Hızırbek Gayretullah - Altaylarda Kanlı Günler

Page 1


ALTAYLARDA KANLI GÜNLER

Yazan :

Hızır Bek GAYRETULLAH

yılları arasında Doğu Türkistan Türklerinin Çin meza­ limine karşı vermiş oldukları milli mücadeleler.

ı'::.:

1 905-11:170

{:.(

Hürriyet uğruna, çölleri; dünyanın damını aşan, kanlı, izdıraplı ve ölüm dolu göçlerin tarihçesi.

*:

Doğu Türkistanın sosyal yaşayışı ile folklor dünyası.



ALTAYLARDA KANLI GUNLER Yazan ve yayına hazırlayan : Hızır Bek GAYRETULLAH

Neşir eden : Türkistan Kauçuk ve Plastik Sanayii Koll. Şti.

İsteme adresi :

Demirhane Cad. Nu. 102 Kazlıçeşme-lstanbul Tel. : 21 57 32 - 21 90 66

(Bu eserin hukuki hakları yazara ait olup, kısmen veya tamamen başkaları tarafından iktibas edilemez, yayınlanamaz. Ancak, kaynak gösterilmek suretiyle aktarılabilir.)

AHMET SAİ T MATBAASI İ STANBUL 1977 ---


G İRİŞ

A

-

DoGU TÜRKİSTAN'ın Yeri ve Sınırları

Doğu Türkistan, 5.000.000 kilometre kare olan Uluğ Türkistan'ın bir parçasıdır. «Uluğ Türkistan» deyince, Batı ve Doğu Türkistan birlikte ha­ tıra gel ir. Doğu Türkistan; güneyinde Pakistan ve Hindistan, doğu ve kuzey doğusunda Çin ve Moğolistan, güneybatı ve batısında Afganistan ve Batı Türkistan, kuzeyinde Sibirya gibi ülkelerle sınırlıdır. Dünya Türk­ lerinin ilk anayurdu olarak bilinen Doğu Türkistan, 1 .828.418 kilometre kareden ibarettir. Bu haliyle Almanya'dan 4, Ürdünden 25, Pakistan'dan 3, Türkiye'den ise 2.5 defa daha büyüktür. Yüzey şekilleri tabii tezatlarla ifade edilen bu ülkede vahalar, çöller, yüksek tepeler açık şekilleriyle gö­ ze çarpar.

B

-

DOGU TÜRKİSTAN'ın Ekonomisi

Doğu Türkistan, tarihin ilk devirlerinden beri ekonomik hayatı en canlı olan bir Asya ülkesidir. «Doğu Türkistan'ın Ekonomisi» deyince, Or­ taasya'da sahip olduğu j eopolitik ve strateji k öneminin yanında, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri hatıra gelir. Birçok Avrupalı müellif tarafından •Asya'nın Kalbin «Asyanın Mihveri», «Asyanın Damarı» gibi vasıflarla ad­ landırılan Doğu Türkistan, kara nakliyatının hukim devirlerinde, Asya ve Avrupa arasında en büyük köprü vazifesini görmekteydi. «İpek Yolu» denen ve dünya ticaretinin şah damarını teşkil eden Çin ile Bizans arasın­ daki büyük ticaret yolu, Türklerin (Doğu Türkistanlıların) elinde idi. Deniz ve hava nakliyatının gelişmesinden sonra, bu ticaret yolu, eski fonksiyonunu kaybetmekle beraber, Doğu Türkistan ekonomik zenginli­ !':i nden bir şey kaybetmemiştir. Ziraat ve hayvancılık alanında, Asyanın l'll büyük ziraat ve hayvancılık ülkesi, ilk çağlarda olduğu gibi, bugün de Doğu Türkistar:ı'dır. Pamuk ülkenin en gözde ziraat ürünü olmakla bera­ ber, bütün hububat ve meyve çeşitleri en bol şekilde yetişmektedir. Hay­ vancılıkta ise Asyanın ve dünyanın en mahir hayvan yetiştiricileri Doğu 'l'ürkistan'da bulunmaktadır. Bilhassa koyun, sığır, deve ve at en iyi cins­ ı�ri ile bol miktarda yetiştirilmektedir.


Son senelerde Doğu Türkistan'ı; iki süper devlet arasında paylaııılmaz bir ülke haline getiren husus ise, onun madeni zenginliklere sahip oluşu­ dur. Bol miktarda bulunan petrol, altın, kömür, bakır ve uranyum yanın­ da, diğer bütün maden çeşitleri üretilmektedir. 1964 yılında yapılan ista­ tistiklere göre, 160.000.000 ton petrol rezervi vardır. Doğu Türkistan'daki petrol rezervleri, İran ve İrak'taki rezervlerin on misli büyüklüktedir. (The Muslim World, '28 october 1972) . Ayrıca 600 milyon tondan fazla kö­ mür ve 12 tirilyonun üzerinde uranyum rezervi bulunduğu bildirilmekte­ dir. Ancak, şunu yeri gelmişken belirtelim ki, Doğu Türkistan bugün, Çin emperyalizminin en iğrenç sömürüsü altında bulunmaktadır. Doğu Tür­ kistan ismi •Sinkiang - Yeni Sömürge» ismiyle Türklükten uzaklaştırıl­ maya, Türk toplumunun dili, dini ve her türlü maddi ve manevi değerleri assimile edilmeye çalışılmaktadır. Uranyum ve petrol bölgeleri, Kızıl Çin'in en hayati sanayi bölgeleri haline getirilmekte, Çin Nükleer dene­ meleri, Doğu Türkistan sınırları içinde •Lop-Nor• havzasında yapılmak­ tadır. Bu durum, Türk varlığı açısından üzerinde hassasiyetle durulması gereken konuların başında gelmektedir.

C

-

DoGU TÜRKİSTAN'ın Siyasi Tarihi

Doğu Türkistan, tarihte birçok Türk imparatorluklarına merkezlik yapmıştır. Tarihi kaynaklarda, Teoman Yabgu tarafından M.Ö. 220 yılın­ da kurulduğu kaydedilen Büyük Hun İmparatorluğunun asırlarca haki­ miyeti altında bulunan Doğu Türkistan; mezkur imparatorluğun M.S. 430 yıllarında yıkılmasından sonra, başka bir Türk devletinin hakimiyeti al­ tında bulunmuştur. Bu devlet Göktürk Devletidir. M.S. 552 yılından iti­ baren varlığını hissettirmeye başlayan Göktürk Devleti, bütün Türkistan hükümdarlarını itaati altına alarak, büyük bir imparatorluk meydana ge­ tirmiştir. 660 yılında bir ara Çin istilasına uğrayan Doğu Türkistan Kapa­ ğan Han zaman ında Çinlilerden geri alınmıştır. (699 ) Göktürk İmparatorluğu'nun zayıflamasıyle, hakimiyet yeni Türk dev­ letinin eline geçmiştir. Türkeş Devleti, Karluk Devleti ve Uygur Devleti gi­ bi devletlerin idarelerinden sonra, Türk tarihinin en büyük Devletlerinden olan Karahanlılar Devleti, Doğu Türkistan'a yeni bir ruh ve anlayış ka­ zandırmıştır. Bu devreye kadar (840-1212) Türk toplumlarında, tek tük İs­ Jam olma vakıaları görülmekteyse de, Karahanlılar Devrinde İslam dini Türk toplumlarının vazgeçilmez hayat kaynağı olmuştur. Öteden beri, hiç bir yabancı dine iltifat etmeyen Türkler, Karahan Devleti'nin, devlet po­ litikası içerisinde, kısa zamanda İstamlaşmışlardır. Karahanlılardan sonra, Karahıtaylılar ve Moğollar devrini de yaşayan


-

5

-

Doğu Türkistan, 1760 yılında Çin-Mançur istilasına maruz kalmıştır. Man­ çurların ülkeye girişiyle korkunç bir işkence ve zulüm devri başlamış, bu­ na tahammül edemeyen Türkler, zaman zaman Mançur yönetimine karşı ayaklanmışlardır. Bu ayaklanmaların içerisinde 1863 yılında, bütün ülke çapında başlatılan kurtuluş hareketi kısa zamanda gelişmiş ve Yakup Han Bay Devlet'in gayretiyle Çinliler ülkeden çıkartılarak milli bir devlet ku­ rulmuştur. 1 4 sene devam eden bu yeni devlet, aynı zamanda, Osmanlı idaresiy­ le temasa geçen ve Osmanlı Devleti'ne tabi olan, ilk Doğu Türkistan Dev­ leti olmuştur. Ancak çeşitli sebebler neticesinde ve Yakup Han Bay Dev­ let'in ölümünden sonra, Doğu Türkistan tekrar 1 876 yılında Çin-Mançur yönetimine geçmiştir. İşte bu tarihten sonra Doğu Türkistan'da korkunç bir imha ve assi­ mile hareketi başlatılmış, Doğu Türkistan ismi değiştirilerek •Sinkiang» denmiş, diğer bütün şehir, kasaba, makam vs. isimleri Çinlileştirilmiştir. 1934-1944 yılları arasında, bir ara Sovyet Rusya yönetiminde kalan Doğu Türkistan, Rusların meşhur işkence ve katliam hareketlerine sahne olmuştur. 1944'ten sonra tekrar Çin idaresinin baskısı altında bulunmuş, 1949 yılından sonra da komünist Çin kuvvetlerinin istilasına uğramıştır. O gün­ den bu yana Doğu Türkistan, komünist rejim tarafından en katı ve deh­ şetengiz bir şekilde yönetilmektedir. Ancak, şunu kaydetmeden geçmeyelim. 1 876 yılından beri, Doğu Tür­ kistan'da şövenist bir idare kuran bütün Çin iktidarları, döneminde, he­ men her yıl büyük ayaklanmalar ve direniş hareketleri vukubulmuştur. 1933 yılında Hacı Hoca Niyaz ve 1940 yılında Osman Baturların lider­ lik ettiği Kumul ayaklanması neticesinde kurulan ve fakat devam ede­ meyen •Şarki Türkistan Devleti• 1 944 yılında Ali Han Töre liderliği altın­ da vukubulan ayaklanma ve tekrar kurulan •Şarki Türkistan Devleti», 1947'de halkın tekrar Çin'e baskıları neticesinde kurulan «Dr. Mesut Sabri Hükümeti» 1950 yılında tekrar Osman Batur ve Canım Han Hacı­ ların direnişleri, 1958, 1 962, 1965, 1968 yıllarındaki büyük ayaklanmalar; bu kurtuluş hareketlerinin başlıcalarıdır.

D - DoGU TÖRKİSTAN'ın Kültürel Hayatı Doğu Türkistan, dünyanın en eski medeniyetlerine beşiklik etmiş bir ülkedir. Bu bakımdan Asya ülkeleri içinde, medeni ve kültürel seviyesi en yüksek olanı durumundaydı. Meşhur •İpek Yolu• nun hareketli devir­ lerinde, her milletten tüccar ve seyyah buraya uğradığı için, fevkalade medeni bir yurt haline gelmişti.


- 6

-

Dünya medeniyetlerinin faydalandığı ve ilk devir medeniyeti olarak bilinen •Bozkır Medeniyeti•, Doğu Türkistan'da e i1 üst seviyede yaşan­ mıştır. Bu devrin kültür mahsulleri, dünyaya Türkler tarafından tanıtıl­ mıştır. Hayvanların ehlileştirilmesi, at besleme ve terbiye etmesi, teker­ lek ve araba yapımı, dilin şekillerle ifade edilmesi gibi, insanlığın temel ihtiyaçlarının geliştirildiği kültür muhiti, Doğu Türkistan olmuştur. Doğu Türkistan'ın kültürel hayatını iki devirde incelemek gerekir.

1

-

İslamdan önceki devir

2

-

İslamdan sonraki devir 1

-

İslam'dan Önceki Devir

Bu devre ait vesikalar daha çok, son asırlarda yapılan arkeolojik ça­ lışmalara dayanmaktadır. Kazılardan elde edilen buluntular, yukarıda be­ lirtildiği gibi Bozkır Medeniyeti'nin burada en üst seviyede yaşandığını gösterir. Aynca İslam'dan önceki devir diye adlandırdığımız zamanlarda, Türk­ lerin süsleme işlerinde hayvan motifleri kullandıkları görülmektedir. Renkli resimler, duvar süslemeleri ve benzeri mahsuller, eski Türklerde güzel sanatlara dair olan çalışmaları göstermektedir. Minyatür sanatının ilk örneklerinin Uygurlarda görüldüğü bilinmektedir. Henüz dünyanın her hangi bir yerinde, kitap basımı gibi bir iş bi­ linmezken sekizinci asırda Uygurların kitap baskılarıyle uğraştıkları, yi­ ne bu kazılardan anlaşılmaktadır. Marco Polo, Pattanino ve Walihanow gibi ilim adamları, Doğu Türkistanın çok geliş !lliş bir müzik kültürüne sahip olduklarından bahsederler. Türk kültürünün en eski ürünleri bu bölgede doğmuş ve gelişmiştir. Orhun Abideleri, milli destanlarımızdan Oğuz, Alp Er Tunga, Ergenekon ve Dede Korkut destanları, bu devrin belli başlı belgeleridir. Hemen hep­ sinde milli ruh ve düşünce işlenmektedir. Bilhassa Orhun Abidelerinde milli birlik ve beraberliğin prensipleri ifade edilmekte, saadetin ve hür­ riyetin kıymeti anlatılmakta, parçalanmaların ve esaretin zilleti dile ge­ tirlmekte, Çinliler başta olmak üzere, Türk düşmanlarına dikkat çekil­ mektedir. İslamdan önceki Türkler üzerinde Hristiyan, Budist, Mani vs. gibi kültürlerin propagandaları neticesinde, kısmen bu kültürlerin izleri görül­ mekteyse de, büyük Türk toplumlarında daima milli düşünce hakim ol­ muş, örf ve adete dayalı bir hukuk ve siyaset kültürü gelişmiştir. Bu dev­ re de TiirklPr arasında en çok dikkati çeken di n i yaşayış, Şama n izmd i r. Anrnk, �11rmııııı lwlirtmekte fa yda vardır. Maddi varlıkların dışında, ilahi bir vıırlıı{ııı lrnclrl'lirı<' inııııma, oııun mi.ikfıfaııt V<' miicazfıtını bekleme, o-


- 7 nun iradesi ile tahta çıkma veya yokolma gibi, putperestliğin dışında dini bir inanç ve kültür dikkati çekmektedir. Bilhassa Orhun abidelerinde bu durum çok açık olarak görülmektedir. 2

-

İslam'dan Sonraki Devir

Bu devri de bir kaç bölümde ele alacağız.

a)

İslam İdareleri Devri :

Türkler, birçok konularda putpereset düşüncelerden uzak; aile, dev­ let ve benzeri değerlerin kutsiyetini müdrik oldukları için, İslam dinini kısa zamanda kabullenip, onu devlet dini haline getirdiler. Karahanlılar­ dan Saltuk Buğra Han devri, Türkler için karakteristik bir önem taşır. Miladi 932 yılından sonra, Türk toplumlarında, İslamın nazım bir rol oy­ nadığını görüyoruz. Türklerin, öteden beri önem verdiği genel manadaki manevi değerler, İslamın daha sistemli ve daha açık olan inanç temelleri içinde anlatılmaya ve yaşanmaya başlamıştır. Türk medeniyet ve kültür muhitleri, İslam adına oluşmaya başlamıştır. Hatta, Türk edebiyatının başlangıç tarihini, Karahanlılar devrine da · yandıranlar vardır. Karahanlıların ilk devirlerinde Uygur alfabesi kul· lanılmaya devam edilmiştir. Bu devrin edebiyat ürünleri içinde, Balasagunlu Yusuf Has Hacib'ir yazdığı Kudatgu Bilig, Kaşgarlı Mahmud'un yazdığı Divan-ı Lügat'it Türk, Edip Ahmet'in eseri Atebet'ül-Hakayık gibi eserler en meşhurları dır. Ayrıca Şecere-i Ensap (yazan Fahreddin Mübarekşah) , Hüsrevle Şi rin (yazarı Kutb ) , Muhabbetname (Harezmi) zikredilmeye değer eserler dir. Bu devirde okuma seviyesi bir hayli yükselmiş, okul ve kütüphane sa yısı binlere ulaşmıştır. Göktürkler dilinde konuşma dili olan dil, bu dE virde yazı dili haline gelmiştir. Doğu Türkistan, asırlarca İslam Kültürüne hizmet etmiş, birçok bi' ginler ve eserler kazandırmıştır. Öte yandan, Anadolu'nun kültiir·hazirn leri, Türk dünyasının en doğusunu teşkil eden Altaylara kadar intikal e tirilmiştir. Gerek dil ve gerekse yaşayış bakımından Anadolu ile Doğ Türkistan 'nın kültür mahsulleri arasında çok yakın bir benzerlik ve mi nasebet bulunuyordu.

b)

Mançur Devri :

Ancak, 1876 yıhnda vukubulan ikinci Mançur-Çin istilasından som Doğu Türkistan'da büyük bir baskı ve teröı: idaresi kurulmuştur. Türk İslam kültürü eski meyvelerini veremez hale gelmiştir. Doğu Türkistan ' diğer Türk ülkeleri ile temasları azalmıştır. Türk mektep ve medrese}( azaltılmış, Çince okullar açılmıştır. Artık Türk unsuru ile Çin unsu arasııı<la bir öliim-kalım savaşı başk.mıştır. Bu mücadele içerisinde, �


- 8 man zaman büyük hamleler olduysa da, Türk kültürel hayatı devamlı bas­ kı altında tutulmuş, gelişmesine imkan verilmemiştir. Ancak halk ve es­ naf arasında cMeşrep• denilen toplantılar tertip edilerek, Doğu Türkistan kültürü muhafaza edilebilmiştir. 1910 yıllarından sonra, Doğu Türkistan'da okul ve matbuat alanında bir yeni hareket başlarruştır. Türkiye'den gönderilen veya Sovyet esare­ tinden kurtularak

Doğu Türkistan'a geçen bazı

subay ve eğitimcilerin

gayretleriyle büyük çalışmalar olmuş, fakat bir müddet sonra müteşeb­ bisler takip edilerek bu faaliyet hemen önlenmiştir. 1910'da Gulca'da neşredilen ve ancak 74 sayı çıktıktan sonra Çinliler tarafından kapatılan Abdülkayyum Hıfzı Bey'in çıkardığı

Gazetesi•,

yine Gulca'da Hüseyin Bay ve Fazıl

•İli Vilayetinin

Yunus Bey'lerin 1920'de

çıkardıkları ve bir sene sonra Çinliler tarafından kapatılan

•Hürsöz•

adın­

daki gazeteler ile, Türkiye'den gönderilen Ahmet Kemal İlkul, İdil-Ural'­ dan gelen Abdullah Bobi, Sibirya Kamplarından kurtulan Türk subayla­ rından Mehmet Turgut ve 30 arkadaşı, Türkiye'de tahsil görüp dönen Doğu Türkistanlı Dr. Mesut Sabri, Abdurrahman, Şadi, Nimet Mincan, Kurban Kutlay Bey'lerin faaliyetleri unutulmayacak faaliyetler olmuştur. İki buçuk asıra yakın Çin istilasında kalan Doğu Türkistan Türklerin­ den yüksek tahsil görmüş, edip, şair ve fikir adamı görememekteyiz. Ancak, mahalli medreselerden yetişen ve islam felsefesi doğrultusunda, Çin me­ zaliminde bu kutsal dini yaşatmak için mücadele veren bozkırlıların ve kentlilerinde

boca

molla

dedikleri islam mücahitlerini görüyoruz. Ancak, fit­

ri olarak feylesof yaradılışlı bir kişi iki buçuk asırlık Çin döneminde Altay'da 1870

yılında

doğan ve

1940

yılında da zalim

Çinli

general

Şin-Şi-Sey tarafından öldürülen, halk arasında Ahid Hacıyı görmekteyiz. Bugün elimizde

Akan Kaci olarak ün salan Hacı Bayan ve Kıyamet Ahvalı

adlı eserlerinin el yazması bulunan bu edibin, bunun dışında ve Doğu Tür­ kistanın sınırını taşarak British Muesum kolleksiyonuna kadar giren eser­ lerinin varlığı ortaya çıkmıştır. 1976 yılında Alma-Ata'da

cazıvşı basımevi tarafından Kazakistan ilim akademisi M.O. Avezov edebiyat ve sanat ens­ titüsü için hazırlanan altı kitaptan müteşekkil Gaşıkname (Aşık Mektup­ ları) adlı eserde Ahid Hacı hakkında geniş bilgi verilmektedir. Ahid Ha­ cı'nın

Seyit Kerey

takma adı ile de eserler verdiğini ve

eserini bu takma ad ile yağdığını biliyoruz ka Ahid Hacı'nın, 1887 yılında yayınladığı

(•)

(*) .

Sayfülmülik

adlı

Yukarıdaki eserlerden baş­

Cihanşah,

1901 de yayınladığı

Ci-

Gnşık-namr', Alma-atı (Aşık Mektupları) Sayfa 8-9- 1 0- 1 1 , 1976 kitaba ba­ kılmulıdır. Bugün Ahid llncının nkrnbaları ilC' bi r k ı z ı İslanbııl"da bulunmaktadır. (H.B. <ln:vr .. tullnh)


- 9 -han!iah Tnmızşah oğlu, 1902 yılında yayınladığı Adülmülik kıs sası, 1909 yıllarında yayınladığı

Canibek ve Altay,

Abu-hayat, Sayfülmülik, Abak-kerey Seceresi,

Er

adlı eserleri son çağ Doğu Türkistan kültür hayatının en

verimli eserleridir. Bütün Türkologların ve ediplerin birleştiği tek nokta Bozkırda ;.aşa­ yan Kazak Türklerinin hazır cevaplı, şair ruhlu, duygulu ve ·güzel söz söy­ leme merakı olan kimseler olmasıdır. Bugün, Doğu Türkistan 'da geçmiş kanlı olayları çok güzel tasvir eden, canlandıran ve kendine özgü uslUbi ile gerek nesir ve gerekse nazım olarak yazma eserler verenler vardır. Bu eseri meydana getirmek için yaptığımız araştırmalarda, 1930-1937 yılla­ rındaki kanlı günleri

•Gasılin Kıssası•

adı ile yazan Süleyman Molla, 1944

yıllarındaki Manas-Savan olaylarını bir hatırlar manzumesi halinde

genderim•

•Kör­

adı altında yazan Kaynaş Gayretullah, o devirdeki din ve inanç

meselesini ele alarak islama hizmet etmek arzusunda olan Osman Molla'­ nın ve Doğu Türkistan'ın siyasi durumunu

(o' günlerdeki) bir vakanivüs

gibi el yazması ile tutan Hamidullah Tarım'ın ve 1950 yılında

•Necid Yolu•

adı ile Arap harfinde Keşmir'de yayınlanan Muhammed Kasım Türkistani'­ nin eserleri burada zikredilmeğe layıktır. Eserde göreceğimiz gibi, büyük bir medeniyetin mirascısı olan Doğu Türkistanlıların

akın ve şeşenleri ile kösemlerinden

çok az kimse hür dün­

yaya çıkabilmiş ve bunların da sayısı gün geçtikçe azal�ağa yüz tutmuş­ tur. Birkaç yıl önce kaybettiğimiz ulu

küyşimiz

Sarı Molla (Murteza) , bü­

yük, bir dombıra ( * ) sanatçısı idi. Bugün dombıra

çalabilen Şemşerhan

(Çin Çaykan) ve Şammıran'dan başka o topraklardan gelen kimse kalma­

mıştır. Kösemlerden, Osman Molla, Ömer Molla,

Kara Molla, Savutbay,

Hafız Haydar, Hamza (İnan) Alpıs Tayci, Argınbek Molla ve Alibek ha­ yatta bulunmaktadır.

c)

Milliyetçi Çin Devri :

1933 yılındaki kısa süreli cŞarki Türkistan Devleth zamanında yeni bir hamle başlamış; Kaşgar'da Kutluk Şevki Bey'in idaresinde

•Yeni Ha­ •İstiklal• mecmuaları ile, Targıbaga­ •Aksu Haberi•, İli vilayetinde •İli Der­

Sufi Zade'nin müdürlüğünde

yat.,

tay'da

yası»

•Bizdin davus•,

Aksu'da

gibi gazeteler çıkarılmıştır. Fakat bir müddet sonra vukubulan Rus

istilası ile bunlar da kapandılar. Milliyetçi Çin devrindeki en önemli faaliyetler, 1944 yıllarından son­ ra başlayan milli faaliyetler

olmuştur. 1942 yılında

Rusların çekilmeleriyle neticelenen

başlayıp, 1944'de

ayaklanmalar, tekrar

Mesut

Sabri,

Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin ve Osman Batur beylere çalış( •)

Dıımbıra Vl' küy i�·in eserin folklor dünyası bölümüne bakılmalıdır. (H. B. < :ııyrı•l.ııllııh)


- 10 ma i mkanı hazırladı. Türkçü ve milliyetçi ruhu taşıyan eserler meydana getirildi. İsa Yusuf Alptekin'in müdürlüğü altında kurulan

Evi,•

yayınladığı

«erk•

(hürriyet)

gazetesi ve

•Altay»

•Altay Neşriyat mecmuası ile hal­

ka yeni bir yol gösterdi. Yine aynı neşriyat evi tarafından kurulan ilmi bir enstitü; tarih ve coğrafya, dil ve kültür, tercüme ve telif bölümleriyle çok faydalı çalışmalar yaptı. Çin tesirlerinden uzak yeni bir imla, gramer ve alfabe hazırlandı. Bu devrede İli'de

•Azad Şarki Türkistan•, «İnkilabi Şarki Türkistan•, adında gazeteler; «Küres» (Mücadele) ve •İttifak» adında mecmualar, Urumçi ve diğer şehirlerde aHan Tanrın, •Halk Avazı•, aKudatkun, Milli Hayat» Savle, Şanşıv adlı mecmualarla •Yalkın• adında ayn bir gazete neşredildi. Ayrıca İsa Yusuf Alptekin, 1 939 yıllarında Türkiye'den getir­ diği çok sayıdaki kitaplarla Urumçi'de «Yusuf Has Hacip Kütüphanesi» adında bir kütüphane tesis etti. Mesut Sabri Bey'in

Kızı•, •Kazım Pehlivan•, •Türklük Oranı•

«Uluğ Ana• •Niyaz

gibi milli romanları neşredildi.

Ne varki, bu çok faydalı hareket te, Rus-Çin ittifakı neticesinde bal­ talandı. Ruslar Kazakistan'da

çıkardıkları

«Şark Hakikati•

adlı mecmu­

ada ve radyo neşriyatında devamlı bu hareketi tenkit eden, kötüleyen ya­ yında bulundular. Komünist

Çin kuvvetlerinin

Rusyanın desteğinde

Doğu Türkistan'ı işgal etmesiyle yeni bir devir başlamış oldu.

d)

Kızıl Çin Devri :

Doğu Türkistan'ın 1949 eylülünde komünistler tarafından işgalinden sonra, bilhassa kültürel sahada yeni bir devir başlarmş oldu. Müstevli Çin devirlerinin hangisi ele alınırsa alınsın, hepsinin ortak tarafı; Türk top­ lumunun katliam edilmesi, Türk ülkesinin sömürülmesi olmuştur. Ancak bunların, içinde en katısı Kızıl Çin devridir. Bu devirde zulüm ve imha politikasının yanında, dil, din, tarih ve an'ane gibi manevi değerler,

hiç

bir yerde görülmeyecek tarzda yıkıma tabi tutulmuştur. Bu devrin en karakteristik özelliği, Türk düşüncesine ve kültürüne hiç bir hayat hakkı tanınmamasıdır. Kızıl Çin, ilk senelerinde Sovyet

Rusya'nın himaye ve kontrolünde

olduğu için, Doğu Türkistan'daki icraat, Sovyet Rusya'nın menfaatleri is­ tikametindeydi. Rusya öteden beri Doğu Türkistan'ın zenginlikleri üze­

rinde hak iddia ettiği için burada kesif bir faaliyete girişti. Doğu Türkis­ tan'da Çin kültürünü değil, kendi kültürünü hakim kılmak istiyordu. Al­ ma-Ata ve Taşkentte, Doğu Türkistan için tesis ettikleri akademi ve ens­

ti tülerde Arap harfleriyle ve Doğu Türkistan lehçelerinde birçok kitap hazırl:ılıp, Doğu 'fi'ırkistan'a soktu. Batı Türkistan'da bulunan Uygur, Ka­ z:ık VI' Özlwk TiirldPrinden pek çoğunu Doğu Türkistan'a sokarak okul-


- 11 lara ve eğitimle ilgili yerlere yerleştirdi. Türkçü ve milliyetçi düşünceyi temsil eden şahıslar hapishanelere atılarak, yazdıkları eserler toplatıldı. Doğu Türkistan'daki komünist icraat, komünist ideolojiye uygun, fa­ kat Rus menfaatleri istikametinde yürütülüyordu. Çin menfaatleri söz ko­ nusu değildi. Çünkü, Doğu Türkistan'da görevli Çinli yöneticiler,

Doğu

Türkistan lehçesini anlamıyorlar, Rusları da kendilerine müttefik ve yar­ dımcı bildikleri için,

Rus ajanlarının

faaliyetlerine

lardı. Nihayet Ruslar 1957 yılında Doğu Türkistan'da

ses

Kiril

çıkarmıyor­ alfabesini ka­

bul ettirdiler. Rusya'dan getirtilip Doğu Türkistan'da okutulan kitaplarda Rus menfaatleri, Rus büyükleri ve Sovyet Rusya devletinin propagandası söz konusu ediliyordu. Çin tarihinden, Çin büyüklerinden hatta Mao'dan bile bahsedilmiyordu. Bu durum Çinlilerin gözünü açtı. Urumçi'de telif ve tercüme müesseseleri kurarak, Çin okullarında okutulan kitapları Türk diline çevirdiler. Rusya'dan getirilen kitapların okutulması yasaklandı. Çin yöneticileri, Rusya'nın bu propagandasına kesinlikle karşı koya­ bilmek için, 1960 yılında Kiril alfabesini kaldırıp, yerine latin alfabesini yerleştirdiler. Olan Doğu Türkistan halkına oluyordu.

İki süper gücün

menfaatleri ve sürtüşmeleri uğruna, Türk milletinin dili tahrip ediliyor, geçmişi ve tarihi ile bağları kesiliyor,

kültürel duraklamalar meydana

geliyordu. Zira, her alfabe değiştirişte kültür ve medeniyet kaynaklarıyle yeniden bağlantı kurmak gerekiyordu. Çinliler yeni getirdikleri Latin alfabesini aynı zamanda Çin foneti­ ğiyle birleştirerek, daha tahrip edici bir davranış

içine girdiler. Onlara

göre bu yeni alfabe ve fonetik; •işçilerin ve çiftçilerin öğrenmeleri ve kul­ lanmaları için kolaylık sağlamaktaydı.• Bugün Doğu Türkistan'da, Türk ve İsiam kültürünün tedris edildiği bir tek okul mevcut değildir. Çin tedrisatına uygun ders yapan okullarda Türk tarihi okutulmuyor. Doğu Türkistan halkı,

Türkiye'yi ve dünyayı

öğrenmekten mahrum bırakılıyor. Okul kitaplarında Türk tarihi, kültü­ rü, yurdu tamamen Çin menfaatlerine uygun olarak tahrif ediliyor. Hal­ kın maddi yaşama muhitleri, şartları ve şekilleri Çin tarzında değiştirili­ yor. Bir yabancı gazeteden aşağıdaki haberi kaydetmekte fayda görmek­ teyiz: «Son günlerde Çin,

Doğu Türkistan'da

yeni dil düzenini

tatbike başlamıştır. Bunun pianı, bundan dört yıl önce ( 19 60) ortaya atılmış ise de, yerli halk, kendi milli özelliklerini bozucu ve sarsıcı olarak gördükleri için,

şiddetle karşı koymuşlar ve

bundan dolayı uygulanması mümkün olmamıştı.» •Tarihi yazıyı yasaklamak, haklı olarak yerli halk (Türk­ ler) tarafından sömürgecilik ve Çinlileştirme hamlelerinin bir böliimii olarak yorumlanmaktadır ki, bu hareket, halkın varlığı­

nı irnhıı PclPbilir•

(Victor Zorza, Guardian gazetesi,

2 0.1.1965)


- 12 Bugün Doğu Türkistan Türkçesinde (özellikle Kazak ve Uygur leh­ çelerinde) gerek Pekin'de olsun, gerekse Urumçi'de olsun gazete ve mec­ mualar çıkartılarak, halk devamlı propaganda altında tutulmaktadır. Bun­ lardan Pekin'de çıkartılan

•Halk• ve •Milletler• adındaki dergilerle, U­ •Sinkiang Gazetesi•nden elimizde örnekler

rumçi'de çıkarıldığı bilinen

bulunmaktadır. Aynca muhtelif şehirlerde olmak üzere 1 6 adet gazete çıktığı bilinmektedir. Bunlardan sekizi Uygur, dördü Kazak lehçesinde, ikisi Çin dilinde, birer tane de Moğol ve Şive dillerindedir.

Yine değişik

lehçelerde olmak üzere aşağıdaki dergiler çıkartılmaktadır:

1 -

Uygur ve Kazak gazeteleri

2 Sinkiang Yaşları (Doğu Türkistan Gençleri) 3 Alga (İleri) ) 4 - Sinkiang Resimlik Jurnali 5 - Sinkiang Edebiyatı 6 Sinkiang Pedegajia -

-

-

7

-

Ziraat ve Tarım

Bugün Doğu Türkistan'da, Türk kültürü ve yaşayışından değil, im­ hası ve asimilesinden bahsetmek mümkündür.

E

-

Rusya'nın DOOU TÜRKİSTAN Politikası

Rusya, gerek Çarlık devrinde,

gerekse

komünist devrede de Doğu

Türkistan'ı en büyük proplem olarak görmüştür. Orada mutlak hakimiyet kurma çabasında olmuştur. Veya Çin yönetiminde olsa bile Rus menfaat­ lerine istismar etme azmindedir. ( 1 934 - 1 944 Çinli General yönetiminde ol­ duğu gibi) . Bunun için Doğu Türkistan üzerinde yoğun bir propaganda faaliyetine girişmiştir. Bunları şöyle özetleyebiliriz:

1 - 1 934

-

1944 dönemindeki aktif faaliyetleri. Bundan yukarıda bah­

sedildi.

2

-

Taşkent Radyosundan, her gün dört defa Uygur ve Kazak leh­

çelerinde neşriyat.

3 - Kazakistan radyosundan günde bir' saat Uygur lehçesinde yapılan neşriyat

4 - Kazakistan Yazarlar Cemiyeti Uygur şubesinin faaliyetleri 5 Kazakistan Fenler Akademisi Uyguroloji Bölümünün faaliyetleri 6 - Taşkent Radyo ve Televizyonuna bağlı, 1 960 yılında Doğu Türkistanlı göçmenlerden teşekkül eden 50 kişilik şarkı ve dans ekibinin -

faaliyetleri. 7

-

Alma-Ata'da 1 934 yılında kurulan ve Doğu Türkistanlı göçmen­

lerden müteşekkil 1 00 kişilik tiyatro ekibinin faaliyetleri

8

-

Doğu Türkistan Türkleri için Kazakistan'da çıkartılan «Şark Ha-


- 13 ki kati» mecmuası ile «Kurtu luş» ve · Bizdin Otan• -Bizim vatan_ gazete­ lerinin neşri yatları. Yukarıda sayılan propaganda faali yetleri , hem Batı Türkistan'a i ltica eden Doğu Türki stanlılara ve hem de Doğu Türkistan'a yöneli k olarak yapılmaktadır. Yapılan neşriyat gi zli yollardan Doğu Türkistan şehirle­ rine sokulmakta Rus hesabına Çin düşmanlığı yapılmaktadır. 1917 yılından beri , Doğu Türki stan'a yöneli k propaganda hi ç kesi lme­ mi ştir. 1918 yılında Alma-Ata' da neşredilen uVatandaşın Sesi•, 192l'de Taş­ kent'te çıkan uFakirliğin Sesi» mecmuaları, yine Alma-Ata' da bugün hala devam ed en «Komünizm Tuğı,,, 1970 yılında neşre başlayan aYeni Hayat» i si mli dergiler ve yeni yayına başhyan «Bi zdin Otan» gazetesi tamamen Doğu Türksi tanlılar için çıkarılan yayınlardır. Bugün Batı Türki stan'da bütün Türklere olduğu gi bi , Doğu Türki s­ tanlı mülteci lere de, postacı, en az üç ayrı lehçede basılmış neşri yat taşı­ maktadır. Çi n ve Sovyetler arasındaki ideoloji k çatışmaların tesi ri yle, Batı Tür­ ki stan'daki Doğ u Türkistanlı göçmenler üzerinde daha aktif çalışmalar olmaktadır. Uygur ve Kazak lehçeleriyle basılan kitapları n sayısı. son yıllarda bir hayli artmıştır. Hızır Bek Gayretullah 1 0 Mart 1977, İstanbul


ÖNSÖZ Giriş bölümünde tarihi, coğrafi, ek onomi ve kültürel durumunu gör­ düğümüz Doğu Türkistan ve burada yaşayan Türkler ik i yüz yılı aşkın ezildiği Çin emperyalizmine karşı ne yaptılar ve ne yapıyorlar gibi bir soru tabii olarak ak ıla gelebilir. Nitek im, 1944 ile 1947 yıllarında U rumçi'­ de bulunmuş olan İngiliz İmparatorluk yarbaylarından Lt . Col. Mc. Le an (Mak Layın) 1949 yılında L ondra' da neşir ettiği bir mak alesinde (*) sa­ vaşta Altay Türk leri ne yaptı diye sormakta ve cevabını da k endisi ver­ mekteydi. Fakat, bizce yarbayın verdiği cevap pek tatminkar değildir. Ge­ ne batı dünyası Doğu Türkistanın Çin sömürüsüne karşı ne yaptığı ve ne yapacağı araştırdıkları başlıca k onuların arasındadır. Günümüzde, batı dünyası neşriyatının büyük bir bölümünü bu ülke üzerinde yapmaktadır. Elinizdeki bu eser, böyle bir soruyu tamamen olmasa bile, k ısmen cevaplandırmak üzere hazırlanmıştır. 1972 yılında, senelerden beri Doğu Türk istanın istiklal ve hürriyet davasını, hür aleme duyurmağa çalışan vatanperver Doğu Türkistanlılardan bir araştırma k omitesi k urulmuş ve bu komite 1905 yılından zamanımı za k adar Doğu Türkistanda zuhur etmiş olayları kaleme almağa, materiyalleri toplamağa, olayları yaşamış eşhası dinliyerek dah a gerçek çi ve mübalağalı olmıyan bilgiler edinmeğe çalış­ tı. Komite fahri olarak görev yapıyordu. Bu bakımdan elde edilen bulgu­ ları tasnif etmek , onları edebi yönden dile getirmek , etnografik eşyaları bulmak, aköylerin ( * ) evrimini ve tekniğini oluşturmak , sosyal yaşantıdaki hadiseleri incelemek ve böylece Bozkır medeniyetindeki Türk töresini ifa­ de etmek pek zorlu bir işti. Zira, istikbaldek i neslimize ve Doğu Türk istanın istiklal davasındak i safta yerini alacak · olan gençliğimize bir temel eser bırak mak , onlara yol göstermek tek arzumuzdu. Komite, Koca Abdullah Savaş, Abdülveli Can, Abdülkebir Ak yol, Orazbay Erbaş. Mehmet Mekki (Mhk en) ve Hızır Bek Gayretullah'dan müteşekk ildi . Üyelerden Mehmet Mek ki beyin Amerik aya gitmesi ve ça­ lışmalara oradan katılmasına rağmen, k omite zamanın elverdiği imk anlar dahilinde çalışmalarını sürdürdü. Toplanan materiyal ve bilgiler k aynakc•ı

H ıı kı nı z , 1Wrıu11<111 lfrr i\11 Mı·t·muası, cilt 1 , İstanbul 1949

(0) J\kiiy i�·iıı, ı•:a•riıı Sosyııl yw;ayı� biiliimüne bakılmalıdır.(H. B. Gayretullah)


- ıs -

komitece yazar olarak atanan ve yıllardan beri Türk bası­ nında bu k onudaki yazı ve makaleleriyle tanınan genç yazar hemşehrimiz Hızır Bek Gayretullah'a intikal ettirildi. Ar kadaşımız Hızır Bek Gayretullah'da, zamanı nispetinde bu v erileri o devirdeki (Doğu Türkistan'da ) tarihi olaylarla mukayese ederek hadi­ senin gerçeğe en yakınını bulmağa ve kendisine has uslU.bu ile de edebi yönden arzu edilen değeri v ermeğe çalıştı. Eserin üç formalık bir kısmı, eserdeki tarihi şahsiyetlerle, sosyal ha­ yattaki görüntülere, etnografik ve folklorik resimlerle göç yollarını göste­ ren bir de haritaya ayrılmıştır. Etnografik ve folklorik resimlerle harita renkli olarak görümlenmiştir. Bununla beraber bu eserin meydana geli­ şinde bizlere bilgi veren, maddi v � manevi yardımları dokunan hemşeh­ rilerimizin bir listesi, şükran ifadesi olarak kitabın sonuna dercedelmiştir. Bu eseri, büyük bir titizlikle yazan ve yayına hazırlayan genç yazar hemşehrimiz Hızır Bek Gayretullah'a, eserin basımında bizlere gerekli sa­ mimiyeti gösteren Ahmet Sait Matbaası sahiplerine teşekkür etmeyi milli bir borç biliriz. lan ile birlikte

Araştırma Komitesi Adına Koca Abdullah Savaş 10 Mart 1977, Zeytinbur nu

İST.


«Allah, kendisine ordu olarak Türkleri seçti , onları dünyanın en yüksek, en güzel havalı yerine yerleştirdi . Ta ki; istediği anda, dünyanın herhangi b ir ülkesinin üzeri ne göndereb ilsin.• Kaşgarlı M ahmud ('-')

( •)

Kıı�l(ıırlı Mahmud, Işık Giil'de doğmuş, XI . yüzyılda Bağdad'ta yaşamış

. . sı·rlı·riııi orııdıı ynzmıştır.

(H. B. Gayretullah )

ve


ALTAYLARDA KANLI GÜNLER

1931 yılının şubat ayı idi. Altay' da tabiat bütün görkemi ile kış uyku­ suna dalmıştı. Her taraf bembeyazdı. Sanki, bütün tabiat bir daha uyan­ mıyacakmış gibi beyaz yorganlarını üzerine çekmişti. Tabiatın bu sessiz­ l iğini, kışın bu kendine h as güzelliğini bozan tek-tük hadiseler de olurdu. Kar üzerinde av peşinden at koşturan bir yiğidin haykırışı, patlıyan bir tüfek sesi veya kartalın yakaladığı avın can h ıraş b ağırışı bu görkemli tabiatın h uzurunu bozan tek şeylerdi. Gerçi, Altay bunlara pek aldırmaz­ dı. Çünkü, asırlardan beri bu tip olaylara alışıktı. Hatta, bundan mem­ nundu bile. Zira, Tanrı yer dağıtırken «Ertürk' e» burayı vermişti. Efen­ disi olan Türk' ün bir tüfek atışı, atının nal, kartalının gür sesi onun için musiki gibi gelirdi. Başı dumanlı, bağrı karlı, ovası sessiz, ırmakları şırıl­ tılı, gölleri durgun h ep bu Türk' ün emrine amede göğe doğru yükselir , b ek lerdi. Bu mutevazı bekle yişiyle şüphesiz ki, bir çok olaylara tanık ol­ muştu. Kalkan kılıç sesleri, at kişneşmeleri, yıkılan bir taht, zafer sar­ hoşluğu ile dalgalanan bir Türk tuğu, Türk başbuğusunun önünde eğilen bir baş! . . Diz çöküp af dileyen bir Çinli imparator!. . Başın daki bulutların her dağılışı, bütün bu h atıralarından birer parça alıp götürüyordu. İhtiyar Altay, bağırında asırlardır barınan, bozkırların da at oynatan, soğuk sularını kana kana içen, yaylalarında kımızın verdiği heyecanla gururlanan cErtür k'ün» torunlarının akibetini artık, sezer gibi oluyordu. Bulakları artık şırıl şırıl akmıyor, gölleri maviş maviş dalgalan­ mıyor, yaylaları yeşil yeşil yeşermiyor, ırmakları köpük köpük çağlamı­ yordu. Vadilerinde kuşlar cıvıl cıvıl ötüşmüyor, bayırlarında, çayırların­ da taylar tepişmiyor, koyun-kuzu meleşmiyor; zayif ve meluldüler. Asır­ lardır süren şenlik ve mutluluklar artık, yerini yavaş yavaş elem ve ke­ dere terk ediyordu!. Altay'ın aksakallı ihtiyar ları bütün bu alametleri pek iyiye yormıyorlardı! Ya, kıtlık olacak, ya da beklenmedik bir müsibetle kaqı !aşacaklarına inanıyorlardı. Ama, bu beklenen felaket ne olabilirdi. . . Çünkü, kış yarılamıştı. Her­ kesin bir değil, birkaç kıtlığı atlatabilecek durumdaydı. Yapılan araştır­ malar, alınan tedbirler bu sonucu vermişti. O h alde, güzel yur t, kutlu vaF : 2


-- 18 -

tan Altay'ın bu mahzun ve küskün hali neydi! Acaba, ahalisi bir saygısız­ lık mı, etmişti ona. Yoksa Tanrı'ya karşı affedilmesi mümkün olmıyan bir günah mı, işlemişlerdi . . . Gerçi son on yıldır Altayların bozkırlarında ba­ tından esen kızıl yelin estiği görülüyordu. Fakat, Altay bu kadarcık bir esintin in hızını kesebilecek güçteydi. Geçmişte Hunlara, Göktürklere do­ ğudan gelen Çin ordularını durduran bu gün görmüş dağ silsilesi, böyle hafif başı bozuk serseri rüzgarların esiri mi, olacaktı, yoksa . . . Bu olamaz­ dı. Gene ne gelirse, Altay'ın başına doğudan gelecekti. Çin denizinden kopan bir bora, seddi Çin'e çarpmış, fakat yaşlı surun bedenlerini aşarak Altay'a kadar ulaşmıştı. O sene kışın şiddetli olması bundandı. * '* *

İşte, Atörikten bir haberci gelmişti. Murab'ın güzel kızını, Atörik'ün garnizon komutanı olan Çinli subay istetmişti. Nasıl olur? .. Murab müs­ lüman ve Türk'tü. Hiç Türk Çinliye kız verir m i ? Murab'ın cevabı kesin olmuştu. ·Atalarım, Çin prenseslerini alırlardı. Fa kat, vermezlerdi. Ben de vermem. Ama, bir Çinlinin vereceği kızı varsa, haber salsın.• Çinli subay, bu cevaba pek kızmıştı. Önce işi tatlılıkla bitirmek istedi. İkinci bir haber daha saldı. Gelen haberci şöyle diyordu: "· · · Türklerle, Çinliler asırlardır beraber, bu toprakta yaşadılar ve ya­ şıyorlar. Görüyorsunuz, bizim idaremizde ırk ve din ayırımı yok. Birbir­ lerimizin içtiğini içip, yediğini yeyip birlikte, güle aynıya bu güzel vatanda yaşamamız lazımdır. Bunun içinde pek tabii ki, kaynaşma olması şarttır. Kaynaşmanın ilk kapısı da kız alıp, vermekle olur. Bunun için inat etme, kızını komutana ver. Sonra . . . sonra, sizler biz i m idaremizdesiniz. Bu nu unutma, Murab bey ? . • .

• "' *

Murab bey, Çinliyi az arlayıp kovmuştu. O gece pek rahat uyuyamadı. Gözüne uyku girmiyordu. Bir Çinlinin kız isteyecek kadar cüretkar ol­ masını zUl adediyordu. Ertesi sabah erkenden Murab bey, Salih Dorganın kapısına dayandı. Çünkü, Salih Dorga Atörik ve Tasbılak'ın Türk i dareci ­ siydi. Murab bey, durumu anlatınca Salih Darga dona kaldı. Kan beynine hücum etmiş, tüyleri diken, diken olmuştu . Birkaç dakika öylece ka lakai ­ dı. Sonra gözlerini ufka çevirdi ve büyük bir kinle: •Vermeyiz, Murab bey, vermeyiz , diye haykırdı.» - Tez, Atörik, Tasbılak ve Bağdaş Türk beğlerine haber ilet. Bu du­ ruma bir çare bulmak üzere kurultay kurulsun . Haberi alan Türkler, Salih Dor ga' nın evine bölük bölük geldiler. Şah Kormal, Oramal, Bayj iyen ve Şulgun Da rga, Siber Tanjan, Tonguçbay, Emin Kormal, Sadık K ormal,


- Hl ---

Ayımbet, Timur Tanjan, Matı Niyaz Dorga, Baki Niyaz gibi cesur kimse­ lerin iştirakiyle kurultay kurulmuştu. Onlar d urumu aralarında tartışır­ larken, melfm Çinli garn izon komutanı bir müfreze ile kurultayı bastı. Kurultay üyeleriyle aralarında çıkan müsad emede, Türk beğleri büyük bir cesaretle karşı koyarak müfrezeyi imha ettiği gibi, komutanın başını uçurup karargahına hediye olarak yollamışlard ı. İşte, Altayın bekled iği felaketin ilk adımı ve habercisi bu kesik baş old u . . . O günlerd e olayları yaşayan Koca Abdullah Savaş, aynı heyecanınd an hiçbir şey kaybetmemiş, sanki d ün olmuş gibi kendine özgü anlatımı ile şöyle d ile getird i: •Bu durum müslüman halk arasında infial uyand ırdı. Hem dini inanç­ lara mugayir, hem d e Türklüğe aykırılığı dolayısiyle Türklerin galeyana gelmesine sebep oldu. Atörik, Bağdaş, Tasbılak ve Narinkir'de havanın çok gergin olması merkez vilayetinin d ikkatini çekti. Genel valilikçe gön­ derilen askeri birlikler yukarıd a adı geçen yerlerd e tedbirler aldı. Devle­ tin önüformalı bir şahsiyetinin katledilmesi bahane edilerek yukarıdaki t oplantıyı düzenliyenlerin ve katılanların bir kısmını kurşuna dizdiler. Gelen askeri birliğin bu sert tutumu, zaten galeyana gelmiş olan Türkler için bardağı taşıran son damla oldu. Böylece Tasbılak havalisinde, görü­ nüşte basit bir kı z isteme hadisesi gibi görünen olay, tam bir isyan halini aldı. İsyan ve olayları başlangı cından beri takip etmekte olan Kumul vali yardımcısı Hoca Niyaz Bey, harekete bilfiil katılarak destekledi. Böylece kuvvet kazanan isyan, bir istiklal ve hürriyet mücadelesine dönüştü. Ayaklanan Türkler birkaç mevzii çatışmadan sonra, il merkezi Kumul'u işgal etti. Çinli vali ve garnizon komutanı şehri terk ederek kaçtılar. Ar­ tık, Murab bey ve diğer Türk beğleri zafer sarhoşuyd ular. Zorbalar kaç­ mış, kız almak şöyle d ursun canlarını zor kurtarmışlardı . Şehirin giriş çıkışları kontrol altına alınmış, ileriye de bir karakol bıra­ kılmıştı. Alp Batır adl ı cesur bir yiğit vardı. Çinlilerin geleceği olarak keşif ed ilen bir yerde karakol kurmuştu. Mahiyeti, aile efradı, atları, d e­ veleri ve d iğer hayvanları d a yanındaydı. Çinlilerin birgün dönüp gelece­ ğini herkes biliyordu. Alp Batır'da biliyord u. Ama, gafil avlandı. Üstelik bu gelen Çinliler, alışıl mış Çinlilerden farklı savaşıyorlardı. Am ansız bir ölüm- kalım savaşından sonra Alp Batır şehit oldu. Mallan talan ed ildi. B aşı vurularak merkeze gönderildi. Alp Batır'ın şehadeti Kumul'da şok tesiri yarattı. Birçok savaşlarda yararlılık gösteren bu kahramanın kaybı, ahaliyi büyük bir üzüntüye gark etmişti. Alp Batır'ın kellesini alacak ka­ da r ces ur olan Çinliler, acaba bu cesareti nereden alıyord u ? ... Alp Batır'­ la be ra be r sava�anların anlattıklarına göre bunlar, şimdiye kad ar karşı­ lu :;; ı lmı � Çinlik•n' benzemiyordu. Mesele sonradan anlaşılmıştı. Bunlar


- 20 Konkıvzı ad ı verilen Bolşevik taraftarı zalim Çinli Genel vali General Şing-Şi-Sey'in özel olarak yetiştird iği vahşet zebanileriyd i . Alp Batır'ın Jasan Kızıl d enilen yerde 80 m ücahitle beraber şehit ol­ m ası, Türklerin heyecanının had safh aya varm asına vesile oldu. Hele, Alp Batır'ın çoluk çocuğuna ve kadınlarına görülen insanlık dışı m ezalimler Türklerin intikam hissini bir kat daha da kam çılamıştı. Burada Alp Batır'ın oğlu Koca Akın'ın karısına yapılan işkenceyi anlatmadan geçem iyeceğim. Koca Akan'nın evd eşi hamile id i. Çinli as­ kerler bu hanım ı esir alırlar. Cesur bir kadın olan Taşbala hanım , Çinlilere karşı gelir. Hakaret eder. Bu d urum u hazmedemiyen konkıvzılar, ham ile kad ının karnına sün­ gü saplarlar. Süngünün ağır darbeleri altınd a yere düşen Taşbala hanım, karını delik d eşik, kan revan içinde yığılır, kalır. Çinli askerler de öld ü, zannıyle giderler. Fakat, öldürm iyen Allah, öldürmez . Sonradan Taşbala hanım yaralı olarak kurtulur. Bir erkek çocuk d ünyaya getirir. Tomık ad ı verilen bu çocuk bugün İstanbul'd a hayatta bulunm aktad ır. Alp Batır'ın d urumund an oğulları Elishan ve Koca Akın geç haber alırlar. Hızla, Jasan Kızıl'a gelen Elis Han ve kardeşi Koca Akın, çekil­ m ekte olan Konkıvzılarla karşılaşır. Burad a gecenin kör karanlığında çetin bir müsad emeye tutuşur. Sabahleyin Çinlilerin 2 00 kadar ölü vere­ rek kaçm ış olduklarını görürler. Jasan Kızıl'd a Türklerin başına gelen bu felaket, tek çıkar yolun si­ laha sarılm ak, şid dete. şidd et, kısasa kısasla mukabele ed ileceği gerçeğini bir kere daha ortaya koymuştu. Bundan d olayıdırki, o havalid eki bütün Türk uruğları tek vücut, birlik ve beraberlik içinde Çin mezalimine karşı birleşm işlerdi. Artık, isyan büyüm üş, kan gövd eyi götürüyordu. Türkleri, korkutan tek şey, m ühimmat ve silah sıkıntısı idi. Eğer Çinliler gibi, Türk­ lerd e eşit im kanlarla, denk silah gücüyle çarpışmış olsalardı, belki de bu­ gün Doğu Türkistan'd a m üstakil bir Türk devleti olabilirdi . Türklerin silah ve cephane sıkıntıları, onları bazı çevrelerd en tem in etmek, satın alm ak gibi yollara baş vurm alarına vesile old u. Bu silah yar­ dım ı edenlerin, bir kısmı sonrad an Türkler için bir bela olacak, onları tah­ kümü altına alm ak isted iklerini göreceğiz. O günler için, Türklere silah yardımı yapabilecek ve satabilecek iki kom şu ülke vardı. Biri m üslüm an olan Kansu muhtar vilayeti. Öteki ise, Dış Moğolistan. Doğu Türkistanın m orfoloj i k yapısında müslüman Çinliler de yer alı­ yordu. Bu m üslüman Çinliler çok m uteassıp, d ind ar kimselerdi. Dini his­ lerle Türklere yakınlık d uyarlard ı. Kansu, eyaleti tamamen bu Çinli m üs­ lüm anlarla meskun id i. Bu bakımdan, muhtar bir eyalet statüsüne tabi, kendine özgü eğitilm iş, d isiplinli nizami bir ord usu vardı. Genral Ma-Pu­ Pang liderleriydi. Öted en beri, General Ma-Pu-Pang, Doğu Türki stan 'dcı zaman zaman meydana g elen olayları d i kkatle takip ed er, bazP ı ı dl' yar-


- 21 dım ettiği de oluyordu. Esas, islami adı Muhammed Hüseyin olan bu z a­ tın, kendine has bir politikası vardı. Oda şu idi: Günün birinde Çinden ayrı larak, Tibet, Çungarya ve Doğu Türkistan toprakları üzerinde bir hü­ kümranlık sürmek. Nitekim, Tibet ve Çungarya'yı istila edecek, f akat ba­ şarıya ulaşamayınca 1 949 yılında Suudi Arabistan'a iltica edecektir. İşte, Barköl ve Kumul Türkleri General Ma-Pu-Pang'tan onun bu gizli emelini bile bile yardım istemeğe karar kıldılar.

General Ma-Pu-Pang (Muhammed Hüseyin) den yardım geliyor Konkıvzılarla şiddetli çarpışmalar olmuş, fakat, Türkler üstün düş­ man kuvvetleri karşısında Kumul ve Barkö l'ü terkederek dağa çekilmek mecburiyetinde kalmışlardı. Gittikçe silah ve cephane sıkıntısı baş gös­ termeğe başlamıştı. Bu durumda Çinli müslümanların (Töng en, dönen) Kansu eyalet valisi ve aynı zamanda askeri güce sahip General Ma-Pu­ Pang'tan yardım istenecekti. Hoca Niyaz bey başta olmak üzere, Ayambet, Sadık Kormal, Murab, Timur Tancan, Bayj iyen, Nur Ali, Sabırbay, Hüseyin Tayci ve Latif Tay­ cilerin katılması ile kurultay yeniden toplandı. Kurultay, General Ma'dan istenecek yardımın şeklini müzakere etti. İyice enine boyuna tartışıldık­ tan sonra' , Kansu'ya yardım almak için bir hey'et yollandı. Timur Tancan beyin başkanlığındaki bu yardım hey'eti Kansu'nun eyalet merkezi olan Şin-Hay şehrinde General Ma tarafından kabul edilmişti. General Ma, kendisinden yardım almağa gelen hey'etin sö zlerini büyük bir heyecanla dinliyor, müslüman olması dolayısiyle de dindaşlarının gayri müslümlerce hünharca imha edilmesine göz yumamıyacağını söylüyordu. Bununla beraber, o günlerde bir iç harbin içinde olan Çin'den Doğu Tür­ kistanı kurtarmış olacağını da ifade ediyordu. Bu sözlerin gerisinde şüp­ hesiz ki, kendi gizli emelleri de yatıyordu. General Ma, Türk ve müslü­ man yönetimle buraya hakim olacağını aklından geçirmiyor, değildi. İşte, bu düşüncenin imajladığı hayalde, hakimiyetindeki topraklara yenisinin­ de eklediğini görüyor, gibiydi. Hiç vakit geçirmeden Doğu Türkistana yar­ dım etmesi gerekirdi. Derhal ordusunu alarma geçirdi. Amcazadesi Gene­ ral Ma-Cung-Ying komutasında 5000 kişiden mürettep bir birliği Kumul 'a sevk etti. Türkler arasında Ga-Si-Ling olarak şöhret bulacak olan bu, general çok cesur, zeki ve katı yürekli idi. Bütün bu sıfatlarına onun maceracı ol­ duğunu da ekliyenler var. Sonradan amcazadesi ile anlaşamıyacak ve on­ dan ayrılacaktır. Biz, onun Türklerle olan ilişkisini anlatacak, olayların sonucunu tarihe bırakacağız. Esas adı Ma-Cung-Ying olmasına rağmen, On u Kumul ve Barköl Türkleri küçük komutan anlamına gelen Ga-Si-Ling olarak anacaklar ve öylece tanıyacaklardır.


--- 22 -

General Ga-Si-Ling, Barköl'de Köş ötti, geçidi denilen yerde Hoca Niyaz bey komutasındaki Türk kuvvetleriyle birleşti . Kumul'a taarruz edildi. Bir iki saat gibi kısa bir zamanda konkıvzılardan şeh ir geri alındı. Kumul alındıktan sonra diğer bir önemli kent olan Barköl'ünde alınması şarttı. Çünkü, Barköl' de zalim General Şin-Şi-Sey'in bir askeri garnizonu vardı. Bu bölgedeki en kuvvetli Çinli askeri bi rlikte bu garnizondu. Hoca Niyaz ve General Ga-Si-L ing kuvvetleri Barköl' ü muhasara etti. Birkaç gün iki kuvvet arasında çok kanlı çarpışmalar oldu. Neticede Barköl şeh ri de milli güçlerin eline geçti.

1931 yılının Kasım ayın da genç general Ga-Si-Ling kuvvetiyle bir­ likte Kansu'ya geri döndü. Zira, Ona amcazadesi General Ma'nın verdiği talimat, bu toprakları General Şin- Şi-Sey'ın kuvvetinden temizlemek ve geri dönmekti. Kansu kuvvetinin geri çekilmesiyle, artık Türk kuvvetleri için de dinlenmek ve buralarını korumak düşüyordu. İleri bir h arakat yapmalarına imkanları da yoktu. Bu arada Çinli Genel vali zalım general Şin-Şi-Sey, kuvvetlerini toplamış, merkezi hükümetten de aldığı gerekli yardımlarla ordusunu takviye etmişti. Kansu, gücünün geri dönmesi o­ nun için bir fırsattı. Bunu değerlendirmek istiyordu. Türkler de bunu bilmekteydiler. 1932 yılının başlarında beklenen gün gelip çatmıştı. Genaral Şin- Şi­ Sey, ordusunun başında Kumul'un kapısına dayanmıştı. Silah ve müh im­ mat bakımından Türklerden kat kat üstün olan bu konkıvzılar aynı za­ manda motorize ve süvari birliklerden müteşekkildi. Türkler ise, yalnız süvari birliklerden ve gönüllü mücahitlerden oluşuyorlardı. Çin ordusu ile Türkler arasında günlerce süren çok kanlı çarpışmalar oldu. Çinliler Kumul, Barköl ve havalisini Türklerden geri al dı. Hoca Niyaz bey kuv­ vetleriyle birlikte dağa çekildi. Dağa çekilen Türk mücahitleri derhal bir kurultay toplanmasına ka­ rar kıldılar. Kurultay, kuruldu. Kurultay , ittifakla Dış Moğolistandan si­ lah ve mühimmat satı n almağa veya hibe y olu ile sağlamağa bir hey'eti yetkili kıldı. Dış Moğolistan' a yardım için giden hey'et Ulan Batır yetkilileri ile temas ederek, silah ve mühimmat yardımı yapması konusunda anlaşmaya vardı. Dış Moğolistandan gelen yardımla güçlenen Türkler tekrar Çinli­ lerle savaşa tutuştu. Kumul ve Barköl de ilk bahar bütün güzelliği ile yerlere yeşilli, sarılı, allı, beyazlı h alılar sermişti. Tabiat cıvıl cıvıl canlanmış, h erşey, h erşey­ den daha güzel görünme yarışına girişmişti. Koç yiğitler için savaş bay­ ram dernekti. Baharın ılık h avasında savaşmak, savaşların en güzeli idi. Türk mücahitleri Martta başlattıkları savaşı Nisana kadar sürdürmüşlerdi. Fakat, Dış Moğ olistandan gelen askeri malzemelerde artık sonuna gelmişti.


- 23

·--

Ula n Batır, her ne kadar yardım etmişsede ikinci bir defa yardım etmek­ te tereddüt gösteriyor, çekimser davranıyordu. Savaşan ordu için cep­ hane, harp araç ve gereçleri en çok ihtiyaç duyulan şeylerin başında gel­ mekteydi. Tedbirini son mermi bitmeden, son atım barutu patlatmadan almak savaşın en tabii kurulllarındandı. Toplanan savaş kurultayı, tekrar Çinli müslüman (Töngen) general Ma-Pu-Pang'tan yardım sağlanmasını kararlaştırdı. General Ma, tekrar yukarıda adı geçen amcazadesi genç general Ma-Cung-Yin (Ga-Si-L ing) komutasında 5000 kişilik bir süvari birliğini Kumul ve Barköre yardıma gönderdi. Daha önceleri bu araziler­ de savaşmış olan General Ga..Si-Ling, bir önceki tecrübelerinden de yarar­ lanıyordu. Askerleri çle daha önceden bu arazilere alışmış olduğundan ve­ rimli ve kesin neticelere gi-diyorlardı . Hoca Niyaz bey ve Ga-Si-Ling kuv­ vetleri bir hafta gibi kısa bir zamanda, Kumul, Barköl, Şonci, Nori, Cem­ sarı, Santaypukan gibi kentleri general Şin-Şi- Sey'in kuvvetlerinden te­ mizledi. Mahalli ve mülki idarelerle bölgenin askeri kontrolu Türklerin eline geçti. Çinlilerin yeni toprak anlamına gelmek üzere Sin-ki-ang tes­ miye ettikleri Doğu Türkistanın bu bölgesinde Türkler ilk defa müstakil­ liyet kazanıyorlardı. Hatta, Şonci il merkezini işgal eden Türkler eyalet merkezi olan Urumçi kapılarına kadar da dayanmıştı. Türklerin eyalet başkentinin kapılarına kadar gelmesi, zalim genel vali general Şin�Şi­ Sey'i telaşa düşürdü. Derhal Hoca Niyaz beye elçiler yolladı. Gelen elçiler Hoca Niyaz beye genel vali Şin-Şi-Sey'in bir mesajını iletti. Bu mesajda genel vali Şin-Şi-Sey şöyle diyordu: « Türklerle Çinlilerin aynı topraklarda asırlardır beraber yaşadık­ larını gene aynı topraklar üzerinde beraber yaşamamak için hiçbir sebe­ bin olmadığın ı , boşuna kan dökülmemesini, Türklerin arzuladıkları hak ve hukukun verilebileceğini, ifadeden sonra, yabancı güç olan general Ma­ Cung-Yin'nın Kansu'ya dönmesini sağlamasını da ehemmiyetle rica et­ mekten geri kalmıyordu.• Karşılıklı görüşme ve müzakerelerden sonra, genel vali Şin-Şi-Sey' le Hoca Niyaz bey bir araya geldiler. Sulh yapılmasına karar kıldılar. Hoca Niyaz ve general Şin-Şi-Sey'in karşılıklı görüşmelerinde görüş birliğine varıldığın ı anlıyan General Ga-Si-Ling, Türkleri terk ederek ansızın Kan­ su' ya döndü. Esasen Çinli müslümanlar, Türklerden çok hüsnü kabul gör­ düklerinden şimarmışlardı. Kendilerini adeta Doğu Türkistanın tek haki­ mi sanmağa başlamışlardı. Müslüman Çinli askerlerle Türkler arasında zaman zaman nahoş hadiseler de oluyordu. Hoca Niyaz bey ve arkadaş­ ları belki de Töngenlerin (Çinli müslüman) tahakkümünden kurtulmak için General Şin-Şi-Sey'le anlaşmayı ehveni şer bulmuşlardı. Hatırladığıma göre, şu dört maddeden ibaret bir sulh anlaşması yapılmıştı, diyen Koca Abdullah Savaş bey, anlaşma maddelerini o günkü gibi hatırlıyor ve şöy­ le sıralıyordu: · _ . •


-- 24 -

« 1. Pan Türkçü ve Pan islamcı veya filanca devlete satıldı gib i uy­ durma suçlarla suçlanan ve tutuklu b ulunan Türk aydınlarının affedil­ mesini General Şin-Şi-Sey kabul eder ve işbu anlaşmamın prapesinden sonra da salıverir. 2.

Her ik i taraf elindek i savaş esirlerini k arşılıklı olarak serbest bı­

rakır. Türk lerin hak ve h uk uk un u korumak , onların idaresinden sorum­ lu olmak üzere Hoca Niyaz b eyin liderliğini Çin, kab ul eder.

3.

4. İleride bir müstakil Doğu Türk istan cumhuriyetinin kurulmasını genel vali general Şin-Şi-Sey prensip olarak k ab ul eder. Bu son maddenin anlaşmaya konması ise, general Şin-Şi-Sey'in Moskova sempatizanı ol­ masından ileri geliyordu. Zira, General Şin-Şi-Sey'le Mosk ova arasında varılan gizli b ir anlaşmaya göre, Doğu Türk istanı Çinden k opararak Sov­ yetler birliğine bağlamak , onun tarafından daha önceleri taahhüt edildiği sonradan anlaşılmıştı. Mosk ovanın b ir diğer görüşü de, Çinle, Rusya ara­ sında b ir tampon devletin b ulunması, Moskovanın Ortaasya üzerindeki emellerinin tahakkuk etmesine atılan ilk adım olacaktı. Barış antlaşması yapıldıktan sonra, Hoca Niyaz bey müstak il Doğu Türk istan cumhuriyetinin k urulması işi ile ilgili çalışmalarına koyuldu. 1933 yılının Kasım ayında gerçekten Doğu Türkistan Türk Cumhuriyeti ilan edildi. Hoca Niyaz bey devlet b aşk anı seçildi. İlk defa ayyıldızlı gök­ bayrak Kaşgar'da dalgalandı. 1933 yılında Doğu Türk istanda müstakil Türk devletinin kurulması, memlekette büyük bir sevinç yarattı . Kurulan yeni devletin şekli cum­ huriyet olması ve k endisine özgü b ir de anayasa getirmesi, halk arasında artık · Çin mezaliminden kurtulmanın ilk adımı olarak yorumlanıyordu. Anayasa hazırlanıncaya k adar da Türkler asırlardır sürdürdükleri boy, oymak ve avıl esasına göre süre gelen adet ve geleneklere göre idare edi­ lecek ti. Bu töreler düzeyinde idari taksimatlar yapıldı� Kazak Türkleri­ nin Töresi Şerif Han'dı. Sarsümb e merkez olmak üzere bütün Altay ve havalisinden sorumlu vali tayin olundu. Zira, Şerif Han Töre'de 1932 yanında Bukat Beysi, Halil Tayci ve Akı m Batırıların kuvvetlerinin başın­ da olduğu h alde Sarsümbe'de ayaklannuş ve U rumçi kapısına kadar da­ yanmıştı. 1933 yılının ikinci yarısından 1934 yılının sonuna kada r Doğu Türkis­ tanda ortalık yatıştı. Memlekete suk unet avdet etti. Bu süre zarfında Türkler idari kademelere yerleşmeğe çalışıyorlardı. Bu yerleşme sırasın­ da bazen hain düşünceli kimselerin de iş b aşına geldiği görülüyordu. İşte, Kumul'a vali olan Ab ay ve yardımcısı Enver Beysi b u tip kimselerdendi. Başlang ıçta kendi ard niyetlerini gizleyen b u kimseler, sonraları asıl ga­ yele r i n i ortaya koymuşlar dı.


- 25 --Gelen bu zatlar memleketin artık huzur ve sukuna kavuştuğunu, ba­ rış içinde beraber yaşamak için bütün halkın gayret sarf etmesinin gerek­ tiğini anlatmağa ve propaganda etmeğe başlamışlardı. Ama, halk bu iki kişiye pek ısınamamışlardı . Çünkü, Abay ve Enver Beysi hem huzur, ba­ rış ve refahtan bahsederken bir taraftanda ağır vergiler koymak suretiy­ le halkın takadının haricinde vergi almağa başlamıştı. Hatta, (almanşı) adı verilen vergi memurları ev, ev dolaşarak her ailenin servetini tadat etmeğe başlamışlardı. Bir yerden bir yere gidip gelmek izine tabi olduğu gibi sosyal faaliyetler tamamen durdurulmuştu. Bir araya gelip topl anmak yasak edildi. Mahalli yayın organlarına sansür kondu. Milli Türk okulları kapatılarak Çince tedrisat yapan okullara devam mecburiyeti tamim edil­ di. «Yeni düzen» namı altında bu okullarda bütün Çin kültürleriyle, onun siyasi emelleri enjekte ediliyordu. Halbuki, Doğu Türkistan Türkleri Dr. SUN-YAT-SEN'in getlrdiği prensipleri yürüten Şan-Kay-Şek'in idaresin­ deydi... Ama; O, emrindeki genel vali Şin-Şi-Sey'in icraatından habersiz gö rünüyordu. Kumul ve Barkö l hadiseleri bunun en basit deliliydi. Aslın­ da Pekin Doğu Türkistan Türklerini bir iç savaş cenderesinde eritmek, yıpratmak, asimile etmek, sonunda da kendisine bu Türk toprağını bilfiil bağlamak istiyordu. Gerçekte, Şan-Kay-Şek, genel vali Şin-Şi-Sey'ın Mos­ kova paralelinde olduğundan haberdardı. Fakat, şöven bir Çin milliyetçi­ si olan Şan-Kay-Şek için herşeye rağmen Türk ırkının imha olması evıa idi. Peki'nin bu tutumunu sezen Türkler, herşeyi göze alarak savaşa ve milli mücadeleye karar kıldılar. Zira, Barkö l ve Kumul'da durum son derece gergindi. Vali Abay ve yardımcısı Enver Beysi, ipe sapa gelmez sudan bahanelerle mücahitleri dağıtmak veya onları organize edenleri el altından ortadan kaldırmak gibi yollara baş vuruyordu. Çünkü, zalim genel vali Şin-Şi-Sey, bu şekilde olayları yatıştıracağını ve otorite sağlıyacağını zannediyordu. Abay ve Enver ise, gafil ve zavallı maşa idiler. Bu iki gafil bir gün, Kumul ve Bar­ köl'ün ileri gelenleri olan Macan Şanya, Eren Han Sıddıkoğlu ve Zayıf Tayci'yi, burada adını hatırlıyamadığım birçok kimseyi tutukladı. Kimin niçin ve neye tutuklandığı , nerede olduğu belli değildi. Muhakeme etmek şöyle dursun akibetlerinden bile haber alınamı yordu. Terrör, zulum ve ispiyonculuk başlamıştı. Kimse kimse ile konuşmıyor, herkes birbirlerine kuşku ile bakıyordu. Abay ve Enver'in bu hareketi, onların deyimi ile yeni düzenin temelinin sarsılmasına vesile oldu. Halk büyük bir cesaretle bu tutuklama olayını protesto etti. Abay ve Enver, tutukluları bir hafta kadar ancak tutabildi. Onları güya misafir olarak bir toplantıya çağırdığını bildirerek, serbest bıraktı. Kumul ve Barköl'de yeniden tutuklama olayının ortaya çıkması, ar­ tık bu topraklarda «yeni düzenin» temeline dinamit konulduğunu kanıtlı­ yord u . Türkler, istikial yolunda savaşmağa karar kı ldılar.


- 26 1 935 yılının ağustos ayında Köysu denilen yerde, Zayif Tayci'nin evin­ de kımız içmek bahanesiyle çok gi zli bi r kurultay toplandı . Toplanan bu kımız şöleni ne di kkatleri çekmemek i çi n belli başlı ki mseler gelmeyip, tali derecedeki kimseler gelmi şti . Zira, bu bi r tedbirdi . M esela, Altay ilini Şerif Han Töre yerine meşhur ali m Ahi d Hacı, Hali l ve Halım Tay­ cıler temsil etmişti . Barköl'den Nur Ali , Sabırbay, Ayımbet, Hüseyi n Tayci , Sultan Şerif Tayci , Kocam Bergen, Elis Han Taycı, Kudabay Batır, Şakbakbay, Adubay, Bayciyen, M acan Şanya, Eren Han, Nori kenti nden Kari Uyan, başta olmak üzere Kumul temsilcilerini n işti raki i le toplandı. Köysu'daki Zafi y Taycı'nın evinde gerçekten de bi r kımız şöleni vardı. Bu aylarda kımız kıvamında olur ve keyif verme kudretinin hadsafhada oldu­ ğu günlerdir. Kımızlar içi lip, taylar yenildikten sonra kurultay aşağıdaki kararlan alarak dağıldı. Doğu Türkistan Türklerinin durumlarının yeniden gözden geçi­

1. ri lmesi .

2 . Eyalet vali si general Şi -Şi -Sey'e Hoca Ni yaz beyle yaptığı antlaş­ mayı i hlal etti ğinin i htar edi lmesi , 3. General Şi -Şi-Sey'den müstaki l Doğu Türki stan Cumhuriyetinin bi r parçası ve onun teb'ası olan Kumul ve Barköl halkına saygı gösteril­ mesinin, tertip ve düzenbazlıktan v azgeçilmesinin talep olunmasına, 4. Vali Şi n-Şi -Sey kurultayın bu kararını kabul etmediği takdi rde, tekrar silahlanarak milli mücadeleye devam olunmasına,

5. Dindaş Kansu eyalet valisi general Ma-Pu-Pang' dan yardım i stih­ saline, Savaşta yeni lgi olduğu takdirde Kansu'dan i ltica hakkı istenme­

6. sine,

7. Kansu'ya elçi olarak Barköl temsi lci si Adubay başkanlığında Alim Bek v e M ali k Karmısoğlu beylerden kurulu üç kişili k bir hey'etin bir ter­ cümanla tez elden yola çıkmalarına ve yolluklarının da kurultayca karşı­ lanmasına karar alınmıştı». ·


SAVAŞLAR BAŞLIYOR Köysu toplantısından haberdar olan Çinliler, Kansu;dan yardım gelmeden Türkleri imha etmek için 15 Nisan 1936 yılında Kumul'a ansızın sal<lırdı. Elis Han Taycı komutasındaki Türk mücahitleri, Atşıbay, Sekey, Savut­ bay, Alim Bek, Kobdabay, Katşıbay, Koca A­ kın, Angalbay gibi yiğit kimselerin idaresinde derhal karşı koydular. Türklerin 500 kişilik bir gücü vardı. Gelen düşmanın üç tabur ka­ dar olduğu tahmin ediliyordu. Sabahın kör karanlığında Çinliler taarruza geçti. Çok çetin ve amansız bir savaş cereyan ediyordu. Öğle üzeri mütecavizler püskürtüldüler ve ardına bakmadan kaçıp gittiler. Fakat, Türkler takip edemedi. Yapılan tadatta, üç şehit, 15 at kayıp Koca Abdullah SAVAŞ verilmişti. Düşman ise harp meydanında 60 kadar leş, 30-35 kadar da piyade tüfeği . bırakıp çekilmişlerdi. Bu savaş Tasbılak (Taşpınar) denilen yerde cereyan ettiği için biz onu daima Tasbılak zaferi olarak ha­ tırlıyoruz. Tasbılak yenilgisini Çinliler gururlarına yedirememişlerdi. Bir hafta sonra gözcü ulaklar bir Çin süvari alayının yaklaşmakta ve harekat ha­ linde olduğunu haber verdiler. Türkler gene Elis Han Tayci komutasın­ da düşmanı Tasbılak'tan 60 km. uzaklıktaki Şolpan kudık (Çolpan kuyu­ su) denilen yerde karşıladı. Burada üç gün üç gece aralıksız çarpışma devam etti. Türkler mevzilenmişler ve oldukça başarılı bir müdafaa sa­ vaşı veriyorlardı. Gelen Çinli alayı, havan ve topçu desteği ile o iman do­ lu, mevzile�i dövüyorlardı. Fakat, bir adım ilerliyemiyorlar, bir karış top­ rak dahi zaptedemiyorlardı. Savaşın dördüncü günü, Çinliler süvarilerini havadan desteklediler. Hava saldırısı Doğu Türkistan Türkleri için yeni bir şeydi. İlk defa bombardıman uçakları görüyorduk. Hava saldırısının desteğini nlan Çinliler uzak menzilli top atışları ile Türk mevzilerini tek­ rar düvmC'ğC' başladılar. Uçakların gelmesi ile açık arazide olan atlarımız


- 28 ve mücahitlerimiz telef olacaklard ı . Elis Han Tayci ve diğer savaşçı k o­ mutanlar derhal bir toplantı yaparak , zayiatsız bir şek ild e ve k ad emeli olarak yak ınımızd ak i ormana çek ilme kararı aldılar. Uçaklara hedef ol­ mamak için gerçek ten de en iyi çare bu id i.

Verilen emir gereğince, önce atlar ormana sevk ed ild i. Böylece müba­ rek bu can yoldaşlarımızın telef olunması önlendi. Sonra da , bölük bö1 ük ve kademeli olarak yata-kalk a ormana k ad ar çek ild ik . Artık cehenne­ mi bir manzara arzed en mevzilerimizi terk etmiştik . Her ned ense Çinli­ lerd e olduğu yerd e kaldılar, bizleri tak ibe cesaret edemed iler. Çek ilip git­ tiler. Sonrad an savaş alanında yaptığımızı incelemelere göre zayiatlarının ağır olduğu kanısına vardık .

Dönbastav Savaşı ( Höyüklü Pınar savaşı) 1936 yılının 25 Nisanında en büyük ve k anlı savaş Dönbastav (höyük­ lu pınar) denilen yerd e cereyan etti. Çinliler müslüman Döngenlerle ırtı­ batımızı kesmek için Kansu'ya gid en bütü n geçitleri, yolları ve su k aynak­ larını tutmuşlardı. Bizim için stratej ik bir nokta olan da Dönbastav mev­ k isiydi. Dönbastav Kansu yolu üzerindek i çöl de, k um höyükleri arasınd a bir vaha suyud ur. Kumovasında, k u m tepeciklerinin arasında bulunan bu su k aynağı bizim için büyük bir hayati ehemmiyete haizdi. Tatlı ve hoş içimli bir suyu vardı. Kim bilir, atalarımız kaç kere, ya bir savaştan d ö­ nerken yada bir av eğlencesinden gelirken k onak layıp su içmişlerd i . . . 24 Nisan gecesi Elis Han Taycı, burasının k eşfi için 4 0 yiğidi görev­ lend irmişti. Ak şam üzeri yola çıkan bu k eşif k ol u gece yarısına d oğru Dönbastava ulaşmışlardı. Gördük leri manzara çok d ehşet verici idi. Bir Çinli zırhlı birliği burayı çoktan k ontrolu altına almıştı. Suyun etrafın­ da, k um tepecik lerinin gerisinde mevzilenen zırhlı araçlar, vahanın k analı boyunca siper k azmağa uğraşan askerler, d erenin içind e birer karaltı halinde, fak at irtibat sağlamak için k omople edilmiş telsiz antenleri, birer ölüm habercisi id iler . . . Gelen k ırk yiğit, d üşmanın buraya geld iğine çok olmad ığını anlamışlardı. Çünkü, sessiz ve fakat haince yapılan bu hazırlık ­ lar onu gösteriyordu. Gelen kırk yiğit k açacak d eğillerdi ya! Ataları k ırk kişi ile Çin sarayını basmamış mıydı! Hemen geriye ulak salıp, savaş d ü­ zeninde mevzilend iler. Kırk yiğit sabahın alaca k aranlığında saldırıp, ge­ ri çekilecekler, böylece Çinliler çembere alındığını sanıp paniğe k apıla­ cak tı . Kırk yiğit insan ü stü bir cesaretle, vahayı k ırk nokta halinde k ırk yerden çembere aldı. Aynı anda aynı fasılalarla vahayı ateş yağmuruna tutacaklardı. Fakat, bir şansızlık old u. Gecenin k ör k aranlığında Çinlile­ rin bulund uğu mevzilerd en bir k öpek acı acı ulud u, sonra bu uluma yerini can hıraç bir havlamağa bıraktı. Kork ak Çinliler berabe.rlerind e k öpek bulund uruyorlar ve bunları nöbet devriyelerinde iş görd ürüyorlardı. Köpe­ ğin bu can havlı ile ürmesi , Çinlilere bir tehlik enin old uğunu haber


-- :w

v e rmişti . Düşman hemen devriye kollarını takviye ederek, keşfe çıktılar. Biz de çok yaklaşmış olduğumuzdan , devriyeler tarafından görüldük. O günlerin kırk yiğidinden biri olan Koca Abdullah, büyük bir heyecan ve gururla olayı şöyle nakletti : «Biz kırk yiğit idik. Elimizde piyade tüfeği, el bombası ve dürbün gibi gereçlerden başka yeterli mühimmatımız yoktu. Fakat, dağınık olduğumuz için savunmamız kolay olacaktı. Çinlilerle ilk müsademe sağ cenahtan geldi. Bizler kumlara iyice sinmiştik. Atlarımız birer karaltı halinde te­ peciklerin gerisinde büyük bir vefa ile bizleri bekliyor, düşmanın salladığı top mermilerini ve yaylım ateşlerini alay edercesine seyir ediyorlardı. Arazinin kum olması top mermilerinin tesirini azaltıyordu. Bu tanışma merasimi gün ışıyıncaya kadar devam etti. Ortalık ışıyınca savaş şid­ detlendi. Vaha cehenneme döndü. Kendini çemberde sanan Çinliler olan­ ca gücü ile top ateşine devam ediyordu. Allah biliyor ya, belirli hedef­ leri de yoktu. Karavana sallıyorlardı . Öğleye doğru takviye kuvvetlerimiz imdada yetişti. Çinliler taarruza geçemiyorlar, fakat, top, makineli tüfek gibi tahrip gücü kuvvetli silahlarla bizleri yaklaştırmıyordu. Düşmanın ağır silahları ölüm kusarken, bizlerde mevzilerimizde hareketsiz kalmı�­ tık. Olduğumuz yerlere sinerek müsademeye devam ediyorduk. Ama, ar­ tık sabrımız taşmıştı. Böyle pısırık savaş mı, olur? Savaş dediğin boğuş­ malı, vuruşmalı olur. Ya ölmeli, ya da öldürmeli. Yenmekte, yenilmekte savaşın tabii kuralıdır. Ama, böyle güneş altında Allah'ın kumunda pinek­ lemek, atalarımızın ruhuna azap vermez miydi ? . . Savaş kurultayı tepe­ ciklerin gerisinde çoktan toplanmıştı, kararını vermişti, bile. Süngü takı­ lacaktı. Allah Allah sesleriyle taarruza kalkılacak, Dönbastavda kıyasıyn bir süngü savaşı verilecekti. Her yiğit süngüsünü takıp taarruz emrini beklerken, uzaktan göğe doğru boğum boğum yükselen bir toz duman göründü. Ne ! O? yoksa Çin­ lilere takviye mi geliyordu!.. Bu kadar toz dumanı havaya ancak bir mo­ torize birliği veya bir süvari konvoyu kaldırabilirdi. Biz, bu endişe ile ürperirken, Çinlilerde aynı heyecanı duymuşlar, Türkler takviye alıyor sanmışlardı. Toz dumanın gittikçe iyice yaklaşması üzerine, Çinli komu­ tan, bir Türk atının altında veya bir mücahidin süngü darbesinde can vermektense, teslim olmayı tercih etmiş olmalı ki, elinde beyaz bayrak­ larla elçileri ateş hattında belirdi. Gelen elçiler, teslim olacaklarını, fakat canlarının bağışlanmasını ile­ ri sürüyorlardı. Türkün savaş yasasında aman diyene kılıç kalkmazdı. Bi­ zim, başbuğumuz da atalarının bu kuralına uydu . Teslim şartlarını kabul etti. Düşmanın zırhlı birliği teslim olurken, bir taraftan da yaklaşan toz dumana karşı savunma çareleri arıyorduk. Çünkü, Donbastav'da iki ateş a rasında kal makta vardı. Başbuğumuz, toz dumanın ne olduğunu keşfet-


·-

30 --

mek için çoktan önüne gözcü ve ulakları salmıştı. Meğerse, bu gelenler ne Çinli alay, nede Çinli motorize birliği ve ne de bize yardıma gelen Türk mücahitleriydi. Bunlar, o saatlerde vahadan su içecek mübarek bir koyun sürüsüydü. Çinlileri bilmem, amma biz savaşı kazanoığımızdan memnun­ duk. Mübarek hayvanlar her iki tarafa korku vermişti. Fakat, biz, onlara müteşekkirdik. Bizim, başkan verdiği sözde durdu. Sağ kalan Çinli komutan ve as­ kerlerini silahtan arındırarak, Kumovanın çölüne yaya olarak salıverdi. Sonradan öğrendiğimize göre, zavallılar çölden sağ salim kurtulamamış­ lar . • . .

• ... .

« Bizler, Çinlilerle bu şekilde yer yer çarpışırken hala Kansu müslü­ manlarından bir haber çıkmamıştı. Zaten aradan geçen zamanda buna yetmemişti. Kuvvetlerimiz gittikçe zayıflıyordu. Gerçi adam bakımından pek kaybımız olmamıştı, ama mühimmat yetersizliği en büyük engeld i. Dönbastav savaşını kazandıktan sonra, mücahitler buraya karargah kurdu. Gerimizden de bütün aile efradımız, büyük ve küçük baş hayvan­ larımız da gelmişti. Artık, buralarda durmak, bile bile ölümü beklemek demekti. Ne olursa olsun Kansu'ya doğru yola çıkmamız gerekliydi. Gi­ den elçilerin geleceği yolu takiple Kansu'ya doğru yola koyulduk. Göz yaşlarımız dolu dolu idi. Bu topraklarda doğmuştuk. Bu, topraklarda bes­ lenmiştik. Fakat, şimdi bu kutsal toprakları terk ediyor, ecdadımızın biz­ lere miras bıraktığı bu topraklan, savunamamanın verdiği izdıraplar göz pınarlarımızdan, çağlalar halinde kumovanın kumuna karışıp gidiyordu ! . » Kumul, Barköl ve Kansu eyalet hudutları Bestam (Şin-Şi-Sa) deni­ len yerde düğümlenirdi. Çinliler burada bir barikat kurmuşlar, 7000 kişi­ lik bir askeri güçle tahkim etmişlerdi. İleri karakolumuz bize, bu minval üzere haber getirmişlerdi. Gerçi, dönmemiz zaten imkansızdı. Buradan başka Kansu'ya gidecek yolda yoktu. Tek çıkar yol kalmıştı. Savaşmak ... Ama, nasıl savaş. Önce hafif bir süvari kolu taarruz edecek, fakat geri çekilip, ana kuvvetle birleşecek, düşmanı üzerine çekecekti. Böy­ lece tabyalarından sökün eden düşmanlar üzerimize çullanacak, . bizde savunmaya çekilecektik. Gayemiz düşmanı mevzilerinden çıkarıp, öylece yakalamaktı. Gerçekten de planladığımız gibi oldu. Düşman, topçu atış­ larının desteğinde mevzilerinden çıkarak ileri harekata geçti. Öyleye doğ­ ru savaş bütün şiddetini artırdı. Düşman makineli tüfekleri , topçu batar­ yaları alev alev ölüm kusuyordu. Bestam'da, ölüm kalım savaşı bütün deh­ şeti ile, ölüme meydan okuyordu. Göğüsleri iman dolu, kahraman müca­ hit Ierimiz can siperane, insan üstü bir gayretle, korku duvarlarını aşmış.


