Hamdullah Subhi Tanrıöver - Günebakan

Page 1



HAMDULLAH SUB H 1

TA NRI

0 V ER

GÜNEBAKAN

Hazırlayan: Dr. Fethi TEVETOGLU

1000 TE'MEL ESER Dtztst

:

131


Kapak Düzeni

Onay

:

Saim ONA.'l

13.3.1987 tarih ve 928.1-952 sayL

Birinci baskı, 1987,

Baskı sayısı : 5.000

İstiklil Marbaa.sı

-

İZMİR


H amdullah Subhi Tanrı över

(1885 - 10

H aziran 1966)



HAZlRLAYANIN ONSÖZÜ

Millet, yetiştirdiği bii:yük insanlar kadar büyüktür. Yüce Osmanlı Devleti, iç ve dış diLşmanların işbirliğiyle çöküp parçalanınca, vatanın asıl ve asil sahibi Türkler, (Büyük Osmanlı Yangını)'ndan bugünkü Türkiye'yi kur· tarabilmişler ve Türkiye Cumhuriyeti'ni ku.rmuşlard!ır. Dünyanın dev sömürgeci güçlerine karşı Türk mil· Zetinin yarattığı son iki büyük gaza destanı: ÇANAK· KAL'A 11e MlLLl MVCADELE zaferleridir. Bu iki kah­ ramanlık destanının yaratılmasında, TiLrkocakları'n&ı yetişmiş milliyetçi, TiLrkçii. gençlerin payı, katkısı biL· yüktiLr. Bu gençlere milli iyman ve mefkılre a.şılayan «ye­ tiştirici» TiLrkçii.lerden biri: Milli Hatib Hamdullah Sub· hi Tanrıöver'dir. Milli Mücddele'yi kazcuıaın manevi kuvvet: Kuvdy-ı Milliye Ruhu. ol�dur. Ku.vay-ı Milliye Ruhu.: Namık K.:mıdl, Ziyd Gökalp, Mehmed Emin 11e Mehmed Akif'in temsil ettikleri; Mustcıfcı Kemd1 Paşa (Atatürk) ve arka­ � larının şahıslarında kerruilini bulan TiLrkün. iyman ve ideal sentezidir. Milli Mücadele'nin başbuğu Mu.sta.fa. Kemal'in im· zasını taşıyan Namık Kemal, Ziya Gökalp, Mehmed Emin ve Mehmed Akif'le ilgili beş tarihi yazıyı, ibret almacak


bir mana buketi hcilinde burada genç okuyucularıma ay· nen sunmak i stiyorum:• Istihbarat Kemal Zade

Zabiti vasıtasıyla

Dersaddet:te

Namık

Ali Ekrem Bey'e !Anadolu'nun. nlhu, bütün feyz·i mukavemetini abd-i

tarihinden almı§'t'&r· Bize bu mukaddes feyzi nefhedeu ervah·& ecdad cıra.nndtı mü.kerre!'l-

babanızın pek biiyük

m.evkii vcırdır. Mecruh vcıtcımn hcılds-ü. istikldli için ölmek yolunda bugünkü. nesle ta'lim-i fedakart eden Büyük Ke·

maı luıkkandcı tekrfr-i

ta.'zimata

vesile olan telgrafname­

nize cırz-ı şükran-ı mahsus eylerint efendim.

T.B.M.M. Reisi

10 Nisan 337

Mustafa Kemal

Muhterem Ziya Gökalp Beyefendi'ye Rahcıtsızhgtnızdcın çok teessürle habereidr . oldum. Sıhhat-ü afiyetiniz haberine memleketçe intizar olunmalc· tcıdar. Sü.r'atle icide-i aliyetiniz için Avrupa'da tedaviye ihtiyacınız varsa icab eden her şeyin tahsisini tekeffüZ

ediyorum. SıhhatinJz ve mcıhall-i tedaviniz hakkında iş'a· rınızı bekler, m.uhcıbbetkar seldmlcırımı beycın ederim.

21 Ekim 1921 Reisicumhur

Gazi

M: Kemal

• Dr. Fethi Tevetollu: a) AtatOrk'ün Toplanrniiiiilış Yazı·

ları, Belleten, Alustoe 1986, C. L. Sayı: 197, ss. 532�534. b) Harb TArihi Başkanlıtı: Atatilrk

VI

Arşivt,

Belge: 39.


Istanbul Vilayeti 1J(i.sıtcısıyla. Ziya Gökalp'ın Refikası Vecihe Hanım'a Muhterem zevciniz Ziya Gökalp Bey'in bütün Türk alemi için pek elim bir ziya teşkil eden gaybubet-i ebe­ diyyesinden mütevellid hissiyci.t-ı · tciziyetk4ranemi ve Türk milletinin samimi teessürat-ı kalbiyesini zat-ı isme· tanererine ctrzeder ve

Türk

milleti ve Hiikı1metiııin

bü­

yük. mütefekkirin ailesi hakkında hissiyat-ı müşfikane• sini te'min ederim efendim. Reisicumhur Gazi M. Kemal ·

Inebolu'da Milli Şairim.iz Mehmed Emin Yurdaıkııl Beyefendi'ye

Türk milliyetperverlif1inin ildhi mübeniri olan şiir· leriniz, bugünkü miiccidelemizin rtlh-u hamasetine ufk·ıı. tuZu olmuştur. Teşri/inizden duydu(lu.m memnuniyeti beyan ile sizi milletimizin mübarek b®ası olarak seldm· larım. 1 Nisan 337 Türkiye Bii.yük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kem4l

Şifr e Ankara, 29. 4. 1336 (1920) Konya'da 12'nci Beyefendi'ye n

Kolordu. Kumandanı

Fahreddin

lstifasındaı musir bulunan Burdur liva.n B.M.M. dzd· ve ahz-ı asker Reisi Miralay !smail Beyefendi'nin ye· VII


rine, Zivay·ı m.ezkur B.M.M. dzalıgına Ankara'da bulunan Şair Mehmed Akif Beyefendi'nin inti1uibının te'min ve neticenin i(ar huyurulmasını rica. ederim. B.M.M. Reisi Mustafa Kemal (Harb Tarihi B�kanlıgı: Atatürk Arşivi, BeLge:39) (T.C. Genelkurmııy Ha.rb Tarihi Başkanlığa Resmi Yayın· ları Atatürk Serisi Nu. 6, Ankara 1977, s. 145) Şu belge ve satırla.r, Milli. Mücadele'yi kazanan Ku· vay-ı Milliye Ruhu'nu oluşturan iyman ve ideal sentezi· ni en yetkili kahramanın kalemiyle serg!lemektedir. Elinizdeki kitab, Milli Mücadele'nin ba.şbu!7'u . Mus· tafa Kemal Paşa (Atatürk) ile birlikte Tü.rkiye Cumhu· riyeti'nin kuruluşunda emek "Vermiş bir Tilrköcaklı'nın çeşitli gazete ve dergilerden derlenmif 20 yazısıdır. Tü.rk şiirine pekçok 11e pek zeukli şiirler armağan etmiş, Türk nazım san'atının gerçek ve kudretli bir işle· yicisi şair Faruk Ncifiz Çamlıbel, Hamdullah Subhi'ni·n (GfJNE BAKAN)'daki yazıları için şunları söylemekte· di-r :** «Belli başlı bir eser kadar nefis bir isimden sonra. güneş vurmuş yüzler gibi sıcak, se11imli ve aydınlık yazı· la.r... Gü.ne Bakan, uzun yıllardan beri sesi gençliğin ku· lağında iymanlı bir davet gibi akseden Hatib Hamdullah Subhi Bey'in, «UZaktan ve yakında.n aynı ışığa yüzünil d.öndürmii.ş» kardeşlerine ithaf ettiği bir eserdir. •• FAruk NAfiz (Ça.mlııbel): Güne Bakan. HMdmiyet·l Mil· liye, 4 Aralık 1929 Çarşamba, Yıl: 10, Nu. 3017, s. ı.

vm


Hamdullah Subhi Bey, söz söylediği za1114n geniş bir kalabalığın heyecanını bir cü.mle içinde habseden bir wttır. GiJN.E BAKAN da 1912'd.en beri gelmiş gı�çmiş acıların ve ümidierin usare ve hu.lcisasıdır. Bu. kan v� can kcynağınt, ne kadar uğraşılır.sa uğraşılsın, bu eserden başka bir anlatacak bu.lu.n.amazo. GONE BAKAN, ay-çiçeği kadar geniş; temiz ve gü· zel bir hitdbeyle başlıyor. Bunu. izleyen «Ah Anneciğim!-.> yazısı, milli nesrimizin belki iU<ı eseridir ve bu. bakımdan edebi değeri yanında tarihi bir· şeref de taşıyor. Bu güzel başlangıcı, aynı tez üzerinde değişen �eŞidli konularla, sonuna kadar aynı 1cu.vvetteki yazılar ta11Utmlıyor. Tols· toy, eserde niyçün yer tu.tm.u.şsa, Tevfik Fikret de o nok· tadan muhcikeme ediliyor: Belli ki Hamdullah Subhi Be-:;� ne tarafa, kime doğru. yol almışsa, yilzü. daima bir tek ışığ<ı çevrili kalmışdır. Senelerden beri nasıl Hamdu.ll.a.h: Su.bhi Bey bize bu ışığı gösterdi, bize her zaman bıı.nu. hatırlattı ise, sene­ lerden sonra, aynı ışık bize ve bizden d� gençlere, bu rüzgar ogibi y0'T"1.1lmak bilmeyen, gönülden gönüle esen ha· tibi hatırlatacakt;ı;r..... B.ü.yük Türkçü ıı.stalarımızdan biri olan 'rahmetli Hamduilah Subhi Tanrıöver, (GONE BAKAN) eserini, bundan tam 35 yıl önce, 3 Şubat 1952'de şu. cömerdce. ya· zılmış ithaflarıyla bize armağan etmişlerdi: «Bir. meş'aleden bin meş'ale yanar ve bunlar bir nur akını olarak mdzinin u.fkundan istikbcilin ufku.na doğru. bir (1i!Çid yaparlar. Doktor Fethi Tevetoğlu, kendi meş'a­ lesinden meş'aleler yakan aziz gençlerimizden biridir. Yüzü büyük iymcinın ışığına dönmüş ve onunla kamaşmtş IX


bu sevgili gencımıze, GONEBAKAN i3mini tQ4tyan ki· tabımı bir dost ve bir baba kalbiyle ithaf ediyoru.mBugün, bu degerli milli k4ynagı, meş'alelerini ateş­ lemeleri için, biz de günümüzün gençlerine .sunuyoruz. Çankaya.:. 5 Şubat 1987 Dr. Fethi TEVETOGLU


GÜNE BAKAN HAKKINDA YAZILAN YAZILARDAN ÖRNEKLER:

GÜNE BAKAN AŞK PEYGAMBER! Yazan: Profesör Sadri Maksudi (ARSAL)

... Bana bu gerçekleri hatırlatan, son iki gün

·.arfın·

da büyük bir lezzetle, milli bir gurur hissedere k okudu­

(Jum bir kitaptır: Hamdullah Subhi Bey'in <'<GONE BAKAN• adıyla ne§redilmi§ makaleler, dܧÜnceler, milli mündcd.tlar (Allah'a yalvarı§lar) kitabı. Ancak, tabii ö(J· renme ihtiyacı sevkiyle de(1il, meslek dolayısıyla da vak· tini kitap okumakla geçiren kimselerce bilinir ki, oku· yanda bir te'sir, ruhta bir iz bırakan kitaplar her gün meydana çıkmaz. 'Dündenberi okudu(/um (GONEBAKAN), benim ruh�mda derin bir te'sir yapmı§tır. Kitabın ruhumu yük· selttiğini, milli gururomu ok§adı(1ını, ırkıma güvenimi arttırdı(1ını hissediyorum. Son yıllar içinde büyük bir ilgi ile, gönül·alçaklı(Jı ile, vecd hali (kendini kaybedercesine ildhi aşka dalmı.ı durum) içinde okudu(/um Türkçe eserlerden bu kitap altıncıdır: Birincisi Gazi'nin Nu.tuk'ları idi. Sonuncusu, (GONEBAKAN)'dır. (GONEBAKAN) kitabında her§eyden önce okuyu.· Xl


cu.yu büğüleyen, kendinden geçiren makaleler vasıtasıyla duyduğumuz ruhtur. Bu ince, hassas, te.miz ve yüksek ruhun belirgin vas­ fı, muhabbettir, aşktır, şümullü (manevi olarak içine alan, kaplayan) bir inAanctl hayırseverliktir. Bu ışıklı ve seven ruh, üç dogrultuda sevgi ve aşk ışınları saçıyordu: Bütün temas ettiği kimselere karşı sevgi; Millete karşı aşk; lnsanlt.ga karşı aşk. (G0NEBAKAN) sahibi, bir istasyonda oğullarını, kocalarını savaşa gönderen kadınları, anaları görüyor. Kahraman Türk kadınlarının gizlemek istedikleri halde gizleyemedikleri ıstırap ve elemleri, bir baba, bir erkek kardeş gibi duyuyor. Türk analarının �tırap ve elemlerinden, onlar kadar muztarip ve "'}lar kadar miLte­ essir oluyor. Bu ıstırapları hissetmekle yetinmiyor, bu hissi bir cümlede özetleyerek bütün okuyucularına aşılıyor. Ah Anacıgım! ... Diyor. Hatible beraber kadına bu haykırışı söyleten bu ıstırapları bütün acisıyla biz de du­ yuyoruz. Karanlık bir köyde Türkün binlerce Omer Ağaların· dan biriyle temasa giriyor. Derhal Hatib, bu Ömer'in ve bütün Ömer'lerin mensub olduğu zümrenin hayat ufku içine giriyor. Omerin, yani Türk köylüsünii.n elemlerini, dileklerini benimsiyor. O anda Omer gibi düşünüyor, Omerin diledigi şeyleri diliyor. Insanlara karşı hakiki sevgi, gerçek U1ik anca1c bu şekilde bel�rebilir. Temas ettiOi XII


kimselere karşı insani sevgi ve iyilik-severlik şeklind� beliren bu aşk ihtiyacı millete karşı milliyet hissi şekli· ni alıyor. Türke aşk, Türkün büyümesini, yükselmesini, refa· hını, mutluluğu.nu dileme şeklinde görünüyor. yani insa· ni sevgi, aşk ihtiyacı Türkçülii.k şeklini alıyor. Öksiizleri, zulüm ve ıstırap çekenleri, hakkı çiğne· n�leri seven, acıyan, ortların hepsine yardım etmek is· teyen Hatib, Türke de aynı suretle acıyor,. onu aynı şekilde seviyor. Çünkü so n yüzyıllarda Türk de öksüz, mazlUm, hakları çiğnenen, yetenekleri inkar olunan bir millet de· gilmiydi? Gazi'nin ortaya. çıkmasına kadar Türk milleti öksüz bir ırk durumunda idi. Türkçülük cereyanı, maz· hlm, yetim bir ırka karşı sevgi; onun meziyetlerini, hak· kın{ tanıtmak arzıı.sıı.ndan do!}mu.ş bir cereya.ndı. Bugün Türkiye için Türkçülüğii.n a.sıı ve amacı değişmiştir. Fa.· kat Türk milleti Dünya çapında bir millettir. Yeryüzünde ellibeş, altmış milyon (bugün 150 200 milyon) · Türk vardır. Bu Türklerin hepsi hürriyet ve refah içinde yaşı· yor diyemeyiz; desek, gerçekden uzaklaşmış oluruz. •

'Hatibin Türkçülüğii. geniş bir Türkçülüktür. O'nun Türklere sevgisine, iyilik isteğine sınırlar tesir etmiyor. Ha.tib diyor ki: «Siytisi sınırlar milletleri ayırır �ı? Orman içine duvar çekiniz, ağaçların kökleri duvarın altından ve dal· ları duvarın üstünden birbiriyl� kavuştukdan sonra sı· nırlar neye yarar? Bütün Türk dünyası birlik şuurunu idrak etmeğe (anlamaya, buna ulaşmaya.) başlamış elle·r uzaktaki kardeşlerin ellerini tutmak için mesafeler i�-ind� uzanmıştır. xm


Irk birliği hissini bundan daha veciz bir surette ifd.d.e etmek mü.mkü.n mü.dür?

