Bu kitabı, Asya'daki Türk yurtlanmn istiklal mücadelesine omuz verenler ile, bu uğurda şehit düşenlerin aziz hattralarma ithaf ediyorum.
İ Ç İ N D E K İ L E R Ö n söz
ıx
l. B Ö L Ü M ORTA ASYA MEKTUPLAR! İlk Mektup .. ...... ... .... . .. ............... . ............. . ... ... .. ......... . ........ ... ......... . Orta Asya ve Kırgızistan Tarihine Kısa Bir Bakış ...... .. Asya Türk Cumhuriyetlerinin Bugünkü Durumu . ......... . Yeryüzü Cennetinde Hayat .......... . ... .. . .... .... .. .. ... .. ...... .............. . Ahıska Türkleri .. ......... . ............ . .. ....... . .. ... ...... . .... ...... .. .. .. .. .............. . Ü Azerbaycan ve Dış Politika zerine ... ..... . ... ...... ................... Her Şeyden Ö nce İ nsan . .. . ............ ............................................. . Ü retim Darboğazı ............... ........ . ........................................... . .. ..... . Bayrak ve Para... .. . . ... ... .... ...... . ...... .............. .................................. . Fıkraların Dili 1 -............................. .......... . ............................. . Parçadan Bütüne . .... .. .......... . .. ......... . ....... . .... . .. ... ... . .. ................. . Atatürk'e Ö zlem . ... .............. . ............. .................... . .... ... .................. . Unutulmayacak Anılar - 1 -.................................................. Unutulmayacak Anılar - i l ................................................ . Kırgızistan'ın Turizm Potansiyeli ..................................... .. .. ... Sorular ve Cevaplar - 1 -...................................................... Sorular ve Cevaplar il -..................................................... Türkiye'me Neler Oluyor? ........... .. .. ..... . ..... ....... .. ..... . .. ..... ....... . .. Sivas'ıma Neler Oluyor? ................................................. ....... .... Fıkraların Dili - il -........................................ ......... . ................. . Yeniden Yapılanmaya Destek ............. ........... . .... . ... .... .. .......... . Göçmen Mübadelesi ................. ... ........................... . ... .................. . TRT - Avrasya .... ............. . .................. .................. . ..... . .... .... ............. . Bölgedeki Milli TV'ler İ le İ şbirliği .................. ... .... .. ............... . Yöneti m Kadrolarıyla Temas .......................... ................... . ..... Ulaşı m Problemi ..... ... ............................. . ... ........................... . . .. .. ... Eğitim............ ......... . ..... . .. ... ....................... . ... ...................................... ... . Görevlilerin Seçimi ve Antlaşmaların Takibi .... ....... .. .... ... Rusya ile Uyumluluk.......... .............. ....... . ... ........ . ............... ... .... İnsani Yardımlar ...... ... ....... ............ . ............. . ... .. ........ . ... ...... . .......... . .
.
-
.
.
. .
.
-
-
.
.
.
.
.
..
.
.
.
1 . 4 7 10 15 19 22 27 30 34 38 42 45 49 53 55 59 64 67 70 74 76 78 81 8� 85 88 90 92 94 v
Sefaret Kadrolarının Artırılması H izmetlerln Takdimi . Ö zel Bir vakıf Teşkill ........ .. .. ............. . . . .... .. ... .. Fıkraların Dili 111 ...... .. .... ................... ................................... . Asya Türk Cumhuriyetlerinde PKK - Ermenistan İşbirli{ıi : ........................... Allah'ım B u Ne Bahtsızlık Bir Konsolos . .. . .. . .. .. . İ ki Mektup - İ ki Tip . .. . İ ki Gönül Dostu : Prof. Mehmet Ü nal Vali Şahabettin Harput . ..... .. . .. .. Bir Cum hurbaşkanı - Askar Akayev Bir Okul - Sebat Koleji Bir Büyükelçi - Metin Göker . . Son Mektup . ................................................................................ Hani Son'du? . . .. ... . . .. ........... ......... ........... . .. . . .. .. .....
...............................................
...................... ............. ...................................
..
-
.
. . ........... .
.
.
..........
.
-
...............................
.......... .......
..... .................. . ............. .......
...
.. .........
........ ... . .. ............................................. ..........
..
.
.... ....
.
.....................................
..... ...................................................... ......
.................... ....... .........................
... .....
.. .
.
.. ... ..
.
......
.
. .
. . ..
..
..
96 97 98 1 01 1 05 1 09 1 12 1 14 117 1 20 1 24 1 28 1 33 1 35
il. B Ö L Ü M AZERBAYCAN NOTLARI Hayalden Gerçe{ıe .... ... . .... . .. ..... .. .. .. .... ... .. . .... ... .... ... .......... ...... Büyük Türk Konukseverli{ıi İşlemeyen Düzen . İ Sınıfsız Toplumun çyüzü .. .... .. . ... ...... Bir Şehrin Katli Mesaj Gülistan Şehitler Hıya.ba.nı ............ ..... . ..... . . . .. ... .. . . . Odlar Yurdu . . . . .. ..... .. ... . ..... .. .. .. . .. ..... .. ...... .... . .. .. .. Kervansaray'da Ö {ıle Yeme{ıi . . .. . ........ . . Halça M üzei (Halı M üzesi) . ... . . . ..... .. .. .......... . .......... .. Bir Büyü k Hasret . ........ . ...... .. . .. Ziyaretler - Ziyafetler . .. ............ .. ........ .. . . . . .. . . Toy (Dü{ıün) .. . . . . Hudaferin Köprüleri .. . . . . . . . . . . .. Bir Mühim Noksanlık .... ......... . ... ..... ... ... ..................... .................... İ ki Çınar .... . .. ........... . . .... ..... . Günün Sürprizi . .
.. ..
...
..... ...................................................
........................ .................... ................................
....
.....
.
. .
....
..........................
............................................ ......................................
................................................................ ......................................
.................................................................................................
.
..... .. .. .
.
.
. .
.
.......... ....... ...... . ...
.... ....
..
.
.. .
.
.......................... .. .
. .......
.
.
.
.
.
.. ...
.
. ... . . .
.
.. .... ..
.
.
.
.. .
.
...
.
...............................................
. ........... .. .. .
... .. ........
. .. ................. .. ............................................................
..
.
. .
....... .. .......... .............. ... ... . . ...... . ..
... ..... ..
.
......
. ....................................................
...................... ................ ...........................................
vı
1 41 1 45 1 49 1 50 1 52 1 53 1 54 1 56 1 57 1 58 1 59 1 60 161 1 63 1 65 1 67 1 68 1 69
Yunus Emre'den Hacı Murat'a Yedinci Asra Seyahat Şeyh ŞAmil İ lmek İ lmek Atatürk Dönüş Yolu Son Macera
. ......................................... ......
... ...................................................... . . . . . .....
........ ..................................................................................
.
.......................................................... .............
......................... .................................. ..............................
........................ ............... .................................................
Gözlem ve Tesbitler Değerlendirme ve Çıkarılan sonuçlar
...................... .................................................
..................................
1 70 1 73 1 74 1 76 1 79 1 79 1 82 1 90
ili. B Ö L Ü M Ü ASYA T RK CUMHUR İ YETLER İ Azerbaycan . . Kazakistan ........ .. .. ... .............. ... ..... ..... .................. ............... .. ..... Kırgızistan Ö zbekistan ... ....... .............. .. .. ...... . .. ............................. ..... ........ Türkmenistan ................ ...... ....................................................... . . . . . . . . ..
.........
........ . . . . . . . .............................................................................
............
................ .....................................................................
201 223 245 267 285
vıı
ÖNSÖZ Uzun yıllar boyunca (önce Çarlık ve sonra Sovyet) Rusya kont rolü altında k�lan Asya'daki Türk yurtlarının, bir gün mutlaka is tiklaline kavuşacağı ve o gün yeterince güçlü bir Türkiye 'nin önderliğinde büyük bir kucaklaşma yaşanacağı fikri, gençlik dö nemimin en heyecan verici hayali idi. O yıllarda, böyle bir gelişmenin bizim ömrümüz dahilinde gerçekleşeceğinden ve bizim bu büyük tarihi olayı bilfiil yaşayaca ğımızdan fazlaca emin değildik. İşte bu sebeple, söz konusu ha yalin manevi zeminini sağlam tutarak bu ideali gelecek nesillere nakletmek gayreti, bizim neslimizin asgari misyonunu teşkil ede cek gibi görünüyordu. Ama Dünya umulandan hızlı döndü ve Asya 'daki Türk Yurtları daha bizim neslimizin bile gençlik yıllarını tamamen geride bırakmış sayılamayacağı bir dönemde b�ğımsızlığını kazandı. Bu arada ge rek Sovyetler Birliği 'nin dağılmasından önce ve gerekse Türk Cum huriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra, muhtelif görevler sebebiyle Asya 'daki Türk yurtlarına bazı seyahatlerim oldu. Bu seyahatlerimden ilkini 1991 yılının Şubat ayında Kültür Ba kanı Müşaviri sıfatıyla Azerbaycan 'a yaptım. O dönemde henüz Sovyetler
Birliği
dağılmamış
ve
Azerbaycan
bağımsızlığını
kazanmamıştı. Büyük bir duygu fırtınası halinde başlayan ve 15 gün devam eden Azerbaycan seyahatim boyunca her gece, o günkü tesbit ve izlenimlerimi yazmadan yatağa girmedim. Sovyetler Birliği'nin 1991 Ağustosunda dağılması ve Asya'daki Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra ise 1993 Ocak ayında Türkiye Cumhuriyeti tarafından Kırgızistan Cumhurbaşkanına Ekonomi Müşaviri olarak görevlendirildim ve 1993 Eylül ayına kadar Kırgızistan'da görev yaptım. "Orta Asya
ıx
Mo�uplart"nın büyük bir bölümünü işte bu görevim sırasında Kırgızistan 'da yazdım. Asya'daki Türk yurtlartnın bağımsız/ıklartnı kazanmasından önce ve sonra, bölgeye yaptığım seyahatler süresince Türkiye'de tanıdığım veya yeni tanıştığım pek çok kişinin Türk Cumhuriyet /eriyle ilgili bitmek bilmeyen sorularına ve beni ziyadesiyle mutlu eden derin alakalarına şahit oldum. Anadolu Türklüğü'nün Kaf kasya ve Orta Asya Türklüğü'ne duyduğu büyük alaka sebebiyle, Türkiye'deki sohbetlerimin çok önemli bir bölümü bu konu üzerinde yoğunlaştı. İşte bu derin alaka, "Orta Asya Mektupları"nın kitap haline getirilerek daha geniş bir istifadeye sunulması ve daha kalıcı kılınması fikrini doğurdu. Aslında daha önce herhangi bir kitap yazmış de(Jilim. Dolayısl'/fa bu ilk kitabımda herhangi bir edebiveya ilmi iddianın sahibi olmadığımı bilhassa belirterek, hatalartmın affını kolay/aştırmak isterim. Bu kitap bir iddianın de(Jil, sadece samimi bir niyetin ürünüdür. Asya Türk Cumhuriyetlerinde bağımsızlık öncesi ve sonrasındaki izlenimlerimi, tesbit ve değerlendirmelerimi daha geniş bir istifa deye sunma ve daha kalicı kılma niyetinin ürünü. Bu arada Ana dolu Türklüğünde, Asya Türklüğü ile ilgili olarak var olması gereken bilgi ve kayna/< hazinesine bir tek damla ilave edebilirsem ne mutlu bana. Kitap 3 Bölüm halinde düzenlendi. 1. Bölümü ''Orta Asya Mektupları'' oluşturuyor. Bu mektup ların önemli bir bölümünü Nisan 1993'den itibaren Klfgızistan'da yazdım. Son bir kaç tanesini ise Türkiye 'ye döndükten sonra ka leme aldım. Mektupların tamamı memleketim Sivas 'ta çıkan "Hürdoğan" gazetesinde Haziran 1993'den itibaren her pazar tesi günü ve yaklaşık bir yıl süreyle yayınlandı. Aradaki uzun me safe ve irtibat güçlükleri yüzünden, mektupların Kırgızistan'da kaleme alınışı ile Türkiye'de yayınlanışı arasında genellikle uzun süreler geçti. Bu sebeple mektupların gazetede yayınlanma tarih lerini burada zikretmek fazla manalı görünmedi. Ama bu mektup lartn Nisan 1993 ile Mayıs 1994 arasında ve kitapta yayınlanış sırası ile yazıldığını belirtmem sanmm sizlere zamanı ve olay/art birlikte değerlendirme imkanı verecektir. Ayrtca ''Orta Asya Mektupları"
x
Nisan 1994'deki ilk sayısından beri aylık Avrasya Gazetesi'nde ye niden yayınlanıyor. 2. Bölümde yer alan "Azerbaycan Notları"nı bağımsızlıktan
önce (Şubat 1991'de) Azerbaycan'a yaptığım bir seyahat es nasında·yazdım. Burada okuyucunun dikkatine sunmak istediğim en önemli husus; gerek bağımsızlıktan önce yazılan "Azerbaycan Notları"nın ve gerekse bağımsızlığın ikinci yılı içerisinde yazılan "Orta Asya Mektupları"nın, herhangi bir değişiklik yapılmadan
bu kitapta yayınlandığıdır. "Azerbaycan Notları" ve "Orta Asya Mektupları'' çerçevesinde zikredilen bazı tesbit, değerlendirme
ve tekliflerimiz muhtelif raporlar halinde ilgili resmi mercilere de in tikal etmiştir. Bu hususlardaki isabet seviyemizi ve yaşanacak gerçek gelişmeleri bize geleceğin tarihi gösterecek. 3. Bölümde ise Asya Türk Cumhuriyetlerinin dünü ve bugünü, mevcut sosyo-ekonomik vaziyetleri,
Türkiye ile ithalat-ihracat
ilişkileri ve potansiyel yatırım alanları hakkında özet bilgiler sun maya çalıştı111. Bu bölümde, her Cumhuriyet için ayrı ayrı belirtil mesi halinde (düzenlemeler arasındaki benzerlikler yüzünden) gereksiz bir tekrara ve hacim artışına sebep olacak "Yabancı Yatmmlar
Hakkmdakl
Kanuni
Düzenlemeler"
ile
"Vergi
Teşvikine Giren Yatmm Alanları Listesi" sadece Kırgızistan
bazında zikredilmiştir. Kitaba başlamadan önce, gerek Kültür Bakanlığı ve gerekse Başbakan Başmüşavirliği dönemlerinde Türkiye dışındaki Türk yurt larında görev yapmama (do/ayısıyla bu kitabın hazırlanmasına) ve sile olan Sayın Namık Kemal ZEYBEK 'e en kalbi teşekkürlerimi arz ederek, onun bu hitmetlerdeki esas hakkını teslim etmeyi bir vefa borcu sayıyorum. Ayrıca sevgili ağabeyim Yavuz Bülent BAKİ LER'e
kitabın
baskıya
hazırlanması
sırasındaki
değerli
katkılarından, ve arkadaşım Kamil ÜNLÜ'ye titizlikle yürüttüğü tas hih çalışmasından dolayı teşekkür ediyorum. Feyzullah BUDAK
Ankara, Ekim 1994
\
XI
..
..
/. BOLUM ORTA ASYA MEKTUPL AR/
\
İ LK MEKTUP "Orta Asya Mektupları " fikri, Türklerin ata yurdunda yaşadıkları mı, gördüklerimi ve hissettiklerimi, Anadolu Türklüği.i ile paylaşmak düşüncesinden doğdu. Bu mektupları yazmamak, Orta Asya ile ilgili izlenim ve değerlendirmelerimi sadece kendi sınırlı dünyama hapsetmek demekti. Bunun ise şahsım açısından en hafif manası, ciddi bir vebal altına girmek olurdu . Ayrıca Orta Asya ile Anadolu'yu birlikte yaşamanın, ata yurdu muzla ilgili iz lenim ve heyecanları mı Anadolu ile paylaşmanın bambaşka bir haz olacağını hissediyorum. Nitekim daha şu ilk satırlar ile gönlüme bir huzur dolmaya başlıyor, ve düşüncelerim beni bun dan bir ay öncesine taşıyor. Her şey bir rüyadaki kadar hızlı olup bitmişti. 1993 yılı Ocak ayının sonları. Ö nceden belirlenen randevu ma göre, sabah saat ' 1 O.OO'da Savunma Sanayii Müsteşarı Vahit Erdem Bey' i ma kamında ziyaret edeceğim. Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İda resinde fevkalade müsbet intiba ve anılarla yıllarca süren bir müşterek çalışmadan sonra, zaman zaman tekrarlanan nezaket ziyaretlerinden birisi. Bu vesile ile, kısa süre önce Savunma Sanayii Müsteşarlığında göreve başlayan bir hemşerime de "Hayırlı olsun" demek düşüncesiyle, biraz erken gidiyorum. Paltomu Ö zel Kalem'e bıraktıktan sonra sekreterlere hemşehri min yerini sorarak, tarif edilen odaya çıkıyorum. Odada kimse yok. Hiç değilse bir not bırakmayı düşü nüyorum. Ben notumu yazarken telefon çalıyor. Ö nce ilgilenmiyorum. Fakat telefon açılmamasına rağmen ısrarla çaldırılınca, benim burada bulunuşu mu sekreterlerin bildiği aklıma geliyor. "Acaba bana mı?" düşüncesiyle telefonu açıyorum. Evet, telefondaki ses beni soruyor. Başbakan Başmüşaviri ve Büyükelçi Namık Kemal Zeybek Bey' in görüşmek istediğini bildiriyor. 1
İki yıl önce kendisi Kültür Bakanı iken, Türk Dünyası ile ilişkiler konusunda müşaviri olarak görev yaptığım Bakan'ım kısa bir hal hatırı takiben "Biraz sonra Saym Başbakan ile görüşeceğini ve bu görüşmede Saym Başbakan'a arzedeceği bir hususla ilgili ola rak
benim
fikrimi
almak
istediğini"
belirterek, "Hemen soruyor. O an nerede bulunduğumu ve Vahit Erdem Bey'le randevumu söylüyo rum . Telefonla arayarak, durumu Vahit Bey'e izah etme sorum luluğunu o üstleniyor, ben derhal yola çıkıyorum.
Başbakan/Jğa gitmemin mümkün olup olmadığım"
On dakika sonra Başbakanlıkta, Türkiye Cumhuriyeti ta rafından Kırgızistan Cumhurbaşkanı Ekonomi Başmüşavirliğine tayin teklifiyle karşılaşınca, geride kalan ömrüm hızlı bir film şeridi gibi zihnimden kayıveriyor. Ö mrüm, Büyük Türk Dünyası fikrini ve idealini yaşatarak, en azından gelecek nesillere intikal ettirme mücadelesi ile geçmişti. Ama bugün , Orta Asya' da yeniden hürri yetine kavuşan bir Türk Devletinin Cumhurbaşkanı ile omuz omuza verip, O'na ve O'nun yönetimindeki Türk toplumuna yardımcı olma, hizmet etme fırsatı ile karşı karşıya idim. Çok değil, 7-8 sene önce böyle bir sahne, ancak bir rüyanın konusu olabilirdi. Teklif edilen görev önümüzdeki ayların, belki de yılların önemli bir bölümünü Orta Asya'da geçirmemi zaruri kılıyordu. Fakat bu nun, şahsi ve ailevi hayatımda yaratacağı problemlere zihnim takılmamalıydı. Çünkü hem şahsıma gösterilen büyük bir te veccüh ile karşı karşıya idim ve hem de hayatımın en büyük şerefi olabilecek bir hizmet fırsatını reddetmem düşünülemezdi. Görevi tereddütsüz kabul ettim . 18 Şubat 1993 günü, hayatı mın 20 yılını paylaştığım eşim ile daha iki yaşını yeni doldurmuş biricik kızımı ve yaşı seksene da yanan anamı geride bırakarak Orta Asya'ya doğru yola çıktığımda tarifi imkansız duygular içerisindeydim. .•
Yüreğimde her gün büyüyen sevgisine daha bir zerre bile do yamadığım, kısacık bir iş gününde bile özlemine kapılıp, akşamları uçarcasına yanına koştuğum dünyalar güzeli yavrumun hasre tine nasıl dayanacaktım. Boğazımda nefes almama engel bir kaç düğüm, yüreğimde ise çektiğim bu acının mükafatı olarak mille time hizmet fırsatı bulma duaları vardı. 2
Ö nce Ankara Esenboğa Havaalanı, oradan İstan bul Atatürk Havaalanı ve nihayet akşamın geceye dönüştüğü saatlerde İstanbul'dan ayrılış. Yıllardan beri esir Türk toplumlarının acısıyla kavrulmuş bir yürek, şimdi tüm varlığı ile Orta Asya'ya yönelmişti. Gecenin ilerleyen her parçasında ayrı bir Türk yurdunu geride bırakarak, Kazakistan 'a doğru uçuyorduk. Ö nce Kırım'ı geçtik. Sonra Kabartay, Karaçay, Kaşgay, Karadağ, Nogay, Kumuk, Çeçen, Kuban, Hamse, Balkar, Kundur, Afşar, Kacak, Malkar, Dağıstan ve Azerbaycan Türkleri bir bir geride kaldı. Hazar De nizinden sonra Türkmenistan ve Ö zbekistan Türklerini geride bırakırken kuzeyde Kazan, Atrahan, Dolgan, Başkırt, Çuvaş, Ka rakalpak, Hakas ve Altay Türklerine selam gönderdik. Gecelerin karanlığı gündüzlerin aydınlığına dönüyor, bütün gece boyunca doğuya doğru yol alan uçakların benzini bitiyor, ama Türk yurtları bitmek bilmiyordu. Nihayet sabahın ilk ışıkları ile birlikte, daha doğuda kalan Tuva, Buryat, Yakut ve Uygur Türk lerine el sallayarak Kazakistan'a indik. Bütün bu sayılanların sadece Asya Türklüğünden ibaret ol duğu ve bunun dışında daha Orta Doğu, Balkanlar ve Avrupa Türklüğü düşünülüp, bütün bu nlara bir de günümüzün karmaşık ekonomik ilişkilerine hızla ayak uydurarak Dünya ile yarışan genç iş adamlarımız eklenince Türklüğün geleceği daha bir parlak görünüyor. Kazakistan'ın başşehri Alma-Ata'dan otomobil ile dört saat lik bir yol katederek Kırgızistan 'ın başşehri Bişkek'e ulaştık. Daha önceden tanıdığım bir dünyaya yeniden doğmuş gibiyim. Daha önceden tanıdığım bir dünyada, ama yeniden başlayacak bir ha yatın eşiğindeyi m. Bu hayatı bundan sonraki mektuplar vasıtasıyla sizlerle paylaşmak niyetindeyim . O zamana kadar gönlünüz ve günleriniz aydınlık, ama yüreğiniz ve duaları nızın bir bölümü de bizimle olsun.
3
ORTA ASYA VE KIRGIZ İ STAN TAR İ H İ NE KISA B İ R BAKIŞ Kırgızistan'dan sizler için yazdığım bu ikinci mektubumda, Orta Asya ve Kırgızistan tarihi hakkında kısa bir bilgi yenileme sine ihtiyaç duyuyorum. Gerçi aramızdaki soy ve kültür bağından dolayı hemen hemen her Türk'ün Orta Asya tarihi hakkında ge nel bir malumata sahip olduğ una eminim. Fakat, yine de diğer hususlara geçmeden önce, içinde yaşadığımız coğrafya ve top lumun tarihine kısa bir bakışta yarar olacağı inancındayım. Orta Asya'nın gerek tarihi vesikalara ve gerekse etnografik, arkeolojik, antropolojik v e filolojik araştırmalara göre tesbit edi lebilen en eski tarihlerinden günümüze kadar süregelen hayatı, Türklerin tarihi ile tamamen iç içe bulunmaktadır. Çin tarihine ait kayıtlar Türklerin büyük göçten önceki anayurdunu Altay Dağl arı _ civarında göstermesine rağ men, çeşitli tarihçiler kendi ihtisas alanlarından elde ettikleri verilere göre Türklerin anayurdu ko nusunda birbirinden biraz farklı sonuçlara varmaktadırlar. Me sela etnologlar Orta Asya'nın kuzey bölgelerini, antropologlar Kırgız Bozkırı ile Tanrı Dağları arasını, kültür tarihçileri Altay Dağl arı ile Kırgız Bozkırı arasındaki bölgeyi, filologlar ise; Altay ların doğu ve batısını Türklerin anayurdu olarak göstermektedir. Bunların hangisi doğru kabul edilirse edilsin, değişmeyecek iki gerçek şudur; Türklerin anayurdu Orta Asya'dır ve Türklerin tarih sahnesine çıkışından itibaren Asya tarihi ile Türk tarihi adeta özdeşleşm lştir. Çünkü Türkler zaman zaman kendi aralarında büyük birlikler kurmak ve zaman zaman diğer Asya kavi mlerini hakimiyetleri altında bul undu rmak suretiyle, Asya kıtasının her noktasında tesirleri hissedilecek bir şekilde yaşamışlardır. Büyük göçlerin başlamasından sonra da bu tesir, bir yandan Ö n Asya ve Orta Doğu yolu ile kuzey Afrika'ya, diğer yandan da Hazar ' Denizi'nin g üney ve kuzey kıyıları yoluyla Anadolu'ya ve Avrupa'ya uzamıştır. 4
Şimdi de Asya'daki diğer Türk boylarının eski ve yakın tarih leriyle büyük benzerlikler gösteren ve çoğu zaman diğer Türk boy larının tarihleriyle çakışan, Kırgızların tarihine kısa bir göz atalım. Kırgız boyu, Kök Türk yazıtlarında tarihleri çok eskiye dayanan Türk kavimleri arasında zikredilmektedir. Çin tarihine ait yıllıklarda ise Kırgızlar, M ilattan Ö nce 2. Asırda Hunlar zamanındaki olay lar anlatılırken karşımıza çıkmaktadır. Ancak, Hunların yıkılışından sonraki Çin kaynaklarında Kırgızlardan "Hakas" adıyla bahse dilir. Kırgızlar M. Ö . 2. ve 1 . asırlarda Tanrı Dağlarının doğusuyla Tannu-Ola arasında yaşamışlardır. M.S. 557 yılı nda Kök Türklerin hakimiyetine giren Kırgızlar, Kök Türklerin fetret devrine rastlayan 648 yılında Çin'e bağlandı lar. 699'da yeniden Kök Türk yönetimi altına girdiler. Kök Türk devletinin yıkılışından sonra yönetimi ele alan Uygurlarla ihtilafa düşen Kırgızlar, uzun yıllar boyunca onlarla mücadele ettiler. 9. asrın başlarında Uygurlarla yapılan bir savaşta büyük kayıplar ver melerine rağmen, 839 yılında Uygur Kağanı'nı öldürerek , ilk defa merkezi Ötüken olmak üzere bir Türk devletinin idaresini ele aldılar. Kırgızların bu hakimiyeti çok uzun sürmedi, 924 yılında Kıtan ların saldırıları karşısında, topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Kırgızları , daha sonra 1 207 yılında Cengiz Han yönetimindeki Moğolların hakimiyeti altı nda ve 1 425 yılında da Ö zbek hakimi yeti altında görüyoruz. Fakat Ö zbekler daha sonraki Moğol saldırıları karşısında tutunamayınca, Kırgızlar buradan da ayrıla rak Kazak hakimiyetine g ird i ler. Asya da Moğol hakimiyeti sona erdikten sonra, Kırgızlar önce Kalm ukların idaresi altında kaldılar. Sonra 1 703 yılında Tanrı Dağları'nın güney batı taraflarına göç ederek 1 700 senesinde ku rulan Hokand Devleti'nin hakimiyetini gönüllü olarak kabul etti ler. Fakat kısa bir süre sonra çoğunluk durumunda bulundu kları Hokand Devleti'nin idaresini ele geçirdi ler. 1 � . asrın başlarında Hokand Hanı Ö mer Han ( 1 809- 1 822) ile Buhara Emiri Haydar Şah (1 800-1 826) araşında başlayan büyük rekabet, Orta Asya Türk tarihinin en büyü k talihsizliklerinden bi5
ridir. Çünkü bu mücadeleden yararlanan Ruslar, Orta Asya'ya ha kimiyet planlarını uygulamaya başladıla�. 1 846 yılında Kazalinsk kalesini ele geçiren Rusların Türkistan illerini istilası bu ndan sonra da devam etti. 1 864 yılında Çimkent üzerine yürüyen Rus ordu ları, Hokand ordusunun başındaki A1im Kul tarafından ağır bir ye nilgiye uğratıldı, fakat bu arada Buhara Emiri'nin Hokand üzerine yürüdüğü haberini alan Alim Kul başkenti savunmak için dönünce, bu fırsatı değerlendiren mağlup Rus ordusu 22 Eylül 1 864'de Çimkent'i işgal etti. Böylece iki Türk Hakanı arasındaki anlaşmaz lık, Ruslara büyük bir zafer kazandırdı. 1 867'de Kırgızistan 'ın bir kısmı Yedi-Su eyaletine dahil edi lerek Türkmenistan vilayetine bağlandı. 1 876 yılında ise Hokand Devleti'nin hakimiyet sahası tamamen Rusların eline geçti. Top raklarının Ruslar tarafından işgaline tahammül edemeyen Kırgızlar, 6 Ağustos 1 9 1 6'da büyük bir isyan başlatarak, bütün Türkistan' da yayılmakta olan bağımsızlık savaşına iştiraketttiler. Fakat Ruslar tarafından kan lı bir şekilde bastırılan bu isyanda Kırgızlar binlerce kayıp verdiler ve üçyüzbin civarında Kırgız Türkü de Çin'e göç etti. Bunca can kaybı ve göçe rağmen Kırgızistan'da Milliyetçi Kırgız Komiteleri hemen ertesi yıl 1 9 1 7 Bolşevik ihtilali sırasında yeniden bağımsızlık mücadelesini başlattılar. Bu müca dele 1 929 yılına kadar devam etti. Bu arada Rusya tarafından 1 924 yılında Muhtar Bölge statüsü verilen Kırgızistan, 1 926 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'ne katıldı. 1 980' 1i yılların ortalarında başlayan Glasınost ve Perestroika döneminden sonra Kırgızistan 3 1 Ağustos 1 991 'de bağımsızlığını ilan etti. Bundan sonraki mektubumda Kırgızistan'ın ve diğer Asya Türk Cum huriyetlerinin bu günkü durumları hakkında kısa bilgi ler vermeyi düşünüyorum . O zamana kadar, günleriniz aydınlık geçsin. Yüreğinizin ve dualarınızın bir bölümü de bizimle ol sun.
6
ASYA TÜ RK CUMHUR İ YETLER İ N İ N BUG Ü NK Ü DURUMU Bugünkü mektubuma, bir tarihi tesadüfe, daha doğru bir ifa deyle bir tar�hi tekerrüre dikkat çekerek başlamak istiyorum. 1 989 yılındaki ilk Paris seyahatimde 1 789 Fransız ihtilalinin gerçek se bebini en çarpıcı şekliyle görmüştüm. 1 789 öncesi totaliter hükümranlığının saltanat ve debdebesi, 200 yıl sonrasının Paris'ini bile ezmeye devam ediyordu. Modern 20. yüzyıl Paris'inin açık ve kapalı mekanları, 200 yıl önceki saltanattan kalan yapıların deb debesi yanında adeta birer maket gibi ezilmekteydi. 1 8. yüzyıl ve öncesindeki Fransız halkının sosyal hayat seviyesi bilindiğine göre, herhalde bu saltanat halkın sofrasından çalınan dilimler üze rine kurulmuş olmalıydı ve bu şekilde kurulan total iter saltanat elbette 1 789 ihtilalini doğuracaktı. 1 789 Fransız ihtilalinden tam 200 yıl sonra bu defa doğudaki bir totaliter saltanat temel lerin den yıkıldı. Bu totaliter rejimin en meşhur simgesi olan Berlin Du varı tarihe gömüldü. 1 989 yılında Paris'te karşılaştığım tablonun hemen hemen aynısına ertesi yıl Sovyetler Birliği seyahatim sırasında Moskova'da şahit oldum. Totaliter Rus saltanatı aki betinin, totaliter Fransız Saltanatının akıbetinden daha farklı ol masını gerektirecek hiç bir sebep yoktu. Nitekim Rus saltanatı bir ihtilale bile gerek kalmaksızın kendi liğinden çöktü. Şimdi insanlık, bu çöküş ile ortaya çı!(an yeni dünya düzeni ve yen i Tü rk Dünyası şoku ile karşı karşıya. Daha bir kaç yıl ön cesine kadar sadece Türkiye Cum huriyetini tanıyan Dünya, bu gün tam yedi bağımsız Türk Cum huriyeti ile karşı karşıya. Ayrıca şimdi Dünya bir yandan henüz bağımsız bir cumhu riyet bayrağı altında bulunmayan , eski Sovyetler Birliği'nin muhtelif bölgele rindeki Türk topluluklarını, bir yandan da bir çoğu mu htar cum hu riyet durumundaki Türk topluluklarını değerlendirmek zorunda. Asya'daki 5 Türk Cumhuriyeti , müthiş bir "yeniden doğuş" sancısı çekiyor. Günahsız 90 bin Ahıska Türkü'nü (Türkiye sını7
rından uzaklaştırmak için) Rusya'nın çeşitli bölgelerine süren ve Nahçıvan ile Azerbaycan arasına Ermenistan hançerini sokarak, Türkiye ile Azerbaycan 'ın irtibatını kesen Merkezi Sovyet yöne timi, bu arada Türk Cum huriyet lerinin hiç birisinde hiç bir sanayi dalının hammaddeden mamül safhasına kadar gelişmesine izin vermedi. Şimdi bu cumhuriyetler aniden kopan ekonomik bağlantılar yüzünden üretimin çeşitli safhalarında ortaya çıkan darboğazlar ile karşı karşıya. Ü retimifl adeta durma noktasına gel diği Kırgızistan'da (temel mallara olan talebe dur demek mümkün olmadığı için) 1 991 yılı enflasyonu % 288 iken, 1 992 yılında enf lasyon oranı % 4758 'e (evet yanlış okumadınız, yüzde dört bin yedi yüz elli sekize) fırladı. Türk Cumhuriyetleri silahsız ve mer misiz bir bağımsızlık savaşı veriyor. Fakat bu ülkeler silahla ve mermiyle yararlanabileceğinden çok daha fazla yaralan mış du rumda. Ekonomik ve toplumsal dengeleri alt üst edilmiş. Ama bu savaş kazanılmak zorunda ve bu ateşe üfleyecek bir tek nefesi olanın, hiç vakit kaybetmeden göğüsünü şişirip, yönünü Orta Asya'ya dönmesi gerekiyor. Şu yıllar 21 . yüzyıl binasının temel lerinin örüldüğü yıllardır. Temeli ki m örerse, tabii ki üzerine binayı kurma hakkı da onun olacak. Bugün sözüm fazla uzun olm ayacak. Çünkü bu mektubu mun altına bir tablo ekliyoru m. Bu tabloda Asya Türk Cumhuri yetlerine ait bazı temel bilgileri bulacaksınız. Bu arada, mektubumun hemen yanında veya altında yayınlanacağı umu duyla (ve büyük bir haz ile bizzat çizdiğim) bir Türk Dünyası Ha ritası gönderiyorum. Bu haritaya bakmasını bilen gözler, zaten _ ondan ciltler dolusu kitaplar okuyacaktır, geçmişe ve geleceğe dair. Bir sonraki mektuba kadar, gönlünüz ve günleriniz aydınlık, ama yüreğiniz ve dualarınızın bir bölümü de bizimle olsun.
ASYA T Ü t-lK CUMHUR İ YETLER İ ( 1 993 Mayıs) Cumhuri)'etin
Adı Azerbaycan Kazakislan Türkmenislan Özbekislan Kırgızisıan
8
Yuzölçümü (km')
Nulusu (milyon)
Turkler (o/o si)
86.600 2.717.000 488.000 477.400 198.500
7.0 17.0 4.0 22.0 4.6
85 47 86 85 72
Başşehri
Cumhurbaşkanı
Bakü
Ebulleyz Elçibey
Alma-Ala
Nursullan Nazarbayev
Aşkabal
Saparmural Niyazov
Taşken!
İslam Kerimov
Bişkek
Askar Akayev
... "'
w w
,----�-' .....
,• __
'
J_, ...
t: .... ' ,
.•
.'
....
9
YERY Ü ZÜ CENNET İ NDE HAYAT Bir iddiaya göre, Komünizm insanların mutluluğu için ideal bir dünya nizamıydı. Sovyetler Birliği ise bu ideal nizamın en güzel şekliyle uygulandığı bir yeryüzü cenneti. Bu propagandalar hafıza larımızda hala ne kadar taze değilmi? Bazıları bunun doğru ol madığını bile bile bu sakızı çiğniyordu. Bazıları ise saftı ve bu masala gerçekten inanıyordu. Bir başkaları ise hem bu iddiaların koskoca bir yalan olduğunu, hem de bu masalı anlatanların gerçek niyetlerini bilerek, yıllar boyunca sahte yeryüzü cenneti nin içyüzünü anlatmaya çalıştı durdu. Fakat şimdi herkese susmak düştü. Çünkü yeryüzü cenne tinin demir perdeleri açı ldı ve herkes gerçeği gördü. Komüniz min Sovyet halkına verdiği saadet(!) son bir kaç yıl içerisinde göğe çekilmiş olamayacağına göre, işte bu mazlum milletlerin yıllar boyu yaşadığı acı gerçek bütün çıplaklığı ile karşım ızda duruyor. Şu manzara karşısında kimin söyleyecek bir sözü olabilir? Sovyet halkı son derece ilkel bir ev düzeni içerisinde ömür sürüyor. Büyük bir çoğunluk 35-40 metrekare arasındaki minyatür evlerde ve bizde bitpazarında bile ki msenin dönüp bakmayacağı kırık dökük eşyalar arasında yaşıyor. Ev hanımları mutfak tez gahı denilen basit medeni i m kanı tanım ıyor bile. Medeni dünyanın han ımları tek ilave evyeli ve tezgah boyu 2-3 metreyi geçmeyen mutfak sistemlerinin kendilerini sıkıntıya soktuğundan yakınıp, la v� bonun iki yan ında çifte evye ve tezgah ın L şeklinde hiç değilse 4-5 metre olmasını isterken, zavallı Sovyet kadını, mutfağın bir köşesinde tek başına ve sipsivri duran 40x40 santimetre ebadında tek gözlü teneke bir evye içerisinde bulaşık işini halletmek z� runda. Yıkadığı kapları üst üste yığacağı i lave bir küçük tezgah imkanından bile habersiz. Doğru dürüst görüntü veren , 1 980 modelden daha yeni bir renkli televizyon ile karşılaşmak, adeta kuzey kutbunda lise arkadaşınızla kucaklaşmak kadar mutlu bir olay. 10
İ nsanlar, özellikle gıda maddesi satılan açık veya kapalı ma hallerde, ihtiyacı olan bir şeyi satın almak lüksü ile değil, ne bu lursa onu almak zarureti ile karşı karşıyalar. Dükkanlardan satın alınan bir şeyi, en basitinden bir gazete kağıdına bile sarıp ver mek gibi bir alışkanlık hiç kimsede yok. Satın aldığınız şey her ne ise, onu raftan elinize verildiği gibi alıp, sallaya sallaya git mek zorundasınız. "Bir kaç şey alırsam kaç elim var ki götüreyim" diye sakın düşünmeyesiniz. Çünkü aynı anda bir kaç şey bul mak gibi bir mutluluğu zaten yaşayamazsınız. Bazı dükkanlarda pişmiş (aslında ateşte yakılmış gibi görünen) tavuk satılıyor. Yol boyunca yapacağınız on dakikalık bir yürüyüş te, dükkandan yeni aldığı pişmiş tavuğu bir bacağından tutup sal laya sallaya evine giden bir kaç insana rastlayabilirsiniz (ben çok rastladı m). Bazen, bahsettiğim pişmiş tavuğu, bazı dükkanlarda ayrıca satılan şeffaf bir naylon torbaya koyarak götüren kimse leri görmek gibi bir lüksünüz de olabilir. Tabii ki insanların bu nay lon torba lüksü içi n, bütçelerinden para ayırmasına pek sık rastlan ril ıyor. Otellerde ve sair büyük kuruluşlarda (mesela bir devlet dai resinde) telefon santrali denilen ve insanın günlük hayatına bir çok kolaylıklar getiren basit medeni cihazı sovyet halkı pek bil miyor. Aynı şeyi 1 991 yılında Rusya Federasyonunda, Azerbay can'da ve Romanya'da da görmüştüm. Cu mhurbaşkan lığı binası nın bitişik odalarındaki iki insan, direkt telefonla konuşmak zo ru nda. Çünkü dahili sistem yok. Otel odanızdaki direkt telefonu arayıp da sizi bulamayan kişi, bir not bırakma şansına sahip değil. Arayan kişi siz iseniz, aradığınız şahsı odasında bu lamayınca ne bir not bırakma ne de bir malu mat alma imkanınız var. Sabahın saat altısında, yanlış çevrilmiş bir telefonla ya tağınızdan fırlamamak, çok az yaşayabileceğiniz bir mutlu luk. Be . nim de çok seyrek yaşadığım bu mutlulukla başlayan günle rimde, nedense hep o günün çok harika bir gün olacağını düşünmüşümdür. Çünkü bazen öyle günler olmuştur ki sabah ın altısında yanlış bir tel efonla uyandırıldıktan sonra, üst üste de vam eden o telefonlar yüzünden bir türlü hazı rlanı p odamdan çıkamamışımdır. 11
Havaalanından şehre giden yol başta olmak üzere, şehrin merkezinde parkları, bahçeleri , yolları ve sulama kanallarıyla tam bir debdebe sergilenirken , arka sokaklar ve kenar mahallelerde tam bir sefalet yaşanıyor. Mesela, eski sovyetlerde bütün şehirlerin merkezi ısıtma ile ısıtıldığı ve bütün evlerde sıcak su aktığı kanaatı dış dünyada yaygındır. Halbuki gerçekte böyle bir imkandan sadece şehrin merkezindeki bir kaç vitrinlik cadde fay dalanır. Başkentlerin bile ke nar mahallelerine çıkınca, değil mer kezi ısıtma ve sıcak su sistemi, telefon hattı bile çekilmemiş olduğunu görürsü nüz. Yani bugün bizim en ücra köylerimizde bile istifade edilen telefon imkanını, eski sovyetler, başkentlerinin ke nar mahallelerine bile götüre memiş. Moskova televizyonunda oynatılan yabancı filimlerde, filmin orjinal sesi hafifçe kısılıyor, fakat bütün konuşmalar rahatlıkla du yuluyor. Bu arada daha yüksek tonda bir ses sürekli olarak film deki konuşmaları Rusçaya çeviriyor. İ ki ses birbirine karışıyor. Ne fi lmin orjinal dilini bilenler, ne de Rusça bilenler doğru dürüst bir şey anlıyabiliyor. Filmde oynayan erkek, kadın, yaşlı , çocuk, her türlü rol sahibinin konuşmalarını hep aynı ses, hiÇ bir diksiyon endişesi duymadan Rusçaya çevirmeye devam ediyor. Bu arada Filmdeki insanların birbirlerine isimleriyle hitabetmeleri de aynı isim bir kere daha sayın çevirmen tarafından tekrarlanarak güya Rusçaya tercüme edilmiş oluyor. Bi r filmde sinirlerimi alt üst eden şöyle bir sahne seyretmiştim; Adam evine geliyor. Anahtarıyla dı � kapıyı açıp giriyor. Galiba karısının evde olması lazı m, ama ortalıkta görünmüyor. Adam sağa sola biraz baktıktan sonra karısının evde olup olmadığını an lamak için sesleniyor, "El i " . Bu, kadının ismi olsa . gerek. Filmin çevirmeni aynı ismi te�rarlayarak tercümeye devam ediyor, " Eli". Adam çeşitli odaların kapısını açıyor, üst kata çıkıyor, her odaya bakışında ve merdivenleri tırmanırken en az 9-1 0 kere sesleni yor. "Eli " . Tercümanımız da yılmadan -adamın "E li" diye bağırışının hemen ardından aynı ismi tekrar ediyor, "Eli " . Böyle bir aptallığı düşünebiliyor musunuz? Böyle bir filmi seyretmenin ne sinir bozucu bir şey olduğunu yaşamadan anlayamazsınız. Ama bu, sovyet insanının önemli eğlencelerinden birini oluşturuyor. Tabi bu arada bizim sanatçılarımızın dublajını yaptığı ·
12
bir filmi seyretmenin ne zevkli bir şey olduğunu da böylece an lamış. oluyoruz. Bizdeki sanatçılar sadece dublaj işlerini en ku sursuz şekilde yapmakla kalm ıyorlar, bir de orjinal sese en uygun sesi kullanmaya gayret ediyorlar. TRT televizyonunda seyrettiğim bazı dublajlı di z ilerin orjinallerini ilk defa BBC televizyonunda gördüğüm zaman seslerdeki benzerlik karşısında hayrete düşmüştüm . Eğer sovyet vatandaşı iseniz ve tuvalet kağıdı gibi bir lükse ' bütçenizden para ayırm a imkanınız varsa, bundan pek fazla mut luluk duyabileceğinizi sanmıyorum. Çünkü, şayet bulabilirseniz almak zorunda olduğunuz tek tip tuvalet kağıdının, zımpara kağıdından sadece bir nu mara daha yumuşak olduğunu görürsünüz. Zaten bir çok yerin tuvaletinde (herhalde biraz daha kullanışlı olduğu için) her iki yüzü yazıyla dolu ve artık başka bir işe yaramayacak defter kağıtları veya resmi kağıtlar bulundurul duğunu gördüm. Şayet arabanıza benzin almak gerekiyorsa, gideceğiniz yer neresi biliyor musunuz? "Tabii ki biliyoru m, bir benzin istasyonu herhalde" dediğinizi duyar gibiyim. Ama yanılıyorsunuz. Eğer ara banız için benzin gerekli ise, gitmek (daha doğru bir ifadeyle uzun uzadıya arayarak bulmak) zorunda olduğunuz yer genellikle ağzında sigarası, bir elinde içki şişesi ve yanında orta boy iki bi donu ile yol un kenarında dikilen bir adamın yanıdır. İşte bu, sov yet halkının bulmaktan büyük mutluluk duyacağı bir benzin istasyonu ndan başka bir şey değildir. Çok nadiren şehir dı şına yakın bir yerde, yol kenarı nda göreceğiniz 4-5 tonluk küçük bir petrol tankeri ise , bu seyyar benzin istasyonlarının lop tancısıdır. Bu ti p şeyleri yazmakla bitirmek mümkün değil. En iyisi biz burada keselim. Ama lütfen siz şu yazıyı bir kere daha okuyun ve sonra kendinize dönüp soru n. Acaba böyle bir hayatı yaşamak nasıl olur? Böyle bir hayata ben kaç gün dayanırdım? Ve böyle bir hayatı yaşarken mutlu olabilir miydim? İşte zavallı sovyet halkı ve bu arada mazlum Türk boyları böyle bir hayatı tam 75 yıl yaşadı. Üstelik de bütün dünyaya, yeryüzünün en mutlu toplumu diye tanıtılarak. Neyse ki sadece bu noktada 13
demir perdeler bir işe yaradı ve mazlum milletler, Komünist Partisi'nin yoğun propagandası altındaki uzun yıllar boyunca o kadar da mutsuz olmadıkların ı düşündüler. Komünist olmayan diğer ülkelerin acından öldüğüne, (eskiden televizyonda sık sık gösterilen malum amaçlı bir fil m dolayısıyla) mesela Türkiye 'de insanların sokaklarda yattığına, çöp tenekelerinden ekmek top layarak karnını doyurduğuna inandırıldılar. Böylelikle kendileri nin oldukça mutlu yaşadıklarını zannettiler. Ama bugün artık eski sovyet halkı, acı gerçeği bütün çıplaklığı ile biliyor. Bu bilgiden dolayı insanlık onurları derinden zedelen mesine rağmen, yüreklerinde geleceğe ait büyük umutlar taşı yorlar. Bir sonraki mektuba kadar, gonlünüz ve günleriniz aydınlık, ama yüreğiniz ve dualarınızın bir bölümü de bizi mle olsun.
14
AHISKA T Ü RKLER İ Ahıska Türklerini, Türkiye'de herkes az çok duymuştur. Çoğumuz, Stalin yönetimi zamanında yurtlarından sürülerek eski Sovyetler Birliği'nin çeşitli bölgelerine dağıtılmış olduklarını bili riz. Acaba onlara yaklaşık 50 yıldır yaşatılan ızdı rabı layıkıyla ve ayrıntılarıyla biliyor muyuz? Ben bildiğimi sanırdım. Ta ki Orta Asya'da bir çok Ahıska Türk' ü ile görüşüp, yaşadıklarını kendi lerinden dinleyinceye kadar. Burada, sürgün günlerini yaşamış pek çok 60-70 ve daha yukarı yaşlardaki Ahıskalı ile görüşüp, başlarından geçenleri kendi ağızlarından dinledikten sonra, bi zim bildiklerimizin, onların yaşadı kları yanında ancak denizde bir damla gibi kaldığını anladım. Sürgün zamanından beri, birbirinden yüzlerce - binlerce ki lometre uzak yerlerde yaşam ış ve birbirlerini hiç görmemiş bir çok yaşlı Ahı skalı'dan aynı olayları di nledim. Anlatılanları birbirleriyle muhakeme ettim. Dinlediklerimde hiç bir abartma olmadığını an ladıktan son ra, onlara bu zulmü yapabilenlerin , dünyamıza in san suretinde gelebilmiş O'lmaları karşısında dehşete düştü m. Bırakınız uygu lamayı, bir devlet yetkilisi, yönetimi altındaki insan lar için böyle bir zulmü nasıl planlıyabilir? Bu hangi tür bir yüreğe, ne çeşit bir vicdana sığar? Çünkü bu sürgünü planlayıp icra eden ler, sadece sürgüne gönderdiklerini değil, onların sülbünden ge len nesi l leri de vatansız bı rakarak, hiç bitmeyecek bir zulme tabi tutuyor. Ruslar, böylesi bir zulmü sadece Türklere karşı yapa bilirlerdi herhalde. Daha derine inmeden, önce olayın başlangıcına bir dönüş ya palım; Yıl 1 944. Sovyetler Birliği'nde 20 yıldan beri Stalin'in des pot yönetimi hüküm sürüyor. Ve Ah ıska. Karadeniz ile Hazar Denizi' nin arasında, Karadenize yakın, Türkiye Cumhuriyeti 'nin Kars Vilayeti ile komşu ve hemen Kars'ın kuzeyinde şirin bir yurt parçası . Bu bölgedeki 200 köyde toplam 90 bin Türk yaşıyor. Os manlı İ mparatorluğu'nun çöküşünden sonra çizilen sınırların he-
15
men bir adım dışında kalmışlar. Ahıskalılar çalışkan, Ahıskalılar candan ve Ahıskalılar akıllı insanlar. Stalin için en kötü olanı ise, Ahıskalıların milliyet duygularından, örf ve adetlerinden hiç taviz vermeyen insanlar olması. ÖyJe ki, Sovyetler Birliği'nde yeniden düzenlenen kimlik kartlarının "Milliyeti" bölümüne "Türk" keli mesinin yazılmasında ısrar eden tek topluluk onlar. Yönetim ta rafından ''Milliyeti" sütununa "Azeri" veya "Gürcü" yazılan kimlikleri kabul etmiyorlar. Bir kabul etseler, önlerinde bir sürü kapılar açılacak, işleri de olacak, aşları da. Ama "özünü inka.r etmiş kişiye başka şey gerekmez" diyorlar. Nitekim, "Milliyeti" bölümünde "Türk" yazan kimliklerini alıyorlar da sonunda. Bir çok Ahıskalı, başlarından geçenleri anlatırken, "Milliyeti" bölümünde "Türk" yazan kimliklerini büyük bir iftiharla çıkartıp gösteriyor sohbetlerimizde. Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının hemen yqnıbaşında, ama Sov yetler Birliği dahilinde yaşayan böyle bir topluluk Stalin'i çok ra hatsız ediyor ve Stalin soğuk bir sonbahar gününde kararını veriyor. 1 944 yılının 14 Ekim günü, gece yarısından sonra Ahıska'nın 200 köyünde yaşayan toplam 90 bin insan, aynı da kikalarda kapılarını tekmeleyen Rus askerleri tarafından yatak larından kaldırılarak, bir kaç saat içerisinde hayvan taşınmasına ait vagonlara doldurulup, gün ışımadan yola çıkartılıyor. Kendi lerine bunun bir tedbir olduğu ve üç-dört gün içerisinde tekrar ev lerine dönecekleri söyle.niyor. Fakat gün ışığına çıkartılmadan hayvan vagonlarında devam eden yolculukları haftalar sürüyor. İçerisinde bulunulan şartların ağırlığına kışın soğuğu da eklenince ölümler başlıyor. Her ölümde vagonun kapısı açılıyor, Rus askeri ölüyü sürükleyip dışarı alıyor ve katar yoluna devam ediyor. İnsan lar. ölülerinin nerede kaldığını ve ne olduğunu bilmiyorlar. Bazı yerlerde bir kaç vagon katardan çözülüp bırakılıyor, gerisi yola devam ediyor. Ana kalan vagonun içinde, evlat giden katarın. Ama bundan bile habersizler. Ana evladın nereye gittiğini bilmiyor, ev lat ananın nerede kaldığını. Benim kendileriyle görüştüğüm Ahıskalılar 1 944 yılının Aralık ayı başında Kırgızistan'a indiriliyorlar. Ahıska'da kendi evlerine tekmeyle giren Rus askerleri, bu defa da Kırgızistan'daki yerli halkın kapısını tekmeyle açıyor ve her evin bir odasını zorla göç 16
ettirilen bu insanlardan bir kaçına veriyorlar. Bu evde birlikte yaşayacaklarını da emir buyurduktan sonra çekip gidiyorlar. Böyle bir ortamda nasıl yaşanabileceği ve dirlik - düzenliğin nasıl sağlanabileceği konusunda fazla söze gerek var mı? Bir odaya tıkıştırılan bu insanların kuru canlarından başka hiç bir şeyi, çoğunun üzerinde soğuk kış günlerine uygun elbisesi bile yok. Nitekim sürgün anından 1 945 baharına kadar 90 bin Ahıskalıdan 30-35 bin kadarının öldüğü tahmin ediliyor. Ahıska Türkleri çalışkan ve sebatlı insanlar. 1 945 yılının ba harında yeni hayatlarını kurmaya başlıyorlar. Birbirlerinden kop muyorlar. Yeni Ahıska köyleri ve büyük şehirlerin hemen kenarında yeni Ahıska mahalleleri oluşturuyorlar. Fakat bu yerleşim şekli bir başka sorun yaratıyor ve bu defa da Ahıskalılara kendi mahallelerinin dışına çıkmak ve şehrin diğer mahallelerine geçmek yasaklanıyor. Bu çileyi de yıllarca çekiyor Ahıskalılar ve ancak 1 953 yılında Stalin'in ölümünden sonra başlayan Kruşçev iktidarıyla birlikte biraz nefes almaya başlıyorlar. Kruşçev, Ahıskalıların sürgün olayına da değindiği4 Haziran 1 956 tarihli nutkunda "Bu sürgünün hiç bir askeri gerekçesi ol madığını ve Türklere yöneltilen 2. Dünya Savaşında Almanlarla işbirliği suçlamasının, Stalin-vari bir yalan olduğunu" ifade edi yor. Gorbaçov zamanında Literaturraya Gazetesinde yayınlanan bir yazıda ise "Sürgün edilen Türklerden onbinlercesinin hay van katarındaki kötü şartlar ve çalışma kamplarındaki kırbaçlar altında hayatını kaybettiği, hayvan vagonlarına doldurularak Sibirya'ya, Urallar'a, Türkistan'a gönderilen Türklerin buralardaki cebri iş kamplarında köle işçi olarak çalıştırıldığı" belirtiliyor. Kruşçev iktidarı dönemine rastlayan 1 957 yılında Ahıskalılar dışında kalan Karaçay, Kalmuk, Çeçen ve Kabartay gibi diğer Kaf kas Türk boylarının eski yurtlarına dönmeleri serbest bırakılıyor. Fakat Ahıskalıların yurdu Gürcistan topraklarına katılmış olduğu için (aslında daha temeldeki gerçek sebep; Ah ıska Türkiye'ye sınır olduğu için) Ahıskalıların yurtlarına dönmelerine izin verilmiyor. Ahıska'dan bu günkü Kırgızistan topraklarına sürgün edilen Türkler, diğer Ahıskalılara göre biraz daha şanslılar. Çünkü hiç değilse o zamandan beri burada kalabilmişler. Diğerleri gibi her 17
üç-beş yılda yeni bir sürgüne tabi tutulmamışlar veya Sibirya'dakl çalışma kamplarına düşmemişler. Eski Sovyetler Birliği dahilindeki Türk boyları kendilerine has (Kazak, Kırgız, Özbek, Uygur gibi) adlarla anılıyor. Sadece Ahıska dan sürgün edilenler "Türk" adıyla tanınıyor. Sadece onlara "Türk" deniliyor ve Birlik vatandaşı olan birisine "Türk" denili yorsa, bunun Ahıskalı olduğu anlaşılıyor. Çektikleri ızdıraplar karşılığında kazandıkları ve kazanmakla iftihar ettikleri tek şey bu. Eski Sovyetler Birliği'nin çok çeşitli yörelerine ve oldukça küçük gruplar halinde dağıtıldıktan sonra ço{lalmaya devam et tikleri için, Ahıska Türklerinin bu gün ulaştı{lı nüfus miktarı kesin olarak bilinmiyor, ama yaklaşık olarak 300-350 bin civarında ol dukları tahmin ediliyor. Şimdi bu insanların (özellikle bulundukları bölgede rahatsız olan) bir bölümü canını Türkiye'ye atmak ve böylece "Vatanım" diyebilece{li bir topra{la kavuşmak mücadelesi içinde. Gerekli for maliteler Türkiye tarafından en mükemmel şekliyle tamamlansa bile bunların sayısının ancak onbinler ile ifade edilebilece{lini ve hiç bir durumda yüzbini bulmayaca{lını zannediyorum. Bulgaris tan'dan göçen 350 bin kişiye, Kuzey lrak'tan kaçan 500 bin kişiye bir günde kapılarını açan Türkiye'nin bu insanlar için yapabile ce{li çok şey olmalı. Üstelik bu insanlar "Bizi bir gün, bir ay veya bir yıl içinde alın"da demiyorlar. "Yeterki alın" diyorlar. 50 yıllık bu tarihi çileden sonra bir vatana kavuşmak için beklenecek her türlü süreye razılar. Onları siz de gördü{lünüz yerde kucaklayınız, başınıza tac edi niz. Çünkü onlar, sizin de taşıdı{lınız "TÜRK" adının yaşaması için 50 yıldır bir ateş denizi ile bo{luşuyorlar.
18
AZERBAYCAN VE DIŞ POL İT İ KA Ü ZER İ NE Bugün Azerbaycan'daki bazı dramatik gelişmeler dolayısıyla bağımsızlık öncesi Azerbaycan'a yaptığım resmi seyahatteki bir izlenimime ve Azerbaycan'la ilgili bazı hususlara değinmek isti yorum. Gerçi bu mektubum Türkiye'ye ulaşıp yayınlanıncaya ka dar, Azerbaycan'daki son gelişmeler Türkiye'nin gündemindeki önemini kaybetmiş olabilir. Buna rağmen, Kafkasların kilidi ve Orta Asya'nın kapısı durumundaki Azerbaycan'ın Türkiye açısından hiç bir zaman gözardı edilemeyecek ehemmiyeti do layısıyla, aşağıdaki hususların mütalaasında fayda olduğu inancındayım. Hatırlanacağı gibi, 1 990 öncesi Sovyetler Birliği'nin çözülmeye başlaması üzerine, Baltık Cumhuriyetleri (Estonya, Letonya ve Lit vanya) bağımsızlık direnişlerine başladılar. Bu Cumhuriyetlerde Sovyetler Birliği yönetimine karşı akla gelebilecek her türlü ey lem ortaya konuldu. Kırgız kardeşlerimize bile yı llarca "Sizin en ulu atanız" diye okul kitaplarında yutturulan Lenin' in bir tek hey keli bu cumhuriyetlerde dikili bırakılmadı. Bütün bu gelişmeleri, son yıllarda aniden devleşen bir batı korkusu altında çaresizce izleyen Rusya, Baltık Cumhuriyetlerine hiç bir müdaheleyi göze alamadı. Sonuçta Batı Avrupa - Ame rika müşterek diplomasisinin de baskısı altında bu cumhuriyet lerin bağımsızlığını kabullenmek zorunda kaldı. Fakat bu olayların hemen akabinde Sovyetler Birliği hiç bir askeri, idari veya mali gelişmenin mümessili olamadığı halde, 1 9 Ocak 1 990 tarihinde Azerbaycan' da düzenlenen ve sadece bağımsızlık isteklerini ifade eden sıradan bir mitinge karşı kükredi. Hiç bir savunması ve Batı Avrupa veya Amerika gibi bir korku lacak dayısı olmayan yüzbinlerce masum insan Kızıl Ordu ta rafından kurşun yağmuruna tutularak, bunlardan yüzlercesi aynı meydanda katledildi. İnsan avı bütün gece ve ertesi sabaha 19
kadar devam etti{li için bu olaylar, Azerbaycan Tarihine " 1 9-20 Ocak Katliamı" olarak geçti. 1 9-20 Ocak katliamı, Azerbaycan'ın yakın tarihinde çok acı bir ders ve Azerbaycan adına çok acı bir gerçek olarak hafıza larda yaşamaktadır. Özellikle de Cumhurbaşkanı. Ebulfeyz Elçibey'in hafızasında. Baltık Cumhuriyetlerinin isya·nı önünde kuzulaşan Rusya'nın, Azeri kardeşlerimizin masum bir mitingi karşısında adeta canavarlaşarak, böyle bir katliamı nasıl ve neye güvenerek gerçekleştirebildiğini yeterince irdeleme idrakinden mahrum olanlar, Haziran ayındaki Suret Hüseyinov isyanı sonu cunda Bakü'yü terk etmek zorunda kalan Azerbaycan Cumhur başkanı Ebulfeyz Elçibey'in davranışındaki inceliği iyi değerlendiremeyip, onu korkaklıkla suçlayabilirler. Halbuki Elçibey bu hareketiyle, ikinci ve belki de daha büyük bir katliamı önlemiş oldu. Elçibey'in Bakü'yü terk edişinin yega.ne makul sebebi bu olabilir. Bakü'den ayrılış tarzı, sebebin sadece bu olduğunu iyice gösteriyor. Çünkü O Bakü'yü terk ederken aile fertlerini geride bırakarak, hem bunun bir kaçış olmadığını ve hem de kendisinin ayrılması halinde Bakü 'dekilerin can güvenliğinin tehlikeye düşmeyeceğinden emin olduğunu ön plana çıkarmış ve bu arada bir başka ülke toprağına gitmeyerek de iktidarı terk et mediğini belirlemek istemiştir. Çifte standartlı ve iki yüzlü batı diplomasisinin Azerbaycan ko nusunda bilinen tavrı ve Türkiye'nin aynı konudaki ürkek ve batı güdümlü politikaları karşısında Elçibey iktidarının daha uzun süreli olmasını beklemek saflık olurdu. O Elçibey ki, Azerbaycan Cum hurbaşkanı seçildikten sonra Türkiye'ye yaptığı ilk resmi ziyare tinde, Anıtkabir Özel Defterinin Şeref sayfalarında Büyük Atatürk'e hitabettikten sonra, imza yerinde "SENİ N ASKERİN" sıfatını "AZERBAYCAN CUMH URBAŞ�NI" sıfatına tercih etmiş, ve Elçibey'in bu tercihi Türkiye'nin resmi radyo ve televizyonları ta rafından bütün dünyaya duyurulmuştu. Böyle bir açık tercihi olan Elçibey'in Rusya - Ermenistan ve İran gibi bir şeytan üçgeninin ortasında Türkiye'ni_n açık desteği olmadan rahat bırakılması bek lenebilir miydi? 20
Türkiye, Elçibey'in cesur yönelişleri ile kıyaslanabilecek net ve cesur politikaları hiç bir zaman üretmemiş ve bu tür politika ları üretemeyecek olduğunun iyice anlaşılması ile de Rusya - Er menistan - İran şeytan üçgeninin Elçibey'i yutacak anaforlarını çalıştırmaya koyu l ması ko laylaş m ı ş t ı r. Ç ü n k ü Rusya, Azerbaycan'ın istikrarlı bir tam bağımsız devlet olarak, Bağımsız Devletler Topluluğu içerisinde kalan Orta Asya Türk Cumhuri yetlerine kötü örnek olmasını istemiyordu. İran, istikrarlı ve kalkınan bir Azerbaycan Cumhuriyeti'nin, İran topraklarında yaşayan 20 milyonu aşkın Azeri nüfusunda uyandıracağı milli duy gulardan ürküyordu ve nihayet Ermenistan, Karabağ'ı istiyordu. Bu hesaplar karşısındaki yegane çekince ise ancak Türkiye'nin Azerbaycan'a vereceği açık destek olabilirdi. "Yurtta barış, ci handa barış" rüyası içerisinde yaşayan ve bu rüyayı da yıllardan beri ısrarla yanlış yorumlayan Türkiye'den böyle bir politikanın sadır olmayacağı anlaşıldıktan sonra bir Suret Hüseyinov bulun ması meseleden sayılmazdı. Azerbaycan konusunda çok kötü bir sınav veren ve çok kötü bir not ile sınıfta kalan Türkiye'ye, bir ikmal sınavı şansı verilir mi? Bilinmez. Şayet böyle bir şans verilirse, Türkiye bunu gereği gibi değerlendirebilir mi? O hiç bilinmez. Halbuki böylesine önemli bir tarihi dönemde, Türkiye'nin başarılı sınavlar vereceğinin ke sinlikle bilinmesine ve buna bütün dünyanın inanmasına ne ka dar da ihtiyaç vardı. Bu işte Türkiye'nin kaybı Azerbaycan'dan da büyük olmuştur. Çünkü Azerbaycan 2 yıl önce bağımsız bir devlet değildi. 2 yıl sonra da bağımsız olmayabilir ve bu Azer baycan için değişmemiş bir statü olur. Halbuki Türkiye bu gününden ve istikbalinden çok şey kaybetmiştir. Bu kayıplar ta rihin ilerleyen dönemlerinde daha da acı bir şekilde anlaşılacak ve bu kaybın müsebbiplerini tarih tabii ki iyi bir dil ile yad etme yecektir.
21
HER ŞEYDEN Ö NCE İ NSAN 1 991 yılı Şubat ayında Kültür Bakanı M üşaviri sıfatıyla Azerbaycan'a yaptığım 1 5 günlük resmi görev seyahatinden sonra, dönemin Kültür Bakanı Sayın Namık Kemal Zeybek'e ver diğim bir raporun 49. sayfasında, Türkiye Cumhuriyeti'nin Asya Türk Cumhuriyetlerine göndereceği her bir görevlinin seçiminde çok titiz davranması gerektiğine değinerek, aynen şunları ifade etmiştim ; ' '. . .
Özellikle
resmi münasebetler çerçevesinde Türkiye'den
Azerbaycan'a gönderilecek şahısların tesbitinde çok titiz dav
ramlmalıdtr. isabetsiz bir tavnyla veya ifadesiyle, oradaki insan ların duygu ve düşünce dünyalanm olumsuz etkileyecek, Türkiye ile ilgili müsbet kanaat ve düşüncelerine istihfam katacak şahıslar hangi sebeple olursa olsun gönderilmemelidir. "
Kısa bir seyahat sonucunda ve pek fazla olumsuz örneğe rast lamamış olduğum halde, genel değerlendirmelerim çerçevesinde ulaştığım bu görüşte ne kadar haklı olduğumu, uzun süreyle kaldığım Kırgızistan'da karşıma çıkan bir çok olumsuz örnekle daha iyi anladım. Asya Türk Cumhuriyetlerinde, çeşitli ülkeler amansız bir yarışa girmiş durumdalar. Türkiye Cumhuriyeti tarihi bağları sebebiyle bu yarışa bir adım önde başlamış olmasına rağmen, maalesef bu cumhuriyetlere Türkiye' den görevli olarak gönderilen bazı yanlış insanların tavır ve davranışları yüzünden, bu avantaj süratli bir şekilde törpüleniyor. Çünkü bu cumhuriyetlerden dışarı çıkıp, bütün dünyayı ve bu arada Türkiye'yi tanıyan insan sayısı son derece sınırlı. Bu !;>akımdan, Asya Türk Cumhuriyetleri, dış dünyayı daha çok kendilerine gönderilen görevli temsilcileri vasıtasıyla tanıyor. Diğer ülkeleri bu temsilcileri ile özdeşleştirerek muhakeme ediyor. Şimdi size, Türkiye'den Kırgızistan'a görevli olarak gönde rilmiş bir kaç insan portresi çizmek ve bunların davranışları 22
hakkında bazı örnekler vermek istiyorum, ve soruyorum; siz ol saydınız, bu portreler ve bu sahneler karşısında ne düşünürdünüz. Türkiye hakkında nasıl bir kanaate ulaşıtdınız? 1 993 yılı Ramazan ayında, Bişkek'in kenar mahallelerinden birinde, bir Ahıska Türkü'nün evindeyiz. Evin salonunda bizimle birlikte, Türkiye'den Ramazan münasebetiyle gönderilmiş bir imam ve 30-40 kadar Ahıska Türkü var. ' Birlikte iftar yemeği ye necek. İftardan sonra devam edecek sohbeti müteakip, Türki ye' den gönderilen imamın rehberliği altında teravih namazı kılınacak. Hazır bulunanların dikkat ve alakalarının adeta odak noktası olan i mamımız, maalesef gerek bilgi ve kültür kapasitesi ve gerekse davranış şekli itibariyle· tam bir cehalet örneği. Uzun yıllardan beri çeşitli baskılara rağmen Ahıska Türkle rinin ısrarla korumaya çalıştıkları İslam inancının bu cemaatteki görevli temsilcisi olması sebebiyle, (yüksek bir dini hava içeri sinde geÇen iftar yemeğinde de) İ mam Efendi dikkatlerin odak noktasını oluşturuyor. Fakat bu dikkatlerden müsbet etkilenmesi beklenen imamımız, yer sofrasında yenen iftar yemeğinin başlamasından kısa bir süre sonra, pantolonunun kemerini açıp göbeğini serbest bırakıyor. Bütün vücuduyla tepsilerin üzerine ka panıp, sofrayı kesin hakimiyeti altına alıyor. Lokmanın birisi ye mek borusundan mideye doğru inerken, ikinci lokma ağıza adeta tıkılıyor ve bu a·rada üçüncü lokma diğer elde hazır hale getiri lirken, dördüncü lokma tepside göz hapsine alınıyor. Bir hafta dan beri hiçbir şey yememiş ve bundan sonraki bir hafta boyunca da hiçbir şey yiyemeyecekmiş gibi bir hali var. Lokmaları bir çocuk eli büyüklüğünde ve bütün-bütün yutuyor. Bir müddet sonra diz lerinin üzerinde doğrularak pantolonunun kopçasını da çözüp, fer muarını yarıya kadar indiriyor. Bu işlem arif olan için yeterli bir işaret ve nitekim çok büyük so.franın diğer mıntıkalarından hoca efendinin önüne doğru muhtelif transferler başlıyor. Böyle bir cemaatteki temel terci�m; konuşmaktan çok din lemek ve tarihi yaşayanların ağzından öğrenmek olduğu halde (çünkü cemaatin içerisinde 1 944 Ahıska sürgününü bizzat yaşamış insanlar var) yemekten sonraki sohbette bu prensibi mi bozı.ıp, zaman zaman bizim imamın cahilce yorumlarının önünü kesmek için sohbete müdahale etmek zorunda kalıyorum. 23
Ayrılma vaktinde imamımız, ev sahibi tarafından sağ eline ve rilen hediye paketini sol koltuğunun altına kıstırarak ve ceketinin sağ cebine yerleştirilen Rus paralarını da sağ eliyle tıpışlayarak kabul ediyor. Ancak ben bir ay sonra aynı mahallede bu olayla ilgili olarak semt sakinlerinin olumsuz değerlendirmelerini üzüle rek tesbit ediyorum . Bu arada mahalleliler, geçen sene gelen iki genç imamın çok iyi insanlar olduğunu ve onlardan çok istifade etti klerini belirtiyorlar. Ev sahipleri tarafından bu genç imamlara verilmek istenen paraların "maaşlarının Türkiye' den ödendiği ve ayrıca onlardan para almalarının doğru olmayacağı" gerekçesiy le kabul edilmediğini de övgüyle ilave ediyorlar . . . ·
Bu, benim bizzat şahit olduğum bir olay. Naklen anlatılan bir başka olayda ise, yine bir Ahıska Türkü'nün evinde ve yine bir başka imam ımızla yapılan sohbet sırasında, konu Ahıskalılara yapılan Rus mezalimi üzerinde dönerken, muhterem imamımız büyük bir patavatsızlık örneği vermek istercesine "Boşuna şikayetlenip durmayın Allah'a karşı bir kusurunuz olmasaydı bun lar başınıza gelmezdi. Allah'a kulluk görevinizi tam yapsaydınız, bu zulme uğramazdınız" deyiveriyor. Herhalde Stalin, uyguladığı zulüm için böyle bir yorum yapıldığını duysaydı, mezarında gülmekten kemikleri dağılırdı. Sadece TÜRK adını korumak uğruna bunca zulme uğrayan ve bunun karşılığında ise moralden başka hiç bir şey bekleme yen insanlara karşı böyle bir patavatsızlığın, nasıl bir kafa yapısından fışkırabileceğini anlamak mümkün değil. Bir başka üzücü olay, çok üst seviyedeki bir hükümeı yet kilimiz ile ilgili. Amacım şahısları eleştirmek değil, bir prensibi vur gulamak. Bu bakımdan isim vermek istemiyorum. Çünkü benim için bu noktada önemli olan şahısların adı değil, sergilenen davranışların Türkiye'ye verdiği zarardır. Sayın yetkilimiz, beraberindeki bir heyetle Kırgızistan'ın başşehri Bişkek'te. Akşam, Kırgızistan ve Türkiye heyetleri büyük bir yemekte bir araya geliyor. Yemek muhtelif masalarda gruplar halinde yeniyor. Türkiye'den giden herkesin, Türk Cu mhuriyet lerinde Ruslar tarafından yerleştirilmiş olan Votka ve Arak kültürüne karşı (dolayısıyla sarhoşluk ve ayyaşlığa karşı) sabırlı ve kibar bir mücadele vermesi gerekirken, bu sayın yetkilimiz içki 24
kadehlerini arka arkaya devirerek, kısa süre sonra mevkii ile asla bağdaşmayacak bir sarhoşluk rezaletinin içerisine düşüyor. Ama rezalet maalesef bu kadarla bitmiyor. Sayın yetkilimiz bir ara ta mamının Türkiye heyetinden m üteşekkil olduğunu zannettiği bir masaya sendeleyerek yanaşıp, orta yere; "Beyler, bu heriflerle
hiç bir halt olmaz, bu gece bir şeyler karalayın da sabahleyin im zalayıp, çekip gidelim. "
kabilinden bir cevheri salıveriyor.
Gerçi bu sözler asla Türkiye'nin yaklaşımını yansıtmıyor. Hatta bu sözlerin sahibinin dahi sfüim bir kafa ile böyle davranmaya cağından eminim. Bu sadece sarhoşluğun sebep olduğu bir ta lihsizlikten ibaret. Ama ne yazık ki aynı masada, Türkiye Türkçesini çok iyi konuşan ve anlayan bir Kırgız öğretim üyesi de, söz sahibine sırtı dönük olarak oturuyor. Ben bu olayı işte bu öğretim üyesinden, yerin dibine girerek dinledim. Bahse konu şahsın çok samimi bir Türkiye dostu olduğunu ve bu yolda çok önemli çabalar içerisinde bulunduğunu yakinen bilmesem, bir hainlik peşinde olduğuna hükmedebilirdim. Fakat, maalesef du rum böyle değil. Şu rezaleti düşünebiliyor musunuz? Türkiye' de, Asya Türk Cumhuriyetleriyle ilgili meselelerde çok samimi gayretler içerisinde olan pek çok kişi ve müesseseler var. Bunu biliyoruz. Ama, bazı hususların gerçekleştirilmesinde, bir takım pürüzler yüzünden gecikmeler olduğunu da biliyoruz. Ta bii ki bu gecikmeler Asya Türk Cumhuriyetlerindeki kardeşlerimizi de üzüyor. Bu gecikmelerin sebepleri üzerine çeşitli düşünceler üretiliyor ve izahlar bulunmaya çalışılıyor. Şimdi bu sayın yetki limizin, yukarıdaki talihsiz beyanı, Türkiye'nin taahhüdü altında olduğu halde gerçekleştirilemeyen diğer hususlar için müşterek bir izah gibi anlaşılsa, Türkiye bu kötü imajı nasıl düzeltebilir. Za vallı bir kişi, koskoca bir ülkeye bundan büyük bir zarar verebilir mi? Üstelik bahse konu yetkililer, kendi özel imkanlarına kalsa belki de asla gerçekleştiremeyecekleri bu seyahatlerini, kendi sine bunca zarar verdikleri devletin çok kıymetli bütçe imkanları ile yapmaktadırlar. Bu konuda başka benzer örneklere de rastladım. Ama, ver diğim örneklerin amacımı izahta yeterli olması sebebiyle, ucu şahıslara dokunan örneklere daha fazla girmek istemiyorum. Fa kat temel hususu tekrar ve ısrarla vurgulamak istiyorum ki; Türkiye'nin ve Türk Dünyasının yüksek menfaatleri açısından, Asya Türk Cumhuriyetlerine gönderilecek devlet görevlilerinin 25
seçiminde çok titiz davranılmalıdır. Hatta devletin, tesir edebile ceği özel sahalarda bile bu yönde bir tercihi olmalıdır. Öte yandan, bu Cumhuriyetlerde Türkiye Cumhuriyetini tem silen bulunan görevliler ve hatta T.C. pasaportu ile gelen her kes, buradaki durumunu ve neyi temsil ettiğini, her an çok iyi düşünmelidir. Bir Türk için, Meksika'da görev yapmak ile Kırgızistan'da görev yapmak arasındaki hayati fark asla dikkat ten uzak tutulmamalıdır. Bu farkı şu anda bütün dünya farkedi yor ve bu farktan şu anda bütün dünya ürküyor. Bu fark bütün ülkelerin hesaplarında yürekler yanarak dikkate alınıyor. Böyle bir ortamda, bu farkı dikkatten kaçıran yegane ülke biz olursak, sadece bize yazık olur.
26
Ü RET İ M DARBO GAZI Kırgızistan'da uzun yıllardan beri alışılagelmiş üretim iliş kilerinin aniden ters yüz olması ve üretim zincirinin kopması değil, adeta bu zincirin halkalarının dağılması sebebiyle, ciddi bo yutlarda bir üretim darboğazı yaşanıyor. Kırgızistan Devlet İsta tistik Enstitüsü verilerine göre; 1 992 yılında daha da şiddetli bir düşüş eğilimine giren sanayi üretimi, bu düşüşünü yıl sonuna ka dar sürdürmüş ve 1 992 yılı toplam sanayi üretiminin nakdi değeri 1 30 milyar Ruble olarak gerçekleşmiştir. Bu üretim değeri 1 991 yılı sanayi üretimi değerinin % 73,2 si seviyesindedir. Yani bir başka ifade ile 1 992 yılındaki sanayi üretimi, 1 991 yılına göre % 26,8 oranında düşüş göstermiştir. ·
Ülkedeki toplam 1 08 çeşit üretim dalının (35 çeşidi sanayi mal larında ve 60 çeşidi tüketim mallarında olmak üzere) 95'inde düşüş meydana gelmiş, sadece 13 çeşit üretim dalında 1 991 yılının üretim seviyesine ulaşılmış veya bu seviye aşılmıştır. Bazı örnek üretim dallarında 1 992 yılında, 1 991 yılına göre üretim düşüşü oranları şu şekilde gerçekleşmiştir. Doğal gaz istihsalinde Yalıtımsız Kablo üretiminde Elektrik enerjisi üretiminde Ham petrol istihsalinde Maden kömürü istihsalinde Traktör römorku üretiminde Kamyon üretimihde Büyük elektrikli aletlerde Metal kesim tezgahlarında Petrol tankları üretiminde Demir baskı makinalarında Sentrifüj pompaları üretiminde
1 2,9 1 4,0 1 5,6 20,8 38, 1 55,2 62,7 67,9 68,8 O/o 72,8 O/o 75,6 O/o 90,5
% % % % % % % % %
27
Ülkedeki sınai üretim sistemine halen hakim bulunan tekno lojilerin eskimişliği, üretim düşüşü için bir sebep teşkil etse bile, bu faktörü yukarıda zikredilen seviyedeki dramatik bir düşüş için tek başına yeterli sebep olarak değerlendirmek mümkün görülme mektedir. Ancak (eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetleri arasındaki ekonomik ilişkilerin, alışılagelmişin dışına çıkması sonucunda) bazı üretim materyallerinin temininde karşılaşılan güçlükler, üre timde eski teknoloji kullanılmaya devam edilmesiyle birleşince, yukarıda belirtilen büyük boyutlardaki üretim düşüşünün ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Aslında yukarıda bir istatistiki veri olarak rakamlandırılan çeşitli dallardaki üretim düşüşünün, gerçek hayatta yukarıda belirtilen rakamlar kadar büyük olmayabileceğini de belli ölçülerde göz den uzak tutmamak gerekir. Çünkü tüm üretim vasıtalarının dev lete ait olduğu ve üretimde sıkı bir devlet kontrolünün hüküm sürdüğü eski rejimden, ani bir liberizasyona geçiş döneminde, bazı kontrol boşluklarının doğmuş · olabileceğini ve bu kontrol boşluğunun bazı çevreler tarafından istismar edilmesi sonucunda, gerçekleşen fiili üretimden bir bölümünün kayıt dışında kalmış ola bileceği ihtimalini de hesaba dahil etmek gerekir. Ancak her halükarda 1 992 yılında ciddi boyutlarda üretim düşüşünün yaşan mış olduğu bir vakıadır. Ülke kalkınmasının tahakkuku için yerli kaynağa en fazla ih tiyaç duyulan ve buna rağmen yerli kaynakların da zaten sınırlı olduğu bir ülkede, mevcut potansiyelin bile yeterince kullanıla maması ve yapılması mümkün üretimlerde noksanlığa sebep olu narak, ekonomik kalkınmanın temel gereği olan yerli kaynak temininde zaafiyete düşülmesi, Kırgızistan'ın kalkınması önündeki en önemli engellerden birisini oluşturmaktadır. Bu bakımdan, Kırgızistan yönetimi önündeki en acil konu, yukarıda belirtilen üre tim düşüşü probleminin (en acil tedbirler en süratli şekilde yürürlüğe konularak) mümkün olan en kısa sürede çözüme kavuş turulmasıdır. 1 992 yılında yaşanan üretim düşüşünün 1 993 yılı nda da de vam etmesi halinde, hem bu problemin giderek kronikleşme ih timali artacaktır ve hem de kronikleşen üretim düşüşü yüzünden gündeme gelecek diğer ekonomik dengesizliklerin düzeltilmesi 28
zorlaşacaktır. Bu bakımdan, bir yandan üretimi artırıcı acil önlem ler süratle devreye sokulurken, diğer yandan da halen devlete ait tesislerdeki üretim prosedürünün çok sıkı bir oto-kontrol sis temine bağlanması ve böylelikle kamu aleyhine oluşabilecek bir takım üretim kaçaklarının m utlaka önüne geçilmesi zarureti ile karşı karşıya bulunulmaktadır. Neresinden bakılırsa bakılsın, diğer Orta Asya Cu mhuriyet leri gibi bir takım doğal yeraltı zenginliklerine sahip olmayan Kırgızistan'ın oldukça güç bir ekonomik mücadele sınavı vere ceği anlaşılmaktadır. Bu noktada, Kırgızistan'daki ilginç bir tes bitimi de belirtmeden geçemeyeceğim . " Bazen bir ülkeye verilen ba{Jımsızlığın, o ülke tarafından bilfiil kazanılan bağımsızlıktan daha müşkül bir durum yaratabileceği" gibi bir teori, Kırgızistan'da yaşananları bizzat görmeden önce önüme getirilseydi, bu teoriye asla inan mazdım. Ama burada gördüm ki , bu mümkün. Kırgızis tan bundan daha pahalı bir bağımsızlık faturası ile karşı karşıya kalamazdı. Yıllarca sürecek bir silahlı bağımsızlık mücadelesinin bile ülke ekonomisine açacağı yaralar bundan daha büyük ola mazdı. Bu mektupta konuyu fazla dağıtmamak için meseleyi dar bi r çerçevede ele alarak, problemin sadece sınai üretim darboğazı noktasında durmaya özen gösterdim. Halbuki bu üreti m düşüşü, Moskova güdümlü para politikaları sonucunda emisyon hacmi nin aynı yıl içersinde 1 5 kat artması ile birleşince Kırgızistan'da 1 992 yılı enflasyon oranı % 4758 (Yüzde dörtbinyediyüzellisekiz)'i buluyor ve böylesine düşük bir üretim ile yaratılan milli gel irden fert başına isabet eden ortalama yıllık gelir miktarı ise-27 (sadece yirmiyedi) ABD Doları civarında kalıyor. Türkiye'de fert başına düşen ortalama yıllık gelir bunun yaklaşık yüz katı seviyesinde olmasına rağmen, bizim haklı olarak bu gelir düzeyinden mem nuniyetsizliğimiz ve bu konuda Avrupa ülkeleri karşısı nda hisset tiğimiz üzüntü gözönünde bulundu rulacak olursa, Kırgızistan'daki durumun vahameti ve Kırgızistan'ın ekonomik bağımsızlık müca delesine hangi noktadan başladığı daha iyi anlaşılacaktır.