-

:n

- ·

büyük b i r kin ve hırsla düşmana saldırıyorlardı. Öğleden sonra Çinliler, bizi çembere almağa çalışıyor ve gittikçe çemberi daraltıyorlardı. Gide­ rek artan çember yayı, birliklerimizi sarıyor, tehlikeli bir durum arzedi­ yordu. İkindiye doğru artık, tam çemberde olduğumuzu anladık. Bu du­ rumda çemberi yarmak, tek çıkar yoldu. Bunun için de, bir huruç hara­ kfttı gerekmekteydi. Daha güneş batmadan bu işi, icraata koymak bütün mücahitlerin tek arzularıydı. Nitekim bu isteğimiz gerçekleşti. Kademeli olarak çemberi yarmak için taarruza geçtik. Bir kaç saatlık bir boğuşma­ dan sonra, daha önceleri zayıf nokta olarak belirlediğimiz noktadan çem­ beri yardık. Çemberi yarmamız düşmanın geri çekilmesini sağladı. Geri çekilen düşman Bestamdaki ana mevzilerine kadar gittiler. Derhal ağırlıklarını toplayarak, Bestam'dan Barköl istikametine ricat etti. Tanrı'ya şükürler olsun, düşmanı burada da mağlup etmiştik. Bestam'mın ele geçmesiyle artık Kansu ile aramızdaki son engelde kalkmış oluyorcl.u. Diğer taraftan da Kansu'ya gönderilen elçilerde gel­ mişlerdi. Kansu, bu defa askeri yardım değil, fakat sığınma hakkı tanı­ mıştı. Böylece, anavatanımıza bir daha dönmemek üzere o felaketli uzun yolculuğun ilk adımı atmış oluyorduk. Ertesi günü, Kansu'nun ilk hududa yakın yeri olan Kara Majina ve oradanda Pu-lin-ji'ya geldik . Pu-lin-j i, aynı zamanda bir nehir olduğundan bir hafta kadar bu akarsuyun kena­ rında dinlendik. Bir haftadan sonra Şang-bar adı verilen kasabaya doğru yola çıktık. Burası koyunculuk ve koyunu ile nam salan bir diyardı. Koyunları süt beyaz oluyordu ve eti de çok lezizdi. Şang-bar'ın meşhur koyunlarından nasibimizi aldıktan sonra, 1 00 km. daha kuzeydeki Uyır­ kın-Irka denilen yere göç ettik ve burasını birkaç yıl mekan etmiştik . Koca Abdullah Savaş beğ, bunları anlatırken, o günleri yeniden ya­ şıyor ve heyecan duyuyordu. Kendisinin tek arzusu Çin mezalimindeki Türklerin bu çektiklerinin geriden gelen nesillere intikal etmesi ve onla­ rın bunu bilmesiydi. Ben ve bu konuyu araştırmak üzere faaliyete geçen komite de aynı inançla, Çin vahşetini istikbaldeki neslimize aktarabilir, Türklük davasının bir parçası olan Doğu Türkistandaki faciayı bir neb­ zecik olsun göz önüne serebilmişsek, kendimizi çok bahtiyar sayarız. * ... .


GÖÇLER BAŞLIYOR

Elis Han Tayci ve Koca Akın Batır, mü­ cadelinin bir noktasını başarmış ve Kansu'ya ulaşmışlardı. Aradan birkaç ay geçmiş olması­ na rağmen, Barköldeki meşhur Köysu toplan­ tısını tertip eden Zayıf Taycı hala orada bulu­ nuyordu. Ortalığın yatışmasını bekliyor, Bar­ köl'ün tamamen boşanmasını istemiyordu. Di­ ğer taraftan da Kansu'ya giden Elis Han Tay­ ci'den haber almak, onların Kansu idarecile­ rinden ne gibi faideler sağladığı merak konu­ su idi. İşte, o günlerde Zayıf Taycı'nın güvenini kazanmış olan oğlu Osman Beyden (hacı Os­ man Taştan) bu konu hakkında bildiklerini, gördüklerini, o günlerdeki siyasj meselelerle Osman TAŞDAN ortaya çıkan durumlar hakkında bize bilgi ver­ melerini rica etmiştik. Birkaç gece bizimle beraber olmayı ve başından geçen herşeyi hatırlıya bildiği nispette Sayın Hacı Osman Bey, o günle­ rin ızdıraplarını şu şekilde dile getirdi. «Ü günlerde ihtiyaten Barköl'de kalan Zayıf Taycı ve arkadaşlarına Çinli idareciler bütün suçlamaları yüklüyor, Elis Han Batır'ın Kansu'yu iltica etmesinden de sorumlu tutuyordu� Ama, bütün baskılara rağmen Zayıf Taycı'yı nedense Çinliler tutuklamıyorlardı . Aradan üç ay geçtikten sonra Elis Han Tayci'nin ulağı Barköl'e ulaş­ tı, Tayci, Kansu müslüman döngenlerinden hüsnü kabul gördüğünü, du­ rumlarının iyi olduğunu, göç etmiş olan bitkin ve -yorgun Türklerin kendi­ lerini toparladıklarını, eski güclerini tekrar kazanmağa çalıştıklarından bahsediyordu. Artık Zayıf Tayci için. de, Elishan Tayci'nin peşinden gitmekten baş­ ka çaresi kalmamıştı. Çinlilerde bunu bildiklerinden tertibat almağa başlamışlardı, bile. Za y ı f Ta y c i , bi rgün Oşa ktı'daki evi nde ortaya çıkan yen i d ı ı rıı ı ı ı ı ı VI'


- 33 Elis Han Tayci'den gelen haberi oymak ve boy beğlerine duyurmak üze­ re bir kurultay topladı. Kurultaya Davutbay, Şerikbay, Karmıs, Jılkışı, Ayılbay, Nurgalam, Kasım Batır, Tulumbaylarla Sarşokı ve Bisan'dan da Abdullah Taycı, Hayber Taycı, Nurgali, Ayımbet, Sabırbay, Tursın, Ker­ gişbay, Hüseyin Tayci, Sultan Şerif Taycı, Sıddık, İsmagul, Majan Şanya, Altınbek, Kayısbay, Dele Zengi, Irgaybay, İlyas Dorga, Tokay Kabibayoğ­ lu, Şakbakbay gibi ileri gelen beyler iştirak etti. Durum Zayıf Taycı tara­ fından kendilerine açıklandı. Mesele enine boyuna tartışıldıktan sonra, tam bir birlik ve beraberlik ruhu i<:inde, Elishan Batır'ın peşinden göç etmeğe karar kılındı. Artık ilk fırsatta yola koyulacaktık. Derken Köysuda beklemiyen bir olay oldu. Köysudaki Zayıf Taycinin ileri karakoluna Çinliler baskın yap­ mışlar, Serikbay adlı bir yiğidi de şehit etmişlerdi. Bu hadise, esasen fır­ sat kollıyan bizler için bir bahane oldu. Ertesi günü Serikbay'ın intika­ mını almak için yaptığımız karşı saldırı olumsuz kaldı. Zayıf Tayci ve adamları "dağa çekildi. Barköl'deki Çin garnizonu ile şiddete varan çar­ pışmalar yer yer ve zaman zaman devam ediyordu. Bu durum, Zayıf Tay­ ci ve arkadaşları için artık Kansu'ya göç etmekten başka bir çare olmadı­ ğını bir kere daha ortaya koymuştu.

15 Ağustos 1936 yılında Bağdaş dağından 5000 kişilik bir kafile sonu­ nun nereye varacağı ve ne olacağı meçhul bir yolculuğa çıkıyordu. Tek güvenceleri iman 'le cesaretleri idi. 16 Ağustos 1936 yılının sabahı alaca karanlıkta, asırlardır yaşadığımız ana yurdumuza bir dal:a dönmemek ve görmemek üzere veda ediyorduk. Kafile, yola koyulduğunda büyük bir ölüm sessizliği ile karışık, buruk bir acı hakimdi. Vatandı bu. Kolay ko­ lay terk edilemezdi, amma Çin vahşeti buna galebe çalmıştı. Ağustosun bozkırdaki bütün sıcaklığı kafilemize vurmuş, buram, bu­ ram terle birlikte güneşin kızgınlığında bir kere daha da eziliyorduk. Biz, bu eziklikle mücadele ederken Nogay denilen yere vardığımızda bir ta­ bur Çinli birliği tarafından takip edildiğimizi haber aldık. Derhal savaş­ çılar mevzilenerek düşmanın gelmesini beklemeğe koyuldular. Üzerine gelen Çinlilerle sabahın kör karanlığından akşama kadar çarpıştılar. Fa­ kat, mühacitlerimizi mevzilerinden söküp atamadıkları gibi, ters yüz ri­ cat ettiler. O günlerde silahla arkadaşlığım vardı. Benim için, Çinlilerle Barköl ilinde yapılan son savaş bu oldu. Zafer bizimdi . Eylül ayının sonlarına doğru kafilemiz sağ salim Uyırkın - Irka'daki Elis Han Tayci'nin yanına ulaşmıştı.» Barköl ve Kumul Türklerinin Kansu'yu iltica ederek Uyırkın-Irka'­ da oturmala rından o günlerde Çin'de (Nankin ) olan İsa Yusuf Alptekin F : 3


- 34 bey haber alır. İsa Yusuf Alptekin bey, İsmail efendi adlı bir zatla Elis Han ve Zayfi Taycilere bir mesaj yollar. İsa Yusuf beğ mesajında: «. Sizlerin Kansu'yu iltica etmiş olduklarınızı büyük bir kıvançla öğ­ rendim. Mücadelelerinizin devamını dilerim. Sizler için gerekirse mer­ kezi Çin hükünıeti ile temas kurarak durumlarınızı anlatacağım. Zat-ı ali­ lerinin General Ma-Pu-Pang'ı ziyaret edeceği, bana gelen haberler arasın­ da. Generali ziyaret ediniz. Hasıl olan neticetlen de lütfen beni haberdar ediniz . • diyordu. (Bu husus daha ileride bütün teferruatı ile anlatıla­ caktır) İsa Yusuf Alptekin'in yolladığı mesaj ve hediyeler bizim için bir güç kaynağı olmuştu. . .

.

Böylece Barköl ve havalisinden göç eden her iki kafile, Uyırkın Irka'­ da iken Altay ve havalisindeki Türklerin durumları ne idi. Biz, tekrar ge­ riye dönecek ve üçüncü göç olan Altay ve havalisindeki mücadeleleri dile getirecek, onları da Uyırkın lrkaya getirerek bütün mücahitleri bir yer­ de toplamış olacağız .


GENE GÖÇ

Toktasın TOKAY

1936 yılında Doğu Türkistan Türkleri en heye­ canlı günlerini yaşıyorlardı. Vatan topraklarını Çin sürülerine karşı korumak için elden ne gel­ mişse yapılmış, fakat umulan netice hasıl olma­ mıştı. Her mücahidin biraz dinlenmeye, silah ve cephane bulmaya ihtiyacı vardı. İşte, bu nedenledir ki, Türkler kafileler halinde, dalga dalga Kansu'ya doğru yola çıkıyorlardı. O gün­ lerin genç silahşörlerinden olan ve her biri bir mücahit salabetinde olan, Hacı Tokay Toktasın, Hacı .Ali Öztürk, İnayet Türkel, Hacı Seyit Han Pehlivan ve Bayınbay Güven, mücadelelerini şöyle dile getirdiler. Hem eski günlerini anı­ yorlar, hem de yaptıklarından büyük bir haz duyarak, hala o günleri yaşıyorlarmış gibi heyecanlı idiler.

Elishan Taycı'nın Kansuya iltica etmesi, bilahare Zayıf Taycının da peşinden gitmesi, Barköl'de kalan ve Altay havalisinde yaşamakta olan Türkler için heyecan kaynağı olmuş, huzur ve sukfm bozulmuştu. Yukarı­ da anlatıldığı veçhile Abdullah ve Hayber Taycı kardeşler Köysu'daki toplantıya iş­ tirak etmişler ve bir yıl kadar da durumu idare etmeğe çalışmışlardı. Fakat, bir zaman sonra, Çinliler Abdullah ve Hayber Taycı kardeşleri, Barköl ve Altay'daki Türklerin du­ rumlarını yeniden gözden geçirmek, müşave­ re etmek bahanesiyle Barköl'ün merkezine da­ vet etti. Diğer taraftan da, Akım Batır, Halil Taycı gibi kimseler de davet edilmişlerdi. Fa­ kat, bu bir tuzaktı. Abdullah ve Hayber Tay­ cı kardeşleri Çinliler tutukladılar. Vatansever, İnayet TORKEL milliyetçi ve cesur bu iki kardeşin tutuklanması, Türkler için büyük bir kaygu olmuştu. Bununla beraber, bu iki kardeşin yerini alabilecek olan kimseler de tutuklandı. Kudabay ve Ahmet Can bu tutuklananlar arasında idiler. Bu durum karşısında Türkler, mahpusları kurtarmak için isyan etti­ ler. Bu yeni isyan hareketini, Kocam Bergen, Jensikan (Cengizhan) , Sa­ kaba, Baydullah, İbralı, Gazi, Aykebay, Haydar, Şabet, Bağıl, Hakan, Ra-


-- 3(1 - -

mazan Batır, Moldaş, v e A l i gibi vatanperverler yürütmüşler, un utulmaz kahramanlıklar yaratmışlardı. Hatıralarını büyük bir minnetle anar, saygı ile yadederiz. Bu kahramanların idaresindeki Türkler, Baytik denilen da­ ğın eteğinde Çinlilerle savaşa tutuştular. Çinliler 3000 kişi kadar bir sü­ vari birliği idi. Bizler mevzilerde idik. İlk taarruza Çinliler kalktı. Var güçleri ile üzerimize çullandılar. Biz, büyük bir cesaretle olduğumuz yeri savunmağa çalışıyorduk. Birkaç saatlik bir çatışmadan sonra, Çinliler a te­ şi kestiler ve ricat borusu çalarak cephe gerisinde toplanmağa başladılar.

Ali ÖZTÜRK

Ağır kayıplar verdiğinden çekilmişlerdi. Fa­ kat, bizler de takip etmedik. Mevzilerimizden dışarı çıkmadık. Derhal Baytik'te karargah kurduk. İkınci bir saldırıyı beklemeğe başla­ dık. Çünkü, Moskova'nın kuklası olan General Şin-Şi-Sey'in, bizim gücümüzü kırmak için yeni bir plan hazırladığını biliyorduk. Bu plan da, o sıralarda henüz muhtar olmıyan Dış Mo­ ğolistan kanalı ile, bize karşı kızıl orduyu sal­ dırtacaktı. Nitekim, General Şin-Şi-Sey, bu planını ilk defa Baytık savaşlarında bize karşı tatbik etti. Ertesi günü Çinliler tekrar saldır­ dı. Biz, Çinlilerle cenkleşirken, arka tarafımız­ dan Moğol kılıklı kızıl ordu birliklerince kuşa­ tıldık. Savaş, şimdi bütün şiddeti ile kızışmıştı. Baytik dağının eteğinde ölüm kol geziyordu.

Baytik dağının tabii güzel kokularının yerini, şimdi barut kokusu almış ; kahramanlık, cesaret ve korku artık bu dağın çehresini değiştiren tek etkendi. Biz, dağın yamaçlarında i dik. Çinliler ve kızıl ordu eteklerde uzun menzilli top atışları ile mevzilerimizi dövüyorlardı. Tıpkı, kumsal­ dan karaya çıkarma yapan bir ordu misalı, Baytik'in doruğuna doğru top sallarlardı. Normandiye çıkarmasının kaç gün sürdüğünü bilmiyoruz. Ama General Şin-Şi-Sey'in kızıl birlikleri altı gündür, Baytik'e tırmanmağa çalı­ şıyordu . Savaş, çok kanlı ve zayiatlı oluyordu. Ramazan ve Şehadet Ba­ tırlar başta olmak üzere 400 kişi şehit vermiş, bir o kadar da yaralımız vardı. Düşman üstün kuvveti karşısında artık Baytik'te kalamazdık. Geri manevra yaparak Baytık'in doğu taı afındaki Kaptık denilen dağa çekil­ dik. Bu manevramız o kadar ustaca olmuştu ki, düşman geri çekildiği­ mizi pek geç fark etti ve bizi de takibe cesaret edemedi . Zira, onların da kayıpları oldukça kabarıktı. Ancak, peşimizden elçiler gönderdi. Barış teklif ediyordu. Yapılan barış gereğince bizler, eski yurdumuz olan Bar­ köl'e doğru yola çıktık. Barköl'e 1 00 km. mesafedeki Santakıv denilen yerde karargah kurduk. Sulh içinde bulunduğumuz için güvenlik tedbiri


kusur etmi şti k. Onun içindir ki, kalleş Çinlilerin gece aniden bas­ k ı ı ı ı ııa uğradık. Çembere alınmıştık. Santakıv savunmaya elverişsiz bir yerdi . Kırılacaktık. Bu durum karşısında ateş kese ve sulha tevessül ettik. Çinli ler, lider durumunda olan ve yukarıda adları geçen ıs kişiyi teslim etmemizi i leri sürdü. 18 kişiyi teslim alan Çinliler, onları tutukladıklarını bildirdiler. Fakat, geriye kalan mücahitlere dokunmadılar. Çemberi de kaldırmadılar. 3000 mücahit öylece, sonu nasıl biteceği belli olmıyan bir bekleyişe koyulduk. Durum birkaç gün böyle devam etti. Aradan üç gün daha geçmişti. Atlarımızı ve silahlarımız, teslim etmemizi söylediler. Çaresiz silah ve atlarımızı da teslim ettik. Böylece milli mücadelenin başlangıcından bu yana ilk kez Türkler teslim oluyorlardı . Çinliler bizleri silahtan arındırdıktan sonra serbest bıraktı. Yalnız ileri gelen ve lider du­ rumunda olanları Sangel denilen yerdeki Nur Ali beyin evinde toplan­ malarını söylediler. Nur Ali Beyin evindeki toplantıya, Ayımbet, Hüse­ yin Tayci, Sultan Şerif Tayci, İrkitbay Zengi, Mukadıl, Tokay Şanya, İs­ mail Ökürday, İlyas Darga, Zeynüllah Taycı, Salahaddin, Şakbakbay, Koy­ çu Batır, Dele Zengi, Irgaybay, Ömer Ökürday, Sabırbay, Bek Sultan Be­ gey, Ayımbet, Alkan (İlhan'da olabilir) Şanya, Hal:kaşe Hacı, İstanbul Zengi, Kabibay Tobacan, Yusuf Akın Taycı, Kayısbay Pehlivan, Ebulhayır Zalın, Rakadıl Tanjan, Abul Macin Molla, Kabi, Akman, Ziya Tay Zalin, Koşvut, Abiybay gibi kimselerin iştiraki ile 20 Kasım 1 937 de verilen yerde toplandılar. Yanlarına da her ihtimale karşı 200 kadar silahlı mü­ cahit almışlardı. Fakat, Çinlilerin asıl maksatları ise, bu kimseleri toptan ya kalamak ve imha etmekti. Bu durumu Avganbay adlı bir Türk yiğidi 5000 kişilik bir Çinli birliğinin toplantıyı basacağını, toplantı yerindeki yukarıda adları geçen zevata gece yarısından sonra ihbar etti. Bizler silahlarımızı teslim ederken bir kısmı­ nı gizlemiştik. Esasen yanımızdaki 200 mücahit silahlı idi. Avganbay'ın büyük bir tehlikeyi göze alarak, gece yansından sonra bizi haberdar et­ mesi üzerine, hemen mevzi aldık. Hafif bir kar da yağmıştı. Gelen Çinliler, kendilerini evde beklediğimizi sandıkları ve hatta uykuda oldu­ ğumuzu da hesaba katmış olmalılardı. Üstelik silahsız olduğumuzu da biliyorlardı ! Kar üzerinde ürkek, fakat kurnaz adımlarla yaklaşan Çinli piyadeler keskin nişancı olan mücahitler için çantada keklikti. Hele, kar ü­ zerinde O, haki urbalı melunları avlamak ayrıca bir zevkti. Çinli piyadeler iyice silahlarımızın öldürücü mesafesine girince yaylım ateşi açtık. Çin liler bıı: beklenmedik ateş karşısında korkunç Oruzhııy ERBAŞ :ı l rnada


- 38

--·

bir panıge kapıldılar. Saçta kavrılmış kavurga misali pıtır pıtır düşü­ yorlardı. Birkaç saatlık bir müsademeden sonra Çinliler can havli ile ateş hattından kurtularak geriye çekildiler. 300 kadar ceset bırakmışlardı. Biz­ ler de, sağ-salim hiç bir zayiat vermeden kurtulduk. Fakat, ertesi sabah Çinli piyadeler üçlü bir uçak filosunun desteğinde hücuma geçtiler. Uçaklar sabahtan akşama kadar bonbardımana devam etti. Bizler, dere­ lere, hendeklere, kayalıklara, çalı çırpılıklara sinerek hedef olmaktan ko­ runmağa çalışıyorduk. İşin enterasan tarafı uçaklar, en çok çalı çırpılık­ larla fundalıkları bombalıyorlar, ormanların yanmasına sebep olmaktan başka bir başarı elde edemiyorlardı. Ancak, iyice gizliyemediğimiz binek atlarımızın çoğu, bu uçak bombardımanında telef oldu. Akşam üzeri uçak­ lar üslerine def olup gittiler. Bizler de dağa çe­ kildik. Ama, Çinli piyadelerde bizleri takip e­ derek, dağa ulaşan vadide karargah kurdu. Biz­ ler dağın doruğunda, onlar ise vadide idiler. Bu durum tam onbir gün sürdü. Bu on bir gün zarfında bizler bir kaç kez bayır aşağı saldırı­ ya geçmiştik. Fakat, neticesiz oluyor-du. Çünkü, Çinliler iyice mevzilenmişlerdi. Dağın doruğu­ nu vadi boyunca da çembere alarak bize, am­ bargo koymuşlardı. Böylece güç durumda bı­ rakıp teslim olmağa zorlıyacaklardı. Onbir gün savaşlarında Toktagan, Ali, Makul ve Apar beğ gibi komutanlarla bir kaç şehit verdik. Artık burada fazla tutunamazdık. Savaşın Onikinci Seyitban PEHLtVAN günü şafakta mevzi değiştirerek Lomtoray denilen yerde mevzilendik. Lomtoraya karargah kurduğumuzun ertesi sabahı düşman birlikleri uçak, ve topçu atışları desteğinde tekrar taarruza geçti. Akşama kadar süren savaşta Cancık Ba­ tır başta olmak üzere 200 kadar şehit verdik. Çinliler de ölü ve yaralı ol­ mak üzere 500'e yakın kayıp vermişlerdi. Bizim için savaşın en zor tarafı, çoluk çocuk, kadın ve ihtiyarlarla sürek hayvanlarından müteşekkil göç kafilesinin korunmasıydı. Göç ka­ filesi bir iki günlük mesafede daima mücahitlerin gerisinde olur, öylece yol alırdı. Yolardan düşman tehlikesi geçtikten sonra menzile ulaşırlardı. Fakat, uçaklar savaşa iştirak edince bu durum değişti. Göç kafilesini ke­ şif eden uçaklar, kafileye dalarak insafsızca bombalar oldular. İşte, bu Lomtoray savaşında uçaklar göç kafilesini bombardımana tutmuştu. Savun­ masız ve silahsız olduğunu anlayıncada çok alçaklara dalarak ölüm saçı­ yorlardı. Bu durumu savaş mevzilerinden gören bir yiğit, göçe doğru yıl­ dırım hızı ile at sürer, kafileye yetişen yiğit piyade tüfeğinin tesir sahası­ na kadar gelen uçağa silahını doğrultup boşaltmıştı. İsabet alan uçak,


- 39 -;rno

500 metre ileride düştü. Önce simsiyah bir duman yükseldi. Sonra duman yerini alevlere terk etti. Uçak düşmüş ve infilak etmişti . Bu eserin !'.:aleme alınmasındaki araştırma komitesinde görev alan Orazbay Erbaş bey, o günlerde kafilede bulunmaktaydı. Bu olaya tanık olmuş ve buraya aktarmıştır. Olayın kahramanı olan yiğidi ise bugüne kadar tanımadığından Orazbay Bey üzüntü duymaktadır. Uçağın düşüşünü ve diğer uçaklarında hedef değiştirerek ufukta kayıp oluşunu, bir daha gelmemek üzere geri gidişlerini, Orazbay Bey büyük bir gurur ve iftiharla anlatmış, O kahraman yiğidi de rahmetle anmıştı. -

Uçakların çekilmesiyle, düşman piyadeleri de geri mevzilerine çekil­ diler. Bizde derhal mevzi ve istikamet değiştirerek Lomtoray'dan Engiz'e doğru yol aldık. Engiz, Kansu, Dış Moğolistan ve Çin hudutlarının dü­ ğümlendiği bir yerdi. Burada bir Çin karakolu varadı. Karakolu bastık. Yakaladığımız Çinli karakol müfrezesinin hepsini kılıçtan geçirdik. Bizler, Barköl ve Altay havalisinden 4000 ailelik bir göç kafilesi ile yola çıkmıştık. Bu ka­ labalığa birde büyük ve küçük baş hayvanları­ mızı da katarsanız 30-40 km. uzunluğunda bir konvoy meydana geliyordu. Bazen kafilenin or­ tasında, başında veya sonunda umulmadık hadi­ seler de olurdu. İşte, kafilemiz Engize yaklaşır­ ken, kafilenin sonunda olan Irgitbay Zengi'nin göçü düşman tarafından çembere alındı . Hacı Ali Öztürk'ün anlattığına göre, çemberde yedi gün kalan Irgitbay Zengi ve mücahitleri aman­ sız bir ölüm kalım savaşından sonra, büyük ve küçük baş hayvanlarla diğer ağırlıklarını düş­ mana bırakarak, çemberi yarmayı başarmışlar Bayımbay GÜVEN ve sonradan onlarda Engizdeki ana akfileye ulaşmışlardı. O günlerin savaşçı mücahitlerin­ den olan Hacı Ali Öztürk ve Malik Ejdar beylerin hatırladıklarına göre, bu çemberi yarma haraketinde yirmi üç mücahit şehit olmuştu. Çinliler­ den de 30 kişi ölmüştü. Hacı Ali beyde, düşman çekildikten sonra yap­ tığı sayımda düşman mevzilerinde otuz ceset bulduğunu hala hatırlamak­ tadır. • "' *

Engiz'de yapılan tadata göre kafileyi onbir bin kişi teşkil etmekteydi. En gizden yola çıkan onbirbin kişi artık, Kansu topraklarında Elishan Tay­ cı ve Zayif Taycı'nın izinden Uyırkın Irka'ya doğru yol alıyordu. Daha _


- 40 önceden yola çıkan ulaklar Uyırkın - Irkaya ulaşmışlardı bile. Elishan Batır ve Zayif Taycı, onları Uyırkın - lrka'nın girişinde karşıladılar. Kar­ şılaşma büyük bir heyecan ve sevinç göz yaşlarının akmasına vesile ol­ du. Böylece, şimdilik Çin mezaliminden kaçan, Barköl, Kumul ve Altay havalisi Türkleri Uyırkın - Irkaya toplanmışlardı. Ya, savaşıp istiklalleri­ ni elde edecekler veya hür dünyaya doğru yola çıkacaklardı . . .

Altay Türk Beğlerinden (biylerinden) Cuvangan ( Cota Kaci ) ın Moğol Hanı­ nın ulağına, ülkesinde bulunduğu müddetçe gerekli vasıtalarla, masraflarının karşılanması konusunda 1 870 yılında teb'asına hitaben yazdığı yarlık: (emirna­ me) (H. B . Gayretullah)


DOGU TÜRKİSTAN'IN DİGER KENTLERİNDE DE MİLLi MÜCADELELER BAŞLIYOR

Yukarıda anlatıldığı veçhile Altay, Barköl, Kumul ve Targabatay havalisinde milli mücadele hareketleri olmuş ve bu hareketin sonunda, Türklerin Kansu'ya iltica ettiklerini görmüştük. Kansu'da birkaç yıl ka­ lacak olan bu Türklerin oralarda geçirdikleri günleri, «Uyırkın - Irkada Geçen Günler• serlevhasında eserin bundan sonraki kısmında ayrıca ka­ leme alınmıştır. Böylece buraya kadar Doğu Türkistanın kuzey kesimin­ deki dört vilayette cereyan eden olayları yaşayan kimselerden derlediğimL zi, onların anılarını, öykülerini dile getirmiş oluyoruz. Şimdi, aynı yıllar­ da Doğu Türkistanın diğer şehirlerinde ve illerinde meydana gelen milli isyanlara bir göz atmak, böylece Doğu Türkistandaki milli hareketlere bir bütünlük kazandırmak, ülkenin morfoloj ik yapısının büyük kesimini . teşkil eden Uygur ve Kazak Türklerinin bir kutsal davada, bir ve bera­ ber hareket ettiklerini, istiklal ve hürriyet uğrunda bir vahdet içinde bu­ lunmuş olduklarını kanıtlamış olacağız. Ne yazık ki, Kuçar, Aksu, Kara­ şar, Hoten, Turfan ve Kaşgar hadiselerini yaratan ve yaşayan kimseleri bulmak mümkün olmadı. Ancak, 19G5 yılında rahmetli Mehmet Emin Buğra beği ziyaret ettiğimde aldığım notlarla aynı zatın bu bapta yazmış olduğu yazılarından faydalanmakla yetineceğiz. 1933 yılında Kumul'da patlak veren milli isyan civar illere de sıçra­ mış ve 1933 yılının sonuna kadar da kanlı bir şekilde devam etmişti. Ku­ mul ayaklanmasında, o sıralarda Kumul vali yardımcısı olan Hoca Niyaz Beğin Türkleri desteklediğini biliyoruz. Hoca Niyaz beğ, Uygur Türkle­ rinden olduğu için, bu kardeşlerimizin kesif olarak yaşamakta oldukları Turfan, Hoten, Kaşgar, Kuçar, Aksu gibi kentlerdeki vatanperver ve Türk­ çülerle temas kuruyordu. Onları kanalize ederek milli mücadelenin bü­ tün Doğu Türkistan sathına yayılmasını sağlamağa çalışıyordu. İşte, Hoca Niyaz beğin bu çalışmaları sayesinde 6 Ocak 1933 yılında Turfan kentindeki dövme duvarla çevrili, iki katlı basık damlı, kerpiç bir evde Maksud, Mevsul ve Mahmut (*) adlı üç kardeş bir toplantı tertip (+)

Aslında bu kahraman gençler dört kardeştir.

Doğu Türkistandan bahseden

l ı i r çok ki taplarda adı geçen General Mahmud Muhiti 1 944 yılında Pekin'de

iilmüş, Maksut muhiti ise, Kaşgar savaşları esnasında müftü Hamidullah Alem


42 - etmişlerdi. Kentin bütün ileri gelen eşrafını bu toplantıya çağırmışlardı. Bu üç kardeşin kendi evlerinde böyle bir toplantı tertip etmesi Turfan da ilk defa görülüyordu. Üç kardeş kesin ve vazıh bir dille memleketin içinde bulunduğu durumu anlattıktan sonra, Altay, Kumul, Barköl ve havalisindeki Kazak kardeşlerinin başarılarını da anlatmış, Hoca Niyaz Beğden aldıkları malıimatları aktarmışlardı. Ülkenin kuzey kesmindeki milli isyanı desteklemeleri, gerekirse Kazak kardeşlerine yardımcı olma­ ları şarttı. Bu psikoloj ik nedenlerle Turfan'da Çinlilere karşı bir isyan çıkarmağa karar kılındı. Ayrıca, dindaş olmaları dolayısiyle Çinli müslü­ manlarla da (Tüngan ) müşterek hareket edilecek veya müşterek hare­ kete iştirakleri sağlanacaktı. Ayrıca bu isyandan Kumul'daki ırkdaşları da haberdar edilecekti. Bir iki gün sonra Turfan'da Maksud, Mevlud ve Mahmut kardeşlerin önderliğinde milli isyan patlak verdi. Halk silahlanmıştı. Turfan'daki Çin­ li jandarma birliği ve güvenlik kuvvetleri ile yapılan müsademe kısa sür­ müş ve hepside Türklere teslim olmuşlardı. Kent, Türklerin kontrolüne geçmişti. Bir iki gün gibi kısa bir zamanda Turfan mücahitleri Uşakdal ve Karaşar civarını Çinlilerden arındırarak kontrollerine almışlar, 1933 Martında bu civarda tek bir Çinli asker kalmamıştı. Doğu Türkistan mil­ li mücadele tarihine «Turfan Olayı• olarak geçen hadise böylece zaferle neticelenmişti. Bu bölgenin en kanlı çarpışmaları Hoten kentinde olmuştu. 1965 yılın­ da vefatından birkaç ay evvel rahmetli Mehmet Emin Buğra Beği, Anka­ ra'da Bahçelievlerdeki evinde ziyaret etmiştim. Kapıyı kayın biraderi Ali Riza beğ açmıştı. Vakit ikindi suları idi. Rahmetli M. E. Buğra Beğ ye­ şil bir acem seccadesi üzerinde ikindi namazını eda ediyordu. Ilık bir Nisan günüydü. Biraz evvel Nisan yağmuru yağmış, ortalığa hoş bir top­ rak kokusu salmıştı. Toprağın bu rayihası açık bulunan balkon kapısından salona yayılmıştı. Ben, salondaki bir koltuğa ilişmiş, bu bahar rayihasının verdiği mahmurlukla, huşu ile namazını eda eden, bu alim ve kahraman zatı geçmişteki celadetli ile seyir ediyordum. Bu ziyaretimde rahmetli Buğ­ ra beyle bir iki saat kadar sohbet etmek imkanı elde etmiştim ve bir da­ ha da göremiyecektim. Bir Haziran günü radyo ölüm haberini verdiği zaefendi başta olmak üzere 300 mücahitle birlikte şehit olmuştur. Kaşgar civa­ rındaki Lükçin savaşında şehit olan Maksut Muhuti Almanya'da tahsil gör­ müş, aydın kimseydi. Mevsul Muhiti beğde 1940 yılında Japonya'da vefat etmiş, Tokyo'daki müslüman mezarlığında gömülüdür. Muhiti kardeşlerden biri olan Gı1sul Muhiti ise zalim vali Şin-Şi-Sey'in zindanlarında bir müd­ det kaldıktan sonra 1 938 yılında gaz odasında şehit edilmiştir. Bu savaşlar hakkında daha ileride yayına hazırlanmakta olduğum «Doğu Türkistanın Si­ yasi tarihi» adlı eserimizde kısmet olursa, daha detaylı malümatlar verile­ cekti r (H. B. G nyretullah)


43 man şoke olmuştum. Rahmetli Buğra, bana o günlerdeki olaylarla ilgili notlar verirken, zaman zaman heyecanlıydı. Ayrılırken de bana dönerek şunları söylemişti. cTürkistan için ve Türklük için mücadele ediniz. Tür­ kistanlı olduğunuzu unutmayınız . . • Demişti. Okurlarıma Mehmed Emin Buğra beğle olan sohbetimde aldığım not­ ları bir edebiyat çeşnisi içerisinde aktarmağa çalışacağım. O, rahmetli Buğra şunları anlatmıştı, bana. .

•. Biz üç kardeşdik. Abdullah ve Nur Ahmed benden küçüktüler. Fa­ kat, Çinlilerden bizar idiler. Birşeyler yapmanın heyecanını ta, derinden duyuyorlardı. Bazı vatanperverlerle benim okutmakta olduğum talebele­ rim de bu şuura ermişler, milli hislerle dolu idiler. Bu hissiyatlarımız 1 932 yılında gizli bir cemiyet kurmağa vesile olmuştu. 1933 yılının başında Hindistan seyahatinden dönen Sabit Damalla beğin de aramıza katılması ile gizli cemiyetimiz kuvvetlenmiş ve üye sayısı da 400 kadar olmuştu . 100 kadar tüfek, üç, beş tabanca vs. savaş gereçleri de tedarik etmiştik. Ar­ tık, 400 kişi bir ordu demekti. Bu nedenle, 24 Şubat 1933 günü Karakaş kasabasındaki Çin askeri garnizonunu basmağa karar kıldık. Zaten ülke­ nin diğer yerlerindeki milli isyanlardan haberdardık ve onları destekli­ yecektik. Bir gün boyu yapılan savaştan sonra, garnizonu bozguna uğrat­ tık, onlar kışlalarını terk ederek kaçtılar. Böylece Karakaş kasabasındaki askeri garnizona saldırışımız, Hoten ve civarında milli isyanların başla­ masına başlangıç olmuştu. Diğer taraftan da, Çinli askerlere kurşun sık­ makla gizli cemiyet artık kendisini su yüzüne çıkarmıştı. Derhal muvak­ kat bir icra kurulu kurduk. Karakaş Kadısı Muhammed Niyaz Alem beğ icra organı başkanı, Sabit Damalla icra kurulu başkan yardımcısı, ben de kuvvetlerimizin başkomutanı olarak görev almıştım. Bizim Turfan ve !-:!oten'de kuvvet kazanmamız, buralara tam hakimiyet kurmamız Çin­ lileri telaşlandırmıştı. Üzerimize Kaşgar'daki süvari tümeninden kuv­ vetler sevk etti. Çinli süvarilerin Kaşgar'dan hareketini haber alınca, düş­ manı Hoten'den 50 km. uzaklıktaki Kumarabat'ta karşılamaya karar kıldık. Zira, burası stratejik ve savunması kolay bir yerdi. Gün boyunca süren sa­ vaşta Çinli süvarileri geri püskürtmeğe muvaffak o'lmuştuk. Nisan ayı başlarında Yarkend'de isyan olmuştu. Buradaki Türkler de Yarkend'deki Çinli karakollarını basarak kontrolleri altına almıştı. Fakat, zayıf idiler ve bizden yardım istiyorlardı. Derhal kardeşim Nur Ahmed komutasında, yardımcı kuvvetler yolladım. Yarkend savaşı çok şiddetli oluyordu. Çinliler civar garnizondan takviye alarak var güçleri ile bu mücahitlere yüklenmişti. Yarkend mücahitleri tekrar takviye istiyor ve bir an evvel yardım gelmezse, düşebileceklerini bildiriyorlardı. Bu defa kardeşim Abdullah komutasında ikinci bir kuvvet daha gönderdim. Mü­ cah itlerimiz, Yarkend'e yardıma gelen Çinli birlikleri iki gün kadar mu­ hasa ra altında tutmayı başarmışlardı. Kardeşim Abdullah'ın kuvvetleri . .


44 .. . rlı· yetişince çok çetin bir taarruz savaşı olmuş ve 13 Haziran 1933 gün ü Ç i n l i garnizonun teslim olduğu müjdesi bize ulaşmıştı. Bu zaferden sonra Hoten 'deki bütün mücahitlere, Karaşehir, Çerçen, Şaklık ve Niya gibi ka­ sabaları kurtarmamızı söylediğim zaman, mücahitler, hiç beklemeden bu­ ralara at saldılar, son Çinli kalıntılarını da buralardan def ederek, kıta Çinle sınır komşusu olmuştuk. 1933 yılında bütün Doğu Türkistanda milli isyan başlamış ve ülke­ nin en ücra köşelerine kadar yayılmıştı. Her yerde bir ckurtuluş komitesi» kurulmuştu. Kaşgar ve Aksu'da da bu kurtuluş komiteleri kurulmuş ve yer altı faaliyetlerine başlamıştı. 1933 Mart ayında bu komiteler burada isyan başlatmağa muvaffak oldular ve bizden tez yardım istiyorlardı . Çün­ kü, bu havalideki Çinli askerlerin kuvvet merkezi olan bir süvari tümeni buradaydı. Kaşgar mücahitlerinin yardım isteği üzerine binbaşı Timur (*) beğ komutasında çok cesur ve cengaver yiğitlerimizden mürettep b i r bir­ liği Kaşgar'a yardıma yolladım. Kaşgar'da çok şiddetli çarpışmalar olu­ yordu. Her türlü savaş gereçleriyle teçhiz edilmiş olan Çinli süvari tüme­ ni uzun menzilli ve tahrip gücü yüksek silahlarla Türk mevzilerini dövüyor ve düzenlenen Türk saldırılarını zaman zaman geri püskürtüyordu. Savaşın çok kızıştığı günlerde Çinli tümende beklenmeyen bir olay zuhur etmiş­ ti. Bu tümende, müstakil harakat statüsüne tabii bir Kırgız Türk taburu vardı. Bu taburun subay ve eratı ırkdaşlarına karşı savaşmıyacaklarını tümen komutanına bildirerek, daha fazla Türklere direnilirse, kendileri­ nin Türklerin yanında yer alacaklarını bildirmişlerdi. Gerçekten de öyle oldu, cengaver Kırgız kardeşlerimiz, silahlarını Çinlilere çevirerek ka­ leyi içten fethetmemize yardımcı olmuşlardı. Bu Kırgız taburunun Kaş­ gar'ın kurtuluşunda göstermiş olduğu kahramanlık çok büyüktü. Kaş­ garlı mücahitler hem Kırgız taburu ve hemde binbaşı Timur'un komuta­ sındaki yardımcı kuvvetlerle birleşince, Çin garnizonu kenti terk etti, da­ ha doğrusu kaçtı. Böylece Kaşgar'daki Çin vahşetine son verilmiş oldu.• . . . Rahmetli Mehmet Emin Buğra beğin ve daha evvel dinlediklerimiz kimselerin anlattıklarından şu netice kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 1931 ve 1933 yılları Doğu Türk1stan Türklerinin Çine karşı bir kül halinde baş kaldırdığı ve geçici de olsa istiklallerini elde ettikleri yıllardır. Bu savaşlarda vatan ve istiktal yolunda canlarını feda eden aziz şehit­ lerimizi minnetle anar, şükranlarımızı sunarız. (•)

Binbaşı Timur Beğ, bu kahraman Türk, 1 6.4.1933 yılında Kaşgar civarında

yapılan bir savaşta şehit olmuştur. Kaşgar mücadelesinde şüphesiz bu şahıslardan başka da Türkçü ve vatan­ perver kimseler vardı. Biz, onlardan anca_k, ileride yayına hazırlıyacağımız «Doğu Türkistanın Siyasi Tarihi» adlı eserimizde yer vereceğiz. Meseıa, bu zatlardan Almanya'da tahsil görmüş ve Kaşgar valisi Yunus Beğ, gene Al­ manya'da tahsil görmüş Tahir Beğler gibi çok kıymetli kimseler vardır. Her ikiside Şin-Si Sey tarafından yok edilmiştir. (H. B. Gayretullah)


UYIRKIN - IRKADA GEÇEN YILLAR Yukarıda anlatılan her üç göçle Kansuya iltica eden Türkler Uyırkın­ Irkayı iki yıl kadar mekan ettiler. Geçen bu iki yılın başlangıcında yerli Çinli müslümanlardan iyi muamele ve yardım da gördüler. O günleri ya­ şayanlar şöyle anlatıyorlar. Kendimizi toparlamış, dinlenmiş ve Uyırkın lrkanın havasına intibak etmeğe başlamıştık. Bu zaman zarfında da tabii boş durmadık. Geleceğimiz için, vatanımıza birşeyler yapabilmemin ça­ relerini aradık. Civar kentlerdeki milliyetçi teşekkül ve eşhasla temaslar kurduk. O sıralarda Nanking'de bulunan İ sa Yusuf Alptekin bey, bizimle devamlı olarak irtibattaydı. Bizlerin Uyırkın - Irkaya geldiği­ mizi haber aldığı günden beri büyük bir alaka ve sempati göstererek mü­ cadelemize güç katmağa çalışıyordu. Hatta, Uyırkın Irkaya gelişimizin ilk günlerinde İ sa Yusuf Alptekin Bey, Kurban Akın adlı bir gençle Elishan Tayci'ye bir mesaj yollamıştı. Bu mesajında İ sa Yusuf bey şöyle demek­ teydi : « Büyük bir mücadeleden sonra buraya ulaştınız. Bu başarıları­ nızdan dolayı başta siz olmak üzere bütün yurttaşlarımı tebrik eder, is­ tikbalde vatçı.nımızın Çin mezaliminden kurtulacağına olan inancımı tek­ rarlar, sevgi ile hepinizi kucaklarım». Dedikten sonra Şinhay'daki Gene­ ral Ma-Pu-Pang'ı ziyaret etmemizi ve durumlarımızın bizzat Generale ar­ zında fayda gördüğünü bildiriyordu. Ayrıca istihsal olunan neticeden de kendisinin haberdar edilmesini de rica ediyordu. Elishan Tayci, İ sa Yusuf beyin tavsiyesini almazdan önce, generali zaten ziyaret etmek fikirindeydi. İ sa Yusuf beyin de tahsisen tavsiyede bulunması bu arzuyu kamçılamıştı. 1

. • •

General Ma-Pu-Pang'ı ziyaret (*) 1937 yılının Kasım ayının ilk haftasında Elis Han Tayci, Uyırkın Ir­ kadan maiyeti ile birlikte Şinhay'a hareket etti. Tabii bu yolculuk at sırtında yapılıyordu. Yorucu bir kaç günlük yolculuktan sonra Şinhay'a _

(•)

General Ma-Pu-Pang, Tibet, Mançurya ve Doğu Türkistanı istila ederek bir müslüman Çin devleti kurmak istiyordu. Bu düşünceyle Çinlilerle yapt�ı snvaşlurda mağlup oldu. 1949 da kızıl Mao'ya da yenilince Kansuyu terk t•dl'rl'k 8 u ud i Arabistana kaçtı, 1 97 5 yılında Cidde'de öldü. ( H.B. Gayretullah)


·-

46 -

ula:_;;m ıştı. Mutlu bir tesadüf olarak İ sa Yusuf Alptekin bey de Nanking'den Şinhay'a gelmişti. İ sa Yusuf beyle Elishan Tayci ilk defa birbirlerini görü­ yorlardı. Karşılaşma çok heyecanlı ve göz yaşartıcı oldu. Barköl'ün kah­ ramanı Elishan Tayci, Nanking'de milleti için Çinlilerle yayın yolu ile mücadele etmekte olan genç mücahit İ sa Yusuf'u büyük bir içtenlikle bağırma bastı. Elishan Tayci ile İ sa Yusuf bey böylece Şinhay'da uzun uzadıya görüşmek, memleketin geleceği için stratej i belirlemek, müca­ delenin boyutunu şekillendirmek fırsatını bulmuşlardı. Bu arada, Çinli Müslüman general Ma-Pu-Pang'la neler görüşüleceği ve ondan neler is­ teneceğini de her iki mücahit beraberce tesbit etmişlerdi.

1937 yılının 22 nci Kasımında Elishan Tayci ve İ sa Yusuf Alptekin beyler mahiyetleri ile birlikte Şinhay'daki General Ma-Pu-Pang'ın sara­ yında huzura kabul edildiler. General, büyük bir samimiyetle bu kahra­ man dindaşlarını selamladı, bağırma bastı. Şereflerine ziyafetler tertip­ liyerek, eğlenceler düzenledi. Sıra, siyasi konuşmalara gelince, Elishan Tayci ve İ sa Yusuf bey görüşmelerin mahrem olmasını istediler. Zira, Çin sempatizanlığı ile tanınan daha önceleri de Kumul valiliğini yapan General Yolbars beyde Ma'nın misafiri idi. Bu zat, bir gölge gibi İ sa Yu­ suf beyle Elishan Tayci'yi takibediyordu. Belki de bu iki Türk liderinin peşine adam da takmış olabilirdi. Bu ciheti göz önüne alan İ sa Yusuf ve Elishan Tayci, ikisinden birinin General Ma ile görüşmesini uygun gör­ düler. Generalin yaverine bu gizli görüşme isteği iletildi . İ sa Yusuf bey çok iyi Çince bildiği için Ma ile görüşme işini üzerine aldı. General Ma ile İ sa Yusuf bey, bir okulun loş bir odasında gizlice .bir araya geldiler. Bu görüşmelerde General Ma-Pu-Pang'tan şunlar istenmişti: 1. Bir Türkçe tedrisat yapan bir okulun açılması ve bu okulun tedri­ sat işlerini de Kazan'lı Türklerin deruhte etmesi. (Bu kazanlı Türkler Rusyadaki komünist ihtilalden kaçan Nanking ve Kansu'da oturan aydın kimselerdi.) 2. Afganistan, Hindistan ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde de Türk okularının açılmasına yardımcı olunması, 3.

Kendi okullarına da ek ders olarak bir Türkçe dersini koyması,

4. Çinin doğu Türkistana çıkmasına mani olunması, (Zira, Kansu eyaleti Doğu Türkistanla Çin arasında bir berzahla tampon teşkil ediyor­ du. Çinlilerin Doğu Türkistana geçmesi için bu berzahı aşması şarttı.) 5.

Mülteci Türklerle müştereken bir ordunun teşkil edilmesi,

İ ltica eden Türklere mühimmat ve silah yardımı ile maddi yar­ dımın yapılması,

6.

7. Doğu Türkistandaki Çinli müslümanlarla, Kansudaki Çinli müs­ lümanlar arasındaki dialogun kurulmasında, mülteci Türklerin destek ol­ malarına . . . gibi konularda · görüş ve fikir teatisinde bulundular. İ ki lider,


47 -bu i�lerin bir an önce gerçekleşmesi dileğiyle okuldan

çı ktıkları zaman

orta l ı k kararmıştı.

General Ma-Pu-Pang, bütün bu istekleri prensip olarak kabul etmiş­ ti. Zama nın elverdiği ve şartların hazırlıyacağı zemine göre bu işleri etap etap yapacaktı. Nitekim, Kansudaki mülteciler için, 10 bin av tüfeği ve gıda yardımı göndermişti. Mülteci Türklerle müştereken kurulacak niza­ mi ordunun çekirdeğini teşkil etmek üzere bir de talimgah kurdu. Burada Ti.irk gençleri eğitime tabii tutuldu. Elishan Tayci ve İ sa Yusuf Alptekin beyler, General Ma'dan yukarı­ daki şıklarda anlaştıktan sonra, vedalaşarak Şinhay'dan biri Nanking'e, diğeri ise Uyırkın - Irkaya doğru hareket ettiler. Biri silah yolu ile soğuk savaşı, öteki de yayın yolu ile sıcak savaşı memleketleri için sürdürecek­ lerdi . . . Aralarındaki irtibatı Sıcıv'daki Barat Akın (Karabarat) ile Gan­ co'daki Zeynullah efendi sağlıyacaktı.

General Ma-Pu-Pang'ı ikinci ziyaret General Ma'yı Türklerin ikinci ziyareti meşhur Köysu toplantısının tertipçisi Zayıf Tayci tarafından 1938 yılının Temmuz ayında olmuştu . Zayıf Tayci yüz kişilik bir mahiyetiyle Şinhay'da General Ma tarafından askeri bir törenle karşılanmıştı. Zayıf Tayci, Türk geleneklerine göre, generale takdim edilmek üzere 40 tane simsiyah küheylan at götürmüş­ tü. Altayların en güzel atlarından olan bu küheylanlar çift sıra halinde bir geçit merasimi ile General Ma'ya takdim edilmişti. Merasimi plat­ formda izleyen General Ma, bu güzel Türk atlarının oynıya, zıplıya sek­ tiğini, bir ceylan kadar güzel süzüldüklerini gördükçe büyük bir haz ve gurur duyuyordu. Zira, General Ma'nın atlara karşı özel bir merakı vardı. Zayıf Tayci'ye büyük iltifatlar gösteren General Ma, Türklerle sağla­ ma dayanan bir dostluk kurduğuna, onlara yardım elini uzattığına inanı­ yordu. Türkler de bu inançta idiler. İ şte, bu dostane münasebetlerin ver­ diği güvence içinde Uyırkın - Irkada, Dolaşanda, Saka ve Sur denilen yer­ lerde iki yıl geçirdik. Gerçi , buraları Barköl kadar, Kumul kadar ve Al­ tay kadar güzel değildi. Ama, hiç olmazsa huzurlu idik. Mutlu olmağa çalışıyorduk. Bu top­ raklara ikinci bir ana vatan gözü ile bakıyorduk. Buraları da Doğu Tür­ kistanın bir parçası, atalarımızın at oynattıkları bir yerdi. Hala, atalarımı­ zın nal seslerinin sedası buralarda çınlıyordu. Bu arada merkez Çin hükümeti General Ma-Pu-Pang'a

baskı yapma­

ğa başlamıştı. Bizleri, tekrar eski yurtlarımıza iade etmesini veya ken­

dini uyruğuna geçirmesini istiyordu. Fakat, General Ma, buna aldırmı­ yordu. Çünkü Çin, hem bir iç savaşın içinde ve hem de Japonlarla harp halindeydi. Çinin bu zayıf durumunu bilen General Ma, Türklere birşey


-- 48 -

demiyordu. O, kendi düşüncesine göre, gelecekte bu Türklerden yararla­ nacağını sanmaktaydı. Müslüman General Ma, bu düşünce ile Türklere pek ilişmiyor, Pekin'i oyalayıcı cevaplarla avutuyordu. Ama, Pekin bu­ nun da çaresini bulmuştu. Esasen, Şan-Kay-Şek, General Ma'nın niyetini iyi biliyordu. Fakat, içinde bulunduğu iç savaş, arkasından gelen Japon harbi, onda General Ma ile uğraşacak vakit bırakmamıştı . Bunun için , General Ma-Pu-Pang'ın Sıcıv'daki muharip birlikler komutanı olan Al­ bay Ma-Lu-Jang'ı elde etmişti. Türklerin barındıkları bölgelerde bu Sı­ cıv mülki amirliğine bağlı idi. Bu nedenle Albay Ma-Lu-Jang, Pekin'e hizmet etmek gayesiyle evvela Türklerin atlarını, develerini ve silahlarını toplamağa başladı. Durum, General Ma'ya arzedilince, Albay Ma-Lu-Jang, Türklerin iftira ettiklerini, onların askerlerine ateş açtıklarını, yasak böl­ gelere girdiklerini, at ve develerini ekili arazilerde otlattıklarını, Türk­ lerin emir ve direktiflerine uymadıklarını, buna engel olmak için bu yola başvurduğunu gerekçe göstererek, kendini savunuyordu. Hareketlerinin bir daha tekrarlanmaması şartıyle zaptedilen hayvanların geri verileceği­ ni ifade ediyordu . . . General Ma-Pu-Pang, bu sözlere aldanıyor, Türklere sabırlı olmala­ rını, tavsiye ediyor, Albay Ma-Lu-Jang'ın emirlerine uydukları takdirde meselenin hal olacağını söylüyordu. Diğer, taraftan albay Ma-Lu-Jang, toplama işine devam ediyor, 5000 yakın at, 2000 yakın deve ve 1000 yakın da silah zaptetmişti. Çünkü, Türklerin yegane ulaşım vasıtası olan at ve develer alınırsa, hareket kabiliyetleri ortadan kalkacak, silahlardan arın­ dırmakla da tesirsiz hale geleceklerdi. Böylece de kayıtsız şartsız itaatları sağlanmış olacaktı. . . Türkler durumun vehametini biliyorlar, işin farkında idiler. Daha fazla toplamağa meydan vermeden direnişe geçtiler. Zira, atları, develeri ve silahları vermek demek, esareti peşinen kabullenmiş demekti. Türklerin direnişine kızan Albay Ma-Lu-Jang, bu defa bütün silahla­ rın derhal teslimini, ancak vesika ile silah taşınabileceğini tamim etti. Di­ ğer taraftan da olaylardan haberdar kılınan General Ma, hiçbir müdaha­ lede bulunmuyor, Albayın hareketlerine göz yumuyordu. Bu durum, Türklerle General Ma-Pu-Pang'ın arasında bir kara kedi oldu. Zira, Albay Ma-Lu-Jang, düzenbazlıkla Türklerle General Ma-Pu-Pang'ın arasını aç­ mağa muvaffak olmuştu. Müslüman Generalin aniden değişen bu tutumu karşısında şaşıran Türkler, Dolanşandaki Elishan Tayci'nin evinde bir kurultay kurdular. Toplantı büyük bir gizlilik içinde yapıldı. Toplantıya Elishan ve Zayıf Tayciler başta olmak üzere, Sabırbay, Jılkışı, Alpıs Tay­ ci, İlyas, Sekey, Omar, Karmıs, Rakadıl. Tanjan, Beksultan Begey, Ali Hacı, Hamza, Sadey, Şakbakbay, Yusuf Akın, Davutbay, Omar, Koca J\ k ı ı ı , Savutbay, Del e Zeıı gi , Ahmat Müftü, Koyl?u Batır, Aıı galbay, Al-


- 49 karı,

Bogdabay, Hasan Batır, Abdeş, Şerikbay Aksakal, Abdurrak, Mar­ dan Ök ürday, Alibay, Tokay Kabibayoğlu, Koşvut, Kayısbay, Şaşay, Afiz­ bay, Omar Molla, Nurgalam, Bisan Hacı, Tobacan, İbraykan, Kara Molla ve Mukay beylerle, adlarını hatırlıyamadığımız gözide kahramanların iş­ tirakı ile kurultay kurulmuştu. Mevsim Dolanşanda ilk bahardı. Ağaçlar göğermeğe, çimenler yeşermeğe, kır çiçekleri renga renk açmağa, kuşlar cıvıllaşmağa başlamıştı. 1939 yılının 19 Nisanında, bir nisan yağmuru al­ tında yapılan bu toplantıda şu kararlar alınmıştı. 1. General Ma-Pu-Pang'la aramızın kesinlikle açıldığının anlaşılmasına, 2. Ana vatana dönmenin imkansız olduğuna göre, Kansuyu terk edip Tibet üzerinden Hindistana ve oradanda Türkiyeye ulaşmak üzere göç hazırlığına başlanılmasına, 3. Bu göçe gönüllü olinıyanlar, Kansuda kalabilecekleri gibi, ana­ vatana da dönebilecekler, zor kullanılmayacaktır. 4. Her kabile başkanı, kabilesini göçe hazırlıyacak, hazırlığı biten kafile önceden tayin edilecek istikamette yola çıkacaktır. 5. Göç yolları : Uyırkın - Irkadan, Dolanşan, Sur, Aksu, Saydam ova­ sı , Altınşöke, Tibet üzerinden (Nakşa-Lasa) Hindistan ve oradanda Tür­ kiye'ye doğru yol alacaktı . • ... .

F :4


SAYDAM OLAYI

Bu kararların alınışından bir ay sonra ilk hazırlığını yapan Elishan Tayci, Sabırbay, Savutbay, Beksultan Begey, Süleyman Molla, Raki Molla, Dele Zengi, Koyşu Batır, İdris Molla, Omar Ökürday, Kobdabay Sofu, Bayeke Hacı, Mısırhan, Nayzabay ve Taşa beylerin oymaklarının hazırlandığı, Elishan Tayciye bildirilince, 1939 yılı Mayıs ayının sonunda göçe hareket edildi. Yukarıdaki pltı.n gereğince Altınşökeye doğru yola çıkıldı. Altınşöke, çıplak bozkırda şırıl şırıl akan, etrafı yeşillik bir ne­ hirdi. Herhalde, ismini bu güzelliğinden almış olmalıdır. Altınşöke, (altın­ çöker anlamına gelmektedir.) Nehirin, etrafı yeşil olduğu kadar otlak ol­ ması, uzun bir kıştan çıkan hayvanlar için son derece bulunmaz bir ga­ nimetti. Bunun farkına varan Elishan Tayci, hem geriden gelecekleri bek­ lemek ve hem de binek ve yük hayvanlarının biraz daha güçlenrnesi için burada birkaç ay kalmayı uygun gördü. Ama, Çinli idareciler, General Ma�Pu-Pang'tan, Elishan Tayci'yi derhal durdurmasını, göçe engel olma­ sını istiyor ve baskı yapıyordu. Türklerin hür dünyaya çıkmasına özel­ likle müdahale etmesini de istiyor ve gerekirse askeri güçte kullanmasını sağlık veriyordu. General Ma-Pu-Pang, bu baskılara daha fazla dayana­ madı. Bunda, albay Ma-Lu-Jang'ın da rolü büyük oldu. Derhal, Moğol, Töngen (Çinli müslüman) ve Çinlilerden müteşekkil üç taburu albay Ma­ Lu-Jang ile yarbay Kang-Lu-Jang'ın komutasında Elishan Tayci'nin üze­ rine sevk etti. Albay Ma-Lu-Jang, Elishan Tayci ve arkadaşlarının ikna olunması için, elçi olarak kullanmak maksadıyle hala Dolanşan'da ikamet eden ve göç hazırlıklarını yapmakta olan Türklerin ileri gelenlerinden Atşıbay, Mukadil, Rakadil, Mennan ve İskender beyleri de beraberine alarak Altmşöke'ye çıkageldi. O sıralarda Elishan Taycı'nın 500 kişilik çok cesur ve cengaver bir ordusu vardi. Savaş olursa, albay Ma-Lu-Jang'ı haklıyacağı muhakkaktı. Fakat, albaya ve ordusuna vereceği bir zararın faturasını geride bırakmış olduğu Türklerin ödeyeceğini düşündü. Bir diğer neden de, ta, anayurttan beri beraber çıkmış olan ülküdaşlarının şimdi aracı ve elçi olarak gelmeleri Elis Han Tayci ve arkadaşlarını yu­ muşatan bir sebep oldu. Elçi olarak gelen eski silah arkadaşları Elishan Tayci ve mahiyetine şöyle diyorlardı c Müslüman ve din kardeşimiz olan General Ma, bize . . .


-- � 1

�i i..: verd i . Sizlere dokunulmayacak, eskisi gibi Uyırkın - Irkada yaşaya­ l'a ksınız. Sizleri Çinli idarecilere teslim etmiyecek, silahlardan da arındır­ rıııyacaktır. Kendi başınıza buyruk yaşayacaksınız. Sonra, önümüzde dün­ yanın damı var. Bunu nasıl aşacaksınız. Çoluk - çocuğun vebaline kahr­ ıııııız. Onları Himalayaların buzullarında kırmak, bir nesli yok etmek, hak­ sızlık olur. Atlarla, develerle bu buzullar aşılmaz. Elin yabanında kuşa, kurda yem olmıyalım. Gelin, General Ma'ya itaat edelim. Eğer, O'na, itaat l'dersek, Şan-Kay-Şek idaresi hiçbir şey yapamaz. Çünkü, Ma müslüman­ dır ve kuvvetlidir . . • Elishan Tayci ve arkadaşları uzun uzadıya meseleyi enine boyuna tartışarak kılı kırk yardıktan sonra bir karara vardılar. Uyırkın - Irkaya geri dönecekler. Ama, albay Ma-Lu-Jang'la bir sulh yapmaları gerekliydi. Çünkü, bu adama pek güvenemiyorlardı. Ondan, kendilerinin Uyırkın I rkaya kadar salimen varmalarını temin için bir söz almak istiyorlardı. Doğu Türkistanlılar dinlerine çok bağlı, birisi, Allah veya Hz. Pey­ gamberden bahsederek söze başlarsa, derhal inanıveren mütevekkil kim­ selerdir. İşte, albay Ma-Lu-Jang'ta bunu bildiği için, Kur'anı Kerime el basmak suretiyle, Türklerin isteğini yerine getirmiş ve arzu ettikleri sözü vermiş oldu! Ancak, albay Ma-Lu-Jang, kendisinin Kur'anı Kerime el basarak söz vermiş olmasının rahatlığı ile Elishan Tayci'den, silahlarının teslimini, on­ ları Uyırkın - Irkaya varınca tekrar vereceğini söylüyordu, Zira, kendi nokta-i nazarından bir tedbirdi bu ! Silahlar verildi. Bir iki göç konak­ ladıktan sonra atları da zaptetti. Türklere ağır yürüyüşlü hayvanlar bıra­ kıldı. Artık, albayın niyeti anlaşılmıştı, ama iş işten geçmişti. Bu mel-Un­ dan nasıl kurtulabileceklerdi .. Beş, altı göç ettikten sonra geride bırakmış olduğumuz Saydam ovasına geldik. (Burası .Sadim ovası şeklinde de tes­ miye olunur.) Saydam ovası, oldukça çayırlı, bataklık, kamışlı, sık çalı­ lıklı ve cingilli bir yerdi. Albay Ma-Lu-Jang, burada birkaç gün dinlene­ ceğimizi bildirdi. Albay Ma-Lu-Jang, Altın şökede Kur'anı Kerim üzerine yemin etti­ ğinde silahlan ve atları müsadere etmiyecekti. Bizlere hiçbir halel getir­ miyecekti. Halbuki Saydama geldiğimiz gün, Elishan Tayci, Koyşu Batır, ve müftü İdris hocayı zincire vurdu. Bunların haricinde onsekiz kişinin da­ ha tutuklanacağını ve bunlardan dört kişinin kurşuna dizileceğini ilan etti. O gün Saydam ovasında beklenmedik bir hadise oldu. Moğol taburu Çin ve Töngen (Çinli müslüman) taburlarını terk ederek 40 km. kadar ile­ ride kamp kurdu. Töngen taburuna komuta eden yarbay Kang-Lu-Jang da, Saydam ovasına 20 km. kadar uzaklıkta ve fakat, Moğol taburunun sağ cenah istikametinde kamp kurdu. Halbuki, her zaman bu üç tabur bir üçgen boyutun da Türkleri çembere alarak kamp kurarlardı. Türkler, bu.


- 5 2 --

na bir mana veremiyorlardı. Sonradan anlaşıldı ki, albay Ma-Lu-Jang, Türkleri silahtan ve atlardan arındırdıktan sonra, Moğol taburuna yağma ettirecekmiş. Fakat, yağmayı yasaklaması üzerine, talandan ganimet ala­ mayan Moğol askerlerinin komutanı, bundan böyle müşterek hareketten vaz geçtiğini, Türklerle ilgilenmiyeceğini, doğacak hadiselerden de kendisi­ nin sorumlu olamayacağını albaya tebliğ ederek ileri harekatına devam etmiş. Töngen taburunun komutanı ise koyu dindar bir zattı. Namazında, niyazında gözüküyordu . Kur'anı Kerime el bastığı için Türklere halel gelmesini istemiyor, huzur-u ilahide ahde vefasızlıktan kara yüz olmaktan korkuyordu. Zira, Albay Ma-Lu-Jang, Türkleri toptan imhaya emir aldı­ ğını, onları Saydam bataklığında gömeceğini bu iki komutana söylemişti. Aslında müstakil olan bu tabur komutanları, aralarında tam olarak anlaşamamışlardı. Mesela, Moğol taburunun komutanı, Türkleri kendi meselesi olarak görmüyor, ganimet verilmedikçe katliama iştirak etmi­ yeceğini söylüyordu. Töngan taburunun komutanı Kang-Lu-Jang i se, Kur'anı Kerimdeki parmak izlerinin yarın mahşerde kendisini ele vere­ ceğinden korkuyordu. Albay Ma-Lu-Jang, müstakil fakat, beraber hare­ ket etme statüsüne tabii olan bu komutanlara daha fazla israr etmedi. cBen, sizsiz de bu işi burada bitiririm.• Diyerek, onların ayrılmasından müteessir bile olmadı. Çünkü kuvvetli idi. 500 kişilik tam teçhizatlı ken­ di komutasında bir birliği vardı. Türkler silahsız, esir idiler. Üstelik baş­ ları ve ileri gelenleri zincirde vuruluydu. Ertesi sabah gün ışıyınca hepsini kurşuna dizerek, imha edeceğini subaylarına bildirdi ve gerekli emirleri verdi. Saydamada gök mavi, tabiat uyuyordu. Ara sıra esen rüz­ garla kamış hışırtısı bu uyuyan ovada duyulan tek sesdi. Albay, Ma-Lu­ Jang da bu kamış namesini dinliyerek çadırında uyumağa çalışıyordu. Fakat, albayın genç teğmenlerinden birisi uyumuyordu. Çok sinirli ve asabi görünüyor, nöbetçilere olur, olmaz çatıyordu. Bu, genç teğmen müs­ lüman bir Töngandı. Kalleşçe yapılacak bir katliamda masum insanların kanına elini bulamak istemiyordu. Çadırının ön ünde bağdaş kurarak o­ turdu. Bir sigara yaktı. Eli şakağında, gözleri sabit bir noktada öylece kalakaldı. Neden sonra nöbetçinin matrasından bir yudum su aldı. Ayağa kalktı. Onbeş yirmi adım ilerideki çalının dibinde abdest bozacaktı. Ça­ lıya kadar ilerledi. Karşı yamaçta ölüm uykusunda, biraz sonra kılıçtan geçecek olan dindaşlarının çadırları gözüne ilişti. Tüyleri ürperdi, irkildi, olduğu yerde kalakaldı. Bir ses kulağına geldi. Evet, yanılmamıştı. Bu bir ayak sesiydi. Gelen de bir Türk yiğidi idi . Kimbilir belki, zincirdekilerin birisine veya tutuklulara yiyecek götürüp dönüyor, olmalıydı. Genç teğ­ men, ayak sesine doğru yürüdü. Gecenin alaca karanlığında göz göze gel­ diler. Karşısında, ünöforma ile bir Çin subayı gören genç, birden irkildi. Sanki dizlerinin bağı çözülmüştü. Acaba, bir kabahet mi işlemişti ? Gene; teğmen, korkma benden ; dedi. Ve ilave etti . cSen ben im dilimi a rı l n rmı-


. 53 -s ı ı ı ?• Evet, Türk yiğidi Çinçe biliyordu. Evet anlamında başını salladı.

lienç teğmen devam etti: «Kulağını aç, s(;)yliyeceklerimi iyi dinle. Ay, he­

ı ı iiz doğmadı, ama biraz sonra doğacak ve sizler de ayın doğması ile bir-

1 i kte yok olacaksınız. Öleceksiniz. Kılıçtan geçirecekler sizi. Git, adam­

larına haber ver. Durmayın kaçın, birşeyler yapın. Beni de görmemiş ol.

Şayet, bana birşey olursa, yarın huzur-u mahşerde şehadet et .. • Türk yi­ ğidi, olduğu yerde donmuştu, sanki. Karşısındaki "subayın çoktan gitmiş

olduğunu neden sonra anladı. Büyük bir heyecan korku ile karışık bede­

ı ı i ni sarmıştı. Can havli ile koştu. Çadırlara ulaştı. Doğru Elishan Tayci­ n i n kardeşi Koca Akına gitti.

Çok cesur ve cengevar Koca Akın'a haberi

verdi. Derler ki, Saydam ovasında albayın Ma-Lu-Jang'ın askerlerinden

bir kişi kurtuldu ve Şinhay istikametine at sürdü. Acaba, genç müslüman teğmen miydi, bu ? . . . Koca Akın, bu soğuk haberi çok sakin ve soğuk kanlılıkla karşıladı.

•Ya, öyle mi ? • demekten kendini alamadı. Bir an düşündü. Derinlere dal­ dı. Elde silah, altta at yoktu. Neyle nasıl karşı koyacaklardı. Kapana kıs­

tırılan aslan misalı çaresiz birkaç dakika öylece bağdaş kurduğu gibi kal­ dı. Sonra, birden ayağa fırladı. Yanındaki genç yiğide, tez Sabırbay, An­

galbay, Savutbay, Beksultan ve Kobdabay Sofu'ya haber sal, mümkün ol­ duğu kadar hiç kimseye gözükmeden ve teker teker benim çadırıma gel­ sin.

O, gece Koca Akın'ın çadırı heyecanlı ve tarihi günlerden birisini

daha yaşıyordu. Toplanan bu beğler biraz sonra bir karara varacaklar, on­ ların kaderlerini tayin edeceklerdi. Aralarında bu durum tartışıldıktan

sonra, eli gereç tutan her erkeğin, ellerine

geçirebildiği, balta,

kürek,

kazma, keser, bıçak, sopa, taş gibi vurmaya yarayan ne bulurlarsa, biraz ilerideki kum höyüklerinin gerisindeki çalılıklara gizlice ve hiç ses çı­ karmadan toplanılacaktı.

Kısa bir zaman sonra, çalılık ana, baba günü oldu. Yiğitler ellerine

geçirebildikleri kadar gereçlerle toplandılar. Bu arada, tekrar bir durum muhasebesi yapıldı. Yiğitlerin bazıları:

"···

Biz bu hareketi yaparız. Bun­

dan korkmuyoruz. Ölürsek şehitiz. Şanımıza yaraşır bir şekilde öldüğü­ müze inanacağız. Ancak, zincirde vurulu bulunan yiğit

Elishan Tayci,

cengaver Koyçu Batır ve aksakallı, körkemli ulema İdris müftü ne ola­

cak ? . » « Bu hareketimizle, onların diri diri ölmelerine sebep olmıyacak mıyız? . . • Bu durum karşısında, olaydan .

Elishan Tayci ve arkadaşları­

nın haberdar edilmesi kararlaştırıldı. Eğer, Elishan bu eylemi olumlu kar­

�ılarsa, habercinin bileğine imzasını atacak ve mühürünü

basacaktı . . .

l<'akat, haberi kim götürecekti. O gece bir şans eseri albay Ma-Lu-Jang,

zi nci rdekilere ancak; hanımlarının yemek götürebileceğini ve onlardan

lıa�ka k i mse n in görüştürülmiyeceğini tamim etmişti. İşte, Elishan Tayci­ ı ı i ıı

h a n ı m ı , ona yPmek götürmek üzere hazırlanıyordu.

Durum bütün

ı;ı p l a k l ı ğ ı i le> h a n ı m a a n l a t ı l d ı . Hanımı da Elishan Tayciye iletti. Elishan


- 54

- ·

Tayci, «Zincirde böyle esir olmaktansa, atalarıma layik bir şekilde ölmek

i stiyorum. Belki ben, bu zincirde ölebilirim. Ama, ırkım hür olmalıdır. Ne bahasına olursa, olsun, bu hareketi yapsınlar. Gazaları mübarek olsun..

.

»

Uzat elini, dedi ve imzası ile mühürünü çok sevgili evdeşinin bileğine bas­ tı. Hanım, büyük bir heyecan ile korkunun endişesini bütün benliğinde

taşıyordu. Çalılığa, bileğindeki işareti göstermeğe ve Elishan

Taycinin

mesajını vermeğe geldiği zaman, sapsan bir yüz, dermansız bir bedenden ibaretti. . .

O gece çalılığa gelebilen sadece iki yüz kadar cengaverdi. Kimi, sap­

sız bir kürek, kimi kırık saplı bir kazma, kimi bir saldırma, kimisi de so­

pa ve taş taşıyordu . . . Koca Akın tedbirli adamdı. Albay Ma-Lu-Jang, si­

lahları müsadere ettiği zaman, bir mavzeri etlerin arasında saklam� ştı. Çadırlarda bu kıpırdanmalar olurken albay Ma-Lu-Jang ve askerleri nö­

betçilerin dışında derin bir uykudaydı. Fakat, umulmadık birşey oldu. Bir

manga asker uygun adamlarla bizim çadırlarımıza doğru yürüyordu. Yok­

sa, katliam başladı mı, veya yeni birisini mi, tutuklıyacaktı ! .. Manga, doğ­ ru Koca Akın'ın çadırının yanında durdu. Ve çadırı çembere alarak göz altına aldı. Halbuki herkes, Koca Akın'ı çalılıklarda bekliyor,

silahını

getirecek ümidiyle sevinçliydiler! .. Bu durum karşısında yapılacak baskın

hareketinin bütün s·orumluluğunu ve emir komutasını Angalbay üzerine

aldı. İlk iş olarak Angalbay, Koca Akın'la irtibat kurmağa çalışacak ve

çadırına kadar gidecekti. Angalbay, büyük bir gizlilikle, sürüne sürüne Koca Akın'ın çadırına girmeyi başarmıştı. Koca Akın'a ne olursa, olsun, bu

harekete katılmasını istedi. Zira, Koca Akın gibi namlı bir mücahidiiı ara­ larında bulunması ve silahlı olması onlara güç ve kudret kaynağı olacak­

tı. Koca Akın, ilk fırsatta, çalılığa geleceğini ve savaşa katılacağını, fakat

şu melun nöbetçileri atlatmasının şart olduğunu söyledi. Angalbay, aynı

gizlilikle çalılıktaki arkadaşlarının yanına geldi ve ilk fırsatta Koca Akın'­ nın kendilerine iştirak edeceğini bildirdi.

Koca Akın gerçekten bir saat kadar sonra, çalılığa gelmeyi başarmış­

tı. Onun gelmesi, büyük bir sevinç yarattı. Silahıda yanında idi.

O, gür

sesiyle, •Arkadaşlar gazanız mübarek olsun. Birbirler,inizle helallaşın. İna­ nıyorum ki, zafer bizim olacak. Çünkü, Allah bizimledir." Dedi.

İkiyüz cengaver, derhal abdest alarak, Süleyman ve Rakki Hocaları­

nın gerisinde saf durduk. Allah'a dua ettik. Sonra, şehadet namazlarımız kılındı. Boynumuza işaret olmak üzere birer beyaz mendil veya bez bağ­ ladık. Herkes, kanının son damlasına kadar savaşacağına and içti.

Saydam ovası, Ağustos ayının son sıcak gecelerinden birini yaşıyordu.

Kamış ve çalılıkları okşayıp geçen kır rüzgarları, bu ovaya serinlik geti­ ren tek unsurlardı. Gece yarısını çoktan geçmiş nerede ise, tan yeri ağa­

racaktı. Saydam suyu kenarında 50 kadar çadır son uykularında idiler.

Yorgun nöbetçiler titrek ve ürkek adımlarla çadırların etrafını dolaşı-


yorl a rd ı . Albay Ma-Lu-Jang'ın komuta çadırı ise en

azından on kadar

a sker tarafında korunduğu belli idi. Aldığımız talimata göre, ilk hedefte komutan çadırını basacaktık.

Çünkü, bu çadırın yok olması,

askerleri

moralman çökertecekti. Bir kolumuz da, ilk hamlede zincirde vurulu bu1 unan Elishan Tayci ve arkadaşlarını kurtaracaktı. Sabahın saat

4 den

sonra, alaca karanlıkta, ellerimizde, balta, kürek, kazma, çekiç, sopa, taş vs. olduğu halde, Allah Allah nidalan ile saldırıya geçtik. Saydamsuyu,

yaratıldığından bu yana, belki de böyle inanılmaz bir sahneye şahit olu­ yordu. Korkunç çığlıklar, vaveylalar, Allah

Allah sesleri arasında ovayı

çınlatıyordu. Her çadıra ayrılan yiğitler, çadırların iplerini kesmek, ka­

zıklarını sökmek suretiyle Üzerlerine yıktılar. Dışarıdaki nöbetçiler ise, yer yer müsademe mukavemetine gayret ediyorlardı.

Üzerine çadırları

yıkılan askerler ağa düşen balık misalı oynamaktan başka çare bulamı­

yorlardı. Yiğitlerimiz de ellerindeki gereçleri var güçleri ile vuruyorlardı.

Büyük bir ölüm kalım mücadelesi başlamıştı. Bir kaç saat süren bu çatış­

macl.a, albay Ma-Lu-Jang ve askerleri çadırların altında birer ceset, et yığını haline gelmişlerdi. Elishan Tayci, İdris müftü kurtarılmış, fakat Koyşu Batır kurtarılamamıştı. O, ölüm kalım savaşında şehadet şerbetini i çmişti .

Ama, zafer de kazanılmıştı. Yapılan tadatta Koyçu Batır başta olmak

üzere Nurpeyis, Muaviye, Bıloya ve Mennan gibi kahramanlarla birlikte . onbir kişi şehit olmuş, Angalbay, Sadık Ay, Tulumhan ve Ramazan bey­

lerde yaralı idiler. Fakat, savaş bununlada bitmemişti. Baskın sırasında

kurtulabilen bir asker 1 5 km. ilerideki yarbay Kang-Lu-Jang'a haber ver­ mişti. Oda Moğol taburuna haber saldı. Her iki tabur albay Ma-Lu-Jang'a

yardım etmek üzere yola çıkmıştı. Bizim bundan haberimiz yoktu. Çoluk­

çocukları toplayıp tekrar Altınşöke'ye doğru yola çıkarmıştık. Birden do­

ğu tarafımızdan bir askeri birliğin hızla üzerimize geldiğini gördük. Ge­ lenlerin Moğol ve Çin (Töngan) taburu olduğunu derhal anlamıştık. Burada

da talihsizlik devam ediyordu. Elimizde silah yoktu. Baskında ele geçen si­ lahlar karmakarışıktı. Biri, tüfeği almış, biri de mermileri alıp gitmişti. Ba­ zılarının da mekanizmaları düşmüştü. Henüz gecenin heyecanı üzerimizde idi. Ani, hücum karşısında derhal mukabele etmek her ne kadar müm­ kün olmadı isede, kendimizi çabuk toparladık ve savaş düzeni aldık. Yer

yer mevzilenerek ateş etmeğe çalışıyorduk. Fakat gelenlerin nizami ve tam teçhizatlı askerler oluşu, bizlerin fazla zayiat vermemize sebep olu­ yordu. Bilhassa makineli tüfekler

kırılmamızda ve telef olmamızda rol

oynadı. Bununla beraber çok seri hareket ediyorduk . Düşman hücumunu yer

yer püskürtmeyi başarmıştık. Ancak, göç halindeki kafileye dalan

askerler, savunmasız çoluk, çocuk ve ihtiyarlardan

yüzlercesinin şehit

olmasına sebep oldu. Yüzelli kadar da çoluk, çocuk esir almışlardı. Yiğit­ l erimiz inanılmaz bir savaş veriyor, güçlü ve plfınlı

düşman taarruzuna


- 56 göğüslerini siper ederek, cansiperane vuruşuyorlardı. Bu ölüm kalım mücadelesi o gün akşama kadar devam etti. Müdafaa savaşı veren bizler, kademe kademe çekilerek dar bir vadiye girdik. Gerimize artçı güçler bırakarak vadi boyunca ilerledik. Düşman her ne kadar üstün ise de albay Ma-Lu-Jang'ın akibetini görerek moralman çökmüş ve takip etmek cesa­ retini de gösterememişti. Kurtulduğumuzdan dört, beş konakladıktan sonra, albay Ma-Lu­ Jang'la andlaştığımız ve Kur'anı Kerim üzerine el bastığımız Altınşöke'­ ye ulaştık. Perişan, yorgun, ızdıraplı, unutulması mümkün olmıyan acı­ larla birlikte buraya gelmiştik. Acaba sonumuz ne olacaktı, nereye ve nasıl kurtulacaktık. Bu, şimdilik bizim meçhulumuzdu. Moğol ve Çin (Töngan ) taburu da bizlerden talan ettikleri ganimet ve esirlerle birlikte eyalet merkezi Şinhay'a ulaşmış, durumdan General Ma­ Pu-Pang'a rapor verdiğini sonradan öğrenmiştik. Bu olaydan sonra anlaşıldıki, artık Kansu'da durmak, oraya varmak şöyle dursun , bir an önce bu uğursuz beldeyi terk etmek gerekliydi. Bir ay kadar Altınşöke'de dinlenip kendimize geldikten sonra, eski göç isti­ kameti olan Tibete doğru yola koyulduk, dünyanın damına tırmanacaktık. Altınşöke'yi terk ettiğimiz zaman, sonbahar bütün özelliği ile buraya gel­ mişti. Otlar sararmağa, ağaçlar solmağa, hazan yapraklan dökülmeğe, tabiat bir türlü olmağa başlamıştı. Sanki, bizim gitmemize üzülen bir hali vardı. Büyük bir hüzün bu­ rayı kaplamıştı. Eylül yağmurları şıkır şıkır yağmakta, bazen fırtına ve şimal rüzgarlan getirmekteydi. 1939 yılının eylül ayının son günleri idi. Havalar, birden bire ılıdı . Yağmurlar kesildi, şimal rüzgarı da artık es­ miyordu. Göçe başlamak için, bize yol veren bir iklimdi. Bütün kafileler, tam hazırlıklannı yapmış ve yola çıkmak için sabırsızlanıyorlardı. Bir sabah, Altınşöke'yi silik bir sisin gerisinde bırakarak veda ettik. Hiç dur­ madan bir ay yol aldık. Atlarımız, develerimiz semizdi. Bizleri, taşıyabi­ lecek ve mutlu bir sona götürecek güçte idiler. Ekim ayının sonunda Ti­ bet'in ilk sınır kenti olan Nakşa'nın yanında idik. Yeşilliklere, ormanlara, akarsu şınltılarına alışık olan bizler için, artık tabiat birden değişmişti. Yeşilliklerin yerini, karlar, ormanların yerini kum tepecikleri, taş höyük­ leri, kuşların .cıvıltılarını, akarsu şırıltılarını artık duyamıyor, kulakları­ mıza bozkırın kendine has rüzgarlarının uğultuları geliyordu. Bir garip­ lik içimize çökmüştü. Hele, hayvanlarımız için bu yaban toprakları çok yoz gelmişti. Asil atlar ve develer otlamıyor, hep geriye, geldiği istikamete bakarak daus sılaya hasret, gözlerinden yaş akıttıklarına şahit oluyor­ duk. Bazen, filancanın devesi veya filancanın meşhur küheylan atı kaçtı, peşine takılmışlar ama yetişememişler gibi haberler her gün aldığımız olağan söylentiler arasındaydı. Nakşa, Lasaya bağlı, yani, Dalay Lama'nın idaresindeki bir kentti.


- 57

·-

�eh i rde bir askeri birlikle, kendine göre bir de emniyet ekibi vardı. Nak­

�anın idarecileri, bizlerden nereye, niçin geldiğimizi,

neden göç etmekte

ol duğumuzu, sorup soruşturdu. Bizler de, Çin mezaliminden kaçan müslü­ rnan Türkler olduğumuzu, hür dünyaya ve oradanda Türkiyeye gitmeyi

arzuladığımızı, bunun içinde Tibet'i geçerek Hindistana iltica etmek iste­ diğimizi anlattık. Tibetliler, bu kış kıyamette, çoluk çocuklu, onbin kadar

müsellah bir topluluğun

dünyanın

damına çıkmalarına

bir türlü akıl

erdiremiyorlar, şaşırıyorlardı. Bizlerde, bir an evvel topraklarından serbestçe geçebilmemiz için ge­

rekli izini talep ediyor ve durumumuzdan da Dalay Lama'mn haberder

edilmesini arzu ediyorduk. Bu durum karşısında Nakşa idarecileri, silah­ larımızı teslim etmemizi, ancak ondan sonra,

merkezi hükümete haber

vereceklerini ve oradan gelecek cevaba göre hareket edec rklerini bildir-. diler. Bizler de, Nakşa idarecilerinin isteklerini yerine getirmiş olmak için, av tüfeği. gibi kırık çıkık işe yaramıyan ne kadar silah cinsi varsa gös­ termelik olarak teslim ettik. Zaten,

General Ma-Pu-Pang'ın verdiği av

tüfekleri ağırlık olmaktan başka bir işe yaramıyordu. Böylece, Lasa'dan

gelecek cevabı beklemek üzere Elishan Tayci ve arkadaşları üç ay kadar

Nakşa'da durakladılar.

* **

Yukarıda General Ma-Pu-Pang'ın değişen politikası karşısında, Do­

laşan'daki Elis Han Tayci'nin evinde bir gizli toplantı yapıldığını ve o toplantıda alınan karar gereğince, Elis Han Tayci ve arkadaşlarının ön­ celikle göç ederek yola çıktıklarını,

bu göçün sonunda başlarına gelen

musibetleri daha önceleri anlatmıştık. Elis Han Taycinin göç kafilesinin Saydam ovasında uğradığı felaket

ve albay Ma-Lu-Jang'ın birliği ile birlikte, Türkler tarafından imha edi­

l i şi, hala Kansu'da yaşayan Türkler arasında hem kıvança ve hem de ta­

saya vesile oldu.

Çünkü, General Ma-Pu-Pang'ın intikam alma hissinin

uyanması beklenebilirdi. Artık, Kansu'daki Türklerin de burada durma­ ları beyhude idi. Madem ki, Elishan Tayci ve arkadaşları Altınşöke'den

göç etmişlerdi. Onlarda, onun izinden göç etmeli idiler.

Bir gün Zayıf

Tayci, Sekey Şanya, Alimbek, Nurgalam, .Azam Molla, Ahmet Sayın, Ka­ ri Bekir, Muhammedi, Alpıs Tayci, Aksakal Şerikbay, Hakaşa Molla, Ka­

ra Molla, Kayısbay Pehlivan, Tokay Kabibayoğlu, Kuşvut, Mütellap, Jılkışı,

Alkan, Davutbay, Abdeş Molla, Boğdabay, Balgazi, Yusuf Akın, Ibray­ kan, Tobacan, Mardan Ökürday, İstanbul Zengi, Kalibay, Sarkıt, Irkıt­

bay, Avacan , Tükti Ayak, Nurpike, Rakdıl, Mukay, Hasan Batır, Karmıs, Köşikey, İzbayır Baksı, Cakay Molla, Şakbakbay, Muhammedi

İsa, gibi

boy ve oymak beylerini bir toplantıya çağırdı. Altanşöke'deki Türklerin


- - !58 --içinde bulundukları eylül ayında göçe başlıyacakları haberlerinin geldiği, bu itibarla kendilerinin nasıl ve ne yapacakları konusu uzun uzadıya tar­ tışıldı. Sonunda, Altinşöke'ye ve oradan da Nakşaya ulaşan Elis Han Tay­ cinin izinden göçe koyulmağa karar kılındı.

1939 yılının eylül ayında Zayıf Tayci ve arkadaşları

Dolanşandan

(Kansu) yola çıktı. Mübarek Ramazan şerifte gelmişti. Ramazanın ilk sa­

huruna büyük bir

heyecanla kalkıldı.

Sahurdan sonra düzlükte topla­

nıldı ve hep beraber huşu içerisinde sabah namazı eda edildi. Namazdan sonra, Ulu Allah'a yalvarıldı. Dualar edildi. Mutlu bir sonuça ulaşmamız için niyazda bulunuldu.

Dolanşanı terk edişimizin onuncu günü Saydam ovasına vardık. Fa­

kat, bir askeri birliğin peşimizde olduğu haberini aldık. · Gelen Çin tabu­

runu Hamza Zalin komutasındaki savaşçılarımız karşıladı. Gün boyunca Saydam ovasında çarpışmalar devam etti.

Fakat, Çinliler daha önceleri

bu ovada başlarına gelenleri bildikleri için pek ürkek ve uzaktan döğü­ şüyorlardı. Akşam üzeri,

düşmanı

Hamza Zalın komutasındaki savaş­

çılarımız püskürtmeyi başarmışlardı. Ama, Tüye Kulak Hatırla onbir kişi de şehit vermişlerdi. Bu olaydan zaferle çıkan kafilemiz dört, beş konak­

ladıktan sonra Altınşöke'ye ulaştık. Bizden önceki kafilelerin birkaç de­

fa gelip, geri döndükleri ve sonradan da ileriye gittikleri bu ırmak, bite­ viye akıp duruyordu .

Suyunun her yuvarlanışında sanki, bizim kader çizgilerimiz görünür

gibi oluyordu. Altınşöke'den 1 50 km. kadar yol aldıktan sonra Tibet sını­

rına yaklaşmıştık. Birden bir Çin süvari birliğinin takip etmekte oldu­ ğunu haber aldık. Sekizbin kişi kadar idik. Ancak, bunlardan 2500 kadarı

Zayıf Teyci ve Şerikbay'ın Komutasında eli silah tutan mücahitlerdi. Ti­ bette tabiat şartlan çok ağırdı, rakım yüksekti. İklim değişikliği

bizlere çok ağır gelmişti.

Bir taraftan düşmanla

karşılaşmak bu şartlar altında umulmadık bir talihsizlikti.