«GONEBAKAN• ruh Türkü ve Türklüğü milsbet ve menfi bütün varlıkları ile beraber seviyor. Onun Türk'e, Türklüğe sevgisi, bir babanın çoet.l!ğuna sevgısı gibi garCJZS1Zd.ır. O'nun seven rılhunun milliyet stihasın· da bir belirtisidir. Temas ettiği kimselere karşı aşkı, bü· tün Türkü, milleti unutturmadığı gibi, Türklük hissi, millete sevgi de Hatibde insanlığa sevgi duyg1L81Lnu sön· dürnıemiştir. GerÇek milliyetçi hiçbir zaman insanlı!7a düşman olam.az. Insanlığı se1J1'Tte'!len bir milliyetçi düşü· nülemez. Milliyet du.ygusu.yl4 insanh� bağlılık arasında aykırılık bulanlar, her ikisine karşı ilgisiz olan hasta rıılı.· lardır. Hamdullah Su.bhi milletini sevdiği gibi, bütün in· sanlığa karşı da sevgi ve aşkla doludur. Insanlığı ve insan· lığı sevenleri sever. Çünkü rılhundaki sevgi hazinesi tü· kenmez, cışk ihtiydcı sonsuzdur. Hatib T.olstoy'a meftundur. Çünkü Tolstoy da maz­ lü:mla.rı, çaresizleri seven, onların elemlerini kendi elemi kadar duyan büyük bir ruhtur. Buı iki ruh arasında ·gizli benzerlikler vardır. Tolstoy'u.n ruhu. gibi, Hatibin ruhu da insanlığın ıstıraplarından acı duymaktadır. Her iki�i şahsi mutluluğun insanlığın sad.deti için çalırmakdan ibd· ret olduğuna inanan Peygamberlere ma.hsu.s rııJı.lardır. Hatib diyor: «Bir kavim felsefesi, bir kavim edebi· ydtı gibi onun (ruhunun) gerçek aynasıdır, akis yeridir.• Biz bu fikre şunu. da eklemek istiyoruz.: 'Bir kavm.in ahldkı, felsefesi, gerçek ruhi vasıfları

o kavmin en hassas en nurlu şahsiyetleri vasıtasıyla or· XIV


taya konur, belirtilir. Bu şahsiyetler bir milletin ahld.k seviyesinin ölçü.sünü gösterirler. GONEBAKAN yazarına hatibdir, diyorlar. Dogru· dur. Fakat, Hatib kimdir? Hatiblik nedir? Bu mefhum (kavram) üzerinde az düşünenler, Hatibliği sd.dece güzel söz söylemek yeteneği sanırlar. Doğru değildir. Güzel söz söylemek Hatibliğin aslı, escisı değil, ancak bir neticesidir, bir belirtisidir. Hatib adına ld.yık olan tarihi söz sahiblerinin her­ hangi birisinin herhangi bir nutkunu tahlil ederseniz," Hatibin büyüklügü, cümlelerin şeklinden değil, cümleler aracıyla görebildiğiniz ruhun nadir (az rastlanır) va· sıflarından ileri geldigini görürsünüz. Bütün insanlı k tarafından Çiçero'nun büyük şd.ir olarak tanınmasını saglayan sebeb, lô.tince cü.mlelerin dizilişi degil, <<Pro Milone• nutku gibi nutuklarında or­ taya konan yüksek görüşleridir. Hatib demek, herşeyden önce güzel duyan, güzel dü· şünen, güzel gören adam demektir. Hatib olmak, güul · ruh sd.hibi olmakdan ibarettir. Ruhunda bir yücelik olma· yan kimse ne güzel cümleler kurarsa kursun, ne kadar parlak sözler dizerse dizsin. Hatib değildir. Okuyan bu fikri derhdl hisseder. Hamdullah Subhi Bey, Hatib'dir. Çünkü O'nun sözleri, güzel duyguların, güzel düşüncelerin, güzel görüşlerin tercemanıdır. Sözler, fikirler güzel oldugu için güzeldir. Hatiblik ve şdirlik, mô.hiyetleri ( aslı·•:?Sd.sı, içyüzü) bakımından birbirine pek yakın mefhumlardır. Hatib, nesirleri teren· nüm eden şd.irdir; şd.ir şiirle nutıık söyleyen hatibciir. {ler xv


ikisi, tabiat ve insanlarda bulunan içlerine sokulmuş iyi· lik, güzellik, büyüklükleri, sıradan insanlardan daha

gil·

zel ve daha derin, daha yoğun bir surette gören ve dwyaıı şahsiyetlerdir. Birinci Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman millet tarafından Reis seçilen, Büyük Gazi'nin hitabet kürsüsü­ ne çıkışını bütün Meb'uslar görmüştür. Hepsi bu dakika· nın şiiri azametini muhtelif derecede hissetmiştir. Fakat GONEBAKAN şairinin görüşü ne kadar kendine özel bir görüştür. Her büyüklük, aynı zamanda bir güzelliktir, bir şi· irdir. Büyük adamların büyüklüğünü hepimiz hissediyo­ ruz. Fakat bu büyüklüğün şiiri azametini, azametli şi'ri· yetini ancak şair ruhlu insanlar ld.yikiyle hissedebilirler. Bugün sınırsız milliyetseverliği,

harika nev'inden

azim ve iradesiyle, kimselerin gösteremiyeceği başarıla· rıyla bütün dünya tarafından tanı�m1ş

büyüklüğüyle,

dehd.sı ile bütün milletleri hayrette bırakmış, gözlerini kamaştırmış, adını sonsuza eriştirmiş olan Gazi�nin, mil· letin Reisi sıfatıyla birinci defa hitabet kürsiisüne çıkı­ şına ilişkin parça, gerçekden güzel, azametli bir güzel­ likle güzel bir parçadır. Bunu yazabilmek için Gazi'nin

han tarihindeki rolünü, bütün şiiriyle

büyüklüğünü, ,

bütün

ci·

büyüklüğüy­

le duymuş ve kavramış olmak gerektir. 'Hassas şair bunu duymakla yetinmemişdir. dakikanın, sahnenin, manzatanın ululuğunu,

Tarihi

şi'riy�tini

bize, okuyucuZara da hissetiirebilecek kelfmeler,

ifade

tarzları bulmuştur: .,,Oye sayısından bir eksik oyla Başkan seçildi.

XVI

He·


pimiz gözlerimizi O'nun üstüne dikmiş, kütsüye çıkması· nı bekledik. Sessizlik son dereceyi bulmuştu. Bu sessiz· lik, içine düşen şeyleri irileten, büyüten, durgun ve ber­ rak bir su gibi idi- Bu. sessizlik kürsüye çıkanı başkala· rından ayıran, büyülten bir kuvvet ve manada idi. Yavaş adımlarla yere ancak dokunuyormut gibi basamakları bi·

rer birer çıktı. Bw çıkış O'nu dört tarafı uçurumlarla ay·

rılmış baş döndürücü bir noktaya götürüyordu . . . . Bu dakikadan i'tibaren önümüzde yürüyecek olan bu genç adam, azlikla, fakirlik ile mazlu.mluk ve ma(Jlu· biyetle ittifak etmişti. Bu dakikadan i'tibarert; her taraf· tan gelen tehditlerin, tehlikelerin çevresinde

kaynayıp

çalkalandı(Jı -bu kürsü üstünde, O'nun ruhu, boralara kar­

şı kanat'.:larını beyaz şimşekler oibi açan bir deniz kuştı,

bir fırtına kuşu gibi duracaktır.• Ne yükse,k, ne güzel bir görüş! Gazi'nin sonsuzluğa. do(Jru yürüyü.şündeki birinci de(Jilse de milhimı bir adımı · bundan daha güzel tasvir etmek imkanı var mıdır? Bir şairin, bir hatibin ruhu, çevresine koyu şua'la� (tel tel ışıklar) saçan bir ışık merkezine benzer. Nereye doğrulursa oırasını aydınlatır. GONEBAK.AN

Hatib, bi·

rinci Milli Şairimiz Mehmed Emin Bey'in, Türk edebiyd.·

tı tarihindeki rolünü iki-üç sahifede belirtmiştir. Bu tab·

loya bir tek kelime ekleme �üzum kalmamıştır- Mehmed

Emin Bey hakkındaki parçadan sonra, Tevfik Fikret Bey

hakkındaki düşünceleri okuyunuz. Bu. iki şair arasında ne kadar büyük farklar vardır. Bu farkları vuzuhla tes· bit ve ifdde, edebiyat tarihçilerine değil, sezgi�i bir gö· rüş (intuitim) sahibi Hatib'e nasip olmuştur. Şiir alanındaki iki mücadil (çekişen) cereyanın iç· yüzlerini anlamak isteyenler bu parçaları okumalıdırla....

XVII


GONEBAKAN yazarı, bir şair, bir hatib, bir aşk peygamberi olduğu kadar da bir ediptir. GONEBAKAN'· daki bütün makalelerde büyük bir hikaye tasvir kuvveti görüyoruz. ÇANAKKAL'A, BOGA DAGLARI, LfJBNAN HATIRALARI gibi parçcı!ar, f(Z,Svir ve hikdye üslubunuıı en mükemmel örnekleridir. Asil ruhların müsbet vasıflarından biri, hizm�t edenlere karşı saygıdır, kaqirbilirliktir. Türkiye'de, Türk· ün Osmanlı devrinden önceki geçmişine karşı ilgi uyan· ma.Sında büyük hizmetleri geçmiş olan müderris ve alim muhterem Necib Asım Bey'e yazılmış mektup, ı1im ala­ nında hiçbir türlü teşvik ve tergib (istek verme, isteklen· dirme) g örmeksizin çalışan bütün ilim hddimleri (hizmet edenleri) için· bir teselli kaynağı olabilecek bir mahiyet· tedir (niteliktedir). Şair Hatib, o mektubu yazdığı anda ilim uğrunda ömrünü tüketmiş olan emekdarın ruhuna girmiş; o gibi bir adamın ruhuna besleme, gıda olacak cümleleri de bulmuştur. Çünkü bütün hatibler, şairler gibi GONEBAKAN. yazarı aynı zamanda ruhlara nüfuz eden bir kdşiftir. Ankara Hukuk Mektebi Profesörü: Sadri Maksudt (Biklmlyet-1 Mllllye, 9, 10, ll Aralık 1929 Pazartesi, Salı, Çarşamba, Yıl: 10, Sayı. 3022-3024,

s.

2)

GÜNEBAKAN Yazan: Yakub Kadri (KARAOSMANOGLU)

Hamdullah Subhi'nin GUNEBAKAN adı altında taptadığı yazıların her biri, başlı başına bir eserdir. Öy· le ki, bize her biri bir ayrı kitab mevzuu teşkil edebilirxvm


di· Lakin Hamdullah Subhi'nin kalemindeki mii.nakkih· lik

(ayıklamak, temizlemek,

mak üzeTe

sözü mandSından çok olma­

söy!.zme. ve yazma. hüneri),

enZara bu

veciz

şekil kısalığını verdi. Bu kalem daha yeşil ve taze bir kamışken, bundan yirmibir, yirmiiki yıl önceden beri, Türk milletinin veyd insanlığın alınyaz1sı ile ilgili, ne önemli, ne çetin ve ne kadar kapital mes'elelere, ddvd.· Zara, emel ve ideallere değinmiş ve nasıl olmuş da bu gev· rek unsur, o sert, acı ve yakıcı şeylerin arasında bükülüp burkulacağı yerde, sonuna kadar hep aynı tazeliği ve ye· şilliği, hep aynı bahar k okusu ile korumuş? ... Genç Hamdullah Subhi, bu bilyük millet ve insanlık meselelerine karıştığı sıralarda yolunun üstünde vahşi ceylan bakışlı genç kızlardan, kızıl karanfil dudak· lı genç kadınlardan eser yokmu idi? Boğaziçi kıyılarının renkleri solmuş, kokuları kaçmış mıydı? Gece vakti, se· rin korularda, gümüş sesli bülbüller ötmüyor muydu? Niçin o yaşta bunları ve bunlara benzer şeyleri terennülfı etmek varken Hamdullah Subhi, dc:iimc:i bize ya Rumeli'n· deki ırk ve mezhep kavgalarından, ya Tolstoy'un ölü.· münden, ya açlık �e sefc:ilet kavgalarından, ya bağrı yanık Anadolu köylüsünden sarp ve yaman sergüzeştinden bah· setmiş! ... Acaba bu adam. genç olmamış mı? Bakınız, ka· dına dair yazdığı vakit bile cinsiyet titreyişlerinden n2 kadar uzak kalıyor! Kadından bir bakış, bir gülüş, bir aziz vaid isteyeceği yerde yalnız, onun için hürriyet is· temekle kalıyor; zira onun gözünde bir kadın yoktur; bir Türk kadını vardır; bir Türk kadını ddvdsı vardır. Hamdullah Subhi, bu ya.ııların birçoğunu otuzun· dan önce yazmıştır. •Kırı k Kiremit•, «Tolstoy'un Ölümü•

XIX


gibi dört-be§ parça var ki, daha uzak gençlik devirlerine aittir. Buna rağmen bu parçalar oku1ıduğu. vakit· yazarın

�roı�min.�

öz.ı?l ddimi 'tdzelik ve ruhuna mahsus daimi coş-

. kunluk müstesnrı olmak şartıyla· kemale ermiş bir ins:.ının

vakarından, olgunluğundan ve derinliğin en başka bir şey hissedilmez. Bu vaktinden önce ergenliği, Subhi, yalnız birkaç kıışaklık

intelektüel

Hamdullah cedler sayan

ailesine, yalnız kendi idealci hamuruna değil, aynı za· manda mensup, olduğu .nesle ve yetiştiği devrin havasına

borçludur. o .neslin ruhunda, birbirine aid. birçok fikir­

ler, gayeler ve düsturlar, Kahotik (sarsıntılı) bir alemin içindeki unsurlar gibi, erimiş bir ateş halinde kaynıyordu. Başımızın üstünde birbirine düşman idealler yalın kılıçla r

gibi çatışmış duruyordu. Meşrtltiyetin ildnı Türk toplu·

munun üzerindeki a.(Jır mezar taşına benzeyen

kapağı

kaldırınca, onun altından bütün çürümüş, kokmuş şey· lerle beraber (Yann)'ın mayası da azami tahammür (ma.· yalanma, ekşime) halinde meydana çıkm�ştır. Bunu. öbür çürümüş şeyler4en ayırmak hususunda . epeyce zorluk çekiyorduk. Bize eyiyi

kötüden,. sağlamı çürükten ve

katıksızı hiyleliden, faydalıyı tehlikelerden ayırt ettirecek klavuzlardan ortada henüz eser yoktu. Herbirimiz, kendi tırnaklarımızla, o karışık, o külç� hdlinde maddenin için­ den «Doğru•nun, •Güzel•in ve •Eyi•nin kazıyarak çıkarmak

has

unsurunu

zorunda idik. Bu kazdığımız ham

külçeden daha karışık ve bulanık olan o zamanki rejim bize bu yolda kuvvet ve cesaret vereceği yerde, aksine,

bizi, türlü türlü dal.dletlere (doğru yoldan sapmalara.), Zllaf­

lara düşürüyordu. Kimimizi Osmanlılık, kimimizi

Müs·

lümanlık, kimimizi bir nevi ma(jşuş (katışık, karışık) li· berallık peşinde yonı.yordu. Bdzılarımıza sadece Balkan· lı çetecililc

ruh�nu aşılıyordu.

Adi

sokak politi.kacııtğı,

adi sokak kabadayılığı her köşeden yolunuzu 1c:esiyordu.

xx


Çok defa fakirZere kurşunlar cevap v�riyordu. Ve bütün bunlar şimdiki nesillerin hayal bile edemiyecekleri bir karanlık, bir fırtınalı çöküş ve batış, bir bozgunluk, bir yas ve felô.ket havası içinde... !şte Hamdullah Subhi'nin nesli bu kavga�gürültünün ortasında, vaktinden öne� kavru.lmu.ş olan bir nesiidi ve Hamdullah Su.bhi, bu. sa· hibsiz ve başıboş neslin içinde hayrete değer bir hamle (atılım) ile, kendiliğinden gerçeğe ilk eren oldu.. O'nun kırküçlük çehresi, bize Türkçülük mezhebinin ak sakal· lı mürşidleri (doğru yolu gösteren kılavuzları) arasından gözüküyor. On T�ıı.z lnkıldbı nesli, Türkçülük dini yolun· da çok şeyini kurban verdi; hattd birçoğu tatlı canını feda etti· Hamdullah Subhi bu yolda dary.a tatlı olan genç­ Ziğini verdi. <Biklm.Jyet..ı MUllye, 18

Aralık 1929 Çarşamba,

Yıl: 10, Sayı: 3031, s. 2)

GVNEB A K AN Yazan:

Re§id Saffet (ATABİNEN)

Hamdullah Subhi'yi tanıyalı tam yirmibeş yıl olu­ yor. Insanlarda, O'nun kadar alevi siLren ate; parçası gö,... medim. !lk görüşüşümüzde nasıl hararetle konuşuyor idiy· se, bugün yine o imanla konuşur; o za:man ne kadar sa· mimiyetle yazar idiyse bugün yine aynı samimiyetle yazar.

•Hamdullah•ın eseri d�mek, Hamdu.lla1ı demektir. Her yazıcı için böyle değildir. Yazıcıların ço!}u, fikirlerini ve ifô.delerini bir kılığa !coymak için özenirler, bezenirXXI


ler, kıvranırlar, kendiliklerinden çıkarlar. Hamdullah'ın uğraşıp uğraşmadığını bilmiyorum, fakat fikirlerinde, ifadelerinde kat'iyyen özenti eseri yoktur. Onun yazısı fikrinin berraklığı kadar sdde ve canı kadar özdür. Nu· tuk!arının ve e serlerini n te'siri de bu sddelikten, sami­ miyetten, tabii doğumdan dolayıdır. Hamdullah'ın kesme taşlar gibi sert ve düz dili ve yazısı vardır. Cümleleri, yarmaksızın zihnimde yer bulur, yer tutar ve kendi zih· ni de çıkardığı fikirler gibi olduğundan, samimi ruhtan kopan bütün başkalarının sesleri, hisleri de onun kalbin· de iz bırakır. Bir köylüye rastlar; o köylünün saf kalbinin, şuurlu şııursuz,- fakat her halde derin sağduyunun, temiz rılhu· nun meydana getirdiği doğru sözler onda, onun dimağın· da fışkırma.sına elverişli bir toprak bul ur köylünün mo­ tifi onun beyninde orkestra edilir ve köylünün sözünden HarnıdullaJı'ın hissi ve ifddesiyL� bir senfoni 1uisıl olur. Bu senfoniyi dinlediğiniz zaman işittiğiniz, yalnız bir köy· lüniin sesi değil, bir milletin dhengid.ir; bir ferdin ağla· ması değil, bir kütlenin ıstırap inlemeleridir; bir Türkün rüyası değil, bütün Tür-klerin ümidleridir. ,

Gazi gibi bir iş ve ffkir dıihisi çıkaran bir millete desto�1l11rını yazacak yazarlar, şarkılarını söy· leyecek müzisyenler, kahramanlarını canlandıracak res· samlar ldzımdır. Bunların hepsinin yetişmesini gönülden bekliyoruz; şimdilik yalnız iki üç yazıcımız var; başlıca· larından biri de Hamdullah'dır . Içinden

Ulu

GVNEBAKAN'ı okurken onbeş yıllık keder, emel, ümid ve sevinç günlerini bü.tiin_ ruhumla yaşadım. Bal· kan Harbi'nden, dünkü. zaferimize kadar milletimizin geçirdiği bütün heyecanlarla kalbirn tekrar çarptı. Temiz, XXII


doğru. yazılmış eserlerin verdiği hisle, ben de o zamanlar

hatıratarımı kaydetmiş olsaydım böyle yazardım dedim. GVNEBAKAN,

büyük Fransız

Napoleon harplerinden m, düşüncelerini,

!nkıldbı'ndan

ve

sonra hikaye şeklinde duyguları­ ıstırapla rını haykıran Bııııjamin C.ons­

tant, Musset, Chateaubriand, Alfred de Vigny ve Stend·

hal'lerin eserleri gibi, Balka?J. ve Anadolu harpleri arasın· da düşünür, ince, iymanlı, temiz bir Türkün sürekli ha· tı.ra defteridir.