29
BAYRAK VE PARA 1 993 Şubat ayında Kırgızistan 'a vasıl olduktan sonra dikka timi çeken ilk önemli husus, Türkiye'de hazırlanarak gönderilen yeni Kırgızistan milli bayrakları icabeden her noktada geçmiş yıllara inat dalgalanırken, ülkede halen eski Sovyetler Birliği dö nemine ait üzeri Lenin portreleriyle bezeli Ruble'nin geçerli para birimi olarak yürürlükte bulunduğu idi. Tabii ki aynı para, yeni Bağımsız Devletler Topluluğu dahilindeki diğer cumhuriyetlerde de geçerliliğini devam ettirmekteydi. Söz konusu para Rusya Federasyonu merkezinde (Mosko va' da) basılarak, diğer cumhuriyetlerle birlikte Kırgızistan'a da gönderiliyordu. Rusya Federasyonundan göndernen bu paralar karşılığında Kırgızistan'ın borçlandırıldığı ve bu borcun da O/o 20'nin üzerindeki faiziyle birlikte Kırgızistan tarafından mal mu kabili olarak ödendiği ifade edilmekteydi. Ancak bu arada Rusya Federasyonu tarafından sadece kendi sınırları dahilinde geçerli olacak paraları belirlemek için, aynı pa ranın üzerindeki Lenin portresi kaldırılıp yerine başka bir amb lem basılmak suretiyle, kendisi açısından bir milli para yaratılması, önemli bir husus olarak dikkat çekmekteydi. Dünya Bankası ve Kırgızistan Devlet İ statistik Eı:ıstitüsü ve rilerine göre; 1 991 yılı son unda tedavüldeki para miktarı 1 milyar ruble iken, 1 992 yılı sonunda bu miktar 1 5,4 milyar Rubleye yükselmiş ve işin daha da kötüsü bu artışın önemli bir bölümü (4,8 milyar Ruble) 1 992 yılı Aralık ayı içerisinde gerçekleşmişti. Halbuki, dolaşımdaki para miktarının O/o 1 540 oranında arttığı aynı dönem (1 992 yılı) zarfında, Kırgızistan'ın sınai üretiminde bir ön ceki yıla oranla O/o 26,S' lik bir d üşüş meydana gelmişti ve ülkede halen yaşanmakta olan hiperenflasyon sürecinin, bahse konu para arzındaki süratli artış ile sınai üretimin dramatik d üşüşü arasındaki kabul edilemez çelişkiden kaynaklandığı anlaşılıyordu. 30
Çeşitli zeminlerde, merkezde basılarak gönderilen paralar karşılığında % 20'nin üzerinde faiz ödenmesi sebebiyle, zah metsiz ve çok düşük maliyetli bir işe karşılık, çok yüksek bir be del ödendiği şeklinde eleştirilere tanık oluyordum. Kırgız yetkililerin para sistemi ile ilgili olarak getirdikleri en yaygın eleştiri bundan ibaret olmasına rağmen, ekonomik bakımdan işin daha önemli yönü, bahse konu eleştirilerden çok başka bir noktada yat maktaydı. Bu nokta ise; ülke para bakımından Ruble sahasında kaldığı m üddet zarfında, para ile ilgili hiç bir konuda milli bir po litika oluşturulamayacağı ve temeli paraya dayanan hiç bir me selenin çözümünde kesin sonuç alıcı dahili tedbirlerin uygulanma imkanı bulunamayacağı idi. Çünkü; tedavüldeki para aynı olmasına rağmen; BDT ülke lerinin hepsinde uygulanan para politikaları tamamen aynı ola mayacağı için, ülkedeki para, dahili para politikalarının yanı sıra, Ruble sahasındaki diğer cumhuriyetl erin para politikalarından da etkilenmekten kurtulamayacaktı. Böyle bir para sistemi içersinde, mesela tasarrufların 2 puan daha fazla faiz verilen bir ülkeye yö nelmesine, ve kredilerin ise 3 puan daha az faizle kredi veren bir başka ülkeden temin edilmesi tercihine, böylelikle milli para sal mekanizmaların devre dışı kalmasına engel olma imkanı bu lunamazdı. Ayrıca, yukarıda da belirtildiği üzere, merkezde basılarak Kırgızistan'a gönderilen para, aynı zamanda Bağımsız Devletler Topluluğu'na üye diğer cumh uriyetlere de gönderilmekte ve aynı zamanda bu cumhuriyetlerde de piyasaya sürülmekteydi. Bahse konu Bağımsız Devletler Topluluğu'na dahil cumhuriyetler arasında henüz kesin anlamda bir sınır kontrolü gerçekleşmemiş olduğuna ve örneğin Alma - Ata ile Bişkek arasındaki her türlü seyahat, adeta aynı ülkenin iki ayrı şehri arasında yapılan bir se yahat gibi gerçekleştiğine göre, bütün bu ülkelerde geçerli olan aynı para biriminin cumhuriyetler arasındaki akışını kontrol et mek mümkün müydü? Böyle bir kontrol fiilen mümkün olmadığına göre, bir cumhuriyetin idare hesaplarında görülen para arzı mik tarına ait rakamlara tam o larak güvenilebilir miydi? Ve nihayet Kırgızistan'da yaşanan hiperenflasyonun ne kadarlık bölümünün hesap dışı olarak diğer cumhuriyetlerden akan paralara dayandığı belirlenebilir miydi? 31
İ şte bu sorulara mevcut sistem içersinde verilebilecek tek makul cevap "Hayır" olduğu için, Kırgızistan'da derhal milli bir para birimi oluşturularak uygulamaya konulmasında kesin zaru ret görülüyordu. Yeni para sistemine geçişte daha fazla gecik menin, paraya dayalı bir çok ekonomik problemin çözümlenme sinde de gecikmeler şeklinde ülke hayatına yansıması kaçınılmaz olduğundan, Kırgızistan'a ait bir milli para biriminin bir an önce belirlenerek ülkenin ekonomik hayatına sokulması gerekiyordu. Bana göre; bu ülke halkının R usya'nın Ruble sahası dışına çıka rak milli bir para birimine kavuşması, milli bir bayrak altında yaşaması kadar önemli idi. Bütün bu fikirlerimizi başta sayın Cumhurbaşkanı Askar Aka yev olmak üzere, ülkenin konu ile i lgili yetkililerine ısrarla izah ettik. Sayın Cumhurbaşkanına arzettiğimiz yazılı raporlarda bu konuya özel bir önem verdiğimizi ısrarla vurguladık. Aslında sayın Cumhurbaşkanı da bu konuda pozitif bir eğilim içersindeydi. Ama O, bu konuda belirli bir muhalefetin varlığını asla göz ardı ede meyecek bir mevkiide bulunuyordu. Nitekim ülkedeki diğer yet kil iler de bu konuda, diğer cumhuriyetlerden ve Rusya Fed� rasyonu' ndan gelebilecek bir tepkinin tedirginliğini yaşıyor lardı. Ancak, Kırgızistan yöneti mi ve Parlamentosu bu riski omuz layarak tarihi bir karar verdi ve çok hızlı bir organizasyon sonu cunda 1 1 Mayıs 1 993 günü Kırgızistan milli parasını "SOM" adı ile piyasaya sürüp, 1 4 Mayıs 1 993 akşamından itibaren de Rus Rublesini tamamiyle tedavülden kaldırdı. Değişim süresinin 4 gün gibi çok kısa bir zaman i le sınırlanma sebebi; bu süre zarfında sınırlarda çok sıkı bir kontrol tesis edilerek, daha uzun bir değişim sürec inde diğer cumhuriyetlerden SOM ile değiştirilmek üzere Kırgızistan'a sızması muhtemel kara paraların tahrip edici etki sinden kurtulmaktı. Kırgızistan bunu başardı. Ü stelik gerek değişim süresinin çok kısa olması ve gerekse bazı mu haliflerin iradi olarak değişime sokmamaları sebebiyle 1 5 Mayıs akşamı elde kalan Kırgızistan kaynaklı rubleler 1 6 Mayıs'tan itibaren diğer cumhuriyetlere sızdı. Gerçi bu, başta Rusya Federasyonu olmak üzere bazı BDT ülkelerinin tepkilerine sebep oldu ama Kırgızis tan hedefi vurmuştu. 32
su·oıayın üzerinden daha 3 ay bile geçmeden, bugün Rusya Federasyonu da mevcut parasını tedavülden kaldırarak yeni bir paraya geçme noktasına gelmiş bulunuyor. Şüphesiz ki daha önce atak davranarak milli para sistemini kurmuş bulunan Kırgızistan Cumhuriyeti, bu gelişme sebebiyle olumsuz bir etki nin muhatabı olmayacak, fakat Ruble sistemi içerisinden çıkmamış olan diğer cumhuriyetler ne yazıkki Rusya Federasyo nuna bağımlılığın sıkıntılarını bir kez daha yaşamak zorunda ka lacaklar. Kırgızistan'daki bu başarılı para operasyonunu, bürokrasi ha yatımın en güzel anılarından birisi olarak hiç unutmayacağım. Ama bu konuyla ilgili olarak hiç u nutmayacağım bir de acı nokta var. Piyasaya sürülecek yeni paranın basımı için Türkiye Cum huriyeti M erkez Bankasına mü racaat eden Kırgızistan Cumhuriyeti'ne, maalesef pari:J baskı makinalarında boş zamanın olmadığı gerekçesi ile olumsuz cevap verildi ve Kırgızistan yeni milli parasını apar topar Londra'da bastırmak zorunda kaldı. Anlaşılıyordu ki; biz ferden nasıl düşünürsek düşünelim, devlet olarak henüz bir başka devletin (özellikle bir Türk Cumhuriyeti nin) milli parasını basmaktaki şerefi ve büyüklüğü hazmedecek seviyeye, bu şerefi ve büyüklüğü bir başka ülkeye kaptırmama mücadelesi bilincine ulaşamamıştık.
33
FIKRALARIN DİLİ -
1
-
Bugün değişik bir şey yapacak ve sizlere bazı fıkralar nak ledeceğim. Fakat bu fıkraların hepsinin müşterek bir yanı olacak. Bunlar eski Sovyetler Birliği halkı arasında yaygın bir şekilde an latılan fıkralardan derlenmlştir. Aşağıdaki fıkraları okurken, belki biraz tebessüm arasında, Sovyetler Birliği halkının, içerisinde yaşadığı rejimi nasıl gördüğü ve nasıl hicvettiğine değişik bir açıdan tanık olacaksınız. * *
*
" Bir ayağımızı sosyallzme sıkıca bastık, diğerini de komünizme geçmek üzere kaldırdık" diye anlatıyormuş parti yö neticisi. İhtiyar bir kadın dayanamamış, sormuş : " Böyle tek ayak üstünde daha çok bekleyecek miyiz?" *
Bir sosyalist, bir komünist ve bir kapitalist, ertesi gün buluşmak üzere sözleşmişler. Sosyalist buluşma yerine geç gelmiş, "Gecikmemi bağışlayın sucuk kuyruğundaydım." "Kuyruk ne demek?" diye sormuş kapitalist. Komünist ise "Bir dakika" demiş, "Sucuk ne demek?" * *
*
"Doğru mu? Komünizmde bütün siparişler telefonla yapıla cakmış?" "Doğru . . . Ama dağıtım da televizyondan olacakmış." * *
*
"Komünizm İsveç'te uygulanabilir mi?" " Uygulanabilir, ama yazık olur." * *
34
*
Brejnev Papaya sormuş : "Niçin insanlar katolik cennetine inanıyorlar da, Komünizm cennetine inanmayı reddediyorlar?" Papa cevaplamış : "Çünkü biz, bizim cenneti göstermiyoruz." *
*
*
"Matematik ile bilimsel komünizm arasında ne fark vardır?" "Matematikte bir şeyler verilir, neticenin ispatlanması iste nir. Bilimsel komünizmde her şey önceden ispatlanır, bir şey ve rilmez." *
*
*
" Komünizmde para olacak m ı?" "Yugoslav revizyonlstlerlnln ileri sürdü{lü iddialara göre ola cak. Çinli dogmatiklerin sôyledlQlne göre olmayacak. Biz soruna diyalektik açıdan yaklaşıyoruz : Kiminin olacak, kiminin olmaya cak." *
*
*
"Niye Lenin potin giyiyordu da Stalin çizme?" "Çünkü Lenin zamanında Rusya' da çamur ayak bileQine ka dardı." *
*
*
Cehennemde rehbere sormuşlar : "Niye H itler boğazına kadar batmış da, Stalin beline kadar?" "Çünkü Stalin, Lenin'ln omuzlarına çıkmış." *
*
*
" Moskova'dakl ollmplyat köyünün duvarlan mikrobetondan yapılmış. Acaba m ikrobeton yeni bir inşaat malzemesi midir?" " Evet, M ikrobeton O/o 1 0 beton ve O/o 90 mikrofon karışımı bir maddedir.'' *
*
*
"Bizim Başkan insanları içki içmekten vazgeçirdi" diye iddia ediyormuş Amerikalı. "Sen onu boş ver" demiş Rus, "Bizim Stalin insanları ye mek yemekten vazgeçirdi. " *
*
*
35
" Değişik uluslara göre en önemli sır nedir?" " Fransa'da bir fabrikada çalışanlar, başka fabrikada ne yapıldığını bilemezlermiş. İ ngiltere'de bir laboratuvardakiler, komşu laboratuvarda yapılanları bi lemezmiş. Amerika'da bir masada çalışan, yan masada ne yapıldığını bilemezmiş. Sovyetler Birliğinde ise çalışanlar ne iş yaptığını bilemiyor larmış. ' ' .. ..
..
"Bu yıl hasat nasıl olacak?" "Orta : Geçen yıldan kötü, gelecek yıldan iyi." .. ..
...
" Rusya' da bir kadının aldığı ücretle giyinmesi, üzerine elbise alması mümkün mü?" "Bir şartla mümkün, Peşin paraya soyunur, krediyle giyinirse." .. ..
..
Japon uzman Moskova'da Büyük Tiyatronu n yanındaki Mer kez Mağazasını gezmiş ve raporunu vermiş. "Mağazada 50 kişi çalıştırmanın anlamı yok. İ ki kişi ile bu mağaza işletilebilir." Merak etmişler iki kişinin ne yapacağını. Japon anlatmış : " Birinci adamı mağazanın gi i"işine yerleştiririm. İ çeri girmek isteyenler olduğunda, onları uyarır, ' mağazaya boşa girmeyin, içeride birşey yok' diye. Ama inanmayanlar olacak, bazıları yine de mağazaya girecektir. İ kinci adam da mağazanın çıkışında duracak, 'Salaklar biz size söylemedik mi, mağazada birşey olmadığını' diyecek . .. ..
..
Yahudinin biri, İ srail'e göç etmek istediğini söyleyip, sebep lerini sıralamış :
36
"Birinci sebep, komşum her gün bana - (yağlı surat, hele bir Sovyet iktidarı gitsin, sen görürsün gününü, seni keseceğim) diyor." Din leyenler Yahudiyi cesaretlendirmek istemişler. " Niye korkuyorsun? Sovyet iktidarı hiçbir zaman gitmeyecek, kaygılanma" Yahudinin cevabı : " İ şte, işte bu da bir başka sebep ya . . . " * *
*
İ ki Afrikalı kabile birleşmiş, üçüncü kabileye savaş açmışlar. Sonra da üçüncü kabileyi yenip, şeflerini tutsak almışlar. Ateşte bir güzel kızartıp, başlamışlar yemeye . . . şeflerden birisi demiş ki : " Eti hiç te lezzetli değilmiş." Öteki itiraz etmiş : "O kadar da değil, Moskova'da Arbat Restoran 'da yediğimiz etten daha lezzetli." * *
*
Mısır'daki tarihi kazılar sırasında bir sanduka içerisinde bir mumya bulunmuş. Eksperler bir türlü mumyanın kime ait ol duğunu bilememiş_l er. Sonunda üç Sovyet uzmanı çağrılmış. Uz manlar kolları sıvayıp işe koyulmadan önce odanın hemen boşaltılmasını istemişler. Bir süre sonra da alınlarındaki terleri si lerek dışarı çıkmışlar : "23. Amin hatep" "Nasıl anladınız?" "Bizzat itiraf etti köpoğlu." * *
*
37
PARÇADAN B ÜT Ü NE Türkiye'nin Asya Türk Cumhuriyetleri için yüklendiği maddi külfetlerin gerçekten öz kaynaklarımıza göre azımsanmayacak boyutlarda olduğunu biliyoruz. Bunların alt alta listesini yapmaya kalksak, kalın bir cilt kitap ortaya çıkar. Ben bunların tamam!nı bir tarafa bırakıyorum. Bu cumhuriyetlerden getirilerek Türkiye'de okutulmaya başlanmış olan on bin öğrenci projesi bi\e tek başına Türkiye'yi zorlayacak bir külfettir. Düşününüz ki tam on bin genç insana Türkiye Cumhuriyeti tarafından en kısası beş yıl devam etmek üzere yatacak yer, okuyacak okul, okutacak hoca ve tah siliyle ilgili her türlü kırtasiye temin edilecek ve ayrıca her bir öğrencinin cebine her ay bir milyon liranın üzerinde harçlık ko nulacak. Bu asla azımsanmayacak bir fedak4rlıktır. Ancak, meseleler sadece para harcamakla hallolmuyor ve hala Türkiye'nin Asya Türk Cumhuriyetleriyle ilgili politikalarında bütünü itibariyle bir aksaklık var. Fakat yukarıda arzettiğim gibi, önemli bir finans desteğini ihtiva eden bütüne (ve sadece üstle nilen finansman külfeti açısından) bakılınca, aksaklığın sebebini tesbit mümkün olmuyor. Çünkü aksaklığın sebebi ayrıntılarda, parçalarda ve tekemmül etmemiş beyinlerde yatıyor. Aksayan parçaların oluşturduğu bütün ise mukadder olarak aksaklıktan kur tulamıyor. Şimdi bu aksayan parçalardan canlı ve çarpıcı bir örneğe bir likte eğilelim. Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan Türk Dünyası Dergisinin Kasım 1 992 sayısında Asya Türk Cumhuriyetlerinde açılacak kültür müşavirlikleri ile ilgili olarak Kültür Bakanı Fikri Sağlar ile yapılan bir mülakat yayınlandı. Sayın Bakan bu mülakatında aynen şunları söylüyor; "Biz Türk Cumhuriyetlerinde kültür müşa virlikleri kurmak isti yoruz özellikle. Çünkü biliyoruz ki; bağımsızlığmı kazanmış olan Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan insan lanmız ortak köken, dil, din birliği içinde bin yıl öncesinden bugüne
38
ayrı yaşamakta/ar. Aradan uzun bir zaman geçtikten s onra bir araya gelmelerinde ise en önemli unsurun kültürel, sanatsaN/işkiler faaliyetler oldu{Ju biliniyor. Ayrıca ortak kültürden hareket eden bu toplumlarm, kültür ilişkilerinin yo{Jun/aşması, karşılıklı iyi köprülerin kurulması ile ola naklı. İşte köprülerin en önemli aya{Jı da bu ülkelerde açılacak kültür müşavirlik/eridir. "
Bu sözlere kim karşı durabilir? Ne kadar doğru , ne kadar gerçeğe uygun sözler değil mi? Ama biraz sonra sayın Bakanın söyledikleri i le yaptıklarının birbirine ne kadar uyduğunu hep bir likte göreceğiz. Kültür Bakanı devam ediyor; "Bu
düşünceyle
kültür
müşavirliklerinin
kurulması
do{Jrultusunda bir çaltşma başlattık. Bakanlar Kurulu Kararı
ile
çaltşmalar hızlandı. Çaltşmalarımızm daha verimli olması için bu ülkelere ve onlarla kültürel işbirli{Jine verdi{Jimiz önemden kaynak lanarak bir grup üst yönetici arkadaş/arımızm, yani en üst düzey deki insanların görüşme ve orada yapacakları çaltşmaların sonuç /arma başvurmak istedik. Ama nitekim söyledikleri ile kimliklerinin arasmda farklıltk olan kişiler kendilerini açı{Ja. çıkardılar. Ve o yer lere gitmemekte direndiler. "
Kültür Bakanı bu noktada asıl m ülakat konusundan ayrılarak, ifade etmekte ziyadesiyle heveskar göründüğü bir hususa atlıyor. Sayın Bakanın "O yerlere gitmemekte direnen, böylece söyle dikleri ile kimliği arasındaki farklılığı ortaya çıkan kişiler" ile ilgili son sözleri bu husustaki gerçekleri bilmeyenler için kimbilir ne kadar çarpıcı gelmiştir. Halbuki gerçek şu; Sayın Bakan kendince çok önemli gördüğü Bakanl ıktaki Müsteşar Yardımcılığı ve Ge nel Müdürlük gibi bazı kadroları boşaltmak için, bu makam ları işgal eden kişileri gerçekte hiç bir ehemmiyet atfetmediği Asya Türk Cumhuriyetlerine (hem de bir sıcak savaşın içerisinde bu lunan Tacikistan'dan başlayarak) adeta sürercesine tayin etmek istemiş, fakat bunlardan artık emekliliğini doldurmuş olan bazıları anılan tayine gitmemişlerdi. Kültür Bakanı burada "Türk Dünyasına ilgi duyan birilerini tayin etmiş de, onlar bu tayine git39
memiş" izlenimi yaratarak gerçekleri çarpıtıyor. Aslında o şahısları değil, belirli bir fikri mahkum etme isterisi ile politika yapıyor. Hal buki söz konusu tayinler içerisinde Bakan'ın ima ettiği fikre men sup tek kişi bile yoktu. M ülakatın devam eden bölümünde Bakan'a şöyle bir soru yö neltiliyor; "Açılacak kültür müşavirliklerinde genel kültür politikasına ve kültürel programın gelişimine bilimsel - kültürel - tarihsel ve ileriye dönük katkı sağlayacak en üst düzeyden alt kadrolara kadar is tihdam edilmesi düşünülen kültür personelinin özellikleri konusunda bir çalışma yapıldı mı ? ya da yapılmakta mı ? "
Kültür Bakanı 'nın bu soruya cevabı ise şöyle; "Evet çok önemli. Bakanlıkça böyle bir alt yapının oluştu rulması doğrultusunda ciddi bir çalışma var. Kültür Bakanlığın da, kültürel işbirliği çerçevesine girecek olan bakanlık eleman konusunda, kadroların da bu konuda yetişkin olması gerekiyor. (İfade bozukluğu söyleyene ait olup, anılan dergiden aynen alınmıştır) Biz genel anlamdaki yetişkinlikten başka, bir de uz manlık alanları isteyen konular için de ayrı çalışmalar yapıyo ruz. ' '
Kültür Bakanlığı'nın yayınladığı dergide, aynı bakanlığın bir daire başkanı tarafından sorulan soruya, Kültür Bakanı'nın ver diği şu cevap ne güzel değil mi? Sayın Bakan; "Türk Cumhu riyetlerine atanacak kültür m üşavirleri konusunda ciddi bir çalışmaları olduğunu, buralara atanacak elemanların bu konuda yetişkin olması gerektiğini" söylüyor. Hatta daha da ileri giderek "uzmanlı k gerektiren konular iı:in ise en uzman kişileri görevlen direceğini" ifade ediyor. Şimdi gelelim gerçeklere; Yukarıdaki sözlerin sahibi Kültür Ba kanı, bu mülakatından 3 ay sonra, yine yukarıda iddia ettiği çalışmalarını galiba tamamlayarak Kırgızistan'ın başşehri Bişkek'e bir kültür müşaviri tayin ediyor. 1 990-1 991 yıllarında Bakan Danışmanlığı yaptığım Kültür Bakanlığından bu simayı hiç hatırlamıyorum . Halbuki bu tür dış tayinlere genel olarak ba kanlıkların temayüz etmiş belirli elemanlarının gönderildiğini de 40
biliyorum. Biraz sohbet edince bu kültür müşavirinin, Kültür Ba kanlığının dahili yapısına ve hizmet birimlerine dair hiç bir ma lumatının olmadığını farkediyoru m. Nihayet sohbet biraz ilerleyince Ankara'da Kültür Bakanlığı'nın yerini dahi bilmediğini kendisi ifade ediyor. Peki nasıl yapılıyor bu-tayin? İ lgili kişi PTT İ daresinde elektrik mühendisi olarak çalışıyorken, kağıt üzerinde Kültür Bakanlığına alınıyor ve Bişkek Kültür Müşavi rliğ fne tayin ediliyor. (Demek ki Kırgızistan'la kültürel ilişkilerimizde elektrikle ilgili uzmanlık icabettiren bizim bilmediğimiz bazı ayrıntılar var) Peki PTT İ daresinden alınarak bu tayine konu olmayı gerekli kılan sebep ne? i şte orası mühim. Çünkü bu kişi sayın Bakanın hemşehrisi. Sohbet sırasında, isteseydi Paris'e de tayin edile bileceğini, fakat kendisinin burayı tercih ettiğini öğreniyorum. İ lginç. Peki bu tercihin sebebi ne ola ki? İ lk anda Kırgızistan Av rupaya göre daha ucuz bir ülke olduğu için, fazla para biriktirme arzusu zannediyorum. Fakat aldığım cevap biraz şaşırtıcı. Çocuk larının iyi bir Rusça eğitim i alması için burayı tercih etmiş. Bu tayinin üzerinden 6 ay geçti. Bişkek'teki Kültür Müşaviri ile ne Bişkek Büyükelçisinin bir ilişkisi var, ne �e Kültür Ba kanlığının. Nasıl olsun ki? Kültür Bakanlığı bu arada Aziz Nesin'e Sivas'ta " Dinsizlik" üzerine konferans verdirip, bir takım din teşhircileri ve din zebanilerinin galeyanına çanak tutmakla meşguldü. İ şte parçalardaki yanl ışlığa tipik bir örnek. Böylesi parçalar dan oluşan bütün nasıl aksamasın. İ şte böylesi yanlış parçalar dan oluşan bütün, Asya Türk Cumhuriyetleri için Türkiye'nin gücü üzerine çıkarak üstlendiği kü lfetleri heba �diyor. Bu örnek ile bir� likte, Sayın Namık Kemal Zeybek' in Kültür Bakanlığı döneminde bu cumhuriyetler için düşünülen kültür müşavirlerirıi hatırladıkça, samimiyet ile samimiyetsizliğin farkını daha iyi görüyorum. Not : Bişkek Büyükelçili{linin sınırlı sayıdaki personeli arasında "Kültür Müşaviri" ile de "Merhaba"mız ve "bir fincan kahve" içmişli{limiz oldu{lu için, yu· karıdaki satırların yazılması bize sıkıntı verdi. Fakat sayın Kültür Müşaviri bilmeli ki; bu satırlar ile kınanan kişi kendisi de{ıildir. Çünkü O'nun yerinde ve O'nun durumunda kim olsa, böyle bir tayini isterdi. Bu yazının muhatabı sadece Kültür Bakanı Fikri Sa{llar'dır. Türk Devleti 'nin ve Milleti'nin istikbaline zarar vermekle tatmin olmayıp, bu istikbal için çalışanları da mahkum etmek isteyen Fikri SaOlar.
41
ATATÜ RK'E ÖZLEM 1 980'1i yılların ikinci yarısında eski Sovyetler Birliğinde başlayan çözülme ve bu çözülme sonucunda 1 990'1ı yılların başında Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarına kavuş maları konusunda Türkiye'de pek çok şey yazılm ış, pek çok şey söylenmiştir. Ancak bunların içerisinde "Türkiye'nin bu gelişmelere hazırlıksız yakalandığı" şeklindeki yaygın iddia, şahsen benim sinirlerimi tahrip etme sıralamasında birinciliği işgal ediyor. Bu iddianın sinir sistemi m üzerindeki olumsuz etkisi ise zannedileceği gibi söz konusu iddianın asılsız oluşundan değil , maalesef koskoca bir acı gerçek olarak karşım ızda d urmasından kaynaklanıyor. Hafızaları mızı şöyle bir tazeleyelim; Hadiseler nasıl gelişmiştir de, Türkiye böyle bir olgu karşısında hazırlıksız yakalanma du rumuna düşmüştür. Asya Türk Cumhuriyetleri, büyük bir gizlilik içerisinde antlaşmaya varmak suretiyle bir gece yarısından sonra isyan başlatıp, e rtesi gün de bağımsızlıklarını ilan mı etmişlerdir? Hayır, bunun asla böyle olmadığını, Asya Türk Cumhuriyetleri nin bağımsızlıklarına (öyle günlere veya aylara değil) çok uzun yıllara sirayet eden gelişmeler sonucunda kavuştuğunu hepimiz gayet iyi biliyoruz. Gören gözler, işiten kulaklar· ve d üşünen bir beynin aynı ka fada birleştiği insanlar için bu süreç 1 985'den de ö nce başlamıştı. Ama 1 985 yılında Gorbaçov'un iktidarı ele almasından sonra gelişmeye başlayan olaylar ile hızlı bir ivme kazanan ve daha 1 990'1ı yıllara girilmeden Baltık Cumhuriyetlerinin uzun süren mücadelelere dayalı olarak bağımsızlıklarını adeta söke söke al malarıyla artık aşikara çıkan bu durumu yorumlamak için ne gö ren göze, ne işiten kulağa ve ne de çok ince düşünen bir beyine ihtiyaç kalmıştı. Peki Türkiye bütün bunlara rağ men niçin böyle bir sonuca hazırlıksız yakalanmıştı? Müteakip yıllarda Asya Türk Cumhuri yetlerinin bağımsızlıklarına kavuşacaklarını anlamak için acaba
42
başkaca nasıl gelişmeler yaşan malıydı? Tabii ki başkaca hiç bir gelişmenin yaşanması gerekmezdi. Çünkü Türk Cu mhuriyetle rinin bağımsızlığına kavuşması yolunda yaşanması lazım gelen gelişmeler hatta biraz da fazlasıyla yaşanmış ve sonuçta bu cum huriyetlere bağımsızlıkları neredeyse zorla veri) miştir. Kendisinden bir diplomasi dehası beklenmeyen sade va tandaş bile 1 985-1 986 yıllarından itibaren eski Sovyetler Birliğinin ulaşacağı bugünkü mukadder noktayı görüyordu. Baltık Cumhu riyetlerinin bağımsızlıklarını almalarından sonra ise Türk Cum huriyetlerinin özgürlüğü artık kaçınılmaz hale gelmişti. Buna rağmen Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlık prosedürü 1 991 yılı sonlarında tamamlandı. Türkiye 6 yılda yapamadığı bu hazırlık için acaba ne kadar süreye ihtiyaç duyuyordu? 20 yıl mı?, 40 yıl mı?, yoksa 60 yıl mı? Eğer 60 yıla ihtiyaç duyuluyor idiyse hiç me sele yok. Bakınız bundan tam 60 yıl önce Büyük Atatürk, Cumhuriye tin onuncu yılı münasebetiyle verdiği nutukta ne diyor; "Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, mütte fikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya - Macaris tan gibi, parça/anabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. . . . . . Bizim bu dostu muzun idaresinde dili f?ir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür . . . inanç bir köprüdür. . . tarih bir köprüdür. . . Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Asya Türklüğü'nün) bize yak/aşmasını bekleyemeyiz. yaklaşmamız gerekli. . .
Bizim onlara
"
Şayet O'nun çok zor şartlar altında kurduğu körpe Türkiye Cumhuriyeti'ne birazcık rahat nefes aldı rmak için, mal um diplo masi dehasıyla ileri sürdüğü "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesine, hiç bir olayı kendi gerçekleri dahilinde değerlendirmeksizin ve
43
adeta milli onurumuzu yerlerde sururcesine gösterdiğimiz anlaşılmaz bağlılığın sadece onda birini Asya Türklüğü için zik rettiği hedefler doğrultusunda gösterebilseydik, Türkiye'nin bu gelişmelere hazırlıksız yakalanması söz konusu olmazdı. Şayet Atatürkçülüğü, sadece 10 Kasım larda ağlaşmak ve 1 9 Mayıslarda baldır-bacak ortalığa dökülmekten ibaret addetme yip, gerçek Atatürkçülüğün O'nun gösterdiği ilke ve hedeflere bağlılık olduğunu anlayabilseydik, bugün Asya Türk Cumhuriyet lerinin 1 991 yılında elde ettiği bağımsızlığa hazırlıksız yaka landığımız şeklindeki bir utancı itiraf etmek durumuna düşmezdik. Tabii ki bu utancın sadece son 3-5 yıldaki ihmalimize fatura edilmemesi gerekir. Çünkü büyük önder bundan 60 yıl önce; "Bizim Sovyetler Birliği idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak
diyor. Ü stelik Atatürk bu hedefi Türkiye Cumhuriyeti'nin henüz çok zayıf ve Sovyetler Birliği'nin ise gücünün zirvesinde olduğu bir dönemde gösteriyordu . Çünkü O, Türklerin atası idi ve O'na laf olsun diye Atatürk denilmemişti. Devlet adamı idi ve kendi devletinin politikalarını belirliyordu. Kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin bugün ancak başka devletlerce belirlenen poli tikaların aktörlüğüne yarıştığını ve kendisinin doğrudan yapması gereken bir takım uluslararası atakları çaresizce başka ülkeler den beklediğini görseydi , herhalde bu defa da kahrından ölürdü. . Bu vesile ile O'nun aziz hatırası önünde saygıyla eğilirken, yüreğim Türk Dış Politikasında O'nun ilke ve prensiplerine da yalı tavırların özlemiyle yanıyor. Ayrıca şunu da ilave etmek is tiyorum ki; bu süreç daha çok zaman alacaktır. Bedbinliğe düşmenin manası yok. Türkiye'nin hala bu konuda pek çok hazırlık yapmak ve pek çok iş sonuçlandırmak için yeterince za manı var. Bunu böyle söylerken Türkiye'nin Asya Türk Cumhu riyetleri için hiç bir şey yapmadığı da zannedilmesin. Türkiye bu konuda pek çok şey yapıyor. Belki daha doğru bir ifade ile bu ko� nuda pek çok külfet yükleniyor. Ancak uluslararası diplomasi alanında bunun sonuçlarını almakta ciddi bir zaafiyeti var ve bu husus daha tafsilatlı ayrı bir yazı konusu olsa gerek. lazımdır."
44
UNUTULMAYACAK ANILAR -
1
-
Kırgızistan'daki yaşantımdan geriye pek çok unutulmayacak anılar kalıyor. Bunları zaman zaman sizlere de nakletmek isti yorum. Bu konudaki ilk mektubumda sadece 7-9 N isan 1 993 ta rihlerinde rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut ôzal'ın Kırgızis tan'a yaptıQı resmi seyahatle ilgili anılara yer vereceQim. 1 993 Ocak ayında Sayın Başbakan (Süleyman Demirel) ta rafından Kırgızistan Cumhurbaşkanı MüşavirliQi için görevlendi rildiQimde, önce bu görevim konusunda rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Ö zal'a da biigi vermem gerektiQini d üşünmüştü m. ÇünkC sadece hükümet açısından deQil, aynı zamanda devlet açısından da önem arzeden böyle bir görevlendirmeyi sayın Cumhurbaşka nı'nın bilmesinde fayda olacaQını kabul ediyordum. Fakat bana bu görevi tevdi eden dönemin Başbakanı ile Cumhurbaşkanı arasındaki yetki tartışması, bu bilgilendirme ko nusunda beni zor duruma d üşürüyordu. Her ikisi arasındaki bu olumsuz ilişkiyi bildiQim halde, doQrudan Cumhurbaşkanı ile te mas kurarak ona bilgi vermemin, bana bu görevi veren Başbakan nezdinde pek nAzik bir davranış olarak yorum bulmayacaQı fikri beni rahatsız ediyordu. Ancak, Sayın Cumhurbaşkanı mutlaka bir başka kaynaktan bu görevlendirmeyi öQrenecek ve bu da benim için pek hoş bir görüntü oluşturmayacaktı. Sonuçta bir polemiQe vesile olmamak için, işi tabii seyrine bırakıp, sayın Cumhurbaşkanına bilgi ver meksizin (yüreQimde bu konudaki burukluk ile) Kırgızistan'a ha reket ettim. Bürokrasinin normal icabı bu idi. Kendimi bir sıkıntıdan kurtarmak için başkalarını sıkıntıya sokamazdım. Ama, doQrusu o zaman, sayın Cumhurbaşkanının bu olayı öQrendiQi anın bana böylesine büyük bir sıkıntı yaşatacaQını ve bu sıkıntıyı o anda ken disinin önünde yaşayacaQımı düşünmemiştim.
45
7 Nisan 1 993 günü rahmetli Cumhurbaşkanımız Bişkek Ma nas Havaalanına indi. Karşılama protokolünde Kırgızistan Bakan lar Kurulu üyelerinden hemen sonra yer alıyordum ve Askar Akayev rahmetli Cumhurbaşkanımıza kabine üyelerini tek tek tanıtarak birlikte ilerliyorlardı. Sayın Özal, daha bir önceki kişinin elini bırakırken beni gördü ve Akayev'in tanıtmasına fırsat ver meden bariz bir şaşkınlık içersinde "Benim burada ne yaptığımı" sordu. O güne kadar karşılaştığım en zor soru idi ve cevabını bil diği bir sorunun insana bu kadar zor geleceğini asla düşünemezdim. Hiçbir şeyden haberi olmayan Akayev beni tanını, görevimi söyledi. Rahmetli Cumhurbaşkanı'nın çok bozulduğunu hissettim. Anında yüzüne hiç unutamıyacağım kızgın bir ifade yerleşti. Fevkalade üzgündüm ama yapabileceğim hiç birşey yoktu.
Bu sıkıntılı karşılaşmanın ardından, öğleden sonra iki ülke heyetleri arasında yapılacak resmi delegasyon görüşmeleri be nim için hoş bir sürprize gebe idi. İki Cumhurbaşkanı beraber lerinde 1 0-1 5 kişilik heyetlerle, uzun bir oval masada karşı lıklı yerleriı ıi alarak görüşmelere başlamışlardı. Ben tabii olarak, müşavirliği ile görevli bulunduğum Askar Akayev'in yanındaydım. Aniden Türkiye delegasyonu arasında gördüğüm genç bir tanıdık sima çok hoş bir duygu ile sarsılmama vesile oldu. Masanın karşı tarafında bir başka Sivas'lı daha oturuyordu. Türki ye Cumhurbaşkanı'nın müşaviri hemşehrimiz Ahmet Söyle mezoğlu. Anayurttan binlerce kilometre uzakta, Atayurdunda bir masanın iki yanında iki Türk devletinin Cumhurbaşkanları ve her ikisinin yanında da birer Sivas'lı müşavir. Tarifi imka.nsız bir haz duydum. Her ikimizin de Türkiye heyetinde olmamız bu hazza noksanlık verirdi. Görüşmelerin lezzeti benim için katmerlen mişti. Aynı gün sayın Cumhurbaşkanımız Büyükelçiliğimizi ziyaret edecekti ve Kırgızistan' da yaşayan Ahıska Türkleri Büyükelçiliğin önünde rahmetli Cumhurbaşkanımız için bir kurbanlık koç hazırlamışlardı. Bir ara Ahıskalıların aksakalı 90'1ık Habib Dede'nln kalabalığı yararak bana doğru geldiğini gördüm. Ağlıyordu ve perişan görünüyordu. İlk anda bunun heyecandan mı, yoksa bir 46
başka fevkalade halden dolayı mı olduğunu tam kestiremedim. Bana ulaşır ulaşmaz ellerime sarıldı ve o güzelim şivesiyle; "Gözüne gurban olduğum Feyzullah Beg, olur mu bele şey,
Gırgızlar bizim gurbanımızı kestirmirler. Bizim misafirimize gurban kesmek başgasına düşmez, bu bize hagarettir, deyirler. Şimdi ben ney/iyem. "
dedi.
Ahıska Türklerini, Kırgızlara " Başkası" olarak öğreten tarihe la.net ettim. Konu çok basit idi, ama durum da çok hassasdı. Dört yıl önce Özbekistan'da Ahıska Türklerine yapılan mezalimi hatırladım. Hiç yoktan çok kötü sonuçlar doğabilirdi. Onun için en doğru olanı yapmak gerekiyordu. Habib Dede'ye sarıldım, ke nara çektim. Bir anda bütün Ahıskalılar etrafımıza toplandı. "Üzülmeyin" dedim, "Siz başkası değilsiniz. Ama bugüne ka dar Kırgızlara anlatılmamış olan doğruyu şu anda anlatmak mümkün değil. Cumhurbaşkanımız yarın bir fabrika açılışına gi decek ve yolu sizin köyünüzden geçecek. Alın kurbanlığınızı köyünüze dönün ve yarın saat ikide kurbanlığınızla birlikte yolda bekleyin. Yarın Cumhurbaşkanını orada durdurmak için elimden geleni yapacağım. Eğer başarırsam kurbanınızı kendi köyünüzde kesersiniz." Habib Dede gün görmüş adam. Durumu anladı. "Hay ömrüğen rahmet" dedi, "Sen hele bir gayret et, olmasa da canın üzme. Bele olmasa ertesi gün seni götürürüm köye. Ôzal'ın ayağına kesemediğim kurbanı, onun oğlunun ayağına keserim,
1 944 Ahıska sürgününü yaşayan ve dört yıl önceki Fer gana katliamı ile yüreği yanan canlı tarih Habib Dede beni anlamıştı. Böylelikle ciddi bir sıkıntı üstlenmiştim ama muhtemel bir tatsızlık önlenmişti. fergı yoh. "
Nasıl karşılanacağıma dair derin endişe içerisinde bir kaç saat sonra rahmetli Cumhurbaşkanına ulaştım. Bu arada kalıcı olması için bir de kısa yazılı not hazırlamıştım. Durumu izah edip, yazılı notu kendisine verdim. İyi karşıladı. "Merak etme, duracağım" dedi. Hem iyi karşılanmış ve hem de işi halletmiş olmak nede niyle rahatlamış olmama rağmen, o gece iki yazılı not daha hazırla yarak, durumu ayarlamaları için Özel Kalem Müdürü ile Koruma Müdürüne verdim. Ertesi gün Ahıskalıların köyünde duruldu. Bir yerine iki kur ban kesildi. Birinin kanı Özal 'ın, diğerinin kanı Akayev'in alnına 47
sürüldü. Ahıskalılar sahipli olduklarına inandı, mutlu oldular. Dünyalar benim oldu. Son gün uğurlama töreni resmen tamamlandıktan sonra, Tur gut Özal ve eşini uçağın merdivenlerine kadar götüren Askar Akayev'in yanındaki bir kaç kişinin arasında ben de vardım. Veda merasimi tamamlanmıştı. Sağ ayağını merdivenin ilk basamağına koyarken göz göze geldik. Aniden dönüp bana yöneldi. Elinl uzattı. Tuttum. Fakat O, elimi iki elinin arasına aldı. "Hadi ba kalım, Allah kolaylık versin, Allah muvaffak etsin. " dedi. Yüreğim göğsüme sığmıyordu. Çünkü bu davranış ve sözler benim için "Bu görevin konusunda bana bilgi veremeyişine üzülme, senin du rumunu anlıyorum ve hoş görüyorum. Yeter ki işini iyi yap." de mekti. Uçağı Kazakistan'a doğru yol alırken, iki gün önce Bişkek Ma nas havaalanında kötü başlayan karşılaşmanın o gün iyi nokta landığını düşünerek mutluluk duydum. Ah bir de ne olurdu tam bir hafta sonra ayn+ gün zamanından önce yayına giren TRT - Av rasya Kanalı o acı ölüm haberini vermeseydi . Ve ah ne olurdu hiç değilse, tamamı onunla birlikte çekilmiş 36 pozluk bir filmi (fotoğraf makinasıyla birlikte Atatürk Havaalanında X-Ray cihazına sokmayıp, negatiflere zarar vermeyeyim d iye titizlik gösterirken) kaybetmeseydim.
48
UNUTULMAYACAK ANILAR -
11
-
B u ndan önceki mektu b u m u b ü t ü n üyle rah metli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ın 7-9 Nisan 1 993 tarihlerinde Kırgızistan'ı ziyaretiyle ilgili anılara ayırm ıştım. Bugün değişik za manlardaki bir anılar demetini sunmak istiyorum. Bunlar değişik bir zamanda ve mekanda veya okunduğu ortam itibariyle belki okuyucuya pek ilginç gelmeyebilir. Fakat bu küçük olaylar bilfiil yaşadığım zaman beni gerçekten etkilemiş, yerine göre düşündürmüş, yerine göre mutlu etmiş veya üzmüştü. Birgün Büyükelçiliğimizin önünden taksiye binmiştim. Biş kek'te taksi şöförlerinin tamamına yakını Rus'tur. Fakat şimdilerde bazı Kırgızlar da özel otomobilleriyle taksicilik yapmaya başladı. Bindiğim taksinin şöförü de Rus. Buna rağmen ben buradaki ta vizsiz prensibim nedeniyle önce Kırgız diliyle konuştum. Şöför tek kelime bile anlamıyor. Ben onun anlamayacağını biliyorum. Fa kat buranın bir Kırgız ülkesi olduğunu her an vurgulamak için özel likle önce Kırgızca konuşmakta ısrar ediyorum. Kırgızistan'da Kırgızca bilen bir tek Rusa rastlayamazsınız. Buna karşılık hiç azımsanamayacak sayıda bir Kırgız nüfusuna ana dili unuttu rulmuş. Neyse, yarım yamalak Rusçamızla şöföre derdimizi an lattık. Gerek dilimden, gerek fiziğimden ve galiba en önemlisi de Türkiye Büyükelçiliği önünde taksiye binişimden, şöför Türk ol duğumu anladı. Biraz konuşkan ve belki birazcık da meraklı bi risi. (Eski Sovyetlerde taksi şöförlerinin tamamının Rus olması hep KGB'ye dayandırılır) şöför; - "Türkiye Elçiliğinde mi çalışworsunuz ? "
diye sordu.
Büyük bir zevkle ve üstüne bastırarak; - "Hayır. " dedim. Çünkü anladım, adam meraklı. Bu cevap tan sonra mutlaka ne iş yaptığımı soracak, ve bu soruyu cevap lamak da bana müthiş zevk verecek. Nitekim sordu;
49
- "Ne iş yapıyorsunuz ? " Ona biraz daha eziyet çektirmek istedim ve kasıtlı olarak nok san bir cevap verdim; - "Cumhurbaşkanı müşaviriyim. "
Adam tahmin ettiğim üzere son bir umutla sorusunu tamam ladı; - " Türkiye'nin mi, yoksa buranın mı ? "
Herhalde Türkiye Cumhurbaşkanının müşaviri olmamı çok is terdi. Ama ben acı gerçeği biraz da zevkle söyledim; - "Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev 'in müşaviriyim. "
Şöför hissedilir bir sarsıntı geçirdi, direksiyona biraz daha sıkıca sarıldı ve üst üste çok derin iki "Ah" çekti. Başka hiç bir şey söylemedi. Gözlerini yola dikip kaldı. O anda oynadığım oyun dan sıyrıldım ve benim kafamda da olayın acı yönü renklenmeye başladı. Adamın çektiği "Ah"larda biraz elem, biraz nedamet, ve biraz hiddete ilave olarak belli bir nefret dahi sezinlemiş olmama rağmen, ona bütün kalbimle acıdım. Onun için gerçekten üzüldüm. Bu zavallınin ne günahı vardı? Onu veya atalarını is tilacı emelleri uğruna bu topraklara sürenler şimdi neredeydi? 1 01 5 sene önce Türkiye'de bu topraklardan ve burada yaşayan in sanlardan söz edilmesine bile göz yummayan Sovyet yönetici leri, şimdi Türkiye'den bu cumhuriyetlerin Devlet Başkanlarına müşavir gönderilmesi karşısında çaresizdi. O halde bu zavallı Rus şöförün istikbali ne olacaktı? Onun çocuklarını gelecekte neler bekliyordu? Belki Rusya Federasyo nuna göç, ve orada her ?:;eyG sıfırdan başlamak. Acaba orada başını sokabilecek bir yer, ailesini geçindirebilecek bir iş bula bilecekmiydi? Ya da bundan sonraki ömrünü bu topraklarda "Ah" çekerek tamamlamak. Dünyaya mutluluk vadeden Ruslar, başka milletlere mensuo milyonlarca insan ile birlikte, kendi milletini de bedbaht etmişti. Herhalde bu Rus şöför de ortadaki günahın kime ait olduğunu biliyordu. Elinde olsaydı, herhalde faturasını kendisinin ödeye ceği bir günahın işlenmesine onay vermezdi. Bir başka unutamayacağım anıyı, Rus Rublesinin resmen tedavülden kaldırıldığı gün yaşad ı m . 1 1 Mayıs 1 993 günü Kırgız 50
Som'unun piyasaya sürülmesinden 4 gün sonra 1 5 Mayıs sabahı Kırgızistan'da artık Rus Rublesi kullanılmayacaktı. Üzerimde za ten az miktarda kalan Rubleyi Som'a çevirmek için bankaya git medim ve o paraları tuttum. Dolar bozdurarak aldığım bir miktar Kırgız Som'unu ceketimin sağ cebine, sakladığım Rubleleri de sol cebime koyarak, 1 5 Mayıs sabahı heyecanla misafirhaneden çıktım. Önüme ilk çıkan taksiyi çevirip, rastgele bir yer söyledim. Taksi şöförü mutat üzere Rus. Biraz sonra hedefe vardık. "Ne kadar? "
diye sordum. Şöför;
"500 Ruble "
dedi.
"Artık Ruble yok"
dedim,
"Kaç Som istiyorsan onu söyle. "
Şöför diretti. Som'u boykot ediyordu. Bu beklediğim bir sosyal olaydı; Bir Rus'un Kırgız Milli Parasına tepkisi. Kısa bir tartışmadan sonra 500 Rubleyi verip indim. Hemen yolun karşısına geçerek başka bir taksi çevirdim ve geldiğim yere döndüm. Şöför yine Rus ve gittiğimiz yolun aynısını gelmemize rağmen; "1000 Ruble " dedi. Aslında 500 Rublenin bile fazla olduğunu biliyordum. Fakat böyle bir günde onlardan şu kadarcık mutlu luğu esirgeyemezdim. Hem artık Ruble benim için sadece bir kağıt parçasından ibaretti. Ona da; "Artık Ruble yok, Som var. Som vereceğim. " dedim. Fakat mümkün değil. Rus şöför, Kırgız Som'unu kabul etmiyor. Fazla tartışmanın manası yok. Zaten Rublenin de bundan sonra gereği yok. Bin Ruble de ona vererek indim.
Oradan doğru pazara yürüdüm. Bir Kırgız satıcıdan rastgele alışveriş yaptım. - "Hepsi n e kadar?"
zevki�;
diye sorunca, Kırgız satıcı büyük bir
- "Hepsi sekiz Som. "
mamını çıkarıp, göstererek; - "Som yok"
dedim,
dedi. Cebimde kalan Rublelerin ta
"Sekiz Som 1600 Ruble eder, al sana
2000 Ruble vereyim. "
Kırgız satıcı çıkıştı; 51
- "Rubleyi ne yapayım, hepsi kağıt götür at. Sen bana sekiz Som ver, Som yoksa malımı geri ver. "
Bundan sonra başka bir Kırgız ve bir de Özbek satıcıyla ben zer konuşmalar geçti aramızda. Tamam, maya tutmuştu. Rus mil liyetçiliği şimdi de para ile tepkisini ortaya koyuyordu, ama bunun kırılması bir kaç günden fazla sürmezdi. (Nitekim öyle oldu, artık Kırgızistan'da Rubleye rastlamak mümkün değil.) Günün son anısı hepsinden güzeldi. Elimde pazardan aldıklarımla misafirhane'ye dönerken, birden kaldırımda çok ufak parçalar halinde yırtılmış ve 3-4 metre boyunca yere saçılmış kağıt paralar olduğunu gördüm. Hemen yaklaştım. Evet, bunlar Rus Rubleleriydi. Herhalde bu da bir Kırgız'ın milliyetçilik tepkisiydi. Fakat .Som ile değiştirmek varken bunca paraya nasıl kıymıştı? Yazık değil mi? Paralara biraz daha dikkatle baktım. Evet, yazık değildi. Çünkü bizim Kırgız sandığımdan daha akıllı biriydi ve yırtılmış paralar içersinde bir parçacık değer ifade eden 50'1ik, hatta 1 O'luk Rublelerden bile yoktu. Tamamı son güne kadar te davülde olmasına rağmen pratikte hiç bir değer ifade etmeyen 1 ve 3 Rubleliklerden idi. Her halde ne kadar 1 ve 3 Rublelik bu labildiyse, 15 Mayıs sabahı yırtarak sokağa saçmak üzere biriktirmişti. Böylelikle hem yılların biriken tepkisini en çarpıcı şekilde ortaya koyuyor ve hem de hiç bir zarara uğramıyordu . Sayın Cumhurbaşkanına verdiğim raporlarda; "Kırgızistan'ı Rusya' nın Ruble sahası dışına çıkararak milli bir para birimine kavuşturmanın, milli bir bayrak altında yaşatmak kadar önemli olduğu" şeklindeki ısrarım ı hatırlayarak, mutluluk duydum.
52
KIRGIZİSTAN'IN TURİZM POTANSİYELİ Bilindiği üzere, Orta Asya Cumhuriyetlerinin olumsuz anlamda en kayda değer müşterek özelliklerinden birisi de bu cumhu ri yetlerde turizm sektörünün yeterince gelişmemişliği ve dünya tu rizm pazarından tatminkar bir pay alamamış olmalarıdır. İ_çerisinden henüz çıkılan rejimin bu konudaki kısıtlayıcı özellik leri sebebiyle, eski Sovyetler Birliğine dahil cumhuriyetler açısından bu durumu tabii karşılamak gerekir. Fakat konuya Asya'nın bütünü açısından bakıldığında (sadece uzak doğu ülke leri hariç tutulursa) Asya kıtasının tamamı itibariyle de turizm sek törü açısından müşterek bir kifayetsizlik ile karşılaşılır. Asya kıtasının tarihi ve yapısal özelliklerinden kaynaklanan bu olumsuz görünüm, kanaatimizce Kırgızistan için çok avantajlı bir pozisyon yaratıyor. Çünkü ülkede gerek uçak ile havadan ve gerekse otomobil ile ıs?-radan yaptığım çeşitli seyahatlerde Kırgızistan'ın dikkat çekici seviyede bir doğal güzellik ve turizm potansiyeli avantajına sahip bulunduğunu bizzat müşahede ettim. Üstelik ülkedeki doğal güzellikler çok geniş bir çeşitlilik ser giliyor. Bir tarafta irili ufaklı binlerce göl ve gölet, diğer tarafta do yumsuz manzaralar arasında akarak bunları besleyen nehirler ve bazı dağlık yörelerde dünyada eşine ender rastlanabilen krater gölleri. Tanrı Dağlarının gerek genel ve gerekse bazı mıntıkaları itibariyle lokal görüntüleri dünyanın en önemli turizm cennetle rinden birisi olarak bilinen İsviçre Alpleri ile büyük bir benzerlik sergiliyor. Kırgızistan'da turizm açısından tek noksan olan şey; Deniz. Fakat günümüzde insanların sürekli olarak deniz ortamında yapılan sıradan tatillerden bıkmış ve başka alternatifler arar ol duğu da bilinen bir vakıa. İşte bu realite ve Asya'nın turizm sek törü bakımından halen içerisinde bulunduğu olumsuz tablo, Kırgızistan'a önemli bir avantaj sağlıyor. Kırgızistan'ın ciddi bir plan ve program dahilinde bu avantajı değerlendirmesi mümkün. 53
Bunun için bir yandan turizm sektörüne özel öncelik verilip, gerekli turizm yatırımları organize edilirken, diğer taraftan tüm dünyaya Orta Asya'da turizmin iddialı ülkesi imajının ısrarla ve rilmesi lazım geliyor. Tabii ki bu sonucun elde edilebilmesi için öncelikle Turizm Bakanlığının bu anlayışa uygun olarak yeni bir organizasyona tabi tutulması ve iyi yetişmiş, eğitimli kadrolar ile takviye edilmesi gerekecek. Yıllarca Orta Asya'yı merak eden dış dünya, şimdi bu böl gede turizm açısından bir adım öne çıkacak ülkeyi beklemekte dir, ve Kırgızistan bu beklenen ülke olmak için gerekenden de fazla potansiyele sahip bulunuyor. İyi bir organizasyon ve sabırlı bir çalışma sonucunda, Kırgızistan'ın bu konudaki pek çok doğal kaynağından sadece ikisi (Tanrı Dağları ve lssık Göl) ile kısa sürede Orta Asya'nın turizm cenneti sıfatını yakalaması ve böy lelikle ülkenin ekonomik kalkınması için çok önemli bir kaynak yaratması mü mkün. Bu düşüncelerimizi, gerek yazılı raporlarımız ile gerekse muh telif görüşmelerimizde Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Kırgızistan 'ın ilgili ve yetkili mercilerine ilettik. Şimdi yapacağımız iki şeyden ilki onları bu hususta teşvike devam edip, ayrıca ih tiyaç duyacakları noktalarda kendilerine yardımcı olmak, ikincisi ise Kırgız yetkililerin bu cewaliyeti gösterip gösteremeyeceğini bekleyip görmekten ibaret.
54
SORULAR VE CEVAPLAR -
1
-
1 993 yılı başında Kırgızistan Cumhurbaşkanı Müşavirliği'ne başladığımdan beri, her birisinde ikişer veya üçer hafta civarında kalmak üzere üç defa Türkiye'ye döndüm. Bu süreler zarfında Türkiye'de görüşüp konuştuğum bir çok arkadaşımın, Asya Türk Cumhuriyetleriyle ilgili bir takım sorularına muhatap oldum. Bu sorular mahiyetleri itibariyle aşağı yukarı benzer konularda yoğunlaşıyordu. Bugün söz konusu hususları soru ve cevaplar halinde sizlere naklederek daha genel bir istifadeye sunmak istiyorum. Ancak bu arada belirtmek isterim ki; anılan hususlardaki direkt gözlem lerim daha ziyade Kırgızistan ile ilgilidir. Diğer Asya Türk Cum huriyetlerinde benzeri gözlemleri uzun sürelerle yaşamak suretiyle ve direkt olarak yapabilmiş değilim. Fakat yine de bu husustaki genel gözlem ve intibalarıma istinaden diğer cumhu riyetlerde de durumun pek farklı olmadığını söylemek, çok fazla bir hata payını ihtiva etmeyecektir. SORU - Bu cumhuriyetlerin geleceği ne olur? Bu bölgelerde yeniden bir Sovyet hegemonyası söz konusu olabilir mi? CEVAP - Bu konuda öncelikle bazı hususları tesbit etme liyiz. Gerek Çarlık ve gerekse Sovyet İmparatorluğu döneminin patronu olan Ruslar, bu Cumhuriyetlerin bağımsızlığını, insan hak larına duydukları sonsuz aşk sebebiyle ve büyük bir coşku ile tanımış değil. Mesele, işlemeyen bir düzenin Sovyet toplu munu her yönüyle felçe uğratması sonucunda, Rusya'nın kendi canı der dine düşmesi ve artık kontrol etmeye fiilen imkan bulamadığı bu Cumhuriyetleri kaderine terk etmesinden ibarettir. Elbette Rus ların, Sovyetler Birliği düzenlemesinden beklediği sonuç bu değildi ve tabii ki Ruslar bu sonuçtan mutluluk duymamaktadır. Burada tesbiti gereken bir diğer husus ise; tarihi boyunca yayılmacı ve sömürgeci bir çizgi sergileyen Rusya'nın, yüzyılı 55
aşkın süreden beri kontrolü altında tuttuğu bir coğrafya ile böy lesine aniden ve tamamen alakasını ·kesemeyeceğidir. Çünkü; Batı Avrupa Devletleri bazı okyanus aşırı ülkeleri sömürge ola rak kullanırken, Rusya'da dış dünyaya karşı kapalı tutulan gös termelik bir Birlik içerisinde bu Cumhuriyetleri yıllarca bir sömürge gibi istismar etmiştir. Dolayısıyla Rusya'nın bu c_oğrafya üzerin deki menfaat hesaplarından kolayca vazgeçtiğini veya vaz geçeceğini zannetmek akla uygun düşmez. Yukarıdaki tesbitlerimizi özetleyecek olursak; - Sovyetler Birliği kaçınılmaz bir parçalanma yaşamıştır. - Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığı bu kaçınılmaz parçalanmadan doğmuştur. - Gelinen nokta Rusya'nın hesaplarına uyan bir nokta değildir ve Rusya bu sonuçtan rahatsızdır. - Rusya'nın bu coğrafya üzerindeki hesaplarından kolay vazgeçeceği beklenmemelidir. ·
Bu tesbitlerimizden sonra, sorunun cevabına geçecek olur sak; öncelikle Rusya'nın bu bölgede yeniden hakimiyet planları yapacağı anlaşılmaktadır. Ancak bu ne kadar mümkündür? Ve şartlar buna ne kadar müsaittir? İşte bu soruların cevabı ise ma dalyonun arka yüzünü oluşturmaktadır. Fakat bu arka yüz Rus ya için çok parlak bir görüntü sergilemiyor. Rusya'nın bu bölgeye yeniden hakimiyet emelleri önünde (biri dahilden, diğeri hariçten kaynaklanan) çok ciddi iki engel bulun maktadır. Dahili engel; Sovyetler Birliği'nin dağılması, temelde bir eko nomik çöküşten kaynaklanmıştır. Bu ekonomik çöküş aynı şiddetiyle bizzat Rusya Federasyonunda da yaşanmakta ve Rusya'yı daha düne kadar süperlik yarışları yaptığı ABD önünde el açar duruma düşürmektedir. Ayrıca gerek Türk Cumhuriyetlerinden ve gerekse diğer böl gelerden Rusya Federasyonu'na akın akın devam eden Rus göçü, onları çok uzun yıllar meşgul edecek ciddi bir problem oluşturmaktadır. Dolayısıyla, böylesine vahim boyutlardaki eko nomik problemler ile uğraşan ve daha uzun süre dahildeki me selelerini bile çözmekte zorlanacağı anlaşılan bir ülkenin, yeniden 56
Türk Cumhuriyetleri üzerinde hakimiyet planlarını uygulamaya koyması veya en azından bunu başarması pek kolay olmayacaktır. Harici engel; Sovyetler Birliği'nin dağılmasından bu yana Orta Asya'da yeni dengeler kurulmaktadır. Bölgedeki Türk Cumhuri yetleri artık Dünya'nın bir çok devletleriyle (bu arada bazı süper güçlerle) önemli ekonomik bağlantılar kurmuş bulunuyor. Mesela. Kırgızistan, altın madenlerinin işletilmesi konusunda ABD firma ları ile antlaşma sağlamış durumda. Başta ABD, Çin, Japonya ve Almanya olmak üzere, dünyanın önde gelen tüm devletleri bu Cumhuriyetlerde Büyükelçiliklerini açarak, yoğun diplomatik ve ekonomik ilişkiler geliştirmiş bulunuyor. Netice olarak Rusya'nın artık bu coğrafya üzerinde bir siyasi hakimiyetinden söz edilemez. Çünkü günümüzün şartları Rusya'ya, bu bölgede yayıldığı 1 8. ve 1 9. yüzyıl kolaylıklarını sun maktan oldukça uzak görünüyor. Bundan sonra Rusya için Orta Asya'ya yönelik en büyük iddia ancak bu bölgeyi diplomatik ve ekonomik etki sahasında tutmak gayretinden ibaret olabilir. Ye ter ki; Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye 1 8. ve 1 9. asırlardaki zaa fiyete tekrar düşmesin. SORU - Bu Cumhuriyetler düzlüğe çıkıp, gerçekten tam bağımsız birer devlet olabilecek mi? Olabilecekse bu ne zaman mümkün olur? CEVAP - Bu Cumhuriyetlerden her biri ayrı ayrı düzlüğe çıkıp, 21 . yüzyılın hatırı sayılır devletleri arasında yerlerini alacaktır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Ancak bu sonucun ha len yönetimde bulunan kadrolar ile tam olarak elde edilmesi de pek mümkün görünmüyor. İşin biraz daha olumsuz yanı, mevcut yönetim kadrolarına alternatif görülebilecek olan ve halen si yasette veya idarede bulunan kadrolar da birikimi ve formasyonu itibariyle bu yükü kaldıracak durumda değil. Şüphesiz mevcut kad rolar ülkelerinin geleceği için pek çok şey yapmak gayreti içeri sindeler. Ancak 3-4 nesilden beri intikal eden akıl ve mantık ötesi bir takım kalıpların, bu kalıplar içerisinde yetişen nesiller ta rafından kırılması gerçekten zordur. Bu bakımdan mevcut sıkıntıların ve belirli bir asgari standardı yakalama zaafiyetinin bir süre daha devam etmesi mukadder görünmektedir. Dolayısıyla 57
bu cumhuriyetlerin gerçek manadaki ilk mimarları halen Türkiye'de tahsil gören onbin genç insan olacak ve onların kur duğu yapılar, gözlerini özgür bir dünyaya açan birinci nesil ta rafından pekiştirilecektir. SORU - Kırgızlar bizimle aynı soydan geldiklerini, aynı mil lete mensup olduğumuzu biliyor ve kabul ediyorlar mı? CEVAP - Evet, Kırgızistan'da halk kesiminden, en üst se viyedeki yönetici kesimine kadar herkes, bizimle aynı kökten gel diğini ve bir millete mensup olduğumuzu biliyor ve bunu sık sık ifade ediyorlar. Hatta denebilir ki bizimle olan müştereklerini, Ka zaklar veya Özbekler ile olan müştereklerinden daha da fazla ifade ediyorlar. Halbukl gerçekte onlara bizden daha uzak değiller. Fakat çok uzun yıllar boyunca onlar arasındaki bu ayırım Sovyet yönetimince planlı ve ısrarlı bir şekilde yapılandırılmış. Alfabele rinde kullandıkları harflerden, ekonomik hayatlarındaki iştigal sa halarına varıncaya kadar suni bir ayırmacılığa göre şekillendiril mişler. Maalesef bu çabaların hiç bir etkisi olmadığını ifdde et mek mümkün değil. Ama tabii ki gerçek herşeyden güçlüdür. Bu ülkelerde toplumsal gelişme merhaleleri bir bir aşıldıkça ve top lumların sosyal hayatına belirli açıklık ve serbestlik kademe ka deme yerleştikçe, tarihi gerçeklerin yaygınlaşması daha da kolaylaşacaktır. Tabii bu konuda bir başka hususu daha belirtmekte büyük fayda görüyorum. Bin yılı aşkın bir ayrılık asla azımsanmayacak bir sosyal vakıadır. Böylesine uzun bir ayrılık her şeyin üzerine perde gerrnese bile, bazı hususları bir sis bulutuyla gölgelemiş bulunuyor. Bu arada başka birileri mevcut özgürlük ortamında ve bu zor günlerinde onlara bizden daha çok sahip çıkarsa ve biz den daha becerikli, daha dürüst davrandıklarına onları inandırırsa; onların da bu sis bulutları arasındaki belirsiz görüntüler yerine, daha net algılayabildikleri diğer görüntülere yönelme hakları doğar.
58
SORULAR VE CEVAPLAR - 11 -
Bir önceki mektubumda, Kırgızistan'dan Türkiye'ye gelişlerimde görüşüp konuştuğum bir çok arkadaşımın Orta Asya Türk Cumhuriyetleriyle ilgili merak konusu bir takım sorularına muhatap olduğumu belirterek, mahiyetleri itibariyle aşağı yukarı benzer noktalarda yoğunlaşan bu hususları soru ve cevaplar ha linde nakletmek suretiyle um0m1 istifadeye sunmayı amaçladığımı belirtmiştim. Tabii olarak bu konular normal bir yazı boyutlarını aştığı için, bugün aynı konuya yine soru ve cevaplar şeklinde de vam etmek istiyorum. SORU - Kırgızların konuştuğu dil nasıl bir dildir? Bu dilin, bizi m konuştuğumuz Türkçeye yakınlığJ ya da uzaklığı nedir? CEVAP - Tabii ki bu soruyu benim bir dil bilimci gibi , bu di lin köklerine ve çıkış kaynaklarındaki benzerliklerine göre bir ayrıntıya girerek cevaplamam beklenemez. Esasen genel anlam daki merak konusunun bu olduğunu da zannetmiyorum. Merakı bu yönde olanlar zaten aradıkları cevabı dil bilimiyle ilgili eser lerde bulacaklardır. Ben yaşayan dil üzerindeki direkt gözlemle rime istina.d�n statik (durağan) bir değerlendirmeye gireceğim. Her şeyden önce bir yanılgıyı daha başlangıçta düzeltmeli yim. Çünkü Kırgızistan'a gelip uzun süre yaşamadan ve hatta kendi şahsi gayretlerime ilave olarak bir hocadan özel Kırgızca kursu almadan önce ben de aynı hataya düşüyordum. Çeşitli se beplerle Türkiye'de bulunan Kırgız veya Kazak soydaşlarımızla bir kaç gün görüşme fırsatı bulduğumuzda, müteakip günlerde ilk güne oranla onları biraz daha fazla anladığımızı görerek, ge nellikle 1 0-15 gün birlikte bulunma fırsatı olsa hiç bir anlaşma probleminin kalmayacağını düşünüyoruz. Bu yanlış. Vakıa, konuştuğumuz dillerdeki bir çok kelimenin aynı kök ten geldiği, hatta bazılarının tamamen aynı olduğu doğru. Fakat 59
geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zamanın ifade edilişinde, fiiller bizim kullandığımıza göre değişik ekler alıyor ve bu ekler bir çok zaman da bazı kural dışılıklar sergiliyor. Do layısıyla, öğrenilmesi gereken diğer tüm hususlara ve bütün ke limelere vakıf olunsa bile, sadece bu gramer yapısı dahi bilinmeden, ifadeyi tam doğru olarak anlama, ya da meramı nok sansız ifade etme imkanı yok. Ayrıca kullanılan kelimenin kökeninin tamamen aynı olması halinde bile, Kırgız Türkçesinde kelimenin ilk hecesindeki yuvar lak ünlüler (o, ö, u, ü) müteakip hecelerde bulunan düz ünlüleri yuvarlaklaştırıyor. İlk hecedeki "O" ve "U" sonraki hecelerde bulunan "A" ları "O" ya ve "I" ları " U " ya çeviriyor. İlk hece deki "Ö" ve "Ü" sonraki hecelerde bulunan "E" leri "Ö" ye ve " İ " leri " Ü " ye çeviriyor. Mesela; (olsa) yerine (bolsa), (olmadı) yerine (bolbodu), (söyleşme) yerine (süylöşmö) ve (evlerimizdeki) yerine (üylörümüzdögü) deniyor. Bu ise oldukça farklı bir duyum ortaya çıkarıyor. Yine kökü tamamen aynı olmasına rağmen kelime başlarındaki "Y" ler, Kırgız Türkçesinde " C " oluyor. Dolayısıyla, (yaş) yerine (caş), (yol) yerine (col), (yurt) yerine (curt), (yazmak) yerine (cazü) ve (yatmak) yerine (catü) deniyor. Bu sadece kolay anlaşılabilir basit bir örnek. Buna benzer başka bir çok ses değişimleri daha var. Mesela; - "G" ile başlayan Türkçe asıllı kelimeler Kırgızçada "K" ile baŞlıyor. (gelme-kelü , gülmek-külü) - "D" ile başlayan Türkçe asıllı kelimeler Kırgızçada "T" ile başlıyor. (dil-til, düşmek-tüşO, dağ-too) - Arapça ve farsça kökenli kelimelerdeki "F" sesleri Kırgızçada "P" oluyor. (defter-depter, sefer-sapar, fayda-payda, sıfat-sıpat) - Arapça ve farsça kökenli kelimelerdeki "V" sesleri Kırgızçaoa "B" oluyor. (vakit-ubakıt, hava-aba, ewel-abal) - Arapça ve farsça kökenli kelimelerdeki gırtlak " H " ları Kırgız dilinde "K" oluyor. (hat-kat, haber-kabar, halk-kalk, ruhsat uruksat) 60
Tabii ki bütün bunlar bir cümlede birleşince önemli boyutlarda duyum farklılıkları meydana geliyor. Üstelik yukarıda verilen ör neklerin tamamı kökü itibariyle bizde ve Kırgızistan'da aynen bu lunan kelimelerle ilgiliydi. Bir de bunlara bizde hiç bulunmayan kelimeleri ekleyip, ayrıca başta belirtildiği üzere fiillerin zaman çekimlerinde önemli ek ve yapı farklılıkları olduğunu hatırlarsak (bu hususun izahına bir makale boyutları içersinde girmenin imkanı yok) denilebilir ki; bu işin halli bir ingilizceyi ya da fransızcayı öğrenmek kadar olmasa bile, yine de ciddi bir eğitimi ve ilgiyi gerektiriyor. SORU - Asya Türk Cumhuriyetlerinde genel ahlaki değerler de önemli bir çöküş olduğu söyleniyor, Bu doğru mu? CEVAP - Evet, bu maaselef doğru. Bu konuda lafı gevele menin hiç anlamı yok. Üstelik konunun bizi-n için bir misli fazla üzüntüyü mucip daha vahim bir yönü de var. O da, bu ahlaki çöküntüde maalesef bizimkilerin Ruslardan biraz daha ileride oluşu. Daha önce Türk Cumhuriyetlerine yaptığım kısa süre!i se yahatlerden dönüşlerimde bu gerçeği kabul ve ifade etmeye bir türlü gönlüm razı olmadı. Fakat Kırgızistan'daki bu uzun süreli kalışımda öylesine yaygın ve çarpıcı örneklerle karşılaştım ki artık bu gerçeği üzülerek kabul ve ifadeden başka çare kalmadı. Öncelikle her türlü kötülüğe kaynaklık eden alkolizm çok yaygın. Sabahın sekizinde, öğlenin onikisinde veya gecenin bir vaktinde hiç farketmez, her an sokakta ayık insan kadar sarhoşların da arasındasınız. Ancak bu konuda ısrarlı bir şekilde Türk soylulara yapmış olduğum izah ve eleştirilerden hep müsbet tepki aldım. Bu konudaki eleştirilerimizi makul ve haklı buluyor lar. Gerçi alkol ile olan muhabbetlerinden hemen vazgeçmiyor lar ama bu husustaki eleştirilerimize aldığımız müsbet tepkiler en azından gelecek nesiller için ümit veriyor. Sonra hırsızlık günlük hayata damgasını vurmuş. Gece ara basını evinin önüne park edip yatağına giren bir tek insan düşünemezsiniz. Herkes arabasını geceleri büyük semt garaj larındaki özel koruyuculara emanet ediyor. Beş dakikalık bir alış veriş için mağaza önüne park ettiğiniz arabanızdan en az bir te kerlek ile iki sileceğin gitmesi ihtimali yüzde elliden az değil. 61
Ve nihayet gerek kadının ve gerekse erkeğin iffet anlayışında ciddi bir çöküntü var. Bir yandan kadınlar bu konuda kendini çok ucuz bir meUi durumuna düşürürken, öte yandan toplum birey leri için en yüz kızartıcı fonksiyonlardan birisi olan kadın pazar layıcılığı maaselef buradaki gençlerin yüzünü pek kızartmıyor. Aslında bu , sebepleri ve etkenleri itibariyle oldukça derin bir konu. Bu irdelemeyi sizler nasıl olsa yapacaksınız. Bunun için ye rinde ve direkt gözleme gerek yok. Bu insanların içerisinde şekillendiği rejimin özellikleri ve bu rejimin istihsal edebileceği in sani vasıflar herkesin malumu. SORU - Asya Türk Cumhuriyetleriyle ticari iş yapmanın yolu yordamı nedir? Ne tür işler yapılabilir? CEVAP - Bu ülkelerle ticari iş yapmanın ilk zaruri adımı ön celikle bu ülkelere veya bunlardan özellikle hedeflenen birisine bir ön araştırma gezisi yapmaktır. Uzaktan sorulan sorulara alınan cevaplar mutlaka yetersiz kalacaktır. Onun için işi yapacak kişinin mutlaka buraya bir ön araştırma için gelmesi gerekir. Bu cumhuriyetlerde genellikle kendi vatandaşları ile ortaklık kurulmak suretiyle yapılan işler daha düzgün yürüyor. Aslında böyle bir ortaklık dışarıdan gelecek olan yatırımcılar için de riski azaltıyor. Asya Türk Cumhuriyetlerinin tamamında büyükelçiliklerimiz açıldı ve büyükelçiliklerimizin hepsinde Ekonomi ve Ticaret Müşavirlerimiz görevlendirildi. Bu konuda doğrudan Ekonomi ve Ticaret Müşavirlerine müracaat ederek, gerekli temasların onlar vasıtasıyla kurulmasında ve bu temaslar süresince de konunun yine müşavirlerimiz ile değerlendirilmesinde büyük fayda var. Yapılacak işlerin çeşidine gelince. Her şey olabilir. Burada madde sıralamanın hiç bir pratik anlamı yok. Çünkü girilebilecek iş alanları çok çeşitli. Türk Eximbank'ın Asya Türk Cumhuriyet lerine açtığı muhtelif krediler var. Bu kredilerde televizyon i ma latından deri ve kürk fabrikasına, otel inşaatından muhtelif gıda sanayi yatırımlarına kadar bir çok proje türüne imkan tanınıyor. Bu hususlar için Ankara'da Türk Eximbank'ın ilgili dairesinden ayrıntılı bilgi alınabilir. 62
Bu konuda özel bir şahsi notum var. Hiç kimse burada ucuz olan filanca malı Türkiye'ye götürüp satmak, Türkiye' de ucuz olan feşmekanca malı da buraya getirip satmak ve böylece katmerli kazancı kucaklamak gibi bir ucuzculuğa heveslenmesin. Hem bu gerçek bir iş adamlığı değil, hem de öz kaynaklarının süratle is tismar edildiğini gören bu ülkeler artık bu tür ucuzculuklara geçit vermeyecek tedbirleri alıyor. Doğru olan, gelip burada gerçek bir iş adamı gibi yatırım yapmak ve bir değer üretmektir. Bunu ya pan hem kendisi, hem ülkesi için bir şeyler kazanacak ve hem de bu arada kurulmakta olan yeni bir Türk devletinin temeline bir kürek harç ile bir tuğla koymuş olmanın onurunu taşıyacak tır.
63
TÜRKİYE'ME NELER OLUYOR? Kırgızistan'da Türkiye ilgili en taze haber kaynağımız TRT AVRASYA yayınlarındaki kısa haber bültenleri. Bu taze haberleri Dışişleri Bakanlığından teleksle geçilen günlük basın özetleri ve bir kaç gün gecikmeyle bazı yolcuların beraberinde gelen gaze teler ile takviye etmeye çalışıyoruz. Ancak üzülerek belirtmeliyim ki, bu haberlerde bize moral ve recek, bizi gelecek için ümitlendirecek pek fazla bir şey bulamıyo rum. 1 983 yılından itibaren rahmetli Turgut Özal'ın önderliğinde hızlı bir derlenip toparlanma sürecine giren Türkiye'mde ciddi bo yutlarda bir dağınıklık yaşanıyor. Tarihin lider ülkelik misyonu yüklediği Türkiye'm ısrarla kendisini bu misyonun dışına sürükle yen bir görünüm sergiliyor. Herşeyden önce, ülkemizin geleceği için şu dönemde en önemli fonksiyonları ifa etmesi beklenen hariciyemiz bizi utandıran bir dağınıklık içerisinde. Dış politikamızın hangi temel esaslar üze rine oturduğu ve hangi hedeflere yöneldiği konusunda hiçbir be lirginlik yok. Türkiye'nin Orta Doğu'ya yönelik politikalarında adeta her ka fadan bir ses çıkıyor. Orta Doğu'da ve güney doğu sınırlarımızda ülkemizin geleceği açısından fevkalade riskli bazı gelişmeleri Türkiye, sanki bir tiyatro izleyicisi sükuneti içerisinde izlemekle yetiniyor. Hatta Orta Doğuda Türkiye'nin geleceğini sıkıntıya so kacak bazı oluşumları organize eden dış güçler, bu organizasyon larını hayata geçirirken, Türkiye'nin olaylara Mkimiyetsizliğini, kendi planlamaları için bir desteğe dönüştürmekte fazla güçlük çekmiyorlar. Orta Asya ve Azerbaycan'a yönelik politikalarda hata üstüne hata yapılıyor. Ermenistan' ın , Türkiye için Orta Asya kapısı ko numundaki Azerbaycan'a yönelik saldırılarında, Türkiye Cumhu riyetinin en yetkili mercilerinden gelen kararsız, hatta sık sık bu meseleye Türkiye'nin doğrudan müdahale edemeyeceği yolun64
daki beyanlar ile Ermenistan adeta teşvik ediliyor. Nitekim Er menistan Dışişleri Bakanı Azerbaycan'a saldırılarındaki fütursuz luklarını, Türkiye'deki en yetkili ağızların bu meseleye doğrudan müdahale edilmeyeceği yolundaki taahhütlerine dayanarak izah etmekte hiç bir mahzur görmüyor. Bizzat Dışişleri Bakanımız, Ermenilerin Azerbaycan'ı adım adım işgal ettiği bir dönemde " Ermeniler Nahcıvan'a saldırırsa bunun sonuçları kötü olur" şeklinde talihsiz bir beyanat veriyor. Ama böyle bir dönemde, yukarıdaki sözlerin "Nahcıvan dışındaki Azeri topraklarının işgali için Ermenistan'a vize verilmesi" dışında hiç bir mana taşımadığının idra.kinde görünmüyor. Dışişleri Ba kanımızın bu mananın idra.kinde olduğunu düşünmek bile iste miyorum. Çünkü eğer bu ma.na.nın idra.kinde ise o zaman mesele çok daha vahim başka boyutlar kazanıyor. Ermeni çeteleri bir yandan Azerbaycan'daki soydaşlarımızı katletmeye ve topraklarını işga.le devam ederken, öte yandan Er menistan sınırımızın hemen iki adım ötesindeki 21 Ermeni köyünde PKK çetelerine adeta modern bir şehir hayatı temin edi lerek, bu köylerden sızmalar suretiyle Kars ve Ağrı çevresinde vatandaşlarımız katlediliyor. Üçbuçuk kuruşluk bir Ermeni Dev leti, Türkiye Cumhuriyetine karşı dünya tarihinin kaydetmediği bir fütursuzluk örneği sergiliyor. Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 51 . maddesine göre; bir ülkenin milli sınırları ötesinde, o ülkenin milli bütünlüğüne yönelik organizasyon ve eylemlerin vücut bulması halinde, eğer bu bölgenin hakimi olan devlet sözkonusu eylem leri durduramıyor ise, milli bütünlüğüne yönelik tehlike içerisinde bulunan devlet Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine haber ve rerek (izin beklemeye bile gerek yok, sadece haber vererek) sınır dışındaki o bölgelere operasyon düzenlemek hakkına sahip ol duğu halde, !ürkiye'm milli bütünlüğüne ve müstakbel menfaat lerine yönelik Ermeni faaliyetlerini sadece yabancı devletlere şika.yet etmekten başka bir adım atamıyor. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey, Rusya, İran ve Ermenistan şeytan üçgeni ortasındaki mücadelesinden nihai ola rak Suret Hüseyinov isyanı ile yenik çıkartılıp, Nahcivan'daki köyüne sığındıktan sonra, ABD Elçibey'e resmi görevlileri ka nalıyla güven mektupları gönderip onu Azerbaycan Cumhur65
başkanı olarak tanıdıklarını dünyaya ilan ederke n , bu olaylar ile istikbali en fazla etkilenen Türkiye'm gelişmeler sonucunda du ruma kim hakim olursa onunla iyi geçinmek üzere sessiz kalıp, sadece olayları DİKKATLE İZLEMEYİ bir diplomasi maMreti zan nediyor. Ve nihayet Türkiye'min Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Dışişleri Bakanı dahil bir çok yetkilisi Azerbaycan'ın adını bile doğru telaffuz edemiyor. "AZERBAYCAN"ıma "AZERBEYCAN" diyorlar. Bu telaffuzu genellikle televizyonda duyduğum zaman bana ne kadar sakil geldiğini anlatamam . Birileri nin "TÜRKİYE"mizd'en bahsederken ısrarla "TERKİYE" dediğini duysaydınız neler hissederdiniz? Herhalde Azeri kardeşlerimiz de bu telaffuzu duyduğunda aynı şeyleri hissediyordur. Türkiye'mizin hayatiyeti ve geleceği ile bu derece alakalı bir kardeş Türk Cum huriyetinin adını bile doğru telaffuz edemeyişimiz, meseleler ile ne ölçüde iç içe olduğumuzun en canlı göstergesidir. Benim herşe�den aziz Türkiye'm; şu anda sergilediğin görüntü, tarihin sana yüklediği lider devletlik misyonu ile uygun düşmüyor. Bütün kalbimle bir an önce derlenip, toparlanmam, tarihin senden beklediği ve sana yüklediği rolu en iyi şekilde oy namanı diliyorum. Varlığını senin aziz varlığına adamış mütevazi bir ferdin ola rak, şu anda Kırgızistan Cumhurbaşkanı Başmüşaviri sıfatıyla hiz met veriyor ve gücümün ulaştığı en ileri noktalara kadar bu husustaki müsbet gelişmeleri mütevazi çerçevem dahilinde yön lendirmeye gayret ediyorum. Şu dönemde Türk milleti, yetki merciinde bulunan herkes den asgari olarak bunu bekliyor. Türk tarihi bugünün yetkililerini gelecekte öncelikle bu açıdan yargılayacaktır. Ne mutlu, bu mu hakemeden alnı açık ve başı dik çıkacak olanlara.
66
SİVAS'IMA N ELER OLUYOR? Kırgızistan'da Sivas ile ilgili en taze haber kaynağımız za man zaman yakınlarıma akrabalarıma açtığım telefonlar ve 'on · lardan gelen telefonlar ile buna ilave olarak bazen bir kaç hafta gibi uzun sürelerde elime geçen HÜRDO�AN gazetesinin ha berlerinden ibaret. Bu arada Türkiye'ye dönme fırsatı-bulduğum her seferde bir kaç günlüğüne bile olsa Sivas'a gitmeye gayret ediyorum. An cak üzülerek itirAf etmeliyim ki, son yıllarda Sivas'tan aldığım ha berler veya Sivas'a her gelişimde tanık olduğum görüntü ve izlenimler maalesef bir öncekine göre daha iyi bir seyir izlemiyor. Sivas'ımızın çevresindeki illere kıyasla giderek iktisaden geri kaldığı , büyük bir işsizlik ile üzücü bir göçün birbiriyle yarıştığı gerçeği günden �üne daha çarpıcı bir şekilde kendini hissettiri yor. 1 970'1i yıllarda Kayseri ili Sivas'a rağmen iktisadi gelişmesini çok ileri noktalara taşıdı. Bu durum Gemerek - Yenibuçuk yöre sini Kayserinin i ktisAdi hinderlandına soktu. 1 980'1i yıllarda gelişen Malatya ise daha önceleri kısmen Kayseri ile ticari ilişkiler içeri sine girmiş bulunan Gürün ve havalisini iktisadi hinderlandına aldı. Bu arada özellikle son bir kaç yılda hızlı bir gelişme içerisi ne giren Yozgat, Tokat ve Çorum ile etrafımızdaki çember tamam lanınca, Sivas'ımız günden güne gelişen vilayetler arasında adeta günden güne kasabalaşan bir görünüm sergilemeye başladı. Sivas'ımızın bu iktisadi gerileyişi son yıllarda giderek hızla nan ve maalesef iyiye doğru olduğu söylenemeyecek bir sosyal yapı değişimi ile birleşince, karşımıza bugünkü, sürekli göç ve ren ve buna rağmen gençleri işsizlikten kıvranan, sosyo-ekonomik hayat standardı günden güne geri giden ve insanlarının geleceğe ait ümitlerini gittikçe karamsarlığa dönüştüren bir Sivas çıkıverdi. Bu tablo Sivas için asla bir nihai kader olarak kabul edilme meli. Bu meselelerin çözüme kavuşturulmasında çok büyük zor67
luklar olduğu da düşünülmemeli. Çünkü ne bu tablo Sivas'ın nihai kaderidir ve ne de bu meselelerin çözümlenmesi zannedildiği ka dar zordur. Sivas'ın bu konudaki yegane talihsizliği, şehrin ikti sadi, siyasi ve idari bir takım müesseselerinin başında ve yönetiminde bulunan ekiplerin, bugüne kadar arzu edilen sevi yede bir organizasyon ve uyum içerisinde bulunamamalarından ibarettir. İşte, Sivas'ın yukarıda zikredilen belli başlı siyasi, idari ve ik tisadi müesseselerinin yönetimine gelecek kadrolar, belli bir dö nem itibariyle arzu edilen uyumu tesis ettiği ve bu yönetim kadrolarında genel olarak vasatın üzerinde bir kalifikasyon ya kalandığı takdirde, bu dönem Sivas'ın kaderinin iyiye döndüğü bir dönem olarak Sivas tarihine geçecektir. Bundan hiç kimse nin, hiç bir Sivas'lının kuşkusu olmasın. Ben şahsen bu konuda asla umutsuz değilim. Çünkü bu prob lemin mutlaka halledilebile�eğine inancım tamdır. Sivas ile ilgili olarak beni daha fazla üzen ve düşündüren husus başka bir nok tada yoğunlaşıyor. Son yıllarda maalesef Sivas'ın insan ilişkilerinde eski güzelliklerden uzaklaşıldığını görüyorum. Eski dostluklar, eski muhabbetler yerini bir takım kısır çekişmelere bırakıyor. Eskilerde birbirini incitmeme felsefesi üzerine kurulu insan ilişkileri, gittikçe birbirini kırıp dökme ve bir diğerine hayat alanı bırakmama eğilimine dönüşüyor. Yılların dostluklarının, çoğunluğu siyasi muhtevalı gereksiz çekişmeler yüzünden husumetlere dönüştüğünü ve bu husumet lerin bir diğerine selam vermeye bile engel tatsızlıklara ulaştığını görüyorum. Derli toplu bir şehirde geniş bir aile saadeti içerisinde yaşanan dostlukların gereksiz düşmanlıklara dönüşmesi sonu cunda, ailenin diğer üyelerinin de husumet odakları arasında iki arada bir derede kalıp, hiç müstehak olmadıkları bir ızdırap çek tiklerine tanık oluyorum. Sivas'a her gidişimde en büyük korkum, bu defa acaba ki min kim ile bir sürtüşmeye düştüğü ve hangi eski dostlukların bu arada kopmuş olduğu noktasında yoğunlaşıyor. Çünkü müşterek dostlarımızın artık ayrılan yolları, bizi eski muhabbetlerin yol ayrımında m ütereddit bırakıyor. Böylece bir çoğumuz hiç haket mediğimiz bir acıyı yaşıyoruz. 68
Tabii ki bundan en büyük zararı da Sivas görüyor. Sivas için bir şeyler yapması, bir şeyler üretmesi gereken insanların, bu he defi bir kenara koyup birbirleriyle uğraşması Sivas'ın en büyük kaybı oluyor. Sivas için ne yarattık da, neyi bölüşemiyoruz. Yokluk zemi ninde, yokluk üzerine verilen bu kavga niçin? Bebekliklerinde ku cak kucağa uyuyan, haftada bir kaç kere aynı masa etrafında ayran çorbasını kaşıklayan çocuklarımızın, gençliklerinde birbir lerini tanımamasından daha büyük bir ayıp olabilir mi bizim için? Evlenme çağına gelmiş çocuklarımızın, yirmi yıl önce öz am casından ayrı tutmadığı baba dostları ile, yirmi yıl sonra bir te sadüf eseri yeniden tanışması bir sosyal kopukluk olarak bizi ürpertmiyor mu? Çocuklarımız bize yirmi yıl sonra yeniden tanıştığı amcalarını anlatırken başımız yere eğilmiyor mu?