Gerçi, düş­

manımız da tabiat şartlarından muhakkak ki, şikayetçi idiler. Ama, onların çoluk, çocukları yoktu . . . Tibette, rakımın

yüksekliğinden dolayı görülen

bir hastalık var, . ıs,. adını verdiğimiz bu hastalık, canlıların aniden ba­

lon gibi şişmesine ve ağzından kan gelerek ölmesine sebep oluyordu. Bu

hastalık, insanları olduğu kadar hayvanlarımızı da kırıyordu. Mücahitle­

rimizin bir çoğu hasta idi. Bu durumda düşmanla çarpışmak çok zor ola­ caktı. Ama, ne olursa, olsun teslim olacak değildik ya. . . Is'tan kurtulma·

nın ve yakalanmamanın tek çaresi, yerli hayvanların etini yiyip, çorba­ sını içmekti. Hastalığa yakalandıktan sonra,

insan idrari içmekte fayda

veriyordu. İşte, bu şartlar altında düşman baskınına uğramamız çok feci idi. Hasta ve dermansız mücahitlerimiz iki gün, iki gece düşmanla kıya­

sıya bir savaş verdiler. Üstün savunma ve cansiperane gösterilen kahra­

manlık karşısında düşman selameti kaçmada buldu, bozguna uğradı. Fa-


59

kat, mücahitlerimiz at sırtında oturamıyacak kadar dermansız oldukla­ rından düşmanı teslim alıp, tam imha edemediler.

Zaten, 1500 kadarı da

şehit olmuşlardı. Beş altıyüz kişi kadar da esir vermiştik. Şüphesiz düş­

manda çok ağır kayıplar vermişti. Fakat, esirleri daha savaşın birinci gü­ nünde aldığı için ve çoğunluğunu da savunmasız kimseler teşkil ettiğin­ den onları her halde geriye sevk etmiş olmalıydı.

Köksegen, üç çocuğu

ile İzbayır Baksı'nın bu savaşta kayıp olmalan ve bütün varlığı ile milli

mücadeleye güç veren Kalibayın üç oğlu ile şehit olması bizleri çok üzen ve unutulması mümkün olmıyan bir olaydır.

Düşman baskınından kurtulduktan yirmi gün sonra, Nakşa'ya ulaştık.

Bizden evvel gelen Elis Han Tayci ve arkadaşlarına kavuştuk. Nakşa ida­ recileri, bizlere de bizden evvelkilere tatbik ettikleri muameleyi tekrar­ ladılar. Ve Lasadan gelecek izni beklemek üzere i stirahate çekildik. Nakşada kaldığımız müddetçe yerli halk tarafından

başladık. Tibet'te dişe kürdan olacak kadar ağaç yoktur.

zulüm görmeğe Yakıt elemanı

olarak hayvan tezeği ve kerme yakmak gerekiyordu. Bu malzemeler de an­

cak, hayvanların otladıkları yerlerden toplanırdı . Kırlardan bu gibi ya­

kacak malzemelerini toplamağa çıkan çoluk çocuklar yerli çoban ve sığırt­ maçların tecavüzüne uğruyor, bazen ölüm hadisesi vuku buluyordu. Ala­ kalı mercilere müracaat ettiğimizde, kulak bile asmıyorlardı. Bizleri, hor görüyor, kendi yerli halkını daima haklı çıkarıyordu. Bizler, aslında on­

lardan kuvvet olarak üstündük. Fakat, bir hadiseye meydan vermemeğe

çok dikkat ediyor, bir an evvel gelecek müsaade ile buradan sıvışıp git­ mek istiyorduk. Böylece Nakşa'da iki buçuk ay kadar geçmişti. Bir gün

Nakşanın kombosu (mülki amiri ) çıkageldi. Lasa'dan haber geldiğini, fa­ kat bu haberin menfi olduğunu ve gelen tamimi Dalay Lama adına oku­

yarak tebliğ edeceğini bildirdi. Dalay Lama'nın bu husustaki emri şöyle idi :

1. 2.

Derhal toprağımızı terk edecek ve geri döneceksiniz.

Eğer, Hindistana gitmek istiyorsanız, tekrar Doğu Türkistana dö­

necek ve kendi hududunuzdan Keşmir'e ulaşan yolla gireceksiniz.

3.

Toprağımızı bizim askerlerimizin refaketinde terk edeceksiniz ve

toprağımızdan çıktığınızda, müsadere edilen silahlarınız iade edilecektir, diyordu.

Lasa'dan gelen bu cevap üzerine ertesi günü geldiğimiz yoldan geri­ ye dönmek üzere yola çıktık. Bir gün konakladıktan sonra, kuzeye doğru yol almakta olan göçÜmüz, bu defa, Tibetlilerin verdiği istikametin aksi­ ne, kuzey batı istikametine doğru yön verdik. Askerlerin hilafına ket ettiğimiz için

hare­

bu kerre Tibetli askerler silah zoru ile bizi, tekrar

eski kuzey yönüne salmağa çalıştı. Bu durum karşısında silaha sarılmaktan başka çaremiz kalmamıştı.

Bütiin b i r gün devam eden çarpışmalarda Tibetli askerlerin komutan-


- 60 !arından bir ikisinin ölmesi üzerine savaşı terk ettiler. Zaten, Tibetliler

savaş tekniğini pek iyi bilmedikleri gibi, cesur yaradılışlı da değillerdi. O

günkü savaşta bizden hiç kimsenin burnu bile kanamadı. Ertesi, günü bi­ zi takip etmek cesaretini gösteren

Tibetliler bir taarruz

düzenlediler.

Kafilenin arka kısmına saldırıyorlardı. Müdafaasız ve sivil halka saldırı­ yor, kaçamak döğüşüyorlardı. Otuz kadar silahsız kimseleri şehit ederek, kaçtılar . Bizde yolumuza devam ettik.

Tibet'te Geçen Günler Bir taraftan soğuk, ağır tabiat şartaları, açlık, hastalık, diğer taraf­

tan da gerek askeri ve gerekse sivil Tibetlilerin baskın ve saldırıları bi­ zim için zorlu günler olmuştu. Batılıların hoşgörü sahibi olarak tanıdık­ ları Tibetliler, hiçte öyle değillerdi. Tibetlilerin bu şekilde

davranışları,

bizim tepkimizle karşılaştı. Yaşamak için öldürmek şarttı. Bu tabiatın en

basit yaşama kaidesiydi . Açlığı, hastalığı yenmek ve dünyanın damı olan

Himalayaları aşmak, ancak yerli Tibetlilerin bütün gıda maddelerinden faydalanmakla mümkün olacaktı. baş vurmamız kaçınılmaz olmuştu.

Bunun için de, ister istemez kuvvete Çünkü, Tibetliler ne satıyorlar, ne

alıyorlar ve ne de veriyorlardı. En basit insanlık duygusu olari yardımlaş­ madan bile mahrumdular. Halbuki, Buda, düşkünlere, yoksullara, yolcu­

lara yardım öneriyor, insanların karşılıklı yardımlaşmalarını sağlık veri­ yordu. Tibetliler, belki de Buda'nın bu sözlerinden hala lerdi. Zira, bizleri talan etmeğe kalkıştılar.

haberdar değil­

Bizde, talan ve yağmaya uğ­

ramamak için zora baş vurmağa mecbur oluyorduk. Günlerce, aylarca soğukta, fırtınada, karda, borada yol alarak Hima­

laya eteğindeki Gök özene (Gök nehir veya Tenri nehiri) ölüm - yitimle bir yıl sonra ulaştık.

Tibetteki çektiğimiz müsibetler daha Kansuda iken başlamıştı. Biz­

lerle kader birliği yapan ve ana yurttan Kansuya kadar gelen birçok mil­

liyetçi boy ve oymak beğleri, Kansu'da düşman işgalinde kalmışlardı. Bu beğler, Nurgali, Sultan Şerif Teyci, Hüseyin Teyci, Salahaddin, Ebubekir (Karakulak) Kasım Batır, Altınbay, Ayımbet, Atçıbay, Mağacan Şanya,

Adubay, Tonguçbay, İsmail Zalin, ve Ebul Hayır Zalin gibi kimselerdi.

Beş bin kişilik bir kafile ile birlikte, kalmışlardı. Sonradan aldığımız ha­ . berlere göre bu kimselerin akibetleri şöyle idi: Salahaddin beğin 1951 yılında

Kansu'da Kanambal

denilen yerde

hayatta olduğunu, Tonguçbay, Nurgali, Kasım Batır, Altınbay ve Atşıbay

beğlerin General Ma-Pu-Pang tarafından öldürüldüğünü, Ebul Hayır Za­

lin de hayatta olduğunu, Adubay beğinde tekrar Doğu Türkistandaki eski

yurduna döndüğünü ve kendi eceli ile vefat ettiğini biliyoruz. Sultan Şe­

r i f Teyci ile Hi'ısey i ıı Tl'yci, 1951 yılında Doğu Türkistandan tekrar yola çı-


- 61

-

·

kıı rn k 1 954 yılında Türkiyeye geldi. Sultan Şerif Teyci Türkiye'ye geldiği

y ılda, Hüseyin Teyci de 1967 de İstanbulda vefat ettiler. Kansu da bu ırk­ da�larımızın kalışı bizler için unutulmaz acı olmuştu. ( * ) Mesela, kimi kar­ deşinden, kimi arkadaşından, kimi de en yakın akrabalarından ayrılmıştı. Bazılarının çocukları kaldığı gibi, bazılarının da ana, babaları kalmıştı. Da­ ha sonraları da bu gibi olaylara sık, sık rasladık. Mesela, Saydam olayında, Sabırbay Zalin ve Yusuf Akın bin kişilik bir kafile ile yollarını şaşırarak

kaybolmuşlardı. Sonradan gelen haberlere göre, Sabirbay Zalin'ın 1951 yı­ lında Barköl'de sağ olduğunu, Yusuf Akın'ın da tekrar bizim peşimizden Keşmir'e kadar geldiğini, fakat, Doğu

Türkistana

vardığını

Hindistanlılarca geri

haber

aldık.

Diğer

çevrildiği için

adları

geçen zatlar

hakkında tam mufassal bilgimiz yoktur. Ne varki, onların da hala oralar­ da olduklarına emin bulunmaktayız. Kendileri belki bu dünyadan göç­ müş olabilirler, fakat nesilleri yaşıyor olmalıdır . . . Nakşa'da da kalanlar ve kaybolanlar olmuştu.

Karibay,

Sağındık,

Kunanbay, Abdül Kuyyum, ve Merkit Sadvakkas gibi kimseler 51 kişilik bir gurupla kaybolmuşlardı. Bunların kayıp oluş nedenleri, açlık, hasta­ lık, yorgunluk ve binek hayvanlarının olmayışları i di. Hatta, Tibetle Çin hududu arasında bizim göçten seyip kalan Kobdabay Sofu (İsmail Sofu) ve Raki Molla, onbir yıl burada yaşamışlar, 1951 yılındaki son göçle bu­ laşarak Hindistana gelmişlerdir. Raki Molla Medine'de,

1972 de İstanbulda vefat etmiştir.

Kobdabay Sofu

Biz, bu gibi manevi acılarla mücadele ederken, Tibetin tabiat şartları çok

zorluk

veriyordu.

Hayvanların

ıçın

otlak,

insanların

ıçın yi­

yecek ve mahrukat sıkıntısı baş göstermişti. Tibetin, ucsuz bucaksız pla­ tozu kar ve buzla kaplı idi. Toprağın derinliğine kadar işleyen don, metre­ lerce kalınlık teşkil etmekteydi. Öyle ki, bir iki metrelik bir mezarı kaz­ mak için günlerce uğraşır, yorulur bırakırdık. Sanki, toprağı kazmıyorduk

ta, mermer bloklarına balta sallıyorduk.

Bu durumda buzları çözmek için yapılacak tek çare toplıyabildiğimiz tezeklerle günlerce ateş yakmak ve yumuşayan toprağı kademe, kademe kazmaktı. Böyle kazılan bir

mezara iki veya üç kişiyi de gömdüğümüz

oluyordu. Bu gibi cenaze gömme olayının günlerce sürdüğünü hala ha­ tırlıyoruz.

Bu meyanda bizlere unutulmaz acılar bırakacak kimselerin

ölümü büyük bir elemeli. Bizleri Türkiyeye getirmek veya hür dünyaya ulaştırmak için canlarını dişlerine takan fedakar ve cefakar liderlerimi­ zin aramızdan ayrılışları ayrı bir keder, ayrı bir elem, yüreğimizde dü(•)

Kansu'da Tönganlarca esir alınan ırkdaşlarımızdan Sarıoğlu Abdullah adın­ daki bir genç Suudi Arabistan'a gelmeyi başarmıştı. Suudi Arabistan emni­ yl'l teşkilatında üst makamlarda görev alan bu zat, bugün Mekke'de yaşa­ ınuktndır. ( i l . B . Ciııyrc>tullah)


- O:! -

ğümlenen

birer buruk acıydılar. Bunlardan Zayif Tayci, Sekey Şanya

ve J ılkı şı gibi kimseler, bu buzulların kucağında ebedi uykularına dalmış­ lardı. Zayıf Tayci, Barköl'den yola çıktığı zaman ölürse şehit, kalırsa gazi olacağını biliyor ve bu inançla dünyanın damını Çin vahşetinden kurtul­

mak için arşınlıyordu. O'nu, boralı, fırtınalı, tipili, karlı, ayazlı günlerde bir tepeciğin üstünde veya kafilenin gerisinde seyip kalan hayvanları, yor­

gun ölüm yolcularını önüne katarak gelirken görenler, yüzünde acı bir

burukluğun izini bulur, ufuklara dikilen gözlerinden, peşine taktığı ve ka­ derini kendisine bağladığı bu kahraman, fakat yol yordam bilmez hal­ kının geleceğini okurlardı. Zayıf Teyci, artık Tibet'in bu buzul cehenne­ minde neşesini kaybetmiş, durgun ve fakat iradeli, inatla ileriye atılan, peşine taktığı milletini bir selamet yere ulaştırmanın ihtirasını benliğinde duyan haliyle, hala milletin tek umud kaynağı idı.

•Is•

bütün sinsiliği ile

kafileye ölüm saçıyordu. Mollalar biraz evvel daha birkaç şehiti ebedi istirahatgahlarına tevdi etmişler, kederli kardeşlerini teselli ediyorlardı ! . . Cılız, yarı sönük bir ateş, boğucu bir duman çıkararak kosı ısıtmağa çalışıyordu. Isıtmasından ziyade çıkardığı ıslak tezek dumanı

genizlere

girerek nefes borularında düğümleniyordu. Azam Molla, Şakbakbay Aksa­ kal, Hakaşa Molla ve Şerikbay beğ, bu kosın içinde biraz evvel buz yığın­

larına gömdükleri şehitler için fatihalar okuyordu.

Bir yayanın karda yürüyen hışırtılı ayak sesleri gittikçe hızlanarak

kulakla rın a kadar çarpıyordu. Ayak sesinin titrek ve adımlarının ürkek olması, Hakaşa Mollayı heyecanlandırdı. Yoksa, birileri daha öldü mü! ..

Yaya, nefes nefese kosın eşiğini kaldırdı ve ağzında gevelediği, boğazında düğümlediği, söylemek istediği fakat, söylemekte güçlük çektiği o meşum haberi hıçkırıkla karışık Mollaya verdi.

Tayci . . . Tayci . . .

Zayıf. . . çok . . .

ağır!.. Sizleri, istiyor, dedikten sonra olduğu yerde yığılıp kaldı. Haber,

kosda bulunanlara şok tesiri yarattı. Hemen Zayıf Tayci'nin kosına doğru karlarda çıka bata, Hakaşa Molla önde, gerilerinde Şakbakbay ve Şerikbay beğ koşmağa başladılar. Zayıf Teyci ısa yakalanmış

(*)

Azam Molla,

oldukça dermansız, yere serilmiş bir ke­

çenin üzerinde boylu boyunca uzanmış, kor gibi iki gözü kosın şangıra­

kından ( * ) göğe bakıyordu. Gelenler etrafında diz çöktüler, Taycimiz, Tayciıniz sen de mi .

. .

diye feryat ediyorlardı.

Zayıf Tayci, •evet, ben de » , diye cevap verdi. Öyle zannediyorum ki,

ben burad a kalacağım. Tıpkı Böke Batır'ın burada kalması gibi. ( .. ) Ben (•) ( .. )

Kos v e Şangırak için eserin aköylerin evrimi kısımına bakılsın. Böke Batır için, eserin Böke Batır ve mücadelesi kısmına bakılmalıdır. (H. B .

Gayretı.ıllah)


-- (JJ -Vl' bizler

ö l ümd e n korkan kimseler değiliz. Öyle olsaydı şimdi Barköl'de

sıcak bir dam altında, kızgın soba karşısında rahat bir kerevette yatardık. Fakat,

ren

me,

bizler bir ülkünün, bir

erleriyiz .

Kısa

ömrümde,

onun istiklal ve hürriyeti

davanın necat vatan ve uğruna

bulması

milletim kılıç

için savaış

için

salladığıma

verdiği huzur bütün iliklerime kadar işlemekte, kalbime

ve­

hizmet ettiği­ inanmanın

ferahlık ver­

mektedir. Ne var ki, hain ve bizden kat, kat üstün olan kahpe Çin köpek süreleri karşısında, davamızın bundan sonrasını hür dünya insanlığına avaz avaz bağırmak, onlara Çin vahşetini anlatmak,

yolculuğa çıktığım

günden beri beynimi kurcalayan tek düştince idi. Hey'at ! Artık çok geç, geç kaldım. Himalaya buzullarını aşamadı m ! . .

Ama, sizler aşacaksınız.

Yolculuğu tamamlıyacaksınız. Zayıf öldü, başsız kıçsız kaldık demiyesi­ niz. Birbirlerinize düşmiyesiniz. Birlik ve beraberliği muhafaza etmelisi­ niz. Böke Batır'ın yiğitleri gibi geri dönmiyesiniz. Bu, peşimize taktığı mız cesur, cengaver,

kahraman ve asil ırkdaşlarımızı muhakkak hedefe

götürün. Belki, onların neslinden bir gün biri çıkar da ve Doğu Türkis­ tan'da olanlardan hür aleme seslenir, Türkiye'deki ırkdaşlarımızı bizler­ den haberdar eder. Bunu unutmayın. Milletimiz çok cesur, cefakar, karar­ lı ve çalışkandır. Onları insanca yaşatmak, onlara hürriyet havası tadtır­ mak şarttır. Onlar bunları çoktan hak etti ve buna da layıktır! .. Benden sonra, Elishan ve oğlum Osman'ın peşinden gitmelisiniz. Onlar, sizleri özlediğimiz diyarlara götürecek güçtedirler. Zayıf Teyci 'nin artık sesleri kısılmış ve konuşmaları bir fısıltı halini almıştı. Kas, tıklım tıklım, oba yığın yığın insandı. Teyci metanetinden hiçbir şey kaybetme�en ve tane, tane konuşarak silah arkadaşlarına veda­ laşıyordu. Bu şansız ölüm kervanı eşsiz bir kahramanını daha buzulların koynuna, Yüce Allah'ın huzuruna çıkarmağa hazırlanıyordu. Gün batımı ile birlikte, bir yiğit, Zayıf Tayci gibi bir kahraman da Tibet'te bir tepe­ ciğin duldasındaki kasında sonsuz yolculuğuna çıkmıştı ! . . . Zor günlerin bu kahramanlarından ilk önce irtihal eden Sekey Şan­ ya olmuştu. Karlı, boralı fırtınalı bir günde c ısa• yakalanmıştı. Büyük bir gayretle bu amansız hastalıkla mücadele etti . Milleti için daha ölmemesi gerekliydi. O, aslında ölümden korkmuyordu. Fakat, görevini tamamlama­ mıştı. Peşine taktığı bu insanların akibetleri ne olacaktı.

Dünya gözü ile,

bunların bir yere ulaştığını görmek ve ondan sonra ölmek istiyordu. Se­ key Şanyanın hastalığı had safhaya varmıştı. Bu iletten kurtuluş yoktu. Sekey Şanya'da bunu biliyordu. Hiç olmazsa son nefesini vermeden mil­ letine birşeyler bırakmak i stiyordu. Bu, ya bir çift söz, yada birkaç öneri olabilirdi. Artık yiğit, ömrünün son demlerini yaşıyordu. Atların sırtın­ da duramıyan, Barköl'ün , Saydamın ovasına sığmayan o yiğit don üzerine


(j.! ----

serilmiş bir çulda, bir keçe parçası üzerinde boylu boyunca uzanmış ya­ tıyordu. Altayların çıralı çam odunun rayihasına hasret, burnuna boğuk boğuk tezek kokusu geliyor, cılız bir ateş yanı başında yanıyordu. Sekey Şanyanın bu halini görenler, göz yaşlarını tutamıyor, yanaklarından yuvar_ lanan her damla yaşda kendi geleceklerini görür gibi oluyorlardı. Sekey'in milleti çok vefalı idi. Onun yanıbaşından bir dakika bile ayrı kalmadılar. Artık, Sekey beğ için son yolculuğa çıkma zamanı gelmişti. Azam Hocayı görmek istedi. Hocadan, kendisinin bu son anında dinlemesini ve söyli­ yeceklerini milletine aynen iletmesini arzuladı. - Hocam, bence, cephede düşmanla göğüs göğüse dövüşerek ölmekle, her halde böyle bir hastalıkla savaşarak ölmek arasında pek bir fark yok. Mücadelemizin devam ettiğini ve gurbette bir hedefe doğru giderken öl­ düğüme göre, Tanrı'nın beni şehitler zümresine ilhak edeceğine inancım var. Biraz sonra, Takdir-i ilahi tecelli edecek.

Dileyelim ki, Tanrı bana

size birkaç söz edecek güç ihsan etsin . Şimdi, lütfen beni dinleyin. Ana vatanda milletimle birlikte, i stiklal ve hürriyetimize kasdedenlere karşı büyük bir mücadele başlattık. Başa­ rılı olup, olmadığımızı münakaşa edecek değilim. Şu anda burada olduğu­ muza göre başarılı sayılırız. Bu kutsal davamızın başarıya ulaşması için, elimden geldiği kadar çırpındım. Milletime hizmet edebildiğime inanıyo­ rum. Bu mücadeleyi başlatmamış olsaydık, belki şu anda bir Çin zinda­ nında çürüyüp gidecektim. Ellerim, kollarım zincirli olacaktı. Ama, şimdi hiç olmazsa bir çul parçası üzerinde hür olarak öleceğim.

Kaderde Ti­

bette kalmakta varmış. Yarı yolda kalmak çok acı ! Fakat, Tanrının isteği bu. Tek tesellim, neslimizin hür olacakları, hür ve insanca yaşayacakları bir yere ulaşmalarıdır. Bizler, hürriyete aşık bir milletin kanını taşıyo­ ruz. Bu kan bizde oldukça, hedefimize ulaştıracaktır. Hedefe varan nes­ limizin, bu vatanı unutmamaları, günün birinde Çin belasını bu güzel ata yurdumuzdan def etmeleri tek arzumdur. Bunu onlara siz söyliyecek ve öğreteceksiniz . . . Tibeti aşıp, Hindistana ulaştıktan sonra Türkiyeye var­ manız en uygun olacaktır. Yüzlerce yıl önce bu yurtlardan giden atala­ rımızın Anadolu yaylasinda kaldıklarını bir masal gibi dinlemiştim. Gi.., din , o yaylaya sizde yerleşin . . . Bu sözlerden sonra, Sekey Şanya oldukça bitmişti. Yanı başında oturan aksakallı

Azam Hoca, bu sözleri büyük

bir yeisle dinliyordu. Ölüm döşeğinde olan her

faniye söylenen o beylik

laflarla, •kendinizi yormayın. O nasıl söz. İyileşeceksiniz. Bu yolculuğun

sensiz tadı tuzu olmaz ki ! ıo Artık, Sekey beğin daha fazla söylenecek gü­ cü kalmamıştı. Öylece uzandı. Arkadaşlarına, milletine selam söyliyerek, haklarını helfıl etmesini son olarak istiyordu. Azam Hoca, çadırı terk ettiği zaman dizlerinde derman kalmadığını sezmişti. Atına her zaman bir sıçrayışta binebilen o ihtiyar kurt, sendeli-


-- ()5 yı· rl'k zor bindi. İşittiklerini arkadaşlarına iletmek üzere oradan ayrıldı . Bir kaç gün sonra o kahraman Seken Şanya'nın ölüm haberi duyulduğun­

da bütün kafileyi karabulutlar kaplamış, fırtınalı günlerde okyanusta yö1 1 ünü kaybeden bir gemi misali yalpalanıyorlardı . . .

Tibette çektiğimiz musibetler yazmakla bitmez. Biz tekrar kafilemi­

zin konakladığı Gök nehire dönelim. Burada birkaç gün dinlendikten son­ ra, Tibettin belli başlı merkezlerinden olan Kengri'ye doğru yola çıktık.

Kengri için , birçok coğrafyalarda Tengri de deniliyor.

Bu, bu şekili de

d oğrudur. Fakat, biz onu Kengri olarak tanımaktayız. Kengriye üç gün­ i lik bir mesafeye ulaştığımızda, Lasa'nın buraya korumak ve müdafaa l'lmek için askeri yığınak yaptığını haber aldık. Çünkü, Kengri , Tibetli­ lcrce kutsal bir yerdir. Onların bir çok tapınakları burada bulunur. Belki

ele Tengri veya Kengri adı bu kutsallığından ileri gelmektedir.

Kengriye iyice yaklaştığımızda, Tibetli garnizonca durdurulduk. Gar­

n i zon komutanı buradan geçmemizi öğütledi. Geri dönmemizi, eğer illede geçmeniz gerekli ise, başka bir yerden yol bulmamızda ısrar etti. Çünkü, Tibetli komutan Kengri'nin bir talana uğrayacağından korkuyordu. Hal­ buki, bizim böyle bir niyetimiz yoktu. Bizler, uzun bir yolculuktan ve bin­

bir meşakkatten sonra buraya ulaşmıştık. Geriye dönmek veya başka bir

yerden yol bulmak, bizim için hem zor ve hemde imkansızdı . . . Bu sebep­ lerle bu noktadan geçmekte ısrar ettik. Gerçi, Tibetli askerler teçhizat hakımından bizden üstündü. Üstelik nizami ve yorgun olmıyan bir birlik­

ten müteşekkildi. Ama daha evvelki savaşlarda galip geldiğimiz için, bir

.;atışmayı göze alıyorduk. Fakat, biz ilk saldırının onlardan gelmesini bek­ li yorduk. Ama, onlarda buna cesaret edemediler.

Bu durum karşısında

karşılıklı elçiler gidip gelmeğe başladılar. Geçip, geçmemek konusunda karşılıklı görüşmeler oldu. Onlar, geçmeyi kesinlikle reddettiler. Bizse, geçmekte karar kıldık ve bu kararımızı bir elçi ile kendilerine bildirdik. Ayrıca geçme esnasında Kengri şehrine hiç bir surette halel gelmiyece­ ğine de teminat verdik. O

gece orada konakladık . Ertesi sabah, alınan

karar gereğince, mücahitler yanda, önde ve arkada olmak üzere kafileyi

ortaya alarak, Kengri şehrini sağ tarafa bırakacak şekilde yola koyulduk. Bu durumu gören, Tibetli komutan hemen beyaz bayraklı bir elçi kıtasını üzerimize sevk etti. Gelen elçiler Tibetli komutanın isteklerini bildirdiler. Komutan görevinin kutsal Tengri şehrini korumak olduğunu, bizimle ça­ tışmak istemediğini yol vermek için de elinden gelen gayreti sarf ettiğini, ancak bir asker olduğu için üstünden aldığı emirleri tatbik etmekle ye­

tineceğini, bu itibarla zorla geçmemiz halinde doğacak na � oş hadiseler­

den bizleri sorumlu tutacağını bildiriyordu. Biz, elçilere daha evvelde ko­ mutanınıza söylemiş ve teminat vermiştik. Gün batıncaya kadar Kengriyi

F : 5


66

·-

geçmiş olacağız ve bu zaman zarfında şehrinize hiç bir zarar veril miye­ cektir. Bizde sizlerle çatışmak istemiyoruz . Bizler, yağmacı, talancı deği­

liz. Görüyorsunuz, çoluk, çocukla yağmaya talana çıkılmaz. Bizler hürri­ yet yolcularıyız. Çin mezaliminden kaçıyoruz. Tek arzumuz şimdilik Hin­ distana iltica etmektir. Bize, gün batımı bir zaman için müsaade edilsin, geçip gidelim. Şeklinde mukabil teklifle elçileri, Türkün aseletine yakı­ şan bir törenle uğurladık. Nedense, sonra aynı elçi kıtası geri geldi. halde, onlarda kendi aralarında durumun kritiğini

Her

yapmış olmalılar ki,

bize inanır bir tavır takındılar. Komutanın yazılı bir antlaşma yapmak i stediğini bildirdiler.

1940

yılının Eylül ayının

birinci günü yapılan bu

antlaşma tek maddeden ibaretti . «Kengri şehrine ilişmeden, duraklama­ dan, yağma, talan vs. gibi bir zarar ziyana meydan. vermeden geçmeyi taahhüt ve beyan ederiz, buna mukabil Kengri garnizonu hiç bir güçlük çıkarmıyacak, onlarda geçecek olan göç kafilesine musallat olmıyacakla­ rına söz verirler. • Bu şekilde bir anlaşmaya vardıktan sonra, komutanın verdiği kılavuz mangası ile Gorga (*) denilen yere geldik. Burası Tibetle

Hindistan hududunun birleştiği noktadır. Bir kaç günden beri hiç durak­ lamadan yol almıştık, yorgunduk. Gorga, fena bir yer değildi. Dinlenmeye ihtiyacımız vardı. Eylül yağmurlarının ıslattığı çayırlar henüz, yeşille sa­ nlık arasında idi. Tibetin o kıraç arazilerinde çayır sıkıntısı çeken hay­ vanlarımız için çok iyi olmuştu, doyasıya otluyorlardı . Hayvanlarımızın

o haşır haşır otlamasını kıyamadık, bir hafta burada dinlenmeye karar

kıldık.

Beklenmiyen Saldırı Bizlerin hala saflığı veya mertliği devam ediyordu. Verilen söze sada­ kat Türklüğün bir şanıdır. Antlaşma yapılmış ve kendimize bu antlaşma­ nın verdiği güvencede hissediyorduk. Çünkü, biz verdiğimiz sözü tutmuş­ tuk. Kengrililerin bir sineğinin bile burnu kanamamıştı. Ama, onlar bu­ nu ihial ettiler. Kanımızca, bu saldırı, bizimle antlaşma yapan komutanın kafasından çıkmadı. Onun üstünden gelmiş olmalıdır ! Gorganın çayırında sere serpile di ll: lenmekte olan kafilemiz, bir gece­ nin sabahında saldırıya uğradı. Antlaşmalarla güvence altına alınmış olan kafilemize böyle ansızın saldırılması ilk anda büyük bir şok tesiri yarattı. Fakat, bizler savaşa her zaman hazırdık. Artık, savaş bizim i çi n günlük antreman haline gelmişti. Mücahitlerimiz silah sesi duymadıkları ( "'' )

gün

Gorka, İngiliz ordusunda para mukabilinde askerlik yapan kimseler olup, bunlara İngilizler Kurgha, ölüm taburu adını verirler. 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harakatı sırasında, İngilizlerin Kıbrıs'a çıkardıkları bu taburdur. Bun· !arın vatanı işte, bizim gelip konakladığımız Gorga diyarıdır. Cengaver ola ­ ruk bilindiklerinden İngilizler onları paralı asker olarak tutarlar. ( H . B. Gay ­ retullah)


- ti7 - ;"ı dcta hasta olurlardı. Ne var k i , Gorga'nın yabancısı idik. Arazi stratej i­ si n e onlar hakimdi. Bu durum Tibetliler için bir avantaj idi.

Tibetliler,

ilk anda direk hedef olarak başkanımız Elishan Taycinin çadırını seçti­

l e r ve büyük bir güçle oraya taarruz ettiler. Ortalık bir anda cehenneme dönmüş, kutsal Kengri'ye doğru kanlar akmağa başlamıştı.

Gün ağırıp

ortalık aydınlanıncaya kadar savaş Tibetlilerin leyhine cereyan ediyordu. İlk şaşkınlık ve şok tesirinden kurtulan mücahitlerimiz inanılmaz bir ce­ saretle karşı koyuyorlar, savaş düzeni alıp müdafaaya önem veriyorlardı. Bu arada çok çabuk olarak toparlanan mücahitlerimiz karşı taarruz dü­ zenlediler. Öğleye doğru savaşın seyiri değişti. Tibetliler bozguna uğradı. Mücahitlerimizin karşı saldırısı sırasında derede çembere alınan bir bölük kadar Tibetli tamamen imha edildi. Bu savaşta üstün yararlık gösteren mücahitlerimiz, Hasan Batır, Os­ man Tayci (Taştan ) , Koca Akın, Bahadırhan Batay, Şadim Sümer, Sadıkay, Serikbay, Karamolla, Elishan Tayci, Rakadil, Şaşay,

Süleyman,

Okay

Urumkan, Küşükey, Kabi, Hamza, ve Abdülkelam gibi cesur kolbaşı yi­ ği tlerdi. Öğleden sonra, Tibetliler ateş hattını terk edip kaçtılar. Fakat, yer yer karşılıklı müsademeler hala devam ediyordu. Derhal bir durum muhasebesi yaptık. Bizim, böyle savaşlardan sonra yaptığımız ve en çok önem verdiğimiz ilk sayımdı. Çünkü hangi kanatta ne kadar zaiyat var, hangi kanat ne dereceye kadar zayıflamış, cephenin neresinin takviyeye ih­ tiyacı var, bunları bilmemiz gerekliydi. Yaptığımız tadatta Nurp

�e ve Ka­

fel adlı iki mücahidin sol kanatta şehit oldukları anlaşıldı. Ateş hattındaki

güçlerimiz henüz yeterli idi. Savaşa devam edebilirdik. Fakat, bizler daha fazla ileri gitmek istemiyor, nefsi müdafaa tarzında bir savaş yapıyorduk. Çünkü, Tibetlilerle bizim bir alış verişimiz yoktu. Tek isteğimiz onların toprağından geçmekti. Bu bakımdan onları takip etmedik. Amma, onlar­ da gidip bizim sağ tarafıinızdaki stratej ik bir tepede mevzi alınca, bizde onları çembere almağa mecbur kaldık. Hala, çembertepe olarak andığımız hu yerde Tibetlilerle üç gün, üç gece savaştık. Tibetliler, oldukça sarp ve kayalık olan bu tepeyi tuttuklarından bizleri uzun menzilli silahlarla dö­ vüyor, yaklaştırmıyordu. Bizler, Tibetlilerin bütün ikmal yollarını kesip, onları teslim olmağa zorlıyacağımızı zannediyorduk.

Bu düşünce ile de

c;embere almıştık. Fakat, olmadı. Bu defa Hindistan sınırındaki Damcık'ta bulunan bir askeri birliğin süratle üzerimize gelmekte olduğunu gözcüler ilettiler. Üstelik bu gelenlerin daha değişik kiyafette olduklarını motorize Lıir şekilde hareket ettiklerini

istihbar

ettiklerini de sözlerine ekliyor­

lardı. Bu durumda, eğer gelen düşman ise, iki çember arasında kalmak vardı. Derhal, kafileyi salim bir tarafa çektik. Çemberdeki mücahitleri­ mizin bir kısmını Tibetlilere mümkün olduğu kadar sezdirmeden

geri

ı;ekerek, istihbar edilen düşmanın üstüne sevk etmeğe başladık. Gayemiz kademe l i bi r �ekilde çemberi kaldırarak yeniden bir savaş düzeni almaktı.


·-

6G

Çünkü, çemberdeki Tibetlilerin bize ikinci bir sa ldırı d ü:wnliyeceklerim• cesaret edemiyeceklerini biliyorduk. Bizler, Gorgada bir kaç gün dinlendikten sonra, ileri bir gözetleme yapmak üzere, Dele Zengi, Makay, Kakaş, Karatay, Mamış, Mukay, Ab­ dullah, Mardabay ve İsmail gibi yiğitlerden müteşekkil bir keşif kolu gön­ dermiştik. Bu gözcü kolundan hiçbir haber alınamıyor, akibetlerinden endi ­ şeleniyorduk. Çünkü, on gün kadar olmasına rağmen hala bir haber çık­

mamıştı. Halbuki , verilen talimata göre beş günlük yol gidip döneceklerdi. Büyük bir şansızlık bu, gözcülerimiz Hindistan sınırını bilmeden ihlal et­ mişler ve Hind askerleri ile yaptıkları müsademede İsmail hariç diğerleri şehit olmuşlardı. İsmail de yaralı olarak Hindlere esir düşmüştü. Esasen, Tibetliler Hindlere bizleri ihbar etmişler, tetikte durmalarını sağlık ver­ mişlerdi. Bunun için Hindliler Damcık'taki sınır muhafaza birliklerini tak­ viye ediyorlardı. İşte, bizim düşman sandığımız ve bize doğru gelmekte olan askeri birlik bu idi. Bu birlik bize iyice yaklaşınca elçi yolladı. Ge­ len elçi mücahit İsmail'in kendi el yazısı ile yazılı bir de mektubunu ge­ tirdi. Bu mektupta İsmail, farkında olmadan ansızın saldırıya uğradıklarını,

Hind sınırını geçtiklerini,

arkadaşlarının hepsinin şehit olduğunu,

kendisinin yaralı olarak esir düştüğünü, doktorların yarasına baktığını, bunların Tibetli değil Hindistan askeri olduklarını, kendileri ile bir an­ laşma kurmanın yararlı olacağını, artık Hindistana gelmiş

olduğumuzu

bildiriyordu. Gelen elçilere şanına layik bir karşılama töreni

yaptık ve

bizde derhal bir elçi heyeti tesbit ederek, Hindli komutana gönderdik. Ka­ ramolla, Mardan ve Sadey beylerden kurulu heyetimiz, Hind kararga­ hında üç gün misafir olarak kaldılar. O günlerde Hindistan, Hind yarım adasının tek devletiydi. Pakistan olarak müslümanlar daha ayrılmamış­ tı. Bu nedenle Hind ordusunda müslüman subaylarda vardı. Bu bakımdan onlarla anlaşmak çok kolay olmuştu. Giden elçilerimiz maksatlarını

tam

ve açık olarak anlattıkları için komutan, çok heyecanlanmış ve duygulan­ mış. Tibet gibi dünyanın damını bir nefes hürriyet için aşan bu cesur in­ sanları saygı ile selamlamaktan şeref duyduğunu ifade etmiş ve hiç bek­ letmeden Hindistana iltica hakkını sağlıyacağını ve hatta isterlerse hemen Hindistan sınırını geçmelerini, misafir olmaların ı söylemiş. Ancak, iyi niyet ve barışın bir gereği olarak ateşli silahlarımız{ teslim etmemizi is­ temiş. Elçilerimizin bu iyi haberleri ve komutanın elçilerimize gösterdiği yakınlık,

(ki, üç gün şeref misafiri olarak

karargahında alıkoymuştu)

bizlerde, zaten çaresizdik. Gerçekten Hind askeri ise, teslim olmayı düşü­ nüyorduk. Nitekim öyle oldu. Silahlarımızı bir teslim töreni ile bir de protakol

teslim ettik. Hindli komutan

hazırladı.

Çok sevdiğimiz ve bizim

her şeyimiz demek olan silahlarımıza veda ettik.

Silahlarımızı verirken,

göz yaşlanın tutamıyanlarda oluyordu . . . Böylece hür dünyanın ilk kapı­ sından adım atmış olduk. O gece Hindli askerlerin gözetiminde çok deri n bir uykuya daldık . . .


HİND DİYARINDA

Artık masallar ülkesi Hind diyarında idik. Öldürücü soğuklardan ya­

v 1 1 � yavaş kurtuluyor, ılık muson rüzgarlarının etkisinde bilmediğimiz bir

ı l lyııra doğru yol alıyorduk. Damcık'tan onbeş konaklık yol aldıktan sonra i l k Hind sınır kenti

olan Ladak'a ulaştık.

Ladak, sınır boyunda beş,

on._

c l ı i kkandan ibaret bir kasabaydı . Hindistan'dan Doğu Türkistana giden yol buradan başlardı. Bu bakımdan burası Hindistanın Doğu Türkistana ı-: l riş ve çıkış kapısıydı. Biz, buraya kadar binbir güçlükle Himalayaları 11

�11 bilmiştik, amma bu defa önümüzde aşılması

gereken bir engel daha

v a rdı. Oda Kargil geçidi idi. Tibetin platosu her ne kadar öldürücü soğuk ve•

karla örtülü ise de geçit veriyordu. Fakat, Kargil ge�idi hiçte öyle de­

�: t idi. Bir defa burası, dik yamaçlı ve sert kayalı dağlarla çevrili, birbirine

ı ı hanır gibi duran iki dağın arasından geçen coşkun köpüklü ve oldukça

g i i rültülü akan bir nehirden ibaretti. Bizim atlarımız, develerimiz düz ve

ı · ı ı gebeli arazilere alışıktı. Böyle kuş uçmaz kervan geçmez dik yamaçlar­

ı lıın yol almaları pek imkansızdı. Zaten, yerli halkta bu durumda Kargil

j.ll•çidini aşamıyacağımızı söylediler. Bizlerde, bizimle kader birliği yap­

ı ı ı ı ş , savaşta yanımızda, barışta avlumuzda bulunan sevgili at ve develeri­

m i zi satarak, yerine Kargil'in yol şartlarına alışkın ve yatkın hayvanı olan

k ı ı tır satın almağa başladık. Türkler için, katır oldukça yabancı idi. Zira,

( >rla Asyada ve bilhassa bizim havalide katır, eşek gibi hayvanları besle­

ııwzler, onlara işe yarar gözü ile bakmazlardı. Herkes elindeki hayvanla­ r ı ı ı ı çıkarıp katır sahibi olduğu zaman, görülecek manzara çok tuhaftı.

l �tc attan inip eşeğe binme buna derler, darbı meseli kendiliğinden tecelli ı•l.ın işti .

Kafilemizde artık bir katır talimi başlamıştı. Bu hayvana nasıl bini­

l ı r , nasıl yüklenir, nasıl durdurulur, nasıl nallanır, gem vurulur mu, vu­

rn l maz mı ? Eyerlenir mi, yoksa palan mı vurulur! Bütün bunlar birer me­

rn k konusu idi . Altayların al atına, Barköl'ün dor atına, Kumul'un kır atı1 1 1 1 a l ışık yiğitler, artık katır sırtlarında birer çerçi idiler. Eski şekil ve ıwına yiller değişmişlerdi. Moralleri çok bozuktu. Nedir bu hal ! Pısırık

l ı ı ı yvanlarla uğraşmak, diyorlardı. Ama, hedefe varmak için de bazı hal­

l ı • n• boyun eğmek gerekti. Bizler, birer hürriye t yolcuları değiller miydik? l•:lbcltcki, ne b ul ur sa k bu uğurda mubah sayacaktık. Artık, katırlara ba-


70

yağı ısınmağa başlamıştık. Hind i l gilileri de bizim katı rla rla anlaştığımızı sezdiler ki, artık Keşmire doğru yola çıkmanın zamanı geldiğini bildirdi­ ler. Hazırlıklar yapıldı. Bir tabur askerin denetim ve yönetiminde

Kar­

gil'e tırmanmağa başladık. Dağa tırmanmak bitmek bilmiyordu. Sanki, tırmandıkça dağ yükseliyor gibiydi. Dar ve sert kayalı patika yollar, tek sıra halinde geçit veriyordu.

Hani, masallarda uz gittik, az gittik dere

tepe düz gittik, dönüp baktık ki, bir arpa boyu yol gittik, derler y a !

İşte,

bizim yol almamız da bu masala benzer birşeydi. Aman Allahım ne bit­ mez yoldu öyle ? Tırman, Allah'ım tırman . . . Dağın doruğuna yaklaştıkça, o coşkun, köpüklü ve vahşi gürültülü nehir de bir ip misali ta, derinde kıv­ rıla, kıvrıla akıp gidiyordu. Buralarda tabiatta sertti. Buzullar vardı . Bel­ ki de yıllarca yatan kar yığınlarıydı bunlar.

Bazen bir sesin veya her

hangi bir tabiat olayının etkisiyle dağın doruğundan aşağıya doğru göçük­ ler kopardı.

Pek hatırlıyamıyoruz, belki Kargil'e tırmanışımızın beşinci

günü olmalı, zirveden büyük bir gürültü ile kopan , göçük büyük bir hı­ şımla kafilenin gerisine saldırdı. Büyük bir vaveyla vadiyi sardı. Bağırış­ malar, yük altında inliyen katır kişnemeleri,

çığlıklar

birbirini takip

etti. Vahşi göçük, bu, zavallıların çektikleri yetmedi. Bir de bir sille ben vurayım dercesine, kafileyi silindir gibi ezip geçti. Yarım saatin içinde

200 kadar mücahit ve ailelerini alıp götürdü. Elden ne gelirdi . . . Vuruşa­

mazsın k i ! Geride ayakları kırık, çıkık kalanlar çoktu. Kargilde, katırın değerini artık anlamağa

başlamıştık.

Bu çetin ve

zorlu yolu ancak bu hayvanlar aşabilirdi. Bunu Hindular bizden çok da­ ha iyi biliyorlardı. Bundan dolaydırki, Hindli askerler ile aramızda zaman zaman nahoş hadiselerde oluyordu. Görevleri bizlerin emniyetini sağla­ mak olan bu askerler, zaman zaman kral kesilerek bizlerden katır isti­ yorlardı. Zira, kendi katırları çeşitli nedenlerle saf dışı kalmıştı. Bunu bize ödetmek istiyorlardı akıllarınca. Hatta bu taburun komutanı o ka­ dar ileri gitti ki, altın gümüş gibi ziynet eşyalarımızı müsadere etmeğe, katırlarımızı zapta kalkıştı. Bazı yürekli yiğitlerimiz, bu adamlarla dövüş bile ettikleri artık, olağan hadiselerden sayılıyordu.

Başkanlarımız,

as­

kerlerle dalaşmayı yasaklamış onların dediklerine boyun eğmeyi kesin­ likle söylemişlerdi. Bundan da ce3aret alıyorlardı. Eğer, başkanlarımız bir işaret etse, onlara çoktan Kargili mezar ederdik, diyenler bile vardı. Tabur komutanı çok aç göz ve merhamet hissinden yoksun bir Hindu idi. Bir gün, zor kullanarak seksene yakın katırımızı zaptı. . . Artık, Keşmirin başkenti olan Srinager şehrine bir iki günlük bir me­ safeqe idik.

(*)

Ne olduğunu birden

anlayamadığımız bir hadise oldu.

Srinagere 10 km. kadar kala, tabur komutanın emri ile kafilemiz karşı (•)

O sıralardaki Keşmir mihracesi Hindu idi. Kafile b u bakımdan saptırılmış ol­ malı. (H. B. Gayretullah)


'i l

ya maçtaki ve aksi istikamet olan buzlu dağlara sürüldü. Doğru dürüst yol dururken bizleri niçin dağa sürdü, hala anlıyamıyoruz. Havada yağışlı idi. Karlı fırtınalı bir günde, dereden, tepeden aşmamız çok zor oldu . Birçok

hayvanlarımızın ayakları k ırıldı.

Yadigar olarak

beraberimizde getir­

mekte olduğumuz tek-tük deve ve at gibi son vatan hatıraları da bu ka­ yalık ve uçurumlu dağda kırıldı, telef oldu. Gecenin kör karanlığında düz­ lüğe indiğimizde, kafilemizin çok ağır kayıplar verdiğini öğrendik, üzün­ tümüz sonsuzdu. . . Ertesi sabah düzlükteki bir ı;; ehrin kenarına geldik. Bu kent, bugün Pakistan sınırlarında kalan Baramolla şehri idi. O tarihlerde Hind yarım­ adası tek bir Hindistandı ve bir İngiliz dominyonu idi. Bir İngiliz Genel valisi tarafından yönetilmekteydi. Bu bakımdan müslüman olmıyan Hin­ duların davranışları bazen haksızlığa kadar varıyordu. Muzaffer Abad'a gelince, gene askerlerin denetiminde bizim kafileler­ den müteşekkil bir kampa alındık. Tropik ormanla örtülü bir dağın ete­ ğinde akan nehir kenarındaki düzlüğü kamp yeri olarak tesbit etmişler­ di. Herkes, bulduğu veya Hinduların verdiği çadır gibi barınakları nehir boyunca dikmişlerdi. Kampı, öyle yerleştirmişlerdi ki bir tarafı dağ, bir tarafı da nehirdi . Böylelikle, bir nevi emniyet tedbiri sağlanmış oluyordu.

Kampa giden bütün yollar Hindli askerler tarafından kontrol altına alı n ­ mıştı. Zaten, nehirle dağ arasında sıkışıp kalan kampımıza ancak, kuşlar girebiliyordu. Kamp, komutanı bütün giriş ve çıkışları

uçan

yasakla­

mıştı. Gerçi, savaş esiri değildik, ama tam bir esir hayatı yaşıyordl1k. Bel­ ki de bize öyle geliyordu. Asırlardır Doğu Türkistan bozkırlarının özgür­ lüğünde istediğimiz gibi sere serpile yaşamağa alışkın olan bizler için, bu kamp hayatı bir nevi işkence oluyordu. Verilen yemeklere alışkın olma­ dığımızdan yemek konusunda da sıkıntı çekiyorduk. Yağı, tuzu, tadı, bi­ beri olmıyan yemeklere uzun zaman alışamadık. Üstelik bu yemeklerde tam doyurucu olmuyordu. Ölmiyecek kadar gıda verildiğinden kampta

açlık baş göstermişti. Bir taraftan tropik iklime yabancı olduğumuzdan, tropikal bölgelerin kendine has hastalıklarına duçar oluyorduk.

Veba, ko­

lera, verem gibi afetlerden bine yakın ırkdaşımız bu kampta hayata veda ettiler . Çok perişan i dik. Bazen, bu zülmü görmektense, Çin süngüsü ile ölmediğimize hayıflanıyorduk . . . Bizim bu durumlarımızdan ve bilhassa Hindulardan çektiğimiz zül­ mü Keşmir'in müslüman lideri Şeyh Muhammed Abdullah haber alır. Çünkü, Şeyh Muhammed Abdullah, bizler Srinager şehrini transit olarak geçerkende haber almış ve yardımcı olmuştu . Bu bakımdan bizle­

rin akibetini merak ediyor ve ne durumlarda olduğumuzu öğrenmek için

yerli adamları vasıtasiyle haberdar oluyormuş . Çünkü, o günlerde Keşmır bir Hindli raca tarafından idare ediliyor ve müslümanların lideri olan Keş­ mi r

i\ rslaııı namı i l <' maruf

Şeyh Abdullah'ı da takip ediliyordu.

Zira,


- 72 artık Hind yarımadasında bir Hindu, müslüman çatışması başlamak üze­ re idi. Müslümanlar ayrı bir özgür devlet kurmak isteğinde idiler . Bu ba­ kımdan Şeyhi de takip etmek raj a için gerekli idi. Biz, Srinager'den tran­ sit geçerken, maceralarımızı dinlemiş, verdiğimiz mücadeleden büyük bir gurur ve haz duymuştu. Bu bakımdan bu kahraman dindaşlarına yardım etmek onun için en kutsal bir görevdi. Daha sonraki yıllarda

Sayın İsa

Yusuf Alptekin beyle Keşmir başbakanı olarak görüşen Şeyh Muhammed Abdullah, Doğu Türkistandan kendi topraklarına gelen

Türklerin çok

cengaver ve cesur olduklarını, onların savaş sanatını en iyi bildiklerine kani olduğundan, tıpkı Babür Şah gibi Türklerden bir ordu kurmayı ve m üslümanların savunmasında yararlanmayı düşündüğünü ifade ettikleri­ ni, anlatır. İşte, o günlerde bu düşüncede olsun veya olmasın . şurası bir gerçek ki, Şeyh Abdullah, bizler için unutulması

mümkün olmıyan bir

şefkat ve yardım elini uzatmıştı.

Beklenmiyen Bir Ziyaretçi Bir gün kamptaki Hindu askerlerini olağan üstü bir durumda, telaş­ lı ve heyecanlı bir halde gördük. Sağa, sola koşuyorlar. Komutanları bir . takım talimatlar veriyor, kampın şurası, burası temizletiliyor,

bir nizam

ve intizam olduğu zehabını vermeğe çalışıyorlardı. Bizler, buna pek aldır­ mıyorduk. Herhalde, kendilerini bir üst komutan tarafından denetlenece­ ğini sanıyorduk. Öğleye doğru kampta bir sıcak meltem esmeğe başladı. Herkes sevinçli idi. Göz yaşı dökenlerimiz çoktu. Artık bu cehennem ha­ yatından kurtulduk, diyorlardı. Çünkü müslüman lider Şeyh Muhammed Abdullah kampa çıka gelmişti . Şimdi, anlıyorduk, zalim Hindli askerlerin

telaşlarını. . . Büyük bir tezahüratla Şeyhi karşıladık. Allah, bilir ya biz, büyük bir tezahüratla karşıladık diyoruz, ama dermansızlıktan

sesımız

çıkmadığı gibi, ayakta da duramıyorduk. Bu halimiz Şeyhi çok duygulan­ dırdı. Büyük bir yeise kapılan Şeyh, göz yaşlarını tutamadı. Tek bir çadır ve tek bir kişi bırakmadan kampı teftiş etti.

Gördüğü vahşet karşısında

kamp komutanı ile aralarında sert konuşmalar zuhur etti. Çok hiddetlen­ mişti. Öyle ya, bir nefes hürriyet için koca Çine kafa tutan bu cesur in­ sanlara bu mu, reva görülecekti. Biz, henüz Hindce konuşamıyor ve ko­ nuşulanlardan anlamıyorduk. Şeyhin hiddetine bakılırsa, Hindu komuta­ nın durumu pek iyi değildi. Kampın orta yerinde bir meydanlık vardı. Ayakta durabilecekler bu­ rada toplandık. Şeyh Abdullah ve maiyeti askerlerce hazırlanan bir plat­ formda ayakta duruyorlardı. Şeyh Abdullah, mütessir, fakat, cesaret

ve

ümit veren bir eda ile konuşmağa başladı. Beraberinde getirdiği ve bizim dilimizi konuşan tercümanı Şeyhin sözlerini aynen bize aktardı. « Sizler, bir hürriyet uğruna bunca meşakket vererek buraya kadar


-- 73 gPl d i n i z ve her şeyin burada biteceğine inandınız . Ama, bu inancınız gö­

rüyorum ki, artık sarsılmışa benzer. Ama, sizler, cesur ve cengaver bir

m i l letsiniz. Her türlü meşakkate göğüs gerebilecek kudret ve azimdesiniz. İ n anıyorumki, en yakın bir zamanda özlediğ�niz o kutsal hürriyetin hava­ sını teneffüs edeceksiniz. Bir dindaşınız olarak sizlerin layık olduğu ve <;oktan hakettiğiniz hürriyeti temin için elimden gelen her türlü maddi ve manevi yardımı yapacağım. Durumunuzu, Delhi'deki İngiliz Genel valisi­ ne, Pencap müslüman nevaplarına ve diğer hamiyetli din kardeşlerinize ileteceğim.

En kısa zamanda bu kamptan sizleri daha rahat edebileceğiniz

bir yere yerleştirrneğe çalışacağım . . . "

Gerçektende, Şeyh Abdullah, dediğini yaptı.

Durumumuzdan hem

İngiliz resmi makamlarına ve hemde Pencaplı müslümanların nevaplarına haber verdi. Onlardan müslümanlık adına yardım istedi, Hinduların din kardeşlerine bir kampta zülüm ettiğini, onlan kurtarmalarını ve tez el­

den yardım ulaştırmalarını istedi. Bunu duyan Pencaplı müslümanlar ya !" dım kanpanyalan kurarak,

gıda ve giyim eşyaları, sağlık malzemeleri

topladıkları gibi, bir de miting ve yürüyüş tertiplediler. Bu miting ve yü­ rüyüşlerde, bizlerin niçin ve neden Çin'den kaçtıklarımız, onlarla yapmış olduğumuz inanılmaz mücadelelerimiz anlatıldıktan sonra,

•kahraman

kardeşimiz ve dindaşımız Türklere, HindUlar zülüm ediyorlar, onları ti­ füs kamplarında ölüme terk ettiler. Hindu mezalimine son. Müslüman ve kahraman Doğu Türkistan Türklerini kurtaralım. Türklere hürriyet . . . • Gibi ateşli sözlerle yerli müslüman halkı galeyana getirmişlerdi . İşte, Şeyh Abdullah'ın bu gayretleri kamptaki dindaşlarının bir an önce

sayesinde yerli

müslümanlar

kurtarılmasını arzuladıklarından o

devirlerde Pencap'ta nevaplık (*) eden Reşat Ali Han bir gün kalabalık bir maiyetle kampa çıka geldi. Hindu komutan ne yapacağını

şaşırmış

ayakları birbirine dolaşıyor, Reşat Ali Han'ın huzurunda tanzimle eğili­ yor, geliş ve gidişinde askeri törenler tertipliyerek gönlünü almağa çalı­ şıyordu. Reşat Ali Han ve maiyeti kampı baştan başa gezdiler.

Gördükleri

manzara tüylerini ürpertti. Hiç vakit geçirmeden bu dindaşlarının bura­ dan kurtarılmasını uygun buluyordu.

Oda, bizlere çok umut ve cesaret

veren sözler ederek, en kısa zamanda

bu kamptan başka bir yere nakli­

mizi sağlıyacağını vadetti. Kampımızın zaman zaman belli başlı eşhas tarafından ziyareti bizlere yeni bazı imkanlar bahşetmişti. Bunların başında, çoktan beri görmedi-

(• )

Nevap : İngiliz idaresinin müslümanlara tanıdığı bir mülki amirlik. Hindu­ lıırın bu seviyede olanlarına raja, müslümanların ise nevap olarak, halk tıırufından ııcllandı rılıyordu. Bir nevi beylikte diyebiliriz (H.B. Gayretullah)


74

ğimiz şehir gelmekteydi. Üst baştan yoksun idik. Çarşıya, pazara inmeğe ve bazı en zaruri ihtiyaçlarımızı gidermeğe dahi izin alamıyorduk. Reşat

Ali Hanın ziyaretinden sonra, sıra ile haftada bir gün şehre inme izni çık­ mıştı. Herkes belli bir saatte kente inip, geliyordu. Kampımız, Muzaffer Abad şehrine bir tahta köprüsü ile bağlıydı. Ba­ zen bu köprüden geçenler, durup suyun akışını seyire dalarlardı. Ahenkli bir şırıltı ile akan suyun mavi köpüğünde memleket

hasreti gidermeğe,

daus sıla dindirmeğe çalışırlardı. Bizleri, kentten çok bu suyun, akışı eğ­ lendirirdi. . . Gene kente inme günü gelmişti . Bugün büyük reisimiz kahraman Elis­ han . Tayci ve maiyeti inecekti. Onun kente inmesi, bizim için çok önemli idi. Bu bakımdan Elishan Tayci, şık giyinmeli ve kent halkında bir ·baş­ buğ» intibağı bırakmalı, bir cesaret ve

yiğitlik görünümünü vermeli i di .

Tıpkı Kwai Köprüsünde, Japonlara esir düşen İngiliz birliğinin komuta­ nı gibi heybetli görünmel iydi . . . Ama, bizim

Alman leger sakinlerinden

bir farkımız yoktu. Başkanımız ne giyecekti. Hiç ! Fakat, O'nun yiğit vu­ cudu, nurani yüzü, kor gibi parlıyan gözü, cesaretli bakışları herhalde, bir­ kaç metrelik çuhadan daha da körkemli idi. İşte, yiğit Elishan Tayci ken­ te gidiyordu. Belki cebinde üç-beş rupiside (*) vardı. Bir şeyler alacak, belkide bizim için kent ileri gelenleri ile birkaç kelime kelam

edecekti.

Kahraman Elishan o gün kentte dolaştı . Çok şeyler almak istedi.

Fakat,

hiçbir şey almadı. Çünkü, alacağı bir şeyin koca kamptaki halkının kimi­ ne yetecekti. O, bütün halkını

yedisinden yetmişine kadar

giydirmek,

donatmak istiyordu. Fakat ne mümkün ! . . . Tozlu, yırtık, birkaç yeri boya­ sızlıktan çatlamış bir postalla Muzafferabat sokaklarını arşınladı, durdu. Bu, halini gören maiyeti, hiç olmazsa ayağına bir postal almasını, bunun

bir zaruret olduğunu binbir rica ile anlattılar. Sonunda O, yiğit adam bir çift postal almayı uygun buldu. Akşam üzeri, Elishan Tayci, tıpkı eli, avucu eve boş dönen bir babanın ezikliği ile kampa döndü. Kampın giriş kapı­ sında, kamp komutanı ile karşılaştı. Komutan , Taycinin ayağındaki yeni postalları görünce: - «Ne zamandan beri iznim olmadan ayağınıza ayakkabı alma ces8retini buluyorsunuz ? Kesin emirlerim var. Kimse, bizim haberimiz olma­ dan çarşıdan kıl dahi almıyacaklar. Derhal postalı çıkarıp, kamp i dare­ sine teslim etmelisiniz.,, Elishan Tayci, biraz kar verirseniz, postalı size satarım cevabını ve­

rir. Bunu hazmedemeyen kamp komutanı o gece Elishan Tayci'yi tekrar

huzura çağırır, sorguya çeker ve hakarette bulunur.

Kamp komutanının bu hakaretine dayanamıyan Elishan Tayci , duru(*)

Rupi : Hindistan para birimi.


- 7 :)

mu arkadaşlarına anlatır ve ertesi sabah kampta Hindu komutan, duruma hakim olamayınca

büyük bir isyan olur.

civardaki bir askeri üstterı

yardım ister. Bu askerlerin yardımı ile isyan bastırılır. Ne var ki, gelen a skerlerin içerisinde bir müslüman subay,

bizim durumumuzu görerek,

gerçeği anlar ve Elishan Tayciye yardımcı olacağına söz verir. Ancak, bu yardımın gizli kalmasını diler. Elishan Tayci, müslüman subayın dileğini kabul eder. Fakat, yapa­ cağı yardımın ne olduğunu merakla sorar. Müslüman subay yapacağı yar­ dımın bir firar olacağını söyler.

40

km. ileride Karihabibullah kenti vardır.

Bu yörenin müslüman nevabı orada oturur. Ona, ulaşın ve durumunuzu anlatın. Ayrıca, bende el altından hamiyetli nevabımız İslam'a gördükle­ rimi rapor edeceğim. Şimdi, siz beni dinleyin. Yarın akşam saat gecenin

01 -03

arasında, şu gördüğün üç numaralı nöbet kulesinde, benim birli­

ğimden müslüman bir er nöbette olacaktır. Kendisine talimat vereceğim. Nöbette olacak er, merak etmeyin pek Hindu sevmez. Bu bakımdan bana tam güvenin ve nöbetteki ere de itimat edin . Vereceğim parolayı ona söy­ liyeceksiniz. Yanınıza fazla değil güvendiğin ve cesur olan iki arkadaşı­

nızı alın. Üç numaralı nöbet kulesinden geçip, çalılıklara varınca, tepe­ nin gerisindeki top ağacın dibinde yeteri kadar at bulacaksınız.

Atlara

atladığınız gibi, önce dik yamaçtan dağı aşacaksınız. Planıma göre, gün ağarıncaya kadar kentte olacaksınız. Dağı aşınca, ileride, düzlükte Ka­ rihabibullah kenti görülebilir. Size bir · de dürbünle, bıçak vs. de temin edeceğim. Elishan Tayci, pek inanamadı. Önceleri kamp komutanın bir tuzağı clabilir, diye düşündü. Fakat, o kendine has cesareti, yiğitliği kabardı. Ne olursa

olsun, denemeye değer, dedi. Müslüman subayla anlaştıktan son­

ra, Elishan Tayci durumu çok güvendiği birkaç arkadaşına açtı. Onlarda cesaret örneği gösterdiler. İstiyorsa Taycımız, başımız yoluna feda olsun, dediler. Elishan Tayci yanına genç Sadey'i, mert ve cengaver Mardanı, İs­ lam Hanla anlaştırabilir ümidi ile Arapçaya vakıf olan müftüsü

Ahmet

hocayı beraberinde götürmeğe karar kıldı. Ve durumu müslüman subaya bildirdi. Bütün gün akşamın olmasını ve gecenin o kurtuluş saatinin gel­ mesini heyecanla beklediler. Kamp sakinleri

cemaat halinde namaz kı­

lıyor, müftü Ahmet hoca, her zamankinden farklı bir şekilde dua ediyor­ du. Tanrıya şükür ediyor, kurtuluş gününün yakın olduğunu, sabır edenler, Allah'ın lütfundan layiki ile faydalananlar olduğunu söylüyordu. Müslüman subay, Elis Han Tayciye bir pusula göndererek, nöbet kulesinin yanındaki tel örgülerden kaçış parolasını göndermişti. Nöbetçi : « Tum könhey ? Diyecekti. (Sen kimsin?) Cevaben : Ham, Halas hey, diyecekti. (Ben, kurtuluşum)

El i shnn Tayci, bu iki çift sözü bir kaç defa tekrar ettikten sonra ez­ hP rl Pd i . Dnl•; r u su di n ciaşı mız çok zeki b i r subay dedi . Parola olarak Arapı;a


- 76 •haHls• sözcüğün ü vermişti . Acaba, ben gerçekten kurtarıcı mıyım? Yok­

sa, kendisi n i mi kasdediyor . . . Demekten kendisini alamadı .

Gece saatın Ol ni gösteriyordu. Üç karaltı. Ürkek, fakat emin adım­

larla nöbet kulesine doğru yaklaşıyordu. Tıpkı Dumas'ın üç silahşörü kadar cesur ve mağrur bir ilerleme ile . . . Nöbetçi, gelen karaltılan çoktan görmüştü. Fakat, O, aldığı talimat gereği onların yaklaşmasını bekliyordu. Görevini tam ve eksiksiz yapan bir asker edası ile sert adımlarla kule çevresinde volta atıyordu. Bu hali ile onu nöbetçi amiri görse, üstün görev anlayışından ötürü liyakat madal­ yasına bile aday gösterirdi.

Saat Ol biri otuz geçe parola alınıp, verildi. Gerçekten nöbetçi onlara

yol veriyordu. Adeta, yolunuz açık olsun dercesine gülümsüyor, ilerideki

çalılıkları işaret ediyordu. Çabuk ve acele çalılıklara sinin, ben sizleri gör­ medim, diyecekti. Ama, o hala sert adımlarla kulenin kampa bakan tara­ fına dolandı bile . . . Çalılıklar arasında, Elishan Tayci ve arkadaşları büyük bir rahatlama ile Allah'a hamd-ü sena ettiler. Müslümanlıkta ahde vafının ne kadar güzel şey olduğunu, müftü Ahmet hocaya bir daha tasdik ettirdiler. Kayıp edi­ lecek zaman yoktu. Tepeyi dolanıp top ağacını bulmak şarttı. Bir tavşan kadar çabuk, bir ceylan kadar hafif bir sıçrayışla top ağacına bile. Üç tane Pamir atı onları bekliyordu .

ulaştılar

Üzerindeki eyer pek basık,

üzengiler oldukça kısa, kolanlar pek yerinde değildi. Ama, görünüş iti­ bariyle hiçte fena atlar değildi. Atlara binerlerken, Elishan Tayci - İnşa­ allah, sakar olmasa bari, demekten kendini alamadı. Süratle Karihabi­ bullah kentine doğru at saldılar.

Pamirin süratli atları için 40 km . lik bir yol üç, beş saatin içinde alı­

nabilirdi. Fakat, o kadar hızlı gittiler ki, Karihabibullah'a vardıklarında sabah ezanı okunuyordu. Büyük bir huşu içinde ezanı-1\'fuhammedi'yeyi dinlediler. Sonra, doğru camiye gidip cemaatle namaz kılmaya karar kıl­ dılar. Gözlerine çarpan ilk körkenili bir caminin avlusuna atlarını bağ­ layıp, şadırvanda abdest alarak son cemaat yerinde, safların gerisinde bi­ raz evvel namazın farzına durmuş olan imama uydular. İmam,

oldukça

uzun bir zammı sılre ile namazı kıldırmağa çalışıyordu. Tesbih bitip dua edilirken, son cemaat yerinde yanık bir ses yükseldi. Hindistanlı müslü­ manlann hiçte alışık olmadığı bir makamla okunan Kur'anı Kerimden

cemaat, pür dikkatle nazarlarını son cemaat yerine çevirmişlerdi. Kur'anı Kerimi okuyanın yabancı olduğu muhakkaktı. Üstünde yan

Hind, yarı

yabancı bir kiyafet karışımı vardı. Yanında iki kişi daha oturuyordu. Ce­ maat, bunlar için belki başka bir alemden gelen merhamet dilencileri sa­ nabilirdi. Müftü, Ahmet Hoca, müslümanlar arasındaki yardımlaşma, sev­ gi ve saygı esaslarını bildiren ayetlerden mürekkep bir sılre okumuştu. Kur'anı Kerimin okunuşu bitip dua edildikten sonra,

üç yabancı ayağa


-- 77 -- kulktı ve imama doğru ilerlediler. Selamlaştılar, müslümanlığın bir gere­

ği olan selamlaşma çok samimi oldu. Kucaklaştılar . İmam üç yabancının

Hind diyarında çok görünen merhamet dilencileri olmadığını çoktan anla­

mıştı. Evvela, Orduca kimliklerini sordu. Fakat, verilen cevap Arapça oldu. Müftü Ahmet Hoca, bildiği kadar Arapçası ile kimliklerini tanıtmağa, ne­ reden ve niçin geldiklerini anlatmağa çalıştı. İmam, duydukları karşısında şaşkın, fakat zevkle dinliyordu.

Sonra,

yanındaki meraklılara kendi lisanı ile işittiklerini tercüme etti. Cemaat, arasında bir telaş, bir heyecan had safhasına varmıştı.

Bu üç asil misa­

firlerini ağırlıyabilmek için adeta birbirleriyle yarış ediyorlardı. Camiin i mamet odasında evvela bir sabah kahvaltısı ikram ettiler. Sonrada, İslam Hana haber saldıklarını, görüştürmek için ellerinden geleni yapacaklarını söylüyorlardı.

Saat onu geçiyordu ki, gelen bir subay İslam Hanın gelen­

leri kabul edeceklerini ve kendilerini beklediğini söyledi. İmamla bera­ ber üç kişi doğru İslam Hanın sarayında huzura çıktılar.

Elishan Tayd

teşrifatçının gerisinde, sağ tarafında imam, solunda müftü Ahmet Hoca, gerisinde Sadey olduğu halde ilerliyordu. İslam Han, yerinden kalktı, bü­ yük bir saygı ile sunulan selamı kabul etti. Elishan Tayci tok bir sesle, kısa kısa kimliğini, nereden niçin geldiğini ve ne istediğini söyledi. Müftü Ahmet Hoca, bunları aynen imama, imamda İslam Hana aktardı.

İslam

Han, durumun ciddiyetini çok iyi anlamıştı. Şimdi, yapılaca}t ilk iş, üç mi­ safirin ·istirahatının temini idi. Teşrifatçılarına emir buyurdu. Misafirle­ rinin istirahatı temin edilecekti. Meseleyi sonra görüşürüz dedi. Elishan Tayci ve arkadaşları kendilerine tahsis edilen odada istirahata çekildiler. Biraz sonrada getirilen yeni elbiseleri giydiler. Zira, kampta esir hayatı yaşamış olan bir kimsenin üst başı pek düzgün olmıyacağı pek tabiidi. Öğleden sonra t�krar İslam Hanla bir görüşme daha yapıldı . İslam Han, duruma derhal müdahale edeceğini, kendilerinin üç gün kadar sara­ yında misafir olmalarını ve konu ile görüşecek kamptaki arkadaşlarından ileri gelen kim varsa, onu da çağırtacağını sözlerine ilave etti.

Kampta,

kim vardı ki, Zayıf Tayci yoktu. Diğer ileri gelenlerde çoktan

rahmet-i

rahmana kavuşmuşlardı. Fakat, Zayıf Taycinin oğlu genç

Osman Taycı

vardı. Elishan Taycı, Onun getirilmesini istiyordu. Arzusu İslam Hana bildirildi. İslam Han, gerekli bir belge ile kampa bir j eep yolladı. İsltı.m Handan böyle bir emir alan kamp komutanı küplere bindi. Fakat, Hanın isteğini yerine getirmeğe mecbur kaldı. Osman Tayciyi

çağırarak · İslam Hanın

adamlarına tanıştırdı. İslam Hanın adamları ile biraz sonra saraya gelen Osman Tayci karşılarında Elishan ve arkadaşlarını görünce çok sevindi, birbirlerine sarıldılar, sevinç göz yaşlan döktüler.

İki gün sonra İslam

Han yan ındaki misafirleriyle kampa geldi. Kamp komutan ını çok ağır bir


- 78 dille kınadı . Bundan böyle, bu insanlara en ufak bir kötü muamele yapıl­ dığını duymak istemediğini, kontrol edeceğini komutana tembihledi. İslam Hanın gelişi ile · kamp

hayatımız da değişti. Artık karınlarımız

doyuyor, hastalarımız tedavi ediliyordu. nın kurmuş oldukları yardım

Karihabullah

kampanyaları

müslümanları­

sayesinde, kampımıza ton­

larca gıda , giyim ve sihhi malzeme gelmeğe başladı. Bir parça insana dön­ müştük. Komutan da yumuşamış, eski gayri insani tutumundan vaz geç­ mişti. Hatta, yakın bir zamanda daha rahat bir kampa nakil edileceğimiz­ den biie söz etmeğe başladı. . . Muzafferabat

kampında kalışımızın altıncı ayının sonunda, bir gün

kamp komutanı, kafilemizin başka bir yere nakil edilmesi hususunda emir aldığını, razırlıklı bulunmamızı tebliğ etti. Bu tebliğden iki gün sonra

Hazara ilinin Tırnova kasabasındaki Kamfor kampına nakledildik. Kam­

:!'o r kampına nakilimiz çok h e yecanlı oldu. Bizim, serüvenlerimiz mahal­

li gazeteler vasıtasiyle halka iletilmişti. Kamfora gideceğimiz gün ü, yaşlı­ lar ve hastalar a skeri otomobillere bindirildi. Yürüyüşe dayanacak güçte

oiunlar yaya olarak yola çıkarılmıştı. Yol boyunca bütün yerli halk yola dökülmüşler, bizlere büyük tezahürat yapıyorlar, içecek ve yiyecek ver-

1940 yılında Kargil geçidini a�arak Muzaffer Abad şehrine ulaşmıştık.

O günlerde bu

geçit Patika ve Keçi yollanndan ibaretti. Otuz yıl sonra Malik Şerefli aynı yoldan bir daha

-geçti. Fakat, bu defa yol stabilize edilmi5, uçurum kenarlan korkuluklarla çevrilmişti. Re­ simde,

Muzaffer.

Abad'dan

Karı:il'c doiru

ı:iden

yolun 1970

yılındaki

hali

ı:örülüyor.


.. ·-

79

- -·

Kamfor kampında ölen ikibin kişinin mezarları daire içindeki yamaçlarda bulunmak· lııdır.

Resim, o günlerde bu kampta çocukluk günlerinin en acı anını ya.5ayan Malik Şerefli'· nin 1970 yılında Pakistan'a yaptığı ziyarette çeldlm�tir.

rnck için birbirleriyle yarış �diyorlardı. Bizler de çok heyecanlanmıştık. B üyük bir savaşın muzaffer orduları gibi halk arasından geçiyor, üzerimi­

ze

atılan çiçeklere saygı ile mükabele ediyorduk. İşte, bu heyecanla yo­

nılduğumuzun bile farkına varmadan Tırnova'ya gelmişiz. Kamfor kampında, kaldığımız sürece çok acı ve ızdıraplar çekiyorduk . B u izdıraplar maddi değildi. Manevi olarak kampımıza çökmüştü. Kolera ve

vebadan günde onlarca adam ölüyordu. Cenazeleri gömücek eli kazma

tutan erkek veya kadın kalmamıştı. Hepimiz birer yaşayan mumya gibi,

ağaçların dibinde can. çekişiyorduk. Ölülerimizi yerli müslümanlar cena­ zcliyor ve defin ediyordu. Bilhassa müslüman HAKSAR partisinin genç-

1 i k teşkilatı bu işi gönüllü olarak üzerine

almış, din adamları ve mezar

kazıcı olarak geceli gündüzlü çalışmışlardı. Onları minnetle anıyoruz. Bu kampta veba ve koleranın bizden alıp götürdüğü iki bin kişi idi. Aralarında, meşhur kahraman Koca Akın, Alkan Şanya, Ahmet Ali , Na­

.v ın , Rüstem, Minnan ve Nayzabay gibi ileri gelen bahadır yiğitler de var­

d ı . Bugün bu yiğitlerin mezarları oradadır.

Kamfor kampına yerleşmemizden bir yıl sonra, o devirlerde Hindis­ lana hakim olan İngiliz Genel valiliğince göçmen belgesi aldık. Bu bel­ gelerle Hindistan sınırı içerisinde serbestçe dolaşmak ve istediğimiz yer­ l l ' l'C'

yerleşmek h a k k ı n ı kaza n ıyorduk. Fakat, bizler henüz kendi başımıza


- 80

·--

i ş güç tutacak durumda değildik. Parasız pulsuz ne yapabilirdik. Bu ne­ denle kamfor kampında bir yıl daha kalmağa karar kıldık.

Bizim mali

gücümüzün olmadığını pek iyi bilen yerli müslümanlar İngiliz valisi nez­ dinde müracaatta bulunarak, göçmen belgesi taşıyan bu dindaşlarımızın devlet vasıtaları olan otobüs, tramvay, tren vs. ulaşım araçlarında hiç ol­ mazsa beş senelik meccani seyahat etme hakkının verilmesini istemişler­ di. Genel valilikçe bu istek olumlu karşılandı ve bizlerin Hindistan sınırı dahilinde beş yıl devletin her türlü ulaşım vasıtalarından faydalanmamız sağlanmış oldu. Bize devlet bu imkanları tanırken, yerli müslümanlar da, bizim geçim ve hayat kavgası nedeniyle Hind diyarına darmadağınık dağılacağımızı sezmişler, bu durumu önlemek için de kendi aralarında bir toplu yerleş­ tirme kampanyası açmışlardı. Böylelikle bizler, kendi gelenek ve görene­ ğimizi kayıp etmediğimiz gibi ana

vatandan getirdiğimiz son kültür ka­

lıntılarını da korumuş olacaktık. Yerli müslümanların bu arzuları bize ulaştığında, çok sevindik ve biz de toplu olarak bir yerde yerleşmek is­ teğinde; olduğumuzu bildirdik. Eğer, mümkün olursa, memleketimizin iklimine eş bir iklimi olan yeri tercih ettiğimizi de söylüyorduk.

Bizler,

tropik iklime alışkın değildik. Zaten, bütün hastalıkları, kırılıp telef ver­ memizi bu iklime bağlıyorduk. Bu nedenle daha serin bir yer arıyorduk. Hind yarım adasının en serin yeri de bizim Doğu Türkistan sınırına yakrn kuzey tarafları idi. Bu bakımdan Şatral denilen bölgeyi tercih ettik. Ora­ yı, Altay'a, Barköl'e ve Kumul'a benzetiyorduk.

Oysa, Şatral hayal et­

tiğimiz gibi değildi. Dar vadilerle, engebeli, zor yol veren dağlarla mes­ kfın bir bölge idi. Şatralın bu coğrafi konumunu göz önüne alan hükümet yetkilileri, bizlerin oraya yerleşmesine müsaade etmedi. Şimdi iş, Dekka yarım adasında yerleşecek bir yer bulmada kalmıştı. Biraz kendimize gel­ dikten ve üç - beş kuruş kazandıktan sonra Türkiye'ye gidebilirdik . . . Bizi toplu bir yerde yerleştirecek olan kampanya, Dekka yarım ada­ sında ne kadar müslüman nevap varsa. yardıma çağırmıştı. İşte, bu nevap­ lardan ve Haydarabat Nizamı n amı ile maruf Mir Osman Han bir gün kamfor kampına geldi. Bu zat Türkiyeli bir Türk kızı ile evli idi. Bundan dolayı bize büyük bir sempati duydu.

Derhal yetkili resmi makamlara

müracaat ederek, Doğu Türkistanlıların kendisine topyekun teslim edil­ mesini, kendi nevaplığında toprak, ev, iş, mal ve mülk sahibi edeceğini taahhüt ediyordu. Fakat, Haydarabat Dekka yarım adasının en sıcak yeri ve ekvatorun tam üzerinde bir göbek taşı misali bir yerdi. Zaten, bizler sıcaktan kaçıyorduk. Bu nedenle Nizamın, bütün samimi arzularına ve gösterdiği yakınlığa ancak, teşekkürle şükranlarımızı sunduk. Haydara­ bat, Nizamının gelişinden bir kaç gün sonra, bu defa gene müslüman bir nevap olan Bopal nevabı Habibullah Han geldi. Bopal Haydarabata na­ zaran biraz serindi. Balta girmemiş sık ormanla kaplı, çok yeşi l l i k ve ol-


- 81 ı Lı ı k(,'n sulak bir yerdi. Orman o kadar sıktı ki , güneşin doğup baıttığının 11117.l'n farkına bile varamıyorduk. İşte, Zayıf Taycinin oğlu Osman Tayci

( 'l'ıı�tarı ) başkanlığında 500 kişilik bir kafile buraya Matar denilen bir

.v t•n• yerleşti. Matarda tropikal yağmurlar yağıyordu. Bu yağmurların bir

l lwll iği de beraberinde yılan, çiyan ve kurbağa gibi zararlı hayvanları J.ll'lirmesiydi. Günlerce yağan yağmur, öteberimizin çürümesine, sel bas­ masına sebep oluyordu. Üstelik Matar çiftçiliğe elverişli bir yerdi. Bizler

ılı• çiftçilikten anlamıyorduk. Bu bakımdan Matarı terk etmenin yollarını ı ı rndık ve durumu Habibullah Han'a ilettik. Bu defa Bopal şehirinden ev vndi. Kentli müslümanlarda iane ve iaşe yardımlarında bulundu. Kafi­ h · ınizin diğer üyeleri Lahor, Pişhaver, Ravalpindi, Taksila, gibi ticaret ı rwrkezlerine dağılmışlar ve yerli müslüman halkın yardımları ile hayat­ l ı ı rını idame ettirmeğe çalışıyorlardı. En çok toplu halde yerleştiğimiz yer M ıı tardı. Hatta, buraya bir Kazak Abat kenti kurmayı bile tasarlamıştık. l•'ııkat, tabiat şartlan buna elvermedi. (*) Doğu Türkistanlılar d a diğer vatan cüda kardeşleri gibi, yabana muh ­

lııç olmamak için hiçte alışık olmadıkları ticarete koyuldular. İnsan üstü

lıi r gayretle ekmeklerini kazanmayı başarmışlardı. Üstelik dil bilmedik­ l ı • ri gibi yol yordam da bilmiyorlardı . . . Bizler artık Hind diyarına yavaş yavaş alışıyorduk. Derdimizi anla­ l ııcak kadar lisan da öğrenmiştik. Biraz kendimize gelmiş, toparlanmıştık.

1 > urum bu şekilde bir iki yıl daha devam ederse, tez toparlanacağımızı ve

'l'Lrkiyeye gidebileceğimizi hayal ettiğimiz günlerin arifesinde, Kalküta'­

dn Hindularla, müslümanların çatıştığını, en az beşbin müslümanın Hin­

tlCılar tarafından katledildiği haberi yayıldı. Zaten, son yıllarda Dekka yurım adasında bir huzursuzluk vardı. Büyük Ruh Gandi, müslüman ve llinduların barış içinde beraber yaşayabileceğini, birlikte Hindistanı İn­ g i l i zlerden kurtarabileceğine inandığını söylediğinde, kendi ölüm ferma­ n ı nı kendisi imzala(dığının farlonda bile değildi. Kalküta olayından sonra

(•)

Tırnovadaki kamfor kampından dağıldıktan sonra, 1944 yılında Doğu Türkis­ tan'da Osman Batur'un başarıya ulaştığı ve Şarki Türkistan Cumhuriyeti­ nin kurulduğu haberi gelmişti. Bu durumda memleketimiz istiklalini elde etmiş oluyordu. Bizlerin de tekrar vatana dönmesi ve yeni kurulan devle­ timizde yaşamamız gerekliydi. Vatanımızda yeni bir cumhuriyetin kurul­ masını heyecanla işitmiştik. Bundan dolayıdır ki, bir kısım vatandaşları­ mız memlekete geri göç ettiler. Kayısbay Pehlivan, Kara Molla, Karmıs, Hasan Batır başta olmak üzere ikiyüze yakın ırkdaşlarımız dönmüşlerdi. Bun­ lardan Kara Molla ve Hasan Batır 1951 de tekrar Doğu Türkistan'dan yola çıkarak Türkiye'ye geldiler. (H.B. Geyretullah) F

:6


- 82 müslümanlar misillemeye teşebbüs ettiler.

Dekka yarımadası artık bir

muson med-cezirinde çalkalanıyordu. Hindfı.lar, müslümanlara zulüm ct­ meğe başlamıştı. Büyük Ruh Gandi, zulmün önünü almağa, din ayrılığın­ dan ötürü, kan dökülmesinin Hindistan için zararlı olduğunu anlatmağa çalışıyordu. Fakat, anlayan olmadı ve bir sabah Büyük Ruh Gandi, bu sözlerinin cezası olarak bir Hindu tarafından kurşunlandı. Gandi'nin bir cinayete kurban gitmesi

Dekka yarım adasını oldukça

karıştırdı. İngiliz Genel Valisi Lord Mountbattin, yüz milyon müslüman ve ikiyüz milyon Hindunun birbirlerini boğazlamasını durduramadı. Müs­ lümanlar

Muhammed Ali Cinah'ın,

Hindular ise Nehru'nun etrafında

saflarını almışlardı. Lord Mountbattin, artık İngilizlerin üç asırlık Hindis­ tan sömürüsünün sonunun geldiğini, belkide bundan böyle asil İngilizle­ rin kaplan avına Dekka yanın adasına gelemiyeceğini acı, acı düşündü! Ve bir sabah Amiral Lord Mountbattin, Londra yolunu tuttu . . . Hindistan ikiye bölünmüştü. Müslümanlardan müteşekkil Pakistan,

Hindulardan

mürettep Hindistan . İşte, bu dalgalanmada bizde herşeyden önce müslüman olduğumuz­ dan Muhammed Ali Cinah safında ve onun Pakistanmda kaldık. Hindli müslümanlar kendi başlarına buyruk müstakil bir İsiam Cum­ huriyeti kurunca, bizim de durumlarımız değişti. Yeni . doğan Pakistan is­ lam cumhuriyeti bize bazı imkanlar sağladı. Yukarıda, Damcık'ta Hindistan sınırında Hindli komutana bir proto­ kolle silahlarımızı teslim ettiğimizi söylemiştik. Bu protokol, Osman Tayci başkanlığında olanlar ' için bir, Elishan Tayci başkanlığında olanlar için de bir adet olmak üzere düzenlenmişti. Osman Tayci ve Elishan Tayci başkan­ lığında protokole imza eden bu hey'etler daha sonraları birer komite ola­ rak teşekkül etmiş, Hindistan resmi makamlarına karşı bu iki komite so­ rumlu olmak üzere, Tırnova'daki kamfor kampından dağılıncaya kadar da devam etmişti.

ı.

Osman Tayci (Taştan)

il.

Elishan Tayci (Batır) nın başkanlığında komite

nın başkanlığındaki komite

1. 2. 3.

Hamza

1.

Mardan Ökürday

Çakbakbay

Savutbay

4.

Koşvut

2. 3. 4.

5.

Davutbay

5.

6.

7. 8.

Koca Abdullah

Ömer Sadey Bek Sultan

Alpıs Teyci

6.

Ali

Kara Molla

7.

İlyas (İlyaz)

Rakadil Tancan


- 83 Bu komitedeki dm adamları 1.

:.! .

:t

İdris Müftü

Bu komitedeki din adamları

1.

Hakaşa Molla

2.

Haydar Kari

3.

4. 5.

Azam Molla

6.

Musayip Molla

Ahmet Müftü Serikbay Molla Ömer Molla

Abdeş Molla

Bu iki komitenin faaliyetleri arasında, kampımızda kurulan muhtelif branşlardaki kurslarla açılan okullar zikredilmeğe değerdir. Genç Pakistan Cumhuriyeti merkezi Pişhaver kentinde olmak üzere bir •Doğu Türkistan yardımlaşma ve kültür derneği» kurmamıza müsaa­ de etti. Derneğin ilk başkanı Hacı Osman Taştan beydi. Bu derneğin ga­ yesi dağınık bir vaziyette yaşayan Doğu Türkistanlıları bir araya topla­ mak, onların eriyip yok olmamalarını temin etmek ve kültürel yapısını muhafaza etmekti. Derneğin teşkili ile ırkdaşlanmızla olan temasımız daha da artmıştı . Bu

arada gene Çinliler karşımıza çıkmış, bize yardım edeceğini vatana geri dönmemizi propaganda etmeğe başlamıştı. Bir keresinde, kamfor kampı­ na gelen milliyetçi Çin elçisini, Elishan Tayci büyük bir hakaretle kov­ muştu. Çinliler hala peşimizdeydi.

Onların gayesi, Doğu Türkistandan

hiçbir Türkün dışarı sızmaması idi. Çünkü, dışa çıkan bir Türk, ileride Çin için bir problem olabilir, Doğu Türkistan davasını hür dünyaya anlatır, savunur ve bu güzel toprak elimizden gider, endişesi vardı. Dernek bu tip indi ve uzun vadeli siyasi çıkar güden Çinlilerle de mücadele etmek zorundaydı. Bir bakıma Doğu Türkistanlılar yokluk ve fakr-ü zaruret içerisindeydi, ama bir doyumluk aş için vatanlarını Çine satacak kadar da şerefsiz değillerdi.

1949

yılında dernek idarecileri toplanarak, Türkiyeye göç etmek için

Türkiye harciyesine müracaata karar verdi.

1949, 1950

ve

1951

yıllarında

Ankaraya yapılan müracaatlara cevap dahi verilmedi. Böylece, Dekka yarımadasında onüç yıla yakın bir zaman su gibi akıp gitmişti. Bu onüç yılda birçok acı tatlı günlerimiz oldu. Bizleri, buralara kadar getiren aziz liderlerimizin çoğunu toprağa vermiştik. Kahraman ve genç Elis Han Tayci de

1943

yılında Şatral'a yakın Dernavap'ta vebadan

hayata gözlerini yummuştu. Bu kahraman için dökülen göz yaşlan, fer­ yad-ı figanlar boşa gitti. Genç yaşta, gurbette yaban ilde kalması bizler için unutulmaz acıydı. Aynı yıl Elishan Taycinin yanına, müftü Ahmet Hoca, Koşvut ve Azam müftüyü de toprağa vermiştik . Memleketten ge­ len ve bizlere yol yordam gösterecek olanların sayısı gün geçtikçe azalı­ yordu.

1944

yıl ı bizim için

en

uğursuz yıl olarak geçmişti . Bopal 'da, Şe-


- 84 -rikbay, Abdeş, Şakbakbay, Taksilada Angalbay, Otarşı, Mardanda, Mar­ dan Ökürday ve Pişhaver'de de Ömer Ökürday vefat etmişti . * "' *

Bizler Türkiyeye gitmenin heyecanı ile vize beklerken, bizden onbeş sene sonra gene anavatandan göçler olduğunu ve Hindistan sınırına ulaş­ tığını haber aldık. Bu yeni gelen ı rkdaşlarımız da tıpkı ; bizim gibi, çarpışa çarpışa yola çıkmışlardı.

