ciddiyede ele alınırsa, masrafl arı seve seve ha­ cılarımız tarafından ödenmek şartıyla, yol bo­ yunca ve Cidde, Mekke ve Medine'de Türkiye'­ den gelmiş dil bilen, yol gösteren ve hacıları­ mıza her çeşit yardımı sağlayacak olan eleman ve teşekkülleri yetiştirmek, kurmak ve çalıştır­ mak mümkün olur. B u konuda belki İmam Hatip Okulu son sınıf öğrenci ve mezunlann­ dan faydalanmak da düşünülebilir. Böylece hem vatandaşlarımızın hizmeti sağlanır; İmam - Hatip'lerimiz daha görgülü ve bilgili yetişirler; hem de maddi ve manevi kayıplarımız önlenir ki, bundan da vatan ve millet kar eder. ·

ss


HACILARIMIZIN İSKANI VE şAHANE TÜRK OTOBÜSLERİ Pakistan, Afganistan, Tunus, Endonezya ve bazı yeni Afrika Müslüman devletlerinin el­ çilikleri, Hac mevsimine bir ay kala faaliyete geçmektedirler. Yurdlarından gelecek hacıların Mekke ve Medine'deki ikamederini huzur ve ra­ hatlık içinde sağlayabilme imkanlarını araştır­ makla ve bulmaktadırlar. Ayrıca, memleketle­ rinden getirdikleri sağlık ekiplerini de, en ve­ rimli bir çalışma ve hizmete hazırlamaktadır­ lar. Bu ilk yardım ve tedavi merkezleri emrin­ de bulunan modern ambulanslar ( Hasta taşıma otoları ), Hac menasi ki devamınca kendi hacı­ larının kafilesini yakından takip ederek, değer­ li ve acil sağlık yardım ve hizmetlerinin görül­ mesini sağlamaktadırlar. Türk hacılarının yolda ve Hac süresince ka­ labilecekleri medeni ihtiyaçlar ölçüsündeki yerlerin temini hususunda Hükumetimizin bir ilgi ve yardımı mevcut değildir. Adresleri ve kimlikleri dahi bilinmeyen bazı delillerin gayrı sıhhi evlerinde fahiş kiralar karşılığı veya gel­ dikleri otobüslerin içinde veya yanında yatıp


kalkan hacılarımızın sefaletten kurtarılmaları !;jarttır. Bu noktada hatırladığımız bir hususu belir­ telim : Hac mevsiminde Suudi Arabistan'a bir çok memleketlerden gelen hacıların eıkserisi kara yolundan, otobüslerle gelmektedirler. Bunlar içinde büyüklükleri, yenilikleri, rahat­ lıkları ve karisörlerinin içerden ve dışardan güzellikleri bakımından Türk otobüsleri, bil­ hassa göze çarpmaktadırlar. Onların güzellik­ lerini artıran, ön - üst kısımlarına daima itina ile taktıkları, gelinin duvağındaki taçtan da çok yakışan, ay - yıldızlı güzel bayrağımızın manzara ve hatırasını ise bir ayrı yazımızda belirteceğiz. Yollar boyunca ve Medine'de, Cidde'de, Mekke, Mina ve Arafat'da bir çok ülkelerden gelmiş hacıların vasıtalarına duraklama, konak­ lama ve park yeri olarak ayrılmış meydanlar­ daki otobüs topluluklarına yanaşırken « en gü­ zeln görüneniere doğru yürürseniz, Türkleri b ulmuş olursunuz. Bu şahane eserleri yapan Türk işçisinin eli öpülmeğe layıktır. Bu temiz, güzel ve rahat vasıtalarİyle hacılarımızı taşır­ ken gördükleri güç, mesuliyetli, zor tahammül 55


e d il ir ağır h izmet İ er yanın da ayrıca yurdumuz lehinde yaptıkları propagandaları dolayısiyle de otobüs şirketlerimiz takdir ve şükrana layık­ tırlar. Bunları tatlı sözle manen mükafatlan­ dırmak kadar, karşılaştıkları müşküllere çö­ züm imkanı sağlayarak onları maddeten de mükafatlandırmış olmak ilgililerin vazifesidir. Son yıllarda Yeşil Bursa'mızda kurulan ve «Pulman Yatak - koltuklu» cinsleriyle gittikçe gelişen karisör imalatı, memleketimiz için bü­ yük gelir de sağlayabilecek bir konudur. B ur­ sa'ınızdaki l OO'ü aşan bu karisör yapıcısı fir­ maların Orta - Doğu, Arabistan ve diğer Müs­ lüman memleketlerden siparişler alabilmeleri çok mümkündür. Bu konuda bizzat firmalar, ilgili teşekküller ve Ticaret Bakanlığımız te­ şebbüslerde bulunmalıdırlar. Diğer taraftan Hükumetimiz bu karisör imalatçısı firma­ larımızın çalışmalariyle yakından, takdirle ilgi­ lenıneli ve onların korunmalan, gelişmeleri im­ kanlarını bulmalıdır. Yurdumuza Avrupa yapı­ sı orijinal kasalanyla satılan birinci sınıf oto­ büsler 330 bin liradır. Bunların yalnız şaseleri 140.000 lira olduğuna göre, otobüsçülerimiz karisörlere 190.000 lira ödemek mecburiyetİn­ de bırakılıyorlar demektir. Halbuki 90 - 100.000 56


liraya yerli firmalarımız, bunların en mükem­ melini yapmaktadırlar. Suudi Arabistan ve Lübnan'da sordum, in­ celedim ve öğrendim ki, Orta - Doğu ve Arap memleketlerindeki otomobil, kamyon ve oto­ büs acentaları, arabaların yalnız şase kısmını da alıp satabiliyorlar. Acaba bu hak ve imkan Türk acentaları ve alıcıları için niçin yoktur; neden sağlanmaz ? Yoksa bu işin «yemeci Ge­ me,,'leri de bizim memleketimizde midir ?

57


İYİ VE KÖTÜ PROPAGANDALAR Hac seferlerinin en iyi bir şekilde düzen­ lenmesine harcayacağımız emek, yalnız Hac fa­ rizasını eda edecek aziz Türk vatandaşlarına büyük hizmet değildir . Aynı zamanda milletimiz için bu kardeş ülkelerde yıllarca Türkün ve İs­ lamın düşmanlarınca yapılmış kötü propagan­ daların silinmesini de sağlamak demektir. Mukaddes Topra.k lar, Hac mevsiminde, gerçekten · İslam varlığının bir meşheri haline gelmektedir. Burada millet ve memleketimi­ zin temsilciliğini yapacak Türk hacılarının mil­ li haysiyet ve vakarımıza yaraşır bir halde bu­ lunmalarını sağlamakta, hepimize düşen vazi­ feler vardır. Müslüman alemi, Türk hacılarının durum­ ları ile yakından ilgilidir. Yıllarca kasıtlı kay­ nakların yaydıkları « Türklerin İslamiyede ala­ kaları kalmamıştır» şeklindeki yalanlar, hak­ kımızdaki tecessüsü büsbütün arttırmıştır. Bu bakımdan, hacılarımızın bütün diğer din kardeşlerimiz üzerinde yaratabilecekleri müsbet intibaların değeri ve faydası büyüktür. Hac' da kervan, kafile sistemi eski bir ge­ leneğe dayanmaktadır. Bugün bizim kervan 58


ve kafilelerimizi idare eden çıkarcı klınselerin fahiş kar hırsları, bazı Türk hacılarını perişan etmekte ve dolayısı ile Türk şeref ve haysiyetini zedelemektedir. Hac yolunda çekilen cefayı bir nevi sevap sayan bazı hacılarımız, uğratıldıkları zorlukları tevekkülle karşılamakta ve her sefa­ Iete katlanmaktadırlar. Fakat güzellikler kadar çirkinlikler de, bizi dikkatle gözleyen islam ale­ minin nazariarından ·kaçmamaktadır. Buralar­ da bizi küçük düşürecek her şeyi önlemek, bi­ lakis millet ve memleketimiz için gerçeğe uya­ cak en iyi intibaı hasıl etmek ve yaymak için üzerimize düşen vazifeleri yerine getirmeliyiz. islam aleminden bizi ayırmakta çeşitli gay­ retler sarfetmiş ve kısmen de başarı sağlamış Batılılar, güney komşumuz din kardeşlerimizle aramıza türlü fesad t ohumları ekmişlerdi. Bu t ohumları n meyveleri bugün hala dallarda sal­ lanıp duruyor. ilkokul kitaplarından başlaya­ rak yapılmış bütün yayınlarda Türk düşman­ lığı ön safhadadır. Yüzyıllar boyunca beraber yaşadığımız, dinimizi ve müşterek davalarımı­ zı birHkte savunduğumuz din kardeşlerimizin kitap ve yayımiarına sokulmuş Türk aleyhtariı­ ğı propagandalarının tesbiti, temizlenmesi ve ortadan kaldırılması lazımdır. 59


Bütün bu konuları millet ve memleketi­ mizin yararına sonuçlandıracak teşekküllere, bu işler için yetiştirilmiş mütehassıslara ve kendisini bu hizmetlere adayacak idealisılere ihtiyacımız vardır. Mahrumiyeder bölgesine sürgün etmiş gibi gönderip unuttuğumuz ve her imkandan mah­ rum bıraktığımız bir elçi ile üç kişilik bir elçi­ Hk kadrosundaki vazifeiiierin ne kadar dirlin­ seler de, bu ağır işleri başarmaları elbette müm­ kün değildir. Cidde Elçiliğimizin önemine uy­ gun derecede genişletilmesi, haberleşme bakı­ mından liizumlu teknik vasılalar ve bilhassa kifayetli mütehassıs personelle acilen takviye­ si zaruridir. Hac seferlerimizin düzenlenmesi ve islam aleminde aley;himize kö·k leştirilmiş propagan­ daların yok edilip, kötünün iyiye çevrilmesi için, buradaki Turizm Bakanlığımıza ait Ta­ mtma Biiromuzun da geliştirilmesi şarttır. Bu takdirde, bütün imkfmsızlıklara rağmen, iki kişilik kadrosu ile, yüz ağartıcı ba'zı faaliyet­ lerine şahit olduğumuz bu Büronun da hiz­ metleri tam dilediğimiz bir mertebeye ulaşa­ bilir. 60


CİDDE'DEKİ TANITMA BÜROMUZ Cidde'nin iş merkezi en canlı bir bölge­ sinde, en göze çarpan müstesna bir köşesinde çok güzel düzenlenmiş bir Turizm ve Tanıt­ ma Büromuz var. Vaktiyle Türk basınında «Az - Öz» imzasını kullanmış şair, edip, tecrü­ beli ve fasih Arapça konuşan bir becerikli temsilcimizin burada tek başına gördüğü hiz­ met, gerçekten takdire şayandır. İnce bir zevkle döşenmiş ve süslenmiş Ta­ nıtma Büromuz, Suudi Arabistan'da Türıkiye­ miz hakkında lüzumlu propaganda vazifesini üstün bir başarı ile görmektedir. Sayın Aziz Özbay, Turizm ve Tanıtma Ba­ kanlığı'mızın Türkiye'yi tanıtmak için yayım­ ladığı büyük renkli manzara ve tablolada bu­ radaki büromuzu süslemiştir. Fakat ne garip­ tir ki, Bakanlığın yayıım ladığı bu güzel dıvar reklamlarında yazılar, hep Türkçe, İngilizce ve Fransızcadır. Bir Müslüman kardeş Arap ül­ kesine gönderilecek rekhlmlardaki yazı ve izah­ ların Arapça olmasına çlikkat etımemek, doğ­ rusu bağışlanacak bir «gaf» değildir. Arçelik

firmamızın

yayımladığı

duvar 61


takvimine, Saray ve Müzelerimizdeki savaş tablolarından alıp koyduğu renkli sahneler, barikulade güzel ve değerlidir. Mukaddes Topraklar'da toplanan bütün Dünya Müslümanlarının göreceği bu tablolar, İslamiyet uğrunda Haçlılar'a karşı büyük des­ tanlar yaratmış Tüıık arslanlarının şerefli zafer­ lerini canlandırmaktadır. Manzaralar altındaki bilgiler Arapça olarak basılmak suretiyle bu tabloların bütün İslam alemine yayılması la­ zımdır. B unlar çerçeveletilince, din kardeşle­ rimizin evlerini, salonlarını süsleyebilir. Cid­ de Tanıtma Büromuzdan tabloları isteyen öğ­ retmenlere bunlardan yeteri kadar temin et­ mek mümkün olsa idi, çok faydalı sonuçlar sağlanabilirdi. Tarihimizin bu şerefli belgele­ riyle dıvarları süslenecek bir sınıfta öğrenci­ lerin, Haçlılar karşısında İslam dininin en kah­ raman savunucusu olmuş ecdadımızı tanıma­ ları, bize olan sevgi ve kardeşlik bağlarını ye­ niden ihya eder ve kuvvetlendirirdi. Turizm ve Tanıtma Bakanlığımızın kar� deş İslam ülkelere göndereceği reklamlık dıvar afişlerinde bilhassa dini eser ve abidelerimizin, camilerimizin dış ve iç ilahi manzaraları yer 62


almalıdır. Cuma ve Bayram namazlarında ca­ milere sığarnayıp sokaklara, meydanlara ta­ şan Müslüman Türk cemaatinin, yüce Allahı­ na ibadetindeki muhteşem görünüşü bu renk­ li tablolarda tesbit edilmelidir. Yüce Peygamberimizin : «0 fetbin başbu­ ğu ne güzel emir ve askeri ne güzel asker ! . . . » mealindeki bir Hadis-i-şerif'le tebşir ve tak­ dis buyurduğu Hazret-i Fatih'in ve Fetih şühedasının Müslüman Türk milletine bü­ yük armağanları olan güzel İstanbul, muh­ · teşem Süleymaniye'si başta, bütün islami ziynetleriyle dünya Müslümaniarına teşhir edil­ melidir. islam alemini bir baş tan bir başa bü­ yülemiş Hazret-i Mevlana Celal-üd-din-i Rumi'­ nin Konyası; ve içinde yatanlar, üzerinde yük­ selenlerle İslamiyetİn hazinesi olan mukaddes vatanımız, din kardeşlerimize tanıtılmalı ve on­ ların yurdumuzu ziyaretleri sağlanmalıdır.

63


iSLAMBOLU : İSTANBUL Kabe-i Muazzama birdir ve bir ikinci Kabe yoktur. Amma, yeryüzünde en çok cami ve mi­ nareye; topraklarında pek çok peygamberlere, evliya ve şehitlere sahip, bütün İslamların kalbierinde bir Leyla gibi yaşayan İslam şehri, «İslambolu» : İstanbul'dur. Suudi Arabistan'da tanıştığım her müslüman kardeşten, İstanbul'u görmek için duyduğu büyük arzuyu işittim. Ço­ cukluğu İstanbul'da geçmiş, halen Nasır rejimi dolayısı ile Londra'ya yerleşmiş bir Mısırlı mil­ yoner iş adamı da bana Mısırlı şair ŞEVKi 'nin şu «YILDIZ» şiirini okudu : Ay yüzlülerin haberini sen git de Yıldız Sa­ rayına sor. O saray incisinin ışığı şöhret miskinin ko­ kusu, amberidir. Ona Yıldız adı verdiler : Nitekim sonu da bir şahap yıldızım andırdı. Ey Abdülhamid, alemi tedvir eden! Seni ye­ re vuran nedir ? Kaza ve kader bir kerre çarpınca, vurdu­ ğunun yerinde yeller estiriyor! 64


Bu iş gazaplı bir arslanın gazaplı bir ars­ lana saldırışına benzedi : Sana terket dediler de sen : «Hükmü, kaa­ dir Tann'ya terkediyorum » dedin! .. Cid de' den Meıkıke-i Mükerreme'ye ve Medi­ ne-i Münevvere'ye giden son derece güzel as­ falt yolların ilk yirmi kilometresinde, Arapça renkli cümlelerle yolculara seslenen dövizler, sağlı - sollu yer almış bulunmaktadırlar. Tanıt­ ma Büromuz tarafından yazdırılmış ve yolla­ ra koydurulmuş bu çok faydalı «Tanıtma» ya­ zılarını sevinç, gurur ve takdirle okuduk; oto­ mobili durdurarak bunları bir_ bir yazdık ve fo­ tografla tesbit et·t ik. Tercümelerini de aziz oku­ yucularımıza sunuyoruz : Türkiye - Şahfıne sanatların saıhnesidir. İstanbul - Doğunun gelini! Türkiye - Kıtalar ve medeniyetler kavşağı! İstanbul Aşıkların bahçesi ! Türkiye - Şairlere açılan bahçedir. Türkiye ---:- Turistlerin J(Jble'sidir. Türkiye - Emeldir, rüyadtr, sanattır. Türkiye - Arap kardeşlerini sevgi ile selamlar! _-

fiS


Türkiye, ruhların sanat ve güzellikten ku­ rulu bir yıkanma yeridir. Türkiye, gönüller için hülyaların cenneti ve sevginin şiirleridir. Türkiye - Büyülü kıyılar ülkesi! Tü:r:kiye - Güzeliiık ve sağlık kaynağı ! Türkiye - Cömertliğin ve saadetin vatanı! Doğu'nun büyüsü ve Batı'nın şa'şası Türkiye' dedir. Yaradan'ın Türkiye'de halkettiği güzellik­ ler önünde başlar hayranlıkla eğilir. Türkiye'yi ziyaret edin! Turistlerin emellerine durak ve saadetle­ rine kaynak olan ülke! Türkiye - Göz kamaştıran Dünya sa'kinlerinin sevgilisi yer!