Değerll Hemşehrllerlm : Geliniz, yüreklerimizi tekrar birbirinin üzerine koyalım. Elle rimizi tekrar birbirine kenetleyelim. Geliniz, yeniden kuracağımız dostluklar üzerine Sivas'ımızı yeni baştan inşa edelim. Geliniz, bizim kopukluğumuzdan istifade eden karanlık güç odaklarının Sivas'ımız üzerinde kara oyunlar sahnelemesine izin vermeyelim. Geliniz, şu andan itibaren el ele, gönül gönüle vererek bir birimizi kucaklayalım. M üşterek hedefimiz Sivas'ımız için bir şeyler yapmak ve onu günden güne kalkınan şehirler ortasında gittikçe eriyip küçülmekten kurtarmak olsun. Gellnlz, çocuklarımıza daha mutlu, daha huzurlu, daha ma mur, daha müreffeh, daha zengin ve daha kalkınmış bir Sivas bıra kalım.
69
FIKRALARIN DİLİ 11
-
-
Bugün biz susacağız, fıkralar konuşacak. Eski Sovyetler Bir liği halkı arasında yaygın bir şekilde anlatılan aşağıdaki fıkralar, Sovyetler Birliğinde propagandanın hayata nasıl hakim olduğunu ve her şeyin nasıl sadece propoganda ile şekillendirilip; devam ettirilmek istendiğini hicvediyor. • •
•
Büyük İskender, Sezar ve Napolyon, şeref konuğu olarak Kızıl meydandaki geçit törenini birlikte izliyorlarmış. Büyük İskender, " Sovyet tankları bende olsaydı, yenilmez olurdum" demiş. Sonra Sezar konuşmuş : "Sovyet tankları bende olsaydı, tüm dünya ile savaşırdım." Napolyon'da şöyle demiş : "Benim Pravda gibi bir gazetem olsaydı, dünyanın bugüne kadar Vaterlo bozgunu diye bir olaydan haberi olmazdı." . .
.
Bir yabancı gazeteci, kolhozlardan birisindeki günlük hayatı yerinde incelemek istediğini, parti sekreterine bildirmiş ve isteği kabul edilmiş. Parti sekreteri, yakındaki bir kolhozun müdürüne telefon ederek durumu bildirmiş. "Yoldaş Kalodya . . . Çevreye şöyle bir çeki düzen ver. Yanımda yabancı gazeteci olacak." Kolhoz müdürü bir günde çevreyi düzenlemesinin mümkün olmadığını belirtmiş ve bir yabancı gazetecinin kolhozu o şekliyle görmesinin de sakıncalı olacağında ısrar etmiş. Sonuçta parti"sek reteri kızmış ve telefonda bağırmış : "Canın cehenneme . . . Tamam öyleyse, bırakalım da yabancı gazeteci bize iftira etsin." • .
70
.
Kulüpte " Halk ve Partinin birlikteliği" konusunda konferans verileceği açıklanmış. Fakat konferans günü salona kimse gel memiş. Bir hafta sonra yeni bir konferans konusu açıklanmış : "Üç Türlü Aşk" Salon tıklım tıklım dolmuş. Konuşmacı söze başlamış; "Üç.türlü aşk vardır. Birincisi platonik aşk. İkincisi normal aşk. Aşkın bu iki türü üzerinde pek laf etmeye değmez. Kalıyor aşkın üçüncüsü, aşkın en asil olanı; halkın Parti'ye olan aşkı. Şimdi bu konuda ayrıntılı konuşma yapacağım." * *
*
Bir hasta polikliniğe gitmiş, Kulak - Göz uzmanına muayene olmak istediğini söylemiş. Kendisine öyle bir uzmanlık dalı ol madığını, Kulak - Burun - Boğaz uzmanına yazacaklarını söylemişler. Hasta bir türlü kabul etmemiş, ille de Kulak - Göz uzmanı diye tutturmuş. Sonunda, niçin Kulak - Göz uzmanı diye ısrar ettiği sorulunca cevap vermiş; "Bir şeyi kulağımla işitiyor, sonra da gözümle bakıyorum. İşittiğin'ıle gördüğüm hep farklı oluyor. Benim gözümle kulağım arasında bir dengesizlik var." * *
*
Yoldaşın biri, "Radyodan dinlediğime göre ülkede gıda mad delerinde bolluk varmış. Oysa benim buzdolabım tamtakır, ne yap mam lazım?" diye soruyor. Diğerinin cevabı; "Sen en iyisi buzdolabını radyonun şebekesine bağla." * *
*
Brejnev, önemli bir toplantıda rapor okuyormuş. Dinleyenler den biri toplantı sonunda tutuklanmış. Adam ısrarla, " Ben casus değilim" diyormuş, ama dinletemiyormuş. Brejnev, casusu yakalayan albaya sormuş; "Casus olduğunu nasıl anladınız?" "Raporunuzdaki bir cümleden" "Nasıl?" 71
"Siz bir yerde, düşman uyumaz diyordunuz. O sırada salonda uyumayan tek kişi yakaladığım adamdı." • •
•
Andropov'un Çekoslovakya'yı ziyaretinde onuruna sülün avı düzenlenmiş. Çalı lıklardan kalkan sülüne Andropov ateş etmiş; karavana. " Fevkalade" "Yoldaş Andropov hayret edilecek bir olay ölü sülün uçmaya devam ediyor" diye alkışlayarak Andropov'u tebrik etmişler. • •
•
Yabancı delegasyon, Kolhoz pazarını ziyaret etmiş. Konuk lar fiyatları öğrenmek istemişler. Delegasyonu ağırlayan bölge ko mitesi sekreteri, yabancılara çaktırmadan köylüye gizlice işaret etmiş "Aşağı, aşağı" diye. " Ü ç Ruble" demiş köylü satlık ineği için. Yabancılar hayretle karşılamışlar. O sırada oradan geçen bir başka köylü bunu duyunca, "Üç Rubleye mi, ben alıyoru m" diye atılmış. Sekreter bu defa da gizlice bu köylüyü tehdid etmek için yum ruğunu göstermiş. Köylü durumu çakmış. "Ben almaktan vazgeçtim. En iyisi sonra danasıyla birlikte al mak" diyerek oradan uzaklaşmış . • .
.
3adece Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yapılan atletizm karşılaşması sonuçlanmış. Ameri.kalılar kazanmışlar. Ertesi gün Sovyet gazeteleri olayı yazmış; " 1 00 metre koşusunda Sovyet sporcular ilkler arasındaydı. Amerikalı koşucular ise sonuncuların önündeydi." .
Fiil ler üzerine bir kitap yarışması düzenlenmiş. Almanlar uzun bir çalışmadan sonra "Fiiller Hakkındaki Bi lime Giriş" adlı kitap ile yarışmaya katılmışlar. Amerikalılar "Fiiller Hakkında Bilinmesi Gereken Özet Bilgi ler" adlı kitabı göndermişler. 72
Yahudilerin kitabı "Fiiller ve Yahudi sorunu" adını taşıyormuş. Bulgarların kitabının adı ise "Sovyet Fiilinin Küçük Kardeşi; Bulgar Fili" imiş. Ruslar ise "Filler Ü l kesi Rusya" ve "Dünyadaki En Bilinçli Fil; Sovyet Fili" kitaplarıyla yarışmaya katılmışlar. •
Bir kolhozun yıl sonu toplantısında kolhoz başkanı "iktidarın sade vatandaşlara çok şey verdiğini" anlatıyormuş. " Bakın Marya Petrovna'ya, . . . basit bir köylü kadınıydı, şimdi kulüp yönetiyor. Ya Pelegaya Fyederovna'ya ne dersiniz, O da sıradan bir köylü kadınıydı, şimdi kütüphane yöneticisi. Ya Ste pana Mitrofaniça, . . . Aptalın aptalıydı, şimdi parti örgütleme sekreteri. " • .
.
Cezaevinde bir koğuş . . . "N� kadar süren var?" "25 yıl" "Neden dolayı?" "Önemli değil. . . " "Aman önemli değil deme, on yıl daha yersin . " . •
•
Brejnev, Kosigin'e çıkışmış; "Niçin dediğimi yapmadınız. Sınırın açılmasını emretmiştim." "Aklını m ı kaçırdın, herkes gider, biz ikimiz kalırız." "İkinci kim?" • •
•
Moskova Film Festivalinde Birgitte Bardot konuklar arasındaymış. Brejnev ile yaptığı konuşma arasında niçin sınır kapılarının açılmadığını sormuş. Brejnev parmağını yalayarak cevaplamış; "Anlaşılan minik kedi benimle yalnız kalmak istiyor. " • .
.
73
YENİDEN YAPILANMAYA DESTEK Asya Türk Cumhuriyetleri 1 991 yılındaki bağımsızlık ilanından bu yana hukuki, iktisadi ve idari müesseseleri (dolayısıyla tüm dev let teşkilatı) bakımından ciddi bir yeniden yapılanma mücadele sine girmiş bulunuyor. Belirli merhaleler sonucunda nihai şeklini alacak olan bu yapılar, hangi ülkelerin benzer müesseseleri ile paralellik arze der ise, gelecekteki ikili ilişkiler açısından bu ülkeler lehine te melde bir kolaylık ve rahat uygulanabilirlik ortamı doğacak. Bahse konu yeniden yapılanma ile ulaşılacak nihai müesseselerin, bu cumhuriyetlerin gelecekteki uluslararası ilişkilerinde önemll ölçüde belirleyici olacağı, tüm dünyanın malumu bulunmaktadır. Bu sebeple bölgede bazı önemli dünya devletleri, zikredilen mües sesele"ri kendilerine en uygun şekillerde oluşturma yönünde bir yarış içerisindeler. Yukarıda zikredilen husus, bu konuda dikkate alınması ge reken bazı devletlerin, bölgedeki m ücadelelerinde önemli bir bölüm başlığını oluşturuyor. Kırgızistan Cumhurbaşkanı nezdinde müşavirlik görevimizi ifa ederken , bu gerçeği daima gözönünde bulundurarak geliştirdiğimiz ilişki ve faaliyetler sonucunda, bu hu susta Türkiye lehine bazı gelişmeler temin edilmiş olmasına rağmen, bu konunun genel bir devlet politikası şeklinde ele alınmasında zarüret görülmektedir. Çünkü, Türkiye bu cumhu riyetlerin hukuki, idari ve iktisadi yeniden yapılanmasına nakşedebileceği motifler ölçüsünde, müstakbel ikili ilişkiler açısından her iki taraf için müşterek avantajlar sağlayacaktır. Aslında anılan hususlardaki tecrübe birikiminin yetersizliği ne deniyle, yönetim kademeleri bu konudaki etkilenmelere de açık bulunmaktadır. Bizim açımızdan sevindirici olan _ husus ise, aramızdaki tarih ve kültür birliği ile lisan yakınlığı bakımından bu konuda Türkiye'ye diğer tüm ülkelerden daha sıcak bakılmakta oluşudur. Türkiye bu sıcak atmosferi mutlaka değerlendirmelidir. Bu hususta yapılması gereken ilk ve en önemli çalışma, Türkiye' deki hukuki ve idari mevzuat ile iktisadi müesseselere ait bilgilerin acilen bölgeye transfer edilmesidir. Bunun için bazı 74
önemli kanunlar ile bazı önemli idari ve iktisadi müesseseleri tanıtan yayınların kril harfleriyle ve bölge dillerinde basılarak, her fırsatta Türk Cumhuriyetlerine intikal ettirilmesi gerekir. Öncelikle bu konuda Devlet tarafından bir baskı merkezi, küçük bir matbaa kurulmalıdır. Küçük bir Anadolu kasabasının mütevazi bir gazetesini basan bir tek makinanın kapasitesi bile bu iş için yeterli olabilir. Sonra bölge dillerine hakim 5-1 0 kişilik uzman kadro bu baskı merkezinde görevlendirilerek, Maliye Ba kanlığı, Merkez Bankası, DPT, HDTM, SPK, vb. kuruluşlara anılan merkezdeki uzmanlar ile koordine olarak kuruluş kanunlarının ve kuruluşlarını tanıtan bir broşürün kril harfleri ve bölge dillerinde baskılarının yapılması görevi verilmelidir. Bu arada Anayasa, Me deni Kanun, Ticaret Kanunu vb. temel bazı kanunların basılması işi de, ya bir üniversitenin, ya da bu konuda yetkili bir kuruluşun veya doğrudan bu iş için oluşturulacak bir komisyonun koordi nasyonuna verilmelidir. Bu işe bütün boyutları itibariyle yani tüm temel yasalar ve tüm önemli iktisadi müesseseler açısından bakılırsa, gerçekleşmeSı ve tamamlanması zor bir proje gibi görünebilir. Ancak işin bir anda ve noksansız ifa zarureti yoktur. Proje parça parça tekemmül ede cek ve zaman içerisinde tamamlanacak bir mahiyet arzetmekte dir. Üstelik vaki olacak noksanlıkların, tamamlanan bütüne hiç bir zararı söz konusu değildir. Bu· konudaki en büyük avantaj ise, bölgedeki yasama ve yürütme organlarının, anılan husus açısından çok ciddi bir kay nak arayışı içerisinde bulunmalarıdır. Yani bölgedeki ilgililer, bu konudaki her türlü kaynağa cankurtaran simidi gibi sarılma eğilimi içersindeler. Özellikle yukarıda zikredilen tarzda hazırlanmış bir kaynak, onlar açısından pek çok külfeti bertaraf eden bir imkan yarattığı için daha da cazip gelecektir. Netice olarak, Orta Asya' da yeni bir Türk Dünyası, yeni baştan kuruluyor. Bu yeni dünya ile hiç bir müştereği olmayan bazı ülke ler, bu cumhuriyetlerdeki yeniden yapılanmanın kendi bünyele rine uygun bir şekilde tekemmülü için olağanüstü bir yarış içerisindeler. Çünkü hedefleri, uygun bünyelerin daha kolay işlerlik kazandıracağı bir takım ilişkilerden, kendi ülkeleri lehine istifade etmektir. Bu yeni dünya ile sayılamayacak kadar çok müştereği olan Türkiye'ye bu yarışta birincilikten başka sıra yakışmaz. 75
GÖÇMEN MÜBADELESİ Bölgede yaşayan Kırgız, Kazak, Özbek, Türkmen vb. yerli halk içerisinde sadece 1 944 yılında Ahıska'dan Birliğin muhtelif ke simlerine sürgün edilenler "TÜRK" adıyla tanınıyor ve diğerleri tarafından onlara adeta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gözü ile bakılıyor. Doğrusu onlar da kendilerini tam olarak buralı hisset miyorlar. Artık Ahıska'ya dönüş konusunda fazlaca ü mitli ol madıkları için yegane vatanları olarak Türkiye'yi görüyorlar. Türkiye'nin bu konudaki fevkalade isabetli yaklaşımı ile "Ahıska Türklerinin Türkiye'ye kabulü ve İskanına Dair" 3835 sayılı Kanun 2. 7 .1 992 tarihinde kabul edilmesine rağmen, ara dan geçen bir buçuk yıla yakın sürede uygulamada çok önemli bir mesafe alınamamış ve mesela Kırgızistan'da yaşayan 30 bin civarındaki Ahıska Türkünden sadece 28 ailenin Türkiye'ye in tikali sağlanabilmiştir. Halbuki, 4 yıl önce Özbekistan'da yaşanan olayları unutamayan Ahıskalılar, özellikle anılan Kanunun ka bulünden sonra burada adeta diken üzerinde oturuyorlar. Bu gecikmenin, bölgeden Türkiye'ye getirilecek olan Ahıskalılar için gerekli her türlü ortamın hazırlanmasında zamana ihtiyaç duyulmasından kaynaklandığı malumdur. Bu konuda en fazla zamana ihtiyaç duyulan hususun ise onların iskanı için ge reken zeminin hazırlanması olduğu bilinmektedir. Ancak bu arada bölgedeki bir başka gelişmenin, Türkiye açısından bu konuda is tifade edilebilir ve bu husustaki uygulamanın hızlanmasını temin edebilir bir zemin hazırlandığı kanaatindeyim. Şöyle ki; Türkiye'de "Ahıska Türklerinin Türkiye'ye Kabulü ve İskanına Dair" 3835 sayılı Kanun 2.7.1 992 tarihinde kabul edildikten tam bir yıl sonra Kırgızistan'da 2.7. 1 993 günü " Kırgız Cumhuriyeti Dışında Yaşayan Soydaşların Kırgızistan'a Dönmesi Hakkında" 241 sayılı Kırgızistan Cumhuriyeti Kararnamesi yayınlanmıştır. Bi lindiği üzere Türkiye'de çoğunluğu Van gölü çevresinde olmak 76
üzere 3 bin civarında Kırgız asıllı vatandaşımız yaşamakta ve bun lardan bir bölümü, yukarıda zikredilen kanundan istifade ederek Kırgızistan'a dönmek istemektedir. Bahse konu her il<i Kanun ile ilgili uygulama, Türkiye'de Asya'dan göç edecek Ahıska Türkleri için yeni mekanlar ve yeni imkanlar yaratılmasını beklemek yerine, Kırgızistan'da yaşayan Ahıska Türkleri ile Türkiye'de yaşayan Kırgızların yaşadıkları me kanlar, iştigal ettikleri işler ve sair imkanları itibariyle karşılıklı ola rak takas edilmeleri gibi fevkalade kolaylık getirici bir imkan yaratmaktadır. Kendisiyle Kırgızistan'da temas halinde bulun duğumuz " Kırgız Cumhuriyeti Türkleri Birliği Başkanı" ve Kırgızis tan milletvekili Sayın Maksut İzzet'in bu konuda Kırgızistan Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ile TC. Bişkek Büyükelçiliğine muhtelif müracaatları olmuştur. Kırgızistan Cumhuriyeti ile bu konuda bir koordinasyon sağlanarak, hem Ahıska Türklerinin Türkiye'ye ve hem de Türkiye'de yaşayan Kırgızların Kırgızistan'a göçü konusunda önemli bir mesafe alınacağı düşünülmektedir. Yapılacak istihba rat sonucunda, Kırgızistan Cumhuriyeti tarafından kabul edilmiş olan " Kırgız Cumhuriyeti Dışında Yaşayan Soydaşların Kırgızistan'a Dönmesi Hakkında" 2.7.1 993 tarih ve 241 sayılı Ka rarnameye benzer kararların diğer Türk Cumhuriyetleri tarafından da alınmış olduğu anlaşılırsa, o zaman bu konudaki uygulamaya daha da geniş bir boyut kazandırılması mümkün olacaktır.
77
TRT
•
AVRASYA
Kırgızistan'da halen 5 ayrı kanal üzerinden TV yayınları iz leniyor. Bunlardan birincisi Kırgızistan'ın kendi resmi TV kanalı, ikincisi ABD - İsrail ortak sermayesiyle kurulan ve bölgede "Ticari Kanal" adıyla bilinen özel kanal, üçüncüsü TRT - AVRASYA ka nalı, diğer ikisi ise Rusya'dan yayın yapan iki ayrı kanal. Kaza kistan ve Özbekistan ise TRT - AVRASYA'nın hergün 3 saat yayın yaptığı kanaldan TRT yayınını müteakip ve birb)riyle dönüşümlü olarak iki günde bir 2 saatlik yayın yapıyor. Kırgızların uzun yıllardan beri devam eden, kendi öz dillerin deki bir Radyo - TV yayınından istifade özlemine rağmen, Kırgız Radyo Televizyon Kurumunun (çok sınırlı teknik ve finansman im kanları sebebiyle) ileri derecede cazip bir yayıncılık gerçekleştire memesi yüzünden, halk önemli ölçüde diğer TV kanallarına yönelmektP.dir. Bu durum bölgede çeşitli vasıtalarla ve bu me yanda TV yayınları yoluyla etkinlik kurmak veya sürdürmek iste yen bazı güçlerin planlarını daha rahat bir şekilde uygulamaları için zemin hazırlamaktadır. Kırgızistan Radyo Televizyon Kurumu Genel Müdüründen aldığımız bilgilere göre, bölgede 1 Haziran 1 992'de yayına başlayan TRT - AVRASYA kanalının birinci ay sonundaki izlenme oranı % 47 iken, bu oran ikinci ay sonunda % 42'ye düşmüş ve bu düşüş sürekli bir şekilde devam ederek Mart 1 993'de % 9'a kadar inmiş bulunmaktadır. Tabii bu durum Kırgız halkının geniş ölçüde 2 Rus kanalı ile ABD - İsrail ortak sermayeli özel kanalın çapraz ateşi arasında kalmasına sebep olmaktadır. Böyle bir ortamda TRT'nin AVRASYA kanalı yolu ile bölgede yayın imkanı bulmuş olması Türkiye için fevkalade önemli bir fırsat yaratmaktadır. Ancak yukarıda zikredilen rakamlar, bu fırsatın çok iyi bir şekilde değerlendirilmedlği�i açıkça göstermektedir. TRT - AVRASYA yayınlarının bölgedeki izlenme oranının mümkün olan en yüksek noktalara çıkarılması ve bu arada anılan ·78
yayınlar yoluyla bölgenin Türkiye ile her sahada iyi ilişkilerini hızlandıracak bir zeminin hazırJanmasına katkıda bulunulması hayati önem arzetmektedir. TRT - AVRASYA yayınları çok ciddi bir şekilde ve özel bir ko mite marifetiyle yeni bir değerlendirmeye tabi tutulmalı ve bu mükemmel imk4ndan Türkiye ve Asya Türk Cumhuriyetleri le hine mümkün olan azami faydanın temini hedeflenmelidir. Aşağıda maddeler halinde zikredilen hususların temini, anılan he defe ulaşılmasına önemli katkılar sağlayacaktır. A - TRT - AVRASYA kanalı Avrupa ve Asya kıtasına aynı anda ve aynı yayınla hitap etmektedir. Bu durum yayınların önemli bir bölümünün bölgesel alakaların dışında kalmasına sebep ol maktadır. Mesela, Almanya'da doğup büyümüş Türk çocukları arasında yapılan bir yarışma veya Berlin'deki bir tavernadan nak len verilen eğlence programı Bişkek'te yaşayan gençlik için çok önemli bir al4kaya konu olmamaktadır. O sebeple, öncelikle TRT - AVRASYA yayınlarında Avrupa ve Asya'ya yönelik yayınların birbirinden ayrılması gerekir. B - Asya Türk Cumhuriyetlerinde TRT - AVRASYA yayınları 2-3 saatlik sınırlı yayın limitleri içerisinde verilmektedir. Bu sınırlı yayın dilimi , merkezde süreklilik arzeden bir genel yayının , bu ülkelerdeki yayın zamanına denk gelen bir bölümü olduğu için, genellikle açılış anında yayını devam etmekte olan bir program ortada herhangi bir yerinden yayına girmekte ve kapanış anında da yayını devam etmekte olan bir program yarıda kesilmektedir. Denilebilir ki Kırgızistan'daki 3 saatlik yayın içerisinde baştan sona bir bütün halinde izlenebilen yegane program genellikle "Susam Sokağı" adlı çocuk programından ibaret kalmaktadır. Bu durum tabii ki yayından beklenen etkinin ve izlenme oranının düşmesine sebep olmaktadır. Kırgız Radyo Televizyon Kurumu Genel Müdürü ile bu hu susa yönelik görüşmemizde, ilgili tarafından " Bu yayının TRT ile yapılan bir andlaşmaya göre yürütüldüğü ve TRT isterse komple bir kanalı kiralamak suretiyle sürekli yayın dahi yapabileceği" " ifade edilmiştir. Böyle bir imk4n mevcut olduğuna göre, bu im kanın ileride yaratacağı başka hayati faydalar gözönünde bulundurularak, 79
TRT'nin icabeden finansman külfetini üstlenmesi ve böylece böl gede TRT - AVRASYA yayınlarının daha geniş zamana yayılan bir yayın programına ulaşması gerekir. C - Bölgeye yönelik yayınlarda, bu bölge halkının ilgisini çekecek konulara ağırlık verilmesi gerekir. Mesela; İstanbul Be lediye Başkanı ile İstanbul'un problemleri hakkında yapılan uzun uzadıya bir mülakatın bölge halkı açısından hiç bir cazibesi yok tur. Ama, Orta Asya'da Kırgız, Kazak, Özbek, Türkmen gibi ayırımcı kalıplara sokulmuş Türk milletinin aynı coğrafya üzerinde binlerce yıl öncesine dayanan müşterek tarihine veya Türklerin Orta Asya'dan diğer c�rafi bölgelere ve bu arada Anadolu'ya göçlerine dair belgesel programlar veya konulu filmler, hiç şüphesiz bölge halkının alakasını daha fazla çekecektir. D - Asya Türk Cumhuriyetlerine yapılan yayınlarda, bu böl gelerde ve ülkemizdeki müşterek kelimelere ağırlık veren, daha özel bir dil kullanılması gerekir. Hatta bazı haber bültenlerinin bölge dilleri ile verilmesinde büyük fayda görülmektedir. Çünkü şu anda bölgedeki en önemli haber ve yorum kaynağı halen Rusya'dır. Bölge halkının farklı bakış açılarına ve farklı yorumlara şiddetle ihtiyacı vardır. O nedenle bölge dilleriyle yayınlanacak haber programları geniş bir alakaya konu olacaktır. Bölgede Kırgızlar ile Kazakların ve Türkmenler ile de Özbeklerin dillerinde önemli yakınlıklar mevcuttur. Bu yakınlıktan istifade ile günde iki defa verilen haberlerin, bir gün birisi Kazakça diğeri Türkmence ve takibeden gün birisi Kırgızca diğeri Özbekçe verilmek sure tiyle dönüşümlü bir denge kurulabilir. Bu arada bölge halkı TRT - AVRASYA yayınları yoluyla Türkiye Türkçesini anlayabildiği ölçüde bu yayınlara ve dolayısıyla Türkiye'ye daha fazla yakınlık duyacaktır. Bu gelişimin yaygınlaştırılması ve hızlanmasının temini için haber spikerleri ve program sunucularının çok iyi seçilmesi, özellikle bu kanaldaki yayınlarda konuşmaların bölge halkı tarafından daha fazla anlaşılmasını temin amacıyla, kelimelerin daha yavaş seyreden bir tempo içerisinde ve daha belirgin diksiyonlar ile ifade edil mesi uygun olacaktır.
80
BÖLGEDEKİ MİLLi TV'LER İLE İŞBİRLİGİ Asya Türk Cumhuriyetlerindeki milli televizyonlar uzun süren bağımlılık döneminden sonra, nisbeten daha özgür bir faaliyet or tamı bulmuş olmalarına rağmen, gerek teknik ve mali problem leri ve gerekse tecrübe birikimindeki yetersizlikler nedeniyle tatminkAr bir yayıncılık gerçekleştiremiyor ve bu durum halkın başta Rusya olmak üzere diğer ülkelerin yayınlarına yönelmesi suretiyle o ülkelerin tesir sahalarına girmesine vesile oluyor. Bölge halkının geleceği açısından pek müsbet sonuçlar yaratmayacağı aşikar olan bu problemin halli için bölgedeki milli televizyon yayınlarının acilen tatminkAr bir kalite düzeyine yükseltilmesi ge rekiyor. Ancak, Asya Türk Cumhuriyetlerinin bu sonucu kendi imkAn ları ile temin etmesi mümkün görünmüyor. Bölgede yapılan TV yayınlarının, Türkiye lehine olma veya en azından Türkiye'ye karşı olmama açısından bize göre en uygun olanı (tabii ki TRT - AV RASYA yayınlarından sonra) her Türk Cumhuriyetinin kendi milli TV yayınıdır. Bu nedenle bölgedeki milli televizyonların daha fazla izlenmesini temin edecek bir kalite düzeyine ulaşması için ihti yaç duyulan tüm teknik ve finansman desteğinin öncelikle Türkiye ve TRT tarafından sağlanması fevkalade müsbet sonuçlar doğu racaktır. Türkiye ve özellikle TRT'nin, bölgedeki milli Radyo - Televiz yon Kurumları ile yakın ve sıcak bir ilişki içerisine girerek, ihtiyaç duyulan her türlü desteği sağlaması, hem bölge halkının kendi sini daha süratli bir şekilde tanıması suretiyle onların geleceği bakımından ve hem de TRT - AVRASYA yayınlarının Asya Türk Cumhuriyetlerinde daha rahat ve problemsiz bir yayın ortamı bul ması bakımından çok önemli avantajlar sağlayacaktır. Türkiye'nin bu konuda katettiği merhaleler ve sahip olduğu teknik ve finansman imkAnları, Asya Türk Cumhuriyetleri ta81
rafından hayal dahi edilemeyecek noktalarda bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye'nin böylesine önemli faydaları temin etmek üzere üstlenece�i külfetler, bizim açımızdan çok önemli boyutları ihtiva etmemekle birlikte, muhatabımız Türk Cumhuriyetleri açısından çok büyük anlam ve de�erler ifade edecek ve böylece gerek bi zim için ve gerekse kardeş Türk Cumhuriyetleri için Çok ônemll bazı faydalar fevkalade ucuza temin eqilmiş olacaktır.
82
YÖNETiM KADROLARIYLA TEMAS Kırgızistan yönetiminin çeşitli kademelerindeki görevlileri ile yapılan muhtelif görüşmelerimizde, bu kadrolar içerisinde hem kendi ülkesinin gelece{li açısından dikkate de{ler bir uyanıklık içerisinde bulunan ve hem de Türkiye ile mevcut ve müstakbel ·ilişkiler konusunda tamamiyle pozitif bir görünüm sergileyen kişilerdekl yegAne müşterek özelli{lin daha önce Türkiye'yi ziyaret etmeleri ve Türkiye'yi tanımaları oldu{lunu gördüm. Bu durum, Asya Türk Cumhuriyetleri ile müstakbel ilişkilerimiz konusunda fevkal!de müsait bir zemin hazırlamaktadır. Gerçi bana göre, bu cumhuriyetler halihazır yönetim kadroları ile sos yal, siyasi, idari ve iktisadi yeniden yapılanmalarında çok ileri se viyede bir merhale katedemeyecekler ve bu ülkelerin gerçek anlamdaki yeniden yapılanma mimarları halen Türkiye'de tahsil görmekte olan genç kadroları ile onları izleyen ve gözlerini hür bir dünyaya açmış olan birinci nesil olacaktır. Ancak bu ülkeler!, belli bir noktaya kadar götürüp, sözü edilen bu yeni nesillere tes lim edecek olan da muhakkak ki yine halihazırdaki yönetim kad roları olacaktır. O nedenle, mevcut yönetim kadroları içerisinde Türkiye ile ilişkiler konusunda müsbet pozisyon alacak kişilerin sayı ve oranını azamiye çıkartmak için, mümkün olan her fırsatta bu ülke lerdeki yöneticilerin Türkiye'deki muadili kurumlar tarafından ülke mize daveı edilmesl, bu davet süresince Türkiye'nin ve kurumlarının en iyi şekilde kendilerine tanıtılması, ülkemiz açısından fevkalade müsbet sonuçlar yaratacak bir faaliyet ola caktır. Hatta bu konuda sadece mevcut yönetim kadroları ile iktlf! edilmeyip, aşa{lıdan gelmekte olan ve ilerde yönetim kademele rine aday olarak görülen kişilerln de bu tür.programlara dahil edil mesi gerekir. Bölgedeki Büyükelçiliklerimiz anılan yönetim kadroları ile yo{lun temas halinde olup, Türkiye'ye daveti uygun 83
olacak kişilerin tespiti konus.u nda Büyükelçiliklerimizden gerekli istihbarat alınabilir. Bunun dışında Türkiye' den çeşitli vesllelerle geçici görevli olarak bölgeye giden ve görevi icabı çeşitll yöne ticilerle temas kuran kamu görevlilerinden de bu isimlerin tespiti konusunda istifa.de edilebilir. Çok genel bir fayda - maliyet analizi mantığı ile, Asya Türk Cumhuriyetleriyle münasebetlerde en az maliyet ile her iki taraf lehine en fazla faydanın sağlanacağı faaliyet türünün bu olacağı inancındayım.
84
ULAŞIM PROBLEMİ Türkiye'den genel olarak Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine ve özel olarak da Kırgızistan'a ulaşımda, mevcut ve müstakbel ilişkileri olumsuz yönde etkileyen ciddi problemler yaşanıyor. Halen Türkiye açısından bölgeye yönelik yegane emin ulaşım yolu haftada iki gün İstanbul - Alma Ata arasında yapılan THY uçak seferlerinden ibaret. Bu uçak seferleri haftada bir gün İstanbul'dan direkt Alma Ata'ya uçup, İstanbul'a dönüşü Taşkent bağlantısı ile yapmak ve haftada bir gün de İstanbul'dan Taşkent bağlantısı ile Alma Ata'ya uçup, dönüşü direkt İstanbul'a yap mak şeklinde gerçekleştirilmekte. Kırgızistan'a ulaşım ise Alma Ata'dan sonra sadece karayolu ile mümkün olmaktadır. Türkiye'nin bölge ile temaslarının ve müstakbel entegrasyo nunun hızlandırılması için daha sık ve daha çeşitli ulaşım imkan larının devreye sokulması gerekir. Ayrıca böyle bir imk!n, dış dünya ile ciddi bir ticari ilişki mekanizmasını işletmek zorunda ol masına rağmen, anılan ulaşım problemler! nedeniyle bu konuda önemli mesafe katedemeyen Türk Cumhuriyetlerinin geleceğini de olumlu yönde etkileyecek ve bu arada Türkiye tarafından ya ratılacak bu ulaşım imkanları, bölgenin batı dünyası ile ticari ilişkilerinin önemli bir bölümünü Türkiye üzerinden yürütmesine katkıda bulunacaktır. Bu problemin h<illi için kısa ve uzun vadede iki ayrı tedbir düşünülebilir. A - Haftada 2 gün Taşkent bağlantısıyla Alma Ata'ya yapılan THY uçak seferlerinden her ikisi de yine Taşkent bağlantılı ol mak üzere birisi Alma Ata'ya ve diğeri Bişkek'e yapılabilir. Böy lelikle hem Kazakistan seferleri korunmuş ve hem de Kırgızistan kazanılmış olur. Kazakistan'dan haftada ikinci bir uçuş için du yulacak acil ihtiyaçlarda ise yine Bişkek seferinden istifade edi lebilir. Çunkü şu anda Kırgızistan, Türkiye ile tüm havayolu bağlantılarını Alma Ata üzerinden temin etmektedir. Bişkek ile 85
Alma Ata arasındaki 235 km. gibi çok fazla sayılmayacak bir me safe, zaruri durumlar için böyle bir imkAndan istifAde edilmesine. yardımcı olacaktır. B - Alma Ata'ya yapılan haftada 2 sefer mutlaka muhafaza edilmek istenirse, _bu defa 2 Alma Ata seferine ilave olarak haf tada bir gün de yine Taşkent bağlantılı olmak üzere Bişkek se feri düzenlenebilir. Eğer ekonomik bakımdan THY'nin taşıyama yacağı boyutlardaki bir zararı ihtiva etmez ise bu şık, bölgeye yapılan genel ulaşım kapasitesini artırması bakımından, önceki şıkka göre daha fazla şAyAnı tercihdir. C Kırgızistan'da zaman zaman Orta Asya ile Türkiye arasında özel hava ulaştırmacı lığı kom.i'sunda araştırmalar yapan Türk işadamlarına rastlıyorum. Devlet olarak bu· konu teşvik edil mek suretiyle, bölgeye daha küçük kapasitedeki özel şirket uçak larıyla, daha fazla sayıda ve daha fazla merkeze yönelik seferlerin düzenlenmesi mümkün olabilir. Bu hem Türkiye'nin bölge ile ti cari ilişkilerine doğrudan bir artı değer olarak dahil olur ve hem de diğer ticari ilişkileri olumlu yönde etkileyecek fonksiyonundan Türkiye ve bölge ülkeleri lehine yararlanıl�r. -
Uzun vadede ise Türkiye'nin gerçekleştireceği en önemli proje, tarihi İpek Yolu'nun yeniden canlandırılmasına önderlik et me� olacaktır. Çünkü bölge ile münAsebetler sadece insan nak linden veya sadece yükte hafif pahada ağır bazı malların naklinden ibAret olmamalıdır. Bölge ile münAsebetleri her sahada mümkün olan en ileri noktaya kadar yaygınlaştırmak ve çeşitlendirmek gerekir. Bu ise Türkiye ile Orta Asya arasında güvenilir bir karayolu ulaşımını zaruri kılmaktadır. Halbuki bugün gerek güzergah üzerindeki bazı ülkeler ile mett cut diplomatik meseleler ve gerekse bölge ülkelerinin dahili ka rayollarındaki asayişsizlik nedeniyle, karayolu ulaşımından son derece sınırlı ölçüleri:le ve çok büyük sıkıntılar ile faydalanılmak tadır. Tarihi İ pek Yolu'nun bölge ülkeleri ile koordinasyon tesis edi lerek yeniden canlandırılması ve en kısa sürede mümkün olan asgari sosyal imkAnları ile işletmeye açılması, Türkiye'nin böl geye yönelik olarak gerçekleştirebileceği en önemli projelerden 86
birisi olacaktır. Böyle bir yolun varlığı Türkiye'yi bölge ile ilişkilerdeki en avantajlı ülke duru muna getirecektir. Bu meyanda Türkiye, İ ran ile olan münasebetlerini çok ciddi bir şekilde yeniden değerlendirmek ve daha da güçlendirmek du rumundadır. Çünkü Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlı ğından sonra İran, Türkiye için daha özel bir konuma terfi etmiş bulunuyor. Şimdi Türkiye, Orta Asya Cumhuriyetleri ile ilişkilerin geliştirilmesi konusunda batı ile uyumlu olmaktan çok daha fazla İran ile uyumlu olmak ihtiyacı içerisindedir. Çünkü İran en azından fiziki olarak bu cumhuriyetler ile Türkiye arasında bulunmakta ve bölge ile Türkiye arasındaki en kısa kara yolu bağlantısı tama men İ ran topraklarından geçmektec:jir. Ancak realizm temeline dayanan bir dış politika ile müsbet sonuçlar elde edilebileceği unutulmamalı ve bir takım başka endişelere kapılarak bu hususta İran ile uyumll,lluk arayışında zaa fiyete düşülmemelidir.
87
EGİTİM Tamamen yeni bir sosyal ve ekonomik düzene girmiş bulu nan Asya Türk Cumhuriyetlerinde mevcut eğitim müesseseleri ve öğretim kadroları, bu yeni sistem içerisinde ülke geleceğinin daha iyi şekillenmesi için gerekli olan standartlar açısından ye tersiz kalıyor. Bu sebeple mevcut eğitim müesseseleri ve öğretim kadroları ile, bölgenin yeni düzeni içerisinde ülke geleceğini ga rantiye alacak nesillerin yetiştirilmesi pek mümkün görünmüyor. Devletin, toplumun ve iktisAdi hayatın mümkün olan en iyi yapıda şekillendirilebilmesi için öncelikle ihtiyaç duyulan meslek kadrolarının İdareci, Hukukçu, İktisatçı ve Hariciyeciler olduğu söylenebilir. Bu ihtiyacı iyi tespit eden bazı devletler bölgede fakülte ve lise düzeyinde okullar açmak gayreti içerisindedir. Kırgızistan'da ABD'nin bir H ukuk Fakültesi ve Almanya'nın ise lise düzeyinde bir kolej açmaya hazırlanıyor olması başka dev letlerin bu konuya olan alaka.sının bariz birer örneğidir. Çünkü ülkenin müstakbel yöneticileri bu okullardan yetişecek ve bu yö neticiler gelecekteki uluslararası ilişkileri belirleyecek noktalarda görev yapacaktır. Gerçi halen Türkiye'nin bu konuda diğer tüm ülkelerden ileri bir noktada olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bölgede Milli Eğitim Ba kanlığına bağlı eğitim müşavirlikleri kanalıyla açılan orta öğretim okullarına ilave olarak, özellikle merkezi Türkiye'de bulunan bazı şirket ve vakıfların bölgede açtığı kolejler, bu konuda Türkiye he sabına bir hayli mesafe alınmasına vesile olmuştur. Ancak, bu açıdan mevcut durumun yeterli olduğu söylene mez. Türkiye'nin , yukarıda zikredilen orta dereceli okullara ilave olarak, bölgede birer Hukuk, İktisat ve İdari Bilimler Fakültesi ile, ilgili ülkenin ihtiyaç belirteceği sair yüksek okulları devreye sok mak konusunda derhal organize olması ve açılacak bu yüksek okulların Türkiye'den vasıflı öğretim elemanları ile takviye edil mesi gerekir. Hatta bu konuda sadece resmi kuruluşlar ile iktifa 88
edilmeyip, Türk özel sektörünün de bu projeye dahil olmasını sağlayacak teşvik ve destek tedbirlerinin düşünülmesi yerinde ola caktır. Çünkü ABD ve Almanya bu konuya sadece özel kuruluşlar marifetiyle girmekte ve bölgede Türkiye mahreçli olarak kurulan okullar içerisinde de yine özel sektör tarafından açılan okullar, resmi okullarımıza kıyasla daha fazla müsbet gelişmeler temin etmiş bulunmaktadır. Bilindiği üzere ABD'de yüksek öğrenim tamamen özel sek törün elinde olup, karlılık açısından da oldukça verimli bir iş sa hasını oluşturmaktadır. ABD ile Kırgızistan'ın hayat standartlarını karşılaştırıp, Kırgızistan'daki bir ailenin paralı yüksek öğrenim için ayırabileceği azami kaynakları gözönüne aldığımızda, ABD'li bir müteşebbisin hiç bir surette kendi başına Orta Asya'ya gelip özel eğitim yatınmına girmeyeceği, eğer bunu denerse çok kısa sürede iflas edeceği açıktır. Hal böyle olunca, ABD'li müteşebbislerin Asya Türk Cum huriyetlerine yönelik eğitim yatırımlarında çok önemli boyutlara ulaşan bir devlet desteği sağladığına hükme�mek akla uygun düşmektedir. Çünkü ABD'li müteşebbis hiç bir durumda karından vazgeçmez ve görünen zararın üzerine gitmez. İşte bu noktada ABD yönetiminin, bölgedeki müstakbel beklentileri uğruna, eğitim alanındaki müteşebbislerini desteklediği anlaşılmaktadır. . Bu konuda Türkiye'nin de sadece resmi okullarının sınırlı te sir sahaları ile iktifa etmeyip, bölgedeki özel eğitim yatırımlarını teşvik etmesi, bölge ile müşterek geleceğimiz yolunda kurula cak en sağlam köprülerden birisini oluşturacaktır.
89
GÖREVLİLERİN SEÇİMİ VE ANTLAŞMALARIN TAKİBİ Asya Türk Cum huriyetlerinde, çeşitli ülkelerin amansız bir yarışı var. Türkiye Cumhuriyeti tarihi bağları nedeniyle bu yarışa bir adım önde başlamış olmasına rağmen, maalesef bu cumhu riyetlere Türkiye' den görevli olarak gönderilen bazı yanlış insan ların tavır ve davranışları yüzünden bu avantaj süratli bir şekilde törpüleniyor. Çünkü, bu cumhuriyetlerden dışarı çıkıp, bütün dünyayı ve bu arada Türkiye'yi tanıyan insan sayısı son derece sınırlı. Bu ne denle, Asya Türk Cumhuriyetleri dış dünyayı daha çok kendile rine gönderilen görevli temsilcileri vasıtasıyla tanıyor. Diğer ülkeler! bu temsilcileri ile özdeşleştirerek muhakeme ediyor. Bu sebeple, özellikle resmi münasebetler çerçevesinde Türkiye'den bölgeye gönderilecek şahısların tespitinde çok titiz davranılmalı, isabetsiz bir tavır veya ifadesi ile oradaki insanların duygu ve düşünce dünyalarını olumsuz etkileyecek, Türkiye ile ilgili müsbet kanaat ve düşüncelerine istihfam katacak şahıslar hangi sebeple olursa olsun gönderilmemelidir. Gerekirse sadece bu husus için küçük bir el broşürü hazırlan malı ve bu broşür bölgeye gönderilen resmi görevlilere ve hatta TC. pasaportu ile giden özel şahıslara verilmelidir. Bu broşürde, ilgilinin bu bölgedeki durumunu Vf!J neyi temsil ettiğini her an çok iyi m_uhakeme etmesi ve bir Türk için Meksika'da görev yapmak ile Kırgızistan' da görev yapmak arasındaki hayati farkın asla dik katten uzak tutulmaması gerektiği anlatılmalıdır. Bu farkı şu anda bütün dünya farkediyor ve bu farktan şu anda bütün dünya ürküyor. Bu fark bütün ülkelerin bölgeye y�nelik hesaplarında yürekler yanarak dikkate alınıyor. Böyle bir ortamda, bu farkı dik katten kaçıran yegane ülke biz olursak, sadece bize yazık olur. Türkiye ile Kırgızistan arasında, bakanlıklar ve sair ilgili ku " rumlar düzeyinde imzalanan bazı clntlaşmaların takipsiz bırakıldı90
ğına dair serzenişlere sıkça muhatap oluyoruz. Bölgedeki diğer Türk Cumhuriyetlerinde de benzer sıkıntıların yaşandığı biliniyor. Bu durum yaygınlaştıkça, ilgililerin samimi takipleri altında bulun masına rağmen, gerçekten halledilmesi gereken bazı formalite lerin tekemmülü için zamana ihtiyaç duyulan bir takım konulara da aynı gözle bakılmakta ve böylelikle genel olarak Türkiye'nin ikili antlaşmalarından doğan bölgeye yönelik mükellefiyetleri ko nusunda ihmalkar olduğu şeklinde, fevkalade kötü bir kanaat yaygınlaşmaktadır. Bu hususun ülkemiz açısından itibar sarsıcı noktalara varmaması için yapılan antlaşmalarla üstlenilen veci belerin titizlikle takip edilmesi gerekir. Bu konuda ilgili bakanlıkların genel bir Başbakanlık Talimatı ile uyarılarak, kendi antlaşmalarını en iyi şekilde takip etmeleri sağlandıktan başka, Asya Türk Cumhuriyetleriyle yapılan her türlü antlaşmadan bir örneğin Başbakanlıkta bu konudan sorumlu Başmüşavirliğe intikal ettirilmesi ve Başbakanlık Başmüşa virliğinde özellikle bu husus için oluşturulacak bir masadan, tüm antlaşmaların, gereklerinin ifası açısından ilgili kuruluşlar nez dinde takibinin ve gereğinde uyarılmasının sağlanması, konu için gerekli olan asgari disiplin ve takip ortamını temin edecektir.
91
RUSYA iLE UYUMLULUK Bilindiği üzere Türkiye, Asya Türk Cumhuriyetleriyle ilk direkt ve yoğun temaslarını 1 980'1i yılların sonlarında, eski Sovyetler Bir liği' nde başgösteren çözülme döneminde başlatmış, fakat bu ilişkilerinde daha başlangıcından itibaren Rusya ile iyi münase betlerini devam ettirmeye ve bölgeye yönelik faaliyetlerinde Rusya'yı tedirgin edecek herhangi bir adım atmamaya, kısacası bu bölgede Rusya ile uyum içerisinde bulunmaya azami özeni göstermiştir. İtiraf etmek gerekir ki, o dönemde bu satırların ya zarı dahi (sırf soydaşlarımıza Rusya tarafından herhangi bir te dirginlik verilmemesi sebebine·dayalı olsa bile) bu davranışın en uygun yöntem olduğu inancında idi. Fakat aradan geçen 5-6 yıllık zaman bir başka gerçeği daha açıkça göstermiştir ki; Türkiye'nin bu müddet zarfında bölgede katetmiş_ olduğu merhaleler içerisinde, Rusya ile uyumluluktan kaynaklanan herhangi bir adım yoktur. Çünkü gerçekte Türkiye'nln bölgede organize edeceği hiçbir faaliyetin Rusya açısından uygun görülebilirliği sözkonusu değildir ve Türkiye böl gede sağladığı merhaleleri ancak kendi imkanları ve Türk Cum huriyetleri ile karşılıklı kabulleri ölçüsünde elde edebilmiştir. Rusya, Türkiye'nin bölgeye yönelik faaliyetlerine ve elde ede bileceği menfaatlere, (bu ilişkilerin kendileriyle uyum içerisinde yürütülüp yürütülmediğine bakılmaksızın) eğer engel olma imkanı var ise mutlaka engel olma eğilimindedir. Rusya'nın engel ol maya imkan bulamaması yüzünden temin edilmiş bazı merhale lerin Rusya ile uyumlu davranmak nedeniyle elde edilmiş bazı avantajlar olduğu şeklinde hatalı bir değerlendirmeye düşülme mesiı gerekir . . Böyle bir ortamda, Türkiye'nin Asya Türk Cumhuriyetleriyle münasebetlerinde Rusya ile uyumluluk arayışını bir temel şart ola rak devam ettirmesi, sadece bizim için sınırlayıcı ve engelleyici bir fonksiyon ifa etmektedir. Bu nedenle artık Türkiye'nin ken disini bu sınırlı hareket sahasının dışına taşırması ve Türk Cum92
huriyetleriyle ikili ilişkilerinde sadece kendisinin ve muhatap ülke nin gücü ile konuyu çözüme kavuşturma imkdnlarına göre va ziyet alması gerekir. Bu konudaki en kayda değer örnek, Rusya ile uyumsuzluğa düşme endişesiyle bazı kararlı adımların atılamaması yüzünden, Azerbaycan'da Türkiye adına çok önemli mevziler ve imkanlar kaybedilmiş olmasıdır. Halbuki Azerbaycan'da Elçibey yöneti minin devrilmesiyle Türkiye' nin riske giren siyasi ve ekonomik ilişkileri, Rusya'ya rağmen bazı adımların atılmasını zaruri kıla cak boyutlarda idi. Dünyadaki diğer devletlerin pek çoğu bu bo yutlardaki fayda ve beklentiler için, durumlarına göre belirli ölçülerdeki bariz riskleri dahi mutlaka göze alırdı. Ama maalesef Türkiye, Rusya ile uyumluluk uğruna, tarihin omuzlarına yükle diği büyük devletliğe yöneliş misyonunu sessizce sırtından sıyırıp yere indirmeyi tercih etmiştir.
93
İNSANI YARDIMLAR Eski rejim döneminde, Sovyetler Birliği merkezinden yapılan planlamalar ile şekillendirilen bölgenin ekonomik ve üretim yapısı, ülkelerin dahili realiteleri açısından tam bir akıl dışılık serglliyor. Mesela Kırgızistan'da doğudan batıya ve kuzeyden güneye yaptığım kara ve havayolu seyahatlerindeki tesbitlerime göre ülke Tanrı Dağlarının kapladığı alan dışında göz alabildiğine geniş ve mümbit ovalar ve bu ovaları adeta bir dantel gibi işleyen üçbin civarında göl-gölet ve bunları besleyen yüzlerce ırmak ile tam bir tarım ülkesi görünümü sergilerken, eski dönemde dış dünyaya yansıtılan Moskova mahreçli tüm istatistiki verilerde Kırgızistan'da ekilebilir arazinin toplam araziye oranı sadece O/o 7 olarak gös terilmekte ve buna dayalı olarak ülke tümüyle bir hayvancılık alanı şeklinde organize edilmiş bulunmaktadır. Ülkenin dahili gerçekleri açısından böylesine bir akıldışılık ser gileyen hayvancılığa dayalı üretim yapılandırması sonucunda, yu karıda bahsedilen mümbit ovalar da önemli ölçülerde hayvan yemi ekimine tahsis edilmiş ve böyleli kle Kırgızistan başta buğday ol mak üzere bir çok temel gıda maddeleri açısından dışarıya muh taç duruma sokulmuştur. Kırgızistan yönetimine verdiğimiz raporlarda bu hususa dik kat çekilecek, ülkenin dahili üretim yapısının ülke gerçekleri ve ihtiyaçları dikkate alınmak suretiyle ehliyetH milli kadrolar ta rafından yeni baştan organizesi tavsiye edilmiş olmasına rağmen, Kırgızistan'ın bu hedefi elde edinceye kadar belli yardımlara ih tiyaç duyacağı muhakkaktır. ·
"Fakire balık vermektense, balık tutmayı öğret" sözü kulağa çok hoş gelmesine rağmen, bu ülkelerin halen zarOret içerisinde olduğu ve Kırgızistan'a yapılan buğday yardımımızın, bölgede Türkiye lehine çok müspet bir ortam yarattığı, dikkate alınması gereken bir vakıa. olarak karşımızda durmaktadır. Yine Nahcıvan'a yapılmış olan benzeri yardımların, Azerbaycan'ın yeni Cumhur94
başkanı Haydar Aliyev'i Türkiye'ye karşı belli bir pozitivizm nok tasında tutan pnemli bir etken olduğu, bizzat Haydar Aliyev'in kendisi tarafından sık sık if!de edilmektedir. ·
Bu ülkelerden, Kırgızistan ve Türkmenistan gibi bazılannın top lam nüfusu Ankara ilimizin nüfusundan daha fazla değildir. Bu bakımdan, ülkemiz için fazla ağır gelmeyeceği blllnen bu tür in sani yardımların artırılarak devam ettirilmesi, bölgede Türkiye'ye açık bir atmosferin devam ettirilmesi yönünden faydalı olacak tır.
95
SEFARET KADROLARININ ARTIRILMASI Asya Türk Cumhuriyetlerindeki sefaretlerimiz yetersiz kadro lar ile hizmet verme gayreti içerisindeler. Mesela Bişkek Büyükelçiliği personeli hafta sonu tatili dahi yapmaksızın genel likle hergün gece yarılarına kadar çalışmalarını sürdürüyor. An cak bu uzun çalışmalar bölgenin Türkiye açısından ifade ettiği özel önem nedeniyle çok özel ve ilave bazı çalışmaların yapıl masından değil, mevcut kadronun rutin işler için bile yetecek sayıda olmamasından kaynaklanmaktadır. Halbuki bölgenin Türkiye için ifade ettiği çok özel bir önemi vardır ve sefaretlerimizin de bu özel öneme uygun bir şekilde teşkilatlanması gerekir. Bugün sefaretlerimizde çalışanlar günlük ve rutin işlerinden başlarını kaldıramamaktadır. Öncelikle bu kad roların artırılması gerekir. Buna ilave olarak bölgedeki sefaretlerimiz rutin işler dışında bazı görevliler bulunduracak ve bu görevliler vasıtasıyla Türkiye'nin bölgedeki genel menfaatleri yönünde faaliyetler yürütebilecek şekilde organize edilmelidir. Burada teklif edilen şey en yalın ifadesiyle bir Türk misyonerliğidir. Sefaretlerimizde çalışanlar doğal milli duyguları nedeniyle zaten günlük hayatta bu çerçeveye uygun davranmaktadır. Ancak ne var ki bu görev lilerin günlük hayatlarının adeta gece yatmak için eve gitmek ve sabahleyin çalışmak için sefarete gelmekten ibaret olması ne deniyle, yukarıda zikredilen faydanın elde edilebilmesinde önemli bir katkıları sözkonusu olamamaktadır. Bu nedenle bölgedeki sefaıet kadrolarımızın artirılmasına ih tiyaç vardır. Gerekirse, anılan faydanın temin edilmesi için sefa retlerimizde özel surette eğitilmiş grupların görevlendirilmesi dahi düşünülebilir. Bu arada kısa vadeli bir acil önlem olarak özellikle ataması Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığından yapılan Ekonomi ve Ticaret Müşavirliği ve bağlı elemanlarının süratle artırılması ge rekir. Çünkü şu anda işadamlarımızın Türk Cum huriyetleriyle ilişkilerinde en fazla ihtiyaç duyulan müşavirlik hizmetini bu ele manlar vermektedir ve bölgedeki en sağlıklı ticari münasebetler de ancak sağlıklı bir istihbarat ve müşavirlik desteği üzerine ku rulmaktadır. 96
HİZMETLERİN TAKDİMİ Türkiye, bölge ile gerek genel ve ticari alandaki temasları ve gerekse bölgeye yönelik yardım ve hizmetleri yönünden diğer tüm dünya devletlerinin önünde bulunmasına rağmen, maalesef bu faaliyetlerin bölgede etkili bir tanıtımı yapılamamaktadır. Ama diğer taraftan bu sahada Türkiye'nin çok gerisinde bulunan bazı ülkeler, bölgeye Türkiye'nin çok üzerinde yardım ve hizmet götürüyormuş intibfü veren tanıtım faaliyetlerini gerçekleştir mektedir. Ülkemiz tarafından bölgede yapılan yardım ve hizmetlerin ge reği şekilde tanıtılmaması, bu işlerden beklenen faydanın önemli bir bölümünü elden kaçırmaya sebep olmaktadır. Bu nedenle, anılan noksanlığın giderilmesi için süratle organize olunması ge rekir. Bu cümleden olmak üzere; a - Öncelikle TRT - AVRASYA yayınları en etkin şekilde kul lanılmalıdır. b - TRT'nin bölgedeki Mim Radyo - Televizyon Kurumları ile iyi ilişkileri en ileri düzeyde geliştirilerek, hizmetlerimizin tanı tımı konusunda yerel televizyonların devreye sokulması sağlanma lıdır. c - Türkiye'deki bazı yayın kuruluşları ile haber ajanslarının, bölgedeki muadil kuruluşlar ile iyi ilişkilerini geliştirerek, bölge deki basın yayın organlarının bu konuda devreye sokulması özen dirilmelidir. d - Bölgedeki sefaretlerimizin yerel basın yayın kuruluşları ile yakın temas halinde olması ve bölgeye yönelik hizmetlerimi zin gerek basın yayın yolu ile ve gerekse sefaretlerin genel an lamdaki diğer faaliyetleri çerçevesinde en etkin bir suretle tanıtılıp duyurulması temin edilmelidir. e - Türkiye'nin bölgedeki faaliyetlerinde ve bu faaliyetleri nin tanıtımında geniş ölçüde devlete dayalı olmak yüzünden karşı karşıya bulunduğu zaafiyetler gözönünde bulundurularak, bu ko nuda devletin ağır ve sınırlayıcı faaliyet mekanizması dışında özel bir vakıf teşkil olunmalı ve bölgedeki faaliyetler ile bu faaliyetle rin tanıtımında anılan vakfın sağlayacağı rahat hareket zeminin den istifade edilmelidir. 97
ÖZEL BİR VAKIF TEŞKiLİ Asya Türk Cumhuriyetlerinde bazı önemli dünya devletleri ta rafından yürütülmekte olan mücadele, bu bölgede Türkiye'nin de en ileri derecede aktif, hızlı ve cewal davranarak devre dışı kal maması zaruretini ön plana çıkarmaktadır. Ancak bu zarurete rağmen, bu hususta devlet tarafından koordine edilen faaliyetler (devlet yönetimi prensipleri ve genel bütçe imka.nları çerçevesi nin getirdiği bazı ciddi sınırlamalar nedeniyle) çok önemli bo yutlardaki oazı zaafiyetler ile malOI olmaktadır. Türkiye ile Nahcıvan'ı (ve dolayısıyla Aze[baycan ve Orta Asya'yı) birbirine bağlayan ve devlet mekanizmasının hız kesici prosedürü ile sınırlı mali imka.nıarına tabiiyet zarüreti olmasaydı bir kaç ayda tamamlanabilecek olan Hasret Köprüsü için kaç uzun yılın kaybedildiği, yine aynı sebeplerle Hoca Ahmet Yesevi Türbe sinin restorasyonu için bile fazla olması gereken bir zamanın sa dece bu işe başlanmasına karar verilmesi yolunda sarfedildiği malum. Görev sahasıyla ilgili herhangi bir araştırma veya tesbit için bölgeye uzman göndermek ihtiyacı 'd uyan çeşitli kurum yetkili lerinin, böyle bir niyeti engelleyen ne kadar talimat ve genelge ile hareket sahasının daraltıldığı, bölgeye ulaşabilen kamu görev lilerinin ise devlet lehine bazı sonuçlar temin etmek için yine dev let hesabına bazı harcamalar yapmak hususunda ne büyük imk!nsızlıklar içerisinde olduğu, bu mücadeleyi yaşayan herkes tarafından çok iyi bilinmektedir. Halbuki, şu anda bölgedeki en önemli silah dış paradır ve bu silah, bu gerçeği. iyi görmüş olan bazı devletler tarafından en vu rucu şekilde kullanıl maktadır. Örneğin biz, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sayın Askar Akayev'e sunulmak üzere hazırladı ğımız raporların tercümesi, bilgisayarda yazımı, çoğaltılması, cilt lenmesi vb. işlemlerin gerektirdiği masrafları kendi maaşımızdan karşılamak suretiyle bu işleri yürütme gayreti içerisinde iken, 98
Almanya'dan Cumhurbaşkanına müşavirlik yapmak üzere gön derilen bir zat, müşavirlik hizmetlerinin gerektireceği harcama larda kullanılmak üzere 60 bin Dolar'lık bir harcama yetkisiyle Bişkek'te bulunuyordu ve Kırgız yönetiminin Bakan seviyesindeki bir takım yetkilileri aslında müşavere için değil, ama ilgilinin yet kisi dahilindeki 60 bin Dolar'lık harcama imka.nından bir kaç bin dolarlık bölümü kendi kurumları lehine kullanma imkanı bulmak için bu müşavirin etrafında pervane oluyor, ancak bu arada sayın müşavir empoze etmesi gereken şeyleri en etkin şekilde ve ulaşılabilecek en ileri noktalara kadar götürme zemini buluyordu. Sonuç olarak, Türkiye'nin bölgedeki faaliyetlerinde geniş ölçüde devlete dayalı olmak yönünde önemli bir zaafiyeti vardır ve en acil şekilde bu zaafiyeti giderici önlemlerin alınması gerekir. Bunun için öncelikle bu konulardaki bilgi ve liyakatı tartışma konusu olmayacak, ayrıca ahldken böyle bir hususun uhdesine tevdiinde tereddüt duyulmayacak, her bakımdan güvenilir bir kişinin önderliğinde özel bir vakıf teşkil olunmalıdır. Temel amacı; "Türkiye ile Asya Türk Cumhuriyetlerinin müşterek geleceği için mümkün olan en faydalı sonuçları elde etmek üzere gerekli her türlü faaliyeti organize etmek, bu hususta projeler geliştirmek ve hazırlanan projelere destek olmak, konu ile ilgili her türlü müsbet faaliyet ve projeyi finansman da dahil olmak üzere her bakımdan desteklemek" şeklinde özetlenebilecek bu vakıf, �ukarıda asgari hususiyetleriyle anılan zatın önderliğinde yine benzer hususiyet lere sahip yeterli sayıdaki bir mütevelli heyet kanalıyla idare edil melidir. Böyle bir vakfa "Akar" şeklinde tahsis olunacak bazı kay naklar, kısa süre zarfında her türlü tahminin ötesinde bir mali imkan yaratacaktır. Mesela, halen Türkiye'den Asya Türk Cum huriyetlerine giden TC. vatandaşlarından her seyahatinde 25 ABD Dolarlık bir meblağ alınmakta ve bu para Toplu Konut Fonu'na intikal ettirilmektedir. Türk Cumhuriyetlerine yapılan bir seyaha tin Konut İ nşa Sektörü ve Toplu konut Fonu ile ne tür bir illiyet rabıtası olabilir. Halbuki bu seyahatin Türkiye ve Türk Cumhu riyetlerinin müşterek geleceği ile çok direkt bir alakası olduğu açıktır. Bu nedenle anılan meblağ özel bir kanun ile Toplu Konut Fonundan alınarak sözkonusu vakfa tahsis edilebilir. Ayrıca vakfın 99
Türk Cumhuriyetleri ile ilgili faaliyetlerinin, ticari ilişkilerin gelişmesine de katkıda bulunacağı mantığından hareketle, bu cumhuriyetler ile yapılacak ticaretten % 1 gibi veya daha da düşük bir payın vakıf için kesilmesi düşünülebilir. Sadece yukarıda zikredilen iki kaynak bile, vakıf için yılda bir kaç milyon dolar ile ifade edilebilecek mali imkan yaratacaktır. Kaldı ki mesele prensip olarak benimsenirse, başka kaynaklar da devreye sokulabilir. Bu husus için mutlaka yeni bir vakıf kurulması zarureti de söz konusu değildir. Yukarıda belirtilen statüye uygun mevcut bir vakıf bu konu için görevlendirilerek yeniden organize edilebilir. Ancak temel şart, bu kuruluşun devlet yapısı dışında yer alması ve eğer bu konuda bir devlet kontrolü konulacaksa, bu kontrolün icra hızını aksatacak bir şekilde icra prosedürü içerisine değil, icraattan son raya planlanması gerekir. Böyle bir vakfın devreye konulmasıyla, Türkiye bölgede büyük bir hareket zemini ve imk.a nı kazanacaktır. Faaliyetler hem bir çok sınırlayıcı ve engelleyici mekanizmalar zincirinden kurtulacak, hem de faaliyetlerin ifası için finansman problemi yaşanmayacak tır. Bölgede açılan Milli Eğitim Bakanlığımıza bağlı okullar büyük devlet desteği ve diplomatik imkanlarına rağmen hala bir yığın problem ile yüz yüze iken, bazı vakıflar tarafından devlet gücü ve diplomasi desteğinden yoksun bir şekilde açılan okulların kısa sürede son derece düzenli ve bölgenin en fazla tercih edilen eğitim kurumları haline gelmesi yukarıdaki iddiamızın canlı bir de lilidir.
1 00
FIKRALARIN DİLİ -
111
-
Bundan önceki mektuplarımızın ikisinde, biz susup fıkraları konuşturmuştuk. Bunlardan birincisinde eski Sovyetler Birliği halkının içersinde yaşadığı rejimi nasıl hicvettiğini, ikincisinde ise Sovyetlerde propagandanın hayata nasıl hakim olduğunu göste ren fıkraları derlemiştik. Bugün yine fıkralar konuşacak, ama bu defa mevzO tek değil, karışık olacak. Haydi buyurun; * *
*
"Gazete mi daha yararlıdır, yoksa radyo mu?" "Elbette gazete, Gazeteden kayık yapılabilir." * *
*
Sokakta tek başına bulunan çocuğu polis sakinleştirmeye çalışıyormuş. "Ağlama, şimdi adını radyodan anons ettiririz, anneni buluruz." Çocuk umutla polise bakmış ve bir öneride bulunmuş; "İsterseniz anonsu BBC'den verdirin." * *
*
"Babaanne Lenin iyi miydi?" " İyi idi torun iyi" "Babaanne Stalin kötü müydü?" "Kötü idi torun kötü" "Babaanne Gorbaçov nasıl?" "Hele bir düşsün de torun, o zaman söylerim." * •
*
Lenin dönemi karanlık bir tünelmiş, ilerisinde ışık umulan. Stalin dönemi otobüs gibiymiş; biri sürüyor, bir kaç kişi otu ruyor, geri kalanı ayakta sallanıyormuş. 1 01
Kruşçev dönemi bir sirk gibiymiş; biri konuşuyor, herkes gülüyormuş. Gorbaçov dönemi ise sinemaya benziyormuş, herkes filmin sonunu bekliyormuş. * *
*
Çocuk okula giderken yolda kendi kendine söyleniyormuş; "Bıktım şu bakıcı kadından . . . Komünist Parti kongresi, Komünist Parti kongresi . . . başka şey bilmiyor." * *
*
Yaşlı sanatçıya "Halk Sanatçısı" ünvanının verileceği tören sırasında partiye de üye olması istenmiş. Ve üye kaydı yapılırken, bir komünist olarak neler hissettiği sorulmuş. O da açıklamış; "Her şey iyi olacak. . . Yiyecekler bollaşacak . . . Yurt dışından ülkemize gıda maddelerinin girmesine izin verilecek . . . Tek keli meyle tıpkı Çarlık dönemindeki gibi." *
Parti kongresinde sekreter, çalışma raporunu okuyormuş. "Kentte elektrik istasyonu yapıldı." Salondan bir ses duyulmuş; "Ben o kenttenim, orada öyle bir istasyon yok." "Kentte kimya fabrikası inşa ettik." Aynı ses; "Geçen hafta oradaydım, kimya fabrikası diye birşey göre medim." Sekreterin sabrı taşmış; "Yoldaş sizin eksiğiniz nedir biliyor musunuz? Çok geveze lik edip, az gazete okumak." *
Akıl hastanesinde parti propogantisti Sovyetlerdeki durumu öven bir konuşma yapıyormuş. Bir kişinin dışında dinleyicilerin tümü alkışlamışlar. Konuşmacı alkışlamayan kişiye dönerek; "Siz niçin alkışlamıyorsunuz?" diye sormuş. Adam cevap vermiş; "Ben hasta bakıcıyım . " * *
1 02
*
Bir turist Sovyet vatandaşına sormuş; "Dünyadaki gelişmeleri nasıl öğreniyorsunuz?" "Tass Ajansının tekziplerinden." * *
*
Bir gurup Amerikalı sendikacı, Sovyetler Birliğinde bir sen dikal kuruluşu gezmek için gelmişler. Moskova'daki sendika bi nasını ziyaret eden sendikacılar toplantı odasında kimseyi görememişler. Koridorda bazı insanları sigara içip fıkra anlatırken bulmuşlar. Pencere dibinde iki kişi satranç oynuyor, bir kadın da arkadaşına yeni elbisesini gösteriyormuş. Konuk sendikacı içeri girmiş ve seslenmiş; "Grevinizde başarılar diliyorum." * * '
*
Stalin'in benzerini bulup, Stalin'in karşısına çıkarmışlar. " Kurşuna dizin" diye buyruk vermiş. " Belki bıyıklarını kesersek . . . Yoldaş Stalin . . . " diye birisi adamı kurtarmayı denemiş. Stalin; " İyi fikir, önce bıyıklarını kesin, sonra kurşuna dizin." demiş. * *
*
" 1 Mayıs törenleri sırasında bir ihtiyar taşıdığı pankartla ilgi çekmiş; (Çocukluğumuzu bize bağışlayan yoldaş Stalin'e teşek kürler) İhtiyarı sorguya çekmişler; "Sen alay mı ediyorsun. Sen çocukken Stalin henüz doğmamıştı bile" "İşte onun için teşekkür ediyorum ya. " *
Eve erken dönen adam, karısını aşığıyla birlikte yatakta ya kalamış. Kızgınlıkla bağırmış karısına; "Burada boş işlerle vakit öldürüyorsun. Oysa karşıda kaysı satıyorlar. Gidipte kuyruğa girseydin bari ." * *
*
1 03
Brejnev, Kremlin ile Beyaz Saray arasındaki hattan kırmızı te lefon ile Nikson'u aramış ve gece gördüğü düşü anlatmış; "Düşümde Beyaz Sarayın üstünde kızıl bayrak dalga lanıyordu.'' Ertesi gün yine aynı hatta bu defa Nikson, Brejnev'i aramış, O da gördüğü düşü anlatmış; "Düşümde Kremlin üzerinde kızıl bayrak dalgalanıyordu." Brejnev; "Evet ama, Kremlin üzerinde kızıl bayrak zaten var." demiş. Nikson devam etmiş; "Gördüğüm kızıl bayrak üzerinde Çince birşeyler yazılıydı." "
"
tir."
"
Bir Polonyalıya sormuşlar; "Sizin için Sovyetler Birliğinin nasıl bir· önemi var?" "Sovyetler Birliği, Polonya ile Çin arasındaki tampon devlet" "
"
1 937 yılı . . . parti içi tasfiyeler sürüyor. Bir gece yarısı evinden alınıp götürülen nice insandan bir daha haber alınamadığı günlerde, karı koca evlerinde derin bir uykudalar. Aniden mer divende gürültüler, ayak sesleri duyulur. Kapı yumruklanır. Koca uyku sersemliği içerisinde kapıyı açmaya gider. Bir dakika sonra da döner. Rahatlamıştır . . . "Heyecanlanma karıcığım, bütün bu gürültü patırtı bizim ev yandığı içinmiş. " "
"
"
Kardeş sosyalist ülkelerden birisine Brejnev'in yaptığı dost luk ziyareti topçu ateşiyle selamlanıyormuş. İkinci atıştan sonra yaşlı bir kadın polise sormuş; "Niye ateş ediyorlar?" Polis açıkJamış; "Brejnev geldi de . . . " Kadın başını üzüntüyle iki yana sallamış; "Vah, vah . . . İlk atışta isabet ettiremediler demek." "
"
"
" En büyük ülke hangisidir. " " Ukrayna . . . Sınırı Karpat Dağlarında, Başkenti Moskova'da. Hapishaneleri Sibirya'da, kilisesi Kanada'da." "
"
1 04
"
ASYA TÜRK CUMHURİYETLERİNDE PKK - ERMENİSTAN İŞBİRLİGİ Bugün, Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası ve saadeti ile alakadar olan herkesin tüylerini ürpertecek bir hikaye miz var. Ama bu hikaye bir ihtimaller kurgusu veya bir senaryo değil. Hemen burnumuzun dibinde yaşanan ve bize süratle ken dimize gelmemizi ihtar eden sarsıcı bir gerçek. Varlığımıza kas detmekte artık en ileri derecede azimlilik sergileyen PKK'yı bir an önce bertaraf etmek ve bu yolda ona destek olanları da mut laka cezasız bırakmamak konusunda gözlerimizi açması gere ken bir vakıa. Evet, PKK Güneydoğu ve Doğu Anadolu, Kuzey Irak, İran ve Batı Avrupadaki Türkiye aleyhtarı eylemlerinden sonra faaliyet lerini Asya Türk Cumhuriyetlerine de kaydırıyor. Ermenistan des teği ile organize ettiği bu faaliyetlerinde PKK iki hedefe yöneliyor. Birincisi Türk milletinin yeni potansiyel alanı olan bu coğrafyada Türkiye' den önce yer tutmak ve ikincisi Asya' da dağınık bir şekilde yaşayan yaklaşık bir milyon Kürdü, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine örgütlemek. Aslında PKK'nın çalışma tarzı ve eylemleri dikkate alındığında, yukarıda zikredilen ikinci hedefin göründüğü kadar sade ve sınırlı kalmayacağı anlaşılmaktadır. Yani PKK'nın Asya'daki faaliyetlerinde sadece, milyonlarca kilometrekare alana dağılmış olan bir milyonun altındaki Kürt nüfusu örgütlenmek gibi bir nokta hedef ile sınırlı kalmayacağı ve bu coğrafyada temas ve uyum sağlayabileceği Türk düşmanı tüm unsurları bu görünüm altında ve aynı potada birleştirme gayretine gireceği açıktır. PKK Asya Türk Cumhuriyetlerine yönelik faaliyetlerinin hazırlığına 1 991 yılı ortalarında, yani Sovyetler Birliği'nin dağılması ve bu cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını kazanma süreci içerisin de başladı. Ermenistan'ın desteği ile ve Ermenistan toprakları merkez tutulmak suretiyle yaklaşık iki yıl süren hazırlık çalışmalarından sonra Asya'daki örgütlenmenin startı 1 993 yılı 1 05
Eylül ayında gerçekleştirilen KRASNODAR toplantısı ile verildi. Krasnodar, Rusya Federasyonu sınırları içerisinde ve Kuzeydoğu Karadeniz sahillerine yakın büyük şehirlerden birisi. Bu toplantıya Birliğin çeşitli bölgelerinden 1 02 delege katıldı ve toplantı sonu cunda dünya üzerindeki her devletten daha çok Türkiye Cum huriyetini ve her milletten daha çok da Türk Milletini ilgilendirmesi gereken kararlar alındı. Bu kararlara göre; Öncelikle eski Sovyetler Birliğindeki dağınık Kürtler birleşecek ve Ermenistan'ın yanında Azerbaycan'a karşı girişilecek savaş sonucunda Ermenistan toprakları ile Dağlık Ka rabağ arasındaki Laçin Bölgesinde "KIZIL KÜRDİSTAN" devleti kurulacak ve buradan diğer Kürt gurupları ile koordine olunarak ve bu guruplara Türkiye toprakları üzerinde kurulacak bir "BAGIMSIZ KÜRDİSTAN" devletinde yaşama hayali şırınga edil mek suretiyle, Türkiye'yi tahrip faaliyetlerine geçilecek. Ayrıca bu faaliyetlerine karşı herhangi bir engel konulması halinde Kaza kistan, Özbekistan ve Kırgızistan'da devlete yönelik sabotajlar yapılacak. Tabii ki, laçin bölgesinde kurulması hedeflenen "Kızıl Kürdis tan" Ermenistan'a rağmen veya Ermenistan'ın bilgisi dışında, sa dece PKK'nın kafasından çıkmıyor. Çünkü, daha 1 992 Haziran ayında Ermenistan tarafından, (Ermenistan'ın, Nahcivan ile Azer baycan arasından İran'a doğru uzanan dili ile Dağlık Karabağ arasında kalan ve halen üzerinde insan yaşamayan küçük bir böl gede) LAÇİN KÜRDİSTAN CUMHURİYETİ'ne icazet verildi. PKK ile koordineli bir şekilde vücut verilen bu gelişme sonucunda ve yine PKK'nın koordinasyonu altında, bu insansız bölgede kuru lan "Laçin Kürdistan Cumhuriyeti"nin, tamamı PKK'lılardan oluşan bir Cumhuriyet Meclisi teşkil olundu ve Cumhurbaşkanlı ğına da yine PKK militanı M ustafa Vekili seçildi. Gerçi bu hayali cumhuriyetin topraklarında insan yaşamıyor, ama bu cumhuri yetin meclis üyeleri ve cu mhurbaşkanı genel olarak Ermenistan topraklarında ve Türkiye sınırının hemen bir kaç kilometre öte sindeki köylerde yaşıyor ve "Kızıl Kürdistan" cumhuriyetinin mec lisi çalışıyor, kararlar alıp, uyguluyor. Bizim Iğdır ilimiz ile Tuzluca ilçemizin hemen bir kaç kilo metre ötesinde sınır boyumuzca yayılı ve Ermenistan toprakları 1 06
üzerinde kurulu 21 köyde PKK modern bir kamp hayatı sürüyor. ARAGAS kasabasına bağlı; Mirek - Reya Taze - Elegez - Şen gani - Derik - Ortaca - Afşin - Süphan - Camuşvan - Amri Taze köyleri, TALİN kasabasına bağlı; Baraj - Hako - Gelto - Sorik Kabaktepe - Tellik - Sıçanlı - Baysız köyleri, EÇMEYAZİN kasa basına bağlı Ferik köyü ve AŞT ARAK kasabasına bağlı Şamiran köyü. (Aktüel Dergisi bu köylere, hatta duvarlarında PKK bayrak ları ve Apo posterleri asılı evlere kadar girerek çektiği fotoğraflarla konuyu gündeme getirdi). Bu köylerin tamamında 1 71 O hane var. PKK, Ermenistan toprakları üzerinde, sınırımızdan hemen bir kaç kilometre ötedeki bu 21 köy ve 1 71 O hanede modern bir yaşantı sürerek, yani meşrü ve medeni insanların istifa.de ettiği tüm imkan lardan istifa.de ederek, Türkiye'nin geleceği üzerine hesaplar ve faaliyetler yürütüyor. Bir gün " Laçin Kürt Cumhuriyeti" için Azer baycan Türkünü vu.ruyor, ertesi gün "Bağımsız Türkiye Kürdis tanı" için Türkiye Türkünü vuruyor. Bu iş, Karabağ rüyası içersindeki Ermenistan'ın çok hesabına geldiği için Ermenistan tarafından destekleniyor.
GÜRCİSTAN
o
KARS
TÜRKİYE o
AGRI
İRAN 1111!!!!11 E r menistan ' dakl P K K Köylerinin Bu ıunduQu Bölge
1 07
Bütün bunlar PKK'nın ve Ermenistan'ın hedefleri açısından anlaşılabilir ve yorumlanabilir şeyler. Bu olayda anlaşılması ve yo rumlanması güç bir tek nokta var. Üzerinde bunca mel'anet he sapları yapılan Türkiye Cumhuriyeti'nin, bu mel'un hesapları yapanlara karşı sergilemesi beklenen tavır nerede? PKK'nın Türkiye açısından illegal bir terör örgütü olması nedeniyle durumu farklıdır. Yani muhatap alınmaması kabul edilebilir. (Ama muha tap alınmaması, kökünün kazınmasına engel teşkil etmemelidir) Ermenistan'a gelince; Ermenistan bağımsız bir devlettir ve ulus lararası hukuk çerçevesinde uyması gereken bazı kurallar ve bu kuralları ihlal etmesi halinde katlanması gereken bazı müeyyi deler vardır. Komşu bir bağımsız ülkenin bölünmesi ve parçalan ması faaliyetlerine yardımcı olmamak gereği de bu kuralların en başında gelir. Ermenistan bu kurala uymamakta ve Türkiye Cumhuriyeti'ni parçalamak isteyen PKK'ya destek olmaktadır. Şüphesiz Ermenistan bu ihanetinin müeyyidesini de çok iyi bil mektedir. Ama buna rağmen ihanete devam etmesinin altındaki sebep, acaba bu müeyyideyi işletecek yegane ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin de dış politikada tarihinin en dağınık ve en tavırsız dönemini yaşıyor olması mıdır? Eğer üçbuçuk kuruşluk bir devlet, Türkiye Cumhuriyeti'nin asla böyle bir tavır gösteremeyeceği inancıyla bu ihanetine devam edi yorsa, vah bize, vahlar bize.
1 08
ALLAH 'IM B U NE BAHTSIZLIK Yeryüzünde öyle devletler vardır ki ne pek fazla kimseyi il gilendirirler, ne de kimse onları ilgilendirir. Öylesine yaşar gider ler, izsiz ve tesirsiz. Öyle devletler vardır ki birileriyle ve birşeyler ile ilgilidirler. Birileri ve birşeyler de onlarla ilgilidir. Onun için asırlar boyu süren tarih şiirinin bir mısrası gibi veya bir büyük ro manın iki satırlık cümlesi gibidirler. Ama öyle devletler ve millet ler de vardır ki, tarih onlarla ilgilidir, onlar da tarih ile. Tarihe yön verir, onda büyük harfli bölüm başlıkları açarlar. Mazinin Osmanlı, İngiliz ve Rus imparatorlukları, günümüzün Amerika Birleşik Dev letleri bu büyük devletlerdendir. Ama bu devletlerin tarihi tayin misyonları tesadüfi değildir. Çünkü bu devletler tarihi kendi eksenleri etrafında önceden ya zar ve onu belli hedeflere yöneltmeye gayret ederler. Bu devlet lerin geleceğe dönük yüz yıllık, beşyüz yıllık ve bazen bin yıllık planları vardır. Bu planlar çerçevesinde kendi ülke ve milletinin mevcut ve müstakbel menfaatlerini daim kılacak oluşumları şekillendirmeye çalışırlar. Kendileri lehine tesadüfi birtakım oluşumların meydana gelmesini ve başkalarının onlara birşeyler ihsan etmesini beklemezler. Belirlenen planlar ve hazırlanan se naryolar çerçevesinde tarih ırmağı sürekli olarak bu büyük dev letlerin istediği mecralara doğru akar. Pek tabiidir ki bütün bunların tahakkuku, şurada ifade ettiğimiz kolaylık ve rahatlık içerisinde gelişmez. Bu devletler tarihe yön vermenin ağır mesuliyeti gibi bir fatura ile de her zaman karşı karşıyadır. Bazen belirli bir tek amacın elde edilmesi için beş veya on ayrı senaryo hazırlamak ve bunların her birinin tahakkuku için ayrı ayrı ekipler ile ayrı organizasyonlar geliştirmek zarOreti ile karşı karşıyadırlar. Bazen Dünya konjonktüründe hiç beklenme yen bir gelişme ile, yapılan tüm hazırlık ve sarfedilen tüm gay retlerin heba olması gibi bir risk de vardır. Ama bazen tarih bazı devletlere veya bazı milletlere beklen medik cilveler yapıyor; Bütün dünya devletlerinin biraraya gelip 1 09
organize edemeyeceği bir takım nimetleri ve avantajları gümüş bir tepsi içersinde bazı devletlere sunuyor. Tıpkı, 21 . yüzyıla doğru yürürken Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Türk Milletine sunu lan gümüş tepsiler gibi. Türkiye'nin hiç bir dahli olmadığı halde Sovyet İ mparatorluğu dağılıyor ve Asya'da Türkiye ile her türlü işbirliğine hazır yeni Türk Cumhuriyetleri doğuyor. · Azerbaycan toprakları üzerinde, Türkiye'nin hemen yanıbaşında Bağımsız Devletler Topluluğu dışında kalma istidatı gösterebilen yeni bir Türk Devleti parıldıyor ve o devletin Cumhurbaşkanı Atatürk'e yazdığı bir hitabın altında kendisine en uygun sıfat olarak "SENİN ASKERİN" ifadesini ter cih ediyor. Bu yeni cumhuriyetin vatandaşı olan soydaşlarımızın 20 milyonu aşkın yakın akrabaları, yani aynı şekilde soydaşımız olan 20 milyonluk bir kitle, tarih boyunca Türkiye'ye karşı pek hali sane niyetler içersinde olmadığı bilinen İran'ın içinde bir Truva Atı gibi duruyor. Güney sınırlarımızda Türkiye'nin de geleceğini tehdit eden bazı oluşumları bertaraf etmek için Irak Devleti bizim herhangi bir desteğimizi istemeden harekete geçiyor. Sovyet İmparatorluğu'nun muhtelif bölgelerine dağıtılan yüzbinlerce Kırım'lı soydaşımız hemen kuzeyimizde devletlerini kurarak Ka radenizi yeniden bir Türk gölü haline getirmek ve böylece Türkiye lehine son derece önemli bir güvenlik kuşağı oluşturmak için can pazarına çıkıyor. Ve nihayet Bosna - Hersek'te Sırp köpekleri cami duvarına işiyor. Lakin, Allah'ım bu ne bahtsızlıktır ki Türkiye Cumhuriyeti bu dönemde misli görülmemiş bir dağınıklık yaşıyor ve tarihin ken disine sunduğu bu gümüş tepsiyi bir kenarından tutacak basireti gösteremiyor. Evet, dünyanın 2 1 . yüzyıla giriş senaryolarını Türkiye yaz madı. Ama tarih ancak bin yılda bir görülebilecek cilvesiyle Türkiye Cumhuriyeti'ne ve Türk Milleti'ne gülümsüyor. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti'nin bulunduğu coğrafya üzerinde bir büyük devlet hayal ediyorum ; Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Asya'da Türkiye'ye karşı çok büyük kalbi yakınlık duyan tam beş Türk Cumhuriyetinin yeniden doğuşunu çok ani ve beklenmedik bir gelişme şeklinde niteleyerek bu oluşumlara hazırlıksız yakalanmış olmaktan sızlanmayacak ve bu gelişmeleri kendi aydınlık gele ceği yönünde şekillendirecek. Azerbaycan toprakları üzerinde Bağımsız Devletler Topluluğu dışında kalma istidadı gösterebilmiş 110
bir Türk Devleti parıldıyorken, bu vefakar yeni devlete sahip çıka bilecek ve İran Azerbaycan'ında yaşayan 20 milyon soydaşımızın varlığından bilistifade, İran'ın Türkiye Cumhuriyeti'ni hiçe say masına meydan vermeyecek. Hemen güney sınırlarımızda Irak devleti, Türkiye Cumhuriyeti için en tehlikeli oluşumlardan biri sini sadece kendi menfaatleri açısından bile olsa bertaraf etmeye çalışırken, iki yüzlü batı diplomasisi ile entegre olup lrak'ın bu gay retini baltalamayacak, hatta bu konuda ona destek olacak. Karadeniz'in kuzeyinde yeniden bir TÜrk devleti kurarak, Karadeniz'i yeniden bir Türk gölü haline getirmek ve böylece Türkiye lehine son derece önemli bir güvenlik kuşağı oluşturmak için can pazarına çıkmış Kırım'lı soydaşlarımıza her türlü desteği verebilecek. Nihayet Bosna-Hersek'te katledilen Osmanlı torun ları ve tahribedilen ata-dede yuvalarının kurtarılması için hrısti yan aleminin himmetini beklemeyecek. Fakat, heyhat, Allah'ım, bu ne bahtsızlıktır ki Türkiye Cum huriyeti ve Türk diplomaslsi tarihinin en dağınık dönemini yaşıyor; Türkiye Cum huriyeti 'nin ve Türk Milleti'nin sayısız menfaatleri ve parlak istikbali ile yüklü tarih treni, bizim belirlemediğimiz ve bizim bilemediğimiz istasyonlara doğru yol alıyor. Halbuki ma ziden gelen ve şu anda önümüzden geçmekte olan bu trenin ileri güzergahtaki raylarını biz döşemeliydik. Onu Devletimizin, mil letimizin ve dünyanın selameti için en doğru olan yöne ve istas yonlara biz sevketmeliydik. Bu tren şimdi önümüzden geçip gidiyor ve tren yollarının keskin virajlara müsait olmadığını, bu ne denle tren bir kere kaçırıldığı takdirde önünü kesebilecek her hangi bir kestirme yol bulunamayacağını bilen Türk aydınlarını kahrederek seferine devam ediyor.