Bizden sonra gelecek nesil, büyük

babalarının duydukları hisleri, geçirdikleri

kardeşlerinin, bunalımları

öğrenmek, incelemek isterse, GVNEBAKAN gibi eserle· ri

okumalıdır. Bizim

en güzel· �ıynamızcLı.r.

GVNEBA·

KAN'lar bizleriz. Günü, yani güneşi, bizler, uzun gece·

ler, uzun yıllar aradık, bulmak için çok çektik, çok göz· yaşları döktük, çok kanlar akıttık, fakat

duk, bağrımıza soktuk, adına MUSTAFA

nihayet

KEMAL

bul·

dedik.

22 Aralı:k 1929 Pazar, Yıl: 10, Sayı: 3035, s. 2)

(llaklmiyet-1 Mllllyc,

XXIII



BAŞLANGlÇ Uzakta ve yakından aynı ışığa yüzünü dön­ dürmüş, bildiğim ve bilmediğim kardeşlerime... Bahçelerin, bostanların sapın yukarı kaldırdığı güneş vardır. iri altın şualarının yerde etrafına ışık veriyormuş

üstünde şeklinde

uzun bir bir çiçek durduğu ortasında gibi görünür.

Halk dilinin Günebakan İsmını verdiği bu çiçek, güneşe aşıktır. Çok yukarı kalkması ona yakın olmak, onun )şığına ve sıcaklığına sürünrnek ve dalabiirnek içindir. Güneşi çok sevdiği için zamanın eski, uzak günlerinden beri özene özene nihayet kendini ona benzetmiştir. Doğu ufuklarının üstünde gün ağarmağa başladığı dakikadan, batı ufuklarının arkasında takip kayboluncaya kadar Günebakan, güneşi eder. Yüzü onunla aydınlanmış, hissi onunla dolu, boynunu büke büke onu seyreder ve ondan ayrılmaz. Ince , uzun sapının, çok ağır başını, o kadar yüksekte taşıyabilmesi, fırtınalarda kırılmama.s!, içindeki aşktandır. Uzakta ve yakından aynı ışığa yüzünü döndür­ müş bildiğim ve bilmediğim aziz kardeşlerim!... Siz de ve ben de de karanlıklar içinde doğmuş aynı rüzgarlarda ısianmış doğruluğun, güzelliğin ·ve iyiliğin güneşine kendini uzatmış saplarız.


Topraklarımızın. ezeli rnenfa günlerinde biz ona uzandık, o hayalimizin gökleri içinden süzülüp bize indi. Siz de ve ben de o güneşe vurgunuz. Gözlerimiz ona çevrilmiş, ıçımız onunla dolu, vatan toprağının üzerinde doğrulup, mahzun vatan ufuklarını tanıdığımız . günden beri, onu takip ediyoruz. Bunun için sana uzattığım bu yeni kitaba (Günebakan) İsmını verdim. Onun içinde sen, kendini ve beni bulacaksın. •••

2


AH ANACIGIM •TORK VURDU :

Sene 1 912-1328

Sahife 739



1 Ben, ziyafete en sonra gelmiştim; kadehler kırılmış, çiçekler dökülmüş davetililer artık uzaklara gitmişti. Konyayı bir tepenin üstünden, ruhları tecrid eden bir akşam arasından seyrediyordum. Onun ihtişam günlerinden çok zamanlar sonra gelen müteessir bir ziyaretci idim. Arkamda devrilmiş. bir saray, gözlerimin önünde yıldırımlarla yıkılmış minareler, senelerle, mina ve zümrüt oaharları harap olmuş camiler, türbeter vardı. Takalı dağının sırtları arkasında ziyalarının, renkle­ ' rinin son şenliğini terkederek, güneş hattı. Gecenin karanlığına yavaş yavaş girdiğimiz bu dakikalarda, bitmiş devirlerin fanili;ğini nefeslerimi tazyik eden derin bir keder içinde duyuyordum. Ayaklarımın altında Romalıların, sonra Bızanslıların en eski zamanlardan kalmış eserlerini örten topraklar ve yanımda, kalın duvarları içinde Selçuk Sultanlarının ağır uykuları devam eden asırlardan kalma bir cami duruyordu. Şimdi her tarafta günün ziyaları sırçaların, çiniterin üstünde derece derece ölüyor. Hala gözle­ rimde müfrit güzelliğinin hüznünü gezdirdiğim nadi­ de, cevherin kemerlerin, içi oyulmuş büyük zümrüt­ lere benzeyen kubbelerin altında gece büsbütün hu­ lül etmiştir. Anadolunun denizlerden uzak, göklere . yakın, yüksek ovalarında, kadim hicretlerin,seferlerin geçit yeri olan bir yaylada Türklüğün yavaş yavaş, karanlıklar içine çöken harap bir tahtgahına gözlerim dalmış, kendi kendime düşüni,iyordum. Şarkın. bibaha mataını çıngıraklarının fağfur titreyişleriyle nihayetsiz mesafeler arasında r.<:ıkleden kervanlar çözülmüş, kervansaraylar yıkılmış, yukarı­ larında göklerin hafası içinden gelen sesiere ·benzeyen ezanların titrediği, asil ve zarif minareler

5


kırılmış, gözleri mest ve meftun bırakan medrese­ ler, mescitler· sefil olmuş, türbeter çökmüş, her şey metrlık ve me�si (unutulmuş) kalmıştı. Türklüğün, yüksekten düşmüş bir cam gibi parça parça olmuş, her parçası şunun bunun eline geçmiş büyük devirlerinden arta kalan bir kıt' ada etrafıma karanlıklar inmiş, öksüz bir kalb ile, hicranlı bir ruh ile b büyük maziyi düşünüyorum. Gece sessiz adımİyla ta yanıma sokularak kendi kumaşından omuzlarıma bir matem hıl'ati geçirdi. Başımı ağır ağır sallıyordum; zavallı memleketim, sessizliğin ve felaketin üstünde geniş ufuklarını seyrettiğim bu yerde, karanlıklar içinden baykuşlar gibi şeamet hisleriyle haykırmak, hıçkırmak ve' ağlamak· istiyorum. Şimdi gecenin karanlıklarında gizlenen yollarını gözlerimin içinde tekrar görüyo­ rum. Merkezlerden hudutlara doğru uzayıp giden sefer ve hicran yolları, hudutlardan merkeziere doğru gelen hicret ve husran yolları. Hatıratarımı araştırdıkça nihayete -ermerİıiş bir harbin her tarafta izlerini görüyordum. Bir kış rüzgarı, başla­ rımızı yavaş yavaş eğen meş'um bir tali asırbirdan beri --bu yurdun üstünde hüküm sürüyor. Meyveleri oldukça dallarından koparılan ağaçlar gibi, fasıla vermeyen, usanmayan bir hıyanet kadınlarımızın çocuklarını, büyüyüp yetiştikce kollarından koparıp alıyor birbiri ardından sınırlarımıza saldıran sayısız düşmanların ateşle·ri.ne götürüp yakıyor, dağıtıyordu. Ta uzaklarda, denizierin .kenarında dikilen salıiliere kadar Anadolu'nun bütün köyleri şimdi gecenin uzlet ve süliutuna girmiş, öksüz çocukları, dul kadınlarıyla kimsesiz ve t�katsız uyuyor. ' Yıldızların göklerde ışıldayan ufak kürelerine gözlerimi dikerek, günün demir gibi yorgunluğu ·

6


ıılt ınd:ı ezilmiş uykusunu, derinden derine dinie­ diğim biçare ınemleketim, benim gibi hayali ıııahsur olmayan, gözlerinde renkleri."n, alayişin, ıııamurelerin. güneşlerle kamaşmış mavi denizierin hayalini getıren bir evladın karşısında sen,. ne renksiz, ne kadar sefil ve metruk', · d·uruyorsun. küstah servetlerini bina ·edenler, seni Fakrınla sevmenıiş, seni düşünm�miş, sana bakmam1şlar. Bir pencerenin çerçevesi ortasında manzaraların arasında gelip gittıgım saatlerde, boyunlarını uzatarak sessiz sessiz, görünmeyen bir şey içinde yüzüyarmuş gibi giden develerini, ovaların, dağların büklümlerinde kaybolmuş izbelerini, esvabının yırtıkları içinde yerin ihtiyaçlarına karşı bir ilah kadar kayıtsız ve mağrur duran köylülerini uzun uzadıya seyretti m. Çobanlarınla çiftçilerinin parça­ lanmış elbiseler içinde görünen vücutları; parça­ lanın ış bulutlar arasır1dan görünen gökler kadar, Arzın fevkinde gani ve yüksekti. O yırtıkların içinde barınan ruhiar ne kadar cömert' ne kadar alicenap, ınıizilerinin vakar ve heybetini taşıyan eski bir hatıra ile ne kadar asil idi. Sonra her ta rafta yolların beyaz dumanları yanında, sapsarı dumanları tüten har­ manlarını düşündüın. Her ışın başında endamı eğilmiş bir iş kahramanı, bir kadın vardı. Sapları o devşiriyor, inekleri o döndürüyor, odun taşıyor, ekmek pi�iriyor, bez dokuyor, tezekieri o yoğuru­ yor, o kurutuyor, bir de muh:ırC'bf"ler için, oyuncak yerine ellerine tohuıııa ka<'mış i,ir krıb:ık verdiği, saçı güneşte olgun ba!?d k rengine girmiş çocukları o yetişti riyordu. Çocuklarının beşikleriyle nam ve nişanı olmayan mezarları arasında daima kıt ' alar, denizler olan ülkenin dıarını, sonu gelmeyen ın uharebeler sebebiyle öğrenen, ey İslam K adını . Ey Türk K adını! . . . •.


Ertesi gün, Konya ovalarından Başkente, uzaklardaki İstanbul 'un yüksek mavi gölgesine doğru hızla geçiyorduk. Tirenimiz Ilgın'da durdu. indiler, çıktılar, tekrar hareket ettik. Beş on dakika geçmişti, bir ses işiderek pencerdere koştuk, kadınlar haykırışıyordu; yeldirmelerine sarılmış yanık yüz! ü bir küme köy kadını hep birden tirene ellerini uzatıyor, bağırıyordu. Genç­ ler: değneklerio ucuna tnkılmış sepetler içinde arka pencerelere uzum uzuttılar, karpuz, kavun attılar; bunlar vagonlara çarptı, parçalanıp yere düştü. Biz uzaklaşıyorduk; mavi siyah yeldirmeli kadınlar, kollarını açm ış tire nin arkasından bakarak çırpınıyor, ağızları açık eğilip kalıyorlardı. Fakat seslerini artık duymuyorduk. Yumruklarını göğüsle­ rine vuruyorlar, atılıyorlar; toprağın üstüne yerden kalkan tozların içine düşüyorlar; fakat nasılsa son bir ses bize kadar geldi. Bir kadın elinden giden çocuğuna haykırdı: - Ah anacığım! Tekrar kalktılar, tire nin arkasınd:m koştu! ar; dördü beşi kendilerini bir daha yerlere rttı; öbür­ leri kollarını açmış göğüslerine vuruyorlardı. Biz uzaklaşmıştık. Kadının son sözü, benim duyduklarım için ne derin, ne gerçek bir ifade oldu. Memleke­ tin manzaraları önünden geçugım dakikalarda, boşalmış ovalar, harap köyler karşısında o söz dilimde bir nakarat haline 6eçti. Tekrar tekrar söylüyordum:

- Ah anacığım !..

.

Ah anacığım ! ...


TOLSfOY

SERVET i FÜNUN

Cilt 40

Nusha 1)1 7

Sah i fe 50



ll . Resmi Rusya, Rusyanın kibar sınıfı� zengin­ leri· ,sefihleri en büyük düşmanlarından kurtuldular. Fakat, asıl Rusya, köylülerin, ameleledn nasipsiz betbahtların teşkil ettiği Rusya, mütevekkil, sabur, malızun Rus kavmi, en büyük dostunu kaybetti. İnsaniyet, kendinde mevcut olan en asil hisleri, şahsında cemederek, zulme, haksızlığa karşı dünyanın bir köşesinde ilahi bir mahkeme . kuran, ve verdiği kararları her tarafa duyuracak kadar şümullü, muazzam bir vicdana malik olan fevkalbeşer bir adamın ölümünü öğrenmekle meyus oldu. Tolstoy, günden güne arzın üst üne yığılan karanlıklar içinde git gide yalnızlığını, gurbetini daha ziyade duyan insanların kalbine, tıhrevi. bir ziya neşreden sakıt bir bedir gibidir. Bugün, o eksildiği ıçın Rusya, şefkat ve mülayemetle yükselen bir hakkın, cebir ve şiddetle dikilen bir he.ksızlıkla karşılaştığı, bir sahne olmak­ tan çıkıyor. Bugüıı or ::.da hü�i: mr:ın olan, itirazsız bir zulümdür. Ne vakit arz üzerinde oüyük bir kan dökülse, gözler onun itikaf ettiği yere döner, ondan sudur edecek karara intizar ederdi. "Tolstoy" un (İsnaya Poliyana)sı on sekizinci asırda Volterin "Ferney"i gibi, zulüm gören insanların kıblegahı, h<. kkın, faziletin iltica ettıgı bir dergah olmuştu. \ olter nasıl Fransız dehasının en yüksek hasiiisini kendinde toplamış bir zarafet ve insaf züptesi ise, Tolstoy en adisi bile "hakikati aramak" sevdasında olan Mujiklerin, ruh tahliline fedakarlığa, sabır ve uı.hammülc manevi timsali meyyal olan Rus kavminin, bir olmuştur.


Son zamanlarda dünyaya yüksekten bakıldığı vakit muzlim bir adeseye benzeyen k.ıbarık kışrı üstünde, göklerdeki ve kalblerdeki dağınık ışıkları toplayan bir milırak vardı ki o, Tolstoy'un yüksek, münevver ve mü'min kalbi idi. Tolstoy, ruhumuzun ufuklarında bizi karanlık­ lara terkederek bir daha doğmamak üzre uzaklaşan günlerin ziyalarını bir daha tekrar etti. Bir kavmin felsefesi, ayniyle bir kavmin , edebiyatı gibi onun hakiki bir makesidir. Rus filozoflarının, her hangi mesleğe mensup olursa olsun, birleştikleri bir nokta vardır. Hepsinin ziyasına koştuğu şafak, hak ve adaletin aşkı ve insaniyet aşkıdır. Bizler ki, onlar gibi en ziyade zulüm görmüş ve en ziyade zulüm işlemiş bir onların insanları merhamete, kavmin evladıyız, aşka davet eden felsefesi, her köşesinde başını eğmiş bir hicran ve ıztırap hayaleti bekleyen rufıumuzda bitmez tükenmez bir inikas bırakır. Tolstoy'un felsefesi, kanlı bir karaltı içinde asırlardan beri hakikati, saadeti arayan Rus •vicda­ nının, çöl semaları kadar. i:ıuharsız, iphamsız bir ifadesidir. Onun, beşerin ezeli rüyası olan adalete karşı açtığı kollarda, bütün Rusyanın, bütün sefil insaniyetİn niyaz ve daveti, iştiyakı toplanmış bulunuyor. Eserleriyle en büyük muasırlarına rüchanını tanıtmış, fikir alemi üzerine san'atının ebedi. ehramını kurmuş, Scnsinodu, Çarın, bütün düşman­ ları kahreden, büyük kuvvetlerini etrafında, te­ reddütle serseri kılmış bu harikulade adamın, ayakları çıplak, sırtında mujik gömleği, başı açık, tarlasında görmek, zairleri üzerinde çalıştığını haşiyet ve huşu ile karışık dindarane bir his

12


uyandırırdı. İnsan, bunun civarında üstüne bulut inmiş bir (Tur) , ufuklarında seraplar titreşen güney çöllerini görmediğine hayret ederdi. (Zulme zulüm ile mukavemet etmeyin) işte felsefesinin, merkezi, gtineşi. İstidatlarımızın ne acı bir istihzası olur, eğer çok memul olduğu üzre onun bize, hayırdan ziyade, şerrin simasım tanıtan fikirleri ba�kalarının nüfuz ve tahakkümüne karşı verdiği intibah ile esasen kalbierde mevcut olan intikam hissini büsbütün uyandırırsa. . . Tolstoy 'un mesleği. Volter'lerin Rüso 'ların, insaniyet muhabbetini vazeden sesleriyle netice itibarile hemcins olabilir. Dimağlar da ayniyle hazım cihazı kendisine verilen yemeğİn ihtiyaca müsait kısmını alır, diğerini tart ve ihraç eder.

gibi olan

Sivastapal Muharebesi'nin faciaları karşısında dininin ilk aydınlık çizgilerini zihninde çizrneğe başlayan Tolstoy bütün ömründe birbirini takip eden nesiller üzerinde tesirsiz kaldığını görrneğe mahkum oldu. Avrupanın, Asyanın, Amerikanın hemen bütün milletleri, onun dağ -başlarında rastlanan kayalar gibi yüksek, vakur nasiyesi karşısında aralıksız çarpıştılar, boğuştular, kendi memleketinde harp ve ihtilal biı an eksik olmadı. Bütün Rusya baştan başa daima kan, daima ölüm kokuyordu. Mutlu olmak için tabiata avdet ediniz ve yeni nesillerin takip ettikleri yolu gördü.