şa'şaası ıile

Türkiye'yi ziyaret edin! Tarihi İslam m efahiri ile dolup taşan ülke! Türkiye - Ebediyyetle Cennetin yeryüzündeki mücessem örneği ! . Ve : Türkiye'yi ziyaret ediniz! Dünyayı islamlıkla nuriandıran aydın ınüzesidir! 66

çağiann


HAFIZ KANi KARACA Bu yıl, kurucusu ve Genelbaşkanı Kıral Faysal Hazretleri bulunan ( DÜNYA İSLAM BİRLİ<i-İ ) 'nin yıllık kongresi, Hac'cı mütea­ kip günlerde, Mekke-i Mükerreme' de toplandı. Bu son derece faydalı ve başarılı geçen kongre­ ye katılan İslam lider ve temsilcileriyle, yeryü­ zünün dört bir bucağından Mukaddes Toprak­ lar'a Hac farizasını edaya gelmiş, sayıları bir­ buçu1k milyona yakın din •kardeşlerimize, Tür­ kün ve Türkiye'nin sevgisini en tesirli şekilde aşılayan kimse, genç Hafız Kani KARACA ol­ muştur. Değerini bilmediğimize kızdığım ve utan­ dığ�m. bu Allah vergisi müstesna kabiliyetin, Suudi Arabistan'da sağladığı eşsiz başarıyı bü­ yük milletimize ve ilgililere, buradan duyurmak istiyorum. Böylece, Türklüğe yaptığı azim hiz­ metten ve bize en mübarek İslam toprakların­ da, en müstesna günlerde, en seçkin din kardeş­ lerimiz arasında pek büyük iftihar ve milli gu� rur kazandırmasından dolayı kendisine sonsuz şükran duyduğumuz genç Türk Hafızına mev­ cut büyük borcumuzun bir küçük taksitini öde-: 67


miş olacağız. Aynı zamanda, ilgilileri de dik­ kate davet edecek ve vazifeye çağıracağız. Önce, Suudi Arabistan'ın iş ve fiık ir adam­ larından muhterem Hasan M. Kütbi'ye burada sonsuz teşekkürlerimizi bildirmeliyiz. Zira, Hafız Kani K.ARACA'yı bu müstesna günler i­ çin İs tanbul'dan davetle Cidde'ye gerirten O'­ dur. Hasan Kütbi, çeşitli iş alanlarında büyük başarı sağlamış bir iş adamı olduğu kadar; ona yakın telif eseri ve bilhassa Al - Bilad Ga­ zetesindeki değerli yazıları ile de Arap alemin­ de ünlü bir fikir ve kalem erbabıdır. (Dünya İslam Birliği ) 'nin de bir önemli rüknü bulu­ nan Hasan Kütbi, Arap aleminde Kıbns dava­ mızı savunan ilk yazıyı yazmış bir Türk dostu ve bir Türk « enişte >>'sidir. Kendisi kadar Türk­ lerle kaynaşmalarını dilediği bütün diğer Müs­ lüman kardeşlerimizin ruhlarını ve yürekleri­ ili de sevgimizle doldurmak için bir sihirli yol düşünmüş ve bulmuştur. Hac ve Kongre süresince Kur�an-ı-Azimüş­ şan'ı, Arap dostlarımızın deyimiyle «yeryüzünde eşine zor rastlanır biı;- .ses» ve mükemmeliyetle kıraat eden Hafız Kani K.ARACA, _yıllardır ya­ yılmış ve yerleşmiş «Türklerin İslamlıkla hiç 68


bir ilgileri kalmamıştır» şeklindeki yerici pro­ pagandaların rüsubu, çöküntüsü haksız «'küs­ künlük ve nefretı>'i bir anda silip, « sevgi ve muhabbet»'e çevirmiştir. Tıpkı Suudi radyo programlarının başlayıp sona ermesi gibi, islam Kongresi'nin eelseleri de, her sabah Kur'an-ı-Kerim okunarak açılı­ yor; Kur'an-ı-Kerim okunarak kapanıyordu. Hıristiyan dünyasında bile, bu iyi adetin bir benzeri uygulanmaktadır. Amerika Birle­ şiık Devletlerinde Cumhurbaşkanı'nın en rüt­ beli din adamının dua ve takdisinden sonra vazifesine gelişini televizyonlardan seyretmiş­ tik. Televizyon programları da, papazın duası ile başlar ve biter. Resmi ve hususi yemekler­ de daima dua ile masaya oturolur ve masadan hamd-ü senalar edilerek kalkılır. Burada, şa­ hidlerini de zikrederek, bir hatıramızı tekrar­ lıyacağız : 1953 yılı sonunda Amerikayı ziyaret eden Türk Cumhurbaşkanı sayın Celal Bayar'ın şe­ refine, 15 Şubat 1953 günü, Teksas'ın Dallas şehrinde verilmiş 1000 kişilik bir yemekde ben de hazır bulunmuştum. Amerika'da uçuş stajı yapan 50 genç kartalımız da o yemekte idiler. 69


Sayın Feridun Cemal Erkin ve Cevad Açıkalın Beyefendileri de şahsen ilk defa bu yemekte ta­ mmıştım. lki Türk yazarı, Mümtaz Faik F� nik ve Doğan Nadi de orada ,idiler. Yemeğe başlamadan, i:h tiram sofrası başında oturan papazın okuduğu dua bitince hepimiz « amin» dedikten sonra yemeğe başladığımız bir tablo­ yu şimdi hatırlıyorum. Bir kere daha anlıyo­ rum ki, Allah'a inananiann her düşünce ve davranışiarına «gericilik » diyenler, yalnız in­ sanların, millet ve toplumların milli, dini ge­ lenek ve göreneklerini de yoketmek isteyen Al­ lahsız komünistler'dir. ·

. . .

1 930 yılında Adana'nın Adalı Köyü'nde doğmuş Kani KARACA'nın müstesna kabili­ yetini ilk önce hacası Kayserili Hafız Ali Nergis Efendi keşfetmişti. 9 yaşında hafız olan bu a­ ma Müslüman Türk çocuğunun gönül gözü a­ çıktı ve ilahi nurla pırıl pırıl ışıldıyordu. O'na kıraat ilmindeki müktesebatını, hocası, İstan­ bul Yeraltı Camii İmaını ve HaNbi Üsküdarlı Hafız Ali ve klasik Türk musikisine vukufunu da hocası Hafız Sadeddin Heper Beyler kazan­ dırmışlardı. 70


Her sefer KARACA okurken, yüzler ve bin­ lerce Müslümanın vecd ve huşu içindeki muh­ teşem manzaraları; cfış ile çıkardıklan «Allah, AHalı! ıı avazeleri, bizi Türk olmanın verdiği ay­ rı bir sevinç, gurur ve iftihar ile de dolup taşır­ dı. Kalbieri fetbeden ve birbirlerine bağlayan bu ilahi ses, her seferinde teyplere alınıyor; sonra da radyo programlarında tekrarlanıyor­ du. Tam 26 yıl önce, çıkardığımız « KOPUZıı ad­ lı derginin 15 Nisan 1939 tarihli ilk sayısında yayımianmış ( KARACA) başlııklı şu kıt'amızı hatırladık : Dağdan inmiş, öpmek için suya eğilmiş Bir KARACA; güzelliği aklımı aldı. Kucakladun onu, sevdıim, ürkek değilmiş Bana teslim olup beni ateşe saldı... Ve sonra, Türkiye'den gelip hem Arapça hem de Türkçe lahn ile Kur'an-ı-Kerim kıraa­ tinde, dünyada eşine güç rastlanır vukuf ve kabillyeti ve ilahi sesiyle yüzlerce İslam tem­ silcisinin; dili, rengi başka fakat dini, iymanı bir, yüzbinlerce Hacı'nın kalbierini Allah kela­ miyle fetbeden ve bağlayan bu KARACA için 71


düşündüm, düşündüm. Ve şimdi de haykırı­ yorum, sesleniyorum ! .. Ey ilgillleri .. Ey Türk kültürünü tanıtmak bahanesiyle yalnız 1964 yılında Demirperde ülkelerinde 27 şehire, bu fakir milletin kese­ sinden milyonlar sarfıyla sanatçılar ( ?! ) gön­ dermiş kızıl dostları! .. Ey milyonlar sarfı ile dünyada « Hatır - Satır Heyetleri >> dolaştırmış sorumlular! .. Ey Basın ataşesi diye iltimasla yollanmış ehliyetsiz, liyakatsız, dil bilmez, yol bilmez, amma sahte çek tanzimini iyi bilir kimselerin, Tahranda milli haysiyetimi�i iki parairk eden biraderlerin Ağaları ! Ve ey bu tip kahramanların dış hizmet müddetlerini hatta bir yıl uzatarak onları Beyrutta mükafata gar­ keden, yetıkisini kötüye kullananlari Suçlular, günahkarlar, çek sahtekarlarıL. « Bize partizan muamele yaptılar! » diye bar bar bağırmadan, bugüne kadar yedikterinizle yeti­ nip, bulunduğunuz yerlerden kendi kendinize defolunuz! . . Biliniz ki, Allahın ve milletin gaza­ bına uğrayacağınız gün yaklaşmıştır. Ve ey Şeyhülislfım evladı, dürüst, namus­ lu, vatan ve milletsever, diplomat Başbakan! .. 7'1


Bu gözleri açık çek sahtekarları misali temsilcilerden dışarıdaki, içerideki teşekkülle­ ri-mizi temizleyiniz, kurtarınız! .. Öyle vicdanı kara, bakar körlerin on tanesi yerine böyle gönül gözü açık, içi nur dolu tek bir ama Türk eviadını İslam alemine gönder­ meniz, size istediğiniz kardeşliği, dostluğu, sev­ gi ve muhabbeti temine fazlasıyla yetişecektir. Bu vatanın sizden beklediği hizmetlere cesaretle girişiniz! ..

güç ve ağır

Yüce milletimizin topyekun duası ve gücü sizin üzerinize olacak; sizi istenilen başanya ulaştıracaktır! ..

13


AY · YILDIZ'LI ALBAYRAK « Kuzguna yavrusu şahin görünür» sozu doğrudur amma, bu örnek öylesi değildi. Bu bizim güzelimizdi fakat, gerçekten güzeldi; hep­ sinden güzeldi ve her insaf sahibi onun, emsa­ li içinde en güzel, en manalı olduğunu kabul ederdi. Yurd dışında, milletlerarası kongre ve kon­ feranslarda, dünya milletlerinin tarihi sembo­ lü olan bayrakları yanyana asıldıkları, dalgalan­ dıkları vakit, siz de orada iseniz, <<Ay - Yıldız'lı Albayrah�ın hem görünüş, hem mana üstünlü­ ğü göğsünüzü ·kabartır. Hac zamanı Mukaddes Topraklar'da topla­ nan kırk kadar Müslüman milletin hacı ve tem­ silcileri, orada muhtelif vesilelerle, değişik yer­ lerde bayraklarını açmış dalgalandırıyorlardı. Rengi ve şekli ile görünüşü, güzelierin en güzeli olan hangisiydi ? Uğrunda en çok şehit verilmiş; yolunda, gölgesinde en çok toprağa düşülmüş; rengini şehidlerin kanından, Ay­ Yıldız'ını ilahi göklerden almış olan hangisiy­ di ? Cidde şehri içinde, değişik bölgeleri gör­ mek için, otomobille dolaşıyordum. Kalabalık 74


bir iş merkezinden geçiyorduk. Bir binanın, boyluboyunca, muhteşem bir Türk bayrağı ile örtülü olduğunu hayret, heyecan ve sevinçle gördüm. « Tevakkuf ! » diye omuzlarına yapış­ tığım sevimli şoförüm de ne olduğunu şaşırdı ve hemen yavaşlıyaraık , aralıayı caddenin kena­ rına park etti. Daha çok oto ve makine parça­ ları satan ticarethaneye yaklaştığımız zaman bizi, Türkçeyi İstanbul şivesi ile konuşan genç bir Türkistanlı delikanlı ·karşıladı. Kendimi tanıttım; O da yirmi yıldanberi Suudi Arabis­ tan'a yerleşmiş bulunduklarını; babasının dört mühim şehirde ev ve yazıhaneleri bulunan bir iş adamı olduğunu; kendisinin İstanbul'da tah­ sil gördüğünü söyledi. Çaylarımızı içerken, beni bu mağazaya çe­ ken, «sebebi ziyaretim» olan şanlı bayrağımız üzerine konuştuk. « Babam, Hacı getiren Türk gemisi Trab­ zon'un acentalığını aldı. B u sebeb ve bahane ile bir ay önce bu bayrağı astık; Hac müddetince ve gemi hareket ettikten sonra da bir müddet asılı kalıp dalgalanacak » dedi. Suudi Arabistan'da 25.000 Türkistanlı mu­ hacir ırkdaşımız var. Hepsi de iş ve meslek sa75


hibi; hal ve vakitleri yerinde. << Türk ihanet et­ mez» gerçeğini bilenler, onları en güvenilecek kimselerin bulundurulacağı emniyet vazifeleri­ ne de getirmişler. Suudi Arabistan Hükumeti­ nin, kızıl cehennemden kaçıp göçetmiş bu soy­ daşlarımıza gösterdiği eşsiz hüsnü kabul ve din kardeşliğini, sonsuz şükranlarımızia anmak, bir kadirşinaslık borcudur. Hacı grupları, Mekke-i-Mükerreme'de, Mi­ na'da ve Arafat'da birbirlerini kaybetmemek için iyi bir çare bulmuşlardı. Ziyaretiere veya topluca Şeytan taşlamaya giderlerken, sokak­ larda manga manga, bölük bölük dolaşırlarken, başlarında bir bayraktar, bir uzun sırığa mil­ letlerinin bayrağını çekiyor ve kolbaşı oluyor­ du. Sokaklarda böylece her Müslüman milletin bayrağına rastlıyorduk. Bu sayede, geçen grup­ ların mensub oldukları milletler hakkında her müşahitte «müsbet veya menfi » intiba hasıl olu­ yordu. Bu bayraklardan herhangi birinin Kabe-i­ Muazzama içinde ve Safa ile Merve arasında ·dalgalandığı görülmüş şey değildi. Biz bir müs­ tesna bayrak için bunu da gördük. 76


iSLAMLARlN KÜLTÜR VE EGiTiM MÜNASEBETLERi Kardeş ülke Suudi Arabistan'ın idealist kıralı Faysal İbn-i Alıdülaziz Al-Saud Hazretle­ rinin kurucusu; ve sayın Muhammed Surtır Al­ sabban'ın ise idareci ve Genelsekreteri bulun­ dukları ( Rabıta-tül Alem-ül İslami = İslam Alemi Birliği ) 'nin 17 Nisan 1965'de Mekke-i Mü­ kerreme'de açılan ( İkinci Umumi İslam Kon­ feransı ) 'nda görüşülen önemli konulardan bi­ ri de : ( İslamların Kültür ve Eğitim Münase­ betleri ) 'ydi. Milletimizin dış politikasında diplomatik, askeri, ticari ve ekonomiık alanlar kadar büyük önem taşıyan bir konu da şüphesiz ( Kültür ve Eğitim Münasebetleri ) 'dir. Kültür ve eğitim münasebetlerinde «Öncelik ve ivedilikle)) ele a­ l ınacak; incelenip ihya ve inkişaf ettirilecek ilk program, İslam memleketleriyle uygulamamız gerekendir. Üniversiteler seviyesinde hazırlanacak ilmi esas ve prensipler çerçevesinde, yüksek kade­ me diplomatik toplantı ve anlaşmaları ile, İs­ lam ülkeleri arasında kültür ve eğitim konu77


lannda işbirliği kurm·a k, İslam aleminin tü­ münde her alanda arzulanan iyi münasebetle­ rin gerçekleşmesini ve gelişmesini sağlayacak­ tır. Dış m ünasebetleri bırakalım da, bir içeri bakalım : Yıllardanberi bugünkü nesilleri dini ve milli, İslami Türk Kültür ve Eğitimi'nden yoksun bırakmanın fecaati ve felaketi ile yüz­ yüzeyiz. Türk san'at ve kültürünün günümüz­ deki «iflasıı hali ile birlikte, ahlak ve ekonomi­ mizin perişan durumunu da dikkate alanlar, milletimizin yakın geleceğinden haklı endişeler duymaktadırlar . Bu tehlikeli durumun düzel­ tilmesine çaba sarfetmektedirler. Daha fazla ge­ cikilmeden uyanmak ve ayılmaktır ki ancak, damın kenarındaki uyur-gezer hastasını mu­ hakkak bir ölüm düşüşünden kurtarabilir . Yüzyıllardanberi başta Türkler olmak üze­ re, bütün Mülsüman milletierin Hıristiyanlar, Yahudiler ve başka dindeki milletler ve son za­ manlarda bilhassa Allahsız komünistler tara­ fından istismar edildikleri, bilinen bir gerçek­ tir. Bugün hür ve bağımsız olan 33 Müslüman devletin nüfus tutarı 400.000.000'dur. Umumi nüfusunun mühim bir miktaq Mülsüman olan '78


diğer ülkeler İslftmları ve bilhassa Kızıl Çin ve Rusya'daki esir Türkler ve diğer Müslüman ka­ vim ler de hesaba katılınca, yeryüzündeki « mü­ min kardeşler))'in sayısı ve önemi meydana çık­ maktadır. «Alemlerin Rabbi)), bütün bu kardeş olan mürninlerinin aynı fikir ve gaye etrafında bir­ leşmelerini buyuruyor. Bu yılki Hac'da ve İslam Kongresi'nde, Kı­ ral Paysal Hazretlerinin samimi ( İslam Birliği) idealini; bu yoldaki düşünce ve teşebbüslerini yakından öğrenmek fırsat ve bahtiyarlığına da eriştik. Memnunlukla gördük ki, (Rabıta) 'nın idealist kurucu, yönetici ve mensupları; İslam aleminin lider ve temsilcileri, bütün m üşterek İslami dava ve konularda, büyük bir iman ka­ viliği ile bir ve beraherdirler. Burada, gayrı ihtiyari, milletimizin istek ve arzusuna aykırı olarak, Parlamentomuzun ve Muhalefetin fiıkir ve tasvibi de alınmadan, Moskova'da acele ile imzalanmaya kalkışılan; bir « oldu bitti))'ye getirilmek istenen Türk­ Sovyet Kültür Anlaşması'nı hatırlıyoruz. Yıllar­ dır halkımıza, çocuklarıım ıza morfinlenen Av­ rupa hümanist kültürünün dozu az gelmiş ola­ cak ki, Kıbrıs davamız bahane edilerek yaratı79

·


lan Batı, NATO ve İslami bir ittifak sayılan CENTO düşmanlığından bil-istifade, komünist bloka yanaşmanın ilk adımı, kültür alanında a­ tılmak istendL Böylece « ileri»'ye değil, « ilerinin Herisi» 'ne gidecektik. Gider miydik ? Gider mi­ yiz ? O, milletimizin ve Allahımızın bileceği şey­ dir. Allaha şükürler olsun ki : Dinsizliği, Alla.h­ sızlığı « ilericilik» diye öven; dindarlığı, Allaha inanınayı « gericilik» �diye yeren görüş ve dü­ şüncelerin sahipleri, bu :memleketin küçük bir ekalliyetidir. Türk milletinin büyük çoğunluğu, 8 Mayısta C. Senatosu'nda da ifade ettiğimiz gi­ bi, şu dışpolitika'nın uygulanmasını şiddetle arzulamaktadır : Pakistan, İran, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi Müslüman kardeş memleketler başta gel­ mek üzere, bütün Arap ve islam alemi ile her alandaki münasebetlerimizi, ıkendileriyle mev­ cut tarihi, sosyal ve dini bağlarımızia kavileşti­ rip geliştirmek. Şu inancımızı tekrar edelim ki : Müslüman milletler arasında kültür ve eğitim münasebet­ lerini geliştirmek, ticaret ve ekonomi kadar, sırası en öne alınacak önemli münasebetlerden 90


biridir. Din kardeşlerimizle yapılacak ve geliş­ tirilecek kültür ve eğitim münasebetleri, elbet­ te her Hıristiyan milletle ve hele Allahsız, ko­ münist ülkelerle yapılacak kültür anlaşmaların­ dan çok, ço•k evvel olmalıdır.