111
BİR KONSOLOS Kırgızistan'a görev münasebetiyle yaptığım ilk seyahatin Alma Ata-Bişkek arasındaki bölümünü, Alma-Ata Havaalanında beni karşılayan bir otomobil ile ve Alma-Ata Büyükelçiliğimizden bana katılan bir Konsolos Bey ile birlikte yapmıştım. THY'nin Bişkek'e seferi olmadığı için Bişkek'ten Alma-Ata Havaalanına bir otomo bil gönderilmişti. Bu otomobil ile yola çıkmadan önce Alma-Ata Büyükelçiliğimizi ziyaret ettim ve orada Bişkek'e gitmesi gere ken bir konsolosun bulunduğundan bahis ile birlikte gitmemiz ta lep edildi. Soğuk ve karlı bir kış gününün erken saatlerinde yola çıktık. Çok fazla sohbetli olmadığını hatırladığım bir kaç saatlik yolcu luktan sonra Kırgızistan sınırını geçtik. Etrafımızdaki tüm tabiat göz alabildiğine kar ile kaplıydı. Bu yeknesaklığı bozan iki şey, zaman zaman ana yolun iki yanında bir kaç yüz metre boyunca dizili evlerden oluşan köyler ile bazen de açık arazide atı üze rindeki bir çobanın yönetiminde bir yönden bir yöne doğru ağır ağır yol alan sığır ve at sürülerinden ibaretti. Bir ara bu yeknesaklığın, yolumuzun sağ ileri cenahında, fa kat bize çok uzak mesafelerde ağır ağır belirginleşen müthiş bir tablo ile bozulmakta olduğunu farkettim. Evet, bu tabloyu karlar altındaki muhteşem görüntüsü ile Tanrı Dağları oluşturuyordu. Bir müddet sonra Tanrı Dağları bütün ihtişamıyla ve daha da belir gin olarak adeta bizi kontrolü altına almıştı. Bunca zamandan beri tarihi ve coğrafi bir gerçek olduğunu çok iyi bilmeme rağmen, bazen bizim için ancak bir hayal ola bileceğini düşünmekten kendimi alamadığım Tanrı Dağları ile göğüs göğüseydim. Tamamen kar ile kaplı olmasına ve bu kar lar altında saklı hiç bir güzelliğini bize göstermemesine rağmen, son derece etkileyiciydi. Parlak öğlen güneşinin sivri tepeler ve keskin sırtlar arkasında sahnelediği gölge oyunları müthiş cazip bir tablo oluşturuyordu. Tanrı Dağları , zirvelerinden aşağı doğru 112
inen sırtlar arasındaki vadilerinden adeta ruhuma akıyor ve bir sihirli iksir ile beni büyülüyordu. Bir ara hayalimle bütün kar örtüsünü aldım üzerinden. Bir temmuz güneşinin iki tepe arasından süzülen parlak ışıkları altında, kırk nesil ötesinden de dem Budak Bey'i gördüm. Yağız bir at üzerinde Tanrı Dağlarının eteklerine doğru dolu dizgin iniyordu. Terkisinde yeni avlanmış bir geyik vardı galiba. Düzlükte kurulu ocağın başında ayak üstü duran ve havada salladığı eliyle ocağın hazır olduğunu bildiren ninem Ceren Hatun'a doğru gidiyordu. Ruhumda derin fırtınalar estiren bu hayalimden Konsolos Bey'in zarif sesi ile sıyrıldım; - Beyfendiciğim, şu dağları görüyor musunuz? Nasıl görmezdim ki? O dağlar beni kırk nesil ötesinden ata larım ile buluşturmuş ve o büyüleyici cazibesi ile adeta beni esir almıştı. Konsolos Bey devam etti; - Ne muhteşem bir manzara değil mi? Bu dağları her görüşümde İ sviçre Alplerini hatırlarım. Öylesine benziyorki. Bir anda buz gibi olduğumu hissettim. Konsolos Bey' in ben zetmesi ve Tanrı Dağlarının görünümü karşısında kapıldığı duy gular beni şoke etm işti. Anlaşılıyordu ki Konsolos Bey görevi münasebetiyle bu coğrafyayı , bu toprakları ve bu dağları daha önce de defalarca görmüş, fakat her seferinde s_adece İ sviçre Alp lerini hatırlamış. Süratle ü lkemin acı gerçeklerine döndüm. Tanrı Dağlarına bakıp, kendisini İ sviçre Alplerinde hayal eden bir hariciyecimizin varlığına bu kadar şaşırmak yersizdi. Bu nesli yetiştirmeyi ve dev letin en hassas görevlerin i böyle bir nesle emanet etmeyi biz becermiştik ve aslında bu gerçeği bilmiyor değildim. Az önceki tatı l hayallerim bu acı gerçek karşısında bir kabusa dönüştü. Söy lenecek hiç bir şey yoktu. Bir kaç asrın hatası için bir kaç cümle söylemek yersiz olurdu. Hem anlaşılacağı da şüpheliydi. Dedem Budak Bey'e ve N inem Ceren Hatun'a hiç değilse bir el sallamak geldi içimden. Ama Konsolos Bey bunu anlamaz ve bir deli ile yolculuk yaptığı korkusuna kapılabilirdi. Onlara acı bir tebessümle vedayı tercih ettim.
1 13
İKİ MEKTUP - İKİ TİP Kırgızistan'daki görevim münasebetiyle zaman zaman dünyanın çeşitli yerlerinden Cumhurbaşkanı Askar Akayev'e gön derilen bazı mektuplar masama geliyor. Bu mektupların çoğunluğunu da Türkçe ve İ ngilizce yazılan mektuplar oluş turuyor. Bugün sözkonusu mektuplardan seçil m iş iki tanesini sizlere nakletmek istiyorum. Ancak bu iki mektup hem şekil ve hem de muhteviyatlarındaki birbirine zıtlıkları bakı mından ol dukça enteresan. Mektuplardan birincisi Amerika' dan Steven E. Hegaard tarafından 29.5. 1 993 tarihinde gönderilmiş. İ kincisi ise zarfındaki resmi damgadan anlaşıldığına göre 4. 7 .1 993 tarihinde Türkiye' den (Fatsa'dan) adını belirtmeyi unutmuş birisi tarafından postaya verilmiş. Amerika'dan gelen mektup çok temiz bir kağıda, oldukça güzel bir Türkçe ve düzgün yazı veren bir daktilo ile iki sayfa do lusu olarak yazılmış. Türkiye'den gelen mektup ise sadece bil gisayar çıktı larında kullan ılan bir kağıt üzerine (her iki kenardaki delikli şeritlerin koparılmasına dahi ihtiyaç duyulmaksızın) son de rece kötü bir yazı ile ve kurşun kalemle yazılmış. Bu mektup ge nellikle resmi dairelerde kullanıldığını bildiğimiz bir sarı zarf içersine konulmuş ve zarfın üzeri (herhalde postacıya ayıp ol masın diye) kurşun kalem yerine tükenmez kalem ile fakat yine mektubun içersindeki çirkin ve düzensiz yazı ile yazılmış. Şimdi bu mektu plardan Steven E. Hegaard imzalı birincisini çok uzun olduğu için kısaltarak ve Fatsa' dan postaya verilen ikin cisini ise çok kısa olduğu için aynen naklediyorum . Bu konuda fazlaca bir yorum yapmak da istemiyorum. Sadece, Amerika' dan ve Türkiye'den Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev'e özel mektup yazma düşüncesini şekillendirip hayata geçirebilen iki ti pin hususiy,etlerine, niyetlerine ve müktesabatlarına di kkat çeke bilir ve okuyucuyu sadece bu noktada düşündürebi lirsem dahi yeterli olacaktır.
1 14
İ şte_ Amerika' dan gönderilen uzun mektubun özeti; "Sayın As kar Akayev Kyrgyz Cumhuriyeti Cumhur Reisi Byshkek Sayın Cumhur Reisi Askar Akayev, ABD doğumlu bir Amerikan vatandaşı olarak yıllardır Türkiye'de yaşamaktayım . Fakat şu anda ticari sebeplerle Amerika'da bulunuyorum. Türkiye'de TC Hava Kuwetleri Oku lunda, özel liselerde İ ngilizce ile, İ stanbul Ü niversitesi'nde iş İn gilizcesi ve iletişim bilimleri dalında öğretmenlik ve yöneticilik yaptım. Bunlara ilaveten çeşitli dillerde hizmet veren reklamcılık, halkla ilişkiler, tıb, mühendislik vb . dallardaki şartnameler, mu kaveleler ve ihale tekliflerine kadar değişen muhtelif yazılı mal zemelerin çeviri ve adaptasyonu ile uğraşan bir kuruluşun ortağıyım. Yeni alanlarda iş olanakları araştırmaktayım ve ülkenizin pro fesyonel deneyimime ve akademik özel li klerime gereksi nimi ola cağını düşü nerek, sizin ülkenizde bizim rahmetli Cumhur Reisi Turgut Ö zal'ın adında yeni bir Ü niversite açılacağını ancak bugünlerde öğrenerek, mü racaat ediyorum. Çok özet olarak de neyimim ve eğitimim aşağıdaki şekildedir. - Columbia University Uluslararası İ lişkiler Bölümü ve İ letişim Bilimleri Böl üm ünde doktora, . . . . . . - Dow Jones, Macmillan vb. uluslararası yayınevlerinde başeditörlük ve pazarlama yöneticiliği, . . . . . .
- ABD'deki Raytehon (Elektronik Savunma Sistemleri) gibi kuruluşlarla, Suudi Arabistan'daki ARAMCO ile Holmes and Nar ver U luslararası Mühendislik ve İ nşaat Şirketinin birl ikte iletişim inşaatında, kontrol sistemlerinde, telekomünikasyon , bilgi iletim leri, savunma sistemleri ve öteki yüksek teknoloji uygulamaları dalında sorumlu görev yaptım, . . . . . . Yukarıdaki özelliklerim ışığı altında sizlere hizmet vermeyi arzu etmekteyi m. Ö nerimle ilgilenirseniz gündüz erken (ABD merkezi saati ile) saat 8.00'den önce, veya akşam saat 1 O.OO'dan sonra benimle şahsen Türkçe konuşarak görüşebilirsiniz. Aksi halde
1 15
aşağıdaki telefona İ ngilizce bilen birisi benim için not bırakabilir. Ağustos ayının sonuna kadar Amerika' da kalmayı düşünüyorum, fakat sizin emrinizi beklerim. En derin saygılar v e hürmetleri mle, İ MZA Steven E Hegaard" Evet, Amerika' dan gönderilen mektubun özeti böyle. Aşağıya ise Türkiye' den gönderilen ve hitabsız başlayan mektubu aynen alıyorum. "Devlet uygarlıkla yönetilir. Dünya işleri menfaatle yönetilir. Kainatın d üzeni budur. Bağımsızlığın bedeli demokrasi, demok rasinin bedeli bağımsız hukuk, bağımsız hukukun bedeli uygarlık, uygarlığın bedeli ekmek. Siz siz olun arpa ekmeği yiyin. Arpa ek meği bağı msızlığın simgesidir. İ şlerinizi doğru yapın, uygarlığa göre düşünün, insanlığa hiz met edin. İ nsanlar akıllarına göre hareket ederler ama insanlar hisle rine göre davranırlar. Siz siz olun devleti uygarlığa göre düzen leyin. Arpa ekmeği yiyin. Bağımsız hukuk uygarlık demektir. Uygarlık aileden başlar. Yani miras hukukunun gençlerden başlamasıdır, vefatından değil. Arz. Selamlar." Uygarlıktan, demokrasiden, bağımsızlıktan, miras hukukun dan ve nihayet arpa ekmeğinden bahseden bu Fatsa'lımız acaba bizim bir garip delimiz mi? Yoksa kendisi hiç bir biriki m, eğitim ve müktesabat sahibi ol madığı halde mükemmel bir eğitim ve bi ri kim sah ibi olduğu anlaşılan Amerika'lı Steven E Hegaard ile bir noktada düşünce paralelliği yakalayabilen bir dahimiz mi? Ne der sinizi
1 16
İKİ GÖNÜL DOSTU PROF. MEHMET ÜNAL · VALİ ŞAHABETTİN HARPUT Türkiye'den Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev'e Hu kuk, Kam u Yönetimi ve Ekonomi dallarında üç müşavir gönde rilme projesi çerçevesinde, Bişkek'te kendileriyle birlikte çalışacağım Hukuk m üşaviri Prof. Mehmet Ü nal ile Kamu Yöne timi Müşaviri Vali Şahabettin Harput'u daha önceden tanıma fırsatı bulamamıştım. Ü stelik benim Ekonomi MüşAviri olarak gö revlendirilme işlemim, onların Kırgızistan 'a gitmesinden sonra gündeme geldiği için, ben onlara Bişkek'te iltihak edecek ve ken dileriyle böylece ilk defa Bişkek'te tanışacaktım. Kırgızistan'a doğru yol alırken, kafamdaki pek çok merak ko nusu ile birlikte bu iki görev arkadaşımı da merak ediyordum. Acaba nasıl insanlardı? Uyumlu bir çalışma ortamı tesis edebi lecek miydik? Gerçi bu görev için kullanılan kriterleri ve aranan hususiyetleri bildiğim için, anlaşabileceğimiz insa_nlar olacaklarını tahmin ediyordum. Ama itiraf etmeliyim ki, bu meseleye (Türk Dünyası ve Dünya Türklüğü meselesine) benden daha fazla gönül vermiş olabileceklerini fazla muhtemel görmüyordum. Yani şüphesiz bu konuda belli bir alaka seviyesinde olmalılard ı, ama benim buradaki teredd üdüm Türk Dünyasına yönelik aşkın mer tebesiyle ilgiliydi. İ ki çalışma arkadaşım Mehmet Ü nal ve Şahabettin Harput, beni sadece bu konuda yanılttılar. Evet, onlar bu konuda ben den de ileride idiler ve gönüllerindeki ateş benim gönlümdekin den de büyüktü. Sadece bu memnuniyet verici yanılgım dışında onlarda umduğum her türlü güzelliği fazlasıyla buldum. Tanışmamız ilginçti. Bişkek'te misafirhaneye yerleştikten sonra doğruca Büyükelçiliğimize gittim. Bahçe kapısından binanın giriş kapısına doğru yürürken binadan iki kişi çıktı. Aslında bu iki kişi herkes olabilirdi. Çünkü bu bina hayatımda ilk defa görd üğüm
117
ve ilk defa kapısından gireceğim bir yerdi. İ çeride kaç kişinin çalıştığını ve çalışanların kim ler olduğunu henüz bilmiyordum. Onun için bu iki kişi Elçilikte görevli insanlardan herhangi ikisi olabilirdi. Yahut herhangi bir nedenle Elçiliğe gelmiş iki insan da olabilirdi. Fakat hayır, bu iki kişi gelecek günlerdeki iki aziz dos turndu. Bunu hemen anlamıştım. Ama onlar da anlamıştı. Bir birimize doğru yürüyüp, başka birisine ihtiyaç duymaksızın tanıştık. İ lk intiba mükemmeldi ve hep öyle gitti. Her ikisi de son de rece yumuşak huylu, son derece müsbet, konusuna haki m, yüreği sevgi dolu birer insandı. Mehmet Ü nal Ankara Ü niversitesi Hu kuk Fakültesinde Medeni Hukuk profesörü iken, Şahabettin Ha put ise Hakkari ve Bilecik valiliklerinden sonra Merkez Valisi iken bu göreve atanmışlardı. Her ikisinde de bu görev münasebetiyle en az benim duyduğum şevk ve heyecanı gördüm. Bunu hayat larının en anlamlı vazifesi olarak görüyor ve bir yandan bu lütuf için tanrı'ya şükrederken, diğer yandan bu yolda verebilecekleri en fazla hizmeti vermek için bir anın bile israf olmamasına özen gösteriyorlardı. Mehmet Bey 50 ve Şahabettin Bey 45 yaşlarındaydı. Fakat bu görev her ikisinin üzerine de genç bir muharip psikolojisini ha kim kılmıştı. Her ikisinin de Ankara'da birer ailesi, eşleri ve çocuk ları vardı. İ yi ve sorumlu bir aile reisi, mükemmel bir baba oldukları her hallerinden belliydi. Ama geride bı raktıklarıyla ilgili endişe ve özlemlerinin, buradaki hizmet veri mliliğini düşürmesine müsaade etmiyorlardı. Hukuk ve İ dare'nin Ekonomi'ye göre birbi riyle daha yakın ala kası nedeniyle Mehmet Bey ve Şahabettin Bey bir çok konuda müşterek çalıştılar. Birli kte ve ayrı ayrı çok güzel şeyler ürettiler. Konularında gerek sayın Cumhurbaşkanı'na ve gerekse diğer yet kililere çok değerli katkıları old u . Başta Kırgızistan Anayasası ol mak üzere çeşitli kanunların hazırlanması ve şekillenmesinde yönetime ve parlamentoya verdikleri görüşleriyle etkili oldular. Bütün bunlara ilave olarak 1 993 Haziranında düzenledikleri bir Kırgız - Türk Hukuk Haftası ile Türkiye'den konularında uzman çeşitli hukukçuları n Bişkek'e götürülmesine ve orada Kırgız hu-
118
kukçularla birlikte gerçekleştirilen bir sempozyum çerçevesinde Türk Hukuk Sisteminin Kırgızistan'da tanıtımına vesile oldular ki bu, Kırgızistan'ın hukuki yapısının yeniden oluşturulduğu bir dö nemde fevkalade önemli ve tesirli bir hizmetti. . Kırgızistan'da önce iki görev arkadaşım, sonra iki gönül dos tum Prof. Mehmet Ü nal ve Vali Şahabettin Harput, artık günümüzde pek fazla karşılaşma ve tanıma bahtına ereme diğimiz, çizgi üstü iki insan . Hem sadece insanlıkları ve dostluk ları ile değ il, mesleki kariyerleri iti bariyle de çizgi üstü iki değer. Böylesi bir görev için seçilebilecek en isabetli iki isim. Ne mutlu onlara; bu güzide kişilikleriyle Orta Asya Türlüğüne katkıları için, ne m utlu bu görevi onlara verenlere; böyle bir sevaba vesile ol dukları için ve ne mutlu bana; bu vesileyle onları tanıyıp, dost luklarını kazandığım için. Çünkü, Orta Asyadaki görevi mden duyduğum haz, bu görevi onlarla birlikte yapmak münasebetiyle iki katına çıktı. Kırgızistan'daki fiili görev sürelerinin tamamlanmasından sonra Prof. Mehmet Ü nal Ankara Ü niversitesi Hukuk Fakültesin deki öğretim üyeliği görevine döndü. Şahabettin Harput ise Kırıkkale Valiliğine atandı. Onlara sadece ömür boyu saadet ve başarılar dilemiyor, aynı zamanda onların ömür boyu saadet ve başarılarına inanıyorum. Çünkü onlar bunu fazlasıyla hakediyor.
1 19
BİR CUMHURBAŞKANI ASKAR AKAVEV Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev ile onun kim ol duğunu bilmeden karşılaşıp görüşme imkanınız olsaydı, asla bir Cumhurbaşkanı ile muhatap olduğunuzu tahmin edemezdiniz. Öylesine alçak gönüllü, öylesine mütevazi bir insan. Fevkalade ölçülü ve son derece samimi kibarlığı ile adeta yüreğini ayak larınızın altına bir halı gibi seriyor. Akayev 1 0 Kasım 1 944 günü, yani Atatürk'ün 6. ölüm yıldönümünde doğmuş. Esasen fizik profesörü ve aynı zamanda optik sayım tekniği alanında dünyanın önemli bilim adamlarından birisi olan Akayev, Cu mhurbaşkanı seçilmeden önce Kırgızistan Bilimler Akademisi Başkanlığı görevini yürütüyordu. İ lk defa 27 Ekim 1 990 tarihinde (Kırgızistan'ın bağımsızlık ilanından yaklaşık on ay önce, fakat Asya Türk Cumhuriyetlerinde artık bağımsızlık sürecinin başlamış sayılabileceği kritik bir dö nemde) Cumhurbaşkanlığına seçildi. O gü nlerde artık bağımsız lığın adım adım gelmekte olduğu görülüyordu ve Akayev böylesine kritik bir geçiş dönemi için halkın diğer adaylar arasında öne çıkar tarak Devletin başına getirdiği isimdi. 31 Ağustos 1 991 'deki bağımsızlık ilanını müteakip, 12 Ekim 1 991 tarihinde yapılan halkoylaması ile Cumhurbaşkanlığına ye niden seçildi. Mayıs 1 993'de Rus Rublesini terkedip, Kırgızistan'ın milli para birimi "SOM"u piyasaya süren Akayev, bu tasarrufu münasebetiyle BDT içersinde bir takım ekonomik müeyyidelere ve ülke dahilinde de bazı muhalif kıpırdanmalara muhatap olunca, Cumhurbaşkanlığı makamında halkından aldığı gerçek desteği görmek için 30 Ocak 1 994'de yeni bir referanduma başvurdu. Şimdi bu referandumdan da aldığı % 96,34 gibi önemli bir halk desteği ile yarının Kırgızistan 'ını kurmaya devam ediyor. Böylesi bir geçiş döneminde Askar Akayev gibi ihtiyatlı bir Cumhurbaşkanının yönetimi altında olmak Kırgızistan 'ın geleceği 1 20
için fevkalade olumlu pozisyonlar yaratıyor. Çünkü Akayev, hem yarısı çarlık ve yarısı sovyet dönemi olmak üzere 1 50 yıllık Rus hegemonyasının getirmesi beklenen tabiiyyet duyguları çerçeve sinde aşırı çekingenlik göstermiyor ve hem de 1 50 yıldan sonra hürriyete kavuşmanın getirmesi beklenen coşkunluk duyguları yönünde gözü kara davranmıyor. Ü lkesi ve milletinin geleceği için yeterince tedbirli, fakat gereğince atak, akıllı politikalar peşinde koşuyor. Bir yandan Türk Dünyasının en gelişmiş, en zengin ve mo dern cumhuriyeti Türkiye'ye tam bir kardeşlik yakınlığı içersinde duruyor, ama diğer yandan yeni tanıştığı özgür dünyanın mümkün olan en geniş platformlarında sahne almaya gayret ediyor. Bir yan dan Bağımsız Devletler Topluluğu' na üye devletler ve BDT mer kezi ile gereksiz ihtilaflara düşülmemesi ve böylelikle gereksiz sıkıntılara muhatap olunmamasına dikkat ediyor, ama diğer yan dan Ruble sahası dahilinde kalınarak ekonomik reformların yapıla mayacağına ve milli bir ekonomi için öncelikle milli bir para birimi gerektiğine kani olunca, bazı riskleri göze alarak BDT'na dahil diğer cumhuriyetlerin hepsinden önce Kırgızistan'ın milli parasını basmaktan çekinmiyor. Rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ın ölümünden bir hafta önce Kırgızistan'a yaptığı ziyarette Akayev' in yaşadığı coşku ve m utluluğu unutamam. Bu ziyaretten bir hafta sonra Turgut Özal'ın ölüm haberi geldi ve bu talihsiz gelişme üzerine Askar Akayev'den hafızamda iki unutulmayacak anı daha kaldı. Birincisi ölümünün ertesi sabahı Kırgızistan parlamentosunun açılışında acı haberin bizzat Cumhurbaşkanı Akayev tarafından Kırgızistan'a duyurularak, par lamentonun saygı duruşuna davet edilmesi ve bunu müteakip As kar Akayev'in yaptığı Turgut Özal ile ilgili konuşmasında, yüzlerce parlamenterin önünde gözyaşlarına engel olamaması idi. Evet, Koca Cumhurbaşkanı, (ama insan Cu mhurbaşkanı, Türk Cumhur başkanı, dost Cumhurbaşkanı) Turgut Ö zal'ın ölüm haberini bil dirirken yaptığı tarihi konuşmasını ağlayarak tamamladı. Akayev'in konuşmasına tarihilik vasfı kazandıran mesajlar şu ifadelerinde yatıyordu; "Onunla geçen haftaki ziyareti süresince daha yakın dost olduk. Uzun sohbetler ettik. Kafası hep Türk Mil121
letinin meseleleriyle doluydu. Onun üç hedefi vardı. Birincisi, yeni Türk Cu mhuriyetlerinin bu özgürlük ortamında Türk Milletinin müşterek tarihini yeniden araştırıp, yazdırmak. İ kincisi Türk Mil letinin başını bir kılmak ve üçüncüsü, 21 . asrı Türk asrı yapmak. O, bu işleri sonuçlandıramadan öldü. Fakat bu hedefleri bir va siyet olarak bize kaldı. İ nşallah biz devam edeceğiz." İ şte bu son sözleri söylerken ağlıyordu. Daha dün sovyet hegemonyasından çıkmış, fakat hala BDT'na dahil bir Türk Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı, yukarıdaki sözleri Rus parlamenterlerin de hazır bulunduğu bir parlamento önünde söylüyordu. Altıyüz yıllık bir imparatorluğun mirasçısı, yetmiş yıllık bir Türk Devletinin Cumhurbaşkanı beklenmeyen ölümü ile, daha dün bağımsızlığını kazanmış bir Türk Devletinin Cumhurbaşkanı önüne büyük hedefler koyuyor ve ona büyük idealler telaffuz et tiriyordu. Şayet hamleler doğru yapılır ve taşlar doğru karelere sürülürse, yirmibirinci yüzyılda böyle bir milletin evladı olmak, kim bilir ne büyük bir saadet olacaktı. O günlerde Askar Akayev'den hafızamda kalan ikinci unutul mayacak anıyı ise , onun ertesi günü başsağlığı için Büyükelçiliğimize gelmesinde yaşadım. Büyükelçimiz Metin Gö ker Bey'in cenaze merasimi için Türkiye'de bulunması nedeniy le onu Büyükelçilik Maslahatgüzarı ve İ dari Ateşe ile birlikte karşılayıp Sefir Bey'in odasında aldık. Yanında Parlamento Başkanı Şerimkulov'un da dahil olduğu bir heyet vardı. Hiç bir protokol endişesi taşımadan önüne gelen iki koltuğa adeta çöktü. (Ki bu koltuktan üst kısımda daha iki koltuk ve Sefir Bey' in çalışma masası ile koltuğu vardı.) Karşılıklı çok kısa bir konuşmadan sonra öne doğru eğildi. Dirseklerini dizlerine dayadı ve yüzü yere ba kar vaziyette öylece kaldı. Sessizlik dakikalar boyu sürdü. Konuşmuyordu. Çünkü söylenecek ne lüzumlu bir şey vardı, ne de fazla manalı bir şey. " Başınız sağ olsun" demek bile bu du rumda fazla manalı gelmiyordu. Çünkü başımız sağ değildi. Onun için faydasız şeylere tevessül etmiyor, sadece kendi yoğun duy gularını yaşamayı tercih ediyordu. Bu davranışın, böylesi bir durumda gösterebilecek en tipik bir Türk davranışı olduğunu, Anadolu'da doğup büyü müş içi mizden 1 22
birinin aynı davranışı göstereceğini düşündüm. Bu sessizlik anında O, Turgut Özal ile bir hafta önceki beraberliğini yeniden yaşıyordu muhtemelen, ben ise dün sabah parlamentoda yaptığı konuşmayı yeniden dinliyor ve çekik gözlerinden süzülen inci ta nelerini yeniden görüyordum. Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev, diğer Türk Cum huriyetlerinin cumhurbaşkanları ile birlikte çok önemli bir tarihi rolün baş aktörlerinden birisi. Ö zgür Türk Dünyasın ı doğudan ku caklayan Kırgızistan halkı, onun yeterince tedbirli ve gereğince atak politikalarından memnun. Halk, böylesi bir geçiş döneminde, ancak en akı llı ve en tedbirli politikalar ile devlet ve millet bağımsızlığının gelecek nesillere intikal ettirilebileceğine inanıyor. Bu inanç ile Cumhurbaşkanı Askar Akayev'e destek oluyor ve ge leceğe umutla bakıyor.
1 23
BİR OKUL SEBAT KOLEJİ Yeniden bağımsızlığına kavuşan diğer Asya Türk Cumhuri yetleri gibi Kırgızistan'da her istenen şeyin istendiği anda temin edilmesi fazlaca mümkün olan bir ülke değil. Aradaki uzun me safe ve ulaşım zorlukları nedeniyle ihtiyaç duyulan herşeyin Türkiye'den götürülmesi de fazla kolay olmuyor. Onun için ön celeri Bişkek Büyükelçiliğimiz nezdindeki değerli eğitim müşavirimiz Gönül Hanımefendi'nin ve onun maiyetindeki değerli eğitim görevl ilerimizin samimi gayretlerine rağmen, Milli Eğitim Bakanlığı' mız tarafından Bişkek'te açılan resmi okuldaki bazı ih tiyaçların giderilmesi ve bazı problemlerin aşılması konularında sıkıntılar çekilmesini sade bir şekilde işte bu zorluklara bağla mıştım . Ama Bişkek Türk - Kırgız Ö zel Kolejini görünce meselenin başka boyutları olduğunu anlamak kolaylaştı. Evet, bu özel kolej de aynı ülkenin şartları dahilinde ve üstelik herhangi bir diplo matik ayrıcalıktan istifade etmeksizin kurulmuştu. Ama bu olum suz şartlardan hiç etkilenmemişe benziyordu . Okulda mükemmel bir düzen ile, ihtiyaç duyulan her şeyin mevcOdiyeti hissediliyor ve görülüyordu. Tanık olduğumuz şey, idealizm ile birleşmiş bir özel girişimcilik farkı ve bu coğrafyada ziyadesiyle ihtiyaç duyulan idealizm ile özel girişimciliğin birlikte yarattığı bir zaferdi. Sovyetler Birliği'nin dağıl masından sonra demokratik rejime ve serbest ekonomik sisteme geçiş gayretleri içerisinde olan Kırgızistan gibi bir ülkeye, hem demokratik rejim hususunda ve hem de liberal ekonomi konusunda öğretmenlik yapabilecek bir ülkede doğ up büyüdükten ve özelleştirme politikalarının üretil diği Kamu Ortaklığı İ daresi Başkanlığı'nda yıllarca görev yaptıktan sonra, özel girişimcilikten temin edilebilecek güzelliklerin en çarpıcı örneği ile Kırgızistan 'da karşılaşmak doğrusu çok hoş bir sürpriz oldu benim için. "Bunda şaşıracak ne var? Türkiye 'de de yıllardan beri özel okullar var, ve bu özel okullar devletin resmi okullarına göre daha
1 24
iyi durumda. Niçin Bişkek'teki özel kolej en çarpıcı örnek olsun? "
neviinden bir itirazı duyar g ibiyim. Fakat gerçekten S ebat Koleji bu konu için çok çarpıcı bir örnek. Çünkü Türkiye' deki özel okul ların devlet okullarından daha iyi duru mda olmasını, sadece dev letin eğitim için ayırabileceği finansman kaynaklarının sınırlılığı gibi noksan bir sebep ile izah etmek hatasına düşülebilir. Fakat bu coğrafyada gerekli finansman kaynaklarının tahsisi ve bu kay nakların kullanımına işlerlik kazandırılması açısından devletin du rumu özel teşebbüsten daha iyi . En azından burada özel sermaye devlete oranla daha ciddi bir risk ile karşı karşıya. İ şte bu ne denle Sebat Koleji 'nin d urumu çarpıcı bir örnek. Çünkü O, dev lete kıyasla hiç bir avantajın sahibi olmadığı bir ortamda, devlet �arkının ağ ır işleyen dişlileri dışında olması nedeniyle daha ra hat çalışan özel teşebbüsün , bir de idealizm ile birleşince neler yapabileceğini simgeliyor. Müteakip günlerde Bişkek'teki Sebat Koleji'nin Oş şehrindeki kardeşini de görmek fırsatı buldum. Oş'a geleceğimiz Cumhur başkanlığı Ofisinden Oş Vilayetine bildirilmesine ve Vilayet yet kilileri tarafından havaalanında karşılanmam ıı;a rağmen, muhte melen Bişkek'teki Sebat Koleji'nin verdiği bi lgiye istinaden Oş şehrinin özel kolej yetkilileri de bizi karşılamak için havaalanına gelerek, ayrıca bizi okulları na davet ettiler. Orada da aynı tertip ve düzen ile, aynı güzellikler ile karşılaştım. Okul görevl ilerinin yerli halk ile kurduğu samimi yakınlığı ve dostluğu, bir akşam okulda misafirleri olmak suretiyle bizzat gördüm. Bu okullar, işin hizmet yönünü kar yönünden önde tutan, daha doğrusu bu işi bir ticari iş gibi değil, bir gönül işi gibi gören, Adapazarı'nda mü kim hamiyyet sahibi 15 müteşebbis insanımız tarafından (anlaşıldığı kadarıyla daha geniş bir hayırseverler gru bunun da mali desteğiyle) önce SEBAT Eğitim İ şletmeleri A.Ş. adıyla bir şirket tesis olunmak suretiyle ve bu şirket vasıtasıyla (şirketin Türkiye'deki diğer eğilim faaliyetlerine ek olarak) ku rulmuş. Şirketin Türkiye'deki faaliyetleri ve Türkiye'de başardıkları ko numuz dışı. Ama bakınız SEBAT Türkiye'deki çalışmalarına ilave olarak bağımsızlık ilanından hemen sonra girdiği Orta Asya'nın
1 25
sınırlı imkanları içersinde (sadece Kırgızistan 'da) iki yıl gibi çok kısa bir sürede neleri başarıyor. 1 992 yılında Kırgızistan'daki yetkili makamlar ile bu ülkede özel kolejler açmak üzere protokoller yapılıyor ve hemen aynı yıl Başkent Bişkek, Oş ve lssıkgöl-Aksu'da üç ayrı özel kolej açılıyor. (Ben bunlardan Bişkek ve Oş'dakileri bizzat gezip gördüm) Bu okulların her biri 24 derslikli ve her biri 240'1 yatılı olmak üzere 720 öğrenci kapasiteli. Okullarda Türkçe, İ ngilizce ve Kırgız dil lerinde Anadolu Liselerinin programları uygulanıyor. Her okulda yabancı dil, fizik, kimya ve biyoloji laboratuvarları ile resim, müzik, güzel sanatlar ve beden eğitimi için gerekli bölümler var. Yine her okulda 600 kişilik mutfak ve yemekhane imkanlarına ilave ola rak, çamaşırhane, tamirhane, kantin ve lojman gibi ek tesisler bu lunuyor. şimdi bu okullar yörenin en saygın okulları arasında ve tüm bu işler daha Kırgızistan'a ayak basılan ilk yıl içerisinde başarılmış. Müteakip yıl, yani 1 993 yılında ise beş ayrı yerde 5 yeni okul daha hizmete sokuluyor; OŞ Teknik Lisesi KADEMÇAY Şarkiyat Lisesi CELALABAi) Özel Türk Koleji BİŞKEK Kız Lisesi NARIN Ekonomi Lisesi
(20 (16 (24 (12 (12
derslikte derslikte derslikte derslikte derslikte
600 480 720 360 360
öğrenci öğrenci öğrenci öğrenci öğrenci
kapasiteli) kapasiteli) kapasiteli) kapasiteli) kapasiteli)
Bu 5 okul ise tamamı 84 derslikte toplam olarak 2520 öğrenci kapasitesine sahip. Böylece SEBAT' ın Kırgızistan 'daki eğitim gücü, tamamı 1 56 derslikte toplam olarak 4680 öğrenci kapasi tesine ulaşıyor. 1 993 yılında açılan son 5 okulda da, daha önceki 3 okul için sayılan imkan ve tesislerin hepsi var. Ayrıca bu 5 okul, branşları itibariyle ihtiyaç duyulan ilave imkan ve özelliklere de sahip. Şu anda (1 994 yılı itibariyle) bu okullarda 850'si yatılı olmak üzere toplam 1 1 00 öğrenci eğitim görüyor. 1 1 0 tanesi Türkiye'den ve 40 tanesi Kırgızistan'dan temin edilmek üzere 1 50 öğretmen görev yapıyor. 33'ü Türkiye' den ve 1 00 tanesi Kırgızistan'dan le min edilmek üzere 1 33 tane işçi ve memur çalışıyor. Bu okullarda öğrenim yaptırmak üzere Türkiye' den giden ve bu hizmeti bir gönül işi olarak gören idealist öğretmenlerimiz (sadece zaruri ihtiyaçları için) aylık 1 00-200 Dolar arası bir ücret ile çalışıyor ve para biriktirmeyi deği l hizmet etmeyi düşünüyorlar. Çünkü bu rakamlar devlet tarafından devlet okullarına gönderi1 26
len öğretmenlerin aylıklarına kıyasla 1 0-20'de bir seviyesi nde. Kırgızistan'dan temin edilen öğretmenler için ise bu rakamlar za ten ülkedeki genel ücret düzeyine göre oldukça yüksek. Bu okullar Türkiye'nin Atayurdu Orta Asya'daki yüz akı. Çünkü bu okullar yörede Türk Okulları (Türkiye'nin Okulları) olarak bi liniyor, ve bu okulların hizmetinden istifade edenler öncelikle Türkiye'ye minnet duyuyor, öncelikle Türkiye'ye muhabbet bes liyor. Çünkü bu okullarda görev yapmak için Türkiye'den giden gönüllüler ordusunun neferleri hal ve hareketleri, yaşayışları, çev reyle ilişkileri ve niha.yet halis n iyetleri ile Türkiye'yi en iyi şekilde temsil ediyor ve Orta Asya'da Türkiye'nin imajını yükseltiyorlar. Atayurdu Orta Asya'daki bu eğitim ham lesinin 1 994/1995 öğretim yılı için de büyük hedefleri var. Bir mektup sınırları da hilinde bunları anlatmak imkansız. Ama kısa bir kaç başlık ver mek istiyorum; - Bütün fakülteleriyle tam teşekküllü bir Özel Türk - Kırgız Ü niversitesi açmak. - 8 adet yeni orta dereceli okul daha açmak. (toplamı 1 6 ola cak) - Kırgızistan Ü niversitelerinde okuyan � 1 0 öğrenciye burs vermek. - Kırgız öğrencilerin Türkiye Ü niversitelerine girmesi için Ü ni versite Hazırlama Kursları düzenlemek. - Ü niversiteyi bitiren öğrencilerin Türkiye' de staj yapmalarını temin etmek. - Kırgızistan'da öğrenci yurtları açmak. - Kırgızistan'da ders araç ve gereçlerini imal edecek teknik atölye ve matbaalar kurmak. - Kırgızistan'da sesli, görüntülü ve yazılı basın-yayın ürünle rini pazarlayacak müesseseler kurmak. SEBAT Eğitim İ şletmeleri A.Ş. 1 987'de kurulmuş. Kırgızistan'a ise daha iki yıl önce (1 992'de) girmiş. İ şte 2 yıl içinde gelinen nokta ve işte üçüncü yıla konulan büyük hedefler. Ü çüncü yıl için be lirlenen hedeflere varılacağından kuşkum yok. Çünkü 2 yıl içer sinde başarılanları gözlerimle gördüm. Bu gördüklerim ile Türkiye'nin ve Türk Dünyasının geleceğine dönük umutlarım renk lendi . Orta Asya'da bin bir zorluk ve sıkıntılar içerisinde, bir çoğu evinden ve ailesinden uzak, bu tarihi eğitim hamlesine neferlik eden ve Türkiye'den onlara destek olan tüm isimsiz kahraman ları ayakta alkışlıyorum. Tarihin onlar için şaheser bir alkış sen fonisi besteleyeceğine dair en kalbi inancım ile. 1 27
BİR BÜYÜKELÇİ METİN GÖKER İyi ile kötünün eşit muameleye tabi tutulmasında bir haksızlık olduğu inancındayım. Bu nedenle iyiliğin daha fazla teşvik gördüğü ve hakkaniyetin daha hakim olduğu bir dünya için, kötünün açıkça yerilmesi ve iyinin de açıkça öğülmesi şahsi ter cihimdir. Ama konuyu genele irca edince, kötünün yerilmesinde ısrarlı olmamakla birlikte, "Marifet iltifata tabidir" diyen atalarım gibi, iyinin öğülmesi gereğinde ısrarlı olanlardanım. Bu anlayış doğrultusunda bir kaç mektubumdan beri Kırgızistan'da karşılaştığım bazı portrelerden (Bir Konsolos, İ ki Mektup - İki Tip, İki Gönül Dostu, Bir Cumhurbaşkanı, Bir Okul, vb. başlıklar altında) bahsetmek ve böylece onları Türk toplu muna tanıtmak isteğim dikkat çekmiş olsa gerektir. Kırgıziste.n 'da karşılaştığım müsbet portrelerden birisi de bağımsızlık ilanını müteakip Bişkek'te Büyükelçiliğimizi kuran ve kuruluşundan beri Bişkek Büyükelçimiz olarak görev yapan Me tin Göker Bey. Sayın Büyükelçimiz, yeniden bağımsız Türk Dünyasını doğudan kucaklayan ve Doğu Türkistan ile de komşu olan bu önem li coğrafyada Türkiye'nin çok aktif ve çok yoğun bir diplomasi zarüretine rağmen Bişkek Büyükelçiliğimizi "bir avuç" denebilecek bir personel mevcudu ile idare ediyor. Ama bu bir avuç insan , Bişkek'teki görevini bir memuriyet ifasından ziyade, bir gönül bağlılığı ve bir vatan borcu sorumluluğu ile yürüten Büyükelçimiz Metin Göker'in koordinasyonu altında adeta " 1 Mangalık Ordu" gibi çalışıyor. Pek çok kereler günlük mesainin gece yarılarından sonralara sarktığına ve (Kırgızistan'da benim de evim gibi hissettiğim) iki kattan ibaret elçilik binasında gece yarısına kadar koşuşturmaktan bitkin düşen personelin, perişan ayak tabanlarının sızılarını tuzlu sular içerisinde dindirme gayret lerine tanık oldum. Bişkek Büyükelçimiz Metin Göker Bey, tam anlamıyla çekir dekten yetişme bir hariciyeci. 1 958'de Tarsus Amerikan Kolejini 1 28
ve 1 962'de Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdikten sonra Dışişleri Bakanlığında önce Siyaset Planlama Dairesinde aday meslek me muru olarak göreve başlıyor. O günden bu yana da Adeta Aşık olduğu mesleğine kesintisiz olarak Dışişleri Bakanlığında devam ediyor. Geride kalan 31 yıllık süre zarfında zaman zaman Ankara'da Dışişleri Bakanlığı'nın idAri kademelerinde aldığı gö revler hariç, Prag B üyükelçiliğinde 2. Katiplik, Kahire Büyükelçiliğinde Başkatiplik, Tokyo, Şam, Londra, ve Madrid Büyükelçiliklerinde Müsteşarlık görevlerinde bulunduktan sonra, 1 992 yılında Dışişleri Bakanlığında Kültür İşleri Genel Müdür Yardımcısı iken yeni kurulacak olan Bişkek Büyükelçiliğine atanıyor. Bişkek, Metin Beyin ilk Büyükelçiliği olduğu için normal ola rak O'ndan Türkiye'nin Bişkek büyükelçiliğini başarması bekle nir ve ümit edilirken, O kısa sürede hem Türkiye'nin ve hem de Kırgızistan'ın Büyükelçisi sıfatına erişmeyi başarıyor. Kırgızlar O'nu kendilerinin de Büyükelçisi gibi görüyorlar. Bu başarının altında yatan sebep ise son derece sade. Çünkü Metin Bey hem mesleğini ve hem de yurdunu ve milletini çok seviyor. Hem mes leğinin gereklerine ve hem de yurdunun ve milletinin kültürü ve hasletlerine büyük saygı besliyor. Çünkü Bişkek'te Büyükelçilik yapmak ile Paris veya Londra'da Büyükelçilik yapmak arasındaki farkı biliyor. Tabii ki bu bilinç O'na Kırgızistan'daki görevinde büyük avantajlar sağlıyor ve bu avantajlar da başarıları getiriyor. Metin Bey Bişkek'teki görevini yürütürken Türkiye ile Kırgızis tan arasındaki tarih ve kültür müştereklerini hiç bir zaman gö zardı etmiyor.. Bütün Türk Dünyasının müşterek hasleti olan Büyük Türk Konukseverliğini Orta Asya'nın orta yerinde canlı bir şekilde yaşatıyor. Hemen hemen her öğle yemeğinde Kırgızistan'dan veya komşu Türk Cumhuriyetlerinden konukları oluyor. Bu ye meklerde Metin Bey Büyükelçilik protokolünü değil, ev sahibi ko nukseverliğini ön plana çıkarıyor. Misafirlerinin hiç değilse tatlılarını ya da kahvelerini servis sehpasından alarak kendi el leriyle ikram etme inceliğini ihmal etmiyor ve konuklarının bu ik ramdan duyduğu haz ile mutlu oluyor. Tabiiki bu hassasiyet karşılıksız kalmıyor. Kırgız basını Metin Bey'den bahsederken genellikle "Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçi1 29
si" sıfatının yanına "Bizim Dostumuz" sıfatını da eklemeyi lhma.ı etmiyor. 24.2.1 994 tarihli ASABA Gazetesinde kendisiyle yapılan bir röportajda Metin Bey; Yeniden bağımsızlığına kavuşan Kırgızistan'ın daha güçlü bir devlet ve daha zengin bir ülke ol ması için neler yapmaları gerektiğini anlatıyor. Onlara bir an önce kendilerini ideolojik doğmalardan kurtarıp, aklın ve bilimin reh berliğinde çok ama pek çok çalışmalarını öğütlüyor. Birbirleriyle uğraşmamalarını, ancak ülkelerinin geleceği için el ele vermele rini tavsiye ediyor. Daha güzel, daha mutlu bir gelecek için gördüğü noksanları ve kusürlarını tam bir kardeş hissiyatı ile her hangi bir yabancılık veya diplomatlık açmazına düşmeksizin dile getiriyor. ..
Röportajı yapan Kırgız gazeteci bu dostluğu ve bu samimi yeti çok iyi değerlendiriyor ve bu röportajı bir Türk Atasözü olan "TUUGAN KÜYDÜRÜP AYTAT, DÜŞMAN SÜYDÜRÜP AY TAT"' (Dost acı söyler, düşman tatlı söyler) başlığı altında yayınla yarak, Büyükelçimizin dostluğunu tevsik ediyor. Röportajda Metin Bey'in beyanlarına geçmeden önce ise aynen şu giriş ifa.delerine yer veriyor; "Türkiye'nin Kırgızistan'daki Büyükelçisi, Bizim Dos tumuz Metin Göker Bey'i zor diplomatik görevindeki büyük tec rübesi ve değerli çalışmaları nedeniyle kardeş iki ülkenin saygı duyduğu bir insan olarak tanıyoruz. Bu sefer de bizi büyük bir saygı ile karşıladı. Bizimle sohbet edip, düşüncelerini açıkladı. En gin düşünceli, çalışkan BÜYÜKELÇİMİZE dostluğumuzu geliştir mesi ve Kırgız kültürüne katkıları nedeniyle (Kıymetli Elçi) ödülü verilse, bir çoğumuzun düşüncesi ve dileği gerçekleşecektir. Bu demokrasinin gerçekleşmesinin de bir belgesi olacaktır. " Aynı röportaj Çüy Bayanı Gazetesi'nin iki gün sonraki nüshasında iktibas ediliyor. Metin Bey röportajın giriş paragrafında bahsedilen ödülü zaten bu satırlarla ve bu iktibaslar ile kucak layıp, Kırgızistan'da daha önce aldığı nice ödül ve ünvanlar arasındaki onur köşesine yerleştiriyor. O'na Kırgızistan'da yaptığı hizmetler münasebetiyle verilen ödüllerden (bu satırlar yazılma dan önceki) en soauncusunun Ankara'daki törenine ben de da vetliydim. 5 Nisan 1 994'de Devlet Konukevi'ndeki tören ile sinema sanatçımız Türkan Şoray'a Uluslararası Cengiz Aytmatov ödülü büyük Kırgız yazarı Cengiz Aytmatov tarafından bizzat verilir1 30
ken, Kırgızlar O'nu yine unutmadılar ve aynı törende "Uluslararası Cengiz Aytmatov Birliği 1 993 Yılı Ödülü" de, Uluslararası Cengiz Aytmatov Akademisine katkılarından dolayı Büyükelçimiz Metin Göker Bey'e verildi. Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçilerinin, görev yaptıkları ülke kültürüne ve hayat tarzına süratle AşinAlık ve uyum kesbetmelerl herhalde mesleki bir zarOret olsa gerektir. Fakat Metin Bey Kırgızistan'da bu işi mesleki zarOretten öte bir gönül coşkusu ile götürüyor. Kırgız basınında sık sık O'nun Kırgız kalpaQı altında bir portresine veya bir Kırgız Boz Üy'ü (Çadır evi) içinde veya önünde Kırgızlarla sohbet enstantenesine rastlayabilirsiniz. Bir keresinde Türkiye'ye giderken benden Prof."Faruk Sümer'in "OGUZLAR" isimli eserini istemesi, O'nun meseleye gittikçe dal makta olduQunu gösteren en canlı misaldi benim için. Büyükelçilikte çalışan bazı görevlilerin çocukları için yapıla cak sünnet düQününü sefa.ret bahçesinde düzenlettirerek, bu tö reni kısa sürede bir Türk - Kırgız kaynaşması platformuna dönüştürmesi ve bir müşterek kültür noktamız etrafında iki top lumu biraraya getirmesi, rahmetli bat>asının 3. ölüm yıldönümünde çaQdaş ve laik Büyükelçi kompleksine düşmeksizin O'nun ruhu için Yasin-i Şerif okutup, helva daQıtması, bir Türkiye dönüşümde çam sakızı çoban armaQanı türünden kendisine götürdüQüm küçük bir lokum paketini ille de Kırgız Dostlarıma vermem ko nusundaki ısrarı, Metin Bey'den hafızamda kalan pek çok unu tamadıQım güzel anektotdan sadece bir kaçı. MesleQi ve yaşantısı itibariyle hariciye camiasının dışında ol duQu için yeterince hariciyeci mizi tanımadıQı halde Metin bey'I tanımış olanlar, O'nun oldukça özel birisi olduQunu gözden kaçıra bilirler. Ama O gerçekten oldukça özel bir Büyükelçi. Asya Türk Cumhuriyetlerinde, hele hele Kırgızistan'da görev yapmanın zor lukları ve mahrumiyetleri herkesin malumu iken, acaba HArici yemizdeki kaç tane Büyükelçi böyle bir ortamda "Asya'daki bu ilk Büyükelçilik görevinde temin ettiQi başarı münasebetiyle batıdaki büyük bir başkente tayin" ödülünü, "Kırgızistan'da başladıQı işleri arzu ettiQi seviyeye getirdikten sonra, belki" iti razıyla geri çevirebilir? 1 31
Kırgızistan'da ortaya koydu{lu çizgiler ile O'nun silueti, Asya Türk Cumhuriyetlerinde sergiledi{limiz genel diplomasi perfor mansımızın bir adım önünde gidiyor. Türkiye Cumhuriyeti'nln Büyükelçisi olmasına ek olarak bu performansı münAsebetiyle As kar Akayev O'nu bir fahri müşaviri gibi görüyor, O'na itimat edi yor ve sık sık diplomatik konularda fikrini alıyor. Ülkeme ve milletime hizmet eden bir Büyükelçl için, özellikle bu hizmete tanıklı{lım münAsebetiyle hissetti{lim vicdan borcunu ifa ederken, bu hizmetinde O'na canla başla yardımcı olmaya çalışan di{ler kahramanların da isimsiz kalmasını arzu etmiyorum ve (bazıları benim görev sürem zarfında tayine gitmiş veya Bişkek'e yeni gelmiş) dışişleri mensuplarının, kendilerini Büyükelçimizin şahsında özdeşleştirerek beni hoş görecekleri umuduyla, burada E{litim Mpşaviri Gönül Göktekin Hanımefen di'yi, Ekonomi ve Ticaret Müşaviri eski dostum Bilal Akkurt Beyefendi'yl, Din Müşaviri yeni dostum Orhan Balcı Beyefendl'yl ve Maliye Müşaviri meslektaşım Ertu{lrul Baydar Beyefendiyi mu habbetle anmak istiyorum.
1 32
SON MEKTUP (Fakat Şlmdlllk) Değerli Hemşehrilerim ; B i r yılı aşkın süreden beri sizler için "ORTA ASYA MEKTUP LARl "nı yazıyorum. Bu mektuplar yaklaşık bir yıldan beri de Ga zeteniz Hürdoğan'da yayınlanıyor. Öncelikle bu (sizlere Orta Asya'dan seslenme) düşünceme büyük bir coşku ile müsbet yaklaşım gösteren Hürdoğan Gazetesi sahibi ve Genel Yayın Yö netmeni Sayın Sirer Doğan'a ve mektupların yayınlanmasında emeği geçen tüm Hürdoğan çalışanlarına bu vesile ile teşekkür etmek istiyorum. Çünkü atayurdumda yaşadığııntıeyecanı sizlerle paylaşmak benim için ayrı bir mutluluktu ve bu mutluluğu yaşamama onlar vesile ve yardımcı oldular. Daha önceden tanıdığım ve tanımadığım bir çok değerli hemşehrimden Orta Asya Mektupları münasebetiyle beni çok mutlu eden bir alaka gördüm. Ayrıca Orta Asya Mektupları, daha önceden tanıma fırsatı bulamamış olduğum bazı değerli hemşehrilerim ile tanışıp, onların dostluklarını kazanmama ve sile oldu. Bu mektuplardan önce hiç tanımadığım bazı muhterem hemşehrilerimden "Yüreğimiz ve dualarımız sizinle' ' ibarelerini haiz kartlar alarak, tarifi imkansız mutluluklar duydum. Orta Asya Mektupları münasebetiyle yeni dostlarım olan ve bu mektuplar münasebetiyle eski dostluklarımız tazelenen "Orta Asya Mektupları"nın muhatabı tüm değerli hemşehrilerime bu vesile ile en kalbi hürmet ve muhabbetlerimi arzetmek istiyorum . Bazı dostlarımın yakinen bildiği ve diğer ilgili hemşehrilerimin de son yazılarımdaki yavanlıktan dolayı muhtemelen tahmin etmiş olabileceği gibi , bir süreden beri Orta Asya Mektupları'nı Ankara'dan yazmak zorunda kalıyorum. Çünkü görevim münase betiyle Kırgızistan'da sürekli olarak kalmamı gerektiren dönem tamamlandı. Çok uzun aralıklarla ve çok kısa süreler için arızi bir surette yapılan Orta Asya seyahatlerinde ise maalesef bu mek tupları orada kaleme almak şansı olmuyor, olsa da bu şans artık devamlılık arzetmiyor. Sizlerle hiç değilse yazılarım vasıtasıyla te mas halinde olma hazzını yarım bırakmamak için, bir süt.eden beri Orta Asya Mektupları' nı Ankara'dan yazmaya gayret ediyorum. Ama olmuyor. Orta Asya' da yazı masamdan başımı her kaldırışım1 33
da büyük iht iŞamı ile ufkumu dolduran ve zenginleştiren Tanrı Dağları'nın artık bu mektuplar için vazgeçilmez bir manevi at mosfer haline gelen görüntüsünden mahrumum. Çankaya'nın taş blokları arasından santimetre hesabıyla görüntüye giren Gölbaşı cenahındaki dağcıkları bir hayali kurgu ile bir kaç kat büyüterek Tanrı Dağları gibi görme gayretleri fayda etmiyor. Onun için "Orta Asya Mektupları"nın artık sona ermesi, her halde yapılacak en uygun şey olmalı. Bu noktada beni en çok düşündüren husus; bu mektuplar münasebetiyle siz değerli hemşehrilerim ile kurmuş olduğum diyaloğun kopmasına gönlümün razı olmayışı idi. Ama işte O, ayrılığa razı gelmez gönlümün, bitmek bilmeyen emirlerine ezelden Aşina zihnime ver diği bir buyruk ile "Orta Asya Mektupları"nın "Ankara Mektupları"na dönüşmesi fikri doğdu ve bu fikir Hürdoğan ta rafından da muvafık bulundu. Böylece daha genel bir konu çerçevesinde çıkılmış ve hatta belki zaman zaman Türkiye'nin ve Sivas'ın güncel konularına da girme fırsatı yakalanmış olacak. Ancak, "Orta Asya Mektupları"ndan "Ankara Mektuplatı"na geçişte, siz değerli hemşehrilerimden bir kaç aylık izin istemek mecburiyetindeyim. Çünkü şu günlerde "Orta Asya Mektupları" eksenine dayanan ve bu arada Asya Türk Cumhuriyetleriyle ilgili başka bilgileri de ihtiva eden bir kitap hazırlığı içersindeyim. Bu fikir 8 ay kadar önce SAT (Sivas Radyo - Televizyonu)'nda yayınla nan canlı mülakatımda bir değerli hemşehrimizin adeta bir isteğe ve yönlendirmeye benzeyen sorusu üzerine doğdu. Bu kitaba önümüzdeki bir kaç ay içersinde bütün mesaim ile eğilmek ve ortaya mümkün olduğunca iyi bir şey çıkarmak arzusundayım. Bu arada değerli hemşehrilerime muhatap "Ankara Mektup ları"nın da ciddi bir emeğin ve tatminkar bir mesainin ürünü ol masını istiyorum. Kıymetli vakitlerini ayırarak yazılarımı okuyacak olanlara duyduğum hürmet nedeniyle "Ankara Mektupları"nı, ki tabımın yoğun hazırlıkları arasında ikincil bir konuma düşürmek ve bu arada zaman zaman bile olsa sizlere belli bir seviyenin altında yazılar yazma durumuna düşmek istemiyorum. Çünkü buna ne sizler ve ne de ben , hiç birimiz müstahak değiliz. O halde, bir kaç ay sonra "Ankara Mektupları" ile yeniden birlikte olmak umuduyla, şimdilik gönlünüz ve günleriniz aydınlık, .ama yüreğiniz ve dualarınızın bir bölümü de bizimle olsun. 1 34
HANI SON'DU ? Orta Asya Mektuplarını izleyen değerli hemşehrilerim, köşenin bu hafta da yerinde durduğunu görünce muhtemelen başlıktakl soruyu sormuşlardır. "Hani Son'du?" . . . Evet, son'du. Geçen haf taki mektup "Orta Asya Mektupları"nın sonuncusu idi. Fakat O mektubu gazeteye faksladıktan 3 gün sonra beni çok mutlu eden harika birşey oldu. 1 2 Mayıs 1 994 günü öğleye doğru, 20 yıllık bürokrasi hayatımın en büyük ödülü, bana tarifsiz mutluluk ve kıvanç veren bir yazı geldi masama. Bu yazı Kırgızistan'daki gö revim i ve dolayısıyla "Orta Asya Mektupları"nı doğrudan ilgilen dirdiği için, O'nu "Orta Asya Mektupları"nın en sonunda, bu mektupların muhataplarına da iletmek ve bu büyük mutluluğu siz lerle paylaşmak istedim. Ayrıca bu yazı hem Kırgız dostlarımızın zor dönemlerinde ken dilerine uzatılan yardım eline karşı ne derece asil bir takdirkdrlık sergilediklerini ve hem de Türkiye'de yanlış giden pek çok şeye rağmen, Türk bürokrasisinde hala. kadirşinas insanların var ol duğunu göstermesi bakımından benim için mükemmel bir moral kaynağı oldu. Evet, işte önce Başbakan Başmüşavirliği'nden şahsıma ge len yazı; BAŞBAKAN BAŞMÜŞAVİRLİÖİ Sayın Feyzullah BUDAK Başbakanlık
12 Mayıs 1 994
Kırgızistan Cumhurbaşkanına müşflvir olarak gönderildi{ıiniz süre içinde yaptı{ıınız çalışmalar dolayısı ile Kırgızistan Cumhurbaşkanı tarafından Bişkek Büyükelçi li{ıimiz aracılı{ıı ile gönderilen taktir ve teşekkür mektubunun bir sureti il işikte takdim edilmiştir. Bildi{ıimiz sıkıntı ve zorluklara ra{ımen azim ve sebatla devam etti{ıiniz çalışmaların ülkemize faydalı oldu{ıu, dostluk ve kardeşlik ilişkilerimizin gelişmesine yardımcı oldu{ıu inancı ile teşekkür ederim. Kurumunuza da bu husus yazı ile bi ldirilmiştir. Bilgilerinizi rica ederim. İ MZA Acar OKAN Başbakan Başmüşaviri Ek : Yazı ve mektup
1 35
İşte, yukarıdaki yazı ekinde gelen ve aynı yazıda kadromun bağlı bulunduğu kuruma (Maliye Bakanlığı'na) gönderildiği belir tilen yazı;
BAŞBAKAN BAŞMÜŞAVİ RLİÖİ
9 Mayıs 1 994 Konu; Feyzullah BUDAK MALİYE BAKANLIÖINA Kırgızistan Cumhurbaşkanına müşavirlik yapmak üzere görevlen dirilen Bakanlığınız Muhasebat Başkontrolörü Feyzullah Budak'ın Kırgızistan'daki başarılı, samimi ve faydalı çalışmaları konusunda, Cumhurbaşkanı Sayın Askar Akayev'in Bişkek Büyükelçiliğimiz aracılı{Jı ile gönderdi{Ji teşekkür mekt\,lbU ilişikte sunulmuştur. Çalışmaları Başmüşavirliğimizce de takdirle karşılanan ilgili hakkındaki takdir mektubunu bilgi lerinize arz ederi m. İ MZA Acar OKAN Başbakan Başmüşaviri Ek : Teşekkür Mektubu Bilgi : Sn. Feyzullah BUDAK
1 36
Ve işte, yine yukarıdaki yazı ekinde gelen ve Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev tarafından Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e gönderilmiş olan teşekkür mektubu; KIRGIZİSTAN CUMHURİYETİ CUMHU RBAŞKANI Bişkek Ôkmöt Üyü (Hü kümet Evi)
27. 1 2. 1 993 Çok Hürmetli Demirel Mirza (Bey) Yüksek yardımlarınızla danışman olarak çalışmak üzere Kırgızistan'a göndermiş oldu!)unuz Sayın Şahabettin Harput, Prof. Dr. Sayın Mehmet Ünal ve Sayın Feyzullah Budak, Cumhuriyeti· mizin çeşitli yerlerinde çalışıp idare, ekonomi ve hukuk dallarında son derece yararlı hizmetler verdikleri için kendilerine müteşekkirim. Adı geçen danışmanların çalışmalarını Kırgız · Türk işbirli!)inin gelişmesi, iki halkımızın birbirlerini daha yakından tanıması ve dostlu!)umuzun yücelmesi yolunda atılmış bir başka adım olarak mütalaa ediyorum. Genç ve ba!)ımsız Kırgızistan Cumhuriyeti"nin yeniden yapılanma ve kalkınma aşamasında gerek uluslararası ekonomik kuruluşlara, gerek siyasi teşkilatlara Kırgızistan'ın katılması hususunda Türkiye'nin gösterdi!)i çaba, destek bizim için büyü k önem taşımaktadır. Bu me yanda Türkiye ile Kırgızistan arasında eğitim, sa!) lık, bilim, araştırma ve kültür alanlarında da sürdürülen işbirli!)inin önemi büyüktür. Kırgız-Türk ilişkileri nin geliştiri lmesinde ve güçlenmesinde sizi ülkenizin Cumhurbaşkanı olarak görmek, gelece!)i parlak ilişkilerimiz açısından bizim için bir güvence teşkil etmekted ir. Size sa!)lık, Türk halkına barış ve başarılar diler, derin saygılarımı sunarım. İ MZA Askar AKAYEV
Yukarıdaki mektup ve yazılar sevgili kızım Ceren'e ve inşallah torunlarıma bırakacağım en değerli miraslar olacak. Ama ümit et mek istiyorum ki Türkiye, devleti ve milletiyle birlikte, tarihin omuz larına yüklemiş olduğu vazifeyi tam anlamıyla idrakte ve bu vazifenin gereklerini tam olarak ifada zaafiyete düşmesin. Türkiye bu zaafiyete düşmesin ki, 21 . yüzyıl bizim neslimiz için yukarıdaki yazı ve mektupların konuşulabileceği bir asır olsun.
1 37
il.
BÖL ÜM
AZERBAYCAN NOTLAR/
Kitabın Önsöz'ünde belirtildiği üzere; "AZERBAYCAN NOT LAR! " Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Azerbaycan'ın bağımsızlığını kazanmasından 7-8 ay önce (Şubat 1 991 'de) Azerbaycan'a yapılan bir seyahat esnasında yazılmış olup, bu rada herhangi bir değişiklik yapılmadan aynen yayınlanmaktadır.
1 40
HAYALDEN GERÇEGE 1 991 yılı Şubat ayının ilk günlerinden birisi. İki aydan beri Türk Dünyası ile kültürel ilişkilerin takibinden sorumlu müşaviri sıfatıyla yanında çalıştığım Kültür Bakanı Sayın Namık Kemal Zeybek, baş başa bir görüşmemizin sonunda; "İşlerinizin durumu nasıl? Şayet müsAitse sizi bir Azerbaycan'a gönderelim." deyince, o anda hiç beklemediğim bu ifadeler karşısında çok heyecanlandığımı, ve da hası bu heyecanımı saklamayı da başaramadığımı itiraf etmeliyim. Bu heyecan sadece, gençlik yıllarımın esrarlı hayal ülkesi Azerbaycan'ı görme düşüncesinden kaynaklanmıyordu. Aynı günün daha erken saatlerinde yine Kültür Bakanlığında görev ya pan bir arkadaşımla aramızda şöyle bir konuşma geçmişti. - Feyzullah Bey, siz burada yapmakta olduğunuz görev ge reği bir an önce Sovyetler Birliği'ndeki Türk Cumhuriyetlerini gör melisiniz. Bu işe de Azerbaycan'dan başlamalısınız. Sayın Bakan'a durumu arzedip, bir onay alın da birlikte gidelim. Benim Azerbaycan'a gitmemden çok, kendisi için böyle bir imkan bulmakla alakadar olduğu belliydi. Bu alakasına yürekten saygı duydum. Fakat işin o tarafını anlamamış görünerek cevap ladım. - Sayın Bakan'ın karşısına böyle bir taleple hiç bir zaman çıkmam. Sovyetler Birliğindeki Türk Cumhuriyetlerine veya Azerbaycan'a gitmem gerektiği taktirde, bunu Sayın Bakan'ın düşünüp, teklif edeceğine inanıyorum. Şansını bir kez daha denemek istedi. - Eğer böyle düşünürseniz, hiç bir zaman gidemezsiniz. Ba kan Bey'in işleri başından aşkın. Bu konuyu kendiliğinden düşünmeye vakti mi var? Ama ben daha kararlıydım ve tartışmayı noktaladım : - Bakan Bey'in böyle bir seyahatin gerekli olduğu zamanı en iyi şekilde takdir ve zamanı gelince de bana teklif edeceğinden eminim. Bu bakımdan, böyle bir teklifi benim götürmem söz ko nusu olamaz. 1 41
İşte bu konuşmalardan bir kaç saat sonra aynı gunun akşamında, başka bazı hususlar hakkında baş başa görüşmekte bulunduğumuz Bakan'ım, tam makamından ayrılmaya hazırlanır ken bana; " İşlerinizin durumu nasıl? Şayet müsaitse sizi bir Azerbaycan'a gönderelim. Bize en yakını Azerbaycan. Önce ora dan başlayın. Soı:ıra hazmede ede bütün Türk Yurtlarına gide ceksiniz inşallah" diyordu. Heyecan duymamak mümkün mü? Bir Azeri sazendenin yüreği üstündeki tar'ın feryadını her zaman öz yüreği üstünde his setmiş, o tar'ın telleriyle birlikte yıllarca inlemiş, ayak parmakları ucunda göğe doğru uzanan bir Azeri danscısıyla birlikte öz ru hunun göklere doğru yükseldiğini hissetmiş bir insan için, böyle bir teklif karşısında heyecan duymamak olur muydu? Zihnimdeki film şeridi süratle geriye, ilk gençlik yıllarıma doğru sarıldı. Lise ve fakülte yıllarımda şimdilere kıyasla çok daha sık bir şekilde kucağımdaki sazın üzerine kapanıp, bir azeri nağmesiyle bütünleştiğim anların duygu yüküyle sarsıldığımı his settim. Kalpağı, kaftanı, kaması ve çizmesiyle tam tekmil bir azeri kostümü içerisinde, yürekler coşturan bir azeri oyununu oy nadığım günlerin heyecanıyla titredim. Azerbaycan, bize Sivas'tan daha yakın olduğu halde Ü ranüs kadar uzak bırakılmış vatan, Azerbaycan, dikenli teller arasında bir yaralı ceylan, Azerbaycan, yıllarca gidemediğimiz kardeş evi, Azerbaycan, Asya Türklüğünün Türkiye'ye uzanan eli. Duygu ve düşüncelerimde çok önemli izler taşıyan, Türkiye dışındaki bir Türk yurduna gitmek ve kısa bir süre için bile olsa o topraklarda yaşamak, bizimle aynı soydan gelmesine rağmen yıllarca kendilerine hasret kaldığımız kardeşlerimizle kucaklaşmak düşüncesi, bana tarifi imkansız bir heyecan veriyordu. Tabii bütün bunlar, duyduğum heyecanın sadece hissi yönüyle ilgiliydi ve konunun bir de akıl cephesi vardı. Sovyetler Birliği muhtemelen tarihinin en önemli dönemlerinden birini yaşıyordu. Yaklaşık üç çeyrek asırdan beri dış dünyaya demir kapılarını kapatmış olan Sovyetler Birliği hızlı bir değişim içinde 1 42
ve boyutları şimdiden kesin olarak belirlenemeyecek bir dı şa açılma oluşumunun eşiğindeydi. Son iki yıldan beri batı dün yasının büyük bir dikkat ile izlemeye çalıştığı Sovyetler Birliğindeki açıklık, yumuşama ve yeniden yapılanma faaliyetlerine rağmen, dış dünyanın Sovyetler Birliği ile ilgili bütün sahalardaki bilgileri tam olarak net değildi ve bu belirsizlik ortamında Sovyetler Bir liğinde 21 . yüzyıl dünyasının yeni ve çok değişik bir şekil kazan masına sebep olabilecek gelişmeler yaşanıyordu. İşte bu geliş meleri bizzat yerinde müş4hede etmek imkanı ayrı bir heyecan vesilesiydi. Ertesi gün bana bu seyehatimde refakat edecek yol arkadaşımın Kültür Bakanı Danışmanı Şahat Kaya Bey olduğunu öğrendim. O da benim gibi heyecan içerisindeydi. Bir hafta içeri sinde tüm resmi işlemler tamamlandı ve gidiş dönüş biletleri alındı. 14 Şubat 1 991 günü İstanbul'dan Moskova'ya uçup, bir gece Moskova'da kaldıktan sonra ertesi günün akşamı Bakü'ye gide cektik. Dönüşümüz de yine aynı güzergah üzerinden 28 Şubat günü olacaktı. O günlerde İstanbul - Bakü arasında direkt uçak seferlerinin başlayacağından söz ediliyordu ama henüz kesin bir tarih belli değildi. Fakat biz bu konu ile fazla ilgilenmedik, çünkü bu vesileyle Sovyetler Birliğinin merkezi olan Moskova'yı da gör mek bize daha cazip geliyordu. Seyahatten önceki bir kaç gün, Azerbaycan' da tanışacağımız resmi ve özel şahıslara verilecek hediyeleri bir araya toplayıp, on ları paketlemekle geçti. Hediyelerimiz genellikle kitap, ses ve vi deo kasetlerinden oluşuyordu. itinalı bir şekilda ambalajladığımız paketlerin sayısı yüzü aşmış ve aynı zamanda da " Bütün bu pa ketlerin içerisinde neler olduğunu görmek için Moskova gümrüğünde bunları tek tek açarlarsa halimiz nice olur" diye endişelenmeye Ôaşlamıştık. Neticede bu hediye paketleri için özel bir bavul tahsis ettikten sonra, artanlarını da şahsi valizlerimizin kendi eşyalarımızdan artan bölümüne yerleştirdik. ·
14 Şubat günü İstanbul'dan Moskova'ya uçacağımız 9.30 uçağına Ankara' dan bizi yetiştirebilecek bir tek sefer vardı. Tek nik, idari veya hava şartlarından doğacak herhangi bir aksilik se bebiyle bu seferin gecikmesi halinde Moskova uçağını kaçıra bileceğimizi düşünerek İstanbul'a bir gün önceden gittik. 1 43
O gün ö{lle ve akşam yeme{li ile gece yarısını aşan sohbet lerimizde İstanbul'daki eski dostlarla birlikte olduk. Ama özellikle gönlü ve aklı Büyük Türk Dünyası ile daha fazla meşgul olan eski dostlar (Ahmet Sayıcı, Turan Do{lruyol, Naki Hocao{llu, Selahat tin Rüstemo{llu ve İrfan Arslan) ile. Geceyi Emirgan'daki Şerifler Yalısında geçirdikten sonra ertesi sabah 9.30'da İstanbul Atatürk Havalimanından Moskova'ya do{lru havalandık. İlk dikkatimi çeken husus uça{lın adeta boş oluşu. Çay ser visi esnasında hostese bazı sorular sorarak; içerisinde bulun du{lumuz uça{lın 1 67 kişilik oldu{lunu ve daha önceki seferlerinde bu uça{lın genellikle dolu olmasına ra{lmen, bugün sadece 1 6 yol cusu bulundu{lunu ö{lreniyoru m. Aynı gün lstanbul - Bakü arasındaki ilk direkt uçak seferi de yapılacaktı. "Herhalde bu du rumun en önemli sebebi, bugün Bakü'ye direkt seferlerin başlamış olmasıdır" diye düşünüyorum. Yine buradan, daha ön celeri İstanbul - Moskova seferi yapan yolcuların önemli bir bölümünün Moskova'dan Azerbaycan'a geçtiQi sonucuna ulaşı lıyor. Karadeniz, gerçekten kapkara bir deniz. Karadenizi (neden bu isimle anıldı{lını çok net bir şekilde idrak ederek) geçtikten sonra, insanın gözlerini yoran uçsuz bucaksız bir beyazlık başlıyor. Tamamen karla kaplı, insana adeta sonsuzluk hissi ve ren düz bir arazi. Ardından bu beyaz sonsuzluk üzerinde çok yükseklerden göl izlenimi veren gri ve koyu gri lekeler beliriyor. Daha do{lrusu ilk anda bunların gölden başka birşey olaca{lını düşünmek pek mümkün de{lil. Fakat bu rastgele ve de{lişik şekilli koyu gri lekeler gittikçe o kadar ço{lalıyor, sıklaşıyor ve birbirine giriyor ki, bu defa bir kara co{lrafyası üzerinde bu kadar çok ve geniş sahaya yay ı l ı göller kümesinin olamayaca{lını düşünüyorsunuz. Dakikaların dakikaları kovalamasına ve yüzlerce kilometre yol katedilmesine ra{lmen aynı yeknasaklı{lın sürmesi üzerine, artık bu görüntülerin bir göle veya göllere ait olamaya ca{lı fikrine iyice yöneliyorsunuz. Bu yöneliş sizi görüntüdeki en ince ayrıntılara ve renklerin ton farklılıklarına daha bir dikkat ke silmeye sevkediyor. Evet, sonunda uça{lın nisbeten daha alçak irtifadan uçtu{lu bazı yerlerde aşa{lıdaki görüntüye ve ayrıntılara, özellikle bu koyu gri lekelerin bitip yeniden başladı{lı çevre 1 44
kısımlarına azami dikkatinizle baktığınız zaman uçsuz bucaksız bir orman hazinesi üzerinde uçtuğunuzu anlıyorsunuz. Bütün ara zinin ve bu arada ormanların da üzerinin karlarla örtülü olması insanı yanıltıyor. Ama sonuçta anlaşılan gerçek o ki; Sovyetler Birliği müthiş bir orman hazinesine sahip ve bu hazinenin de önemli bir bölümü İstanbul - Moskova hattı üzerinde bulunuyor. İkibuçuk saatlik bir uçuştan sonra yerel saat ile 1 3.00'de Moskova'ya indik. Bize ilginç gelen ilk intiba; Havaalanında va lizlerimizi taşımak için kullanacağı mız el arabalarının yolculara para karşılığında (ancak Sovyet Rublesi değil, 1 Amerikan doları karşılığında) verildiği ve bunun için havalanında özel bir yer, gö revliler ve vezneler tahsis edilmiş olduğu idi. 1 Amerikan Doları bizim için öylesine küçük bir para idi ki (1 ABD Doları 3000 TL. civarındaydı) bir ülkeyi ilk defa ziyaret eden insanlardan daha havaalanında iken bir el arabasının iki daki kalık kullanımı için böyle bir para talep etmek suretiyle negatif bir intibaya meydan verilmesine değmeyeceğini düşündük. Fa kat ilerleyen günlerde 1 Amerikan Dolarının serbest piyasada 30 Ruble civarında ve bunun da vasat bir işçinin bir haftalık gelirin den fazla olduğunu, öte yandan Sovyletler Birliğinde Amerikan Dolarının bu değerlerin de ötesinde, elde edilmesinde ne büyük güçlükler bulunduğunu öğrenince, sovyet yetkililerinin 1 Ameri kan dolarını elde edebilmek için her imkanı sonuna kadar kullan malarının ve buna da havaalanındaki el arabalarından başlamala rının çok makul olduğunu kabul etmek zorunda kaldık.
BÜYÜK TÜRK KONUKSEVERLİGİ Gümrük kontrolü için sıramızı beklerken 35 yaşlarında, temiz giyimli, kibar bir beyefendi dış taraftan girerek yanımıza: geldi ve aradığı kişilerin biz olduğumuzu öğrendikten sonra kendini tanıttı. Moskova Büyükelçiliğimizin İdari Ateşesi Akgün Bor. "Gerçi programa göre Bakü'den Azeri dostlar sizi karşılamak için gelecekti ama herhangi bir aksilik ihtimaline karşı ben de gel dim" dedi. Bu bizim için çok nefis bir ilk intiba oldu. Konuğunun muhtemel bir sıkıntısı için kendisinin peşinen zahmet üstlenmesi ve belki de bu zahmetine hiç gerek olmayacağını aklından bile geçirmemesi. Öte yandan azeri dostlarımızın bizi karşılamak için 1 45
üçbin kilometre yol katederek Bakü'den Moskova'ya gelecekleri haberi. İşte Türk'ün geleneksel konukseverliği. Bu arada gümrük memuru hediye paketlerinin bulunduğu va lizi açmamızı istedi. Valizde irili ufaklı 1 00'den fazla paket vardı. Gümrük memuru paketleri açıp hepsini görmesi gerektiğini söy leyince, ilk tepkimiz yol arkadaşımla göz göze gelmemiz oldu. Çünkü böyle bir sıkıntıyı günlerden beri düşünüyor ve konuşuyorduk. Paketlerin hepsi itina. ile ve özel ambalaj kağıtlarıyla sarılmıştı. Bunların açılması bizim için hem bir perişanlık, hem de bir sürü emeğin boşa gitmesi olurdu. Akgün Bey vasıtasıyla durumu izaha çalıştık. Paketlerin tamamının Azer baycan ile aramızdaki kültür antlaşmaları çerçevesine giren ki tap, kaset ve plak neviinden kültür materyalleri olduğunu anlattık. Çok uzun izahlarımıza rağmen, sonuçta görevlinin çok özel alakasına mazhar olan minik bir çikolata paketini büyük bir te dirginlik ile kendisine takdim etmeyi göze almamız, tüm izah larımızdan daha etkili oldu ve gümrük memurunun üstten bir-iki paketi açıp bakmasıyla vaziyeti kurtardık. Gümrükten çıktığımızda bizi karşılamak üzere aynı sabah Bakü'den gelmiş iki azeri dost ile yüz yüze gel.dik. Alesker Gu liyev ve Babek Guliyev. Soyadlarındaki benzerliğin bir akra balıktan gelmediğini sonradan öğrendim. Bizimle buluşup tanışmaktan fevkalade heyecan duydukları her hallerinden belli oluyordu. Biz daha tanışma faslını tamam lamadan bir başka şahıs grubumuza yaklaştı ve kendini tanıttı. Azerbaycan'ın Moskova sefaretinde görevli Yıldırım Bey. Azer baycan Medeniyet Na.zırı (Kültür Bakanı) Polat Bülbüloğlu'nun dün Moskova'dan Bakü'ye döndüğünü ve sefarethanede kendisini görüp; "Aslında bizi karşılamak üzere Bakü'den iki kişinin gele ceğini, fakat herhangi bir aksilik ihtimaline karşılık kendisinin de bizi karşılamasını istediğini" anlattı. Bir büyük Türk konukper verliği sergisinin tam orta yerinde gibiydik. İnsanın böyle bir sahne karşısında duygulanmaması imkansızdı. Birisi Akgün Bey'in özel arabası ve bir de taksi olmak üzere iki vasıtasıyla Moskova'daki Azerbaycan Sefaretinin Mehman hanasına (misafirhar:ıe - otel) vasıl olduk. Bizi odamıza yer1 46
leştirdikten sonra Akgün Bey telefon numarasını verip izin istedi ve görevine döndü. Moskova'da sadece bir gece kalıp, ertesi günün akşamı Bakü'ye devam edecektik. Ev sahiplerimiz dışarı çıkıp bir yerde yemek yememizi teklif ettiler. Çok yorgun olmamıza rağmen, onların bizi biraz gezdirmek ve iyi bir yemek ikram et mek konusunda çok arzulu olduklarını anladığ'irn ız için kabul ettik. Bir saat kadar önce iyice denebilecek bir havada Mehmanha na'ya girmiş olmamıza rağmen, şimdi dışarı çıktığımızda son de rece soğuk bir hava, şiddetli bir fırtına ve sert bir kar yağışı ile karşılaştık. Ev sahiplerimiz bize kıyamadı. Hemen bizi binanın içine döndürerek, arzularından vazgeçtiler. Bizim odamızda din lenmemizi ve kendilerinin yiyecek birşeyler tedarik ederek geri döneceklerini söylediler. Fakat yaklaşık üç saat sonra eli boş döndüler. Birşey bulamamışlardı. Biri bizimle kaldı, diğeri Mehmanhana'nın lokan tasını işleten Müzeffer adlı genci bularak, henüz vakti olmamasına rağmen lokantayı açtırdı. (Mehmanhana'nın lokantası ancak ye mek zamanlarında açılıp, belli bir saate kapanıyormuş) Bizim için hazırlanan masada bir tabak peynir, bir tabak sa lam ve bir kaç haşlanmış yumurta ile birer bardak çay vardı. Fa kat Müzeffer ila.ve bir şeyler yapmak telaşı içersindeydi. Bir ara biz yemeğe başladığımız halde Alesker ile Babek'in yemediklerini görüp, onların da yemelerini söyledik. "Biz yemişik, siz buyurun" dediler. Bu bana hiç inandırıcı gelmedi. Üç saatlik araştırmalarına rağmen bunca itibar ettikleri misafirleri için hiç bir şey bulamadıklarına göre, kendileri ne yemiş olabilirlerdi ki. Fa kat bütün ısrarımıza rağmen bir lokma ekmek bile almalarına razı edemedik. Hatta domuz etinden mamul intibaı verdiği için salam tabağına hiç uzanmadığımız ve bütün salam tabakta kaldığı halde, ondan bile almadılar. Sadece çaylarını içtiler. Biraz sonra Müzeffer yüzünde çok mutlu bir ifade ve elinde üzeri tavuk etiyle takviye edilmiş dört tabak pirinç pilavı ile ma saya döndü. Herkesin önüne birer tabak koydu. O zamana ka dar ısrarla tok olduklarını söyleyen ev sahiplerimiz, artık bizim için aç kalma probleminin yok olduğunu gördükten sonra pilav ta1 47
baklarına büyük bir iştahla sarıldılar. Bu büyük Türk konuksever liğinin bir başka nakışı idi. Başka herhangi bir millete mensup in sanlar arasında böyle bir sahnenin asla yaşanamayacağını düşünerek gurur duydum. Azerbaycan Mehmanhana'sında öylesine anormal bir ısıtma vardı ki, dışarıdaki müthiş soğuğa rağmen içeride sıcaktan du rulmuyordu. Nitekim bütün gece boyunca biraz ferahlamak için açık tuttuğumuz bir pencereyi, gece yatarken de açık bırakmak zorunda kaldık. Ertesi sabah yine kahvaltı için Menmanhananın lokantasına indik. Lokantayı işleten Müzeffer ve kardeşi Temur'da bizimle bir likte oturdular. Sohbet sırasında bir ara yol arkadaşım Şahat Bey (açıkca belli idi ki, Sovyetlerin yumuşama politikası sebebiyle azeri dostlarımızın kavuştuğu imkanlardan dolayı olumlu bir cevap ala cağını umarak) Gorbaçov'u nasıl gördüklerini sordu. Anında ma sadaki en genç adam T�mur'dan çok net ve çok sert bir cevap geldi; - O bizim helgımızın düşmenidir. O'nu torpağ bile gabul ey lemez. Öyle anlaşılıyordu ki bu genç adam, Sovyetlerin yumuşama politikaları ile şahsen kavuştuğu imkan ve mutluluklardan ziyade, geçen yıl Azadlık Meydanı'nda katledilen yüzlerce azerinin acısıyla alakalıydı. O'nun bu sert tepkisi herhalde ancak 1 9-20 Ocak 1 990'da Bakü'de şehit edilen yüzlerce kardeşinin yüreğinde bıraktığı kor ile izah edilebilirdi. Öğleye doğru Moskova Büyükelçiliğimize giderek önce İdari Ateşe Akgün Bor Bey'e teşekkürden sonra 1 . Müsteşar Halil Akın cı Bey'i ziyaret ettik. Dışarıdaki müthiş soğuğa rağmen Azerbay can Mehmanhanası gibi Büyükelçilik binamız da çok sıcaktı. Dün gece mehmanhanada aşırı sıcağın etkisini azaltabilmek için pen cerelerden birisini açık bıraktıktan sonra, şimdi de Büyükelçilik binasının sıcağına beş dakikadan fazla dayanamayıp, pencere lerden birisini açtırmak zorunda kaldık. (Daha sonra gittiğimiz Bakü'de ve diğer şehirlerde hiç bir kapalı mekanda yeterli sıcaklık bulunmaması yüzünden paltolarımız ile oturduğumuz günlerden bahsederken bu konuya yeniden döneceğiz.) 1 48
Moskova BüyükelçiliQimizin önünde gerçekten büyük bir iz diham vardı. Kalabalık arasından geçip kapıya ulaşmakta bir hayli zorlanmıştık. DoQrusu bu hoşuma gitmişti. Çünkü bu kalabalıQın tamamını Türkiye'ye gitmek için vize almak isteyenler oluşturuyordu ve bu da Türkiye'ye karşı duyulan alakanın ne ka dar fazla olduQunu gösteriyordu. Aklıma kendileriyle ziyadesiyle ilgilendiQimiz batı ülkelerinin başkentlerindeki büyükelçilik bina larımızın ıssız kapıları geldi. Ne ters bir dünya idi bu.