dedi,

Köyler, kırlar boşanıyor, daima tabiatİn sinesinden kafilelerle insanlar ayrılıyor, ekmek bul mak için şehirlere, işünüş (yiyip-iÇme) sofralar_!_ na. iltica ediyordu. nerede

Kendinizi unutunuz, başkalarını seviniz, aşk ise Cenab-ı Hak oradadır, dedi. İnsanlar,

13


kendilerinden başka kimseyi tanıma mat!a hiç büyüklük önünde baş eğmetnege azmettıler.

bir

(Nobel) mükafatının ona verileceği söylentisi çıktığı · zaman en yakın olan dini terbiyesine köylüler, çok hotkamane bir sevinçle, paranın kendi aralarında taksim edileceğini düşünmüşler ve sevinmişlerdi, fakat ... Kurtlardan, kaplanlardan daha vahşi, dişisine yavrusuna karşı en merhametsiz hayvanlardan daha hain ve daha pis olan ilk insanları şimdiki beşerden ayıran mesafeyi unutmayalım. insan kalbinde değişmi_ş .hiç bir şey yoktur, deyenler, haksız derecede betbindirler. Ferdi hatkamlığın nihayet daha asil bir hisse, fedakarlı­ ğa, merhamete, yavaş yavaş mevkiini terkedeceğini ümit ed.iyorum. Tolstoy'un felsefesinde bugün ruhun bekasını iptidai bir fikir diye yadettiğini, yarın onun bir sahilde oturarak ruhun ebediyetini, daha .hakiki bir hayata muhakkak uyanacağını düşündüğünü görürsünüz. Daima düşünenler mah­ değişrneğe kumdurlar. Esasen mutekit bir ruh ile doğan Tolstoy, ölüm yaklaştıkça, ilk felsefesinden yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Artık onun, ebedi bir şöhrete malik olan son fi ran kendi felsefesine yaklaşmak arzusuna hamledildiği kadar, ölümün ilk karanlıklarından gelen korkuya da atfedilmelidir. Tolstoy zail olmakla insaniyet asaletinden bir şey kaybetti; ve onun yerini hiç bir k.imse asla, dolduramayacaktır. Gece şimşeklerden sonra karanlık daha kesif olur. Bugün Avrupanın iman gökleri, en sor. mehta­ hı kırılmış bir yeldaya benziyor .... 1�

***


DELIK KİREMIT TÜRK YUr.DU:

19 12

1 3 28


Şimdi benim yuzume bakmıyor, öne yavaş yavaş başını sallıyor ve söyleniyordu: Elimizden ne nimetler çıkardık, inikap ettik. Ö vakit ben sordum:

ne hatalar

Afvedersiniz, zannederim ki fikrinizi madım. .

doğru

anlaya­

·

lstidayı gördünüz, dedi, Meclis -i Meb'usan, . \�ı:ıl.;edonva 'o;:ı kilise meselesini hallettiği günden oerı, ·Ouraua oenim işime kesat arız oldu. Şimdi Ulahlatdan başka bize müracaat eden kimse kal­ madı� Gün geçmezdi ki, Bulgarlar, Rumlar, bilmem hangi kazada, hangi köyde birbirini böğazladıktan sonra ·nihayet davalarını hal için, buraya, bize gelriıesinler. Bize müracaat ediyorlardı, y€mi biz onlara lazımdık, yani bize muhtaç idiler. Bugün SoroviÇte, yarın· Kaçanada, öbürgün Dolende anlaşmazlık çıktı diye bir kiliseyi kapar, başka. yerde evvelce kapadığımız başka bir kiliseyi, istediğirı:ıize göre, ya l{umlara, ya Bulgadara açardık; bu .suretle· onlar arasında tefrika, ve bizde müdahale, ve amiriyet vesilesi eksik olmazdı. Her halde kiliselere camilerden fazla karışıyorduk. Ben böyle her dava çıktıkça, bütün kalbimle dua eder,. sevgili kiliseler, hayırlı kiliseler, Allah sizi eksik etmesin, derdinı; sızın kapınııda kavga etmekten, içinizde fesat kurmağa vakit kalmıyor. Eğer· siz de ortada ayrıca bir ihtilaf sebebi olma­ saydınıi., Rumu Bulgardan, Bulgarı Sırptan ayırma­ saydınız, Rumelide bizim halimiz neye varırdı? Şimdi uzaktan alık alık bakıyoruz, çünkü Avrupaya karşı Makedonyayı asayise mfl7har göstermek istedik. Fakat hükumette Sali_h . :\ğa kadar akıllı bir kimse yokmuş!... Sizin gibi memuriyet hayatına dahil olmayanlar, bu masalar etrafında duyulan

lR


acıları, zevkleri pek ıyı tahmin edemezler. Ben yirmiiki senedir burada vazife goruyorum. Yuşa tepesinden, Hisariarın üstünden, Boğaziçinin· sularını cereyanlarını, anaforlarını seyreder gibi, Rumeli vadilerinde Bulgaristandan, Yunanistandan, . Sırbis­ tandan, daha uzak, daha gevşek bir derecede Romanyadan gelen cereyanları; bu cereyanların, çarpışmalarını anaforlarını ne derin bir merakla temaşa etmekte idim. Ellerimin içine k:liseler hakkında yazılmış öyle dilekçeler bırakırlardı ki, içindeki sahte saffete, izhar edilen hissiyatı "Sada­ kati daiyane·• ye karşı müst.ehzi, fakat acı bir_ nazarla uzun uzun düşünmemek mümkün değildi. Ne dilekçeleri yazanlar, ne onu kabul edenler meselenin aslından gafildi. Her şeyden bahsett ikleri halde aşktan bahsetmeye mahcup sevgililer gibi, onlar bize, biz onlara asıl düşündüklerimizi söyle­ mez, fakat yine aniaşı rdık. Mahallelerimizin. suyu az çeşmelerine benzeyen, önünde hiç bir zamatı gürültü, mücadele eksik olmayan bu kiliseleri kendi gözlerir.izle görseniz bu didişmelerin hakiki manasını derhal anlarsınız. Muhasaraya mukavemet edecek kadar metin duvarlar, mazgal delikle ri gibi dar pencereler, balta ile kırılmaz dayanıklı, kalın kapılar, bu suretle Rumeli kiliseleri, bir fesat ocağı, yarınki ihtilal için hazırlanmış bir tahssun yeri şeklindedir. Oralarda geçirdiğim günleri daima bir endişe, bir nevi hüzün ile hatırlıyorum. Mesela kış yağmurlarının dağlardan sürüklediği, köşeleri aşınmış kaya parçalarıyl� dolu, bir dereden yavaş yavaş yiiksclirsiniz. \-:;ı�·ııla istilamıza uğramış ovalar, Türk harcağının üstünde sallandığı, Türk neferinin i i''' 'ı ·"rıiibet beklediği kasabalar her tarafta görünnıege lı;ı�lar. Siz yükseldikçe ovada yaşayanlara tahak!..iıııı etmiş Türklerden uzaklaşıyor, l:.ıir istiklal zirvesine raklaşıyorsunı.;z. Yükseldikçe ·


nazarın sahasıyle beraber ' fikriniz de genişler' orada mazi nihayete ermiş, ihtizar eden uzak bir şey, fakat istikbal yakındır. Yokuşların sonunda bir kes;tane ormanlığının içinde, suları kış rüzgar­ ları kadar ince ve soğuk, ayın ışı ğı kadar parlak bir dere ve yanında bu havaliye sahip manastır veya kiliseyi bulursunuz. Bir ferman ile "Labisi libası katrani, ve salik- i dini şeytani" olan rahip l er

bütün bu çayırlara, bu ormana, bu emsalsiz tepe­ lere tekmil sahiptir. Rumelide beş altı asırdanberi devam eden Türk Hükümetine karşı rahip burada va •zım irad eder. Hırıstiyan istiklali burada düşü­ nülür, çeteler ağzı daha soğumamış hançerleriyle burada meşveret ederler. Kalın, muhkem duvar­ larda, Hazret-i Isa ' nın, Hazret-i Meryem' in, kaba bir el ile nakşedilmiş resimleri bu toplantıya sanki yüksekten başkanlık eder zannedersiniz. Esaret seneleri gelip geçtikte derece derece solmuş boyaları, adeta onları zaman mesafeleri arkasından bakıyorlarmış gibi uzak gösterir. Hırısti­ yanlığın aşkı, bu din i sirnaların şekli huzuru saye­ sinde maddi bir aşk gibi daima zinde daima faal­ dir. Kapıya yakın bir yerde kaba tahtadan yapıl­ mış, ağır bir kilitle kapalı iane sandığı durur. Köylülerin · içeri attığı onluklar burada damla damla birikir Kadın saçlı, uzun cübbeli rabipierden . z iyade bu paralardan istifade edenler, Rodop dağ larından Drama, Serez dağlarına, Serez dağlarından Beleş balkanına, Olimpastan Pendos, Gramos dağlarına geçen, Rumca, · Bulgarca, Sırpça yazılı reng arenk ihtilal bayrakları gezdiren münci serger­ ı 'clerdi r İsviçre toprakları gibi her köşesinde, boneuğu kadar mavı bir göl, deniz yosunu yeşil dağlar ve mailelerde çalkanarak

20

nazar kadar akan


· bitmez

tükenmez nehirler, dereler bulduğunuz bu kıt'ada, kiliseler, manastırlar, Hıri sti yanlığın, onun i st i klal günlerinin her tarafa konmuş hatıra mahfazaları gibidir. Bir dakika ıçın, bunların duvarları arasında o asırlardan kalma süklıta girerek düşününüz. Pencereleri n aralığından süzülen hatıra engiz, mahzun eski ışık içinde uzun zaman­ lardan beri burada yaşamış, kurtuluş günlerini bekleye bekleye ihti yarlamış, gözleri ni kapamış rahi plerin ve dışarda aynı bekleyiş ile ömürlerini b i t i rmiş nesillerin ızt ı rabını anlarsınız. Siz selam verdiğiniz vakit, teva zu ile başını eğen, i sti ğrakını terketmeyen bir sanat ' kar ketum bir hayalet gibi sili nip geçen keşişler, gözlerinin karşısında serilen o geniş manzaraların nihayetsi z hüsnünü anlıyor, duyuyor ve onları ne deri n bir irti bat ve sn d a k a t l a sevi yorlar. Vodinada tesadüfen görüştüğüm bir Baş-rahi p, manzaraları takdis eder gibi ellerini açarak: Ben çok gezdim. Gözlerim alemi n en güzel yerlerini seyretti . Suralarını gördükten sonra, artık başka bir yerde ölmek istemem, di yordu. Beni buraya memur etti kleri vakit şikayet etmemiş fakat içimden ağlamıştım. Sonra geldim ve gördüm. Hiç bir yerde buradakinden daha saf ve berrak sulara rastlamadım. Hiç bir yerde kışın, buradaki hava kadar sağlam bir hava bulamazsınız, yazın da yine emsalsi L. denecek kadar mu 'tedil ve latifti r. Önünüzdeki şu Halyaknon vadisi, şu Kitarlon dağları, şu boğazlardan görünen Lidyas ovaları Rabbimizin en zi yade bereket verdiği topraklardır. O, meftun lisani yle söylemekte devam ettikçe ben de gitgide daha iyi görrneğe başlıyor­ dum. Vodina üç taraftan yüzelli kadem irtifaında sarp yamaçlada yükselen bir yayianın üstünde

21


idi . Çılgın bir yeşiHik içinde doğrulan yedi sekiz minaresi, onüç, ondört kilisesi vardı. Arkadaki göllerin birleşen suları, kenarları ağaçlari� örtülü yatakla rı takip edip bur aya kadar geliyor, ve önde yüksek bir çağlayan teşkil ederek, uçurumla­ rın kenanndan velveleH, çoşkun bir cereyanla :aşağılara dökülüyordu. Uzakta Yenice Gölü' nün sükun içinde duran masmavi erimi s minası, ve daha uzaklarda, nihayetlerde, derın bır hava derin­ liği içinde arkasında rengi gölgelenmiş bir köy, Selanik Körfezi görünüyordu. Vadinin bütün ağaç­ ları, sıra sıra dizilen kavaklar, söğütler, eski dede çınari a r, o körfez tarafından gelen yumuşak bir GQney rüzgarı altında hafif bir hareketle sallanıyo r, titreyordu. Çağlayanın gürültüsüyle dolu bir kaç sükut dakikasından sonra, rahip bana, belki iste­ meyerek, en sarih düşünceleri ifşa eden bir söz söyledi: Burasını yalnız şim diki güzelliği için sevme­ yorum. Ziyaret ettiğiniz memleket çok eskidir. " Öbe" adasının gemicileri "Trua" muharebesinden avdet ettikleri vakit buraya gelip iltica etmişler. O zaman Vodina ' nın ismi Edes şehri imiş. Ah bu keşişler! İşte mektepler ve cismani ' hocalar olmadığı zamanlarda yeni gelenlere gizli sözü söylemiş, dinin sabır ve tevekkülünü yüzlerine. vatanperverliğin, ateş ve ihtirasını k a lbleri m yerleştirmiş adamla r, yıkdığımız devleth�rin aramızda kalmış, topsui. tüfeksiz kadın saçlı, tehlikeli askerleri. ·

Sonra bir Bulga r rahibini dinlcyiniz. M anas­ tı rdan bir buçuk saat kadar ötede, ı'v1 aka rova isminde küçük bir köy varc! ı r. Toprağı, a y a klar ınız ı n al tında ka y a n kuru ç a m püskülleri yle ö r t ii l ü bir ağaç lık, paşa.lar ımızın, vaktiyle oralkı ya p t ı r d ı k l a r ı ,


İstanbul üsl fıbunda iki mermer çeşme ve bir Bulgar kilisesi, bu köyün simasında en ziyade göze çarpan şeylerdi. Arkada, uzun nihayetsiz yokuştarl a göklere doğru çıkan, manastır yoUarına hakim Perİstler dağı yükselir. Başında ne zaman yanıp ne zaman söndüğü bili'nmeyen, şimdi kül haline girmiş eski ·:volkanı He bu dağ, son senetere gelinceye kadar Bulgar çetelerinin en emin bir sığınağı idi. Gece­ leri sırtlarda yaktıkları ateşlerle Manastır şehri üstünden, karşı dağlardaki diğer çetelerle saJ)ahlara kadar konuşurlardı. Ben o hafta tütün ekimini teftiş için Çıkmış ve at üstünde yol larda ·hitap düşmüştüm. Bulgar kilisesinin rahibi, peyketeri çullarta örtülü uzun, çıplak bir odada beni kabul etti. Pencereye yakın bir yere oturmuştum. Başımı çevirdiğim vakit, rüzgarda yapraklarının tersi dönerek ağaran sıra kavaklarıyla Manastır yollarını görüyordum; genç rahip bir dakika benden müsaade aldı. Kapısının ancak basılacak tahtalan olan aralıklı merdivende, bir koltuk dE:ğneğiyle, ayağı şiş bir köylü duruyordu, gitti, ' onunla konuştu1 para verdi, el leriyle Manastır tarafını gösterdi ve yol l adı. Uzun, siyah cübbesinin üstünde ellerine bir vaziyet arayarak hem konuşuyor, hem beni anlamağa çalışıyordu. Bir aralık rahibi birdenbire uyaran , ruhunu gözlerine getiren bir şey söyledim. Rahib Efendi afedersiniz, ben Manast ı r etrafında tarlalarda Bulgarl arın eski mil l i elbisesini giyen ve simaları itibarile Ruma hiç benzemeyen bir çok köylüler gördüm: 1 1 Siz nesiniz. 11 diye sordu­ ğum vakit, bana: ıı;B.iz Rumuz. 1 1 dediler. Bu nasıl oluyor, bana anlatırmısınız ? Genç rahip bir şey getirecekmiş gibi ayağa kalkt ı ve derhal oturdu. Yüzünün manası değişdiğini gördüm. Her ha l ' ; ,·


bana dikkate la.yık bir şey gösterecekti, fakat vazgeçti: "Size kahve söyleyecektim, daha çocuklar dönmedi. " dedi.- Mamafih kim bilir hangi darülfü­ nundan hangi mekteb-i aliden mezun olan muhata- 1 bım, sualimi cevapsız bırakmadı: Değil onlara, bir de şehirdeki Ulahlara: "Siz nesiniz? " diye so runuz, onlar da tıpkı demin söylediğiniz Bulgarlar gibi: "Biz Rumuz !" diyecek­ ler, dedi. Gözleri beklenilmez bir canlılık . ile uyanık durduğu halde, sesinde, tavrında bir sükun, hakimane bir sabır ve kanaat fa rkettiğim bu genç adam, anlatmakta devam etti: "Yüz sene evvel, ta Tuna boylarına kadar R a lkanlarda R umlardan başka kimse va r mıydı ? Yabancılar Türkiyede başka H ıristiyan milletler olabileceğini büsbütün unutmuşlardı. · Zaten devleti mizin Avrupadaki vil�yetlei'ine Rumeli ismini vermiş olması, vaktiyle onun da Balkanlarda başka millet farketmediğini göstermez mi? Bu fikri en büyük bir sadakatle taşıyan ve herkesi, hususiyle Balkan milletlerini ona inandırmak patrikhanesiydi. El ' iı.n. , Bulgarlar , Sırp­ isteyen, Rum lar ,özellikle Ulahlar arasında: Biz Rum uz diye gezen çok şaşkınlara nistlarsınız. Siz o köylülere Rumca söyleyiniz, anlamazlar. Rumca olarak bütün bildik­ leri, ya iki, ya üç kelimedir. Fakat ısrar eder, inat eder, biz Rumuz derler. Artık bu haller yavaş yavaş değişiyor. Rumların dün istedikleri ve bugün buldukları arasında, ne büyük bir fark var. Eski Şark ı mpa rato rluğunu tesis edeceklerdi: Tuna kıyılarından Akdeniz sahi l lerine kadar inen, Anadolu içerlerine kada r yayılan alan içinde ne kadar O rtodoks milletler varsa hepsi birleşecek, Atina bu büyük Rum ı m p a ratorlu[':unun sanayi payitahtı, )stanbul, siyaset payitahtı, K udüs din payİtahtı bütün