81


MEDiNE'DEKi ÖGRENCiLERiMiZ Suudi Arabistan'da sağlık ve eğitim hiz­ metleri tamamen devlete aittir; hastahaneler, okullar ve Üniversiteler parasızdır. Eğitime ve mi.isbet ilim sahibi gerçek din adamları yetiştirilmesine büyük önem veren Kıral Faysal Hazretleri, Medine'de kurulan İs­ lam Ünievrsi tesi yanında, buradaki İlahiyat Fa­ kültesine öğrenciler hazırlayan Ortaokul ve Li­ se seviyesinde eğitim müesseseleri de açmıştır. Dünyanın dört bir bucağından burslu öğrenci­ ler kabul eden bu « dini bilgiler eğitim merke­ zi »'nin 600 kadar öğrencisi vardır. Bu yatılı öğrenciler, Suud i Hükumetinden ayda 250 - 300 Real (750 - 900 TL. ) burs alınaktadırlar. Me­ di ne İ<;lam Üniversitesi, Suudi Arabistan'ın muhtaç olduğu bilgili din adamlarını yetiştir­ sin ve bu yolda diğer Müslüman ülkelerin hiz­ metlerinde de bulunsun diye kapı ve imkanla­ rını tekmil islam alemi öğrencilerine aynı cö­ mertlikle açmıştır. Ankara'da kurmak istediğimiz İslam Site­ si'ne de bir kalemde 1 .500.000 TL kadar ilk yar­ dımda bulunmuş Faysal Hazretleri başta olmak üzere bütün ilgililerin, Arap Profesör ve öğR2


retmenlerin samimi dilek ve düşünceleri şu­ dur : Bütün İslam ülkeleri, İslam dinini ve din­ ler ilmini derin ve geniş surette öğrenerek çok iyi yetişmiş din adaımiarına sahip olmalıdırlar. Bizim ülkelerimiz kadar, Hıristiyan misyonerle­ rinin mekik dokudukları Afrika memleketlerin­ de de böyle iyi yetişmiş Müslüman dini öğre­ timcilerine büyük ihtiyaç vardır. Bunların yetiştirilmesinde, her türlü imkanlar sağlanma­ lı; müşterek bir program ve eğitim sistemi tat­ bik edilmelidir. Medine İslam Üniversitesi yük­ sek kısmında 4 yıl okuyan öğrenciler, her yıl Hac sırasında, Mukaddes Topraklar üzerinde birleşen Dünya Müslümanları'nın müşterek din kardeşliği gerçeğini bizzat yaşayacaklar ve bu uyarıcı, birleştirici havayı bizzat teneffüs ede­ ceklerdir. Böylece İslam aleminde ve bütün dünyada aynı eğitim ve programla, aynı hava ve ruhla yetişmiş din adamları hizmet göre­ ceklerdir. İlgililerden öğrendiğimize göre, yeryüzün­ de yalnız bizim Milli Eğitim Bakanlığımız, Me­ d ine'deki islam Üniversitesi'nin muadeletini ta­ nımamaktadır. Bu sebeple ister Orta, ister Li­ se veya İmam - Hatip okullarımızdan buraya öğrenci gönderilmesine müsaade etme�kteRJ


yiz. Dost ve kardeş Suudi Arabistan'daki ilgi­ liler derler ki : Milli Eğitim Bakanlığı'nızın, Diyanet İşleri'nizin ve Hariciye'nizin yetkili uz­ man ve elemanları buyursunlar; eğitim pUm­ larımızı, müfredat programlarımızı incelesin­ ler. Beğenmediklerini göstersinler; noksan bul­ duklarını tamamlasınlar. Biz hem bu hususları yapmamışız; hem de Türk öğrenci göndermemişiz. Bu ülkelerdeki ve umumiyede İslam mem­ leketlerindeki Hariciye, Turizm - Tanıtma ve Basın temsilciliklerimizde çalışan elemanları­ mızın, yalnız Arapça bilmeyişlerinin dahi bize kaybettirdiği biiyük karları düşününce, ne ya­ zıp, ne söyleyeceğimizi bilemiyoruz. Elimize « Hayr» için aldığımız kalem, ınce­ buren «şen>'ri deşiyor : TBMM'ndeki unutul­ maz örnekten sonra, Üniveritelerimizde de kı­ zıl rejimin « ak-pak» profesörlerine kürsüler tah­ sis edileceği söylendi. Adı : « Sosyalist Cumhu­ riyet» olan ülkenin fabrikalarına işçiler, tiyat­ rolarına artistler gönderilmek suretiyle karşı­ lıklı işçi ve sanatçı değiş - tokuşu yapılacağı du­ yuldu. Bu kültür alış - verişlerinin «ilericiliği» ile kendi «gericiliğimiz» arasında bir mukayese yaptık. 84


Uzun zaman Milli Eğitim Komisyonu Baş­ kanlığı da yapmış Devlet Bakanı sayın Mehmed Altunsoy kardeşimizin bu konular üzerinde ö­ nemle duracağına inanıyoruz. Halen Medine İslam Üniversitesi ve okul­ larında, keza Kahire, Bağdad ve bilhassa Şam'­ da bulunan yüzlerce öğrencimizin durumları, yetkili ve yeterli müfettişlerimiz marifetiyle tes­ bit edilmelidir. B u öğrencilerin askerlik du­ rumları, pasaport ve vize meseleleri düzene so­ kulmahdır. Bu bölgelerde din eğitimi ve ihti­ sas görecek Türk öğrencilerinin bugünkü ve ya­ rınki durumları sağlam esaslara bağlanmalı­ dır. Böylece hem şahsi gayretleriyle buralara gelip okumaya didinen idealist çocuklanmız se­ faletten ve güçlüklerden, hiyleli yollara sap­ maktan kurtanimış olurlar; hem de bunlar a­ rasında türeyebilecek zararlı elemanların çık­ masına fırsat verilmemiş bulunur.

ss


«İslam� ııız�etkarı» KlRAL FAYSAL HAZRETLERİ Hac'la, Suudi Arabistan'la ve İslam Alemi Birliği'nin kongresiyle ilgili yazılarımızı, Kıral FAYSAL Hazretleri hakkındaki şu satırlarımız­ la, şimdilik burada kesiyoruz. Bir ilahi lutf bildiğimiz yüce imkanların bize ihs:ın edilişi dolayısı ile en önce, Cenab-ı Hak'ka binlerce hamdü senalar ediyoruz. Müslüman milletierin siyasi, iktisadi, sos­ yal ve kültürel alanlarda bir ve beraber olma­ larını gönülden isteyen ve yazılarında, konfe­ ranslarında ve parlamenter faaliyetlerinde hep bu hususları savunan bir kimsenin, Kıral Fay­ sal Hazretlerini bütün yüce meziyet ve haslet­ leriyle yakından tanımış olmak bahtiyarlığı, yalnız kendi naçiz şahsı için önem ve değer taşımaz. Türk - Müslüman ahlak ve gelenekle­ rinin iycabı, gerçekiere sonsuz sadakatle, bu örnek insan karşısında duyduklarını da arz ve ifade etmesi gerekir. Biz de bunu yerine ge­ tirmeğe çalışacağız. Din kardeşlerini her alanda birbirlerine yardıma davet eden, « İslam Birliği » uğrunda 86


kendisini kıral olarak değil «hizmetkar» diye takdim ve bundaki samimiliğini her davranışı ile isbat eden bu müstesna şahsı, kendi deyim­ leriyle bir (( İHVAN »'ı okuyucularıma haber ver­ mek, bizim için pek şerefli bir vazifedir. Yanında tek bir Suudi muhafız veya müter­ cim bulundurmadan, diğer iki randevusunu ip­ tal ettirerek; bizimle tam 70 dakika milletleri­ mize, münasebetlerimize, dinimize ve ideal­ lerimize dair en samimi, en gerçek ve faydalı davalarımzı karşılıklı konuşan ciddi, vakur, sa­ kin, zeki ve sons �z alçakgönüllü oluşu ile ken­ disini tanıyan herkesin kalbine muhteşem tah­ tını kurmasını bilen bu müstesna insanın biz­ de uyandırdığı sevgi, saygı ve ümid sonsuzdur. İslamiyetİn yüceliğini dünyaya duyurmak ve yaymak yoluna kendisini adamış : ((Ben, Arap milliyetçisi değil, İslam birlikçisiyim» di­ yor. Mukaddes Topraklar'ı mamur, bunlar üs­ tünde yüzyılların ihmaline uğramış insanların bütün davalarını hal suretiyle onları mes'ud et­ meği kendi saadeti bilen Faysal Hazretleri'nin başlıca isetği : Bütün dünya Müslümanlarının her alanda bir ve beraber olup, yekdiğerine yardım etmeleridir. 87


B u iymanı bütün İslam liderine göre : İs­ lamlıktan ayrılanlar, insanlıkdan uzaklaşanlar­ dır. Dinimizin esasları, insanlar arasında mut­ lak eşitliği, müsavi ve vazgeçilmez hakları, de­ mokrasiyi ve sosyal adaleti en modern mana­ sıyla ihtiva eden prensiplerden müteşekkildir. Bunların belirtilmesi ve uygulanması yolunda işlenmiş hatalar düzelıtilmeli; noksanlar ta­ mamlanmalı; açı1mış yaralar onarılmalıdır. İslamlığın yüce vasıflarını müstesna şah­ sınd::: toplamış Paysal Hazretleri'ni ı)kuyucula­ rıma tanıtınağa çalışırken, Prof. Muhammed Hamidullah'ın ( Introduction to Islam = İsia­ ma Giriş) adlı mühinı :.:serinden, şu çok beğen­ diğim bediayı, buraya aktararak tekrarlayaca­ ğım : Kadı Iyad tarafınd:m « Şifa »' da nakledilen ve Hazreti Paygambcr:mize ( S. A. ) atfolunan bir Hadis-i-Şerif'e göre, Hz. Ali ( r. a . ) bir gün Peygamber Efendimize davranışiarına mües­ sir olan prensipleri sorı. r ve O da şöyle buyu­ rur : <<Bilgi sennayemdir, akıl dinimin esasıdır, arzu binek atımdır, Allahı anmak arkadaşımdır, 08


gizlilik hazinemdir, korku yoldaşıındır, ilim si­ lahımdır, sabır giyeceğiındir, kanaat ganime­ tiındir, alçakgönüllülük övüncümdür, zevkten feragat mesleğimdir, vuzuh gıdamdır, doğruluk şefaat edicimdir, itaat büyüklüğümdür, müca­ dele alışkanlığımdır ve kalbimin nuru namaz­ dır». FAYSAL İbn-i Abdiiiaziz El-Suıld ne Pey­ gamber, ne Halife .. Adı Melik veya Kıral, fakat gerçekte kendisi yalnız ve en büyük rütbesi ile : « İslamın Hizmetkarı» ! .. Yukarıya aktardığımız Yüce Peygamber'i­ mizin yüce vasıf ve ha·s letlerini kendisine şiar ve örnek edinmiş bir din .k ardeşi, bir « İHVAN», bir << Hadimül İslam » ! . . Yüce Allah'ın O'na ve bu yolda olanlara muvaffakiyetler ihsan buyurmasını dua etme­ miz kafi değildir. Yüce Peygamberimizle Hz. Ali misali, her Müslüman eviadı gibi bizler de Ali'cesine, bu Cihad'a katılmalı ve Dünya Müs­ lümanlarının ve bütün insanların saadetleri uğ­ runda her zaman, her yerde, kendi üzerimize düşen mukaddes vazifeleri yerine getirmeliyiz.

89



M.

ZEK i S O F UOGL U

B

ÖL O II

M



DOST VE KARDEŞ BİR ÜLKE : SUUDİ

ARABİSTAN

Kardeş Topraklarda Ankara'daki Suudi Arabistan Elçiliğinin nazik davetine muhatap olduğum zaman, bu dost ve kardeş ülkeyi yakından görmek ve ta­ nımak imkanına malik olacağım için derin bir heyecan duydum. Bana heyecan ve mutluluk veren ikinci bir husus da dinimizin doğduğu ve üç kıt'a üzerinde sür'atle yayıldığı kutlu yerle­ ri ziyaret fırsatını elde etmiş olmaklığımdı. Milyonlarca müslümanın günde beş vakit yö­ neldiği Allah'ın evi Kabe orada idi. Büyük ve şanlı Peygamberimiz Hazret-i Muhammed, o topraklarda doğmuş, büyümüş; peygamberlik tacını orada giymişti. Şerif ve latif kabirieri de orada bulunuyordu. Ya diğer İslam büyük­ leri, Eshab-ı . Kiram, ilk Halifeler, İslamın ya­ yılması ve Hilal'in yükselmesi uğrunda şeha­ det rütbesine ulaşan imanlı kahramanlar .. On­ lar da, çoğu_nlukla o topraklarda gömülü bulu93


nuyorlardı. Binaenaleyh, bu seyahat kupkuru bir ziyaret olmaktan çok ileri bir �ana taşı­ yordu; adeta manevi bir ziyafet idi. 23 Şubat 1 965 Salı günü, saat 14.45'de, An­ kara'da uçağa bindiğim zaman, anide yola çık­ mış olmanın eksikliklerini tamamlamakla meş­ guldüm. Bir yandan Suudi Arabistanla ilgili çeşitli neşriyatı inceliyordum; arasıra da göz­ lerim uçak penceresinden yurdumun bembe­ yaz karlada kaplı manzarasına kayıyordu. Der­ ken Torosların yeşil - beyaz yamaçlarını atlıya­ rak Akdeniz'in engin mavi adası üstüne ulaşı­ verdik. İşte, Kıbrıs ! Bizim Kıbrıs, Türk Kıb­ rıs ! Kıbrıs'ın İskenderun Körfezine doğru bir şehadet parmağı gibi uzanan Kuzey - Doğu top­ rakları üzerinden sür'atle geçtik. Biraz sonra Beyrut. Uçağımız iniyor. Sağ­ lık, polis ve gümrük muayeneleri göz açıp ka­ payıncaya kadar bitti . Bir gece kalacağımız otelimizdeyiz. Belli ki, kalabalık canlı, ışık­ lı, hür bir şehir Beyrut... Ertesi gün, 24 Şubat Çarşamba idi. Ve Türk Basın Hey'eti 18.45'de Beyrut hava alanın­ dan kalkan jetle Cidde'ye doğru ikinci merha­ lenin eşiğine adım atmıştı. Biraz sonra, kendi94


mizi sonsuz karanlıkların kucağında bulduk. Uçağımız son hızla Süveyş'ten aşağılara kayı­ yor gibiydi. Üç saatten fazla süren bir yolcu­ luktan sonra, uzaktan Cidde'nin ilk ışıkları göründü. Cidde, bol elektrikle aydınlatılmış, büyücek bir şehir galiba. Derken uçağımızın ayakları toprağa deği­ verdi. Uzunca bir koşuş . Sonra, herhalde uça­ ğımızın nefesi kesilmiş olacak ki durduk; du­ ruverdik. Yolcular hep ayaktalar. El çantala­ r ı , palto ve pardesüler salkım salkım ellerde ve kollarda. Kapıya dayanan merdivenden birer ikişer aşağıya süzülüyoruz. Türk dostlarını, Türk kardeşlerini yolcu kalabalığı arasında bulmakta gecikmeyen Ta­ nıtma Bakanlığı temsilcileri bizi öyle dostça, öyle kardeşçe karşılıyorlar ki. Basın Genel Mü­ dür Muavini Sayın Demenhuri ile kucaklaşı­ yoruz. Türk Elçisi, Elçilik Başkatibi, Türk Haberler Bürosu Müdürü de hey'etimizi karşı­ byanlar arasında. Flaşlar patlıyor ve bu he­ yecanlı karşılaşış fotoğraflada tespit olunuyor. Karşılıklı olarak teati olunan samimi, yürek­ ten sözler. Canlı, kardeşçe, dostça parlayan gözler ... 95


Anlıyoruz ki, kardeş topraklar üzerinde ve kardeşler arasındayız. Bunda şüphe yok ... Hava alanı yakınındaki büyük El Kandara Otelinde misafir ediliyoruz. Cidde'de kaldığı­ m ız müddetçe galiba burada ikamet edeceğiz. Arap Rönesansı Suudi Arabistan, bugünkü şeklini 1924 ila 1 932 yıllarını kaplıyan uzun mücadelelerden sonra aldı. Batıdaki Hicaz ve Asir bölgeleri, Doğu'daki Necid ve El Hasa bölgeleriyle bir bayrak altında birleştikten sonra Arap Yarım­ adasında siyasi birlik sağlanmış oldu. Bugün Suudi Arabistan, 1 .399.630 kilometre karelik geniş bir ülkedir. Kızıldeniz'den doğuda Basra ve Umman Körfezleri kıyılanna kadar uzanan bir genişliğe sahip. Hemen hemen Türkiye'nin bir misli bir toprak. Ama, orta yerde, Kuzeyle Güney ve Doğu ile Batı bölgeleri arasında El Rub'ulhali denen geniş ve bomboş kum çölleri yer alır. Bu itibarla da, beşbuçuk milyon ola­ rak tahmin edilen nüfus, Batı'da Hicaz ve Asir, Doğu'da Umman ve Basra Körfezi kıyı bölgele­ rinde pek de tenha sayılamıyacak bir nüfus ke­ safeti meydana getirir.


Al Suud hanedanının tarihi, 18. Asır ortala­ rına kadar uzanır ve Şeyh Muhammed İbni Ab­ dülvehhab'ın önderlik ettriği dini hareketlerle il­ tisak eder. Mücadeleler uzundur, acıdır, kan­ lıdır. Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbra­ him Paşa, güya Osmanlı Padişahı adına Vehha­ bi «isyanlarını » tenkil, ama aslında Mısır'ın ha­ kimiyetini Basra Körfezi kıyılarına kadar tevsi etmek için çöller aşar, maceralara atılır. Mer­ hametsiz ve yüz kızartıcı katliamlara girişir. Şeyh Abdülvehhab'ın karargahı olan, bugünkü Riyad şehri civarındaki Der'iye köyüne bir Cu­ ma günü yapılan baskında, Cuma namazı kıl­ makta bulunan 450 kişilik cemaat, İbrahim Pa­ şanın emriyle bir anda kılıçtan geçirilir. Köy yağma ve tahrip olunur. Al Suud ailesi o za­ mandan 1 90 1 tarihine kadar acı - tatlı yıllar ya­ şar. O tarhite, bir gün Abdülaziz Al Suud, adam­ larıyla birlikte gizlice Riyad'a gelmiştir. Vali v e adamlarına karşı girişilen kanlı bir müca­ deleden sonra Riyad zabtolunur. Ondan sonra da Al Suud hanedanı, bugünkü topraklardaki dört emirliği bir bayrak altında toplıyarak Arap Yarımadasının milli ve siyasi birliğini ta­ mamlar. Arap Yarımadası, uçscuz bucaksız çöller97


le kaplı, kıvrıla kıvrıla giden tozlu yollarda deve kervanlarının yavaş yavaş yol aldığı, ge­ ri ve yoksul bir ülke sanılır. Bugünkü medeni, içtimai, kültürel ve iktisadi kalkınmayı, petro­ le, sadece petrole bağlıyanlar da, bilhassa Ba­ tılı ülkelerde çoktur. Ve bu gibiler, Afrika'nın medeniyete açılması kabilinden, Arap Yarım­ adasının da «medenileşmekte» olduğundan bahsederler. Bu yanlıştır ve elbette tarihi ger­ çekiere aykırıdır. Medenileşrnek için, daha önce bir medeniyete malik olmamak gerekir. Halbuki, Arap Yarımadası islam dinine ve do­ layısiyle islam medeniyetine beşiklik etmiş bir diyardır. Avrupa Hıristiyan Ortaçağından kur­ tuluşunu, dolayısiyle Rönesansı, islam Mede­ niyetinin hayırlı ve uyarıcı tesirlerine borçlu değil midir ? Şu halde, Suudi Arabistan için - Türkiyemiz için de olduğu üzere - « mede­ nileşme» değil, ancak bir yeniden uyanış, bir Rönesans bahis konusu olabilir. Bugün, Suudi Arabistan Hükumeti'nin milli eğitim, bayındırlık, sağlık, tarım ve ikti­ sad alanlarında giriştiği ileri hamleleri böyle­ ce anlamak ve değerlendirmek gerekir. Büyük merkezleri 98

birbirine bağlıyan ve


kilometrelerce uzanan enfes asfalt yollar, mo­ dernleştirilmeye çalışılan şehirler, her seviye­ de okullar, hastahaneler vesair modern tesis ve müesseseleriyle Suudi Arabistan sür'atli bir kalkınma devresine ginniş bulunmaktadır. Hastahaneler fakir ve zengin farkı gözetilrnek­ sizin herkese açık ve herkese bedava. Okullar da öyle. Ayrıca, yüksek öğrenim yapan her genç, devletten her ay 250 Riyal maaş alıyor. Sağlığı ve öğrenimi teşvik etmek için bundan güzel tedbir olur mu ? Kıral Paysal'ın iktidarın dizginlerini ele almasından sonra, yani son 5 - 10 yıl içinde başdöndürücü bir kalkınma ve ilerlemeye şa­ hid oluyoruz. Bunu yalnız yabancılar değil kendileri de biliyor ve hissediyorlar. Devlet gelir ve giderleri bütçe disiplinine sokulmuş; lüzumsuz masraf ve yersiz israflara kesinlikle sed çekilmiş. Bütçe gelirinin % 83'ünü ve mil­ li gelirin % 60'ını teşkil eden petrol geliri, ta­ mamen halk ve memleket emrinde. Bütçede en büyük gider rakamları Milli Eğitim ve Sağ­ lık Bakanlıkianna ait. Hesap edilmiş ki, her yıl, her üç günde bir yeni bir okul inşa olu­ nuyor ! . Elhasıl, Suudi Arabistan sessiz sedasız 99


kalkınıyor. Türk misyonundan bir zat, « Kor­ karım, 20 sene sonra bizi geride bırakacaklar)) diyor. Evet, gidiş bu. Arap Yarımadasında ye­ ni bir medeniyet doğuyor. Buna Arap Rönesan­ sı demek daha doğru ... Açık Kalble Konuşwıca .... Bir haftalık Suudi Arabistan seyahatimiz­ de bizi hep dostça ve kardeşçe karşıladılar. Ama, bu dostluk ve kardeşlik, bir ev sahibinin misafirlerine göstermesi tabii olan nezaket, ki­ barlık ve ikramseverliğin çok ötesinde ve üs­ tünde gerçek bir dostluk ve kardeşlik mahiyet ve seviyesinde idi. Hiçbir yerde ve hiçbir kim­ seden - eski deyimle - cali yani yapmacıklı ve sırf zevahiri kurtarmaya matuf tek bir ha­ rekete şahid olmadık, muhatap olmadık. Bi­ zimle daima samimiyetle, açık kalble konuştu­ lar. B u itibarla, seyahatimiz derin bir itminan içinde geçti; kendimizi kendi yurdumuzda his­ settik; konuşmalarımız ve ziyaretlerimiz gerçek bir rahatlık duygusu içinde cereyan etti. Cidde'ye varışımızın ertesi günü, öğleye doğru Vezir-i A'lam ( Tanıtma Bakanı ) Sayın Cemil El Hüceylan, Türk Basın Hey'etini kabul 100