İŞLEMEYEN DÜZEN Büyükelçilikteki ziyaretlerimizden sonra Kızıl Meydan'a git mek üzere en yakın kavşakta taksi beklemeye başladık. Kavşakta iki yolun birleştiQi bir tarafı Alesker ve diQer iki yolun birleştiQi karşı larafı ise Babek kesti. İlk anda bana, çok çabuk taksi bulabilmek ve bizi fazla bekletmemek için aşırı bir hassasiyetmiş gibi gelen bu davranışın , ne kadar anlamlı ve Moskova'nın gerçeklerine ne kadar uygun bir tedbir olduQunu, bir saatten fazla beklememize raQmen bir taksi bulamadıktan sonra anlamış olduk. Vakıa, Alesker ve Babek bir iki boş taksi çevirip şöförüyle konuşmayı başarmışlardı. Fakat sonra şöförler arabanın camını kapatıp yollarına devam etmişti. Sonra öQrendik ki; Moskova'da bütün taksiler devlete ait, ve şöförleri de bu taksiler üzerinden her gün için belli bir miktar parayı devlete ödemek zorunda olan görevlilerdir. Taksilerinde taksimetre bulunmayan Moskova'da şöförlerin şahsi kazançlarını artırmak için resmi ücretin on katına varan paralar talep etmesi ve insanların bile bile bu parayı verme durumuna düşmek istememesi yüzünden, saatlerce kar altında beklemenize raQmen bir taksi bulamıyorsunuz. YaşadıQımız olay, bu hayata artık alışmış olan Azeri dostlarımız tarafından tevekkülle karşılanırken, bizde son derece ilkel ve çaQ dışı bir ortamda bU lunduQumuz hissi uyandırıyor. Neticede bizim ısrarımızla taksiden vazgeçildi. Önce son de rece yavaş çalışan bir tramvay, sonra biraz yürüyüş, bunu takj ben aktarmalı bir metro yolculuQu ve daha sonra yine uzun bir yürüyüş ile Kızıl Meydan'a vardık. Vaktin azlıQı yüzünden Meydan'a ve Kremlin Sarayı'na kısa bir nazardan sonra, bu defa yolun tamamını yürüyerek, Azerbaycan Sefarethanesi'ne yönel dik. 1 49
Yolda zaman zaman uzun kuyruklar oluşturmuş insanlar görüyor ve bu kalabalıkların bir kaç gram et veya sair gıda mad deleri için, bazen bütün gün boyu böyle beklediklerini öğreniyoruz. Çok ender rastladığımız bir-iki mağazanın ise (içerideki bazı malların dışarıdan görünmesine rağmen) boş olduğunu farkedi yor ve sebebini soruyoruz. Aldığımız cevap son derece ilginç. Çünkü bu mağazalar sadece Amerikan Doları ile mal satıyor ve sıradan vatandaşın Dolar sahibi olmasını düşünmek bile mümkün değil. Dolayısıyla bu mağazalardan sadece yabancı ülkelerin Moskova'daki görevlileri ile turistler alış-veriş yapabiliyor. Aslında Sovyet vatandaşlarının bu mağazalara sadece gez mek için bile olsa, girebildiğinden emin değilim. Çünkü bu mağazaların sürekli kilitli tutulan giriş kapılarının iç kısmında mut laka bir görevli bekliyor. Bu görevli, gelen müşteriyi camdan görüp, tepeden tırna{Ja süzdükten sonra, uygun görürse kapıyı içeriden açıyor. Ayrıca bu mağazaları öylesine gezip, raflara ba kan kimseyi de görmedim. Daha doğrusu, yol üzerinde gördüğümüz bu bir kaç tane mağazanın hiçbirisinde müşteri veya mağazayı gezer görünümünde kimse yoktu. Yukarıda zikrettiğim "bu mağazalara girebilecek insanların hüviyeti ve bunların içeriye kabul şartları"ha dair intibalarımı ise, şöyle bir kaç dakikalığına girip çıkarak bizzat ve bilfiil edindiğimi belirtmeliyim. Mehmanhana'ya vardığımızda saat 1 5.00'i geçiyordu ve lo kanta saat 1 5.00'de kapanmasına rağmen Müzeffer bizi bekli yordu. Yemekten sonra Alesker ile birlikte havaalanına hareket ettik. Babek bazı işleri için bir kaç gün daha Moskova'da kalacaktı.
SINIFSIZ TOPLUMUN İÇYÜZÜ Alesker bizimle birlikte Bakü'ye döneceğini çok iyi bilmesine ve bunu çok istemesine rağmen, ne hikmetse önceden dönüş bi letini temin etmemişti. Bir süre Azerbaycan sefaretindeki yetki liler kanalıyla bilet işini halletmeye çalıştı , fakat olmadı. Sonra "Havaalanında halleylerik" diyerek bizimle birlikte yola çıktı. Fa kat Moskova-Bakü seferlerinin her zaman dolu olduğunu bildiği için de oldukça endişeli idi. Nitekim Havaalanına vardığımızda hiç yer olmadığını söyle diler. Alesker yılmadı, çünkü içerisinde yaşadığı düzeni çok iyi tanıyordu. Bizden aldığı bir paket Marlboro sigarasını usülü dai resinde gerekli yere intikal ettirince kısa sürede istediği bilete kavuştu. 1 50
Havaalanında büyük bir izdiham vardı ve biz adım atmakta bile güçlük çekilen bu ortamda uçağa nasıl ulaşacağımızı düşünürken, Alesker kısa bir süre için ortadan kayboldu ve geri döndü. Bizi alıp hiç kimsenin girip çıkmadığı bir kapıya götürdü. Kapının arkasında resmi giyimli bir hanım göre\(li bizi bekliyordu. Ona bilet ve pasaportlarımızla birlikte 5 ruble gibi, bizim ölçüle rimize göre çok düşük bir miktar olduğunu sonradan öğrendiğimiz bir para verdi. Görevli kısa sürede işlemleri tamamlayıp döndü. Biraz sonra iri yarı bir adam gelip valizlerimizi kucakladı ve alan tarafında bekleyen büyük bir otobüse taşıdı. Biz de otobüse bindik. İri yarı adam otobüsün şöförü imiş, direksiyona geçip, bizi (ama sadece bizi) uçağa bineceğimiz yere kadar götürdü. Ales ker ona da bir 5 ruble verdi. Şaşkınlık içerisindeydik. Resmi gö revli kişiler çok basit rüşvetler ile insanlar için çok büyük kolaylıklar sağlayan, çok özel hizmetler veriyordu. Uçağa yerleşmede büyük bir keşmekeş yaşanıyor. İçerideki tıkanıklık yüzünden uçağa binişteki merdivenin ilk basamağı ile son basamağı arasındaki mesafeyi 1 5 dakikada alıyoruz ve bu bekleme, müthiş soğuk bir rüzgar altında yaşanıyor. Uçağın içeri sinde insanlar tıkış-tıkış, el bagajı rafları açıkta ve kapaksız ol duğu için insanların başına bazen bir çanta, daha şanslı olanına ise bir palto düşüveriyor. Moskova-Bakü arası (2700 km.) 3 bin km.' den az olduğu için yolculara bir çay servisi bile yapılmıyor. Fakat Alesker bu defa nasıl becerdiyse bilemiyorum sadece bizim üçümüze naylon bar daklar içerisinde birer kahve ile (bu özel becerisinden dolayı Alesker'e karşı ayıp olacağını düşünmesek asla yiyemiyeceğimiz) birer kek geliyor. Bu özel muameleden dolayı etraftaki diğer yolculara karşı müthiş bir mahcubiyet duyuyor ve hiç bir tarafa bakamıyorum. Tam ben bu mahcubiyeti yaşarken iki ayrı hostesin ellerinde ikişer taneden dört yemek tepsisi, üzerinde oldukça zengin bir görüntüyü haiz menüsüyle pilot kabinine doğru yol alıyor. ken dilerine hiç bir insanca servis yapılmayan ve muhtemelen bir çoğu aç bunca kişinin arasından geçen o yemekleri yiyecek insanların yerinde olmadığıma şükretmekle birlikte, bir parça da onların ye rine utanmaktan kendimi alamıyorum. 1 51
Mahalli saat ile 22.20'de Bakü havaalanına indik. Medeniyet Nazırlığından iki kişi karşılamaya gelmişti. Rafig Bey ve Böyük Ağa. Birbirinden güler yüzlü, birbirinden cana yakın ve birbirin den güzel iki insan. Gerek hava, gerekse genel görüntü Moskova ile kıyaslan mayacak kadar sıcak. İnsan kendisini Kars havaalanına inmiş gibi hissediyor. Valizlerimizi beklerken yan taraftaki çayhanada Er zurum usulü kırtlama çay içiyoruz. Daha sonra şehre varıp, yer lerimiz önceden ayrılmış olan Apşeron oteline yerleşmemiz gece yarısını buluyor. ·
Apşeron otelinin karşıdan görünüşü gayet güzel. Hatta içeri sine girince de ilk anlarda bu intibayı almaya devam ediyorsu nuz. Çünkü otelin ilk kuruluşu güzel yapılmış. Fakat bu görüntü, içi tamamen çürümüş bir çınar ağacının haline benziyor. Otelde neye ve nereye elinizi atsanız elinize geliyor. Otelin devlete ait, ve çalışanlarının ise çok düşük maaşlı kişiler olması , bakımında akıl almaz bir ihmale sebep olmuş. Her taraf dökülüyor. Böyle sine muhteşem görünüşlü bir otelde kapı ve pencere aralık larından rüzgar geçmemesi için buralara eski gazetelerin tıkıştırılmış olduğunu bir başkası anlatsa her halde zor inanırdım. Bizi Moskova havaalanında karşılayan Alesker ile Bakü ha vaalanından karşılayan Rafig Bey ertesi sabah saat 9.00'da otele geldiler. Otelde mütevazi bir kahvaltıdan sonra (daha sonraları seyahatimiz boyunca bize tahsis edilmiş olduğunu anladığımız) bir minübüs ile Bakü'ye 45 dakika mesafedeki Sumgayit Şehrine hareket ettik. Azerbaycan Cumhuriyeti Medeniyet Nazırı Yardım cısı Ferzeliyev Zülfigar İslamoğlu ve şehrin Kültür Müdürü Tebiet Bey bir heyet ile bizi Dram Tiyatrosunun geçici binasında karşıladılar. Tanışma ve kısa bir çay sohbetinden sonra binanın büyükçe b ir salonunda sadece bizim için düzenlenmiş kostümlü halk dansları ve türküleri gösterisini izledik.
BİR ŞEHRİN KATLİ Gösteriden sonra öğle vakti şehri gezmeye çıktık. Şehrin çekici ve sıcak bir görüntüsü var. Cadde ve binalar, park ve bahçeler çok düzenli. Biz bu güzellikten bahsedince, etrafımızdaki heyet üyeleri aslında Sumgayit'in çok daha güzel bir yer ol duğunu, fakat son yıllarda tehlikeli kimyevi atıklar ihtiva eden sa nayi kuruluşlarının, tüm itirazlara rağmen ısrarla burada 1 52
toplandığını, böylelikle şehrin adeta yavaş yavaş öldürüldüğünü anlatıyorlar. Zararlı kimyevl atıklar yüzünden Hazar denizinde müthiş bir kirlenme yaşandığını, sakat ve ölü doğumlarda çok hızlı bir artış olmasına rağmen bu konudaki ltirazlarına hiç bir olumlu sonuç alamadıklarını ve bu kötü gelişmenin qozunu artırarak de vam ettiğini, bu güzel şehirlerinin adeta gözl e ri önünde planlı bir şekilde öldürüldüğünü çok hazin bir ruh hali içerisinde ifa.de edi yorlar. Topluluktan birisi, sağlıksız doğumlar sebebiyle küçük yaşta meydana gelen ölümler ile doğrudan doğruya ölü doğumların çok yüksek oranlara ulaştığını ve bu nedenle Sumgayit'in belki de dünyadaki hiçbir şehrin sahip olmadığı bir şeye, ayrı bir "Çocuk Kabristanı"na sahip olduğunu belirtiyor. Gerçekten de bu bilgiler şehirde insana biraz garip gelen görüntüleri izah için yeterli oluyor. Şehrin düzenli ve tertipli bi nalarına, geniş caddelerine, ana caddelerde düzgün bir şekilde dizayn edilmiş parklar ile ağaçlandırılmasına rağmen, yine de in sana garip gelen bir havası var. O geniş caddeler ve yollar bomboş. Adeta terk edilmiş bir şehir görünümünde. Ya da hiç bitmeyen bir yası bütün fertleriyle yaşayan bir şehir hissi uyandırıyor. MESAJ Burada, Hazar Denizi kıyısındaki bir park içerisinde yer alan ve ruhumda derin fırtınalara sebep olan bir sembol anıttan söz etmeden geçemiyeceğim. Sumgayit Şehrinin Hazar Denizi kıyısındaki bir park içerisinde, denize oldukça yakın bir noktada yer alan bu sembol anıt her ke narı yaklaşık 3 metre uzunluğunda küb şeklindeki bir taş bloktan oluşuyor. Bu taş blokun denize bakan yüzünde kadını-erkeği, yaşlısı-genci ve çocuğu-bebeği ile son derece hüzünlü bir halk topluluğu kabartması yer alıyor. Bunun tam karşı tarafında yani taş blokun karaya bakan tarafında ise bütün cepheyi sarmış bir çınar ağacı kabartması yer alıyor. Fakat bu taş blok denize dikine gelecek şekilde ve düzensiz bir tarzda orta yerinden ikiye ayrılmış ve ikiye ayrılan taş blokun ortasında kalan boşluğa cam veya mika türünden bir madde ile dolgu yapılmış. Taş blokun bu şekilde ikiye ayrılmasıyla hem anıtın 1 53
denize bakan yüzündeki insanlar hem de karaya bakan yüzündeki çınar ağacı orta yerinden boylu boyunca ikiye ayrılmış. Anıtın karaya bakan (ya.nı çınar ağacının yer aldığı) cephe sinin 3 metre kadar ilerisinde ve taş blokun bölünme noktasının tam karşısında ise yerde hiç sönmeyen bir ateş yanıyor. Bu ateş 1 9-20 Ocak 1 990' da Bakü' de şehit edilen yüzlerce insanın hiç dinmeyecek acıları anısına yakılmış. Anıtın denize bakan yüzündeki insanlar Sovyet ve İran sınırıyla ikiye bölünmüş olan Azeri halkını, karaya bakan yüzündeki çınar ağacı ise parçalanmış Azerbaycan Devletini sembolize ediyor. Çınar ağacının aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun da sem bolü olduğunu ve bu sembolün Osmanlı İmparatorluğunun doğuşundaki önemini hatırlamamak imkfulsızdı. Her iki gözümden süzülen çok acı birer damlayı yaklaşık on kişilik heyetten sakla mayı galiba başarabildim. Saat 1 4.00 civarında şehrin biraz dışında, bağ evi gibi bir yerde, çok küçük, penceresi olmayan ve diğer binalardan müsta kil duran bir odacıkta 1 O kişi yemek yedik. Çeşitli türden ızgara etlerin arka arkaya servis yapıldığı zevkli ve lezzetli bir yemekti. Bu etler içerisinde balık tadı açıkca belli olan fakat şekli bizdeki şiş köfteyi andıran et çok dikkat çekici idi. Tek farkı, şiş bir bütün halinde değilde 4-5 cm. uzunluğunda parçalara bölünmüş ola rak servis yapılıyor. Nitekim bizde de bazen böyle servis yapıldığı olur. Nasıl yapıldığını sorduk. Balık etinin satırla iyice döğülerek kıyma haline getirilmesinden sonra köfte gibi şişe sarılarak ızga rada pişirildiğini söylediler. Balık etinin gerçekten değişik ve ol dukça leziz bir sunuluşu idi.
GÜLİSTAN Saat 1 6.00'da Bakü'ye döndük. Ev sahibi ekip ile otelde uzun bir çay sohbetinden sonra saat 1 9.00'da bizi "Gülistan" adında bir yere götürdüler. Burası Bakü'ye ve Hazar denizine hakim bir yamaçta kurulmuş büyük bir bina idi. Çok geniş ve gösterişli kapısından girince şaşırdık. Son derece batı-vari bir yer intibaı ve riyordu. Kapıda çok düzgün ve özel giyimli bir görevli karşılıyor. İki ayrı yerde Amerikan bar. Biri sol uzak köşede, diğeri sağ ta rafta orta yerde ve daire şeklinde. Ayrıca çok geniş bu giriş katının çeşitli yerlerinde oturma grupları düzenlenmiş. 1 54
Girişin tam karşısından sağ tarafa doğru yayılan bir bölümde (karşıdan anlaşıldığı kadarıyla) çeşitli bilgisayar oyunu makina ları, atariler ve para ile çalışan oyun veya kumar makinaları. Özel likle bu bölüm bir kaç günden beri ya adığımız sahnelerden sonra enteresan görünüyordu. ı
�
Sol taraftaki çok geniş vestiyere paltolarımızı verip, bir üst kata çıktık. 4-5 metre genişliğindeki merdivenler birinci basamaktan itibaren halıyla kaplanmış. Bu basamaklarla ulaştığımız yer, mer diven boşluğunun işgal ettiği alan nedeniyle " U " şeklinde ve şaşırtıcı büyüklükte (yaklaşık 2 bin metrekare) olmasına rağmen hemen hemen boş, sadece sağ tarafa bir oturma grubu yerleştiril miş ve bütün alan duvardan duvara halıyla kaplı. Fakat bu halı, benzeri geniş yerlerin kaplanmasında kullanılan ucuz ve yekpare fabrikasyon halılardan değil. Belki yine Makina imalatı fakat tamamı yaklaşık (2x3) 6 metrekare ebatında parça halı dediğimiz türden güzel desenli ve kıymetli halılar. Asıl şaşkınlığı ise bu bahsettiğim bölümden geçerek girdiğimiz ve modern mimari ürünleri karşısında adeta kapalı alan ölçüle rini zorlayan bir salonu görünce yaşıyoruz. Burası en ihtiyatlı bir tahmin ile 5 bin metrekarenin üzerinde ve yine tamamen bir ön ceki bölümdeki gibi hahlarla kaplı, çok büyük dikdörtgen şeklinde bir salon. Dar kenarlardan birisinin sağ tarafındaki giriş kapısına göre sol duvarın orta kısmına doğru bir kaç kademede yükselen çok geniş bir sahne düzenlenmiş. Masalar çok rahat aralıklarla tertib edilmiş ve kırmızı döşemeli koltuklarla çevrilmiş. Yerdeki desenli halıların da hakim rengi yine kırmızı. Saat 20.00'deki müzik açılışı gecenin en büyük şovu idi. Müzik eşliğinde ve daire şeklindeki iki kuvvetli spot ışığı içinde sol üst köşedeki kapıdan giren biri bayan diğeri erkek iki sunucu, aşağı doğru meyilli uzun bir köprü yol üzerinden sahneye indi. Önce erkek sunucu azeri lisanı ile, fakat onun her cümlesin den sonra aynı sözleri bu defa kadın sunucu Rusca söylemek su retiyle açılışı sundular. Fakat bu sahneye geliş ve 4-5 dakika süren sunuş, fon duvarının tamamında ve sahnenin çok geniş kademe basamaklarında bir bütün teşkil eden muhteşem ve gözalıcı bir ışık gösterisi içerisinde yapıldı. Böylesi ne bir sahneye en müref1 55
feh batı toplumlarında bile pek sık rastlanacağını zannetmiyorum. En azından ben hiç rastlamış değilim. Tam bir saat süren program birbirini dönüşümlü olarak izle yen müzik ve raks bölümlerinden oluşuyordu. Arada sadece bir illüzyon gösterisi yer aldı. Dansların çeşnişi ve her bir ekibin raksındaki kareografi çok zengindi. Ekip raksının görünümüne en büyük zenginliği katan kareografi oyunlarını Azeriler, yolda yürürken nefes almak kadar rahat ve tabii uyguluyorlar. Geceden çok etkilenmiş bir şekilde saat 22.30'da otelin buz gibi gerçeğine döndük. Otelde her taraftan rüzgar esiyor ve buna rağmen ısıtma sistemi de çalışmıyor. Aslında Sumgayit'te ve Bakü'de bugün gittiğimiz hiç bir kapalı yerde (Gülistan hariç) ısıtma yoktu. Bir petrol ülkesi olan Azerbaycan' da soğuk bir yer de oturmayı, çalışmayı veya uyumayı kabullenmek gerçekten çok zor. ŞEHİTLER HIYABANI 1 7 Şubat 1 991 Pazar sabahı erken saatlerde 1 9-20 Ocak 1 990 şehitlerinin toplu mezarlığını ziyarete gittik. Girişte yeni Türk Al fabesindeki harflerle "ŞEH İTLER HIYABAN I" yazılı büyük bir levha Rus alfabesine karşı sessiz bir isyanı simgeliyor. "Hıyaban" kelimesi azeri dilinde "İki tarafı ağaçlık geniş yol" anlamında kul lanılıyor ve şehitliğe verilen bu isim herhalde "Şehit mezarları ile oluşturulan bu yoldan azadlığa ulaşılacağı inancından kaynak lanıyor" diye düşünüyorum. Daha girişten itibaren insanı kahreden bir manzara. Birbirine yaklaşık yarımşar metrelik aralıklarla yan yana dizilmiş 1 31 me zar, yine yaklaşık 200 metre devam ediyor. Arada bir kaç mezar yeri boş. Bunlar Bakü dışından olupta cenazesi kendi memleke tinde defnedilmiş olanlar anısına boş bırakılmış. Boydan boya düz beyaz mermerden yapılmış bir zemin üze rinde, siyah mermerden çok mütevazi ve yerden yüksekliği 2025 cm. olan sandukalar kalın bir çizgi gibi uzanıyor ve beyaz mer mer zemin üzerinde kara bir leke izlenimi veriyor. Mezarların baş tarafında yine boydan boya bir duvar uzanıyor. Her mezarın baş tarafında, duvara o mezarda yatan şehidin kara 156
çerçeve içinde ve kara zemin üzerinde görünen büyük bir resmi yerleştirilmiş. Resmin altında şehidin adı ve doğum tarihi yazılı. 1 965-1 975 arası doğumlu yani 1 5-25 yaş arasında ölenler çoğunlukta. Çocuk yaşta (1 976 doğumlu) bir mezarın yanına bırakılmış oyuncak kamyon belli ki o küçük şehidin sağlığında en sevdiği oyuncağı. Dayanılır gibi değil. Siyah mermer sandukalardan birisine çepe çevre sarılmış kırmızı bir şerit, orada yatanın nişanlı iken öldüğünü anlatıyor. Yine sadece bir kaç aylık evli iken öldürülen kocasının haberini alınca, hayatını onunla geçirmeye azimli gencecik karısı da kendini ze hirleyen bahtsız bir yeni evli çiftin mezarı başında birlikte çekilmiş niRah resimleri. Aradan geçen bir yıldan fazla zamana rağmen bütün mezar ların üzeri taze ve diri kırmızı karanfillerle örtülü. Azeriler, şehitlerinin mezarlarını ziyaretçisiz, ruhlarını duasız bırakmıyor lar. Bizim ziyaretimiz esnasında da sabahın erken saatleri ol masına rağmen oldukça kalabalık ziyaretçi grupları, mezarlar üzerine Azerbaycan'ın sembolü haline gelmiş kırmızı karanfilleri serpmeye devam ediyorlar. Buradaki mezar sayısı 1 31 . Fakat bunlar sadece cenazesi bu lunanlara ait mezarlar. Bakü'lüler 1 9-20 Ocak olaylarından sonra sadece Bakü'de 400'den fazla insanın kayıp olduğunu ve o gece öldürülenlerden bir çoğunun gün ışıyıncaya kadar sokağa çıkma yasağından istifade eden Kızıl ordu tarafından motor ve botlarla Hazar denizine döküldüğünü anlatıyor. Hükümet yetkilileri ise bu 1 31 şehid dışındaki kayıpların tamamının İran üzerinden Türkiye'ye kaçtığını ilan ve iddia ediyor.
ODLAR YURDU Saat 1 2.00'de Bakü Kareografi Mektebine gittik. Burada yaşları 50'nin üzerinde, hatta bazıları 70 yaşın üzerinde olan emekli folklor ustalarının oluşturduğu ve "Odlar Yurdu" adı ile bilinen bir ekip tarafından sadece bizim için nefis bir folklor gös terisi sunuldu. Ekip raskcısı, sazendesi ve hanendesi ile toplam 40 kişiden oluşuyor. Türkiye'de bir çok insanın bir köşeye çekilip oturmayı tercih ettiği, hatta bazı insanların sadece ölümü bekleme psiko zuna girdiği yaşlardaki bu ihtiyar insanlar hayret edilecek kadar 1 57
enerjikdi. Ekip üyelerinin dans ederken yaşadıkları heyecan ile, açıkca belli olan yaşlarını birlikte düşünmek imkansız gibi bir şey. Özellikle 71 yaşındaki bir hanımın gerek ekip içindeki ve gerekse solo dansı gerçekten görülmeye değerdi. Gösteriden sonra Ekip Başkanı bir konuşma yaparak, bu eki bin yurt dışında çeşitli ülkelerde gösteriler sunduğunu, fakat Türkiye'de bir gösterilerinin bugüne kadar kısmet olmadığını an lattı. Ekip üyelerinin hayattaki en büyük arzularının Türkiye' de bir gösteri sergilemek olduğunu ilave ederek sözlerini tamamladı. Ekipdekilerin bunu ne kadar yürekten arzu ettiği, Başkanın konuşmasının bu bölümünde tüm yorgunluklarına rağmen bir çocuk gibi gülen ihtiyar gözlerinden ve bariz tebessümleri adeta birer karanfil gibi açan yanaklarından açıkca belli oluyordu. Buna karşılık biz de kısa bir konuşma yaparak önce takdir ve tebriklerimizi sunduk. Sonra bu arzularının resmi bir mektuba Dağlanarak bizim tarafımızdan Türkiye'ye götürülebileceğini ve bu mümkün kılındığı takdirde Türkiye'de de hoşnutsuzlukla karşılanacağını ifade ettik. Ekibin Başkanı Rafig Bey ile Medeniyet Nazırlığında bu işlerden sorıJ mlu bulunan Azer Bey büyük bir heyecanla iste diğimiz yazıyı hazırlayıp, Medeniyet Nazırı Polat Bülbüloğlu'na im zalatarak bize verdiler. (Türkiye'ye dönüşümüzde bu yazıyı işleme koymamız sonucu Odlar Yurdu Folklor Ekibi 5-1 5 Haziran 1 991 'de Ankara' da yapıla cak olan 1. Uluslararası Türk Kültür ve Sanat Şölenine davet edildi. Odlar Yurdu bu festivale başlarında Azer Bey ve Rafig Bey ol mak üzere 45 kişilik bir kadro ile katıldı. Festivale Azerbaycan'dan katılanların toplam sayısı ise 300'ün üzerinde idi. Odlar Yurdu tah min ettiğimiz gibi Ankara' da büyük alaka ile karşılandı ve çok ne fis gösteriler sundu).
KERVANSARAY'DA ÖGLE YEMEGİ Saat 1 4.00'de bir Kervansaray'a götürüldük. Kale içinde, "köhne şehir veya içeri şehir" denilen yerde, son derece temiz tutulmuş, her tarafı kullanı ma uygun şekilde tefriş edilmiş bir ta rihi yapı. Giriş seviyesine göre bir kat altta kalan büyük bir salon dışarıya hiç bir penceresi veya doğrudan açılan bir kapısı olma masına rağmen güzel bir lokanta olarak düzenlenmiş. Yine aynı 1 58
bölümden geçilen ayrı bir tarafta daha küçük bir salon ise gençler için bir Cafe gibi düzenlenmiş ve loş ışıklarla tamamlanmış. Yukarıda yAni giriş kapısı mertebesinde ortada havuzlu bir avlu ve etrafını daire şeklinde çevreleyen, kapıları kapalı odalar var. Odaların her biri büyüklüğüne göre bir düz veya "L" tipi masa ve bu masa etrafındaki tarihi sedir ve yastıklar ile tefriş edilmiş. Her odanın şöminesinde bir canlı ateş. Duvarların bazı bölümleri yeni imalat olmasına rağmen, üzerindeki motifleri bir-kaç asırlık orijinallerine bezneyen fayanslar ile kaplanmış. Her oda yemeğe gelen ayrı bir grup için düşünülmüş. Bu oda lardan en büyük olanında hazırlanmış "L" tipi bir masa ve köşell bir sedirde zevkli bir öğle yemeği yedik. Yemekten sonra Kervansaray civarındaki tarihi kalıntıları gez dik. Kalıntılar ile ilgili olarak bize verilmeye çalışılan bilgiler ye terince net ve kesin değildi. Ev sahiplerimizin de bu durumdan hissettiği sıkıntı açıklık kazanınca, kendilerinden hoşgörü dileye rek, bu durumun çözümlenebilmesi için bu kalıntılarla ilgili kesin tarihi bilgilerin bazı metal plakalara kazılarak veya iyi muhafa zaya alınmış başka materyaller üzerine yazılarak gerekli yerlere monte edilebileceğini ve Türkiye'de bu şekilde bir uygulama ol duğunu belirttik. Bu malümat çok mühim bir sır olmamasına rağmen ev sahiplerimiz tarafından yeni bir icat alakası ile karşılandı.
HALÇA MÜZEİ (HALI MÜZESİ) Azeri kardeşlerimiz Halı yerine "Halça" ve Müzesi yerine de "MOzei" diyorlar. Öğleden sonra Bakü Halça MOzei (Halı Müzesi)'ni gezdik. Büyük bir müze olmamasına rağmen son de rece değerli bir çok halı, iyi bir kompozisyon dahilinde sergilenmiş. Azerbaycan, iran ve Kazak halıları ayrı ayrı bölümlerde düzen�nm�. ·
Müze görevlisinin verdiği izahları dinlemeden önce bir halı üzerinde bu kadar çok mananın işlenmiş olabileceğini düşü nebilmek gerçekten zor. Toplumun tarihe, ilme, edebiyata, şiire, dine ve bu hususlarda isim yapmış kişilere verdiği önemin ve duy duğu saygının pırıltıları halılardan ilmek ilmek dökülüyordu. Önümüzde zengin bir kültür sergileniyor ve bu zengin kültürün, 1 59
içerisinde doğup büyüdüğümüz kültür ile aynılığı bana müthiş haz veriyordu . B u d uygu yükü içerisindeyken günün e n manalı bilgisini alıyo ruz. Halı müzesi hakkında bize malümat veren görevli sözlerini "Bir hafta kadar sonra üzerine Atatürk'ün portresi işlenmiş bir ipek halının, Müze Şeref köşesinde sergiye konulacağını" söy leyerek tamamlıyor. Aynı kültürden geldiğimizi düşünmekte ne kadar haklı ol duğumuzu daha iyi anlıyoruz. Çok büyük bir ihtimalle bu Atatürk Halısının açılışında bizim de Bakü'de olacağımızı ve bu olayı biz zat yaşayacağımızı düşünmek bize ayrı bir heyecan veriyor. Akşama doğru Müze Defterine duygu ve düşüncelerimizi yaza rak ayrıldık.
BİR BÜYÜK HASRET Gece saat 23.00 civarında otel görevlisinin çay servisi için ge lip de geri çıkıyor olduğu bir anda temiz yüzlü esmer bir genç çok çekingen tavırlarla odaya bir kaç adım girdi. Fevkalade heye canlıydı. Katıksız bir Azeri lehçesiyle; - Bağışlayın meni, Türk gonahlar sizsiz mi? diye sordu. - Beli, biziz. - Eğer icaze verirsez, sizinen bir gaç degige danışmag istirem. Olaya şahit olan otel görevlisinin "yorgun olduğumuzu ve din lenmemiz gerektiğini" belirterek delikanlıya açıkca engel olmak isteyen tavrına rağmen, biz bu sürpriz misafiri memnuniyetle ka bul ettik. Heyecanı gittikçe artıyordu . Bizim orada olduğumuzu otel gö revlilerinin bir konuşmasından öğrenip, iki günden beri otelin bütün katlarını tek tek gezerek bizi aradığını anlattı. Şimdiye ka dar Türkiye'den hiç kimseyi görmemiş. Azerbaycan'ın en güney ucunda, hemen İran sınırındaki Astara Şehrinde yaşamasına rağmen, İran sınırının açılmasından sonra güneydeki akrabalarına da henüz kavuşmuş. Şimdi de İran Azerbaycanında yaşayan Dayısını gezip görmek için Bakü'ye getirmiş ve bu yüzden dayısıyla birlikte otelde kalıyormuş. 1 60
Heyecandan nefesi kesilecek gibiydi. Onun bu heyecanını din dirmek için dakikalar boyunca sohbetimizi gayet olağan ve sade bir mecraya çekme gayretlerimiz hiç bir işe yaramadı. Gözünü dünyaya açtığı günden beri kendini öz vatanında esir hissetmemiş insanlara bu gördüğümüz heyecanı tarif etmek gerçekten zor. Kendisine Türkiye'yi hatırlatacak bazı küçük hediyeler ver dik. İyice heyecanlandı. Adeta çırpınırcasına sıraladığı şu sözle rinin tek kelimesi ve sözleri söyleyişindeki heyecanının bir zerresi bile kafamdan silinmiyor. - Men nedem imdi. İstirem ki men de size bişe verem, emme heç bişem yohtu. Nola öz canımı isteyin ki verem. Men size gur ban olam. Bu arada otel görevlisi bir bahane ile odaya gelip, çıkarken delikanlıyı bir kere daha uyardı. Fakat genç adamın bize doy ması, yüreğinde alev alev yanan hasretini bir gecede dindirmesi imkansız gibi görünüyordu. 2 4 yaşındaydı ve sanki 2 4 yıldan beri bu an için yaşamıştı. Sürekli Allah'a hamd ediyor, göğe doğru açtığı ellerini yüzüne sürüyordu. Bugüne kadar kaybettiklerine üzülmeyi bir kenara atmıştı. Şimdiye kadar görmediği dayısını Bakü'ye getirebilmiş ve bu arada bizleri görebilmiş olmakla coşuyordu. Cebinden beyaz bir üç el tesbih çıkardı. Bu tesbihin ulu bir mahalden geldiğini ve üzerinde bulunduranı her türlü beladan ha las eylediğini söyleyerek (iki kişi olmamız nedeniyle kısa ve be lirsiz bir tereddüt geçirdikten sonra) bana hediye etmek istediğini belirtip, hiç bir itirazıma meydan vermeden avuçları içerisine aldığı elime bırakıverdi. Adını ve adresini verdi. Yaşadığı Şehre gidip konuğu olmamız için çok ısrar etti ve gece saat 1 .00'den sonra güçlükle ayrıldı.
ZİYARETLER - ZİYAFETLER 1 8 Şubat Pazartesi günü öğleden önce, "Medeniyet Üzre El mi - Metodik Merkezin Başbakanı Ahmedzade Azer Ahmedoğ lu'nu makamında ziyaret ettik. Azer Bey'in bölümleriyle ilgili ola rak verdiği bilgiler ve karşılıklı sohbetten sonra Medeniyet Nazırlığı'nın bazı faaliyetlerini ihtiva eden bir video kaseti izledik. Öğleden sonrasını Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cum huriyeti arasındaki Kültür Anlaşmaları çerçevesinde, Azerbaycan ile ilgili olarak ifa etmemiz gereken faaliyetleri bir kere daha göz den geçirmeye ayırdım. 1 61
1 9 Şubat Sair günü Saat 1 1 .00'de Medeniyet N�ırı Polat Bülbüloğlu'nu ziyaret ettik. Bizi çok sıcak karşıladı ve bir saati aşan sohbetimizden sonra (özel kaleminden geçip binanın diğer bölümlerine açılan çok uzun bir koridorun sonuna kadar bizimle yürümek suretiyle) daha da sıcak bir şekilde uğurladı. Takdim ettiğimiz hediyelere büyük ilgl ve memnuniyet gös terdi. Özellikle Atatürk Albümünü bir an önce görmek için pa ketini açmaktaki acelecilik ve heyecanı görülmeye değerdi. Türkçe - İngilizce olarak basılan Yunus Emre Prestij Kitabından da çok etkilendi. İlk sözlü tepkisi, sayfa kenarı süslemelerinin Kuran-ı Kerim'in sayfalarına benzediğini ifade etmek oldu. Ku ruluş dizisi kasetlerini takdim ederken, bunun bir televizyon filmi dizisi olduğunu ve Osmanlı İmparatorluğu' nun kuruluşuna ddir tarihi olayları canlandırdığını söylediğimizde, bundan fevkaldde etkilendi. Büyük bir heyecanla kasetlerden birini alarak TV Vi deo setine gitti ve kaseti koyarak ayakta seyretmeye başladı. -
Bir müddet sonra, mesai zamanında fazla vaktini almak is temediğimizi ifade etmemiz üzerine masaya döndü. Fakat yine televizyonu kapatmayıp, sadece biraz sesini kısmakla yetindi. Yine de zaman zaman alakasının televizyona kaydığı dikkatten kaçmıyordu. Daha sonra Nazır M uavini Ferzeliev Zülfigar İslamoğlu'nu zi yaret ettik. Ayrılmadan biraz önce Polat Bey'in bizzat yazdırdığı Ankara telefonlarımız Zülfigar Bey'in odasına bağlandı ve ailele rimizle görüştük. Bu Ankara ile yaptığımız ilk ve son telefon görüşmesi oldu. Çünkü Azerbaycan' dan Ankara'yı aramak gerçek bir problem. Azerbaycan'dan ülke dışına çıkış hatlarının arızalı olmadığı bir günü yakalamak için çok bahtlı olmak ve yine bu bahtlı günde de en az yarım gün telefonun karşısında beklemek gerekiyor. Polat Bey'in Bakü'deki yüksek hatırını bu iş için bir de fadan fazla kullanmak da uygun olmayacağından, Ankara ile yaptığımıibu telefon görüşmesi ile dönüşe kadar iktifa etmek zo rundaydık. Akşam saat 1 9.00'da Medeniyet Nazırlığına bağlı olarak yeni kurulan bir folklor ekibinin çalışmasını izledikten sonra Nazır Mua vini Zülfigar Bey'in yemek davetine gittik. Masa on kişilikti ve da1 62
vetliler arasında bizim " M ukayeseli Türk Lehçeleri Lugati Hazırlama" projemizde çalışma yapacak olan Prof. Dr. KAmil Veliyev'de bulunuyordu. Yemekte fevkalade seviyeli, heyecanlı ve dokunaklı, zaman zaman ağlamamayı güçlükle başardığım konuşmalar oldu. O masadaki konuşmaları kayda alamamış ol duğuma hep üzüleceğim. Yemek sırasında Başbakan'ın Kültür işlerinden sorumlu danışmanı Recep Aliev masamızın bulunduğu özel odaya, bir yanlışlık sonucu girdi. Tanıştırıldık ve bir müddet bizimle kaldı. Kendisine dikkate değer bir saygı gösteriliyordu. Azerbaycan Me deniyet Nazırlığı ve dolayısıyla bizim açımızdan önemli birisi ol duğu açıkca belliydi. Tanışıklığımızın burada kalmayıp, kendisini özel olarak ziyaret etmemizin geleceğe yönelik faydalar sağlayabileceğini, özellikle Medeniyet NA.zırlığının bizimle ilgili faa liyetlerinde ve genel olarak da bu faaliyetleri yürütmek için mer kezden alacağı bütçe imkdnlarının genişletilmesinde Recep Bey'in etkili olabileceğini düşündük. Azeri dostların dört günden beri kahvaltı, öğle ve akşam aralıksız süren ziyafetlerinden sonra artık midelerimizin buna da yanamıyacağını anlayıp, kendilerinden af dileyerek ertesi sabah kahvaltı yapmak istemediğimizi önceki geceden söylemiştik. Onun için ev sahiplerimiz 20 Şubat sabahı otele biraz geç gel diler. Birlikte dışarı çıktık. Biraz yürüyüp bir yerde öğle yemeği yedikten sonra saat 1 4.00'de otele döndük. Bir çay ikramımız ve sohbetten sonra ayrıldılar. Biz de dört günden beri edindiğimiz mdlumatlar çerçevesinde, Azerbaycan ile aramızdaki Kültür Antlaşmaları üzerinde yeniden çalışmak ve 1 99 1 Faaliyet Prog ramının Azerbaycan ile ilgili bölümlerini yeniden gözden geçir mek üzere odamıza kapandık.
TOY (DÜGÜN) 20 Şubat Çarşamba akşamı yine azeri dostlar ile birlikte ote lin ikinci katındaki lokantada iken, aynı kattaki·büyük salonda da bir toy (düğün) vardı. Masaya oturuşu muzdan bir müddet sonra Toy'un Tamata'sı yanımıza gelerek, "Bizi de aralarında görmek istediklerini" söyledi. Kıyafetlerimizin uygun olmaması nedeniy le tereddüt ettikse de bu daveti reddetmek olmazdı. Onbirinci kat taki odamızdan bir ihtiyat hediye paketi alarak tekrar ikinci kattaki lokantaya döndüm. 1 63
Biraz sonra bizi toy salonuna aldılar. Bizim için bir masa hazırlanmıştı. Salon fevkalade güzel ve rahat tertip edilmiş, ma salar ziyadesiyle zengin. Öyle ki masaların üzerindeki yiyecek ve içeceklerden bir parmak basımı yer bulmak bile mümkün değil. Davetliler oldukça seçkin bir intiba veriyor. Biraz sonra Toyun Tamata'sı çok duygulu, etkileyici ve uzun ifadelerle bizi takdim etti. Bizden ürek (yürek) sözlerimizi diledi. Söz söylemek bize düştü. Fakat öylesine duygulanmıştım ki daha ilk hitap cümlelerimde yüreğim kabardı, nefesim boğazımda tıkandı ve devam edemedim. Bu durum biraz uzadı. Bir ara de vam edemiyeceğimi düşünerek, mikrofonu bırakıp çekilmeye ka rar vermek üzere idim ki salonda bir alkış başladı. Ayağa kalkanlar oldu. Azeri dostlar beni anlamıştı. Alkış biraz uzayınca, birazcık olsun kendimi toparlamama yardımcı oldu. Davetlilerini önceden hiç tanımadığımız ve herkese açık bir topluluk karşısında olduğumuz için ifadelerimi oldukça itinalı ve ihtiyatlı seçmiş olmama rağmen, sözlerimi bitirince salonda müthiş bir alkış başladı. Bu alkışlar arasında salonun bize göre en uzak köşesinde damat ve gelin için hazırlanmış masaya kadar yürüye rek hediyemizi takdim ettim. Bu uzun yürüyüş süresinde alkışlar devam etti. Damat ve gelini tebrikimden sonra yerime dönerken de de vam eden alkışlar, orkestranın o anda bütün tüylerimi ürperten bir müziğe girmesiyle kesildi. Salonun aniden gelen saygı ve dik kat yüklü sessizliğini dolduran bu müzik, insanların bütün beden lerini sarıp, sihirli bir yoldan adeta ruhlarına akıyordu. Masa ile aramdaki geri kalan yolu adeta bulutların arasından katediyorum. Yerime geçtiğimde bütün salonun vecd içinde pür dikkat kesil diğini, ellerin havaya kalktığını ve bazı ellerin havada birleştiğini farkediyorum. Salonda bir fevkalade hal yaşanıyordu . Fakat doğrusu bu nun ne olduğunu tam olarak anlayamamıştım. Sadece "Azeri to yunda çok özel bir bölüm yaşanıyor olsa gerek" diye düşünebildim. Mesela aile büyüklerine son derece hürmetkar olan Azerilerin, bu toyda iki aile büyüğünün konuşmasından önce ser gilediği bir saygı anı olabilirdi. 1 64
Fakat neden sonra salondaki bütün insanlarının yüzlerinin bize dönük ve bir çocuğunun havadaki yumruklarının bize doğru yö nelik olduğunu farkettim . İlk defa, yaşanan olayın bizimle bir il gisi olduğunu hissettim, ama yine de olayı tam anlıyabilmiş değildim. Müzik bitince bütün salon ayağa kalkıp bize doğru yö nelerek müthiş ve uzun bir alkışa başladı. Daha sonra bunun, Üzeyir Hacıbeyoğlu tarafından bestele nen Köroğlu Operası'nın açılış bölümü olduğunu ve Azerilerce bir milli marş gibi görülen bu müziğin bizim aralarında bulun mamız şerefine çalındığını öğrenip, fevkalade duygulandım. Bu olaydan hemen sonra, benim Azeri halk oyunlarını oyna yabildiğimi daha önce öğrenmiş olan ev sahiplerimiz orkestra dan Şeyh Şamil müziğini rica ettiler ve boşaltılan pistte Azerbaycan'ın en meşhur rakkaslarından, (aynı zamanda daha önce bahsi geçen Odlar Yurdu Folklor Ekibinin de başkanı) emekli Rafig Bey ile karşılıklı olarak bir Şeyh Şamil oyunu sunduk. Yüzler den anladığım kadarıyla Azeriler de bu gösteriden etkilendiler. Oyundan sonra pek çok kişi masamıza geldi. Elimizi sıkarak, yüzümüzü öperek, coşkularını belirttiler. Bir müddet sonra, Azeri usulüne göre mikrofona gelen aile büyüğü (Ağsakkal) yine konuşmasının büyük bir bölümünü bize hitab ederek ve herkese açık bir topluluğa rağmen fevkalade ce sur beyanlarla sürdürdü. Aynı binanın dış kapısında sürekli nö bet tutan bir manga Rus askerini yok sayan bir konuşmaydı. Bunun üzerine, daha önce sadece benim konuşmamla iktifa etmek niyetinde olan yol arkadaşım Şahat Bey coşuverdi. İzin is teyerek çok samimi ve yürekten bir konuşma da O yaptı. Aynı şekilde uzun alkışlarla karşılandı. Biraz sonra salondan ayrılırken bir çok kişi arkamızdan çıkarak holde bizimle kucaklaştılar. Hepsi tek tek ve gruplar halinde bizimle resimler çektirdiler.
HUDAFERİN KÖPRÜLERİ 21 Şubat Perşembe sabahı Bakanlığımızdan, Azerbaycan Me deniyet Nazırlığı'na intikal eden bir telex ile Azerbaycan'daki Hudaferin Köprüleri hakkında malümat istendiğini öğrendik. Bu nun üzerine konuyu biz oradayken halletmek amacıyla "Abidelerin Berbası, Muhafazası ve istifadesi Başidaresinin Reisi" Sadıkov Şamil Alioğlu'nu ziyaret ederek kendisiyle tanışıp, Huda. ferin Köprüleri hakkında malümat aldık. 1 65
Hudaferin Köprüleri Aras nehrinin Azerbaycan - İran sınırını teşkil eden bir kısmında 1 2. asırda inşa edilmiş ortaçağ Azer baycan mimarisinin güzel örnekleri olan iki köprü. Bagün bu mimari önemine bir de ayrılmış bulunan Kuzey ve Güney Azer baycan arasındaki fiziki bağ olma özelliği eklenmiş du rumda. Aldığımız bilgilere göre nehrin bu köprülerden aşağı bir bölümünde kurulacak olan baraj nedeniyle, ileriki tarihlerde köprülerden birisi su altında kalacak. Azerbaycan yönetimi böyle bir tarihi eserin kaybolmaması için bu köprüyü tahrib etmeksizin mevcut yerinden söküp, orijinal haliyle nehrin uygun bir yerine yeniden kurmak istiyor. Bu köprülerle ilgili meselenin önemi ve teknik karmaşıklığı belli olunca, Şamil Bey'den bu konuda yazılı malOmat rica ettik, ve bu yazılı malOmatı Pazartesi günü teslim almak üzere anlaş tık. Dönüşümüzü Bakü'den direkt İstanbul'a çevirip Moskova'yı aradan çıkarmak için sürdürülen çabalar Bakü'deki yer ve bilet meselelerinin halledilmesine rağmen Türkiye'den THY.'ndan olumsuz cevap gelmesi üzerine sonuçsuz kaldı. Böylece bir gün önceden yani 27 Şubat Çarşamba günü Bakü'den Moskova'ya hareket etmemiz zarOreti hasıl oldu. Bunun üzerine Medeniyet Nazırlığında bir seri görüşmeden sonra önümüzdeki günlerin planını yaptık. Buna göre; yarın sabah erkenden uçak ile Bakü'den Azerbaycan'ın en kuzeyindeki Zakatala Rayonu'na gideceğiz. Cuma ve Cumartesi günü bu çevredeki rayonları görüp yetkili ve ilgililerle görüştükten sonra Pazar günü Bakü'ye dönecek ve son iki günü Medeniyet Nazırlığında yetkililerle çalışarak geçire ceğiz. Bu çalışmada, Kültür Antlaşmaları çerçevesinde Türkiye ile Azerbaycan arasındaki münasebetleri bir takvime bağlanmayı, daha doğru bir ita.deyle bizim önceden tamamlamış olduğumuz 1 66
bu çalışma üzerinde Azerbaycan tarafı ile mutabakat temin et meyi düşünüyoruz.
BİR MÜHİM NOKSANLIK Bu arada Nahcıvan'ı ve oradan Türkiye ile bağlantı kuracak olan Haset köprüsünün inşA yerini görmeyi çok istememize rağmen, ev sahiplerimiz bu konuda çok sıkıntılı davranıyorlar. Bizi kara yolundan oraya götürmek istemiyorlar. O güzergahta za man zaman katliamlara giren Ermeni çeteleri sebebiyle, böyle bir seyehatten bizim can güvenliğimiz adına endişe duydukları belli oluyor. Bir ara bizi bir küçük uçakla götürmeye karar verir gibi ol dular. Fakat bu mevsimdeki şiddetli fırtınalardan dolayı bunun dahi. tehlikeli olabileceğini düşündüler. Yahut dönüşte doğacak bir aksilik yüzünden kesinleşmiş olan dönüş tarihimize yetişmek için kara yolu ile Bakü'ye dönmek zorunda kalırsak, yine bir ri ziko doğacağından bahsettiler. Bizim bu konuda bAriz arzumuz karşısında, kendilerince mAIOm bulunan bunca probl9me rağmen, bize net bir "olmaz, bu seyehat mümkün ya da uygun değil" cevabı vermemeye özen göstermeleri, AdetA bizim vazgeçmemizi temin etmeye çalışmaları çok dikkatimi çekti. Fakat bu arada, Bakü'den ayrılış tarihimizin, Moskova üzerinden dönmek zarureti nedeniyle bir gün önceye alınması yüzünden zaten Nahcıvana gitmeye zaman da kalmamıştı. Yine de 3 günlük Bakü harici ziyaretimizin ülkenin en kuzey kısmındaki Rayonlara programlanmış olması, ev sahiplerimizin "Bizi Nahcıvan ve Dağlık Karabağ bölgesinden uzak tutma" gay retini iyice barizleştiriyor. Bunun için çok üzülüyorum. Çünkü Nahcıvan'ı ve Aras nehri üzerinden Türkiye ile bağlantı kuracak Harset Köprüsünün yerini görememek belki de bu seyehatin en büyük eksikliği olacak. 22 Şubat Cuma sabahı 9.30'da Bakü havalanından kalkıp 45 dakikalık bir uçuştan sonra Zagatala'ya indik. Bu seyehatimizda bize Kütüphane, Müzeüm, Medeni-Kütlevi İşleri Üzre Başbakan Ahundov Şemseddin Aşrafoğlu ile Medeniyyet Üzre Elmi-Metodik 1 67
Merkezin Başbakanı Ahmedzade Azer Ahmedoğlu refakat edi yor. Zagatala Azerbaycan'ın kuzey kısmında, Avrupa kasabaları görünümünde, çok güzel havası olan bir şehir. Özellikle yolları çok düzgün. Bakü'de herkes burayı çok övmüştü. Nitekim za man itibariyle Bakü dışına yapabileceğimiz tek uzun seyehat de buraya tertiplendi. Zagatala'da Halk Deputatları Rayon Sovyetinin Sedri (Başkanı) ve Rayon Partia Komitesinin 1. Katibi Gurbanov Galip İslamoğlu ile önce makamında görüştük ve sonra şehrin konuk evinde hazırlanmış zengin bir kahvaltı masasında sohbete de vam ettik. Galip Bey son derece meraklı bir insan. Güzel sorular soru yor. Konulara güzel yaklaşıyor. Türkiye ile ilgili olarak hem derin bir merak ve alaka içinde, hem de bir miktar malumata sahip. Özellikle Türkiye'deki ekonomik gelişme konusunda sohbet açıp, sorular soruyor. Kahvaltıdan sonra şehri gezerken benim tahsi limin ekonomi üzerine olduğunu öğrenince yanımdan ayrılmıyor. Devamlı Türkiye' deki iktisadi gelişmelerle ilgili sohbet etmek is tiyor. İKİ ÇINAR Kahvaltıdan kalkarken Şahat Bey'in yakasındaki Kültür Ba kanlığı rozeti Galip bey'in dikkatini çekti ve ne olduğunu sordu. Şahat Bey gerekli malumatı verip, amblemdeki her bir karenin ifade ettiği bilgi, sevgi , hoşgörü gibi kavramlardan bahsettikten sonra, ben ilave olarak "bu amblemin genel şekli itibariyle bir çınar ağacı olduğunu" belirttim. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu öncesinde Osman Bey ile Şeyh Edebali arasında yaşanan olayı, Şeyh Edebali'nin malum rüyasını ve bu rüyada yer alan Çınar ağacının ifade ettiği manayı anlattıktan sonra, konuyu Çınar sembolünün Türkler için ifade ettiği ehemmiyet ile bağladım. Galip Bey bütün bunları ilk defa duyuyordu. Çok heyecanlandı ve hemen Zagatala'da da şehrin orta yerinde bir tane ulu çınar olduğunu, onu hemen korumaya alması gerektiğini belirtti. Aynı heyecanla derhal bizleri alıp, bu çınar ağacının bulunduğu yere 1 68
götürdü. Çınar ağacını gördükten sonra Galip Bey "Bizde bu işlerin çok ilerlemiş olduğunu ve eğer bu çınarın korumaya alınması için kendilerine bir proje gönderebilirsek çok memnun olacağını" belirtti. Böylesine sade bir iş için Türkiye'den proje talep etme düşüncesi bizi ziyadesiyle şaşırtmıştı. Sovyetler Birliğinin bu ka dar geri kalmış olabileceğine inanmak gerçekten zordu. Fakat bu duygularımızı kendimize sakladık ve yol arkadaşım Şahat Bey is tenen projeyi gönderme vazifesini üstlendi. Ertesi sabah geri dönmek üzere öğle vakti Gah Şehrine de vam ettik. Orada da Galip Bey ile aynı ünvanı taşıyan Vagif Bey ile görüştük. Vagif Bey de aktif ve becerikli bir görüntü sergiliyor. O da devamlı olarak Türkiye ile ekonomik ilişkiler üzerinde du ruyor. Kendilerine yardım etmemiz gerektiğini anlatıyor. Vagif Bey, Gah şehrinde yapmakta olduğu bir iki yatırıma ait resimleri gösterip bu işleri ifadaki başarısından bahsediyor. Fa kat ben, bunların Türkiye' de küçük bir kasabanın vasat bir başarı seviyesindeki belediye başkanınca gerçekleştirilen işlerden fazla bir tarafı olmadığını düşünüyorum. Birlikte yediğimiz öğle yemeğinden saat 1 5.00'de kalk tığımızda dışarıda bir kalabalığın beklediğini görüyoruz. Sebe bini sorduğumuzda ise Halk Deputalları Rayon Sovyetinin saat 1 4.00'de toplantısı olduğunu, fakat Reis Vagif Bey'in bizimle ye mekte olması nedeniyle bu kişilerin toplantı için beklediğini öğreniyoruz. Bu olay Türkiye' den gelen konuklara ne kadar ehem miyet verildiğini bir kere daha gösterse de, dışarıda beklemele rine sebep olduğumuz insanlar adına üzülüyor ve mahcup oluyoruz. Öğleden sonrası şehri ve çevreyi gezmekle geçiyor.
GÜNÜN SÜRPRİZİ Akşam yemeğinde sevgi üzerine sohbet ediliyor. Bir ara ben "ancak, bir yerde ölüp, bir yerde gömüldüğü muhakkak olan Yu nus Emre'ye halkın bu engin sevgisi sebebiyle Anadolu'nun bir çok yerinde sahip çıkarak onun adına bir mezar yaşattığını ve buna diğer mezarları da bilmesine rağmen taviz vermeden sa hip çıktığını" söylüyorum. 1 69
Bunun üzerine şehrin Medeniyyet Şubesi Reisi Limonat Hanım'ın kocası Rüstem Bey "Yunus Emre'nin bir mezarının da Gah - Şeki yolu üzerinde ve o anda bulunduğumuz yere 30 km. kadar bir mesafede olduğunu" belirtiyor. Bu defa şaşırma sırası bize geliyor. Gerçi Anadolu'da bir çok yerde mezarı olan bu ulu kişinin bir mezarının da Azerbaycan'da olması bizim için fazla şaşırtıcı değil. Hatta böyle bir mezardan bahsedildiğini Türkiye'de de duymuştum. Fakat bu mezarın bu kadar yakınında bulunmak yine de beni heyecanlandırdı. Planımız ertesi sabah erken saatte Zagatala'ya dönmek ve öğle yemeğinde Galip Bey' le birlikte olmaktı. Kendisine bu yolda sözümüz vardı. Fakat bu kadar yakınken Yunus Emre'nin Azerbaycan'daki kabrini ziyaret edip, rOhuna fatiha okumadan gitmek düşünülemezdi. Her ikimizin de Türkiye'den gelirken yanımıza fotoğraf ma kinası almamış olmamıza duyduğumuz üzüntü, bu haber karşısın da en yüksek noktaya çıktı. O Ana kadar ev sahiplerimizden başka sebeplerle istemeye sıkıldığımız bir fotoğraf makinası temin etme külfetini Yunus Emre mezarı için talep etmekten kendimizi ala madık.
YUNUS EMRE'DEN HACI MURAT'A Ertesi sabah planladığımızdan daha erken kalkıp, Galip Bey'e te lefonla biraz gecikeceğimizi bildirdikten sonra Yunus Emre'nin kabrine doğru yola koyulduk. Ev sahiplerimiz sadece fotoğraf ma kinasını değil profesyonel bir fotoğrafçıya da birlikte temin etmişti. Gah şehrinden güney - batı istikametinde 1 5 km. gittikten sonra Zagatala-Şeki yoluna çıkılıyor, ve buradan Şeki istikametine (güney-doğu 'ya) devam ediliyor. Gah yol ayrımından 1 4- 1 5 km. sonra sağ tarafta Oncalı Kenti'ne küçük bir yol ayrılıyor. (Bizim Köy dediğimiz yerleşim birimlerine Azerbaycan'da Kent diyorlar) Bu yola girdikten yüz metre kadar sonra yolun sol tarafında, ana yola yakın bir yerde ağaçlık bir mıntıka içerisinde iki ayrı mezar. İkisi de kare biçiminde yaklaşık bir metre yüksekliğinde moloz taş ve çamurdan yapılı bir duvar ile çevrelenmiş. Mezarlardan büyük olanın etrafını çevreleyen kare şeklindeki duvarın bir kenarı yaklaşık 6 metre, diğerininki ise 3 metre civarında. 1 70
Hacı
Tepdulc
Mezarı
Yunus El:ııre Mezarı
_
-
J --J
1 71
Yanımızda bulunanların anlattığına göre; Yunus Emre bir ga rip yolcu olarak gelip bu yerde yerleşik bulunan Hacı Tapduk'a konuk olmuş. Zaman içersinde Yunus, Şeyhinin muhabbetine mazhar olmuş ki, Hacı Tapduk ölürken vasiyetinde; "Bu garibin mezarını benden önde bir yere eyleyin ki benim gabrimi ziydrete gelenler önce bu garibin mezarını ziyaret etsinler" buyurmuş. Şimdi bizim arabayla geldiğimiz girişe göre Hacı Tapduk'un daha büyük olan mezarı önde kalıyor, yani önce yolunuza o düşüyor, 20 metre kadar ileride de Yunus'un mezarı. Fakat yerli halk, daha önceleri bu yolun bulunmadığını ve girişin ana yol (yani Yunus'un Mezarı) tarafından olduğunu söylüyorlar. Gerek Yunus Emre'nin gerekse ve bilhassa Hacı Tapduk'un mezarı etrafında çok sayıda kabartma arap harfleriyle yazılı taş kitabeler var. Fakat ne yazık ki aramızda bunları okuyup anla yabilecek birisi yok. Birlikte getirdiğimiz fotoğrafcıya (Kültür Ba kanlığımızca değerlendirilmesi için) gerek bu kitabelerin, gerekse her iki mezarın bazı resimlerini çektirdik. Yunus'un mezarından ayrılırken topluluktan birisi Hacı Murat'ın kabrinin de buraya yakın olduğunu söyledi. Tabii biz bu malumat karşısında da bir heyecan ve alaka gösterdi k. Fakat ev sahiplerimiz bırakınız heyecan duymamızı, Hacı Murat'ı biliyor ol mamıza bile şaşırmış göründüler. Hacı Murat hakkındaki kısa soh betimizden sonra şaşkınlıkları iyice barizleşti, fakat aynı zamanda daha da belirgin bir sevince dönüştü. O mezarı da ziydret etmek istediğimizi belirttik. Gerçekten çok yakındaymış. Yüz metre kadar içeri girmiş olduğumuz Oncalı Kenti yolundan tekrar ana yola çıkıp yine Şeki şehri tarafına 3 km. kadar ilerleyince sol tarafa bir yol ayrılıyor. Bir hayli hasar görmüş bir asfalt olan bu yoldan 1 km. kadar içeri girilince yol sona eri yor ve sağ tarafta da Hacı Murat'ın kabri görülüyor. Etrdfı kalın zincirlerle çevrili yaklaşık 3x3 metre ebadında be ton bir kare şeklindeki zemin üzerinde mermerden yapılmış bir mezar ve yol tarafındaki mezar taşının üst orta kısmında Hacı Mural'ın oval bir mika muhafaza içerisindeki son derece net bir resmi, altında ise arap harfleriyle yazılar var. Bu taşın ve resmin, ayrıca mezarın bütününün resimlerini çek tirip, merhumun ruhuna fatiha okuduk. 1 72
Hacı M urat'ın mezarının ayak tarafında bu mezara 45 dere celik bir açı ile yapılmış mütevazi bir mezar var. Yanımızdakiler arasında bu mezar hakkında bir şey bilen yok. Mezar taşında merhumun künyesi ile doğum ve ölüm tarihi yazılı. Hacı Murat'tan sonra ve 44 yaşında ölmüş birisi, fakat yanımızdakiler tarafından tanınmıyor. Bu kişinin vasiyeti gereği oraya gömüldüğünü düşünüyoruz. Gerek Hacı Tapduk ve Yunus Emre , gerekse Hacı Murat mezarlarında dikkatimi çeken husus her üç mezarın da et rafında çok sayıda çaput (küçük bez parçaları) bağlanmış ol ması.
YEDİNCİ ASRA SEYAHAT Bu ziyaretlerden sonra saat 1 4.00' de Zakatala'ya ulaştık. Ye mekten sonra Galip Bey bize şehrin 40 km. uzağında 7. asırdan kalma bir tfüihi yapıyı göstermek isteğini söyledi ve yolunun çok kötü olması sebebiyle gün ışığında geri dönmemizin faydalı ola cağını belirtmesi üzerine hemen yola çıktık. Yolun büyük bir bölümünü biz sadece Galip Bey ile ve onun makam arabasında gittik. Diğerleri bizi takip eden bir jeep ile gel diler. Yolda bir kasabanın içerisinden geçerken Galip Bey (Komünist Partisinin Zagatala 1 . Katibi olmasına rağmen). 7500 nüfuslu bu kasabada seçimleri büyük bir çoğunlukla Halk Cep hesinin kazandığını, ve çok iyi bir icraat içersinde güzel işler yaptıklarını, büyük bir memnuniyetle ve adeta onların bu başarı ve gelişmelerinden haz duyar bir şekilde anlattı. Bu oldukça dik kat çekiciydi. Yolun otomobil ile devam edilebilecek kısmı küçük bir köyde sona erdi, ve orada jeepe geçmek üzere otomobilden indik. Yo lun kenarında 7-1 O yaşlarında 3 erkek çocuğu vardı. Yanlarına yaklaşıp biraz konuştum. İkisinin adı Şamil'di. Kendimi tanıtma dan sordum; - Siz hansı millettensiz? - Zakatala'lıyız. Neyi sorduğumu tam olarak anlayamamışlardı. Devam ettim; 1 73
- Zagatala sizin şeherinizin adı . Men bilmek istirem ki siz hansı millettensiz? - Haal Avar milletindeniz. İki kademeli soruma "Türküz" cevabını alamadığım için üzüldüm. Belkl bu kadar ücra. bir köyde, bu kadar küçük üç çocuğun "Avar milletinden" olduklarını bilmeleri ile de iktifa. edi lebilirdi. Fakat duygularıma ha.kim olamadım ve o küçük yürek lerine minik bir kıvılcım bırakmak ümidiyle kendilerinin çok büyük bir milletin, Türk milletinin bir kolu olduklarını ve benim de bir Türk olduğumu söyledim. Bu arada yol arkadaşlarımın jeepe yerleşmiş ve beni beklemekte olduklarını gördüğüm için daha fazla kala madım. Bütün kış boyunca daha önce hiç bir araba geçmemiş, yarım metreden fazla karla kaplı ve yol denilmesi oldukça zor bir güzerga.htan jeepin sağ tekerlekleri kayalar üzerinde, sol teker lekleri uçurum kenarındaki taşlardan sekerek 1 O dakika kadar de vam ettik ve jeep ile toplam 20-30 dakika gibi bir yolculuk ile hedefe ulaştık. Ara.ziye giriş yönümüze göre sol tarafa açık, sağ taraftan 90 derece dik bir kayalıkla kapatılmış geniş bir saha. Sağ taraftaki dik ve çok yüksek kayalığın orta kısımlarında (zeminden tahminen 200 metre yukarıda) bir yerde, ne aşağıdan çıkışı, ne de yukarıdan iniş yolu olan kale kapısı görünümünde, a.deta. kayaların kesil mesiyle yapılmış bir büyük kapı. Görünen sadece bu. Yanımızda kiler yapı hakkında fazla bir malOmata sahip değil. Zamanında bu kayaların içinde ve başka (muhtemelen arka) taraflardan girişi olan bir yapıdan ulaşılarak bu kapının yapıldığı, dolayısıyla giriş-çıkış için değil muhtemelen karşıdaki geniş alanı kontrol etmek için kullanıldığı intiba.ı veriyor. Bu enteresan yerde kısa bir süre kaldıktan sonra yine aynı yoldan ve aynı ma.cera. ile Zakataıa;ye döndük.
ŞEYH ŞAMiL Karanlık bastırırken şehrin kenarında Ruslar tarafından Şeyh Şa.mil'in baskınlarına karşı kurulmuş muhkem bir kaleyi gezdik. Bir yanda bir büyük devletin askeri imka.nıarını, ve diğer yanda 1 74
böyle bir devlete bu muhkem kaleyi inş4 ettiren Şeyh Ş4mil ile onun bir avuç neferini düşünerek bu kaleyl gezmek, Türk'ün mücadele gücü ve imanına olan inancımızı tazeledi. Kaleden ayrılırken GAiip Bey bu kaleyi restore ettirirek, çeşitli bölümlerini günün ihtiyaçlarına uygun kullanımlara açmayı çok istediğini anlatıyor. Bu arzu bize Bakü'dekl hayat dolu Kervan saray ile Türkiye'dekl sessiz ve ıssız benzeri tarihi yapıları birlikte hatırlatıyor. Akşam geç saatlere kadar yine Galip Bey'le birlikte olduk. Er tesi sabah Bakü'ye dönmemiz gerekiyor. Fakat bırakınız Bakü'ye dönmeyi Galip Bey neredeyse bizi Türkiye'ye bırakmıyacak gibi. Devamlı bizimle sohbet ediyor. Zakatala'da hiç değilse bir kaç gün daha kalmamızı istiyor. Galip Bey ertesi sabah konuk evine gelince, dün gece ken disine verdiğimiz hediyeler arasındaki "Tarih Dede" isimli (tarihi hik4yelerin anlatıldığı) ses kasetini dinlemek için çocuklarının çok geç saatlere kadar uyumadığını söyleyerek, böyle bir şeyin hazırlanmış olmasına takdir duygularını belirtti. Kahvaltıdan sonra bizi havaalanına kadar götürdüler. Bir gün önce bulunduğumuz (arabayla yaklaşık 2 saatlik mesafedeki) Gah şehrinden de bir grup uğurlama için havalanına gelmişti. Çoğu Komünist Partisinin ileri gelenleri olan bu insanların bize duy duğu sınırsız muhabbet, bizim onlardan ayrılırken yaşadığımız bu rukluk daha önceleri asla hayal edemiyeceğimiz bir şey. Öğle vakti Bakü'de olduk ve geçirdiğimiz 3 günlük mide yor gunluğunu atabilmek için o gün hiç bir şey yememeye karar ve rip otelde kaldık. 25 Şubat Pazartesi gününün öğleden öncesi aramızdaki kültür antlaşmalarıyla ilgni bazı hususları görüşmek üzere Bakan Yardımcısı Zülfigar Bey'in makamında geçti. Saat 1 4.00 -1 7.00 arasında bakanlık yetkilileri ile 1 991 yılı faaliyetlerinin takvimlen dirilmesi üzerinde çalıştık. 1 7. 1 5'de ise Başbakan'ın Kültür işlerinden sorumlu müş4viri Recep Aliev'i Başbakanlık Bi nasındaki mak4mında ziy4ret ettik. Görüşme sırasında kendisinden Başbakanlık nezdinde Azerbaycan'ın Türkiye ile olan kültür münasebetlerine destek ver1 75
mesini beklediğimizi ve özellikle Azerbaycan Medeniyet Nazırlığına tahsis edilecek bütçe imkanlarının artırılmasına des tek olmaları halinde, bu imkanın bizimle olan ilişkilere de maddi bir rahatlık sağlayacağını ifade ettik. Recep Bey bu konularda bütün gücüyle yanımızda olduğunu belirtti. Akşam Recep Bey bir yemek verdi ve yemekten sonra git memek konusunda kendisini kırmayacak noktaya kadar ısrar et memize rağmen, davetinden taviz vermeyerek saat 23.00'de bizi çay içmek üzere evine götürdü. Aslında çay bahane olup, asıl ga yesi; ailesi ve özellikle çocuklarının bizimle tanışmasını sağlamak tı. Aile bizim geleceğimizden tamamen habersiz olmasına rağ men, çok kısa bir süre içersinde hayret edilecek kadar zengin bir çay sofrası kuruldu. Fakat oradaki sohbete doyamadan (saat 1 .00'de başlayan sokağa çıkma yasağı sebebiyle) 24.00'den sonra ayrıldık.
İLMEK İLMEK ATATÜRK 26 Şubat Salı sabahı saat 1 1 .00'de Medeniyet Nazırı Polat Bülbüloğlu ve muavini Zülfigar İslamoğlu ile birlikte, Halı ustası Kamil Aliyev'in atölyesinde (aynı gün saat 1 7.00'de Bakü Halça MOzei'nde şeref köşesine konulacak olan) Atatürk resmi işlemeli ipek halının tezgahdan indirilmesi törenine katıldık. Üç tane halıcı kızın yardımıyla ve 8 aylık fiili çalışmayla, iki milyona yakın ilmek atılarak ortaya çıkarılmış nefis bir eser. Halının bir kenarına üç kızın isimlerinin tek sıra üzerine boydan boya yazılarak ebedileştirilmiş olması ayrı bir kadirşinaslık örneği. Saat 1 7.00'de aynı halının Halça MOzei'ndeki yerinde açılışı törenine katıldık. Törende bize özel bir ihtimam ve törenin şeref konukları m uamelesi sergilendi. Medeniyyet Nazırı Polat Bey' den sonra kendisinin talebi üzerine birer konuşma yaptık. Başlangıçta çok sade, kısa ve resmi yanı ağır bir kaç söz söylemeyi planlamışken, içerisinde bulunduğumuz duygusal ortamın sürüklemesiyle irticalen gelişen ve sadece bir kaç günden beri içerisinde yaşadığımız Azeri lehçesiyle süren konuşmamızın bilahere bize hediye edilen video kasetinden belirlediğimiz tam metni şöyleydi; 1 76
"Azerbaycan Cumhuriyetinin möhterem Medeniyyet Naziri, Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı muhterem insan, değerli büyüğümüz Namık Kemal Zeybek Bey'in gadim dostu ve Azerbaycan'ın mehriban evladı Bülbüloğlu - Polat Bey, onun kendi kimi mehriban yardımcıları, muavinleri, idare reisleri, şöbe müdürleri ve iş arkadaşları, bu gözel eserin güzide yaratıcısı möh terem Kamil Bey, ve Azerbaycan'ın dost insanları, size Türkiye'de yaşayan 60 milyon kardeşinizin selam ve möhebbetlerini arz edi rem. Bu bizim için fevkalade gözel bir tesadüf. Allah'a hamd edi rem ki; burada bulunduğumuz 1 5 günün son gününde böylesine manalı bir açılışta sizlerle gucak gucağayız, Allah'a hamdolsun. Biz sizlerle eyni yemekleri yiyen, eyni türküleri söyleyen, eyni şiirleri okuyan, eyni şeylere sevinen ve eyni şeylere ağlayan bir milletiz. Geyimlerimiz çoh ohşar birbirini, düşüncelerimiz çoh ohşar. Ve ele biliniz ki Türkiye Cumhuriyetinde 60 milyon dos tunuz vardır. Ve lisanımız . Dünyanın bir çok yerini gördük, bu bir beladır. Bir başka milletle danışmag, aniaşmag bir derttir. İlk defa geldiğimiz Azerbaycan' da hiç bir problem olmadan rahatlıkla birbirimizle danışdıg. Bu Allah'ın bize bir nimeti, lütfudur. Bu ko nuda şadız. Fakat lisanımızda bir balaca, lakin çoh yahşi, çoh gözel bir fark var. Biz anamızın erine, bizim bir böyük ulumuza "Baba" derik, siz "Ata" dersiz. Bu esrin başlarında, bundan 70 küsur yıl gabağ, Türkiye'nin etrefi bir kabusla örülmüş, yeddi tereften düşmen aç gurtlar kimi yutmağ içün Osmanlı İ mparatorluğu'nun serheddini sarmıştı. O günlerde bir veten şairi, adı Namık Kemal, Sayın Ba kanımızın adı ile aynı ama sadece bir benzerlik, bunun ızdırabı içerisinde bir beyit dedi : "Vetenin bağrına düşmen dayamış hançerini Yohmudur gurtaracak bahtı gara maderini" ve bir başka Kemal, Mustafa Kemal cevap verdi; "Vetenin bağrına düşmen dayasın hançerini Bulunur elbet gurtaracak bahtı gara maderlni" 1 77
Bu Mustafa Kemal, daha sonra o ülkeyi gurtarıp, bugünkü Türkiye Cumhuriyetini yaradan Mustafa Kemal'di. Biz o günlerin minne tine ona "Türklerin Babası" demek istedik, fakat sizin dilinizle dedik. "Atatürk" dedik. Bu çoh yahşi bir benzerlikti. Çünkü çoh yakındık. Ele dedik, Ele oldu. Tanrıya hamdolsun, bugün de bu rada onun çok nefis bir portresini, daha önce gezmiş ve defte rine de duygularımızı yazmış olduğumuz Baku Halça Müzel'nln baş köşesinde görüp, öyle bırakıp döneceğiz. Size hörmet, size möhebbet, size Türkiye' den gucah dolusu selamlar. Çoh sağ olun, çoh var olun. Ebediyyete gadar bu böyük medeniyyetinizle, bu böyük kültürünüzle, bizimle omuz omuza, yan yana, gucah gucağa yaşayın. Var olun." Biraz fazla duygulu bir insan olduğumu sıkılarak itirAf etmek zorundayım. Fakat bu yaradılış özelliğimin Azerbaycan' da ziyAde siyle ortaya çıkması bana zaman zaman zor anlar yaşattı. Yu karıdaki konuşmamın başlangıcında; - "Türkiye'de yaşayan 60 milyon kardeşinizin selam ve mu habbetlerini sunuyorum " derken , yine önüne geçemediğim bir duygu fırtınasına kapıldım. Yüreğim kabardı. Topluluk karşısında böyle bir hali yaşamak gerçekten zor şey. Fakat irısanın çok ehemmiyet verdiği, çok idealize ettiği, belki de kendi ömrü da hilinde gerçekleşmeyeceğini düşündüğü böyle bir buluşmayı dolu dizgin yaşamak karşısında duygularına hakim olması da pek ko lay değil. Konuşmamın ilerleyen bölümlerinde kendimi biraz to parladıktan sonra dinleyenler arasında da bazı nemli gözlere rastlamam beni biraz rahatlattı. Bu tören sırasında dikkate değer birisiyle karşılaştık. Mede niyyet Gazetesi Başyazarı Şahmar Ekberzade. Tören sonrasında Komünist Gazetesi Muhabirinin bizden bir beyanat alma çaba larına karşılık, ona karşı bizi korumaya alma gayreti esnasında Şahmar Beyle tanış olduk. Saat 1 9.00'da Gülistan Folklor eki binin bizim için düzenlenen gösterisini izledikten sonra, akşam aynı ekip ile birlikte ve yine G ülistan adlı yerde Bakü'deki son akşam yemeğimizi yerken Şahmar Bey'de yanımızda oldu. Hoş sohbet, bilgili ve şuurlu bir insan. Yemek sırasında nezih iki konuşma yaptı. 1 78
DÖNÜŞ YOLU 27 Şubat Çarşamba günü Bakü'den Moskova'ya sabah 8.30'da kalkması gereken uçak hava muhalefeti nedeniyle saat 1 3.00' den sonra kalktı. Havaalanından Medeniyet NAzırı Yardımcısı Zülfigar Bey ve Nazırlık yetkililerinden oluşan 6 kişilik bir grup tarafından uğurlandık. Bunlardan Medeniyet Üzre Elmi Metodik Merkezin Başbakan Muavini Bağırzade VAgif Mahmu doğlu herhangi bir problemle karşılaşmamız için bizi Moskova'dan yolcu etmek üzere bizimle birlikte geldi. Fakat ne hikmetse gelişimizde bizi Moskova'da karşılayan Alesker'in ertesi gün bl zimle Bakü'ye döneceğini bilmesine rağmen dönüş biletl işini hal letmemiş olduğu gibi, VAglf Bey'in de blzlmle Moskova'ya geleceği 2 gün önceden bilinmesine rağmen bileti alınmamıştı. Ona bilet temin etmek için havaalanında epey bir kargaşa yaşandı. Fakat hissettiğim kadarıyla bu defa bilet meselesi Alesker'in Moskova'da başvurduğu metodlarla değil de bize has ahbap-gönül ilişkileriyle halledildi. Akşam ü zeri u laştığımız Moskova'dakl Azerbaycan Mehmanhana'sında mütevazi bir yemekten sonra hem yorgun luk hem de val<tin geç oluşu nedeniyle hiç dışarı çıkmamayı ter cih ettik. 28 Şubat Perşembe günü 1 4.35'deki uça{lımız için öğle vakti havaalanına gittiğimizde, o gün İstanbul'dan hiç bir uçağın kal kamamış olması sebebiyle Moskova uça{lının da gelmemiş ol duğunu öğrendik. Büyükelçiliğimize telefon ettim ve Sa{llık Bakanı Halil Şıvgın Bey'in de beraberindeki heyet ile bugün İstanbul'a dönmek üzere Büyükelçilikte haber bekledi{lini ö{lrendim. Eğer İstanbul'dan bugün bir uçak kalkabilecek ise Sağlık Bakanı'nın da Moskova'da olması bizim için bir şans olabilirdi. Nitekim iki saat kadar sonra bizim İstanbul için havalanmamız icab eden saatlerde İstanbul'dan sadece Moskova için bir uçak hava landı{lını öğrendik ve yolcu kabulüne başlandı.