24


olacaktı. Bu hayal, patrikhanenin gozu önünde, parça parça yıkıldı, harap oldu. Romanya ayrıldı, kendi başına bir hükümet teşkil etti. Sırbistan, o da ayrıldı. Sonra Bulgaristan ayrı bir h iil;: ümet, hatta ayrı kilise tesis etti. Şimdi sonuncu olmak üzre Rum kilisesinin en sadık müşterileri olan U lahlar, onlar da milli bir vicdan beslemeğe ve ayrılınağa başlıyorlar. Biz isteyoruz ki Bulgarlar Bulgar kalsın. Rumlar isteyor ki Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar, Ulahlar tekmil Rum olsun. Biz kendi lisanımızda ibadet etmek, a.yinlerimi4i kendi rahip­ leri mizle yapmak istedik, onlar, mutlak Cenab-ı Hakka Rumca söyleyeceksiniz ve aranızda biz tavassut edeceğiz d�diler. B uray J g e l irken, şimdi mevsimi olduğu için, kirazla r ı i l e kıpkırmızı duran Proznik köyünü kilisemiz, bir .görmüşsünüzdür; orada bizim bir mektebimiz , Rumların da bir kilisesi, bir mektebi var. Siz Lu i k i rııektebi, bu iki kiliseyi yanyana görseniz, kapıları birbirine söveııı ağızlar, pencerele­ ri, birbirine kin ve gazapla bakan gözler zanneder­ sınız, hatta şehirlerin ortasında, hatta kilise kapılarında Rumlar bize düşmanhk ediyorlar . . " Genç rahibin söyledikleri değil, asıl gizlerlik­ leri hala beni düşündürür. Sohbeti mizin sonuna doğru, tabaksız geniş bir fıincanla bize taze kahve ikram ettiler. Dışarı çıktığım vakit memleket bana yabancı bir gözle bakıyordu. Her biri başka bir dava güden çeteler, kiliseler ve mekteplerle n;ıemleketin ınıiPev1 kısmı bizden ayrılıp gidiyordu. Sonra her tarafta araziyi Türk beylerinin elinden satın alıyor, bizi topraktan da uzaklaştırıyorlard ı . Arada kilise, yani dil, yani milliyet müdıde­ lesine en son dahil' olan zavallı Ulahlardır. İhtiyar­ ·ları ile konuşsanız, görürsünüz ki onlar nereden

25


gelip nereye gittiklerini pek iyi bil miyorlar. Asılla­ rını düşündükleri vakit, ancak uzaktan uzağa, rüyada görülmüş derin, şüpheli, karışık bir şey gibi ihtiyar ninelerden, dedelerden, Roma isminıie bir şehir işittiklerini hatırl ıyorlar. Galiba vaktiyle oradan kalkıp buralara gelmişler. A radan çok zamanlar geçmiş, o memleket nerededir unutmuş­ lar . Şimdi var mı, yok mu bilmeyorlar. Kuzeyden güneye kadar yeşill erin bütün dereceleriyle boyan­ mış, feyyaz ormaniariyle havanın içinde dalgalanıp giden Pent silsilesinde, Tesalyanın, A rnavutl uğun, bütün yüksek da'ğlarıılda· , ipti.dai gözl erl e vahşf tabiatı seyreden, rüzgarlara açık pulat göğüsl eriyle sürülerini güden bu altın yürekli, bu inanıtmayacak derecede cesur adamlar, uzun bir müddet Rumları-n iğfaline uğramış, onların mekteplerine, kiliselerine paralarını; ihtilallerine kahramanlar ını vermiş, kendi benliklerini . diğer yabancı, büsbütün ayrı bir kavmin nıilliyet ve feda davası ortasınJa terk etmişlerdi. Fakat şimdi yeni yetişenlerle görüşünüz, mese la demin buradan çıkan öğrenciye Makendon­ yada Ulah meselesi ne haldedir, diye sorunuz, bakınız size neler anlatır. Dağları'l büklümlerinde kaybolmuş en küçük köyle rden en büyük mc rkezreıe kadar her köşede, he r delikte ne kadar Ulah va rd�r, size birer birer ayrıntılarıyla anlatacak, yapılmış, yapılmak üzre, ilerde yapılacak okulları, kiliseleri ayrı ayrı sayacak. Büyük ihtilalin rüzgarı, Avrupada elimizde kalan en son topraklara da uğradı. Şimdi oradaki insan ormanının her dalından başka bir ses , çıkıyor. Rumelide yaşayan köylüler, Pilevne etrafında Ruslara yardım eden Pilevnelilerin kim olduğunu merak ettikleri günden beri, U lahlar, Balkanların üst tarafında kendilerinin din ve kan kardeşleriyle meskun bir memleket ol duğunu öğrendiler. Bir

26


Ulah idiidisinde goruştugum onsekiz çocuk denecek kadar genç bir hoca:

yaşında,

"Bizim ağacımıza dolaşan kötü Rum sarma­ şığını yılan doğrar gibi parça parça kesip ataca­ ğız. " diyordu. "Bizim en büyük düşmanımız üstü­ müze ateş ve demirle dolu çetelerini saldıran, adamlarımızı boğazlayan, yetirn ve fakir kalan çocuklarımızı kendi okullarına alarak Rumlaştıran Yunanistan değil, elindeki eski Ineiliyle dilimize tasallut eden Rum papazları, Rum patrikhanesidir. " Görüyorsunuz ki bunlar da miin ihtiras ile kıvranıyor, yanıyorlar. Ve komşu milletierin telki:­ natı, kan ve barut dumanı kokan mesaisi günden güne daha hat bir şekle giriyor. Yalnız benim evimde K oçanada, Rej i Müdürlüğünde bulunduğum zaman tuttuğum hizmetçi Zoviça, bir haftada üç defa milliyetini değiştirdi. Bir Cuma günü evime Ulah "''larak geldi. Salı akşamı yemekte sordum, Rum olduğunu söyledi. Kilisede senin baban Rumdu demişler, Şahidier çıkmış, yeminler etmişler, cebini hoşnut etmışler, artık Rum oldu. İki gün sonra üç saat kadar izin aldı, bir yere gitti, yüzü kıp­ kırmızı eve döndü. Anladım ki ehemmiyetli bir şey geçti, sen nesi n diye sordum; artık ben Bulga­ rım dedi. Perşembe günü saat sekizbuçukta Bulgar olmuştu. Annesinin Bulgar olduğunu ispat etmişler, mahallesinden adamlar gelmiş, meclis kurulmuş ve çocuğunu parasız Bulgar okuluna kabul etmişler, daha bilmem ne yapmışlar, o da Bulgar olmuş ve Bulgar kilisesinden başka bir kiliseye gitmeyeceğine İnCil üzerine yemin etmiş. . Kiliseler; işte böyle, acaba bizim camilerde ne yapıyorlardı ? Bulgar

Birgün Manastır etrafındaki çiftliklerde, yarıcılar, hep birden Manastırdan topla


verilen bir işaret üzerine toprak sahiplerini yani bizim Beyleri kestiler. Manastırdan verilen bir top işaretiyle dedim; buna dikkat ediniz, çeteler Bulgar köylülere tembih etmişler, artık Türk Hükumeti buradan defoluyor; yarın biz Manastırı zaptedeceğiz, ve şehre girip kışlaları, Hükumet Konağını işgal eder 'etmez bir top atacağız, siz de. o vakit Beyleri kesersiniz, arazi sizin olur. Ertesi gün çeteler gider, şehre en yakın bir samanlığı tutuştururlar ve Hükumet de yangın var diye top atar, köylüler hücum eder, Beyleri keser­ ler. Vak ' anın ehemmiyetini düşünün. Biz içimizden kan ağlıyoruz. O gün de Drahor boyundaki camide vaaz var, kim bilir dedim, Hocaefendi bu korkunç va k' a hakkında ahali ye ne söyleyecek? Camiye ben de gıttım. Herkes başını dizlerine kadar eğmiş, hareketsiz, sessiz dinliyor. Yavaş yavaş araya sokuldum ve diz çöktüm. Vaiz Efendi, halka anlatıyor: "Odanın ortasında dört ayaklı bir iskemle, iskemlenin üstünde bir binişlik çuha; Alan kafirin asasını, çalan yuvarlahlara ... çalan yuvarlahlara . . . . . çalan yuvarlahlara. . . Naa!. . - - yumruğunu göstere­ rek-Alın mı Cenneti? " Hoca bilardonun günahından bahsediyor. Tahamm ül edemedim, dışarı çıktım. . . Hem dere boyu gidiyor, hem de kendi kendime_ söyleniyordum. Zavallı memleket, biçare memleket. . Hisse­ diyordum ki bu diyar artık bize yabancı idi. Ne olur, bizim Meşihat da Patrikhanenin, Eksarhhane­ nin Hırıstiyanlar için yaptığını İslamlar için yap­ saydı,. . . onda birini, yüzde birini yapsaydı.. . Hele ne olurdu, Hükumet benim sözümü dinlese, kilise anlaşmazlığını bu büyük nimeti elinden çıkarmasaydı. l l .

28


Müdür Efendi bana açım�) ve şefkatle sordu: mi?"

döndü _ Rikkat ( incelik,

"Oğlum, şimdi anlatabildim mi, arzedebildim

Evet dedim, hepsini anladım, yalnız ilk soruma sebep olan nokta hala duruyor; Ah delik kiremit, diye birdenbire haykırmış, beni de şaşırt­ mışdınız, hatta biraz da galiba boş bulunduğum için, korktum, işte onu anlamadım. Müdür Efendi, "Delik kiremit"i bilmediğime memnun oldu, adeta sevindi, gerçek bir hazla gülerek, durunuz sıze iki kelime ile anlatayım dedi: Salih Ağa adında bir adam, dam aktarır, öyle geçını rmiş. Ep ey bir para kazanır, artık köyüne gitrneğe karar verir. Oğlunu yanına çağırır der ki: Oğlum ben köye gidiyorum, sen benim sanatıma devam et. Müşterilere söyledim. Allah razı olsun iyi adamlardır, lazım oldukça seni çağıracaklar. O, kalkar gider. Aradan bir kaç ay · geçer, bir de ne görsün, oğlu çıkmış geliyor. Salih Ağa sorar: Oğlan burada işin ne, sen niye geldin? Çocuk der ki: Babacığım gerçi, senden sonra beni birkaç defa çağırdılar. Hangi evden istedilerse gittim, dama çıktım, akan delik kiremidi buldum, onu yere attım, yerine sağlam kiremit koydum. Mahallede artık hiç bir akar ev kalmadı. Ben de ne yapayım kalktım sana geldim. Salih ··Ağa çocuğa haykırır: 1 1 Ah aptal oğlan, ah aptal oğlan, ben yirmi iki sene delik kiremidi, bir köşeden öbür köşeye dolaştırmakla geçindi m. O, köşe oldu ama, bu köşe bozuldu diye beni tekrar çağırırlı:ı.r, ben yine delik kiremidin yerini değişti­ rirdim. Hiç delik kiremit atılır mı? 1 1

29


İşte Hükumetin elinde kilise meselesi Salih Ağa'nın delik kiremidi gibiydi, çocuklar o kiremidi atıp yerine sağlamını koydular, işi temizlediler. Artık Rumeli damı da akmaz oldu; fakat galiba o mahallede . artık bize iş kalmadı, ekmek kalmadı. ..

•••

30


MEŞİHATIN BEYANN A MESI VE BIZDE NİSAİLİK HAK

GAZETES i

nümero 7 1 ' 99 ' 1 3 ı '

19 12 1 3 28



IV

Hiç şüphe yok ki, diyarımızda gülrnek ve ağlamak için, bitmez tükenmez mevzular vardır. Cenab Şahabeddin Bey, sokaklarımızda ve meclisle­ (alay rimizde daima yarı bir istihza handesile edici gülüşle ) görünen bu şair, bu defa, gülrnek için lüzumundan fazla feci bir meseleyi vesile ittihaz etti. O, son müsahabesinde yüzüklü parmak­ ları, kadın iskarpinleri, fesini örten kumral saçla­ rıyla, Meşihatin kapısı önünden, elini göğsüne basarak, derin bir rükü hareketiyle geçiyor. Birçok şeyle eğlenmek, birçok şeyin karşı sında gülen, alay eden bir çehre ile durmak mümkündür. Bu muhakkak, fakat kadınlarımızdan bahsolunduğu vakit, o zaman gülmemeli, ıçımıze derin ve kesif bir keder çökmelidir. Yazarın birçok şakalar arasında tasvip etmeğe lüzum gördüğü beyanname, resmi' hataları­ mızın en tahişlerinden biridir. Eskiden, halkın heyecan ve gayzını yatıştırmak için, bir Sadnfza­ mın, bir nedirnin yahut fazla nüfuz kazanmış bir Sultanın başı koparılır, hamurdanarak yaklaşan sürünün ayakları altına atılırdı. Şimdi, Sadrazamla­ (.ehemmiyet rın J , nedimterin başı koparılmıyor: verildikçe büyüyen, geniŞleyen karanlık bir duman gibi her. tarafı, , her şeyi saran halk ayaklanmast heyulası) önüne, bir Sultanın altın saçiara sarılmış, güzel başını kesip atmıyorlar, fakat sessiz, hare­ ketsiz olduğu için, feda edilmesinde tehlike görül­ meyen, yep yeni, başka bir kurban buldular, bir kurban ki Sultanların başından daha güzel, daha kıymetli, daha azizdir: O, kadınlarımızın itilmesin­ de, hırpalanmasında, yerlere sürtülmesinde beis

33


gör ül m eyen zava l l ı haysiyet i . B i z H ükumetin e n yüksek tabakasından,. halkin en aşağı sınıfiarına kadar , m e m leketi m izde Türk kadını aleyhine gayet sadık bi r i t t i fak akdet ­ m i şizdi r. Bütün unsurlar b u hususta bizi m l e bera­ be rdi r. Tı ramvayda biletci onu tekdi r eder , yüzüne hayk ı r ı r; t üne l i n hizmetkarları onu i ç e ri t ıktıktan sonra, söylenerek arkasından şidde t l e kapıyı çar­ parlar, vapura binerken ç ı m a,cr bağı r ı r: "Gözün gör m üyor mu, kör m üsün ? " Bi r hakaretten diğerine uğ ravarak, si yah çarşaf l arıyla bedbaht evleri m izin · -maddi bir şekil alarak dışarı uğra m ış ma"t e m ruhu g i b i - ortada acız, sessiz, m ütevekkil gelip gide r l e r. Sı rtlarında bi r örtü, mahzun gözlerinde bi­ zi m çekt i ğ i m iz bi r ama perdesi vardır. Başka yer­ le rde kadınların etrafında bi r sis, taze bi r bulut gibi duran ipekler , onların dört yanında bi r hai l , ( enge..O karanl ık bi r hapishane duva rı haline konul­ muştur. Onları o kadar mevkilerinden, şe refl erinden habe rsi z tutarız ki , te rakkilerine , hürriyetlerine bizden ziyade kendi l e ri düşmandır. Bunların arka­ sında çok defa gözle ri ni devi rerek yüksek sesle lanet okuyan yine bir kadındır. Çoktan beri m ahbus ( . tutukl'l:l, kapat ıtmış-) olduğu i çin, kafesleri nin kapısı açıldığı vakit bi r türlü dışarı çıkmak ist e m eyen kuşlar gibi ge rçekten dünyadan ve :ha,yattan 'korkarlar. Onlara bi raz serbest l i k ve recek olsaK, çoğu vahşil enerek, ç ı rpı­ narak geri c!ön ecekt i r . Sevmeyiz, hürmet et m eyiz, eğlence maksadi yle al ı r , çocuklarıyla beraber ki r l i b i r şey gibi günün birinde , kapıdan dışar ı ata r , öldükleri vakit çok sürm eyen bi r kederle toprağın bir köşesine te rkeder, bi r başkasını al mak üze re döner geli riz. M uharr i r diyor ' ki "Fij i .adalar ında kar ılarını yiyen tuhaf ada m l ar var m ış. " 34


Bizi m evl e ri miz de m anen, hat t a m addeten kadınla­ r ı m ızın bi re r öldürül me yeridi r. Ben senel e rden beri , annem i n gözlerine derinden derine bakm aya m uvaffak ol m uyoru m. Onlarda o kadar derin b i r ped şanlık, o kadar uzun sür m üş b i r eza(" i neinm..) var. Şakaklarından başına doğ ru sarılan beyaz saçları, git ç i de bana uzaklardan, m ave rai ( öteki' ıite m le Hgi h ".) m esafelerrten t-:ıby'Jr z;u:act tlği : " gözleri karşı�ında, onu hiç mes ' ut e t m eden, birbi­ ri m izden ayrılacak m ıyız diye korkuyorum. Büt ün evleci m izde böyle nineler ve zevceler ve he mşi reler var. K adın sesi yüksel en evden uğursuzluk eksi k ol m az, diyen Şeyh S' adi i l e m uasırl a r ı m ız arasında demek, çok vakit geç m e mi ş. " Mağribi İbnülhac H azretl eri , beyanname sahipleri ve Cenab Şahabed­ din Bey kadın hakkında h ep aynı şeyi düşünüyorlar. K adınl a r ı m ızın hal i , Türkiye ' ni n en büyük arıdı r sokakla r ı m ızda bi re r Biz, ( utanma sebebidi r ' ' ). fat i h gibi dolaşan yabancıların gözü önünde , ası l b i r Türk kadını geçerken küçülüyoruz. ( M e ml eket kadınlarının analık vazi fesini bi r k�Çi - ile Marika arasında taksi m e t meleri ) validelik hislerini kay­ bet melerinden değ i l , tabi oldukları yaşayış dolayı ­ sıyla sağhkları m ahvedi l m i ş ol m aktan dolayıdır. İst anbul baştan taşa bi r hast ahanedi r. Hastaları ise ekse riya kadınlardı r. H e r akşam evi me döndü.ğ üm vakit - m e rdiven başında, çarpınt ıst' :tutınu� J • romatizmalı b i r dadı , sofada, giden misafi re sini rleri nden şika.yet eden b i r he mşi r e , içeri odadan i ni l t i leri gelen b i r yenge, bir teyze buluyoru m . Genç annel e rden bi rkaçı çocuklar ına süt ve r m i yor-­ lar. Çünki kan yet mezliğine, kansızl ığa uğ ram ışlar­ dı r, si ni rleri bi_tkindi r , ve onları yıkıc ı bi r hayata mahkum tutan, onlardan gelecek çocukları daha kar ınlarında :iken zehi rl_eye,n çürüten biziz. . Bildi r i l er asl ında bin kere m azlum olan kadınla r ı m ız aleyhine değ i l , onl ara, dişil ere saldı ran hayvanlar g i b i ·