1951

yılının onbeş ağustosunda Keşmir'e gelen

bu yiğit ırkdaşlarımızın milli mücadele hayatları kitabın ikinci bölümün­ de c.nlatılacaktır. Irkdaşlarımızın Keşmir'e gelmiş olmaları bizleri çok sevindinnişti. Fakat, o sıralarda Hindistanla Pakistan arasında henüz dip­ lomatik münasebet olmadığından onlan gidip ziyaret etmemiz imkansız­ dı.

1952

yılının ortalannda Pişhaver'deki Doğu Türkistan

Göçmenler

Derneği, Türkiyeden vize geldiğini bütün yurttaşlarına tebliğ etti.

Bu

haber o sıralarda Pakistanda bulunan Türkistanlılar arasında bir bayram havası yarattı. Vize geldikten sonra, bir senelik bir hazırlık dönemi geçir­ dik. Elimizdeki ağırlıkları satarak yol hazırlığı yaptık. Sonra da, peyder pey, Karaçi limanından gemilerle ummanı aşarak Basraya indik. Barsa'­ dan trenle Nusaybine ulaştığımızda kafilemizde büyük bir sevinç oldu. Onbeş yıldır özlemini çektiğimiz Türkiyeye nihayet kavuşmuştuk. Nu­ saybin'den sonra varacağımız

durak

İstanbul idi . İstanbul'da Toprak

ve İskan Umum Müdürlüğünün hazırladığı Sirkeci, Zeytinburnu ve Tuzla

misafirhanelerinde misafir edildik. Artık hür ve kardeşlerimizin kucağın­ da idik. Göçmen evlerinde belirli bir süre kaldıktan sonra, Tür!{ hüküme­ tinin uygun gördüğü yerlere iskan edildik. Ulukışlanın Altayköyüne

1 60, 60, Develi kazasının köylerine 75, Yahyalı kazasına 15, Yeşilhisar kazasına 25, Konyanın İsmil kasabasına 60, Konya Ereğlisine 15 hane Salihli'ye 180 hane olmak üzere yerleştirildik. Hacı Os­ Niğde Aksaray Sultanhanına

man Taştan ve birkaç aile İstanbul'da kaldılar. * "' *


\

� !;,

J.

/,

-'

6-.\J \ 1

I�

,._

�_.>

,

� }

'

·-A_J 1. .

.. · ·j' t' ' J�

�'� Jjli ...;�tfJ j f �'°'� ' Eastern Turkistani Quıq Refugees Association.

j,c�·� <jı�- ..J)'-!>�

P E S H A W A R , ( Pal'iaıı1n.)

DOGU TÜRKiSTAN GÖÇMENLER DERNECI ' Hilal-i Ahmer Cad. Üretmen Han No. Cağıloğlu

408

Tel,

:

- 27 69 1 8

lstanbul

<>llıC> T. C. BAŞBAKANLIK Muamelat Umum Müdürlüğü Kararlar Müdürlüğü Karar sayısı

:

3/ 14595

Karar Sureti

Doğu Türkistandan Hindistana iltica eden (350) Türk ile aynca Hin­

distan, Pakistan ve Suudi Arabistana sığınmış olan beş bin Türkden ( 1 500)

kişi olmak üzere ceman ( 1850 ) Türkün iskanlı göçmen olarak yurdumuza

kabulleri, Devlet Bakanlığının 1 0/3/1952 tarihli ve 3232-0-3035/12765 sa­

yılı yazısı üzerine; Bakanlar Kurulunca 13/3/1952 tarihinde kararlaştırıl­ nuştır.

Cumhurbaşkanı C . BAYAR

Başbakan

Devlet Bakanı

Devlet Bakanı V.

A. Menderes

Başbakan yardımcısı

F. L. Karaosmanoğlu

S. Ağaoğlu

Adalet Bakanı

Milli savunma B. İçişleri Bakanı

R. Nasuhioğlu

H. Köymen

F. L. Karaos­

Dışişleri Bakanı F. Köprülü

manoğlu

Maliye Bakanı

Milli Eğitim B.

H. Polatkan

T. İleri

K. Zeytinoğlu

G. Vc Tekel Ba.

Tarım Bakanı

Ulaştırma Bakanı

N.

S. Kurtbek

Sa. Ve So. Y. Bakanı

Bayındırlık Ba .

Muhis Ete

S. Yırcalı

Dr. H. Üstündağ

Çalışma Bakanı

N.

Özsa ı ı

Eko. ve Ticaret Bakanı

Ökmen

İşletmeler Bakanı V. N. Özsan

Aslı gibidir.


- 86 Klişede

1949

yılında Doğu Türkistanın İstiklal mücadelesini savun­

mak ve Pakistan'da bulunan Doğu Türkistanlılara yeni bir hayat

hazır­

lamak üzere Osman Taştan beğin başkanlığında kurulan Doğu Türkistan Göçmenler Derneği ile

1960

yılında aynı gaye ile İ.Y. Alptekin beğin baş­

kanlığında kurulan ve İstanbul'da halen faaliye t göstermekte olan Doğu

Türkistan Göçmenler Derneğinin antetleri görülüyor. Alttaki yazıda ise, Doğu Türkistanlı Türkleri

Türk vatandaşlığına

kabul eden Bakanlar Kurulu kararı görülmektedir.

1960 yılında İ stanbul' da kurulan Doğu Türkistan kurucuları : 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 1 0. 11. 12. 13. 14. 15.

İ sa Yusuf Alptekin Osman Taştan İlhan Musabay Norkocay Batır Abdülkerim Türkistanlı Bahadırhan Batay Semih C a n Akhun Abdüsselam Aykanat Enver Koçyiğit f\hmet Pahta Abdülveli Can Şevket Yarbağ Mehmet Mekkin Ubeydullah Hatipoğlu Mehmet Emin Ahunbay

16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26 27. 28. 29. .

Göçmenler Derneğinin

Turdi Ahunbay Zafer Ali Kızılay Tursin Kubilay Abdülkebir Akyol Polat Turfani Settar Makbul Mehmet Ahunbay Abdüllatif Kanat Kutlubay Sevinç Ömerhan Pazar Toktasın Tokay Kayyum Molla İyimolla Kahraman Çakmak Ramazan Ozan

1 949 da Pakistan'da kurulan Doğu Türkistan Göçmenler Derneğinin kurucuları : 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 1 :i.

14. 15. 16. ı 7.

Osman Taycı Hakaşa Hacı Savutbay Hamza Davutbay Beksultan Ali Hacı Halife Kayyum Molla Alpıs Taycı Sadey Mülyan İslambek Balapan Mütellap Batay Koca Abdullah

18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34.

Abd ülkebir Bökey Kelisbay Balgazi Sul t an Gencebek Ahi İsa Abdüşekur Atayhan Gulambay Kakan Şevket Orazbay Uy adan Ömerhan Bayınbay Mehmet Ahi Adıl bay (H. B. Ga y n•tullah)


OSMAN BATUR

VE

MİLLİ MÜCADELESİ

1973 yılının bir kış günü akşamı, Doğu Tür­ kistandaki Çin vahşetini kaleme almak ıçın, araştırma yapan komitemiz Osman Batur'un yanında ve hizmetinde bulunmuş ağabeyi Os­ man Batur'un kız kardeşi ile evli olduğundan Osman'la bir akrabalığı da olan Zalabay Tey­ ci'yi bulduk. Çünkü, Osman Batur'u bize en iyi şekilde O, anlatabilecekti . Bugün dahi o günlerin heyecanını ta derinden duyan Zalabay Teyci, bildiklerini, gördüklerini ve Osman Ba­ tur'la ilişkilerini bir hafta kadar bize zaman ayırarak, sohbet şeklinde aktardı. Biz, kendi­ lerini hem dinledik ve hemde notlar almak su­ retiyle eserimize derpiş etmeğe gayret .ettik. Elinizdeki bu eser bir tarih değil, olaylan yaZalabay TEYCI şamış kimselerin hatıralarını bir araya toplı­ yan bir hatıralar manzumesidir. Bu bakımdan biz, olaylara yorum ver­ meden, biraz edebiyat çeşnisi katmak ve olayların cereyan ettiği günler­ deki aktüel siyasi durumları eklemek suretiyle, bir milletin vermiş oldu­ ğu istiklal ve hürriyet mücadelesini gün ışığına çıkarmağa çalıştık. Bu bakımdan, okurlara daha gerçekçi , objektif bir gözle Doğu Türkistan me­ selesini bir kerre daha ortaya koyduğumuza inanıyoruz. Şimdi, on iki aralık 1973 gecesi Zalabay Teyciyi dinleyelim: Zalabay Teyci, sözü çok değil birkaç yıl geriye 1934 yılında Köysuda icra edilen milli kurultaya kadar götürdü. Biliyorsunuz, Köysuda Zayif 'faycinin başkanlığında yapılan bu toplantı, Doğu Türkistan için çok ö­ nemlidir. Çünkü, o toplantıdan sonra, hakikaten Doğu Türkistanda çok çetin bir milli mücadele hayatı başlamıştır. Biz, o günlerde delikanlı idik. Böyle şeylere heyecan duyar ve yakından ilgilenirdik. Hani, bir ödev ver­ seler de yapalım, der gibi bekleşir dururduk. Bildiğim kadarı ile Köysu­ daki kurultaya Altayı temsilen meşhur din alimi Ahid Hacı ile Halil Tayc i katılmışlardı. Bu i k i zatın kurultay dönüşü, Altayda el altından bir k ı pı rdanmala r oldu. Tfr rkes, h ü rriyet rüzga rın ı be kl i yord u ve bunun mü-


- 88 cadelesi için de hazırdı. Çinliler bunu biliyordu. Nitekim, kurultay dönü­ Aradan birkaç gün

şü Ahid Hacı ve Halil Tayci'yi Çinliler tutukladılar. geçtikten sonra, Kumar Tayci

(Ömer) , Mankey, Karakul Zalin, Kaken

Tayci, Mamila Zengi, Baygoca Zalin, Akım Batır, Dönen Tayci, Bayka­ dam Ökürday, Bayanbay, Boranbay Tayci, Şari Zengiyi ve Önerhan Canım Hanoğlu tutuklandılar. Yapılan bu sorumsuzca tevkifatlar mahalli halk arasında büyük bir huzursuzluğa ve yer yer sinir gerginliğine sebep oldu. Diğer taraftan da mukaddesata, milli değerlere ve hatta namusa el uzatıl­ mağa başlandı. Mesela, Köktogay kasabasındaki camii ve mescitlerle dini kitaplar yakılıp, yılolmıştı. Köktogaydaki camii ve mescitlere yapılan tecavüz, yakılan Kur'anı Kerim olayların patlak vermesine sebep oldu. Başlangıçta, basit bir çekiş­ me, bir din ayrılığı gibi görünen bu hadise, her iki tarafın hoş görürlüğü ile yatıştırılmıştı. Çünkü, Türkler henüz büyük bir olay çıkarmaya hazır değildi. Bu nedenle Köktogay olayına göz yumuyor görünmüştü. Fakat, Sarıtogaydaki yukarıda adı geçen ve Altayın dini lideri olan müftü Ahid Hacının camiine yapılan saldırı, milli tansiyonun had safhaya çıkmasına vesile oldu. Bu defa Türkler hoşgörürlüğü elden bıraktılar ve bu tecavüz olayını sert bir şekilde protesto ettiler. Zaten, birçok lider

durumunda

olanlar tutuklu idiler. Bu bakımdan halkın heyecanını istihsal edecek ve bu heyecanı bir kanala organize edebilecek kimseler de pek yoktu. Daha doğrusu halk bu kanaatte idi. Fakat, biz büyük bir milletiz. Her zaman başımızdakiler tutuklanabilir ve hatta ölebilirdi. Böyle durumlarda lider

çıkaran tek millet muhakkak ki , Türk milletidir . İşte, bizde yeni bir lide­ rin etrafında toplanmıştık. Bu iki genç lider lrıs Han ve Esim Han adlı

çok cesur ve yiğit iki gençti. Bu iki gençin milli mücadeleye verdiği yön Doğu Türkistan tarihinde bir dönem noktasıdır. Çünkü, Irıs Han ve Esim Hanın başlatacağı milli mücadele hayatı daha sonraları Osman Batur'u ortaya çıkaracak, muhtar Doğu Türkistan eyalet hükümetinin doğmasına ve İlide müstakil Şarki Türkistan devletinin kurulmasına vesile olacaktır. Bu noktayı bu şekilde açıkladıktan sonra, Zalabay Teyci, Irıs Han ve Esim Han Baturların yapnuş olduğu milli mücadeleyi şöyle nakletti :

1940

yılının Şubat ayında Sarıtogay'daki Ahid Hacı'nın camime yapı­

lan tecavüz bahane edilerek, lrıs Han ve Esim Hanın liderliğinde büyük bir protesto gösterisi yapıldı. Çinli makamlar protestocuları tutuklamaya kalkınca, lrıs Han ve Esim Hanlar, gelen hükürnet kuvvetine ateş emri verdiler. Büyük bir çaarpışma oldu. Hürriyetin ilk kurşunu böylece Çin­ lilere karşı sıkılmış dıkları gibi,

vardıran Çinli lerinin üzerine Han

beğlerin

oluyordu .

canlarını zor makamlar askeri

bu defa

güç sevk

yürüttüğü

Çinliler,

hiçbir Türkü tutuklıyama­

kurtarnuşlardı. ettiler.

mücadele

Bunu bir isyan

Irıs Han ve on

Esim Han

Böylece ay

kadar

Irıs

niteliğine kuvvet­

Han ve

devam

l'lti .

Esim Bu


- 89 oıı ay zarfında yer yer çok şiddetli çarpışmalar olmuştu. Irıs Han ve Esim 1 la n beğler zaman zaman dağa çekilerek kuvvet topluyor ve büyük b i r gerilla savaşı veriyordu. Fakat Tanrı, bu on aylık özgürlüğü bize çok görmüştü. Kahraman Irıs Han Batur'un vebadan öldüğü haberi Altayın

o ulu doruğuna bir karayel misali ulaşmıştı. Irıs Hanın vefatından bir ay

sonra Esim Han'da verdiği bir savaşta şehit olmuştu . Böylece Altay Türk­ lerinin üzerine bir karaduman çökmüş, başsız ve lidersiz kalmışlardı. Irıs Han ve Esim Hanın yapmış oldukları on aylık mücadele de tutuklu olan­ ları kurtaramamıştı. Buna gördüğümüz gibi ömürleri Han ve Esim Han beğlerin,

�e

vefa etmedi. Ins

ölümü ile halk büyük bir şaşkına dönmüş,

her tarafta elem ve yeis kol geziyordu. Milli güçlerin çekirdeğini oluştu­ ran Irıs Han ve Esim Han Baturlann topladığı milli kuvvetler de dağıl­ mışlardı. Böylece, milli mücadelemiz bir duraklama devrine girmiş olu­ yordu. Halkın bu şaşkınlığından faydalanan Çinli makamlar silah ve gereç­ leri toplamağa başladı. Halk, ne yaptığının farkında bile olmadan büyük bir şaşkınlıkla silahlarını götürüp teslim ediyorlardı. Çinli askerler ar­ tık, Türk obasına kadar gelebiliyor, pervasızca silahlan yükleyip gidiyor­ du. Birgün, İslam beyin avılında silah toplamak için Çinli askerlerin gel­ diğini ve herkesin silahları vermelerini

istediklerini duyduk.

Fakat,

İslam beyin büyük oğlu Osman silahını vermemiş, almak isteyenlerede mukavemet göstermişti. Babası İslam Hoca, oğluna her ne kadar öğüt ver­ di ise de, söz dinletemedi. Osman, « Bugün silah veren, yarın canını ve­ rir, demektir. Benim Çinlilere verecek silahım yok.

İstiyorlarsa, gelip

kendileri alsınlar. Korkuyorsanız siz, silahlarınızı veriniz . ,, Diyor ve da­ ğa çıkacağını, Çinlileri orada beklediğini sözlerine ekliyordu. Osman, de­ diğini yaptı. Arkadaşı Süleyman ve büyük oğlu Şerziman'la birlikte o gün dağ yolunu tuttu. İhtiyar İslam bey, hayır dua etti. Belki Allah, seni doğ­ ru bir yola sevkediyordur, kimbilir memleketimiz için yaptığın hareket hayırlı olur, dedi . . . O günkü silah toplıyan birliğin komutanı dağa çıkan birkaç kabadayı ne yapabilirler, karınları acıkınca,

kendiliklerinden si­

lahlarını getirip verirler, demişti. Fakat, bilmiyordu ki , Osman artık hür­ riyetin habercisi, Çinin baş belası olacaktı ! . Osman'ın dağa çıktığı gün, komşu kadınlar annesi Kayşa (Ayça) ha­ nımın etrafını sardılar. Ne bildiği var bu oğlunun ? Neye engel olmadın. Onun yüzünden başımıza neler gelecek bilmiyor musun ? Ha, yarın Çin­ liler gelip hepimizin canına ot tıkayacak. . . İhtiyar Ayça apa bu sözleri büyük bir sabırla dinlemişti. Ben, oğlumu bu günler için doğurdum. Asır­ lardır, koyun boğazlar gibi bizi, Çinliler boğazladı. Birçok kandaşlarımı­ zın canına kıydılar.

Bizim canımız da onlarınkinden kıymetli değildir.

Korkuyorsa n ı z, gidip Çinlilerin ayakl a rı n a kapanın , onlarla birlik olup


- 90 oğlumu dağlarda arayın . Yerini biliyorsanız ihbar edin . . . Ayça apanın bu, sert sözleri komşu kadınlarını yatıştırdı . A , Apa, bize nasıl böyle söylersin. Damarlarımızda henüz Türk kanı var. Kim oğlunun yerini söyler mellın Çinlilere. Kusura kalma, biz cahil kadınlarız. Bilmeden laf ettik. Oğlun için duacıyız. Ona, ekmek, su ve giyecek taşımayan bizlerin Al­ lah canını alsın. İnşaallah, Çinlilere bir ders verirde, yiğit Esim Hanın in­ tikamını alır. Artık, Osman'ın dağa çıkması gençler arasında destanlaştı. Silahını kapan, veya bir şeyler yapmak isteyen vatanperver, milliyet � i

gençler doğru onun yanında yer alıyordu. Altay'ın, engebeli ve zor geçit veren yerleri Osman için birer karargahtı.

Gün gittikçe kuvvetleniyor,

silah ve mühimmat balnmından da artık dağlardan inip, Çinlilere bir ders verecek kadar birikmişti. Fakat, bir fırsat bekliyordu. Çinlilerse Osman'ı pek büyük bir tehlike olarak görmüyor, dağda, taşta üç, beş kaçak var. Elbette bir gün haklarından geliriz, diyorlardı.

1942

yılında, Urumçideki askeri üsden bir kısmının Altay'a sevk edi­

leceği ve orada bir manevra yapacağı haberi Osman'a ulaşmıştı. Osman, beklediği anın geldiğini sezdi ve arkadaşlarına durumu açtı. Urumçı ile Altay arasında yol alacak olan bu askeri birliğe bir baslnn düzenliyecekti. Hiç olmazsa, buralarda daha

Türk'ün gücü var ıntıbağını bırakacaktı.

Belki pek başarılı olmıyabilirdi. Ama, Çinlilere bir göz dağı vermek, böy­ lece körlenmek üzere olan halkın heyecanını kamçılamış olacaktı.

Os­

man'ın adamları her gün Urumçı sokaklarında, Sarsümbe caddelerinde kol geziyor, günlük haberleri Osman'a ulaştırıyordu. İşte, Urumçı'dan ge­ len yiğit, askeri birliğin yola çıktığını, bunların topçu ve süvari askerleri olduğunu bildiriyordu. Osman, bu habere çok sevindi.

Hemen, bir sü­

vari birliğinin at sırtında Altaya kaç günde varabileceği hesaplandı. Ken­ disinin seçtiği kritik bir yerde bu birliğe taarruz edilecekti. Nitekim, öyle oldu. Bir gecenin sonunda beklenen yerde, Çinli birliğine saldırılmış, on­ lara korkulu dakikalar yaşatmıştı.

Bu Osman'ın ilk savaşı idi. Pek ba­

şarılı olmamakla beraber, Çinli birliğe çok zayiat vermişti. Bu olay Al­ tay'daki Türkler arasında duyulduğunda, büyük bir heyecan havası esme­ ğe başladı. Atına atlıyan Osman'nın yanına ona yardıma koşuyordu. Her­ kes, Osman bizim kurtarıcımız, Onu desteklemeliyiz, diyordu . Altaydaki Türklerin Osman'ı büyük sevgi ve samimiyetle karşılaması artık O'nun hürriyet uğruna savaş vermesinin en büyük desteği olacaktı. Çünkü, milletinin itimadını kazanmış ve milletine güveniyordu. Bu ne­ denle, topladığı mücahitleri sıkı bir disiplinle eğitti. Kuvveti onbin civa­ rına ulaştığı gün, ikinci kez Altay'daki Çinli garnizonuna saldırdı. Garni­ zon darmadağın olmuş, kaçabilenler Urumçı yolunu tutmuştu.

Böylece

Altay ve havalisini birkaç günde Çinlilerden temizliyen Osman, artık düz­ lüğe indi ve halkının arasına karışarak, onları yeniden organ i ze <'lmeğe


- 9 1 --koyuldu. Osman 'ın bu kuvvetli teşkilatçılığı Altay'da bir milli gucun po­ tansiyel haline gelmesine vesile olmuştu. Artık, milleti ona layık olduğu yeri verecek ve Onu lider tanıyacaktı. Bu nedenle 1943 yılının Temmu­ zunda Bulgun'da büyük bir toy şöleni yapıldı. Osman, büyük bir beyaz keçe üzerinde havaya kaldırılarak «Han» ilan edildi. Askeri kahraman­ lığından dolayı gösterdiği cesaretin simgesi olarak aynı gün cBa'tır• ün­ vanı da verilmişti. Bulgunda, Osman'ın Han ve Batır olarak ilan edildiğini haber alan Urumçi i darecileri büyük bir paniğe kapıldılar. Şimdiye kadar önemse­ mediği üç-beş dağ kaçağı dediği Osman'nın artık Çinliler için büyük bir mesele olacağı gerçeği kafalarına dank, etmişti. Oınıan Altay Türklerinin Hanı ve Batur'u olduktan sonra, daha güçlü bir şekilde Çinle mücadele etmeğe karar kıldı. Bunun için de silah ve mü­ himmata ihtiyaç val'dı. Bu ihtiyaçları ancak, Dış Moğolistan kanalı ile karşılıyabilirdi . Zira, Dış Moğolistan da ileride doğabilecek herhangi bir Çin tehlikesini önlemek için, Çinle arasında tampon bir kuvvet bulunma­ sını zorunlu hissediyordu. Osman Batur, bunu bildiği için Dış Moğolis­ tanla temas kurmayı uygun gördü. Dış Moğolistan devlet başkanı Şoybal­ sın'a heyetler yollıyarak Çinle mücadelede bir müşterek hedefin çizilme­ sini, kendilerinin şimdilik bir savaş haline giremiyeceğine göre, bilfiil harp halinde olan Altay'a yardımcı olunmasını önerdi. Ulan Batur yöneticileri, Altay'la beraber Çinle savaş etmek veya insan gücü ile desteklemek iste­ miyordu. Ancak, silah satmak suretiyle Osman Batur'a yardımcı olabile­ ceklerini bildirdiler. Dış Moğolistanla birkaç kez karşılıklı görüşmeler­ den sonra, silah alınması konusunda tam bir anlaşmaya varılmıştı. Ulan Batur'dan gelen silahlar Bulgun'da depo edilmeğe ve mücahitlerin ihti­ yaçlarına göre dağıtılmağa başlandı. Osman Batur, silah meselesi ile uğ­ raşırken, Çinliler.de boş durmıyordu. Türklerin dışarıdan yardım alacak­ larını biliyorlardı. Bunu önlemek için, Altay'a kesin bir taarruz edilme­ liydi. Bu düşünce ile birgün Urumçi oldukça kuvvetli birliklerden mü­ rettep bir askeri birliği Altay'a sevk etti. Türklerin eline yeni silah geç­ tiği için bir noktada Altay'da askeri kuvvet dengesi var gibi idi. Bu ba­ kımdan Osman Batur, Çinlilere karşı daha etkin ve kesin sonuçlu savaş­ lar vermek istiyordu. Urumçı'den yola çıkan Çinli askeri birlikler hedef olarak Bulgun, Şagan İrge, Döntü, ve dolaylarını seçmişti. Gerçekten de Osman Batur'un kuvvet merkezi buralarıydı. Savaş, çok şiddetli cereyan ediyordu . Çinliler, uzun menzilli, tahrip gücü kuvvetli toplarla Türk mev­ zillerini dövüyordu. Türkler genel olarak süvari olduklarından, hafif si­ lahlarla donatılmıştı. Uzun menzilli ve ağır toplanınız yoktu. Makinalı tü­ fek, hafif toplarla piyade tüfekleri, el bombası gibi silahlar kuvvetlerimi­ zin elindeki belli başlı savaş gereçleriydi. Şagan, İrge, Bulgun ve Döntü savaşl a rı onbeş gün kadar sürmüştü. A:;rı mızın içinde Doğu Türkistan'da,


- 9 2 -Türklerin Çinlilere karşı verdikleri en büyük savaşlardan birisi de bu sa­ vaşlardır. Bu savaşlarda, Çinliler piyade ve ağır silahlı oldukları için yer değiştirmede güçlük çekiyorlardı. Türkler ise, süvari olduklarından yıl­ dırım hızı ile yer değiştirebiliyor, mevzilerden, mevzilere atlıyarak düş­ manı şaşırtıyorlardı. Her iki taraf,

büyük zayiatlar veriyordu.

Fakat,

inatla savaşa devam ediyorlardı. Onbeşinci günün sonunda Çinliler ricat ettiler. Osman Batur, savaşı kesin sonuçla başarmış ve büyüle bir zafer kazanmıştı. Kaseyin Batır, Musa Mergen,

Akteke, Nogaybay Ökürday,

Sulıvbay, Kuvançbay, Süleyman Batır gibi çok ileri gelen ve Osman Ba­ tur'un ordusunu yöneten komutanları bu savaşlarda şehit olmuşlardı. Şe­ hit olan bu komutanların yerine Osman Batur, bu savaşlarda üstün başarı gösteren Norgocay, Abbas, ve Kemal beğlere « Batır» ünvanı vererek, or­ dusunun komuta kademesinde görev verdi. Osman Batur'un kesin savaşı kazanması ve zafere ulaşması Pekin idarecilerini telaşlandırmıştı . Urumci idarecileri durumu anında Şan-Kay-Şek'e rapor ediyorlardı. Bundan do­ layıdır ki, Şan-Kay-Şek Altay'a tekrar kuvvet sevk etmeğe, henüz ellerin­ de bulunan Altay'ın bazı kesimlerine yığınak yapmağa Urumçi idareci­ lerine tam yetki veriyordu . Şan-Kay-Şek'in tasvibini alan Urumçi idare­ cileri, Jalmıktı Kayşı (bu isim sağlam zirveli makas anlamına gelmekte­ dir.) ve Sartogaya tekrar yığınak yapmağa başlamışlardı. askeri harakatına karşılık,

Osman

Çinlilerin bu

Batur'da boş durmuyordu.

Barköl,

Erenkabırga, Şoncu, Nori, Kaba, Buvırşın, ve havalisinde dağınık olarak bozkırda yaşayan Türkleri bir araya topladı. Bozkırda, kendilerine özgü bir hayat süren bu kabileleri, Baytik, Şingil, Sartogay ve Kubının Kumu­ na toplu olarak yerleştirdi. Böylece onları hem emniyete alıyor ve hem de kendi ordusuna yararlı olanlarından faydalanıyordu.

1944

yılında Osman Batur, bozkır hayatı yaşayan Kazak Türklerini

böylece bir araya toplamış ve büyük bir kuvvet yığmış oluyordu.

1944

yılı

hem Çinlilerin ve hem de Türklerin kuvvet toplamasıyla geçti. Osman Ba­ tur, Dış Moğolistan başka bir yerden yardım alamıyordu. Bunun bir se­ bebi de ikinci dünya savaşının bütün şiddeti ile devam etmesi ve dünya­ nın bütün dikkat nazarlarının bu savaşta olmasıydı. Diğer bir neden de, Doğu Türkistanın Asyanın tam ortasında, dünya ile bütün irtibatı 'kesik sitratejik bir konumda oluşuydu. Ü3telik Osman Batur, Doğu Türkistanın kuzey kesimini teşkil eden Altay' da olması da bir talihsizlikti ! . .

1945

yılının Ocak ayında Osman Batur, Jalmıktı Kayşı v e Sartogaya

üslenen Çin kuvvetine karşı bir taarruz planını hazırladı .

Bu plan şöyle

idi:

1.

Mevsimin kış olması nedeni ile; Urumçı ile bu birliğin irtibatını sağ­ lıyan ana yol kesilirse, erzak ve diğer ikmal işlemleri sektey<' uğrı­ yabilirdi.


- 93 :.! .

Jalmıktı Kayşı ve Sartogay, muhasara altına alınırsa, dafaa savaşı vermek

mecburiyetinde kalacak,

savaşı kabul etmesi demek,

ellerindeki stok

düşman mü­

düşmanın böyle bir malzemelerini tüket­

mek; demek olacaktı. Böylece muhasara sonunda ke:sin netice alına­ bilinirdi. Bu plcln gereğince, Osman Batur Onbeşbin kişilik bir ordu ile Ocak ayının üçüncü haftasında Jalmıktı Kayşı ve Sartogaya hücum etti. Plcln gereği her iki düşman üssü muhasara altına alındı.

Urumçiye giden tek

ana ulaşım yolu da kesildi ve Türklerin kontroluna geçti. Zaman zaman hücumlar tertiplenerek, muhasaradaki düşmanın moralinin kırılmasına çalışıldı. Düşmanda

mükabil taarruz düzenliyor,

fakat

Türkleri

yerin­

den söküp atamıyordu. Böylece iki tarafın birbirine zaman zaman sal­ dırılar düzenlediği ve yer yer savaşın kızıştığı durum

1945

yılının Mart

ayı sonuna kadar devam etti. Martın ilk haftasında düşmanın bir kısmı çemberi yarmayı ve Urumçi'ye doğru yola çıkmayı başardı. Bir kısmı da aşağı Altaya çekildi. Böylece Jalmıktı Kayşı ve Sartogay Çinlilerden te­ mizlenmiş ve Türklerin eline geçmişti. Dabısın Tüngedeki Çinlilerin ana destek üssü de bozguna uğramıştı. Osman Batur, bu zaferden sonra bir müddet dinlenmek ve tekrar güçlenmek gayesiyle savaşlara

ara verdi.

Kışın yorgunluğunu ve yazın getirdiği taze kuvvetten yararlanarak artık Altayı Çinlilerden tamamen temizlemek ve bir tek Çinli bırakmamak

ka­

rarındaydı. Bu nedenledir ki, Osman Batur, Temmuz sonlarında ordusunu teftiş etti. Mücahitlerini çok formd ı ve morallerini yüksek gördü. Hepsi de yeni bir savaşın özlemini duyan hislerle Batur'a bakıyorlardı. Müca­ hitlerinde gördüğü bu fevkalade memnuniyet ; Osman Batur'a artık savaş zamanının geldiğini müj deliyordu . . .

15

Ağustos

1945

tarihinde Osman Batur, kuvvetinin başında olduğu

halde Çinlilere taarruz etti. Çinliler bu beklenmedik saldırısı karşısında neye uğradıklarını bilemediler, şaşırdılar. Son süratle ve acele ile Urumçi yolunu tuttular. Artık Altay'da tek bir Çinli dahi kalmamıştı. Bütün Al­ tay zorba Çinlilerden kurtarılmış, Çin vahşetine son verilmişti. Altay ar­ tık hürdü ! . . . Aşağı Altayda yapılan savaşta, Urumçı yolunu şaşıran ve sayılan üç­ bini aşan bir Çin birliği de teslim olmuştu. Osman Batur'un bu başarıSl bütün Doğu Türkistan için bir ümit kaynağı

olmuş ve yer yer Doğu

Türkistan'da Çinlilere karşı ayaklanmalar baş göstermişti. İli ve Kuka­ dan başlayan bu isyan hareketlerini Osman Batur, destekledi. Ayaklan­ mayı yöneten mücahitlerle ırtıbat kurarak, onlara silah yardımı yaptı. İleride ayrı bir konuda göreceğimiz İli inkilabını yürüten Ali Han Töre'­ ye, Kalman Gazi, Delilhan Sükürbayoğlu, Buka Zengi ve Uvatkan beğ­ Jerdcn kurul u bir heyet göndererek, her türlü yardıma haz.:ır olduğunu,


- 94 yapılan milli mücadelede koordineli olarak çalışılması gerekctiğini önerdi. Ali Han Töre, Osman Batur'un görüşlerine aynen iştirak ediyor ve Ba­ tur'dan İli, Kulca mücahitlerine yardımcı olmasını arzuladığını tekrarla­ dı. Osman Batur'la Ali Han Töre'nin müştereken hareket etmeleri, Çin­ lileri kuşkulandırdı. Kulaklarına kar suyu kaçan Urumçı idarecileri, Os­ man Batur ve Ali Han Töre ile anlaşmayı uygun buldu. İli ve Altay'a elçi­ ler salarak bir sulh antlaşması yapılmasını istiyorlardı. Osman Batur ve Ali Han Töre, zaman kazanmak bakımından Çinlilerin bu önerilerini ka­ bül ettiler.

2

Ocak

1946

tarihinde aşağıdaki maddelerden oluşan bir sulh

antlaşmasını her iki taraf parefe etti.

1

Altay, Tarbagatay ve ili vilayetlerindeki milli mücadelelere ka­

-

tılan güçlerin dağıtılmaması ve bunların devletin bir askeri olarak bulun­ dukları yerlerde kalması ve masraflarının da hükumetçe karşılanması.

2

Kaşgar ve Aksu gibi Türklerle meskun illerde, hükümete bağlı

-

olmak üzere güvenlik kuvvetlerinin bulundurulmasına izin verilmesi . .

3

-

Doğu Türkistandaki Çin kuvvetlerinin ülkeden çekilmesi.

4

-

Doğu Türkistan halkına tanınan hürriyetin sebepsiz olarak kısıt­

lanmaması.

5

Doğu Türkistaiıda.ki polis,

-

j andarma gibi

müdürlüklere ve bu

kuruluşların er ve polis memurluklarına Türklerin getirilmesi.

6

-

Millet Meclisi üyeleri, vali, kaymakam gibi mülki amirliklerin o

bölgenin halkı tarafından seçilmesi,

7

Okullardaki derslerin yani sıra «Çince• nin bir dil dersi olarak

-

okutulması,

8

-

hi hükumetinin tasvip ettiği şahsın devlet kademelerinde görev­

lendirilmesini Çinliler kabul ettiği gibi, Çinliler tarafından gösterilen şa­ hısların aynı şekilde İli hükümeti tarafından kabulü,

9

-

Dört bakanlıktan ikisine ve iki genel müdürlüğe İli'nin göstere­

ceği Türk asıllı adayların getirilmesi,

10

-

Eyalet hükümet reisi muavinlerinden birine İli'nin göstereceği

adayın getirilmesine,

11

-

Eyalet hüküınet üyeleriyle, eyalet meclisinin azalarının çoğun­

lukla Türk olmasını taraflar kabul ederek işbu antlaşmayı parafe ederler. Antlaşmayı Ali Han Töre adına Ahmet Can Kasımi beğle Rahim Can beğ ve Osman Batur adına da Ebulhayır beğ, Çin hükümeti adına general Cang-Cu-Cang imzalanuşlardır.


-- 95 -

Unınçı merkez valisi Kadıvan-Kalide-Hamın (sağba�tan ikinci milli kıyafetli) Doğu Türkistan eyalet hükümeti üyeleriyle görülüyor.

Anlaşma parafe oluncaya kadar hatırladığıma göre beŞ, altı ay karşılıklı görüşmeler ve müzakereler devam etmişti. Hatta, bir ara nere­ de ise sulh antlaşması tehlikeye düşecek gözü ile bakıldığı bir sırada imza edilmişti. Yukarıdaki anlaşmaların üzerinden on ay kadar geçtikten sonra tek­ rar Doğu Türkistan eyalet hükümetinin teşkili hususundaki ek bir anlaş­ ma daha yapıldı. Haziran 1 946 da kurulan Doğu Türkistan hükümetinin üyeleri ve teşkil şekilleri belli oluyordu. Buna göre yirmibeş kişilik hükü­ met konseyinin ondördü Türk, geri kalanlan Çinli müslüman (Tüngan) ve Mançurlardan meydana gelecekti. Hükümet konseyinde, Osman Ba­ tur, Ali Han Töre, Camın Han Hacı, Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alp­ tekin gibi kimseler vardı. Urumçı merkez valiliğine de gene bir Türk olan Kadıvan Hanım, vali muavinliğine de Hamidullah Tarım getirilmiş­ ti. Daha sonralan eyalet hükümeti başkanlığında Dr. Mesut Baykuzu'yu, ve eyalet umum vali muavinliğinde Mehmet Emin Buğrayı, Eyalet hükü­ meti genel sekreterliğinde İsa Yusuf Alptekin'i, onun yardımcılığında da Salis Emreoğlu ile Abdülkerim Abbas beylerin geldiğini görüyoruz. Böylece Doğu Türkistana bir sulh devri gelmiş gibi oldu. Fakat, bu dPfa Çinde


- 96 -- -

iç harp olanca hızı ile devam ediyor ; Mao ile Şan-Kay-Şek taraftarla rı kıyasıya bir iç savaşın içinde çalkalanıyordu. Gün geçtikçe komünist­ lerin kuvvet kazanması , Doğu Türkistana yeni bir tehlike arzetmeye baş­ lamıştı. 1949 yılının son aylarında Şan-Kay-Şek Mao'nun kızıl militanla­ rına mağlup olmuş ve Formosa adasına kaçmıştı . Böylece Doğu Türkis­ tanda artık komünist Çin devri başlamış oluyordu. Türkler, bir beladan kurtularak yeni nefes almağa başladığı bir sırada kızıl belanın gelmesi çok hazindi. Komünizm esasen Türklük ve müslümanlıkla bağdaşmazdı. Bu ne­ denle de Türkler maddi ve manevi varlıklarını korumağa mecburdu. Her­ kes, gene ümidi Osman Batur'a bağlamış, bu belayı ancak O, defeder, di­ yordu. Muhtar Doğu Türkistan hükümetide yıkılmış, üyelerinin bir kısmı yurt dışına çıkmıştı. Bu hükümetin maliye bakanı olan Canım Han Hacı, üç oğlu ile birlikte Osman Batur'a katılmıştı. Urumçi'deki Amerikan kon­ solosu Mr. Douglas Mackarnin de iki adamı ile Osman Batur'a sığınmıştı. Bu kimselerin Osman Batur'un yanında olması, komünistler için bir bahane oluyordu. Batur'dan bu adamların teslimini,- kendisinin de silahını bırak­ masını istiyordu. Fakat, Osman Batur, Amerikan konsolosunu, bu olayları bize anlatan Zalabay Teyci, İsa Batır, Kariga ve Ziratbay vasıtasiyle Gasköl'deki Hüseyin Taycinin yanına göndermişti. Zalabay Teyci, Os­ man Batur'un verdiği bu zor ve korkunç görevi omuzlandığı zaman, bir­ kaç ay sonra dönüp geleceğini zannediyordu. Taklamakan çölünü ve uc­ suz bucaksız bozkırlarda günlerce at ve deve sırtında, yanında yerli Türk­ lerin kiyafetine girmiş iki yolcusu olduğu halde Gasköl'e ulaşmıştı. Osman Batur'un emanetini Hüseyin Tayci'ye salimen getirmişti, ama o artık hiç­ bir zaman çok sevgili Batur'unu bir daha Barköl'de göremiyecekti. Zalabay Teyci, Osman Batur'la bu şekilde ayrıldıktan sonra gelişen olayları şöyle anlatmağa devam etti. Bizim ayrılışımızdan birkaç gün sonra, Çinliler Osman Batur'a hücum etmişti. Fakat, bir netice elde edememişti. Osman Batur'da artık kuvvet­ lenen kızıl Çin karşısında tutunamıyacağını anlamıştı. Bu bakımdan Tibet sınırındaki Gasköl denilen yerde senelerden beri yaşayan ve sonradan Ali Bek'le birleşen Hüseyin Tayci'ye, Ali Bek'e ulaşmak, onlarla güç birliği kurmak istiyordu. Bu nedenle 1950 yılının Haziran ayında Barköl'den yavaş, yavaş yola çıktı. Birkaç kere, kızıllarla yaptığı savaşta galip geldi. Böylece rahat bir şekilde Kansu'ya doğru yol alıyordu. Bu yolculuğun so­ nunda, onu bekliyen mukadderattan habersiz, fakat mütevekkildi. 1950 yılının Ağustosunda Zindankol denilen yerde bir kızıl ordu birliği ile karşılaştı. Yapılan çetin bir savaştan sonra, Makay'a doğru yöneldi. Zin­ dalkol baskınında yanında bulundurduğu misafiri maliye bakanı Hacı Camın Han esir düşmüştü. Bu olay Batur'a çok dokundu. Büyük bir yeis içindeydi. Demek, Osman Batur, artık kendisine sığınanları konı ıııak taıı


- - 97 b i l e aciz kaldı, diyordu. Zindankol savaşında, ordusınıu yöneten bir çok

kahraman beğleri yaralı idi. .Süleyman Batır, Canabil Batir ve Abbas Ba­ tırlar bu yaralılar arasındaydı. Kumul Türklerinin ileri gelenlerinden Sultan Şerif Tayci, ve Norgocay Batur da beraberinde idi_ 1950 yılının son aylarında Osman Batur Makay'da Kanambal denilen yerdeki Kaben Tayci 'nin yanına ulaşmıştı. İleride Kayız adı verilen otluklu bir yer var­ dı. Kaben Teyci, Batur'un karargahını Kayıza kurulmasına yardım etti. Ve hiç durmadan ileriye Gasköle doğru yola devam etmesini, söylediği za­ man, Osman Batur'un cevabı çok manidardır. «Ben, kurtulabilirim, ama milletim ne olacak? Bu kadar mücadeleden sonra, yaban elde kalmak is­ temiyorum. Bırakın Osman, vatanında kalsın .. , demişti. Batur'un bu kesin cevabı karşısında Kaben ve Norgacay, Sultan Şerif Tayci, Delil Han hiç durmadan Gasköl'e doğru yol aldılar. Osman. Batur, yanında vefakar si­ lah arkadaşı Canabil olduğu halde geriden gelecek adamlarını beklemek üzere Kayızda kaldı. Kayız'da beklenmiyen bir hadise daha oldu. O da, öteden beri Çinle iş birliğini yaptığını bildiğimiz ve Elis Han Tayci ile İsa Yusuf Alptekin beyin General Ma-Pu-Pang'ı ziyaretinde, orada olduğınıu söylediğimiz Kumul valisi General Yolbars Han çıkageldi. · O da Doğu Türkistanı terk ediyor ve Şan-Kay-Şekin peşinden Formozaya ulaşmak istiyordu. İşte, bu zat Osman Batur'un beraberinde bulınıan ve ağır ateşli silahları kul­ lanan kırk kadar beyaz Rusu kandırarak alıp bir gece sırra kadem bas­ mıştı,. İşte, böyle aksilikler Kayızda Osman Batur'un çevresinde dolanı­ yordu. . . 1950 yılının aralık ayının sonunda Osman Batur'ını beklediği kişi olan ve Zindankolda yaralı kalan, kahraman Abbas Batır, yirmi kişi ile çıka­ geldi. Oysa, Osman Batur; onu büyük bir kuvvetle gelecek kanısındaydı. Demek, Zindankol savaşının şiddetini Batur, şimdi daha iyi anlıyordu. Abbas'ın kuvveti orada kırılmıştı. Osman Batur'un Kayız'a geldiği haberi Gasköldeki Hüseyin Tayci ve Ali Bek'e ulaştığı zaman yolları çoktan kızıllar kesmişti. Daha önce Ka­ nambal'a kadar gelip dönen Ali Bek'in arkadaşlarından Kaynaş Beğ, Ka­ yızın yol ve askeri durumınıu Ali Bek'e anlatmıştı. Ali Bek ancak, büyük oğlu Hasan'ı yanına Musa'yı katarak Osman Batur'a göndermekle yetin­ di. Yardım göndermeyi çok arzuladığını fakat, imkansızlıklar yüzünden yollıyamadığını, mümkünse hiç durmadan ve yolu bilen oğlu Hasan'la Gasköle bir an önce ulaşmasını sağlık verdi. Fakat, Osman Batur, bu da­ vete de icabet etmedi ve Kayız'da kalmıştı. 1951 yılına Kayızda basan Osman Batur, çok sert bir kışta bitap bir halde, halfı orada bulunuyordu . Bugünler Osman Batur için çok zor günF : 7


-- 98 --

)erdi. Arlık bu kış mevsiminde Gasköl'e gitmekte imk:J.nsızdı. Zira, Kas­ kölle Kayız arasında 400 km. bir çöl uzanmaktaydı. Kum çölünde k!şta yamandı. Kum fırtınası çok şiddetli olurdu. Bir ümit bahara ererse, belki bu çölü geçebilirdi. Ama, kızıllarda bunu biliyordu. Osman Batur, bahara erişir ve Makay çölünü geçerse, Onu bir daha ele geçirmek çok zor ola­ caktı. Bunu göz önüne alan Çinliler Dungkang'daki 8. ci kızıl alaya alarm vermiş ve takviye etmişti. 8 nci kızıl alay 10 Şubat 1951 günü Dungkan'­ dan Kayız'a harakat emri almış ve hızla Osman Batur'un üzerine geliyor­ du. Düşmanın geldiğini haber alan Osman Batur, derhal kuvvetlerini alarma geçirip, bir müdafaa savaşı verme hazırlığına girişmişti. Mevsimin kış ve Kayız'ında savunmaya çok elverişsiz bir yer olması Osman Batur için büyük bir talihsizlik olacaktı. Üstelik, kuvvetlerinin çoğu çeşitli ne­ denlerle zayıf durumdaydı. Bunların başında hastalık, yaralı olmak gibi sebepler başta gelmekteydi. Düşman da, ötedenberi Osman Batur'u takip ettiğinden onun bu durumunu da istihfar etmişti. 13 Şubat 1951 günü sabahın kör kararlığında beklenen an gelmiş ve 3 nci kızıl alay dört koldan, ağır topçu ateşlerinin desteğinde Osman Ba­ tur'un üzerine çullanmıştı. Savaş bütün gün şiddeti ile devam etti. Top uğultusu, mermi vızıltıları Kayızı inletiyordu. Osman, kuvvetini beşe bölmüştü. Canabil Batır, Abbas Batır, Süleyman Batır ve KeşB.fet Batır­ lar dört koldan taarruz eden düşmana karşı çarpışan kuvvetleri idare edi­ yorlar ve ileri cephede dövüşüyorlardı. Osman Batur ve müftüsü Ercan Hoca ile birlikte merkezdeki ihtiyat kuvvetlerin başında kalmışlardı. Akşam yaklaşıp güneş ufku aştığı zaman, Osman Batur'un bütün kuvvet­ leri kahramanca bir savaş vererek şehit olmuşlardı. Osmanla beraber nice zaferi beraber paylaşan kahraman komutanları, Canabil, Abbas, Süley­ man ve KeşB.fet beğlerde erleriyle birlikte şehit olmuşlardı. Çember git­ tikçe daralmış ve Osman Batur'un ihtiyat olarak yanında alı koyduğu çok az bir kuvvet savaşa tutuşmuştu. Birkaç saat sonra, bu kuvvetteki erler­ de son kurşunlarına kadar çarpışmışlar ve tek fert kalmadan şehit olmuş­ lardı. Osman Batur'un büyük oğlu Şerziman yanında iki kardeşi Ninetul­ lah ve Nabi olduğu halde düşmanı geriden çevirmeğe çalışıyorlardı fakat, başaramadılar. 13 Şubat 1951 günün gece yarısına doğru Osman Batur tek başına kalmıştı. Kayız gölünü geçip, karşı yamaça ulaşabilirse bir ümit kurtulabilirdi. Tam bu düşünce ile atına atladığı zaman, kızı Azapay az ileride düşmanla çarpışıyordu. Onu beraberinde götürmek istedi ve ter­ kine aldı. Artık, Osman Batur'un talihi ters dönmüştü. Her zaman ihti­ yatlı hareket eden O, büyük başbuğ şimdi beyaz bir ata binmiş, sanki bir zafere koşar gibi göle doğru at sürmüştü. Gecenin karanlığında beyaz at, hemen göze çarptı. Bazı yorumculara göre, Batur, bu atı bu zun ren g i ı ı e kamofle olabileceği kanısı i l e seçtiğini söylerler. Ama, daha gii l ı • g i rnıl'­ den görülmüştü. Osman Batur bir yıldırım hızı i l e göll' uJm;l ı P ı ı.a m a ı ı ,


-- !W

o nu n Osman olduğunu çoktan anlamıştı. Bu nedenle. diri yaka­ lamak emri olduğundan atını vurmağa çalışıyorlardı. Fakat, isabet etti­ remiyorlardı. Osman Batur ve onyedi yaşındaki kızı Azapay, gölün orta­ larına doğru varmıştı ki, at buzda tokezleci ve yere yuvarlandılar. Atın a y ağı kırılmıştı. Batur ve kızı beraberindeki cephaneleri bitinceye kadar atın siperinde müsademeye devam ederlerse de sonunda acı akibetten kurtulamazlar, yakalanırlar. Yakalandığın da sen kimsin ? diye kimlik so­ ran Çinli subaya o gür sesiyle « Osman Batur» dediği, cesaretinin bir ör­ neği olarak daima anılacaktır. Osman Batur'un yakalanışı ile savaş son bulmuş ve 8 nci kızıl alay geri çekilmişti . Erte::;i sabah harp meydanını gezen Osman Batur'un üç oğlu, şehitleri defin etmeğe çalışmışlar, babala­ rının yakalandığını anlamışlardı. Sonra da Altay'a giden Osman Batur'­ un oğullarının 1956 yılına kadar dağlarda yer yer çete savaşına devam ettiği , fakat, aynı yıl komünistlerle mecburiyet karşısında bir anlaşma yaparak silahlarını teslim ettikleri ve Şerziman'ın Sarsümbe'ye kayma­ kam olarak görevlendirildiği bize gelen sıhhatli haberler arasındadır. d ü şman

Biz tekrar Zalabay Teyci'ye dönelim :

1950 yılının Haziran ayında konsolos Mr. Douglas Mackarnin'i Tibet'e yola çıkardık. Beş aydan fazla Gasköl'de kaldım. Bu sıralarda Osman Ba­ tur'un Kanambal'a geldiği haberini aldık. Hüseyin Tayci Beğ, Osman Ba­ tur'a bir ulak gönde.rerek irtibat kurmak istiyordu. Tayci, bu fikrini bana açtığı zaman, zaten bende Osman Batur'u ve Onunla beraber olan ailemi özlediğimi gitmek için hazırlanmakta olduğumu, bu nedenle Osman Ba­ tur'a Hüseyin Tayci'nin ulağını ulaştırabileceğimi söylediğim zaman Hü­ seyin Tayci çok sevinmiş ve hemen hazırlığa girişmemi arzulamıştı. Mev­ sim kıştı. Kasım ayında buraları çok soğuk, karlı, tipili, boralı, fırtınalı olurdu. Beni Gasköl'den Kanambal'a götürecek gücteki en kuvvetli ve güvendiğim iki atımı hazırladım. Birine binecek ve ötekini de yedeğime alacaktım. Arada beş, altı günlük Makay çölü vardı. Azığımı da buna gö­ re ayarladım ve bir sabah, bütün varlığımla Ulu Yaradan'a sığınarak yola koyuldum. Çok süratli, fakat yorucu bir yolculuktan sonra, Gasköl'den hareketimin yedinci günü sabahı Kanambal eteklerine ulaştım. Kafamda, azemetinden, şatafatından ve görkemliliğinden yanına varılamıyan Al­ tayların aköylerini bulacağımı geçiriyordum. Heyhat !.. Gördüğüm man­ zara, bitkin bir kıştan çıknuş veya talana uğramış bir Kazak obası man­ zarası idi. O, kahraman Osman Batur'un aköyü, lime lime, hayvan tersi yak­ maktan sararmakla kararmak arasında keçelerle örtülü çok basık, hiçte iç açıcı olmıyan bir çadırdan ibaretti ! .. Batur, üzgündü. Çünkü, mücadele hayatın da ilk defa yenilmiş, bitap ve gururu kırılmış fakat, vatanı için eanını d i ş i ni' takan bir celadet, bütün benliğini kaplamıştı. Beni, karşısın-


- 1 00

da goruııce çok sevindi. Bende heyecanlanmıştım. Birbirimizi sağlıklı gördüğümüze çok mutlu idik. Tanıdığım birçok silah arkadaşlarım yoktu. Batur, onların geride olduğunu birkaç güne kadar geleceğini söyledi. Hüseyin Tayci'nin ulağını kendilerine verdim. Gasköl'deki durumları an­ lattım. Amerikan konsolosunu yolcu ettiğimi, Urumçi'den genel sekreter yardımcısı Salis Emreoğlu, Abdülkerim ve Adil beğlerle, Ali Bek ve arka­ daşlarının Gasköl'de olduğunu da sözlerime ekledim. Bir hafta kadar dinlendikten sonra, birgün Osman Batur'un beni ça­ ğırdığını haber verdiler. Huzuruna vardığımda, dinlenip, dinlenmediğimi sordu. Atların seni, tekrar Gasköle ulaştırabilir mi ? Dedi. Şaşırmıştım ! Ben kendime gelmeye çalışırken Osman Batur, sözüne devam etti. «Za­ labay, benim yiğitlerim çok yorgun, üstelik yolu da bilmiyorlar. Senden tekrar Gasköl'e gitmeni istiyorum. Oradaki Türkler, bana ortalık hafif ılıyınca, benimde geride beklemekte olduğum kuvvetlerim gelince, Ma­ kay çölünü geçmeme yardımcı olsunlar ve Mart başlarında ikmal gönder­ sinler. Göreyim seni, Martın ilk haftasında burada olasın . • Diyordu. Be­ nim için , Osman Batur'un her sözü bir emir manasını taşırdı. Hiç tereddüt etmeden, derhal yola çıkayım, dedim ve iki gün sonra da tekrar Gasköl'e doğru yola çıktım. 1950 yılının '2 0 Aralığında tekrar Gasköl'e geldim. Ara­ lık ayı çok soğuktu. Tek başıma o korkunç Makay çölünü aşmıştım. Atla­ rım artık, beni tekrar Kanambal'a götürecek durumda değildi. Ama, bu­ radaki Türklerden semiz atlar alacağımı biliyordum. Böylece, Tacnor'da bir . buçuk ay kadar daha kaldım. Hüseyin Tayci'ye durumu bir daha an­ lattım ve Mart başında her ne bahasına olursa olsun, ikmal göndermesini rica ettim. Hüseyin Tayci, her an için ikmal göndermeğe hazır olduğunu, fakat, kırk kadar bir gurup yiğitlerinin Duvkan'da, bir Çinli askeri birlik!':! başı derde girmiş ve yakalanmış olduğunu, onlar kurtulup gelirse, yardım göndereceğini söylüyordu. 10 Şubat 1951 de Osman Batur'un, Kanambal'­ dan Kayız'a, yani biraz daha Makay'a yakın bir yere geldiğini işittim. Gasköldeki Türklerin Mart başında yardım göndereceğini ve Osman Ba­ tur'un buna göre hazırlıklı olmasını temin görevi gene bana düşmüştü. Artık, benim için o kış kıyamette Kanamballa, Gasköl arası bir kapı kom­ şusu olmuştu. Yolu yordamı da biliyordum. Bu yardım haberini Osman Batur'a muştalamak üzere tekrar yola çıktım. Aradaki Makay çölünü bu defa daha da süratlı beş gün gibi bir zamanda katettim. Kayıza vardığım­ da çok geç kalmıştım . Kayız da bütün tabiat çok bitap ve küskündü. Leş kuzgunları havada uçuşuyorlardı. Orta lığı b i r kara duman bü rümüş, Os­ man Batur'un olduğunu tahmin etti ğ i m b i r ç n d ı rı ı ı soı ı direği, yer oca­ ğında yansına kadar yanmış, fa kat o kork u ı ı ç k ı z ı l : ı l (• vd e n yaralı ola­ rak kalmayı başarmıştı. Gözlerimden yuvarlaııaıı k a ı ı l ı yu�lar, elimdeki bu kutsal çatının son kalıntısına düşüyor, biteviye y u v a rlanıyordu. Ben, diz çökmüş, böylece dövünürken, atlarım yerleri eşeli yor, sanki korkunç


1 0 1 --

ma nzaradan huzursuz olmuşcasına huysuzlanıyorlardı. Şaşkınlığın ver­ diği, sendeleme ile farkına varmadım. Halbuki, atların bu hali bir tehlike alemeti idi.. Derhal kendime geldim ve atıma atladım. Yüzümü geriye çe­ vi rdiğim de, bayır aşağı at salan biri geliyordu. Demek atlarım bunu se­ zinlemiş olmalıydı. Geleni, şeklen Türk olduğunu tanıdığım. Savaştan her nasılsa sağ kalmış bir yiğitti. Osman Batur'un akibetini de bilmiyordu. Mecnun gibiydi. Hiç bir şey öğrenemedim. Oda, yanımda fazla kalmadı, karşıki bayıra tırmandı ve gözden kayboldu. Gasköl'den çıkalı onbir gün olmuştu. Artık, Osman Batur'un yerinde yeller esiyordu. Buna inanmak çok güçtü. Fakat, gerçekti . . . 21 Şubat 1951 günü Kayız'dan o kış kıyamette tek başıma tekrar Gas­ köl'e yola çıktım. Daha bir hafta önce Makay çölünden geçtiğimden yolla­ rı da biliyordum. Çöl çok korkunç. Geceleri bir ürperti ister istemez his­ sediyordum. Fakat, korkudan artık korkmıyordum. Makay çölünü aşarak Tacnor'a geldiğim de, burada bulunan Hüseyin Tayci, Sultan Şerif Tayci Delil Han ve Norgocay Batur'ları telaşlı buldum. Meğerse, Osman Batur'a hücum edildiği gün, Çaklık ve. Şin-Hay'dan hareket eden iki askeri bir. lik biri Gasköl'deki Ali Bek'e diğeri de buraya hucüm etmişti. Fakat, gözcülerin zamanında haber vermeleri, çok iyi hazırlıklı olarak düşmanı karşılamaları, düşmanın püskürtülmesine vesile olmuştu. Tacnora' dönüp geldiğimde 1951 yılının şubat ayının 26 idi. Ertesi günü, Tibete doğru yola çıkarak beş buçuk aylık bir meşekatlı yolculuktan sonra 16.8.1951 Keş­ mir'e ulaşmıştık.

.,.

17 Şubah 18 Şubata bağ­

/ !ayan gece Osman Batur,

baskına uğramıştı. TutSBk edilen Osman Batur, 2 1 .2. 1951 de Tung-Hu-Hang (Duvkan) şehirine götürül· dü. Resim, o güıılenle ba· hh bir ajan tarafından çe· . kildi. 1962 de bu mikro resimden M. Güllergün'e kopya ettirdim. (H. B. Gayretullab)


OSMAN BATUR'UN KİŞİLİGİ

Türk ırkının tarih boyunca yetiştirdiği büyük askeri dehaların ve büyük kahramanların, şimdilik, sonuncusu olan Osman Batur çağımızda yaşamış olduğu halde en az tanınmışlarından biridir. Büyük yaratılış kud­ reti ile kötü talih onda birleşmişti. Kudretli adam kendi talihini de ye­ ner. Osman Batur hemen hemen, bunu da yaptı. Silahsızlıktan, coğrafi zorluklardan, sayıca azlıktan, yalnızlıktan, ve tarihin ters akmaya başla­ mış olmasından doğan zorlukları teker teker yenecek çareleri buldu. Yal­ nız en büyük talihsizliği geç doğmuş olmasıdır. Onun savaşlarını incele­ yen İngiliz yazarı Godfrey Lias der ki, eğer o, uçak ve motör çağından önce, yalnız topun ve makinelinin olduğu çağda yaşamış olsaydı, belki Or­ ta Asya Türklerinin hürriyetini sağlamış olurdu. Altay Kazaklarınaan İslam Bay'ın oğlu Osman 1889 da Kayşa (Ayça) hanımdan doğdu. Bozkır Kazak hayatını yaşayarak büyüdü. Arkadaşları gibi o da 10 yaşından çok önce usta bir binici ve iyi bir avcıydı. 12 yaşın­ da hayatının bir dönüm noktasına geldi. Kazakların büyük kahramanı Böke Batur ondaki büyük istidadı görüp onu iyi bir silahşör olarak yetiş­ tirmek için yanına aldı. Ona çete savaşlarının bütün inceliklerini öğretti. Ayni zaman da Rus'a ve Çin'e karşı sönmek bilmez bir kin aşıladı. İki yıl sonra Böke Batur'un büyük yenilgileri oldu. Böke Batur Osman'a «Benim işim bitti, ama ileride senin milletinin sana ihtiyacı olacak, çünkü senin gibi bir başkası daha doğmayacak. Benden ayrıl.» diye buyruk verdi. Os­ man bu acı buyruğa boyun eğdi. Böke Batur yenilgi'den sonra Türkiye'ye gelmek için Tibetten geçerken yakalandı ve boynu vurularak şehit edildi. Bundan sonra Osman Batur'un hayatı göçler, gizli tertipler, ve bas­ kınlarla geçti. Küçük akıncı topluluklarının başında Çin ve Rus kuvvetle­ rini pusuya düşürür, öldürür, kaçardı. Nişancılığı efsanevi derecedeydi. Hala anlatılır. At sırtında, hareket halinde, hafif makineli tüfekle kalça hizasından darbe ateşi yaparak bir düşman kolunun içindeki subayları se­ çe seçe vurmak onun her sefer yaptığı işlerdendi. Şöhreti kısa zamanda yayıldı. Kazak erleri onu yalnız Böke Batur'un değil Çingiz'in de varisi gözüyle görüyorlardı. Cesur şüpheci, mağrurdu. Erlerine yüklediği bütün


- 1 03 sunmııarı kendisi de paylaşırdı. Gayesinden fedakarlık ettiği, düşmana acıdığı, veya dostuna ihanet ettiği hiç olmadı. İkinci Dünya Savaşının karışık günlerinde Doğu Türkistan Türkleri kah zulüm altında ezildiler, kah aldatıcı yumuşatma devirleri gördüler. Birçok büyükler Ruslarla veya Çinlilerle siyasi yollardan tavizler kopar­ mak peşinde koştular. Osman, savaştan başka çıkar yol olmadığına inan­ mıştı. Osman Batur 1 .85 boyunda, kalın yapılı, kısa ve kalın boyuna, es­ mer, gözleri daima yarı - kapalı denecek derecede kısık, kaşlarının arası kırışık, az konuşan bir zattı. Şahsı için hiç bir ihtirası yoktu. Yalnız bU­ yük gayesinin ihtirasını taşıyordu. Osman Batur'un büyük gayesi Çingiz çağında olduğu gibi Altaylar­ dan başlıyarak bütün Türk yurdunun Çin ve Rus'tan temizlenmesi idi. Osman Batur'un en başarılı çağında, Tanrı Dağlarının kuzeyindeki bütün Doğu Türkistan toprakları, birkaç şehir müstesna, kurtarılmıştı. Sonra Komünist ordularının baskısıyla önce Altaylar sonra Tarbagatay dağları, sonra yavaş yavaş diğer yerler elden çıktı. 1949 da Osman Batur daracak bir dağ bölgesine sıkışmıştı. Osman Batur gerila savaşlarının, ve sür'atli hareket savaşının tam bir ustasıydı. Yıllarca tanklı ve uçaklı düşman ordularını uğraştırdı, yok edilemedi. Başlangıçta 1 0 bin savaşçı olan kuvveti 1 950 de kadın ve çocuklar da­ hil 3-4 bine inmişti. Son sığındığı yer Makay bölgesiydi. Karakışta hay­ vanlar dağlarda barınamıyor, eteklere inmeye mecbur oluyorlardı. O za­ man da tanklardan tehlike doğuyordu. 1 95 1 Şubatında komünistler yine bir baskın hücumu yaptılar. Kazak­ ların büyük kısmı yine baskından kurtuldu . Kadınlar ve kızlardan tek tük ele geçenler olmuştu. Biri Osman Batur'un 17 yaşındaki kızı Azapay idi. Kayız baskınında Azapay, Osman Batur'un atına atladı ve ikisi beraber dört nala uzaklaştılar. Donmuş bir gölden geçerken atın ayağı kırıldı. Atın cesedini siper ederek düşmanı saatlerce yaklaştırmadılar. Komünistler onu diri yakalamak emrini almışlardı. Batur'un cephanesi tükendi. Yakalandı. 80 kilometre kadar ötede Tung - Hukang şehrine götürüldü. Orada iş­ kenceden sonra bağlı olarak at sırtında _sokakları dolaştırdılar. «Türkis­ tanı Çinlilerden kurtaracağım diyen adamın haline bakın» dediler. Ama ağzını tıkamayı unutmuşlardı. O halde bile: «Ben ölebilirim, ama dünya durdukça benim milletim mücadeleye devam edecek! » diye bağırdı. So­ nunda Urumçi'ye götürülüp orada 29 Nisan 1951 de şehit edildi. Son daki­ ka'ya kadar metanetini kaybetmedi. Bir gün yeni Osman Baturlann çıka­ cağı ve son zaferin onlar da olacağı hakkında inancı da hiç sarsılmadı. ·


O SMAN BATUR ' UN AİLE ŞECERESİ

� ��

r--------<

6

Kl� i

VN-N11Y""1.N

OSMAN 8ATU� 1 889 - 1951

oi:Jz.


OSMAN BATUR'UN URUMÇİ ZİYARETİ · 1 946 yılında yukarıda gördüğümüz gibi, Doğu Türkistanda bir muh­ tar eyalet hükümeti kuruluyor ve Osman Batur'da bu hükümetin konse­ yinde üye oluyordu. Doğu Türkistan hükümeti Dr. Mesut Sabri Baykuzu beğin başkanlığında iş başına gelince, Altay'da bulunan büyük kahraman Osman Batur'u hükümet merkezine davet ederek şeref misafiri olması ve hemde Urumçi halkının Batur'u görmek için sabırsızlandığını, Osman Ba­ tur'a bildirerek gelmesine intizar etmişti. Haziran 1948 Osman Batur, 400 kişilik bir maiyetle Şüyguntay'dan Urumçi'ye hareket etti. Batur'un Urumçiyi ziyaret edeceği, duyulduğu zaman kent halkı büyük bir karşılama töreni hazırlama yarışına girişti. Eyalet Hükümeti Osman Batur'u ağırlamak için en ince teferruatına ka­ dar hazırlık yapıyor ve bir portokol hazırlıyordu. Batur'a, Altay'ın sakın ve temiz havasını aratmamak için de, Urumçi civarındaki en güzel, çayır­ lı, çimenli ve envai çeşit çiçeklerle bezenmiş bir parkına beyaz otağ ku­ rulmuş, kımız da hazırlanmıştı. Urumçi, kentinde bulunan milliyetçi ve Türkçü kuruluşlar, yayın organları Osman Batur'un gelişi dolayısiyle bir hafta düzenlemişler, Batur'un kişiliğini ve yapmış olduğu milli mücade­ lerini anlatan yazılar yayınlıyor, simener ve konferanslar düzenliyorlardı. Eyalet hükümeti Osman Batur'u, Urumçi şehirinin girişine 10 km. ka­ la hükümet adına Genel sekreter İsa Yusuf Alptekin beğin karşılamasını kararlaştırmışlardı. Osman Batur, şehre atla gelmekte olduğundan, İsa Yusuf Alptekin beğinde atla karşılaması gerekiyordu. Biz, o günlerde Urumçi şehirine Batur'un maiyetiyle giden Zalabay Teyci'ye bu karşı­ lama töreni ile Osman Batur'un Urumçi'de geçirdiği günleri anlatması rica ettiğimiz de, Osman Batur'la İsa Yusuf Alptekin beğlerin karşılaşma­ ların şöyle nakletti: Urumçı şehrine 40 km. kala, tören için hazırlık yapmağa başladık. Os­ man Batur, beyaz bir atın üstünde, sağında üç, solunda üç, önde tek sıra halinde üç yolbaşı, Hanlığının alemeti olan tuğu ve gökbayrak, olduğu halde ilerliyor, Batur'un maiyetinin 50 metre kadar gerisinde de rütbe ve yaş sırasına göre, dizilmiş beğleri ve onun gerisinde de çift sıra halinde, uygun yürüyüşte askerleri bulunuyordu. Bindiğimiz atlarımızdan, yalnız Osman Batur'un _atı beyazdı . Diğer 400 kişinin atları istisnasız tek renk ve


- 106 si yahtı. Hepsi de Altayın seçkin ve küheylan atları idi. Kendi usulümize göre eğ� lmiş şahbaz hayvanlardı. Urumçi ş'ehrine yaklaştığımız zaman, Osman Batur'un geçeceği yolla­ ra asılan bayraklar ve dövizler görünmeğe başladı. Artık, kente giriyor­ duk. Az ilerimizdeki tepeceği döndüğümüzde büyük bir kalabalığın bize doğru gelmekte olduğunu gördük. En önde beyaz bir atın üstünde, milli kiyafette bir zat ilerliyordu. Gerideki kalabalığın ellerinde çeşitli döviz­ ler gözü çarpıyordu. Bizim konvoyun çok yaklaştığı bir sırada, beyaz atlı zat ve yanında üç kişi olduğu halde kalabalığı terk ederek biraz daha hız­ la ilerledi. Osman Batur'a 20, 30 adım kala beyaz attaki şahıs attan indi. Dik ve mağrur bir adımla Osman Batur'a doğru ilerliyordu. Batur'da, he­ men attan inerek, yumuşak, fakat� sert ve kesik adımlarla gelen zata doğ­ ru ilerliyordu. O esnada, her iki tarafın yürüyüş halinde olan maiyetleri oldukları yerde kaldılar. Herkes büyük bir heyecanla iki zatın karşılaş­ malarını bekliyorlardı. Osman Batur'a üç adım akla, gelen zat, büyük bir saygı ve tanzimle selamladı. Aralarındaki adım mefhumu ortadan kal­ kınca, birbirlerine sarıldılar. Evet, Osman Batur, İsa Yusuf Alpteki'ni, İsa Yusuf beğ de büyük kahramanı kucağına basıyordu. Selamlaşma ve maiyetlerini tanıtma burada bitince, Osman Batur'la İsa Yusuf Alptekin, yanyana at sürüyorlardı. Kalabalık çılgınca alkışlıyor, görülmemiş bir tezahürat yapıyorlardı. Şehre, kalabalıktan yol almamız bir hayli zor oluyordu. Güvenlik kuvvetleri her ne kadar } olu açmağa ça­ lışıyorsa da, halk dinlemiyor, Osman Batur'u görmek için görülmemiş bir izdihdam yaratıyorlardı. Batur, halkın coşkun gösterilerine, el salıyarak mukabele ediyor, onları bağırma basmağa çalışıyordu. Biz, bize tahsis edilen yerlere indik. Osman Batur ve maiyeti de ken­ disine ayrılan. Değirmen (Şiy-mo-gu) bağlarındaki beyaz otağa indi. O günü Osman Batur istirahatla geçirdi. Ertesi günü, Doğu Türkistan hükü­ met üyeleriyle Urumçu eşrafı ile tanıştırıldı. Daha sonra, şerefine verilen bir ziyafette, Urumçi de bulunan yabancı misyon şeflerine takdim edildi. Osman Batur, Urumçi'de bulunduğu sürece, okulları ( *) , gazete ida­ rehanelerini, milliyetçi ve Türkçü kuruluşları ziyaret etmişti . Bu arada (•)

Batur, Urumçı'deki okulları ziyaretinde, bir orta okula da uğramıştı. O günlerde bu okulun ikinci sınıfında öğrenci olan Abdü Şekur Turan, sınıfta şöyle bir olaya tanık olduğunu bir sohbetimizde bana anlatmıştı. Batur, sı­ n ı fa girdiğinde öğrenciler kadar, öğretmenimizde heyecanlı idi. Dersimiz coğrafya idi. Batur, ön sıralardan bir çocuğu kaldırdı ve yanı başında du­ ran küreyi göstererek «Anlat, bakalım, bu nedir? » Öğrenci, sıkıla, mıkıla ti trek ve iirkck hir sps) e «dünyamız, efendim» dediğinde, Batur, «yavrum, biz hıı ı ı f a k k ii re için m i , liavaşıyoruz» ! . . . Dediğini ve o günlerde anlama­ ı l ı ğ ı m hu siiziiıı ınfı n iı s ı n ı k a vradı ğ ı m zamnn, Osmnn Batur'daki ı · i l ı ı ı ıı ı.ı i r l i k rıı hı ı r ı ı ı Hı•znı i � l i ııı .

l li yorcl ı ı .

( i l . R . < : ıı .v n•t ı ı l l u h )


--- 1 07 Kazak Uyışması ile Uygur Uyışmasının (*) faaliyetlerini inceledi. Bir gün Uygur ve Kazak Uyışmalarının müşterek tertip ettiği bir konferansa şeref misafiri olarak katılmıştı. Konferansı yöneten genç, büyük kahra­ manın aralarında bulunmasından duyduğu büyük memnuniyeti ifade et­ tikten sonra, cBize, sen ruh verdin. Bize sen, hürriyet getirdin. Doğu Tür­ kistan seninle gurur duymalı iftihar etmeli, Ey büyük kahraman aramıza hoş geldin, sen daima aramızda olacaksın. Gösterdiğin istiklal yolundan safmıyacağız.,. Dedikten sonra, salondakilere Osman Batur'un kimliğini vermiş, yapmış olduğu mücadeleyi kısaca özetlemişti. Bu sözleri dinleyen Osman Batur'un gözleri yaşarmış, milletim be­ ni, benden daha iyi tanıyor. Milletimin beni tanıması demek, vatana, istiklale ve hürriyete sahip çıkması demektir. Milletimiz de bu ruh ol­ dukça, ebediyen hür yaşayacağız. . . Demiş ve konuşan gencin gözlerin­ den öpmüştü. Sonradan bu gencin kim olduğunu merak etmiş ve kimliği­ ni öğrenmiştim. Genç yazar Polat Kadir Turfani beydi, bu genç. Osman Batur, hükümet yetkilileri ile o gün için ne konuştu tabii ki bilemiyorum, Fakat, biz, onunla birlikte böyle bir seyahate katılmış ol­ maktan çok mutlu idik. Nihayet Urumçi'den ayrılacağımız gün gelmişti. Osman Batur, kar­ şılandığı yere kadar başta İsa Yusuf Alptekin olmak üzere kent halkı ta­ rafından uğurlandı. Şunu ifade edeyim ki; Osman Batur'un, Urumçiye geliş ve gidişlerindeki yapılan törenler tamamen Türk geleneklerine göre idi.. Okurların aklına neden bir askeri tören yapılmadığı gelebilir bunu izale için bu açıklamayı yapmamda fayda var.• * ... ...

1 940 yılında, Osman Datur bilfiil milli mücadeleyi başlattığı zaman Doğu Türkistanın siyasi durumu merkezde bir Çinli genel vali olmak üze­ re on vilayet ve 73 kazadan ibaretti. Bu vilayetlerin 1 940 ile 1949 yılına kadar valilik makamina işgal edenlerin mühimleriyle, kaza kaymakam­ larını da tesbit ederek buraya kaydetmeyi uygun gördük. Valisi :

İli :

Kazası :

Kaymakamı : ----

l. Altay,

Osman Batur (1944 - 1949) (il merkezi Sarsümbe)

(*)

1. Merkez ilçesi Sarsümbe, '2. Buvırşın,

Mukaş Jakenoğlu Cadik Sakari

Kazak ve Uygur Uyışması : Her iki Türk boyunun kültür faaliyetleri ile milli değerlerini işleyen, yayan birer Türkçü derneklerdir. Doğu Türkis­ tan'daki milli mücadelede müşterek ve beraberce hareket etmiş, Doğu Tür­ kistanın milli mücadelesinde büyük hizmetler görmüş, ülkenin fikriyatında ve ruh yapısında unutulmaz faaliyetler göstermiştir. Giriş bölümünde bu rll'rnek l e r i n yayın organları ile faaliyetlerine de yer verilmiştir. (H. B. < : a :v rl ' l ı ı l l a h )


-- 1 08 İli :

Valisi :

Kazası :

Kaymakamı :

Altay

Osman Batur

3. Kaba, 4. Cemeley,

Enver Akbayoğlu Türk asıllı bir kaymakam

.J

2. Aksu,

Salih Dorga

5. Buvrıltogay,

,.

6. Şingil, 7. Köktogay

,.

1. 2. 3. 4.

Köneşehir, Üçturfan, Yenişehir Akçe,

5. Abad, 6. Kelpin , 7. Kuçar, 8. Şager, 9 . Bay, 10. Toksun,

3. Hoten,

Rozi Muhammed

1 . Merkez ilçesi,

2. Karakaş, 3. Gom�, 4. Lop, 5. Şira, 6. Keriya, 7. Niye, 8. Şarşen, 4. Kaşgar,

Kerim Han Maksum,

1 . Köneşehir, 2. Yenişehir, 3. 4. 5. 6. 7. 8.

Feyzabad, Maralbaşı, Artuç, Yenisar, Uluğçad, Yupurga ,

..

»

Sadık Akhun

Masum Bek Sofu Akhun Türk asıllı bir kaymakam Türk asıllı bir kaymakam Yusuf Beğ Kadir Beğ Nizamettin Beğ İbrahim Beğ Çinli asıllı bir kaymakam Çinli asıllı bir kaymakam Muhammed Kurban Çinli asıllı bir kaymakam Maksut Alem Şön Akhun Türk asıllı bir kaymakam Abdurrahman Beğ Abdurrahman Molla Nakki Kari Çinli asıllı bir kaymakam Hamidullah Tanın Abdül Latif Asıp Han Hoca Abdül Kerim Halim Yusuf Bek


ı oıı ili : 5. Karaşar,

Valisi : Çinli vali

-

Kazası : 1 . Merkez ilçesi, 2. Körla, 3. Lop Nor, 4. Bugir, 5. Uşaktal, 6. Şarkılık, 7. Rotun Sumul,

6. Kumul,

Yolbars Han (1937-1949)

Kaymakamı : Çinli asıllı bir kaymakam Abdül Kadir Emin Damolla ( 1940-1949) İbrahim Hacı Ma, Müslüman Çinli (Töngan) Türk asıllı bir kaymakam Moğol asıllı bir kaymakam

1. Kumul merkez ilçesi 2. Barköl,

Çinli asıllı bir kaymakam 3. Arıtürk (Atörik) Ubeydullah 4. Sigizinzi, Çinli asıllı bir kaymakam 7. Kulca,

Hakim Bek

1. Süydin, 2. Küre, 3. Şılpanza, 4. Nılkı, 5. Kalmakküre, 6. Tokuztala, 7. Korkus, 8. Kulca merkez ilçesi

8. Targabatay, Ba'şl:tay (1945-1949) (il .rerrrkezi ÇökeÇek) n: i stan'dn

Türk asıllı bir kaymakam Türk asıllı bir kaymakam Türk asıllı bir kaymakam Türk asıllı bir kaymakam Türk asıllı bir kaymakam Türk asıllı bir kaymakam Türk asıllı bir kaymakam Türk asıllı bir kaymakam

1. Çögeçek merkez Türk asıllı bir ilçesi, kaymakam 2. Şikuv, Türk asıllı bir kaymakam


- 1 10

) Valisi : tli : - - - ---

·:

a rgabatay

Başbay

Kazası : 3.

Manas,

4. Savan, 5. Dörbelcin, 6. Böritala, 7. Cin,

9.

Urumçi,

Kadıvan Hanım 1. (1940-1949) 2. 3. 4.' 5.

Merkez ilçesi, Turfan, Biçen, Toksun, Fugan ,

6. Mori, 7. Kuşın (Şoncı) , 8. Cemsarı, 9. Komodi, 10. Sancı. 1 1 . Kutubi, 1 0. Yarkent,

Paşa Bek,

.1 Merkez ilçesi, 2. Köreşehir, 3. Kargılık, 4. Buskem, 5. Metkit, 6 Taşkorgan ,

Kaymakamı : Çinli asıllı bir kaymakam Ali Bek Hakim (1945 - 1947) Kerim Han Türk asıllı bir kaymakam Türk asıllı bir kaymakam Çinli asıllı bir kaymakam Fazıl Beğ İskender Beğ Kasım Bek Çinli asıllı bir kaymakam Niyazi Beğ Çinli asıllı bir kaymakam Çinli asıllı bir kaymakam Çinli asıllı bir kaymakam Çinli asıllı bir kaymakam Orazbay beğ Çinli asıllı bir kaymakam Hasan Beğ Türk asıllı bir kaymakam Abdülkadir Beğ Türk asıllı bir kaymakam Türk asıllı bir kaymakam


111 1 938 yılında zalim genel vali general Şin-Şi­ Sey'in yaptığı sayıma göre illerin nüfusu : (* ) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. Haınidullah TARIM

(*)

Altay vilayeti Aksu vilayeti Hoten vilayeti Kaşgar vilayeti . Karaşar vilayeti Kumul vilayeti Kulca vilayeti Targabatay vilayeti Urumçi vilayeti Yarkent vilayeti Yekün

83.830 727.895 798.591 1 134.561 1 1 9.986 59.921 4 1 1 .686 170.392 606.224 601.692 4.774.778

Bu rakkam o sıralarda Feyzabad kazası kaymakamı, bilahere Urumçi vali muavinliği ile 1946 yılında Doğu Türkistan'dan Çin milli meclisine seçilen 63 millet vekilinden birisi olan ve halen İstanbul'da yaşayan Sayın Hami­ dullah Tarım beyin elindeki resmi kayıttan alınmıştır. Dikkat edilirse, Şin­ Şi-Sey, bu rakkamları oldukça düşük göstermektedir. Bunun iki sebebi var­ dır. Birinci sebebi Türkler gerçek sayılarını Çin sayım memurlarına ver­ memişlerdir. İ kinci sebep ise, zalim vali Şin-Şi-Sey, Türkleri sayı itibariyle az göstererek azınlık tahakkümü kurmak istemiştir. 1 946 yılında Türkler arasında yapılan gayri resmi ve fakat gerçek sayıma göre, nufüs on milyon civarında idi. O günlerde bu rakkama Çinliler dahil değildir. Bugün ise, Doğu Türkistanda nüfus kesafeti oldukça kabarmış ve ülkeye Çinliler geti­ rilerek yerleştirilmiştir. 1 946 yılında Doğu Türkistanda % 6 oranında Çinli var iken, bugün bu oran % 46 ya ulaşmıştır. 1973 yılında Arjantindeki Turan a k a demi s i n i n yaygın organı olan «Güneşin Oğulları» adlı dergi Doğu Tür­ ki sta n ' d ıı 1 11 milyon Türk olduğunu bildiriyordu. (H. B. Gayretullah)


(Akçe ) fi>1 � � ""'lü:su ) � f, .fa Aqche

.. ...

(Al tay

:l:ı.. i ) r'iif -W �� :ı

"'(:rtur... l� fl]At b•t. e (Avad ) flif � :t� B �

Saaji

......

JI:

de' (Kacir ) 'T'"

ICojiıııe r

Cbercb..

r .

Bugünkü Kml Çin itla­ resi Doğu Türkistam «Uy­ gur Muhtar Bölgesi» ola­ rak ilin etmiş böylece ka­ bile esasına göre, buradaki çoğunluğun Uygur Türk­ leri olduğunu ileri sürerek eski kli.sik Çin deyimi olan ve yeni toprak anlamına gelen «Sinkiang» tabirin· den şiddetle kaçınmakta· dır. Klişede, Doğu Türkis­ tanm siyasi konumunu meydana getiren kent, ka­ za ve kasabaların Çin'ce adı Çin'ce yazılışı ve söy­ lenişini, Latin harfleriyle gösteren batılı araştırma­ cının listesine, biz Türkçe söyleniş ve yazılışlannı ilave ederek vermeyi uygun gördük. (11.B. Gayretullah)

"

� il!J

� j::_

( �r·,en/bı _

*

(P�;bzabad )�bu�iiJi Zimwıay

Toloeh•

( Taşinku ) Cl!_ i n ?, i l

c .;ıng i l ) kuchea ı.; t n

,... /t-- /J

-i ,r A • *J. .lEJ ' �

__

_!.. · -. � / "J -le

/ --'

( Kuç enti z e'1 T-ı· Charlı:hl 1 q -=** J._

f 'i tırkılık r :ıc. t;;k ..

+ ...

L

� (..Bul un toka:;'? - ;.,}�� � �Ki:ikt oeay) il -�.Jfll B u l u n Tokh<ı i.

lok t.o�o.::r

a- ı

tKumul) IDıo.bühe

(Kaba )

Mo-chinı

( rluşin )

� ·:ifz ;; 4·

� ;>}

o. u �� ;f �

11

FJ Jll. .L

(Kobık ) ı-ı � (Tavılga l �ı> -"'1 ...... $1 � ( Ho t en 1 ?t13 llJ IDıobulı

T a • ı l ıt h a

ru-;;�be )

�� lt..";:.:"h'[ı�a) �:J

&�.;ı- ı: b " ı

Jıı. ı ı 'l r .: 'l ,.

.Kur�;:!; US )

l� ' 'l-.!llJ

A.-l e-t. ' a ı Jı-t • u-.ıı h ı h

.....a- ı. '

,ı<ı::t�i:ıi)

lKolca) l-Atörik) K u l d j ıtı

..\\. u ru.lıı

Ka ı p ı n _

1

Clıı 11\.ft1'-Ct11

Q11ıı11 -11u

li19f!-h� ı

Clrı ' h · h - aıo

Cb' i f' h - � h ılı

Clıı i��u-nıu

Cll i -ı-s11.-rb

Qi•lf-hO

Cla1 'n�:-ho

Ch 1 1-\.' aı

Clıı 1 11- c h ' i u(

foa.... a.n�·

· ·-··

1

���ia )

Yenını sar v...,b"' 1 oh

Lop-"or )

1 ı.:u.ıtur

'

Bugir

v.. rlı:et

M e rk i t ) --

�}�:t.l\ır:..s l (. Mi şan ) Sıya

'4- tll

tM'Jitt, Si ika

tJ.ıl'l t':anıı

11" :f'.

tt %

.t� � . ...

j. jj � � �

':'l

ffo--c •ınıı:

•o-W.nııt

...... i h

•..t•ıu

,.�.

... �..

<--$

"•(Bay )

�fi

.ı-.ı :il � ��

J. i

�t

b)

İıWI&

1f �

·1 i.•pM

� ' '•••h-

l'Buvırşın ] (,_J:li çen ) Plch..

it .

.

llu-1. ' u- p ı 1 - R l ft f

! -wu

Jıı. ' o-p k ' u- <

i

ı·�·

h' e

K ' u-ı· rh- I P

Kun.ıı; -·ı ı u

Luo-t, ' ai M ıt. i - k ı u - l '

•l-ch ....

Yo-_tıJ

;._J. L

e. J_

·

Mhı-rf!'nl!'.

�fı �;:ı l. *jı ,t_ lll �

trlt&:;.r'k"B.Ş"eMr)!;ı {

Huo-ı: h ' ,.,.

1 t)-� ' u

4- :tr

� <,.Jılaral baş'.9 lılara.lba"hı

ıı-i.

lKarakaş ) .ı .f,_ Qaraq&.11 h

h.oşan

h-ybn

8.-p.

Kuçar

Kuchıı.

t

:!$

ılı

t� �

'*' ... "I' •ı:ı 4' i;ı. t "" 1' -tf"

\lu- l e i -ho � i - I P--J. ' o

o .... ı n

P11-ch ' u

P u. i -c h 1 eng P&- l i -lı ' wı

Y"n-ch' ı

P'

i -A h .'\11

ro-le Pu-erh-ch ıa.

... h...-•h&a

Sır.• ""

{ S 4 Vill\ )

Shıı.hu.r

1.. Saıiy ar) t...rkuı.d

Y&Dl! I

"hahr

11:� h.... •... l\.&Şc;Elıl:ı..

•-hııu r... ı Shhr Sı.11ha.

Chuı;ı:ud·ak

�t>keçek)

;y _;f

;} $

_...,.. ;)"

,i, \', u r>' e�h/ &...-b -f"'"'<" �

l-i' �J-1. � rı·ı

tt t..lı -"".Aı..... �

t.+ �

+-t ..ı.d" Y'a"- ��

li;kc���) }f � Ü{abıJ 4.f .l 111 folr...-ua

.... ...

itl.Ji :ıt.. .ı

....

···'Pudan

it·l/J ;J ,ı

ıı_i_ .,, t • n • (.Veli lM 't­ ., .. ..

Ml • u ı

old lo-

lfsr • •ı

\..K ızıı öy)

�.i l (1J /.JJJ_ -

'!fi

fr �k-.. ..� 'ı-a

tür�Çı) .t .t-*- ._ ,Vth -tP 'ı tU�turfanJ .� �t \��N'�n) .� .i.. 1urran

Karı.:ıı.I vlı

J..·

l•aragayl ık) ;J: j:� .

� -:t� v 4 ,.ft-

�Jenihiear ) ;j'•rur11:11. tjapurga ) -riı .:..t,IJ Yangı H i o n. r

-..

tJIUİlıin ) lJCesıi'.Y"a)

� !" _..._

Sh•-ora

..:...ı

il _.. �

t rrJ

�!ı.ı.o-Lı ..

Shu- 1 •

S ı.11 - \ I D •

T' ıı.-ch • •••

p • ".J - 1

ı

T ' e-k . o- • • ..

T ' o- ·lr. ' o-h•

�•

T ' o- 1 ı

·"':··- l� T11l!'-p' ıı

T ' u·

l u- 1 ar'

. •• 1 - 1

ı

Wen-ch ' ii ....

Wen-ıu

Wu-ch' i a

Wu- 111--�h

lu-• h ı h Wu-eı

l e h-c h ' �"I

rı.,.� h ı - - 1':'1.