SON MACERA Bakü'de iken uzun yıllardan beri gönlümde yatan bir müzik aletini (Tar'ı) öz vatanından satın alma fırsatını bulmuştum. Me deniyet Nazırlı{lı bu tar ile ilgili olarak bana bir belge düzenleyip 1 79
vermişti. Bu belgede elimdeki tar'ın bir antika değer taşımadığı belirtiliyor ve tar'ın cepheden ve yandan çekilmiş iki resmi bulu nuyordu. Fakat bütün Tar'lar birbirine benzediği için belgedeki resim ler biza.tihi benim elimdeki Tar'ın resmi değilde, Medeniyet Na.zırlığındaki başka bir tar'ın resmi idi. Bu işlem tar aletinin Sovyetler dışına çıkartılmasında uygu lanan alışılmış bir muamele i miş. Benim tar'ın yan tarafında açıkca belli bir budak vardı ve resmi çekilen Tar' da böyle bir budak yoktu. Bunun gümrük çıkışında problem yaratabileceğini belirtmiştim. Fakat Azeri dostlarımız o kendilerlne has rahatlıkları ile "Darıhma, düzeler, heç bişe olmaz" demişlerdi. Bende fazla ısrar edeme miştim . Nitekim Moskova gümrük çıkışındaki memur gerek Tar'ı ve gerekse resimleri uzun uzun ve büyük bir dikkatle inceledikten sonra benim tar'ın yan tarafında gözle farkedilen bir budağın re simde bulunmaması nedeniyle bu resmin bu Tar'a ait olmadığını belirterek çıkışına izin vermedi. sadece Rusça konuşabilen gümrük meuıurunu Va.git Bey ikna. edebilecek gibi görünmüyor. Zaten kendisi kısa bir izah ve ikna gayretinden sonra bu işten vaz geçerek, Tar'ı Bakü'ye götürüp, bilahare başka bir yoldan bana intikal ettireceğini belirtti. Gümrük görevlilerinden açıkca çekiniyordu. Onlar da gerçekten kibar bir muamele sergilemi yordu. va.git Bey'i sıkıntıya sokmamak için Gümrük Memuru ile lngi lizce anlaşmayı denedim. Fakat Moskova'daki U luslararası Ha vaalanının gümrük memuru İngilizce bilmiyor. İngilizce bilir umuduyla gümrük memurunun a.mirini istedim. Geldi. O da bil miyor. Meramımı bizzat anlatabilmek için İngilizce bilen bir gö revlinin bulunmasını istedim. Buldular, ama yarım yamalak konuşuyor. Samimiyetle belgedeki resimlerin bu Tar'a ait ol madığını, fakat bütün tarların aynı olduğunu, elimdeki Tar'ın ise henüz bembeyaz olan gövdesi ve pırıl pırıl göğüs derisi ile yeni ma.mül olduğu ve antika bir değeri olamayacağının açıkca belli olduğunu anlattım. Görevlilerin karşısındakini anlamak gibi bir niyetleri yok. Ke sin hayır cevabını vererek tar'ı alıkoydular. Biz Va.git Bey'le bir1 80
likte gümrükten içeri geçip bagaj kabul sırasına girdik. Bir müddet sonra Tar'ın gümrükteki tezgah üzerinde sahipsiz ve korumasız kaldı!)ını görünce, görevlilere gidip "tarihi de!)eri oldu!)unu iddia ederek sınır dışına bırakmadıkları bu tar'ın buradan kaybolması halinde bundan kendilerlnl mesul tutaca!)ımı, onun için en do!)rusu Tar'ı bizim le vedalaştıktan sonra geri Bakü'ye. götürmek üzere Va.git Bey'e teslim etmelerini ve sorumlulu!)un VAgif Bey'e bırakılmasını" istedim. Aslında bunu isterken bir niyetim vardı. Fakat onlar bunu an lamayıp Tar'ı VAgif Bey'e teslim ettiler. VAgif Bey elinde Tar ile bagaj kabul kuyru!)unda bizimle birlikte adım adım ilerlemeye başlayınca niyetimi anlamış olmalılar ki gözlerini üzerimizden ayırmadı, hatta bir defa da gelip VAgif Bey'I ikaz ettiler. Fakat ben şansımızı denemek zorundaydım. Tar'ı Moskova'da bırakmaya gönlüm razı gelmiyordu. Aklımdan geçen planı VAgif Bey'e anlattım ve yakalanmamız halinde tarın sahipsiz kalma ması için, biz gümrükten tamamen geçinceye kadar oradan ayrılmayıp uzaktan bizi izlemesini rica ettim. Sıramız gelmeden biraz önce Va.git Bey ile kucaklaşmaksızın veda ettik. Çünkü gümrük memurları arkamızdan bizi görüyordu. VAgif Bey'in gümrük görevlilerine görünmeksizin bizden uzaklaşmasından sonra Tar'ı bagaj arabasına geçirip üzerine bir palto atıverdik. Bir kaç dakika sonra gümrükcülerin bir anlık dalgınlı!)ı sırasında Tar muhafazası içerşinde bagaj kabul bandı üzerinde içeriye do!)ru ilerlerken biz uzaktan Va.git Bey'e belirsizce ve zafer işaretiyle karışık el sallıyorduk. Do!)rusu bize böylesine mantıksız bir şekilde müşkülat çıkaran Rusları kendi evlerinde aldatmak tatlı bir zevk olmuştu. Tar'ımı Moskova'da bırakmamış olmanın tadı d� bu tatlının kreması gibiydi. Yolculuk boyunca THY, bütün gün Moskova havalanında sefalet çekmiş olan yolculara nefis bir servis sundu. Gerçekten birinci sınıf bir servisti. Saat 1 9.00'dan sonra Atatürk Havali manına inerken yolculardan yükselen alkışın şiddetini, daha önce hiç bir yurt dışı dönüşümde duymamıştım. Fakat daha önce Türkiye'ye hiç Moskova'dan dönüşüm olmamıştı. "Bu herhalde Moskova'dan dönüyor olmanın insanlar üzerinde yarattı!)ı psiko lojik fark" diye düşündüm. 1 81
GÖZLEM VE TESBİTLER 1
-
EKONOMİK KRİZ
Sovyetler Birliğindeki ekonomik kriz dışarıdan duyulanın, oku nanın ve bilinenin çok ötesinde. Tam bir buhran yaşanıyor. Nor mal bir vatandaş, medenT bir insan için gerekli şeyleri temin ve bunlardan medeni bir insan gibi istifade etmeyi düşünemez hale gelmiş. Mutlu bir sıradan vatandaşa rastlamayıp, temas imkanı doğan herkesten şikayet dinledik. Normal olarak rejimi savun ması beklenen (daha dün denecek kadar yakın bir zamana ka dar da öyle yaptıkları bilinen) parti yetkilileri bile zaman zaman rejimden, veya biraz daha ihtiyatlı olmak ihtiyacını duydukları du rumlarda kötü yönetimden şikayet mecburiyeti hissediyorlar. Komünizm tam anlamıyla çökmüş. Bir küçük tüccar mantığının yönetiminde dahi ülke için büyük ihraç ve gelir potansiyeli oluşturabilecek ve karmaşık bir teknolojiyi gerektirmeyen (ülkenin adeta bir tabii kaynağı durumundaki) havyar istihsali, sırf hav yarın ambalajlanacağı cam kaselerin yeterince imal edilmemesi gibi basit bir sebep yüzünden durma noktasına gelmiş. Mağazaların rafları bomboş. Bir tarafta ruble ile satış yapan bir mağazanın raflarında kazara birşeyler gören insanlar, onun ne olduğuna fazla önem vermeksizin, "biraz sonra bunu bulamam" düşüncesiyle o mala adeta saldırıyorken, öte yanda Amerikan Do larıyla satış yapan mağazalarda bazı şeylerin bulunması mümkün fakat ülke vatandaşlarının elinde dolar yok. 2
-
GORBAÇOV GERÇEGİ
Dış dünyanın, Glastnost ve Perestroika ile Sovyet halkına ver diklerinden dolayı halk arasında Devlet Başkanı Mihael Gorbaçov'a karşı bir sempati duyulacağı intibama rağmen, ülke deki gerçek durum hiç de öyle değil. Herkesin Gorbaçov'a kızmak için bir sebebi var. Kimisi bu politikalara rağmen ülkesinin bağımsızlık taleple rini zor kullanarak bastırmasına, kimisi ülkesindeki zenginlikleri yok pahasına merkeze transfer edip, bu zenginliklerini aldığı ülke sine yeterince merkez desteği verilmemesine kızgın. 1 82
Bu türden milli sebepleri olmayan Sovyet vatandaşları ise, eski günlerde glastnos ve perestroika olmamasına rağmen insanların aradıkları şeylerin hiç değilse bir kısmır:ıı, yine birkaç saat bek lemek pahasına da olsa bulabildiklerini, bugün ise herşeyden mahrOm olduklarını, dolayısıyla yeniden yapılanmanın sadece yeni bir masal olduğunu ifa.de ederek kızıyorlar. Tabii ki bu arada uygulanan politikalara karşı olan gruplar ile bu politikaların uygulanmasında çok yavaş kalındığını iddia eden grupların Gorbaçov'a karşı olma noktasında bir araya gelmeleri çok ilginç bir siyasi tablo oluşturuyor. Sanırım Gorbaçov, Sovyetlerin siyaset tarihine bugünden tam olarak tahmin edilmesi oldukça zor bazı imajlarla geçecek. 3
-
HALKINI SÖMÜREN DEVLET
Moskova'da bulunduğumuz kapalı mekanların tamamında aşırı bir ısıtma var. Kaldığımız yer uyuyamayacak kadar, ziyarette bulunduğumuz yerler ise 1 5 dakikalık ziyaretim izde rahatça otu ramayacak kadar sıcak olduğu için pencere açmak zorunda kaldık. Azerbaycan'da ise zengin petrol kaynaklarına rağmen kapalı mekanlarda hemen hemen hiç ısıtma olmaması nedeniyle git tiğimiz yerlerin pek çoğunda paltolarımızı çıkarmadan oturmak zorunda kaldık. Sadece bu örnek bile merkezi hükümet ile Bir liğe bağlı cumhuriyetler arasındaki ekonomik ilişkinin ne denli çarpıklaşmış olduğunun bariz bir göstergesiydi. Onbeş günlük seyahatimiz boyunca her adımımızda, her ne fesimizde bu adaletsizliği hissettik. Fakat bu hissiyatımızı belli et memek ve bu konuda zaten bir hayli hassas olan Azeri kardeşleri mizin duygularını daha fazla incitmemek gibi de bir mecbüriye timiz vardı. Çünkü onlar yetmiş yıldan beri bu a.daletsiz mua melenin muha.tabıydılar ve bu adaletsizliğe de hiç bir zaman ı:tlışıklık kazanamamışlardı. Çünkü onlar paltolarını çıkarmadan titreyerek oturdukları odalarında sadece sıcak yaz günlerinin öz lemini değil, aynı zamanda Azerbaycan petrolleriyle ısıtılmış çok uzaklardaki köşkler ve saraylarda keyf çalanları zihinlerinden hiç çıkaramamışlardı. 1 83
4
-
BİR GARiP KUR DÜZENi
Sovyetler Birliğinde dünyanın hiç bir yerinde görülmeyen bir döviz kuru politikası uygulanıyor. Devlet herhangi bir nedenle dö viz ödemesi söz konusu olduğu durumlarda 6 rubleye karşılık 1 Amerikan doları ödüyor. Devletin dövizi alması veya herhangi bir ödemenin devlete döviz ile yapılması zarOri olan durumlarda ise 1 .60 rubleye karşılık 1 Amerikan doları üzerinden işlem yapılıyor. Resmi işlemlerdeki bu çarpıklık serbest piyasa işlemleriyle bir arada düşünülünce iyice belirginleşiyor. Çünkü serbest piyasada 1 Amerikan doları her yerde 20 rublenin üzerinde, bazı yer ve za manlarda ise 30 rublenin üzerinde işlem görüyor. Yani bir yanda devletin dövizi alışı ve satışı arasında hiç bir ekonomik ifadeyle izahı mümkün olmayan büyük bir fark olup, bu büyük farklılık hiç değilse devletin dövizi verirken uyguladığı kurun gerçekçi olması gerektiği intibaı vermesine rağmen, hem serbest piyasadaki döviz kuru devletin alış kurundan 4-5 misli, satış kurundan ise 1 5-20 misli daha fazla, hem de serbest pi yasada bile belirgin bir istikrar yok. (Yukarıdaki rakamlar 1 991 Şubat ayına aittir. 5
-
ÖZ HALKLAR
•
ÜVEY HALKLAR
Azeri halkı ülkelerindeki üretim ve istihsalden merkezin is tifade etmesi ile merkezin ülkeye verdiği ekonomik destek arasında kendileri aleyhine çok büyük bir oransızlık olduğunu ifade ediyor. Ayrıca merkez ile cumhuriyetler arasındaki ekonomik ilişkinin her cumhuriyet için bu şekilde olmayıp, bu konuda bazı cumhu riyetlerin alenen kollanıyor olması Azeri halkını daha da rahatsız ediyor. Yani Sovyetler Birliği Merkezi tam otoriter bir baba, ama cumhuriyetlerin hepsi bu babanın öz evlatları değil. Mesela bir çok yerde, merkez tarafından Azerbaycan'dan alınan ile Azerbaycan'a verilen arasındaki oranın 4'e 1 olmasına rağmen, Ermenistan'dan alınan ile Ermenistana verilen arasındaki oranın tam tersine 1 'e 4 olduğunu dinledim. Azerbaycan ile Ermenis tan arasındaki sürekli sürtüşme nedeniyle böyle bir uygula manın Azeri halkı üzerinde yarattığı rahatsızlığı anlamak zor değil. 1 84
6
-
MERKEZ BABAi
Sovyetler Birliğindeki endüsriyel yapı ve organizasyon sürekli olarak bağlı cumhuriyetlerdeki milli kaynakların merkeze trans fer edilmesi ve böylelikle bağlı cumhuriyetlerin sanayileşmesine ve zenginleşmesine izin verilmezken, merkezin otomatik bir sis teme bağlı olarak ve haksız bir şekilde zenginleşmesi esası üze rine kurulmuş. Merkezi hükümet bu sonuca, bağlı cumhuriyetlerin hiç bir imalat sektörü dalında entegrasyona gitmesine fırsat vermemek ve buna bağlı olarak da cumhuriyetler arasında yapılması gere ken hammadde ve mamul mal ticaretini sistemin yapısı gereği merkez üzerinden geçirmek suretiyle ulaşmış. Mesela; tekstil sanayii için gerekli olan üç temel unsurdan pa muk istihsali, iplik fabrikaları ve nihayet dokuma fabrikalarının aynı cumhuriyet dahilinde gerçekleşmesine ve böylelikle hammadde, yarı mamul ve mamul ticaretinin aynı cumhuriyet dahilinde ta hakkuk etmesine izin verilmiyor. Pamuk üretimi A Cumhuriyetinde yaptırılıyor, iplik fabrikaları B Cumhuriyetinde ve dokuma fabri kaları da C Cumhuriyetinde kuruluyor. Sonra da merkezin kur duğu bu sömürü sistemi merkez için çalışmaya başlıyor. Önce A Cumhuriyetinden pamuğu yok pahasına alan mer kez bunu fahiş bir fiyatla iplik fabrikalarının bulunduğu B Cum huriyetine satarak ilk etapta bu transit işleminden, A Cumhuriyetinin pamuk üretimi süretiyle elde ettiği ve B Cumhu riyetinin iplik üretimi süretiyle elde edeceği gelir toplamından daha fazla bir kazanç sağlıyor. Sonra B Cumhuriyetinin ürettiği iplik yine yok pahasına merkeze alınarak, buradan yine fahiş fiyatlarla do kuma fabrikalarının bulunduğu C Cumhuriyetine satılmak sure tiyle aynı sömürü çarkı bir kez daha döndürülüyor. Daha sonra C Cumhuriyetinde imal edilen kumaş yine yok pahasına merkeze alınarak, buradan pamuk üreticisi A Cumhuriyeti ile iplik imala,tcısı B Cumhuriyetine ve diğer cumhuriyetlere yine fahiş fiyatlarla satılmak suretiyle çarkın dönüşü tamamlanıyor. Tabii ki bu arada Birliğin hammadde deposu yapılacak cum huriyetler ile sanayi tesislerinin kurulacağı cumhuriyetler de mer kezin yine belirli bir hesabına göre seçiliyor. Çünkü imalat 1 85
sanayiine sahip olmak, hammadde deposu olmaya kıyasla ge lecek için her bakımdan daha avantajlı. Bu avantajı bilen mer kez, toplam olarak Birlik nüfusunun bir çeyreğini oluşturan ve tarihde bu topraklar üzerinde çok güçlü devletler kurmuş ve asırlarca yönetmiş olan Türklerin yoğunlukta bulunduğu cumhu riyetlere (ileride önemli bir ekonomik veya siyasi güç haline gel memeleri için) planlı bir şekilde hammadde ambarı rolünü veriyor. 7
-
YENİ TÜRK ALFABESİ
Henüz ortada kesinleşmiş bir resmi karar bulunmamasına rağmen Azerbaycan' da yeni Türk harfleri günlük hayata girmeye başlamış. Bazı yerlerde bu harflerle yazılmış ibarelere rastlanıyor. Bazı mağazaların tabelaları, bazı şehirlerin girişindeki " . . . . . . şehrine hoş gelmişsiniz" ibareleri sadece bu harflerle yazılmış. Zaten yönetim kademeleri de batının en gelişmiş ülkelerinln bilim ve teknoloji lisanlarında kullanılan bu alfabeye geçişin, çağı yakalamakta daha fazla gecikilmemesi için zaruri olduğu inancında. Ayrıca Azerbaycan ile hemen hemen aynı lisanın konuşuluyor olduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin aynı harfleri kullanması sebebiy le, Türkiye'deki bilim ve teknoloji birikiminden çok büyük bir ra hatlıkla istifade imkanına kavuşulacak olması, Azeri halkını, yönetimini ve bilim çevrelerini bu yöne sevkeden en 9nemli amil. Bu noktada Azerbaycan nüfusunun Türkiye'nin 1 /S'i kadar ol masına rağmen Azerbaycan'daki Yeni Türk alfabesini bilen in san sayısının Türkiye'deki kril alfabesini bilen insan sayısından kıyaslanmıyacak kadar fazla olduğunu belirtmekte fayda görüyo rum. 8
-
BİR KÜLTÜR DÜNYASI
Azeriler genel olarak çok yüksek bir kültüre sahip olduklarının idrakinde ve bununla haklı olarak övünüyorlar. Azerbaycan 'da kültür adeta herşeyin temeli gibi. Hayat ve olaylar Kültür etrafında dönüyor. Herkes Kültür dünyasının içinde ama Kültür'ü kendi sine hayat gayesi haline getirmiş kişiler ayrı bir itibar görü yor. 1 86
T.C. Kültür Bakanlığı tarafından yeni Türk harfleriyle basımı yeni tamamlanmış olan Prof. Dr. ŞAmil Allahverdi Cemsidov'a ait Kitab-ı Dede Korkud adlı eserden bir kaç nüshasının tarafımızdan Azerbaycan'a götürülerek kitabın yazarı'na hediye edilişinin Te levizyon ana haber bülteninde yer alması, Azerbaycan'da kültüre verilen önemi vurgulaması bakımından çarpıcı bir örnektir. 9
-
EN KIYMETLI ŞEY "DOLAR"
Etrafımızdaki Azeriler birbirleriyle son derece candan ve samimi, birbirlerine kardeşten öte bir yakınlık içindeler. Samimiye tin bu kadar fazla olduğu böylesine geniş dost ve arkadaş grup larına başka ülkelerde rastlamanın mümkün olmadığı inancındayım. 15 gün süresince etrafımızda bulunan insanlardan sadece 3 kişinin fakat sadece bir tek konuda diğerlerine karşı samimiyet ve açıklıktan uzaklaştığını gördüm. Bunlar özellikle görev gereği yurt dışı temasları olan kişilerdi ve samimi olmadıkları husus ise diğerlerine duyurmadan bizim Amerikan Dolarımızı Sovyet Rub lesine çevirmek gayretleriydi. Bunu da yine gayet usulünce ve alçalmadan yapıyorlardı. Bu durumu şahsen çok normal karşıladım. Çünkü, görevleri gereği zaman zaman yurt dışına gidiyorlardı ve Sovyet Ruble sinin dışarıda konvertibilitesi yoktu. Çok düşük ücretlerle istih dam edilen bu insanlar gelecekteki muhtemel bir yurt dışı görevi için önceden tedbir alıp Amerikan Doları temin etmeye, böylelikle gittikleri yerlerde sıkıntı çekmemeye çalışıyordu. Sanıyorum bu nun temelinde biraz da yurt dışına çıkınca ellerindeki dolar ile ülke lerinde bulunmayan bazı ihtiyaçlarını temin etme ve çoluk çocukfarına ufak tefek hediyeler alma arzusu vardı. 10
-
YANILTICI BİR ATALET
Çeşitli vesilelerle temas kurduğumuz Azeri dostlarımızın, so rumluluklarına verilen bir işi yapmakta genel olarak yeterince ti tiz olmadıklarını gördüm. İşlerin kendiliğinden hallolacağına dair anlaşılmaz bir inançları var. Her şeyi zamana veya en son Ana bırakıyorlar ve bu kendilerini hiç rahatsız etmiyor. Bu alışkanlıkları yüzünden sürekli karmaşıklıkla ve zor durumlarla karşılaşıyorlar. 1 87
Fakat bu yüzden yaşadıkları açıkca belli olan hiç bir sıkıntı, bir sonrası için ders teşkil etmiyor. Sırf bu alışkanlıkları nedeniyle, bizim konuları takip hususunda gösterdiğimiz titizlik karşısında Azerbaycan'da en çok duyduğumuz söz "Darıhmayın, düzeler, Allah goysa düzeler" ifadeleri oluyor. Ancak, bana göre bu MI Azerilerin normal yaratılışını yansıtmıyor. Onlar aslında daha cewal ve daha pratik bir yapıya ve kafaya sahipler. Fakat yılların birikimi, yılların eli-kolu bağlılığı bu duruma sebep olmuş. Azerilerin dış dünyaya ve özellikle Türkiye'ye açılmaları devam ettikçe, zaman içerisinde bu olum suz görüntü ortadan kalkacaktır. 11
-
TAMATA
Azerilerin kendilerine has çok güzel bir masa töreler! var. ister küçük isterse büyük bir grup halinde olsun, masaya oturulunca, grupdan birisi, adeta. meclistekl herkesin müşterek sesi gibi, mec liste bulunanlar arasında yaşı, mevkii, söz söyleme ve bir mec lisi idare etme kaabiliyeti bakımından en uygun kişiyi o masanın "Tamata"lığına teklif ediyor, ve herkes bunu tasdik ediyor. Sonra Tamata kısa bir konuşma ile sohbeti açıyor. Tamata bu konuşmasının sonunda konuşmayı getirdiği belirli bir husus şerefine kadeh kaldırıyor. Eğer mecliste bir veya daha fazla ko nuk (gonağ) var ise ilk konuşma o konuklar üzerine dönüyor ve ilk kadehler konuklar için kalkıyor. Tamata şayet dilerse bundan 5-1 0 dakika sonra bir veya iki konuşma daha yapabiliyor, ve o konuşmasının sonunda artık her kesi üret (yürek) sözünü demeye davet ediyor. Bundan sonra S- 1 0 dakika gibi aralıklarla isteyen söz alıp ürek sözünü söylüyor ve kadehler sadece bu konuşmalardan sonra hep birlikte kalkıyor. Özellikle Türkiye' den gelmiş iki gonağın bulunduğu masalarda zaman zaman son derece etkileyici, unutulması zor konuşmalar yapılıyor. Bu tür masaların bir çoğundan ağlamadan ayrılmak çok zor, bazılarından imka.nsız oldu. Özellikle konuklar ve kadınlar ile, milli ve manevi değerler için kaldırılan kadehlerde herkesin ayağa kalkıyor olması ve sözünü 1 88
ettiğim konuşmaların dışında da yine masada hiç kimsenin ferdi sohbete girmeyip, oturduğu yerden bile olsa belli bir mevzuda konuşan kişinin herkes tarafından dinlenmesi çok dikkatimi çekti. 12
-
NAMIK KEMAL ZEYBEK SEVGİSi
Azerbaycan'da Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı Na.mık Ke mal Zeybek adının etrafı olimpiyat halkaları gibi iç içe geçmiş bir sevgi, saygı, muhabbet, hayranlık ve umut çemberiyle çevrilmiş. Burada belki sadece (umut) ifddesi bir parça izdha muhtaç. Bu radaki umut Enver Paşa'ya beslenen umut ile karıştırılmamalı. Azeri halkı Na.mık Kemal Zeybek adıyla birlikte hayatına güzel bir şeyler girdiğini görüyor. Onl�rın kapalı kapıları belki bir gün nasıl olsa açılacaktı. Fakat onlar, açılan bu kapının Namık Kemal Zeybek'in tedbirli kişiliği ile organize ettiği kültürel ilişkiler sa yesinde, herhangi bir gıcırtıya meydan vermeden en güzel şekilde çalıştırıldığını görüyorlar. Böylelikle hayatlarına daha büyük güzel likler katılacağına, hayatlarının en büyük özlemlerinden biri olan Türkiye'yi görme konusunun çok yakın bir gelecekte onlar için mesele olmaktan çıkacağına, varlığını bilip yüzünü göremediği bir çok akrabasıyla kucaklaşacağı ve hasretlerinin dineceğine umutlular. Belli bir bölümü Na.mık Kemal Zeybek adı etrafında dönme yen sohbet toplantısı yok gibi. Bunda belki biraz bizim orada bu lunmamızın da (mevzuya çağrışım bakımından) payı olduğunu teslim etmek doğru olur. Fakat bu husustaki konuşmaların coşku ve yürektenliğini hiç kimsenin orada bulunuşuyla izdh etmek mümkün değil. Bunun iza.hını sadece hadisenin kendi özünde ara mak gerekir. Hayatları adeta alkollü içkiler tarafından abluka altına alınmış ve tüm ikazlara rağmen kendisi için bunu tabii görüp, bundan hiç vazgeçmeyecekmiş gibi görünen Azeri halkı, Na.mık Kemal Zey bek'in 9 Ocak 1 99 1 tarihli Medeniyyet Gazetesinde yayınlanan röportajında "Dünyada zövg aldığınız musigi, çalgı aleti, edebi janr ve içki hansılardır?" sorusuna karşılık, "En çok sevdiğim mu sigi halg mahnıları, zövg aldığım çalgı aleti saz, vurulduğum edebi janr poeziya, doymadığım içki Allah'ın yarattığı sudur." cevabını büyük bir hayranlıkla dilden dile aktarıyorlar. 1 89
DEGERLENDİRME VE ÇIKARILAN SONUÇLAR 1
-
ÇÖKÜŞ MÜ? KURTULUŞ MU?
Sovyetler Birliği 1 9 1 7 lhtila.linden bu yana görülen en büyük siyasi istikrarsızlıkla birlikte büyük bir ekonomik çöküşü yaşıyor. Fakat bu herhangi bir küçük devletin ekonomik çöküşü ile karıştırılmamalı. Herhangi bir küçük devletin ekonomik çöküşünü durdurmak için istifade edilebilecek vasıtalar pek fazla olmaya bilir. Ama Sovyetler Birliği çok büyük bir coğrafya ve zengin bir kültür üzerine kurulu. Yukarıda bahsedilen türden bir çok dev letin ekonomik çöküntüden çıkmasına yetecek zenginlikte tabii kaynak ve birikimlere sahip bir devlet. Ancak bunun başarılabil mesi için temelde Sovyetler Birliğinin nelerden vazgeçip nelere iyi sahip çıkması gerektiğine bir an önce karar vermesi ve bunu uygulamaya koyması gerekir. Çünkü artık şu açıktır ki Sovyetler Birliğinin bugünkü şekliyle devamı imkansız hale gelmiştir ve Bir lik artık birşeylerden vazgeçip, buna karşılık birşeylere iyi sahip olma kararıyla ve bunun acilen icrası gereğiyle karşı karşıyadır. Şayet bu başarılırsa Birlik, kademe kademe tesis edeceği siyasi istikrarla birlikte, yaşanan ekonomik çöküntüyü de kademe ka deme aşacaktır. Ancak Birlik bunu yaparken tarihinin hiç bir dö neminde görülmemiş bir ölçüde diğer dünya ülkeleriyle temas ve işbirliği zarOreti ile karşı karşıyadır. Sovyet yöneticilerinin daha şimdiden fazlasıyla heveskar göründüğü bu konu aslında onlar için tarihi bir zaruretten başka bir şey değildir. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti diğer ülkelere kıyasla fev kalade avantajlı bir mevkiide bulunmaktadır. Hem Sovyetler ile müşterek bir denizimiz var, ve hem de Sovyetlerin yine bu deniz vasıtasıyla dünyaya açılan yolları Türkiye üzerinden geçmekte dir. Birlik ile ayrıca her türlü temasın gerektirdiği ihtiyaçları gi derebilecek bir kara sınırımız var. Bütün bunlardan daha önemlisi Birlik dahilinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin nüfusu kadar veya bir diğer ölçü ile Birlik nüfu1 90
sunun % 20-25'i oranında (toplam nüfusun 1 /4'üne yakın oranda) Türk nüfusu yaşamakta ve bu topluluklar ülkemizin Sovyetler Bir liği ile kuracağı her türlü mündsebet için sağlam bir köprü olmayı beklemektedir. Türkiye bu büyük ve tarihi fırsatı, hem kendi menfaatleri, hem de hemen yanıbaşında yaşanmakta olan büyük bir istikrarsızlığın bir an önce giderilmesi açısından, her alanda en üst seviyede değerlendirmeli ve Birlik bu istikrarsız günlerlnden çıktığında hem devletlerimiz, hem de halklarımız arasında diğer dünya ülkele rinden biraz daha özel, kalıcı bir llişki ve dostluk mutlaka tesis edilmiş olmalıdır. 2
-
YARIN KİMİN OLACAK?
Sovyetler Birliğindeki yumuşama ve yeniden yapılanma po litikalarının sembolü haline gelen Gorbaçov dış dünyada geniş bir alaka ve sempatiye konu olurken, Birlik dahilinde şiddetli bir muhalefetle karşı karşıya bulunuyor. "Gözlem ve Tesbitler" bölümünün 2. maddesinde de ifade edildiği üzere, pek çok kişinin Gorbaçov'a karşı olmak için bir sebebi var. Bu sebepler farklı farklı olabilir, ama hepsinin Gorbaçov'a muhalif olmak gibi kendilerine göre cazip bir müştereği var. Dozunu gittikçe artıran bu muhalif kitleler karşısında Gorbaçov'un, yarının yeniden yapılanmış Sovyetler Birliğindeki yerini bugünden tahmin etmek pek kolay değil. O nedenle Birlik ile olan ilişkilerini sadece Gorbaçov ismi üzerine yığan ülkeler ve liderler, yarının Sovyetler Birliğindeki beklenmedik bir değişiklik karşısında açmaza düşecekler, fakat Sovyetler birliği ile olan ilişkilerinin muhteviyatlarını, Birlik yönetimindeki muhtemel değişiklikler karşısında, kurulan ilişkilerin bundan zarar görme yeceği bir tarzda düzenlemeyi başaran ülkeler ve liderler ise yol larına devam edecektir. 3
-
AKILCI BİR KUR GEREGİ
Pazar ekonomisine geçme iddiasındaki Sovyetler Birliği yö netimi, ülkede uygulanan garip kur politikası ile bunun imkdnsız olduğunun farkında değil görünüyor, veya gidebildiği yere kadar bu uygulamayı devam ettirmedeki ısrdrı ile bu konudaki geliş191
melerin önüne aşılması imkansız bir engel koyarak, bazı muhalif grupların eline haklı bir koz veriyor. Hiç kimse, (1 ABD dolarının gerçek piyasa değerinin 20-30 ruble arasında olduğunu bildiği halde) bilahare Devlet ile 1 ,60 rub leden işlem görecek 1 ABD dolarını kazanmak için hiç bir türden malı ülke dışına satmaya gönüllü olamaz. Yahut en azından böyle bir şeye gönüllü olmak için satacağı malı bedavaya maıetmiş ol ması gerekir. Çünkü 1 .60 rublenin Sovyetlerdeki gerçek alım gücü sıfıra çok yakın bir değer. Ortada böyle bir handikap varken Sovyetlerde pazar ekono misine veya en azından uluslararası serbest ticarete geçilmesi düşünelemez. Ki akılcı bir uluslararası serbest ticaret, Sovyetle rin bu istikrarsızlıktan çıkışını temin edecek en önemli amiller den birisi olacaktır. 4
-
AÇIKLIK VE YUMUŞAMA (AMA H ERKESE Mi?)
Dış dünya'ya çok sık yansıyan "Açıklık ve Yumuşama" nu tuklarına rağmen, Sovyetler Birliğinde hala Devletin ve Kızılordu'nun özellikle Türk toplulukları üzerinde hiç gevşemeyen bir kontrolü var. Bakü'de iken kaldığımız otelin hem giriş kapısında, hem de on metre sonra ulaştığımız asansörlerin önünde nöbet tutan as kerler tarafından her girişimizde iki defa kimlik kontrolünden geçiriliyorduk. Bu muameleye ise sırf Azerilere benzediğimiz (yani Türk olduğumuz) için muhatap oluyorduk. Genel görünüşünden Türk olmadığı anlaşılan (Rus, Çinli, Japon, Amerikalı gibi) başka milletlere mensup insanlar için kimlik kontrolüne gerek görülmüyordu. ·
Yine 1 9 Ocak 1 990 mitinginin yapıldığı muazzam büyüklükteki meydan bir daha böyle bir şeye imkan vermemek için kalın bir zincir ile çevrilerek 1 4 aydan beri yaya ve taşıt trafiğine kapatılmış. Fakat adeta bu savunmasız halk karşısında Rus askerinin gücünü ve hakimiyetini ispatlamak istercesine koskoca meydan karşılıklı iki köşesinde ikişer taneden sadece 4 asker ile koruma altına alınmış. Sadece 200-250 metrelik bir yürüyüşle bu meydanı karşıdan karşıya geçebilecek insanlar, her seferinde 400-500 metre 1 92
yürümek zorunda kalıyorlar. Biz Ankara'da kesin trafik kurallarına rağmen 20 metre ilerdeki yaya geçidine gitmek yerine, 20 metre fazla yürümemek için önümüze ilk gelen yerden karşıya geçmeyi tercih ederken, Bakü'lüler her gün bu büyük meydanı büyük bir sabır ve sükunet ile (gelecek güzel günlerin hayaline sığınarak) bir kaç kez etrafından dolaşıyorlar. Sovyetler Birliği ve bağlı Türk Cumhuriyetleriyle münasebet lerde bu gerçeğin hiç bir zaman gözden uzak tutu1maması ve bu cümlepen olmak üzere Devletin her kademesindeki sorumlu kişilerin Sovyetler Birliği ve Türk Cumhuriyetleriyle ilgili tavır ve beyanlarını belirlerken, Birlik nezdindeki Türk Cumhuriyetleri ve halkına sıkıntı getirecek, yahut Sovyet yetkililerini Türkiye Cum huriyetine ve Birlik nezdindeki Türk Cumhuriyetlerine karşı daha titiz ve şüpheci davranmaya sevk edecek tavır ve beyanlardan dikkatle kaçınması gerekir. 5
-
TÜRKİVE'VE BAKIŞ
Azeri halkı bir asırdan beri devam eden çok sıkıntılı hayatlarına rağmen yüksek bir kültür düzeyi içerisinde yaşamayı ve bu kültürü korumayı başarmış. İşin daha da güzel yanı bu yüksek kültür değerlerinin bariz bir şekilde bilincindeler ve bununla haklı ola rak öğünüyorlar. Ayrıca Azeriler insani ilişkilere çok önem veriyor ve ilişkide bulunduğu insanı (özellikle Türkiye' den gelmişse) sürekli bir tet kike tabi tutuyor. Fakat bu tetkikin ötesindeki temel ve genel kanı, Türkiye' de her şeyin çok güzel olduğu, kurulmuş sistem ve mües seselerin fevkalade iyi çalıştığı, insanların gelişmiş ve çağa uy gun bir kafa yapısına sahip olduğu, Türkiye'nin ve Türkiye halkının, Azerbaycan'a ve Azerbaycan halkına karşı kardeşçe duygular içerisinde olduğu yolunda. Bu nedenle özellikle resmi münasebetler çerçevesinde Türkiye'den Azerbaycan'a gönderilecek şahısların tesbitinde çok titiz davranılmalı, isabetsiz bir tavır veya ifadesi ile oradaki in sanların duygu ve düşünce dünyalarını olumsuz etkileyecek, Türkiye ile ilgili müsbet kanaat ve düşüncelerine istihfam katacak şahıslar hangi sebeple olursa olsun gönderilmemeli dir. 1 93
6
-
H ER SAHADA İŞBİRLİGİ GEREGİ
Ekonomide ve sosyal hayatta kapsamlı bir dışa açılma süre cine hazırlanan Azerbaycan, haklı olarak öncelikle Türkiye'den bir çok konuda işbirliği ve destek bekliyor. Türkiye ile Azerbay can arasındaki hayat standardı ve sosyo-ekonomik seviye farkının çok büyük olmasına bağlı olarak, şüphesiz ki konuların ehem miyet derecesine drur değer yargılarımız da farklılık arzetmektedir. Bu sebeple Azerbaycan ile olan ilişkilerimizde meseleleri sa dece kendi ölçülerimize göre değil, aynı zamanda onların ölçüle rine göre de ele alma alışkanlığı kazanmalıyız. Özellikle devlet yetkilUeri, bizim için çok küçük ya da önemsiz gibi görünen bir işbirliği veya yardımın Azerbaycan için bazen çok büyük ma.na.lar ifa.de edebileceğini unutmamalı ve bazı işbirliği ve destek proje lerini, çok küçük veya önemsiz olacağı gibi yanlış bir yargı ile ic raat safhasına koymaktan kaçınmamalıdır. Çünkü küçük veya büyük her türlü işbirliği ve desteğimiz mutlaka Azerbaycan için bizim düşüneceğimizden daha fazla anlam taşıyordur.
MESELELERİ ÇÖZÜCÜ OLMALIYIZ "Gözlem ve Tesbitler" bölümünün 1 0. maddesinde de belir tildiği üzere AzerTierin genel olarak sorumluluklarına verilen bir işi yapmada gösterdiği titizlik vasatın çok altında. Bu belki de bir kaç nesilden beri içerisinde bulundukları zor yönetim şartları se bebiyle istedikleri hiç bir şeyi gönüllerince çözememiş olmanın tabii bir sonucudur. 7
-
Türkiye'de Azerbaycan ile her sahada ilişki kuran ya da ku racak olan resmi veya özel kuruluş ve şahısların, bu gerçeği ve onların sıkıntılarla dolu bir yönetim çarkı içerisinde bulunduğunu daima dikkate alarak, aramızdaki münasebetlerle ilgili mesele lerin çözümünde onlardan çok fazla şeyler beklememesi, mese lelerin çözümündeki daha büyük sorumluluğun bizim omuzları mızda olduğunu unutmaması gerekir. 8
-
T ARİHI SORUMLULUGUMUZ
Yaşadığımız dönemde idrak edilen Türk - Sovyet mündse betleri 2 1 . asırdaki bir· çok oluşuma belirli şekiller vererek her iki ülkenin tarihine, muhtemel yan ve dış tesirleriyle de Dünya Ta rihine geçecektir. 1 94
Bunu, tarit; ;,;üzergahı üzerinde bir kaç metre dahi geri ge tirilemez seyahaiine çıkmış bir trene benzetmek mümkün. Bir ara istasyonunda, karanlık bir odaya kapatılmış ve bu trenin sadece sesini duymak imkanına sahip azeri halkı bile, bu tarihi fırsatın idrakinde ve bundan azami şekilde istifade etme çabasında iken, Türkiye'de resmi ya da özel sıfatla iktisadi - sosyal - siyasi ve kültürel sahalarda Azerbaycan ile ilgilenmek durumunda bulu nanların, bu trenin seyahati ile her iki ülke adına en güzel he deflere ulaşılması yolundaki çabalarda imhalkar kalmaları, Türkiye adına affedilmez bir hata olacaktır. Bu tren seyahatini mutlaka tamamlayacak, fakat bu seyahat süresince geçecek hiç bir gün bir daha geri gelmeyecektir. Onun için, bu konudaki yetkili, sorumlu ve ilgililerimizin, sözkonusu ta rih treninin seyahat şekline ve istikametine bigane kalarak geçir dikleri her gün, tarihin bizim için yazacağı ayrı bir günah sayfamız olacaktır. 9
-
SANAT KÖPRÜSÜ
Azerbaycan seyehatinden önce, Sovyetler Birliğindeki Türk Cumhuriyetlerine ses sanatçısı göndermek şeklindeki münase betlerimizin bir an önce tamamlanması ve bu noktadan daha ciddi münasebetleri ihtiva eden noktalara bir an önce ulaşılması ge rektiğini düşünüyordum. Fakat orada gördüm ki Türkiye'deki ses sanatçılarının Azerbaycan'da çok özel bir yeri var ve bu sanatçılar her iki ülke halkı arasındaki önemli köprülerden birisi. Kendi ses sanatçılarından sadece en seviyeli ve kaliteli müziği sunanlar Azeri halkı arasında bir yer edinebiliyorken, bir konseri, bir filmi veya bir kaseti Türkiye'den Azerbaycan'a ulaşmış her sa natçı hangi müzik türü ile seslenmiş olursa olsun, Azerilerin gönlünde erişilmez bir taht kurmuşlar. (İbrahim Tatlıses'den Barış Manço'ya, Emel Sayın'dan Sezen Aksu'ya kadar) Azeri halkının bu çoşkusu karşısında, (iki ülke arasındaki diğer münasebetler hangi ciddi boyutlara ulaşmış olursa olsun) Türkiye'den gönderilecek çeşitli ses sanatçılarının Azerbaycan'da konserler vermesine devam edilmelidir. Hatta Türkiye'deki sa natçılar bunu sadece resmi ilişkiler çerçevesinde ve sadece Dev let tarafından gönderilen bir sanat elçisi olmak kalıplarında 1 95
düşünmemeli, yaşanmakta olan yumuşama ve açıklık ortamında özel ilişkiler suretiyle düzenlenecek daha çok sayıdaki konser ve turnelere yönelmelidirler. 1O
-
KARABAG AŞKI
Azerbaycan seyehatından önce, Azerbaycan'ın Dağlık Kara bağ Bölgesi ve Sovyet Merkezi Hükümetinin bu bölgeyle ilgili probleme yaklaşımı konusunda derin endişeler taşıyordum. Özel likle Baltık Cumhuriyetlerine karşı ne denli sabırkar davrandığı bilinen merkezi hükümetin , Azerbaycan'daki 1 9-20 Ocak 1 990 olaylarını bastırma tarzı, Dağlık Karabağ Bölgesiyle ilgili endişelerimi daha da artırmıştı. Fakat orada gördüm ki Dağlık Karabağ Bölgesi meselesin! Azerbaycan aleyhine sonuçlandırmak, hiç bir dünyevi güç için ko laylıkla başarılabilecek bir iş değildir. Çünkü gördüğüm ve tanıdığım Azeri halkının karabağ için yapabileceklerine bir sınır çizmek mümkün değil. Karabağ Azerilerin en büyük, en kutsal aşkı. Türkülerinde, mahnılarında, şiirlerinde, sohbetlerinde hep Karabağ. Terevizyon haberlerinde istisnasız herkesi sukOta geçirip, hatta ayağa kaldıran tek husus ancak Karabağ ile ilgili bir haber. Bir ara, sırf konuyu özel bir sohbete dökmüş olmak için Azeri dostlardan birine sormuştum : - Karabağ sizin için neden bu kadar önemli? Türkülerinizde, şiirlerinizde, oyunlarınızda ve sohbetlerinizde hep Karabağ var. Gözleri sonsuzluğa doğru gitti. Sanki o an Karabağı görmekte olduğunu hissettim. Kısa bir müddet öylece kaldı ve sonra derin bir iç çekişiyle birlikte bir karşı soru yöneltti; - Türkiye'nin en gıymetli yeri hansıdır? - Vatan toprakları üzerinde kıymet mukayesesi yapılmaz, her karışı çok kıymetlidir. Belki tam olarak umduğu cevabı alamamıştı ama o devam etti; - De ki Antalya, duymuşum, bilirem. Hem cennet kimi gö zeldir, hem torpağı verimli. Hem Dünyenin turisti geler, hem siz gidip istirahat eylersiz. Siz heç Antalya'yı Yunan'a verirsiz mi? 1 96
Bunu söylerken yüzünün bütün hatları yay gibi gerilmişti ve bu Karabağ ile ilgili olarak sadece bir dost merakına verilen ce vaptı. Karabağ ile ilgili bir düşman talebine karşı verilecek ce vabın ve yapılacak fedakarlıkların sınırını düşünmek çok zor. Artık hiç bir gücün Karabağ'ı Azerbaycan'dan koparabileceğine inanmıyorum. 11
-
TÜRKiYE
•
ERMENİSTAN DİYALOGU
Azeriler, Türk mllletlne mensObiyetin verdiği hasletlerinden ötürü, kendileri Ermeniler için aynı şeyleri düşünmemekle birlikte, Ermenilerin kendilerine karşı fevkalade düşmanca tavır ve niyetler içerisinde olduğuna inanıyorlar. Hayatiyetlerine ve istikballerine yönelecek en Acil ve en tahrib edici kasdın, en muhtemel kay nağı olarak Ermeni varlığını düşünüyorlar. Bu nedenle Ermenl lerden ve Ermenistan'dan gelecek her türlü aksiyona karşı büyük bir hassasiyet ve da.imi bir teyakkuz halindeler. Türkiye Türklüğü ise Azeri halkının en Mlisane duygularla baktığı ve yöneldiği, adeta kan kardeşi gibi gördüğü bir toplum. Azerilerin, Ermenilere ve Türkiye'ye yönelik bu taban tabana zıd duygu ve inançları, Türkiye'ye Ermenistan ile ilgili' meselelerde son derece titiz ve dikkatli davranma gibi bir sorumluluk getir mektedir. Uluslararası ilişkilerin fevkalade genişlediği ve giriftleştiği günümüzün dünyasında belki " Dostumun düşmanı benim de düşmanım" olmayabilir. Fakat dostumun düşmanı ile olan ilişkilerimin, diğer normal ilişkilerime göre bir husOsiyet taşıyacağı da muhakkaktır. Bu nedenle Türkiye'nin Ermenistan ile olan münasebetlerinde özellikle Azeri halkının Türkiye'ye yönelik duygu ve düşüncelerini sukOta uğratabilecek platformlarda bu lunmaktan dikkatle kaçınılması gerekir. 12
-
GÖNÜLDEN GÖNÜLE KÖPRÜLER
Nahcıvan ile Türkiye'yi Aras nehri üzerinden birbirine bağlayacak olan köprü projesi, sadece Azerbaycan ile Türkiye arasındaki ulaşıma getireceği rahatlık bakımından değil, aynı za manda Azeri halkının Türkiye'ye yönelik duygularının adeta fiziki bir simgesi olması bakımından Azerbaycan'da büyük bir alaka ile karşılanıyor. Bu nedenle, anılan konunun önemi bu proje ile 1 97
alakalı kadro ve kuruluşlara en iyi şekilde izah olunarak, halle dilmesi büyük çapta Türkiye'nin elinde olan bu işin mümkün olan en kısa sürede tamamlanması gerekir. Ayrıca yine Aras nehri üzerinden SQvyet ve Tran Azerbaycanını birbirine bağlayan Xll . ve Xlll. Asırda inşa edilmiş iki tarihi köprü (H udaferin Köprüleri) den birisinin, önümüzdeki dönemde Aras nehri üzerinde inşaa edilecek bir barajın suları altında kala cak olması nedeniyle mevcut yerinden sökülerek orijinaline uygun bir şekilde nehrin başka bir yerinde yeniden kurulması düşünülmektedir. Şüphesiz, İran Azerbaycanı ile temas sağlan ması için yeni bir köprü kurulması bundan çok daha ucuza ve kolaya malolacaktır. Fakat bu projenin temelinde, Türk tari hinden 8 asırlık bir seyahat ile bugüne gelmiş bir abidenin yok olmasına Azerilerin göz yummaması gibi ulvi bir sebep yatmak tadır. Nahcıvan ile Türkiye arasında kurulacak Hasret Köprüsünün ifade ettiği manayı anlayan beyin ve hisseden gönüller, tam 1 63 yıldan (1 828'den) beri yan yana durmasına rağmen ayrı yaşayan Kuzey ve Güney Azerbaycan halkı arasındaki en büyük fiziki bağlantı olan bu tarihi köprünün ifade ettiği manayı anlamakta güçlük çekmeyecektir. Bu nedenle, şayet Azerbaycan anılan işin veya buna benzer işlerin başarılması için Türkiye'den herhangi bir yardım ta lep ederse, Türkiye'nin bu yardıma bütün gücü ile koşması ge rekir.
1 98
..
ili.
..
BOLUM
ASYA TÜRK CUMHURİYETLERİ
H
A
Z
A
il
D E
•
z
i
•
•
I
I
, I
200
AZERBAYCAN COGRAFİ KONUMU : Dünyanın stratejik bakımdan en önemli mevkilerinden biri sinde bulunan Azerbaycan ülkesi, aslında burada Azerbaycan Cumhuriyeti olarak zikredilecek coğrafi mıntıkadan daha geniş bir sahayı ita.de etmektedir. Çünkü sonradan ikiye bölünen Azer baycan ülkesinin gerek saha ve gerekse Azeri nüfusu bakımından daha önemli bir bölümü Güney Azerbaycan adıyla bugünkü İran Coğrafyası içerisinde ve İ ran'ın kuzey batı kesiminde kalmıştır. Burada Azerbaycan Cumhuriyeti olarak ele alınacak coğrafi mıntıka ise önce Kuzey Azerbaycan adıyla Rus İmparatorluğunun işgali altında ve daha sonra SSCB dahilinde kalan, fakat bugün BDT bünyesinde �ağımsız bir Türk Devleti olan Azerbaycan Cumhuriyeti'nin işgal ettiği sahayı ifade etmektedir. Azerbaycan'ın doğu sınırı tümüyle Hazar Denizine kıyı teşkil etmektedir. Kuzeyinden Dağıstan ve Gürcistan, güneyinden ise tümüyle İran ile çevrilidir. Batısından tamamen Ermenistan ile çev relenmiş olan Azerbaycan'ın böylece kendisinden gayri tabii bir şekilde bölünen Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti vasıtasıyla Türki ye'ye çok kısa bir sınırı bulunmaktadır. Toplam 86.600 km2'1ik bir alanda kurulu olan Azerbaycan Cumhuriyetinin nüfusu 1 994 yılı itibariyle 8 milyona yaklaşmıştır.
NÜFUS YAPISI : Azerbaycan, Asya Türk Cumhuriyetleri içerisinde yerli Türk nüfusun mutlak çoğunluğu bakımından en yüksek orana scıhip cumhuriyettir. Azerbaycan'da Azeri nüfusun toplam nüfusa oranı % 83 civarındadır. Diğer Türk boylarıyla birlikte Azerbaycan'da yaşayan Türk soyluların toplam nüfusa oranı % 85'i aşmaktadır. Geri kalan % 1 S'i ise ağırlığı Ermeni ve Ruslar teşkil etmek üzere diğer milletler oluşturmaktadır. 20 1
Azerbaycan'da 1 994 yılı itibariyle km2'ye 92 kişi düşmekte ve ortalama yıllık nüfus artış hızı % 1 .5 civarında seyretmektedir. Hazar Denizi kıyısında ve Apşeron yarımadası içerisinde yer alan başkent Bakü'nün nüfusu 2 milyonun üzerindedir. Bakü dışındaki başlıca önemli şehirleri ise; Şeki, Şuşa, Gence, Sum gayit, Ali Bayramlı, Haftalan, Tezlab, Lenkeran ve Guba'dır. Eski Sovyetler Birliği dahilinde yaşayan Azerilerin % 87'si Azerbaycan Cumhuriyetinde yaşarken, geri kalan % 1 3'1ük kısmı ise yoğunluklu olarak Gürcistan, Ermenistan, Rusya ve Kazakis tan'da yaşamaktadır.
TARİHİ : Türklerin Azerbaycan'a ilk gelişlerinin M.Ö. 7. yüzyılda Saka'lar ile başladığı sanılmaktadır. Ayrıca M.S. 385-396 yıllarında Hun Türklerinin bir kolu ile Balkanlardan Trakya'ya yürürken, diğer bir kolun Kafkaslar üzerinden iç Anadolu'ya indiklerini ve bu seferlerden merkezlerine dönüşlerinde de Azerbaycan - Bakü yolunu kullandıklarını biliyoruz. Azerbaycan'a ilk organize Türk akınları 5. yy'da başlamış ve 7. yy. ortalarında Arap istilAsına kadar özellik�e Kök Türk Devle tine bağlı Kasarlar bölgenin Türkleşmesini temin etmişlerdir. Bi lahare 642 yılında başlayan Arap hakimiyetinden sonra Azerbay can İslamiyet ile tanışmıştır. Daha sonra 8. yy.'da bölgeye hakim olan Hazarlar vasıtasıyla Azerbaycan'ın Türkleşmesi Oğuz akınlarından çok önce tamamlanmıştır.
Selçuklu Dönemi : Selçuklu Türklerinin Azerbaycan'a ilk akınları 1 01 5 - 1 021 yılları arasında Çağrı Bey tarafından başlatılmış ve bu akınlar müteakip yıllarda Tuğrul Bey ile devam etmiştir. Sultan Alparslan'ın hükümranlığı zamanında bölgedeki diğer krallıklar tamamen etkisiz kılınarak Azerbaycan'da Selçuklu hakimiyeti te sis edilmiş ve Melikşah döneminde Azerbaycan'ın Türkleşmesi tekemmül ettirilmiştir. 1 1 46 yılında Selçuklu Devletinin Gence Valisi Şemsettin İldeniz'in bölgeye hakim olması ile Azerbaycan'da İldenizliler dö202
nemi başlar. 1 231 yılı ise Azerbaycan'da İlhanlı hakimiyetinin başlangıcıdır. 1 358 yılından itibaren 25 yıl kadar Celayirlilerin kont rolünde kalan Azerbaycan 1 383'de Timur'un Mkimiyetine girmiştir. 1 405 yılında Timur'un ölümünden sonra Azerbaycan' da Karakoyunlular ve Akkoyunlular devri başlar.
Safevi Dönemi : Bölgede Safevi hanedanlığının Mkimiyetl 1 502'de Şah İsmail'in Akkoyunlu ordusunu Nahçıvan'da yenmesiyle başlamış tır. Başlangıçta asli unsurları itibariyle Türkmen boylarına dayanan ve temelde Türk unsurları üzerine oturan Safevi devleti daha sonra giderek Fars devleti görünümüne girmiş ve Doğu Anadolu'nun hakimiyeti için Osmanlı İmparatorluğu ile kıyasıya bir mücadele başlamıştır. . Bu arada İran'ın tesiri ile Şii'liği bir si yasi unsur olarak ön plana çıkaran Safevi Devleti tarafından, yüzyıllardan beri Sünni'liğin yaygın olduğu Azerbaycan'da Şii'lik süratle yayılmaya başlamıştır. Bu dönemde, 1 5 1 4 yılında Yavuz Sultan Selim'in Şah İsmail'i Çaldıran'da yenmesinden sonra ve 1 534 yılındaki Kanuni Sultan Süleyman'ın seferi ile 1 578 - 1 588 yıllarında Ferhat Paşa kuman dasındaki Osmanlı ordularının seferlerini müteakip Azerbaycan' da çok uzun süreli olmayan Osmanlı hakimiyeti devrelerini görüyo ruz. Denilebilir ki 1 6. yy. İran ile Osmanlı Devletinin Azerbaycan ülkesinde hakimiyet mücadelesi ile geçmiş, fakat birbirleriyle kıyasıya mücadele eden bu iki devlet Rusların 1 556'da Astrahan'ı ele geçirmek suretiyle Kafkaslara dayanmasını gözden kaçırmış lardır. Bilahare Osmanlı Devleti bu gelişmenin ileride yaratacağı sıkıntıları görüp, 1 569 yılında Rusları Astrahan'dan geri sürmek istemişse de, bunda m uvaffak olamamıştır. 1 689'da tahta çıkan Rus çarı Petro'nun Rusya'dan Hindis tan'a kadar uzanan bölgeye hakimiyet emelleri nedeniyle 1 8. yy.'ın başlarından itibaren bölgede Rus nüfüzu yoğunlaşmaya başlamıştır. İlk defa 1 71 5 yılında Ruslar, bölgeye hakim olan İran Devletinin zaafiyetinden istifade ederek Kafkaslara girmiştir. Fa kat bölgedeki Türk ve Müslüman halkın başvurusu üzerine Os manlı Devleti araya girerek Rusların bu dönemde Kafkasya'yı 203
işgaline mAni olmuştur. Müteakip dönemde İran'daki karışıklıkların giderek artması ve İran'ın bölgedeki kontrolünün zayıflaması üze rine Rus Çarı Petro 1 724'de Osmanlı Devleti ile antlaşma temin ederek Azerbaycan'ın geri kalan önemli kısmının Osmanlı Dev letine bağlanması karşılığında Kuzey Azerbaycan topraklarına ilk defa girmeye muvaffak olmuştur.
Hanlıklar Dönemi : Ancak 1 736 - 1 747 döneminde İran'da Şahlığı ele geçiren Afşar Türkmenlerinden Nadir Kulu onbir yıllık kısa hükümranlığı döneminde yeniden Azerbaycan'ı Mkimiyeti altına almayı başarmıştır. Nadir Kulu'nun 1 747'deki ölümünden sonra Azeri Türkleri tarafından özellikle Kuzey Azerbaycan'da merkezi Şirvan, Şeki, Kuba, Derbent, Karabağ, Gence, Revan ve Bakü'de bulu nan müstakil küçük devletcikler kurulmuş ve böylece bölgede Hanlıklar devri başlamıştır. Hanlıklar dönemindeki parçalanmışlık ve bölünmüşlükten is tifade etmek isteyen Rusya, Gürcü Kralı İraklı vasıtasıyla 18. yy'ın 2. yarısı boyunca yeniden bölgeye nüfüz etmeye başlamıştır. Rusya'nın bölgeye yönelik emellerini sezen Azeri Hanlıklarının bir çoğu Osmanlı Devletine müracaat ederek bağlılığını bildirmiş ve müdahale istemişse de, bu dönemde oldukça gerilemiş gücü ile Kırımı Rus işgalinden kurtarma mücadelesi veren Osmanlı Dev leti, Azerbaycan Hanlıklarına "Düşmanlarına karşı birlik olmak" tavsiyesinden öte bir yardım verme imkanı bulamamıştır. Bu dönemde İran'da hükümran bulunan Kaçar Hanedanının kurucusu Ağa Muhammet Han, sözkonusu otorite boşluğundan istifade ederek tüm Azerbaycan topraklarını geçip, bugünkü Gürcistan sınırları içerisinde kalan Tiflis şehrini işgal etti. Bunun üzerine Rusya batıda Napolyon tehlikesi ile meşgul bulunmasına rağmen bölgeye sevkettiği bazı birlikler vasıtasıyla Gürcistan'ı işgal ve ilhak ederek Kafkaslar'da yeni bir istila hareketini başlattı. 1 8. yüzyılın ortalarında Azerbaycan topraklarının bir çok küçük hanlığa dönüşmesinden sonra aradan geçen yarım asırlık za mana rağmen bu coğrafya üzerinde güçlü bir birlik sağlanamamış olması ve 1 9. yüzyıla geçiş döneminde gerek Osmanlı İmpara torluğunun ve gerekse İran'ın eski gücünden eser kalmamış ol204
ması Rusların Azerbaycan toprakları üzerindeki iştahını iyice ka bartıyordu. Nitekim Rusya 1 9. yüzyılın başlarında 1 804 yılında işe ilk önce Gence Hanlığını işgal ederek başladı. Çünkü Rusya'ya göre Gence Azerbaycan'ın kilidi konumundaydı. Bu işgal sırasında Gence Hanı Cevat Han yegane umudu olan Osmanlı Devletinin yanı sıra İran'dan da herhangi bir yardım görememe sine rağmen Rus hücumlarına sonuna kadar direndi. Fakat bu direnişin cevabı hanlığın düşmesinden sonra halkın hunharca kat ledilmesi şeklinde verildi. Bundan sonra işgal hareketini Gence'den organize eden Rus ordularına karşı Azerbaycan Hanlıklarının tümünde Gence' dekine benzer direniş destanları yaz ıldı. Özellikle 1 806 yılında Derbent ve Kuba Hanlıklarının işgalinden sonra muhasara altına alınan Bakü Hanlığı inanılmaz bir direniş göstermekle kalmayıp, Rus or dusunu geriye çekilmek zorunda bıraktı. Üç ay sonra Bakü Hanlığının hem karadan hem denizden kuşatılmasında ise Rus ordularının Başkumandanı General Tsitsianof'un bir Azeri fedai tarafından öldürülmesi sonucunda Rus orduları yine geri çekil mek zorunda kaldı. Ancak ertesi yıl 3 Eylül 1 807'de Ruslar di renilmesi imkansız büyüklükteki bir ordu ile Bakü'yü kuşatınca aylarca süren direnişten bitkin düşen Bakü Hanlığı, direnme ha linde işgal sonrasında uygulanacağından emin oldukları katliamın korkusuyla teslim olmak zorunda kaldı. Nitekim 31 Aralık 1 8 1 2'de işgal edilen Lenkeran Hanlığı'da, defalarca Rus ordusunu geri püskürtüp, hatta Bakü'de olduğu gibi Rus orduları başkumandanını öldürdükten sonra ele geçirilebilmiştir. Lenkeran Hanlığından sonra Şeki Hanlığı ve on dan sonra da 1 820'de Şirvan Hanlığı işgal edildi. Daha sonra 1 822'de Karabağ, 1 825'de Nahcıvan ve 1 826'da Revan Hanlığını işgal eden Ruslar böylece Aras Nehrine kadar uzanan tüm Ku zey Azerbaycan topraklarını işgal ettikten sonra, 21 Şubat 1 828'de İran ile Türkmençay Anlaşmasını imzalayarak Kuzey ve Güney Azerbaycan arasında Aras Nehri hudut olmak üzere bugün de geçerli olan sınırlar çizilmiş oldu. Rus İmparatorluğunun topraklarına kıyasla bir avuç içi büyüklüğünde sayılabilecek Kuzey Azerbaycan toprakları, ancak çeyrek asırlık bir direniş destanından ve yıllar süren katliamlar205
nan sonra işgal edilebildi. Bu dönem hanlıkların direnişlerinden ayrıca, Hanlıkların işgalinden sonra da pes etmeyen ve adı Türkiye'de de çok iyi bilinen Şeyh Şamil ve Hacı Murat gibi bir çok yiğidin direniş destanlarına şahit oldu. Hatta hanlıkları işgal edilen, İlisu (şimdiki Zagatala şehri) Hanı Danyal Bey gibi bazı hanlar, yurtlarının işgal edilmesinden sonra Şeyh Şamil' in birlik lerine katılarak mücadeleye devam ettiler. Azerbaycan'ın 1 991 'deki bağımsızlık ilanından önce Azerbaycan'a yaptığım bir resmi seyahatte Şeyh Şamil' in şanlı direnişine şdhitlik yapan Za gatala şehrini ve çevresini görmüş, hatta Hacı Murat'ın Zaga tala - Şeki arasında açık arazideki kabrini coşkun bir duygu fırtınası içerisinde ziyaret ederek aziz ruhuna fatiha okuma fırsatı bulmuştum. Zagatala yakınlarındaki bir köyde yol kenarında oy nayan 3 Avar balasından (çocuğundan) ikisinin adının Şamil ol duğunu öğrenince, tarihin tüm ihtiyarlığına rağmen hafızası ne kadar sağlam bir dede olduğunu düşünmüştüm.
Rus (Çarlık) Dönemi : 1 828'deki Türkmençay Antlaşmasından sonra Ruslar süratle Doğu Anadolu ve İran'da yaşayan Ermenileri göç ettirmek sure tiyle, Kuzey Azerbaycan'ın batı toprakiarı üzerinde merkezi Eri van şehri olmak üzere mantar gibi bir Ermeni Devletini ortaya çıkartarak, Türkiye ve İran'a karşı bir tampon devlet yarattı. Rusya 1 828'deki Türkmençay Anlaşması ile güneydeki sınır güvenliğini temin edip, bilahare kurduğu Ermenistan Devleti ile özellikle Osmanlı 'ya karşı ihtiyaç duyduğu tampon bölgeyi oluşturduktan sonra Kafkaslarda yıllar yılı dozu artan bir zulüm yönetimini oturtmaya başladı. Bu dönemde Rusya özellikle bu lunabilecek en despot ve en zalim yaradılışlı kişileri bölgenin yö netimine getirdi. Ardından bölge halkının kanını iliğini sömürecek boyutlardaki vergilerle Azerileri perişan ve geçimini temin ede mez duruma düşürdü. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi 1 833 yılında alınan bir kararla Rus asilztl.delerin toprak köleliğinden affettiği binlerce Rus köylüsü Kuzey Azerbaycan'a getirilerek en verimli topraklara yerleştirildi. Azerbaycan Türklerinin yaşadığı bu zulüm hayatı 60 yıldan fazla sürdükten sonra 1 890 yılında Rusların koyduğu ağır ve in206
safsız vergileri ödeyemeyen Nebi ismindeki bir Azeri köylünün başlattığı direniş kısa sürede tüm Kuzey Azerbaycan'a yayılarak milli bir direniş hareketine dönüştü. Fakat aynı zamanda Güney Azerbaycan'a da sıçrayan bu hareket, derhal Rus ve İran Dev letlerinin birlikte hareket ederek direnişçileri katletmeleri ile bastırıldı. Rusların, Kuzey Azerbaycan toprakları üzerinde uyguladığı bu zulüm yönetimi fasılasız bir şekilde 20. yüzyılın başlarına ka dar sürmüş ve ilk defa 1 905 meşrOti hareketi ile Rus despotiz minde bir miktar gevşeme başlamıştır. Fakat yıllardan beri Rus mezalimi altında inleyen Azeri halkının bu gevşemeden istifade ile eğitim, ticaret, siyaset ve kültür sahalarında bir takım kıpırdanışlar başlatması üzerine Rus Çarı il. Nikola 3 Haziran 1 907'de neşrettiği bir ferman ile, meşrOti yönetim içerisinde özel likle Türk soyluların haklarına yeniden bir takım kati sınırlamalar getirmiştir. Bağı msız Azerbaycan
:
Ülke genelinde uygulanan meşrOti yönetime rağmen sadece Türk soylu halk için konulan bu kısıtlamalar, bilahare ilk milli ve bağımsız Azerbaycan Cumhuriyetinin kuruluşunu gerçekleştire cek siyasi teşekküllerin vücut bulmasına zemin hazırlamıştır. Ni tekim bu dönemde kurulan Musavat Partisi, (1 9 1 7 Ekim ihtilaliyle çarlık yönetimine son veren ve Rus olsun olmasın herkesin eşit ve özgür olacağı vaadiyle yönetimi ele alan Bolşeviklerin bilahare bu konudaki samimiyetsizlikleri anlaşılınca) Mehmet Emin Rasulzade'nin önderliğinde 28 Mayıs 1 9 1 8 günü Bağımsız Azer baycan Cumhuriyetinin kuruluşunu dünyaya ilan etmiştir. Fakat bölgede 1 890 yılında istihsaline 'başlanmış olan petrol rezervlerinin zenginliği üzerindeki Rus emelleri ve o sıralarda kendi canını kurtarıtıa mücadelesi veren Türkiye'den Azerbay can'a gerekli yardımın yapılmasına imkan bulunmayışı yüzünden, bu ilk Türk Cumhuriyeti fazla uzun ömürlü olamadı ve 23 aylık bir bağımsızlıktan sonra 1 920'de 27 Nisanı 28 Nisana bağlayan gece Ruslar tarafından işgal edilerek, 1 922'de Kafkasya ötesi Sos yalist Federal Sovyet Cumhuriyetine katıldı ve 1 936'da Azer baycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adı ile SSCB'ne dahil edildi. 207
28 Mayıs 1 9 1 8 - 28 Nisan 1 920 arasında 23 ay süreyle bağımsız yaşayan Azerbaycan Cumhuriyetinin toplam yüzölçümü 94 bin kilometrekarenin üzerinde olduğu halde Azerbaycan SSCB'ne dahil edildikten sonra Stalin döneminde yapılan düzen lemeler sonucunda Türkiye ve Nahcıvan ile Azerbaycan'ın irti batını kesecek şekilde yaklaşık 1 0 bin kilometrekarelik bir koridor Ermenistan'a verilmiş ve böylece Azerbaycan toprakları 86.600 kilometrekareye düşürülmüştür.
Rus (Sovyet) Dönemi : Pek çok kişinin sadece komünist rejim dönemini dikkate ala rak Azerbaycan'ın 70 yıllık Rus esaretinden bahsetmesi görüldüğü üzere tam doğruyu ifade etmemektedir. Çünkü bu 70 yılın öte sinde Kuzey Azerbaycan üzerindeki Rus işgali 1 804 yılında Gence Hanlığının ele geçirilmesi ile başlayıp, 1 828'de İran ile imzala nan Türkmençay anlaşmasıyla tamamlanarak, Aras nehrine ka dar uzanan tüm Kuzey Azerbaycan topraklarında Rus hakimiyeti tesis olunmuştur. O nedenle Azerbaycan'ın Rus işgali altındaki hayatını 70 yıl değil, yaklaşık yüz yılı çarlık Rusya ve 70 yıl da Sovyet Rusyası olmak üzere 1 70 yıl olarak bilmek ve bu gerçek çerçevesinde iki asra yakın bir işgal ve baskı rejimine rağmen di lini, dinini, kültürünü ve milli hasletlerini titizlikle muhafaza etmiş olan Azeri Türklüğünü yürekten kutlamak gerekir. İ nsan emeğinin ve bağlı Cumhuriyetlerdeki zenginliklerin sömürüsü esasına dayanan Sovyet rejimi ilk yıllarında Birlik mer kezi Moskova'ya ciddi boyutlardaki servet transferleriyle merke zin ve bu arada merkezi elinde tutanların palazlanmasına imkan vermiş ise de, bütün itibariyle gelişen dünya gerçeklerinden, eko nomi ilminin ve insan ruhunun aradığı asgari zaruretlerden ha bersiz olan rejim giderek tıkanmaya ve bu tıkanıklık 1 970'1i yıllardan itibaren artık demir perdelere rağmen saklanamayacak boyutlara ulaşmaya başladı. Hatta daha 1 956 yılındaki Komünist Partisi Kongresinde Kruşçev'in kendisinden önceki Stalin döne mine (1 924-1 953) yönelttiği eleştiriler, sistemin tıkanmakta ol duğuna dair ilk sinyallerdi. Fakat buna rağmen ondan sonra yönetimi ele alan Brejnev (1 964-1 982), Andropov (1 983) ve Çer nenko (1 984) dönemlerinde de problemin çözü mü için ciddi bir operasyona girilmeyince, bu problem bir kangren halinde 1 985'de yönetime gelen Gorbaçov'un önüne konuldu. 208
Yeniden Yapılanma : 1 931 doğumlu ve 1 954 yılında hukuk fakültesi mezunu olan Gorbaçov, bir ekonomi uzmanı olmamasına rağmen, daha gençlik yıllarında Strovpol bölgesi parti gençlik teşkilatında başlayan ve bölgenin Parti 1 . Sekreterliğlne kadar yükselen, 1 978'den beri de Polit Büro üyeliğinde geçen siyasi hayatı nedeniyle ülkenin içerisinde bulunduğu durumu yakinen biliyordu. Bu karizmatik yapısı ile Gorbaçov yönetimi ele almasından itibaren Sovyetler Birliğini ve Sovyet rejimini adeta silkeleyen bir seri icraata girişti. Sovyet tarihine Glastnos (açıklık) ve Prestroika (yeniden )'apılanma) deyimleriyle geçen ve kimilerine göre başarısızlığı ne deniyle Sovyetler Birliğinin dağılmasına, fakat kimilerlne (bu arada bize) göre de beklenen tarihi fonksiyonunu en iyi şekilde ifa ede rek hem esir toplumların hürriyetine kavuşmasına ve hem de Rusya'nın böyle bir enkaz altında kalarak tarihe gömülmekten kur tulmasına vesile olan bu icraatlar çerçevesinde öncelikle dış dünya ile temasa geçilerek ABD ile silahsızlanma antlaşmaları imzalandı. Yıllardır Afganistan'da hem bölge halkını ve hem de kendilerini perişan eden Rus askeri geri çekildi. Dahili siyasette çok partililik ve başkanlık sistemi oturtuldu. Ekonomide katı mer kezi planlamaya yumuşamalar getirilerek bazı ekonomik birim lere yetki ve sorumluluk devirleri yapıldı. Bakkal dükkanının rafındaki bir kutu kibrite bile devletin sahip olduğu katı devletçilik ten, belli ölçülerde özel mülkiyete imkan veren dönemlere gidildi. Fakat son derece geniş coğrafya üzerinde her biri ayrı dil, din, ırk ve kültürlerden gelen, uzun yıllar boyunca sömürülme psiko lojisi içerisinde yaşamış yüzmilyonlarca insanı ilgilendiren böy lesine büyük boyutlardaki bir değişimi çok kısa bir sürede ve tam bir mükemmeliyet ile oturtmak tabii ki pek kolay bir operasyon değildi. Böyle bir ortamda Gorbaçov giderek hem komünizme bağlı kalınması gerektiği inancıyla onu komünizmi yıkan adam ola rak görenlerin ve hem de bir an önce liberizasyona geçilmesi ge rektiği inancıyla onu bu işte başarısız ve samimiyetsiz bulanların müşterek hedefi haline gelince, Rusya'da Gorbaçov'a karşı git tikçe genişleyen bir muhalefet cephesi oluşmaya başladı. Bu arada Birlik merkezinden ümitlerini kesen bağlı Cumhuriyetler de kendi başının çaresine bakma eğilimleri güçlenmeye başladı. 209
Bağımsızlığa Doğru : Bu dönemde Azerbaycan'da da özellikle Halk Cephesi ve onun lideri Ebulfeyz Elçibey önderliğindeki bağımsızlık hareket leri yeniden alevlenmeye başladı. İşte böyle bir ortamda Ermenistan'da yaşayan 200.000'den fazla Azeri Türkünün ev ve topraklarından çıkartılarak Azerbaycan'a sürülmesi Azerbaycan için yeni ve ciddi bazı gelişmelere zemin oluşturdu. Nitekim Ermenistan'dan sürülen 200.000'i aşkın Azeri'ye, Azerbay can'dan katılan yüzbinlerin ilavesi ile Bakü'de düzenlenen miting, Ermenistan'dan sürülen Azerilerin haklarının iadesi talebiyle bir likte, Azerbaycan için bağımsızlık arzusunun seslendirilmesine dönüşünce, batı destekli Baltık Cumhuriyetlerinin aylardan beri süren ve adeta isyan görünümüne giren bağımsızlık talepler! karşısında sessiz kalan Rusya bu masum hak ve hukuk talebine tahammül gösteremedi ve 1 9 Ocak 1 990 günü Bakü'ye giren kızılordu tankları ile miting meyanındaki savunmasız yüzbinlerln üzerine ateş açıldı. Bu talihsiz olayda yüzlerce Azeri Türkü öldü, binlercesi yaralandı ve sakat kaldı. Yaşanan kargaşa ve mitinge Azerbaycan'ın her köşesinden gelenlerin olması nedeniyle ölü sayısı tam olarak tesbit edilemedi. Ancak bu olayda ölenlerin sa dece Bakü'deki "Şehitler Hıyabanı"nda bir arada duran 1 31 me zarını, olaydan bir yıl sonraki resmi Azerbaycan seyahatimde bizzat ziyaret etmiştim. ·
Bu olaydan sonra artık Azerbaycan için bağımsızlık adeta geri dönülmez bir yol haline gelmişti. Başkentinin meydanları şehit kanlarıyla yıkanan bir ülkenin esaret altında kalması beklene mezdi. Nitekim Azerbaycan dışında gelişen olaylar da bu sonucu hazırlıyordu. 20-21 Ağustos 1 991 'de Moskova'da yaşanan darbe girişimi ve ardından merkezi hükümetin istifa etmesiyle doruk nok taya ulaşan kargaşa ortamında, aylardan beri hazırlık içerisinde olan Cumhuriyetler bir bir bağımsızlıklarını ilan etmeye başladı.
Yeniden Bağımsız Azerbaycan : 30 Eylül 1 991 'de ilan edilen Azerbaycan Cumhuriyetinin bağımsızlığı 1 8 Ekim 1 99 1 'deki halk oylaması ile kesinleştirildi. Bununla yetinmeyen Azerbaycan halkı 7 Haziran 1 992'de yapılan seçimler ile eski Komünist Partisi lideri Ayaz Muttalibov'un ye21 0
rine Halk Cephesi liderl Ebulfeyz Elçibey'I Cumhurbaşkanlıi)ına seçti ve Azerbaycan eski Sovyetler Birlii)i'nln dai)ılmasından sonra oluşturulan Bai)ımsız Devletler Toplului)u'nun dışında ka lan yegane Türk Cumhuriyeti oldu. Ebulfeyz Elçibey Azerbaycan'da yönetimi ele aldıktan sonra Türkiye'ye yönelik son derece samimi açılımlara girdi. Türklye'ye duyduj)u muhabbeti, Azerbaycan ve Türkiye Cumhuriyetinin kar deşlij)inl, hatta iki ülke halkının aynılıi)ını tüm dünyaya ilan etti. Azerbaycan petrollerinin işletilmesi için kurulan çok uluslu kon sorsiyuma Türkiye'nin de dahil olmasını sai)lamakla kalmayıp, bu konsorsiyumda Türkiye'ye tanınabilecek iştirak oranını, Azerbay can şirketlerinin paylarından Türkiye'ye transfer yapmak suretiy le artırmayı göze alabildi. Ve nihayet Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'ye yaptıi)ı ilk resmi ziya.rette Anıtkabir'deki özel defteri imzalarken Türkiye Cumhuriyeti'nin Ata'sına "Azerbaycan Cumhurbaşkanı" sıfatıyla dei)ll "Senin Askerin" sıfatıyla hitap etti. Ancak tüm bu gelişmeler Azerbaycan'ın kuzey ve güneyin deki iki güçlü komşusunun hesapların.a uymuyordu. Rusya, Azerbaycan'ın bu haliyle BDT bünyesinde kalan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine kötü örnek olacai)ını düşünüyordu. İran ise Ku zey Azerbaycan'da gelişen bu milli uyanışın İran toprakları içeri sinde yer alan Güney Azerbaycan'a sıçramasından endişe ediyordu. işte böyle bir ortamda Rusya'nın böylesi günler için pey dahlamış oldui)u Ermenistan maşası devreye konuldu ve zaten öteden beri var olan Ermeni - Azeri anlaşmazlıi)ı Ermeniler le hine çok yoj)un bir destek ile tırmandırıldı . Ermenilerin Karabai) topraklarının tamamını ve Karabai) dışındaki bazı Azerbaycan top raklarını işg41i temin edildi. Türkiye'ye yönelik açılımları nedeniyle böylesine bir şeytan üçgeninin kıskacına giren Ebulfeyz Elçibey'in, bu problemin çözümü için ümit edilebilecei)i yega.ne destek ancak Türkiye' den gelebilirdi. Fakat maalesef Türkiye bu dönemde diplomasi tari hinin en dai)ınık ve en prensipsiz sürecini yaşıyordu . Türkiye'nin bu perişanlıi)ından alınan cesAret ile 1 993 Haziran'ında başlatılan bir isyan sonucunda Elçibey yönetimden uzaklaştırıldı. Kendisinde Elçibey yönetiminin devamına destek verme enerjisi ve ufku bu lamayan Türkiye, maalesef dJş politikadaki sınırlı ufkunu Elçibey'in ?1 1
yerine kimin geleceğini ve yeni yönetimle nasıl iyi ilişkiler kura bileceğini tahmin için kullanma yolunu seçti. İktidarın Elçibey'den alınması isyanını organize eden güçler, 1 993 sonbaharında yapılan seçimler ile Komünist Sovyet rejimi döneminin Türk Dünyasındaki en muteber ismi Haydar Aliyev'i Cumhurbaşkanlığı' na getirdi. Haydar Aliyev'in Cumhurbaşkanlı ğına seçildikten sonraki ilk icraatı ise derhal Moskova'yı ziyaret ve orada Azerbaycan Cumhuriyeti'nin tekrar BDT' na girdiğini ilan etmek oldu. 1 994 yılı itibariyle Azerbaycan, Haydar Aliyev'in liderliği altında, BDT' na üye ve yeni konumuna uygun ilişkilerini yeniden düzene koyma gayreti içerisinde bir Türk Cumhuriyetidir.
İKTİSADI POTAN Sİ YELİ Dünyanın en zengin petrol rezervlerinden birisi üzerinde otu ran Azerbaycan'da ilk petrol istihsali 1 770 yılında Bakü Hanı ta rafından başlatılmış, fakat yüzyılı aşkın bir süre boyunca modernize edilemeyen ve bu nedenle pek verimli yürütüleme yen petrol üretimi ancak 1 872 yılından sonra Amerika'daki üre tim metotlarının ithali suretiyle modernize edilerek, verimli hale getirilmiştir. Petrol istihsalinde modernizasyonun sağlanamadığı yıllarda yıllık petrol üretimi 4-5 bin tonu geçmezken, yeni teknikler ile pet rol üretimine geçilmesinden sonraki dönemde petrol istihsali, 1 880'de 50 bin tona çıkmış, 1 891 yılında bu rakam 4 milyon tonu ve 20. asrın ilk yıllarında ise 1 0 milyon tonu aşmıştır. 1. Dünya Savaşı ve onu izleyen dünya ekonomik krizi süre since yıllık petrol üretiminin 1 -2 milyon ton seviyelerine inmesine rağmen, ekonomik krizi izleyen 1 930 sonrası yıllarda petrol üre timi yılda 20 milyon tonun üzerine çıkmıştır. İşte bu yıllar (özellikle Stalin dönemi) Azerbaycan petrolleri üzerindeki Rus sömürüsünün en yoğun olduğu yıllardır. ·
Bağımsızlık öncesi dönemde 1 0-15 milyon ton civarında sey reden yıllık petrol üretimi bağımsızlığı izleyen yıllarda 1 O milyon tonun da altına düşürülmüştür. Halen yarım milyar ton civarında petrol rezervi kati olarak bilinen Azerbaycan'ın 1 milyar tonun üze212
rinde bir petrol rezervine sahip olduğu tahmin edilmektedir. Yıllık ortalama 1 O milyon ton civarındaki bir üretim temposu ile Azerbaycan'daki petrol istihsalinin bilinen rezervleriyle dahi yüzyıldan fazla süreceği anlaşılmaktadır. Azerbaycan'da istihsal edilen ham petrolün yaklaşık % 80'i Hazar Denizinden çıkarılmaktadır. Böyle bir ekonomik veri çerçevesinde Azerbaycan ekono misinin genelde petrole ve sektörler dağılımında da sanayiye da yalı olması gerektiği düşünülebilir. Fakat Sovyet rejimi döneminde merkezi hükümetlerin sürekli olarak Azerbaycan'ı bir tarım ülkesi şeklinde planladığına tanık oluyoruz. Çünkü Moskova yönetimi yıllar boyunca Azeri petrollerinin % 90'dan fazlasını merkeze transfer etmiş, özellikle bağımsızlık öncesindeki son yıllarda Azerbaycan'da çıkarılan petrolden, Azerbaycan'a bırakılan mik tar % 7 seviyelerine düşürülmüştür. Sovyet rejimi süresince, Kırgızistan'da son derece mümbit tarım arazilerine rağmen ülkeyi ısrarla bir hayvancılık alanı şeklinde planlayan ve tarım ile tarıma dayalı sanayileri ön plana çıkarmamak suretiyle ülkede tarımsal üretim açığına sebep olan merkezi otorite, Azerbaycan'da çarkı yine ters yönde çevirerek potansiyel durumu itibariyle tam bir sanayi ülkesi olma istidadı gösteren Azerbaycan'ı bir tarım ülkesi şeklinde organize etmiştir. Nitekim bağımsızlık öncesindeki son beş yılın istatistiki ve rilerine göre; işgücünün sektörler itibariyle dağılımında tarım sek törü yaklaşık 1 /3'1ük oranıyla ilk sırayı işgal etmekte ve ülkede yaratılan milli gelirin kaynağı bakımından da yine tarım sektörü yaklaşık 1 /3'1ük oran ile önemli bir paya sahip bulunmaktadır. Ham petrolün yanısıra yılda 1 0 milyon metreküpden fazla doğalgaz istihsal edile!"! Azerbaycan' da ayrıca çok zengin �akır, demir, kurşun, kobalt ve kömür yatakları mevcuttur. 1 970 yılında 1 2 milyar kw/saat ve 1 980 yılında 15 milyar kw/saat olan yıllık elektrik enerjisi üretimi 1 992' de 25 milyar kw/saati aşmış olup, bu üretimin yıllar itibariyle sadece % 5-1 5 gibi küçük bir bölümü hidroelektrik santrallerden elde edilmekte geri kalan % 85-95'1ik önemli bir bölümü Bakü ve Gence'deki ter moelektrik santrallerden temin edilmektedir. 213
Azerbaycan'da yılda ortalama olarak 600.000 ton pamuk üre tilmektedir. Bu miktar BDT pamuk üretiminin O/o 1 0'unu teşkil eder. BDT pamuk üretiminin geri kalan O/o 90'ı ise Hazar Deni zinin doğusunda kalan Batı Türkistan topraklarında üretilmekte ve böylece BDT pamuk üretiminin tamamı Türk Cumhuriyetle rinden temin edilmektedir. Azerbaycan'da pamuk dışında yetiştirilen başlıca tarım ürünleri ise; tütün, üzüm, bu{Jday ve çay olup, ayrıca ülkenin çok de{Jişik iklim türlerini bir arada barındırması nedeniyle sebze ve meyvenin hemen hemen her çeşidi yetiştirilmekte ve bu özelliğiyle Azerbaycan temel gıda maddeleri açısından kendi kendine yeten ender ülkeler arasında yer almaktadır. ·
Azerbaycan'da şimdilik sanayi adına sadece petrol ve do{Jalgaza ba{Jlı yan ürünler ile bazı maden kaynaklarına ba{Jlı yan sanayilerde kısmi bir gelişme gözlenmekte ise de, Azerbay can zaman içerisinde Moskova'nın kontrolünden çıkarak tama men kendi kullanımına alacağı iktisadi potansiyeli ile geleceğin sanayi ülkeleri arasında yer almaya namzet görünmektedir.
21 4
SOSVO
•
EKONOMİK GÖSTERGELER
Yüzölçümü Nüfusu (1 994) Nüfus Yoğunluğu Kent Nüfusu · Kırsal Nüfus Ortalama Yaşam Süresi Bebek Ölüm Oranı Nüfus Artış Oranı Kişi Başına Konut Kişi Başına Et Tüketimi Kişi Başına Sebze Tüketimi 1 00 Kişiye Düşen Televizyon 1 00 Kişiye Düşen Buzdolabı 1 00 Kişiye Düşen Çamaşır Mak. Yüksek Öğrenimdeki Öğrenci Doğal Kaynakları Temel Sanayi Dalları Tarım Ürünleri Nüfusun Kompozisyonu
86.600 km2 8 milyon 92 kişi/km2 % 54 % 46 71 yıl Binde 23 % 1 ,5 1 2 m2 38 kg/yıl 65 kg/yıl 21 adet 1 7 adet 9 adet % 1 ,4 Petrol, doğalgaz, demir, bakır, kömür Petro - kimya, elektronik ve metal işleme, tekstil, gıda. Pam u k , t ü t ü n , uzum, sebze ve meyvalar O/o 85 Türk O/o 83 Azeri, O/o 2 Diğer O/o 7 E!rmeni O/o 5 Rus O/o 3 Diğer milletler
215
TÜRKİYE'DEN AZERBAYCAN' A İHRAÇ EDİLEN MALLAR Hayvansal ve Bitkisel Yağlar Hububat, Un ve Süt Müstahzarları Şeker ve Şeker Mamüllerl Meşrubat ve Alkollü İçkiler Kimya sanayi Ürünleri Cam ve Mika Eşyalar Demir - Çelik ve Mamülleri Alüminyum ve Mamüllerl Alçı ve Seramik mamüllerl Elektrikli Makina ve Cihazlar Motorlu Kara Taşıtları Plastik ve Mamülleri Kauçuk ve Mamülleri Dondurulmuş Et Eczacılık Ü rünleri Parfümeri ve Sabun Haşarat Öldürücüler Ham Deri ve Kösele Deri Eşya ve Kürk Ahşap Eşyalar Kağıt ve Karton Makina Halıları Giyim Eşyası Ayakkabı Mobilya Nükleer Reaktörler
21 6
TÜRKİYE'NİN AZERBAYCAN' DAN İTHAL ETTİGİ MALLAR Hayvan Menşeli Ürünler Sert Kabuklu Meyveler Kimya Sanayi Ürünleri Kurşun ve Kurşundan Eşya Ham Postlar ve Deriler Ağaç ve Ahşap Eşya Plastik ve Mamülleri Gübreler Pamuk Ham İpek Yapağı ve Yün Elektrikli Makinalar Nükleer Reaktörler Bakır ve Mamülleri
21 7
AZEABAYCAN'DA POTANSİYEL YATIAIM ALANLAR! Demir, bakır, kurşun ve alüminyuma dayalı haddehaneler Aynı madenlere dayalı yarı mamül ve mamül üretim tesisleri Çimento fabrikaları Otomobil fabrikaları Sigara fabrikaları Alkollü ve alkolsüz içki şişeleme tesisleri Klima cihazları fabrikası Elektrikli ev aletleri üretim tesisleri Eski petrol yataklarının restorasyonu Petrol istihsali ve sondaj fa.a liyetlerinin geliştirilmesi Pamuk ipliği fabrikaları Dijital telefon santralleri ve bilgi aktarma cihazları üretim tesisi Otel inşaası Halı fabrikaları Meyve ve sebze işleme-kurutma-paketleme tesisleri Şampuan üretimi Sıhhi tesisat üretimi Konserve fabrikaları Çocuk maması üretimi Şişe fabrikası Tıbbi ekipman ve donanım üretimi
218
AZERBAVCAN 'DA GEREKL,İ OLABİLECEK ADRESLER T.C. Bakü Büyükelçiliği Meftyann İ kov 63 Bakü Tel : 65 1 0 03 Telex: 1 4 12 51
Fax: 65 10 1 4
THY İrtibat Bürosu Husi Hacıyev Cad. No: 1 1 Bakü Tel: 65 1 2 1 9 - 94 19 43 - . 94 25 05 Azerbintorg Azerbaycan Dış Ticaret Kuruluşu 7 UI. Nekrasova, Bakü Tel: 93 71 69 Telex: 21 21 83 Azerbintorg Azerbaycan - Türkiye İş Konseyi Büyük Gala Sokağı 1 4 Bakü Tel: 92 04 8 1 Telex: 1 4 2 1 89 Buta su
Fax: 65 1 0 47
Dış Ekonomik İlişkiler Komitesi Niyazi Küçesi 23 Bakü Tel: 92 94 57 Azerbaycan Ticaret ve Sanayi Odası 31 1 33 Kommunisticheskaya St. Bakü Tel: 92 79 98 Telex: 1 4 22 1 1 Expo su Ticaret ve Sanayi Odası Dış Ticaret Şirketi Azerbvneshservice P.P. 1 92 Bakü Tel: 92 31 45 Telex: 1 4 22 1 1 Expo su
Fax: 92 26 07
Dışişleri Bakanlığı Kontrolniy Per. 2 Bakü Tel: 93 82 31 Fax: 93 88 34 Merkez Bankası UI. Fuzuli 71 Bakü Tel: 93 1 7 01 Azerbaycan'ın (Bakü) Telefon Kodu: (78922)'dir. 219
AZERBAYCAN'DA FİRMA KURULMASI Azerbaycan'da gerek yeniden yapılanma dönemi ve gerekse bağımsızlık ilanını takibeden dönemde gerçekleştirilen yasal düzenlemeler ile yabancı müteşebbislerin bu ülkede işyeri açması ve şirket kurmasına imkan tanınmıştır. Kurulacak şirketin neviine göre sermaye miktarı ve ortak adedi değişmektedir. Örneğin üç kişi ile Anonim Şirket kurulabilmek tedir. Ancak yabancı müteşebbisin şirket kuruluşu için asgari 30.000 ABD Dolarını sermaye olarak getirme mecburiyeti bulun maktadır. Şirket kuruluşu için; öncelikle ülkedeki bir notere müracaat edilerek Şirket Ana Sözleşmesi hazırlatılması gerekiyor. Noter' de hazırlanan sözleşmenin bir örneği ile ön izin için Dış Ekonomik İ lişkiler Komitesine başvurulacak ve buradan alınacak ön izin ile onay için Bölge Valisine gidilecektir. Bölge Valisinin vereceği ve onaylayacağı belgeler ile İstatistik İdaresinde ve Vergi Dairesinde gerekli kayıt ve tescil işlemleri yaptırıldıktan sonra bu idareler den alınacak belgelerle kati izin için tekrar Dış Ekonomik İlişkiler Komitesine başvurulacak ve buradan kati izin alınacaktır. Azerbaycan'da firma kuruluşu için gerekli olan işlemler aşağıdaki şemada gösterilmiştir. Yabancı Müteşebbis Ana sözleşme tanzimi için
�
izin için Onay için
Dış Ekonomik ilişkiler Komitesi Kati izin için Vergi Dairesi 220
..