etti. Kabulde Basın ve Yayın Genel Müdürü Sayın Galip Ebülferac ve yardımcısı Sayın De­ menhuri de hazır bulundular. Karşılaşış çok dostça, çok kardeşçe oldu. Bakan yakışıklı, orta yaşlı, münevver bir şahsiyet. Ana dili gibi İn­ gilizce konuşuyordu. Türkiye - Suudi Arabis­ tan münasebetlerinden ve bu münasebetlerin dostane mahiyetinden bahis açıldı. Ve karşılık­ lı dostça beyfmlar, mecn1sını bularak, geldi; İs­ rail meselesine dayandı. Sonraki bütün temas­ larımızda da hep buna şahit olduk : Arap dost­ larımız, Türkiye'nin İsrail'i tanımış ve bir za­ manlar da bu memleketle olan münasebetlerini hayli geliştirmiş olmasından kırılmışlar, gücen­ mişlerdi. Bugün, Türk - İsrail münasebetleri­ nin tarafımızdan asgari bir seviyeye indirilmiş olmasından memnuniyet duyuyorlar; yakın ge­ lecek için ümitleniyorlardı. Arap kardeşlerimiz nazarında, Türk - Arap yakıniaşması ve Türk milletinin İslam aleminde layık olduğu ön yeri alması için en müspet delili ve en sağlam daya­ nağı İsrail ile olan son durumumuz teşkil edi­ yor. Tanıtma Bakanı El Hüceylan da bu nokta üzerinde durdu. Açık kalble ve samirniyetle ko­ nuştuğunu baştan söyledi. Yüzünde hasıl olan 10 1


his ve heyecan ifadeleri, açık kalbiiliğin ve sa­ mimiyetin bütün çizgilerini taşıyordu. Mealen şöyle dedi : Bir Brezilya veya Belçika İsrail'i tanısa, bu memleketle sıkı münasebetler tesis ve idame etse, Arap ve müslüman olarak bunu tabii karşılanz. Bu, bizi üzmez, kırmaz, gü­ cendirmez. Ama, uzun asırlar birlikte yaşadığı­ mız ve büyük bir kardeş olarak tanıyıp sevdiği­ miz, saydığımız Türkiye ayni şeyi yaparsa, bu, bizi yüreğimizden yaralar. İnanınız ki, biz, Türkiye'nin İsrail'e karşı takındığı yakın tavır karşısında elem duyduk. Yakın tarih içinde ve Arap alemi müvacehesinde, Türkiye - Suudi Arabistan dostluğunun en yüksek seviyede ge­ liştirilmesinde başlıca engeli, maalesef Türk İsrail münasebetleri teşkil etmiştir. Temenni olunur ki, ziyaretiniz hayırlı bir başlangıç olsun ve temaslar karşılıklı devam etsin . Sayın Bakanın bu mihver etrafında vaki beyanlarını, biz de ayni samimiyetle, ayni açık kalbiilikle ve ayni zamanda anlayışla karşıla­ dık. Anlattık ki, Türkiye, İsrail'in meydana çı­ kışında sorumlu değildir. Herzel'in başkanlı­ ğındaki Yahudi Hey'etini Sultan İkinci Abdül­ hamid kabul dahi etmemişti. Mabeyincisi ma­ rifetiyle öğrendiği çok cazib mali ve iktisadi 1 02


teklifleri ise göz kırpmadan reddetmişti. Osman­ lı Padişahı ve Müslümanların Halifesi, Filis­ tin'de bir Yahudi yurdu meydana getirilmesi­ ni asla kabul edemezdi. Ayni Yahudi teklifi Birinci Cihan Harbinin kritik anlarında Sad­ razam Talat Paşa'ya da tekrarlandı. Yine red­ dolundu. İ kinci Cihan Harbinden sonra bu konuda husule gelen gelişme malum idi. Türk - İsrail münasebetleri ise, bugün, asgari bir dereceye inmiş ve indirilmiş bulunuyordu. Bunu bilhassa belirttik, temin ettik. Memleke. timizin Doğulu kardeş ülkelere, Asya ve Afrika­ nın genç milletlerine yönelişi arızi, gelip geçici bir mahiyet taşımıyordu. Türkiye, Birinci Ci­ han Harbinden sonra, varlığını kurtarma ve koruma mecburiyeti ile başbaşa kalmıştı. Ata­ türk'ün önderlik ettiği inkılablar ve Batılılaş­ ma hareketleri, Türk milli bünyesini Batılı me­ todlarla güçlendirme gayesine matuf idi. Bu devri, milli benliğimizden ve manevi çevremiz­ den kopmak - sıyrılmak şeklinde anlamak yer­ sizdi. Aşağı - yukarı 40 - 45 yıl süren bu devre­ de, Türkiye, uzun asırlar karşı karşıya kaldığı Batı'yı anlamaya ve tanımaya çalıştı. Artık onu yeteri kadar tanırlığına inanıyor. Şimdi de, Doğu'ya yöneliyor; kendisinin de dahil bu1 03


lunduğu islam alemiyle ilgileniyor; Asya ve Afrika'nın büyük rakamlara ulaşan genç mil­ letleriyle sıkı münasebetler tesisine önem ve­ riyor. Bugünün Türk aydınları, işte bu samimi duygu ve düşüncelere sahiptirler. B u ilgi ve yönelişi Kıbrıs politikamızın gelişmeleriyle izah etmek, ona bağlamak yanlıştır; yanıltıcıdır. Zi­ ra, arzu köklüdür; müspet temellere dayan­ maktadır. Türk - Arap münasebetlerinin geliştirilmesi ve Türkiye'nin İslam aleminde layık olduğu fa­ al mevkii alması herkesin temennisi. Suudi Arabistan'ın hükumet merkezi Riyad'da Ba­ kan yardımcısı - ki, Tanıtma ve Dışişleri Ba­ kanlıkları Cidde' de, gerisi Riyad' dadır - Sa­ yın Fehid El-Südeyri ile konuşuyorsunuz; ayni şeyleri söylüyor, ayni temennileri dile getiri­ yor. Elçimiz Sayın Haluk Kocaman'ın heyeti­ miz şerefine Elçilikte verdiği ziyafette tanıştı­ ğımız Cidde Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Muhammed El Evadi ayni dertten yakınıyor. Diyor ki : « Vehbi Koç gelmişti; konuştuk, anlaştık; iş münasebeti tesisi ümitlerimizi art­ tırmıştı. Ama, mumaileyh Türkiye'ye döndük­ ten biraz sonra haber aldık ki, bir ticaret hey'e-


tinin başında İsrail'e gitmiş. Herşey olduğu gi­ bi kaldı . . ıı .

.

İthalat tacirlerinden Yunus Yahya Selame, büyük eczane sahiplerinden Mustafa İslam, Cidde'de yayınlanan Suudi Arabistan'ın en bü­ yük gazetesi El Bilad'ın başyazan Abdülmecid Şebekşi, tanınmış yazarlardan Fuad Şakir, Mek­ ke'de Mozaik fabrikası sahibi Samim Ceylani, Cidde'deki mihmandarımız Türk asıllı Mah­ mud Hayyad, Riyad'daki mihmandarımız Ku­ düslü Fuad El Alemi, Dalıran'daki mihmanda­ rımız Sudanlı Emin Eubekr ve şu anda isimle­ rini hatırlıyamadığım münevverden - halktan birçok kişi... hep ayni üzüntüleri, hep ayni te­ mennileri dile getirdiler. Beyrut'ta kendisini özel surette ziyaret et­ tiğimiz meşhur Filistin Müftüsü Emin El Hü­ seyni de hemen hemen ayni şekilde konuşmuş­ tu. Ve Türk - İsrail münasebetlerinin, Kahire'­ den yönetilen Nasırcı propaganda tarafından uzun yıllar pek müessir aleyhe bir motif olarak kullanıldığını bilhassa belirtti. Türkiye'nin, İs­ lam alemindeki prestijinin sinsi sinsi baltalan­ masına - sarsılmasına imkan vermek, malzeme vermek doğru ve makul görülebilir miydi ? Se105


yahatimizde, bu incelik bilhassa dikkatimizi çekti. Hele, Yeni İstanbul gazetesinin 31 Ağus­ tos 1964 tarihli sayısında yayınlanan bir kari­ katürün, Türkiye-Suudi Arabistan münasebet­ lerinin dostça gelişmesini arzulayan, Cidı.leli büyük taeirierden M. Kasım Zeynel Alirıza ta­ rafından yüzlerce teksir olunarak dağıtılması, ziyadesiyle manidardı. Mesele basit değildi. Türkiye'nin Doğu ile dostluk politikasının geliştirilmesinde, İsrail ile olan ilgimiz, çeşitli yönlerden istismara el­ verşili, menfi bir koz teşkil ediyordu. Ve, ma­ alesef, Nasır da bu kozun istismarcıları arasın­ da idi. Kıral Faysal'm huzurunda 27 Şubat Cumartesi günü öğleden sonra Kıral Faysal ibni Abdülaz�z Al Suud Hazretleri bizi kabul buyuracaklardı. Otelde hazırdık; bekliyorduk. Mihmandarlarımız çıkageldiler. Otomobiliere bindik. Cidde'nin geniş, gıcır gı­ cır asfalt yollarında hızla ilerledik ve, neredey­ se mahalle arası denebilecek bir sokakta gel­ dik, durduk. Önünde bulunduğumuz bina « Sa­ ray» addedilemezdi; ona ancak konak bozması 106


bir « eV >> nazariyle bakılabilirdi. Ve Kıral Faysal, bizim üzerimizde ilk tesiri işte bir nevi kırali­ yet çalışma dairesi olarak kullandığı bu müte­ vazı bina ile yaptı. Halbuki, şehrin diğer bir tarafında birkaç kilometrekarelik cennet misal bir bahçe içindeki muhteşem ve muazzam sa­ rayı, kıraliyet dairesi olarak pekala kullanabi­ lirdi. Bu gayet tabii idi. Buna hiçbir mani de yoktu. Ama, o, azarnet ve ihtişama sadelik ve tevazuu tercih etmiş ve kendinden evvelki kıral kardeşi Suud İbni Abdülaziz Al Suud tarafın­ dan yaptırılan Cidde Sarayını misafir yabancı devlet ve hükumet başkanlarının emrine tahsis etmişti. Daha sonra da öğrendik ki, sözü geçen saray, Cidde'de açılması için son hazırlıkların yapıldığı Üniversite'ye tahsis olunacakmış .. Otomobillerden iniyar ve bahçe kapısını geçiyoruz. Kapıda birkaç asker nöbet bekliyor. Ufacık bir bahçeden - daha doğrusu avuç içi bir avludan - geçidierek alt bekleme salonu­ na alındık. Kabul sıramızı beklerken etrafımı­ za bakınıyoruz. Duvarlar, manzara tablolada zevkle süslenmiş. Yerler kıymetli halılarla kaplı. Bizden başka kabul edilecekler de var galiba. Derken üst kattaki diğer bir b ekleme salonuna çıkıyoruz. « Saray» teşrifatçıları bize yol göste107


riyorlar. Biraz sonra da bir ziyaretçinin huzur'­ dan çıktığını görüyoruz. Sıra bizde. Nitekim, Tanıtma Bakanı, yanında Basın - Yayın Genel Müdürü olduğu halde çıkageliyor. Teşrifatçı bizi buyur ediyor. Ve nihayet, Kıral Faysal Haz­ retlerinin huzurundayız. Kıral ile el sıkışırken ayrı ayrı fotoğrafları­ mız çekiliyor; sonra, bir tane de oturmuş vazi­ yette. Fotoğrafçı işini bitirip gidiyor. Artık, Kıral Hazretleri ileyiz. Kabulde bizden başka Tanıtma Bakanı Cemi! El Hüceylan var. Kıral Hazretleri, lutfedip hal ve hatırımızı soruyorlar; bir Türk Basın Hey'etini Suudi Ara­ bistan'da görmekten memnuniyet izhar ediyor­ lar. Her iki memleket arasındaki dostluk ve kardeşlik münasebetlerinden bahis açıyorlar. Karşılıklı olarak, tarihi - geleneksel dostluk ve kardeşlik bağlarının mevcudiyetinden ve bu bağların sağlamlığından bahsediyoruz. Sözün burasında Kıral Hazretleri, İsrail meselesine temas buyurdular. Dünkü yazımız­ da Tanıtma Bakanına atfen yazdıklarımıza na­ zaran daha da açık ve kesin bir ifadeyle « Ame­ rika, Rusya veya İngiltere İsrail'i tanıdı; biz bunu tabii karşıladık. Ama Türkiye'nin ayni 1 08


şeyi yapmasını tabii karşılıyamadık. Bizde, bir Bedevi atasözü vardır : Sevgilinin attığı küçü­ cük taş bile ya kalbi ya da başı yaralar>> bu­ yurdular. Ve sonra, Birinci Cihan Savaşında, Çanakkale Muharebelerine İngiltere ve Fran­ sa saflarında katılan ve bize karşı savaşan Ya­ hudi taburunu ima ederek, « size ihanet eden­ leri nasıl affettiniz ?» dediler. Besbelliydi ki, Kıral Hazretleri, ayni şeyi Lawrence ile işbir· liği halinde yapan Şerif Hüseyin'i ve Haşimi ailesini Araplık ve İslamlık dışı sayıyor ve bu feci ihanetten memleketini, halkını, Araplık ve müslümanlık alemlerini tenzih eyliyordu. Esa· sen, merhum ve mağfur pederleri, ilk Suudi Kı­ ralı Abdülaziz Al Suud da - Dünyanın İbnis· suud olarak tanıdığı zat - Şerif Hüseyin'i hak­ kettiği akibete uğratmamış mı idi ?. Kıral Hazrederine de ifade ettik ki, İsra· il'in meydana çıkışından Türkiye sorumlu de· ğildir; ve halihazırda Türk - İsrail münasebetle. ri asgari seviyeye indirilmiştir. Bu pamuk ipli· ğiyle bağlanış olarak tavsif olunabilir. Türkiye, bugün Arap ülkeleriyle ve bütün İslam alemiyle dostça ve kardeşçe münasebetler tesisine husu· si bir önem veriyor. Aramızda mevcut tarihi, dini, manevi ve geleneksel bağların siyasi, sos· 109


yal, kültürel ve ekonomik planlarda kurulacak sağlam ve ileri münasebetler için mükemmel bir zemin ve vasat teşkil ettiğini; müşterek me­ selelerimiz ve müşterek hedeflerimiz bulundu­ ğunu bilhassa belirttik. Kıral Hazretleri ile gayet rahat konuşuyor­ duk. Kendimizi bir kıral huzurunda değil de, sayılan - sevilen bir büyük amca yanında hisse­ diyorduk. Yüzlerindeki şefkat, rikkat ve teva­ zu ifadeleri o kadar canlı idi ki.. Konuşma sıra­ sında bir ara ayağa kalkarak, koltuklarının ar­ kasına isabet eden bir elektrik düğmesini biz­ zat çevirdiler. Galiba, (Air-Condition ) tertibatı­ nın çalışmasından hasıl olan gürültü de bu sa­ yede biraz hafifledi. Türk Basın Hey'etinden Şemsi Kuseyri ar­ kadaşımız tercümanlık vazifesini ifa etti Zira, Kıral Hazretleri Arapça, Hey'etimiz de Türkçe konuştu. Araya İngilizce'nin girmemesinden zi­ yadesiyle memnunduk. Kıral Hazretlerinin ge­ rek bizim Türkçe konuşmalarımızı, gerekse Şemsi Kuseyri tarafından yapılan kendi konuş­ malarının Türkçe tercümelerini d ikkatle takip huyurdukları gözümüzden kaçmadı. Zira, öğ­ renmiştik ki, kendileri de Türkçe bilmektedir110


ler. Ve muhterem refikaları ise, Kandilli Kız Lisesi mezunu değerli bir Türk hanımıdırlar. Kıral Paysal Hazretlerinin huzurlarına ka­ bul edileli yarım saati geçiyordu. Alt ve üst sa­ lanlarda sıra bekleyen daha bir yığın şahsiyet vardı. Kendilerinden Türk milletine iletilrnek üzere bir mesaj lutfetmelerini diledik . Türk milleti için Cem1b-ı Hak'tan refah ve saadet, de­ vamlı ilerleme ve yükselme niyaz ettiklerini; dostluk ve kardeşlik selamlannı götürmemizi beyan buyurdular. Huzurlarından derin bir iç rahatlığı ve mutluluk duygusu ile ayrıldık. Kıral Faysal, Arap aleminde en muktedir, en akıllı, en ileri görüşlü bir hükümdar olarak tanınıyor, biliniyor ve sevilip sayılıyor. Kırallı­ ğı, Başvekilliği ve Dışişleri Bakanlığını nefsin­ de cem'etmiş olmasına ve Kırallığın mutlak ma­ hiyetine rağmen, o bir müstebid değildir, olma­ mıştır; olamaz. Sokaktaki halkta derhal müşa­ hade olunan huzur ve emniyet hissi, Suudi Ara­ bistan'daki « Pederane » idarenin en canlı delili... O, halkının ve memleketinin yükselmesi, daha ınüreffeh ve daha ınes'ut bir hayata nail olması i çin, kendisini vakfetmiştir. Petrol'den elde olu­ nan gelirin, sabık Mısır Kıralı Faruk gibi eğl ll


lence ve sefahat alemlerinde har vurulup har­ man savurulması da mümkündür. Buna, kolay kolay kimse mani de olamaz. Ama o, bu yolu ihtiyar etmiyor; aklının kenanndan dahi geçir­ miyor. O, Araplığı, insanlık aleminde layık ol­ duğu mevkie yükseltme davasına gönül vermiş. Onun eğitim davası var, sağlık davası var, ba­ yındırlık davası var, sanayi ve ziraat davası var. O, asırlardır sefalet içinde yaşamış, ihmal edil­ miş ve kendi kaderi ile başbaşa kalmış bir memleketi yükseltecek, ilerletecek, kalkındı­ racak. Böylesine bir ülkü yolunda elde olunan başarıların verdiği hazzı, zevk ve saadeti han­ gi eğlence, hangi sefahat alemi insana verebi­ lir, kazandırabilir ? ... İşte, Kıral Faysal, bu ülkünün, bu felsefe­ nin adamıydı. Ve biz şimdi, onun huzurundan

ayrılıyor, ona veda ediyorduk .... Medine-i Münevvere'de Cidde'ye varışımızın ertesi günü. İkindi­ den sonraki bir saat. Otomobille Medine'ye doğru yola çıkıyoruz. Oradan dönüş uçakla olacak. Ama gidişte kara yolunu tercih ettik. Hiç olmazsa otomobil içinden, memleketi gör112