?il�h- f ' 1t - h •

n-ı.ıs

n-\. ' 1 • •


KEŞMİR'DEKİ DURUM

Bizler dünyanın damı aşarak ve büyük bir mezalimden sıyrılıp hür dünyaya ilk açılan kapı olan Keşmir'in başkenti Srinager şehirine gel­ miştik. Keşmir halkının müslüman oluşu ve başbakan Şeyh :Muhammed Abdullah'ın bize karşı duyduğu özel se.mpatilerin neticesinde Saray Sa­ fakadıl denilen misafirhanelere yerleştirildik. Keşmir resmi makamların­ ca dünya yardım sever teşkilatlarından alınan yardımlar bizlere ulaştırı­ lıyordu. Bu teşkilatların başında v.Dünya Kiliseler Birliğiıo anılmaya de­ ğerdir. Bir sene kadar Keşmir'de dinlendikten sonra, Keşmirin bize ke­ sin bir yurt olamıyacağını anladık. Zira, Keşmirin statüsü Hindistanla Pakistan arasında bir siyasi pazarlık konusu idi. Sonra biz, ana yurdumu­ zu terk ederken varmaya tasarladığımız bazı hedefler vardı. Diyen Zalabay Teyci, Keşmir'deki durumu kısaca şöyle anlattı: Bu nedenle, birgün, Hüseyin Tayci, Sultan Şerif Tayci, Ali Bek, Ham­ za, Omar Ö kürday, Norgocay Batır, Delil Han, Raki Molla, Kobdobay So­ fu, Şöken Aksakal, Omarbay Aksakal, Kaynaş, Tökeş, Kaben Tayci, Hasan Batır, Kasım Damolla, Sultan Tuğrul, ve Ubeydullah gibi ileri ge­ len kimseler bir toplantı düzenliyerek nereye ve nasıl gidilmesi konusu::ı.­ da bir oturum yaptılar. Bu toplantının sonucunda ortaya şu yeni beş şekil çıktı: Türkiye'ye gitmek Amerika Birleşik Devletlerine gitmek 3. Milliyetçi Çin (Formoza'ya gitmek) 4. Suudi Arabistana gitmek 5. Keşmir'de kalmak. Ortaya çıkan bu beş sık, teker teker ele alınarak enine boyuna o gün geç saatlere kadar tartışıldı. Amerika Birleşik Devletlerine gitmek, fikri kesin olarak ortadan kalktı. Çünkü, Amerika çok uzak, hemde din ve kan bakımından bizden değildi. Canımızı dişimize takarak kurtardığımız nesil­ lerimizi Amerikan potasında eritmek bir bakıma sonumuzun gelmesi de­ mek olacaktı. Geriye kalan dört şık üzerinde, muhtelif görüşler vardı. 1. Türkiyeye gitmek fikrinde olanlar: Hüseyin Tayci, Kaben Beğ, 1.

2.

F : 8


--- 1 1 4 -

.. ) Omar Okürday, Kaynaş, Tökeş, Omarbay Aksakal, Kobdabay Sof u . Ubeydullah ye Sultan beylerdi. 2. Suudi Arabistana gitmek isteyenler: Rakki Molla ve Hasan Batır 3. Keşnıiı-'de kalmak isteyenler : Delil Han, Norgocay Batır. Sultan Şerif Tayci, Şüken Aksakal ve Kasım Damolla idi . 4. Ali Bek ve Hamza beğler dalıcı sonraları karar vereceklerdi. Birinci şıkta olanlar derhal Türkiye'ye müracaat ederek 12.11.1952 ve 1 . 1 . 1 953 tarihlerinde kaifleler halinde Türkiye'ye geldiler. Bizim Keşmir'i terk etmemize az bir zaman kala Raki Molla ve Hasan Batır Suudi Arabis­ tana gitmişlerdi. Üçüncü ve dördüncü şıkta olanlar, daha sonraları fikir değiştirerek ve muhtelif tarihlerde Türkiyeye gelmişlerdir. Bizim Türkiyeye gelişimiz şüphesiz ki, birden olmadı. O günlerde Tür­ kiye'de ikamet etmekte olan Doğu Türkistanın eyalet valisi muavini Meh­ met Emin Buğra ve gene Doğu Türkistan hükümetinin genel sekreteri İsa Yusuf Alptekin beylerin büyük yardımları oldu. Durumumuzu, yani Türkiye hükümetine vize ve iskanlı göçmen olmak için müracaat ettiği­ mizi bu zatlara bildirmiştik. Onlarda gerekli yerlerle temas kurarak biz­ lerin gelmesine yardımcı oldular. ·


BÖKE BATUR VE MÜCADELESİ

Asrımızın başında, Japonya artık kuvvetlenmeğe ve adadan karaya yayılma politikası gütmeğe başlamıştı. 1895 yılın daki Saharin deniz sava­ şında Ruslan mağlup edince bu isteklerini büsbütün açığa vurmuş ve za­ man zaman Çin denizi aşarak kıta Çine saldırılar düzenlediğin i ve gittik­ çe karaya çıkma iştihasını belirgin hale geldiğini görürüz. Japonlar, Sa­ harin deniz savaşını kazandıkdan on yıl sonra Çin'le savaşa tutuştu. Japonyanın Çine saldırması, o günlerde Çinin sömrüsünde olan milletler için bir kurtuluş ümidi idi. Bu his daha çok Türkler arasında yaygındı. Çin, Japonya gibi yeni bir taze kuvvetle boğuşurken ele geçen fırsatı de­ ğerlendirmek gerekecekti. İşte, bu fırsatı ilk defa değerlendirmeğe kalkan meşhur kahraman Böke Batur'dur. Böke'de Altayda oturuyordu. Bu ne­ denle Böke mücadelesini Altay'da başlatmıştı. Çinlilere karşı, isyan ede­ rek o günler için Altay ve havalisine istiklal ve hürriyet istemişti. Fakat, Çinlilerin savaştan muvaffak çıkışı Böke Batur için hiçte iyi olmamıştı. Üstelik Böke, tam anlamında bir kuvvete de sahip değildi. Yaptığı savaş­ ların başlangıcında bazı başarı elde etti ise de, Çinlilerin Japon tehlike­ sini savuşturması, Böke ile ciddi olarak meşgul olma imkanını hazırlamış­ tı. Çin, Böke'ye yeteri kadar kuvvet sevkedebilir duruma geldiğinde, sa­ vaşı Böke Batur kayıp etmiş sayılıyordu. Hatta, yaptığı birkaç savaşı ka­ yıp etmişti bile. Bu nedenle Böke Batur, 1906 yılının başlarında Altayı terk ec'!erek Tibet üzerinden hür dünyaya ve oradan Türkiyeye ulaşmak üzere yola çıkmıştı. 1906 yılının ortalarında Tibette Esekbattı denilen yer­ de bir Çinli askeri birliği ile yaptığı savaşta kardeşi Şöke'yi şehit vermiş ve çok zaiyat vererek düşmanı zor püskürtmüştü. Bu savaştan dört beş ay sonra Tibet'te Nakşa denilen yerde yaptığı ikinci bir savaşı da kaybe­ der ve şahadet mertebesine erişir. Böke'nin 1906 yılında Nakşa'da öldüğünü meşhur alim Ahit Hacı­ nın ( * ) u Hacı Beyan> adlı eseri bize haber vermektedir. Ahid Hacı, bu konuda şöyle demektedir:

" . . . 1 907 yılında yanımda Kazakların Töresi Mamır Bek olduğu halde (•

l

Ahi<

r t al'ı i�·iıı PSL•rin gi ri� lıöl ü m iinl' bakınız (H. B . G a yretullah )


- 116 Mekke-i Mükkeremeye vardım. Böke'yi merak ettiğim için Mekke ve Me­ dine'de araştırma yaptım. Yaptığım araşatırmalar sonunda, Böke'nin as­ kerleri olduğunu söyliyen iki Kazak genci buldum. Bortan ve · Akış adlı bu iki genç Böke'nin geçen sene Nakşa'da şehit olduğunu haber verdiler.• Diyor. Buradaki geçen yıl tabiri 1906 yılının sonları olmalıdır! Ahit Hacı devamla, İki genci, Bortah ve Akış'ı beraberinde tekrar Altaya götür­ düğünü yazmaktadır. (*) (Ahid Hacı, eserini manzum olarak yazdığından, biz buraya nesir olarak anladığımızı aktarıyoruz. İleride fırsat bulursak, bu tip manzum haldeki yazma eserleri, ya nesir yada tam anlamında man­ zum olarak neşretmekte fayda vardır. Nitekim, İstanbul Üniversitesinde Türkoloj i tahsili gören birkaç gencin mezuniyet ve doktora tezlerinde, manzum olarak yazılan Kız Jibek ve Abılay Destanlarını aynen, man­ zum olarak çevirmiştim. O zaman bu eserlerin çok güzel bir şekilde hiç­ bir orj inal yapısını bozmadan manzum olarak çevrilebileceği kanaatını getirmiştim.) (**) Böke Batur'un mücadelesini buraya kısaca almakta Şu yönden fayda görüyorum. Bir defa Böke Batur, asrımızda ilk defa Doğu Türkistandan topyekun bir göç olmasına başlangıç olmakta ve öncülük etmektedir. İkin­ ci olarak ta, eserin bundan sonraki bölümlerinde Manas - Savan olayı an­ latılırken, bu olayı yaratanların birçoğunun Böke Batur'la beraber yola çıkıp, onun şehadetiyle geri dönen ve oralarda yerleşen kimseler olması­ dır. Elimizde yeteri kadar malümat olmadığından bu kahramanın öykü­ sünü tam olarak aktaramamak bize aynca bir üzüntü vermektedir. Fa­ kat, biz bu eserde Onun adından bir nebzecik olsun, bahsetmiş olmakla gurur duymaktayız.

(•) ( .. )

Birçok Doğu Türkistan'dan bahseden literatürlerde adı geçen Kara Molla işte, bu Bortnn beğin oğludur. Kız Jilll'k, t•ı h•hi y ıı t Fakültesi öğrencisi Dede G üler'in, A b ı l a y Dest a n ı d a uynı tukllltı•ıh· ı ı l"ı · r h n l T i m u r ' u n l.l'z l t•riyd i . ( 1 1 . B . G u y rl'l ı ı l l ı ı l ı )


MANAS,

SAVAN VE KUTUBİ OLAYLARI

Doğu Türkistan için yazılan birçok eserlerde en çok bahsi geçen bu olayları, meselenin için­ de yaşamış bir ağabeyi, bu hareketlere bilfiil li­ derlik etmiş, bir ağabeyi de İli'de kurulan Şarki Türkistan hükümet ordusunda görev almış, ken­ disi de bu orduya bağlı bir birlikte subaylık gö­ revi yapmış olan Baykonakoğlu Madalım Çalış­ kan beği, bularak birkaç gün kendisini dinle­ mek ve hatıralarını buraya aktarmak imkanı buldum. Anlattığına göre; Manas, Savan ve Ku­ tubi olaylarını yaratan Kazak Türklerinin, Al­ tay, Barköl, Targabatay ve Kumul'daki Türkler­ den ayrı bir özelliği vardı. Buraya yerleşmiş olan Kazak Türkleri, ya komünist Rusya'dan Madalmı ÇALIŞKAN kaçanlar, yada Böke Batur'un şehadeti ile geriye dönen Türkler oluşturuyordu. 1975 yılının lık bir bahar günü, Baykonakoğlu Madalım Çalışkan beği, verdiği görüşme ;aatınde evinde buldum. O, günleri bana şu şekilde anlattı. Hoş sohbet re şair ruhlu olan Madalım beğ, zaman zaman konuyu başka mecralara lökerek, sohbetimize ayrı bir renk katıyordu. İki üç gün kadar bu böyle ievam etti. Madalım Çalışkan beğ, 1922 yılında Kutubi'yin Kansogı denilen bir ıvılında Baykonak'ın dokuz oğlundan yedincisi olarak dünyaya gelmiş­ :i. Babası Baykonak, Böke Batur'la birlikte Altay'dan yola çıkmış ve Böke Batur'un şehadeti ile ge'riye dönmüş bir oymak beği idi. Böke Ba­ tur'un 1906 yılında Tibet'te (Nakşa ) da şehit olmasıyle lidersiz kalan fürkler Tibet'ten geçmenin zor olduğunu anlamış ve Karanlık dağlarını ışarak Afganistana iltica etmeyi tasarlarlar. (*) Bu nedenle, kafileyi emin bir yere bırakan Böke Batur'un arkadaşları, Afganistan yolunu keşif için, yedi yiğit görevlendirirler. Bunların başında Madalım beğin babası Bay( •)

Bııgii n A fga n i stıı n 'ıfa

8 m i lyon Türk bulunmaktadır.

m n m P ı ı T i i r k lPrlP ın<' s k f ı n d u r .

( H. R . G u yretu l l a h )

Kuzey Afganistan ta­


- 1 18 kırnak vardır. Baykonak beğin oğluna anlattıklarını, Madalım beğden di nleyelim: «Kutubi'de kışlar uzun ve sevimsiz geçerdi. Bu kış günlerinin en iyi eğlencesi biz çocuklar için, büyüklerimizin anlatmış oldukları · öykülerdir. Hele, babamın bir arkadaşı, o günleri beraber yaşamış olan bir akranı gel­ meyi görsün, evimizde ocak başı sohbeti kurulur, bitmek tükenmek bil­ meyen maceraları tekrar canlanırdı. Bizde, ocak başına diz çöker, oturur, can kulağımızla bu anlatılanları dinlerdik. Babam Afganistan yolunu ke­ şif için yedi yiğitle yola çıkar. Birkaç ay at sırtında yol . aldıktan sonra Afgan diyarına ulaşırlar. Burada atlarının bazıları ölmüş, azıkları da tü­ kenmiş ve oldukça bitap bir haldedirler. Mevsim yazdır. Tabiat bütün canlılığı ile cıvıl cıvıldır. Ama, babam ve arkadaşları Afgan toprağında olduklarının pek farkında değildirler. Bir akşam üstü, yamaçlardaki çam ağaçlarının arasından alevler yükseldiğini görürler. Ö nceleri bir yangın olabileceği zehabına kapılırlar. Fakat, ateşin ahenkli yanışı, gökyüzün­ deki pırıl pırıl yıldızlara ni sbet, kıvrım kıvrım yükselmekte, göz kamaş­ tırıcı bir manzara arzetmektedir. Babam ve arkadaşları sessiz ve kurnaz adımlarla ateşe yaklaşırlar. Ateşin etrafında bir kalabalık vardır. Derenin içinde, çamların gerisinde otlamakta olan atlar da görürler. Oldukları yere sinerler ve ateşin etrafındaki kalabalığın hareketlerini izlerler. Bunların , ateşin tam karşışındaki ulu çam ağacına yaslanmış, bir zata hizmet et­ mekte olduklarını müşahade ederler. Gördüklerine bir mana veremiyen babam ve arkadaşları, bunların düşman veya aradıkları Afganlı olduğuna bi r türlü karar veremezler. Derken adamların ezan okuyarak yatsı na­ mazına durduklarını görürler. Okunan bu ezan kılınan bu namaz onların düşman değil, müslüman olduğuna işarettir. Babam ve arkadaşları derin bir oh, çektikten sonra, beş arkadaşını oraya bırakır ve bir arkadaşını di<ı yanına alarak, bu körkemli ateşe kadar gitmeye karar kılar. Gecenin ses­ sizliğinde iki yiğit, birer karartı halinde ilerlerken enselerinde namluyu hissederler. Nöbetçiler artık babam ve arkadaşlarını yakalamışlardır. Doğ­ ruca ateşin başına götürürler. Ateşin başında, ulu çamın dibindeki çimen­ lerin üzerine serilmiş bir Türkmen halısının üstündeki ayı postunda otu­ ran zatın huzuruna getirirler. Postun üzerinde oturan bu zat, babam ve arkadaşına önce kelime-i şehadet getirmelerini, daha sonra da kimlikle­ rini sorar. Arzusu yerine geldikten sonra, başka arkadaşları olup, olma­ dığını, Afgan topraklarında gecenin bu saatinde ne aradıklarını, maksat­ larının ne olduğunu sorar. Babam, herşeyi olduğu gibi açık seçik anlatır. Bu anl atılanlara pek inanmıyan bu zat, babamı zincire vurdurur ve ya­ nındaki arkadaşının yanına birkaç asker katarak gerideki arkadaşlarının getirilmf'si ıı i emreder. Biraz sonra gerideki arkadaşları da gelmişlerdir. O gcc<' salı: ı h : ı k a d : ı r uzun bir sorgu ameliyesine tabi tutulurlar. Sonunda lıa bı ı rn vı· : ı l ' l< ı ı d: ı !'?l : ı rı n ı ı ı : ı ıı l :ıltı k l :ı r ı ı ı a i n a n a n bu zat, z i n c i r i <.;öz d ü r ü r ,


- 119 izaz ikramda bulunulmasına emir verir. Ertesi sabah, tekrar huzura çıka­ rıldıklarında, güneş yükselmiş, kuşluk vakti yaklaşmıştı. Çam reyhası bü­ tün yamacı sarmış, hafif bir şimal yeli esiyor, ulu . çamın bu sıcak gündeki gölgesinde akşamki zat, büyük bir zevkle etrafı seyrediyordu. Babamlar, saygı ile selamlarlar. Selama aynı ciddiyetle mukabele eden zat, oturduğu yerden doğrularak, «ben, Afgan kralıyım, Av eğlencesinde bulunuyorum. Bu dağların av hayvanları bu mevsimde çok güzeldir. Etleri leziz ve se­ mizdir. Avı severim. Ama, avlanmakta istemem. Dün sizlere bunun için sert davrandım, umarım bağışlarsınız. Ben, müslüman ve Türklere karşı büyük bir saygı beslerim . Bunun için de sizlere, yardımcı olmağa çalışa­ cağım. İstekleriniz nedir? Söyleyiniz, derhal yerine getireyim•, der. Babam ve arkadaşları durumlarını bir daha anlatırlar. Kendisinden iltica hakkı istediklerini tekrarlarlar. Bunun üzerine kral, Doğu Türkis­ tan'dan ülkesine iltica etmek isteyen Türklere, ülkesinin b ütün hudud kapısının açık olduğunu, ellerindeki fermanı gören, her hudud görevli­ sinin Türklere güçlük çıkarmaksızın yardımcı olacakları . . . ( * ) Mealinde' bir fermanı babama verir. Ayrıca, yeteri kadar erzakla, semiz ve süratli atlardan binek atı da verilmesine emir buyurur. Ertesi sabah yola çıkan babam ve arkadaşları büyük bir sevinçle kafileyi bıraktıkları yere doğru at salarlar. Birkaç aylık bir yolculuktan sonra, kafileyi bıraktıkları yere vardıklarında, kafilenin yerinde yeller esmekte, aç kurtlar, leş kargaları üşüşmekte, seyip kalan bir iki köpeğin acı acı uluması vadide yankı yap­ makta, yer ocağİndaki külleri eylül rüzgarlarının savurduklarını, buruk bir acı ile seyrederler. Belki bir hafta, belki de iki hafta önceleri buraya düşman gelmiş, kanlı bir çarpışma olmuş, zaten yorgun argın ve mühim­ matı olmıyan kafileyi Çinli askerler tutsak ederek geriye götürmüşlerdi. Gördükleri manzara, tesbit ettikleri izler bunu kanıtlıyordu. Yedi yiğit beyninden vurulmuşa dönmüş, yetişebiliriz, belkide kafileyi düş­ mandan kurtarırız ümidi ile iz peşinden at salarlar. Böylece, bir ay iz peşin­ den koşarlar, fakat yetişemezler. Artık, kafile Urumçi sırtlarında Kara­ tav - Köklük denilen yere varmıştır. Baykonak ve arkadaşları burada kafileye ulaşırlar, ama artık iş işten geçmiş ve demirperde kapanmıştır. Madalım beğ, bunları anlatırken çok heyecanlı idi. Sanki, babasını o Ku­ tubi'deki ocak başında dinliyormuş gibi bir hali vardı. Bir ara gözleri sa­ bit bir yere takıldı ve iki pınarından damlalar yuvarlandı. Duygulanmış­ tı. Sonra, şöyle devam etti. Babam bizleri toplar, bunları anlatır ve birgün bizim durumumuza düşerseniz, bu yolları takip etmemizi öğütlerdi. Bizim aile artık Kutubi'ye yerleşmişti. 1932 yılında Doğu Türkistan'­ cia pa t l a k veren i syanlar Kutubi'de de olmuştu . Burada yaşayan Çinli müs("l

B ı ı k ı ra l 1 1 l ııı : ı l ı c l ı r .

1 11!17 i l i\ 1 !lOfi y ı l l arı arasında Afgan tahtında kalan Habibullah Şah < i l . B.

c ; ı ı y rı · t ı ı l l a h )


r

- 120

-

lümanlar (Tünganlar) bu isyanın önderliğini yapıyorlardı. Onlar da Çin mezaliminden, vahşetinden bizar idiler. Bizim de müslüman olmamız ve zaten bir isyana bahane aramamız, onlara katılmamıza vesile oldu. Ku­ tubi'yin Kaymakamı Türktü. Orazbay adlı bu zat, çok vatanperver, ce­ sur ve ileri görüşlü bir Türk milliyetçisiydi. Kutubi ahalisi ekseriyet iti­ bariyle Kazak Türklerindendi. Orazbay beğ (*) de Kazak Türklerinden bir oymak beğinin oğluydu. Ağabeyim Omar'da, Kutubi Kazak Türkle­ rinin ökürdayı (**) bulunuyordu. Orazbay ve Omar Ökürdayın liderliğin­ de Türkler Kutubi isyanında Tünganlarm yanında bilfiil silahlı olarak yer aldılar. İsyan birçok kanlı çarpışmalardan sonra başarıya ulaştı ve Ku­ tu bi Çinlilerden temizlendi. Bu durum bir sene kadar devam etti. Ku­ tubi, Çine giden yol üzerinde ve merkezi Urumçi kuvvetlerine çok yakın­ dı. 1933 yılında Urumçi'den yola çıkan bir Çinli zırhlı birliği Kutubi'yi işgal etti. Tünganların ileri gelenleri ile kahraman Orazbay beğ de tu­ tuklanmışlardı. İşte, Kutubi'yi Çinliler işgal edince ve kahraman Orazbay beğ, tu­ tuklanınca ağabeyim Omar Ökürday da, o sıralarda Rusya hududunda bir tampon bölge olan Manas-Savan'a göç etti. Manas - Savan arazi itibariy­ le engebeli stratejik ve Çinle Rusya arasında esnek bir yerdi. Buraya 1920 yılına kadar Türklerin yerleştikerini göremiyoruz. O sıralarda Rusyada komünizme hakim olmuş, Rusyadan ve komünizmden kaçan . Türkler bu­ raya gelip yerleşmeğe başlamışlardı. Biz de ailece gelip Manas'ta Kızılözen ve Tasbılak denilen yerlere yerleşerek mekan edindik. Biz, Manas ve Sa­ van'a geldiğimizde buralarının sakinleri Targabataydaki milli isyanları yaratanlardan buraya göç etmiş Yusuf Ö kürday, Emre Ö kürday, Ocavbay ve Yunus beğlerle, Rusya'dan gelen Muhammed Can Mollalardı. Bizim gelişimizle yeni bir güç kazandıklarını söylüyorlardı. Bizim gelişimizin ertesi yıla Ali Bek ve Savabın aileleri ile birlikte Targabatay'dan geldi­ ler. Böylece Manas-Savan tam bir mücahitlerin toplandığı bir yer olu­ yordu. Yalnız Ulıcan'da Nurfay Batur, bu bölgenin yegane yerlisiydi. 1933 yılının sonunda Manas ve Savan havalisine memleketin çeşitli yer­ lerinden gelen Türklerin sayısı otuzbine ulaşmıştı. Devamlı olarak teşki­ latlanan bu Türkler, 1936 yılında tam bir güç halinde gelecek bir fela(•)

Orazbay beğ, uzun süre Çin zindanlarında mevkuf kalmış, 1942 yılında ser­

( ,... )

Ökürday, bozkır hayatı yaşayan Kazak Türklerinde asrımızın başında iki

best bırakılmıştır. tip idare şekli ortaya çıkmıştı. Biri kentte oturan idareciler ki, bunlara ç AN ve Hakim deniliyordu. Bozkırdaki Çan veya hakimlere de (ökürday) deniliyordu. Ökürdaylar kentteki kaymakam veya hakime karşı sorumlu idiler. Aynı şekilde Tayci'de kentteki vali karşılığıydı. Tayci'lerde valiye k : ı r�ı sorı ı m l ı ı d u r l n r .

( I T . B. Gııyretııl l a h )


- 121 kete karşı durabilecek kadar kuvvetlenmişti. Yunus beğ ve Nur Bek gibi kimseler hac bahanesiyle

(*),

Oşur beğ

yurt dışına çıkmışlardı.

Bu

zatlar Rusya üzerinden Türkiye'ye gelmişler ve Galata'daki Romanya Pa­ las'ta altı ay kadar kalarak Türkiye'deki durumu gözleriyle görmüşlerdi. Bu yıllarda Doğu Türkistan'da

Türkler yer yer isyan etmişler ve

ülke bir milli isyan havasında çalkalanıyordu.

1940

yılında Altay'da Os­

man Batur, büyük başarılar elde etmiş ve ülkenin her yerinde i syan çı­ karılmasına gayret gösteriyordu. Bizlere, Altay'daki kardeşlerimiz Eren­ kabırgalı derlerdi. Ve Erenkabırgalı Türklerin de milli mücadeleye ka­ tılmasında israr ediyorlardı. Nihayet Doğu Türkistanın diğer bölgelerin­ de çıkan isyanlara paralel olarak Manas ve Savan'da da isyan çıkarılma­ sının zamanı gelmişti. Bundan dolayıdırki, Manas ve Savan Türkleri Mu­ hammed Can Molla, Ocavbay, Baykonak, Yunus Hacı, Nur Bek B:acı ve Oşur Hacı gibi kimselerin organizatörlüğünde

Sorkudık'ta bir toplantı

yaptılar. Toplantıda bir sene evvel hacca gidip gelen

Yunus Hacı, Nur

Bek Hacı ve Oşur Hacılardan hür dünya hakkında bilgi alındı. Çine karşı yapılacak isyanın hedef ve gayeleri tespit edildi. Türkler bu gibi faaliyet­ leri sürdürürken de Çinliler de boş durmuyor, aramıza çeşitli kılıklarda casuslar sokmak suretiyle, elebaşı ve lider

durumunda olan kimseleri

tespitle, yapılacak işlerden haberdar olmağa çalışıyordu. Başlangıçta, bu casusları pek bilemiyorduk. Fakat, Muhammed· Can Molla'nın tutuklan­ masıyle, bu haberleri sızdıranın öğretmen kisvesindeki Cabagıtay oldu­ ğunu sonradan öğrenmiştik.

1940

yılının Mayıs ayında Sorkudık'ta top­

lanan kurultayda şu kararlar alınmıştı.

1.

İstiklal için Çinlilerle silahla mücadele edilecek,

2.

Başarılı olamazsak, a) b)

Yıldız yolu ile Afganistana iltica edilecek, Yıldız'dan geçemezsek Tibet üzerinden Hindistan'a sığınılacak ve oradan da Türkiye'ye gidilecekti.

(*)

Yunus Hacı, Manas-Savan olaylarını inceleyen ingiliz yazarı Lias bu zata

çok değer vermiş ve olaylarda oynadığı rolü dile getirmiştir. Hac fareze­ sinden 1 939 yılı sonu yurda dönen Yunus Hacı, ileri görüşlü çok zeki ve cesur olan bu zat, Çin vahşetinden kurtulmanın çarelerini aramıştır. 1 940 yılında Manas'ta ilk defa Muhammed Can Molla tutuklanınca fiili durum yaratmış, isyan bayrağını çekmiştir. 1941 yılında yakalanmış, 1 944 yılında Urumçi'de gaz odasında şehit edilmiştir. 1938 yılında Türkiye'de bazı milliyetçi zevatla temas etmesi, yurt dışına çıkarak hami araması, Mu­ hammed Can. Molla ile müşterek Manas ve Savan'da isyan tertiplemek ve tatbik etmek gibi suçlarla suçlanarak, şehadet şerbetini içmiştir. Bu kah­ rnmnn zatın Hakim ve Kasım adlı iki oğlu bugün İ stanbul'da yaşamaktadır. ( H . B. Gayretull n h )


- 122 --

r

Bu kurultayın dağılmasından biray sonra, Çinliler casusları ile alınan kararları öğrenmişler ve bu işe elebaşılık eden Muhammed Can Molla'dır, kanaatına vararak, Muhammed Can Molla beğ'i Tasbılak'taki yaylası olan Alankı denilen yerdeki evinde tutukladılar.

Manas, Savan isya:ı;ı.ı daha

su yüzüne çıkmadan ve bu bölgede şimdiye kadar hiçbir kimse tutuklan­ mamışken, Muhammed Can . Molla'nın tutuklanması büyük heyecana ve ahalinin galeyane gelmesine vesile oldu. Yunus Hacı, fiili durum yarata­ rak silaha sarıldı. Bu durum bir yıl kadar daha devam etti.

Muhammed

Can Molla'nın tutuklanmasının ertesi yılı, Çinlilerin büyük bir güçle taar­ ruz edecekleri haberi ulaştı. Fakat, beklenen taarruz olmadı. Halk şaşkın ve korku içindeydi. Bir avuç insan ne yapabilirdi . . . Birgün işittik ki, Yu­ nus Hacı, Ocavbay, Savabın, Omar Baykonakoğlu, Müftü Arstanbay, Nur Bek Hacı, Oşur Hacı ve Süleyman Vekil gibi ileri gelen kimseleri Çinliler tutuklamışlar, hiç bekletmeden Urumçi zindanlarına sevk etmişlerdi. Ar­ tık liderlerimiz tutuklanmış ve başsız kalmış durumdaydık. Merkezi hü­ kümet Manas ve Savana askeri birlikler göiıderiyor ve takviye ediyordu. Gelen askeri birlikler halk arasında dolaşıyor, silah, mühimmat, bıçak, kılıç, balta, kazma, kürek ve hatta tırn a k çakısını dahi topluyor, müsade­ re ediyordu . Diğer taraftan da şüphelendiği

kimseleri de tutukluyordu.

Halbuki, bu kimseler her an için fırsat kolluyor ve Manas Savan'da yeni bir hareketin doğmasına vesile arıyorlardı.

Çinlilerce tutuklanmış

olan Manas-Savan liderlerinin güya, duruşmaları bitmiş, Yunus Hacı ve Ocavbay gaz odasında şehit edilmiş, Savabın, Omar Okürday, müftü Ars­ tanbay, Nur Bek Hacı, Oşur Hacı ve Süleyman Vekil beğler beşer yıl ağır hapisle para cezasına,

Muhammed Can Molla ise müebbet hapise ve ağır

para cezasına çarptırılmıştı. Fakat, Osman Batur'un güç kazanmasıyle ve ülkede tutuklu bulunan Türklerin salıvermesini sağlaması üzerine Çinliler Manas Savandan tutukladıkları Türkleri de iki sene sonra serbest bırak­ mış, ancak; Muhammed Can Molla'yı bırakmamıştı. Manas-Savana dönen­ ler artık bir yer altı faaliyeti ile birlikte .faaliyetler de yapıyorlardı.

1944

yılında

bir rİıilli isyan olmuştu. Osman Batur'da

zaman zaman su yüzüne çıkan İli'de Gani Bey'in

liderliğinde

Altayda tam başarıya ulaşmış,

dünya umumi olarak ikinci cihan savaşının heyecanını yaşıyordu.

Gani

Beğ'in silaha sarılmasiyle kuvvet bulan İli mücahitleri ilk defa Ulıvcanda yaşamakta olan Nurfay Beğ vasıtasiyle Manas ve Savan Türkleri ile ır­ tıbat kurdu. Nurfay,

Gani Batur ve İli mücahitlerini desteklemek üzere

hazırlığa giriştiği bir sırada bu hareketi Çinlilerce sezildi.

1945

yılının ilk

baharında Şiko'dan hareket eden bir Çinli askeri birliği Nurfay Batur'u Ul uvcan'daki kışlasında kuşattı.

pek az bir kuvvet vardı.

O sıralarda Nurfay Batur'un yanında

Aslında Nurfay Batur,

bundan sonra kuvvet

toplıyacak ve silahlı bir isyana önderlik edecekti. Çinli birliğin Nurfay

B:ıtur'u k w):ı 1 m: ı s ı i k i glin kadar sürmüştü . Nurfay Batur, bi r huruç ha-


- 123 reketi ile çemberi yarmak isterken şehit oldu. Mücahitleri de kanlarının son damlasına kadar çarpışmış ve şehit olmuşlardı. Çinliler Nurfay Ba­ tur'un beş yaşındaki oğlu Habibullah ile evdeşi Biy Ayça'yı esir alarak Bartönke'deki karargahlarına götürdüler. O savaşlardan saliman kurtulan k_a rdeşi Nur Muhammed Molla Türkiye'ye gelmiş ve

1955

yılında Salihli'­

de Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Biy Ayça hanım çok asil ve mağrur bir kadındı. Kışladaki çarpışma­ larda insan üstü bir gayret göstermiş, aralıksız olarak

48

saat düşmanla,

mücahitlerle birlikte omuz omuza çarpıştı. Keskin nişancı idi. Bartönke karargahına götürüldüğünde Çinli komutan tarafından hakeret görmüş ve oğlu ile birlikte bir odaya hapis edilmişti. Kapısına da iki nöbetçi dik­ mişlerdi. Kahraman

Biy Ayça hanım,

bir ara nöbetçilerin gafletinden

yarailanarak eline geçirdiği tüfekle her· iki nöbetçiyi de öldürüp kaçma­ yı başarmıştı. Fakat, tüfek sesi ile bütün garnizon ayağa kalkmıştı. Biy Ayça hanım elindeki tüfekte bulunan mermiler bitinceye kadar çarpış­ mış ve birkaç asker daha öldürmüştü. Beş yaşındaki oğlu Habibullah'da yanındaydı. Onu bir kaplanın çevikliği ile taşıyor ve müdafaa ediyordu. Heyhat; kurşunlar bitti. Biy Ayça artık yorgun ve mecalsizdi. O, asil ka­ dın esarete dayanamamış, ırkına yaraşır bir şekilde ölmeyi yeğ tutmuştu. Kurşunları biten tüfeği fırlattıktan sonra, oğlunu bağırma basarak

bir

duvarın dibinde dermansız çökmüştü. Artık zalim Çinliler yakalıyabilir­ lerdi. Ama, Biy Ayça buna aldırmıyordu. Hiç olmazsa, üç beş asker daha gebertmekle diyetini almış oluyordu. Huzur içerisinde Allah'ına dua edi­ yordu. Sonunu biliy<1rdu. Belki bir iki saat sonra bir çukura onun aziz na­ şını atıvereceklerdi.

Ama, günahsız sabi Habibullah ne olacaktı ? . . . Her

halde düşman bu kadar zalim olamazdı, ona dokunmazlardı, belki ! . . Melim Çinliler Biy Ayça'yı yakaladılar. Ürkek ve titrek adımlarla ona zor yak­ laştılar, hala ondan korkuyorlardı. Komutan pür hiddet telaşlı ve perişan bir halde, sanki meydan savaşını kazanmış, bir eda ile Biy Ayaç'nın ceza­ sını yüzüne karşı söylüyordu.

Önce oğlu, Habibullah, kılıç darbeleri ile

param parça edilecekti. Böyle bir kadından doğan bir n.esil yaşatılmama­ lıydı ! .. Dişisi böyle olursa, kim bilir bunun erkeği nasıl olurdu ! . . . Ve kör­ pecik bir vücut vahşice bilenmiş bir kılıç darbesiyle ikiye bölünmüştü ! . . Evet, asrımızda Çin vahşetinin e n iğrenç örneği v e barbarlığıydı bu.

Biy

Ayça, çok cesur olmasına rağmen ana yüreği ezilmiş, buruk buruk karşı direkte ikiye bölünmüş olan oğlunun naşını öylece seyire daldı . İnanmıştı. Şu anda oğlunun Allah indinde en makbül yer olan yerden, kendisine yer a yıracağına emindi ! . . . Sonra, kızgın şişle iki cani belirdi karşısında. Kız­ ı� ı n

güneşin altında direğe bağlı bir kadını dağlıyacaklardı. Bir kaç saat sii reıı bu k ı zgı n demir işkencesinde kahraman Biy Ayça şehit olmuş, oğ­ l ıı ı ı ; ı V<' ı: o k s<'vı:i l i N ı ı rfo y Batur'un a kavuşmw;tu. Hal k a rasında B i y A y -


'

- 1 24 -

ça adına ağıtlar söylenmiş, destanlar yazılmıştı. Bu ağıtlar hala söylenmek­ tedir. Nurfay Batur'un şehadeti halk arasında büyük bir eleme ve milli ki­ nin had safhaya çıkmasına vesile oldu.

Artık Çinlilerin Türklere baskın

yapması an meselesiydi. Manas, Savandan Kızıl Özen, Uçbulak, Kazben ve Tasbulak'a ulaşacak yollara Türkler karakol çıkardılar.

1945

yılı Haziran ayı başlarında Kızıl Özen'deki Türk karakolu bir

Çin piyade birliğinin Üzerlerine gelmekte olduğunu haber aldı. Bu kara­ kolu Takiman beğ yönetmekteydi. Yanında, Zaki Hacı İsiamoğlu, Kana­ fiya Baykonakoğlu, Zeynembay Satenoğlu, Duvlatkan, Bala Hamza ve Ab­ dullah Arstanbayoğlu gibi çok cesur ve cengaver kimseler vardı. Takiman ve arkadaşları derhal bir durum muhasebesi yaparak, düşman eğer hücum ederse karşılık vermeyi kararlaştırırlar. Nitekim, düşman uzun menzilli ve tahrip gücü yüksek islahlarla Türk mevzilerine taarruz eder. mevzilerinin bu saldırıya cevap vermesiyle, Manas - Savandaki

Türk

Türkler

bilfiil milli mücadeleyi başlatmış oluyorlardı. Kızıl Özen'deki savaş çok şiddetli olmuş Türkler, mevzilerini inatla savunmuşlardır . Savaşın ikinci günü Türkler bir ileri harakatı yaptılar ve düşmanın üzerine bir saldırı düzenlediler. Tarihi Türkün kahramanlığı burada da kendisini göstermiş ve Kızıl Özen'e saldıran Çin birliği bozguna uğrayarak geri çekilmiştir. Kızıl Özen savaşından sonra

Çinlilerin tekrar takviye alarak ikinci bir

taarruza geçeceklerini bildiğimizden,

Tasbılak, Kızılşokı, Kızıl Özen ve

Datan boyundaki Türkler bütün ağırlıkları ile birlikte, Dami, Korkıs ve Serkebay dağlarına çekildi. Diğer taraftan İli'de yeni kurulan Şarki Türkis­ tan hükümetinden yardım almak amacıyle Urazbek ve Bala Hamza beğler­ den kurulu bir heyeti İli'ye yollamıştık. Esasen lider durumundaki kim­ selerin çoğunun Urumçi'de tutuklu bulunmaları,

Urumci zindanlarında

şehit olmaları, geriye gelenlerin de bazılarının ölmeleri, bizleri zaman zaman güç durumlara düşürmüşlerse de, Ali Bek,

Omar Baykonakoğlu,

Takiman Batur, Bala Hamza, Nursafa, Kaynaş Muhammed Canoğlu gibi kimselerin denetiminde, milli mücadele başarı ile yürütülüyordu. Manas ve .Savan havalisindeki savaşlar altı ay kadar sürmüştü. Biz bu altı ay zarfında hala dağlarda idik.

Bilhassa Kızıl Özen'deki

cephede kayıplar vererek telef oluyorduk. Hatta, bu cephedeki bir köprü başını tutan ardçı birlikte, ancak üç kurşun kalmıştı.

Köprüyü geçmeğe

kalkan Çinli askerlerle yapılan müsademede üç kurşunun ikisi ile iki as­ keri vuran Murtıkan Mergen ve Duvlatkan, ölen askerlerden ele geçir­ di kleri

700

kadar mermi ile köprüyü dört gün daha savundukları dillere

destan ol muştu. Bu a r:ı d a İl i 'd c k i Ali Han Töre,

Manas - Savana yardım göndermeyi

k ıı b u l c>tmiş VC' i l k y a rdım ol mak üzere kırk ki11ilik bir hafif topçu batar-


- 125 --yasını yollamıştı. Nerede ise, düşmek üzere iken bu bataryanın imdada yetişmesi büyük kıvanca vesile oldu. Çinliler, bizleri bir iki gün içinde teslim olurlar, diye bekleşirken batarya ateşi ile karşılaşmaları onları şa­ şırtmıştı. Takviye aldığımız için artık kuvvetli idik ve Çinlilerin üzerine kesif bir akın düzenledik. Ricat eden Çinli birliklerin çoğu dar bir vadide akan ve iki tarafı yalçın kayalarla, yarların meydana getiı;diği kızıl Özen (kızıl ırmak) de yol bulamadan akıntıya kapılarak boğuldular. Bu ricat­ tan sonra altı ay kadar savaşsız geçti. Bizlerde, dağ yollarını tutarak, uçan kuşa dahi yol vermeden olduğumuzu yeri savunmağa çalıştık. Bu arada Ali Han Törenin yollamış olduğu asıl kuvvette bize ulaşmıştı. Yarbay Ga­ zi Han komutasındaki bu kuvvet tam teçhizatlı ve nizami bir taburdu. Bu taburun topçu bataryası daha evvel geldiğini yukarıda söylemiştim. Bu taburun cesaret ve kahramanlığı Manas, Savan mücadelesinde unu­ tulmaz bir yer işgal eder. Yeniden takviye alan Manas, Savan Türkleri, Kızıl Özen, Uçbulak Tasbulak, Korkıs, Uluvcan, Tasırkay, Şindik Kuzu ve Manas nehri civarını Çinlilerden temi�lemiş, kendi kontrolleri altına almıştı. • **


İLİ İNKİLABI VE SAVAN MÜCAHİTLERİ

Bemin gençlik günlerimde memleketimiz olnn Doğu Türkistan, büyük bir çalkantı içeri­ sindeydi. Bir taraftan Çin'de iç savaş ve bir taraftan da Türklerin istiklal ve hürriyet mü­ cadeleleri devam ediyordu. Daha sonraları bu�' na ikinci dünya savaşını da eklerseniz, memleket tam bir keşmekeşlik manzarası arzeder. İşte, Doğu Türkistan'ın böyle bir çalkantılı günlerinde Rusya'dan kaçan ailemle Ceme­ ley'e yakın Hastı kasabına yerleştiğimizde yedi yaşında bir çocuktum. Söze bu şekilde başlayan Tökeş (Tevfik) Dönmez beğ, daha sonraları gençlik çağına erişecek, öğretmen okuluna devam edecek ve sonraları birkaç yıl Cemeley'de öğretmenlikte yapacaktır. Biz, Tökeş T. OONMEZ Tökeş beğ'den o devrin kendine göre, diğer bir ifadeyle bir aydın kimse olarak, taşıdığı hatıralarını, bildiklerini ve gör­ düklerini kısaca anlatmasını rica ettiğimizde: «Bizim ailemiz, komünistlerin Rusya'ya hakim olmasıyle çok perişan olmuş, zulüm görmüş bir ailedir. 1923 yılında Kendirlik'te (Zaysan) ko­ münist rejimi alehtarlığı ve Alaş partiyası taraftarı olmak gerekçesiyle amcam Muhammed Can Molla tutuklandı. Fakat, tutukluğu çok kısa sür­ dü, Molla, bir yolunu bulup ceza evinden kaçtı. O günlerde Doğu Türkis­ tan Çin idaresindeydi, henüz komünist olmamıştı. Üstelik Kendirlik Al­ tay'la Targabatay'a çok yakın ve bugünkü Kazakistanın hudud kısmıy­ dı. Bu nedenle tutuk evinden kaçan amcam Muhammed Can Molla, doğ­ ruca Altay'daki akrabalarımıza ve ırkdaşlanmıza sığınmıştı. Bir kac; yıl Cayır ve Baytik'te kalan amcam, daha sonraları Erenkabırga'ya gelerek Savan'nın yaylası olan Tasbılak'a yerleşiyor. Amcamın Rusya'dan hele ceza evinden kaçması bizim aile için büyük bir felaket olmuş, komünist idarecilerin bütün hışmı üzerimize çökmüştür. Babam İsliim beğle kü­ çük amcam Kurban Galip beğleri kalhozun en ağır işlerine salmış, takat­ l a rı ı ı ııı iistüııde iş i stemişlerdi r. B i r ta raftan işkenceli soruşturma ve ko-


1 '27

vuşturma ameliyesi devam etmiştir. Bu kovuşturma ve soruşt1:1.rma neti ­ cesinde gerçekleri söylemedikleri gerekçesiyle ailemizin en büyük erkek evladı olan 18 yaşındaki ağabeyim Hıdır Molla'yı Sibirya'ya sürmüşler­ di. Sibirya'da iki sene kadar kalan ağabeyim Hıdır Molla, komsomola ve kalhoza bağlılığı, çalışkanlığı gibi vs. sebeplerle salıverildi. Bugün İs­ tanbul'da bulunan Hıdır Molla beğ, Sibiryada g� çirdiği o korkunç gün ­ leri hala bizlere anlatır . . . Ağabeyimin Sibirya'dan geri gelmesi ve ailemizin çok korkunç günler yaşaması, bizim de amcamızın peşinden Altay'a göç etmek arzusunu, da­ ha doğrusu kaçmak fikrini güçlendirdi . İlk olarak, küçük amcam Kurban Galip 1925 yılında bir yolunu bulup gizlice Altay'a kaçtı ve sağ salim ağa­ beyinin yanına vardı. Gene Rus polislerince, ikinci bir soruşturma ameliyesine maruz kaldık. Sözü uzatmayayım bu tip soruşturma ve ko­ vuşturmalarla kalhoz ve zavhozun o korkunç hayatında beş sene daha kaldık. 1930 yılın d a bir yolunu bulup bizde Altay'a kaçtık . Fakat, bu defa amcam Muhammed Can beği gene bulamadık. Çünkü, amcam Altay'ı terk ederek daha güney ve içerlere doğru gitmiş, yukarıda da söylediğim gibi Erenkabırga'ya göçmüştü: Böylece ben , amcam Muhammed Can beğle iki, üç yıl bir arada yaşadığımı hatırlamıyorum. Biz, ondört yıl kadar Ceme­ ley ve çevresinde yaşadık. Bu arada Doğu Türkistan'da kül halinde milli isyanlar çıktığından ki; bu isyanlar Barköl, Kumul, Altay, Kaşgar, Kara­ şar, Hoten, Yarkend gibi yerlerde çıkmıştı. Bu isyanlar da bizim ailenin amcamın peşinden tekrar göçmesine mani oldu. Ne zaman ki, Os­ man Batur Altay'a tam hakim olup ve memleketi Çin zulmünden kurtar­ dı, i şte ondan sonra yollar emniyete alınmıştı. Bu nedenle bizim aile an­ cak, 1944 yılında Erenkabırga'ya göç eder ve amcamız Muhammed Can Mollaya kavuşur, ama, Molla gene evde yoktur. O, daha biz Cemeley'de iken 1940 yılında Çinlilerce tutuklanmış, Urumçi'ye götürülerek zindana atılmıştı. İşte, beni m Savan'a gelmem ve Manas, Savan milli mücadelesi­ ne katılmam böyle başlar . . . Savan'a gelmemin ertesi yılı, Çinliler buraya saldırdılar. Gerekçe olarakta, buradaki Türklerin ötedenberi milli faaliyetler göstermesi ve bu def'a da 7 Ekim 1944 de İli'de kurulan Şarki Türkistan Hükümetine biat etmeleriydi. Biliyorsunuz, 1932 yılındaki Altay'da vukubulan Milli isyana Şerif Han Töre liderlik etmişti. Ali Han Töre'de bu isyana katıl­ mıştı. Bu bakımdan Ali Han Töre'nin Türkler üzerinde bi r nüfuzu vardı. Milliyetçi, Türkçü ve vatanperver olarak tanılırdı. İşte, bu zatın liderliğindeki İli isyanı başarıya ulaşmış ve bir cum­ huriyet ilan edilmişti. .Savan , Çinle Rusya arasında hudud kapısı sa­ y ı l a bilecek esnek bir yerdi. Bundan dolayıdır ki, İli'ye intisap etmek is­ temiştir. Bunu bilen Çi nl ilerde, Savan 'a asker sevk etmişler ve Madalım beC:iıı an lattığı s:ı v:ıslar cereyan etm i �ti r . Göri.i ld üği"ı gibi bu savaşl a rda


-- 1 28 -

bizi, İli hükümeti desteklemiş ve Çinlilerden kurtarmıştı r. Savan Çinli­ lerden kurtarılınca, direk olarak İli'den talimat almağa, İli idarecilerinin gösterdiği yolda yürümeğe başladı. Bu arada İli Şarki Türkistan Cumhu­ riyeti ile Qsprn n Batur'da birleşti. Çinlilerle her iki mücahit, yani Osman Batur ve Ali Han Töre, bir anlaşma yapmışlardı . (Bu anlaşma eserin bundan önceki Osman Batur'la ilgili bölümünde dile getirilmiştir) Yapı­ lan anlaşmayı Şarki Türkistan Cumhuriyeti adına Ahmet Can Kasimi beğle Rahim Can, Osman Batur namında Ebulhayır beğler ve Şan-Kay­ Şek adına da General Cang-Cu-Cang imzalamışlardı. Bu anlaşma gere­ ğince, artık Türkler mahalli idarelerle, mülki amirliklere gelebiliyordu. Bu ise Çinlilerin Doğu Türkistana hakim oldukları ta, geçmiş günlerden beri ilk def'a görülüyordu. Memlekette, bu anlaşmamın verdiği ve öner­ diği sınırlar içerisinde seçimler yapılmağa, kaymakamlık, valilik, kolluk kuvvetleri gibi idare kademelerine, halkın saygınlığını kazanmış ve eski Türk töresine bağlı kimselerin getirilmes.ine başlandı. Bizde, Savan'a «Hakim» kaymakam olmak üzere 1945 yılında Ali Bek beği seçtik. Ali Bek'­ in kaymakam olmasını İli hükümeti bir tebliğ ile kutladı. Başta Ali Bek olmak üzere Savan'da hizmetleri geçmiş olanları esbabı mucibeleri yazılı birer madalya ile de taltif ettiler. Ben de, Savan Tahrirat katipliğine ve ek görev olarakta Sandıkkuzu emniyet amirliğine atandım. On sekiz ay kadar devam eden tahrirat katipliği zamanında Ali Bek'le müşterek masailerim oldu. Ancak, 1947 yılının sonuna doğru Şarki Türkistan Cumhuriyeti Rus­ ya yanlısı olan kimselerin eline geçti. Bunların başında General Polinof ve albay Malenkof gibi kimseler gelir. Bunların desiseleri ile Rusyanın kucağına düşen Şarki Türkistan Cumhuriyeti bir daha kendini kurtara­ madı. Biz de, komünist zulmünden kurtulmak için tekrar Çin'le anlaşmak zorunda kaldık. Ve 1948 yılının başlarında Savan'ı terk ederek Manas'ın dağları olan Kızıltaş, Şılımburgı gibi yerlere gelerek yerleştik. Burada bir nizamı ordu kurduk. Bu ordu direk olarak Osman Batur'a bağlı idi. Dibaton (8. ci Alay) adıyla teşekkül eden bu alaya Osman Batur adına Albay Zakişin, yardımcısı Zeynembay Molla (yarb.) adlı iki Türk komuta ediyordu. Madalım Çalışkan ve ben bu ordunun birinci ve ikinci taburla­ rında ikmal ve ordunat subaylığı yapmıştık. Fakat, bu alay sekiz ay sonra Çin komünistlerinin ülkeye hakim olmaya başlaması üzerine terhis edildi. Biz de tekrar sivil hayatımıza döndük. Manas ve Savan olaylarını , bugüne kadar kaleme alanların olayları yalnış ve tahrif ederek yansıtmaları beni çok üzmektedir. Bu bakımdan umarımki sizlerin hazırladığı bu eser, tarafsız bir görüşle hareket ederek, kutsal vatanımız için canlarını, mallarını veren, türlü eza-cefa çeken, bu uğurda şehit olan, Çin zindanlarında çürüyenlerle hayatta olan gazileri­ mizi layıkı veçhile anmış ve onların ruhlarını şadetmiş olsun.


- 1 29 -

TVR K İ STAN.

M i LLi

Türkeli

AZATL I K K 0 1'1 İT E S İ N İ N O R GANIDIR

Organ o f thc Turkestan Nalional Liberation Commillec

Orı;:in de! Turkeslnnischcn Nationalen Befreiungskomilees

D n ş r e d n k t o r : Q. Q O Ş O Y 3-nı;i yıl

Ocnk-Subal 19:13

Nr. 1 · 2 (17- 18)

T tı r k i s t a n M i l l i A z a t t ı q K o m i t e s i n i !]

a ğ ı z a l arı n a .

Qurmetti otandastar! 1 5.

ı 2.

1 95 2-dc İndistan topı ragıda jasavşı Türkistan muhaj ırlarınan 80

adam safarğa şıqtıq. Dağıtımız otanı mız tanılğan Türkiye.

tj'andas -dindcs bolğandiqtan

basqınşı-bolşevik

küp

Oz elimiz, Oz

Bizdi!] elimizdi qan sasıtıp, t a rıht a bolmağan baleketterge uşıratqan qml albastılarınan

qıyın şılıqtar, avir qa;ı;alar arqılı

ğana

azattıq duniya topırağına şığa. bilgeniınizdcn qabardarsız. Bul avır safarlardın

tolıq bay an atın Tal)iri qossa Türkiycgc barğa nnan sol] jiberüv niyetindemiz. Ilizder Batıs jana Şığıs Türkistannıl) ulttıq tilegi, azattığı, erkindigi, onıo

kelf!ı?ek baqıtı uşün sansız

qıy ındıq bögetterge qaramastan , küresib Jatqan

komitemiz Türkelinil) otanpazdıq, qaharmandıq eQbekterin b ağaİap, onı kOz qara.�ığımızday qurm c t etetindigimizdin tabiyğıy şındıq bolğandıgınday, onıı:ı

körsctkcn jol-joha nus q avlarımfa u l t - o tan buyrığı dep tanıytındığımızdı, onıQ

ult-otan azattığı, erkiııdigi jol ı ndağ"ı idcologiasın jOzcgc asıruv uş ün tQrkistan• dıq, T!irk t ik ar namsımızben kürcseti�digimizdi muhujırşıhqtağı barlıq Tür· kistan atevmetinil] qatcrinc salamız Türkiye topırağına jetib ornasqan

boyda, komite men tez baylanısqa

kirermiz

Safardağı tO rk is t a ıı dıqtar atman tuvısmı z ı

Omar Qa yn a.'

z

Tökeş

Muh amm edj an\l \ı Bombay.

r. r.

53

F

9


-· -

1 30 -

Türkiye Türkçesi ile : Türkistan milli İstiklal Komitesi Azalarına, Hürmetli Vatandaşlar, 15.12.195'2 tarihinde Hindistan'da yaşamakta olan Türkistan göçmen­ lerinden 80 kişi yola çıktık. Dileğimiz, kan ve din kardeşi, öz devletimiz, öz vatanımız olarak bildiğimiz Türkiye'ye ulaşmaktır. Bizim devletimizi kana boğan, tarihte misli görülmemiş felaketlere düçar eden, zorba bolşevik iblisinden çok müşkilatlar, büyük gazalarla (savaşla) henüz hür dünya toprağına ayak bastığımızdan haberdar olma­ lısınız. Bu çok meşekatli yolculuğun teferruatlı öyküsünü Tanrı eriştirir­ se, Türkiye'ye ulaştıktan sonra (yazıp) göndermek arzusundayız. Bizler, Batı ve Doğu Türkistanın ebedi dileği olan istiklali, hürriyeti ve atideki gülecek bahtı için, sayısız zorluklara ve engellere bakmak sızın, mücadele etmekte olan komitemiz Türkel'nin vatanseverlik, yiğit­ lik emeklerine değer vermekte, onu (komiteyi) göz bebeğimiz gibi ko­ rumağa, ona tabii olarak hürmet ve saygı beslemeğe, onun göstereceği hedefleri, vatan ve millet buyruğu olarak bilmeğe, onun (komitenin) mil­ let, vatan istiklali ve hürriyeti ideolojisini (ülküsünü ) yüceltmek için . Türkistan'lılık, Türklük şerefimizle, (göçmen hayatımızda da) mücadele edeceğimizin bilinmesini bütün, Türkistan aydınlarının dikkatlerine su­ narız. Türkiye toprağına yerleştikten sonra, komite ile tez elden ırtıbat kuracağız. Yolculuktaki Türkistanlılar adına ("-') 1 . Omar 2. Kaynaş 3. Tökeş Bombay, 1 . 1 .53 (*)

1.

Omar, Ömer Çobanoğlu, Manas-Savan milli mücadelesinde, Omar Bay­ konakoğlu olarak adı geçen zat. 1970 yılında Ankara'da vefat etti. Gül­ veren Asri mezarlığında gömülüdür. 2. Kaynaş Gayretullah, Manas-Savan milli mücadelesinde adı geçen Mu­ hammedcan Mollanın dört oğlundan ikincisidir. Bu eseri, kaleme alan Hızır Bek'in de babası olup 1 972 de İstanbul'da vefat etmiştir. Silivrikapı Mezarlığında gömülüdür. 3. Tokeş Dönmez, Kaynaş Gayretullah ile amca oğludur. Manas Savan milli mücadele günlerindeki Ali Bek beğin tahrirat ve özel katipliğini yapmıştır. 4. Bu mektup Türkeli Komitesinin yayın organı «TÜRKELİ» dergisinin 1 95:! Ocak-Şubat sayısında yayınlanmıştır. Mektup o zaman Münih'te faaliyet gösterPn Türkeli komitesine yazılmıştır. (H. B. Gayretullah )


YOLDA GEÇEN KORKUNÇ GtlNLERDEN ANILAR Manas Savan olayı ile İli inkilabının siyasi yönleri­ ni, nedenlerini Madalım Çalışkan ve Tökeş (Tev­ fik) Dönmez beğler dile getirmiş bulunuyorlar. O günlerdeki olaylardan sa­ dece bende bir iz kalmış­ tır. Bir rüya kadar karışık ve bir kabus kadar da kor­ kunç olarak benim ruhu­ ma işleyen bu olayları, küçük bir çocuğun kafa­ sına nakiş edildiği şekliy­ le 1967 yılında Yeni İstan­ bul gazetesinde ve bilaha­ re Hayat Tarih Mecmua­ sında neşir ettiğim zaman, Doğu Türkistan Türkleri­ nin çekmekte olduğu Çin mezalimini dile getirdiğiHızır Bek GAYRETULLAH me inancım sonsuzdu. Hala da bu inançtayım. Bu defa gazete ve mecmua sayfalarında kalan bu hatıralarımı, buraya aynen aktarıyor ve Manas Savandan yola çıkarak korkunç bir yolculuktan sonra, Türkiyeye gelen bir avuç kahraman Türkün öyküsünü aydınlığa çıkar­ mış olmanın mutluluğunu duyuyorum. * ... .

Avılımızın akşam üzerleri ahenkleşen bir manzarası vardı. At kişne­ meleri , koyun melemeleri, sığır böğürmeleri, kargaların gak-gaklarına karışır giderdi. Avılın göçüp, konmasından neş'e, canlılık ve yeni biT ha yatın başlamasının belirtileri taşardı .


- 132 -

Bozkır hayatı yaşayan Kazak Türkleri yazın yaylaya, kışın da kışla­ ya göçerlerdi. Bu göçlerin kendine has bir saltanatı vardı. Her kabile ken­ disine ait yayhıya, kışlaya göçer, konardı . Bu, göçüp konmalara Ortaasya bozkırları asırlardan beri alışıktı. Tarihin kaydettiği göçler diyarı Orta­ asya, 20. Yüzyılın ikinci yarısında da gene göçlere sahne olacaktı.

Bir kış günü Ayını hatırlamıyorum. Kış kıyamet bir gündü. Kar alabildiğine yağı­ yordu. Don tutmuştu. Biz çocuklar, derede bayırda kayak kayıyor, zıplı­ yor, karda bata çıka oynuyorduk. Güneş çamların gerisinde gittikçe kay­ boluyor, sert ve soğuk bir akşam rüzgarı yanaklarımızı okşuyordu. Oyu­ nun en heyecanlı anındaydık. Dedemin geldiğini bana müjdelediler. He­ men eve koştum. Dedem Muhammed Can Molla'yı ben dünyaya gelmeden önce komü­ nistler alıp götürmüşler. Suçu da Türkleri komünistlere ve komünizme karşı uyarmakmış. Daha 1923 yılında Rusların Batı Türkistan'a sızmaları üzerine, tehlikeyi sezmiş o zamanlarda komünizme tam manasıyle kaymı­ yan Çin işgalindeki Doğu Türkistan'ın batı bölgesine göç etmiş. Dedem, kendisi gibi düşünen diğer mücahitlerle birlikte müebbet hapise mahkum olmuş, fakat; tam yedi sene hapiste kalmış. İnsanlık dışı jenosite maruz bırakılmış hasta ve bitkin bir halde tahliye edilmişti. Dedemi, 1950 de Tibet'te, hapishanede yakalandığı romatizma, daha sonraları felce çevirdi. Vefat ettiği zaman 71 ya,şındaydı .

Hürriyet ve istiklal için Dedemin gelişiyle, gerçi ailemizin üzüntüsü geçmiş, yedi senenin ele­ mi unutulur gibi olmuştu. Amma, genel bir mutsuzluk, bedbinlik gelece­ ğe endişeli bakışlar kendini belli etmeğe başlamıştı. Kulağımıza yer yer çıkan isyanlar, hürriyet ve istiklal için savaşan Türklerin haberleri ge­ liyordu. Altay'da Osman Batur, İli'de Ali Han Töre, Manas'ta Ali Bek, İli'de Gani Batır, Barköl'de Sultan Şerif isimleri, biz çocuklar için ef­ sanevi kişiler, insan üstü kuvvete sahip mitlik varlıklar olarak hayalimiz­ de canlanırdı. Vakı'a henüz küçük çocuklardık. Savaş, hürriyet, istiklal, din ve milliyet gibi kutsal kavramları anlayacak yaşta değildik. İşte, ço­ cukluğum Manas'ta müstevlilere karşı koyan milli hareketlerde geçti. Bir gün, gene avılın çocukları toplanmış oynuyorduk. Kimimiz adsız Türk kahramanları için halk tarafından yakıştırılmış türküler mırıldanıyor, ki­ mimiz de çete kuruyor, komünistlere karşı savaşıyorduk. Uzaktan bir at­ lının dört nala bize doğru geldiğini gördük. Gelen çocukları çağırmak için gönderilen bir delikanlıydı. •Haydi çocuklar evlere, dedi . • Var gücü­ müzle koşmağa başladık. Evlerimize geldiğimizde, bütün eşyaların, deve-


133 !ere, atlara ve öküzlere yüklenmiş olduğunu gördük. Anlayamıyordum. Daha birkaç saat evveline kadar böyle birşey yokken, aniden nereye gö­ çüyorduk, ne olmuştu, acaba ? Sonradan öğrendim ki, komünistler Türk­ lerin karşı koymalarına rağmen ilerlemeye başlamış. Bunun için çocuk­ ları, kadınlan emniyete almak gayesiyle dağa doğru göçürülüyorduk. Kaç gün göçtüğümüzü unutmuşum. Fakat, ormanları geçtiğimizi, dağları aştığı­ mızı, daha üzeri karla kaplı bir dağın yamacında konakladığımızı hatırlıyo­ rum. Suları soğuk ve berraktı. Havaların İlk bahar olmasına rağmen hala kış günlerindeydik sanki. Burada 5-6 aydan fazla kaldık. Emniyetteydik. Başı bulutlu, yamaçları karlı uludağlar, bizleri kızıllara karşı koruyordu.

Acı akibet Dağların otları sararmıştı. Artık burada daha fazla kalmak hem in­ sanlar ve hem de hayvanlar için zararlıydı. Tekrar dağın eteğine, ovaya doğru göç etmeğe başladık. Düşman püskürtülmüştü. Eski yerlerimize dö­ nebilirdik. Kışlağımıza geldiğimizde otların, alabildiğine sararmış oldu­ ğunu gördük. Sonbahar rüzgarları bütün şiddetiyle esiyor, kış yaklaş­ tığını bildiriyordu. Bir sabah kalktığımızda her tarafı beyaz çarşaf gibi karla örtülü bulduk. Gene çocuklar sokaklara döküldü. Kış oyunlarına dalmışlardı. Kendilerini bekleyen acı akibetten habersizdiler. Bir gün evimizde bir toplantı oldu. Hararetli ve gürültülü sesler yük­ seliyordu. Uzun süren bu konuşmalarda neler söylendiğini bilmiyorum. Ancak, bizim geleceğimizle ilgili planlar hazırlandığını küçücük kafamda tasavvur ediyordum. Toplantı dağıldı. O, sıralarda babam Kaynaş, Or­ manbak beldesinin Emniyet Müdürüydü. Ekseriya şehirde bulunur, ara sıra eve geldiğinde işte, böyle toplantılar olurdu. Babamın eve gelişi, bizleri çok çok sevindirirdi. Ben, giydiği ünöformasına, kuşandığı taban­ casına ve bütün bunlara ayrı bir süs katan nişanlarına hayran, hayran bakardım. Henüz ata binemiyordum. Ali Bek'le görüştükten sonra babam, acele Savan'a gitti. Birkaç za­ man sonra da geri geldi. " Birkaç at hazırlanması için talimat verdi. Merak ediyordum, neye birkaç at ? ... Her zaman tek atla veya otomobille gider­ ken bu özel durum niçindi ?.. Balyalar halinde birtakım kağıtlar atlara yüklenmek üzere hazırlandı. Atlara yüklendi. Yanına da oldukça dinamik ve cesur bir Kazak genci aldı. Yola çıktı. Evet, hamam Savan'ı temsilen Targıbatay Valisi Başbay beyle görüş­ mek üzere yola çıkmıştı. Giderken de otomobil ile değilde atla gitmişti. Hem de yüklü atlarla. Atların yükleri, Türkleri milli mücadeleye davet edeı ı , kom i i r ı i z m n l cyhdarı propaganda broşürleriydi. Bu broşürleri yol boyunl'a Ti ı r k l P n• ci:ığıtncn k t ı .


- 134 Babamın, Vali ile görüşmesi birkaç kere daha devam etmişti. Fakat, son olarak gittiğinde ciddi tehlikeler atlatmıştı. Vali, her ne kadar iyi ni­ yet göstermişse de Savan ve Manas havalisinde bir milli hareketin çık­ masını pek, uygun görmüyormuş. Diğer taraftan da babamı, tevkif etme­ leri için polis kuvvetine başvurmuştu. Babam, Çögeçek'ten otomobille geri dönüyormuş. Bir yerde arabasını durdurmuşlar ve mevkuf olduğunu bildirmişler. Babamın anlattığına göre, hafif bir yağmur yağmaya başla­ mış. Bundan ötürü görevliler ertesi günü beklemişler. Sabahleyin geri götürmeğe karar kıldıktan sonra muhafaza altına almışlar. Bir ara babam kaçmayı düşünmüş. Nasıl olsa dışarıda atlar varmış. Atladı mı, ver elini Savan. Aksilik, tam dışarı çıkacağı zaman bardaktan boşanırcasına yağ­ mur yağmaz mı ? Tabii nöbetçiler uyanmış. Ertesi günü, babam uhtesinde bir temsilcilik sıfatının bulunduğu, tevkifinin gayri ciddi olduğunu, eğer böyle birşey varsa Vali ile telefonla görüşmek istediğini söylemiş. Görev­ lilerle böyle münakaşalar olurken, gelen bir telsizde «Kaynaş Beyin ser­ best ve Savan'a kadar rahatının temini» haberi gelmiş.

Mutat oyunlardan birini oynuyorduk Babamın eve geleceğini işittiğimizde, karşılamaya gidecek olan am­ cama yalvardım. Beni de götürmüştü. Koyun kırpma zamanıydı. Yayla­ mızla, k15lamız arasında bir yerde oturuyorduk. Babam kışlamıza kadar otomobille gelmişti. Amcamla kucaklaştıktan sonra, beni de öptü. Şoföre birşeyler söyledi. Otomobil vızıltılarla geri dönerken, babamın önünde sevincimden zıplıyordum . Babamın gelişinden . birkaç ay sonra, kışlamıza göçmüştük. Fakat, ha­ la keçeden yapılmış «aköylerde» oturuyorduk. Esas, kışlık evimiz olan kalın dövme duvarlı, kapılı, pencereli evlere taşınmamıştık. Biz çocuklar, mahal­ le arasında, kırda, bayırda oyuna doyamazdık. Mutad oyunlardan birini oynuyorduk. Garip bir uğultu işittik. Uğultu gittikçe yaklaştı, gürültü halini almıştı. Birde ne görelim, bej renkli bir taksi tozu - dumana katmış bize doğru geliyordu. O günler için otomobilin gelişi, taşralı çocuklarda merak edilen şeylerdendi. Başımızı kaldırdık . Ürkek gözlerle gelen tak­ siyi süzüyorduk. Otomobil, gırıltı şeklinde bir ses çıkararak durmuştu. İçinde şimdiye kadar görmediğim dört kişi vardı. Saçları muntazam ta­ ranmış, kravat takmışlardı. Cüsseli görünüyorlardı. Kapı açıldı. Sarı saçlı, çakır gözlü iri-yarı birisi dışarı çıktı. Mahalli Kazak lehçesini iyi biliyordu. Tırtıklı bir sesle (Kaynaş Efendinin evini bize gösterir misi­ niz?) dedi. · Gösteririz. Ben, oğluyum.» Gülümsedi. Arabaya binmemi tek­ lif etmişti. Önce binmek istedim isede, gayri ihtiyari cyok, binmem» de­ dim. Koşar adım önde yürümeğe başlamıştım. Araba bermutad gırıltılar­ la peşimden geliyordu. •İşte burası bizim.• Hemen eve koştum. Babamın


- -- 1 35 Pvde olup, olmadığını hatırlamıyorum. Fakat, dedem evde namaz kılıyor­ du. Zaten son rekatte imiş, çabuk bitti. «Dede, geldiler• dedim.

Dışarı

çıktı. Gelenlerden üçü arabadan inmişti. Dedem, gelenleri büyük bir say­ gı ile buyur etmişti. Aile halkı, gelenlere ürkek-ürkek bakıyorlardı. Bir kolayını bulup,

dedemin kulağına fısıldadım:

Kim, bunlar dedeciğim ?

Yavaş v e yumuşak bir sesle ·Rus Konsolosu• dedi.

O gece olanlar O, gece konsoloslar bizde kalmışlardı. Ertesi günü Ali Bek başta ol­ mak üzere bütün ileri gelenler bizde toplanmışlardı. Taylar kesiliyor, zi­ yafetler veriliyordu. G üneş ufukları gülümseyerek açıyordu. Konsoloslar gittiler, mühim şeylerin konuşulduğunu gelen misafirlerin hareketlerinden

anlıyor gibiy­

dim. Aradan bilmiyorum kaç gün geçti . Bir akşamdı. Oldukça üşümüştük. Eve dönmek üzereydik ki, bütün eşyaların gene develere, atlara ve öküz­ lere yüklenmiş olduğunu öğrendik. Gerçi biz çocuklar böyle göçmelere alışmıştık. Fakat, bu defaki nereye idi, acaba ? Daha birkaç hafta evvel buraya gelip konmamış mıydık? Uzaktan aralıklı patlıyan top, silah ve makinalı tüfek seslerini duy­ duğumuz zaman, gene kızılların hücuma geçmiş

olduğunu anlıyorduk.

Kafilemiz hareket etti. Ben, babaannemin önüne binmiştim. Babaannem, bÜtün bildiği duaları okuyor, sağ-salim kurtulmamız için Allah'a yalvarı­ yordu. Bir ara nereye gidiyoruz? Diye sorduğumda,

• Çok uzaklara ba­

lam• cevabını verdi . . . Ortalık kararmış, karla kaplı arazilerden Baykuş ötmeleri, patlayan silah sesleri,

yol almağa çalışıyorduk.

kafilenin sessizliğine karışıyor,

kaybolup gidiyordu. Parlayan yıldızlar, mehtap kar üzerine

düşen

ka­

filenin sülueti insana ürkeklik veriyordu. Develerin, atların ve öküzle­ rin sert ve emin adımlarına ara-sıra birkaç yiğidin tok ve mert haykırışı karışıyordu. Sert kış rüzgarları, kulak, burun ve yüzlerimizi morartıyordu. Derin vadide köpürerek kıvrıla kıvrıla akan bir nehire ulaşmıştık. Manas nehri burasıydı. Gerçi nehirde bir köprü vardı. Köprü, bizden çok yukarı taraf­ ta kalmıştı. Bizden önceki kafile, köprüden geçmişti. Fakat, köprüye gi­ den yolu komünist askerleri kestiğinden nehiri geçmek zorundaydık. Kış mevsimi, Ortaasya için nehirlerin en azgın zamanıdır. Sel, nehirleri ala­ bildiğine yükseltir. Dağda - bayırda ne bulursa beraberinde sürükler. İşte Manas nehri de böyle idi. Nehir taşıyordu. Sürüklediği kütükler, kayalar


- 136 nehirin ahengine kendilerini kaptırmışlar paldır güldür yuvarlanıyorlar­ dı. Manas'lı olduğumuz için nehirin huyuna suyuna aşina idik. Derhal bildiğimiz bir geçitten geçtik. Akşam üzeriydi. Gurubun kızıllığı kafilenin gürültüsüne karışıyor, vadiye başka bir manzara veriyordu. Nehirin iki yakası oldukça dikti. Karşıya geçtiğimizde, kayıp yuvarlanan bazı yüklü hayvanların nehirde boğulduğunu ve kurtarılamadığını görmüştüm. Göçümüz geceli gündüzlü birkaç gün böyle devam etti. Çin hudu­ duna geçmiştik. Emniyette sayılırdık. Zira, o sıralarda Çinliler Manas milli hareketini destekliyor, müttefik gözüküyorlardı. Yanlış hatırlamıyorsam Çin'de bir sene kadar kaldık. Biz, kışı Kızıl­ taşta geçirdikten sonra eski bir aile dostumuzun yaylası olan Çılınburku'­ ya göç ettik. Çam ormanlarının alabildiğine kapladığı bu yayla, şırıl şırıl akan suları, yemyeşil çimenleriyle bize, ana yurttaki yaylamızı özletmedi. Kımız alabildiğine boldu. Bu, Ortaasyada en son içtiğimiz kımız olmuştu. Yaylanın mevsimi geçince doğruca Sancı'daki bir akrabamızın kışlasına göçtük . Çıplak, badireli, fakat otları bol bir yerdi burası. İlk defa olarak bu kışlada sürü gütmeğe başladım. Küçüktüm. Ama, gene de sürünün pe­ şinden gitmeğe mecburdum. Yaz gelince, göçecek bir yaylamız yoktu. Fakat, uzağa göçmeğe zaten bütün kış boyunca hazırlık yapılmıştı. Kışı geçirmiş yaza kavuşmuştuk. Kuşlar, cıvıl cıvıl ötmeğe başlamıştı. Çıplak sırtlar yeşilliğe bürünmüş, hayat fışkırıyordu. Yaz mevsiminde göçe - kona yavaş yavaş Köklük Dağlarına ulaşa­ caktık. Develerimiz, atlarımız, sığırlarımız ve sürülerimiz tam tavunday­ dı. Yegane ihtiyacımız yeter derecede olmıyan silahtı. Ne yapıp, yapıp si­ lah temin etmemiz gerekiyordu. Hani bir söz vardır. • Garip kuşun yuva­ sını Allah yapar.• İşte, o kabilden bir gün sürüsünü otlatmakta olan bir çoban, ayağının bir çukura battığını görür. Daha kuvvetli basınca Rus yapılı ve cephanesiyle birlikte tüfek çıkar. (*) Silahların bulunması cesaretimizi bir kat daha da arttırmıştı. İhtiya­ ca göre pay edildi.' Artık, bu silahlarla komünistlere karşı vuruşacaktık. Haziran güneşi alnımıza vurmuştu. Silahların gölgesinde Köklük Dağlarına doğru göç ettik. Çünkü, yayla zamanıydı. Yaylamak için de Köklük en müsait, ıssız bir yerdi. Yayla mevsimini, ormanlarla kaplı, av hayvanları oldukça bol olan Köklük Dağlarında geçirdik. Fakat burası da pek emin değildi . Bir kere anavatan terkedilmişti. Evet babaannem çok doğru söylemişti. Çok uzaklara göç etmeliydik. Artık, biz çocuklar, oyun oynamayı unutmuş gücümüzün yettiği ka­ dar büyüklerimize yardımcı olmağa çalışıyorduk. Koyun, kuzu ve sürü _

_

(•)

Bu silahı bulan, Omar Baykonakoğlu'nun çobanı idi. lunmuştu. (H. B. Gayretullah )

Bine yakın silah bu­


- 137 gütmek çocukların işiydi. Ben de kendi sürümüzü güdüyordum. Ne za­ man nereye gidileceği bizce meçhul, fakat büyüklerimiz tarafından bili­ nen bir gerçekti . 1949 senesi Doğu Türkistan'ın en felaketli, oluk oluk kanların aktığı bir devredir. Hürriyet ve istiklal isteyen Türkler, kızıl ordu karşısında tutunamamış memleketi terke karar kılmışlardı. Yalnız Bozkır Türkler değil, kentli Türkler de göç etmeğe başlamışlardı . Doğu Türkistanı et­ nik bakımından Uygur ve Kazak Türkleri çoğunluğu teşkil ediyordu. Ka­ zak Türklerinden sonra, kentli olan Uygur Türkleri de Kazak kardeşleriyle birlikte kızıllara karşı savaşmışlardı. Güz aylarından biriydi. Bizim için artık korkunç ve kanlı bir göçün planı hazırlanmıştı. Bu göçün yolunda ateş, kan ve ölüm pek bol olacaktı. Fakat, başarıya ulaşmak, hürriyete kavuşmak da şarttı. Bu necip ırkın torunları, daha fazla komünizmin jenositine, kızılların insafına ve insan­ lık dışı rejmin prangasına vurulamazdı . Büyük göçün bütün hazırlıkları tamamdı. İşe, önce Doğu Türkistan­ daki mülki ve idari makamları oyalamak ve vakit kazanmakla başlamak lazımdı. Biz, bozkır Türkleri idik. Dağı, taşı, ovası, bayırı olmıyan yerlerde oturamazdık. Bunun için Urumçi müzaheret gösterir ve tolaranslı davranırsa, biraz d�ha doğuya gidip yerleşecektik. Maksat, bu suretle Tibet hududuna ya­ kın olmak ve günün birinde Himalayalara doğru tırmanmaktı. Tibet coğ­ rafi şartlar bakımından Allah'dan sonra büyük yardımcı ve koruyucu bir ülke olarak bilinirdi. Nitekim, düşünülen şekil de oldu. 1949'un Kasımın­ da yola koyulduk. Bütün tedariklerimiz yapılmış, hayvanlarımız tavlanmış ve silahlan­ mıştık. Hürriyet göçünü kızıl ordu kolay kolay durduramıyacaktı, artık .. Köklük'ten hareket ettiğimize bir hafta kadar olmuştu. Başı bulutlu, yamaçları karlı, ormanlı dağlar yavaş yavaş geride kalıyor, yerini tepe­ lere, bozkırlara bırakıyordu. Birden kum yığınlariyle karşılaştığımızda, hafif ürpermiş ve korkmuştum . Aman Allahım, o ne sessizlikti öyle? .. Bü­ yük anneme sorduğumda «çöh dedi. İlk defa duymuştum, bu kelimeyle Korkum bir kat daha arttı. Bir an uçsuz - bucaksız uzayan kum yığınları­ na baka kalmışım. Evet, işte Taklamakan Çölü burasıydı. Acaba, hürri­ yet kervanına bu çöl, kızıl ordudan daha merhametli davranacak mıydı? .. Mevsim kıştı. Fırtına, tipi ve bora çölü cehenneme çeviriyordu. Za­ lim kum yığınları attığımız her adımı geriye itiyordu. Birkaç göçten son­ ra , kamışlarla kaplı bir göle varmıştık. Burası dağlardan inen ve kum yığın larını aşmağa çalışan, fakat muvaffak olamıyan Tarım nehrinin so-


·-

1 :J8 -

nuydu. Ve bir göl meydana getirmişti. Lopnor adı ile bilinen bu gölden geçit bulmamız bir hafta sürmüştü. Mavi gök, beyaz kum yığınları, sarar­ mış kamışlar ara sıra çat diye patlıyan buz sesleri adeta insana ürperti veriyordu. Su içmek için birçok hayvanlarımız göle gitmiş, fakat buzun çatlaması sonunda boğulup gitmişlerdi. Bu durum, kafilede her ne kadar mutsuzluk yaratıyorsa· da, azim ve iman karşısında sönük kalıyordu . Bi­ liyorlardı ki, hürriyet, istikl8.l, hür olmak insanca yaşamak her şeye değer­ di. Komünizmin girdabında boğulmaktansa , Taklamakan Çölünde kaybol­ mak daha evla idi. Artık ata binmeğe alışmıştım. Üstelik sürümüzü de sürüyordum. Kök­ lük'ten göçtüğümüzde bana, amcam Ramazan'la birlikte sürü sürmek düş­ müştü. Lopnor'a ve çöle gelinceye kadar adamakıllı sürü sürüyordum. Fakat, babaannemin c çöh demesi cesaretimi kırmış, korkum artmıştı. Sü­ rü ile birlikte çölde kaybolmaktan korkuyordum. Gerçi gene de korku­ mu belli etmeden sürünün peşine takılıyordum. Amma, ata binsem ine­ miyor, insem de binemiyordum. Kum yığınları, sarı sarı kamışlar san­ ki yiyeceklermiş gibi bana bakarlardı. Hele çölde gece, sessiz ve ortalığa korkunç ölüm havası estirirdi. Bu, ıssızlığa bazen de acaip mahlukat ses­ lerinin de karıştığı olurdu. Çölde, bana en büyük yardımcı Ramazan amcam oluyordu. Görü­ n üşte ufak - tefek, zayıf yapılı bir delikanlıydı . Fakat çevik ve cesurdu. 500 kadar sürüyü kum yığınlarında sürmek çok güçtü. Develi, atlı göçler ilerlemiş olurlardı. Koyunların zaten kısa olan bacakları, küçük adımları kum yığınlarına saplandıkça daha da kısalır, adımları ağırlaşırdı. Bu yüz­ den sürüler kumlara bata - çıka ekseriya kafile konakladıktan sonra, gece yarılarına doğru ulaşırlardı. Sürünün peşinde korkuluk gibi takılır, at sırtında uyuklardım. Gece­ nin ayazı ile birlikte çöl yelleri, burnumuza, ağzımıza ve kulaklarımıza kum taneleri doldururdu. Azıklarımızı yediğimizde şakır - şakır kumları öğütürdük. At sırtında uyuklamak bana rahat gelirdi . Amma, düşme teh­ likesi vardı. Pat, diye yere birkaç kere düştüğümde, kumlar imdadıma yetişmişti. Lopnor'dan geçit bulmuştuk. Kafilemizin yarısı salimen karşıya geç­ mişlerdi. Bu esnada uğultu ile karışık bir ses yavaş yavaş duyulmağa başlandı. Gürültü gittikçe kulakları tırmalıyordu. Müthiş bir infilak oldu. Yer ye­ rinden oynamıştı. _Geçit •çatı. diye ikiye aynlıvermişti . Kafileden yükselen vaveyla bu müthiş gürültü ile birlikte kamışlara çarparak söndü.. Olduğumuz yer­ de kalakaldık. Karşıya geçenler gitmişlerdi. Tekrar gerisin geriye birkaç göçtük. Göl, buz tuttuğundan geçit bulmakta bizde gecikmedik ve buldu-


- 1 39 ğumuz bir geçitten karşıya sağ salim geçtiğimizde kafilemizde bayram se­ vinci esi yordu. Artık Lopnor'u geride bırakmış, tam manasiyle çöle gir­ miştik . .Susuzluktan bitkin ve yorgunduk. Kaybolanlarımız oluyordu. Hayvanları kesip kanlarını içiyor, at kıllarını çiğniyerek susuzluğumuzu gidermeğe çalışıyorduk. Atım, öldüğünden yaya yürümek mecburiyetinde kalmıştım. cSor» tabir edilen sertleşmiş, tuzla karışık kum tabakalarında ilerlemeğe çalışı­ yorduk. Ayağımdaki çarık delinmeğe başlamıştı. Tuz asidi ile kum taneleri ökçeme değiyor, ıstırap veriyordu. Ökçemin eti tamamen aşınmış kemik gözüküyordu. İnsanoğluna, herhalde diri, diri kendi kemiklerini görmesi kadar daha elem verici ne olabilirdi? .. Bu vaziyette üç gün yol aldım. Bir vahaya gelmiştik. Tatlı suyu vardı. Etrafında bizden evvelki kafileden izler kalmıştı. İki gün burada mola verdik. Çarığımı değiştirdim. Amma yürüyemiyordum. Tekrar yola düzüldük. Uzakta bulutların arasında bir dağ zirvesi bizim, bu halimizi seyrediyordu. Kendine yaklaştıkça, uzaklaş­ mış gibi görünen bu dağa akşam karanlığı ile beraber kavuşmuştuk. Ya­ maçlarında karlar vardı. Çıplak manzarası ile pek sevimsiz görünüyordu. Gerçi çölden kurtulmuş, karlarından faydalandığımız için minnettatdık. Vahada ana vatandan birlikte gelen yedek atlarımız bir azizlik yap­ tı. Çöl hayatına alışmamış olan bu hayvanlar bir gecede bizi , çöl ortasın­ da bırakıp geri kaçmışlardı. Kimbilir, çölü geçip ana yurda ulaşmışlar mıydı? Atımın ölmesi ve atlarımızın da geri kaçması, bu can pazarında ailemiz için bir felaketin başlangıcı oldu. Ayağım henüz iyileşmemişti. Bundan sonraki yolculuğu öküzle yapmam gerekiyordu. Bundan dolayı­ dır ki, Altındağ'dan Kasgöl'e kadar olan bir haftalık yolu öküzle katet­ miştim. Bizler, insan olarak ekmek kadar, hürriyete, şerefe, hak ve adalete ihtiyacımız olduğuna inanıyorduk. Bu inançla, Tibet'i baştan başa geçe­ cek, Himalayaları aşacaktık. Himalaya eteklerine yorgun - argın ulaş­ mıştık. Gerek kendimizin ve gerekse hayvanlarımızın dinlenmeğe ihtiyacı vardı. Bir sene kadar Kasgöl denilen yerde kaldık. Burada gene 1933'te Doğu Türkistanı' terk eden 200 - 300 Kazak Türklerinin obasıyle karşı­ laştık. Hüseyin Teyci başkanlarıydı . Hoş karşıladılar ve yardım etmiş­ lerdi. Fakat, yaptıkları yardım kafi gelmiyordu. Geçim şartlarımız çok güçleşmişti. Yiyecek, giyecek yoktu. Açlık, hastalık kendini göstermeğe başlamıştı. İklim oldukça sertti. Diğer taarftan da çölü geçmemizi bekle­ yen kızı ordu harekata hazırdı. Hayvanlarımız tavlanmağa yüz tutmuştu. Himalayaları aşacak gücü yavaş yavaş kazanıyordu. Fakat, Himalayaları aşmak için yerli hayvanlara, mühimmat ve gıda maddelerine ihtiyacımız vardı. Bunu gidermenin . yegane çaresi akıncılıktı. Akıncılık Türklere has b i r meziyetti r.