Tescil için
Bölge Valisi Kayıt için istatistik idaresi
AZERBAYCAN 'DA İŞYERİ VEYA TEMSİLCİLİK AÇMAK İÇİN GEREKLİ BELGELER - Ticaret Odası sicil kaydı - Şirket ana sözleşmesi - Bir T.C. Bankasından referans yazısı - Şirket yönetim kurulunun şube açma ve şube yetkilisi kılma kararının onaylı örneği - Temsilcilikte sürekli duracak yetkilinin pasaport bilgilerini içeren bir belge, Yukarıda zikredilen belgelerin Türkiye'deki Azerbaycan Cum huriyeti Büyükelçiliğine tasdik ettirilip, Azerbaycan Hariciye Na.zırlığı ve Başbakanlığına yazılacak başvuru mektubu ile Azerbaycan'daki yetkili mercilere sunulması gerekmektedir.
221
222
KAZAKİSTAN COGRAFf KONUMU : Merkezi Asya' da, kuzeyinden tamamen Rusya, doğusundan tamamen Doğu Türkistan, güneyinden Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan, batısından ise Hazar Denizi ve yine Rusya ile çev rili olan Kazakistan 2.71 7.300 km2'1ik yüzölçümü ile coğrafi bakımdan Asya Türk Cumhuriyetlerinin en büyüğüdür. Bir başka ifade ile Kazakistan, Asya'daki diğer 4 bağımsız Türk Cumhuri yetinin sahip olduğu araziler toplamının iki katından fazla ve Türkiye Cumhuriyeti yüzölçümünün ise 3,5 katı civarında bir ara ziye sahip bulunmaktadır. Kazakistan topraklarının hemen hemen tamamı (sadece Özbekistan'ın kuzey doğusunda yer alan Kızılkum çölü hariç) Türkiye'nin en kuzey noktası İnce Burun'dan geçen 42 derece kuzey enleminin daha kuzeyinde kalmaktadır. Yani ülke bütünüyle Türkiye'ye göre daha ·kuzeyde kalmakta ve buna ilave olarak büyük denizlere uzaklık nedeniyle ülkede tam bir karasal iklim hüküm sürmektedir. Ülkenin doğu ve güney doğusunda yer alan (ve Altay Dağları ile Tanrı Dağlarının batı uzantılarını teşkil eden) az miktardaki dağlık bölge hariç, Kazakistan'ın büyük bir kısmı ovalardan ve bozkırlardan oluşur. Kazakistan' da bir çoğu yaz aylarında kuruyan 7 binden fazla akarsu vardır. Ülkenin güney batısında Kazakistan ile Özbekis tan arasında bulunan Aral Gölü ise 65.627 km2 yüzölçümü ile dünyanın en büyük üç gölünden birisidir. Ülkenin merkezi kesim leri ile kuzey batı, batı ve güney - batı kesimlerinin daha ziyade bozkırlardan oluşması nedeniyle, halkın yerleşimi daha çok ku zey doğu, doğu ve güney doğu mıntıkalarında yoğunlaşmıştır. Ni tekim sahip olunan çok geniş arazilere rağmen başkent Alma-Ata (yeni adı Almatı) da ülkenin güney doğusunda Kırgızistan sınırlarına çok yakın bir noktada bulunmaktadır. 223
NÜFUS YAPISI : 1 994 yılı itibariyle Kazakistan'ın nüfusu 1 8 milyon civarında olup, km2'ye düşen insan sayısı 6.6'dır Asya'daki diğer Türk Cum huriyetlerine oranla bir hayli düşük olan bu nüfus yoğunluğunun yanı sıra Kazakistan'da ortalama yıllık nüfus artış hızı da diğer Türk Cumhuriyetlerine göre daha aşağı bir seviye olan % 1 ci varında seyretmektedir. Kazakistan dışındaki diğer TürkCumhuriyetlerinde her cum huriyetin kendi Türk soylu halkı tek başına salt çoğunluğu oluştur duğu ve diğer Türk soylular ile birlikte ba.riz olarak çoğunluğu teşkil ettikleri halde, maalesef Kazakistan'da ne Kazaklar tek başına ve ne de diğer Türk soylularla birlikte ülkenin salt çoğun luğunu teşkil edememektedir. 1 980 yılı sayımlarına göre genel nüfus içerisinde % 41 'lik oran ile Ruslar birinci sırayı işga.I ediyor ve Kazaklar ise % 36'1ık oran ile ikinci sırada yer alıyordu. Ancak genel nüfus yapısı içerisinde Kazak nüfusunun Rus nüfusuna göre daha fazla artıyor olması nedeniyle 1 990 yılında Kazaklar % 40'1ık oran ile birinci sıraya yükselmiş, Ruslar ise % 38' lik oran ile ikinci sıraya inmiştir. 1 994 yılı itibariyle ise; Kazaklar genel nüfusun % 42'sini ve Ruslar da % 36'sını oluşturmaktadır. Yukarıdaki rakamlar Kazak nüfusunun diğer milletlere göre birinci sıraya yükselmiş olmasına rağmen, henüz genel nüfus içerisinde salt çoğunluğun temin edilemediğini göstermektedir. Ayrıca toplamı % 5 civarında olan Tatar, Özbek, Uygur ve Başkırt Türkleriyle birlikte toplam Türk nüfusu % 47 civarında kalmak tadır. Kazakistan'da Türk nüfusun azınlığıa düşmesi hiç birisi te sadüfi olmayan bir takım tarihi sebeplere dayanmaktadır. Önce likle Stalin'in yönetim dönemine rastlayan 1 933-1 934 yıllarında göçebe Kazakların zorla sovhoz ve kolhozlara yerleştirilme müca deleleri ve bu arada yaratılan suni kıtlık süreci içerisinde 1 .5 mil yona yakın Kazak Türkünün öldüğü bilinmektedir. Aynı dönemde bir yandan kitlesel ölümlerle Kazak nüfusu zaten azalırken öte yandan çoğunluğu Rus olan diğer ırklara mensup göçmenler yerleştirilmek suretiyle, nüfus dengesi Türkler aleyhinde iyice bozulmuştur. 224
Ülkedeki Türk nüfusuna ikinci önemli darbe yine Stalin dö neminde (1 937 yılında) özellikle aydın kesimini hedef alan kat liam süresinde vurulmuştur. Daha sonra gelen 2. Dünya Savaşı yıllarında Türk nüfusunun yoğunluklu bir şekilde ateş hattına sürülmesi sonucunda ülkedeki Kazak nüfusu iyice azınlığa düşürülmüştür. Nitekim resmi Sovyet istatistiklerine göre; 1 939 yılında (2. Dünya savaşından hemen önce) Kazaklstan'da kadınların genel nüfusa oranı O/o 48 olduğu halde, savaş yıllarındaki kitlesel erkek ölümleri sebebiyet kadınların toplam nüfus içerisindeki oranı savaşı izleyen yıllarda (örneğin 1 959'da) O/o 60'a yaklaşmış ve 1 980'1i yıllarda ise bu oran yeniden O/o 52'ye inmiştir. Ancak Kazakistan'da Türk nüfus adına yaşanan tüm bu fe laketlere rağmen son yıllarda ülkedeki Türk nüfusunun tekrar ön plana çıkmaya başladığı görülmekte ve bu artış hızı ile Kazakistan'ın 21 . yy'a Türk nüfusunun salt çoğunluğu ile gire ceği, 201 0'1u yıllardan itibaren de Kazakların tek başına kendi ülkelerinde salt çoğunluğu temin edeceği anlaşılmaktadır. Eski Sovyetler Birliği ve bugünkü BDT dahilinde bulunan Ka zak nüfusunun yaklaşık O/o 82'si Kazakistan Cumhuriyetinde yaşamaktadır. Geri kel.Tan O/o 1 8 ise yoğunluğu Türkmenistan ve Özbekistan olmak üzere diğer Türk Cumhuriyetleri ile BDT'nln diğer bölgelerinde bulunmaktadır. Kazakistan'da kent nüfusu ile kırsal nüfus arasında denge, diğer Türk Cumhuriyetlerine oranla biraz daha kent nüfusu le hine olup, ülkenin O/o 57'si kentlerde, O/o 43'ü ise kırsal kesimde yaşamaktadır.
TARİHi : Kazak Adı : Kazak sözüne ilk olarak 1 1 . yy'dan itibaren Türkçe tArihi kayıtlarda rastlanılmaktadır. Ancak, bu �ayıtlarda " Kazak" ifAdesl belli bir halkın veya boyun adı olmaktan ziyAde "Bozkır atlısı" an lamında geçmektedir. Bu dönemde" Kazak adına atfedilen tüm mana.IAra genel olarak bakıldiğında Kazak ismi ya da sıfatının aynı zamanda "hür, yiğit, mert, cesur, serbest" gibi anlamları da ifade ettiği görülmektedir. 225
Kazak adı müteakip dönemlerde yukarıda izAh olunan m4n4sıyla Slav dillerlne de geçmiş ve özellikle Slav ülkelerinin sınır boylarında bekçilik ve akıncılık fonksiyonu ifA eden silahlı ve yarı askeri Slav guruplarına da (Don Kazakları gibi) bu isim verilmiştir. Aslında Slav kayıtlarında gerçek adı "Kozak veya Ka zaçi" şeklinde geçen bu grupların, bir Türk boyu olan Kazaklar ile isim benzerliğinden başka hiç bir alakası yoktur. Fakat Kazak adına atfedilen yukarıdaki mAnAların akıncı Rus gruplarına hoş ve uygun görünmüş olması, Kazak adının tarihi bir yanılgı şeklinde asırlar boyunca bu gruplar için de kullanılmasına vesile olmuştur.
ilk Kazak Devletl (15. 1 6. yy) : Kazak adının 1 1 . yy'dan itibaren tarihi kayıtlarda yer almasına rağmen, Kazakların bir topluluk olarak tarih sahnesine çıkışları ancak 3-4 yy'lık bir süreden sonra 1 5. asırda sözkonusu olmuştur. •
1 5. yy'ın ortalarında Fergana vadisi ile daha kuzey keslmle rindeki bazı Türk boylarını yeni bir Türk Devletinin yönetimi altında toplayan ve bu devlete ulu dedesi Altın Orda Hanı Özbek Han'ın adını veren Ebu'l·Hayr (1 4 1 2-1 468) sonu gelmeyen Mo{lol akınları karşısında bu boyların savunmasını beklenen seviyede ve kesin likte temin edemeyince, bazı toplulukların "halkını korumayan Mnı kabul etmeyerek" 1 456 yılında devletten ayrılıp daha ku zeydeki bozkırlara çekilmeleri ve bu topluluklara "Kazak" adının verilmesiyle ilk defa Kazak adı bir büyük Türk topluluğunun adı olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Önceleri Hazar Denizinin doğusu ile Aral gölünün kuzeyin deki topraklara yerleşen Kazaklar, daha sonraları Burunduk Han (1 488-1 509) ve Kasım Han (1 509-1 51 8)'ın yönetimi altında Ha zar Denizinin do{lu kıyılarından Altay da{llarının batısına kadar uzanan bölge (bugünkü Kazakistan Cumhuriyeti toprakları) üze rine Kazak Hanlı{lı olarak tarihe geçen büyük bir imparatorluk kur mayı başardılar. Öyle ki, Kasım Han'ın yönetim döneminde Kazakların toplam nüfusu bir milyon civArında olmasına ra{lmen, silahlı Kazak ordusunun mevcudu 300.000'i buluyordu.
Bölünme Dönemi (16. yy) : Fakat Kasım han'ın 1 520'deki ölümünden sonra yönetimi ele alan Mamaş Han, Tahir Han ve Buydaş Han dönemlerinde Ka zak Hanlığı zayıflamaya ve halkın birliQI bozulmaya başladı. lmpa226
ratorluğun geniş toprakları üzerinde gereken düzeni ve blrliğl sağlamakta zaafıyete düşülen bu dönemde Kazak Hanlığının ara zisi üç ayrı yönetim bölgeslne ayrıldı. Eski Türklerde ayrıca düzenll bir ordu tutulmayıp, tüm erkeklerin silahlı olması ve aynı zamanda orduyu teşkil etmesi nedeniyle bütün millete aynı zamanda ordu gözüyle bakılırdı ve bugünkü dilde yaklaşık olarak "ordu-millet" ib4resiyle if4de edebileceğimiz bu oluşum da "Orda" kellmesly le tanımlanırdı. işte bu dönemde geniş Kazak Hanlığı toprakları ! Orda'ya ayrıldı. Tanrı Dağlarının kuzey bölgesinde Ulu Orda (Büyük Orda), Aral Gölü'nün doğusunda Orta Orda ve Aral Gölü'nün kuzeyi ile Ural Nehrl'nin ortasında kalan bölgede ise Kici Orda (Küçük Orda) kuruldu. Bu yeni yapılanma şekll Kazak Hanlığının üç ayrı beyliğe bölünmesi gibi bir şeydi. Böylece her beylik ayn bir orduya sahip oluyor, Kazak Hanlığının ordusu ise beylik ordularının bir araya gelmesinden oluşuyordu. Fakat Kasım Han'ın ölümünden sonra 1 5 1 8 ile 1 538 yılları arasındaki 20 yıllık dönemde beylik orduları (Ordalar) arasındaki çekişmeler yüzünden Kazak Hanlığı oldukça zayıf ve düzensiz bir döoem yaşamıştır.
Blrllk Dönemi (1 6. yy) : Nih4yet 1 538 yılında Hak Nazar Han'ın yönetimi ele al masından sonra bu Ordaların koordinasyonu ve Hanlığın birliği yeniden tesis edildi. Hak Nazar Han ( 1 538-1 581 ) ve onu takiben Tevekkel Han (1 583-1 598) dönemlerinde Kazak hanlığı yeniden eski gücüne kavuştu. Bu dönemde Taşkent, Vesi ve Semerkand şehirlerinin de alınması ile Kazak Hanlığı'nın toprakları Ma\te raünnehir bölgesine kadar genişletildi. Kuzeydeki Rus tehdidine rağmen Kazak Hanlığının güney deki Türk Yurtlarına doğru genişleme' siyaseti elbetteki tarihi bir hata idi ve nitekim Tevekkel Han'ın 1 598'dekl Buhara seferi sırasında kuzeyden gelen Rus tehdidine karşı hanlık orduları bölünerek yeğeni Oras M uhammed Han komutasındaki bir or dunun Ruslar ile savaşa girmesi sonucunda hem Tevekkel Han'ın ordusu Buhara'lılara ve hem de yeğeni Oras M uhammed'in or dusu R u slara yenilmekten k u rtulamad ı . Üstelik Oras Muhammed'in kendilerine esir düşmesini fırsat bilen Ruslar, Te227
vekkel Han ile bir antlaşmaya vararak, o sırada Buhara Hükümdarı il. Abdullah Han'ın desteği ile Sibiıya müslümanlarının istiklAli için mücadele eden Küçüm Han'a karşı savaşması karşılığında, Oras Muhammed Han'ı serbest bırakacaklarını vaad ettiler. Tevekkel Han, Rusların bu emrivAkislne boyun eğerek Küçüm Han'a karşı savaş açmasına ve bu savaşta hem kendi sinin hem de Küçüm Han'ın orduları büyük zAyiAt vermesine rağmen, Ruslar vaadini yerine getirmedi ve Oras Muhammed Han'ı lAde etmediler. Moğol Tehdidi : 1 7. yy. ile birlikte Kazakların acı tarihi de başlıyordu. Çünkü bu yüzyıl Moğol asıllı Oyrat ve Kalmuk ordularının Kazakistan üze rine ardı arkası kesilmeyen saldırıları ve yağmalarına sahne ola caktı. Aslında 1 6. asrın ikinci yarısında da Kazak ülkesine çeşitli Moğol saldırıları olmuştu. Fakat bu saldırılar devrin güçlü Hanı Hak Nazar tarafından geri püskürtülmüştü. Ancak, güneyde Türk yurtlarına doğru genişlerken ve kuzeyde Rus tehdidine karşı savaşırken uğranılan büyük kayıplar ile zayıf düşülüp, ülkede düzenin sarsılmasından sonra 1 7. yy'ın ikinci yarısı ve 1 8. yy'ın başlarında gelen Moğol saldırıları ile Kazaklar çok büyük za yiata uğradı. işte bu talihsiz dönemde Kazaklar arasındaki birlik yeniden bozuldu ve Hanlık yeniden üç Orda'ya bö lündü. Kazak ülkesine yapılan Moğol saldırıları 1 8. yy'ın ortalarına (1 757'ye) kadar sürdü. Bu arada sözkonusu saldırılarla düzeni alt üst olan Kazak ülkesinin bilinen zenginlikleri ve Hindistan'a kadar iniş yolu üzerinde olması, Rusların Kazakistan'a yönelik iştahlarını kabartıyordu. Halbuki Ruslar üç yüz yıla yakın bir süre Altın Orda Türk Devletinin hAkimiyeti altında yaşadıktan sonra, daha 1 5. asrın sonlarında (1 480) Altın Orda devletinin parçalan ması ile bağımsızlığına kavuşmuş bulunuyordu . Ama Ruslar Altın Orda Türk devletinin dağılmasından ve böy lece bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra hiç boş durmamış, her fırsatta güneye ve Orta Asya'ya doğru genişlemeyi en ön celikli siya.set olarak benlmsemişlerdjf-. 228
Rus Tehdidi : 1 8. yy., Moğol saldırılan ile bitkin düşen Kazaklar üzerinde, Çarlık Rusyasının son derece ince siyasetlerine ve çeşitli entri kalarına sahne oldu. Ruslar, birbirleriyle bağlantıları artık eskisi kadar güçlü olmayan Büyük Orda, Küçük Orda ve Orta Orda'ya ayrı ayrı nüfOz etmeye ve gerek Kazak halkını birbirine düşür mek, gerekse Kazaklar ile diğer Türk boyları arasında sürtüşme ler yaratmak sOretiyle bölgede bir karmaşa oluşturmaya çalıştı lar. 1 8. yy. boyunca önceleri Moğol ve ardından Çin saldırıları ile gelen yılgınlık ortamında Rusların ısrarla yürüttüğü bu siyaset se meresini vermeye başladı ve Kazaklar arasında bu saldırılara karşı Ruslardan destek isteme, hatta giderek koruma isteme eğilimleri belirdi. Bu durum kazak ülkesinde yeni karışıklıklara sebep oldu ve zaten Rusların beklediği de en azından bu idi. Böylece, Kazakların Rus yönetimine karşı moral direnme güçlerinin giderek kırıldığı bir ortamda, Çarlık Rusyası Kazak ülke sinde etkin olmaya başladı. Öncelikle Ural ve Or Nehirlerlnln birleştikleri yerde, llerlde Kazakistan topraklarına bir giriş kapısı görevi yapacak olan Orenburg Kalesi inşa edildi (1 734/1 735). Aynı dönemde Ruslar Kazak ülkesinin Büyük Orda, Küçük Orda ve Orta Orda Hanları ile ve hatta etkili boyların Beyler! ile ayrı te maslar kurup, onların her birini ayrı ayrı Han olar.ık muhatap al mak suretiyle ülkenin Hanlık ve Beylikleri arasındaki dirlik ve düzenliği alt üst eden nifak tohumları ektiler. 1 8. yüzyılın ikinci yarısı, yıllar boyu Moğol saldırılarına karşı direnen Kazakların, bir yandan Çin saldırılarına, diğer yandan Kal muk saldırılarına ve kuzeyde ise Orta Asya'ya inmeye çalışan Rus lara karşı mücadelesi ile geçti. Bu arada zaman zaman bazı Hanlar Çin saldırılarına karşı Ruslardan yardım almak mecburi yetinde kaldı. Fakat alınan Rus yardımının giderek Kazak ülke sini Rus idaresi altına alma niyetine dönüştüğü görülünce, zaman zaman da Çinliler ile ittifak kurularak Ruslar ile mücadeleye girme zarOreti hasıl oldu. Bu dönem Kazakların en zor yıllarını oluştu ruyordu. 229
Bağımsızlık Direnişleri : 1 8. yy'ın sonlarında gerçi henüz Kazak HanlıOı baOımsız idi, ama ülke üzerinde de Çarlık Rusya'sının tartışmasız bir tesiri söz konusu idi. Artık Ruslar Kazak ülkesini yöneten Hanlara ve do layısıyla gelişen pek çok hadiseye hakim bir duruma gelmişlerdi. Nihayet Çin ve Kalmuk saldırılarına karşı varılan ittifak gereOince Kazak Hanlarının muvafakatı ile daha önce belll yerlere kaleler inşa etmiş olan Ruslar, 1 8. yy'ın son çeyreOinde istedikleri yerde yeni kaleler inşa. etmeye, ülkenin bazı bölgelerine Kazakların girişini yasaklamaya ve Kazak halkına bazı haksız ve aOır ver giler uygulamaya başladılar. işte bu dönemde artık Hanlardan umudunu kesen halkın yurt larını savunmak için Sırım Batur adJt bir Kazak önderliOinde ayak landıOını ve bu isyanın Ruslara zor yıllar yaşattıOını görüyoruz. Sırım Batur lsya.nı Rusları yıllarca uOraştırmış, hatta 1 783 yılında Sırım Batur idaresindeki isyancı birlikler Rus ordularına aOır bir yenilgi yaşatmakla kalmayıp, komutanlarını da esir almıştır. Sırım Batur yıllarca süren mücadeleden sonra 1 797 baharında Ruslar üzerine büyük bir sefer planlıyordu ki, bu sefer öncesinde ortaya çıkan bir salgın hastalık Sırım Batur'un birliklerini perişan etti. Özellikle Kazakların her şeyi demek olan hayvanlarıriın kitleler ha linde ölümü, isyancı birliklerin direncini kırdı ve bu milli mücade lenin daOılmasına sebep oldu. Sırım Batur lsya.nı ile halkın bulduğu moral, daha sonra 1 9. yy'ın ilk yıllarında önce Sultan Arıngazi ve sonrada Tilence Bey önderli{lindekl Kazakların, Rus ordularına karşı direnmesine ve yeni mücadelelere vesile oldu. Ancak bu direnişler sırasında bazı muharebelerin kazanılmasına ra{lmen nihai olarak teçhizat yönünden çok üstün olan Rus orduları karşısında Kazak ülke sinin istikl41ini korumak mümkün olmadı. Ruslar önce 1 822'de Orta Orda ve ardından da 1 824' de Küçük Orda topraklarını işga.I ettiler. i şgaller ve i syanlar : Rusların Orta Orda ve Küçük Orda'yı işgalinden sonra halk üzerinde uygulanan istibdat yönetimine karşı Kazaklar yeniden Küçük Orda'nın Berş Boyu Beyi İsatay Tayman önderliğinde bir 230
isyan başlattılar. 1 5 Kasım 1 837'de Ruslara ağır bir yenilgi yaşatan isyancı birlikler, 1 2 Temmuz 1 938'deki bir muharebede önderleri lsatay Tayman'ın şehit düşmesi ve Rusların topçu bir likleri karşısında ağır zAylatlar vermeleri üzerine, bu mücadele lerinden de bir sonuç alamadılar. lsatay Tayman'ın ölümünden hemen sonra (1 838) bu defa Ka zaklar Abılay Han'ın torunu Sultan Kenasarı Kasımoğlu önder liğinde Ruslara karşı organize edilen en büyük mlllt direniş hareketini başlattılar. Sultan Kenasarı, etrafına topladığı 20.000 kişilik bir silahlı birlik ile bir taraftan Rus orduları karşısında önemll başarılar sağlarken, diğer tarafta bağımsız bir devlet için gerekll olan teşkilatlanmayı süratle tamamladı. Bağımsız Kazak Hanlığının yeniden tesisi için ihtiyaç duyulan hukOki düzenle meler! ve vergi sistemini gerçekleştirdi. Böylece Kazak ülkesin! yeniden bağımsız bir hanlık görünümüne ulaştıran Sultan Kena san, bir yandan da Rus orduları ile daha etkin mücadele için tüfek imAIAtına başladı. Sultan Kenasarı'nın özellikle 1 843-1 844 yıllarında Rus ordu larına karşı elde ettiği sayısız zaferler sonucunda çevr�deki çeşitli devletler onu Kazak Hanı olarak tanıdılar. işte bu noktadan sonra Ruslar zaten çevirmekte oldukları entrikaların boyutlarını iyice büyüttüler ve 1 846 yılı baharında iki koldan başlattıkları büyük bir taarruz ile kazakların Alatav istikametine doğru çekilmesini te min eden Ruslar, bir yandan da bazı ajanları vasıtasıyla Alatav bölgesinde yaşayan Kırgız Beylerine ulaşarak Kazakların Kırgız ülkesini istil�ya geldiği şeklinde onları kandırmayı başardılar. Sul tan Kenasarı'nın son yıllarda elde ettiği başarılar ve sağladığı şöhreti Kırgızların böyle bir entrikaya kanmasını kolaylaştırıyordu. Kuzeyden iki ayrı koldan gelen Rus ordularının önünde Ala tav bölgesine doğru çekilmekte olan Kazak birlikleri, hiç bekle medikleri bir anda arkalarından da Kırgız birliklerinin saldırısına uğrayınca iyice zor duruma düştüler. Buna rağmen Sultan Ke nasarı her iki taraftan gelen saldırıyı da göğüsleyerek birliklerini Çu nehrinin yukarısındaki Mey-Tube sahasıha çekmeyi başardı. Fakat Kırgız birlikleri, artık bitkin düşmüş Kazaklara bu bölgede yaptıkları ani bir baskın ile Sultan Kenasarı'nın birliklerini boz231
guna uğrattıktan başka, Kenasarı'nın ölüsünü de Ruslara gön derdiler. Böylece Ruslar Orta Asya'da başlamış ve büyük başarılar elde etmiş bir milli kurtuluş hareketini daha, hem de kardeş bir kavmi bir diğer kardeşine vurdurarak bastırmış oldular. Sultan Kenasarı' nın ölümünden sonra, Kazak halkının istiklal direnişi bir müddet de onun kardeşi Sultan Sadık önderliğinde devam etti. Fakat Sultan Sadık'ın direnişi kardeşi Kenasarı ka dar etkili değildi. Sultan Sadık'tan sonra ise 1 850-1 875 döne minde Can Hoca, lset Batır, Han Gali Arslan ve İsa Tülenbay gibi önderlerin kumandası altında Kazakların Rus işgaline karşı direnişleri devam etti. 1 9. yy'ın son çeyreği ile 20. yy'ın ilk çeyreği, Kazakistan top raklarındaki Rus istilası sürecinin hızla devam ettirildiği ve bu arada nüfus dengesinin Ruslar lehine bozulması için Slav köylüle rinin kitleler halinde Kazakistan'a göç ettirildiği bir dönem oldu. Öyle ki; Rusların yaklaşık 200 yıllık bir istila gayretine ve yüz yılı aşkın bir süreden beri de Kazakistan topraklarına fiilen girmiş ol malarına rağmen, 1 897 nüfus sayımına göre Kazakistan'daki Slav asıllıların genel nüfusa oranı O/o 1 5 civarında iken, bu göçler so nucunda 1 91 6 yılı itibariyle Rusların nüfus içindeki oranı % 41 'in üzerine çıkmıştır. Ancak Kazak halkının tarifsiz acılar ve facialar yaşadığı, za man zaman kendi kardeş kavimleri de dahil olmak üzere çeşitli cephelerden amansız saldırılara uğradığı bu dönemlerde Ruslar yaklaşık 200 yıllık bir istila gayreti ve işgal mücadelesine rağmen 20. asrın başında bile henüz Kazak topraklarında arzuladığı ha kimiyeti tam olarak kurabilmiş değildi. Nitekim 1 9 1 6 yılında dahi Kazakların Abdulgaffar ve İmangeldi İmanov liderliğinde yeni ayaklanmalarına ve 1 91 7 Ekim devriminden sonra Alihan Bukey hanov önderliğindeki Kazak milliyetçilerinin Rusya'ya başkal dırarak Kazak toprakları üzerinde bir milli Kazak Hükümetl kurduğuna tanık oluyoruz. Sovyet dönemi : Fakat 1 9 1 9- 1 920 yıllarında kendi içerisindeki karşı devrim mücadelesini tamamiyle halleden Kızıl Ordu, 1 920 yılında önce likle Kazakistan'a girerek, Kazak ülkesini işgal etti. Bu bir ma nada Kazakistan'da bir kaç asırlık mücadeleye rağmen tam 232
anlamıyla oturtulamamış olan Çarlık Rusyası döneminden Sovyet Rusya dönemine geçişi teşkil ediyordu. Aynı yıl Orenburg başkent olmak üzere Kazak ülkesinde bir Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. 1 924 yılında Kazakistan Sovyet Cumhuriyeti' nin merkezi Kızıl Orda'ya ve 1 929'da da bu günkü başkent olan Alma-Ata'ya nak ledildi.
Sovyet Rejimine Direniş : So�et Rusxa döneminde özellikle Stalin'in Y.önetimi ele aldığı ıgz4·yııinaan ıtilJaren Kazaı< ıiaıl<ını ôaşı<a racıaıar ôeı<ıiyoralı. ffi.ı dönemde ha.la göçebe halde yaşayan Kazakların benliklerini ve kültürlerini korumaya ısrarla devam ettikleri görülünce, halk zorla sovhoz ve kolhozlara yerleştirilmeye ve bu arada ellerindeki mal ve mülk de devlet tarafından gasbedilmeye başlandı. Bunu ka bullenmeyen halk hükümete direnmeye başlayınca, Kazak halkı için bu defa direnme güçlerinin çok zayıf olduğu yeni bir müca dele dönemi açılmış oldu. Ancak, komünizmi kabul etmiş bazı aydınların da dahil olduğu bir kısım Kazak aydını ve önderinin, Kazak halkı üzerinde uygulanan bu Sovyetleştirme planlarına ve bu planların uygulanması için halka yaşatılan zulme razı olma yarak direnişe katılmaları üzerine, olayların büyüyeceğini anla yan Ruslar telaşlandı . İşe 1 932 yılında Alaş-Orda liderlerinden Alihan Bükeyhan'ı idam ederek başlayan Sovyet hükümeti, buna rağmen müteakip yıllarda aydınların ve dolayısıyla halkın direnişi kırılmayınca 1 9361 937 yıllarında tam bir aydın katliamına girişti. Bu dönemde ara larında Saken Seyfullin, Turar Rıskulov, Mendeş ve Smagul Sadıvakasev gibi Kazakistan'ın ilk komünist aydınlarının da yer aldığı, Ahmet Baytursun , Muham medcan Tınışbay, Halil dost muhammed, Şair Mir Yakup Dulat v.b. 30 Kazak aydını idam edildi. Böylece Kazak halkına önderlik edebilecek tüm lider ve aydınlar ortadan kaldırılarak Kızıl dikta ancak 1 937'den sonra Kazakistan'da oturtulabildi.
Yeniden Bağımsız Kazakistan
:
Fakat diğer Türk boyları gibi Kazak halkına da zorla kabul et tirilen ve zulümle devamı sağlanmak istenen, insan fıtratına ve dünyanın nizamına aykırı bu sistem çok geçmeden ifüis etti. Top233
luma ve tüm dünyaya saadet getireceği iddia edilen rejim, so nuçta sadece Sovyetler nüfusunun binde biri bile olamayacak mik tardaki parti yöneticilerinin zenginliğinden başka birşey temin edemezken, bu arada milyonlarca masum insanın açlık ve sefa let içerisinde yıllarca muzdarip yaşamasına sebep oldu. . Aslında çok daha öncelerde başlamış olan iktisadi kriz, Gorbaçov'un 1 985 yılından sonra uygulamaya koymak zorunda kaldığı açıklık ve yeniden yapılanma politikaları ile su yüzüne çıktı. Tüm dünya, Sovyet halkının ve bu arada esir Türk toplumlarının yıllardan beri yaşadığı ızdıraba dehşet içerisinde muttali oldu. Ve nihayet bu yeniden yapılanma keşmekeşi içerisinde 20-21 Ağustos 1 991 'de Moskova'da yaşanan hükümet darbesi girişimi ve ardından Sovyet Merkezi Hükümetinin istifasından sonra, Sov yetlerdeki karışıklık münasebetiyle yaklaşık bir yıldan beri ege men bir devlet gibi hareket eden Kazakistan'da 1 6 Aralık 1 991 'de bağımsızlığını ilan etti. 1 Aralık 1 991 günü Cumhurbaşkanı seçilmiş ve eski Kazak törenlerine göre beyaz keçe üzerinde yürüyerek makamına oturmuş olan Nursultan Nazarbayev, Kazakistan'ın bağımsızlığını ilan ettiği tarihte, Cumhurbaşkanlığının henüz 1 6. gününü idrak ediyordu. 1 994 yılı itibariyle Kazak halkı, Cumhurbaşkanı Nazarbayev'in önderliğinde yeniden Orta Asya'nın o eski güçlü Kazak ülkesini inşa etmeye ve yüzyılların yaralarını sarmaya çalışıyor.
234
İKTisAol POT ANSİYELI : Kazakistan'ın iktisadi potansiyeli ile ilgili ayrıntılara girmeden önce, bu husustaki bir genel realitenin tesbitinde fayda görülmek tedir. Kazakistan, sahip olduğu zenginlikleri ve iktisadi potansi yeli bakımından dünyanın en dikkat çekici ülkelerinden biridir. Çünkü ülke şu andaki sosyo-ekonomik görüntüsü ile kıyaslana mayacak boyutlarda önemli zenginliklere sahip bulunmaktadır. Ancak, Sovyetler Birliği döneminde sürekli olarak bir yandan anılan zenginliklerin son derece düşük fiyatlar karşılığında Mer keze transfer edilmesi ve diğer yandan merkezi planlamanın ülkeye doğal yapısıyla ilgisiz bir ekonomik görüntü çizmesi so nucunda, Kazakistan ülke olarak dünyada eşine az rastlanır zen ginleklere sahip olmasına rağmen, fakir bir ülke görüntüsüne mahkOm edllmiştir. Gerek Çarlık rejimi ve ge.rekse Sovyet rejimi süresince Rusya'nın Kazakistan ve diğer Türk Cumhuriyetleri üzerinde uy guladığı politikalar ile, bu ülkelerin halen içerisinde bulunduğu fakirlik ve sefaletten başka bir noktaya varması beklenemezdi. 1 8. ve 1 9. yy'ın önde gelen sömürgeci ülkeleri olan İngiltere, Fransa, Hollanda ve İspanya gibi devletler, bir ülkeye girdikleri zaman o ülke zenginliklerinin hiç olmazsa yarısını yerli halkın is tifadesine bırakmayı gözetirken, Türk yurtlarına huzur ve saadet getirmek vaadiyle giren Çarlık Rusya ve bu ülkelere adeta bir yer yüzü cenneti vaadederek yeniden hakim olan Sovyet rejimi süre since, gerek Kazakistan'da ve gerekse diğer Türk yurtlarındaki zenginliklerin % 90'dan fazlası o ülke halkının elinden alınarak merkeze transfer edilmiş ve milli üretimin % 1 0'dan daha az bir kısmı üretimin yapıldığı ülke halkına bırakılmıştır. Belki Kazakistan sahip olduğu iktisadi potansiyelin % 1 0'u ile dahi bu günkü sosyo - ekonomik görüntüsünün çok üzerinde olabilirdi. Fakat Sovyet merkezi planlaması ile doğal zenginlik lerinden kopuk bir üretim yapısına göre şekillendirilen ve eko nomik faaliyetlerin idamesinde sürekli olarak merkeze ve diğer cumhuriyetlere bağımlı bir tarzda organize edilen Kazakistan'a, 235
doğal zenginliklerinin % 1 O'undan dahi rasyonel bir şekilde is tifade etme şansı tanınmamıştır. Örneğin, ülkenin çok zengin petrol rezervi ve üretimine rağmen, birisi batıda ve ikisi doğuda olmak üzere mevcut 3 pet rol rafinerisinin bu üretim bölgeleri ile boru hattı bağlantısı kurulmamıştır. Çünkü Sovyet merkezi otoritesi tarafından doğuda ki iki rafinerinin kuzey - güney Sovyet boru hattı ile ithAI edilen ham petrolü işlemesi ve batıdaki ham petrol üretiminin ise Rusya'ya çekilmesi planlanmış ve bu plan yıllarca uygulanmak suretiyle Kazakistan'ın kendi petrolünü kendi rafinerilerinde işlemesine ve bu zenginliğine sahip olmasına fırsat verilmemiştir. Örneğin ülkenin kuzey ve güney kısmı iki ayrı enerji iletim ve dağıtım şebekesi ile elektriklendirilmiş, fakat kuzeyindeki sistem Rusya şebekesine ve güneyindeki sistem ise daha güneyde ka lan Cumhuriyetlerin şebekesine bağlanmak sOretiyle, ihtiyaç ha linde ülkenin iki ayrı sistemi arasında enerji alış verişi yapılmasına imkan tanınmamıştır� Örneğin ülke çok zengin demir rezervlerine sahip olmasına ve istihsal edilen demir tozlarının rafine edilerek demir konsant resi haline getirilme işlemi Kazakistan'da yapılmasına rağmen, artık çelik üretimi için gelinen bu nihai safhada aynı ülkede çelik üretimine izin verilmemiş ve yıllarca bu demir konsantresi Rus ya' da kurulan çelik üretim tesislerine taşınmıştır. Örneğin, tarım sektörünün en temel iki makinasından biri olan traktör Kazakistan'da ihtiyaçtan fazla imal ettirilerek diğer Cum huriyetlere ihraç edilmesine rağmen, biçerdöver makinası için ülke diğer Cumhuriyetlere bağımlı kılınmıştır. İşte tüm bu çarpık ekonomi ve üretim yapılanmalarını 1 991 sonundaki bağımsızlık ilanından beri belirli bir düzene koyma mücadelesi veren Kazakistan, aslında son derece önemli zen ginliklere sahip bir ülke olması nedeniyle gelecek için büyük ümit ler vaadetmektedir. Kazakistan yeryüzünde bilinen önemli madenlerin hemen hemen tamamına sahip bulunmaktadır. Sovyetler Birliği dağılmadan önce Birlik dahilindeki bakır, kurşun ve çinko istihsalinin yarısından fazlası Kazakistan'da 236
gerçekleşmekte idi. Ülke şu anda dünyanın 3. büyük kömür ya taklarına sahiptir ve diğer zengin kömür yataklarının da BDT içeri sinde bulunması nedeniyle Kazakistan BDT toplam kömür istihsalinin yaklaşık 1 /4'ünü gerçekleştirmektedir. Kazaklstan'ın 1 990'1ı yılların başındaki ortalama yıllık kömür istihs!li 1 40 milyon ton civarındadır. Bölgenin Rusya'dan sonra en önemli petrol rezervlerine sa hip olan Kazakistan'da yüzyılı aşkın bir süreden (1 889'dan) beri petrol çıkartılmakta ve ortalama olarak yılda 25 milyon ton ci varında petrol üretimi yapılmaktadır. Ayrıca yıllık ortalama 8-1 0 milyar m3 civarındaki doğalgaz istihsali de dikkate alınınca, tüm bu kaynaklarına artık tamamiyle hakim olan Kazakistan'ın 21 . yy'da genel olarak bir çok doğal zenginlik konusunda, ama özellikle de petrol ve doğalgaz konusunda dünya piyasalarının önemli bir payına sahip olacağı anlaşılmaktadır. Kazakistan'ın yukarıda sayılan doğal zenginliklerine ilave ola rak yıllık ortalama 25 milyon ton civarında demir cevheri üretimi ve 1 00 milyar Kw/saat civarındaki elektrik enerjisi üretimi vardır. Ancak sadece elektrik enerjisi üretimi , bu konudaki bazı eskiye dayalı yanlış planlamalar nedeniyle şimdilik ihtiyaca yeterli bu lunmamakta, fakat gelecek yıllarda elektrik enerjisi üretiminin de milli ihtiyacı karşılaması planlanmaktadır. Ülke yukarıda üretim miktarlarıyla zikredilen doğal kaynaklarının yanısıra çok zengin altın, bakır, kurşun , çinko, gümüş, kalay, tungsten, kromit, ko balt, titan, mangan, antimon, fosforit ve asbest rezervlerine sa hiptir. Kazakistan yukarıdan beri sıralanan doğal zenginliklere pa ralel bir sanayi gelişimi gösterememektedir. Ülkede ağır sana yiden ziyade hafif endüstriyel ürünler üzerinde bir yoğunlaşma dikkat çekmektedir. Endüstriyel üretimde en önemli paya sahip dalların başında demir dışı ve demir metalurji endüstrisi, kimya ve petro - kimya endüstrisi, makina imali ve yapı mamulleri imali gibi hafif sanayi dalları gelmektedir. Demir dışı metalurji endüstrisi özellikle çinko ve kurşun üze rinde yoğunlaşmıştır. Demir endüstrisinde ise demirden sac ve madeni levha üretiminde ihtisaslaşmaya gidilmiştir. 237
Kimya endüstrisinde fosfor cevherinin işlenmesi, yapay gübre ve deterjan üretimi, otomobil ve tarım maklnaları için plastik ak sam ve tekerlek lastiQi im41i ön planda gelmektedir. Petro - kim ya endüstrisinde ise petrolün rafine edilmesi ile motoryaQı, fuel-oil ve asfalt yaQı üretimi aQırlık arzetmektedir. Makina yapım endüstrisinde, metal kesim makinaları, jena ratör ve akümülatörler, santrifüj pompaları ve röntgen aletleri üre timi yoQunluk göstermesine raQmen, önümüzdeki yıllarda elektronik ve radyo teknik endüstrilerinde, tıbbi araç ve gereç ima.il ile dayanıklı tüketim malları üretiminde yeni yatırımlar hedeflen mektedir. Yapı malzemeleri endüstrisinde ise aşaQıdaki yıllık üretim ra kamları, hem endüstri dalının yoQunluk gösterdiQi alanlar, hem de bu alanlardaki üretimin boyutları bakımından belli bir fikir ve recektir. : : : Tuğla Muşamba :
Asbest
Çimento
no bin ton, 9.4 milyon ton, 3.5 milyar parça 9 milyon m2
Kireç ve alçı taşı
: 1 milyon ton
Sıhhi malzeme
: 700 bin parça : 8.400 km. : 2 milyon KW'lık
Oluklu asbest boru Radyatör ve Konvektör
Ancak Kazakistan baQımsızlık ilanından sonra yapı malze meleri endüstrisinde önemli deQişikliklere yönelmiş bulunuyor. Son yıllarda bir yandan hem ima.lal maliyeti ve kullanılacak mal zeme miktarını azaltan, hem de üretimde kaliteyi yükselten pre fabrik malzemelerin imalatına girilirken, bir yandan da daha yüksek kaliteli çimento çeşitleri ve enerji tasarrufu saQlayan yapı malzemelerinin üretimine başlanmıştır. Sovyet rejimi döneminde Kazakistan'ın tarım sektörü de sa nayi sektörü gibi ülkenin milli ihtiyaç ve zaruretlerine göre deQil, Sovyet merkezinin tercihlerine göre şekillendirildiQi için bu sek törde de b4riz bir irrasyonalite dikkat çekmektedir. ÖrneQin ülke geniş meraları ve otlakları ile açık mera hayvancılıQını ideal kılmakta iken, bu meralar Sovyetler BirliQi'nin beslenmesi için tarıma açılmış ve ülkede besicilik faaliyeti yem üretimine baQımlı hale getirilmiştir. Böylece hem tabii meraların tarıma açılmasıyla (üretim metodlarından kaynaklanan başka sebeple birlikte) 238
tarımsal üretimde verlmllllğln düşmesine, hem de mevcut doğal meralara rağmen, besiciliğin yem üretimine bağımlı kılınmasıyla besicilikte maliyetin artmasının yanısıra, kalitenin de düşmesine sebep olunmuştur. Bağımsızlığa geçiş yıllarında ülkedeki hububat üretiminde elde edilen ortalama verim 0.8 ton/hektar'dır. Tarımsal verimlilik açısından çok düşük olan bu rakamın bazı ünitelerde ortalamanın yaklaşık iki katına (1 .5 ton/hektar'a) yükselmesi, Kazakistan'da yeni düzenlemeler ile tarımsal verimliliğin arttırılabileceğinl gös termektedir. Kazaklstan'ın tarımsal üretimi içerisinde pamuk, şeker pan carı, yağlı tohumlar, patates gibi ürünler ile çeşitli meyve ve seb zeler yeralmakla birlikte, ülkedeki tarımsal üretimin temelini ekilebilir arazilerin % 70'ine yakın bir bölümünü kaplayan hu bubat üretimi oluşturmakta ve hububat üretiminde ise yoğunluğu buğday ve arpa teşkil etmektedir. Ülkenin ortalama yıllık buğday üretimi 1 5 milyon ton ve arpa üretimi de 6-7 milyon ton ci varındadır. BDT üyesi ülkelerin sahip olduğu besiciliğe elverişli otlak alan larının yarısına yakını Kazakistan'da olduğu için ülke önemli bir hayvancılık potansiyeline sahiptir. Ülkenin, 1 3 milyonu sığır, 35 milyonu koyun-keçi, 3 milyonu domuz ve 2 milyonu at-deve ol mak üzere toplam olarak 53 milyon civa.rında büyük ve küçük baş hayvan varlığına ilave olarak 60 milyon civarında da kümes hay vanı bulunmakta ve bu canlı hayvan varlığı ile Kazakistan başta ete dayalı üretim dalları olmak üzere, diğer çeşitli hayvani ürünlere dayalı (süt, yün, deri v.b.) üretim dallarında parlak bir gelecek vaa detmektedir.
239
SOSYO
•
EKONOMİK GÖSTERGELER
Yüzölçümü Nüfus ( 1 994 itibariyle) Nüfus Yoğunluğu Kent Nüfusu Kırsal Nüfus Ortalama Yaşam Süresi Bebek Ölüm Oranı Nüfus Artış Oranı Kişi Başına Konut Kişi Başına Et Tüketimi Kişi Başına Sebze Tüketimi 1 00 Kişiye Düşen Televizyon 1 00 Kişiye Düşen Buzdolabı 1 00 Kişiye Düşen Çamaşır Mak. Yüksek Öğrenimdeki Öğrenci Doğal Kaynakları
Temel Sanayi Dalları
Tarım Ürünterl
Nüfus Kompozisyonu
240
2.71 7.300 km2 18 milyon 6.6 kişi/km2 O/o 57 O/o 43 69 yıl Binde 26 % 1 1 3 m2 95 kg/yıl 58 kg/yıl 27 adet 24 adet 29 adet O/o 1 ,66 Petrol, doğalgaz, kömür, demir, bakır, altın, gümüş, k u rş u n , ç i nko, kalay, tungsten, nikel, kromit, ko balt, titan, mangan, anti mon, fosforit, asbest v.b. Demir dışı ve demir meta lurji endüstrisi, kimya ve petro-kimya endüstrisi, makina ımaıı, yapı malze meleri imali, hafif sanayi. Buğday, arpa, pamuk, şeker pancarı, yağlı to humlar, patates, sebze ve meyveler. O/o 47 Türk O/o 42 Kazak O/o 5 diğer O/o 36 Rus O/o 6 Alman O/o 5.5 Ukraynalı O/o 5.5 Diğer (Polonyalı, Koreli, Çinli vs.)
TÜRKIYE'DEN KAZAKISTAN'A iHRAÇ ED1LEN MALLAR Makina aksamı ve parçaları Hayvansal ve Bitkisel Yağlar Suni plastik maddeler Tıbbi alet ve cihazlar Hazır deri ve kösele işlenmiş deri ve kösele Deri giyim eşyası Çelik m4müllerl Binek otomobili Kimyasal mamüller
Kamyon Battaniye Şeker ma.müllerl Meyve sulan Hububat ma.müllerl Cam - seramik Tuğla - kiremit Halı - kilim Hazır giyim
TÜRKIYE'NİN KAZAKISTAN'DAN iTHAL ETTIGI MALLAR Ham pamuk Yün Deri Amyant Madeni yakıtlar
Bağırsak Sunl plastik maddeler Elektrolitik bakır Demir - dışı metaller ve ma.müllerl Demir - çelik ma.müllerl
241
KAZAKİSTAN 'DA POTANSİYEL YATIRIM ALANLAR! Petrol Rafinerileri inşaası ve mevcut rafinerilerin yenilenmesi Pencere camı, diğer cam ve seramik ürünleri imalatı Deri işleme ve deri eşya üretimi Konut ve otel inşaası Çimento ve diğer inşaat malzemeleri üretimi kömür ocakları işletme ve ihracatı Akümülatör imalatı Bakır çubuk imalatı Kurşun - çinko işleme tesisleri Elektrik motoru imalatı Mermer işleme tesisleri Paketleme malzemesi üretimi Röntgen cihazı ve aksamı üretimi Et kombinası inşası Mobilya imalatı Sabun ve kozmetik Demir cevheri işleme Otomobil imalatı Tarım aletleri imalatı Matbaa Margarin fabrikası Konserve fabrikası Makarna fabrikası Ekmek fabrikası Şeker fabrikası Yem fabrikası Yün işleme fabrikası
242
KAZAKİSTAN'DA GEREKLİ OLABİLECEK ADRESLER : T.C. Almatı Büyükelçiliği : Tolebi 29 4801 00 Almatı Tel : 61 39 32, 61 37 1 0, Telex: 25 1 2 1 6 TCBK SU
61 89 27 Fax: 50 62 08
THY İrtibat Bürosu : Hotel Otrar Oda: 1 02-1 03 Gogol Str. No: 73 Almatı Tel: 33 1 1 54, 50 62 20 Telex: 25 1 5 58
Fax: 50 62 1 9
Kazak - Türk İ ş Konseyi : Prospekt Kommunistichesky 77 480091 Almatı Tel: 62 08 37, 62 97 78 Telex: 25 1 2 30 KURS SU Fax: 32 84 88 Maliye Bakanlığı : Prospekt Kom munisticheskiy 97 480091 Almatı Tel: 62 40 60, 62 40 75 Dışişleri Bakanlığı : Prospect Mira 1 67 Almatı Tel: 63 25 38 Fax: 63 1 3 87 Sanayi Bakanlığı : Prospekt Kom munistichesky 93 - 95 Tel: 62 06 03
490091 Almatı
Merkez Bankası : Mrk. Koktem . 3, D. 21 Almatı Tel: 47 37 97 Fax: 63 73 42 Dış Ekonomik İlişkiler Bankası : 39, Prospekt Lenina 480091 Almatı Tel: 61 83 82 Ticaret ve Sanayi Odası : Prospekt kommunistichesky 93 - 95 480091 Almatı Tel: 62 09 95, 62 1 4 46, 62 1 6 20 Telex: 25 1 2 28 KAZİN SU Fax: 62 05 94 Not : Kazakistan 'ın (Almatı) telefon kodu: (7 32 72)'dir. 243
1\)
t
..
... / /
,/
0..,. 0J/j {K A Z A-··K· �·" \.sT -' N · •• •
r
KIRGIZISTAN COGRAFI KONUMU : Merkezl Asya'da, kuzeyinden tamamen Kazakistan, doğu ve gü'ney doğusundan Doğu Türkistan (Çin Halk Cumhuriyeti), güneyinden Tacikistan ve batısından Özbekistan ile çevrili olan Kırgızistan, 1 98.500 km2'1i k bir alana sahiptir. Kırgızistan topraklarının yarısından fazlası deniz seviyesine göre bin metreden ve 1 /4'ü ise 3 bin metreden daha yüksekte bulunmaktadır. Ancak bu genel dağlık görüntüye rağmen ülke çeşitli dağ silsileleri arasında kalan son derece mümbit va.diler ve ovalara sahiptir. Gerek yüksek sıradağların aldığı kar yağışlarından beslen mesi ve gerek arazinin yapısı müna.sebetiyle ülke çoşkun akan yüzlerce nehre ve bu nehirlerle beslenen irili ufaklı pinlerce göle sahiptir. Kırgızistan'ın kuzey doğusunda bulunan ve dünyanın en büyük ikinci krater gölü olan lssık Göl (Sıcak Göl) deniz seviye sinden 1 .609 metre yüksektedir. 6.202 km2'1ik bir alana sahip olan lssık Göl'ün en derin noktalarındaki su yüksekliği 700 metreyi aşmakta ve bu haliyle lssık Göl çok önemli bir su rezervi oluşturmaktadır. Türkiye'nin Başkenti Ankara' dan geçen 40 dereceli kuzey en lemi Kırgızistan'ın güneyindeki Fergana vadisinden ve Sinop ilin den geçmekte olan 42 dereceli kuzey enlemi de lssık Göl'ün güney kıyısından geçmektedir. Ya.ni Kırgızistan Ekvatora ve ku zey kutbuna uzaklığı bakımından Türkiye ile aşağı yukarı aynı pa raleldedir. Buna rağmen büyük denizlere olan uzaklığı nedeniyle Kırgızistan'da Türklye'ye göre daha karasal bir iklim hüküm sürmektedir. Ülkenin hem iklim ve hem de tabiat güzelliği bakımından yerleşime en uygun yeri, pek çok bakımdan insana Türkiye'nin Ege bölgesini hatırlatan Fergana vadisidir. Bir ucu batıdaki Öz245
bekistan topraklarından uzayıp gelen ve ülkenin kuzeyine göre daha yumusak bir iklime ve daha mü mbit topraklara sahip olan Fergana vadisinde toplam nüfusun yaklaşık % 42'si yerleşmiş bu lunmaktadır.
NÜFUS YAPISI : 1 994 yılı itibariyle Kırgızistan'ın nüfusu 5 milyona yaklaşmıştır. Aynı yıl itibariyle kilometrekareye düşen insan sayısı ise 25 kişidir. Bağımsızlık öncesinde Kırgızistan'da yaşayan Kırgızların top lam nüfusa oranı % 50'nin altında ve Rusların oranı ise % 25 ci varında idi. Ancak bağımsızlığı izleyen dönemde gerek Kırgızistan dışında yaşayan bazı Kırgızların ülkelerine dönmesi ve gerekse bazı Rusların ülkeyi terk etmesi sonucunda Kırgızların toplam nüfusa oranı % 55'e çıkmış ve Rusların oranı da % 20 civarına inmiş bulunmaktadır. Kırgızistan 'da yaşayan Türk soyluların toplam nüfusa oranı (% 13 nisbetindeki Özbekler ve toplamı % 5'i bulan Tatar, Uy gur, Kazak, Azeri vs. boylar ile birlikte) % 73'e ulaşmaktadır. Ülke genelinde Rusların toplam nüfusa oranı % 20 civarında olmasına rağmen, Rusların genellikle şehirlerde yerleşmiş ol maları nedeniyle şehirler ortalamasında Rus nüfusu % 50'yi bul makta ve hatta Başkent Bişkek'te bu oran % 60'ı aŞ maktadır. Kırgızistan'ın yaklaşık % 1 3'ünü oluşturan Özbekler ise yoğunluklu olarak ülkenin güneyindeki Fergana vadisinde yaşamaktadır. Kırgızistanda milletlerin coğrafi dağılımı açısından bir genel leme yapılacak olursa; Kırgızların daha çok kuzeyde ve Özbek lerin daha çok güneyde olmak üzere kırsal kesimde yoğunlaştığı, Rusların ise daha çok Başkent Bişkek'te ol mak üzere şehir mer kezlerinde yoğunlaştığı söylenebilir. Bağımsız Devletler topluluğu dahilindeki Kırgızların % 90'ına yakını kendi Cumhuriyetinde yaşamaktadır. Geri kalan % 10 ise yoğunluklu olarak Özbekistan ve Tacikistan'da yaşamaktadır. Sayıları kesin olarak bilinmeyen bir miktar Kırgız nüfusu da Doğu Türkistan ve Afganistan'da yaşamaktadır. Bu nüfus, 6 Ağustos 1 9 1 6'da Rus yönetimine karşı başlatılan Kırgız isyanının kanlı bir 246
şekilde bastırılması sonucunda, ülkelerini terk ederek Doğu Türkistan'a (Çin'e) geçmek zorunda kalan toplam 300.000 Kırgızın soyundan gelmektedir. Bunlardan bir bölümü bilahare Afganis tan ve İran üzerinden Türkiye'ye geçmiş olup, halen Van gölü kıyılarında da 2-3 bin civarında Kırgız yaşamaktadır.
TARİH : Kırgızlar Kök Türk yazıtlarında tarihleri çok eskiye dayanan Türk kavimleri arasında zikredilmektedir. Çin tarihine ait yıllıklarda ise Kırgızlar M.Ö. 2. asırda Hunlar zamanındaki olaylar anlatılırken karşımıza çıkmaktadır. Ancak Hunların yıkılışından sonraki Çin kaynaklarında Kırgızlardan "Hakas" adıyla bahsedilir. Kırgız Türk leri ilk devletlerini M .Ö. 2. yüzyılda bugünkü Kırgızistan toprak larından doğuya ve kuzey doğuya doğru uzanan bölgede Tanrı Dağları'nın doğu ve kuzey doğusunda kurmuşlardır. Aslında bu bölgede yapılan araştırmalar Türklerin M.Ö. 2.000 yılından da öte lere kadar uzanan tarihlerinin aynı coğrafi alanda yaşanmış ol duğunu göstermektedir.
Hun İmparatorluğu Dönemi : Bir müddet sonra bu ilk Kırgız Devleti yıkılmış ve Kırgızlar, Tö les boyları başta olmak üzere diğer bazı Türk boyları ile birlikte Hun İmparatorluğu'nun idaresinde yaşamaya başlamıştır. Taki beden bir kaç asırlık dönemdeki kaynakların yetersizliği nede niyle tarihler çok net bir şekilde belli olmamakla birlikte, Hun İmparatorluğu'nun giderek gücünü ve etkinliğini kaybetmesi so nucunda M.S. 2. ve 3. yy'larda bu Türk boylarının Hun idaresin den çıkarak, bölgede dağınık bir şekilde yaşadığı anlaşılmak tadır.
Kök Türk İmparatorluğu Dönemi : M.S. 6. yy'dan itibaren netleşen tarihi verilere göre Kırgızlar M.S. 557 yılında Kök Türk devletinin hakimiyetine girmiş ve yaklaşık bir asır boyunca Kök Türk idaresinde yaşamışlardır. Kök Türklerin fetret devrine rastlayan 7. asrın ikinci yarısı boyunca müstakil bir görünüm sergileyen Kırgızların bu dönemde Çin ile doğrudan ilişkiler kurmalarına rağmen, 699 yılında yeniden Kök Türk yönetimine girdiği görülmektedir. 247
Kök TOrk kl!abelerlnden anlaşıldıQı kadarıyla, Kök TOrklerln Kırgızlar Ozerlnde hakimiyet tesisi pek kolay olmamış ve her iki dönemde de ancak uzun ve çetin mücadelelerden sonra Kök Türklerin hakimiyet kurması mümkOn olmuştur. Bağımsız Kırgız Devletl : Kırgızlar 743 yılında Kök Jürk devletinin yıkılışından sonra yö netimi ele alan Uygur Hakanlıl}ı'nın idaresini kabul etmeyerek, uzun yıllar boyunca Uygurlarla mücadele etmiş ve 9. asnn başlannda Uygurlarla yapılan bir savaşta bOyOk kayıplar verme lerine rağmen, 838 yılında Uygur Kağanını öldürerek Uygur Dev letlnln 'Kuzey kısmını lşgAI etmek suretiyle asırlardan sonra ilk defa merkezi Ôtüken olmak üzere bir Türk Devletinin ldAreslnl ele almışlardır. Kırgızların yüzyıllardan (neredeyse bin yıla yakın bir aradan) sonra yeniden bağımsız bir devlete sahip olmaları, yaklaşık bir asır süren bu ikinci bağımsız Kırgız devleti süresince onlann kültürel alanda yeniden derlenip toparlanmalarına, hatta Kök Türk ve Uygur kardeşlerin yazı dilini kullanarak kendi kitabelerini yazdırıp diktirmelerine vesile olmuştur. Fakat bu ikinci Kırgız devletinin kuruldul}u bölgeler bugünkü Çin Halk Cumhuriyeti sınırlan dahilinde kaldığı ve . Çin yöneti mince de Türk tarihine alt pek çok önemli eserin gömülü oldu{lu bilinen bu bölgelerde kazı yapılmasına müsaade edilmediği için, tarih ve bu arada başka bir çok ilim dalı bu bölgeden elde edi lebilecek her biri bir hazine değerindeki verilere ulaşamamaktadır. Şayet birgün bu bölgedeki Kırgız kitabelerinin gün ışığına çıkartılması mümkün olursa m uhakkak ki Kırgızların ve bu arada genel olarak Türklerin orta Asya'daki tarihlerine ait bilgiler yeni ve daha geniş boyutlar kazanacak, bu arada Türklerin M.Ô. ve Miladı takiben bir kaç yüzyıl boyuncaki hayatlarının pek ço� bi linmeyen yönü açıklık kazanmış olacaktır. Çin Tehdidi ve Batıya Göç : 920 yılından sonra, önce Kök Türk ülkesini ve sonra Mo{lolistan'ı lşga.I eden Çin ordularının dalga dalga gelen saldırıları karşısında tutunamayan Kırgızlar 924 yılında bu yurt larını terkederek, daha batıya (bugünkü Kırgızistan'a) do{lru çekil mişlerdir. 248
1 0.-1 2. yy'lar arasında Karahanlıların hakimiyet! altında yaşayan Kırgızlar, bu dönemde Kırgızistan toprakları üzerinde büyük şehirler' meydana getirmiş ve halkın daha çok tarım ve tl racete yönelmesi sonunda. önceleri genellikle göçebe olarak hay vancılıkla uQraşan Kırgızların sosyo - ekonomik yaşantısında büyük deQlşlmler meydana gelmlştlr. Söz konusu sosyo - eko nomik gelişmelerle birlikte Kırgızların kültür hayatında da önemli ilerlemeler kaydedilmiş ve Türk dilinin ilk şAheserl " Kutad-gu Bl lig" Balasagunlu Yusuf Has Hacib tarafından bu dönemde ortaya konulmuştur. Moğol ve Ö zbek Hakimiyeti : 1 2. yüzyılın başlarından itibaren Kırgızları Cengiz Han yöne timindeki MoQolların hakim�yeti altında görüyoruz. 1 2 1 7 yılında MoQol yönetimine karşı başlattıkları isyAnın kanlı bir şekilde bastırılmasından sonra Kırgızlar 1 4. asrın sonuna kadar MoQol hakimiyeti altında kaldı. Ancak 1 399 yılında yanlarına Oyratları da alan Kırgızlar, Moğol yönetimine karşı başlatılan ikinci lsyAn ile yeniden bağımsızlığına kavuştular. Fakat, o dönemde amansız bir hAkimiyet mücadelesinin hüküm sürdüğü Orta Asya'da gerekli şartlara erişemeden bağımsız kalmak kolay değildi. Nitekim Kırgızlar kısa bir bağımsızlık döneminden sonra 1 425 yılında Özbek hAkimlyetl altına girdiler ve daha sonra Özbeklerin Moğol saldırıları karşısında tutunamaması sonucunda kuzeydeki Kazakistan bozkırlarına çekilerek Kazak yönetimi altında Kazak1arla birlikte yaşamaya başladılar. Yeniden Bağımsız Kırgız Devletl : Asya' da Moğol hakimiyeti sona erdikten sonra Kırgızlar önce Kalmukların ldAresi altına girmişler ve sonra 1 703 yılında Tanrı dağlarının güney batı taraflarına göç ederek, kısa bir süre önce kurulmuş olan Hokand devletinin hakimiyetini gönüllü olarak ka bul etmişlerdir. Ancak bu iltihak ile kısa sürede hem nüfusun ve hem de askeri gücün çoğunluğunu ele geçiren Kırgız)ar, çok geçmeden Hokand devletinin yönetimini ele aldılar. Böylelikle Kırgız Türklerinin tarihinde yeni bir bağımsız devlet dönemi başlamış oldu. 249
Hokand devletinin 1 8. yy. boyunca giderek Orta Asya'da nüfuzlu bir konuma yükselmesi Buhara Emirliği'nin husumetini çekmiş ve 1 9. asrın başlarında Hokand Hanı Ömer Han (1 8091 822) ile Buhara Emiri Haydar Şah (1 800-1 826) arasında başlayan rekabet ve çekişme, Orta Asya Türklüğünün en büyük talihsiz liklerinden birisi olarak tarihe geçmiştir. Öyleki bu hanlıklar, ara larındaki rekabeti, Osmanlı İmparatorluğuna biat etmek suretiyle ondan birdiğerine karşı destek sağlamak için İstanbul'a elçiler göndermek noktasına kadar tırmandırmışlar, fakat bu amansız mücadele sadece Rusların Orta Asya'daki hakimiyet planlarını uygulamaya koymak için müsait bir zemin hazırlamaktan başka bir şeye yaramamıştır. Rus İşgall : Merkezi Asya'daki Türk Hanlıklarının birbirine düştüğü böyle bir dönemde önce 1 846 yılında Kazalinsk Kalesini ele geçiren Rusların Türkistan illerini istilası bundan sonra da devam etti. Bu dönemde sadece 1 864 yılında Çimkent üzerine yürüyen Rus or duları, Alim Kul kumandasındaki Hokand ordusu tarafından ağır bir yenilgiye uğratılmış, fakat bu arada Buhara Emirinin Hokand üzerine yürüdüğü haberini alan Alim Kul başkenti savunmak için dönünce, bu fırsatı değerlendiren mağlup Rus ordusu 22 Eylül 1 864'de Çimkent'i işgal etmiştir. Böylece iki Türk Hakanı arasındaki anlaşmazlık, Rus ordusuna Türkler tarafından yaşatılan bir hezimetin, büyük bir Rus zaferi olarak tarihe geçmesine ve sile olmuştur. Çimkent'in işgalinden sonra Alim Kul yönetimindeki Hokand orduları Rus işgaline karşı amansız bir direniş göstermeye de vam ettiler. Bu mücadele döneminde Alim Kul ve ordusu, Bu hara Ordularının işgal ettiği topraklar ile Rus ordularının işgal ettiği topraklar arasında adeta mekik dokuyor ve sürekli olarak bir cep heden diğerine koşuyordu. Nihayet 23 Mayıs 1 865'de Alim Kul, Rus ordularına karşı Niyaz Bey Kalesini savunurken şehit düştü. Alim Kul'un ölümünü müteakip Rus ordularının Taşkent'i kuşattığı ve Taşkentlilerin tam 32 gün şehirlerini Ruslara karşı kah ramanca müdafaa ettiği bir dönemde bile, Buhara Emiri Muzaf fereddin, Hokand devletinin başkentini işgal etmekten geri durmadı. Fakat orta Asya'nın işgalinde Hokand veya Buhara 250
ayırımı gözetmeyen Rus orduları Hokand ülkesinin işgalinden hemen sonra 1 867-1 868'de Buhara Emirliğinin hakimiyet saha larını da işgal etti. Bunu müteakip 1 873'de Hive devleti ve 1 874 1 875'de Türkmenistan'ın işgali ile Orta Asya'daki Türk yurtlarının tamamı Rusların kontrolüne girmiş oldu.
Bağımsızlık Direnişleri : Yurtlarının Ruslar tarafından işgal edilmesine tahammül ede meyen Kırgızlar 1 876'da Abdurrahman Abtabacı önderliğinde ve 1 885'de ise Oş şehrinde Derviş Han Tora önderliğinde isyan başlatmalarına rağmen her iki isyan da kanlı bir şekilde bastırıldı ve isyancılar katledildi. Buna rağmen Çarlık Rusyası'nın son dö nemleri boyunca Kırgız isyanlarının ardı arkası kesilmedi. 1 7 - 1 8 Mayıs 1 898 gecesi Andican'ın Mintepe Camii imamı İşan Muham med Sabıroğlu yönetiminde ayaklanarak Rus garnizonunu ba san Kırgız Türkleri, modam silahlara sahip Rus ordusu karşısında ağır kayıplar verdikten başka, sağ ele geçen 380 kişi de idam edildi. Bu olaydan sonra bölgeyi ziyaret eden Rus Genel Valisini diz çökerek selam lamamakta direnen 208 kişilik bir halk gurubu Sibirya'ya sürüldü. Nihayet 6 Ağustos 1 91 6'da büyük ve toplu bir isyan başlatan Kırgızlar, tüm Türkistan'da yayılmakta olan bağımsızlık savaşına iştirak ettiler. Fakat Ruslar tarafından kanlı bir şekilde bastırılan bu isyanda da Kırgızlar binlerce kayıp verdi ve isyanın bastırılması sonucunda üçyüz bin civarında Kırgız Türkü Çin 'e kaçmak zo runda kaldı. Bunca can kaybı ve göçe rağmen Kırgızistan'da mil liyetçi Kırgız komiteleri hemen ertesi yıl 1 91 7 Bolşevik ihtilali sırasında yeniden bağımsızlık mücadelesini başlatmışlar ve bu mücadele 1 929 yılına kadar sürmüştür. Kırgızistan'da yarım asrı aşkın bir süre aralıksız süren bu direnişler ancak Stalin'in despot yönetimi devrinde tamamen sin dirilmiş ve bu arada Rusya tarafından 1 924'de Muhtar Bölge Statüsü verilen Kırgızistan 1 926 yılında Sovyet Sosyalist Cum huriyetler Birliği' ne Kırgızistan Cumhuriyeti adı ile dahil edilmiştir.
Bağımsız Kırgızistan Cumhuriyeti : 1 980'1i yılların ortalarından itibaren Gorbaçov'un yönetim dö nemi ile başlayan açıklık ve yeniden yapılanma sürecinin getir diği tarihi gelişmeler sonucunda adım adım yeniden bağımsızlığa 251
doğru ilerleyen Kırgızistan, 20-21 Ağustos 1 991 'de Moskova'da yaşanan darbe girişimi ve ardından merkezi hükümetin istifası or tamında 3 1 Ağustos 1 99 1 günü bağırrısızlığını ilAn etti. Bağımsizlığın ilAn edildiği dönemde, 27 Ekim 1 990 seçimle riyle Cumhurbaşkanı olan Askar Akayev Kırgızistan Cumhuriyeti yönetiminin başında bulunuyordu. Bağımsızlığı müteakip 1 2 Ekim 1 991 tarihinde yapr1an halk oylaması ile yeniden Cumhurbaşkanı seçilen Akayev, 30 Ocak 1 994 günü yapılan referandumda aldığı % 96.34 oranındaki halk desteğiyle Bağımsız Kırgızistan Cum· huriyetinin yeniden yapılanmasını lnşAya devAm ediyor. i KT i SADi POTANS I YELI : Diğer Asya Türk Cumhuriyetlerinin müşterek ve tipik özelliği olan petrol ve doğalgaz zenginliğine maalesef Kırgızistan'da rast lanmamaktadır. Örneğin Azerbaycan'dayıllık ortalama 1 0 milyon tonun ve Kazaklstan'da yıllık ortalama 20 milyon tonun üzerinde olan petrol istihsAli Kırgızistan'da yılda 1 50 - 200 bin ton civarında seyretmektedi r. Yıllık ortalama doğal gaz üretimi ise Özbekistan'da 40 milyar metreküp ve Türkmenistan'da 80 milyar metreküpün üzerinde iken Kırgızistan'da yıllık doğal gaz istihs41i ortalama olarak 1 00 milyon metreküp civarındadır. Petrol ve doğal gaz bakımından karşımıza çıkan bu olumsuz tabloya rağmen ülke diğer madenler açısından oldukça zengin bir görünüm sergilemektedir. Örneğin 30 milyon tonun üzerin deki bilinen rezervi ile Kırgızistan Orta Asya'nın en zengin kömür yataklarına sahip bulunmaktadır. Kırgizistan ayrıca çok zengin de mir, civa, antimuan, bakır ve altın rezeı:vlerine sahiptir. Üstelik işin bir başka müsbet yanı, ülkenin eski Sovyetler Birliği merke zine olan fiziki uzaklığı nedeniyle, Sovyetler Birliği'nin dağildığı dönemde bu ülkenin yeraltı zenginliklerine henüz Sovyet Mer kezi tarafından el atılmamıştı. Bağlı cumhlH'iyetlerde istihsal edi len yer altı zenginliklerinin % 90'dan fazlasını merkeze transfer eden Rusya tarafından gelecek dönemler için bir stok rezerv ola rak görüldüğü anlaşılan bu yeraltı kaynakları, Bağımsız Kırgızis tan Cumhuriyetinin geleceği için önemli bir sermaye oluşturmak tadır. 252
Ancak, henüz Kırgızlstan'da maden üretiminin çok sınırlı bir bölümü milli sanAyide kullanılmaktadır. Bu haliyle ülke bir sanAyl mAmül üreticisi olmaktan çok, işlenmemiş maden cevheri üreti cisi durumunda kalmakta ve bu nedenle madenlere dayalı sınAi lmAlat ile kazanılab!lecek katma değerden şimdilik istifade edi lememektedir. Fakat ülkede bir yandan sınAT üretim kapasitesi artırılırken, diğer yandan sınAi üretimde yeni ve modern tekr1o lojilerin devreye konulmasıyla birlikte, yukarıda sözü edilen ye raltı zenglnliklerinln Kırgızistan- için çok önemli bir ekonomik potansiyel oluşturacağı anlaşılmaktadır. Yukarıda zikredilen yeraltı zenginliklerine llAve olarak yüzlerce nehre ve bir kısmı arAzinln yapısından lstifAde edilerek barajlar inşası suretiyle oluşturulan irili ufaklı 3.000 civarında göle sahip olan Kırgızistan, bu su kaynaklarının saQladığı lmkAnlar ile böl� genin önemli hidroelektrik enerji üreticisi ülkelerinden birisidir. Yılda ortalama olarak 1 5 milyar kilowaVsaat civarında hidroelekt rik enerji üreten Kırgızistan, bunun önemli bir bölümünü yakın komşuiarı olan Kazakistan, Özbekistan ve Tacikistan'a satmak tadır. Yukarıdan beri bahsedilen yeraltı zenginlikleri ve hidroelekt rik enerji lmkAnları münasebetiyle ülkenin bu kaynaklara dayalı bir sanAyi imalatçısı olması ,gerekirken, Kırgızistan yıllardan beri " Sovyetler Bi_rliğl merkezi tarafından ağırlığı hayvancılık kesimi oluşturmak üzere bir tarım ülkesi şeklinde planlanmıştır. Bahse konu madenlere dayalı · sanAyi dallarıyla ülkenin ağırlıklı olarak sınAT üretim özelliği ile öne çıkması daha mAkul iken, Sovyet mer kezi planlaması Kırgızistan'ın böylesine bir prodüktif yapılan masına imkAn vermemiş ve ülke AdetA bir canlı hayvan deposu haline getirilmiştir. 1 994 yılı itib�rlyle 5 milyonun altında kalan nüfusuna rağmen Kırgızistan 1 O milyonun üzerinde koyun ve keçi, 1 milyonun üze rinde sığır ve yarım milyona yakın domuzu ile 1 2 milyon civarında büyük ve küçükbaş hayvana sahip bulunmaktadır. Yine önemli sayıdaki at, tavşan ve kümes hayvanları da bu miktarın dışında kalmaktadır. Kırgızistan ekonomisinde bağımsızlık öncesi itibariyle tarım ve hayvancılık sektörü, hem istihdAm olunan nüfusun sektôrel 253
dağılımı bakımından % 33'1ük oran ile birinci sırada bulunmakta ve hem de genel ekonomik üretimin % 40'ı bu kesimden temin edilmek suretiyle tarım sektörü m illi gelir içerisindeki payı bakımından da birinci sırayı işgal etmekte iken, bağımsızlık ilanından sonraki yıllarda bu denge sanayi kesimi lehine değişmeye ve ülkede yavaş yavaş sanayi kesimi ön plana çıkmaya başlamıştır. Kırgızistan sınai üretimde özellikle çamaşır makinası, elekt rik motorları, cam, elektrikli ütü, kasetçalar, şeker, tekstil, kon feksiyon, ayakkabı, kürk-deri vb. üretim dallarında ön plana çıkmaktadır. Sınai üretim içerisinde ise % 40'a yaklaşan oranı ile hafif sanayi üretimi birinci sırayı işgal etmekte ve % 25'e varan oranı ile gıda sanayi üretim i ikinci sırada bulunmaktadır. Görüldüğü gibi hafif sanayi ve gıda sanayi üretiminin toplam sınai üretim içerisindeki payı % 60'ın üzerine çıkmaktadır. Yoğunlu ğunu dayanıklı tüketim mallan ile bu malların üretiminde kullanılan metallerin imalatı teşkil etmek üzere makina ve metal imalatının toplam sınai üretim içerisindeki payı ise yaklaşık % 1 B'lik bir oran ile üçüncü sırayı işgal etmektedir. Bütün bu rakamlar sınai ke simdeki üretim kompozisyonunun henüz hafif sanayi ve tüketim malları ağırlıklı bir görünüm sergilediğini ortaya koymaktadır. Kırgızistan'ın tarımsal yapısı ile ilgili olarak hepsi bir mahreçten geldiği anlaşılan çeşitli dökümanlarda, ülkedeki ekilebilir tarım ara zisinin toplam araziye oranı % 7 olarak verilmektedir. Ancak eli mizde bu konuda herhangi bir kesin ölçümleme sonucu bulunmamakla birlikte, ülkede gerek karadan ve gerekse hava dan yaptığımız çeşitli seyahatler ve gözlemler sonucunda, Kırgızistan'daki gerçek ekilebilir tarım arazisi oranının bu rakamın bir kaç katı mertesinde olduğu izlenimi edinilmiştir. Ülkenin bah sekonu tarım arazilerinde yoğunluklu olarak hububat, şeker pan carı, patates, kenevir ve tütün ile çeşitli sebze ve meyveler yetiştiril mektedir. Ayrıca ülkede ipekçilik de çok gelişmiş olup, Orta Asya'nın en büyük ipek koza işleme tesisleri ve ipekli kumaş fabrikaları da Kırgızistan'da bulunmaktadır.
254
SOSYO
•
EKONOM İ K G Ö STERGELER
Yüzölçümü Nüfus (1 994 itibariyle) Nüfus Yoğunluğu Kent Nüfusu Kırsal Nüfus Ortalama Yaşam Süresi Bebek Ölüm Oranı Nüfus Artış Oranı Kişi Başına Konut 1 00 Kişiye Düşen Televizyon 1 00 Kişiye Düşen Buzdolabı 1 00 Kişiye Düşen Çamaşır Mak. Yüksek Öğrenimdeki Öğrenci Doğal Kaynakları Temel Sanayi Dalları Tarım Ürünleri Nüfus Kompozisyonu
1 98.500 km2 5 milyon 25 % 40 % 60 68,5 yıl Binde 29,9 % 2,2 1 1 ,7 m2 20 18 16 % 1 ,3 Kömür, demir, civa, anti muan, bakır, altın, uran yum, hidroelektrik. Elektrikli cihazlar, tekstil, konfeksiyon, gıda sanayi, metalurji. Hububat, şeker pancarı, patates, ipek kenevir, tütün, sebze ve meyvalar. % 73 Türk % 55 Kırgız % 1 3 Özbek % 5 Tatar, Uygur, Kazak vs. % 20 Rus % 7 Diğer (Alman, Uk rayn, vs.)
255
T Ü RKIYE'DEN KIRGIZI STAN'A i HRAÇ EDi LEN MALLAR Deri giyim eşyası Mensucat Sentetik elyaf Sentetik - pamuklu giyim eşyası Demir - Çelikten eşya Nikel eşya Şampuan Cerrahi malzemeler Eczacılık ürünleri Haşarat öldürücüler Plastik ma.müllerl Şeker m4müllerl Rafine zeytinyağı Nükleer reaktör Halı-mobilya T Ü RKI YE'N IN KIRGIZI STAN'DAN iTHAL ETT IGI MALLAR Canlı hayvan Ham sı{1ır derisi Ham pamuk Koyun bağırsağı Tabii bal Örme mensucat Ağaç ve ahşap eşyalar Kimya sanayi ürünleri
256
KIRGIZI STAN'DA POTANS İ YEL YATIRIM ALANLAR! Deri işleme ve deri kaplama üretimi Endüstriyel cam üretimi ve cam ürünleri Kuru üretim tipli çimento fabrikası Çini üretimi Otel inşaası Yeraltı kaynaklarının çıkarılması ve işlenmesi Küçük ve orta ölçekli sanayi tesislerinin kurulması İnşaat malzemeleri üretim i Haberleşme v e ulaştırma yatırımları Yün, süt ve etin işlenmesi Tarımsal üretime dayalı konserve fabrikası Kış turizmi yatırımları Ekmek ve un mamülleri imAIAtı Lokantacılık Yabancı oto tamir ve bakımı Meyve suyu fabrikası Maden suyu şişeleme tesisi Mobilya imalatı
257
KIRGIZI STAN'DA GEREKLi OLAB İ LECEK ADRESLER : T.C. Bişkek Büyükelçiliği : Moskowskaya 89 720001 Bişkek Tel: 22 78 82, 26 89 32, 26 76 06 Telex: 24 51 25 bıstr su Fax: 26 88 35 Kırgızistan Ticaret ve Sanayi Odası 720300 Bişkek Kirova UI. 205 Tel: 26 49 42 Telex: 25 1 2 39 Salam Su Maliye Bakanlığı Kirova UI. 207 720050 Bişkek Tel: 26 32 43 - 22 24 35 Sanayi Bakanlığı Do ni Pravitelstva Tel: 26 42 72
Bişkek
Dış Ekonomik İ lişkiler Komitesi Prospekt Dzirjinskova 58 Bişkek Tel: 22 74 55 Merkez Bankası Sverdlova UI. Tel: 25 52 37
101 Bişkek
Kırgız-Türk Ltd. Co. Kirova Str. 207 720000 Bişkek Tel: 22 36 1 8, 22 36 46 Fax: 22 22 01 Kırgızistan' ın (Bişkek) telefon kodu: (7331 2)'dir.
258
KIRGIZİ STAN CUMHUR İ YETİ 'NDE YABANCI YATIRIMLAR HAKKINDA l.{ANUN 1 . GENEL PRENS İ PLER
MADDE 1
-
Yabancı Yatırımlar;
Kırgızistan Cumhuriyetinde yabancı yatırımlar, ekonomik ve drğer faaliyet alanlarında maddi ve mali yatırımlardır.
MADDE 2
-
Yabancı Yatırımcılar;
Kırgızistan Cumhuriyetinde yabancı yatırımları gerçekleştiren yabancı yatırımcılar, yabancı devletler, tüzel kişiler ve vatandaş lardır.
MADDE 3
-
Yatırım Faaliyetine İştlrAk Edenler;
Kırgızistan Cumhuriyetinde yatırım faaliyetlerine iştirak eden ler tüzel · kişiler ile Kırgızistan ve diğer Cumhuriyetlerin vatandaşlarıdır. Yabancı tüzel kişiler ve vatandaşlar sözleşmeye göre yatırımların gerçekleşmesini garanti eden ve yatırımcıların başka görevlerini yapan kişilerdir.
MADDE 4
-
İzin Verllen Yabancı Yatırım Türleri;
Kırgızistan Cumhuriyetinde aşağıdaki yabancı yatırım türlerine izin verilmektedir. -
Şirketkerde ortaklık payı Bütünüyle yabancı şirket yatırımı Hisse senedi ve diğer kıymetli kAğıtlar al ımı Mevduat amaçlı nakdi yatırım Tekni.k· teçhizat yatırımı Teknik bilgi yatırımı Diğer kanuni yatırım alanları
MADDE 5
-
Yabancı Yatırım Faaliyetlerlne Uygulanacak Hükümler;
Yabancı yatırım faaliyetleriyle ilgili ilişkiler, yürürlükteki Ka nunlar ile Kırgızistan Cumhuriyeti'nin iştirak ettiği uluslararası sözleşmelere uygun olarak gerçekleştirilir. 259
U luslararası sözleşmede, Kırgızistan Cumhuriyeti Kanun larından başka türlü bir hüküm tesbit edilmişse, Uluslararası sözleşme hükmü tatbik edilir.
MADDE 6 Faallyetlerln Sözleşmeyle Düzenlenmesi; Sözleşme, yı;ı.bancı yatırımcıların ve yatırım faaliyetlerlne iştirak edenlerin hukuki durumunu tayin eden en önemli belgedir. -
Ortak seçimi, sözleşme imzalanması, vecibeleri ve Kırgızis tan Cumhuriyeti Kanunlarına aykırı olmayan diğer ekonomik şartları belirleme, yabancı yatırımcıların ve yatırım faaliyetlerine iştirak edenlerin müstesna. yetkileridir.
MADDE 7 Yabancı Yatırımcılara Sağlanan Garantiler; Kırgızistan Cumhuriyeti, yabancı yatırımcıların haklarını le mindeki istikrarı ve diğer savunma haklarını garanti eder. -
Yabancı yatırımcılar Kırgızistan Cumhuriyeti'nin tüzel kişileri ile vatandaşlarının yatırımlar için faydalandığı haklardan aynen istifade eder. Yabancı yatırımcıların, herhangi bir devlet kuruluşunca uy gulanan karar ve kararnamelerden kaynaklanan zararı ilgili ku rum tarafından karşılanı r. İ lgili kurumun tazmin imkanı yok ise, zarar devlet bütçesinden karşılanır.
il. YABANCI YATIRIMCILARIN HAKLAR! VE SORUMLULUKLAR! MADDE 8 Faallyet Serbestlsl; Yabancı yatırımcılar yatırım alanını ve hacmini kendileri tayin eder. Yabancı yatırımcı, başka yabancılar ile ortaklık kurabilir. -
Yabancı yatırımcılar kanunlar dahilinde kendi yatırımlarına sa hip olma, ondan istifade etme ve onu yönetme haklarına sahip tir. Yabancı yatırımcı isterse bu haklarını kanunlar dahilinde diğer tüzel ve gerçek kişilere devredebilir.