ınek istiyoruz. Uçak, elbette bu imkanı ver­ mez. Niyetimiz bir taşla iki kuş vurmak : Hem Medine'ye gitmek, hem de Cidde - Medine ara­ sını, biraz olsun tanımak. Sonra, bu sayede, ınüminlerle müşrikler arasındaki ilk savaş ve Hazret-i Peygamber tarafından kazanılan ilk zafer olan Bedir Muharebesinin cereyan ettiği ınevkii de ziyaret edebileceğiz. Cidde - Medine arası tam 390 kilometre. Yani İstanbul - Ankara yolundan SO kilometre daha az. Yol asfalt, geniş, gıcır gıcır ve yepye­ n i . Gözünüzün alabildiğine uzanıp gidiyor. Kı­ zıldeniz'i, biraz içerden, uzun müddet takip et­ t i k. Yolun iki tarafındaki arazi çöl evsafında değil. Hatta, bazan seyrekçe bazan da sıkça otluk, dikenlik veya çalılık yerler görüyoruz. Yol üzerinde, Anadolu yollarında olduğu gibi, benzin istasyonlarına, küçük köylere, kır kah­ velerine şahid oluyoruz. Derken, yol, sahil bo­ yundan içe yani kuzey - doğuya doğru kıvrıl­ ınaya başlıyor. Tam ortalığın kararmak üzere olduğu akşam vaktinde Bedir'e geldik. Bedir, genişçe bir vadi içinde, hurmalığı - yeşilliği bu­ lunan büyükçe bir köy. Yolcu kahvehaneleri, lokantaları var. Bir ahçı, yol üzerine kurduğu tezgahında, barbunya renginde irice balıklan in


kızartmakta meşgul. Kokusu etrafa yayılıyor. Acıkan mideleri harekete getiriyor ! Ama, bizim niyetimiz Bedir harp salırasını ziyaret etmek, o kahramanlık destanını yerinde anmak ve şehidlerinin yüce ruhlarına Fatihalar ihda etmek ... Önümüze bir ( delil ) düşüyor; halktan bir­ kaç kişi de bize katılıyor. Akşamın ilk karan­ lığında, dağ ardlannda hala parlaklığını muha­ faza eden günün son ve mat ışıkları altında, Bedir harp sahrasının, duygulandırıcı, ruh ve rnana planında gaşyedici öyle bir görünüşü var ki... Delil'in, Bedir muharebesi hakkında iza­ hat veren o san'atkarca, o tannan sesi hala ku­ laklarırnda .. Hicretin henüz ikinci yılı idi. (Mi­ ladi 624 idi ) . Hazret-i Peygamber, askeri bir başarı kazanarak rnürninlerin maneviyatını yükseltrnek ve elde olunacak ganirnetlerle mad­ deten güçlenrnek kararında idiler. Haber al­ dılar ki, Ebusüfyan'ın başkanlığında 70 kişilik bir tüccar kafilesi Suriye' den Mekke'ye dönü­ yor. Bedir mevkiinde mevzi aldılar. Ebusüfyan bunu haber aldı ve Mekke'ye haber salarak, « Muhammed bizi vuracak; gelin, mallarınızı koruyun » dedi. Mekke'den gelenler l OOO 'e yalU


kındılar. Halbuki, Hazret-i Peygamber'in kuv­ veti 300 savaşçı ve 70 deveden ibaretti. O za­ manki savaş usullerine göre müşriklerden üç kişi Utbet ibni Rebia, Velid, Şeybe - ki Velid, Ebusüfyan'ın oğlu, Şeybe de kardeşi idi - kı­ lıçlannı çekerek ortaya fırladılar; meydan oku­ dular. Mürninlerden ise Abdullah, Muaz ve Avf pervasızca karşıianna dikildiler. Lakin, Utbet ve arkadaşları, onlara, « siz asil değilsiniz; asil olanlar karşımıza çıksın ! » deyince, Ali, Hamza ve Ebuubeyde kılıçlarını çektiler ve öne atıldı­ lar. Mübareze başladı. Ali ile Hamza, hasımla­ rını derhal hakladılar; Ebuubeyde ise, maale­ sef yaralandı. Lakin, onu yaralayan Şeybe, bi­ raz sonra Hazret-i Ali'nin bir kılıç darbesiyle can verdi . .. ve muharebe, 300'ün lOOO ' e zaferiyle sonuçlandı. Müminler, büyük ganimetieric Me­ dine'ye döndüler... Bedir şehirllerinin kabirieri alçak dört du­ varla çevrilmiş. Delilin delaletiyle, mutad olan duaları okuduk; İslam'ın bu ilk şehirllerinin ruhlarına İhlaslar ve Fatihalardan yapılmış muhteşem, mukaddes çelenkler sunduk . • ••

Medine'ye yaklaşıyoruz. Artık, gecenin kal lS


ranlığı bastı. 25. kilometrede bir levha : Bura­ dan ileriye, müslüman olmayanlar gidemez. Bi­ raz sonra Harem-i Şerif'in dört minaresinin gür, bembeyaz ışıklarını görüyoruz. Nihayet, Medine-i Münevveredeyiz ! Geniş ve b ol ışıklı caddeler... Motörlü vasıtalar vızır vızır gidip geliyorlar. Adı, neon ışıklariyle hem Arapça hem de İngilizce yazılmış dört katlı bir otele iniyoruz : Finduk - El Kasr - El Medine = Hotel Medina Palace ! Odalarımıza asansörle çıktık. Otel tam konforlu ! Akşam yemeğinden sonra Harem-i Şerif çevresinde biraz dolaşıyoruz. Du­ var diplerinde şilte sermiş yatanlar var. Mih­ mandarlarımız bunların daha çok Pakistanlı, Afrikalı fakir, ihtiyar müslümanlar olduğunu söylüyor. Sonra otele dönüp odalarımıza çeki­ lİyoruz. 9 .. .

Medine'de sabah ezfmı.. Evet, o sabah eza­ ömrümüzün sonuna kadar unutamıyacağız. Dört minarede dört müezzin ... Dört ayrı ses to­ nunda .. En ince sesiisi Allahüekber diyor, onu davfıdiye kadar değişip yükselen ses taniariyle diğer üçü takip ediyor. Vecd ve istiğrak içinde dinledik bu sabah ezanını. Ruhumuz gaşyoldu. mm

116


Gözlerimiz yaşlada doldu : Allaha İnanmak, O'nun Peygamberini tanımak, islam olmak .. ne büyük saadetti Yarabbi! ! .. Abdestlerimizi aldık ve biz iki Türk gazete­ cisi - Şemsi Kuseyri ve ben - mihmandarı­ mız Mahmud Hayyad ve fedakar fotoğrafçımız Bekir Muhammed Kamil Reşidi ile birlikte Pey­ gamber Efendimizin mübarek mescidlerine da­ hil olduk. Cuma günü idi. Cuma'nın sabah na­ mazı idi. Cemaat malışer mi mahşer. Biz iki Türkten ve fotoğrafçımızdan başka ceket­ pantalon giymiş, kravat takmış kimse yok. As­ ya ve Afrikanın her milleti burada mevcut. is­ lam her tarafı sarmış veya Harem-i Şerif Ca­ miinde, Peygamberin Ravza-i Mutahharası et­ rafında hepimizi toplamış. Allahım, ne heye­ can verici bir manzara ! . Sabah namazından sonra otele döndük, kahvaltımızı yaptık. Mihmandarımız bir ce­ mile olarak ra d yoda Ankara kısa dalga 1 9'u bul­ muş. Ses o kadar gür ki. Hem şaştık, hem se­ vindik. Sonra, bize, Medine'den Ankara'nın her zaman çok güzel dinlendiğini söylediler. Sür'atle ziyaretierimize başladık. Harem-i Şerif genişletilmiş. Proje Mısırlı mimarlar ta1 17


rafından yapılmış ve gerçekleştirilmiş. Maale­ sef, daha çok cesamete önem verilmiş. Sultan Abdülmecid Han zamanında 750.000 Osmanlı altını sarfedilerek bizim tarafımızdan yaptırı­ lan eski bölümdeki o san'atkarane zarafeti, o ruhları dinlendiren bediiliği bu ek kısımda bul­ ınağa ve duymağa imkan yok. İlerliyoruz. Minher'in soluna doğru yürü­ yoruz. İşte, Ravza-i Mutahhara ! Peygamber Efendimizin latif, şerif kabirleri. Yanlarında da Hazret-i Ebubekr-i Sıddik ve Hazret-i Ömer - Ül­ faruk yatıyorlar. Sanki iki yoldaş, iki muha­ fız gibi.. Pakistandan, Endonezya'dan, Afganis­ tan'dan, Afrika'nın çeşitli ülkelerinden yüzler­ ce mürnin kardeşlerimizle birlikte vecid ve is­ tiğrak içinde, gözler yaşla dolu, eller sernalara yönelmiş dua ediyoruz, dua ediyoruz; İhlaslar ve Fatihalar ithaf eyliyoruz. Teberrüken iki rek'at de namaz kıldık; dualar ettik ... Günah­ ların ağırlığı omuzlarımızdan kalkmış olacak ki, kendimizi çok hafiflemiş hissediyoruz. Hu­ şfı .içindeyiz. Ve öylece, Harem-i Şerif'den ayrı­ lıyoruz. Şimdi de Uhud Dağı eteklerindeki Şehitlik­ teyiz. Ki, burada, Hicretin üçüncü yılında İs1 18


lümın ikinci savaşı cereyan etmişti. Hazret-i Hamza şehid düşmüş ve Ebusüfyanın karısı Hind, onuıı göğsünü yararak hırsla çiğerini diş­ lcmişti. Uhud, mürninler için sıkı bir imtihan olmuştu; 3000 kişilik, pürsilah müşrik ordusu, Ebucehil'in oğlu ikrime ve Halid Bin Velid gi­ bi kudretli kumandanlar tarafından sevk ve ida­ re ediliyordu. İslam ordusu başlangıçta hayli sarsıldı. Buna rağmen, Mekke'ye doğru çeki­ len ıniişrikler, dört gün boyunca takip ve iz'aç edildi. Bu sayede, müminlerin maneviyatı ye­ rine geldi. Peygamberimiz, şahsen yaralanmış bulundukları halde, bu takibe karar vermiş ve İslam ordusunun en önünde, düşmana saldır­ mışlardı ... Uhud dağı, karşımızda siyah kayalarıyla yükseliyor ve biz, islam'ın ilk yıllarını, Hazret-i Peygamber'in İslam'ı yaymak için katlandığı zahmetleri, - başta Hazret-i Hamza olduğu hal­ uc - şehidler için İhlaslar ve Fatihalar oku­ yup dualar ederek, huşu içinde yad ediyoruz. Şehidlikten ayrılırken Sudanlı - Endonezyalı ka­ fileler sökün ediyor. Birlikte, dostça, kardeş­ çe fotoğraflar çektiriyoruz. Sonra, delilimiz bizi İslam'ın ilk mescidi1 19


ne, Mescid-i Ukba'ya götüıüyor. Hazret-i Pey· gamber'in pak kızları, Hazret-i Ali'nin sevgili ve saygılı eşi Fatımatüzzehra'nın hala ayakta duran küçük, mütevazi evceğizi de, mescidin bitişiğinde. Mescid'de, teberrüken iki rek'at na­ maz kıldık; dualar ettik. Hazret-i Fatıma'nın evi önünde de bir fotoğraf çektirdik. Bir gün gelir, hayali cihan değer diye ... Şimdi, büyük kabristandayız. Üçüncü Ha­ life Hazret-i Osman Zinnuri burada medfıln. Hazret-i Abbas, Cafer Sadık, Zeynelabidin, Haz­ ret-i Peygamber'in sütanneleri v e diğer birçok islam uluları hep burada yatıyorlar. Hicaz'ın, Suıldilerin eline geçmesinden önce, h erbiri için güzel türbeler varmış. Vehhabilerce, türbe dahi (bid'at ) sayıldığından, yıktırılmışlar. Şimdi, baş ve ayak uçlarında birer kara taş bulunan, toprak mezar hepsi.. Başuçlarında ayrı ayrı durduk; İhlaslar - Fatihalar i thaf ederek, her­ birini ayrı ayrı selamladık. Günlerden Cuma ol­ duğu için, kalabalık her zamandan daha da fazla idi galiba. Sonra, Hac mevsimi de yaklaş­ mıştı. Ve şimdiden Endonezyalı, Pakistanlı, Hindistanlı, Sudanlı müslümanlar kutlu şehir­ lere akın etmeye başlamışlardı. 1 20


Amman'dan kalkıp Medine üzerinden Cid­ de'ye geçen uçakta yerlerimiz önceden ayırtıl­ mıştı. Bu sebeple ve maalesef, Cuma namazını Harem�i Şerif Camiinde eda eylemek şerefinden mahrum ,kaldık. Bu imkansızlık, seyahatimiz boyunca içimizde bir ukde olarak kaldı. Keza, Kafkas Kartalı Şeyh Şamil'in bumda yaşayan torunu, zat-ı muhterem Said Şamil'i ve meşhur Arif Hikmet Efendi Kütüphanesini de ziyaret edemedik. Ki bu kitaplıkta binlerce, pek nadi­ de, kıymetli yazma eserler vardı. Türk eserle­ ri.. Bu da bizi çok üzdü .. Şimdi semalardaydık ve Allah'ın birliğine tanıklık edercesine yükselen mim1relerin, hur­ ma ağaçlarının gölgesinde, Hazret-i Peygamber'­ in Kubbe-i Hadra'sı, yeşil kubbeli Ravza-i Mu­ tahharası, güneşin keskin ışıkları altında pırıl­ dıyor, pırıldıyordu. Sonra, sisli ufuklar arka­ sında görünmez oluverdi. Artık Yeşil Kubbe'yi görmez, göremez olmuştuk ... Mekke-i Mükerreme'de Kıral Hazretleri tarafından kabul huyurul­ duktan sonra otelimize döndük ve Mekke ziyaı21


reti için hazırlandık. Abdest alıp iki rek'at ih­ rama giriş namazı kılıyor, ihrama bürünüyor­ sunuz. Üstünüzde, başınızda, ayağınızda, dikil­ miş yani dikişli hiçbir şeyin bulunmaması la­ �ım. İhram, iki parçadan ibaret; ince beyaz �ıavludan yapılmış. Çarşıda satılıyor. Belli e­ dilmiş yerinden makasla kesiyorsunuz. Bir kıs­ mı belden aşağıya peştemal gibi sarılıyor. Di­ ğer kısmı ise, sırtınızı ve göğsünüzü kapatacak ve fakat sol omuz açık kalacak şekilde belden yukarısına sarıyorsunuz. Biz de aynı şeyi yap­ tık ve ikincliye yakın bir saatte yola çıktık. Cidde - Mekke arası tam 70 kilometre. Ya­ ni, İstanıb ul - İzmit arasından 24 kilometre da­ ha az veya Adana - Mersin yolu kadar birşey. Yollar yine güzel, yine gıcır gıcır asfalt. Tra­ fik de hayli... Yolun iki tarafında sık sık rek­ lam levhalarına rastlıyoruz. Bizim Türk Tanıt­ ma Bürosu da tam 1 6 levha koydurmuş aralık. lada. Ön ve arka yüzleri ile 32 propaganda lev­ hası ediyor. Bunlarda, Arap kardeşlerimiz ve dünyanın dört bir tarafından gelen müslüman­ lar Türkiye'yi, özellikle İstanbul'u ziyarete da­ vet olunuyorlar. Tabii, Arap harfleri ile ve Arap­ ça olarak. Dünya müslümaniarına hitap edildi1 22


ğine göre İngilizcenin de ilavesi, herhalde fay­ dalı olurdu. Otomobillerimiz sür'atle yol alıyor. Medine yoluna nazaran daha tertipli, daha modern du­ raklar görüyoruz. İmparatorluğumuz zamanın­ dan kalma karakol binaları ve gözetierne kule­ leri sapasağlam duruyor ve hala da aynı mak­ sat için kullanılıyorlar. Bu binalara Cidde'de, Medine'de de rastlamıştık. Sonra yolumuz biraz kuzey - doğuya yöne­ liyor ve bir vadi içine giriyor. işte, bu dar va­ di bizi Mekke'ye ulaştıracak. Göz açıp kaparna­ ya kalmadı, biraz sonra kendimizi Mekke-i Mü­ kerrerne'nin içinde bulduk! Mekke, iki boğazın birleştiği dar bir va­ di içindedir. Şehir büyümüş, imar olunrnuş, ge­ niş caddeler açılmış, yüksek binalar yapılmış. Şehrin ana caddeleri, arazinin topoğrafyasına göre şekil almış; dağlar - tepeler arasında sıkı­ şan dere ve boğazlara göre istikarnetlenrniş. Mekke, hareketli, canlı bir şehir. Kalaba­ lık da. Yeni binalar, geniş asfalt caddeler ve Kabe-i Muazzarna'nın genişletilen yeni çevre te­ sisleri Mekke'ye modern bir şehir rnanzarası veriyor. 1 23


Derken, Harem-i Şerif'in güney tarafına a­ çılan büyük giriş kapısı önünde durduk. Oto­ mobillerden indik. Bir delil, hemen önümüze düştü. Yanımızda mihmandarımız ve fotoğraf­ çımız olduğu halde Harem-i Şerife dahil olduk. Huşfı içinde idim ve derin bir heyecan duyu­ yordum. Sevgili halkırnın dilinde <<Karadonlu Beytullah ıı olarak, günün beş vakti yönelerek gönlümüze kıblegah eylediğİrniz Kabe-i Muaz­ zama'yı, biraz sonra görecek olmanın heyeca­ nıydı bu .. Delil önde, bir arkada ilerliyoruz. Harem-i Şerif çevresi hayli genişletiliyor. Bundan sonra Hacca gelenler çok daha müsait şartlar altın­ da Hac farizalarını yerine getirecekler. Yüksek beton direkler üstündeki damlar, geniş, kafi gölgelik sağlıyor; ziyaretçileri kızgın güneşten kurtarıyor. İnşaat henüz tamamlanmamış. İlk şerefeye ulaşmış iki minareyi natamam olarak görüyoruz. Biraz sonra Safa tepeciğine vardık ve ora­ dan Kabe'ye doğru yöneldik. İşte, Kabe! Ka­ be-i Muazzama! Allah'ın Evi, Karadonlu Bey­ tuilahi En nihayet gayesine erişmiş :bir kimse gibi hissediyor insan kendisini, şimdi... Şu ikin·


di sonrası saatinde dahi Kabe çevresi, tavaf e­ denlerle dolu. Dünyanın dört bir tarafından ge­ len mürnin - müslüman kardeşlerimiz bunlar. Yüzlerinden, giyimlerinden Endonezyalı, Hind­ li, Pakistanlı, Yemenli, Sudanlı, Afrikalı vesaire oldukları anlaşılıyor. Kadınlı erkekli bir cem m-i gafir, vecid ve istiğrak içinde, huşu için­ de dönüp duruyorlar. Tavafa biz de başlıyor ve delilimizin söylediklerini, yaptığı dualan ay­ nen tekrar ediyoruz. Tavafda, insan kendinden geçiyor; dünya duyguları, hevesleri bir bir u­ nutuluyor, kayboluyor. Adeta, manevi bir ik­ limdesiniz. Zaten, her ibadet böyle ve Hac fari­ zası da büyük ibadet değil mi? Tek başlarına veya bizim gibi bir delil refa­ katinde tavaf eden, tavaf eden mürnin kardeşler. Yüzlerde kutsal bir ifade var. Burada insan san­ ki melekleşiyor. S essiz sessiz ağlıyanlar, göz­ yaşı dökenler, tavaf sonunda Kabe duvarına kapanıp kendinden geçenler... Elhasıl tam bir manevileşme, tam bir ruh tasfiyesi.. Tavafı bitirmiştik. Şimdi dua ediyor; eller sernalara açılmış olarak Ulu Tannya yalvarı­ yor; O'ndan mağfiret, Yüce Peygamberinden şe· faat dileyorduk.. Bilahare, Kabede vazifeli po125


lislerin yol açınasiyle Hacer�i Esved'e yaklaşa­ bildik; başımızı küçük kovuğa sokarak yüz sür­ dük; mübarek taşı huşıi ile öptük, öptük. On onbeş basamaklı, inişli - çıkışlı, geniş mermer merdivenlerden inerek, modern bir tesisat ha­ line getirilmiş bulunan Kutsal Zemzem'den ka­ na kana içtik. Mübarek suyun, tuzlumsu bir tadı vardı. Vazifeliler, harıl harıl, kova kova su çekiyorlar. Kovalar kauçuktan yapılmış. Ayrı­ ca, giriş yerinde, merdivenlerin açıldığı küçük avluda, iki geçeli bir sürü musluk da mevcut ... Sonra, iki rek'at namaz kıldık. Ben, tam min­ berin yanında idim; Kabe ile aramda ancak 4 S metre bir mesafe vardı. Namaz, namaz idi; her yerde ve her zaman aynı i di, aynı de­ ğerde idi. Fakat, ben, o namazı asla unutamı­ yacaktım. O namaz, gözümde çok yüce idi, eş­ siz bir anlam taşıyordu, ulu idi. Zira, kırkıncı müslüman olan Hazret-i Ömerle birlikte ve kırk ilk müslüman olarak İslamın açıktan açığa kı­ lınan ilk namazı işte burada kılınmıştı. Haz­ ret-i Peygamberin sağında Ömer, solunda ise amcası Hamza vardı. .. -