- 140 -

Tarih boyw1ca kurulan Türk devletleri akıncılık yapmak suretiyle kuvvetlenmemişler miydi ? Akıncılık, düşmana ansızın kayıplar vermek, düşman sırtın ı öğrenmek veya ganimet elde etmek amacıyla yapılan ve az sayıda savaşçıların katıldığı vuruşlardır. Akıncılık, Yahya Kemal'in şu mısarlarında kendini pek güzel takdim eder: · Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik, Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik. " İşte, Kasgöl'de kaldığımız bir sene zarfında, biz de dev gibi orduları yenmek için hazırlıklar yapmağa başladık. Ve üç - dört akın yapmıştık. Fakat bütün bu akınlar ölmemek için, yaşamak uğruna yapılmıştı. Kızıl Çin hududu dahilinde bulunan Kansu eyaletinin göçebe kal­ muklarına ilk akın yapılmıştı. Babamın da dahil olduğu 40 cenkçi bu akından bir buçuk ay sonra dönmüşlerdi. Birçok ganimetler elde etmiş­ lerdi, amma esas istenilen neticeyi vermemişti. Açlığa, susuzluğa, daya­ nıklı develere ihtiyacımız vardı. Bu maksatla ikinci akın Kalkaya'ya ya­ pılmıştı. Kalka, Kansu eyaletinin Tibet sınırında yaşayan cenkçi ve cesur bir kavimdi. Üstelik bir Kızıl Çin garnizonu tarafından da korunuyordu. Bir ayı geçkin bir süreden sonra, akıncılanmız dönmüştü. Kanlı çar­ pışmalar olmuş, bir kişi de şehit vermişlerdi. Fakat, istenilen netice elde edilmişti. İş, yalnız deve, at ve mühimmatla bitmiyordu. Yol boyunca yiyecek azıklara lüzum vardı. Bunnn için de Tibet iklime alışık yerli ko­ yunlar biçilmiş kaftandı. Bu amaçla üçüncü akın da koyunculuğu ile ta­ nınmış Tangıtlara yapıldı. Tangıtlar da Kalakalar kadar cenkçi idiler. Kalka'nın başına gelenleri bildiklerinden müdafaaya çoktan hazır du­ rumda idiler. Hakikaten Tangıtlar, ordu ile karşı koymuşlar, fakat başa­ rıya ulaşamamışlardı. Akıncılarımız koyunlarla geri döndü. Son akın başka bir özellikte taşıyordu. Dungkang denilen beldede bir kızıl Çin garnizonu vardı. Öteden beri bu garnizon, bize saldırmak için hazırlıklar yaptığı için, hazırlıklı;ı.rı kulağımıza geliyordu. Babam, Mayıs sonlarına: doğru Kanambal'a yola çıktı. Aradaki çölü geçerek adamlarıy­ la birlikte Kanambal'a varmıştı. Birkaç gün dinlendikten sonra Dung­ kang'a hücum etmişlerdi. Garnizon oldukça kalabalıktı. Ciddi bir alarm durumundaydı. Fakat yapılan vuruşta garnizonnn büyük bir ·hiç• ol­ duğu ortaya çıkmıştı. Ağustosta babamlar, silah, cephane vs . ganimetler­ le geri geldi. Elde ettiği askeri sırları Ali Bek ve ileri gelenlere bir rapor halinde vermişti. Kasgöl'ün biraz ilerisinde Yedi Çimen'de sonbahardı. Gerçi iki dağ arasında sıkışmış dar bir ovaydı. Fakat, bir sene suyu, otu ve avı ile bes­ lediği için de ısınmıştık. Bir akşam üzeri karşımızdaki dağın eteğinde alevler yüksel i yordu. Beklediğimiz an gelmişti. İşte, kızıl ord u karşımıza


- 14 1 -

ka rargah kurmuş, gurup gurup alevler yükseltiyor, azametini göstermeğe çalışıyordu. Kasgöl'de rahat bir sene geçirmemize rağmen, ailemizde felaketler birbirini takibediyordu. ·

Dedemin vefatından birkaç ay sonra babaannem vefat etti. Babam da bir av esnasında yaralanmıştı. Kızıl ordu karşımıza karargah kurduğu gün babaannemin cenazesi kalkıyordu. Apartopar toplandık. Atlar, develer, sürüler hazırlandı. Akşam karan­ lığında kafilemiz sonsuz yola doğru çıktı . Kış kıyametti. Kar henüz yağ­ mıştı. Göçümüz batı tarafımızda badireli bir dağın yamacına tırmanma­ ğa başlamıştı. Gece sabaha kadar yol aldık. Ertesi sabah konakladığımız­ da kızılların elçi gönderdiğini işittik. Elçiye zeval olmaz. Kabul edildiler. «Teslim olmamızı, aksi halde yok edileceğimiz bildiriliyordu.» Bizimkiler de, •sizler teslim olunuz• cevabını vermişler. Bu cevabın taşıdığı mana, bizim her şeye göğüs germemizi emrediyordu. Durmadan yol aldık. Kar gittikçe kalınlaşıyor, tipi esiyor, bazen de önümüzü dahi göre­ mediğimiz oluyordu. Anlıyorduk. Himalaya ayağımızın altındaydı. Minbulak denilen yer­ de, tipi o kadar şiddetliydi ki, kum ve çakıllar havada uçuyordu. Kulak, burun ve ağzımız kum ve çakıl deposu haline gelmişti. Ben bu tipide kay­ boldum. Sürünün peşinde olmama rağmen, çok üşümüştüm. Kuytu bir yerde biraz oturmak için attan inmiştim. Uyuya kalmışım. Uyandığımda vefalı atımdan başka yanımda hiçbir şey yoktu. Korkudan mıdır, nedir? Bir takım acaip sesler duymağa başlamıştım. Ne tarafa, nereye gideceğimi bilmiyordum. Ata binmek istedim. Sanki, diz bağlarım çözülmüş gibi ata binmek kuvvetini kendimde bulamadım. Ortalık kararmağa yüz tutmuş­ tu. Hoş Minbulak'ta gündüz ile gece belli değildi ya. Derken atım kişne­ meğe başladı. Bir tıpırtı duyuyordum. Korktum. Çünkü, ayılar sürülerle dolaşırlarmış burada. Belki de gelen yabani bir hayvandı. Fakat korktu­ ğum başıma gelmedi. Tok ve mert bir ses ckalk ayağa• dedi. Bir çift ışıl ışıl siyah göz, keskin keski!) bana bakıyordu. Kalkmağa gayret etti isem de, kalkamadım. Gelen Ali Bek Hakim beydi. Zaten, liderimizin bir özelli­ ği de, göç boyunca, kafilenin geçtiği yolu tekrar tekrar kontrol etmesiydi. Mesela benim gibi artda kalanları bulur, toplar gelirdi. Ali Bek bey, kal­ kamadığımı görünce derhal attan indi. Şöyle bir süzdükten sonra: ·Ba­ lam, ıs'a yakalanmışsın• dedi. c ls• Tibet'e has bir hastalıktı. Kafilemiz bu hastalıktan kırılıyordu. İklime yabancı hayvanlarımız da yaprak dökümü gibi dökülüyorlardı. İnsanlar da balon gibi şişiyor, birkaç saat içinde ölüp gidiyorlardı. Bu hastalıktan ötürü ailemizden dört kişi kaybetmiştik. Üs­ telik ben de, ısa yakalanmış balon gibiydim. Bu afete yakalanmamanın


--- 142 tek çaresi, bol bol insan idran içmek, Tibetin yak öküzünün veya • kulan " adı verlien yabani atların etini yemekti. Hastalığımın devamı müddetin­ ce amcamın bütün idrarını içtiğimi hatırlıyorum. Her musibet aksi gibi beni mi buluyordu bilmiyorum. Is'a yakalandığım gün atım da aynı has­ talığa yakalanmış ve ölmüştü. Umumiyetle bütün kafile yaya kalmıştı. Hasta olduğum için de yaya yürüyemezdim. Beni Tibet'in yerli hayvanı olan yak öküzüne bindirdiler. Amma, bu binmek değildi. Düşmemek için sımsıkı öküze bağlamışlardı. Bu hal hastalığım iyileşinceye kadar devam etti. Kışı düşman hücumuna maruz kalmadan atlatmıştık. Ufukta güneş gülümsemiş, guya bahar gelmişti. Yorgun ve bitap insanların alnına güneş ışınları vurdukça, azim ve gayretleri bir kat daha da artıyordu. Önümüz­ de koca bahar ve yaz vardı. Himalayaları aşmak, Hind diyarına ulaşmak hiçten bile değildi. Bu şevk ve heyecanla göçe devam ediyorduk. Fakat bir gün kızıl ordu gene karşımızdaydı. Kışın takipten çekinmiş, yazı bek­ ledikleri belliydi. Tibet'te gece alabildiğine sessiz ve ılıktı. Uzun bir günün yorgun­ luğunu çıkarmak için bütün kafile derin bir uykuya dalmıştı. Bol gıda ve iyi uyku almak göçmek ve göç yürüyüşüne uymak için şarttı. Tan yeri ağarmadan yola çıkıyorduk. İşte, bu gecede aynı zamanda yola çıkmamız lazımdı. Çünkü gözcülerimiz her an kızıl ordunun peşimizde olduğunu karşımıza çıkabileceğini haber veriyorlardı. Böyle günlerde sürücüler, ge­ ce yarısında kalkar, sürüleri sürmeğe başlarlardı. Aksi takdirde kafileye yetişmenin imkanı yoktu. Ben, hastalıktan iyileşmiş, tekrar sürünün başına dönmüştüm. Hafif yaz rüzgarının verdiği mahmurlukla sürüyü yola çıkardım. Tek tük par­ layan yıldızlar ıssız bozkırda kaybolmak üzereydi. Birden üzerime boşa­ nan kurşun yağmuru ile karşılaştım. Koyunlar, tırpan değmiş gevrek ekinler misali biçiliyorlardı. Olduğum yerde kalakaldım. Ortalık koyun­ ların acı feryatları, kurşun vızıltıları ile tarif edilmez bir manzara almış­ tı. Şayet, atım akıl edip te, gerisin geriye dönmeseydi, belki de bugün hayatta olmıyacaktım. Sürü ile birlikte kızıl ordunun mevziine girmek talihsizliğine uğramıştım. Mevzidekiler de, karanlığın verdiği şaşkınlıkla bize çullanmışlardı. Gerçi bu olay arkamızdan gelecek ve mevzilerin bulunduğu yerden geçecek olan kafilenin istikamet değiştirmesine; yüz­ de yüz kurtulmasına vesile oldu. Ateş hattından uzaklaşt*tan sonra kuytu bir yerde attan indim. E­ ğerimin sağlam olup olmadığını kontrol ettim. Gevşek olan arka kolanı­ mı kuvvetlice sıkıştırdım. Ortalık aydınlanmağa başlamıştı. Zaten, top tüfek sesleri alevler ortalığı ışıtıyordu. Tekrar ata atladım. Karşı tarafım­ daki dağa doğru gitmeyi akıl ettim. Mübarek hayvan bir tavşan kadar <;evik ve hızlı koşuyordu. Dağın eteğine ulaştığımda, sağ taraftan dört


- 1 43 beş atlının hızla tırmandığını gördüm. Hemen bir dereye sindim. Bel k i At bunlar düşman olabilirdi. Tırmananları dikkatle tetkike başladım. koşturmalarına bakılırsa, pek Çinlilere benzemiyordu. Zira bu kadar dik yamaçta ancak Türkler böyle at sürebilirlerdi. Korkum gider gibi olmuş­ tu. Dereden çıktım ve var kuvvetimle « Muhammed Muhammed» diye haykırdım. Eğer Türk iseler müslümanlığın büyük liderinin adı hürmeti­

ne cevap vereceklerdi şüphesiz. Yanılmamıştım. Sesime aynı ton ve aynı lisanla cevap verdiler. Bir yıldırım hızıyla yanlarına indiğimde tepeye çıkanların Ali Bek, babam ve on kadar da arkadaşları olduğunu gördüm. Yüksek bir yerde olduğumuz için bütün harekatlar gözüküyordu. Şafak atmıştı. Güneşin kızıllığı gittik­ .çe kayboluyordu. Gerçi, mukabil ateş ediliyordu. Fakat, tesirsiz kalıyor­ du. Bir ara hahamlar birşeyler konuştular. Konuştuklarını duymuyor­ dum. Çünkü duldadaki. atların yanındaydım. Beş altı yiğit tepeden aşağı­ ya yaya olarak inmeğe başladılar. Merakım arttı. Dikkatle onları takip ediyordum. Koca bir alayla yoksa beş altı yiğit mi vuruşacaktı? flayır. Ba­ bamlar düşman atlarının tepenin arka tarafında olduğunu ve harekatın oradaki mevziden idare edildiğini görmüşlerdi. İşte beş altı yiğit; bine yakın atları zapteder veya paniğe kaptırırsa, düşman şüphesiz ki neye uğradığını bilemiyecekti, bozguna uğrayacaktı. Yiğitler, atlara iyice yaklaş­ tıktan sonra yaylım ateşi açtılar. Atlar, çil yavrusu gibi vadiye dağıldılar. Otuza yakın atı da bizimkiler yakaladılar. Bunu gören düşman arkadan sarıldıklarını sanarak ricat borusu çaldı. Bundan sonra kızıl ordu dört defa daha kuşatmıştı. Ölesiye - kalasıya dövüşmüştük. Mermi vızıltıları top gürültülerinden kaç kere, böyle kurtulmuştuk. Allah daima bizimle bera­ berdi. Gerçi tam teçhizatlı bir ordumuz yoktu. Fakat, komünistleri püs­ kürtecek kadar silah ve cephanemiz vardı. İşte, kızıllar mağlup kaçıyor­ lardı. Himalaya aşılmış, · Hind hududuna yaklaşılmıştı. Komünistler son kozlarını oynuyorlardı. İkide bir yolumuzu kesiyor, kuvvet zoru ile geri çevirmeğe çalışıyordu. Sol yanımızı bir nehire sağ tarafımızı da bir dağ yamacına dayamış, konaklamıştık. Şafakla beraber yola çıkıyorduk. Ne­ hir gittikçe, dağın eteğine yapışıyor, daralıyordu. Üstelik te ; nehir yerini bataklığa terk etmişti. Ansızın mitralyöz ateşi ile karşılaştık. Kızıllar, fena şekilde tuzak kurmuşlar ve vuruşmaya müsait olmıyan bir yere sı­ kıştırmışlardı. Geri dönmek de imkansızdı. Çünkü arkadan da sarılmıştık. Yegane kurtuluş çaresi, bataklığı geçmekti. Kafile, iki düşmanla çar­ pışmak zorundaydı. Çığlık ve vaveyla, kurşun ıslıkları birbirine karışıyor­ du. Bataklığa döküldük. Yüklü hayvanlar, yükle birlikte bataklığa batı­ yor, gömülüyordu. İki, üç saat süren vuruşmadan sonra bataklıkta bütün ağırlıklnrımız batmış, insanca birkaç yaralı ile karşıya geçmiştik .


144 Himalayaların Hind yamacına geçmiş, hududa gelmiştik. Hind ma­ kamları tarafından hemen kabul edilmedik. Üç ay hudutta alıkonmuştuk. Bu üç ay içinde komünistlerin tam iki defa hücumuna daha maruz kal­ dık. Birinci baskında kızıllar kesin bir yenilgiye uğradılar. Birçok gani­ met ve cephane bırakarak savaş alanını terk etti. Hindular bu manzara karşısında dehşete kapılmışlar, ağlamaklı tebrik · ediyorlardı. İkinci baskın bizim için hem unutulmaz ve hem de çok acı oldu. Tan yeri ağarmadan baskına uğramıştık. Kızıllar, üzerimize ellerindeki herşeyi boşaltıyor­ lardı. Ortalık cehenneme çevrilmişti. Çadırlar havada uçuyor, hayvanlar tırpanla biçilen ekinler gibi devriliyordu. Çığlıklar meleşmeler vadiyi sarmıştı. Ortalık ışıdıktan sonra herkes sığınabildiği kayalıklardan ve inlerden çı karken bile birer kahramanlık nümunesiydiler. Mukabil hü­ cumumuzda kızılları durdurmuştuk. Kızıl ordu mağlup; fakat ganimetli olarak savaş meydanını gene terk etmişti. Çok zayiat verdikleri bıraktıkları cesetlerden anlaşılıyordu. Bi­ zim kaybımız mal ve mülkümüzle üç şehit ve birkaç yaralı oldu. (*) Sanki gösterilen kahramanlığın mükafatı imiş gibi , · Hindular hudut­ larını ardına kadar açmıştı. Karakol komutan ve subayları göz yaşlarını tutamıyorlar bağırlarına basıyorlardı. O geceyi hudud karakolunda geçirdik. Rahat bir uyku uyumuş, bile­ ğimizdeki e3aret zincirini kırdığımıza seviniyorduk. Ertesi sabah Keş­ mir'e doğru yol aldığımızda bizi kızıllardan kurtaran vefakar silah yığın­ larına bakarak göz yaşlarımızı tutamıyorduk. Her gecenin bir sabahı var­ dı. Kabus sona ermiş, hürriyete kavuşmuştuk. Hafızamda kalan kendi hatıra mahsulümü kısa olarak nakletmeğe çalıştım. Amma, Türkistan'da gene göçler oluyor, fakat kızıl ordu çem­ beri dışarı sızdırmıyordur. Tanrı Türkistan 'ı korusun, elbette Türkistan kurtulacaktır. * "' * .

Ladak hava alanından kalkan uçak, bulutlar arasında kaybolurken, son defa olarak geriye dönüp baktım. Nerede idim, nereye ve nasıl gel­ miştim? Geçirdiğim olaylar, gördüğüm kanlar bir ömür boyunca boğa­ zımda düğümlenip kalacak mıydı? .. Komünizm Türkün karakteri, gelenekleri ve dini ile bağdaşamamıştı. Ve bağdaşamayacaktı da. Taklamakanı geçen, Himlayalara tırmanan. Ummanı aşan bu, bir avuç Türk bunun en güzel örneğini vermişti. Bulutlar arasında bir güvercin kadar şen ve mutlu uçuyordum. Artık ormanlarla kaplı dağlara tırmanmıyor, kıvrıla kıvrıla akan ırmaklardan (•)

Turdi Kari, Sakan ve Balkıya Hanım

o

gün şehit olanlardı. (H.B. Gayretullah)


- 1 45 yol bulmağa çalışmıyordum. Benimle haşir neşir olan tabiatın bu geçit vermez varlıklarını baş döndürücü bir hızla geçiyor, geride bırakıyordum. Hem de, gök yüzünden onlara adeta alay edercesine bakıyordum. Artık başı bulutlu dağlar benim yollarımı bağlamıyordu. Şu salkım, salkım olan bulutlar, bu gidişten müteessir benim için «yaşın yaşın• göz yaşı dökü­ yorlardı. Hürriyete doğru kanatlanmıştık bir kere. Başa ne gelse çekme­ ğe çoktan razı idik. Bu uçuşun sonunda gurbet, hasret, yokluk, sefalet ve daussıla bizleri bekliyordu. * ... ...

Uçağımızın Sırnager hava alanına vuslarında güneş henüz yamaçlar­ da parlıyordu. Hava alanına indiğim zaman, kendimi bambaşka bir dün­ yada buldum. Masallarda anlatılan insanların diyarına geldiğimi sandım. Başları sarıklı, kısa pantolonlu, siyah sakallarını file ile sarmış olan güm­ rük memurları, polisler ve diğer personele şaşkın, şaşkın bakmaktan ken­ dimi alamadım. Gerçi onlar bize ne kadar yabancı ise, biz de onlara o ka­ dar özge idik. Fakat bu insanların davranışlarında acıma ve şefkat hissi kendini belli ediyordu. Ben böyle şaşkınlıkla etrafıma bakınırken, kafilemizin alanın bir ke­ narına toplandığını gördüm. İlgili memurlar evraklar tanzim ediyorlar. Tercümanlar vasıtasıyle de kafileye birşeyler söylüyorlardı. Yarım saat sonra ibrkaç kamyon sıralandı. Hepimiz kamyonlara dolduk. On dakika sonra Saraysafakadıl denilen Göçmen misafirhanesindeydik. Saraysa­ fakadıl bir nehirin kenarında, dikdörtgen plan üzeri inşaa edilmiş, orta­ sında meydanı olan iki katlı kagir bir bina idi. Bu sarayda tam birbuçuk yıl kaldık. Daha evvel Türkistan'dan gelmiş olan ırkdaşlarımızla karşı­ laştık. Onlarla kavuşmanın heyecan ve sevincini yaşadık. İsa Yusuf Alp­ tekin ve Mehmet Emin Buğra beyler de gelişimizin ikinci haftasında biz­ leri ziyaret etti. Her ikisini de ilk defa olarak burada görmüş ve tanımış­ tım. Saraysafakaldıl, demir parmaklı tek kapısı ile daha ziyade bir şatoyu andırıyordu. Kapısında devamlı olarak nöbetçi bulunurdu. İlk zamanlar­ da dışarı çıkmak biraz zordu. Fakat, zamanla bu yasak kendiliğinden kalktı. Demir parmaklı kapının tam üstü olan ikinci katta idare odası vardı. Bir memur çalışıyordu. Biz, O'na «Aksakal Sahip• adını takmıştık. Avrupa tipinde giyinen, iyi İngilizce konuşan, babacan ve sempatik bir adamdı. Gerçi, Keşmir'de herkes İngilizce konuşurdu. Fakat, böyle Avru­ pavari, gi y i n e n ki mselere pek az rastlanırdı. F : 10


- 146 -

1951 yılında Keşmir'e iltica eden, Kaynaş, Tökeş, Omar, Sultan Tui· rul, Dursun ve Ubeydullah beyleri, 25.12.1952 de Jammu'da Türkiye'ye uğurlıyan Keşmir Başkam Şeyh Mu· hammed Abdullah özel kalem mü· dürü ve yabancı bir misyon olan Mrs. Clark'la görülüyor.

Keşmir Aslanı Şeyh Muhammed AbduJlah, 1951 de Keşmir'e iltica eden Doğu Türklstanblan kaldık· lan Saraysafakadıl misafirhanesinde sık li1k ziyaret ederdL Resimde, bu kafilenin en yaşlı iki ulusu olan İslim ve Omarbay alısakallan Şeyh ile görüyorsunuz.

Aksakal Sahip, bizi, Saraysafakadıla her aileye birer oda vermek su­ retiyle yerleştirdi. Kafile sığmadığından bir kısmımız ikinci bir misafir­ hane olan Kaksaray'a yerleştik. Yerli halk her iki saraya c Hacıhane• di­ yorlar. Zira, bu binalar bidayette Türkistan'dan Hacca gidecekler için ko­ nak olarak yapılmış.


- 1 47 Odalara yerleşmiştik. Üst üste yatıyorduk. Yiyecek, içecek ve giyecek gibi şeylerden mahrumduk. Hatta bazı ailelerde su içecek maşrapa dahi yoktu .. Keşmir sonbahar aylarını yaşıyordu. Kış kıyamet, hemen hemen kapıyı çalmak üzere idi. Amma, komünizmden ve Çin mezaliminden kur­ tulmanın, hürriyete kavuşmanın sevinci ilk günlerde bizlere bütün bun­ ları unutturdu.

* Gelişimizin birinci haftasından itibaren iaşe yardımları yapılmağa başlanmıştı. Bu yardımlar Milletlerarası Kızılhaç ile Dünya Kiliseler Bir­ liğince veriliyordu. Daha sonraları A. B . Devletleri halkının gönderdiği yardımlar da gelmeğe başladı. Bu arada bazı teşekküller de münferit ola­ rak yardımlarda bulunuyorlardı. Bunların için de en çok yardım namı al­ tında faaliyet gösterenler misyonerler oluyorlardı. Muhtelif Türkistan lehçesinde yazılmış propaganda broşürleri muhacirler arasında almış yü­ rümüştü. Amma, Türkistanlılar çok uyanıktılar. Bunları yırtıyor, yakıyor ve imha ediyorlardı. Yerli halkın çoğunun Müslüman oluşu bu mesele de bizlere yardımcı oluyordu.

* Keşmir Başbakanı Şeyh Muhammed Abdullah, her hafta bizleri mun­ tazam olarak ziyaret eder, hal - hatırımızı sorar, derdimize derman ol­ mağa çalışırdı. Keşmir'lilerin cKeşmir Aslanı» dediği bu kişi, son derece faziletli, mücatleleci, dava sahibi inanmış bir insandı. Keşmir meselesi gi­ bi nazik bir problemle uğraştığı halde bizleri de ihmal etmemişti. Misyonerlerin, Avrupa veya Amerika'nın muhtelif yerlerinde vaa­ dettiği mureffeh vatana karşılık O, cKendi dininiz ve kanınızdan olan Türkiye'ye ulaşın• demişti. Jummu'da, bizleri uğurlamaya geldiğinde, «Bizlerden ayrıldığına üzüldüğünü, fakat Türkiye'ye gittiğimizden de kı­ vanç duyduğunu,• söylüyordu.

* Keşmir'de kaldığımız müddetçe her ne kadar yardım görüyor isek de, sıkıntı çekiyorduk. Ana vatandan ancak, buraya canımızı kurtarabilmiş­ tik. Bazılarımızın traş olacak paralan bile olm�dığına şahit olmuştum. İşte; bu yokluk bizi, çalışmağa sevketti. Ölüm - kalım mücadelesinde hayat hakkı, galip gelenindi.. Herkes kendi gücüne göre birşeyler yapıyor veya imal ederek satmağa çalışıyordu. Ben cNan-ı Kebap• tabir edilen si mit satm:ı{::ı başl amıştım. Dil bilmiyordum. Yani, yeni Orduca öğren-


- 1 48 -meğe başlamıştım. Bu maksatla misafirhanede açılan kurslara devam et­ mekteydim. Fakat, simit satıcılığım pek parlak olmuyordu. Yerli mahalle çocuk­ larına alay mevzuu oluyordum. Bir kaç ay sattıktan sonra bu işten vaz­ geçtim. O sıralarda amcam Sıddık Saliştorda çalışıyordu. Beni de yanına aldı. Toprak Mahsülleri olan bu dairede altı ay kadar çalışmıştım. Koca �·uvallara gücüm yetecek yaşta değildim. Zaten; Daire Müdürü bana acı­ dığından işe almıştı. Görevim yırtık çuvalları yamamak veya saymaktı. Periminat adlı bir Pandit ( 1 ) şefimiz vardı. Ekseriya beni erken pay­ dos ettirir eve gönderirdi. Benim kanımdan ve dinimden değildi, amma merhametli, yumuşak huylu iyilik sever bir gençti. Saliştor'da iş bulmam ve gün de bir Rupi getirmem, ailemiz için se­ vinç vesilesi oluyordu. Diğer ırkdaşlarımız da Bit Pazarlarında elbise alıp satıyor veya kendilerinin imal ettiği «tagari» denilen leğenleri piyasaya sürüyorlardı. Geldiğimizin altıncı ayında ,Türkistanlıların mali durumları düzelmeğe doğru yüz tutmuştu. Yerli halk, onları müteşebbis ahlaklı ve iyi insanlar olarak tanıyorlardı. Piyasada onlarla pazarlık eden olmazdı . Dedikleri fiata mallarını yerli tacirler alıyorlardı. ·

* Bir dinlenme devresi sona ermişti. Büyük göç asıl hedefine ulaşma­ mıştı. Ergenekondan çıkan atalarımız Anadolu'da karar kılmışlardı. Biz de atalarımızın izinden Fatih'in torunlarına, Mustafa Kemallerin diyar­ larına kavuşmalıydık. Bu maksatla ; Türkiye'ye göçün ikinci planını hazır­ lanmağa başlanmıştı. 1:3u hususta çeşitli fikirlere sahip olanları vardı. Ba­ zıları Fermoza'ya Milliyetçi Çin'e gitmeyi, bazıları da Amerika'ya veya Avrupa'ya göçmeğe kararlı gibi görünüyorlardı. Ali Bek ve Hamza Beyler ise biraz daha Keşmir'de kalmak veya başka bir yere hicret etmek isteğini izhar ediyorlardı. Bu türlü görüşler kafilemizi üçe bölmüştü. İlk kafile Hüseyin Tacı başkanlığında Ağustos 1 952'de Türkiye'ye yola çıkmıştı. İkinci kafile babam ve Ömer Çobanoğ­ lu'nun başkanlığında aynı yılın Kasımında hareket etti. Türkiye'ye geli­ yorduk. Heyecan ve kıvancımız sonsuzdu. Fakat; büyük mücahit Ali Bek Hamza Beylerin Keşmir'de kalışı bizleri üzmüştü. Babam, bir ömür boyu ayrılmıyan arkadaşlarından , ben de akranlarımdan ayrıldığımızdan ötürü kederliydik. * C1)

Ili ndistan'da yaşayan HindUların bir kabilesi. l':kseri Hind devlet adamları bu kabiledendi r. < i ııyretulleh)

Aristokrat olarak tanırlar. Gıındh i . Nehru gi bi . ( H . B.


- - 1 49 -

Sırnager'ı bir son bahar sabahının koyu kızıllığı içinde terk _etmiştik. Otobüslerle hareket ettiğimizde, koca şehir etrafını çeviren ormanlarla kaplı dağların kucağında uyuyordu. Bu ayrılıktan en çok müteessir olan­ lar horozlardı. Acı acı ötüşleri ile sanki bizleri uğurluyorlardı. Jummu ile Sırnager arasında ki dağ silsileleri oldukça sarp ve or­ manlarla kaplıydı. Dağların başı bulutlu bağırları karlıydı. Dereler, ır­ maklar köpürerek ta vadide kıvrıla kıvrıla akıyorlardı. Geniş asfalt yol­ lar, tabiatın bu çetin engebelerinden yol bulmuş uzayıp gidiyordu. Bizi otobüs 14 saatlik bir yolculuktan sonra Jummu'na ulaştırdı. Burada, yu­ karıda da işaret ettiğim gibi Başvekil Şeyh Muhammed Abdullah karşıla­ mıştı. Ben mi böyle yaratılmıştım. Durmadan dünyam değişiyordu. Daha sabahın seher yelinde üşümüş ısınacak yer aramıştım. Fakat, Jummu'da üzerimde ne varsa çıkardım. Kaldığım otelde vantilatör sabaha kadar vı­ zıldadı. Var gücü ile bu yorgun argın bir avuç kemiği serinletmeğe çalıştı. Mevsim kıştı. Bizler Altayların sakallara bıyıklara buz bağlıyan soğukları­ na alışıktık. Bu bakımdan Dekkan'ın havası sıkıcı geldi . Tren gece yansına doğru �llı pullu insanların el sallayışları ile Jum­ mu istasyonunu terk etti. Mehtap ümit dolu insanların katarını gülerek seyrediyor, yıldızlar da ışıl ışıl yol gösteriyorlardı . Delhi'de kanter içinde Bombay'a gidecek trene aktarma olmuştuk. Bombay'a bunaltıcı bir günün sabahında varmıştık. Gene Hacılara mah­ sus Veribandal'daki Hacıhaneye misafir edildik. 15 gün kaldığım bu şehir­ de en çok hoşuma giden hayvanat bahçesi ile bu Hacıhane olmuştu. Orta­ sında havuzla çevril beyaz bir mescidi, tenis ve voleybol sahası vardı. Bu hali ile bitap ruhlara neşe ve canlılık veriyordu.

16 Aralık'ta güneş Umman denizi al pembe aşarken rıhtıma gelmiş­ tik. Ummanı geçirecek olan gemi, telaşlı telaşlı yükünü alıyordu. İlk de­ fa gemi, rıhtım ve denizle karşı karşıya idim. Kırlara, bayırlarq dağlara, çöllere alışıktım. Fakat gemi ve denizi görünce ilk çölü görüşü mü hatır­ ladım .. İskeleye adımımı atarken, bu ürperti ve korku ile gemiye bindim • Seydi Ali Reis Halleri a gelmişti başıma.. Umman'da bu hürriyet aşıkla­ rına yol verecekti. Uzun uzun bir iki düdükten sonra gemi demir aldı. Amma, bizim için • Ne bir mendil ve ne de bir �l sallandı." Karaçi limanına geldiğimizde kafilede bayram havası esti. Bizden 1 5 sene önce ana vatanı terk eden ırkdaşlarımız karşılamaya gelmişti. Zayıf Taycı'nın ve Elis Han Batur'un mücadele arkadaşları idi bunlar. Altay'­ dan, Barköl 'den haber soruyorlardı. Gurbette, aynı dili konuşan aynı soy­ dan olan insanların karşılaşmaları heyecanlı olur. İşte, kafilemizde de bu heyecan h P mPn kPndini gösterdi .


- 1 50

Irkdaşlarımıza İstanbul'da buluşmak üzere veda ettik. Çünkü onlar da Türkiye�ye gelmek için vize bekliyorlarmış. ' Kafilemizde esen heyecan havası yavaş yavaş muson rüzgarlarına karışarak kayboldu. Ben Umman'dan hoşlanmıştım. Birbirlerini kovalıyan balıkları, ara sıra gemiye çarparak sönen dalgaları seyreder, güneşin doğuş ve batışını izlerdim. İşte gene güneşin batışını seyrediyordum. Biri bana «Türk mü­ sün• dedi. Şaşkın ve heyecanla yüzüne baktım. Aynı sözü tekrarladı. Evet anlamında başımı salladım. Ben de Türk'üm, dedi. - Adım Orhan Ankara'ya gidiyorum. İlk defa bir Türkiye'li kanieşimle karşılaşmıştım. Birbirimize hemen kaynaştık. Duyduğum heyecan ve sevinç sonsuzdu . Adı Orhan'dı. Anka­ ralı'ydı. Türktü . . . Bu üç kelime bana çok şeyler ifade ediyordu. Benim mücadelem, bir bakıma bu üç kelimeyi bağıra bağıra söyliyebilenlere ka­ vuşmak uğruna idi.. Orhan bey kafileyi ziyaret etmişti. Heyecanlı, telaşlı ve hatta gözleri nemli idi. Büfede ne bulabildiyse, kilometrelerce yoldan kendine koşan kardeş­ lerine ikram etmeğe çalışmıştı. Himalayaları kaç ayda aştığımı bilmiyordum, amma Umman'ı 1 1 günde aşmıştım. Basra limanın da gariplik bir daha üzerimize çöktü. Nereye ne tarafa gideceğimizi bilmiyorduk. Müslüman olmalarına rağmen Araplar soğuk kanlı insanlardı. Merak edip yanımıza dahi yaklaşan olmadı. İki gün Basra'da tren beklemiştik. Bu müddet zarfında hiçbir Arapla kelam etti­ ğimi hatırlamıyorum. Orhan bey de olmasa trene binmekte güçlük çeke­ cektik. Bağdat'a geldiğimizde Türkiye'ye gidecek olan Toros Ekspresine da­ ha iki gün olduğunu öğrendik. Şehirin tarihi yerlerini gezdik. Bazı bü­ yüklerimiz Kerbela'daki Meşhedi ziyarete gitti. Bağdad'da esnaf Türkler çoktu. Türklere has konukseverlikle bizi Türkiye'ye uğurlamışlardı. Toros Ekspresi, bizi son sığınağımıza doğru hızla çekiyordu. Teker­ leklerin her dönüşünde bir adım daha yaklaşmanın heyecanını duyuyor­ duk. Trenin sarsması, gecenin mahmurluğu yorgun kafilemizi uyutuyor­ du. Tan yeri ağarırken kompartımanımızın kapısı hızlı hızlı çalındı. Or­ han bey: «Türkiye'ye geldiniz,. dedi. Hepimiz kapılara pencerelere üşüş­ tük. Orhan bey istasyonda dalgalanan ay yıldızlı al bayrağı göstererek. • İşte Türkiye • diyordu. Sevinçten, heyecandan birbirimize sarıldık. Ümit dolu gözlerle, bayrağın dalgalanışını birkaç dakika seyrettik . Gümrük memurları hudut karakol mensupları aynı heyecanla bizleri bağırlarına


- 15 1 basa rken , Nusaybin kasabası da Ezan-ı Muhammediye ile mutlu yarınla­ ra doğru uyanıyordu. Türkiye'ye geldikten sonra kafilemizin akıbetinin ne olduğu merak kon usudur. Bu hususa ileride tekrar döneceğim. Ancak sayın okurlarımın meraklarını izale etmek için o sıralarda Türk Göçmen ve Mülteci Der­ nekleri Federasyonu Başkanı olan sayın Dr. Naim Öktem beyin bu ko­ nudaki izlenimlerini vermekle yetineceğim. Çünkü, yazımıza konu olan göçün kısaca tarihçesi de verilmektedir.

" 17 inci asır ortalarında Çin istilasına uğrayan ve «Singiang" ismi ve­ rilen Doğu Türkistan'daki Türkler de 1917 inkilabından sonra Batı Tür­ kistan'da başlayan milli mücadele hareketlerinin neticesi olarak 1931 se­ nesinde Kamul (Moğolistan ve Çin hudud mıntıkası) bölgesinde İstiklal Savaşına başlamışlardır. Merkezi Kaşgar'da olmak üzere bir milli hüku­ met kurulmuş ve 1934 de Çinl'ilerin Sovyetlerden aldıkları yardımla bu milli hükumete son verilmiş ve kitle halinde muhaceret ve sürgünlerin arkası kesilmemiştir. Altay dağlarının güney eteklerinde ve Tanrı dağlarının kuzeyinde bulunan Kamul ve Barköl yaylalarında yan göçebe = (Harb - Nemade) bir halde kendi Avul (muntazam ve mantuz çadırlar) ında hür ve serbest bir hayat sürerek hayvancılık, avcılık ve az miktarda ziraatle iştigal eden bu cesur kazak Türkleri 1937 - 1939 arasında müştevli kızıl kuvvetleriyle daimi mücadeleye girişerek 18.000 aile bütün hayvan ve davarlarıyla bir­ likte Çin topraklarında Kansu ve Çınghay bölgelerindeki dağlıklara sı­ ğınmışlardır. Bu arada şehirli halkın bir kısmı Kaşgar ve Hatan üzerin­ den Hindistan'a hicret etmislerdir. '

.

Doğu Türkistan 1934 - 1945 arasında Altay, Aksu ve Yarkend savaş­ larına sahne olmuş ve dolayısiyle kitle muhaceretlerine yol açmıştır. Kamsu eyaletindeki dağlıklar da saklanan Kazaklardan bir kısmı per­ derpey Tibet üzerinden Hindistana sığınmak için Çinghay'dan Taijin Nar Bataklıklarını aşarak Bukahk dağ silsilesini takiben Tibet toprakla­ rına gelmişler ve kafile kafile dağlarda saklanmak suretiyle korkunç Hi­ malaya silsilesini takiben Rudak ve Ladak hudud bölgesinden Hindistan­ da Keşmir'e geçebilmişlerdir. Bu göç dünyanın en korkunç, en uzun, me­ şakkatli ve hiçbir taraftan yardım ve hima ye görmeden yapılan bir göç­ tür. Beşeriyetin tasavvur edemiyeceği perişanhklara tabiatın dondurucu soğuklarına göğüs gererek düşmanla mücadele ede ede hürriyetine ka­ vuşmak isteyen demir iradeli bir milletin azmidir! Kendi yurtlarından Kansu'ya kitle halinde kaçan bu Kazak göçmenlerinden takriben 1 5.000 nüfus 1937 ile 1951 seneleri arasında muhtelif kafilelerle Hindistan'a gel­ diklerinde ancak· 7.000 nüfusu sağlanabilmiştir. Bu muhacirlerin Hindis­ tan hududlarına kadar kat'ettikleri mesafe 2000 mili geçtiği gibi bazı ka-


- 1 5'2 fileler ancak 6 ay ve bir sene süren bir yolculuktan sonra hürriyete kavu­ şabilmişJerdir. Kamu! ve Berköl'de 2500 metreden yüksek rakımlı yaylalarda hayat­ ları daima at üzerinde geçen bu Kazakların Hindistan'ın münhat ve sıkıcı sıcaklarına tahammül edemeyerek 5.000 nüfusu da telef oluyor. Geri ka­ lan 2.000 kadar kahran;ıanın imdadına Türkiye yetişiyor. Ve İskanlı göç­ men ( 1 ) olarak kabul ediliyor. Bombay'dan çekilip Basra ve Bağdat üze­ rinden Türkiye'ye gelen bu göçmenler istanbul'daki göçmen kabul mer­ kezlerinde misafir edilmişlerdir. Şarki Türkistan'dan 1952 başından 1958 sonuna kadar Türkiye'ye is­ kanlı göçmen olarak kabul olunan Kazaklar 564 aile ve 1892 nüfus teşkil etmektedir. Bu göçmenlerin muhite intibaklarını temin maksadiyle misa­ firhanelerde bulundukları müddetçe okuma çağında olan çocuklarına ve büyüklere eğitim kursları açılıp kültürlerinin genişlemesine ve diğer ta­ raftan dokumacılık, halıcılık, marangozluk ve mobilya imalatı, kundura­ cılı kve kadınlara da dikiş, nakış biçki, örücülük ve diğer ev işleri göste­ rilmiş ve bu suretle müstakil birer san'at erbabı olmaları hususunda ça­ lışılmış ve hatta imal ettikleri mallar bir sergide teşhir edilerek rağbet kazanmıştır. Kazak Türkleri umumiyetle kadınlı erkekli olarak çok çalışkan, ener­ jik ve zeki kimselerdir. Göçmen kabul merkezlerinde misafir bulunduk­ ları müddetçe her Kazak kadını bir dikiş makinesi önünde daima dikişle, nakışla meşgul olmuş ve erkekleri de iaşeleri hükumetçe temin edildiği halde, dışarıda çalışmış ve vakitlerini boş geçirmemişlerdir. İstanbul Pi­ yasasını takip ederek mühim ihtiyaçları sezmişler ve derhal kürklü ser­ puşları, deriden ve naylondan mamlll giyim eşyalarını piyasaya arz ede­ rek büyük rağbet ve kazanç temin etmişlerdir. Bu göçmenlerin iskan edildikleri yerler ve kendilerine verilen arazi : Vilayeti

Kazası

Aile

Dönüm

Kayseri Konya Sakarya Manisa Niğde

Develi Konya A. Pazarı Salihli Ulukışla

104 72 2 160 226

3328 11664

1 6995 31985

Bu göçmenler Türkiye'nin kısmen yayla iklimlerine malik Kayseri , Konya ve ziraat kültürüne elverişli Sakarya, Man isa ve Niğde'de iskan


- 1 53 -olunmuş ve gittikleri muhite intibak ederek tamamen müstahsil bir vazi­ yrte girmiş ve Türkiye için faideli unsur olmuşlardır. » 1 ) Türkiye'de iskanlı göçmenler rüçhanlı muameleye tabidir. B u göçmenler Türkiye'ye gelir gelmez vatandaşlığa derhal kabul edilir ve hükumetçe iskanlarına tahsis edilen ev, arazi ve işletme kredisi verilin­ ceye kadar göçmen kabul merkezlerinde misafir edilip iaşe ve ibateleri temin olunur. Ayrıca beraber getirdikleri zati ve ev eşyaları ile 12.000 lira kıymetindeki ticari eşyaları gümrük resminden ve 1 sene diğer ver­ gilerden muaf tutulmaktadır. Geldikleri tarihten müstahsil vaziyetine girinceye kadar askerlikten muaftırlar. 2) Kazaklar, İstanbul'da mevcut bütün kürkçü dükkanlarında satıl­ maya yarayan ufak kürk parçalarını toplayarak bunların yan yana geti­ rilmesinden meydana gelen bir nev'i serpuş ve deriden mamul ceket gi­ bi giyim eşyalarını piyasaya çok ucuz fiatla arzetmişlerdir. Bu, yalnız İs­ tanbul'da değil bütün Türkiye'de rağbet görmüştür. Çünkü bir şapka 25 40 lira arasında iken bu serpuşlar 5 - 1 0 lira arasında idi . Kazakların hay­ van yetiştiriciliğindeki bariz vasıfları at ve kısrak üzerindedir. Besili kısrak etlerinden «kazı• tabir ettikleri çok lezzetli ve besleyici salamları ta tarihi şöhreti haiz «Kımız,. denilen at sütü zikre şayandır. Kımız eski bir Türk içkisi olup veremlilere şifalıdır. Kazakların bu nev'i gıdalanma­ ları neticesi olarak çok mukavim ve uzun ömürlü oldukları söylenmek­ tedir. Fakat Türkiyede at eti yenilmediğinden bu san'atlarını terke mec­ bur kalmışlardır. Bununla beraber bu konu üzerinde durulması icap et­ mektedir. Yukarıdaki Dr. Naim Öktem beğin yazısından anlaşıldığı gibi Türki­ ye'ye gelen Doğu Türkistanlılar, gerek Türk hükümet yetkililerinden ve gerek kardeş Türk halkından çok samimi ve yakın alaka görmüşlerdir. Bir müddet köy hayatı yaşayan Doğu Türkistanlılar, daha sonralan İs­ tanbul, İzmir, Ankara, Kayseri ve Konya gibi iş merkezlerine gelerek müstahsil durumuna geçmişler. Türkiyede gayri Türk unsurların elinde olan birçok ticaret emtialarını kurdukları atölye ve fabrikalarda üreterek memleket ekonomisine büyük katkıda bulunmuşlardır. Bundan on onbeş yıl evvel lüks emtiası olarak bilinen ve 1 5-20 liraya satılan naylon çocuk muşamba ve kilotları Türkistanlıların fabrikalarında, atölyelerinde istih­ sal edilen naylonlar sayesinde 100 - 250 kuruşa düşecek kadar ucuzlamış­ tır. İstanbul ve Türkiye piyasasında iyi nam ve şöhret bırakan Türkistan­ lılar ihracat rejimi ile de uğraşmakta, kendilerinin ürettikleri malları ih­ rac ederek memleketin dövizine katkıda bulunmaktadır. Bugün, Türkiye pi yasasında adi ortaklıklardan anonim ortaklığa kadar ticaretin her SJnı­ fın da Türkistanlıları görmek mümkündür. Bir taraftan da çocuklarına iyi bir eğitim sağlamak çabası içinde olan Doğıı Tiirk i starı l ı l rı rı n gii n ü m iizde yüksC'k tahsilde otuza yakın gen ci bu-


- 154 lun maktadır. Doğu Türkistanlılar arasında kollektif hareket etme, bir ve beraber olarak ekip halinde çalışma çok yaygındır. Diğer taraftan da milli davalarına ve ata mirası kültürlerine hizmet için kurdukları sosyal der­ nekler vardır. Bunların içinde en çok faaliyet göstereni Doğu Türkistan Göçmenler Derneğidir. Bu derneğin İstanbul Cağaloğlunda bir idare mer­ kezi olduğu gibi Zeytinburnunda 500 kişilik bir toplantı salonuna sahip modern bir de lokali vardır. Doğu Türkistanlılar bugün kesif olarak İstanbul'da Zeytinburnu, Kü­ çukcekmece, Sefaköy, Kazakkenti, ve örnek mahallesi (Üsküdar) olmak üzere, Konya, İsmi!, Niğde Aksarayı Sultanhanı, Ulukışla'nın Altay köyü ve Salihli ile İzmir'de Balçova'da, Ankara (Aktepe) ve Kayseri'de oturu­ yorlar. Yolunuz buralara düşerse, çok misafirperver olan bu· insanların sofrasından Altayların yemeğini tadmayı unutmayınız. Zira, onlara gelen her misafir Doğu Türkistan'ın çok yakın bir gelecekte i stiklfıl ve hürriye­ tine kavuşacağını müjdelemekte, onlarda bu inançla ve azimle memle­ ketlerinin istiklalini, kızılelma yolunu gözetlemektedirler! . . * "" *


ÜLKENİN SOSYAL HAYATI VE FOLKLOR DÜNYASI

1. 2. 3. 4. 5. 6. 7.

Aköyler ve özellikleri. Aköylerin tekniği. Evlenme ve evlenme adetleri -toylarMüzik aletleri. Hastalık, doğum ve ölüm olayları. Spor eğlenceleri. Mevsimlere göre Bozkırda hayat. a) Kökdem -ilkbaharb) Yaz -yazc) Kuz -güz veya sonbahard) Kıs -kış-


ÜLKENİN FOLKLOR HAYATI ( * ) Doğu Türkistan'da yaşayan Türk boyları kadim gelenek v e görenek­ lerini yaşamaktalar. Bunlar, tıpkı Kars'lının, Edirne'liye olan yaşama töreleri kadar bir farkla birbirlerine, aslına çok benzerler. Ne varki, kent­ li Türklerin yaşayışları ile Bozkırdaki Türkün yaşama şartları değişmek­ te ve ortaya kendine özgü bir folklor dünyası doğmaktadır. Kentli Türk­ lerde, islamhktan sonra ve islamın verdiği dini terbiye ile folk hayatı bir bakıma frenlenmiş denilebilinir. Çünkü, bozkır medeniyetindeki ser­ besiyetin yerini burada tarikatlar ve medreseler almakta, böylece kentli Türkün folkloru hareketin yerine, desen , çizgi, renk ve motif olarak el işlerinde, türkü ve şarkı olarak dillerde kalmaktadır, gönüllerde yaşamak­ tadır. Ancak, 1930 yıllarında başlayan Doğu Türkistandaki Türkçülük ha­ reketi ile kentli Türkün folkloru figür olarak ele alınmış ve sahnelere konulmuştur. Nitekim, 1976 yılının Mayıs ayında TRT televizyonunda ar­ ka arkaya seyirettiğimiz Doğu Türkistan folkloru bu Türkçülük har.eke­ tinin bir başarısıdır. Biz, burada, bozkırdaki folk hayatını incelemeğe çalışacağız. Bozkır medeniyeti denilince, şüphesiz sosyolokların birleştiği tek nok­ ta Ortaasya'da yaşayan Bozkır Türklerinin meydana getirdiği çadır me­ deniyetidir. Bu medeniyetin yaratıcısı olarakta Kazak Kırgız Türk boy­ ları gösterilmektedir. Eserin, kahramanlarını dinleyip, onların kahra­ manlıklarını dile getirdikten sonra böyle bir yiğit toplumun elbetteki folklor dünyasını da dile getirmeden geçmek olamazdı. Bu sebeple, ese­ rin bu bölümünde özetle de olsa ülkenin folk dünyasına bir göz atmayı uygun buldum. _

Konut : Foklor hayatının şüphesiz ilk başladığı yer, ev ve çevresidir. Bu ba­ kımdan çadır medeniyetinin yaratılışında önemli yeri olan evi, konutlaş­ tı rmakla göreceğiz. Kazak - Kırgızlarda görülen aaköynler bu konutlaş(•)

Bu bölümdeki !iekiller eserin sonuna eklenmiştir. ( H. B. Gayret.ullah)

orayu ha k ı l nı ı ı l ı d ı r .

Resim ve teferruat için


- 1 5 7 -maıı ın temelini teşkil eder. Bu konut yapı malzemesini başlıca iki kay­ nak teşkil etmektedir. Tabiatta çok bulunan ağaç ve koyun yünlerinin çeşitli evrelerden geçirilerek elde edilen yünlü aksersuarlar. Burada ağaç, ana çatıyı, yünlü aksersuarlar da yardımcı malzeme olarak örtüyü ve süsü teşkil etmektedir.

Ağaçlardan bir öy için şu malzemelere gerek vardır : 1. 2. 3.

4. 5.

6. 7. 8.

Şangırak Kerege Küldireviş Uvık Mandayşa Tabaldırık Ta yanış Bakan

Yünlerden elde edilen ve kullanılan malzemeler : 1. 2. 3.

4. 5. 6.

7. 8. 9.

Uzık Tuvırdık Dödege Tünlik Bel dev Baskur Uzik bavları Arkan Esık

Diğer yardımcı malzemeler : Sazlardan yapılmış ve öyün kuruluşunda kullanılan Çiy, öreşe ve bazande fırtınaya karşı kullanılan kazıklar. Malzemeleri bu şekilde gördükten sonra, bir öyün kuruluşunu teknik olarak anlatalım :

Öyün ağaç losmı : 1 . Şangırak : Tam daire şeklindedir. Daire çemberi üzerinde tam aralıklarla 50 - 100 yakın delik göz vardır. Buna şangırak gözü denir. 2. Küldireviş : Daire şeklinde olan şangırak'ın çember üzerindeki gözlerden, 4-6-8 çift olarak karaşıdan karşıya geçen, gerilmiş ağaç yay çu­ buklardır. Bir parmak kalınlığında olup, sert çubuklardan yapılmıştır. :ı. KPrPge: 2 metre veya daha uzun olan ve genişliği 5-6 cm. lik, ka-


- 1 58

lınlığı 2,3 cm.lık çıtalardır. Bunların belirli aralıkla delinmesi ve bu ara­ lıkların kareler şeklinde birbirleriyle çatılmasından meydana gelir. Meydapa gelen bu aralıklara •köz• adı verilir. Bu gözlerde •Cel köz, tor köz• gibi adlar alır. Kerege, öyün duvar çatısını oluşturur. 4. Uvık : 3.5-4.5 metre boyunda, bir tarafı yassı ve bükülmüş, bir ta­ rafının ucu sivri ince yuvarlak çubuklardır. Yassı ve bükülmüş tarafına •ovık karını» denir. Sivri ucuna •ovık kalemi» denir. Kalemle karın ara­ sında kalan kısma, •ovık boyu• adı verilir. Ovık'ın karın kısmı delik olup, buradan süslü ipler geçirilir ki, bu bağcıklarla keregeye bağlanır, kalem kısmı ile de şangıraktaki deliğe saplanır. Ovık'ın kann kısmındaki bükül­ meden dolayı ağaç çubukta bir kanal meydana gelir. Bu kanal biraz daha stilize edilerek süse çevrilir ve buna da süs kanalı denilir. 5. Mandayşa : Öyün eşiğindeki alınlıktır. 2x10x5 ebatında ve lata şeklindeki tahtadır. İki ucu deliktir. Buradan yanlardan gelen kolunlara bağlanır. Boyama ile süslenir. 6. Tabaldırık : Mandayşanın tam aksine, eşiğin toprakla birleştiği yerde kullanılan ve mandayşa ebatındaki lata ağaçtır. 7. Tayanış : 3.5-4,5 metre boyunda 15x10x5 ebadında ağaç !atadır, öyün giriş kapısının iki tarafındaki süğelik olup, mandayşa ile tabaldırıkı birbirine bağlıdığı gibi, baş keregeler de bu ağaçlara bağlanırlar. Tayanış, dayanmak anlamından türeyen bu sözcük, yaslama anlamındadır. 8. Bakan : 3,5-5 metre arasında ucu çatallı bir bilek kalınlığında çok düzgün bir ağaçtır. Öy kurulurken Şangırak bu ağaçla kaldırılır, evin içinde fil ayağı gibi kullanılır, bugünkü toprak yapılardaki direk görevini görür.

Öyün keçe kısmı :

1. Uzik : Koyun yününden yapılan ve geometrik olarak ikizkenar yamuğu andıran, fakat, karışıklıklı iki tabanı aşağıya doğru çember vermiş 2-3 metre karelik keçelerdir. Şangırakla kerege arasında kalan ve ovıklann beslediği alan bu keçelerden 2, 3, 4, parçası ile örtülür. Ya­ pımında genellikle beyaz yün kullanılır. 2. Tuvırdık : Beyaz koyun yününden elde edilmiş ve dikdörtgen şeklinde 3-4-5 metre karelik keçelerdir. Uzik'in ovık karınından sonra, uzik ayağı içine alınarak, kerege toprağa doğru bu keçelerle örtülür. 3. Dödege : Uzikle tuvıldırık'ın birleştiği yerde gözle görülmesini is­ temediğimiz bir birleşme -ulanma- çizgisi bırakır. Bu çirkinliği örtmek için bir metre eninde ve öyün çepe çevresi boyunca uzayan üzerinde kır­ mızı çuhadan oyulmuş motiflere bezenen keçelerdir. Tünlik : Gecelik anlamına gelir. Şangırak, aynı zamanda öyden dışan duman çıkmasını sağlayan bir baca vazifesi görür. İşte, bu baca deliği gece veya açık olmasını istemediğimiz zaman kapanması gerekir. Bunun


-- 1 59 i ç i n de, üçgen şeklinde, kenarları ve üzeri motiflerle süslü üçgenin, üç ucundan iplerle bağlanmış keçeler hazırlanır ki, bu keçelere •Tilnlik• adı veril ir. Bir nevi şangırak örtüsüdür.

Beldev : Ev (öy) kurulduktan sonra, uzik, tuvırdık ve tünlik örtülür.

Bu örtülerin rüzgar veya fırtınadan uçmaması için bir yere tesbit edilme­ si, bağlanması gerekir. Bunun içinde öyün, kerege duvarı boyunca, sağ tayanıştan, sol tayanışa kadar, kerege duvarının tam ortasından bir ar­ kanla (urgan) çevrelenerek bağlanır. Bu ana urgana •beldev• adı ve­ rilir. Öyün bel kısmında olduğu için beldev denilmektedir.

Baskur: Ovıkla keregenin bitiştiği noktada bu iki elemanı birbirine bağlamak gayesi ile kullanılan ve kilim motifi ile süslenmiş, elde dokun­ muş, yünden mamul yassı, 5-10 cm. genişliğinde ve istenilen uzunluktaki kolonlardır. Öyün, kurulmasındaki işin, başı bu kolonların bağlamasına düştüğü için •haskur• adı verilmiştir. Uzak Davları : Bu bağlar, uzik ve tuvırdıkla, tünlik ve esik'in yerleri­ ne konulması için bağlanan ipler olup, yuvarlak, bir parmak kalınh­ ğında ve istenilen uzunluktadır. Çeşitli, renklerin karışımı olan yünlerin eğrilerek elde örülmesinden elde edilir. Güzel görünümü vardı. Esik : Evin, (öyün) kapısıdır. 1, 1 . 5 metre genişliğinde olup, üç met­ re kadar uzunluğundadır. Yalnız, kerege boyundan sonra, şekil değiştire­ rek bir üçgen görünümü verir. Bir bağla, şangırak'a bağlıdır. Esas elema­ nı yün olup, beyaz keçedendir. Fakat, süslü görünmesi bakımından esik çevresi 1 0. cm. kadar kara keçeden bir bantla çevrilir. Bu hem esik'e gü­ zel bir görünüm verdiği kadar, ak öyde, kapının yerini tespit etmeğe ya­ rar. Esik'in sert ve düzgün durmasını sağlamak için, keçenin astar tarafın­ da, boyalı ve iplere dizilmiş sazlarla beslenir. Bu malzemelerle yapılan bir ak öyün görünüşü cidden görkemlidir. Öy sahibinin varlığı da aköyü ile ölçülür. Dış görünüşü, beyazlığı, dödege süsleri, eşik ve diğer elemanların şekilleri ne kadar göz alıcı ve görkemli ise bu öy sahibinin varlıklı bir kimse olduğuna hükümedilir. Varlığın bir diğer kanatı da, öyün küçüklük veya büyüklüğüdür. Bunun için de, ke­ regelerin meydana getirdiği kanatların sayısı esastır. Keregesi, dört, altı, sekiz, on ve oniki kanat olan öyler vardır. Eğer, keregesi dört kanat­ tan yukarı sayıda ise, öy sahibinin varlık derecesi bu kerege kanatları ile ölçülür. Dört, altı ve sekiz kanat öylere normal olarak raslanır da, on ve on iki kanat öylere ancak, çok zenginlerde raslamak mümkündür. Tıpkı, binaların bir araya gelmesiyle, kentler veya köyler nasıl olu­ şuyorsa, öylerin de meydana gelmesiyle •Avıl• meydana gelir. Her avılın gelen misafirlerin atlarının bağlanmasına mahsus iki kazık arasına urgan gerilmek suretiyle yaptığı tavlalar bulunur. Bu tavlalara •Celdi• adı ve-


l lill -

rilir. Celdiye gelen bir konuk ev sahibi tarafından karşılanır ve saygı i le atından indirildikten sonra, ev sahibi misafirinin atını celdiye çılbırından bağlar. (*) Bazan da beldeve de at bağlandığı da görülür.

Boya : Aköylerin ağaçtan mamul kısımları, tamen boyalıdır. Bu boyalar asırlardan beri tabiatın kucağından alınmaktadır. Ağaç köklerinden elde edilmekte ve kendine özgü bir işlemden sonra şangırak, ovık, kerege, mandayşa, tayanış, çiy ve öreşeler boyanmaktadır. Bu boyalara uCOSA» adı verilmektedir. Tabiattaki cosa adı verilen ağaçların köklerinden alı­ nır. Vişne çürüğü bir renk verir. Bundan daloyı bütün aköylerin içi, viş­ ne çürüğü veya kırmızımsı görünümdedir. Zamanımızda yapay boyalarda kullanılmaktadır. Çiy : Çok ince sazların biçilmesi ile elde edilir. Sazların eşit boylarda

ve düzgün olmasına çok dikkat edilir. Belirli aralıklı iplerle bu sazlar ula­ nır ve göze güzel görünüm versin diye, geometrik şekillerle cosa veya ya­ pay boyalarla boyanır. Kerege'nin genişliği ve yüksekliğinde o�up, oyu bir baştan bir başa tuvırdıka astar olmak üzere keregenin dışından geri­ lir. Öy, hem soğuk ve sıcağa karşı korunduğu gibi, dıştan gelecek yaban­ cı maddelerin öyün içine sızmasına engel olUr. Bununla beraber çiysiz öyler de vardır. :

Sazların örülmesinden elde edildiği ıçın •Öreşe» adını almış­ tır. Aköyün mutfak kısmındadır. Sazların biribirine tıpkı çiy gibi yapıl­ masından elde edilen paravanalardır. Öyün içindeki mutfak bu öreşeler­ le ayrılır. Gene sazlar boyalı ve motiflidir.

Öreşe

Doğum : Konuta yerleşen ilk insanın karşılaştığı mesele doğum ve ölümdür. Bozkır medeniyetinde bunun kendine özgü bir kuralı, töresi vardır. Aköylerde meydana gelen doğum olayları şöyle cereyan etmek­ tedir. Doğum sancısı gelen anaya, yaşlı kadınlar gelir, sancının doğum san­ cısı olup olmadığını kontrol ederler. Eğer gerçekten doğum sancısı ise, evin sağ tarafına bir ip gererler. Doğum yapacak ana iki eli ile ipi asılır. Anne, ipe asılınca da yaşlı kadınlarda çocuğun karındaki durumunu bir daha gözden geçirirler. Bebeğin normal doğum yolunda olduğunu anla­ yınca, bebeğin yoluna devam etmesine yardımcı olurlar. Bu ameliyeden 0 sonra, normal bir doğumla bebek dünya gelir. Bebek dünyaya gelir gel­ mez, ebeler kayınata, kayınana veya evin en büyük yaşlısından müjde is(•)

Avıl'a Anadoluda «ağıb, çılbıra'da çılbır denilmektedir. Bazı yörelerde ( Anııdol u ) çılbıra, yular denildiği de vakıadır. ( H . H. Gayretul l ah )


161 lPr. Ve bu müj de de verilir. Bir taraftanda kızın ana - babasına koşulur ve onlardan da müjde alınır. Bebeğin dün yaya gelmesiyle aköylerde şen­ l i kler başlar. Bu şenliklere «Şıldakana» adı verilir. Şıldakananın kökü es­ ki devirlere kadar uzanmaktadır. Bu bir nevi bebeğin emniyetini sağla­ mak ve bebeğin düşmanlar tarafından kaçırılmasını önlemektir. Bunun için üç gün üç gece hem eğlenilir ve hemde bir nevi bebeği koruma gö­ revi yerine getirilmiş olur. Bozkır medeniyetinde bebek çalma hadisesi, edebiyatlara, hikayelere konu olmuştur. Nitekim Kazak Türklerinde "Tahir ile Zühre» (*) çalınmış bir hakanın erkek bebeği ile vezirinin kız bebeğinin hikayesidir. Halk arasında buna benzer hikaye ve türkülerin dolaşması, bu gerçeği kanıtlamaktadır. Şıldakananın diğer bir özelliği de annenin sihhatının kontroludur.

Bebek dünyaya gelince en önemli mesele, göbek kesme meselesidir. Doğumu haber alan her komşu ve akraba kadınları bunun iç1n yarış eder­ ler. Göbeği kesen kadın, bebeğe üç gün üç gece bakmağa mecburdur. B u kadına göbek ana, anlamına gelen uKindik apa» denir. Ü ç günden sonra bebeğe isim konur. İslamiyetten evvel isimler, şaman esaslarına göre ko­ nulurken islamiyetten sonra, çocuğun kulağına ezan okumak suretiyle isim takmak şart olmuştur. Yalnız, bebeğe i slami adlar verildiği gibi, öz Türkçe ve geleneğe bağlı olarak çevredeki kutsal yerlerin, eşyaların ve eski ulu kimselerin isimleri v�rilebilir. Mesela, yaylada doğan bebeğe Caylavbay, denildiği gibi tüfek ve kılıç kutsal bilindiğinden Mıltıkbay, Kılıçbay veya eski ululara izafeten, Canibek, Temirbek gibi öz Türkçe adlarda konulur. Bilhassa, bozkır medeniyetinde islami adlara çok az ras­ lanmaktadır. Bunların başına veya sonuna zorunlu olarak öztürkçe bir ek isim takılmıştır. Söz gelimi, Muhammedcan, Alibek. gibi. Bebeğe ad konması ile bebeğin beşiğe yatırılması gerekir. Kindik apa tarafından bebeğin beşiği hazırlanır. Beşik, bebeğin yatmasına hazır ol­ duğu diğer kadınlara duyurulunca, en ulu, en yaşlı saygı değer bir hanım tarafından bebek, beşiğe konur. Artık bebek, hayır dualarla bu beşikte büyümesine teminni edilir. . .

Erkek çocuklar için 3-5 yaş arası sünnet çağıdır. Sünnet büyük bir salatanatla, toyla olur. Zenginler at yarışları, pehlivan güreşleri, ciğit oyunu (cirit) ve oğlak kapma •kök ılak», kızkovalama, •Kız kovar» gibi zevkini doyum olmıyan eğlenceler tertip ederler. Bozkırda din adamları aynı zamanda sünnet keyfiyetini yerine getiren elemanlardır. Bundan dolayıdır ki, bütün bozkır hayatında din hocaları sünnetçidirler. Çünkü, ( '" )

Gaşık-name ( A şık-mektupları) , Yazıcı Basımevi Alma-Ata 1 976. ( H . B. Gayretullah)

F : ll


- 1 62 sünnet için, sünnet duasının yapılması şarttır. Bunu ise ancak, din hoca­ ları bildiğin den bu, iş hocalarca yerine getirilmektedir .

Evlenme : Erkek ve kız çocukların için 15-20 yaş arası evlenme çağıdır. Evlen­ mede, Türk töresine göre olur. Burada ana - babanın seçtiği eş geçerli­ dir. Erkeğin veya kızın kendi arzularına göre eş seçme hakları olmamakla beraber, bazen töre dışı, erkek ve kızın anlaşmaları ile de eşler seçildiği görülmektedir. Bozkır hayatında hemen hemen görücü usulu ile evlenil­ mektedir. Eşler, birbirlerini ancak zifafta gördüğü çok olağandır. Bazen beşik kertmesi şeklinde de evlenildiği çok tabiidir. Bozkır hayatındaki diğer bir özellikte, aynı kabilenin birbirinden kız alıp vermemesidir. Am­ ca, teyze ve hala çocukları arasında da evlenmek yasak ve töreye aykırı­ dır. Bu ise, kabilenin arılığını, soy safiyetini korumaktadır. Bir diğer de­ yişle, öteki Türk boyları ile karışmak, akraba olmak ve böylece birlik ve beraberliği sağlamak, düşmana karşı güçlü olmak gibi sosyal yapıda et­ kinlik göstermektedir. Evlenmeğe ilk adım nişan veya söz kesimi ile başlanmaktadır. Nişanı, sözü kesilen bir gelin adayı, artık kayın atasının evine gelinceye kadar, oğlan tarafının başta kayın ata, kayın anası olmak üzere hiçbir büyüğüne gözükmemeğe, göze çarpmamağa çalışır. Bu ise, törenin kesin bir yasa­ ğıdır. Eğer, bir gelin adayı böyle bir durumda oğlan tarafının büyükleri­ nin gözüne ilişirse, edepsizlikle suçlanır. Nişan veya söz kesme olayı şöyle olmaktadır: Oğlan babası kendi ka­ bilesi ve akrabalarının dışında birinin kızını beğenirse, töreye göre, oğ­ lan babası ya bizzat kendisi, yahut yakın arkadaşlarından en az üç kişiyi kız babasına yollar. Gelenler, oğlan babasının bu arzusunu, geleneğin çiz­ diği uslupla kız babasına anlatırlar. Eğer, kız babası da bu işe müspet cevap verirse, artık nişan işine hazırlığa koyulur. Oğlan babası, bütün akrabalarını bir aile meclisinde toplar. Durumu onlara açar. Akrabaları­ nın da rızasını almak töre gereğidir. Akarbaları bu işe, muvafakat ederler­ se hemen nişan için gerekli hazırlığa başlanır. Kız babası için de durum aynıdır. O da, kendi akrabalarına durumu iletmekle yükümlüdür. Artık, akrabalarının rizasını alan oğlan babası kız evine n işan yolla­ mak için hazırdır. Bu iş için en yakın akrabasının, söz gelimi, kardeşinin karısını, baldızını ve buna benzer yakın akrabalarından üç veya daha faz­ la bir hey'et teşkil eder. Şunu da söyliyelim ki, burada ailenin maddi var­ lığı da söz konusudur. Biz, burada örnek olmak üzere iki zengin kimse arasındaki bir evlenmeyi anlatmağa çalışacağız. Her i k i ta ra f, akrabalarının olurunu a l ması ile söz k e s i l m i � o l u r. Söz kesi m i ı ıdı• lı ı z ba bası, i l k defa sözü geti r0n ogl a n ta r;ı fı i l i' oğl a ı ı


- 1 63 baba ve anasını evine davet eder. Bu davette, töreye göre •aksarbas» ke­ silir. Bu bir koyun olup, hayvanın başı ak ve sarı karışımı olması gerekir ki, bundan dolayı aksarbas denilmektedir. Kutlu olaylarda böyle bir ko­ yun kesmek Kazak Türklerinde esastır. İslB.miyetten evvel ki dönemlerde, bu gibi merasimler elbette şama­ nizmin etkisinde yapılıyordu. Bizim konumuz islamiyet devrine ve yaşa­ dığımız islB.m dini esas olduğundan, burada eski Türk töresi ile islB.mın getirmiş olduğu hayati prensiplerin iç, içe bir sentez halinde yoğuruldu­ ğunu göreceğz. Bundan dolayıdır ki, kutlu günlerde kesilen aksarbaslar, yapılan dini dualardan sonra bıçağa teslim edilmektedir. Burada yapılan dini duayı ulular veya din hocaları yapmakta, yapılan bu iyi niyetli işe Yüce Allah'ın kerem ve lütfundan medet umulmakta, gelecek için mut­ luluğa Allah'dan niyaz edilmektedir. Aksarbası afiyetle yiyen taraflar artık nişan gününü ilan etmişlerdir. Oğlan babasının yukarıda söylediğimiz hey'eti, kız evine yola çıkar. Ka­ zak Türklerinde nişana aÖli-tiri» adı verilmektedir. Bunun anlanu çok manidardır. Bir genç kıza nişan takmakla, onu ölümle, dirilik arasında bırakmış oluyorsunuz. Öli-tiri bedeli olarakta, oğlan babası çok yorga bir tay veya namlı bir at gönderdiği gibi deve cinsinden de gönderebilir. Sığır cinsi gönderilmez. Öli-tiri, bedelini alan kız babası, iki aksarbas kesmeğe mecburdur. Bunun birisini oğlan, birisini de kendi geçmişlerinin ruhuna bağışlamak üzere keser ve hadim duası ile eti yenir. Bundan sonra kıza, "kalın mal• (*) denilen başlık verilir. Geçerli olan töreye göre ve nişan sahibi zengin olduğunu göz önüne alırsak, kız babası oğlan babasından bir heyet huzurunda şunları ister: a) 100 bayta! : Bayta! iki yaşındaki yılkı yavrusu olup, kalın malın bi rim diğeri olarak kullanılır. Yüz baytalı olmayın bir dönür, yüz bayta! tutarında canlı mal veya eşya, para vermek zorundadır. Bunun için Boz­ kırdaki Türklerde, 1 00 koyun 25 baytala, 1 1 kısrak 25 baytala, 5 deve 25 baytala, 1 at 25 baytala, eş değerdedir. Ancak, buradaki atın çok namlı ve bölgesinde yarışta birinci, çok iyi koı,mn, bilinince de yorga olan at olması gerekir. Aksi halde her at 25 bay­ ta! etmez. b)

ti rmcğc (•)

1 00 metre cırtıs : Cırtıs, oğlan babasının gelinini istediğinde ge­ zorunlu olduğu bir hediyeler toplanudır. Bu hediyeleri toplıyaA ıııııl o l ı ı ' ı ı ı ı ı ı S ı v ı:ı s yöresinde de damat tarafının kız evine yol­

Kııl ı ı ı

ııı ı ı l ,

l ı ı d ı ı� ı

l l l ' d ı y ı•

vı·

l ı ı ı � l ı ı'.! :ı

( kalın

vı•rın e )

ı k n i lmcktedir.

( H . B. Gayretullah)


- 1 64

- -·

bilmek için oğlan babası bütün akraba ve kabilesi ile diğer kardeş Türk boylarına ulak salar, cırtıs toyu olduğunu haber verir. Oğlan babasının yaptığı bu toyun bir diğer anlamı da akrabalarından damat için bir nevi yardım istihsal etmektir. Toydan sonra, 1 00 metre cırtıs getirilen hediye­ lerden toplanır. 100 metre cırtısın karşılığında, toya gelen kumaşlar, ka­ difeler, çuhalar bir araya getirilir. Bunlar, kız evinin ve akrabalarının fertlerine göre guruplandırılır. Gömlek, entare ve buna benzer giyim eşyası olarak kız evine gidecek ve hediyeyi koyacak heybeye doldurulur. Bu heybelere •Korjin• adı verilir. Korj inlar gurupların hediyelerini taşı­ dığı için sayısı üç, beş ve daha fazla olabilir. Fakat, kızın ön ana - babasına konan korjindan şunların çıkması töre gereğidir: 1. İliv : İliklik, bağcık anlamına gelen bir hediyedir. Böylece oğlan tarafı kız tarafına iliklendiğini, bağlandığını bildirmiş olur. Özellikle bir binek atı veya iyi bir yük devesi verilir. Günümüzde bunların diğerinde bir hediye verilmektedir.

2. Süt hakkı: İsminden de anlaşılacağı gibi bu hediye kızı doğuran öz anasına verilir. Bu da at veya deveden olur. Eğer iliv için at verilmişse, süt hakkı için deve verilmesi gereklidir. ·

3. Oyın kadesi : Buda oğlan babasının kız tarafının düğün masrafla­ rına iştirak etmek ve yardımcı olmak için getirdiği bir hediyedir. Oyın kadesi, düğün eğlencesi anlamını taşır. Bunun için kız tarafının genç ka­ dınlan veya genç akrabaları oyın kadesini almak için birbirleriyle yarış ederler. Oyun kadesini alan aile, bir gün bir gece eğlence tertip etmeğe töreye göre zorunludur. Bu oyunlarda yukarıda söylediğimiz eğlence türleri olabilir. Eğer mevsim kımız mevsimi ise, kımız içme yarışlar düzenlenir. Aşıklar kar­ şılıklı atışırlar. Kımız içme yarışına •Bas• denir. Aşıklarda, güzel şarkı türkü söyleyen kimseler olup, bunlara da •akın,, adı verilir. Yeri gelmiş­ ken belirteyim, Kazak Türkleri genellikle güzel söylemeğe istidatlı kim­ selerdir. Her Kazak Türk yiğidinin kendisine özgü güzel söz söyleme ka­ biliyeti vardır. Bunlara da usta anlamına gelen •Şeşen•, çok ileri derece de ve yazı diline geçecek kadar beliğ söz söyliyen veya yazanlara da •Kö­ sem• adı verilir. ·

Cırtıs toyunun bir diğer anlamı da, damadın kayınları ile tanışması­ dır. Bunun için cırtıs toyı ile gelen bir damada hemen kız vermezler. Da­ mad, cırtıs toyu ile kayın tarafını tanıyıp geri döner. Oğlunun geri dön­ mesinden sonra, baba kız evine tekrar gider, bu defa kesin bir evlenme günü ister. Aralarında kararlaştırılan gün için hem oğlan babası ve hem kız babası düğün hazırlığına girişir. Kız tarafının yaptığı bu hazırlığa aKız Uzatma» toyu, oğlan tarafının hazırlığına da «Kelin nlma» toyu adı vei'i' lir.


- 165 Oğlan babası gelin alma toyunu hazırlarken, kız babasınında kız uzat­ ma toyunun hazırladığını söylemiştik. İşte, kız uzatma toyundan evvel kız babası; kızını akraba ve dostlarına yollıyarak onlara vedalaşmasını temin eder. Buna •Tanısıv• adı verilir. Bu danışma işleminin bir töresi var­ dır. Tıpkı, Oğlan babasının cırtıs toyuna toplanan düğün hediyeleri, kız ak­ rabaları tarafından da kıza, toplanır. Kızın akrabaları, kıza arzuladığı bir­ şeyin olup olmadığını sorar. Kız, arzuladığı en güzel şeyi akrabalarından istemek ve almak hakkına sahiptir. Söz gelimi, ağabeyinin o diyarda nam salmış ve gözüriden dahi esirgediği çok güzel atını. veya silahını dahi i ste­ ye bili r. Bu kızın insafına kalmıştır. Kız babası toyunu kurar ve dünür tarafını davet eder. Bu defa damat yanına «Küyev coldas• alır. Bu bir nevi sağdıştır. Damatın kayın evine gitmesi cırtıs toydaki gibi ağır hediyeler getirmesini gerektirmez. Ancak, kız babası kızı için ccdört kanattı ak otav• vermeğe mecburdur. Fakat, bu­ nun yalnız ağaçtan yapılmış ve aköyde gördüğümüz malzameleri temin etmekle yükümlüdür. Geriye kalan yünlü aksersuarlan - aköyde görmüş­ tük - oğlan babası getirmekle sorumludur. Böylece muhteşem bir toydan sonra dört kanatlı akotavın otağın - oğlan evine göçürülmesi meselesi .ortaya çıkar. Bu göçün kendisine özgü bir töresi vardır. Kazak Türklerin­ de töreye saygı, ona kusur etmemek esastır. Töre dışı davrananlar toplum hayatından tard edilir. _

Bir kız için yüz baytal veren dünür, haklı olarak kız babasından şu çeyizleri istemesi törenin en uyarlı yasasıdır. Bir defa töreye göre, herşey d.okazar takım olacaktır. Söz gelimi gelinin dokuz çift ayakkabısı, dokuz çift entaresi v.b. gibi . . . Ak otav göçürülürken de dokuz at, dokuz yük de­ vesi gereklidir. Bunun haricinde oğlanın babasına dokuz •kiyit», anasına, dayısına, halasına, teyzesine, kayınbiraderlerine ve diğer yakın akraba­ larına dokuzar kiyit getirmesi töre gereğidir. Kiyit, giyim anlamındadır. Eğer, dokuz giyim getiremezse, bunların yerine tutacak bir tek hediye de getirebilir. Gelin akotavı ile göçmezden bir gün önce, bir veda töreni . tertip edilir. Buna cccar aytma» denilmektedir. Gelin, tarafları bir gün öncesinden top­ lanırlar. İçlerinden güzel söz söyleyen iki genç kadın ve iki genç gelini ortaya almak suretiyle }rnrşılıklı söylerler. Bu sözler didaktik olup, geline vardığı yerde edipli, s�ygılı, kocasına ve onun akrabalarına ne şekilde davranılmasını öğütleyen eğitici sözlerdir. Sonu· gelinle damata saadet dilemekle yetinmektedir. Gelinde töreye göre, kendi akranlarına, kabile­ sine, a n a , babasına ve yurduna veda etmek için çok duygulu sözlerle ce­ vap v0rnw k lml i r. Böyle bir Car'ın, gelinle damadı metheden bir dörtlü­ ğü n ü ö n w k o l ma k i'ı z0re burava aldım :


1 66 Birin al tın, birin kümıs, Dıs bolısıpsız j ar, jar. Birin külde, birin j upar, Koş bolsıpsız j ar, jar!

Biriniz altın, biriniz gümüş, Dost olmuşsınız yar, yar. Biriniz gül de, biriniz reyhan Hoş olmuşsınız, yar, yar!

Jar söylemeğe genellikle ilk defa kadınlar başlamaktadır . Burada kadınlar

giden gelinin çekceği zorlukları, gurbeti ve ana ocağı ile kendi yurdun­ dan ayrılmamın izdırabını terennüm ederler. Erkekler ise, bu duyguların giderilmesinin kadının kendi elinde olduğunu, onun hal ve tavırlarındaki inceliklerle gittiği yerde saygı duyacağını savunurlar ve gördüğünüz gibi j ar sonu, hoş sözlerle biter. Tar aytma töreninin bittiği ertesi günü gelin alayı yola çıkar. Kız ta­ rafının bütün akrabaları bu alayı en az at sırtında bir günlük mesafeye kadar uğurlar. Ancak; kız babası bu alay iştirak etmez evde kalır. Damat, gelin alayı yola çıktıktan sonra evde kalan kayın atasına say­ gı ile veda eder. Kayın ata evini terkederken de töreye göre, damat sır­ tındaki ceket, palto, pardesü ve o günün şartlarına göre ne giyinmişse, bu giyimlerini sırtından çıkararak kayın atasının ak öyünün sağ tarafındaki tayanışa asar ve ondan sonra aköyü terk eder. Fakat, kızın öz annesi başta olmak üzere en yakın akrabadan üç-beş kadın ve bir o kadar erkekle gelin alayı ile birlikte dönürünün evine ge­ lir. Düğün alaya oğlan evine bir günlük mesafeye yaklaşınca damat, alayı terk eder ve evine haber verir. Bu haber üzerine damat tarafının gençleri erkekli ve kızlı atlarla düğün alayını karşılamağa çıkarlar. Karşılayıcılar, düğün alayına yaklaşınca kızın ön anası gelinin başını «Kokan Ton» ( * ) adı verilen bir özel gelinlikle örter. Gelenlere gelini göstermez. Gelenler, ko­ kan tonlu gelini yedeğe alarak alayın en sonunda takip ederler. Böylece avıla gelen gelin, damadın akrabalarından, söz gelimi en küçük ağabeyi­ nin evine indirilir. Fakat, kızın öz anası ve beraberindeki heyet damadın baba evine inmeğe mecburdur. Kazak Türklerinde dünüre kuda, onun ailesine kudagıy denilir. Dünürleşmeye de Kudalasıv adı verilir. Böylece avıla gelen kuda-kudagıylar damadın baba evinden aksarbas yerler. Gelin küçük eltisinin evinde dinlenirken de, oğlan tarafının genç ka­ dınları akotavı kurmakla meşguldurlar. Otav kurulduktan sonra, usulune göre gelinin eşyaları yerleştirilir. Yatağı yapılır ve ertesi akşam gelin kendi evine eltileri tarafından buyur edilir. Akotavın kurulması ile düğün şölenleri başlar. Günlerce süren şölenler olur. Eğlenceler mutadtır. Yu­ karıdaki eğlenceler bı,ırada da tekrarlanır. Açık hava eğlencelerinden başka, kapalı ev içi eğlenceler de düzenlenir. Bunların başında ccdombıra», •

(•)

Kokan Ton ; Kokant veya Hokant şehrinden gelen özel bir gelinlik giyim. (il . B . G n y rclullııh )


--- 1 6 7 -

ccko bız .. , •sıbızgı ve •tabıldar» ın eşliğinde yarışan akınlarla, bu müzik aletleri ile dile getirilen ve ccküy» adı verilen havalar çalınır. Yeri gel­ mişken bu aletleri tanımlamak isterim. Dombıra, iki telli, yedi perdeli ve oval bir özel ağaçtan oyularak yapılmış Anadolun'un sazına benzeyen bir alettir. Bugün Türkiye Türkleri bunu tambıra olarak kullanmaktadır. Doğu Türkistan kentte yaşayan Uygur Türklerin­ de buna Dutar adı verilmektedir. Kabız, günümüzde kopuz olarak bili­ nen bu alet, armut biçiminde olup, sapın da perde yoktur. Armut biçi­ mindeki gövdesine deve derisi gerilmiş olup, yayla çalınmaktadır. Yaylı aletlerinin verdiği türde ses vermektedir. Sıbızgı ise, kavalın aynı olup nefesle çalınmaktadır. Dabıldar, davılbaz denilen tokmakla çalınır­ lar. Bugünkü davulun aynısıdır. Ancak bu aletler daha ziyade savaş zaman­ larında kullanıldığı da bir gerçektir. Bu aletlerle Bozkır hayatının bütün unsurlan dile getirilirken, yiğit­ lerde dışarıda çeşitli oyun ve eğlencelere dalmışlardır. Toyun bittiği ilan edildiği zaman hala güreşmekte olan pehlivanlara raslanır. Düğünün bitimi ile, gelini getiren Kudagıy ve Kudalar dönecektir. Bun un içinde, en büyük baş hediye Kudagıy ile Kudaya verilir. Yanın­ dakilere de töreye göre münasip armaganlar verilerek uğurlanır. Düğün dağıldıktan sonra, geline eltileri tarafından kokan to­ n un altandan akiymeşek-şılavış• denilen bir giyim daha giydirilir. Bu gi­ yimle gelinin kayın ata ve kayın anasına takdimi töre gereğidir. Bu. gör­ kemli giyimi ile kayın ata evine gelen gelin, iki tarafında ki eltisi olduğu halde kayın ata ile kayın anayı saygı ile selamlar. Buna •Selam etme» denir. Hala gelinin yüzü kapalıdır. Selam etnıe işi bitince artık gelinin yüzü açılabilir. Bunun için de özel olarak hazırlanm!ış bir çubuğun ucu­ na bağlanan beyaz mendil gelinin yüzünde gezdirilerek ve genç bir de­ likanlı tarafından söylenen jar'la gelinin yüzü açılır. Burada geline yeni nasihat ve öğütler söylenir. Bu törene •Bet aşar», yüz açar adı verilir. ..

Gelinin yüzünü açan genç yiğit söz gelime şöyle der : Kelin keldi, körünüz Körümdigin beriniz Anine, mine demeden atın atap beriniz

Gelin geldi, görünüz Görümlüğünü veriniz Şöyle, böyle demeden isimlendirerek veriniz.

Kelin keldi bet aşar, An ası şaşıv köp şaşar.

Gelin geldi, yüz açar Anası, şaşıv çok saçar (*)

(•)

Şuşıv : G el i n geldiğinde veya herhangi bir kutlu olayda kadınlar tarafın­ şekPr, kıı rıı yemiş ve kuru üzüm gibi şeylerd ir. Amıdolu'da

ılıı n Sl' r p i ll'rı

dıı

lııı

ııckt

vıırıl ı r .

( i l . B. C l ıı y rf't u l l a h )


-- 168 Artık baba oğlunu evlendirmiş ve onun kendi hayatını kendisi kazan­ masını arzular. Bu sebeple oğluna, kendi mirasından vererek onu baba ocağından ayırır. Buna •enşi• vermek denir. Bu enşi verme avıl aksakal­ ları ile kabile ulularının hakemliğinde olur. Bir iki de aksarbas kesilerek kendisine has merasim de yapılır. Artık baba ocağından ayrılan evlad, bozkırın bütün zorluklarına ve töreye uyurarak hayatına kazanmağa mecburdur. Tabiatta onun ailesini hastalık, ölüm, yitim gibi olaylar beklemektedir. Buna da bozkır mede­ niyeti çare bulmuştur. Hastalıkları şaman duaları ile tedavi eden bnksı'­ lar, bozkırın o envai türlü otlarından ilaçlar yapan dıiriker'ler ve üfürük­ çü hocalar, dertlilere derman olmağa çağ boyunca uğraşmışlardır boz­ kırlarda. Bozkır Türklerinde doğum, evlenme gibi hadiseler birer neşe kaynağı ise, ölüm bunun aksine bir matem havası taşır. Fakat, bozkırın karşı koy­ ma gücü burada da kendini gösterir ve bozkır medeniyetinde ölüm bir nevi toya dönüşür. Bir avılda ölüm olayı vuku bulduğunda en önemli olan duyurmaktır. Ölünün yakınlarına, eş ve çocuklarına duyurmak bir töre kaidesidir. Onların üzülmesini önlemek, yatıştırıcı ve teskin edici sözler söylemek, ölüm haberini veren kişinin birinci ödevidir. Damdan düşer gi­ bi ölüm, haberi verilmez. Bunun için ölümlü olan kişiler bir eve sanki bir aile toplantısı varmış gibi çağırılır. Yedirilir, içirilir ve ondan sonra bir ulu kişi tarafından acı haber verilir. Buna •estirtiv,. işittirme, denilir. Ölü, islamın dini esaslarına göre defnedilir. Yedinci günü Kur'an ba­ ğışlanmak suretiyle yedisi, kırkıncı günü de gene mevlüt ve Kur'an ba­ ğışlanılarak kırkı verilir. Bu iki günde de tıpkı toyda olduğu gibi koyun­ lar kesilir, pilavlar pişirilir, kımızlar içilir. Bir gün devam eder. Ölünün en önemli günü yıllığıdır. Bu birazda ailenin varlığı ile orantılıdır. Eğer ölen zengin bir kimse ise, atı ölümünün yıl dönümünden yedi gün önce kerme denilen bir celdiye bağlanır. Atın eyer kuşamı ölünün öyde otur­ duğu yerin arkasında yüksekçe bir yere konur. Buna •tul• yani, dul deni­ lir. Büyük bir şölen tertip edilir. Memleketin en büyük at yarışları, peh­ livan güreşleri, kımız içme basleri, cirit oyunları, kök ılak kapmalar bu şölende olur. Şölen çok ihtişamlıdır. Bundan dolayı böyle şölenlere •as• denilir. Bu şölenlerde en büyük olay at yarışlarıdır. At yarışlarına bayge adı verilir. Toplanan en az beşyüz at 40-50 km.lik mesafeye hakemler neza­ retinde sürülür. Bayge için atlar, as'tan çok önce özel olarak hazırlanma­ ğa başlar. Atın sırtında eyer yoktur. Tokum denilen bir parmak kalındı­ ğındaki keçeler bir kolonla atın beline sarılmıştır. Yarışmacılar on - yir­ mi yaş arasındaki hafif kilolu gençlerdir. Hakemler aralıklı mesafelerde­ ki tepelerden atları gözetlerler. Özel bir yarışma yeri yoktur. Hakemlerin tayin ettiği engebeli, dereli, tepeli ve tabiatın kendisi yarışma sahaları-


-- 1 69 d ı r . İşte, bu engebeleri, dereli, tepeleri beşyüz atın içinden kurtularak açı­ şıp gele nat ve yiğit yarış birincisidir. Bayge, atlara verilen ödüldür. Töreye göre, en az üç ata bayge yüz ata da teselli verilir. Söz gelimi birinciye bir deve, ikinciye normal bir at üçüncüye beyaz bir mendil. Bayge, yeri atla­ rın sürüldüğü 40-50 km. lik mesafeden geriye doğru ve as'ın verildiği avılın giriş kısmında işaretlenen noktada biter. Bu noktaya kömbe adı verilir. Öyle bayge atları vardır ki, kömbe noktasını geçtikten sonra çatlayıp ölmüş­ tür. Çok kere baygeyi hiç kayıp etmeden yarışan atların baygeyi kayıp et­ mesi günün konusu olur. Yeni baygeyi kazan at ise artık o diyarın baş tacı olarak bilinir. Bozkırda Mevsimlere göre sosyal hayat

Bozkırdaki sosyal hayatı görmeden önce bu hayatın akışında · çok önemli yeri olan zaman birimin nasıl değerlendirildiğini görelim. Türkler Ortaasyadaki büyük Türk medeniyetinin kurucuları olarak ve buradan dünyaya medeniyet dağıtan bir millettir. Böyle bir milletin bir boyunda, bu yüksek medeniyetten elbetteki izler bulmak mümkündür. Bir takvim yılı on iki aya, aylarda haftalara haftalarda günlere ve günlerde saatlere bölünmek suretiyle bozkırda hayat sürüp gitmektedir. Ülke de dört coğ­ rafi iklimin varlığından, dört mevsimde görülmektedir. Şimdi yılları, ay­ ları, günleri ve mevsimleri görelim. Kazak Türklerinde yıl, haram ve helal hayvanların karışımından elde edilen ve oniki yılda bir devir eden ve her yıl bir hayvanın sembolize ettiği on iki yıllık bir takvim vardır. Bu yıllarda ekseriye haram hayvan­ ların devir daimi esnasında, uğursuzluklar, kıtlıklar ve tabii afetlerin zu­ hur ettiği inanılmış gelenektir. On iki yılınbaşı Tışkan, yani sıçandır. 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9.

1 0.

Tışkan

Sıyır Pars Koyan Ulıv Jılan Jılkı

cılı • ..

• • •

Koy

Meşin

Tavık

1 1 . İt cıh 1 2. Tonıuz cılı

yıfı 1. Sıçan .. 2. Sığır " 3. Pars 4. Tavşan " 5. Salyangoz yılı 6. Yılan .. 7. Yılkı .. 8. Koyun 9. Maymun • 1 0. Tavuk ı ı. it yılı 1 2. Domuz yıl ı

(haram hayvan) (helal hayvan) (haram hayvan) (helal hayvan) (haram hayvan) (haram hayvan) (mekruh hayvan, helale yakın) (helal hayvan) (haram hayvan) (helal hayvan) (haram hayvan) (haram hayvan)


- 1 70 Yılbaşı olarak Sıçan yılının alınmakta olunduğunu söylemiştik. Bu sebeple bir yılı temsil etmekte olan hayvan yılı oniki yılda bir devir et­ mektedir. Yani, peryodik olarak oniki yılda bir, sıçan yılı, yılbaşı olarak gelmektedir. Bu bir yılın oniki yıl, sonra devir etmesi olayına •müşen adı verilmektedir. Yılın devir etme olayını herkes bilemez. Bu işi iyi bilen erbabları veya uluları vardır. Bu kişilerin verdikleri bilgilere göre, hangi yılda yaşandığı bilinir. Bir yılında oniki aya ve aylarında dört haftaya bölündüğünü yukarı da belirtmiştik. Şimdi bu aylan görelim : Bugünkü Kazakistan'da kullanılan aylarla Altay havalisinde cari olan aylar arasında farklılıklar görülmektedir. Bu ise, Kazakistandaki ay­ ların belki de bir kurum tarafından yeniden organize edilmesinden ola­ bilir. Zira, Türkistan'a hakim olan Rusya ve onun getirdiği komünizm rejmi, orada yaşayan Türkleri, kabile esasına göre bölmüş, her kabile şivesine göre de kril alfabesi tesis etmiştir. Bu alfabe ile, Türkistandaki Türkler birbirlerinden yazı dili bakımından koparılmıştır. Alma - Ata'da yaşayan bir Kazak Türkü ile Taşkent'te yaşayan bir Özbek Türkü karşı karşıya geldiklerin de, konuşup anlaşmakta, fakat aynı kişiler bulunduk­ ları kentlerden birbirlerine mektup yazacak olurlarsa, Fransızın İngilize yazması gibi okuyup anlamamakta, mürtecim aramaktadır. Bu bakımdan, Rusların bu mekan mefhumuhdaki rolleri de büyük olmalıdır. Yoksa, Altay'daki Kazak Türklerinin ayrı bir yıl kullanması mantık dışıdır.