MADDE 9 Mail l mkinlardan İ stlfide; Yabancı yatırımcılar Kırgızistan Cumhuriyetinden finansman desteği olarak nakdi kredi, yahut belirlenen şartlara göre sa.ir su rette borç alma hakkına sahiptir. Yabancı yatırımcılar ancak taahhütlerini garantilemesi halinde bu mali imkanlardan istifade edebilir. -
260
MADDE 1 O
-
Yatırım (faaliyet) Karından Serbestçe İ sti fade;
Yabancı yatırımcılar, kendi yatırımlarından kaynaklanan kar ları elde etme, onu kullanma ve yönetme hakkına sahiptir. Bu kar lar ile Kırgızistan Cu mhuriyeti dahilinde yeniden yatırım yapabilir veya diğer ticari faaliyetlere girebilirler. Yabancı yatırımcılar karlarının bir kısmını veya tamamını yurtdışına çıkarabilirler. Yatırım ve faaliyet karları herhangi bir mala dönüştürülerek de yurtdışına çıkarılabilir. Bu işlem ithalat, ihracat kanunları dahilinde yapılır. Yabancı yatırımcıların yurtdışına döviz ihracı, Kırgızistan Cum huriyeti Kanunları dahilinde ifa. olunur.
MADDE 1 1
-
Ekolojik, Mali ve İ mar yasalarına Uyma Za rureti;
Yabancı yatırımcılar, Cumhuriyet Kanunlarıyla düzenlenen ekolojik, mali ve imar ile ilgili vecibelere uymak zorundadır.
MADDE 1 2
-
Haksız Rekabet Yasağı;
Yabancı yatırımcılar haksız rekabete yol açmamak ve Cum huriyetin Antimonopol Yasasına uymak zorundadır. ili. YABANCI YATIRIM YAPMA D Ü ZEN İ
MADDE 1 3
-
Lisans ve Kayıt Şartları;
Kırgızistan Cumhuriyetinde yabancı yatırımlara Bakanlar Kurulu'nun onayı ile Başbakanlık tarafından izin verilir. Bu izin, yatırımcıların müracaatından itibaren en fazla 30 gün içerisinde verilir. Müracaat şekli ve diğer gerekli belgeler, Bakanlar Kurulu'nun onayı ile Başbakanlık tarafından tesbit edilir. Yabancı yatırımların kaydı Maliye Bakanlığı tarafından tutulur. Yabancı yatırım faaliyeti için gereken izin ücreti nin miktarı ve ödeme şekli Cumhu riyetin Vergi Kanunları ile belirlenir.
MADDE 14
-
Yatırım Faallyetlerinln Gerçekleşmesi;
Yabancı yatırı m faaliyeti, iznin alınmasını takip eden 1 2 ay içerisinde başlamalıdır. Aksi halde izin iptal edilir. 261
MADDE 1 5
-
Ortak Müesseseler (Jolnt - Venture)
Sermayesinde yabancı yatırım payı olan işletmeler, ortak müesseselerdir. Pay miktarları sözleşme ile belirlenir. Ortak müessesenin ku rulması için gerekli olan sözleşme gerçek ve tüzel kişiler ile ya bancı yatırımcı tarafından imzalanır. Ortak müesseselerin kurulması, faaliyetleri ve bu müesse selerle ilgili diğer hususlar Kırgızistan Cumhuriyeti Kanunları ile düzenlenir.
MADDE 1 6 - Yabancı M üesseseler (Forelgn lnvestment) Yabancı müesseseler, sermayesinin tamamı yabancılara alt olan işletmelerdir. Yabancı müesseselerin kurulması, faaliyetleri ve bu mües seselerle ilgili diğer hususlar Kırgızistan Cumhuriyeti Kanunları ile düzenlenir.
MADDE 17 - Hisse Senedi Alımı; Yabancı yatırımcılar -Kırgızistan'daki şirketlere ait hisse se netlerini ve diğer senetleri kanunlar çerçevesinde satın alabilirler. Ortaklık payının O/o 51 ve daha fazlası yabancı yatırımcılara ait olan şirketler daha fazla teşvik edilir.
MADDE 18 - Mevduat Amaçlı Nakdi Yatırımlar; Yabancı yatırımcıların mevduat amaçlı nakdi yatırımları Kırgızistan Cumhuriyeti Kanunları ile düzenlenir.
MADDE 1 9 - Verg l l e ndl rm e; Yabancı yatırımcıların vergilendirilmesi Kırgızistan Cumhuri yeti vergi kanunları çerçevesinde gerçekleştirilir.
MADDE 20 - Malf Teşvlkler; Yabancı yatırımcıların beyan ettikleri ka.ra aşağıdaki durum larda ek vergi muafiyeti uygulanır. - Yabancı yatırımda sermayenin dövizle ödenen kısmı O/o 20'yi veya 0.3 milyon ABD Dolarını aştığı takdirde 1 O yıl süreyle karın O/o 25'i vergiden muaftır. 262
- Yabancı yatırımda sermayenin dövizle ödenen kısmı % 30'u veya 0.8 milyon ABD Dolarını aşarsa, ilk 5 yıl zarfında kArın % 30'u, sonraki 5 yıl süresince de % SO'si vergiden muaftır. - Yabancı yatırım bu kanuna ekli listede gösterilen alanlara yapılmışsa, ilk 5 yıl zarfında kArın tamamı, sonraki 5 yıl ise % 60'ı vergiden muaftır. MADDE 21 Sorumluluklar; Yabancı yatırımcılar taahhütlerini yerine getirmedikleri, ver gilerini zamanında ve noksansız ödemedikleri takdirde, Kırgızis tan Cumhuriyeti Kanunları çerçevesinde mali ve diğer müeyyideler ile muhAtap olurlar. -
KAr Transferlerlnln Vergllendlrllmesl; · MADDE 22 Eğer önceden vergi ödenmiş ise yabancı yatırım kArının yurt dışına transferi sırasında tekrar vergi alınmaz. Transfer edilen kAr tümüyle vergiden muaf ise, transfer sırasında % 5 vergi alınır. -
MADDE 23 Gümrük Muafiyeti; Yabancı yatırımcıların yatırım için gerekli bütün girdiler! gümrükten muaftır. Üretim sırasında gerekli olan hammadde, yarı mamul ve mamul maddelerin ithalatı ise, Bakanlar Kurulu'nca be lirlenen gümrük vergisine tabidir. -
MADDE 24 Serbest Bölgeler; Kırgızistan Cumhuriyetinin serbest ekonomik bölgelerinde ya bancı yatırımların gerçekleşmesi ve yabancı yatırımcılara tanınan muafiyetler, Cumhuriyetin Serbest Ekonomik Bölgeler hakkındaki Kanunları çerçevesinde her bölge için Bakanlar Kurulu tarafından ayrı ayrı düzenlenir. -
iV. YABANCI YATIRIMCILARIN HUKU Kf G Ü VENCELER İ MADDE 25 Hukuki Problemlerin Çözümü; Yabancı yatırım faaliyetleriyle ilgili hukuki problemler, Kırgızis tan Cumhuriyeti Kanunlarına göre Kırgızistan Mahkemelerinde ve tarafların mutabık kaldığı uyuşmazlık mahkemelerinde çözülür. Yabancı yatırımcının uluslararası üst mahkemelere müracaat hakkı vardır. -
MADDE 26 Yabancı Yatırımların Sigortalanması; Kırgızistan Cumhuriyetinde yabancı yatırımlar her türlü riske karşı sigortalanabilir. Cumhuriyet Kanunlarının gerektirdiği hal lerde ise yabancı yatırımların sigortalanması zaruridir. -
263
VERGİ TEŞV İ Kİ NE G İ REN YATIRIM ALANLAR! (Yabancı Yatırımlar Hakkında Kanun'un 20. Madde son bendinde bahsedllen Liste) 1. 2. 3. 4. 5.
6. 7. 8. 9. 1 O. 11. 1 2. 1 3. 1 4. 1 5. 1 6. 1 7. 1 8. 1 9. 20. 21 . 22. 23. 24.
264
Elektronik sanayii, Otomotiv ve nakil vasıtaları ile yan sanayileri, Tezg�h sanayii, Tarım ve gıda üretimi için makine ve aletler, Otomotiv yan sanayii, makina yan sanayii ve cihaz sanayii, Ambalaj teknolojisi, İlaç üretimi, bitki koruma ve veterinerlik araçları, Tarım hammaddelerlnin işlenmesi, gıda ve hafif sanayi mallarının hazırlanması , Tarım ve hayvancılığı geliştirmek için gerekli yatırımlar, Ulaştırma, Turizm ve tarihi yapıların restorasyonu, Tıbbi cihazlar sanayii, Mineral hammaddelerin çıkarılması ve işlenmesi, Sanayi malları ve materyali imalatı, Tüketim malları imalatı, Basım ve kağıt sanayii, Sanayi atıklarının değerlendirilmesi, Kömüre dayalı sanayi, Çevre kirliliğini önleyen veya azaltan araçlar imali, Çocuk maması imali, Sakatlar için gerekli araçların imali ve sakatların çalışacakları işyerleri, Enjektör üretimi, Sosyal olarak gerekil teknolojiler, Köylerde yapılacak yatırımlar için gerekli alet ve meka nizmalar.
TEMS İ LCi L i K AÇILMASI Merkezi Türkiye'de bulunan firmalar Kırgızistan'da temsilci lik açma imkanına sahip bulunmaktadır. Ancak bunun için ön celikle firmanın Kırgızistan ile bir iş ilişkisine girmiş olması gerekir. Bu iş ilişkisi sebebiyle zarOri hale gelen temsilciliğin açılması için firma aşağıda belirtilen belgeler ile Dış Ekonomik İlişkiler Ko mitesine müracaat eder. İstenen Belgeler; 1 . Temsilcilik ofisi açma talebini belirten dilekçe, 2. Firma ünvanı, kuruluş tarihi ve merkezinin adresi, 3. Faaliyet alanı, ana sözleşmeye göre idari yapısı, temsilci personelin kimliği, 4. Kuruluş sözleşmesinin tescil edildiği yer ve tarih, 5. Firmanın Kuruluş Sözleşmesi, 6. Firmanın Ticaret Sicili Kaydı.
Yukarıda sıralanan belgelere ve bu belgelerde zikredilen bil gilere ilave olarak; firmanın Kırgızistan ile iş ilişkisinin tamamı, imzalanan antlaşmalar ve kurulan bağlantılar, bunların konusu, ifade ettiği mali değerler ve süreleri, açılacak temsilcilik ofisinin anılan iş ilişkilerine yapacağı katkılar ayrıca belirtilecektir. Kırgızistan'da temsilcilik ofisi açılması için gerekli olduğu be lirtilen yukarıdaki belge ve bilgilerin Dış Ekonomik İlişkiler Ko mitesine sunulmadan önce Kırgız diline çevrilmesi ve Türkiye' deki Kırgızistan Büyükelçiliği'ne onaylatılması gerekmektedir.
265
I
'
- .,
\
1
i z <
....
111
....
,.-
r I
_,.·
i (
J
1 1 ... Vl '::J
266
.... i
'\
:z -< o{ · -
ÖZBEK İ STAN CO GRAFI KONUMU : Özbekistan, Hazar Denizi'nin doğusunda Batı Türkistan top rakları üzerinde yer alan fakat, kuzey ve kuzey batıdan Kazakis tan toprakları ile güney ve güney batıdan da Türkmenistan toprakları ile çevrili olduğu için Hazar Denizi'ne kıyısı bulunma yan 447.400 km2 yüzölçümüne sahip bir Türk yurdudur. Ülke ku zey ve kuzey doğudan Kazakistan, doğudan Kırgızistan, güney doğudan Tacikistan, güneyden Afganistan, güney batı ve batıdan da Türkmenistan ile çevrilidir. Özbekistan topraklarınm önemli bir bölümü güney doğudan kuzey batıya doğru akarak Aral Gölü'ne güney kıyılarından dökülen Amu Derya Nehri'nin kuzey kuzeydoğu yakasında kal makta ve genellikle Amu Derya Nehri'ne paralel bir şekilde uza nan ülke toprakları daha kuzeyde yine Amu Derya'ya paralel bir şekilde akarak Aral Gölü'ne kuzeyden dökülen Sir Derya Nehri' ne varmadan sona ermektedir. Sadece Özerk Karakalpak bölgesi nin batı yarısı, Amu Derya Nehri ile Aral Gölü'nün batı yakasında kalmaktadır. Türkiye'nin Konya ve Siirt illerinden geçen 38 derece kuzey enlemi Özbekistan'ın güney sınırından, İstanbul ve Trabzon ille rinden geçen 41 derece kuzey enlemi de Başşehir Taşkent'ten geçmekte, fakat ülke toprakları coğrafi konumu itiMriyle güneydoğu-kuzeybatı istikametinde uzandığı için Özbekistan'ın kuzey sınırından geçen 46 derece kuzey enlemi Türkiye'nin ol dukça kuzeyinde kalan Kırım yarımadası'nın dahi kuzeyinden geçmektedir. Doğu, Türkistan'ın kuzeyinden başlayarak Kırgızistan'ı doğu batı istikametinde boydan boya geçen Tanrı Dağları'nın batı uzantıları Özbekistan'ın doğu topraklarında sona erer. Tanrı Dağları' nın bu batı uzantılarının daha güneyinde kalan bölgeden ise Altın Dağları ve Karakum Dağları'nın batı uzantıları Özbekis267
tan'ın güney doğu topraklarına kadar girer. işte bu iki sıradağ uzantılarının ortasında yer alan Fergana Vadisi ülkenin en verimli topraklarını ve en önemli yerleşim merkezlerinden birini oluşturmaktadır. Başşehir Taşkent' in haricinde Semerkand, Buhara, Hive, Ho kand, Andican ve Fergana gibi çok önemli tarlhl şehirlere sahip olan Özbekistan topraklarının yarısından çoğu çöl ve yarı çöl du rumunda olmasına rağmen, ülkenin tarımda kullanılan arazisi (266.000 km2) Türkiye'nin tarım arazilerinden daha fazla ve daha verimlidir. Ülkenin hemen doğusunda yer alan Kırgızistan'daki 3 bin met reye yaklaşan ortalama rakıma ve yer yer 7 bin metreyi aşan yüksekliklere rağmen Özbekistan topraklarının 3/4'ünde rakım 200 metrenin altında kalmakta ve geri kalan 1 /4'ün önemli bir bölümünde de yükseklik 500 metreyi geçmemektedir. Özbekistan'da tipik bir kara iklimi hüküm sürmekte, yazları kurak ve sıcak, kışları soğuk geçmektedir. Söz konusu kara ik limi nedeniyle yaz ve kış ile gündüz ve gece arasındaki ısı farklılığı çok yüksek olmakta, örneğin yaz ortasında 40 derece'nin üstüne çıkan sıcaklık kış ortalarında -20 dereceye kadar düşmekte ve herhangi bir gün içerisindeki ısı farkı bazen 20 dereceyi bulabil mektedir. N Ü FUS YAPISI : Özbekistan nüfus çokluğu ve nüfus artış oranı bakımından Asya Türk Cumhuriyetleri arasında birinci sırada ve toplam nüfus içerisinde Türk nüfusunun fazlalığı bakımından da Türkmenistan ve Azerbaycan ile birlikte yine ön sırada bulunmaktadır. 1 994 yılı itibariyle toplam nüfusu 24 milyon civarında olan Özbekistan'da km2'ye yaklaşık 54 kişi düşmektedir. Ülke dahi linde Özbekler % 72'1ik nüfus oranı ile önemli bir çoğunluk oluşturmakta ve yoğunluğu Kazak, Tatar, Karakalpak ve Kırgızlar dan oluşan diğer Türk soylularla birlikte Özbekistan'daki Türk nüfus oranı % 85'i bulmaktadır. BDT içerisindeki toplam nüfusu 20 milyon civarında olan Öz beklerin yaklaşık % 85'i kendi Cumhuriyetinde yaşamakta ve geri kalan % 1 5 ise ağırlıklı olarak (Sayısal fazlalık sırasına göre) 268
Tacikistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Rusya Federasyonu'nda yaşamaktadır. Bugün 3 milyon nüfusa sahip olan Başşehir Taşkent 1 865'de Rus hakimiyeti altına girmiştir. 1 867'de Türkistan Valiliği'nln yö netim merkezi olan Taşkent' de 1 91 7 isyanından sonra Sovyet yö netimi kurulmuş ve 1 91 8'de de Türkistan Özerk SSC'nin başkenti olmuştur. 1 924 yılında Cumhuriyetler yeniden düzenlenlrken Özbekistan'ın başkenti önce Semerkand oldu. Fakat 1 939'da tek rar Taşkent başşehir yapıldı. Tabii ki bütün bunlar olurken tarihi Türk şehri Taşkent'e büyük bir Rus göçü yaşandı ve 1 950'11 yıllarda başşehir Taşkent'te % 33'e kadar düşen Özbek nüfu suna karşılık Rus nüfusu % 45 seviyesine yükseldi. Ancak son yıllarda bu oran gittikçe tersine dönerek 1 994 yılı itibariyle başkentte Rus nüfusu % 35'e düşerken Özbek nafusu % 44 se viyesine yükselmiş bulunuyor. Özbekistan'da nüfusun kentler ile kırsal kesim arasındaki dağılımı yaklaşık olarak yarı yarıya iken, diğer Türk Cumhuriyet lerinde olduğu gibi burada da Rus nüfusunun daha çok kentlerde ve endüstri alanlarında, Türk nüfusun ise tarım ve hayvancılık sa haları olan kırsal kesimde yoğunluk kazandığı dikkat çekmektedir. TAR İ H İ : Özbeklerin tarihine kısaca değineceğimiz bu bölümde Orta Asya Türklüğü'nün aslında tarihi bir bütün olduğunu; kökü bir ol maktan öte, daha bir kaç yüzyıl öncesine kadar her şeyi bir olan Türk toplumundan nasıl olup da Kazak - Özbek gibi sıfatlandırma ların çıktığını ve bu sıfatlandırmaların 1 9. yy'da Çarlık Rusyası, 20. yy'da Sovyet Rusyası kontrolü ile nasıl ayrı birer ülke ve ayrı milletler görünümüne ulaştırıldığını bir kere daha ibretle müşahede edeceğiz. Türklerln i lk yurdu : Türkler kesin şekilde bilinen tarihleri itibariyle Milattan bir kaç yüzyıl önce yoğunluğu Merkezi Asya'da olmak üzere gittikçe genişleyen bir sahada tesir sahibi olmalarına ve hatta bu tesir lerini daha sonra Avrupa'ya kadar yaymalarına rağmen, Türkle rin ilk yurdu denilebilecek bölgeyle ilgili olarak çeşitli bilim 269
dallarından elde edilen veriler ile bazı farklı hükümlere ulaşıldı{Jı dikkat çekmektedir. Örneğin antropologlar kendi b i l i m dallarıyla l lgill araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre Türklerin ilk yurdu ola rak Tanrı Dağları ile Kırgız bozkırları arasındaki bölgeyi göster mektedir. Kültür tarihçileri ise Altay Dağları ile Kırgız Bozkırları arasını Türklerin ilk yurdu olarak göstermek suretiyle antropoloğların işaret ettiği bölgeyi kuzey doğuya doğru biraz daha geniş letmektedir. Bu arada filologlar Altay Dağlarının doğu ve batı ya kasını Türklerin ilk yurdu olarak göstermekte ve tarihçiler de yazılı Çin kaynaklarına istinaden Altay Dağları ve çevresinin Türklerin ilk yurdu olduğu iddiasıyla bir mana.da filologları teyid etmekte dir. Aslında yukarıda zikredilen iddia ve ifadeler birbirinden çok farklı bir şeyin tarifi gibi de görünmektedir. Çünkü tarihçiler ve filologlar Altay Dağları çevresini gösterirken, antropologlar Tanrı Dağları ile Kırgız bozkırı arasını göstermekte, ama kültür tarihçileri de Altay Dağları ile Kırgız. Bozkırları arasını göstermek suretiyle adeta tarihçi ve filologlar ile antropologların tariflerini biraz daha geniş bir çerçevede birleştirmektedir. Bu çerçeve ise her halükarda Orta Asya'nın en merkezi noktalarını içerisine alan bir çerçeve olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Kırgız Türklerinin tarihleriyle ilgili bölümde zikredil diği üzere, en eski Türk kavimlerinden birisi olan Kırgızlar ilk dev letlerini M.Ö. 3. yy'da bugünkü Kırgızistan topraklarından doğuya ve kuzeydoğuya doğru uzanan bölgede Tanrı Dağlarının doğu ve kuzey doğu kesiminde kurmuşlardır ki bu bölge yukarıda zikre dilen çerçevenin içerisinde kalmakta ve sözü edilen toprakların hemen kuzey doğusunda da zaten Altay Dağları yer almaktadır. Aslında bu bölgede yapılan arkeolojik araştırmalar Türklerin M.Ö 2000 yılından da ötelere (Taş devrine) kadar uzanan tarihlerinin aynı coğrafi alanda yaşanm ış olduğunu göstermektedir. .
İ lk Özbek Devleti : Türklerin M.Ö. 3. yy'dan itibaren vesikalara bağlı olarak bi linen tarihleri içerisinde uzun yüzyıllar boyunca {M.S. 1 4. - 1 5. yy'a 270
kadar) ne bir boy olarak, ne de bir devlet olarak Ozbeklere rast lanmaktadır. Özbek adı Türk tarihinde ilk defa bir şahıs adı (belirll bir kişinin adı) olarak karşımıza çıkmaktadır. Cengiz Han' ın to runu Batu Han tarafından 1 227 yılında kurulan Altun Orda HanlıQı'nın başına 1 31 3 yılında 9. Han olarak geçen kişinin adı Özbek'tir. 1 3 1 3 - 1 34 1 yılları arasında 28 yıl gibi uzun bir süre hakimiyet süren ve hanlıQının tesir sahasını bir yandan Balkan lara diQer yandan Kafkaslara kadar genişleten Özbek Han aslında halis bir kıpçak Türkü olmasına raQmen, onun döneminde lsıamı yetin de kabul edilmiş olmasıyla birleşen bu tesir genişlemesi or tamında ilk defa Özbek Han'ın yönetimindeki halka Özbekler denildiQinl tanık oluyoruz. Fakat tarihteki ilk Özbek devJeti bu yıllardan da aşaQı yukarı bir asır sonra Orta Asya'da Fergana Vadisinde (bugünkü Özbe kistan Cumhuriyetinin bulunduQu bölgede) kuruldu. Orta Asya (Türkistan) Türkleri yüzyılı aşkın bir süre MoQol hakimiyeti altında kalmalarına raQmen kendi milli karakter ve kültürlerini muhafaza ettikten sonra, MoQol lmparatorluQunun daQıldıQı ve Timurluların da taht mücadelesi içerisinde olduQu 1 5. yüzyıl başlarında ye niden bir güç haline gelmeye ve derlenip toparlanmaya başladılar. Nihayet Altın Orda Hanı Özbek Han'ın torunlarından Ebu'I Hayr Han 1 428 yılında Orta Asya Türklerini bir idare altında toparla yarak kurdu{lu devlete büyük dedesi Özbek Han'ın adını verdi. Böylece tarihteki ilk Özbek Devleti 1 5. yüzyılın ortalarına doQru karşımıza çıkmakta ve ilk defa geniş bir manada bu devletin idaresi altındaki �alk Özbek adıyla anılmaktadır (Aynen bu olay dan 1 29 sene önce Anadolu'da Osman Bey tarafından diQer Türk boylarının bir idare altında toplanması suretiyle kurulan Türk Dev letine, kurucusunun adından dolayı "Osmanlı Devleti" ve dev letin halkına da genel olarak "Osmanlı" denilmesi gibi.) Tlmurlu prenslerinin taht kavgaları ortamında Özbek Devle tini kuran Ebu'I Hayr Han, çevredeki otorite boşluQundan çok iyi istifade ederek 1 5. yy'ın ortasına kadar hcikimiyet sınırlarını süratle genişletti ve 20 25 yıl gibi kısa bir zaman zarfında (Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethettiQi yıllarda) Türkistan'ın yarısına ha kim olmayı başardı. -
271
Kazakların Doğuşu : Fakat 1 5. yy'ın ortalarından sonra Özbek Devleti'nin bu yayılmasından endişeye düşen Moğol kabilelerinden Kalmuklar ve Oyratlar, Özbek Devleti üzerine ayrı ayrı ve ard arda akınlar düzenlemeye başladılar. İşte bu Moğol saldırıları karşısında Ebu'I Hayr Han'ın halkını korumakta acze düştüğünü gören bazı grup lar 1 456 yılında Özbek devletinden ayrılarak daha kuzeydeki bozkırlara çekildi. Daha düne kadar ve sadece 20 - 30 yıldan beri Özbek Devleti içerisinde Özbek adıyla anılan bu gruplar ise, söz konusu ayrılmalarından sonra o zamanki Türk dilinde "Bozkır atlısı, hür, cesur, serbest" gibi anlamlar ifade eden " Kazak" adıyla anılmaya başladı. Görüldüğü gibi, yüzyıllardan beri Orta Asya'da birlikte veya ayrı ayrı yaşayan Türklerden bir kısmı belirli bir tarihte "Özbek Devleti" adı verilerek kurulan bir devletin yönetimi altına girdik ten sonra bu halka "Özbek" adı verilmekte ve Han'ın düşman sal dırısı karşısında acze düşmesi üzerine devleti terkederek bozkırla ra çekilen gruplar ise bu olaydan sonra söz konusu davranış ve mizaçlarına izafeten "Kazak" adıyla anılmaktadır. Halbuki bu grupların hepsi aynı ağacın meyvesi, aynı hamurun ekmeğidir. Türk'ün Türk'e Darbesi : Ebu'I Hayr Han'ın ölümüne kadar Moğol saldırıları karşısında büyük zayiatlar veren Özbekler, 1 468 yılında onun yerine tahta geçen oğlu Şah Budak Han'ın gayretleriyle 1 5. yy'ın sonuna ka dar çeşitli zorluklarla da olsa varlıklarını korumuştur. Niha.yet 1 500 yılında Şah Budak'ın oğlu Muhammed Şeybani'nin yönetimi ele almasıyla Özbek Devletinde yeni bir şahlanma dönemi başlamış ve Özbekler 1 0 yıl gibi kısa bir sürede yeniden bütün Orta Asya'yı hakimiyetleri altına almıştır. Kısa süren bu yükseliş devrinden sonra 1 5 1 0 yılında İran'da hüküm süren bir başka Türk Hü kümdarı Şah İsmail, bir başka Türk boyu Kırgızların Şeybani Han'a isyan başlattığı bir ortamda Özbek devletine saldırarak ağır bir darbe indirdi. Bu darbenin ardından yine bir başka Türk Şahı olan Babür, güneyden gele rek Orta Asya'yı istila etmeye başladı. Fakat aynı dönemde Şah İsmail'in daha batıdaki bir başka Türk Hakanı Yavuz Sultan Se272
llm ile harbe girmesi Ozerine, bu tehlikeden kurtulan Özbekler bütün gücüyle BAbür Şah'ın ordularına yüklenerek onu yeniden Hindistan hudutlarına kadar geri sürdüler. Ne hazindir ki, tamamı Türk olan Muhammed ŞeybAnl Han, Şah lsmail, Babür Şah, Yavuz Sultan Selim Han gibi hükümdar ların yönetiminde 4-5 Türk Devletinin birbiriyle mücAdele ettiği bu dönemde (1 6. yy'ın başları), üçyüz yıldan beri bir başka Türk Devletl Altın Orda'nın Mkimiyetinde kalan Ruslar, daha 30-35 yıl önce Altın Orda Devletinin parçalanması ile bağımsızlığına kawşmuş olmasına rağmen, Türk Devletlerinin birbirleriyle müca delesinden uğradıkları güç kayıpları üzerine ince hesaplar yap maya başlamış bulunuyorau. Rus NüfOzu ve Entrlkaları : Nitekim çok kısa bir süre sonra 1 552'de Kazan'ı ve 1 556'da Astrahan'ı işgal eden Ruslar, böylece Orta Asya'ya yönelik yayılmalarına Başkırt Türklerinin yurdundan başlamış oldu. Ka zan ve Astrahan'ın işgAlinden sonra 1 7. yy yoğun bir şekilde Rusya'nın Türklstan'a inmek üzere daha kuzeyde kalan Türk yurt larına nüfOz etme gayretleri ile geçti. Bu mücadele çerçevesinde Ruslar bir yandan Başkırt ülkesinde ilerlerken, dl'1er yandan Ka zaklar ile Kalmuklar arasındaki mücadeleyl yıllar boyu kışkırtarak, Kazak ülkesinin Kalmuk saldırıları karşısında bölünmeslnl ve bölünen bu beyliklerle ayrı ayrı temasa geçmeyi organize etti. Bölünen Beyliklerden bazılarını siyasi manevralarla kontrolü altına almaya ve kontrole girmeyen beylikleri de diğerlerinin yardımıyla bertaraf etmeye çalıştı. Çarlık Rusyası Türklstan'ın kuzeyinde bu faaliyetler içerisinde iken, 1 8. yy'ın ortalarına doğru lran'da tahta geçen Afşar Türk menlerinden Nadir Şah 1 740'1ı yıllarda Orta Asya'ya doğru iler leyerek Türkistan'ı güney batıdan işgAI etmeye başladı. Bu dönemde Nadir Şah'ın kontrolüne giren Özbek Devletinde 1 748 yılında Ebu'I Feyz Han'ın ölümü ile Özbek MnedAnı sona erdi. Fakat aynı yıllarda Nadir Şah'ın da ölmesi üzerine Türkistan Hanlıkları yeniden toparlanarak Tran hAkimiyeti'nden çıkmaya başladı ve 1 753'de Buhara Emirliği'nin başına Muhammed Rahim'in geçmesiyle Özbek Devleti'nin devamı olan bu hanlıkta 273
Mangıt h!nedanlığı dönemi başladı. Bu Mnedan Rusların Türkistan'ı tamamen istilasına kadar devam etti. Rus i şgali ve Dlrenlşler : 1 9. asır boyunca hem Doğu Avrupa'ya ve hem de Orta Asya'ya doğru yayılma siyaseti güden Rusya, 1 853 - 1 856 Kırım harbinde Osmanlı - İngiliz - Fransız ittifak orduları karşısında ağır bir yenilgi alarak Avrupa cephesinde llerlemenla zorluğunu görünce 1 9. asrın 2. yarısında yönünü daha büyük bir ağırlıkla Orta Asya'ya çevirdi. 1 863'de Taşkent'in Ruslar tarafından işg!linl müteakip, Bu hara Hanlığı'nın tamamiyle Rus kontrolüne girdiği dönemde, daha önce Kazak ve Kırgız ülkelerinin işg!li sırasında bahsi edilen halk isyanlarının benzerleri Özbek yurdunda da yaşandı. 1 886, 1 898 ve 1 91 6 - 1 9 1 7 yılındaki ayaklanmalar kanlı bir şekilde bastırıldı. Bunlardan 1 9 1 6 Temmuz'unda başlayan en büyük lsy!n kısa sürede bütün Türkistan'a yayılarak bir milli kurtuluş hareketine dönüştü. Türk halkının silahsızlığına ve ciddi bir organizasyon dan yoksunluğuna rağmen bu isyan 6 aydan fazla devam ede rek Türkistan'da Ruslara çok zor anlar yaşattı. Fakat makinalı tüfek ve top gibi ağır silahlarla mücehhez Rus orduları karşısında isyancı halk birlikleri çok ağır kayıplar verdi. 1 91 7 yılının bahar aylarına çıkmadan bu isyan tamamen bastırıldığında Türkistan' da 673.000 Türk öldürülmüş, ayrıca 1 68.000 Türk esir alınarak Sibirya'ya sürülmüş ve 300.000 Türk de Doğu Türklstan'a (Çin'e) kaçmak suretiyle canını kurtarabilmiştir. Sovyet Dönemi ve Dlrenlşler : Şubat 1 9 1 7'deki Bolşevik lhtil!li ile Rusya' da ve Türkistan' da Çarlık döneminin sona ermesinden sonra, Ekim 1 91 7'dekl komünist grubun darbesi ile bu defa bölgede Sovyet dönemi başlamış oldu. Bu dönemde de Türk halkı, Sovyet hegemonyasına karşı başlı başına ayrı bir kitap konusu olacak mücadeleler verdi. 1 9 1 7 ihtilal beyannamesinde zikredilen vaadlere istinaden, Türkis tan Türklerince merkezi Hokand olmak üzere muhtar bir Türk Cumhuriyeti ll!nına karar verildi. Fakat Ermeni birlikleriyle tak viye edilerek Hokand üzerine gönderilen Rus ordularına karşı Türkistan halkının 1 1 gün savaşmasına rağmen, sonuçta yaklaşık 274
1 0.000 kişinin katledilmesiyle şehre hakim olundu. (22 Şubat 1 9 1 8) Buna rağmen Türkistan halkı Sovyet yönetimine baş eğmedi. Bu defa milli direniş şehirlerin dışına taşarak, yoğunlu{lunu köylülerin oluşturduğu bir milli kurtuluş hareketine dönüşt_ü. Türkistan'ın milli direniş tarihine " Korbaşılar HarekAtı" olarak geçen, fakat Ruslar tarafından harekAtın öneminin gizlenmesi amacıyla dış dünyaya " Basmacılar HarekAtı" adıyla lanse edilen mücadelelerden sonra Korbaşılar 1 9 1 9 sonuna doğru (Mustafa Kemal Paşa Anadoludakl istiklal savaşının hazırlıkları için Orta ve Doğu Anadolu yollarında iken) Fergana vAdisinin önemli bir bölümünde hakimiyeti ele geçirmişlerdi. Bu arada 24 Eylül 1 91 9'da Mehmet Emin Bey yönetimindeki Fergana Hükümeti kurularak, milli mücadeleye bir merkez ve hüviyet kazandırılması hedeflendi. Ama bu dönemeç noktasında da yine Türk tarihinde defalarca yaşanmış ve hiç bir seferinde gerekli ders alınmamış olan talihsizlikler yeniden yaşanmaya başlandı. Milli mücadeleyi yöneten liderler arasında uyuşmazlıklar başgösterdl. Her lider kendi Mkimiyet bölgesinde ayrı bir dev letin başına geçmiş gibi hareket etmeye başladı. Atayurdunda Bir Osmanlı Paşası : Türkistan milli kurtuluş hareketinin liderleri arasındaki bu anlaşmazlıklar Korbaşılar Hareketi üzerinde büyük bir zaafiyet meydana getirerek, neredeyse direnişi akamete uğratacak bir eğilim göstermekte idi ki, tam bu sırada Enver Paşa'nın Buhara'ya gelerek milli kurtuluş hareketinin başına geçmesiyle, Türkistan direnişi yeni bir güç ve boyut kazandı. Fakat ne yazık ki kısa bir süre sonra direnişin bazı yerli liderleri tarafından Enver Paşa'ya muhalefet yapılmaya başlandı. Söz konusu muhalefet ve engellemelere rağmen Enver Paşa başladığı işe devam ederek kısa sürede direnişçi birlikleri orga nize bir hale getirdi. Nihayet 1 9 Mayıs 1 922'de Kızılordunun Türkistan'dan çekilmesi için Sovyet Hükümetine bir ültimatom ver mesinden sonra Rus orduları ile Enver Paşa'nın birlikleri arasında 275
sıcak savaş başladı. Savaşın ilk zamanlannda Enver Paşa, Rus ordularına karşı ciddi başarılar elde ederek bugün Tacikistan'ın başkenti olan Duşanbe'yl Rus işgalinden kurtardı. Fakat, Enver Paşa'ya kendileri yardım etmedlCI gibi, bu müca deleye destek olmak için Afganlstan'dan gelen gruplara da en gel olan Türkistan'lı llderlerln bu anlaşılması güç tavırları devam ettikçe Enver Paşa'nın mukavemeti zayıflamaya başladı. Nihayet 1 5 Haziran 1 922'dekl savaşı kaybeden Enver Paşa, etrafında ka lari az sayıdaki mücahit · 11e Duşanbe yakınlarındakl Belcuvan köyüne çekilmeyl başardı. Fakat bir Kurban Başramına rastla yan 4 AQustos 1 922 Cum� günü karargahına saldıran Rus blr liklerine karşı maiyetindeki tıir avuç mücahitin önünde hücuma geçtiQI bir sırada vurularak şehit düştü. Enver Paşa'nın cenazesi ona büyük bir sevgi ile baQlanan Türkistan halkı tarafından gizlendi ve şahadetinden iki gün sonra o civardaki Abıderya köyünde bir başka cenaze imiş gibi defne dildi. Enver Paşa'nın şahadetinden sonra da Türkistan milli ayak lanması durmadı. Bu mücadele daha sonra l brahim Beğ'in idaresinde 1 93 1 'e kadar devam etti. Nihayet lbrahim BeQ'in 1 931 Nisan ayında Kızılordu ile girdiği bir savaşı kaybetme sini müteakip maiyetindekilerle birlikte 23 Haziran 1 931 'de idam edilmesiyle Türkistan'daki en son direniş de kırılmış oldu. GörüldüQü gibi Türkistan halkı Rus hegemonyasına kolay tes lim olmamıştır. Rusların 1 6. yy'ın ortalarında Kazan'ı ve Astrahan'ı işgal etmesinden sonra Türkistan'da yerleşmeye başlayan nüfOzuna karşı Orta Asya Türklüğü yüzyıllarla ifade edilebilecek bir direniş mücadelesi vermiş ve sonuçta milyonlarca cana, yüzbinlerce insanın yurdunu yuvasını terketmesine sebep olan bu istilaya karşı en son direnişler daha dün denebilecek kadar yakın tarihlere kadar devam etmiştir. Sovyetler BirliQl'nde 1 980'11 yılların sonlarına doQru ya şanan hızlı deQişlm sürecinin ardından Özbekistan Cumhurl276
yeti de Türklstan'da Rus hakimiyetine karşı en son milli dire nişten 60 yıl sonra 31 AQustos 1 99 1 'de istiklalini yeniden llAn etti. i KTİ SADi POTANS I YELI : . Özbekistan da diQer Orta Asya Cumhuriyetleri gibi yeraltı kay nakları bakımından oldukça zengin bir görünüm sergilemckto dir. Ülke ortalama yıllık 40 milyar m3 civarında doQal gaz üretimi ile BDT'nin 3. büyük doQal gaz üreticisi durumunda olup, üre tilen toplam enerjinin 2/3'ü doQal gaza dayanmaktadır. DoQal gaz üretimindeki bu m üsbet pozisyona ilave olarak Özbekistan dünya daki en yüksek kaliteli altın rezervlerine sahip bulunmakta ve son yıllarda ortalama 200 tonun üzerindeki altın üretimi ile ülke dünya altın üretiminde Güney Afrika'dan sonra ikinci sırayı işgal etmek tedir. Ülkede ayrıca tahminen 800 milyon ton civarındaki bakır re zervlerinden yılda 20 milyon tonun üzerinde bakır istihsal edil mektedir. Özbekistan yukarıda sayılan (doQal gaz, altın ve Bakır gibi) yeraltı zenginliklerine ilave olarak; alüminyum, mermer, mo libden, tungsten, kömür, civa, volfram, uranyum v.b. doQal kay naklara da sahiptir. Ancak Özbekistan zengin doQal gaz rezervlerine raQmen henüz dahili ihtiyacı için yeterli seviyede petrol üretimine sahip bulunmamaktadır. Ülke yıllık 1 1 - 1 2 milyon ton civarındaki petrol ihtiyacının ancak 1 /4'ünü (yaklaşık 3 milyon ton) kendisi istihsal edebilmekte ve yaklaşık 9 milyon ton petrolü (ihtiyacın 3/4'ünü) ise ithal etmektedir. Ancak, Özbekistan'da son zamanlarda tes bit edilen petrol rezervleri ile önümüzdeki yıllarda petrol üreti minin giderek artacaQı ve ülkenin kısa sürede petrol ihraç eder konuma yükseleceQi (en azından petrolde kendi kendine yete ceQi) tahmin edilmektedir. Özbekistan sanayisi genel olarak kimya ve petro-kimya aQırlıklı bir görünüm sergilemektedir. Petro-kimya sanayinin en önemli bölümünü (yılda 1 .5 milyon ton ile) suni gübre üretimi teşkil et mekte ve kimya sanayi ise daha çok pamuk üretimine baQlı ola rak gelişmiş bulunmaktadır. 277
Söz konusu sana.yl ürünlerine ila.ve olarak ülkede çimento ve makina teçhizat üretimi de ağırlıklı bir yere sa.hip bulunmaktadır. Ortalama yıllık çimento üretimi 7 milyon tonun üzerinde seyret mekte ve ortalama olarak yılda 1 000 adet civarında ekskavatör ile 1 500 adet civarında vinç ıma.ı edilmektedir. Ôzbekistan'da hafif sanayinin ağırlığını ise pamuk ve ipeğe dayalı ürünler oluşturmaktadır. Ülkede önemli boyutlarda pamuklu ve ipekli kumaşlar ile makina halısı üretilmektedir. Diğer sana.yl ürünleri ve bunların yıllık üretim miktarları ise; yaklaşık olarak 1 milyon ton çelik, 5 bin ton kimyevi iplik, 3 bin ton yün ipliği, 25 bin ton k4ğıt, 50 bin ton karton ve 200 bin tonun üzerinde sülfirik asit üretimi şeklinde özetlenebilir. Özbekistan ekonomisinin temel potansiyeli henüz ağırlıklı ola rak tarıma dayalı görünmektedir. Çünkü çalışan nüfusun yaklaşık 1 /3'ü tarım kesiminde yer almakta ve tarım kesiminin yurtiçi milli hasıla.ya katkısı son yıllar ortalaması olarak % 45 civarında sey retmektedir. Ülkede genel olarak bir tarımsal ürün çeşitliliği görülmekle bir likte, bu kesimde ağırlığı ezici bir şekilde pamuk üretimi oluşturmakta ve toplam tarımsal üretimin maddi değeri içerisinde pamuğun payı tek başına yarıya yakın (% 45 civarında) bir yer işgal etmektedir. Zaman zaman yıllık 8 milyon tona varan pamuk üretimi ile Özbekistan, eski Sovyetler Birliği pamuk üretiminin 2/3'ünü tek başına karşılamakta idi. Son yıllar ortalaması itiba riyle ise yılda yaklaşık 6 milyon ton civarında pamuk üreten Öz bekistan, bu haliyle dünyanın 3. büyük pamuk üreticisi konumunda bulunmakta ve bu üretim miktarı Türkiye'nin pamuk üretiminden ise 1 O kat daha fazla bir üretimi ifade etmek tedir. Ôzbekistan'ın tarımsal üretiminde pamuktan sonra gelen iki ağırlıklı ürün ise pirinç ve ipektir. Ülke eski Sovyetler Birliği ve halen BDT dahilindeki toplam pirinç ve ipek üretiminin yarısını tek başına karşılamaktadır. Yukarıda tarım sektörü içerisindeki ağırlığından bahsedilen pamuk, pirinç ve ipek üretimine ilave ola278
rak Ôzbekistan'da ayrıca buQday, mısır, ayçiçeQI ve üzümün yanısıra her çeşit meyve ve sebze yetiştirilmektedir. Özbekistan hayvancılık sektöründe ise halen yaklaşık olarak 9/1 O milyon civarında koyun ve keçi, 4-5 milyon civarında sıQır ve 600 bine yakın da domuz varlıQına sahip bulunmaktadır. 9-1 0 milyon civarındaki koyun-keçi mevcudunun yaklaşık O/o 90'ı (8 mil yondan fazlası) koyun olup, bunun da yarısından çoQunu, yününün kıymetliliQi ile bilinen " Karakul" koyunu teşkil eder.
279
SOSYO
•
EKONOM İ K G Ö STERGELER
Yüzölçümü Nüfusu (1 994) Nüfus Yoğunluğu Kent Nüfusu Kırsal Nüfus Ortalama Yaşam Süresi Bebek Ölüm Oranı Nüfus Artış Oranı Kişi Başına Konut 1 00 Kişiye Düşen Televizyon 1 00 Kişiye Düşen Buzdolabı 1 00 Kişiye Düşen Çamaşır Mak. Yüksek Öğrenimdeki Öğrenci Doğal Kaynakları Temel Sanayi Dalları Tarım Ürünleri Nüfus Kompozisyonu
280
447.400 km2 24 milyon 54 kişi/km2 % 50 % 50 69.2 yıl Binde 33.5 % 2.8 1 1 .6 m2 16 15 11 % 1 .54 Doğal gaz, altın, bakır, wolfram, tunsten, mer mer, civa, uranyum. Tarım ve tekstil makinaları Tmflli kimya ve petrokimya sanayi. P a m u k , pirinç, i p e k , buğday, mısır, ayçiçeği, üzüm, sebze ve meyveler. % 85 Türk % 72 Özbek % 1 3 diğer % 8 Rus % 7 diğer milletler (Ukraynalı, Alman, Ermeni v.s.)
TÜ RKI YE'DEN ÖZBEKİ STAN'A İ HRAÇ ED i LEN MALLAR Çay Margarin Meşrubat ve içkiler Haşere öldürücüleri Sentetik ve sOni flamentler Giyim eşyası Nükleer reaktörler Otomobil Mobilya
Hububat Şeker ve Mamülleri İlaç - parfümeri Plastik ve mamülleri Halı Ayakkabı Elektrikli makinalar Optik alet ve cihazlar
T Ü RKİ YE'N İ N ÖZBEKİ STAN'DAN İTHAL ETTIGİ MALLAR Hayvansal menşeli ürünler Ham post, deri ve kösele Ham ipek Pamuk
Alüminyum ve Alüminyum eşya Kimya Sanayi ürünleri Bakır ve bakır eşya
281
POTANS İ YEL YATIRIM ALANLAR! Konservecilik Pamuk elyafı işleme İzalasyon malzemesi üretimi Yün işleme Tıbbi malzeme Mermer üretimi İlaç i malatı Et mamülleri Meyve suyu Petrol ve türevleri üretimi Otobüs montajı Yabancı oto tamir ve bakımı Cam ve cam ürünleri Mağaza ve lokantacılık Tekstil Elektrikli ev aletleri Alüminyum kapı ve pencere Yanmaz malzeme Beton ve ekipmanları Özel hastane Kule vinçleri Süt mamülleri Tuğla Oto yan sanayi Nakliyecilik Madeni cevher üretimi İnşaatçılık
282
ÖZBEK İ STAN 'DA GEREKL İ OLAB İ LECEK ADRESLER : T.C. Taşkent Büyükelçiliği : Gogol kuçesi 87 Taşkent Tel: 33 21 04, 32 21 07, 32 37 57 Telex: 1 1 61 67 TCTAS SU Fax: 33 08 33 THY İrtibat Bürosu Taşkent Havaalanı Taşkent Tel: 54 82 81 Maliye Bakanlığı Alleya Paradov 6 Tel: 39 46 58
700008 Taşkent
Dışişleri Bakanlığı UI. Gogola 87 Taşkent Tel: 33 70 05, 33 64 75 Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı UI. Nevoi 7 Taşkent Tel: 39 45 88 Dış Ekonomik İlişkiler Bankası Tarasa Shevchengko UI. 29 Tel: 55 1 2 01
700001 Taşkent
Ticaret ve Sanayi Odası Prospekt Lenina 1 6 A 70001 7 Taşkent Tel: 33 62 82, 39 40 65 Dış Ticaret Organizasyonu 45 Prospekt Özbekistan Taşkent Tel: 45 73 1 3 Özbekistan'ın (Taşkent) Telefon Kodu: (7 32 1 2)'dir.
283
/
% < ..... 1/) ·-
>! < ,..,
r� ,
•. '
284
cc
"'
C[
-
"'
..
C[
"'
:r
c
TÜ RKMEN İ STAN CO G RAFf KONUMU : Hazar Denizi'nin güney doğu sahillerinden başlayan ve ku zey batı - güney doğu istika.metinde yaklaşık 1 1 00 km. uzun luğunda, kuzey doğu - güney batı istika.metinde de yaklaşık 650 km. genişliğinde bir araziyi kaplayan Türkmenistan'ın yüzölçümü 488.1 00 km2'dir. Kuzeyinden Kazakistan, kuzey doğu ve doğusundan Özbe kistan, güney doğusundan Afganistan, güney batısından İran top rakları ve batısından ise Hazar Denizi ile çevrili bulunan Türkmenistan Avrupa ülkelerinin pek çoğundan daha geniş bir araziye sahip olmasına rağmen ülkenin 2/3'ü çöl ile kaplı bulun duğu için (Karakum Çölü : 350.000 km2) nüfusu bu araziye göre çok düşük bir seviyededir. Yine aynı nedenle (hemen doğuda yer alan komşu Türk Cum huriyetler! Özbekistan ve Kırgızistan'daki sayısız n_e hirlere rağmen) Türkmenistan'ın sahip olduğu akarsular da son derece sınırlıdır. Bu nehirlerden Atrek Hazar Denizine dökülmekte, Te cen ve Murgap ise herhangi bir denize veya göle ulaşamadan Karakum çölünde eriyerek kaybolmaktadır. Ülkenin orta-güney kısmında İran sınırına yakın bir noktada yer alan başkent Aşkabad'dan geçen 38 dereceli kuzey enlemi Türkiye'nin Diyarbakır - Niğde vilayetleri hattından geçmekte ve bu arada dikkat çekici bir benzerlik ile Türkiye'nin en kuzey nok tası olan Sinop İnceburun'dan geçen 42 derece kuzey enlemi Türkmenistan'ın en kuzey noktasında yer almakta olan Karaboğaz ve Sarıkamış göllerinden geçmekte ve yine Türkiye'nin en güney noktaları olan Hatay ili ve Anamur Burnu üzerinden geçen 36 de rece Kuzey enlemi ise Türkmenistan'ın en güneyinde yer alan Tahtapazar ve Taşköprü arasından geçmektedir. (Bu vesile ile Türkiye ve Türkmenistan'daki yer isimlerinin benzerliği ve hatta aynılığına da dikkat çekmek isterim.) 285
Tam bir karasal iklimin hüküm sürdüğü Türkmenistan'da yaz ayları sıcak ve kuru, kış aylan ise soğuk geçer. Yaz aylarında ısının bazen gölgede 50 dereceyi bulduğu, kış aylarında ise - 25 de receye kadar inebildiği ülke çok sınırlı bir miktarda yağış almakta, bu yağışın önemli bir bölümüne de Mayıs ayında ve dağlık böl gelerde rastlanmaktadır. N Ü FUS YAPISI : Türkmenistan, Asya Türk Cumhuriyetleri içinde en az nüfusa sahip olan ülkedir. 1 994 yılı itibariyle 4,3 milyon civarında nüfusa sahip bulunan ülkede km2'ye 9 kişi düşmektedir. (Bu rakamın Azerbaycan'da 92, ve Özbekistan'da 54 olduğu hatırlanırsa Türkmenlstan'da nüfus yoğunluğunun ne kadar düşük olduğu daha iyi anlaşılacaktır.) Fakat Türkmenistan her yıl ortalama ola rak % 2, 7 civarındaki bir nüfus artışı ile gerek BDT ve gerek dünya ortalamasına göre çok yüksek bir nüfus artış oranına sahip bu lunmaktadır. Ülke dahilinde % 73'1ük nüfus oranları ile Türkmenler önemli bir çoğunluk oluşturmakta ve yoğunluğu sırasıyla Özbek, Ka zak, Tatar ve Azerilerden oluşan diğer Türk boylariyla bir likte Türkmenistan'daki Türk nüfusu oranı % 86'ya kadar ulaşmaktadır. Bu haliyle Türkmenistan gerek ülkedeki yer li nüfusun ve gerekse Türk nüfusunun fazlalığı bakımından Kazakistan ve Kırgızistan'a göre daha müsbet bir kompozis yon sergilemektedir. (Nitekim bu açıdan Azerbaycan ve Özbekistan'daki görünüm de Türkmenistan'daki ile benzerlik ar zeder.) BDT dahilinde yaşayan Türkmenlerin çok önemli bir bölümü (yaklaşık % 94'ü) kendi Cumhuriyetlerinde yaşamaktadır. Geri ka lan % 6'nın önemli bir bölümü de komşu Türk Cumhuriyeti Özbekistan'da yaşar. Ancak BDT dahilindeki Türkmenlerin % 94 gibi çok büyük bir çoğunluğu kendi Cumhuriyetinde yaşamakla birlikte, bugün BDT dışındaki bazı ülkelerde de neredeyse Türkmenistan'da yaşayan Türkmen nüfusuna yakın sayıda (tahminen 2,5 - 3 milyon civarında) Türkmen yaşamaktadır. Bun ların en önemli bölümü ise fazlalık sırasına göre İran Horasan'ı, Kuzey Afganistan, Irak ve Türkiye'de bulunmaktadır. 286
Ülke genelinde Rus nüfusunun toplam nüfusa oranı % 9 ci varında olmasına rağmen, bu oran diğer Türk Cumhuriyetlerinde olduğu gibi Türkmenistan'ın başşehrinde de dikkat çekici bir şekilde yükselmektedir. Başkent Aşkabad'da yarım milyona yaklaşan nüfusun % 40'ını Ruslar teşkil etmekte ve ülke gene linde % 73'1ük bir nüfus çoğunluğuna sahip olan Türkmenler de başşehirde % 40'a düşerek Rus nüfusu ile eşitlenmektedir. Bir başka ifade ile Türkmenistan'daki toplam Rus nüfusunun yarısı başşehir Aşkabad'da yaşamaktadır. TAR İ H İ : J"ürkmen Adı : Günümüzde Türkmen adı sadece Türkmenistan Cumhuriye tinde yaşayan Türkler ile I rak, İran, Suriye ve Anadolu'nun bazı yörelerinde yaşayan Türkmen boyları için kullanılmakla birlikte, bunu dar anlamda bir isimlendirme olarak kabul etmek gerekir. Çünkü Türkmen adı ilk defa 1 0. yy'da İslamiyeti kabul eden Oğuz boyları için kullanılmış ve müteakip dönemlerde Oğuz boylarının hemen hemen tamamı İslamiyete girince Türkmen adı adeta Oğuz adının yerine geçmiştir. Ancak 1 1 . asırda yaşayan büyük Türk dilbilimcisi Kaşgarlı Mahmud "Divanü Lügati't-Türk" adlı eserinde, Türkmen adının yukarıda zikredilen tarihlerden 1 4 asır önce (M .ö. 4 yy' da) ortaya çıktığını iddia etmektedir. Buna göre; Büyük İskender'in M.Ö. 329 yılındaki Asya seferi sırasında Balasagun'da oturan Türk Hakanı , Balasagun şehrinde yanlızca 22 kişi bırakarak doğuya doğru çekildi ve sonradan bu 22 kişiye 2 kişi daha katılarak sayıları 24'e çıktı. Büyük İskender Balasagun'a gelip bu 24 kişiyi gördüğünde onlara, farsça "Türkmanend" (Türke benzeyen) dedi ve böylece bu 24 kişinin adı Türkmen olarak kaldı. Kaşgarlı Mahmud aynı eserinde Türkmen adının ortaya çıkışıyla ilgili olarak naklettiği bu efsanenin devamında, Balasagun'da İskender'i karşılayanlar içerisinden, bilahare çeşitli Oğuz boylarını oluşturan 21 kişinin adını da şöyle vermektedir; Kınık, Kayı, Bayundur, Yıva, Salur, Afşar, Beg-tili, Bugdüz, Bayat, Yazgır, Emir, Kara-Bölük, Alka-Bölük, Eğdir-Yüreğir, Toturka, Ala yuntluğ, Töker, Peçenek, Çavuldur, Çepni, Çarukluğ. 287
Nitekim bu tarihten 1 4 asır sonra batıya göç eden Oğuzların Kınık boyu Selçuklu imparatorluğunu ve Kayı boyu ise daha sonra Osmanlı i mparatorluğunu tArih sahnesine çıkarmışlardır. Selçuklu Dönemi : 1 1 . yy. başlarında torunları tarafından kurulacak olan Sel çuklu imparatorluğuna adı verilen Selçuk Bey 1 0. yy'da Oğuz Yağbusunun maiyetindeki önemli kumandanlardan birisiydi. Bu dönemde İslAmiyetl kabul ederek "Türkmen" adıyla anılan Oğuz boyları üzerindeki Oğuz Yabgusunun tahakkümü üzerine Selçuk Bey lslamiyete giren Oğuz boylarının llderll!)lnl ele alarak, bu boy ları Yabguya karşı organize etmiş ve korumuştur. Selçuk �y ile Oğuz Yabgusu arasındaki bu mücadele sonucunda Selçuk Bey'ln kontrolü altındaki Türkmen boyları batıya doğru gôç etmişler dir. Bugünkü lran topraklarının kuzey doğu kesimindeki Horasan bölgesi ile Hazar Denlzl'nln güney kıyıları arasında yerleşen Selçuk Bey yönetimindeki Türkmenler, bu göç ve yerleşim es nasında diğer Türkmen boylarından olan Kıpçaklar ve Peçenek ler ile m ücadele etmek zorunda kalmışlardır. Daha sonraları güneyden Gaznell Türk Devleti' nin ve doğudan Karahanlı Türk Devleti'nin tazyikine ma.ruz kalan Selçuk Bey ve idAresi altındaki Türkmenler her iki Türk Devletinin de yönetimine girmemekle kal mayıp, nihayet Selçuk Bey'in torunları Çağrı ve Tuğrul Bey'lerln yönetiminde Gaznelllerln ordusunu 1 040 yılında Dandanakan'da mağlup ederek, bölgede ha.klmiyetlerlnl pekiştirdikten sonra Selçuklu Devletini kurmuşlar ve bilAhare Selçuklu lmparatorlu ğu'nun ha.kimiyet sahası Azerbaycan ve Anadolu topraklarına ka dar genişlemiştir. Selçuklu'nun Bölünmesl : Böylece Türk tarihinde yeni bir sayfa açan Kınık Türkmenleri, Büyük Selçuklu lmparatorluğu'nun sınırlarını doğuda Amu Derya'dan batıda Akdenlz'e kadar genlşletmlşlerdlr. Ancak, sürekli olarak batıda Bizans ve Haçlı tehlikeleriyle meşgul olan Selçukluların, atayurdu Türkmenlstan'ı lhmAI etmeleri üzerine, 1 2. yy'ın ortalarında Türkmenlstan'dakl bazı Türkmen boyları Selçuklu tıükümdarı Sultan Sancar'a karşı ayaklanma başlattılar. 288
Bu ayaklanmaların arkasından gelen MoQol istilAları sonu cunda Atayurdu Türkmenistan'daki Türkmen boyları ile Azerbay can ve Anadolu'da yerleşen Türkmen boyları arasındaki irtibat tamamen koptu. Bu gelişmelerden sonra batıya ve Anadoluya yö nelen Türkmen boyları ile Atayurdunda kalan Türkmen boylarının tarihi çlzgllerl birbirinden ayrı, bir diQerlnden baQımsız seyirler izlemiştir. Anadolu'ya yönelerek "Anadolu Selçukluları" adıyla bilinen Türk Devletini oluşturan ve Selçuk Bey'in 4 o{jlundan birisi olan Arslan Yabgu'nun nesli, Avrasya'nın ve İslAm Aleminin kaderini deQiştlren çok önemli gelişmelere vücut vererek 1 4. yy. başlarına kadar hüküm sürmüş ve bu arada üç yüzyıla yakın bir süre Selçuklu çatısı altında barındırılan Anadolu Türkmen boyları, bir başka Türkmen boyu olan Kayı boyunun önderi Osman Bey ta rafından kurulan Osmanlı Devletine Adeta miras bırakılmış ve Os manlı hanedanı da Selçuklu'nun bu mirAsını altı yüzyılı aşkın bir süre şerefle tasdik ve muhafaza ederek 20. asra intikal ettirmiştir. Moğol ve l ran Tehdidi : Batı'ya ve Anadolu'ya yönelmeyerek Atayurdunda kalan Türk menlerden Horasan ve MaverAünnehir bölgesinde bulunanlar, Büyük Selçuklu İmparatorlu{ju'nun parçalanması ve bu bölge deki hakimiyetini kaybetmesinden sonra 1 3. ve 14. yy'larda MoQol ve Timurlu devletinin hakimiyetinde yaşarken, Mangışlak bölge sindeki Türkmenler 1 7. asrın ortalarına kadar kendi yurtlarında baQımsızlıklarını korudular. Fakat onlar da özellikle 1 7. asrın or talarından itibaren MoQol saldırılarına u{jrayınca, bugünkü Türk menistan ile İran arasındaki sınırın önemli bir bölümünü oluşturan Kopet DaQlarına çekildiler. 1 7. asrın sonları ile 1 8. asrın başlarında, Kopet DaQları çev resinde yeniden gittikçe güçlenen Türkmen boyları bu defa da önce Ebu'I Gazi Bahadır Han yönetimindeki (bir Özbek - Türk men devleti olan) Hive HanlıQı'nın ve ardından da İran'da hAki miyeti ele geçiren Afşar Türkmenlerinden Nadir Şah yönetimin deki İran ordularının hücumuna uğradı. İ ran veya Hive Hanlığının hakimiyetine girmek istemeyen Türkmen boyları doğuda Merv böl gesine doğru yayılmak zorunda kaldılar. 289
Ancak, bu tedbir yeterli olmam ış ve Merv bölgesindeki Türk men boyları bir yandan H ive Hanlığının hücumlarına maruz kalırken, 1 830'1u yıllarda ise sürekli olarak İ ran'ın saldırılarına uğramıştır. Çünkü bu yıllarda zengin Orta Asya topraklarının işgaline kuzey bölgelerden başlamış ve 1 830'dan önce Kafkaslar'daki hakimiyet mücadelesi nedeniyle İ ran'a karşı iki ayrı savaş kazanmış olan Rusya, daha gü neydeki Türkmen boylarının da güçlerinin kırılmasını istiyor ve bunun için (kendisine karşı mağlup) İ ran'ı, Türkmen yurtları üzerine doğru saldırıya teşvik edi yor ve adeta bu konuda İ ran'a tazyik uyguluyordu. 1 9. yy'ın ortaları (1 830-1 860) Türkmenlerin Hive Hanlığı ile İ ran ordularına karşı verdiği ardı arkası kesilmeyen savaşlar ile geçti. Bu savaşlarda Türkmen boyları çok büyük ve kesin zaferler ka zanmalarına ve her iki ülkenin de saldırılarını bertaraf etmelerine, hatta İ ran ile 1 860'da yapılan son savaşta İ ran ordularının büyük bir bozguna uğraması sonucunda İ ran 'ın başkenti Tahran'da Türkmen istilası korkuları yaşanmasına rağmen, Türkmenler sürekli olarak sadece yurtlarını müdafaa durumunda kaldıkları bu savaşlarda çok büyük kayıplar vererek, muazzam bir güç kaybına uğradılar. İ şte bu, Çarlık Rusya'sının planladığı ve beklediği bir durumdu. Nitekim 1 860'1 takibeden yıllarda Türkmenlerin yaralarını sar masına fırsat verilmeden bölgede Rus istilası başladı. Aslında Rllsların bu bölgeye yönelik faaliyetleri 30 - 40 yıldan beri devam ediyordu. Rusya çeşitli ajanları vasıtasıyla bölgede incelemeler yaptırıyor, stratejik yollar ve mevkiler tesbit ediyordu. Rus Tehd idi : 1 860'1ı yıllarda Rusların Hazar denizi sahillerinde ve Türk menistan topraklarına giriş bakımından stratejik bir mevkide yer alan Kızılsu bölgesinde bir kale inşaasına başlaması (her ne ka dar Türkmenlere bu kalenin ticari amaçlar için kullanılacağı bil dirilmiş ise de) Türkmenistan üzerindeki Rus emellerinin Türkmenler tarafı ndan açıkca anlaşılmasına vesile olmuş ve bu kaleye Rus askerlerinin de yerleştirilmesiyle durumun iyice vu zuha kavuşması üzerine, Türkmenler Rusya'yı bu girişimlerinden dolayı protesto etmiştir. 290
Rusların Türkistan toprakları üzerindeki emelleri hususunda artık hiç bir tereddüdü kalmayan Türkmenler, daha önceki çey rek asrı aşkın süre boyunca devam eden İ ran saldırıları karşısında diğer Türk boylarından hiç yardım görmemelerine rağmen, 1 868 yılında Rusların Buhara'ya hücum ettiği haberini alınca, büyük bir ordu ile Buhara Hanhğı'na yardım için yola çıktılar. Fakat daha Buhara'ya ulaşmadan Buhara ordularının mağlup olduğu ve Rus ların şehri işgal ettiği haberi gelince, geri dönmek zorunda kaldılar. N itekim daha 2 yıl geçmeden (1 870'de) Ruslar Kızılsu 'dan çıkarak Türkmenistan topraklarını doğuya doğru yavaş yavaş işgal etmeye başladılar. Türkmenler 20 Ekim 1 870'de bu işgali dur durmak için Nur Verdi Han kumandasında Rus karargahına taar ruz etmelerine rağmen, Rusların yoğun topçu ateşleri karşısında geri çekilmek zorunda kaldılar. Geri çekil mekte olan Türkmen leri takibe başlayan Rus orduları, güzergah üzerindeki meskun yerlerin ve su kuyularının geri çekilen Türkmenler tarafından tah rip edilmesi nedeniyle bu takibi sürdüremeyerek geriye döndü. Türkmenlerin l ideri Nur Verdi Han bir yandan Rus orduları i le mücadele ederken, öte yandan diğer Türk Hanlıkları ile Rusya'ya karşı bir güç birliği oluşturmaya çalıştı ise de bu gayretinden tat minkar bir sonuç alamadı. 1 873 baharında Hive Hanlığı'nı işgal eden Ruslar,· 1 874'de Kafkas Askeri Valiliği'ne bağlı bir "Hazar Ötesi Bölge valiliği " kur duklarını ilan ederek, Hazar Denizinin doğusunda yer alan Türk men topraklarına resmen müdahale etmeye başladılar. Uzun yıllardan beri süren savaşlar ve bu savaşlarda verilen kayıplar ile adeta bitap düşen Türkmenler, Rusya karşısında bağımsızlığını koruyabilmek için, o ana kadar ayakta kalabilmiş diğer Türk boy larıyla işbirliği arayışlarının yanı sıra, o dönemde İ ngiliz himayesi altında bulunan Afganistan 'ın korumasını temin etmeye çalıştılar. Bu talep bir manada İ ngiliz hi mayesini kabul etmek demekti. Ama Türkmenler için Rusya ile sürtüşmek istemeyen İ ngilizler (sanki Hindistan ve Afganistan İ ngiltere'ye çok yakınmış gibi) Türkmenistan'ın İ ngiltere'ye çok uzak olduğu gerekçesiyle, Türk menlerin bu taleplerini geri cevirdiler. Bunun üzerine, yaşanan çaresizlik içerisinde İ ran'ın eski düşmanlığını gözardı etmek zorunda kalan Türkmenler "en azından bir islam ülkesi" olduğu gerekçesiyle 1 876 baharında 29 1
Tahran'a bir heyet göndererek, Ruslara karşı yardım istediler. An cak Rusya'nın tazyiki altında olan İ ran, Türkmenlere yardım et mediği gibi, İ ran'ın Türkmenistan sınırındaki bazı va.lilerl, Ruslardan aldığı rüşvetler karşılığında kuzeydeki Türkmen oba larına saldırarak onlara büyük za.yiatlar vermek suretiyle Ruslara yardımcı oldular. 1 877 baharında Kızıl - Arvat'a kadar ilerleyen Rus orduları o sırada 1 877 - 1 878 Osmanlı - Rus harbinin (93 Harbi) başlaması üzerine, Osmanlılarla savaşmak için Kafkasya'ya geri çeklllnce, Türkmenler kısa bir nefes alma fırsatı buldular. Ama, bu harbi Os manlıların kaybetmesi üzerine Rus orduları daha yüksek bir mo ral ve takviye birlikler ile 1 878 sonlarında Hazar Denlzl'nln doğusuna geçmeye başladılar. Rus İ şgall : 1 879 yaz aylarında Rus orduları Türkmenistan topraklarında doğuya doğru ilerlemeye başladı. Türkmen topraklarını işga.ı ile görevlendirilen bu ordu, topları, mitralyözleri ve seri ateş eden modern tüfekleriyle büyük bir silah üstün lüğüne sahipti. Çünkü Türkmenlerin ellerindeki yega.ne silah kendi imalatları olan dol durma tüfekler ile bellerindeki kılıçlardan iba.retti. Bu nedenle Türkmen birlikleri üstün ateş gücüne sahip Rus orduları karşısında tutunamayarak bölgedeki tek müstahkem mevki olan Gök Tepe kalesine kadar çekildi ve Rusları orada karşıladı . 9 Eylül 1 879 sabahı G ö k Tepe'ye taarruz eden Ruslar ağır topçu ateşi altında Türkmenlere çok büyük zayiat verdirdiler. Akşama kadar devam eden topçu ateşi altında özellikle sivil halk, yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan büyük kayıplar verildi. Ancak akşam üzeri son bir taarruz ile kale surlarını geçerek Türkmen lerle gl>ğüs göğüse savaşa giren (ve böylece ateş üstünlüğünü kaybeden) Rusları acı bir sürpriz bekliyordu. Çünkü büyük bir va tan sevgisine ve ayrıca yakın döğ üş kabiliyetine sahip olan Türk menler, bu göğüs göğüse muharebede Ruslara büyük kayıplar verdirerek bozguna uğrattılar. Ruslar bu beklenmeyen yenilgi karşısında sadece Boz Tepe kalesini terketmeyle kalmayıp, Ha zar Denizi' ne kadar da geri çekildiler. Fakat ertesi yıl Rusya hem ordu komutanını ve hem de ön ceki yıl Türkmenlerle göğüs göğüse savaşta büyük bir moral 292
çöküntü yaşamış olan askerlerini değiştirerek, daha büyük çap taki yeni birlikler ve yeni bir komutan ile Hazar denizini geçerek Türkmen topraklarında yeniden ilerlemeye başladı. Türkmenler Rus ordusunu yine Gök Tepe kalesinde karşıladı. Ancak bu defa Rus ordu ku mandanı Türkmenlerle yakın savaşı göze almadı ve uzak mesafeden kale duvarlarına kadar kanallar açtırıp, kalenin etrafına ve duvarların altına çok sayıda mayın döşetti. Rus ordusunun yakın savaşa girmeyeceğini ve kaleyi işgal etmek için yapılan hazırlıkları anlayan Türkmenler 1 881 Ocak ayında zaman zaman kaleden çıkarak Rus birliklerine yaptığı taar ruzlarda ağır kayıplar verdirmeye başladılar. Bu arada kalenin altına mayın döşeme işlemini tamamlayan Ruslar 24 Ocak günü (Türkmenlerin Aşkabad'a çekilmesini önlemek için) Gök Tepe ka lesinden Aşkabad'a bağlanan yolu da süvari birliklerine kestir dikten sonra, yoğun bir topçu ateşi başlattılar. Akşama kadar top ateşi altında perişan olan kale, akşam üzeri (daha önce yer altından döşenen) mayınların ard arda patlatılmasıyla feci bir kat liama sahne oldu. Bu arada top ateşi ve mayın infilaklarından kur tularak Aşkabad yönünde kaçmakta olan kadın, çocuk ve yaşlılardan müteşekkil halk, önceden yolu kesen Rus birlikleri nin mitralyöz ateşi altında bir başka katliamın kurbanı olurken, Gök Tepe kalesinin yiğit müdafileri de son nefeslerine kadar mücadele ederek şehit d üştüler. Tarihin kaydettiği bu en haksız, en adaletsiz ve en kalleşçe savaşta Rusların kaybı 300 kişiyi bile bulmazken , Türkmenler 6.500 kişisi kalenin müdafaası nda ve 28.000 kişisi de Aşkabad yönünde çekilen sivil halka uygulanan katliamda olmak üzere 34.500 kişilik bir can kaybı verdiler. Rus i şgaline Dlrenlşler
:
Gök Tepe'nin düşmesinden sonra Aşkabad 'a kadar rahatça ilerleyen Rus orduları 1 884 Ocak ayına kadar Türkmenistan top raklarının tamamını işgal etti. Fakat Rusların diğer Türk yurtlarında olduğu gibi Türkmenistan 'da da uygulamaya başladığı baskı ve istibdat rejimi kısa süre sonra Türkmenler arasında çeşitli isyan ların başlamasına sebep old u . Türkmenistan'da R u s yönetim ine karşı sürdürülen e n uzun ve en ciddi direniş, özellikle sovyet rejimi döneminde Cüneyd 293
Han tarafından idare edilmiştir. 1 9 1 6 yılında bütün Türkistan'a yayılan milli ayaklanmalar sırasında iyice güç kazanan Cüneyd Han, müteakip dönemlerde etkinliğini daha da arttırmış ve nihayet Şubat 1 9 1 8'de Hive şehrini zaptederek iki yıl süreyle hakimiyeti altında tutmuş, fakat iki yıl sonra Hive üzerine yürüyen Kızılordu karşısında tutunamayarak Karakum Çölü'ne çekilmek zorunda kalmıştır. 1 924 yılında Cuneyd Han bu defa Özbeklerin de desteğiyle tekrar R usların elindeki bir çok kasabayı zaptederek Hive üze rine yürüdü. Ruslar Hive'nin Cüneyd Han'a karşı müdafa.sını an cak takviye birlikler sevki suretiyle temin edebildiler. 1 927'den sonra artık Türkmenistan'da tutunamayan Cüneyd Han ülkesini terk ederek önce İ ran'a ve oradan da Afganistan'a geçmek zorunda kaldı. Cüneyd Han 1 938 yılındaki ölümüne ka dar Afganistan'dan düzenlediği seferler ile işgalci Rus birlikle rine karşı mücadeleye devam etmiştir. Verdikleri mücadele Cüneyd Han kadar uzun süreli olma makla birlikte, burada Türkmenistan'daki Rus işgaline karşı iki ayrı milli direniş liderinden daha bahsatmek gerekiyor. Bunlar dan birisi Rus işgali sırasında Türkmen ordularına kumanda etmiş olan Tıkma Serdar'ın oğlu Oraz Serdar'dır. İ şgalden sonra Rus askeri okulunda okuyup Albaylığa yükselen ve Türkmenlerden ku rulu bir birliğe kumandan tayin edilen Oraz Serdar, zaten Cüneyd Han'ın direnişinden etkileniyordu. Bolşevik ihtilalinden sonraki kargaşadan yararlanan Albay Oraz Serdar, komutasındaki birlik lerle beraber Rus işgaline karşı isyan başlattı. Fakat kısa süre sonra iç harbi kazanan kızılordu bu isyanı da bastırdı. Türkmenistan milli direnişinin önemli liderlerinden bir diğeri ise özellikle 1 9 1 6'daki genel ayaklanmada bir çok Türkmen aşiretini etrafında toplayarak Ruslara karşı mücadele veren Kur ban Muhammed Han'dır.
Yeniden Bağımsız Türkmenistan : 1 924 yılında Sovyet yönetiminin Türkistan'ı Kazak, Türk men, Özbek, Kırgız ve Tacik adlarıyla beş ayrı Cu mhuriyete böl mesi sonucunda, Sovyetler Birliği'ne bağlı Türkmen istan Sovyet 294
Sosyalist Cumhurriyetl ortaya çıkmış oldu. Türkmenler, o tarih ten 1 990'a kadar Sovyet yönetimi altında geçen ve her bir yılı ayrı bir kitap konusu olabilecek çileli zulüm ve sömürü yıllahr'ıdan sonra Sovyetler Birliği'nin adeta bir kaosa dönüşen yeniden yapılanma ortamında 26 Ekim 1 991 günü yapılan halk oylamasıyla bağımsızlığını ilan etti ve diğer Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlık ilanında olduğu gibi Türkmenistan'ın bağımsızlığını da ilk tanıyan ülke Türkiye oldu.
i KT i SADi POTANS İ YELİ : Diğer Asya Türk Cumhuriyetlerinde olduğu gibi Türk menistan'da da Sovyet merkezi planlamasının ekonomik hayat üzerindeki rasyonalite dışı yönlendirmeleri çok çarpıcı bir şekilde dikkat çekmektedir. Ö rneğin Türkmenistan 'ın çok zengin yeraltı ve enerji kaynaklarına sahip bulunmasına ve buna karşılık top lam arazinin sadece % 2'si tarıma elverişli olmasına rağmen top lam istihdamın % 42'si tarım sektöründe yer almakta ve yurt içi üretimin % 50'ye yakın kısmı tarım sektöründen elde edilmekte dir. Türkmenistan'da ekonomik planlamanın çarpıklığı bu kadarla (yani sadece sektöre! dengedeki bozukluk ile) kalm ıyor. Çünkü ülkedeki tarım arazilerinin yarısından fazlasında sadece pamuk üretimi yapılmasına ve yılda 1 .5 milyon ton civarında pamuk elde edilmesine rağmen, uzun yıllardan beri bunun sadece % 3'1ük böl ümü yurt içinde işlenmiş ve % 97' 1ik kısmı adeta yok pahasına Türkmenistan 'ın elinden alınarak işlenmek üzere diğer Cumhu riyetlere transfer edilmiştir. Ü lke ekonomisi gerek işgücünün sektöre! dağılımı ve gerekse elde edilen yurt içi üretimin sektör kaynağı açısından geniş ölçüde tarıma dayalı bulunmasına rağmen, Türkmenistan'da diğer Türk Cumhuriyetlerinde görülen tarımsal ürün çeşitliliğine rastlanma maktadır. Başlıca tarım ürünleri yıllık 1 .5 milyon ton civarındaki pamuk üretimine ilave olarak, yine yıllık 450 bin ton civarında tahıl, 400 bin ton civarında sebze ve 200 bin ton civarında meyveden ibarettir. Yukarıdaki rakamların ve tarımsal ürün çeşitliliğindeki zaafi yetin daha iyi değerlendirilmesi için Türkmenistan'da tahıl ve pa295
tates tüketiminin 2/3'ünün, şeker tüketiminin ise tamamının ithaJa.t ile karşılandığını ayrıca zikretmekte fayda görülmektedir. Türkmenistan hayvancılıkta ise 4 milyon civarında Karakul Koyunu ile 450 bin civarında sığır varlığına sahip bulun maktadır. Hayvancılıkta en gelişmiş üretim dalı astragan kürk koyunculuğu olup, yıllık bir milyon parçadan fazla kürk üretimi yapılmaktadır. Ayrıca Türkmenistan'da çok eski zamanlardan beri soylu at yetiştiriciliği yapıldığı bilinmektedir. Türkmenistan'ın en önemli yeraltı zenginliği doğal gaz olup, toplam 8 trilyon m3'ten fazla doğalgaz rezervine sahip bulunan ülkede yıllık 80 milyar m3'ün üzerinde dağalgaz üretimi yapılmakta ve bunun ortalama 75 milyar m3'1ük (% 90) bölümü ihra.ç edil mektedir. Bir başka ifa.de ile ülke bu üretim temposu ile 1 00 yıldan daha fazla üretim yapılabllecek bir doğalgaz rezervine sahip bu lunmakta ve bu üretimin de şimdilik sadece % 1 0'1uk bölümünü ülke dahilinde kullanmaktadır. Türkmenistan' ın ikinci önemli yeraltı zenginliği olan petrolün ortalama yıllık üretimi 5 milyon ton civarında seyretmesine rağmen, ülkenin tahmini petrol rezervleri 700 milyon ton civarında bulunmaktadır. Bu rakamlar ise, yıllık üretimin % 50'ye kadar arttırılması halinde bile ülkenin 1 00 yıl boyunca üretim yapabile cek bir petrol rezervine sahip olduğunu göstermekte ve bu re zerv Sibirya petrollerinden daha yüksek bir kaliteyi ihtiva. etmektedir. Ü lkenin iki petrol rafinerisinden eski olanı Hazar Denizinde yer almakta ve yıllık 5.5 milyon ton kapasiteli bu rafineri tama men yerli üretimin işlenmesine tahsis edilmiş bulun maktadır. 1 991 'de bağımsızlık döneminde kurulan yıllık 6 milyon ton ka pasiteli yeni rafineri ise şimdilik yaklaşık 1 /3'1ük kapasite ile çalışarak itha.I petrolü işlemektedir. Türkmenistan 'ın doğalgazı ve petrolünden başka sa.hip ol duğu önemli yeraltı zenginlikleri ise; krom, potasyum, dolomit, kireç taşı, bentonit, barit, mermer, granit, oniks şeklinde sayıla bilir. Ayrıca ülkede üretilen yıllık 1 5 milyar kw/saat civarındaki elektrik enerjisinin % 40'1ık bölümü komşu ülkelere ihraç edil mektedir. 296
Türkmenistan'da çalışan n üfusun yaklaşık % 1 O'u sanayi ke siminde istihda.m edilmekte ve bu kesimin üretim değeri ise top lam yurtiçi üretimin yaklaşık % 20'sine teka.bül etmektedir. Görüldüğü üzere gerek çalışan nüfusun sanayide yer alma oranı ve gerekse sanayide üretilen değerin toplam yurtiçi üretim içeri sindeki payı bir hayli düşük seviyelerde bulunmaktadır. Ü lke sanayisinin tipik özelliği, ağırlıklı olarak enerji kaynak larının ve pamuğun işlenmesine dayalı olmasıdır. Yukarıda da zik redildiği üzere ülkedeki iki petrol rafinerisinden birisi 5.5 milyon ton yıllık kapasitesi ile yerli petrol üretiminin tamamını işlerken, 6 milyon ton yıllık kapasitedeki ikinci ve yeni rafineride de şimdilik yaklaşık 1 /3'1ük bir kapasite kullanımı ile itha.1 petrol işlemektedir. Öte yandan ülkede mevcut 60'ın üzerindeki tekstil fabrikasında ise toplam sınai üretimin 1 /3'ü yaratılmaktadır. (Ancak bu değer daha önce de ifade edildiği üzere, ülkede üretilen toplam pa muğun sadece % 3'1ük bir böl ümünün işlenmesinden elde edil mektedir) Yani tüm bunlar ülke sanayisine ilişkin rakamların çok önemli büyüklükleri ifa.de etmediğini göstermektedir. Ancak 1 990'1ı yıllara girilmesinden (bir başka tanım ile bağımsızlıktan) itiba.ren sana.yi sektöründe, özellikle kimya sa nayi, elektrik sanayi ve makina imalatı sanayiinde bir hareket lenme dikkat çekmektedir. Tabii ki bu , toplam arazinin ancak % 2'si tarıma elverişli ol masına rağmen, çok önemli enerji ve ye raltı kaynaklarına sahip bulunan Türkmenistan için, (Sovyetler Birliği'nin merkezi ekonomik planlamalarından kurtulduktan sonra) beklenecek en doğal gelişmedir. Kendi milli zenginlikle rini, kendi milli ihtiyaçları ve menfaatleri doğrultusunda değerlen dirip, ü lke ekonomisi bu yönde mesafeler aldıkça, Türkmenis tan 'da diğer Türk Cumhuriyetleri gibi geleceğin sana.yi ülkeleri arasına girmeye namzet görünmektedir.
297
S OSYO
•
EKONOM İ K G Ö STERGELER
Yüzölçümü Nüfusu ( 1 994) Nüfus Yoğunluğu Kent Nüfusu Kırsal Nüfus Ortalama Yaşam Süresi Bebek Ö lüm Oranı Nüfus Artış Oranı Kişi Başına Konut 1 00 Kişiye Düşen Televizyon 1 00 Kişiye Düşen Buzdolabı 1 00 Kişiye Düşen Çamaşır Mak. Yüksek Öğrenimdeki Ö ğrenci Doğal Kaynakları
Temel Sanayi Dalları
Tarım Ü rünleri Nüfus Kompozisyonu
298
488. 1 00 km2 4.3 milyon 9 kişi/km2 % 45 % 55 65.2 Binde 56.4 % 2.7 1 0.5 m2 1 8 adet 21 adet 1 4 adet % 1 .1 2 Doğalgaz, petrol, krom, potasyum, dolomit, bento nit, borit, kireç taşı, mer mer, granit, oniks. Doğalgaz ve petrol sa nayi, tekstil sanayi, Kimya sanayi,· Elektrik sanayi. Pamuk, buğday, sebze ve meyve. % 86 Türk % 73 Türkmen % 9 Özbek % 4 Kazak, Tatar, Azeri % 9 Rus % 5 Diğer (U krayn, Er meni, Fars)
TÜ RK İ YE'DEN TÜ RKMEN İ STAN 'A İ HRAÇ ED İ LEN MALLAR Demir-çelik mamülleri Alüminyum mamülleri Metal cevher fırınları Ekmek, pasta, bisküvi fırınları Klima ve aspiratörler Ayakkabı Kağıt-karton ve mamülleri Buzdolabı ve dondurucular Deri ve köseleden g iyim eşyası Yünlü, pamuklu ve sentetik giyim eşyası Plastik ev ve inşaat mamülleri Sabun ve diğer temizlik maddeleri Alçı ve çimento Ham zeytinyağı ve margarin Şeker ve mamülleri
Makarna Büsküvi ve türevleri Reçel ve marmelat Çeşitli boyalar Tarım ilaçları Buğday ve kuru bakliyat Beton ve harç karıştırıcılar Jeneratör ve transformatörler Telefon-telgraf cihaz ve aksamı Renkli televizyon Elektrik iletkenleri Traktörler ve motorlu taşıtlar Karoser ve romorkörler Metal ve diğer aydınlatıcılar Prefabrik yapılar Sırlı seramikten karo ve döşemeler Seramikten mamül sıhhi te sisat
T Ü RK İ YE'N İ N T Ü RKMEN İ STAN ' DAN İTHAL ETT İGİ MALLAR Alaşımsız dökme demir Demir-çelik hurdaları Alüminyum alaşımları Kurutulmuş şirdenler Canlı sığır Kırkma yapağı Sığır derileri Koyun-kuzu ham derileri (yün ü alınmış) Koyun-kuzu ham derileri (yünü alınmamış) Pamuk
299
POTANS İ YEL YATIRIM ALANLAR! Polietilen tüp üretimi için gaz-kimya kompleksi Çimento fabrikası Doğalgaz ve petrol boru hattı inşaası Seramik eşya ve seramik tıbbi ekipman üretimi Dekoratif panel üretimi Pamuk ipliğinden kumaş dokuma fabrikası Dokuma ve havlu tipi kumaş üretimi Pamuk atıklarının işlenmesi Tahıl öğütücü tesis ve fırın lnşaası Ambalaj malzemesi ve karton kutu üretimi Deri işleme tesisleri Pamuk gövdesinden sunta üretim tesisi Karbonlu gübre üretimi Doğalgaz sıvılaştırma tesisleri Konservecilik Bitkisel yağ üretimi tesisleri Liman ve demiryolu inşaası Bebek maması üretimi
300
TÜ RKMEN I STAN 'DA GEREKLi OLAB İ LECEK ADRESLER : T.C. Aşkabad Büyükelçiliği : Shevchenko Str. No: 9 Aşkabad Tel: 25 64 08, 29 42 50 Telex: 22 81 1 7 TCASB-SU THY i rtibat Bürosu Mahmudoğlu Cad. 71 Aşkabad Tel: 51 1 5 60,
51 06 66,
51 1 6 66
Fax: 51 22 1 8
Dışişleri Bakanlığı Prospekt Lenina 1 1 Aşkabad Tel: 25 1 4 63 Sanayi Bakanlığı Setklozxavodskoy Proyezd 1 Aşkabad Tel: 25 1 5 60 Merkez Bankası Gogolia UI. 22 744000 Aşkabad Tel: 25 61 31 Fax: 25 67 1 1 Ticaret ve Sanayi Odası Lakhuti UI. 1 7 Aşkabad Tel: 25 57 56 Türkmen - Türk İ ş Konseyi Tel: 25 43 21
Telex: 1 1 61 77 OAZ İ S SU
Dış Ekonomik İ lişkiler Bakanlığı Tel: 29 75 1 1 Dış Ekonomik İ lişkiler Bankası Tel: 25 51 1 3 Dış Ticaret Organizasyon u Tel: 2 5 6 6 82 Türkmenistan'ın (Aşkabad) telefon kodu: (7 36 32)'dir.
301