Şimdi de Safa tepeciği ile Merve tepeciği arasında yedi defa gidip gelecektik. Toplamı 126


4 S kilometreyi bulan bu gidiş - gelişi yapa­ mıyacak durumda olan halsizler ve yaşlılar için Safa tarafında küçük, elle itilen arabalar var. Puset gibi bir şey. Nitekim, hey'etimizden Ahmet Şükrü Esmer Bey, ameliyat geçirmiş ve yaşlı olduğu için bunlardan birine binerek bu vazifeyi yerine getirdi. Delilimizle birlikte Sa­ fadan dört defa Merve'ye gittik ve Merve'den de üç defa Safa'ya döndük. Yedinci ve sonun­ cu sefer Merve tepeciğinde sona erdi. Usul ge· reğince, eli makaslı bir genç, şakaklarımızdan bir - iki saç teli kırktı. Sonra, nihai duamızı yaptık. Bu suretle « Umre»'yi tamamlamış ola­ yorduk. -

Hac farizası, maltimdur ki, Hac mevsimin­ de yani Kurban Bayramı sırasında eda olunur. Sair zamanlarda yapılan ziyaret ve tavaf ise « Hac» değildir; ona « Umre>> denir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de, buna işaret eden ayet var. Umre'nin sonunda,

kendimi çok hafifl.:­

miş buluyordum; adeta uçar gibiydim. Kader'in bana bu imkanı lutfetmiş olması ne büyük ni­ metti; Cenab-ı Hak'ka şükürler, hamd-ü-senalar olsun ... 127


Sonra, Arafat'a gidiyoruz. Akşam yaklaşı­ yor. Mihmandarımız, Safa kayalığının üst tara­ fına düşen yüksek bir tepeyi işaret ediyor. Tepc evlerle kaplı. Hazret-i Bilal-i Rabeşi ilk ezanı orada okumuş. Otomobilimiz hızlanıyor. Solda çok dikkat çekici bir dağ görüyor ve soruyo­ rum : Cebel-i Nur imiş. Yani Hira Dağı. Ulu Peygamberimiz işte o dağa çekilmiş; Tanrı'nın hitabına orada muhatap olmuştu! Suudi Hükumeti ne güzel yollar yapmış. Hac mevsimindeki trafik tıkanıklığını gidermek için olacak, birçok kollar halinde Arafat'a yol­ lar açılmış. İşte, Arafat.. Geride yüksekçe ve iki tarafa uzanan bir dağ. Onun önünde daha kü­ çük, daha alçak bir kayalık .. Geniş bir ova açı­ lıyor önünde. Hazreti Peygamber, son haccın­ da, veda haccında bu ovada toplanan yüzbin müslümana hitap etmiş ve sözlerinin sonunda onlara «Size bir şey bıraktım ki, ona bağlı kal­ clıkça sapıklığa düşmezsiniz. O da Allah'ın Ki­ tabı'dır.» diyerek şu suali sormuştu: « - Vazi­ femi ifa ettim mi? Size beni soracaklan gün, ne diyeceksiniz?» Yüzbin kişilik cemaatten şu tek avaze yükseldi : «- Allahın emirlerini tebliğ ettin, vazifeni yaptın, ey Allah'ın Resulü! >> Bu 1 28


gönüllerden, imanlı kalbierden yükselen muh­ teşem cevap üzerine Hazret-i Peygamber, şeha­ det parmağını sernalara doğru uzattılar ve üç kere « Şahid ol Yarabbi! Şahid ol Yarabbi! Şa­ hid ol Yarabbi! » dediler. Sonra da tek başları­ na, şimdi beton merdivenlerinden tırmanmak­ ta olduğumuz Arafat'a çekildiler. Ve işte şu akşam saatinde dağdan avdet buyurmuşlardı ki, o sırada nazil olan ayet-i kerimeyi nakletti­ ler : «Bugün, dininizi ikmal ettim; üzerinizdeki nimetimi tamam ettim ve sizin için din olarak İslam dinini ihtiyar ettim» mealindeydi bu İla­ hi vahiy .. Anlaşılıyordu ki, Hazret-i Peygamber dün­ ya vazifesini tamamlamış; ahiret yolculuğunun arefesindedir. Hazre t-i Ebubekir, ayet-i kerime­ yi öğrenince, kendini tutamıyarak ağlamaya başladı. İslam tarihinin bu yüce ve kutlu anını ya­ şıyor, yaşıyorduk. Tepedeki namazgahda, mih­ rabda bir imam, arkasındaki bir saflık cemaate akşam namazı kıldırıyordu. Demek ki akşam olmuş, gün batmıştı. Ama ,gök o kadar parlak, ova o kadar füsunlu idi ki.. Fedakar fotoğrafçı­ ımza, yarı Arapça yarı Türkçe «biz de salat-ı 1 29


mağrib-i eda edelim» dedim. O imam oldu, ben cemaat. Aşağıdaki diğer bir namazgahta biz iki­ miz de hiç olmazsa üç rek'at akşam farzını eda ettik. Hep birlikte dualar okuyup Ulu Tanrı'dan milletimiz, ümmetimiz ve bütün insanlık alemi için niyaziarda bulunduk. Sonra otomo­ bile bindik, yola çıktık. Ortalık alaca karan­ lıktı. Yolun sağında park etmiş bir otomobil. Yolcusu ve şoförü dışarı çıkmışlar, akşam na­ mazını kılıyorlar. Manzara beni çok duygulan­ dırdı. İnanmak, ibadet etmek, ne güzel idi, in­ sana ne kadar yaraşıyordu .. Bu levhayı, gönlü­ me ve hafızama nakşettim. Zira o, aynı zaman­ da, modernleşen dost ve kardeş Suudi Arabis­ tan'ı da sembolize ediyordu. Dönüşte Müzdelife'den, Mina'dan akşam karanlığında ve maalesef sür'atle geçtik; Şey­ tanın taşlandığı yerleri teşehhüd miktarı gör­ meye çalıştık. Mekke'ye dönüşte, İmparatorluk devrimizden kalma ve Selimiye'nin küçük bir örneği olan Mekke kışlasının önünden geçtik. Mekke'nin gece manzarası da çok cazipti. Geniş ve bol ışıklı caddeler, bize sanki İstanbul veya Ankara'da bulunuyoruz intiıbaını veriyordu. 130


Cidde'ye dönmekte acele ediyorduk. Mekke, Mukaddes Şehir, gönlümüzde ve kafamızda nakşolunmuştu. Kendimi, yeniden dünyaya gd­ miş; bedenen, ruben ve manen dinçleşmiş his­ sediyordum. << Karadonlu Beytullah»'a elveda! .

Kalkman Bir Memleketin Çehresi Suudi Arabistanda kaldığımız sekiz gün zarfında birçok temaslanmız oldu : Kıral Haz­ retleri tarafından kabul olunduk; Tanıtma Ba­ kanını ziyaret ettik. Elçiliğimizin yemeğinde bu­ lunduk. Basın - Yayın Genel Müdürü Galip Ebülferac'ın El Kandara Oteli salonlarında şe­ refimize verdiği ziyafete katıldık. Riyad'daki Tanıtma Bakanı Vekili Fehid Essüdeyri ile ko­ nuştuk. Bu buluşmaların yarattığı imkanlardan faydalanarak ve sair suretlerle, resmi sıfatı o­ lan veya olmayan, halktan veya aydınlardan birçok kimselerle temas ettik; onlara fikir tea­ tisinde bulunduk. Bütün bunlar, bizde bir yığın intiba hasıl etti. Bunun dışında, Cidde'de bir­ kaç yeni müesseseyi gezmek, görmek fırsatı da bize verildi; bir koleji, bir kız okulunu, bir sosyal klübü, bir hastahaneyi ziyaret ettik. Ay131


rıca çarşı - pazarı, şehrin iş merkezini, liman te­ sislerini dolaştık· Bundan önceki yazılarımızda görülmüş o­ lacağı üzere, Medine'ye otomobille gittik; ora­ dan uçakla döndük. Mekke'ye gidişimiz de, dö­ nüşümüz de otomobille oldu. Bu gidiş gelişler­ de, imkan nispetinde, memleket'i içinden tanı­ maya çalıştık. Mukaddes şehirleri, « Haremeyn­ iş-Şerifeyn» adıyla tarihimizde yer alan Meicke ve Medine'deki mescidleri, bu iki şehirdeki in· şa ve imar çalışmalarını yakından tetkik ve müşahade ettik. Sonra, ı Mart Pazartesi, uçakla başkent Riyad'a gittik. Riyad'ın, ıs 20 sene önce, ker­ piç evierden ve kargacık - burgacık yollardan ibaret, büyükçe bir çöl köyü olduğu, eski re­ simlerinden belliydi. Ama, gördüğümüz şehir, o eski büyücek köye hiç de benzemiyordu. Geniş bulvarlar, asfalt caddeler, modern binalar .. Et­ raf düz. Şehir, yayılmış da yayılmış. Büyük ve modern görünüşlü Bakanlık ve Üniversite bi­ naları, okullar, hastahaneler, teknik eğitim ve toplum kalkınması merkezleri ve modern mes­ kenleri ile Riyad, çöl ortasında bir medeniyet vahası teşkil ediyor. Gece manzarası ise görül-

1 3 :!


meye değer. Her taraf ışık içinde. Görmeyen­ ler, Suıldi Arabistan'ın bugünkü kalkınma tem­ posundan ve bu tempoya dayanak olan mali kaynaklarından haberdar olmayanlar için, bu satırlarımız, herhalde sürpriz teşkil edecek. A­ ma, gerçek budur. Ertesi günü, yani 2 Mart Salı günü de Bas­ ra Körfezi petrol bölgesine uçtuk; Dalıran Ha­ va Alanına indik. Söz-arası arzedeyim ki, oku­ yucularımız, kısa mesafeler için dahi uçağa bindirildiğimiz zeha.bına kapılmamalıdırlar. Filhakika, Cidde - Riyad arası tam 1 040 kilo­ metredir. Yani İstanbul - Ankara mesafesinin ikibuçuk misli. Veya İstanbul - Trabzon arası­ nın 80 kilometre eksiği. Riyad - Dalıran arası ise 445 kilometre : Ankara - İstanbul yolundan bir kilometre kısa! Dahran, Arap - Amerikan Petrol Kumpan­ yasının (ARAMCO'nun) meydana getirdiği mo­ dern bir şehir. Yeşil çİmenler ve ağaçlar arasın­ da zarif villalar, evler, asfalt cadde ve sokak­ ların iki yanında dizi dizi uzanıp gidiyor. Dalı· ran, eskiden, o bölgenin adı imiş. ARAMCO ida­ re binalarından ve personel ikametgahlarından doğan bu modern şehirden başka, bölgede Ka1 33


tif, Dammam, Hobar gibi, her gün biraz daha büyüyen, modernleşen şehirler var. Dünyanın her tarafından ithal olunmuş her türlü yiyecek ­ giyecek maddeleri, ev eşyası .. satılan mağazala­ rın sıralandığı geniş caddeleri var bu şehirle­ rin. Doğu Vilayeti'nin merkezi, Damınam şehri­ dir. Bölgeyi otomobille gezerken ziyaret ettiği­ miz deniz kıyısındaki bir Alevi kasabası çok hoşumuza gitti. Yerden gürül gürül kaynayan tatlı suyu da bulunan bu kasaba, sık hurmalık­ lar içine gömülmüştü. Yemyeşildi. Üzerimizde, serin ve kuytu bir balıkçı kasabası intibaı u­ yandırdı. Petrol Kampanyası'nın daimi teşhir mer­ kezini gezdik. ARAMCO'nun ilk faaliyet yılı olan 1 933 yılından bu yana geçen zaman ve gelişme­ ler hakkında, teşhir olunan tablolar, fotoğraf· lar, haritalar, kum masaları ve maketler üze­ rinde kısa .bilgiler edindik. Suıldi Arabistan'ın bugünkü kalkınma temposunda başlıca amil bulunan petrol konusunda, okuyucularımıza bi­ raz bilgi vermek isteriz. 29 Mayıs 1933 tarihin­ de, Amerikalı kumpanya ile ilk Suıldi Kıralı Abdülaziz Al Suud ( İbnissuıld olarak tanıdığılH


mız zat; bugünkü Kıral Faysal'ın babası) ara· sında anlaşmaya varılmış ve imtiyaz mukave­ lesi imzalanmış. Dört ay sonra, ilk j eolojist gru­ bu Basra Körfezi kıyılarından içeriere doğru, Arap çöllerinde petrol aramaya başlamış. Mart 1938'de, yani beş yıl sonra ise, 1 0 kuyu birden faaliyete geçirilmiş. Arap petrolü, dünya petrol ticaretinde yer almaya henüz başlamış ki, İkin· ci Cihan Harbi gelmiş; çatmış. Faaliyet durak­ lamış ta 1 946'ya kadar. O tarihten sonra ise, Suıldi Arabistan, dünyanın :belli başlı petrol müstahsili memleketlerinden biri seviyesine yükselir. Bugün, Ortadoğu memleketlerinin pet­ rol rezervi 204 milyar varil olarak tahmin edi· liyor. Bunun % 28,3'ü Suıldi Arabistan ülkesi­ ne isabet etmekte. Yaklaşık olarak 58 milyar varil. Basra Körfezi petrol bölgesinin günlük ortalama petrol istihsali 1 963'de 6.758.084 va­ ril imiş. Bu istihsalin % 24'e yakın bir mikta­ rı, 1 .629.01 8 varili, Ararneo tarafından elde olu­ nuyor. Re's Tennure'deki ( Araplar Re's kelimesi­ ni, karaların denize uzanan kısmı yani burun için kullanıyorlar. Re's Tennure = Tennure Burnu demek oluyor. Gerçe�ten ip-ince bir bu13S


run, tahmil tahliye için çok elverişli bir liman) Tasfiyehane, dünyanın 12 en büyük rafinerisi arasında yer alıyor. Bu tasfiyehane, 1 963'de, or­ talama günde 266.964 varil ham petrol işlemek­ te imiş. Re's Tennure tasfiyehanesi, üç değişik gradolu ham petrolden, yedisi değişik gradolu gazolin olmak ve ihraç edilmek üzere tam 28 çeşit petrol müştakkatı istihsal ediyor. 1 964 yılı başında, Ararneo tarafından açılan kuyu­ ların sayısı 418'i bulmuş. Bunlardan ancak 247'sinden petrol çıkarılıyor. Diğerleri, şimdi­ lik kapatılmış durumda. Petrol bölgesindeki gezintimiz sırasında, bunlardan birkaçını biz de gördük. Bu arada, petrol kuyuları üzerindeki kulelere, Amerikalıların Christmas - Tree ( No­ el ağacı) adını taktıklarını da öğrendik. Ararneo personelinin % SO'i Araptır. Geri kalan % 20'si ise, Amerikalı veya Avrupalıdır­ lar. 1 964 başında 10.400 kişiyi bulan Arap me­ mur, müstahdem ve işçinin SOOO'inin mesken problemi ya halledilmiş ya da halli için teşeb­ büse geçilmiş. Kumpanya, faaliyet gösterdiği Doğu Vilayeti'nin tarım, sağlık ve eğitim prog­ ramlarının gerçekleştirilmesine faal bir suret­ te yardım ediyormuş. Ayrıca, şehir planlaması, 1 36


elekt:dk enerjisi temini vesair sınai projeler için de destek oluyormuş. Elhasıl, petrol, Doğu Suudi Arabistan'ı a­ bad etmiş; galiba yakın bir gelecekte Cennete çevirecek. Görünen o. Kendi gözlerimizle gör­ düğümüz bugünkü manzara, bu hükmü alela­ de bir tahmin, bir kehanet olmaktan çıkarı­ yor. İşte, şimdi, Kıral Faysal idaresi, milli ge­ lirin % 60'ını, bütçe gelirinin % 83'ünü teşkil eden ve aşağı yukarı yılda 600 milyon dolar o­ lan Petrol gelirini, bütün yurdu kalkındırmak için sağlam bir manivela olarak kullanıyor. Bütçe disiplini sağlanmış. İsraf yok, lüks yok. İmanla, azimle, şuurla, derin bir ülkü heyeca­ nı ile bu yola koyulmuşlar. Bugün, petrol servetine, yeni keşfedilen ve gayet zengin oldukları haber verilen uranyum, kobalt, demir, bakır, kömür ... madenieri de ek­ lenmiştir. Suudi Arabistanlı münevver dostu­ nuz kulağınıza eğiliyor ve size şuniarı söylü­ yor : « Cenab-ı Hakkın bize vaadettiği Cenneti, biz bu asil ve Mukaddes Topraklar'da gerçek­ leştireceğiz ! >> 137


Kıral Faysal bir konuşmasında şöyle de­ mişti : «Bizim politikamız barış, dostluk ve karşılıklı saygı esasına dayanmaktadır. Mem­ leketimiz, Tanrıya şükürler olsun, kaynaklan ve insan gücü itibariyle zengin bir potansİye­ le sahipitr. Bizim kapılarımız her türlü teknik işbirliğine ve yabancı iş ortaklıklarına ardına kadar açıktır. Elimizi, bizimle dost olmak is­ teyen herkese, samimi bir hüsnükabul göstere­ rek uzatmaktayız. Serbest teşebbüsü kayıt­ lamamak ve kanunlara saygılı vatandaşlar ol­ dukları sürece ferdierin şahsi hürriyetlerine ka­ rışmamak hususunda kesin olarak kararlıyız.» Kıralın diğer bir konuşmasından şu iki cüm­ leyi okuyucularımıza bilhassa nakletmek iste­ riz : « Biz, doktrinimizi, asla hariçten almıya­ cağız ! >> «Allah'a yakın olduğunuz zaman, bili­ niz ki, o da size yakındır ! » İşte, Sulıdi Arabistan'ın dinarnizınİ böyle­ sine sağlam bir felsefeye, İslam geleneklerine uygun bir aşk ve iyman heyecanına dayanıyor. Bu felsefenin ve bu heyecanın, bütün mem­ lekete ve her tabakadan halka yayılma eğili­ minde olduğunu yakından gördük. Henüz hal­ ledilmemiş meseleler var, tabii. Eğitim davası 138


gibi ; sosyal, hukuki, iktisadi problemler gibi; bakir toprakların ziraate açılması gibi; maden­ Ierin jşletilmesi gibi; sanayi gibi ve en nihayet kadının, sosyal hayatta layık olduğu yeri almaı sı gibi... Ama, şu da muhakkak ki, Sufıdi Arabis� tan'ı yönetenler, başta Kıral olduğu halde, hep ileri görüşlü, ülkücü şahsiyetler .. İleriye yönel­ mişler ve geriye dönmemeye ahd-ü peyman et­ mişler. Modern eğitim kurumlarında ise yep­ yeni bir nesil yetişiyor. Geleceğin, daha ileri olacağına, yetişen yeni nesil, en sağlam temi­ nat.. Çöle serpilen sağlam tohum yeşeriyor. Çölden, taptaze bir medeniyet yükseliyor ! 3 Mart Çarşamba günü, öğleden sonra, Dalı­ ran Hava Alanında uçağa bindiğimiz zaman, canlı intibalar edinmiş olarak ayrılıyorduk, bu dost ve kardeş ülkeden. Gönlümüz, bizi bağ­ rına basmış olan bu ülke için, en iyi duygular­ la, en iyi dileklerle dopdoluydu. Uçağın pence­ resinden aşağıya bakıyorum : Kızgın güneş al­ tında alabildiğine uzanan kızılımsı boz toprak­ lar, sanki bana dostça gülümsüyor gibi.. Duy­ gulanıyorum. Selam sana, dost ve kardeş ülke, selam sana ! . 1 39