Kazakistan'da kullanılan aylar : Altay'da kullanılan aylar : Türkçe 1. Kantar 1. Bırdın ayı 1. Ocak 2. Akpan 2. Kökek 2. Şubat 3. Navırız 3. Mamır 3. Mart 4. Kökek 4. Mavsım 4. Nisan 5. Mamır 5. Şilde 5. Mayıs. 6. Mavsım 6. Tamız 6. Haziran 7. Şilde 7. Mizan 7. Temmuz 8. Tamız 8. Kazan 8. Ağustos 9. Kırküyek 9. Karaşa 9. Eylül 10. Kazan 10. Celdi ıo. Ekim 11. Karaşa 1 1 . Kasım 1 1 . Kantar 12. Celtoksan 12. Aralık 12. Üşdınayı Aylar dört haftaya ve otuz güne bölünmektedir. Bugünlerin adları aşa­ ğıda göreceğimiz gibi Fars kültürünün etkisi görülmektedir. Zira bazı gün adları epistomoloj ik bakımdan Farsça olup, telaffuz değişikliği ile k ıı l l a n ı 1 mrı ktn rl ı r .


-- 1 7 1

Günler : 1 . Döysembi 2. Seysembı

3. Sarsembı 4. Beysembı 5. Cuma 6. İsembı 7. Ceksembı

Türkçe günler 1. Pazartesi 2. Salı 3. Çarşamba 4. Perşembe 5. Cuma 6. Cumartesi 7. Pazar

Hafta başı olarak Döysembi alınmakta ve İslamlığın neşet bulmasıyle Türkistanda da hafta tatilleri Perşembe günü öğleden sonra başlamakta, Cumartesi sabahına kadar devam etmekt�ydi. Bugün için bu tatillerin komünizm rej mine göre uygulanmakta olduğu bir gerçektir. Ülkede dört mevsimin hüküm sürdüğüne işaret etmiştik. Bu mev­ simlere de iklimine göre ad verilmektedir.

Mevsim adları : 1. 2. 3.

4.

Kökdem Caz Küz Kıs

Türkçe Mevsim adları : 1 . "İlkbahar 2. Yaz 3. 4.

Sonbahar (güz) Kış

Mevsimlere göre bozkır hayatında başka t ürlü yaşama şartları doğar. Bunların başında gelen en mühim mesele, mevsimlere göre uyum sağla­ maktır. Bozkır hayatının bir diğer adı da göçebe hayatı olduğundan, göçe­ beliğin verdiği karekteristik özellikten olan hayvanla beraber bulunma ve onlara yem, otlak sağlama, onların doğum ve gelişimi ile onlardan iyi ürün elde etme bu özelliğin başlıca nedenidir. Bu bakımdan mevsimlere göre yaşayış, Bozkır Türklerinde çok önem kazanmakta ve mevsimlerin özelliğine de göre ortaya bir yaşama geleneğinin çıkmasına vesile olmak­ tadır. Her mevsimin kendi özgü bir yerleşme, göçme ve ürün elde etme, türü vardır. Şimdi bunları görmeğe çalışalım. Yorgun bir kıştan çıkan Bozkır için ilk hayat belirtileri Kökdemle, yani ilkbaharla başlamaktadır. Bu mevsimde uludağların yamaçlarındaki kar yavaş yavaş çözülmeğe, ova ve . kırlarda sümbüller açmağa, yamaçlar­ daki çayırlar da kar altından boynunu uzatmağa doğru yüz t utmuştur. A­ ğaçlar tomurcuklanır, kuşlar cıvıldamağa başladığı gün, aköylerin etrafın­ da kuzu meleşmeleri, sığır böğürmeleri, at kişneşmeleri adeta ahenkli bir orkestra gibi göğe yükselir gider. Uyanan tabiatla beraber hayvan­ l a rda yavrulamağa başlamıştır. Eğer kıştan hayvanlar semiz olarak çık­ m ı�sa a r t ı k elde edilen ürünler bozkırın neşesidir. Yoksa, ağır bir kıştan Vl' a r ı k ı ı l a r: ı k �·ı ka n h n y va n l ar için yavrulamak bir mesele olduğu kadar


- 172 mal sahibini de tedirgin eder. Zira, zayıf hayvanlar kötürüm olduğundan ya doğum esnasında veya sonra ölmekte,

ölmese bile zorlu bakım i ste­

mektedir. Bunun için Bozkır hayatında kıştan, kökdem yerine şarttır. Kökdem yeri, bilhassa ilkbahar güneşini gören,

karların çabuk

eridiği, bitkilerin hemen yeşereceği yer olması gerekir.

•Kökdemdik•

göçmek

Böyle yerlere

denilir. Bir avıla ait kökdemdik'e başka bir avıl gelip yer­

leşemez, oturamaz. Kökdemdik'e bütün hayvanları ile gelen avıl, Mayıs sonuna kadar bütün tüligini burada yavrulatır.

•Tülik•,

bir avılın veya

bir kimsenin sahip olduğu hayvan sürüsünün toplamıdır.

Bozkırda bir

avıl veya bir şahısta bir koywı sürüsü, bir yılkı sürüsü, bir sığır ve bir deve sürüsü varsa, böyle avıl veya kimseye

-tört tüligi say•

denilir.

Ya­

ni, dört cins hayvan sürüsü hazır, anlamındadır. Kökdemdikte, dört tüli­ gini töldenten avıl, artık yaz için yaylaya göçmeğe ve yaz mevsimini ya­ şamağa hazırlanır.

-töl•,

dört cins hayvanların yavrulamasıyle elde edi­

len yeni ürün hayvan yavrularına verilen addır. Bugün Anadoluda kulla­ nılan

·döl•,

sözcüğü bu

•töl•

sözcüğü ile eş anlamda olup, kullanılmakta­

dır. Artık Kökdemdikte, ayaklanan genç töller, göçü takip edebilecek du­ rumdadır. Bunun için yayla birkaç göçlük mesafede olabilir. Bu mesafeler ekseriya kuzu yürüyüşü ile değerlendirilir. Çünkü, töllerden en yavaş yü­ rüyeni ve yorulanı kuzular olmaktadır. Bu bakımdan yaylalar kuzu göçü i le ölçümlenir ve denir ki,

•caylavımız üş kuzı köş cerde•,

yani yaylamız

üç kuzu göçü mesafededir. Kökdemdikte, alınan töllere verilen kadım ad­ lar vardır. Koyun yavruswıa

buzav,

kısrak yavrusuna,

kuzu, keçi kulm, ve deve

yavrusuna ılak, sığır yavrusuna yavrusuna da

yavrulardan söz gelimi, üç beş aylık kuzuya

toktı, bir yaşına geçmiş sığır yavruswıa da serkeş, deve yavrusuna taylak, kısrak yavrusuna

bota

denilir.

Bu

altı aylık huzuyada

marka taymşa,

keçi yavrusuna da

da

tay

denilmektedir.

Bu töller yaşlandıkça kademeli olarak ve yaşına göre tanılırlar. Söz geli­ mi iki yaşındaki bir kısrak yavrusu erkekse

dönen,

dişi i se

baytal,

daha

sonraki yaşlarda artık erkekse at, dişi ise biye diye tanımlanırlar. Yavru­ larıyle, kısraklarıyle

yılkı sürüsü meydana gelir. Sürünün tek iğdiş edil­ aygır denilir. Aygırlar çok görkemli, güçlü kuvvetli ve olması şarttır. İğdiş edilmiş erkek atlara, at denir.

memiş erkek atına atak cinsten

Genç aygırın nezaretinde, genç baytallardan meydana gelir ki, buna dişiye de

kısrak

kısrak sürüsü,

müteşekkil bir sürü

sürüyü meydana getiren her genç

adı verilir. Bugün Anadoluda kullanılan kısrak tabiri bu

sözcüğün eşdeğeridir. Ancak burada

(Anadoluda) bütün dişi yılkı cin­

sine tüm olarak kısrak denilmektedir. Yılkı sürüsüne f;ılanca aygırın öyürü diye tanımlanır, söz gelimi,

Ö yür

adı verilir ve

tel karanın öyürü, kula­

gerdin öyürü, aktabanın öyürü v.b. gibi. . . Kökdem, yeşillik anlamındadır. Yeşillikte hayvanlarını töldeten avıl Hazi ra n başl a r ı nda yaylara doğru göçerler. B i rkaç kuzu göçü nden son ra


- 1 73 a v ı l yaylaya ulaşır . Göçün kendine özgü bi r töresi ve saltanatı vardır. Köşbaşı, denilen kılavuzlardan sonra, göçü köşbaşı çeker. Göç başı. avılın en saygı değer ulu bir kadınıdır. Eğer, avılda böyle bir kadın yoksa ev­ lenmemiş ve avılın en güzel genç kızı göç başı görevini üzerine alır. Göç­ lerin bir saltanatı olduğuna işaret etmiştik. Bu da ; göçlerde kullanılan yük hayvanlarımın türüne göre değişir. Eğer göç sahibinin tört tüligi say ise, böyle bir kimsenin göçündeki yük hayvanları behamal, devedir. Bi­ nekleri de yorga atlardır. Köşbaşı , bir yorganın üzerinde, altın ve gümüş eyer kuşamının üstüne büyük bir ihtişamla oturmuş, yedeğine aldığı deve dizisini yeşil çimenler üzerinde uludağlardaki serinliğe doğru çekip git­ mektedir. Bu bakımdan göçler tüyeli göç, atlı göç, sığırlı göç gibi isim­ ler almaktadır. Medeniyetin evrimleşmesiyle bozkırda da bazı değişme­ ler olmuştur. Tekerleği nin taşıma işine kullanılması göçlere de etki et­ miştir. Söz gelime, bir lirik serevüven olan meşhur Kız Cibek - Tölegen olayında, Kız Cibek göçü küyme içinde, göç başı olarak gitmektedir. Köy­ me, iki, dört, atlı ve daha fazla atlarla çekilebilen bildiğimiz faytonlardır. Bir göçün yolu üzerinde henüz göçmemiş bir avıl olabilir. Böyle bir avıl gelen göçün yoluna genç kadın ve kızlarla suvsındık yollaması töre gere­ ğidir. Suvsındık, yorgun - argın gelmekte olan göçe ikram edilen ve su­ suzlıklarını gidermesini sağlıyan içeceklerdir. Bu içecekler mevsime göre değişir. Kökdem'den yaylaya gidiliyorsa ekseriya ayran ikram edilir. Yay­ ladan kışlaya doğru göçülüyorsa, kımız, kışladan kökdeme doğru gidili­ yorsa köce, çorba ikram edilir. Bu ikramların bir töresi vardır. Suvsın­ dık, verecek olan ağırlayıcılar, göçün yol boyu dizilirler. Göç, hareket ha­ linde bu dizinin önünden geçer. Geçerken, duraklayıp at üstünden kendi­ sine saptıyak veya çara adı verilen çamçaklarla sunulan içeceği içer. Bazen göç, göçmeyen bir avılın yanına gelip konaklıyabilir. Böyle du­ rumda, göç etmemiş olan avıl, erivdik vermesi töre gereğidir. Bu eriv­ dikte bir nevi suvsınd.ık gibidir. Fakat, suvsındıktan daha ağır ve masraflıdır. Çünkü, erivdik'in verilmesinde bazı özel kurallar vardır. Eğer gelen göç, yerleşik avıla akraba ise ve her iki akraba avılda varlıklı ise vereceği ervidiğin şekili değişmektedir. Erivdik, gelen göçe verilen bir yemektir aslında. Bu yemek, göçmeyen avıl tarafından hazırlanır ve yeni gelip konaklıyan avıla verilir. Fakat, yemeğin gelen avılın akrabalık, soy­ luluk ve zenginlik gibi sosyal durumlarına göre değiştiğini görmekteyiz. Eğer, gelen akraba avıl ise bir koyun kesilip götürüldüğü gibi, yanına bir binek atı da ilave edilmektedir. Yok gelen bir soylunun göçü ise, töre gereği soyluya yaraşır bir erivdiğin götürülmesi şarttır. Bunların haricin­ deki konaklayıcılara ise, normal bir erivdik götürülmektedir. Erivdiği a l a n avılın mukabil hediyeler vermesi bir gelenektir.

Artık kökdemden yaylaya ulaşmış olan bir avıl, bir yaz boyu yaylada k a l ıııa k l : ı V P b ı ı rn d a gi.iz VP k ı � hazırlıkları yapılmaktadır. Yayla da kış


- 1 74 ıçın hayvanın süt ürününden alınan kışlık yiyecek malzemeleri yapılmak­ ta ve depo edilmektedir. Bu süt mamülleri de, ayran, irimşik, kurt, aki­ rimşik, katık, sarımay ve jenittır. Bir yayla hayatı boyunca en güzel içe­ ce kşüphesiz ki kınıızdır. Biz, bu gıda maddelerinin yapılışlarını ve özel­ liklerini kısaca tanıtmak isteriz.

Ayran : Bildiğimiz ayrandır. Koyun ve sığır sütünden elde edilir. İrimşik : Sütun kaynatılmasından elde edilmektedir. Bildiğimiz kaçar peyniri gibi olanlarına akirimşik, bunun dışında portakal rengi görünüm­ de onlarına da genel olarak irimşik denilmektedir. Kurut : ( * ) Ayranların kaynatılmasından yapılmaktadı::.-. Ayranlar yoğurt halinde kazanlarda belirli sürelerde kaynatılarak ince tülbent­ lerde süzülür. Geriye kalan tortular topaç halinde topaçlanarak güneşte kurumaya bırakılır. Kuruduktan sonra da öylece ve eritilerek yenir. Buna kurut denilir. Mayahoş tadındadır. Katık : Bildiğimiz yoğurttur. Yoğurda Altay Türklerinde katık adı verilmektedir. Sarımay : Koyun ve sığır sütlerinin saba adı verilen ve deriden yapıl­ mış yayıklarda yayıkladıktan sonra sütün üstüne çıkan yağlarının top­ lanması ile elde edilir. Yağların renginin ekseriya san olmasından dolayı, sarı yağ, anlamında sarımay olarak tanıtılmaktadır. Bu yağlar, güneşte şişirilerek kurutulmuş koyun işkembelerinde veya tulıklarda saklanır. İş­ kemlere karın, tulıklara da tulıp adı verilmektedir. Cenit : Bu gıda maddesi özel olarak hazırlanmaktadır. Bileşiğinde, irimşik, (peynir ) , tarı (darı) , kavrulmuş un, sarımay (tereyağ) ve şeker vardır. Bu maddeler belirli bir oranda karıştırılarak yuğrulur. Meydana gelen hamur, çok leziz ve besleyicidir. Kışın soğuklarında yemek için arı­ nılan yiyeceklerin başında gelmektedir. Tulıklarda ve karınlarda sakla­ narak kışta sofraya konur. Bu hayvani yemeklerden başka bitkisel yemeklerde yapılmaktadır. Bitkisel yemeklerin kendisine has bir lezzeti olduğu gibi, yapılışı da ma­ hira'nedir. Doğu Türkistan'da da dünyanın her yerinde olduğu gibi ge­ niş bir ekim sahası ve şuurlu bir ziraat vardır. Bu ziraat harmanlarından tahıl, zerzavat ve pamuk elde edilmektedir. Elde edilen ürünlerden yöre(•)

Eski Erzincan valisi Ali Kemal bey, Erzincan adlı eserinin 307 nci sahi­ fesinde o yörenin yemeklerinden bahsederken şöyle demektedir : « . . . yedik­ leri ekseriya bulgur ve kurut'tur. Kurut, ayranın süzülüp kurutulması ile yapılır. Ayranın süzülmeyen kısmı topak, topak güneşte kurutulur. Tağ­ diye hassasına zerre kadar haiz olmıyan bu topaklar sıcak suda eritilerek çorbaya katılır. Keleçoş dedikleri yemekler de bu kurut ile yapılır.»

(H. B . Gayretullah)


- 1 75 l e re göre ısım ve şöhret bulan yemekler yapılmaktadır. Bozkırda, buğ­ daydı:ın , nan, (ekmek) , kavrulmuş buğdayın havanda dövülmesiyle talkan, buğdayın kaynatılması ve yoğurtla karıştırılmasından köce adı verilen nefis yayla çorbası, gene buğdaydan kavrularak elde edilen kuvırma, (kavurga) bormi (mısırdan) un ve ekmek, sök (yulaf) ve küriş (pirinç) ile tan'dan türlü yemekler yapılmaktadır. Kentlerde Uygurların _lokanta ve evlerinde yaptıkları mantı; pilav, samsa, şöşire ve suyık aşları anılmaya değerdir. Yaylada yapılan diğer bir içki, kımızdır. Kımız yalnız yaz aylarına mahsus olup kökdemde, güzün ve kışın olmaz. Kımız biye sütünden yapı­ lan tarihte bilinen en eski Türk keyif içkisidir. Bugün bu içkiler eski sal­ tana tını kaybetmiş bir durumdadır. Bozkır dünyasının en heyecanlı ve en renkli bir dünyasını oluşturan bu tarihi içkinin yapılışına bir göz ata­ lım. Yaylaya gelen ve yaylalığına yerleşen avılın ilk işi kımız yapma ha­ zırlığıdır. Bunun için de evvela kulın ve tayları bağlamak için ihtiyaç ka­ dar nokta (yular) yapmaktır. Bu iş için kırpım durumuna gelmiş keçi ve akkoyunlar kırpılarak yünleri harmanlanır. Bu harmandan her iki tür yü­ nün karışımından oldukça sağlam ve yumuşak bir iplik elde edilir. El­ de edilen ve ipliklerden nokta yapılmak üzere eğrilererek 3,5 cm. eninde yassı kurlar örülür. Örülen bu kurlardan yular yapılır. Yapılan yulara 2,3 metre uzunluğunda çılbır takılır. Bundan sonra da yularlanmış kulın ve tayları bağlamak için bir yer lazımdır. Bunun için de, 1 00-200 metre­ lik bir urgan iki kazık arasına düzgün bir şekilde gerilir. Buna cel arkan adı verilir. Artık, kımız yapmak üzere kulın ve tayları bağlama zamanı gelmiştir. Bunun için de kutlu bir günü beklemek veya seçmek gerekir. Cel arkanı hazır olan bir avıl civar avıllara, akrabalarına eş - dostuna ha­ ber salar. Uğurlu gün gelipte kulın - taylar bağlandığı zaman, ev sahibi­ nin hanımı davetlilerin huzurunda cel arkanın sağ başındaki kazıkla, bu yılkı öyürünün (sürüsünün) aygırının yelesini yağlar. Bundan sonra evi­ ne dönen ev sahibesi, büyük tepsilerle irimşik, kurut, cenit, şeker gibi yi­ yecek şeyleri cel arkanın başına getirir. Bunu diğer avı! kadınlarının ge­ tırmesi takibeder. Gelen yiyecekler hayırlı ve uğurlu olsun temennileri ile cel arkanın başında yenir. Artık, kımız yapmak için kısrak ve biyele­ rin sağılması kalmıştır. Kısrak ve biyeyi herkes sağamaz. B·unun için işin erbabı olmak gereklidir. Bu usta sağıcılar, özel tulumlar giyer ve önlükler takarlar. Hayvandan · sütü almak içinde könek adı verilen deve ve­ ya sığır derisinden yapılmış kovalar kullanılır. Könek'in bağları sağıcının omuzuna asılır ve dip tarafı da iki dizin arasına !?ıkıştırılarak oturtulur. Köneğin emniyeti böylece sağlandıktan sonra, kısrak veya biye iki elle memelerinden hızla sağılmaya başlanır. Bu es­ nada kısrnk vPya bi yeıı i n başı bir yularla yardımcılar tarafından tutul-


1 7Ci --

maktadır. Bazen huysuz hayvanlarda olur. Bu tip hayvanlar için !lider de­ nilen köstekler kullanılır. Hayvan kösteğe vurulunca tepemez, hareket edemez. Böylece sağılan ilk süt saba adı verilen yayıklara konur. Sabada sığır veya deve derisinden yapılmış içinde pispek adı verilen ve özel ola­ rak ağaçtan yapılmış karıştırıcısı bulunan yayıldık kablardır. Sabaya konan ilk süte savmal adı verilir. Savmala maya olarak üzüm ve kızılcık karışımından elde edilen maya da sabaya konur. Pispekle aralıklı zamanlarla pişpeklenir. Böylece üç - beş gün sonra ilk kımız içmeğe hazır ve kıvamındadır. İlk kımız büyük bir şölenle içilir. Bu şölene gene bütün eş - dost, akraba ve civar avıllar çağrılır. Bu şölen de bundan önceki kısımlarda gördüğümüz eğlenceler tekrarlanır. Fakat, kı­ mız içme basi, (bahis) burada yapılır. Bu bahislerde bir saba, yarın sa­ ba, bir iki tencere kımız içenler olur. Bir saba yaklaşık olarak 500 litre kımız alır. Bahisler, bir oturumda başlar, 24 saat veya 48 saat gibi zaman arasında biter.

Kulınh biye cel arkan baııında


KIMIZIN PROFİLAKTİK ÖZELLİKLERİ

Kımız başta verem, astım, zatüre, kalp ve damar hastalıklarıyle kadın hastalıklarına şifa olduğu ilmi bir gerçektir. Bugün Rusya'da, İngiltere'de ve Amerika'da bu hastalıkları tedavi için kurulan ve halen de faaliyet gösteren hastahaneler bulunmaktadır. Biz eserimizde, kımızın yapılışını görmüştük. Fakat, bu tarihi Türk içkisinin ilmi sentezlerini vermemiştik. Bu konuda elimizde 1940 yılında N. Turgun Uluğtuğ'un ve 1945 de yayınlanan Dr. Poznikov'un •Kımızı. adlı eserleri bulunmaktadır. ( * ) Dr. Poznikov'un adı geçen eserine bir makale ile kımızın fiziksel ve kimyasal yapısını ortaya koyan Dr. Mar­ kov'un, bu önemli makalesinin bir bölümünü aşağıya aynen alıyorum: u Kısrak sütünde bulunan gıda maddeleri, bu ekşime esnasında kim­ yevi tahavvüle uğrarlar; yani kısrak sütündeki Kazein ve Albuminler Asitamin ve Pepton'a tahavvül ederler ki bunlar mide ve bağırsakları­ mızda yeniden kimyevi tahavvüle ihtiyaç kalmada,n hazım cihazlarımız tarafından doğrudan doğruya emildiğinden dolayı hastanın beslenme du­ rumu az zamanda iyileştiği gibi mide ve bağırsaklar da yorulmaz, yıpran­ maz ve gıda maddelerinin kimyevi tahavvülü için lüzumlu olan üsareler­ den talsarruf edilmiş olur. Kısrak sütünde bulunan ŞEKER; Sütasidi (Asitlaktik) , Alkol ve A­ sitkarbon'a ayrılır ki bunlar hazım cihazlarımızın salyalı tabakaları (mu­ kasa'sı) na ve hazım bezlerine uyandırıcı (münebbih) bir tesir yapar. Ha­ zım ifrazatının miktarı artar neticede yediğimiz gıdarıın tadı bilinir, iştah açılır. Asitlaktik: Kımızın sütasidi, vücudumuzu zehirliyerek tahrip eden bağırsak mikroplarının döküntülerini zararsız bir hale sokar. Vücudumuzca emilen (Assimilation) gıda maddelerinin işe yaramıyan artıklarından (Dessimilation) husule gelen zararlı maddeler, kımız teda­ visiyle, iyice temizlenir ve gıdanın temessül kabiliyeti yükselir. Hasta(•)

Kımız, N. Turgun Ulugtuğ 1940, Ankara, Kımız, Dr. Poznikov 1 945 İ st a n

­

bul . Okıırlarımıza bu konuda bu iki eseri tavsiye ederiz. (H.B. Gayretullah)

F : 12


1 78 - !a rda kilo alma, vücut dayanıklığı ve enerj inin artmasndan dolayı kımızın tazelik verici tesiri belli olm. Adeta gençliğe kavuşulmuş gibi hissedilir. Bu hassal'lırından dolayı kımız yalnız iştiha açan ve kilo veren amil ol­ mayıp aynı zamanda kanı temizleyen, sinir sistemlerini sağlamlaştıran ve bütün vücude afiyet bahşeden değerli bir gıdadır. Muhtelif hayvan sütlerinin kimyevi terkip ve izafi ağırlığını gösterir tablo Siitler · ------- ·-

Kısrak Eşek Deve Keçi İnek Kadın

Su %

90,26 90,12 86,52 86,88 87,27 87,58

Mevaddi rilsubiye

9,74 9,88 13.43 13,12 12,73 12,42

1z.afi

Albumin Kazein

Yağ

Şeker

Tuzlar

ağırlık

1,86 1,85 4,70 3,76 3,39 2,01

1,06 1 ,37 3,07 4,07 3,68 3,74

6,05 6,19 5,59 4,44 4,94 6,37

0,32 0,47 0,77 0,85 0,72 0,30

1,034 1,033 1,029 1,032 1,031 1,029

Bu tabloda gösterilen vasati evsaf, türlü mıntakalarda yetişen ve bel­ libaşlı hayvan ırklarından alınan, süt halitaları üzerinde yapılan tahmini bir evsaf vasatisidir. Sütün kimyevi terkibini · muayyen ve mukarrer bir rakamla göstermek çok müşküldür, çünkü hayvanların ırkları, yaşadıkları yerlerin coğrafi mevkii, otun nevileri, yedikleri yemler gibi birçok amil­ lerin tesirinden dolayı sütün kimyevi terkibi de değişir. Bu gibi ayrı ayrı faktörlerin, kısrak sütünün kimyevi terkibine ne tesiri olduğu hala tespit edilmemiş ise de muhtelif cins kısrak sütlerinin ayrı ayrı kimyevi husu­ siyetler taşıdığı şüphesizdir. Mesela: Dr. Garte tetkikinde, stepte yaşıyan kısrakların sütünde % 7 ,2 ve stepsiz yerlerde yaşıyan kısrakların sütünde % 5,9 şeker bulunmuştur.» Dr. Karrik ve Poznikov'lar; kımız yapmak için yalnız başkırt ve Kır­ ğız kısraklarının sütü müsait olduğunu gösterirler. Hakikaten de Başkırt ve Kırğızların steplerinde asırlardan beri yalnız süt hayvanı olarak yetiş­ tirilen kısrak cinsleri mevcuttur. Maamafih, Rus ve Kalmukların kısrak cinsleri de bu maksada uygun olabilir. Yemlerin süt terkibine tesiri, kımız yapan mütehassısların dikkat nazarlarını çeken başlıca meseledir. Bu hususta, eskiden kımız yapan mütehassıslardan Ubaydullah ve Heybetullah'a göre kımız kısrakları için en iyi ot Stepotu (Stipa) dur. Bununla beraber, (Triticum repars) , kara­ muk ve delice buğdayı gibi otlar da kımız kısrakları için yarar otlardır. İlk sağışta elde edilen süt ikinci ve daha sonra sağılan sütlere nispet­ le daha az yağlı olur. Dr. Şipini'n tertip ettiği aşağıdaki tabloya bakalım:


- 1 79 Yağ değişme nispeti Sağı m

Sabah sütleri

1 inci

0,6-0,8=0,7

2 nci 3 üncü

1 ,9-2,5=2,'2 2,0-2,8=2,3

Akşam sütleri

öğle sütleri

1, 0- 1 ,9 = 1 ,3 1,8-2,2=2,1 2,4-2,8=2,6

1 ,4-2,2= 1,9 2,3-2,6=2.,9 2,5-3,4=2,9

Yirmidört saatte ortalama olarak : 2,1

Kısrak sütüılün hususiyeti Kısrak sütü hem fizik, hem kimya bakımından, inek sütünden çok farklıdır. En bariz fark sütün kazein kısmında görülür. İnek° sütünün ter­ kibinde bulunan kazein, süt ekşidiği zaman; kaba, yayvan, çabuk çöken tortular halini alır. Kısrak sütü kazeini ise, süt ekşidiği zaman ufak pa­ muk parçaları gibi, fevkalade ince ve sütün mayi haline tesir etmiyen, ağızda duyulmıyacak kadar ufak zerreler halinde sütün içinde yüzer, bu bakımdan kadın sütüne benzer. , Bilumum, hayvanların sütü, kazein ve albuminin miktarına göre iki grupa ayrılır: Kazein miktarı '/ı 75-i tutan sütlere «kazeinli sütı> ve Al­ bumin - Globulin miktarı % 25 ten fazla olan sütlere «Albuminli süt» de­ nir. Aşağıdaki tabloda muhtelif sütlerin terkibindeki Albumin ve kazein mi k t::ı. rı gösterilmiştir. Sütler

Kadın Beygir Eşek Keçi İnek

Kazein %

Albumin ve Globulin %

53,3 35,0 35,0 25,0 12,7

46,7 65,0 65,0 75,0

87,3

Bu tabloda görüldüğü üzere, beygir ve eşek sütü, insan sütü gibi al­ büminli süt grubundan olduğu için üzviyetimizce kolaylıkla benimsenir. Albüminli sütler az yağlı fakat şekerce zengindir. Şeker bakımından da kadın sütüne yakın olan kısrak sütünde yağ, başka sütlerdekine nisbeten, azdır. Madeni tuzlar ise % 0,3 ile % 0,39 arasında değişiklik gösterir.

Kısrak sütü tuzunun nisbi terkibi Potasyum Sodyum Kalsium

% J)

25,14 3 ,38 3 0,0 9


1 80 - Magnezium Demir oksidi Fosfor Klor

» »

5,04 0,37 31 ,86 7,5

Kımız, kısrak sütünün asitlaktik ve alkolünün fermentation'undan husule gelir. Kısrak sütünün başlıca fiziki ve kimyevi tahavvülü bu iki esas unsurdan ileri gelir. - Bu arada birçok tali ameliyeler de vukua gelir ki bu karışık ameliyeler dolayısiyle kımız, kısrak sütü terkibinde bulun­ mıyan maddelerle zenginleşir. Kımızın bu fermentation şekli, içerisinde fevkalade karışık ve müteaddit kimyevi ameliyeler yapılan bir laboratu­ vara benzer. _

Kısrak sütündeki alkolün tahammürü (Fermentasiyonu) Tahammür esnasında maya hücrelerinin içerisinde Enzyml'er te­ şekkül eder ve hücrelerin etrafında bir şeker tabakası vücude gelir ki, bu ameliyeye •Alkolün tahammürüıo denir. Alkol tahammürünün (Fermentasiyon) kimyevi durumu : Alkolün tahammürü esnasında çok karışık (kompleks) bir takım ameliyeler cere­ yan eder, bunun teferruatı şimdiye kadar aydınlatılmamış ise de esas ve muayyen reaksiyon şundan ibarettir : Glocos'un şekeri etylen ve asitkar­ bon'a tahavvül eder. Bu reaksiyonun formülü şu şekilde gösterilebilir : CHO

=

2 C H O + 2 CO + 51 kalori.

Alkol mayası, muhitindeki - asitkarbon menbaı olan - şekerle besle­ nir ve kendinde mündemiç enerj iyi başka kimyasal ameliyelerin başarıl­ ması için kullanır. Asitlaktiğin tahammürü ve kimyevi durumu : Asitlaktiğin tahammürü birçok kimyevi unsurların terekkübiyle hu­ sule gelir. Yani kısrak sütü terkibinde olan sütşekeri bir miktar su ile birleşerek aşağıdaki formülde gösterildiği gibi, monosakkaros'a tahavvül eder. C H O + H O Sütşekeri Su

=

2C H O Monosakkaros

Bundan sonra asitlaktik, bir takım mikropların tesiriyle, formülde gösterildiği gibi, kalori hasıl eder: CHO

=

20 H CH (OH) COOH

=

aşağıdaki

34 Kalori

Alkolün · ıahammürü için lüzumlu olan başlıca şartlar : Mayanın hayati kabiilyetini ve tahammür ameli yesini aya rl ıyan ba!'j-


- 181 l ı ca

amiller :

1) Isı (temperatur) ,

2) Gıda maddelerinin inhilal esnasın­

da tekasüfü (concentration ) , 3) Havalanma (aeration) derecesidir.

Kımız yaparken, kısrak sütü esaslı bir değişmeye uğrar; asitlaktik mi kroplarından çıkan maya (ferment) tesiriyle sütşekeri bir kısım su ile birleşerek monosakkaros'a tahavvül eder. Bu monosakaros'un bir kısmı asitlaktiğin iki kısmına kaı:ışır, bir kısmı da mayadan çıkan · enzime'nin tesiriyle alkol ve asitkarbona tahavvül eder. Böylelikle, kımızın teşekkülü esnasında sütşekeri mütemadiyen eksilir. Fakat normal kımızda tama­ men kaybolmaz. Demek oluyor ki ; kımızın sütekşisi, alkol ve asitkar­ bonu kısrak sütündeki şekerin hesabına teşekkül etmiş bulunuyor. Yani kımızın olgunlaşma ameliyesi devam ettikçe, onun kimyevi terkibi de durmadan değişir. Kımızın olgunlaşması esnasında, kımız terkibinin değişme dereceleri Kımız · -- --· - - -

İzafi ağırlığı Su Sütşekeri Asitlaktik ekşiliği Alkol Yağ Tuz Kuru maddeler Albumin yekunu

3 saatlik

6 s.

12 s.

18 s.

48 s .

24 s.

1,0243 1 ,0235 1 ,0264 1,0228 1 ,0212 1 ,0224 90,91 2,11 91 ,39 92,56 92,96 92,63 3,56 4,02 0,98 2,53 3,13 2,27 0,76 0,86 1 ,1 0,99 1 ,03 0,6 0,69 1 ,25 2,06 0,86 2,1 bundan sonra değişmez. " " 0,36 8,61 7,04 7,44 7,89 7,37 9 ,09 1 ,98 bundan sonra esaslı değişmelere uğrar.

r: "!

/r »

»

J)

»

Kımızın Albumin maddeleri, mikroplar tarafından ifraz edilen maya ve sütekşisinin Hydrolik tesiriyle, Asitamin ve P�pton'a tahavvül ederler. Albumin maddelerinin, tahammür neticesinde, tahavvül şekli aşağı­ daki tabloda gösterilmiştir. Kısrak sütü

Kazein Albumiıı

Kımız 1 1! saatlik

2,1

Ol /(.'

1,9 0,6

7< »

24 saatlik

1,4 o

% J)

48 saatlik

1 ,1 o

% »

tetkikçilerin aldıkları neticelere göre, muhtelif memleket­ IC' rrlP yapı l : ı r ı , k ı m ı z l a rın ortalama kimyevi terkibi aşağıdaki tabloda gösM uhtel i f

1.P ri l m i � l i r.


- 18'2 --

Kı mızın terkibi

Kazein Laktalbumin Pepton Muhtelif azot Alkol Asitlaktik Asitkarbon Laktose (sütşekeri) Küller Yağ İzafi ağırlık

Başkırdistan

0,225 0,053 0,056 0,034 1 ,000 0,91 3,26 0,31 1 ,70 1 ,017

Troytski Orenburg

0,16 0,15 2,77 0,99 0,16 1,71 0,31 1 ,90 1,014

1,25 1,03

Almanya

tngiltere

0,239 0,050 0,086

0,13 0,042 0,12

0,56 0,45 0,10 4,02 0,50

2,93 1 ,08

2,27 0,36 2,10 1 ,0224 - -

0,50 0,35 1,12

Ame- Türkirika ye

0,76 0,47 0,83 1,38 '2 ,05

0,2 0,05 0,051 0,035 1,10 0,97 0,1 1 3,10 0,35 1 ,55 1,03

Bu tablodan anlaşılıyor ki, muhtelif memleket ve mıntakalarda yapı­ lan kımızların kimyevi terkipleri aynı derecede değildir. Bu fark madeni tuzlar ve yağ gibi sütün değişmiyen kısmında görüldü gibi ; sütekşisi, al­ kol, şeker, asitkarbon ve albüminlerde yani sütün değişen kısmında da görülür. Bu tabloda, değişmiyen kısımlarca görülen farkın muhtelif şerait tesirinden ileri geldiği kanaatindeyiz. Sütün kimyevi terkibine, kısrak cinsleri, iklim ve gıdanın hatta sağma zamanlarının bile tesir ettiği ma­ lumdur. Kımız yapma esnasında, sütün değişen kısmında görülen fark ise (sütasidi, şeker, alkol, asitkarbon ve albümin) kımız mayası için her yer­ de aynı mikroflor_un kullanılmaması ve kımız yapma usullerinin muhtelif şekillerde olmasından ileri gelebilir. Şüphe yok ki, kımız yapma usulünün de kımızın kimyevi terkibine tesiri vardır. Aşağıda görüldüğü veçhile, kımız bazı mıntıkalarda yüksek derecede, bazı mıntıkalarda ise aşağı derecede, bazı yerlerde açık kaplar­ da, bazı yerlerde kapalı şişelerde tahammür ettirilir. Kazak ve Kırgızlar­ da ise deri kaplarda yapılır. Bu gibi çeşitli tahammür usulleri, tabii ola­ rak, kımızın biyoşimik olgunluğuna türlü türlü tesir yapar; bazısında sü­ tekşisi zengin, alkol az, bazılarında da alkol fazla olduğu gibi bazılarında da albüminlerin parçalanması (decomposition ) kuvvetli , bazılarında za­ yıftır. Kımız, ortalama olarak, üç tipte yapılır: Hafif, orta ve kuvvetli. Dr. Vill, Karrik ve bazıları hafif kımız olarak 24, orta kımız �larak 48 saat­ lik ve kuvvetli kımız olarak da 3 - 7 günlük kımızları gösterirler. Dr. Or­ lov ise hafif kımız için 6-8 saati, orta için '24 saati, kuvvetli kımız için de 2 - 3 günü göstermektedir. Dr. Vlasov'a göre, kımızın olgunluk derecesini tayin için , izafi ağır­ lık ve ekşilik derecesinin de nazarı itibare alınması Iazımdır.


-- 1 83 -

Kımızın olgunluk derecesini gösterir tablo (Dr. Vlasov'a göre) Kımız

Hafif Orta Kuvvetli

Ekşilik

lzafi ağırl ık

5 - 40 40 - 50 50 - 200

1,035 - 1 ,030 1,030 - 1 ,025 1 ,025 - 1 ,003

Bu şema, bilhassa orta derece kımız için, münakaşayı ortadan kaldı­ ramaz. Bizim tecrübemizde, orta kımızın ekşilik derecesi 100 - 1'2 0° T. ara­ sında olur. Fakat yalnız izafi ağırlık ve ekşilik derecesinin tesbiti kafi gel­ mez. Prof. İnihov, kımızı tiplere ayırmak için alkol derecesini de nazarı itibare alır. Dr. Jilin ise, bütün bunları gözönünde bulundurmakla bera­ ber, bu işte kımızın lezzetini bakarak denemeği de lüzumlu bulur. (Jilin'in şeması) Kımız

Hafif Orta Kuvvetli

Asitlaktikte ekşilik miktarı

0,7 - 0,8 j; 0,9 - 1 ,0 1,1 - 1 ,2 » »

Alkol m iktarı

0,6 - 0,9 '/-�, 2,0 - 3,0 2,0 - 3,0 ,, »

Tadı

---- -------·· - �------

Tatlı l\/Iayhoş (ağzı buran) Ekşi

Jilin ile İnihov'un bu şemalarını, günlük tecrübemizde, kımız derece­ sini tayin için hem kolay hem kullanışlı buluyoruz. ,, * **


KIMİZIN TEDAVİDEKİ ROLÜ

Dr. Markov'un bu incelemesinden sonra, kendisi de kımızla tedavi et­ mekle ön salan Dr. Poznikov, eserinde Kımızın hastalıklar üzerindeki et­ kisini de araştırmış ve bu konuda oteride olarak bilinen Dr. V. K. Ogorod­ nikov ve Dr. F. O. Şvey'e de yer vermiştir. Biz de bu iki doktorun incele­ mesinin bir bölümünü buraya aktararak okurlarımıza kımızın tedavideki rolünü göstermeğe çalışacağız: • Kımızın ne gibi hassaları vardır ki bunlar, içtimai sigorta müessese:.. !erinin ve büyük bir hasta kitlesinin dikkat nazarlarını Üzerlerine çeker? Terkibi itibariyle inek sütünden çok farklı olan kısrak sütü tahammür esnasında esaslı tahavvüle uğrar; Albumin maddeleri kısmen Pepton'a, Sütşekeri de Asitlaktik, Alkol ve Asitkarbon'a tahavvül eder. Asitlaktik ile Alkol kımızın tahammuru ile mütenasip olarak, sütşekerinin umumi miktan hesabına inkişaf eder ve kımızın kalitesine müessir olur. Pratik olarak kımızı üç kalite (derece) ye ayırırlar: Hafif, orta ve kuv­ vetli. Bu derecelerin tespiti için de kınuzın izafi ağırlığı ve Asitlaktiğin ekşilik derecesi gözönünde tutulur. (Prof. İnihov'un tablosu) Kımız

Zayıf Orta Kuvvetli

Ekşilik derecesi

90 - 100° den fazla değil 1 1 0 - 1 20° den fazlası 120°

tzafi ağırlığı

1,025 1,020 - 1,015 1,015 - 1,010

Kımızın terkibinde olan mühim maddeler : Ufak ve ince zerrelerden müteşekkil albümin, asitlatik, Alkol, asitkarbon ve vitaminlerdir. Bu­ radaki albuınin en mühim asitaminleri havi olduğu için tam kıymeti ha­ izdir ve pepton haline geldiğinden .dolayı kolaylıkla hazımolunur, vücutça iyi benimsenir. Kımızın terkibinde bulunan mühim maddenin biri de süt ekşisidir; bu bir taraftan gıdanın hazım durumunu iyileştirdiği gibi vücuttaki asi­ talkolün muvazenesine de tesir eder. Kımızın az miktarda olan alkolü, kalb damarları, sinir sistemleri ve teneffüs cihazına münebbih olarak te-


- 1 85 si r eder. Kımızın asitkarbonu ise hazım yollarındaki hareket ve emme fonksiyonlarını takviye eder. Kımızın tuz terkibinde kalsium maddesi bol olduğundan dolayı uzvi­ yetimizde tuz maddelerinin normal mübadelesi temin olunur. Kımızın terkibinde bulunan, biyoloj ik ehemmiyeti haiz A, B, C vi­ taminleri, onu bir tedavi vasıtası yaptığı gibi hastalıklardan koruyucu amiller arasına da sokmuştur. Bu suretle kımız, tedavi edici ve hastalık­ lardan koruyucu bir kompleks olmasından dolayı, bütün uzviyete ve ay­ rıca uzviyetin muhtelif kısım ve sistemlerine, çeşitli tesirler yapar. Dr. Karrik, kımız terkibindeki asitlaktik ve alkolün, hazmı kolaylaş­ tırıcı hassası üzerinde tetkikler yaparak, midenin normal işlemesini te­ min eden bir amil olduğunu tesbit etmiştir. Son zamanlarda kımız üzerin­ de yapılan tetkik ve çalışmalar da (Prof. Zarnitsin, Prof. Vişnevski, Mak­ sud ve Kutsu beyler) kımızın, supasit hastalığında mide ifrazatını arttır­ dığı ve mide ifrazatınının anormal yükselmesinden ileri gelen hastalık­ larda da ifrazatı normalleştirdiği, ifrazatın, asit ve tuzasitlerinin azalma­ sını gösteren mide hastalıklarında, mide iltihaplarında (gastritis) bir te­ davi vasıtası olduğu mide ve bağırsakların tenbelleşmelerinden ileri ge­ le'n hastalıklarda, bu organların takallüs kabiliyetini arttırdığı görülmüş­ tür. Kımızın sütekşisi floru, uzviyetin bağırsak ve mide zehirleriyle ze­ hirlenme (auta - toxication) hallerinde, hem koruyucu hem tedavi edici­ dir. Sütekşisi floru'nun, bağırsaktaki mikrop toksinlerine ve burada yer­ leşen zararlı mikropların yaşamasına karşı, aldığı mühim rol Dr. Meçni­ kov tarafından da kaydedilmiştir. Kımız, bilhassa gıdadaki albumin maddelerinin tam olarak alınma­ sını temin eder. Dr. Model ve Kozin'in bu sahadaki çalışma raporların­ dan alınan malumat; kımızla tedavi esnasında yenilen gıdadan vücutca benimsenen albumin ve kazain miktarı, aynı sanatorium rejimi altında, aynı gıdalar ile beslenen fakat kımız kullanmıyan hastaların hazımedebil­ dikleri albumin miktarından fazla olduğunu gösterir. Kımızın tesiri yalnız mide ve bağırsaklara münhasır kalmaz, kalbe ve damar sistemlerine de nüfuz eder. KıJl1ız istimalinden az sonra kalp dı;ı.rabını sıklaşır, nabız çevresi genişler. Bazı hastalar, ilk anlarda biraz kalp çarpıntısı hissederlerse de bu hal çabuk geçer. Bu sebeple bazı yazı­ cılar, kımızın tesiriyle kan tazyikinin arttığını kaydederler. Dr. Rubel'e göre kımız kalp ve damarları sistemine normal çalışma kabiliyetini sağ­ layan bir amildir. Birçok tecrübeler göstermiştir ki kımızla tedaviden sonra, kalbin fon ksiyon kabiliyeti iyileşir, nabız tam kuvvetli olarak işler. Başkırdi stan sigorta müdürlüğünün «Çehov• adına açmış olduğu, kı­ mızla tedavi , m iiessesindeki hastalar üzerinde, 1931 senesinde Prof. P. Yu. BP rl i ıı ' i n n • l ı l ll'rl i (! İ a l t ın da yaptığımız tetkiklerden �u netice alınmıştır : ,


- 1 86 Müşahede altına aldığımız hastalarda, kımızla tedavi neticesinde kal­ bin fonksiyon kabiliyeti artmış, nabız tam randımanla çalışmaya başla­ mıştır. Bazan nabzın hafifçe sıklaştığı hazan da tansiyon yüksekliği ve ne�es darlığı (Pause) görülmüştür. Tetkik neticesinden birkaç örnek : Hasta P. (Erkek) , Teşhis: Prodüktiv. - Fibröz Kavern mahiyetindeki iki taraflı ciğer teberkülozu, kalpte myastheiıie mevcut. Bir ay zarfında orta dereceli kımızdan 15 litre içmiş. ·

_

Netice :

Kımızla tedaviden evvel Efordan Efordan Nabzın tabii evvel sonra hali

Nabız Kan tazyıkı

78 97/60

1 14 1 14/64

Nabzın tabii halinde

Teneffüs

25

10

1 03/76 5,5"

Tedaviden sonra Efordan evvel

Efordan sonra

84 103/76

108 1 14/71

24

16

Nabzın tabii hali

105/70 4,1 "

Hasta R. (Erkek) , 34 yaşında, teşhis: Produktiv-Fibröz tabiatta, iki ciğerde de teberküloz, II B Koch + Myokardit. Bir ay zarfında orta de­ receli kımızdan 30 litre içmiş. Netice :

Kımızla tedaviden evvel Efordan Efordan Nabzın tabii evvel sonra hali

Nabız Kan tazyıkı

48 92/58

78 90/54

20

15

Nabzın tabii halinde

Teneffüs

88/52 5,5"

Tedaviden sonra Efordan evvel

Efordan sonra

60 85/64

96 95/65

36

18

Nabzın tabii hali

54 89/62 4"

Hasta İ . (kadın) , 30 yaşında. Teşhis: Produktiv-Fibröz tabiatta sol ta­ raflı ciğer teberkülozu, II Koch B., kalpte nebruz. Bir ay zarfında 28 litre kımız içmiş. Netice :

Nabız Kan tazyık1

Kımızla tedaviden evvel Efordan Efordan Nabzın tabii evvel sonra hali

Efordan evvel

Efordan sonra

72 99/66

108 100/64

66 102/70

96 104/66

50

33

44

32

Nabzın tabii halinde

Teneffüs

Tedaviden sonra

95/68 3,1"

Nabzın tabii hali

96/72 3,4"

Hasta S. (erkek) , 34 yaşında. Teşhis: Fibröz - Apitsin A. 1 , nevrasteni, bir ay zarfında 45 litre kımız içmiş.


- 187 Netice :

Kımızla tedaviden evvel Efordan Efordan Nabzın tabii evvel hali sonra

- -�------ -- -----------

Nabız Kan tazyıkı

54 108/78

78 1 15/80

Nabzın tabii halinde

Teneffüs

-----

1 12/78 6,1"

Tedavi den sonra Efordan evvel

Efordan sonra

66 1 16/70

90 124/66

39

20

Nabzın tabii hali

1 14/72 3,1"

Hasta S. (kadın ) . Teşhis: Sağ ciğerde Produktiv Fibröz tüberküloz, 1-11 B. Koch, kalpte myastenie. Bir günde iki liter kımız içmiş. Netice :

Efordan Efordan Nabzın tabii evvel sonra hali

Nabız Kan tazyıkı

90 1 04/68

126 98/74

30

23

Nabzın tabii halinde

Teneffüs

Tedaviden sonra

Knruzla tedaviden evvel

96 1 02/66 0,3"

Efordan evvel

Efordan sonra

96 98/65

126 106/68

26

18

Nabzın tabii hali

96/64 4"

Bu şekilde, 38 hasta üzerinde yaptığımız tetkikler göstermiştir ki; kı­ mız kalbin damar sistemlerine iyi tesir ettiği gibi kalbin fonksiyon kabili­ yeti zayıflamış hallerde de iyi netice verir, kalbin fizik çalışmalara olan dayanıklığı artar. Prof. Gereev ve Kramovlar, kımızla tedavi neticesinde kan farbe İndexinde Hemoglobinlerin ehemmiyetli miktarda yükseldiğini ve Leu­ cocyte nisbetinin iyileştiğini kaydeder. Dr. Karrik'a göre teneffüs te de� rinleşir. Kımız içildiği anda sinir sistemlerine münebbih tesir yapar, bunu hafifçe bir sarhoşluk takibeder ve arkasından uyku hali görülür. Kımızın verdiği keyf hoştur, bunu üzücü neticeler takib etmez. Kımızın, böbrekler sisteminde de tesiri görülür; günlük idrar miktarı artar, bünye iyi yıkan­ mış ve iyi temizlenmiş olur. Kımızla tedavi esnasında bütün hastaların kilosu artar, Dr. Gubev; Hastalarda kilo artmasının, hazan _ tedaviden evlerine döndükten sonra da devam ettiğini müşahede etmiştir. Bu hususta ehemmiyetle kaydedilmesi lazım gelen bir nokta ; bu kilo artmasının yalnız yağ toplama hesabına ol­ mayıp, adclc n esiclerinin de genişlemesinden ileri gelmesidir. Dr. Pozni­ kov, K ı m ızla tedavi edilen hastalar üzerinde yaptığı tetkiklerden aldığı ı ı e t i eı • y i , � ı ı lwı:ı V<' k < ' s i n form ü l i le ifade eder: •Nutrit, Raborat et Alte-


- 1 88 rat• - Besler, sağlamlaştırır ve Tazeler. Kımızla tedavi neticesini uzun sen eler tetkik eden · mütehassıslar kınuza, tedavi ve hastalıklardan koru­ yucu vasıtalar meyanında, Iayık olduğu mevkii vermişlerdir. Kımızla tedavi bilhassa, şu hastalık hallerinde tavsiye edilir ve neti­ ce verir: Kanazlığı, yorgunluk, iştahsızlık, hazımsızlık ve şiddetli bron­ şitlerin nekahat devrelerinde. Bu gibi hallerde 10.zumu kadar kilo aldık­ tan sonra kırıklık gider, neşe artar, çalışma arzusu ve içtimai işlere ilgi uyanır. Verem hastalığının bazı şekillerinde, mesela: Fievrisi az ve Allerj ik reaktionu az olan, kanazlık ve iştahsızlık gösteren Plevra tüberkülozların­ da; tabii ve hafif ateşli ve müzmin şekil alan tüberkülozun, ciğerin iki tarafında ise, ikinci devresinde ve ciğerin bir tarafında ise 3. üncü dev­ resinde; 38° hararetten yukarı olmıyan, mahdut infiltrosiyonlu fakat her an nüksedebilen Ulserasiyonlu vakalarda; bir veya iki taraflı - sun'i Pne­ umothorax'lı vakaların iyi şeklinde yani kalpte decompensation görülme­ diği hallerde; Ulsere olmamış kemik ve mafsal vereminde, kımızla tedavi iyi netice verir. Fakat veremin Akut şeklinde kımızdan istifade edilemez. Mesela: Çok ilerlemiş ve hızla ilerlemekte olan veremlerde; Galopan şe­ killerde, had yaralı, sık Hemoptizi'li hallerde; Ciğer nesci ileri derecede harabolmuş müzmin veremde; kalbin fonksiyon kabiliyetleri çok bozul­ muş veremde; derin yaralı gırtlak tüberkülozlarında; bağırsak veremin­ de, kımız aksi tesir yapar. Mide karhası, Pylorus daralması gibi organik mide hastalıklarında, keza : Bütün kalp ve devran sistemi hastalıklarında yani tam Compensati­ on bozukluklarında, karaciğer, safra kesesi ve safra yolları hastalıkların­ da, sinir sisteminin fazla hassas olduğu anlarda, Bzedov (Basedov) ve şe­ ker (Diabet) hastalıklarında, Şişmanlama vakalarında, kımız tedavisi tav­ siye edilemez. Kımızın, tedavide önemle kullanıldığı yer ciğer ve guddelerdeki ve- 1 rem hastalığıdır. Kımız uzviyetçe çabuk emilerek, çabuk tesir ettiğinden dolayı tüberkülozluların tedaviisnde mühim rol oynar; neticede öksürük seyrekleşir, balgam azalır, hararet düşer; gece terlemesi kaybolur, iştah açılır, cevvaliyet hissedilir. Bazan tedavinin ilk anlarında, ciğerde hastalık merkezinde aksüla­ mel olarak katarral (Catrrhal) vaziyet tezahur edebilir, tedavi devam et­ tikçe, bu merkez etrafındaki iltihap azalır - hafifler neticede katar (Ca­ tarrh) geçer. Tetkik ve tecrübeler göstermiştir ki, kımızla tedavi netice­ sinde veremli ciğerin nescinde Fibrozlar teşekkül eder, iyileşir. Bilumum, Tüberküloz hastalan kımızla tedavi neticesinde 2 kilo alılrar bazen 8 kilo alanlar da olur. Dr. Nagibin, Mihaylov ve Darkçeviç'in çalışmaları neticesinde görül­ müştür ki, gün l ük hayat şeraiti içinde çalışmalarına devam eden hasta-


. - 1 89 larda da kımızla tedavi, senenin bütün mevsiminde müsbet netice vermiş yani kımızın tesiri, Step havası ve Sanatorium rejimi haricinde de görül­ müştür. Ufa şehrindeki · Okteabir» matbaasında gece çalışmalarına devam eden, Tüberkülozlu işçiler üzerinde yaptığımız tetkikler neticesinde de, kış mevsimi olmasına· rağmen , kımız tedavisinin iyi netice verdiği anla­ şılmıştır; hastalar kilo almış, kendilerini iyi hissetmiş ve bazılarında çalış­ ma kabiliyeti artmıştır. Kımızda, vücutçe iyi benimsenen Albumin , Yağ ve Şekerin bulunma­ sı ve bir litre kımızdan tahminen 500 kalori alınabilmesi, onun mükemmel bir rejim gıdası olarak kullanılmasına imkan vermektedir. Dr. Horamov'a göre, kımızın Albumin grubu yumurtanın Albumin grubundan daha yük­ sek değerdedir. Hayatımız için mutlak olarak lıizumlu vitaminlerden A, B, C Vita­ minlerini haiz oluşu, Kımıza Profilaktik sahada mühim yer verir. Kımı­ zın yağından gelen Lipo - Vitamin A, normal büyümenin fiziyoloj ik fak­ törüdür. Dr. Model'e göre, gıdadan kafi miktarda Lipo - Vitamin alınma­ dığı hallerde teneffüs yollarının hastalıklara karşı mukavemeti azalır. Asitlaktiğ'in tahammuru ile husfıle gelen maya, kımızı Antinevuro­ tik Vitamin B ile zenginleştirir. Antiskorbutik olan Vitamin C ise kımız­ da inek ve kısrak sütündekine nisbeten fazladır. Profilaktik ve gıda değerinden dolayı, kımızın geniş halk kitlesi ara­ sında daimi bir içki olarak kullanılması temin edilmelidir. Bilhassa çalışan tabaka arasında taammun etmesi hem sıhhatlarının korunması hem de iş veriminin artmasına sebep olur. Tadı hoş ve tam değerli bir gıda olan kı­ mızda % 1 2 nisbetinde alkol · olmasından dolayı, halk kitlesi içinde, An­ tialkol bir faktör olarak kullanılması da Alkollü içkilerin tahdidine se­ bep teşkil eder.• -

Kımızın fiziksel, kimyasal yapıları ile hastalıklar üzerindeki bu özel­ liklerini gördükten sonra, bugün Türkistan'da verem, kalp, damar, zatüre ve kadın hastalıklan gibi vs. hastalıklarında görülmediği de bir gerçektir. Batı edebiyatında verem, yıllarca işlenen bir tema iken, Orta Asya Türk­ leri bu hastalığı tanımıyordu, bile . Orta Asyalı kadın doğurgandır. O, batı dünyasındaki hem cinsleri gibi derdine derman aramamaktadır. Keza, erkekleri de sağlıklı ve sağ.:. lam yapılıdır. Bunun tek sebebi kımız denilen •Ah-u hayat- tır. Artık kımız mevsimi sona ermiş ve kımızın verdiği mahmurlukla gü­ ze hazırlanma zamanı gelmiştir. Güz, töllerden son bir defa daha ürün al­ ma çağıdır. Bu ürün bütün bir yaz boyunca yaylanın çimeninde yayılarak semiren küçük baş hayvanların kırpımından alınacak yün ve yapağılar­ <lır. H u n u ı ı i ı; i n dl', Közl'v adı verilen yeni konak yerlerine göç etmek boz-


- - 190 kır hayatının kendisine özgü bir özelliktir. Közev, sonbaharın ılık gün­ leriyle, serin gecelerinin yaşandığı ve kışa kesin olarak hazırlanan bir yerdir. Bu bakımdan yayladan dönülürken közev yerinin de, otlaklı, sulak ve alınan yün ürünlerinin pazarlanması için kente yakın olması gerekir. Közevde (güzlük) , hümmalı bir çalışma olur. Bu çalışmaların başlı­ caları aköyler için kiygiz (keçe) yapımı gelir. Bildiğimiz gibi küçük hay­ vanlar yılda iki defa kırpıma tabii olurlar. Bunlardan ilkbaharın sonuna doğru kırpımından elde edilen ölü yünlere cabağı (yapağı) denildiğini biliyoruz. Bu yünler keçe yapımı için ideal yünler değildir. Hele, aköy­ ler için yapılacak aksersuarların çok beyaz ve tok yünlerden olması gere­ kir. İşte, bu özellikteki yün de közemde elde edilir. Bunun için de, koyun ve keçi gibi hayvanlar çok temiz akan ırmak, dere veya göl sularında çim­ dirilir. Böylece henüz hayvanın sırtındaki yünler tabii olarak yıkanmış olur. Çimdirilen hayvanlar bir veya yarım gün sonra kurur. Kuruyan hayvanların ayakları bağlanmak suretiyle yere yatırılır ve kırktık adı ve­ rilen kırpım makasları ile yünleri boydan boya veya enlemesine kırpılır. Esasen közev sözcüğü, közemek fiilinden, «kırpım» anlamına geldiğinden, bozkır Türklerinde kırpma işlemine közev denilmekte ve bu mevsim de

köz olarak adlandırılmaktadır. Közev yeri, çok çayırlı temiz ve toz toprak bulaşmıyacak bir yer ol­ ması şarttır. Böylece yıkanmış hayvanlardan, henüz sararmağa yüz tutan çayırlar üzerinde kırpımı yapılan yünler çok temiz, tok ve pamuk yumu­ şaklığındadır. Közev zamanın da bir töresi, geleneği vardır. Sürüler halindeki hay­ vanların kırpımı bir iki kişinin yapacağı iş değildir. Bunun için de civar avıllara haber salınır. Tıpkı Anadoludaki imece gibi, közev sahipleri avıl­ ları sıraya koyarlar ve sırası gelen avıl, yemekli eğlenceli bir közev har­ manı hazırlar. Közev, zamanı bilhassa kadınlar çok heyecanlı ve telaşlı olurlar. Erkeklerinin kırptığı yünleri toplamak ve kendine özgü bir iş­ lemle keçe haline getirmek onların işidir. Kırpılan yünlerin harman ye­ rinden yel ve rüzgar almamasını veya yağmur da ıslanmamasını önle­ mek için derhal kapalı bir yere taşınır. Burada türlü hayvanlardan kırpı­ lan yünler harmanlanır. Harmanlama işi, bir çember düzenindedir. Çem­ berin orta yerinde çalışma alanın kalması gereklidir. Zira, harman yığın­ larından öbekler halinde alınan yünler bu çalışma alanın konur. Öbeğin etrafında toplanan avıl kadınları tek sira halinde halka]anırlar. Dizleri üzerinde oturarak ellerinde çok sağlam bir parmak kalınlığında ve bir metre kadar uzunluğundaki sabav adı verilen çubuklarla ortadaki yün öbeğini dövmeğe başlarlar. Bir sabav harmanında 20-30 kadar kadın çalı­ şır. Böylece 40-60 çift sabavın dövmesinden geçen yünler tiftiklenmiş, l i me lime olmuş ve çok yumuşamıştır. Sabavdan geçen yünler artık ke­ �.'l' vapma i ş i ıı e hazırdır.


- 191 Bunun için de, şiy hazırlanır. Şiy, daha önceki bahisler de gördüğümüz gibi ince sazlardır. Bu sazlardan dört adet hasır hazırlanır. Bu dört hasıra, yünler tıpkı yorgana pamuk döşenir gibi döşenir. Sonra Üzerlerine sıcak su serpilir. Su serpilme işlemi bitince sular soğumadan şiy bir kenarın­ dan hemen dörülür. Şiy hasırlar artık birer silindiri andırırlar. Meydana gelen silindir şeklindeki şiy hasırlar, bellerinden bir sicimle çok kuvvetlice sarılır. Sicimiİı iki ucu ile ortasında kolluk ipler vardır. Karşılıklı duran kadınlar silindiri ortaya alırlar ve «Var-gel» şeklinde bir kaç saat yuvarlarlar. Bundan sonra keçe, şiy ha­ sırdan çıkarılır. Bu işleme taldırma (bayıltma) adı verilir. Taldırmadan çıkan kiygiz (keçe) yarı mamüldür. Hemen sıcak bir yere alınması ge­ rekir. Alındığı yere ateş yakılırsa daha da makbüldür. Silindir hasırdan çıkarılan keçeler, gene kadınlar tarafından çıplak bilek ameliyesine tabii tutulur. Karşılıklı 20-30 kadın geçeyi gene silindir şeklinde ortaya alırlar ve çıplak bilekle «Var-gel» esasına göre karşılıklı bir kaç saat yuvarlar. f şte, gerçek ve tam mamül akkiygiz (akkeçe) bu işlemden sonra elde edi­ len keçelerdir. Çıplak bilekten çıkan keçeler güneşte kurutulur. İhtiyaca göre kullanmak üzere kesim ve dikim işine sevk edilir. · Keçe işini bitiren avıl kadınlarını bekleyen bir iş daha vardır. Bu işte, ailenin bir yıllık sabun ihtiyacını halletmektir. Bunun için bozkırda çok bulunan alabota ile seksevil denilen bitkiler yakılırlar. Elde edilen sakar denilen külleri kazanda iç ve kuyruk yağı ile muamele edilir. Re­ akstyon sonunda, kestane renginde ve balmumu yumuşaklığında bir çö­ kelek hasıl olur. Hasıl olan bu çökelek topaç yapılarak kalıplanırlar. İşte, size bozkırın harika dertej anı, kuvvetli kir çıkarıcı ; bir sabun elde edil­ miş olur. Ancak, bu sabun günümüzdeki sabunlar gibi hoş koku vermeye­ bilir. Fakat, temizleme gücünün çok yüksek olduğu söylenmektedir. Közemde, kadınlar bu işlerle uğraşırlarken, erkeklerde kış için ha­ zırlık içerisindedirler. Kente inmek, yün ve benzeri ürünlerini pazarlamak kışlık aile ihtiyacını almak, kışı geçirecek olan hayvanlar için de otlaklı ve bol güneşli duldalı bir kışlık yer kıstav bulmak onların tabii görevleri arasındadır. Közemden, daha önce belirlenen ve kışın güleç güneşi ile, bol otlağı­ nı duldalarda görmek ve hayvanlarını otlatmak için Ekimin ortalarında kıstavlara (kışlaklara) göç başlar. Ekimin sonu artık kıstavlara -kışlıklara- göç etme zanamıdır. Kıstav, otlağı bol, güneş gören ve duldalı bir yer . olarak çoktan önceleri tesbit edilmiş bir yerdir. Kökdem, yayla ve közemde olduğu gibi bir avılın kıs­ tavına başka bir avıl konamaz, kışlayamaz. Zaten, kıstav o avılın tabii ma1 ı sa y ıld ı ğın d a n b i r ömür boyu ve hatta nesilden nesile kullanılır. Kıstav­ da ilk i� k ı � ı ı ı y i y l'('l' k ve katık olarak kullanılacak etlerin, henüz hayvan­ l ; ı r sl' m i :r. i k ( • ı ı k ı · �ı i l ırws i d i r. Bunun i çin ayrılan hayvanl ara sogumdık a d ı I


--

1 92 -

verilir. Sogumdık hayvanlar, ekseriya yaşlı ve iş güc ü olmıyan büyükba� hayvanlardan daha yaylada iken seçilir. Bu hayvanlar bütün bir yaz bo­ yunca otlanarak semirirler. Sogumdık için ayrıldıklarından da hiçbir işe salın mazlar. Soğumdık için seçilmiş hayvanları olmıyanlarda olabilir. Bu tip kimseler ellerindeki mevcut hayvanlarının durumuna göre bir ayar­ lama yaparak kesim için hazırlarlar.

Sogum, kışlık yiyecek etlere verilen isimdir. Herkes kendi varlığı nis­ betinde bir sogum keser. Fakat, biz burada çok zengin bir kimseden söz edersek, bir sogum için 20-30 sogumdık hayvan hazırlar. Sogumdıkları kesmek için, gene komşu avıllardan yardımcılar gelir. Konulan sıraya gö­ re avılların sogumları kesilir. Kesim için özel bir yer hazırlanır. Burada hayvanların yenmeyen tarafları ayrılarak gömülür. Yenecek olan etler, toşab-öy adı verilen kilerlere alınır. Bu kilerlerde, Söre ve ars adı verilen ağaçlardan yapılmış askılıklar hazırlanır. Etler bu askılıklara asılırlar. Kilerin orta yerinde bir ateş ocağı vardır. Bu ocaktan ateş yakılarak etler tütsülenerek kurutulur. Ateş, normal sıcaklığında bir iki ay kadar aralıklı olarak ya­ nar. İşte, ateşin bu normal sıcaklığında kuruyan etlere sürü adı verilir. Çok leziz tadı vardır. Bir nevi bibersiz, çimensiz pastırma gibidir. Bundan başka kesilen etlerden başka tür yiyeceklerde hazırlanır. Kazı, karta, çocık bunların başında gelir.

Kazı : Büyükbaş hayvanların etinden yapılır. Küçükbaş hayvanların etinden olmaz. Hayvanın karın kısmındaki bağır eti, gene kendi bağır­ saklarına doldurulur. Sonra, toşab - öyde veya güneşte kurutulur. Çok leziz tadında ve besleyici türde bir kış et yiyeceğidir. Karta : Gene büyükbaş hayvanların çok yağlı olan göğüs boşluğu eti ile sırt ve oyluk etinin karışımı, gene bağırsaklara üst üste dizilerek dol­ durulur. Sonra kurumaya bırakılır. Tadına doyum olmıyan ve çok yük­ sek besleme gücü olan bir tür etten kışlık yiyecektir. Çocık : Bunun için büyük baş hayvanların hemen hemen bütün eti kullanılabilir. Etin yağsız kısmı ile yağlı kısımlan müsavi şekilde karış­ tırılır. Gene hayvan bağırsaklarına doldurulur. Ateşte veya güneşte kuru­ tulur. Günümüzdeki sucukların aynısıdır. Kış için yenen etli yiyeceklerin en hafifidir. Kıstavın bir özelliğinin bilhassa otlaklı olması demiştik. Bazen uzun süren kışlarda bu otlar yeteri kadar hayvan sürülerini beslemiyebilir. Böyle hallerde avıllar sürülerinin bir kısmını veya tamamını başka bir yere yayılmaya, meraya gönderirler. Buna otar adı verilir. Otara giden sürülerle bütün avıl gitmez. Birkaç genç veya hafif aileler gönderilir. Bunlar, aköy götürmezler. Portatif çadır gibi, kos götürür. Kos, aköyün ufak şeklidir. Burada aköyde duvar olarak kullanılan kerege yoktur. Hat-


- - 193 ta, bazı kosla rda �angırak bulunmaz. Koslar, bugünkü şimendöfer çadır­

l a rm a benzerler. Bozkırda, bütün tabiat olaylarına gene orada yaşayanların çare bul­ duklarını belirtmiştik. Bozkırda yaşayan Türkler, aJı, yılı, günü ve saatı bir astronomi uzmanı gibi ayarladıklarını ve bunu şaşmaz bir kaide ile yürüttüklerini de gördük. Bundan dolayıdır ki, günümüzde atalarımızdan mira3 olarak gelen cemreleri bozkırda da görmekteyiz . Bu cemrelerin giriŞ ve çıkışlarında çok ciddi olaylar olmaktadır. Fırtına, tipi, bora, yağ­ mur, kar ve sel gibi afetler bozkırda cemrelerin girişi ve ç ıkışı yani, dü­ şüşü ile ilgilidir. En çok bu cemreler kış aylarında kendini bariz olarak belil etmektedir. Kışın cemrelerin etkisinde, süren çok ayazlı günler cut olarak görünmekte ve avılların bütün sürülerini telef ederek yutup git­ mektedir. Cut, yutmak fiilinden bir emir kipidir. Ve herşeyi yut anlamın­ da, •cut» denilmiştir. Kışın, görülen ot-amal ve sarı atan zavza cemreleri­ nin gelişi ve gidişi kıstavlarda heyecanla beklenir. Ot-amal, mart ayının onu günü giren ve iki üç gün süren bir cemredir. Şiddetli boralar, fırtı­ nalar, üşütücü ayazlar bu cemrede görülür. Ovık boyu karların yağdığı ve cutun başladığı günler bu cemreye raslar. Fakat, ot-amal, normal olarak seyir ettiğinde kıstavlarda sevinç belirir. Ot-amalın girip çıkmasından on, onbeş gün sonra, sarı atan zavza cemresi girer. Bu cemrede de aniden Ni­ san güneşini, kışa çevirir. Çok arık olan hayvanlara kışın son darbesini vurur. Bu iki cemrenin düşüşünden sonra artık ilk bahara doğru yavaş yavaş gidilir. Nisan ayında navırız köce 'ler yapılarak içilir. Bu bir nevi bahar bayramıdır. Çorbalar kaynatılarak ve avıl, avıl dolaşılarak içil­ mektedir. (*)

Bunlardan başka ülkenin belli başlı ve halk arasında çok yaygın olan meterolojik günler de vardır. 10 Ocak ile 15 Ocak günleri arasında süren Akpan, 20-25 Ocak Üt, 10-15 Şubat günlerde görülen az ve Nisan ayının sonunda giren savır, bozkır hayatını etkileyen belirli tabiat günleridir. Kışın bütün fırtına ve boralarına rağmen, kendisine özgü bir eğlencesi vardır. Bu eğlenceler kış avlarıdır. Ulı Altaylarda, Tanrı dağ çevresinde at sırtında, elinde kartalı -bürküt- veya şahini -karşıga- yanında da taz­ darı -tazıları- avlanmak için sürek avına çıkan yiğitlerin o güzelim karla­ rın üzerindeki heybetli manzarası kimbilir ne muhteşemdir. Bürkütler ve karşıgalar çok keskin gözleri ile ucsuz bucaksız sütbeyaz bozkırda etrafını bir projektör gibi tararlar. İnlerine girip çıkan tilkiler, cılız çakallar veya (•)

Nevruz, İ ran'da kutlanmakta olan bir ilkbahar bayramıdır. Orta Asyaya Fars kültürünün etkisi fazla olmuştur. Herhalde, bozkıra da buradan geçmiş olsa gerPktir. Farsçada yenigün anlamına gelir. (H. B. Gayretullah)

F : 13


- 1 94 -

�-·:.

Altaylarda en heyecanlı eğlence kışın tertiplenen kartalla sürek avıdır. Resimde bir rüzgar hızı ile avını takibeden kartalı Wlyeo atlılar, yandaki re­ simde ise avdan dönen kartal (bürküt) sahibinlo koluna 'konarken görülüyor.

sinsice bir avıla doğru gitmekte olan aç kurtlar bu projektörden kurtula­ mazlar. Avcının elinden ve başındaki tomagasından kurtulan bürküt­ ler, bir j et hızı ile göğe yükselirler ve avını tam kontroluna aldıktan son­ ra görülmemiş bir hızla üzerine çullanır, bükülmez pençesini avının bo­ ğazına geçirir. Bazen bu bir kovalamaca da olabilir. Bürküt, avını 15,20 km. bir mesafeye kadar kovalıyabilir. Bu durumda tazılar onun peşinden giderek avcıya . yol gösterir. Avcı da, av için en süratlı atına binmiştir. Oda, bir solukta bürkütünün yanına ulaşır. Ekseriye tilki avı; sürek şek­ linde yapılmaktadır. Tazılar tilkileri ürküterek sürerler. Av için hazırla­ nan özel sürek atları ile yiğitler, tilkinin peşinden at salarlar. En süratlı ve karda koşmasını başaran at, tilkiye yetişir. Avcı, elindeki hazır bir sopa ile tilkinin burnuna vurur. Tilki olduğu yere sendeliyerek çökeler ve ölür. Sonra avcı, derisini yüzerek alır. Böyle durumlarda tilkiye veya sürek avına yetişemeyen diğer atlı yiğitler, tilkiyi yakalayan at sahibinden bir teselli ödülü isterler. Buna olca denir. Töreye göre olca verilmesi gere­ kir. Ancak, burada olca, tarif edildiği gibi bir teselli ödülünün ötesinde­ dir. Biz, tanımlıyabilmek için bu . ifadeyi kullandık. Olca, ekseriye sürek­ teki en yaşlı avcıya veya avılın ulısına verilmektedir. Burada tilkiyi veya avı yakalamanın manevi değeri avcıya kalmaktadır. Eğer, iki ve daha faz­ la av yakalanuşsa, olca olarak bir tanesi verildikten sonra geriye kalanlar kendisinin olmaktadır. Avcılar kış avına çok ehemmiyet. verirler. Hemen hemen bütün Ka­ zak yiğitleri avcı ve çok iyi at binicileridir. Bunun içinde yardı m c ı olarak


- 1 95 k u llandıkları bürkütü -kartal- özel olarak yetiştiriler ve eğitirler. Bürküt çok keskin gözlü, zeki ve çevik bir yapıya sahip olduğundan onunla be­ raber ava gidecek atın da aynı özelliğe sahip olması gerekir. Bunun için de, avcılar ta, yazdan av atını hazırlar. Bürküt, bozkır Türklerinde kutsal hayvanlar arasındadır. Ona, çok ehemmiyet verilmiştir. Bundan dolayı­ dır ki, bürküt folklora da girmiş ve bürküt biyi olarak bir folklor oyunun doğmasına da vesile olmuştur.


- 35 -

Türk Kazak Aıiretlerinin Yaşayışları Türkistanın kuzey kısmında yan göçebe Türk Z A K

»

.lışiretleri

«

yaşı-

.1( A -

İsmiyle tanınmaktadırlar . .

yun ve hiç olmazsa kuzu keserler, Şe­ rdin'! bir hayvan kesilmeyen misa{ir ev sahibine ne ka d ar darılsa haklıdır.

Kazak aileleri kışın. çam kütüklerin­

Kazak aşiretleri yaşayış tarzı bakımın­ baz.ı

dan.

husuSıye tlere

Bu hususiyetlerden

deşlerimizin

sahiptirler . .

şehirli Türk kar

_

enteresan bu�acakları bir­

kaç nohayı kısaca arz�tmek isterim :

Kazak aileleri yaz aylarında yay lalarda «AK

ÖY»

denilen çadırlarda

otu rurlar. Bu çadırların İç kısmı birbi­ rine raptedilen bir türlü portatif taİ11ıa parçala:ı.ndan olup umumiyetle

kırmı·

zı boyalıd!r. Bu tahta parçaları Çan

g r a k denilen kubbe şeklindeki üst kı -

den yapılan sıcak

evlerde

otururlar,

hayvan sürüleri ıaçıkta ve otlakta bulu­ nur. Kışın hayvanlar semiz olmadığı i. çin kazaklar kışın yiyecek etlerini son­ baharda semiz ha)lvanları keserek ku­

rutmak ve sucuk yapmak suretiyle za· hire

ederler

.:SUR»

ve bu

kurutulmuş

ete

ve sucuğa da «KAZiı> derler. .

Her ıaile kendi zenginliğ i ölçüsünde at,

sığır ve

koy"n olmak üzere 7 0

ten,

be'i .

altıya kadar hayvan. keserek sur yapar.

hizmetini gören Kanat

Kazaklar kışın bu sur et, kurut , yft ğ ve

denilen alt kısımdan mürekkeptir. Ça­

biraz hububat ile hayat geçiri rle r ; ya_

sım ve duvar

dırlarm

dışı

umumiyetle beyaz keçeler

ile örtülür 0Ve l?u keç�ler

türlü renkli

ipliklerden örülmüş olan süslü iplerle tut turulur. Çadırlar ailelerin zenginli ğine göre büyük ve küçük olurlar. Me· sela : Büyük zenginler 8 kanatlı, orta

halliler 6 kanatlı ve fakirler 4 kanatlı çadırda otururlar. Yaz

günlerinde her a i l e

bağlayıp

besledikleri kısrakların sütlerinden <ı:Kl­ M l

Z

l)

yapar. Kımızı hazır olan m a­

halleye etraftakiler toplanır, kımız i çer, kuzu ziyafetlerini yer ve eğlenir

-

zın ekseriyetle süt ve

sütten

mamul

ııeylerle beslenirler. Kazaklar sütten şu

7

tü rl ü gıda

maddesini

imal ederler.

Kurut, erimçik (san peynir ) , ak erim­ çiJ.c (beyaz peynir. )

ka.ym ak, ayran.

tereyağı, süzme,

Bunlardan maada

rak sütünden kımız yaparlar.

Kazakların itikadlarmca kımız

kıs­ her

türlü hastalığa karşı ilaçtır. Hatta Ka·

kımız»

d iye

meklerinin. % 75 ini süt ve sütten

ma.

zakl�r : «Kazağın doktoru

bir vecize söylüyorlar. Kazakların ye· m u l şeyler teşkil ettiğinden ve buna ila­

her

veten temiz hava v e temiz su ile ya�a­

misafir için bir hayvan kesmek kazak­

dıklarındand.ır ki onların vücutları çok

l e r. Kazaklar misafirperverdirler,

larda çok mühim bir .adettir. Büyü k mi_

ııı.ıfir ic;in tay, baı:ka misafirler için ko-

sağlam v e hasta son derece az olur. Kazakların asıl se rv e t l e r i at, koyun,


- 38 ııığ ı r ve de v eden ıbaret olan dört tür

lü hayvan a rarnırla

sürüsüdür

-

Kazak aşi retleri

dört t ü rlü

sürüsü

hayvan

ne malik olan kimselere Bay ( z e ng i n )

nu dört türlü f>ÜrÜye mal ik

denir

mayan ki mse ne kadar

ı>ay

: « Özü

Dört ıüdü

�engin o lu rsa

bay, tört türlüğü

s ürü sü

mükemmel o ­

l a n zenginlere söylenir

ha fazla etme k ve ço(:altmak t e d b i r l er i n ı gayet iyi bilirle r ; hangi ra�.ılda

ne

gibi ot, ne gibi su ve l' e gibi havanın

hayvana fay da l ı ol a ca ğı n ı ve yahut ziyanlı olacağını h e r ka�.ık bilir

v e-

-

tün tefc r r u a t i }· l e t .ı t b i k eder. Gebe hay­ "·anların muhafazası ve bilhassa 1

,

.

k.ısraıoarın ıa)-

a ·.ı:ıurnıemesı • ··

••

.

gebe •

ıçın

, .. 111111

-

d ı r.

gelin taraf.ından temin ed il ir . Cırtıs

bi r

dedikleri

hediye

daha

varcl ı ı-. Bu da en zenginler için

300

metre k1ada r k umaş ta n ibaret olup da· ma t

tarafından ge l in i n ailesine verilir

ve bu cırt ı s ı n bir kısmı damadın ilk

v e ri li r ve bir kısmı da toy

DALI K ;> derler. Kudalığın i l k

şa r t ı

ğün ) gün ü v er i l i r Siit hakkı denilen bir hediye daha

va r d : r k i : sına

Da m at toy günü k ayna n a­

ve r ir . Süt h akk ı bir deve ve birk aç

koyundan ibaretir.

-

da­

taı dın ve

kesi li r v e ziyafet esnasında

Toy günü birkaç koyun

ziyafetler verilir. Bu

TÜSIP )

yemeği v e eğlencesi

enteresandır. Koyunun ciğeri ve kuy

ve

mat tarafından gelinin bahtlSına « K A .

LING » verilme5idir. Kal ı ng i k i s er v et l e r i n e bakılarak çoğu 1 0 0

da­

-

ruğu pişirildikten so nra ufak doğra nır

le r ind e bir çok e n t ere s a n adetler var

dır k i on u d a kısaca arz'edi�orum

Kazıtklar n i kah merasimine « KU

{ ge li ni

madın evine nakledecekleri günkü dü-

( KUDA

Kazak la�iretleriııin düği.in merasim­

Diii';ünde hazır

üçle ikisi dama t tarafından. ve biri d e

d enilecek d erec ede ince usulleri var

4 0 kısraktan iba r e tt ir .

kuma�ların

hazırlarlar. Bu

larak kayınbabasınJn ev i n e gittiği günü

Kazak aileleri hayvan sürülerini mu­

kumaşları

ol­

ohun Bay sayılmaz. Bu konuda �u ata­ sözü vardır

vermek üzere «KIT:o i s mi ni verdikl eri

azı

bulunanlara heı!liye

ii st üne

yoğurt dökülerek karıştırılır·.

Bu yemek

yendiği zaman gel i n tara­

fı n c! .ı k i kızlar ve kadınl a r Kuda t üsi p ­

ten a vu çl a rına alarak damat tara fın ın

er

k ek l eri n i n

ler

ve

yü z l e r ine s ür m ekle eğ l eni r -

d am a t tarafınin erkekleri gelin

tarafının erkeklerini suya at m ak l a eğ.

!enirler.

KAYNAŞ

Hozkırdııki Kııznk Türklerinin ya�ayışlannı Türkiye Tiirklerine ilk defa tanıtan Mehmet

Emin Hıı i! rn Hl·�lıı 1 953 yılındıı çıkarmakta olduğu «TÜRKtSTAN» dergisi olm1L5tur.

Ralı­

melll hııhııııı K ıı.nııl"l'ııı, derıılııiıı 3-4 ııo.lıı sııyısınııı 35 ve 36 ııd sahifelerinde yer alan bu 1111 1111 llt· llıtlll ı. . . ıı hlr ·' 111.111111 folokoıılslııl ııiirii,v·ors111111z.

1 1 1 . H. Gıı,vn·lııllııh)


FALCILIK

Bozkır Medeniyetinin diğer bir özelliği de bütün cemiyet hayatı ya­ şayan toplumlarda görüldüğü gibi gaibten haber verme ve gelecekte ne­ ler olacağının bilme merakıdır. Bu merakı meslek haline getirenler oldu­ ğu gibi halk arasında gayubeti bilme, geleceği görme gibi hassalara sahip kerametli kişilerde vardır. Bilhassa uluların duası, Batırların dileği mu­ hakkak olarak yerine gelen kimseler olarak bilinirler. Eski şamanızmıp mirascıları baksılarla islam dininin önderleri olan molla ve hocalar günü­ müzde Bozkırda bu işi üslenmişlerdir. Yaptığımız araştırmalarda Bozkır medeniyetinin bir ögesi olan fal­ cılıkla ilgili koyun pisliğinden 41 adet olarak toplanan ve fala bakıla!1 kumalak falı ile küçükbaş hayvanların kürek kemiğinin ateşte yakılması ve kürek kemiğinin çatlamasındaki izlerde görülen cavurın falı ülkede çok bilinen ve doğruluğuna inanılan falların başında gelmektedir. Bun­ dan \:>aşka halk arasında yaygın olan bir fal türü de asık (aşık) falıdır. Aşık, küçükbaş ve büyükbaş hayvanların oyluk kemiğinde bulunan ek­ lemlerin esnekliğini sağlıyan dikdörtgen şeklinde diyebileceğimiz ve bir parmak büyüklüğündeki kemiktir. (Şekilde gÖrüldüğü gibi . ) Bu aşık ke­ miğinin alşı, şige, bilge ve tayke olarak dört yüzü isimlendirilir. Fala baka­ cak olan kimse, aşık kemiğini usturuplu bir şekilde yere yuvarlar veya havaya atar. Alşı gelmesi muradtandır. Daima alşının gelmesi arzu edilen dileğin yerine gelmesine işarettir. Eğer, alşı gelmezse, fal tutmamış de­ meketir. Kum:alak ve Cavurın falını meşhur Türkolog Dr. W. Radloff ( * ) Si­ birya'dan adlı eserinde şöyle nakleder: «Bu şekilde fala bakmak için 41 kumalak (tane) lazımdır. Falcı, önce bu taneleri beyaz bir keçe üzerine koyar ve içinden bir dua söylenirken biribiriyle karıştırır, sonra kumalak'ları birer birer alarak Bismillah diye alnına dokundurur. Bunun üzerine tanelerin bir kısmını üçe ayırır ve bir kısmını da sağ ve sol eliyle kenara iter- Sonra da her kümede 1-4 tan e kalıncıya kadar, dörder tane sayarak ayırır. Bunları üç muhtelif yere bi r (•)

S i b i ryu 'rl ı ı rı

cilt 1 .

sıı y fa 4 A :i-•1H:! -4R·l

lstunbul, 1 1151

( il . B. ( i ı ı y rı • l ı ı l l ı ı h l


- 199

_:____

sıra halinde dizer. Sonra kalan tanelerle de aynı ışı ıcra eder, karıştırır, alnına dokundurur, üçe ayırır, her kümede 1-4 tane kalıncaya kadar dörder dörder ayıklar ve ilk üç küm�nin altına şakuli sıralar halinde dizer. Aynı muamele, dokuz yerde 1-4 tane kalıncıya kadar, artan parça ile bir daha tekrar edilir. Şimdi de, her tanenin durumuna bakılarak gelecekten ha­ ber verilir. Aşağıdaki levha, tanelerin durumunu gösterir: Sağdaki üç küme (c,f,i) kendisi için fala bakılan kimseye aittir ve öz taraf (öz cak) ismini alır; soldaki üç kümeye (a,d,g) düşman tarafı (dus­ pan cak) , ortadaki şakuli sıraya (b,e,h) yol (col) denir. Yukardaki ufki sırada bulunan a ve c noktalarına «yastık» (castık) derler, a, düşman yas­ tığı, c bizim yastıktır. İkinci sıradaki d ve f «taraf, böğür (büyir) ismini alır, d düşman tarafı, f bizim taraf olur. Üçüncü ufki sırada g ve i «eşik» (bosaga) veya «eyer arkasına bağlanmış» (böktönşök) adını alır. Ortada­ ki ufki sırada bulunan b «alın» (mangday) , e yürek (cürök) , h «kuyruk altı kayışı» (kuyskan) olur. Bunların çözümü, bütün halkların falcılığın­ da olduğu gibi şüpheli ve kararsızdır, · doğru olarak anl amak ve okuyabil­ mek, büyük bir sanat eseri sayılır. Teerübeme göre, bir kümede bulunan taneler çift ise (2-4) uğursuz, tek ise ( 1-3) uğurlu sayılır. Birçok fal şe­ killeri topladımsa da, izah sebeplerini anlamak için boşuna uğraştım. Ka­ zak'lar, bu falcılığa Tanrı tarafından tayin edilmiş bir iş olarak bakar ve falcılık kabiliyetini peygamberin bir IUtfu sayarlar. a

a

b

c

d

e

f

g

h

i

Kumalak Falı l

A ş ı k Falı

a

C avırun Falı

Kazak'lar arasında çok yayılmış olan diğer bir falcılık şekli de, ateşte bir müddet tutulan koyun kürek kemiğinin sıçramasına göre bakılan fal­ dır. Bu falcılık da, aynı şekilde gerek falcılığı meslek edinen ve gerek edin­ meyen kimseler tarafından icra edilir. Kaybolan bir atın gittiği yol, bir hm­ sızın ta k i bi i ç i n gereken ip ucu veya kaybolan bir şeyin aranması, kürek ke­ m i ğ i ı ı i ı ı s ı ı.: r; ı m a s ı ı ı a bakıl arak kolaylıkla tespit edilir. Kürek kemikleri mu­ : ı y y < ' ı ı d ı ı : ı L ı r h l ı · ın i z l P n m e l i , etleri dişle koparılmamalı ve ,kıkırdakları lıı<.;; ı k l : ı k ı · : : ı l ıı ı < · ı ı u · l i ı l i r . l \ ı ı ı ı d : ı n b a ş lc ı , fa l a ba k m :ı k t;ı k u l l a nılan k ü r e k


- 200 kemiği derhal köpeklere atılmaz, yoksa eve uğursuzluk getirir, bundan dolayı ancak muayyen dualar okunduktan sonra parçalanmak suretiyle köpeklere atılır. Arkasını kapıya dönerek oturmuş olan falcı, gelecek hak­ kındaki tahminlerini tamamladıktan sonra arkasına fırlatır, kemik kapı­ nın yukarısına isabet ederse, bütün söylenenler hakikat olacaktır. Burada, sözlerime ek olarak, muayyen kısım ve çatlakların ı da gös­ termek suretiyle, Potanin tarafından yayınlanan bir kürek kemiği tasvi­ rini vereceğim:

a kazan; b kürek kemiğinin boynu (astav) ; c arka kısım (arka­ lık) ; d kürek kemiğinin sağ köşesi (kulak) ; e alın sol köşe (mangday) ; f kürek kemiğinin eteği (cavırındıg eteği ) ; be kenar (kır) ; bd esas yol ( kara col) ; gg · kuyruk altı kayışı (kuyskan ) , her iki taraftaki paralel çatl!lklar; hh söz, dil (til) ; ii bölme, engel (böget) ; k yakın yerdeki yol (cakın iildagi col ) ; 1 uzak yerdeki yol (alıs aldagi col) ; m sevinçli haber (şüyinşi ) ; n at ağızı (at avzı ) . Bütün kürek kemiğine Kazak'lar cavırun, düz sahasına alakan (avuç) derler. b de bulunan bir iz, hırsızların yakalanarak getirileceğini gösterir. Kürek kemiğinin sıçrayışına göre fala bakmak adeti, bugün bile şa­ manlığa bağlı bütün halklarda yaşamaktadır. Kazak'lar arasında bugün dahi yayılmış bulunan diğer putperestlik adetlerinden, ateşe karşı gösterilen saygı ile, bozkırda, memba civarında ve nehir boylarında bulunan münferit ağaçlara yapılan kurbanları zikre­ debiliriz. Ateşin takdisi, hemen hemen ancak genç kadınlar tarafından icra edilir, çünkü onlar, gerek yeni yurta ( * ) ilk girişlerinde, ve gerek ilk çocukları doğduğu zaman ateş önünde eğilir ve üzerine yağ parçaları atar­ lar. Bozkırda, memba civarında ve nehir boyunda bulunan münferit ağaç­ lar için kurban icrası, çocuğu olmayan, fakat çocuk doğurmak isteyen ka­ dınlar tarafından yapılır. Böyle kadınlar, gizlice ve yalın ayak mezkür yere gider ve o mahallin koruyucu ruhu için bir koyun kurban ederler; koruyucu ruhun ismi, yavaş yavaş müslüman azizlerini adını almıştır. Bir kimse ağır hastalığa tutulunca, erkek ve kız çocukların geceleyin yurtun etrafında toplanarak toptan şarkı söylemeleri de, hiç -şüphesiz putperestlik adetlerinden biridir ve herhalde kötü ruhları korkutmak maksadiyle ya­ pıl maktadır.» (*)

Yurt veya Curt, Kazak-Kırgızların Bozkır dünyasını inceleyen bütün Türko­ l oglar, aköyler için «yurt-curt» tabirini kullanmışlardır. Bu tabir yalnıştır. Yurt veya Curt aköylerin kapladığı zemindir. Bu bakımdan aköylerin kap­ lııdığı toprak alana «yurt-curt» demek doğru olacaktır. «Kazak-Kırgız yurd­ ları» denildiği zaman, göçmüş aköylerin bıraktığı toprak zemin, konduğu alan ıınluşılır. Doğru deyim, «Kazak-Kırgız aköyleridir.» (H. B. GayrP1 t ı l l ı ı h )


- 201 -

_

Cnvırun falı, çok doğru ve isabetli olmaktadır. Okurlarıma, olmuş gerçek bir cavırun falının hikayesinl anlatmak isterim. Geçmişte, Moğol­ l arla Kazaklar arasında bir harp çıkar. Savaşta Kazaklar mağlup olurlar ve ricat ederler. Moğol atlıları da takip etmektedirler. Fakat, her iki sü­ varilerinde cavınnculan vardır. Kazak, cavıruncusu Moğol atlılarının hala takip etmekte olduğunu ve hiç durmadan yol alınmasını sağlık verir. Bu böylece günlerce devam eder. Moğol cavıruncusu da, Kazak atlılarının yoluna devam ettiğini ye yetişemiyeceklerini söyler. Bundan sonra ko­ mutanına dönerek, bütün atlılar eyerlerini ters çevirsinler ve öylece ta­ kibe koyulalım, der. Kazak atlıları bir ara cavıruncudan durumu sorarlar. Cavunncu düşmanın' geri döndüğünü falından haber verir. Atlılar düşman geri döndü zanniyle mola verirler. Mola bir iki gün kadar devam ederken, Kazak atlıları cavurıncuya, bak bakalım düşman gerçekten dönmüş mü, diye sorarlar. Cavıruncu hemen cavurınını ateşe koyar ve der ki : Cav, car astına catganday, catagalıp atganday! Yani, düşman yar dibine ini­ yor, nerede ise ateş edecekler. Demeye kalmadan, Moğol atlıları mola ver­ mekte olan Kazak atlılarının yanı başında biti verirler. Kazakların İslamiyete intikali ile falcılık haram sayılmış ve bu batıl inanca itikad edilmemesi cari olmuştur . Bununla beraber, yıldıznameye bakanlarla, kitap açan mallara da raslamak mümkündür. ..