35


t evcavüzden çekin m eyen, çapkınlar aleyhine neşre­ dil me lidi r. Dem i r kafes içinde ac ıkan ihti lale b i r siyasi başarı , b i r hay ı r ve salah haberi ve rmek muhterem şeyleri fed8: e t m eğe t e rc i h edi l m elidi r. Sonra kadınları m ız bil meli ki bizi m gibi yeti şti rdik­ leri evlatl a rdan kendi l e ri ne hayır gel meyecek. · Insanlığın büt ün haklarını kazanmak i'sti yorl arsa, başka di mağda, başka kalbde adamlar yet i şti rmek ıçın zeka ve İ r fanlarını art ı rm aya başlasınlar. Bizi m onlar için yapabil eceği miz, nihayet kendi m iz için yapdığ ı m ız şeylerle ölçülebili r. H e r g ün bize daha az m i.Jhtaç ol m ak icap eder. Başkan Roosevelt, A m e ri ka kızlarına: " Şe re f ve vakarınız i ç i n e rkeklere muhtaç olmaktan kurt ulunuz. 1 1 diyor� u. Yazarlara, büyükleri mize düşen vazi fe de, haksız kuvvetlerin yanında bi r arka çıkan destek olarak değil, onların karşısında bir muarız, bi r düşman olarak dur mak, dikil mekt i r . •

En önce dikkatinize Şeh re manetini n istatis­ tiklerinden çıka r ı l m ış bazı adetleri arzediyorum: 13 24 senesirid� İstanbul ' da ve re m hast alığın­ dan isl am ol m ak üzre 754 e rkek, Jl3 kadın; aynı sene.ie Rumlardan 5 14 erkeğe mukabil 272 kadın ve E rmenilerden 1 99 e rkeğe mukabil 92 kadın ölüyor.

·

1 3 2 5 senesi nde bu nisbet kadınlarımız zara rı­ na olarak farklar göst eriyor: 731 e rkek, 821 kadın, Rumlardan 507 e rkeğe mukabil 286, Ermeni l e rden 202 ye mukabil ll 5 . 36


13 2 6 ve 13 2 7 seneleri için devleti n resm i istatis­ t ikleri el ' an neşredi l me m iş ol m akla be rabe r bu mes ' ele hakkında m ütahialarını sor m aya lüzu m gördüğüm K adri Raşid Paşa, küçük fa rklada kadınla r ı m ızın yine eskisi gibi fazla telefata uğradıklarını söyledi l e r. Şi mdi kadınları m ızın Türk ol m ayan di ğer kadınl ara nisbet l e bir m islinden fazla telefat ve r m e l e ri ni n sebebini yine Şeh remane­ t i nin istatist i ğinde bel i rt i l m iş olarak buluyor u z: "Bundan başka İsl a ı ıl unsurun kadınlarında, e r keklere nisbe t l e ve re m den telefat ın fazla b i r m i ktarda olduğu görül mektedi r. Bunun sebebi , İsl am kadınlarının takip etti kleri hayat icabı ömürl e ri nin büyük kısm ını meskenlerinde geçi r m e ­ l e r i , saf hava ve zi yanın şi fa ve ren tesi rlerinden az nasip al maları ... i l ah ... " Kadri Raşid Paşa ' yı muayenehanel e ri nde ziyaret ed, r � k kadınları m ızır sağlık durumları hakkında fikı ı l e r i ni sordum. M uhte re m Profesörün teessürl erini farke t t i ği m merhamet l i sesiyle yapt ığı açıklama, gozumün önündeki yarayı daha derin, daha geniş göst e rdi: "Bu konuya dai r geçen tart ışmalardan habe ri m var. Halide Hanı m , yazdıkları bir makalede. beni m bazı sözleri mi zikret ti ler. Resm·i belgelerin sayısını öğ ret t i ği ve re m telefat ı , gerçekte kaybett i kleri mizi tamamen göst e r m ez; o yediyüzle r , sekizyüzler muharebe meydanında düşüp ülenl erdi r. Fakat yara l ı kalanları, ort ada sürüklenenleri unutuyoruz. Vere m , bi r mi lletin uzv'i sefafeti ni göst e r i r pek güzel bir miyardı r. Onu di ğer hast a l ıklada kıyas et m e m e l i , o adeta içti mai bir hastalıkt ı r. Gıdasızlık. havasızlık, daha bi r çok sebepler, vJcudü tahrip 37


ede ede nihayet ve re m için bir ze m i n hazırlar. Bizi m kadı nl � r ı m ız beslenmiyorlar, güneş görm üyorlar, hava al m ıyorlar, sağl ıkları pek çok bozuktur. Başka çocukların ip atl adığı bi r yaşta, · biz onları han ı m hanımcık oturmaya davet ederiz. H avası, güneşi en bol bi r yerde, havadan, güneşten mahrum tutarız, içeride hapsederiz, kuruturuz. Avrupada hava alamayan ve aç kalanların alacak havası ve yiyecekle r i yoktur. lstanbulda en çok can kaybı görülen yer l erin Fatih , Sam at ya olduğunu söylerse m belki hayret edersiniz, Fati h gibi yüksek Samatya gibi deniz kenar ı bi r yerde bizi mkiler, havasızlıktan, güne.şsizlikten ölüyorlar. Belediyeler kadınları m ız için u m u m i bahçe l e r yapamaz m ı ? K üçük bi r m asraf, bu asil ve m e deni maksadı t e m i ne yett i ği halde bunun lüzu munu takdi r et m i ­ yor , bununl a m eşgul o l m uyoruz. Siz b u hususta düşündüklerinizi yazınız, ben de yazacağım. H epi miz bu maksat için çalışmal ıyız. Yalnız sesinin nağ m esi karşı m daki alicenap, m ükem mel i nsanı hissett i rmeye kifayet eden bu dikkatl e konuşmada ben karşı m daki Profesör ü dinli yordum: " Beni m , kadınla r ı m ız arasında gördüğüm bi r · sını f zavallılar daha var ki ben onlara açlık hastası diyoru m. Etfal H astahanesi ' ne Marttan beri 's ı ve r e m l i ye mukabi l 81 aç kadın m üracaat etti. Size bu husust a verdi ğ i m adedi t a m olarak kabul e t m e m eniz lazım geldiğini habe r ve reyi m. Açlık hastalarını işaret ve kaydeden yalnız benim. 81 kadın beni m bulunduğum g ünlerde başvuranlardır. Şi m di bu . açlık hastalar ı , nasıl hastalardı r, size anlatayı m : Karşı nıza kasl arı l i f l e rL art ık ke miklerini ört m eyen pek zayıf bi r kadın geliyo r. 38


Y üzüne · dikkat ediniz, kendilerinin bi r tari fince irin rengindedi r. Sesi yorgundur , duruşunda umumt bir hüzün vardır. Onun vücudunda her hüc re ağlar, acı m diye hayk ı r ı r. Bu ses bütün hücrelere tesi r. eder ve hüc reler tekrar ona şesleni r. Doktor R işenin dedi ği gibi, yüzünde gördü�ünüz kede r , içindeki kederlerden nasıl o l m a bütün organik bi t şeydi r. ·,· ı.l bini dinlersiniz, o kadar kuvvetsiz çarpar ki, yor ı:; �n, bitkin bir haldedi r. M idesi gevşem iş, barsakları kendini koyuver miş, karaciğer sarkm ışt ı r. Fakı:.t hakikaten hiçbi r hastalığı yoktur. Lakin hep bi rden hastaçhr. Sonra bil m e m siz de , m üşahede ettiniz m i ? ' Bizde kadınlar öğle ye mekleri ni az 1 b i r şeyle geçiştiri r l e r. Asıl ye meği akşam i ç i n , e rkek evde bulunacağı zam an i çin hazı rlarlar. Akşam da dikkat ediniz, . görürsünüz ki yemeğİn en iyi kısım ­ larını yine erkeğin önüne kor; kendil e r i ni düşün­ m ezler. Eğer bu hal bir gün devam etseydi , büyük bir · ziyan ol m azdı , fakat pekçok, pekçok sür m üş, AdetA bize i rsİ bir organik setalet b ı ra� mıştı r. Bu

sözlere pek kıymetl i b i r şehadet daha i l ave edeceği m. Sati Bey: " Darülm ual l i matta, sınıfl arın tefrikı esnasında, ondört , onbeş yaşında zannettiğim kızların yi r m i , yi r m ibi r yaşında olduk­ larını öğ rendikce hayret ediyor ve - m üteessi r oluyordum. " diyor. Akşam evle ri ne dönerken bi r m endil , b i r sarı kağı t i çinde biraz yiyecek geti renle r evde kalan kadınların yt:ınek iht i yaçlarını karşı l adıklarını sanıyorlai. Ben onların tabi tutuldukları yaşayış tarzından dolayı m anen · beig i n , m addeten harap olduklarını söyledi ğ i m vakit bana: "hakaret ediyorsun, i ft i ra ediyorsun. " dedil e r. 39


Öyle kız mektepleri miz va r ki, et raftan gö­ rünmeğe maruz oldukları için tesis edi ldikleri onbeş, yi r m i senedenbe ri bi r defa duva rları arasın­ da toplanan çocukları güneşe çıkar mayı, hava aldı r m ayı düşünme mişlerdir. Eğer sını flar, yatakha­ nele r , kafi de recede havalandı rılsa,güneş görse i ş ­ l eni lEm büyük g ünah kısmen olsun feca.at ini kaybet­ miş olabili r. İngilte reden, kız rrı ekteple r i m izi görmek için gelen, şi mdi İsm ını hat ı rlamadığım aydın bi r kadın, Tanin ' de neşret t i ğ i mektuplarda: " H i ç olmazsa ders öğ renmek için sınıfl arda bi raz oksij en ol malı. " diyordu. E rkekleri mizi hast alık, muharebe ve cehalet; kadınlarım ızı güneşsizlik, havasızlık, g ıdasızlık ve ruh ızt ı rapları yok ediyor. Büyük bi r İsl av yaza r ı , Dostoyevski , Rusya ' ya yukardan bakarak: " Ayaklarını Kafkasya Dağları ' na, başını Kuzey buzlarına dayarn ış horul horul uyuyor. " de m i ş t i , Alt tarafta da rahatsız nefesl erle b i z uyuyoruz. Bütün felaketl e r i m i z derin uykumuz i çinde bi rb i ri ni t akip eden kabustardan başka bi r şey değildi r. Kadını bu halde t utan b i r m e m l ekette ai le ol m az. Bizde ai le i ki kişinin bi rbi rini öldürmek için karşı ­ lıklı taahhüde g i r m el eri , beraber b i r çukura ka� panmaları demektir. Aile hakkında düşündüğümüz şey, nihayet kadını peri şan, bezgi n didi nmekten �sanmış biçare bi r hayalet haline koydu. Yazın lst anbulun güzel ye rleri ni be raber gezdiğimiz bi r H in d li , sabık bi r A fgan E m irinin muhafızİ: " Bu kadar m e m l eket gezdi m , sizinki kadar hareketsiz, cansız, sizinki kadar kederli bi r yer görmedi m . " diyordu. Çünki hayat ı m ıza kadın işti rak et m i yor. İstanbulun i ç taraflarına gi riniz, geceleri i çinde ölgün kandi ller yanan t ürbelerin yanında, i ki ta rafa ama.Iar gibi dizi i m i ş sessiz, karanl ı k evle­ ri m izin önünden geçınız; ta ruhunurun içinde bi r uğursuzluk hi -,si duyarsınız. Mezarl ıkları m ız, ölülerin 40


g ünden

güne genişleyen şehi rl e ri ve şehi rleri miz di r i l e ri n günden güne daralan mezarlıkları.

Başkenti m izde iki üç gün dolaşacak yabancı ediyoru m. Sah i l l e rde, nehi r bi r adam tasavvur kena rlarında yazma çevreler gibi rengarenk toprak­ lara seri l m iş, tünelin -- bizi bile sıkı bi r ayakkabı içinde bi rbi rine yapışmış par m aklara benzeten -­ dar vagonlarında, kat kat örtüler arkasında karanlık b i r köşeye hapsedi l m iş, vapurl ara gi re rken ve çıkarken en arkaya bırakılan, bilet cinin, ç i m ac ının kum andası alt ında sevkedilen, mekteplerinde . ve evl eri nde m anev·i ve maddi ışıktan m ah ru m , yürü­ yüşleri nde, sesle r i nde, hürlük,se rbest l i k ve ümit yeri ne üst lerine büt ün bi r uyuşukluk çökn1üş kadınları: m ızı gördüğü vaki t bizi m anlaşıl m ası pek mümkün ol m ıyan ayrı bi r m i l l et teşkil et t i ğ i m ize hükmeder. A i l e m in çok ihtiyar bir ada m ı onlardan bahsede r­ ken diyordu ki: -- Oğlum, eğer uzun bi r alışkanlık gözl e ri m izi büsbütün kör et m e m iş olsaydı, biz kadınları m ızın ya şayışı karşısında şaşardık. Halbuki onlar dizl e r i ­ mizin yanında oynarken haklarında rahi miz, hayır­ severizı büyüyorlar, bi r gün, başlarında par ı lt ılı ufak b i r taç i l e evi m izin gölgesinden çıkıp gidiyor­ lar, sonra. .. Pek çoklarının şahidi olduğum üze re kı rıl ıyorl ar, en sa m i m i manasi yle bedbaht oluyorlar. Ruhları fak i r oluyo r , tekrar bize döndükleri vakit yüz yüze bak m aktan kaçınıyoruz. Yahut gözleri m ize inen bi r yaş onu art ık görme diyormuş gibi ara m ı ­ za b i r m ania koyuyor. Onlara karşı hareket t a rzım ız her yerde oldu­ ğundan daha yaygın bi r suret t e , sini d eri m izden de ğ i l , adeleleri m izden çıka r ı l m ış haklada tayin edi l mi§ t i r. 41


Cenab Şahabeddin Bey, Sıhhiye Reisi oldukları halde , İslam kadını hakkında kendi dai resinin Şeh re m aneti tarafından ve rdiği belg�le r üze r i ne bulunuyor ve neşredi l en ist atistiklerden habersiz İsl am kadınının sıhhi vaziyeti fenadır diyenlere, i f t i ra ediyorsunuz diye haykı rıyor. Bu hal , en sade bi r i fade i l e , vazi feye ai d bir bi lg isizlikt i r . . Yaza r Cenab Şahabeddin Bey i , Sıhhiye Reisi Cenab Şahabeddin Beyle karşı karşıya bırakm ak ve bu m anzara karşısında okuyucuları m ızın ne düşündüğünü tah m i n e t m ek bize yete r. ***


TORK SAZI TURAN GAZETE S i

n u me re

1914

1 1 02

1 3 30



V Pek uzun sür m üş bir aranm adan sonra Türk edebiyat ı nihayet kendini buldu. Evvelki · Yunan Muharebesi esnasında, 1 3 1 3 ' de, Mehmed E m i n Bey bize Türk Şii rleri İsm ını taşı yan i l k mec muasını ve r m işti. Bu kitabın başında Recaizade Ekre m , Abdülhak Hamid, Şemseddin Sam i , Doktor R ıza Tevfik, Fazlı Necib Beyleri n şai ri takd i r eden mektupları eski bir usul üzre dercedi l m i şt i r. Mehmed E m in Bey, Rumi 1 285 senesi nde İst anbul ' da dünyaya geldi , yi r m i yaşı na doğ ru şii rl e rini yazmağa baş"Iadı, ilk şiiri:

Ben bir Tiirkiim, dinim, cinsim uludur, Sinem ,öziim ateş ile doludur . beyi t l eri yle başlayan meşhur şii rdi ki, Sel anikte ( Asu) gazetesi nde bas ı l m ıştı. K üçük bi r za man sonra adı Türk dünya:sının he r köşesi ne gidecek genç m i l l i deha, o za man yazı lar ını İst anbul ' da bast ı ramadığı ı çın Vilayet gazetelerine yol lardı, v t: b u ismin et rafında İstanbul ' dan çok yine Vila­ yet i (• rde münakaşalar ol urdu. İlk kitabın, Türk Şii rl e rinin başındaki , res m i düşünceler, takdi rler i nançtan, ümitten ziyade , yine eski usul üze re az çok takriz kaidele rine göre yazı l m ış t ı. Onu en ziyade anlayan Doktor R ıza Tevfi k Bey bir ta rafa bırakı l ı rsa , diğerl e ri yeni şai rin dünyaya nasıl b i r i ş i ç i n geldiğini an l a ınamış, . alnındaki yıldızı göre­ m e m i ş, seçe m e m i şl e rdi. Meşrut iyetten iki yıl önce Ömer Nac i Bey ve Doktor Riza Tevfik Bey, Selanikte çıkan (Çocuk Bahçesi) ' nde, şai ri n m i l l i vezni , sade di l i , alçak gönüll ü fakat doğru yol dan, yürekten gelen t e m iz, be rrak şii ri hakkında uzun uzadıya münakaşalarda bulundular. İstanbul, onu 45


tart ışmaya bile l ayık gör m üyordu. {Edebiyat-ı sahipleri , onunla eğlene rek başlarını çevi r mişti ler. E m i n Bey için ne düşündüğünü, zam anın pek tanınm ış bir yazarına sormuştum. Bana sadece, edebiyat ı mızın bir şubesi , bir fer ' i ol m ak üzre bu şii rl e r de kabul edi lebil i r , de mişti . E m in Bey kendi devrinden, kendi nesl inden niçin bu kadar ayrıldı ? Aynı seneleri n aynı günlerin diğer şai rleri gerçek m anasıyla ze rre kadar m i l l i ve içti mai (sosyal ) ol madıkları halde, acaba neden her g ün bi raz daha kavi her gün bi raz daha doğ ru, büyüyen, genişleyen, Türk mazisi ni , Türk dünyasını kavrayan bir görüşle engin bir ruh ile büsbütün ayrı bi r şai r olarak tecelli ett i ? Bu sebepleri , ona i l k tahsi lini ve ren Beşiktaş A skeri Rüşdi yesi ' n­ de , M ülkiye Mektebin ' de, Hukuk Mektebi ' nde ara mak faidesizdi r. Babası, Türk d i.iıyasına ayıltıcı bi r oğul ve ren Sal i h Ağa, yedi çifte bi r ı rıp kayığını idare eden bir reist i .