TÜRKİYE'NİN BATI İLE DOGU ARASINDAKİ ÖNEMLİ ROLÜ Son iki yüz yıllık tarihimizde, imparator­ luğumuzu tehdit eden tehlikelerin hep Batı'dan gelmesi, bizi millet ve devlet olarak Batı'yı ta­ nımaya, anlamaya sevketti. Batı, niçin kud­ retli idi? Batı'ya üstünlük kazandıran ne idi? Neler idi ? Üçüncü Sultan Selim Han'dan bu yana ge­ çen tarih içinde Tanzimat, Birinci ve İkinci Meşrutiyet devrelerinde Batı denen bilmeceyi, şurasından-burasından çözmeye, keşfetmeye ça­ lıştık; anladığımız kadarınca tedbirlerimizi al­ maya, gerekli tesis ve müesseseleri kurmaya gayret ettik. Birinci Cihan Harbinden sonra, ta­ rihimizin en kr.i tik devrini yaşadık. Varlığımız elden gidiyor, benliğimiz canavar dişler ve diş­ liler arasında un gibi ufalanıyordu. Atatürk, iş­ te, bu kritik devrede ortaya çıktı. Ülkücü hir kadronun işbirliği, milletin candan ve fedakar HO


desteğiyle ve herhalde Ulu Tanrı'nın yardımİy­ le milli varlık ve benliğirnizi koruyabildik, kur­ tarabild.ik. Şimdi, Batı denen bilrneceyi tam mana­ siyle çözmek, Batı'ya kudret sağlayan bütün unsur ve usulleri benirnsernek, yani bir diğer ifadeyle Batılılaşmak rnecburiyeti ile karşı kar­ şıya idik. Elbette, kendi benliğirnizi muhafaza edecek; kendi manevi çevrernize bağlı kalacak­ tık. Ama, Batıyı öğrenir, usullerini benimser­ ken taassuba kapılmanın da yeri ve manası yoktu. İşte, Atatürk'ün önderlik ettiği inkılab­ ları ve Batılılaşma hareketlerini böyle anlamak gerekird.i . Aradan neredeyse 45 yıl geçmiş bulunuyor. Bugün Batı, bizim için artık bir bilrnece değil­ dir. Batı'nın ne olduğunu, ona kudret sağlayan unsur ve usullerin, müesseselerin neler bulun· duğunu milletirniz de, devletimiz de iyice anla­ mıştır. Milli bünyeye sosyal, kültürel, hukuki ve iktisadi alanlarda yapılan aşı tutmuş ve ar­ tık ayrılamaz bir halde milli bünye ile kaynaş­ mış, hemhal olmuştur. Artık, benliğirnizi kont­ rol etmenin, çevremizi İncelemenin, Batı ile sı­ kı teması muhafaza etmekle beraber ayni zal4 1


manda ve ayni önemle Doğu ile de ilgilenme­ nin, münasebet kurmanın tam zamanıdır. Kıb­ rıs probleminin yarattığı müspet sonuçlardan biri de, Türk aydınında bu şuuru ve bu ihtiya­ cı uyandırmış olmasıdır. Vatanımız, Batı ile Doğu arasında coğrafi bir köprü ise - ki, öyledir - milletimiz ve milli kültür ve ekonomimiz de maddi ve manevi bir köprü olmalı; olabilmeli. Sırtunızı Dönmüşüz Batılı bir memleket olmak için uğraşıyo­ ruz. Hemen iki asrı aşan bir zamandan beri bu çaba içindeyiz. Atatürk .inkılablarından sonra, bütün gücümüzle bu çabaya hız verdik. Türki­ ye'de yapılacak her iş, atılacak her ileri adım, vanlmak istenen her merhale, bizi Batılılaşma çabamızda haklı çıkarıyordu. Doğu hakkındaki son ümit kırıntılarımızı da, Birinci Cihan Har­ bi içinde ve sonunda kaybetmiştik. Kendimizi, bu itibarla Batılılaşma çabamızda, baştan sona haklı buluyorduk. Bu vaziyet Türkiye'de demokrasinin ikinci bir hamleye giriştiği 1945-1950 yıllarına kadar 1 42


sürüp gitti. Demokrasi, tek dereceli seçim de­ mekti. Tek dereceli seçim de, devlet işlerinde millet çoğunluğunun düşüncesine önem ve ku­ lak vermeyi gerektiriyordu. Çoğunluk ise, ken­ disini kapmış Batının kucağına koyuverm.i ş, Do­ ğu ile bütün ilgisini kesmiş bir kısım aydınlar gibi duymuyor, düşünmüyordu. Türk nüfusu­ nun büyük kitleleri aydın zümreler olarak, halk olarak, kadın - erkek veya yaşlı-genç olarak ken­ dilerini Doğu'ya bağlı hissediyorlardı. Doğu'· nun temsil ettiği maziye, onun manevi değer hükümlerine, bir kısım aydınlar gibi, ölmiiş nazariyle bakmıyorlardı. Onlar için din de, milli kültür de, eski kardeş milletlerle ilgili hatıralar da değerli idi; önemli idi. İşte, Türkiye'ınizde uzun zamandanberi gazete sütunlarını işgal eden gericilik - ileric.i­ lik tartışmalarının başlangıç noktası budur. İlerici olduklarını iddia edenler için, din, mil­ liyetçilik artık mazide bırakılması, unutulma­ sı gereken şeylerdi. Maziye, Doğuya, Doğulu ülkelere yönelirsek, Atatürk inkılabları ve Tür­ kiyemizin modern Batılı karakteri güme gider sanıyorlardı. Bazıları da, maksatlı yaygaracıla­ ra aldanarak bu vehme kapılmışlardı. Kıbrıs olayının içinden çıkmak için çare arayanlar, H3


evet başta onlar anladılar ki, mazideki bağla. _ hatırlamak, Doğu'ya, Doğulu kardeş ülkelere yönelmek gericilik olamaz. Ama, ne yazık ki, son elli yıl, hep sırtımız Doğuya dönük olarak geçirildiği için komşulanmızı, kardeşimiz olan ülkeleri, onların meselelerini pek iyi bilmiyo­ ruz; tanımıyoruz. Sanki, kendi eski evimizde yabancı gibiyiz.

BiZi DlŞARlDA TEMSiL EDENLER On gün süren Sulidi Arabistan gezimiz sı­ rasında gerek bu memlekette, gerekse gidip dö­ nerken birer gün kaldığımız Lübnan'da, Türk.i­ ye'mizi temsil edenlerle görüşüp konuşmak ve kendilerini yakından görmek, tanımak imkanı­ nı bulduk. Bu arada, Asya ve Afrika'nın dost ve kardeş ülkelerinde vazifeli elçilerimiz vesa­ ir memurlarımız hakkında da bir hayli, lehde­ aleyhte şeyler işittik, bilgi toplamak fırsatını elde ettik. Dışarıdaki temsilcilerimizin diplomatik ka­ biliyet ve meziyetleri ayrı bir konudur. Bu hu­ susun tahlili, yazımızın sınırını aşar; esasen bi­ zim ihtisasımızın dışında kalır. Ancak, dışarda 144.


bizi temsil edenlerin temsil vazifeleri, sadece, Hükumetimizin dış politikasını yürütmeye ya'ni diplomasiye mahsus ve münhasır değildir. Tür­ kiye'yi ve Türklüğü temsil etmek, ayni zaman­ da, şu asırda ve şu çağda Türk devlet ve mil­ letini bütün sosyal-kültürel-manevi özellikleri ve kıyınet hükümler.i ile, yabancı fakat dost ül­ kelere tanıtmak anlamını da taşır. Hele bu sos­ yal-kültürel-manevi özelliklerimiz ve değer hü­ kümlerimizle, temsilcilerimizin bulundukları dost ülkelerin özellikleri ve değer hükümleri a­ rasında bir benzerlik, yakınlık veya .ileri dere­ celerde akrabalık varsa, bahis konusu temsil ve tanıtma görevi daha da önem kazanır. Hatta, bu konuda ifa olunacak « hakkiyle temsil» gö­ revi, memleketimizle o kardeş ve dost memle­ ket arasında gerçek ve sıcak sevgi-saygı bağla­ rının kurulması, geliştirilmesi, arttırılması yön­ lerinden bir kat değil bin kat önemli ve değerlidir. Üzülerek ifade et.m ek gerekiyor ki, . Asya ve Afrika'nın dost ve kardeş birçok ülkelerin:­ deki temsilcilerimiz, görevlerinin bu yanına ve buriun taşıdığı anlam , önem ve değere pek al­ dırış etriıemektedirler. Bulundukları memle-­ ketlerin Hariciyeleri ile idtp ettikçe temas et_

ı ıs


meyi, yabancı misyon şeflerinin tertipledikleri kokteyl partilere vesair kabul resimlerine ka­ tılmayı kafi sayar ve bunların ifasıyla vazifele­ rinin tamamlandığı kanaatini taşır gibi bir tu­ tumları vardır. Bulundukları ülkelerin basın mensupları ile, iktisadi ve ticari mahfiileri ile, üniversite ve eğitim kurumları ile, Parlamen­ to üyeleri ve üst kademe elemanları .ile temas imkanları araştırmak, samimi-dostça münase­ betler tesis etmek, dost ve kardeş ülkenin mil­ li-dini törenlerine ilgi göstererek, hatta katı­ larak vazife görülen memleketi, halkı ve mü­ nevveri ile yakından tanımak, onlarla kaynaş­ mak ... konularında yeteri kadar ilgi ve kaygu sahibi olmamak, her halde affolunur cinsten bir ihmalkarlık addedilemez . Temsil vazifesi ifa olunan memleket şayet bir islam ülkesi ise; şayet hürriyet ve .istiklal aşkını, kalkınma ve yükselme ülküsünü Atatürk'ten ilham almış bu­ lunuyorsa, bu ilgisizlik ve .kaygusuzluk, alela­ de bir ihmalkarlık olmaktan çıkar; memleket menfaatleri aleyhine işlenmiş ağır bir vazife su­ çu niteliği de kazanır . Tasavvur huyurulsun ki, işittiğimize ve bize anlatıldığına göre, bulun­ dukları müslüman memlekette resmen Ramazan veya Kurban Bayramı narnazına davet olundu1 46


ğu halde gelmeyen veya geldiği halde namaza katılınayıp arkada bir yerde sandalyede oturan­ lar bile varmış. Gerçi, memleketimiz hür ve la­ ik bir ülkedir. Her vatandaş itikad ve ibadet­ ' le serbesttir. Bu, en nihayet, Allah ile kul arasında kalan bir husustur. Ancak bu nazik mev­ zuda, % 99'u mülsüman ve dinine bağlı bir mil­ leti temsıil etmek ve bulunulan dost ve kardeş ülkede Türkiyemizi ve Türklüğü gerçek çehre­ siyle tanıtmak, temsilcilerimizin davranışiarına yön ve istikamet veren esaslı faktörler olmak gerekmez mi ? Temsil olunan memleket ve mil­ leti, dost ve kardeş ülkelerde yanlış tanıtmak, bu suretle esasen almış yürümüş menfi pro­ pagandaları teyid etmek ne dereceye kadar doğ­ ru görülebilir ? Elhasıl, Asya ve Afrika'ya yönelen yeni bir dış politika izlerneğe başladığımız şu zamanda, dış temsilcilerimizin, devlet ve milletimizi hak­ kiyle temsil etmeleri ve bizi gerçek hüviyyet, şahsiyyet ve ülkülerimizle tanıtmaları konusu önemle ele alınmalı; bununla ilgili tedbirler, vakit geçirilmeden ittihaz edilmelidir. Biz, ilk başta, Iaikliğe verilen yanlış manaları beheme­ hal önlemek mecburiyetinde bulunduğumuza inanıyoruz .. ! 47


HAC YOLCULUGU Mübarek Kurban Bayramı yaklaşıyor. Bu sebeple, son günlerde, Hac farizasını yerine ge­ tirmek İstiyen Türk hacı namzetleri de, çeşidi vasıtalarla Suudi Arabistan'a doğru yola çık­ maya başlamışlardır. Bu yılın ilk Türk hacı kafilesi, 4 Mart günü Adana' dan kalkan Türk Havayolları uçağı ile, Cidde'ye gitti. Uzun za­ mandan bed, maalesef, sıkı temaslarımız azal­ mış bulunan bu dost ve kardeş ülke, birçokla­ rımıza hayli uzak gibi görünmektedir. Halbu­ ki, uçak ile, Adana - Cidde arası topu topu dört saattir. Türkiye'den Hacca gidenlerin bir kısmı da deniz yoluyla gitmektedirler. Geçmiş yıllarda olduğu üzere, bu yıl da Denizcilik Bankası en iyi vapurlarından birini bu maksada tahsis et­ miş bulunmaktadır. Hacı namzetlerinin müra­ caat ettikleri üçüncü vasıta ise otobüstür; ya­ ni karayoludur. Bu yoldan Hacca gitmek isti­ yenler, evvelki gün, büyük ve uzun bir kervan halinde Ankara'dan hareket etmiş bulunuyor­ lar. Haber verildiğine göre, Hatay'dakıi Cilve­ gözü gümrük çıkış kapısında bütün Türk oto­ büsleri birleşerek ard arda uzun bir katar teş1 48


kil edecek ve refakatte de, aynı gün Kızılay Ge­ nel Müdürlüğünce Ankara' dan hareket ettirilen Kızılay Seyyar Sağlık ekibi bulunacaktır. Sırası gelmişken şunu gururla ifade etmek isteriz : Suudi Arabistan'da bulunduğumuz se­ kiz gün zarfında, gerek Suudi vatandaşı şah­ siyetler gerekse bizim orada vazifeli memurla­ nmız Hac mevsiminde Hicaz'a gelen Türk Ha­ cı namzetlerinden de Türk otobüslerinden de sık sık sitayişle bahsettiler. Türk Hacı namzet­ lerinin üst ve başlarının temizliği, dürüstlüğü, kanun ve nizamlara riayetkarlığı umumi tak­ dir konusudur. Türk otobüsleri dse büyüklük­ ieri, modernlikleri ve lüks oluşları ile şan v er­ miştir. Bizim otobüslerimiz, diğer Asya ve Af­ rika ülkelerinden gelen otobüsler arasında bir tane olup parmakla gösterilmektedirler. Geçen yıl, Türkiye'den tam 30.000 kişi Hac farizasını yerine getirmek için Hicaz'a gitmiş­ tir. Bu yıl bu rakamın 40 iila SO bin arasında bulunacağı tahmin olunuyor. Bazı yazarları­ mız ve aydınlarımız, Hac için sarfolunan dö­ vizlere yanmaktadırlar. İktisadi durumu hiç de iyi olmayan, döviz temininde güçlük çeken ve sür'atli kalkınma gayreti içinde bulunan bir 1 49


memleket için, Hac yolunda eriyen dövizler gerçekten üzerinde durulması gereken bir ko­ nudur. Ancak, her ne kadar Hac sadece dini bir mevzu bulunmakla beraber, şu husus da ifade olunmalıdır ki, Türk Hacı namzetlerinin İslam memleketlerinde lehimize sağladığı pro­ paganda da çok geniş ve e tkilidir. Filhakika, s eyahatimizde, bunu gözlerimizle gördük. Bıi­ rinci Cihan Harbi galipleri, memleketimizle kardeş mülsüman ülkelerin arasını açmak ve bir zaman o toprakları idare etmiş olan bizler hakkında kin ve nefret tohumları serpmek için aleyhimizde binbir isnad ve iftirada bulunmuş­ lar. Türkler, İslamiyeti terketti; Türkler ca­ mileri kapattı; büyüklerini sadece birer san'at eseri olarak muhafaza ediyorlar demişler. Da­ ha da neler, neler... Şimdi, bu iftira ve tezvi­ rat, Hacıların dile getirdiği gerçekler müva­ cehesinde güneş karşısında kalan kar gibi eri­ yor, eriyor... Türk dış politikasının ve Türk dış ticaretinin Doğu'ya ve Doğulu kardeş memle­ ketlere, hem de ciddiyet ve samimiyetle, yönel­ diği şu zamanda, bu fiili tanışıklığın propagan­ da tesiri küçümsenmemelidir. Bizim temennimiz şudur ki, dost ve kar­ deş İslam ülkeleri arasına yabancı burnu ve 1 50


parmağı girmesin; açık yürekle ve karşılıklı güven duyguları içinde sosyal - kültürel - iktisadi münasebetler artsın, çoğalsın; milletlerarası alanda dayanışma en yüksek seviyesini bulsun . Hac yolcularını bu düşünce ve duygularla uğur­ layalım ...

DÜNYA İSLAM KONFERANSI DOLAYlSİYLE Merkezi Mekke'de bulunan « Rabıta-tül­ Alem-ül - İslami» Dünya İslam Birliği, önümüz­ deki Kuı;ban Bayramı ve Hac günlerinden de faydalanarak b:r « Dünya İslam Konferans�» düzenlemiştir. Kurban Bayramının dördüncü ve sonuncu gününe tesadüf eden 15 Nisanda başlayıp bir hafta sürecek olan bu konferansta, müslüman ülkeler, üçer temsilci ile temsil olu­ nacaklar. Mülsürnan olmayan ülkelerdeki İs­ lam teşekkül ve cemaatlerini de, b u teşekkül ve cemaatlerin başkanları temsil edecek. Ay­ rıca, Hac farizasını eda için Mekke'ye gelmiş bulunan ve memleketlerinde lider vasfı taşıyan müslüman büyükleri de, dilerlerse, konferan­ sa katılabilecekler. Türkiye, haber verildiğine göre, Samsun ısı

_


senatörü Dr. Fethi Tevetoğlu başkanlığındaki üç kişil!lk bir heyet tarafından temsil olunacalc . Murnaileyhin, Suıldi Hükumeti tarafından re�­ rnen davet edilmiş bulunduğu da rnezkılr haber­ de ilave olunuyor. Mernleketirnizi, kornünizrne karşı mücadelesi, manevi meselelerdeki hassa­ siyeti ve Doğulu kardeş ülkeler arasında daya­ nışmanın samimi taraftadığı ile tanınmış bir zatın temsil etmesi, cidden memnunluk verici bir olaydır. Zira, sözü geçen konferansın gün­ demi hakkında yayınlanan ilk bilgilerden de anlaşılacağı üzere, konferansta konuşulacak konular, sırf dini rnahlyette rnevzular değildir; tabir caiz ise, İslam'ın ta'kib etmesi gereken milletlerarası politika ile ilgilidir. Nitekim, gün­ dernin anahatlarını, İslamiyetİn yayılması yo­ lundaki çalışmalar, dünyanın çeşitli ükelerinde­ ki Müslümanların işbirliği, İslamiyede ilgili genel meseleler, İslam ülkeleri arasındaki ik­ tisadi rneseleler, islami eğitim ve kültür me­ seleleri teşkil ediyor. Bu itibarla, rnemleketi­ mi:ztin, bu türlü rneselelerle ötedenberi uğraşan bir fikir ve politika adamı tarafından temsil o­ lunrnasını rnernnunlukla karşılamak icap eder. Şunu da ifade edelim ki, maalesef, en mu­ teber gazetelerimizin tanınmış yazarları dahi, 152


Islam ülkeleri, bu arada Suudi Arabistan hak­ kında sıhhatli bilgilere sahip değiller. Mesela Cumhuriyet refikimizin kıdemli fıkra yazarı, Sayın Burhan Felek, 14 Ocak tarihli yazısında, , « Dünya İslam Konferansı» vesilesiyle, Suudi Arabistan hakkında hiç de gerçeğe uymayan birtakım bilgiler vermekte, kanaatler izhar et­ mektedir. Yazar Vehhabiliğe bir mezhep naza­ riyle bakıyor ki, bu yanlıştır. Peygamberin kab­ rinin ziyarete kapatıldığı, Mescid-i Haram'da ibadet yapılmadığı yolundaki kanaatler de keıa doğru değildir. Vehhabilerin başka hiçbir mezhebe müsamaha etmedikleri, hatta sünniiği küfür (yazar, maalesef kafir demiş; halbu­ d bu kelime ancak bir şahsa nispet edilebilir) saydıkları da ,bizim ziyaretimizde elde ettiği­ miz intiba ve müşahedelerle tamamen tezad teş­ kil edıiy or. Filhakika, Hicaz bölgesinin zabtı sırasında müteassıp Vehhabiler, Hazret-i Peygamberin türbesi dışında kalan diğer türbeleri yıkmışlar­ dır. Ama, ne mihraba, ne de minareye doku­ nulmamıştır. Halen, Suudi memleketinde mi­ nareli de, minaresiz de camiler var. Suudi Hü­ kumeti, bizzoat Medine ve Mekke Harem-i Şerif­ lerine yeni minareler ilave etmiştir; etmektedir. 153


Cidde'de hali inşada bulunan büyük bir cami, muhteşem minareleri ile yükseliyor. Binaenaleyh, sayın fıkra yazannın « İslam davalarının halli, türbede namaz kılanı kafir sa­ yan bir ülkede ve onun liderliği altında değil, mutlaka tamamen serbest ve geniş düşüneeli bir müslüman memleketinde yapılmalı)) şek­ linde ifade ettiği nihai kanaati, hatalı b5.lgilere dayanması dolayısiyle, bizce, hiç de vakıalara uygun görünmemektedir. Gerçi, Suudi Arabis­ tan'da bize garip gelen bazı ısrarlar vardır. Me­ sela, sinema - tiyatro gibi san'at ve eğlence ku­ rumları yoktur. Mesela, içki alım - satım - içi­ mi resmen yasaktır ve şer'i-cezai rnüeyyidelere tabidir. Fuhuş ve zina da ayni cinsten müeyyi­ delerle cezalandırılrnaktadır. Namaz ve oruç gıibi ibadetlerde cebre cevaz verildiği intibaını uyandıran davranışlar rnüşahede olunabilir. Ama, bunun dışında, sayın Pelek'in tasavvur ve ifade ettiği şekilde bir Vehhabi taassubu veya diğer mezheplere karşı müsamahasızlık diye bir şey mevcut değildir. Bilhassa eğitim ve öğretim alanında takip olunan modern usuller, memlekete ileri bir medeni hüviyet kazandırma karar ve azminin sağlam belirtileri olarak, bu 1 �4


kabil asılsız bilgileri temelden yalanlayıcı bir nitelik taşımaktadır.