* ••


KcH"kunç göçlere katılan muhtelif bölgelerdeki mal ve silah varbğmı gösterir tablodur : Barköl, Kumul ve havalisinde 1930 yılındaki varlıklar (Eilshan ve Zayıf Tayci)

Koyun sürüsü 1

Hüseyin Tayci'nin Hind Sınırındaki silahları

' 1 .

-

-----

0.2,5 milyon

_ _ _ ___

i

'

Deve sürüsü 0.09 milyon

Tabanca 600 adet

_____ _

Sığır ' sürüsü

1

Koyun sürüsü 1 200.000 .

Yılkı sürüsü 25.000

Deve sürüsü 15.000

Tüfek

Tabanca

1

1 500

11

Koyun s.

1

Koyun s.

200

-

'

ı

Sığır s. --

ı --T�f�;­ 40

Kılıç 1_0

1951 de Roduk'ta Hind yetkililerine teslim edilen Ali Bek'in - silahları

1

Deve sürüsü

1500

3000 Deve sürüsü

50 -

Kasatur 40

�ı

Dürbün 3

-- - -.

Sığır s. 1 0.000

Yılkı s. 90.000

Tüfek 300 Dürbün 3

1 Kasatura

Sığır

300

Yılkı s.

300 Tabanca 3 -

Koyun 1 000

1000

Sığır s. ' Yılkı

5000

[

1500

--- --

80.000

Manas-Savandaki : Koyun s. 1948 deki varlıklar 250.000

Ali Bek'in Roduk't:ı ki durumu

0.092 milyon

1

ı------1

1940 yılında Hind sınırında Damcık'taki durum

Hüseyin Tayci'nin Hind sınırındaki durumu

Yılkı sürüsü

Tüfek Dürbün � Kasatura � Kılıç 8000 adet : 500 adet 80-00 adet : 3000 adet i ı ; -ı--------·---- -

---- --- -- -

Hüseyin Tayci'nin 1950 Gasköl'deki durumu

1

1 .5 milyon

l

Uyırkın Irkadaki Silah durumu

Damcık'taki Hind yetkililerine veri len silah

1

Sığır sürüsü

Yılkı 20

-

i-

70 Tabanca

2

1

i

Deve sürüsü 3000 ı

ı' 1

! 1

Makineli tüfek 2 El bombası :

6 -- -- --

Deve 10

-


ESERE KATKISI BULUNANLAR Bu eserin hazırlanmasında araştırma komitesine gerekli bilgileri, el­ lerindeki resimleri, etnografik eşyalan hatıralariyle birlikte veren, mad­ di ve manevi yardımları geçen hemşehrilerimizin isimleri (soyadı alfabe sırasına göre) aşağıda verilmiştir. Araştırma komitesi olarak bize ve do­ layısiyle de kutlu vatanımıza hizmetleri geçen bu hemşehrilerimize şük­ ranlarımızı tekrarlarız. A

B --- ------

Aksel Mingat Akyol Abdülkebir Altay Osman Altınmakas Tevfik Altınay Adilbay Alptekin İsa Yusuf Aykanat Abdüsselam D E Demir İslambek Dönmez Tökeş Tevfik Erbaş Orazbay

K M Kahraman Abbas Kızılay Zafer Ali Köse Yahya Mekki Mehmet Maken

s ş Sabuhan Kamay Satıcı Eyimhan Savaş Koca Abdullah Şahin Azanbay Şerefli Şehzade Şe:refli Malik

---

Bahadır Nurkocay Batay Bahadırhan Başol Kaptürke

G Gayretullah Hızır Bek Gökay İskender Güder Hasan Gürgen Nurdan Güven Bayımbay

ÖO Öztürk Ali Öztürk Devkey Olgun Ubeydullah Orhan Toktavbay T Tarım Hamidullah Taştan Osman Teyci Zalabay Tokay Toktasın Tolga Kelgenbay Toplu Toktavbay Türk Şakir Türkkan Rümhan Türkcl İnayet

c

ç

Can Abdülveli Can Abzali Can ·Akit Can Osman Can Yasin Cevher Köken Çalışkan Madalim Çakmak Kahraman i

İyimolla Kayyummolla

p

Pehlivan Seyithan


OOGU

TÜRKİSTAN HAKKINDA FAYDALANILACAK KİTAPLAR :

Ali Süavi ALPTEKİN İsa Yusuf " "

"

J>

ANADOL Cemal ARATAN Ekrem Vural BAYMİRZA Dr. Hayıt BAYMİRZA Dr. Hayı t BA YSUN Abdullah Recep BARTHOLD V.V. BUGRA Mehmet Emin J>

,.

»

" "

"

>

J>

,. "

"

CAROE Sir Olef ÇAGATAY Prof. Saadet ÇAKAR H. Ali ÇANDARLIOGLU Doç . Dr. Gülçin DİYARBEKİRLİ Necat ENGİN Prof. Arın ERSEN Cavid FAZLioGLU C. Oğuz Öcal GA YRETULLAH Hızır Bek J)

GÖZE Ergun HACALOC LU Y i iı·c -1

"

Hive, 1910 İstanbul Türkistan Faciası, 1952 Ankara Doğu Türkistan Davası, 1976 İstanbul Doğu Türkistan İnsanlıktan Yardım Bekliyor, 1976 İstanbul Kızıl Emperyalizm, 1976 İstanbul Kaşgar Ağzından, 1965 Ankara Türkistan, 1976 İstanbul Esir Türkler, 1966 Ankara Türkistan Milli Hareketleri, 1945 İstanbul Ortaasya Türk Tarihi Hakkında Dersler, 1 975 Ankara Doğu Türkistan Tarihi, 1952 İstanbul Doğu Türkistan'ın Hürriyet Davası, 1954 İstanbul Taşkent Konferansı, 1959 Ankara Tibet ve Doğu Türkistan, 1959 Ankara Delhi Konferansı, 1960 Ankara Mucadele Hatıratım, 1965 Ankara Sovyet İmparatorluğu, 1976 İstanbul Kazakça Metinler, 1961 Ankara Türkistan Dramı, 1972 İstanbul Türk Destanı Kahramanları, 1977 İstanbul Hun Sanatı 1972, İstanbul Avrupa Kültürü, 1960 İstanbul Başbuğ, 1976 İstanbul Bir millet Şahlanıyor, 1 968 İstanbul Osman Batur, 1965 İstanbul Güzel Türkistan, 1977 İstanbul Altaylarda Kanlı Günler, 1 977 İstanbul Türkl ü k Kavgası; 1977 İsla ı ı h ı ı l G ii ı ı i i m iizd<' Çi n , 1 970 A ı ı k : ı r: ı


- 205 HADEN Sven İNAN Abdülkadir İLKUL Ahmet Kemal İYBAR Tahsin KAFESOOLU Prof. İbrahim : KARAKOCA Amaç KURAT Prof. Akdes Nimet KUTAY Cemal KUTAY Cemal KOPUZCU Korkut LİAS Godfrey MHP. İst. İl. Teşkilatı MEHMET Akif OLCAY Prof. Selahattin ORALTAY Hasan ORKUN Hüseyin Namık ÖZERDİM Dr. Muhaddere ÖZERDİM Dr. Muhaddere ÖZGEN Tahir ÖZTUNA Yılmaz PAKYÜREK Nurettin Radloff Dr. Wilhelm

Gobi Çölleri, 1933 İstanbul Türkistan'da ve Altaylarda Arkoloj i Araştırma ları, 1948 Ankara Çin Türkistan Hatıraları, 1 925 İzmir Sibirya'dan - Serendib'e, 1950 Ankara Bozkır Medeniyeti, 1972 İstanbul Doğu Türkistan, 1960 İstanbul Topkapı .Sarayındaki Yarlık ve Bitikler, 1940 İstanbul Anayurtta Beş Osmanlı Türkü, 1962 İstanbul Sahte Derviş, 1970 İstanbul Abılay Destanı Münih, 1971 Göç, 1972 İstanbul 50. Yıla Doğru, 1970 İstanbul Kaşgar Tarihi, 1884 İstanbul Yarkent Ağzından, 1962 Ankara Kazak Türkleri, 1961 İzmir Yeryüzünde Türkler, 1943 İstanbul Çin Türkistan 'ı, 1957 Ankara Çin Kaynaklarına Göre Çin Türkistanı, 1 951 Ankara Türkistan'dan Türkiye'ye, Konya Tarih Lise III, 1 976 İstanbul Milli Meseleler ve Türkeş, 1976 İstanbul Sibirya'dan 4 Cilt. (Prof. A. Temir Tercü­ mesi) 1 954, 1955, 1956, 1957, İstanbul

Kımız, 1 945 İstanbul Dr. Poznikov Türk Tarihi, 1940 İstanbul RIZA Nur T.C. Dışındaki Türkler, 1961 Ankara SUKAN Şinasi Rusya Çin'de, 1956 İstanbul ŞAN-Kay-Şek . TOGAN Ord. Prof. A. Zeki Velidi : 1 929 - 1 940 Yıllarında Türkistan, 1940 İstanbul TOGAN Ord. Prof. A. Zeki Velidi : TOGAN Ord. Prof. A. Zeki Velidi : TOGAN TOGAN TOGAN TURAN

Ord. Prof. A. Zeki Velidi : Ord. Prof. A. Zeki Velidi : Ord. Prof. A. Zeki Velidi : Prof. Osman

TÜHK l ' rof. Cc•zmi

Türkeli Haritası, 1943 İstanbul Bugünkü (Türkeli) Türkistan Tarihi, 1947 İstanbul Türk ve Türkistan, 1 960 İstanbul. Hatıralar, 1969 İstanbul Türklüğün Mukadderatı, 1970 İst. On iki Hayvanlı Türk Takvimi, 1941 İstanbul Dünya n ı n Çatısı Tura n , 1964 İstanbul


206 - -

TÜRKKAN Reha Oğuz Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü: DoGU Türkistan Göçmenler Der. : ULUTUG N. Turgun ULUÇAY M. Çağatay YÜCEL Dr. M. Celalettin : YÜKSEL Osman

Tabutlukta n Gurbete, 1 975 İstanbul Türk Dünyası El Kitabı, 1976 Ankara Türkistan Şehitleri, 1 960 İstanbul Kımız, 1940 Ankara İlk Müslüman Türk Devletleri, 1 975 Ankara Dış Türkler, 1976 İstanbul Bu Millet Neden Ağlar, 1962 Ankara


DOCU TÜRKİSTAN GÖÇMENLER DERNEGİNİN FAALİYETLERİ :

Doğu Türkistanda, emperyalistlere karşı çok kanlı bir mücadele veren ve bu kanlı mücadelenin sonunda Türkiye'ye ulaşmayı başaran Doğu Tür­ kistan Türkleri 1960 yılında merkezi İstanbul'da olmak üzere bir « Doğu Türkistan Göçmenler Derneği» kurmuşlardır. Bugün Doğu Türkistan'ın davasını bu dernek savunmakta, ülkenin kültür hayatı ile sosyal yapısını zaman zaman gözümüze sermektedir. Biz, eserimizin bu bölümünde 17 yıldanberi faaliyet gösteren bu derneğin, yapmış olduğu faaliyetlerinden bazı örnekler vererek, derneğin faaliyetlerini hiç olmazsa hatıralar da ya­ şaması bakımından okurlarımıza sunmayı uygun gördük . * ... *

Derneğin yapmış olduğu faaliyetleri iki büyük gruba ayırmak müm­ kündür. 1 Kültür ve Tanıtma Faaliyetleri . 2 Sosyal Hizmetler. -

-

1

-

KÜLTÜR VE TANITMA FAALİYETLERİ

Kültür ve Tanıtma Faaliyetleri, çalışmalarımızın ağırlık merkezini teşkil etmektedir. Çünkü; Doğu Türkistan davasının benimsenmesi ve desteklenmesi, ancak Doğu Türkistan ve Doğu Türkistan Türklerinin her yönüyle bilinmesine bağlıdır. Anayurdumuzun tarihi, içtimai, iktisadi ve siyasi bakımlardan bilinmesi ise, araştırma isteyen çok nazik bir mes'ele­ dir. Zira Türkiyeli kardeşlerimiz ve hür dünyanın mes'elemizle ilgilen­ mek isteyen elemanları için, Doğu Türkistan, sır vermeyen bir ckapalı kutu• dan başka bir şey değildir. Kızıl Çin, Çin ırkçılığı ile bağdaştı­ rılmış komünist prensiplerle ata yadigarı aziz yurdumuzda oynadığı hun­ harca oyunları, insanlığın dikkatinden itina ile gizlemekte, dünya mil­ letlerinin bura hakkında doğrudan doğruya bilgi temin etmelerini engel­ lemektedi r. O kadar ki, tarih ve coğrafya kitaplarından, haritalardan • Doğu Ti"ı rk i sta n • a dı n ı sildirip · Sinkiang• (Yeni Sömürge) adını verdiği �i b i , b i n;ok �l' l ı i rl l' l"i ın i z i n , dağlarımızın i s i m l eri n i d e ğbş t i rer ek Ç i n ce i s i m -


- 208 --

vermiştri. Böylece Kızıl Çin, « Doğu Türkistan • diye bilinen , coğrafi yer adları ile, tarihi medeniyeti ve milli kültürüyle Çin'den ve Çinliler­ den apayrı, yüzde yüz Türk ve Müslüman ahaliyle meskun bir Türk Yurdu'nu, çağımız insanının dikkatinden uzak tutmayı başarmıştır. İşte bizler böyle bir diyardan hür dünyaya nasılsa gelebilmiş, sı­ ğınablimişizdir. Türk ve gayrı Türk, Müslüman ve gayrı Müslüman, ko­ münist ve antikomünist bütün ilgili ilim ve fikir adamlarına «Asya'nın mihveri» sır vermeyen Doğu Türkistan'ımız hakkında kaynak bilgiler, güvenilir haberler vermek zorundaydık. Başka bir ifadeyle, unutulmuş veya unutturulmuş Doğu Türkistan'ımızı Türkiyeli soydaşlarımıza, İslam alemine ve insanlığa hatırlatmak ve tanıtmak mes'uliyetlerimizin en ba­ şında geliyordu. Bunun için ilim ve fikir adamlarının, devlet ve hükümet yetkililerinin, yazarların ve neşir organlarının dikkati Anayurdumuza çekmek gerekiyordu. Umumi hedefleri bunlar olan Kültür ve Tanıtma Faaliyetlerimizi muhtevalarına göre teker teker sunuyoruz. !er

A

-

ARAŞTIRMA VE YAYIN :

Araştırma ve yayın faaliyetleri oldukça dikkat ve itina isteyen bir iştir. Tarafımızdan, Türkistan ve Türkistan Türkleri hakkında ortaya ko­ nacak her şey, mes'eleyi ilmi bakımdan tetkik edecekler için, mehaz teşkil edeceğinden, yanlış ve uydurma bilgiler değil, doğru ve gerçek­ leri ifade eden dökümanlar olması gerekmekteydi. Bu esasa müstenit bir araştırma ise mütehassıs hey'etlerin işiydi . Halbuki Cemiyetimiz böyle elemanlardan mahrumdu.

a - Bibliyoğrafya Hazırlama : Bu durumda yapılacak şey, her milletten dünyaca tanınmış Orta As­ ya, Türkistan, Rusya ve Çin mütehassıslarının, Türkistan ve Türkistan Türkleri hakkında neşredilmiş eserlerini bir liste halinde toplamak ve araştırıcıların dikkatine sunmaktı. Neticede, çeşitli dillerde neşredilmiş bulunan 208 eseri gösteren bir bibliyoğrafya hazırladık, teksirle çoğaltık. Bir kısmını Türkistan ve esir Türklerin davalarıyla ilgilenen, ilim ve fikir adamlarına, yazarlara, Tür­ kistan hakkında tez çalışması yapan üniversite öğrencilerine takdim et­ tik. Bahis konusu bibliyoğrafyadan az bir kısmı elimizde bulunmaktadır.

b

-

Tercümeler :

İmkanlarımız ve Türkiye dışında (bilhassa Avrupa, Amerika, Pa­ kistan, Hindistan ve Suudi Arabistan'da) bulunan hemşehrilerimizin ve Türkistan dostlarının himmet ve gayretleriyle hür dünya basınında ve


-- 209 Azatlık Radyo'sunda Türkistan ve Türkistan üzerindeki Çin-Rus oy unları hakkında önemli saydığımız İngilizce, Almanca, Arapça, Çince ve çeşit­ li Türk lehçeleriyle yayınlanan makale, yorum ve haberleri tercüme ettir­ dik. Bunlardan bir kısmının çeşitli gazetelerde neşrini temin ettik. Şu kadarını belirtelim ki, dış basını la.yıkı veçhile takip ve gerekli görülen yazıların tercümesi mes'elesi elemanlara ve maddi imkanlara bağlı olduğundan, tercüme faaliyetlerimiz kat'iyen yeterli değildir. Ne yapalım ki, eldeki imkanlarımızın mahsulleri ile iktifa etmek zorunda kalmaktayız. Aşağıda, derneğimiz tarafından tercüme edilerek bir kısmı neşredilmiş bulunan yazıların listesini sunuyoruz. Doğu Türkistan Halkı Çin'den Bağımsızlık İstediğini Açıkladı. Kızılların Mihrak Noktası Singiang -Doğu Türkistanİslam Aleminin Unuttuğu İnsanlık Faciası. Türkistan , Moskova ve Pekin Arasında Çekişme Köprüsüdür. Kızıl Muhafızlar İslamı yok Etmek İstiyor. Gönüllüler Kazakistan Hududunda. Türkistan Müslümanlarının İmhası. (14.3. 1970 tarihli The Muslim World) Ruslar Mao'yu Katliam Yapmakla Suçladılar. (20.4.1 969 tarihli Sunday Express gazetesi ) (2.9.1970 tarihli Herald Tribune gazetesi) Doğudaki Rus Üssü. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Muhabere Başkanı Ceccatto'nun Birleşmiş Milletler Yasası ile ilgili Teşrii. (6.2.1970) (M. Esad Şihap) Üstat Sait Şamil ile Mülakat. Doğu Türkistan Çin ve Rus Anlaşmazlığı. (Sovyetler Birliğini Öğrenme Enstitüsü Mecelle Sayı: 17'den ) (Indian Express gazetesi) Doğu Türkistan'da Uranyum Kavgası. Asya-Afrika Kongresi'nde Türkistan Mes'elesi Görüşülecek . (En - Nedve'den ) Doğu Türkistan Çin'den Bağımsız İstediğini Açıkladı. ( 16.5.1967 tarihli En-Nedve) Doğu Türkistan Üniversite ve Kolej lerindeki Azınlıkların Genç Öğ(Urumçi-Teleks 50806) retmenleri. Kızıllar Çarpışmasının Mihrak Noktası Doğu Türkistan. (İndian Express gazetesi) Doğu Türkistan'da Yaşlılar ve Sakatlar İçin Ev. (Teleks 051216) Çin'deki Müslümanların Mücadelesi. (En-Nedve gazetesi) Türkistanlılar Komünist Zulmünden Ülkelerinin Kurtarılması mes'eF : 14


-- 210 lesinin Kral Faysal tarafından benimseneceğini ümid ediyorlar. (En Nedve gazetesi) Doğu Türkistan, Çin Şovenizminin Kurbanı. (India Link mecmuası) (El-Va'yü mecmuası) Türkistanlıların İslam Hizmetleri. Türkistanlılar Hür Dünyadan Yardım Bekliyor. Türklük ve Turan Hakkında Çağrı. (Japon Prof. Djuıchıra İ MAOKA) Sovyet Türkistan'ı ve Doğu İslam Ülkeleri İle İlişkileri. (SBÖE Mecelle Sayı : 19) Güneydoğu Asya'da Sovyet-Çin Anlaşmazlığı . (SBÖE Mecelle Sayı : 19) İli ve Dolaylarının Etnoğrafisi ve Toprağın İşlenişindeki Değişiklikler. (Hawai Üniversitesi prof. den H. J. Wiens) Modern Dünyada Doğu Türkistan. (London Jurnal gazetesi ) Türkistanlı Lider Endonezya'yı Ziyaret Ediyor. (The Times dergisi) Doğu Türkistan Nereden Başlar ? Türkistanlı Lider Bağımsızlık Kampanyasına

Girişiyor. (Daily News) Kızıl Çin , Müslümanları Öldürmekle Suçlanıyor. (9.6. 1970 Japon Times gazetesi) c

-

Melik Faysal'ın Hitabesi :

1966 senesinde Devlet Başkanımızın davetlisi olarak Türkiye'yi zi­ yaret eden Suudi Arabistan Kralı Majeste Melik Faysal Hazretlerinin teşrifinde, Suudi Arabistan'da barındırdığı Türkistanlı kardeşlerimize gösterdiği alaka ve yardıma karşılık, naçiz teşekkürlerimizi ve Melik Haz­ retlerinin Mekke'de toplanan Dünya İslam Birliği Kongresinde yaptığı açış konuşmasını içine alan bir broşür yayınladık. Mezkur broşür, Ce­ miyetimiz tarafından Türk Parlamentosu azalarına ve hemşehrilerimize dağıtılmıştır. ç

-

Haberler Bülteni :

• Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyeti Haberler Bülteni» adı altında bir bülten çıkarmaya başlamıştık. Dünya basın ve yayınından faydala­ narak hazırlanan ve ayda bir çıkan bu bülten, Doğu Türkistan'da ol �p bi­ ten hadiseleri, Türkiye'deki Türkistanlı hemşehrilerimizin sosyal ve kül­ türel faaliyetlerini, Türkiyeli kardeşlerimize ve hür dünyaya duyurmak gayesini gütmekteydi. Fakat imkanlarımızın yetersizliği sebebiyle ancak üç sayı çıkarabildik.

d

-

•Kızıl Çin Müstemlekesi Doğu Türkistan• Kitabı :

Doğu Türkistan'ın kısaca tarihçesini, coğrafi durumun u , ta rih bo-


- 21 1 -

yunca uğradığı düşman istilalarını, burada cereyan eden kanlı olayları ve son durumunu anlatan ve «Amaç Karahoca» tarafından kaleme alı­ nan « Kızıl Çin Müstemlekesi Doğu Türkistan » adlı bir kitapcık hazırla­ nıp bastırılmıştır. Bugün adı geçen eserin mevcudu kalmamıştır.

e - Sarı Tehlike : Doğu Türkistan'ımızın başlangıcından bugüne kadar tarihini, fiziki ve beşeri coğrafyasını, bilhassa son 200 yıllık siyasi mücadelelerini, Çin ve Rus emperyalizminin Doğu Türkistan üzerinde oynadığı oyunların ger­ çek mahiyetlerini safha safha tetkik ve tahlil eden İsa Alptekin'in hazır­ ladığı yazı serisi tamamen dökümanter bilgiye ve müşahadeye inhisar etmektedir. Birçok kaynak eserlerden de istifade etmek suretiyle hazır­ lanan bu seri Doğu Türkistan'ın iktisadi coğrafyasını, j eopolitik ehem­ miyetini ve Çin-Rus mezalimini bütün çıplaklığı ile ortaya koyması ba­ kımından da önemlidir. Aynı zamanda 1760'dan 1949 Kızıl Çin istilasına kadar yürütülen Doğu Türkistan İstiklfı.l mücadelelerini de içine alan •Sa­ rı Tehlike: Kızıl Çin Emperyalizmi Karşısında Doğu Türkistan» ismi ile tefrika edilmiştir. g

-

•Türkistan Şehitlerio Kitabı :

«Türkistan» diye bir Türk yurdu bulunduğunu, bu yurdun Türklerin anayurdu olduğunu, 6 milyon kilometrekareli k bu geniş ülkede en az Türkiye nüfusu kadar Müslüman Türk'ün yaşadığını ve buraların Çin ve Rus esareti altında maddeten ve manen inim inim inletildiğini, sömürül­ düğünü duyan 'rürkiye'li kardeşlerimizin ve hür dünyada Türkistan mes'e­ lesi ile ilgilenenlerin en çok merak ettikleri konu, sordukları soru şu­ dur: «Çin ve Rus emperyalizmine karşı Türkistanlı yurttaşlarınız niçin baş kaldırmıyor?» Yahut: «Türkistan Türkleri istiklal için mücadele et­ miyorlar mı?» Türkistan'ımızdaki mücadele hareketlerini yakından takip edenlerce pöyle bir soru elbette gülünçtür. Ama, bu türlü soruların ardında bir gerçek gizlidir. Bu gerçek çok önemli olduğu kadar, çok acıdır da . . . Aynı zamanda, yine bu gerçek, Türkistanlı Göçmen kardeşlerimizi, Tür­ kiyeli ırkdaşlarımızı Türkistan ve Türkistan Türklüğünün geniş ve derin bir şekilde tetkikine gayret göstermeye davet etmektedir. Bu herşey­ den önce bizler için . bir Türklük borcudur. İşte, Cemiyetimiz elindeki pek mahdut imkanları kullanarak, bu konuda ilk adımı atmayı kendisine vazife bilmiştir. Muhterem Başka­ nımız İsa Alptekin Bey'in gayret ve tetkikleriyle büyük Türk Mücahidi Osman Batur'un Kızıl Çin emperyalistleri tarafından şehit edilişinin 18. yıldön li m i i m ü n asebetiyle · Türkistan Şehitleri » isimli bir kitap hazır­ l i ı ı ı m ıı;; v ı • cc • ı ı ı i yt•l i ın i zı.:e bastırılmıştır .


- 212 -

Adı geçen kitapta, Doğu Türkistan'da, Kızıl Çin istilasından evvel ve sonra, Çin ve Rus istila ve mezalimine karşı ; Batı Türkistan'da Rus istila ve mezalimine karşı milli istiklal için baş kaldıran ve bu yolda can veren lider, şair, yazar ve milli kahramanlarımızdan bazılarının re­ simleri ile hal tercümelerini yazdık. Gerek Doğu Türkistan'da, gerek Batı Türkistan'da yürütülen zulüm, işkence, katliam hakkında umumi ma­ lumat verdik. Türkistan Türklerinin ata yadigarı güzel Türkistan.'ı dışa­ rıdan hiç bir yardım ve himaye görmeden, tarihin kaydettiği en korkunç ve vahşi müstevlilere karşı nasıl koruduğunu ana hatlarıyla anlattık.

h

-

Çahşma Programı :

Gerek Türkistanlı hemşehrilerimiz ve gerekse esir Türkler mes'ele­ si yle meşgul olan, Cemiyetimizin faaliyetleri ve mensupları için maddi ve manevi her türlü yardım ve alakalarını esirgemeyen Türkiyeli kardeş­ lerimize, Cemiyet olarak neler yapmayı düşündüğümüzü anlatmak ge� rekiyordu. Bunun birçok bakımlardan önemi vardı . Şöyle ki: Evvela, Doğu Türkistan Göçmenler Cem.i yeti'ni kurmakla bir ga­ yeyi tahakkuk ettirmek i stiyorduk : Doğu Türkistan'ı tarihi, siyasi, ikti­ sadi ve içtimai bakımdan tanıtmak, neden ve nasıl göç ettiğimizi an­ latmak, uzun ve meşakkatli göçlerden sonra Türkiye ve diğer hür dünya ülkelerindeki kardeşlerimizin ihtiyaçlarını tesbit etmek ve bunların hal­ ledilmesi için çalışmak . . . Bütün bunların tahakkuku programlı, planlı bir çalışma sonucu olabilir. Böylelikle temin edilen her türlü yardımların plan ve program dahilinde niçin , nereye, nasıl ve ne suretle yapıldığı bilinir. Keza yardım edenler ihtiyaçlarımızı ve yardımlarının nerelere sarf edileceğini bilerek huzur-u kalb ile yardım ederler. Sonra, bunun diğer bir önemi de, yaptıklarımızın yanında maddi mahrumiyetler sebebiyle yapamadığımız çalışmalar hakkında da alaka­ dar olanlara bilgi vermek suretiyle, nazar-ı dikkatlerini celbetmek ve o hususlara müteallik yardım ve müzaherette bulunmalarını sağlamaktır. ı

-

«Ali Şir Nevai• Kitabı :

25 Mart 1 961 tarihinde tertiplenen ve raporumuzun B maddesi ç ben­ zikredilen Ali Şir Nevai toplantısında yapılan konuşmalar bir ki­ tap halinde bastırılmış ve lüzumlu yerlere dağıtılmıştır. (Ali Şir Nevai­ Hayatı ve Eserleri İstanbul, 196'2, 64 sayfa ) .

d inde

- aTürkistan'm Kurtuluşu Hakkında Endonezya .Liderlerinin Görüşleri» Kitabı : Endonezyalı dindaşlarımız 1957 senesinde «Türki stan'ı Kurtarma » adı ile Caka rta şehrinde bir cemiyet kurmuşlardır. Endonezya lı Türkistan dost w hiı m i leri n i , Tii rkistan 'ın kurtuluşu davasında bi rlP�t i n• ı ı bu cem i -


-- 2 1 3

·

-

yet, bundan bir süre önce «Liberate Türkistan view of Indonesien-Leders» (Türkistan'ın Kurtuluşu Hakkında Endonezya _ Liderleri'nin Görüşleri) adı altında küçük bir broşür neşretmiştir. Endonezyalı vefakar dindaşlarımı­ zın bütün İslam alemine ve insanlığa örnek olacak vasıftaki bu asil faali­ yetlerini Türkiyeli soy ve din kardeşlerimize ·Esir Milletler Haftası,. mü­ nasebetiyle duyurmayı uygun gördük. İngilizce olarak neşredilmiş bulu­ nan broşürü başına bir takdim yazısı eklemek suretiyle Türkçe'ye ter­ cüme ettirip aynen neşrettik. 2000 nüsha bastınlan mezkur broşürün neşir masraflarını bazı hamiyetperver Türkiyeli kardeşlerimiz kendilikle­ rinden karşıladılar. Adı geçen broşür Cumhurbaşkanımız Sayın Cevdet Sunay başta olmak üzere hükümet erkanına, bazı Üniversite öğretim üye­ lerine, basın mensuplarına, Genelkurmay Başkanlığı ile Kuvvet Komutan­ larına, mi lliyetçi gençlere ve sair lüzumlu görülen yerlere dağıtıldı.

j

-

Haritalar :

Bütün bunların yanısıra Doğu Türkistan'a ait çeşitli yerli ve yabancı kaynaklarda neşredilen iktisadi ve askeri haritaları bir bir topladık. Bun­ ları tetkik ederek uygun olanlarının Türkçeye çevrilip arşivde saklanma­ sını ve lazım gelen neşriyatta yayınlanmasını temin ettik. Bu konuda hedefimiz Türkistan'ı siyasi, beşeri, iktisadi ve ·askeri durumuyla tam ve doğru olarak belirtecek mükemmel bir «BÜYÜK TÜR­ KİSTAN» haritası hazırlamaktır.

k

-

Kütüphane :

Araştırma ve yayın için vazgeçilmesi mümkün olmayan şartlardan birisi de kaynak teşkil eden eserlerin derlenmesi suretiyle bir kütüphane teşkil etmektir. Türkistan'la ilgili eserlerin sayıca çok az olması bir yana, bunları bile temin etmek çok güç ve hatta imkansızdır. Pek çoğu yabancı dil­ lerde olan bu eserlerden i stifade etmemiz de müşküldür. Bu yüzden arzu ettiğim.iz şekilde bir kütüphane tesisine muvaffak olamadık. Ancak Türk­ çe eserlerden bir kısmını temin edebildik. 1

-

Arşiv Çalışmaları :

Bunlardan başka Türkiye ve dünya basınında yayınlanan Türkistan ve Türkistan üzerinde Çin ve Rus faaliyetleri hakkındaki haber, yorum ve makaleleri; keza Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyetinin faaliyetleri hakkındaki haber yorum ve makaleleri imkanlarımız nispetinde derledik. Böylelikle Doğu Türkistanımızda Kızıl Çin Emperyalizmi altındaki son gelişmeleri tetkik ve tahlile müsait gazete arşivlerini faydalanmaya hazır hale' gl't i rd i k . t ı . . ri ılP i rn k <i n l a r P l v e rd i ği takdirde neşretmek üzere, Türk basınında


-- 214 -- Milliyetçi ve Türkistan dostu yazarlarımız tarafınd;;m muhtelif gazete ve mecmualarda yayınlanmış olup. Doğu Türkistan'la veya Cemiyetimizin faaliyetleri ile ilgili çeşitli konulardaki makalelerden bir kısmını seçerek tasnif ettik. Kitap halinde basıma hazır bulunan bu makalelerin en kısa zamanda neşredilmesi Türkistan davasına en büyük hizmetlerden biri olacaktır. m

- Türkistan Büyüklerinin Resimleri :

Elimizden gelen her türlü gayreti sarfederek tarih boyunca Türkis­ tan'a hizmet etmiş milli mücahitlerimizin resimlerini toplayıp çoğalttık. B - ANMA GÜNLERİ VE KONFERANSLAR Doğu Türkistan davasının bilinmesi, Doğu Türkistanımızın tarihi, si­ yasi, iktisadi ve içtimai bakımlardan tanıtılması cemiyetimizin başlıca vazifelerinden sayılmak icabeder. Keza, geçmişte medeniyetler beşiği olan ve bu suretle insanlığa ışık tutan, İslam aleminin ve Türk milleti­ nin şanlı tarihinde mümtaz bir mevkii olan Doğu Türkistan'ımızda yetiş­ miş Türk büyüklerini, son devirlerde kızılıyla sarısıyla emperyalist Çin­ lilere ve Ruslara karşı kahramanca milli mücadelemizi fikren ve fiilen yürüten Doğu Türkistanlı liderlerimizi anmak da milli ve insani bir va­ zifemizdir. Cemiyetimiz, pek kıt i mkanlarına rağmen, kurulduğundan bu yana bu çalışmaları da yürütebilmek gayesiyle aşağıda sıralayacağımız anma günlerini ve konferansları başarıyla tertiplemiştir:

a - Yusuf Has Hacib'i Anma Günü : Türkistan'ın Balasagun adıyla bilinen tarihi şehrinde doğmuş ve yetişmiş, bilahare Karahanlı Devleti hükümdarı Kara Buğra Han'ın «Has Hacib• i (Baş vezir) olarak büyük hizmetler yapmış olan, meydana ge­ tirdiği c KUTADGU BİLİG• isimli manzum eseriyle bütün dünyanın haklı takdirini kazanan ve Türk kültürünün temel eserlerinden birini yazmış bulunan devlet adamı, şair ve mütefekkir Yusuf Has Hacib'i anmak mak­ sadıyla 30 Aralık 1960 tarihinde bir konferans düzenlenmiştir. Adı ge­ çen konferansı İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İçtimaiyat Kür­ süsü öğretim üyelerinden Ord. Prof_ Z. F. Fındıkoğlu, Cemiyetimizin ri­ cası üzerine, Çemberlitaş'ta Muallimler Birliği salonunda «Türk Tarihin­ de Doğu Türkistan ve Kutadgu Bilig» başlığı altında vermiştir.

b - Mustafa Çokay ve Arkadaşlarını Anma Günü : 27 Aralık 1 960 günü Beyazıt, Abdullah Lokantasında, Türkistan'ın yetiştirdiği mümtaz simalardan b ü y ü k mücahit Mustafa Çok:ı y'ın ebed i -


- 215 -

rifleri için 28 Nisan 1961 günü Yeni Cami'de Kur'an-ı Kerim ve Mevlid-i Şerif okutulmuştur.

e - Kaşgarh Mahmud'u Anma Günü : Türkoloj i'nin ölmez abidesi ve eşsiz Türk Kamusu « Divan-ı Lugat-it Türk" ün yazılışının 892 nci yılı münasebetiyle, M.T.T.B. salonunda 30 Nisan 1965 günü saat 14.00 de, bu ölmez eserin yazarı, Türkoloji'nin ilk kurucusu, büyük bilgin Kaşgarlı Mahmut anılmıştır. Kalabalık bir dinle­ yici huzurunda İstanbul Üniversitesinin değerli öğretim üyelerinden Ord. Prof. Z. F. Fındıkoğlu, Kaşgarlı Mahmud'un Türk Sosyoloj i tarihindeki yerini, Ord. Prof. Dr. Z. Velidi Toğan, Kaşgarlı Mahmud'un Türk Kültür Tarihini öğrenme işlemindeki ehemmiyetini, Prof. Dr. Ah­ met Caferoğlu, Kaşgarlıya göre Türk'ler ve Türk Kültürünü, Prof. Dr. İ. Kafesoğlu, Kaşgarlı Mahmut zamanındaki Türk Muhitini ve Dr. Mehmet Eröz de Anadolu Yörükleriyle Kaşgarlı Mahmut konularını ele alarak il­ mi bir şekilde işlediler. f - Mehmet Emin Buğra İçin Mevlid :

14 Haziran 1965 tarihinde Hak'kın rahmetine kavuşan Doğu Tür­ kistan'ın milli mücahit ve siyasi liderlerinden Mehmet Emin Buğra Bey'in ölümünün 40 ıncı gününe rastlayan 25 Temmuz 1965 Pazar günü öğle namazına müteaikp Fatih Camiinde Hafız Kani Karaca, Hafız Emin Işık, Duahan Adem Erim tarafından Kur'an-ı Kerim ve Mevlid-i Şerif okun­ , muştur.

g - Mehmet Emin Buğra'yı Anma Günü : Keza, Mehmet Emin Buğra Bey'in vefatının birinci yıldönümünde 1 1 Haziran 1966 günü M.T.T.B. salonunda bir anma günü tertiplenerek İsa Alptekin, Ord. Prof. Z. F. Fındıkoğlu, Avukat Müstecip thküsal ve Avukat İlhan Musabay tarafından Mehmet Emin Buğra'nın hayatı ve mü­ cadelesi anlatılmıştır.

ğ - Türkistan San'atı Hakkında Konferans : Bu konferanslar ve anma günleri serisine ilave olarak 23 Mart 1966 günü M.T.T.B. salonunda aydın bir kitle huzurunda mevzu'unun müte­ hassısı olan Emel Esin Hanımefendi tarafından cTürkistan'da On Birinci Yüzyıla Ait Türk-İslam Abideleri» mevzuunda bir konferans verildi. Bu konferansta Emel Esin Hanımefendi Türkistan'a yaptığı seyahat esna­ sında elde ettiği resim ve dökümanları da projeksiyon vasıtasıyla seyir­ cilere göstermiş, vesikalarla izah etmiş, kısaca oldukça alaka çekici bir kon fe ra n s vermiştir. Meskur konferans bilhassa üniversiteli gençlerimiz içiıı �·ok fı ı y dn l ı olmuştur.


- 216 yete intikalinin 19 uncu yıl dönümü münasebetiyle bir anma günü düzen­ ledik. Anma gününde merhum Mustafa Çokay'ın yakın arkadaşları ve bu zat hakkında değerli tetkikleri bulunan zevat hazır bulunarak onun mil­ liyetçiliğini, mücadele hayatını ve hizmetlerini dile getirdiler. Böylelikle, Türkistanımızın yetiştirdiği bu büyük insan bir kere daha zihinlere işlen­ di ve Türk Gençliği'nin kalbine nakşedildi.

c - •Kaşgarlı Mahmud ve Divan-ı Lôgat-it Türk" (Konferans) : 28 Ocak 1961 günü, Türk ilim tarihinin en mümtaz simalarından, Do­ ğu Türkistanımızın yetiştirdiği cKaşgarlı Mahmut ve D ivan-ı Lfıgat-it Türk• konusunda Çemberlitaş, Muallimler Birliği Salonunda İstanbul Er­ _ kek Lisesinin değerli öğretmenlerinden Said Gökçe tarafından bir kon­ ferans verildi. ç

- Ali Şir Nevai'yi Anma Günü :

25 Mart 1961 günü İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Salonunda, Türk ilim tarihinde c Muhakemet-ül Lfıgatteyn • (İki Lfıgatın Mukayesesi) isimli eseri ile büyük ehemmiyeti haiz olan Ali Şir Nevfıi'nin doğumunun 520 nci, ölümünün 460 ıncı yıldönümü münasebetiyle bir anma töreni ya­ pılmıştır. Anma gününde, İstanbul Üniversitesinin değerli profesörlerin­ den Ord. Prof. Z. F. Fındıkoğlu, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan tarafından Ali Şir Nevai muhtelif cepheleriyle, 1500'den fazla üniveristeli gence anlatılmıştır. Ali Şir Nevai'nin muhtelif şiirlerinin okunduğu bu konferansta, Ce­ miyetimizin folklor ekibi, Türkistan Milli Oyunları ile toplantıya ayrı bir renk katmıştır. Milli oyunlar yanında, yine folklor ekibimiz tarafından Türkistan türküleri de söylenmiş ve dinleyenlerin coşkun tezahüratları ve gözyaşları arasında konferans son bulmuştur. Konferansı müteakip, konuşmacıların konferansları derlenerek, Ce­ miyetimizin neşriyatları arasında yayınlanmış, bir kısmı Milli Eğitim Bakanlığı'nca satın alınarak muhtelif kütüphane ve okullara gönderil­ miştir. ,

d - Türkistan Şehitleri İçin Mevlid : Doğu Türkistan'ın Altay ve Barköl mıntıkalarında 1940 tan itibaren Çinli emperyalistlere karşı savaş açan ve onlara aman vermeyen, fakat 28 Nisan 1951 tarihinde Kızıl Çinli müstevlilerce hunharca şehit edilen büyük kahraman Osman Batur'un şehadetinin 10 uncu yıldönümü müna­ sebetiyle, aziz şehidimiz Osman Batur, Cumhurbaşkanımız Hoca Niyaz Hacı, Başvekilimiz Sabit Damalla, Eyalet hükümeti Reisimiz Mes'ut Bay­ kuz'u, Altay Valisi Şerif Han Töre ve diğer aziz şehitleri mi zin ru h-u şc-


- 217 h

-

Kaşgarlı Mahmud'u Anma Günü :

Türkistanımızın yetiştirdiği büyük sima, Türk aleminin en büyük alimlerinden Kaşgarlı Mahmut adına, İstanbul'da M.T.T.B. salonunda 30 Nisan 1966 tarihinde halk ve gençliğe hitaben «Kaşgarlı Mahmut Günü• tertip edilerek Z. F. Fındıkoğlu, Ord. Prof. Z. V. Togan, Prof Ah­ me t Caferoğlu, Prof. İbrahim Kafesoğlu, ve Dr. Mehmet Eröz tara­ fından Kaşgarlı Mahmut ve büyük eseri cDivan-ı Lugat-it Türk•e dair çeşitli bilgiler verilmiştir. ı

-

Osman Batur'u Anma Günü :

Doğu Türkistan'da Çinlilere ve Komünistlere karşı 11 yıl müddetle silahlı mücadele eden Altayların Kartalı Osman Batur'un şehadetinin 1 5 inci yıldönümü münasebetiyle 14 Mayıs 1 966 Cumartesi günü M.T.T.B. salonunda bir anma günü tertip edilerek Kadircan Kaflı, Avu­ kat Müstecip Ülküsal, Dr. A. Oktay, Avukat İsmet Tümtürk, Ergun Göze, Nurhocay Bahadır ve İsa Yusuf Alptekin Beyler tarafından günün önemi ve Doğu Türkistan hakkında konuşmalar yapılmıştır. Ayrıca Cemiyetimiz floklor ekibi tarafından gösteriler yapılmış, ha­ masi şiirleri okunmuştur.

i - Mehmet Emin Buğra'yı Anma Günü : 1 1 Haziran 1966 günü, Türkistan'da çeşitli vazifelerde bulunan ve Türkistan'ın istiklali için dahilde ve hariçte yılmadan mücadele eden yazar, şair, tarihçi ve ilim adamı Mehmet Emin Buğra Bey'in vefatının yıldömü münasebetiyle M.T.T.B. salonunda bir anma günü yapılmıştır. Ord. Prof. Z. F. Fındıkoğlu, Avukat Müstecip Ülküsal, Avukat İlhan Musabay ve İsa Alptekin tarafından şahsiyeti ve sarf ettiği gay­ retlere bağlı olarak Türkistan'ın kurtuluşu için yürütülen mücadele­ ler anlatıldı.

j - Türkistan Şehitlerini Anma Günü : Büyük mücahit Osman Batur'un Kızıl Çin'li müstevliler tarafından şehit edilişinin 18 inci yıldönümü münasebetiyle 25 Nisan 1968 günü M.T.T.B. salonunda «Türkistan Şehitlerini Anma Günü" tertip edilmiş­ tir. Çok kalabalık bir dinleyici kitlesinin hazır bulunduğu toplantıda Prof. Şahabettin Tekindağ, Ahmet Kabaklı, Av. İsmet Tümtürk, Ergun Göze, Müstecip Ülküsal, Yakup İlbek, Nurkocay Batur ve İsa Alptekin Beyler Osman Batur, Cumhurbaşkanımız Hoca Niyaz Hacı, Başvekilimiz Sabit Damolla , Eya l e t Hükümeti Reisimiz Mes'ut Baykuzu, Altay Valisi Şerif Han Töre, Maksud Muhiti ve diğer şehitlerimiz ve büyüklerimizin mü­ c·adp] e l P r i ı ı i v e · 'l'i 'ı rkista n 'ın bugünkü acıkl ı durumunu dile getirmişler-


- 218 dir. Ayrıca, bu anma gunu münasebetiyle «Türkistan Şehitleri » adlı bir kitapçık da meydana getirilmiştir.

k - Doğu Türkistan'ın İstiklal Günü : 9 Kasım 1933 günü . . . Bu tarih cDoğu Türkistan Cumhuriyeti- adıyla Anayurdumuzun istiklfılini ilan ettiği tarihtir; Ay-yıldızlı · Gökbayrakıoın Türkistanımızın kurtu�uşunu dünyaya ilan ettiği ve Ay-yıldızlı cAlbay­ rak• a selfım mesaj ı yolladığı tarihtir. İşte, Hoca Niyaz Hacı liderliğinde, Doğu Türkistan'ın Çin esaretinden kurtarılarak istiklalinin ilan edilişinin 35 inci yıldönümü münasebetiyle 9 Kasım 1968 tarihinde M.T.T.B. salo­ nunda bir toplantı düzenledik. Toplantıda İsa Yusuf Alptekin, Avukat Sait Bilginç, Avukat İsmet Tümtürk, Muharrir ve Avukat Ergun Göze, Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Avukat Müstecip Ülküsal birer konuşma yaptılar. Ayrıca Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin tarihçesini anlatan bir broşür bastırıldı ve dağıtıldı. 1 - Yusuf Has Hacip Günü :

Türkistanımızın Balasagun şehrinde yetişmiş olan ve ilk Müslüman Türk Devletlerinden Karahanlılar Devleti zamanında yaşamış Yusuf Has Hacip, Türk aleminin en büyük mütefekkir, edip ve devlet adamların­ dandır. Onun •Kutadgu Bilig• (Hakimiyet Bilgisi) adlı büyük ve manzum eserinin yazılışının 900 üncü yılı Türkiye'de ve dünyada ilk defa Cemi­ yetimiz tarafından ele alınmış ve bu münasebetle 29 Mart 1969 tarihinde M.T.T.B. salonunda ilmi seviyesi oldukça yüksek bir «Yusuf Has Hacip Günü• tertiplenmiştir. 1

-

2 3 hesi -

-

-

4

-

Prof. Dr. A. Caferoğlu •Yusuf Has Hacip'in DilciliğiProf. Dr. F. K. Timurtaş «Kutadgu Bilig'in Edebi DeğeriOrd. Prof. Z. F. Fındıkoğlu c Kutadgu Bilig'in Sosyoloj ik Cep­ Prof. Yılmaz Altuğ · Modern Hukuk ve Kutadgu Bilig»

5 Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu cKutadgu Bilig'in Tarihimizdeki Yeri ve Türk Devleti Anlayışına Getirdikleri» mevzularında bilgiler ver­ mişlerdir. -

Bu konferanstan sonra Kutadgu Bilig'in şimdiye kadar bilindiği gibi •Saadet veren bilgi» demek olmayıp ·Hakimiyet Bilgisi- olduğu kabul edilmiş, eserin devlet idare etme bilgisi veren manzum ve yüzde yüz mil­ li bir eser olduğu, yabancı kültür tesirlerinden tamamen denecek kadar azade bulunduğu ifade edilmiştir. m

- Doğu Türkistan Hak.kında Konferanslar

Cem i ye t i m i z i n Daşka n ı İsa Yusuf Alptekin, Hızır Bek G:ıy n•tullah

ve


- - 2 HJ --

Dr. Erpolat Dönmez tarafından muhtelif tarihlerde Doğu Türkistan'ı an­ latan konferanslar verilmiştir. C

-

FOLKLOR ÇALIŞMALARI :

Cemiyetimiz, Türkistan'ı bütün yönleriyle tanıtmak hususunda araş­ tırma ve yayın, konferans ve anma günü gibi faaliyetlerin yanısıra, folk­ ler meyanında da oldukça ehemmiyetli gayretler sarfetmiştir. Bir milletin folklorü onun bütün hususiyetlerini taşır ve seyredenlere intikal ettirir, tanıtır. Bu bakımdan Türkistan Folklor ekibi de çeşitli toplantı ve gös­ terilerde, Türkistan ve Türkistan Türklerinin hususiyetlerini seyircilere aksettirerek, bir eğlence havasında müşahhas bilgiler vermek bakımın­ dan önemli bir rol oynamıştır. Bugünün insanları için ilmi ve ağır bir eseri okumak cazip değildir. Çünkü bu zor ve yorucu bir iştir. Fakat eğlence, oyun gibi dinlendirici ve kitlelere hitabeden gösterilerle bir fi­ kir veya bir davayı anlatmak, muhataplara tesir etmek bakımından ter­ cihe şayandır. Bu görüşle hareket ederek yaptığımız folklor çalışmaları bizi, haklı çıkarmıştır. Cildler dolusu kitap yazsak, broşür ve risaleler hazırlasak, folklorla sağladığımız neticeyi elde edemez, Türkistan'ı bu derece tanı­ tamazdık. Başarımızın en önemli sebeplerinden biri de folklorumuzun apayrı hususiyette oluşudur. Madem ki folklor, o ülkenin hususiyetini akset­ tiren bir unsurdur, Türkistan folkloru da Türkistan'ın hususiyetlerini ak­ settirir. Onun için folklorumuzu tanıtmak ve geliştirmek için oldukça ti­ tizlikle ve itina ile hareket ettik. Türkistan folkloru, rengarenk kostümleri, gönül okşayan ahengi, içli sazları ve duygulu nağmeleriyle sair ülkeler folklorundan ayrı özelilk­ ler gösterir. Enstrumanları da ayrı bir çeşit teşkil eder. Başlıca çalgı aletleri kopuz, kaval, ney, dutar (iki telli ) , tambur, rebap, gacek, setar, sıbızgı, sırnay, çeng, dap ve dombura'dır. Oyuncuları kız ve erkeklerden meydana gelir. Bazan kız, hazan er­ kek tek başına oynar. Bazı oyunlarda da kız-erkek karışık ve karşılıklı oy­ narlar. Oyunların konusu aşk, ızdırap, hasret, vatan ve istiklal sevgisi olmak üzere çeşitlidir. Oyunların genel karakterleri ahenkli ve canlı olması, her oyunun muayyen bir mana ifade etmesidir. Oyunların ekserisi türkülerle bir­ likte oynanır. Folklorumuz hakkındaki bu kısa izahattan sonra, bu konuda' yaptığı­ mız çalışma l a ra bi r göz atalım: Öııce, fJO k i şil ik bir kadro teşkil ettik. Aylar süren çalışmalardan soıı r: ı Ti i r k i s l.ıın o y ı ı ıı VP şarkılarını öğretti k. Her çeşit orijinal saz ve


- 220 mill i kıyafetler yaptırıldı. Bahis konusu folklor elbiseleri arasında Tür­ kistan'dan gelenleri de bulunuyordu ve bunlan hemşehrilerimizden teker teker toplayarak satın almıştık. Her oyunun kendine mahsus bir elbisesi mevcuttu. Sonraları bu ekip elemanlarını geçim zorluğu evlenme, iş ve benzeri zaruri sebepler yüzünden ayrılmaları ile folklorumuz sönükleşti. Bir müddet sonra eskiden kalanların da iştirakiyle yeni bir ekip daha ye­ tiştirildi. Noksan saz ve elbiseler yaptırılarak tamamlandı. Yeni oyunlar öğretildi. Fakat, folklor ekibi elemanlarımızın sürekli çalışma imkan­ larından mahrum bulunuşları, çeşitli iktisadi, içtimai sebepler yüzün­ den her sene emre amade bir « Türkistan Folklor Ekibi» bulundurma­ mız mümkün olamamaktadır. Bununla beraber, zaman zaman dağılan, yeniden takviye edilen, tek­ rar dağılmak tehlikeleri geçiren folklor ekiplerimiz bugüne kadar aşa­ ğıda sıraladığımız faaliyetlerle Türkistan Folklorunu Türkiye sathında on binlerce ırkdaşımıza tanıtmayı başarmıştır. Şöyle ki: a 16 Mayıs 1961 tarihinde Beyoğlu «Yeni Tiyatro• da «Türkistan Folklor Ekibimiz• müstakil olarak bir «Türkistan Folklor Gecesi- ter­ tipledi. b 15 Temmuz 1961 tarihinde Şan Sineması'nda, yine müstakil olarak · Türkistan Büyük Folklor Gecesi » tertip etmiştir. c 26-27 Nisan 1963 tarihlerinde Türk Göçmen ve Mülteci Der­ nekleri Federasayonu « T.G.M.D.F.• ile beraber Ankara'da « Büyük Sine:­ ma• ve « Türk Ocağı• salonlarında tertiplenen « Dış Türk Milli Oyunlar Gösterisi ıtne, ç 1963 senesi Mayıs'ında İstanbul'da «Şale Festivali• ne, '29 Nisan 1964 senesinde T.G.M.D.F. tarafından düzenlenen «Sa­ d ray Sineması• ndaki «Dış Türk Milli Oyunlar Festivali• ne, -

-

-

-

-

e 23 Nisan 1965 tarihinde İstanbul'da ·Genç Devrimciler Derneği» tarafından düzenlenen «Altaylardan Tuna'ya Gecesi» ne, -

f 7 Haziran 1965 tarihinde «Tekirdağ Turizm Derneği » tarafın­ dan mahallinde tertiplenen « Tekirdağ Kiraz Festivali• ne, -

g 11 Ağustos 1965 günü Taksim'de, Belediye Gazinosu'nda «Fin­ landiyalı Türkler Şerefine• yapılan gösteriye, -

ğ 4 Aralık 1965 günü M.T.T.B. tarafında,n Sergi Sarayı'ndaki «Bozkurt Gecesi ı> ne, -

düzenlenen Spor ve

h 23 Nisan 1966 tarihinde Genç Devrimciler Derneği tarafından Spor ve Sergi Sarayı'nda düzenlenen «Altaylardan Tuna'ya Gecesi - ne, -

ı 4 Eylül 1966 tarihinde T.G.M.D.F. tarafından Açık Hava Tiyat­ rosu'nda düzenlenen «Göçmen Türkler Folklor Gecesi» ne, -

i '27 Ocak 1 967 tarihinde M.T.T.B. tarafından Spor ve Sergi Sara­ yı'nda tertiplc>nen • Bozkurt Gecesi• ne, -


·--

22 1 ---

j 24 Mayıs 1 968 tarihinde Cemiyetimiz tarafından Beyazıt, N i s Düğün Salonu'nda tertiplenen «Türkistan Folklor Gecesi » ile 27 Mayıs 1968 tarihinde Zeytinburnu Göçmen Misafirhanesinde tekrarlanan gös­ terilere, -

k 20 Temmuz 1968 tarihinde Kayseri'deki Türkistanlılarla bera­ ber, Kayseri Sümer Salonu'nda tertiplenen « Türkistan Folklor Gecesi» ne, -

22 Temmuz 1968 tarihinde Folklor Ekibimiz müstakil olarak 1 gündüz Kayseri Hava İkmal Merkezi erlerine, aynı günün gecesi de su­ baylar için tertiplenen gösterilere, -

m 23 Temmuz 1968 gecesi Kayseri'de halk için tertiplenen gece­ ye müstakil olarak ve 24 Temmuzda da Askeri Karargahta ordu men­ suplarına müstakil olarak, -

n 1959 Haziranında Spor ve Sergi Sarayı'nda T.G.M.D.F. tarafın­ dan tertiplenen c Tuna'dan Altaylara Büyük Folklor Şöleni» ne, -

19 Mart 1969 tarihinde 'Spor ve Sergi Sarayı'nda Milliyetçi Genç­ o ler tarafından tertiplenen « Bozkurt Gecesi» ne, -

ö 14 Mayıs 1970 tarihinde Spor ve Sergi Sarayı'nda İstanbul Ülkü Ocakları Birliği tarafından tertiplenen «Ergenekon Gecesi • ne, -

p 12 Ocak 1 97 1 tarihinde Spor ve Sergi Sarayı'nda İstanbul Ülkü Ocakları Birliği tarafından tertiplenen cDokuzyüzüncü Yıldönümü Mü­ nasebetiyle Malazgirt Gecesi» ne iştirak edilmiştir. -

r 1973 yılında derneğimize daha geniş ve öz malı olacak bir yer aranmış ve hemşehrilerimizin kesif bulunduğu İstanbul, Zeytinburnu semtinden 500 kişilik modern bir Lokal satın alınmıştır. Derneğimizin kültürel çalışmaları Gençlik Kolu tarafından bu lokalde yürütülmektedir. -

s 28.4.1974 tarihinde, büyük kahraman, Doğu Türkistan Aslanı Os­ man Batur, M.T.T.B . Salonunda çok kalabalık bir topluluğun iştirakiyle anılmıştır. -

Toplantıya kon uşmacı olarak.

İsa Yusuf Alptekin Prof. Tahir Çağatay Yazar Ahmet Kabaklı Dr. A. Naim Öktem Av. Müstecip Ülküsal Av. İsmet Tümtürk Yazar Ergun Göze Nurkocay Bahadır Yazar Hızır Bek Gayretullah i ş t i ra k P t m i ş l t> rd i r. Osman Batur'un çeşitli cephelerinin anlatıldığı bu top­ l a r ı t ı c.;ol< hı·yı•l'tl ll l ı ol muş, basııı gen i ş yer V<'rm i ş t i r. 1. 2. 3. 4. 5. 6 7 8 9

-

-

-

-


- 222 ş -

ATSIZ'ı anma günü

9 Ocak 1977 günü büyük Türkçü H. Nihal Atsız beğ, Türk Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu tarafından, Kuzey Kafkasya Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin Sultanahmetteki konferans salonunda çok ka­ labalık bir dinleyici topluluğu huzurunda anılmıştır. Derneğimizin de TGMDF. bağlı olması dolayısiyle, bu günün organizesinde de görev al­ mış, toplantının sunuculuğunu derneğimizden Hızır Bek Gayretullah beğ üslenmiştir. Ayrıca dernek başkanımız İsa Yusuf Alptekin, « Esir Türkler ve ATSIZ» konulu bir de konuşma yapmıştır. Bugüne konuşmacı olarak ayrıca,

Doç. Dr. Mehmet Çavuşoğlu Doç. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu Rüstem Kurtbelen Saadettin Topuzoğlu İlhan Darendelioğlu Altan Deliorman Refet Körüklü Abdülhaluk Çay Adalet Çil Dr. R. Oğuz Türkkan N. Kürşad Menlioğlu gibi tanımış simalar katılmışlardır. t - 4 Şubat 1977 tarihinde spor sergi sarayında «Altaylardan Rume­ liye » adı altında TGMDF. tarafından tertip edilen folklor gecesine der­ neğimizin folklor ekibi katılmıştır. Gecenin takdimini, derneğimizden Hızır Bek Gayretullah yapmıştır. Hızır Bek Gayretullah'ın gecenin mana ve önemini anlatan veciz konuşması geceye ayrıca bir ehemiyet katmış­ tır. u

-

Ergenekon Gecesi

İstanbul Ülkü Ocakları tarafından 5 Mart 1977 günü Spor ve Sergi Sarayında yapılan geleneksel «Ergenokon Gecesine», derneğimiz folklor ekibi katılmış ve büyük il'gi toplamıştır. Bütün bu gösterilerde sazından kıyafetlerine kadar herşeyi orij inal olan folklor ekibimiz büyük başarılar elde etmiş, halkın takdirlerine maz­ har olmuş, yapılan gösterilerde «Bağımsız Türkistan» , «Vietnam değil, Tü�kistan » gibi sloganlarla Türkistan davasına kitlelerin dikkati celbe­ dilmiştir. Folklor ekibimizin başarısı, yalnızca gösterilerin yapıldığı mahal­ lerde ve seyredenler nezdinde değil, değerli basınımızca da iltifat ve si­ tayi:;;l crle söz kon usu e di l mi ş , makaleler, röportajlar yazılmı�t.ı r.


- 223 2

-

SOSYAL HİZMETLER :

lVIuhaceretteki hemşehrilerimiz, Anayurdundan binlerce kilometre uzakta, bir yandan vatan hasreti, bir yandan maddi sıkıntılar, bir yandan Anayurdunda yok edilmek tehlikesi ile karşı karşıya bırakılan yurttaş­ larının bu hazin akıbetinden duyduğu ızdırap ve bir yandan da bulun­ duğu yeni çevreye intibak hususunda karşılaşılan güçlüklerin kahredici tesirinden kurtulmaları, yetişme çağındaki çocuklarının eğitim ve öğre­ tim meseleleri, hasta ve yardıma muhtaç, olanların tedavi ve himayesi, başka ülkelere sığınmış yurttaşlarımızın Türkiyemize göçmen olarak ka­ bulü halinde bunların Türkiye'ye gelişlerini müteakip kendilerine nezaret etmek, iş ve mesken teminine yardımcı olmak vs. hususlarındaki yar­ dım ve dayanışmaların tamamına sosyal hizmetler diyoruz. Cemiyetimizin maddi imkanlarının ne kadar kıt olduğu hepinizce ma­ lfımdur. Bu itibarla, sosyal yardım ve hizmetlerin ifası hususunda cemi­ yetimize düşen vazife yardımsever Türkiyeli kardeşlerimizden, bağlı bu­ lunduğumuz T.G.M.D.F. vasıtasıyla sair yardım kaynaklarından temin edi­ len nakdi ve ayni yardımların tesbit edilen ihtiyaç sahiplerine intikalini kontrol ve tanzim etmek, yeni yardım kaynakları aramak ve değerlen­ dirmektir. Aynca, hastaların tedavisi, dış ülkelerden tedavi, seyahat, zi­ yaret maksatlarıyla Türkiye'ye gelen hemşehrilerimizle Iayıkı veçhile ala­ kadar olmak, iş arayan hemşehrilerimize iş yerlerinden iş temin etmek de bu kategoriye giren vazifelerimizdendir. Arzu ettiğimizin çok altında olmakla beraber, sosyal hizmetler ba­ bında gücümüzün çok üstünde başarılar temin ettiğimizi söyleyebili­ riz. Tabii ki bu hizmetlerin ifasında Türkistan dostu hamiyetperver Tür­ kiyeli kardeşlerimizin yardım ve al3kaları minnet ve şükranla anılma­ lıdır. Bu vesile ile yegane ümit kaynağımız, müşfik hükümetimize, hami­ yetperver Türkiyeli iş adamlarımıza, Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliğine, Dünya Kiliseler Teşkilatı ve Birleşik Amerika Katolik Yar­ dım Servisi'ne ve diğerlerine teşekkürleri bir borç biliriz.

a - Türkiyemize Kavuşturduğumuz Mülteciler : 1 Müşfik hükümetimize müracaat ederek Hindistan'ın çok sıcak ve uzak bir köşesinde mahsur bir vaziyet içinde ikamet etmekte olan 1 8 Do­ ğu Türkistanlı mültecinin serbest göçmen olarak Türkiyemize gelmeleri­ nin kabulünü temin ettik. Dünya Kiliseler Teşkilatına müracaat ederek onların Hindistan'dan Türkiye'ye kadar uçak masraflarını sağladık. -

2 Y i n e hükümetimize müracaat ederek Doğu Türkistan'daki Kızıl Çin mpz;ı l i ıni ı ı den kaçarak 1961 yılında Afganistan'a iltica eden 800 nü­ fus nı li ltı·ı· i h · r i ın i zdPıı 2:l4 k i �i n i n Türkiyemize i sk a n l ı göçmen ol a ra k ge l --


·--

224

- ··

meleri müsaadesini sağladık. Merkezi Cenevre'de bulunan Birle�ıni� lVl i l ­ l etler Mülteci Yüksek Komiserliği'ne müracaat ederek bunların uçak mas­ raflarının karşılanmasını temin ederek, bunların 1 1 . 10. 1965, 13.10.1965 ve 16.10.1965 tarihlerinde olmak üzere, Türkiye'ye getirilerek bir şanlı vatan ev, ocak, iş, güç sahibi olmalarını sağladık. Bunlar Ankara'ya geldikten sonra Hükümetimiz bunları Kayseri'ye sevk ederek, iaşe ve ibadetlerini temin etmek suretiyle 1 ,5 yıl besledi. Sonra her bir aileye güzel bir ev, her aileye 4000 TL. vermek lı'.l.tfunda bulundu . 3 Hükümetimizin şefkat ve yardımı ile Afganistan'da kalan mül­ tecilerimizden 70 kişiyi 5. 1 1.1967 yılında Türkiye'ye getirmeye muvaf­ fak okluk. Bunların da uçak masraflarını, Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği sağladı. Hükümetimiz bunlara da 1,5 sene baktı. Ev verdi, yardım etmek lutfunda bulundu. -

4 10.9. 1969 yılı B. M. Mülteci Yüksek Komiserliği tarafından kira­ l anan uçak ile serbest göçmen olarak İstanbul'a gelen 88 kişilik mülteci kafilesi için Köyişleri Bakanlığı, Toprak İskan Genel Müdürlüğü ve İs­ tanbul Vilayeti Toprak İskan Müdürlüğüne müracaat ederek bunların mec­ cani olarak Zeytinburnu Göçmenler Misafirhanesinde kalmalarını sağla­ dık. Ankara Kı:z;ılay Genel Merkezine müracaat ederek bunların iaşe ve ibadetleri için 30.000 TL. yardım temin ettik. İstanbul Toprak İskan Mü­ dürü sayın Türkistan dostu Mehmet Eken Bey'le, hayırhahlarımızdan, İs­ tanbul valisi sayın Vefa Poyraz Beyefendiyi ziyaret ederek, bu zevatı yar­ dımıyla meccani ve leyli olarak bu muhacirlerimizin çocuklarını yuva ve mekteplere yerleştirmeye muvaffak olduk. Bu muhacirlerimize de iş, yiye­ cek ve giyecek temin ettik. -

b

-

Muhacirlerimize Temin Ettiğimiz Yardımlar :

İş adamlarımız ve diğer Türkistan dostlarımızda'n temin ettiğimiz yar­ dımlar. 1 Hayırsever Türkistan dostu bir iş adamımız ve onun halefleri 1963 yılında mühacirlerimiz için 204 takım elbiselik, 1964 yılında 122 ta­ kım, 1965 yılında 228 parça 1966 yılında 317 takım elbiselik, 1967 yılında 342 takım elbiselik, 1968 yılında 228 takım elbiselik, 1969 yılında 3 1 0 takım elbiselik, 1 970 yılında da 359 takım kumaş olmak üzere ceman 2 1 1 0 takım kumaş yardımı yanında, 1971 yılında 308 fakir muhacir ve 1 5 talebemiz için 38.300 TL. yardımda bulunmuştur. -

'2 Diğer bir hayırsever iş adamımız da çeşitli yıllarda ceman 1 89 takım elbiselik ve 4 top kumaş yardımında bulunmuştur. -

3 Yine bir hayırseverimizden 228 kişilik gıda maddesi yardım ola­ rak temin edilmiştir. -


- 225 4 - Yine bir hayırsev'erden alınan 4300 TL. yardım. Keşmir'den ge­ len işsiz muhacirlere dağıtılmıştır. 5 İlim yayma cemiyetinden her yıl 20 orta öğrenim öğrencisine, Kıbrıs Türk Federe Devletinden de 5 öğrenciye, ayrıca bazı özel şirketle­ rin vakfından da 5 yüksek tahsil öğrencisine burs sağlanmıştır. -

Katolik Yardım Servisinden Temin OIW1an Yardımlar : Türk Göçmen Mülteci Dernekleri Federasyonu aracılığı ile 1965 tari­ hinden 1969 tarihine kadar temin edilen yardımlar. 1965 yılında 27 kutu yağ, 5 çuval un, 3 çuval bulgur, 6 çuval ezme, 26 adet manto, 28 adet pan­ tolon, 13 adet ceket, 48 parça çamaşır. 1966 yılında 6 çuval yulaf, 12 çuval un, 1 ton süttozu, 1,5 balya yazlık, 1 ,5 balya kışlık giyim eşyası, 1800 kg. bulgur. 1967 yılında 6 çuval yulaf, 12 çuval un, 1 ton süttozu, 3 balya yazlık ve kışlık giyim eşyası, 1800 kg. bulgur. 1968 yılında 6 çuval yulaf, 12 çuval un, 1 ton süttozu, 3 balya yazlık ve kışlık giyim eşyası, 1800 kg. bulgur. 1969 yılında 5 çuval un, 1 , 5 ton ceseme, 1,5 balya kışlık, 1 balya yazlık gi­ yim eşyası.

Cemiyetten Yapılan Yardımlar : Cemiyetimiz fakir talebelerimizin tahsili için · ve fakir yurttaşlarımı­ zın geçim ihtiyacı olanlara toplam olarak 36.648 TL. sosyal yardımda bulun­ muştur. Suudi Arabistan'dan tedavi maksadıyla birçok hemşehrilerimiz Türkiye'ye gelmiş, bunlardan aşağıda isimleri yazılı hemşehrilerimizi te­ davi ve muayene ettirilmiştir. 1

-

Muhammet Tursun Yakup

2 - Abdulkadir İbrahim 3 4 5

-

-

-

İsmail İbrahim Yasin Eyyüp Abdulahat

6 - Muhammet İşan 7

-

Abdurrahim Can

8 - Turdu Yahya 9

-

Ruzi Kari

10 - Esadullah 1 1 - Hacı Sıddık 12

-

Abdurrahim Koşmak

13 - İsmail Mahdum F : 15


- 226 14 15 16 17 18 19 20

- Hacı Ömer - İbrahim Vasıl J\bdulah Yakup Abdul Vahap Münevver Hanım - Suat Hanım - Fatma Hanım -

-

-

7 nci İslam Konferansı

Doğu Türkistan Göçmenler Derneği, tarihi görevlerinden birisini de 1 2-1 8 Mayıs 1976 tarihleri arasında İstanbul'da 42 İslam devletinin iştiraki ile yapılan 7 nci İslam Ülkeleri Konferansı dolayısiyle yerine getirmiştir. İslam dünyasının bu tarihi gününde Rus ve Çin emperyalizmindeki 80 mil­ yon müslüman Türk'ün meselesini konferansın gündemine alınması, alın­ madığı takdirde kongre üyelerinin bu konu üzerine dikkatlerini çekmek için dernek, çok yoğun bir çalışmaya girişmiştir. Bu çalışmalar arasında dernek tarafından hazırlanan İngilizce, Arapça, Fransızca ve Türkçe risa­ leler, kitaplar ve bültenler 42 İslam devletinin Dış İşleri Bakanları ile kon­ feranstaki hey'et üyelerine ve dünyanın her tarafından gelen ajans muha­ birleriyle gazetecilere kaldıkları otel lobilerinde dağıtılmıştır. Konferansın açılışından bir gün önce de, derneğimizin başkanı İsa Yu­ suf Alptekin beğ, İntercontinental otelinin yabancı gazetecilere ayrılan sa­ lonunda bir de basın toplantısı yapmıştır. Konferansın açılış günü, İstan­ bul'da bulunan Doğu Türkistan Türkleri bir gösteri yürüşü düzenliyerek Rus ve Çin emperyalizmini protesto etmiştir. Gayet olgun bir hava içinde geçen yürüyüşü 42 İslam devletinin delegeleri de görmüş ve sevgi tezahü­ ratı ile mukabele etmişlerdir. Yürüyüş, aynı gün akşamı TRT Televizyonu ekranından bütün dünyaya verilmiştir. Böylece Doğu Türkistanlılar dava­ larını bir kere daha dünya kamu oyuna sermiştir. J::>i ğer taraftan Türk basıİıı bu olaya geniş yer vermiş ve konu ile ilgili makaleler yazılmıştır. Bu arada derneğimizin idare kurulundan yazar ar­ kadaşımız Hızır Bek Gayretullah da bu vesileyle çok ateşli makaleler ya­ zarak Türk kamu oyunda Rus ve Çin mezalimindeki Türklük meselesini bir daha dile getirmiştir.


İ Ç İ N D E K İ L E R

Sahife ....... . . . . .. . ...... ................................. . . . . . . . . . Giriş ................................................. .......... ÖNSÖZ ALTAYLARDA KANLI GÜNLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Savaşlar Başlıyor ................... ..................................... . Göçler Başlıyor . . ...... .................................. .............. Gene Göç .............................................................. Doğu Türkistanın Diğer Kentlerinde de Milli Mücadele .............................................................. Başlıyor Uyırkın - Irkıda Geçen Yıllar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Saydam Olayı ....... ..... . . .... . . ...... ................................. Hind Diyarında . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Osman Batur ve Milli Mücadelesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . OsmHn Batur'un Kişiliği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Osman Batur' un Urumçi Ziyareti . . . . . . . . . . . . . : ... . Keşmir'deki Durum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Böke Batur ve Mücadelesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Manas, Savan ve Kutubi Olayları İli İnkılabi ve Savan Mücahitleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Yolda Geçen Korkunç Günlerden Anılar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ülkenin .Sosyal Hayatı ve Folklor Dünyası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Ülkenin Folklor Hayatı . . . . . . . . . . . . . . . . . : . .. . Kımızın Profilaktik Özellikleri .. .... .. . Kımızın Tedavideki Rolü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .............................................................. Falcılık Varlık Tablosu Esere Katkısı Bulunanlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Doğu Türkistan Hakkında Faydanalınacak Kitaplar . . . . . Doğu Türkistan Göçmenler Derneğinin faaliyetleri . . . . . . . . İçindekiler . . ....... ............. ..................... . . . . ........ .... ...... ResimlPr .

. .

.

.

.

. .

.

.

.

, . . .

. . . .

. . . . . . . . . .

.

.

.

.

3 14 17 27 32 35

- 13 - 15 - 26 - 31 - 34 - 40

41 45 50 69 87 102 105 113 115 117 126 131

-

156 177 1 84 198 202 203 204 207 227 228

-

.

.

. . . .

. . . . . . . . . . . . .

. . . . . .

. . . . . . . . . .

. . . . . . .

.

. . . . .

·. . . . . . . . .

.

.

.

.

.

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

44 49 68 86 101 104 112 114 116 125 130 154 155 176 183 197 201

- 206 - 226 - 272



RESİMLERLE .

DOCU TÜ RKİSTAN


This armioral bearings, stands for national liberation

movement of independent Eastern TĂźrkistan R epublic Goverm ent which was established in 1 933

1933'te

kurulan Ĺžarki TilrktsÄąan Cumhuriyetinin ampleml


ı:: aı

'3 .. ::ı �

:o '3

.gaı ti

.......


1966 yılında Doğu Türkistanlılar, Kral Faysal'a davalarını anlatırken.

1973 yılında

i. Y. Alptekin ve Zalabay Taycı, Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı Rauf Denktaş ile.


- 233 -

7 nci İ slam Konferansı dolayısile İstanbul'da bulunan Doğu Türkistanlıların Çin'i

protesto yürüyüşlerinden görüntüler.


234 -

7 nci İslfım Konferansı ile ilgili yüri.i.yüşten bir başka görünüş.

Doğu Türkistanlılar bir kır gezintisinde


235 -

Türkiye haricinde bulunan Doğu Türkistanlıların Türkiye'yi ziyaretlerinde ge­ leneksel ziyafetler ve rilir. Resimde, Suudi Arabistanda yaşayan Hüseyin Kari beyin şerefine verilen ziyafet.

K ı ı z ı ı k T i l r ld ı · r l ı ı ı l ı · ı ı k ı ya rl't iirnekleri

( Altrı y

,

Kumul, Barköl havalisi . )


Cidde'de yaşayan Doğu Türkistan eşrafından Hüseyin Kari, A. Kadır Manaslı ile Batay Hacı

İ stanbul'daki Doğu Türkistanlılar bir bayram gününde birarada.


- 237 -

Toyda oynayan gençler.

Tiirkülerle çeyiz işleyen genç kızlar ( Bir folklor gösterisi ) .


Altay erkek kıyafetleri.

Altay kadın kıyafeti

Erenkabırga kadın kıyafeti nas-Savan ha valisi ) .

N i �anlı iki genç

(Ma­


Türkistan Göçmenler Derneği Folklar ekibi, 1963'de Anıtkabir'de.

Doğu Tiirk i:-;tıı nı n eski Genel Sekreteri İ. Y. Alptekin ve M. E. Buğra beyler, mil­ l l ' l l ı·rıırıı:-;ı l ı i r toplantıdıı Doğu Türkistan di'ı vasını dile getirirken.


- 240 -

1 962 yılında tertiplenen Dış Türkler Günü kır gezintisinde: (Sağdan sola doğru) Ord Prof. Z. V. Togan, M. Ahunbay, Dr. H. F. Cansever, İ. Y. Alptekin, H. Ö ktem, Müh. Yakup bey, Nazmiye Togan, H. B. Gayretullah, K. Uluçay ve A. Bekkul.

Kaşgur'cla İ ydgah camii .


Osm a n BATUR


Doğu Türkistan istiklalcilerinin hür d ü nyadaki milli da­ valarını tek merkezden yöneten ve bu merkezi n yılmaz iki lideri İ sa Yusuf ALPTEK İ N ve Hacı Osman TAŞTAN bir arada


Hacı N İ YAZ

:)erifhan TÖRE

�:l ı s h ı ı ı ı T : ı y ı · ı ı l ı • Sııdı·y

Dr.

Mı·sııt SABHİ


Şi nhay'da 22. 1 2 .938 de, Elishan Tayci başkanlığındaki Türk hey'etinin. Şi nhay yetkilileriyle görüşmesi : 1 . Angalbay, 2. A lbay. 3. İsabek, 4. Elishan Taycı, 5. Kubdabay, 6 . Hasan Silin, 7. Ka:;en, 8. Yolbarisbek, 9. Koçhan, 10. Macuncan, 1 1 . İ zbayır Baksı, 12. İsa Yusuf Alptekin, 13. Toktakan, 14. Mennan, 15. Çayanbay, 16. Mecunj an, l 7. Talib, 18. Nayın, 19. Zakan, 20. Niyazbek. 2 1 . Y olba rsoğlu. 2 2 . '.\teşin. 23. :'v'Ialücan.


Şinay'da Çinli sivil ve askeri delekeler Türklerle (Orıada Milli kıyafetli, zik pardesülü zat, Majan Şanya'dı r . ) ·


::ı .. ::ı .o oı ....

ı: oı

o

;;, ııı "C ..

ııı (.>

c: ::ı ı: ::ı "C .. o

� .tıl) ,• ...

c: .,, Q. 1 ;:ı Q. 1 .,,


Çinli Müslümanlarca tutsak edilen Türkler, Şinhay'da Koyan kampına götürülmüştü. Bilahare Isa Yu­ suf Bey, Çin yetkilileri ile temas ederek bu Türkleri kurtarmıştır. (Ortada x işaretli zat, İ sa Yusuf Beydir ) .



Canım Han

Mehmet Emi n

BUÖRA


Ayaktakiler: ( Soldan sağa) Kaynaş, Mur­ tıkan, Tökeş. Oturanlar : Kaben Taycı, Omer Ö kürday

A l i lwk l l a k ı m


Hüseyin Taycı, Raki Molla, Sultan Şerif Taycı, Uraz, Hasan Batır.

Mevsül Muhiti'nin 194 l 'de Tokyo Camii nde Gökbayrağa sarılı tabutu


1 9 5 1 'de Keşmir'e iltica eden Alibek'in kafilesindeki kadın ve çocuklar Kaksaray

göçmen evinde.


Alibek ve arkadaşları Srinager'de Saraysafakadıl göçmen evinde ( 1 9 5 1 ) .


l !l33'de Barköl ve Kumıul'dan çetın yolculuğa çıkan mücahitlerden Türkiye'ye ulaşanlar : ( İkinci sıra, sold<ın sağa ) İslambek, Tokay, Osm<ın Taycı, Ali Öztürk ve arkadaşları .


c

:::;

o:

.,

3

o: :ı

:..

o. � E: 2 � "O ., T. -'f, o: ..,

_..,


T ÜRKİ YEYE GELEN M Ü CAH İTLERDEN HAYATTA KALANLARLA VEFAT EDENLER :

H a kaşa Molla

Savut bay Şanya

Beksultan

Seyi l

Begey

Han

molla

Hamza Zal ı n

Karamolla

( Seyitha n )

t

Süley man Aksakal

Hafız Haydar

Nursefa Zengi



Oca ı.:.

Aköyde

(curt)

1 - - - -

fu" -,

(\

< (\) r+

1

EŞi K

zemin planı.

K o n"k.

-,

lf) ı-

ıl ı ::..

I�

1 Jt" 1 1

-

Ata

-

A r'\ d

TÖR

,-

(.. " c

j ı O..

,_

Qj �

o

' 1 .lıf l

----

-ı -o , -= ı

�I

u- ı

1 1

_,_..._ _ _-4

E� i k


-7.l(,--- Kere 9 � �02. �

K E R E 6 E.

Çangrak

Bir kanat kerege

ıl

/

I

/

Akiiyün

ana iskeleti : a) Çangrak, b) Küldireviç, c) Uviklar, ç) Keregeler, d) Eşik.


Altay yamaçlarında bir koyun sürüsü

Doğu Türkistan'da meyva bahçeleri


Tüskiygiz (Keçe, oyma nakışlı duvar yaygısı)

Kiygiz Sırdak (Oyma nakışlı, keçeden yer yaygısı)

Tüskiygiz (Çuhadan )

Çuperek Sırdak (Çuhadan, nakışlı)


"

TU N L ll<. - - .

;

. .

. .

. : U ZIK·· . ·.

-

·.

\. · - .

.. . .. ... ..

Tuvırdık ba...., ,

.

.. . :

.

...

.

.

, . ··: :

ı\köycll' k <'Çl' iirt i i ı · l ı · ı ı ı a ı ı l a r ı , T i i ıı l i k , U z i lı , 'l'ı l \· ı n l a k .


Dödc? ge ,,.

,,,. , - - - - - -

- - - - - - -

EŞi K Dödegenin aköydeki yeri

Aköyüıı

-

Taba l d ı r ı lc:

eşiğindeki ağaç elemanları

Aköyde, başbağlama elemanı Kur örneği

Ö R E c+ E

Kiygiz eşik

Aköyde, öreçe ( paravana)


D O G U T Ü R K i S TAN 1905 - 1970

YIL LARI A RA SINDAKİ GOÇLER

� BÖKE BA TUR' UN G Ö Ç YOLU --?

ve ELISHA N

ZAYIF

TAYCİLERIN GOÇ YOL L A R/

A ktoka1c,

� /SA YUSUF ve MEHME T EMİN BEGLERİN YOLU � A L İBEK'iN GÖÇ YOL U - � HÜSEYİN TAYCi'NiN GÖÇ YOLU � - � OSMAN BATUR'UN TA KIP E T TIGİ YOL

X

-----7

S A VA Ş YERL ERi SAİR GÖÇL ER

i �\. /

�%,1;D. �

..... . - · --u. , . Pişp<!k �

Tok a

l':R�sı KÖkyangan

0� ôzgen 6ceıat­ .A bad­ .j{

BA

� .. ' · -Ô- · -·

( /

Akçi

Uluğ Çat

)

I

l

.

o Cay dube ·

A r tu s

'Q q Kasg . . ar o Fıeyzaba d ı

T

Yeni His TasmC!lik o

o

·

_ -

'J.

Aktur Bazar o Yeni Şehir

' 1

- ·,

İ

o rgan (�Taş K-.J 1

,,/ -

· - · - . ....

\

/

A ksu -j. (Eskişehir)

· - · -- -·

°"'

Oç Turfan

Bay o

��

TA R IM

� Mara l ba sı · Y.4RKENTDERv,

-

Ku

� <>

(Toksu) 0 Saya o

'Aksu o A bad

o K<!lpin

><ısı

Abad o Merkit

T A

K

L

A

M

A

K

N

A

-o Guma

,.... . _.

1

/-

r+

., )

'- · '. \

0 Skardu

Kara kaş

� Hoten

0 ÇirC!

Lop · '. 'M '- - /Vl .

_ ıJ

._ . -

(/

·

I _/ (

o pısa ·

;'

/

� Çaka� o

\

� -ONİYC!

._ � · - · ,.. .._..-'-_

0

,-�

KerYC!

N

Ende;e

\o Surgak

'/. _.,.

--o

_..

.... - . , G

I


,,.

<ı

(ı .,. gtı

,. - · -·

, Kırgız Götü

?aysan GÖi� J

.

\V mın

o

\

İR TİŞ o

Zaysan

-y

; eme ·O

'· -r}: ./· -Kobuk

ı

o

Hoşhan

öbi.J

Otu o l<aramay,;

O

( Buvurcın

/

,A

o� Ulankum

fv/arka Gölü

ıogay Buvrul � Bayan A vu/

o Urtbul;;k

q

o

Bata k t ı k t� r fv! O G O L İ S T A N

o

I

'·

Concu(Güçing)

'

·'

· '·

\

Ç Ö

Ü

L

c:pCE.�

\n

o

,?f

/A

f Aççan

1

p Tiken/ık \

Leşker Salma

E,f<'i� �

O/

S

T

l

1

\ ! » çiğlik

o

' [O

Gölü (LopNor)

v

Carlık

Ç "' . __,., ......,, # llt .... _..._ ._ ,_. /-) ,. ,...,N I

'., 1

(

o Könçi Çara6

\,

A

KA NSU

\

CİNGHAY@ 0

Rut.r?ıı.w

Hajjar

/dırıJJ ı;oo/ 1110


.�

' ,, . • "!

: : :.:..:. t : ��.

, ..

K ı m ı z sabası

pi speği

P-ı s pe\c. b a s ı · aH.l an <a0 r ü n� ş u •

K ÖN E K K ı m ı z s a l ı;!sı


Taylarda eğlenen Altay gençleri

Toyda car söyleyen genç kızlar

İ stanbul'da

yapılan

bir

folklar

gecesinde

oynanan

Altay

oyunu


M üz i k aletleri

l lı ı l a r d i nleyen Kaşgar'lı gençler.

Toyda biyleyen (oynayan) Altaylı kız.

1947'de Doğu folklar

Türkiştan'da

ekibinden

Altay

kurulan ekibi.


Altay halısı

Kaşgar halısı

18.

Tanrıdağı yamaçlarında bir Türk

Yüzyılda Altay'da bir gelin uğurlama.

ı>tlısı.


Altay'ın

�aı

..

ın

Hayhay

hanım

oyunu

Karacorga

oyunu.

Hote'nin sıyrılma oyurıı



Altay'da y ıl k ı sürüsü ile develer.

--- -·- · - - - -

.. ----

E4. hJ� ii" � 1 - 17 �

Sırdak

Sakar

kaynatan

Altay'lı

kadın

(çuhadan nakışlı yer yaygısı )



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.