Cedide)

Adını di l leri m izde he r za man hayırla anmağa mecbur olduğumuz bu m übarek ada m , il ikleri ne kadar Türk t ü. Okuyup yazmak bil mezdi , fakat eski Türklerin, eski gazaların hikayesi ile dolu olan ruhu tarihi seve r , oğluna okuttuğu beyitleri, sayıfaları dinledikten sonra: " Hey gidi günler" diye geç mişiere hasret çeke r , son devi r için utanır, yerini rdi. Genç şaı r , bozuk bir F renk terbiyesi yle ruhu fesada uğ ramam ış, mem leket saygısını, geç m i şierin sevg isini unut m a m ış, böy l e sağlam bi r Türkün yanında, onun erkek ruhu, dindar sözleri arasında büyüyordu. Salih Reisi n babası da yine bir ırıp reisi Hali m Ağa idi. Şai rin cedlerini , m i l l i yolu ni çin kabul et t i ğini anlamağa çal ışı rken ehe m m i yetle zikre t t i ği miz gibi , anasının, Edi rne taraflar ında Uzuncaova ' daki Hasköy ' den · olduğunu kaydet rn eğe l üzum vardır. Hat t a evi nin 46


sakin köşelerinde Anadolu Türk şarkılarını, eski Anadolu masallarını söyleyen karısı, Şebin -karahi ­ sar l ı , Anahtar A ğasının, yani eski kalenin anahtar­ larını saklayan, koyu b i r Türkün soyundan gel m iş t e m iz yürekli ,· fazi l et l i bi r Türk kadınıdı r. Görülü­ yor ki onun soyunda ve te rbiyesi nde şai ri n gözlerini yade l lere çevi recek, düzme yalanc ı beyi t l er yazd ı­ racak köt ü, bozuk bi r tesi re ye r yoktur. Emin Bey ömrünün on senel i k bi r müddetini Anadol u içerisi nde, Türk k;)yleri arasında geçi rdi. O rada ac ı, t atlı hikayel u Jinleyerek, yet i m çocuk­ ları, e rsiz, yalnız kadınl arı ağır bi r faki rlik alt ında ezi l i rken gördü, o binlerce eski Türk yurdunun kendine has olan manasını, yaralarını, de rdini bi re r bi re r duydu, anladı. Bir gün Güze l l e r köyünde misafi r olduğu bir damda, duva rda ası l ı sazı , şai r , kendini ağı rl ayan kadına göstere rek soruyor: mu?

Bac ı , vakit

vakit

bu sazı

çaldığ ınız

olur

Kadın cevap ve riyor: -- Sel köyüm üzü alıp götürdü el malım ızı al ıp göt ürüyor, gönül şen değil ki saz çalal ı m , kere m söyleye l i m , saz orada toz toprak · içinde kurtlanıp gidecek. Gönlü kırık başka bi r Türk kadınından başka. bir söz dinliyor:

şai r

-- Dinel m ez di rlik, çık maz can , kötü günl e r i ­ mizi sayıyoruz., Tanrı mülkün sahibini gönde re. Diğer bir Türk kadını, bi r ana, Şarkışla yolun­ onun . Vali olduğunu da şai r i n karşısına çıkıyor, öğrendi ği için önüne �iki l i yor. -- H ey efendi , sen Vali karısıyı m. Çocuklar ı m var.

isen ben de ç i ft ç i A rkam daki ç_uvalı 47


goruyon mu ? D ağa g i dip ot toplayacağ ı m , pişi rip çocukla r ı m a yedi receğ i m . Ne vakit biz ot ye mek­ ten kurtulacak , m ısır ekmeği yiyeceğiz ? Niçin Mehmed E m i n Bey başka bir Cenab Şahabeddin, başka bir Tevfik Fikre t ol madı, bunu ara rken, Anadoluda geçi rdiği seneleri de ayrıca ölçüye koy mak, hesaba kat m ak icap eder. Sonra şai rin hayat ında merhum A fganlı Şeyh Cemaleddin ile geçi rdiği dört senelik bi r m üddet vardı. Tanrı taraf ından biri dinin yeni lenmesine, diğeri m i lletin yenilenmesine memur edi l m i ş olan bu iki ha rika yan yana dört sene lik bir m üddet yaşadılar, düşün­ düler. I rkı i t i bari yle yine Türk olan Şeyh Cemaled­ din M ı s ı r M üftüsü Şeyh Muham m e d Abdüh ve " .:::; d a­ fet iınnedi m " sah i bi hat i p ve şai r Abdul lah Efendi N edi m , Reşit Riza, Feri dun Vecdi , R izaeddin bin Fah reddin , Musa Efendi Biki yef gibi bug ün İslam m i l le t l e ri ne halasa doğru yol açan, önde meş ' al çeken din m üceddidlerini, ali m leri ni , yet i şti rdi. D i ge ri ise, Türk ale m i üst ünde maniasız, ortaksız bir hak i m iyet kurdu, ve bize şerefl i , yüce müri t l e r yet i şti rdi. Ai lelerde, m ekteplerde ye r tut m uş, düzmece şai rleri , genç nesi llerin ruhunu çürüt mek­ ten m enet t i . Şimdi onun şi i ri d i r ki Mar ırıara kıyılar ından , Akdeniz sahi llerinden, Türkistan içerieri ne, Çine varıncaya kadar, r:-ocuklarım ızın di llerinde dönüyor. O Türk aleminin '1st üne yığı l m ış karanl ıkları şafak darbeleriyle pa rçalayıp dağıt ıyor, geri çevi riyor. M ehm u ; E min Bey evvel gel m i ş, K öprülüler, Sckullular, Rc:;; i t l'aşalar sonra gel m i ş olsa!ardı, Türkiye şi m di büsl:fütün ku rt ulmuş olurdu. Bism arkı , "'1oltekeyi muvaffak eden, Al man birliğini dört köşesine haykı r m ış olım, A rnt , tJ aynrih Hayne , K l ayst , K örne r , Roke rt gibi şai rl e r I talya birl i ğini vücud(; geti rPn :< �vur değ i l , Dante gibi şai rler,

48


Mikel Anj , Titiyen, V e ronez, Rafait gibi ressa mlar­ dır. Büyük sanat karlar bi r m i l l et vücude geti rme­ bir hükumet kurm anın yince hakiki m anasi yle i m kanı yoktur. Meh m ed E m i n Bey, Osmanl ı tari hine göre gecikmiş bi r şai r , evveli ve sonu ol mayan Türk tarihine göre vaktinde gelmiş, sürüsünün başına tam sı rı:ısında geçmiş, en kadi m za manl ar ı , rüyal ı dini asırları düşündüren b i r çobandı r. Dört yol ağzında şaşkın kaldı ii • rn ız bir za manda ruhumuzu sonunda hulas ve Cennet olan bi r yeni ufka doğ ru çekip gciürüyor. ***

49



TEVFIK FIKRET BEY MERHUM TURAN GAZETES I

1 33 1 1 9 15



VI

Son, ba ıcı düşündürür de rler. Bi r hafta evvel bizden bi raz m esafe, bi raz yükseklik; bi r çok darg ınlık ve kin i le uzak kalan değerli şai rle şi mdi aram ıza fazla olarak bi raz da toprak karıştı. Bu su retle, ev­ velkil e rden yüz kere daha kuvvetli bi r sebep, bi r m ani onu bi r daha <LÇı l m ayacak bi r i n ' izal ( t ek Laşına kal­ ma) pe rdesi arkasına büsbütün çekti de mekti r. H ayat ının sonunu görmekle kede rlendi ğ i m i z bu ince şaı rı �"' bu m üst esna ada m ın edebiyat ı m ızda i ç t i m ai ya­ [ wı ı;.da bıraktığı izleri ç abucak gözden geçirmek, m ezarının başına bı rakılacak bi r çelenk yerine, hak ett i ğ i ta.kdi r ve hürmeti bi r pi rinç levha üze rine ' kazar gibi, matbuat ın sahi fesi ne hak ve talik e t m ek , bize bi r borç oldu. Tevfi k Fikret edebiya't ı m ıza hiz m et lerin en büyükleri nden bi rini ifa et m işti r. Onun sayesi nde, eski edebiyat ı m ızın, hat t a Hami d !( e mal - �� rı ·, s i deveinde bile m Gcecret ve muhayyel ol m aktan kurt l . n ayan ruhu , makul oldu ve tabii l eşti . Tabiat bütün manza raları ,bütün tecelli leriyle edebiya­ t ı m ıza hullıl ederek onun ufuklarını m ütemadiyen ge nişletti. Bunun için Fikrete, bizi tabiatla karşı karşıya koyan i lk şai ri miz desek yeri di r. Tevfik Fikret, Hamid - K e m al devri nde hükumet edebiyat ı, üc re t l i edebiyat ol m aktan kurtulan, zincı rını kı ran isti klalini i l an eden, isyan ve ihti lal ruhu göste ren, edebiyat ı m ızı t e m i z ve lekesiz bi r hale geti rdi. Fikretin edebiyat ı m ıza en büyük hizmetleri nden bi ri, teceddüt devrinden beri onda kenöini göst e ren fazilet ve istiklal endişesin i , nihayetsiz denecek kadar şam i l ve m uhit bi r dereceye ç ıkarmasıdır. Tevfik Fikre t , naz m ı m ızda "İhtiyac -ı vezin" deni len zafı tamamiyle ortadan kaldı rdı. Beyitlerin dal l a­ rında bi r yaprak dökümü gibi heceleri sukuta uğ ratan zıhafları, yahut bazı heceleri uydurma bi r •.

53


t"e cvi din ahengi ne uyarak çeken i maJel e ri tesviye ett i . N az m ı arıza! ı bı r ze m i n ol maktan uzaklaşu rarak lati f bi r selasete sahip kıldı. Fikre t i n R ebab ' ını, değil yüz sene evvelki edebiyattan / fakat yi r m i , otuz sene evvel ki nden ayı ran farkı insan düşündükce, hayret e düş m ernek m ümkün ol muyor. Fikre t i n Rebabı , Gibe r t i nin tunç oymaları gibi, sabı r t üketen · bi r dikkatle uzun uzadıya işlenmiş, düze l t i l m i ş· m ücevher­ lerle dolu bir m ahfaza gibidir. Et rafında aradığı hüsnü, m üke m m e l i yeti bulamayan ş_ai r , bu hic ranı şii rl e ri ndeki hüsn i l e , m üke m m el i yet i le avut mak ist e mişti r. Tabiatta bul am adığım kendi halkediyor , kendi yaşat ıyordu. Bunun i çin Fikret , öl e n çocuğunun hayalindeki tasvi rini nakşeaen zavallı ressam gibi, son g ünle r i ne kadar yalnız hay!li nde yaşayan kusursuz güze l l i ği ve şahsında yaşayan fazileti şii riyle takip ve taklit etti. Tevfik Fikreti n yeni edebiyat ı m ızla, m il li edebi­ yat ı m ız . arasında bir vasıl çizg isi teşkil eden devri , ne kadar güzel ne kadar ince olursa olsun, Mehmed Emin Bey bi r gün Osmanlı diyarının bi r köşesi nden:

Ben bir Tiirkiim, dinim cinsim :. ,dur, Sinem, öziim ateş ile doludur. diye başlayan i l ıihi ve se mavi şii ri n ! ; ..j_ad ederek seslenince, art ık evvelki edebiyat ın kıyameti kopmuş, beş on senelik bi r can çekişmeden son ra, hepsinin günden güne bı rakı l m ası,unutuhır fıale gel m esi ıaruri ol m uştu. Osmanl ı edebiyat ı nı Türk edebiy�t ı haline koyan, engin bi r m aziyi tozları alt ında si lkip uyandı­ ran, bi r mi llete ümit ve can veren yeni bi r edebiyat , o gün başlam ış, ölgün ve karanl ık ufukları m ızda Türkün yeni ve m i l li hayat ını m üj deliyen tan sesleri art ık duyulmuş de mekti. Ben bu düşünce i l e Tevfi k Fikre t i n ve arkadaşlarının şii ri , kendil e ri nden evvel öl m üşt ür diyorum. Tevfik Fikret tabiatİ şıı rı m ıze 54


sok m uştu. M ehm e(j. Emin Bey, bu g ün bütün b i r genç liğin, yarın bütün bi r ale min vu rgun bi r yürekle ardından ayr ı l m adığı, ayrı l m ayacağı Türklüğü; bakımsız unutul muş Türklüğü, fakat şerefli , fakat asi l , gökle r · gibi esrarengiz, derin, yüce Türklüğü · edebiyit ı m ıza get i r mişti r. Bunun için Tevfi k Fikretin sevg i l i , m uh­ terem naaşı üst üne top rağın kararilık ört üsü çeki l m e ­ den eyve l kendinin ve arkadaşlarının ölen şii r l e ri üst üne, nisyanın, met rukiyetin tozdan perdesi çeki l ­ m i ye b&şladı. B i r ölünün tabutu etrafında b i l e küfür­ ler savuracak, binle rce gencin kutsi bi r payeye çıkardıkları, dhıi bi r hürmetle kendisine bağl ı olduk, ları bi r jai.re " Anırıyor " diyecek kadar edep ve te rbiyeden m ahrum olanların şikayet i , nehi rle rin akışına karşı bırakıl m ış kuru bir sam an çöpü ne yapabil i rse, ancak onu yapabil i r. B i r tarafta m illi �auitı elinde · dirii bir asa hizmetini gören bir kal e m , onun karşısında yalnız hüner ve marifet göst e r m eye yaram ış bir . canbaz, bi r hokkabaz değneği. Eğer o asa tenezzül etse, .rAzı olsa kendisine hürmette kusur edenlerin yüzünü kızg ın b i r de m i rl e , adi bi r postu, bir deriyi yakar gibi, ebedi bi r zillet ve hacalet damgasiyle dağl ayabil i r. .

Tevfik Fikretin içti mai tesi ii e rine gelince; Büy�k şii rimiz et rafını aydınlat m ak için, bi raz daha faal , bi raz daha m üsbet surette çalışınağa muh t a ct ı.. A yın parlaması için gece lazı m olduğu gibi, cıeht.nın parl aması için çok defa bir felaket lazı m geli r. H isar tepesi nin bir Ferney, bir Isnayya Poliyana ol ması için -şai rinin fenalığa karışmaması değil, fakat fenal ığı mene t m esi icap ediyordu. Fenalık yapmaniakla,fenal ığı menet rn ek arasında ne büyük fark va rdır. Tevfi k Fikre t , kitapları malum ol m ayan peygambe r l e r gibi , istediği a lemin bize yollarını göst e r m e m i ş bi r halde bizden uzaktaşm ış bulunuyor. Hak ve insaniyet ıçin söyledikleri , hatta ·

55


t'e krar edi l miş ol m aktan mütevellit bi r kuvvete bile m al i k değildi r. Tevfi k Fikre t , H isa r tepesi nde sürüsü­ nü t e rket m i ş bi r çoban gibi yaşadı. Ovalarda yaşa­ yanlar, biz, halk, sürü, onun dargın çehresi ni hissedi yor , İstanbula çevri l miş yumruğunu görür gibi oluyor-" duk, fakat fel aketi m izde, saadeti m izde kurtarıcı, yükse l t i ci endam ının yanı başı m ızda dikildiğine tesadüf et m lyorduk. Zamanına muhalif yaşayan Tolstoy, Rusyanın bir köşesinde zulüm lere karşı hükm ünü veren m ahke m esini kurmuştu. Ne vakit bir t a rafta kaıı dökülse , b i r zulüm i n i kap edi lse , onun, gök gürültüsü gibi derinden gelen korkunÇ payla·ma sesi duyuluyordu. Ferney . mutaassıp, zali m , katolik F ransanın bir bucağında se manın yere değdiği bir nokta, zulüm . görenlerin kollarını uzatt ığı teveccüh ettiği bir kibe halinde idi. Hisar tepesi okadar yüksekti ki onun sesle ri bize erişmiyor, halkın sesi oraya kadar ulasam ıyordu. Tevfi k Fikre t , ölünceye kadar , Karadeniz sahil l e ri nde, mesafelerin ve aısırların hic ranına te rkedi l miş Ovit gibi- Boğazın kena·rında ken­ di aleminden uzakl aş m ış, · ·sürgün ve t erkedi lm i ş bi r adam hüznile yaşadı. Onun büyük vatanpe rve r ol m ası için, açık ve m üsbet bi r cidale razı ol m ası şart t ı. Milletler, takdis edecekleri adamlara: " Bize aşkını , bizden dolayı uğ rayacağın felaketlerle isabet et !. " de rneği adet et m işlerdi r. Büyük vatan perve rler kendi namuslarını değil, başkalarının namusunu, halkın namusunu kurtaranlardır. Eteklerini toplamak , uzak ve seyi rci dur m ak, bulaşmamak buna kifayet e t m ez. Bu sebeplerdi r ki M eşrut i yet i l an edi l diği vakit Nam"ı.k .K e m ıfl kaldı r ı m a . çıkm ış, sokaklarda dolaş m ış, t i yatrolara, evieri mize g i r m iş, di ğer sürgün­ lerle be raber · lstanbula dön m üş, kendisinden mah ru m kalan m i lleti i l e tekrar yaşamağa başlam ıştı. Çünki onun büt ün edebiyat ı , büt ün şii ri ve hayat ı kendini qeğil, başkasını düşünüyordu. Yine onun i çin demi rler ·

56


kınldığı vakit herkes de onu düşündü. Eve t , Meşruti­ yet i l an edil diği vakit öl m üş Namık K em al , yaşayan Fikretten daha fazla yaşıyordu. Çünki biri yalnız yapma.yan ve di ğeri yapur mayan bir ada mdı. H ügo öyl e bir ağaçt ı ki onun felsefe, siyaset , t i yat rocu, hatip dallarını kest i ler, ona yalnız şii r dalını bıraktı ­ l a r ve başlı başına bi r ağaç kadar büyük olan bu dal şai rin ruhunu gölgesinde ebediyen barındı r ın ağa kifayet etti. Fikrete gelince; onun şahsında, şai ri takdis ve tebcil ede r , muhterem , m üşfi k aile reisi ni derin hür m et ve m uhabbet le selamlar , kanaat ından ayrı l m ayan dürüst , fazıl adam ı her vatandaş için bi r misal, bi r örnek -ol m ak üzere tanır , fakat büyük vatanpervere gelince; onun ağacından bu dalı kesrnek l azı m geli r , deri m.