BU VATANSEVERLİK MİDİR? Kurban Bayramı günlerini takiben, Mek­ ke'de Dünya İslam Birliği ( Rabıta-tül Alem-ül İslami ) merkezinin tertipiediği Dünya İslam Konferansı toplandı. 1 7 Nisan Cumartesi günü, Suudi Arabistan Kıralı Paysal'ın bir nutku ile açılan konferans, bir hafta kadar sürdü ve 24 Nisan günü sona erdi. Konferansta bütün müs­ lüman memleketler üçer üyelik delegasyonlar tarafından temsil olundular; çeşitli memleket­ lerdeki islami teşekküller de birer temsilci ile mezkfır konferıansa katıldılar. Ayrıca, hac fa­ rizasını eda eylemek üzere Hicaza gelmiş bu­ lunan islam büyüklerinin de konferansa katıl­ maları imkanı sağlanmıştı. Memleketimiz, Dünya İslam Konferansın­ da, Samsun Senatörü Dr. Fethi Tevetoğlu baş­ kanlığında üç kişilik bir hey'et tarafından tem­ sil edildi. Majeste Kıral tarafından resmen da­ vet olundukları için, hey'et üyelerine, devletiI SS


miz tarafından herhangi bir döviz tahsisi gerek­ memiş ve hiçbir masraf yapılmamıştır. Hey'­ et, Hicaza hareketinden önce ilgili ve yetkili makamlarla temas ve İstişarelerde bulunmuş ve Türk devletinin politi·ka hedefleri konusun­ da yeteri derecede aydınlanmıştır. Yani hey'­ et, tam manasiyle ınücehhez bulunuyordu ve sanki resmi bir delegasyon gibi talimat da al­ mıştı. Gazetelere akseden haberlerden anlıyor­ duk ki, hey'etimiz, konferansta gayet faal bir rol oynamakta idi. Ama, 23 Nisan Cuma günkü gazetelerimizde büyük manşetlerle verilen ve 36 Müslüman devletin Kıbrıs konusunda bizi destekleme kararı almış olduklannı bildiren pek mühim haber, bütün tahminleri aştı. Fil­ hakılka, Kıbrıs davamızda yalnızlık hissettiği­ miz ve İran ile Pakistan'dan başka hiçbir ülke­ nin bi:zJm tarafımızı tutmadığı şeklindeki ha­ berlerin yayıldığı bedbin bir anıınııda Anadolu Ajansı Beyrut Özel muhabiri tarafından ved­ len bu haber, adeta, Hızır gibi imdadımıza ye­ tişmiş oldu. Konferansın nihai toplantısında, 36 Müs­ lüman devlet delegasyonunun ittifakiyle alı1 56


nan karar, esas itibariyle şu dört maddeyi ih­ tiva etmektedir : 1 Kongre, Hıristiyanlann Kıbrıs'taki Müslüman kardeşlerimize reva görülen cani- yfme muamelelerini şiddetle protesto eder. -

2 Kıbns belasının derhal durdurulma­ sı ve hertaraf edii lmesi için gerekli ve müm­ kün her çeşit yardım ve müzaharetin yerine getirilmesinde hükumetlerin, halkların ve bü­ tün İslam Aleminin müşterek mücadelesini di­ ler. -

3 Bu cihad ve mücadeleye karşı olan her davranışı şiddetle ·takbih ve tel'�n eder. -

4 Bu davanın üye memleketlerde ve Birleşmiş Milletlerde savunulmasında Kıbrıs­ lı Müslüman kaııdeşlerin hak ve hukukunun teslimine yardımı dini ve insani bir veeibe ka­ bul eder.)) -

Hepsıi de Birleşmiş Milletler üyesli bulunan 36 kardeş Müslüman memleket temsilcilerinin ittifakla kabul ettiği işbu karar suretinin has­ saten Kıbrıslı Rumiara karşı tutumu aşakar Mısır politikasını « takbih ve tel'in)) eden üçün157


cü ve Birleşmiş Milletlerde Türk tezini müda­ faa vaadini ihtiva eden dördüncü maddeleri­ nin ne derece ehemmiyetli bir mahiyet taşıdı­ ğı, elbette, hertürlü izahtan varestedir. Böyle­ sine bir başarı, bugüne kadar, ne içerdeki ne de dışardaki diplomatlarımız tarafından sağ­ lanabilmiş ne de dünyanın dört bir tarafına yüzbinlerce dolarlık döviz harcayarak yolladı­ ğımız « iy'i niyet hey'etlerimiz» böylesine bir muvaffakiyetle yurda avdet edebilmişlerdir. Hal böyle iken, siyasi ve ideolojik tutum­ ları malum bazı gazetelerimizin, Samsun Sena­ törü Dr. Fethi Tevetoğlu başkanlığındaki hey'­ etimizin bu fevkalada başarısı karşısındalci tep­ kileri cidden hazin; hatta şüphe uyandırıcıdır. Bu malum gazeteler derler ki, «Bu hey'eti kim göndermiş ? Dr. Tevetoğlu, mezkur konferansta hangi sıfatla memleketimizi temsil etmiş? . � Daha da h!ir yığın saçma sapan söz ... ..

Ne olmuş yani ? Devletimizin şan ve şere­ fi mi zedelenmiş? Milli yüksek menfaatler mi çiğnenmiş? Devlet kasasından yüzbinlerce dolar mı harcanmış? Hayır, bunların hiçbirisi değil.. Bilakis, Türk Devleti, Birleşmiş Milletlerde 36 vefalı dost kazanmış. İslam Alemine, Kıbrıs 1 58


davamız izah olunmuş; bu alemin muavenet ve müzahereti, davaya kazanılmış, Hey'etimiz için devletçe on paralık olsun masraf yapılmamış. Peki öyleyse, Dr. Tevetoğlu hey'etine, ibraz" eylediği muvaffakiyet için teşekkür etmek her gerçek vatanseverin vazifesi olmak gerekirken, malum gazetelerı: n, başarı üstüne gölge düşür­ me, hatta başarıyı küçültme gayelerindn mana­ sı ne olabilir? Kanaatimizce bu gayretierin iki sebebi olabi!ir : Birinci sebep, herhalde, Dr. Te­ vetoğlu'nun sağlam bir milliyetçi ve amansız bir komünizm düşmanı olmasıdır. İkinci sebep ise, bu gazeteler tarafından temsil olunan bazı çevrelerin, ötedenberi dini oluşma ve gelişme­ lere karşı muannid ve müzmin bir allerji hisset­ melerü olsa gerek. Yunanistan, hükümranlık hakkımızın tabii bir icabı olarak Fener Patrikhanesini teftiş et­ tirmemizi dahi bir

Hıristiyanlık meselesi ya­

parken, bizim 36 Müslüman kardeş ülkeyi sa­ fımıza almamız neden bazı çevreleri pirelen­ dir:yor? Vatanseverlik, bu mudur? .. 159


Arabistan, Bizde Yetişen Her Çeşit Malın tthalatçısıdır

SuCidi

Aziz okuyucularımızin malumu olduğu üze­ de, 23 Şubat Salı günü Beyrut üzerinden Suudi Arabistan'a hareket ettik ve 4 Mart Perşembe günü de aynı yoldan memleketimize döndük. Gidiş ve dönüş için geçen günler hariç tutulur­ sa, :bu dost ve kardeş ülkede tam sekiz gün­ lük zamanımız oldu. Mümkün mertebe çok şey görnıeğe, bu müslüman ülkeyi tanımaya çalış­ tık. İdareci, gazeteci, yazar, memur, ithah1tçı, tüccar ,esnaf, doktor, eczacı, öğretmen, mühen­ dis ve profesör olarak meslek sahibi birçok açık kalble konuştuk; aydınla temas ettik; dertleştik. Bu dost ve kardeş ülkenin bütçe gelirinin % 83'ünü, milli gelirinin ise % 60'ını petrol

geliri teşkil ediyor. Cibayet masrafı olmayan, muntazam, mukannen olarak daimi surette a­ kan muazzam bir gelir. Daha önceleri ve1iaht, sonraları naib, şimdi de bizzat kıral olarak ik­ tidarı elinde tutan Melik Faysal, bu muazzam geliri, halkının ve memleketinin emir ve fayda­ sına hasr ve tahsis etmiş bulunuyor. Hayat, ga) 60


yet canlı ve faal. Mütemadiyen yeni asfalt yol­ lar inşa olunuyor; artezyenler açılarak, bend­ ler - barajlar - sulama kanalları yapılarak mem­ leketin elverişli bölgelerinin ziraate açılmasınar diğer bir deyimle kıraç topraklarının yeşertil­ mesine çalışılıyor. Okullar, teknik eğitim mer­ kezleri, araştırma ens1:itüleri, toplum kalkınma­ sı merkezleri, hastahaneler, sağlık yurdları, dis­ panser ve klinikler, peşi peşine mantar misali yükseliyor. Tasavvur huyurulsun ki, yılın her üç gününe :bir yeni okul binası isabet ediyor. El­ hasıl, Suudi Arabistan canlı ve hızlı bir teka­ mül ve gelişme temposu içindedir. Teknik ve ihtisas elemanları ihtiyacı ga­ yet fazla. Diğer Arap memleketlerinden ve İs­ lam ülkelerinden doktor, öğretmen, profesör, mühendis, teknisyen celbolunuyor. Cidde'de, Riyad'da mukavele ile çalışan Türk doktorlara rastladık. Bu ülkeye, daha birçok dallarda ih­ tisas ve teknik elemanı göndermemiz mümkün. İhtiyaç maddelerine gelince, şunu kesin­ likle ifade edelim ki, Türkiye ekonomisi, zira­ at ve sanayi alanlarında neler istihsal ediyor­ sa Suudi Arabistan onların ithalatçısıdır. Fran­ sa'dan şişe içinde içecek iyi su - Evian Suyu J li l


ithal olunduğu düşünülecek olursa, bu mem­ lekete ihraç imkfmlarımızın ne kadar geniş ol­ duğu çok iyi anlaşılır. Yaş ve kuru sebze ve meyve, mensucat mamulleri, deri mamulleri, ilaç ve kimyevi mücadele maddeleri, mutfak eşyası, buz dolabı, çamaşır makinası, ütü, ız­ gara, elektrikli süpürge, her türlü kadın - er­ kek - çocuk giyecek eşyası ve konfeksiyon ... el­ hasıl akla gelen herşey Suıldi Arabistan'a sevk ve ihraç olunabilir. Hem de döviz mukabili. Transfer işleri için hiçbir kanuni engel balıis­ konusu değil. Tek eksiklik, bu memleketle de­ vamlı ve muntazam vapur seferlerinin yoklu­ ğudur. Temenni olunur ki, Türk ihracat taci_r­ leri ve sanayicileri, bu kardeş ülke ile daha ya­ kından ilgilensinler, devamlı münasebet kur­ sunlar. Aradaki engelleri keşif ve tespit ederek, birer birer izaleleri çarelerini araştırsınlar. Türkiye ile Arap Ülkeleri Ticaretinin Gelişmesi İçin İki gün sonra, özel sektöre mensup bir iyi niyet hey'etimiz komşu ve dost Arap ülkelerini ziyaret edecektir. Bildirildiğine göre ziyaret ) (ı !


programının başında, beş - altı gün önce dön­ düğümüz ve canlı seyahat intibalarını bütün sıcaklığı ile muhafaza ettiğimiz, dost ve kardeş Sulidi Arabistan bulunuyor. Sonra Küveyt, I"J rak, Lübnan, Ürdün ve Suriye ziyaret olunacak imiş. Seyahat programına dahil, Lübnanı gider ve dönerken teşehhüd miktan gördük. Ancak, orada vazifeli Türk memurlardan, bu komşu ve dost memleket hakkmda hayli bilgi edindik. Lübnan, Arap Aleminin beyni mesabesinde bir küçük ülkedir. Araplıkla ilgili siyasi, iktisadi sosyal, ideolojik, mali ve ticari bütün çekişme­ ler, pazarlıklar, mücadeleler hep bu memleket­ te ve bu memleketin başkenti olan Beyrut'ta cereyan ediyor. Beyrut, Arap aleminin hür beyni, serbest konuşan dili, yasak tanımayan gözü ve kulağıdır. Milyonlar burada dönüyor; büyük mali - iktisadi -ticari mukaveleler bu­ rada pişirilip koıtarılıyor. Bu itibarla, özel sek­ tör iyi niyet hey'etimizin, bu memleketi nüfu­ suna ve yüz ölçümüne göre düşünmemesi la­ zımdır; zaruridir. Seyahat programında yer alan diğer ülke­ leri pek tanımıyoruz. Ancak, bu ülkelerin de 1 61


Sulidi Arabistandan farksız bulunduğu kanaa­ tindeyiz. Dünkü, 9 Mart tarihli başyazımızda, Sulidi Arabistanın, bizde yetiştirilen her çeşit zirai mahsul ve sınai mamulün ithalatçısı bu­ lunduğunu bilhassa belirtmiştik. Binaenaleyh, Sulidi Arabistan'a her türlü malı - hem de ha­ zır döviz mukabili olarak - sevk ve ihraç et­ memize hiçbir engel yoktur. Kambiyo tahdi­ clatı mevcut değildir. Ancak, şu hususların halli ve bir hale - yo­ la konması gerekir : 1 Bir kere kendimizi tanıtmalı; neler sevkedebileceğimizi bilfiil göstermeliyiz. Me­ sela, bir sergi açılması veya Cidde'deki Turizm Büromuzda blr teşhir salonu tesisi çok uygun­ dur. -

2 Devamlı vapur ve şilep münasebeti tesis olunmalı; Beyrut üzerinden aktarmah mal sevkinden şiddetle içtinap edilmelidir. Ya­ ni direkt deniz teması şarttır. Gıda maddeleri için frigorifik tertibatlı şilepler kesin zaruret­ tir. -

3 Sulidi Arabistan ithalatçılan, bir ma­ lı nereden ucuz ve elverişli evsafta temin eder­ lerse oradan almaktadırlar. Binaenaleyh, dün-

1 64-


ya standartlarına uygun kalite ve ambalaj da ve piyasa rayici üzerinden mal teklif etmemiz icap eder. Aksi takdirde ayağa kalkmanın hiçbir ma­ nası yoktur. Zira sonuç alınamaz. 4 - Son mesele ise İsrail problemidir. A­ rap Alemi, haklı olarak İsrail konusunda has­ sastır. Hem İsraille hem de Araplarla iş yap­ mak imkansızdır. Türk ihracatçıları ve sanayi­ cileri bu konuda bir tercih yapmalıdırlar.

1 65

'


İÇİNDEKİLER 1. B Ö L Ü M

( Dr.

TEVEToGLU ) Sahife

Onsöz

5

Hac Yolunda

9

Iyi Tanıya l ı m . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

12

K ı brıs Şeh i tleri n i n Ruhları i slam Alemine Sesleniyor ! . . .

.

14

Bi rbirimizi

Mukaddes Topraklardan Aziz Vatan'a . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. .

17

Türk'ün ve Islam'ın Düşmanları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. .

20

Mekke ve Medine

...............................................

.

24

Hac Hizmetleri Üzerine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

27

..................................................

.

29

Türk Hac ı ları

Türkler Aleyhindeki Propaganda ların Silinmesi

32

Dış Ül kelerdeki Temsilcilerimiz

35

Hac ı larımızın Döviz Meselesi Döviz Karşı l ığ ı Mal

.

. . . .

.............................

42

.. . . . . .. . . . . .. . . . . .. . .. . . . . . . . .. .. . . .

45

.................................................

49

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Suudi Arabi stan'la ·Ticaret

..

.

H a c ı l ar a Konak

. .

Dil B i l memezl i k

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Hac ı ları m ızın iskanı ve Şahane Türk Otobüsleri Iyi ve Kötü Propagandalar Cidde'deki Tan ı tma Büromuz

. .

.

...........

Ay - Y ı l dız' l ı Bayrak

51 54

. . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

58

...............................

61

..

isl ambolu : i stanbul H af ı z Kani Karaca

64 ...............................................

.

............................................

.

i slamları n Kül tür ve Eğitim Mü nasebetleri c i slam Hizmetkarı • : K ı ral Faysal Hazretleri . . . . . . . . . . . . . .

67 74 77 82

Medine'deki �rencilerimiz

1 66

39

. . . . . . . .

. .

.

86


ll. B Ö L Ü M

( M. ZEKI SOFUOGLU ) Sahifa

DOST VE KARDEŞ B I R ULKE : SUUDi ARABiSTAN 93

Kardeş Topraklarda

96

Arap Rönesansı Aç ı k Kalble Konu şu nca

.. ............................. ...........

ı 00

K ı ral Faysa l'ın Huzurunda

ı 06

Medine-i Münevvere'de

ıı2

Mekke-i Mü kerreme'de

ı2ı

Kalkı nan Bir Memleketin Çehresi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

ı3ı

Türkiye'nin Batı ile Doğu Arasındaki Öneml i Rolü

.........

ı 40

Bizi Dışarıda Temsil Edenler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

ı 44

Hac Yolculuğu

ı4B

Dünya i slam Konferansı Dolayı siyle . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

ı5ı

B u Vatanseverlik midir ?

ı 55

Suudi Arabistan, Bizde Yeti�en Her Çeşit Mal ı n i thalatç ı s ı d ı r

ı 60

Türk iye ile Arap Ülkeleri Ticaretinin Gelişmesi için . . . . . .

ı 62

167

'


Dr. TEVEToGLU tarafından yayımlanan ( Komünizmle Mücadele Yayınları ) nın ilk dört kitabını okudunuz mu ? 1. F AŞİ ST YOK, KOMÜNiST VAR ! Bir yılda ilaveli 3. baskısı yapıldı.

Fiatı : 3 TL.

2 · DIŞ POLİTİKA GÖRÜŞÜMUZ Türkçe,

i ngilizce,

Fransızca ve Almanca

Fiatı : 5 TL.

bir arada.

3. MİLLETLERE IŞIK TUTAN İKİ BEYANNAME Fiatı : 2,5 TL.

4. Yirminci Yüzyılın Yüzkarası UTANÇDUVARI Fiatı : 5 TL.

5. A Ç I K L I Y O R U M ! .. Vesikalar ve Fotokopilerle Moskova yetiJtir· mesi yerli kızılların içyüzü ! . Bu kapı�ılacak kitabın Fiatı :

5 TL.

( KOMÜNiZMLE MÜCADELE YAYlNLARI ) NI SAT l N ALMAK, ÇEVREN IZE YAYMAK SÜRETiYLE BU M I LLi MÜCADELEYE KAT I L I N IZ ! . . S i p a r i ş adresi

:

Dr. T E V E T O G L U Bakanl ı k lar P.K. 250, ANKARA

1 68

1



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.