••••



TAN SESLERI TÜRK VURDU

Ci ıt B

ı9ı5 ı33ı



vu

F.y Kafkasm doj!uya kanat açan riizgıirı . Ey obalı çöllere göllere sulu uyu;! a, daj!lar Mavi buzlu kuşları ! Turna uçan en üstünd Bulutlarm eline, Turan biten i güller Sizler ölüm lrmakları kan olan topraklara · gidiniz; Boyunduruk altında ölenlerin nesline, O yaralı kalbiere bizden selim ediniz. .Mehme.d E m i n Beyin bize en son ve rdiği "Tan Sesl eri " neden, bu güzel parçayı, yazacağı m t akdis sözlerinin başına geçiriyorum. Bizi m için ne sevini­ lecek bi r t alidi r ki seneler, M ill i Şai ri.ı:ı;ıizi n sünuha­ t ını kurut mak, azalt mak şöyle dursun, ona g i t g i de genişlik ve de rinlik ve riyor. Türk ruhunun m anevı ehra m ı yükse l dikçe onun üst ünde şB.i firriizin· hayıtli , kanatlarını açdıkça açıyor. Bu su ret l e biz bu günkü büyük c,enkte Türk ale m inin en büyük kuvveti olan ş a i r i m i zi Ordunun önünde, mi l l e t i n önünde , elinde hidayetirtin m eş ' ali ile yürüyor görüyoruz. Bug ün Ocakta masamın üstünde kurşun kal e m l e yazı l m ış bi r mektup bı rakm ışlardı. O dakikaya kadar bunu yazan sevg i l i Türk genci ni görm e m i ş, onu şahsan tanı mam ışt ı m . Seddi lbahi rde yaralan mış bi r aske r, kendisi bana gelemediği i çin beni görüşebilmek üzre evine çağ ı rıyor. İ mzasına dikkat etti m: " Sahra Topcu M ülazı m larındanBolulu Öz. Türk H asan Tahsi n " Bayezit t e bir iç sokağın gürült üsüz bir köşesinde , _sıidE;gösterişsiz bi r taşralı evinin üst . kat ında yat ıyor­ du. Odasına g i rd i ğ i m vakit maksatta b i rl eşen adamla­ rın evvelce aralar ında haşıl olan dost l ukla, kardeşlikle ve sevi n m i ş bi r yüzle yatağından doğruldu. Etrafında en ziyade gözüme çarpan, beni düşündüren kırm ızı 61


kapl ı bir küçük k�t ap oldu: Emin Beyin "Tan

Sesl e .ri '

Kendi kendi me düşündüm; ki m bffi r şi m di m e m ­ leketin m uhtelif bucaklarından gel m i ş kaç yüz, kaç bin Türk gencinin cebinde, yataklarının baş ucunda bu şiirler duruyor ?... O rduda Türk Sazı ) Ey Türk l] yan, Tan Sesled zabitleri m izin, nefert eri m izin yanında bi r si hlh , bir kurşun gibi elze m bir şey m esabesi ndedi r. Onlara he r yerde arkadaşlık ediyor. Topların, şarapnellerin kası rgası geçti kte.n , ölüler, yaralılar toptandıktan sonra si lahlar çat ıl ıyor, zabit­ ler, küçük zabitl e r , Anadolunun Türk çocuklarını et rafına toplıyor, bu şii rleri okuyorl ar. Kaç yaralı kardeşden kendi m işit t i m: nefe rler bu şiirler okunur­ ken çok m üteessi r oluyor ve ağlıyorlarm ış. Bu defa ziyareti ne gitti ği m gence sordum: " E m i n Beyin başka şii rleri nden ist e r mısın sana geti reyi m ? " dedi m. " Hayı r , bende hepsi var. " dedi. Bu günkü muharebe mizin şerefle, namusla, deva m et mesi nde bu şii rlerin ne kadar dahli olduğunu acaba hesaplıyor, kendi m i ze soruyor m uyuz ? K afkas sınırları boyundan Rah m i isminde bir arkadaşı m ız yol ladığı bi r m ektu· bunda diyor ki: " G özleri m izin görebildiği he r yer be mbeyaz· kartarla ört ülü. . Et rafta dağ , taş, a_ğ aç hiç bi r şey yok ki beyaz ol m asın. Yalnız ayrı renkte kalan biz, bi r dağın kenarındaki ince yoldan ilerliyor­ duk. Zabit önden seslendi: " Bölük dur ! " H epi m iz durduk. Önden zabit yüksek sesle haykı rdı: " A ske r ! Yolun alt ında karların üst üne yazıl m ış şu yazıya bak !. " Okuduk, o ıssız dağlıklarda evve. l geçenlerin yazdığı bi r yazı: "Yolumuz Kafkas, Vurdumuz Turan. " Zabitin sesi t i t r i yordu. D eva m ett i : "Evlatlar ı m , eğer hepiniz bunu duyuyorsanız biz muzafferiz. " dP-di. G özleri miz yaşa r m ış, göğsümüz teessürle şişmiş o geniş Türk alemini , yarın kurulması muhakkak olan Turan. düşünerek evvel geçen taburun, o yazıyı yazan kardeşlerin yoluna devam ett i k. " 62


Yine bir gün H aliçten aldığı m ız bir mektupta bir genç: " Bugünkü � i l l i "muharebe�Pn ben böyle fayda ­ sız kal m ak ist e m e m , . diyordu. Haliçin karşı m da yatan bu çürük suları gibi ben de ruhumun yavaş yavaş çürüdüğünü hissediyoru m. Kuvveti m var , kalbi rn de aşk ve i m an var , yolunu bulunuz ri ca ederi m , beni , K afkasyaya çarpışmaya, cenk et m eye yoll ayınız. " diyordu. A radan küçük bir m üddet geçmişti , yine şahsen tanımadığı m bu genci Darül m ual l i min hastaha­ nesinde henüz gelen yaralılar arasında gördüm. Beni ism i m l e çağ ı r m ış, Hali çten yazdığı mektubu hat ı rla­ tarak ki m olduğunu bana öğ ret m işti . Dizinden yaralı, sı rtından ve kol undan yaralı idi. K endisi ist i da et miş, Geliboluya git m i ş ve muharebesini , vazifesini yap m ış­ t ı. Bu kahıaman . gencin ismini mektubunun alt ına tekrar bakarak buraya kaydedi yorum: " Ayakapıda Y üzyi r m ibeşinci A l ayın I kinci Taburu D ördüncü Bölü­ ğünde Ihtiyat Zabi t N amzedi Refik. " G özle rinin öyle derin bir gururu , vazi fesini . yap m ış ol m aktan doğan öyle m anidar bir bakışı va rdı ki yaralarıyle be rabe r bu kadar m üst e ri h bir ruha malik ol mak ancak kahra manlar için m ü mkün olabil i rdi. O da öbürl e ri gibi kendini duy muş, m i l l etini tan ı m ış ve ı rkının atisini m anevi kol larla ve vurgun bir kalb ile kucak­ lam ış, sevm işti. ·

Gülhane Hastahanesi ' nde Sursal ı Nazif - E fendinin Çanakkal e muharebe l e ri için söyledi klerini tees:;ürle hat ı rl ıyoru m: "Topum uzun, tüfengi ılıizin ateşi baruttan çıkan bir ateş değil, düşmanın gözlerini kam aşt ı ran, kör eden Türklük ateşi idi ... " diyordu. Bunları böyle birer birer düşütıdükten sonra, hayali mi o maddi ızt ı raplarla dolu büyük binalara, hastahanelere çevi riyar ve yast ıkların üst ünde şifa bekleyen zai f fakat mağrur başları gözüm ün önüne 63


getiriyorum. H e r h alde . Türk ruhunda bir mucıze hası l ol muş, o tekrar bulut sıyrıldıktan sonra m eydana çıkan dağ gibi- yerinde sars ı l m az bir metanetle doğ rul muş, di ki l m iş duruyor. Kim diyebi l i r ki bu yeni ruhta bugünkü yeni edebiyatın ve en ziy ade edebi saltanat ı m ızın R ei si olaQ büyük şai ri m i­ zin yükseltici , . sağ l ayıcı tesı rı başlıca sebeplerden biri ol masın ? Ben istanbulda hal kın ruhunu_, gençli ğin ruhunu bu şi i rl e r kadar sarsan 1 ve heyecana geti ren hi ç bir hitabe dinlemedi m. gmin Beyin şii rleri ruhumuzun sakin denizinde kas ı rgalar gibi hercümerç­ ler, kıyametler kopardı. Bil m em hangi keli me, hangi sat ı r güzel değil m i ş diye iti raz edenl e re hakiki bir şefkat ve merhametle ac ı rım. Onlar da yarın aynı çobanın arkasında toplanan sürüye karışacaklar ve onun par mağının u cu i l e bize işaret ettiği sabah aydınlığına doğru yürüyup gidecekle rdi r. ***

· , ..ı


ÇANAKKALE i KDAM GAZETES i :

19 1 5 1 33 1



VIII

Yir m i sekiz H azi ran sabahı Sirkeciden hareket ediyorduk. Bizden beş, on dakika e vvel H il al i ah me r 1 e mensup bir takı m yola çıktı. Ü ç büyük san 1 a t , resi m , m usi ki , edebiyat; gönderdiği b i r sanatkar kafil esiyle Çanakkaleyi m üdafaa eden askerlere saygilarını, sevg i l e ri ni söyleyecek, Çanakkale sırtl a­ r ında kızıl bir şafak gibi �ar' q'an o korkun;;, es:.� Türk kılıcına m i nnet ve takdisini bildi recekti. Katarı m ız büyük duraktan ayrıldıktan bi raz sonra, kal 1 a duvarları üst ünde , sabahın berrak se rinli­ ği i çinde , taze b i r güneşe karşı kesik şarkılarını söyleyen ilk köylü kalabal ığına tesadüf ettik. Bunlar, alaca mintanlarını daha terket m e m i ş köylüler, ' yarınki neferlerdi. Yüz binlerce askerin geçtiği bu büyük yolun kenarında . ateşe girmek için kendi sıralarını bekleyerek sabahın aydınl ığına dal m ış, A nadolu yakalar ına, güneş · diyarına doğ ru yüzlerini çevi rmiş, gülerek, eğ l ener ek şarkılarını söylüyorlar. Yer yer şi m di he r köşesinde har m anlarının sar ı dumanları toplanıp t üten Anadolu kırlarından birike bi rike gelen bu kaygusuz köylü çocukları katarım ızın pence­ relerine hep birden ı rl adıkları t ürkülerin dalgalarını yol layarak bizdem uzak kaldılar. ·

Kafi l e miz, mes 1 ut döneceğini , daha şi m di den hissedıyor muş gibi, ruhlarım ızda endişeden bir ese r yoktu. Yalnız, yolumuzda bir bulutun gölgesinden geçmek, bu günkü harbe, Balkan m uharebesinin hat ı raları arasından vasıl ol mak icap ed\yordu. K üçük Çekmece, İspart akule , H adı m köy, birer birer geçildikçe, dünkü muharebeni n hat ı ral a rı .bu günün duygularına karışıyordu. Dün ne kadar uzaklaşm ış, ve ne kadar kendi cinsinden ol m ayan bi r ferdaya 67


ye rini t e rket m i şti. Üst tarafı kesi k bir ağac ı n başın­ da l eylekler geniş yuvalarını yap m ış, t e l g ı raf tel lerin­ de kı rl angıçlar dinleniyor. Koleral ıların yığın yığın öldüğü ye rlerde sa rışın ekin kümeleri toplan m ış , korku ve perişan l ı ğ ı n salt anat sürdüğü ye rlerde evlerine ekmek göt üren kız• çocuklarının, küçük inek sürüle ri nin ve birbiri ardınca giden zahi re aranalarının m üste rih hareketi nden başka · bir şey görül m üyor. Askerler konak ye rlerinde ağaçtan m i nareler yap m ış­ l a r ve şerefe lerine çit öre r gibi dal lardan bir çelenk ör m üşl e rdi. ·

Ba ' zan Marm ara ' nı n ba ' zan, bir gölün kenarını kol i ayarak ac ı hatı ra l ı yerlerden geçiyoruz. iti raf ede ri m ki L üleburgaza geldiği miz zam an ruhlarım ızi Lle r i n bi r hüzün kaplamış, sesi miz gevşe miş, gözleri ·ıit y;ı �arm ıştı. Yalnız adı söylendiği , Türk Ordusu denildiği vakit zihinlerde, sayg ıların en büyüğünü uyandı ran o büyük t üreli tarihi ordunun perişan bir m uhaceretini görm üş bu yerlerden geçmek, her şeye rağ m en ruha ağı r geliyordu. H al a ta raf taraf kar ışt ı r ı l m ış topraklarında topların ' mevzi i , askerlerin sİ peri eri bel l i olan bu yerlerde, üç g ünlük bir rn_Odde t tali m üte reddit kaldı, ve Vize Saray, Lüleburgaz cephesini baştan başa tutuşturan muharebe geril iyor, esneyor, dalgalanıyor, uğultular alt ında, dumanlar içinde şafaklardan guruplara kadar deva m ediyor, nihayet bul muyordu. Yeni ve küçük mi lletler karşısın­ da zafe r , eski, büyük ordumuzun hakkı idi. En son açl ık, m ühim m atsızl ık ve idaresizlik, nehriq öbür tarafını t utan ordunun yardı m ı na koştu. Öne doğ ru bir muhace ret şeklinde . başlayan ilk sefe rberliğimiz istihkak ettiği neticeyi bul muş, kendi taliine göre bir mağlubiyete uğra m ışt ı. Şi mdi üstünde yeni bir baharın yeşerdi ği bu top raklarda, şu çiçeklerin nazlı nazl ı t i t rediği çayı rlarda kaç bin del i kanl ı m ız açı l an yaralarından bo�anm ış kan birikintileri üstünde 68


met rük, aç, sürünüp g i t m i şti. (Deyli K ronikl)in muhabiri , o günl eri hikaye eden b i r mektubunda (Acım Bir lokma ekmek!. ) diyen b i r Türk nefe ri ­ nin karşısında kendi kendine soruyordu: •••

••

" Acaba, günlerce m üthiş bir soğuk alt ında, beline kadar çamur i çinde , muharebe ett i kten sonra aç öl m ek, Türk nefe rinin vazi felerine dahil m i di r ? " Bu mağlubiyetin Türk ruhunda uyandı rdığı utan m a nasıl neti celer ve rdi , Çanakkale sİ perlerinde görecek­ sınız. Yolları m ızın iki tarafında, başları kefiyeli taburlar akıp gidiyordu. Cenup güneşlerinin yaktığı bu m ütenasip, güzel çehreler, kızg ın bir sıcağın, beyaz alevi içinde toz bulut larına karışarak cenk yer l e ri ne gidiyorlardı. O yanık asker kalabal ığı arasında öyle tunçt an yoğ rul muş kartal burunlu delikanl ılar va rdı ki, onların m uharip cedlerdEm_ kalan çaJıik, ince endam larını başka milleti e re göstererek: " Bunlardan daha dinç, daha sağl a m , daha g üz e l erkekleriniz var m ıdı r ? " diye sorabili rdik. Daha dün yabanc ı ayakların üze rinde gezdiği bu topraklar, C en up güneşleri içinden süzül üp gelen bu Anadolu kahramanlarını he r köşeden gizli bir gözle meftun meftun seyrediyor gibiydi. Onlar muharebeye yarış ederek gidiyorl ardı. A ıaylar arasında " H angi m i z daha evve l _ yeti şebileceğiz ? " diye bir iddia başlamış ve .bi r alay, daha evvel yola çıkan diğer bir alayı geç m i şt i . B i z arabaları m ızın sür ' atiyle onlardan uzaklaşı ­ yorduk. Fakat başı m ız geriye çevri l miş, gözl e ri mizi üze rlerinden ayı rmak mümkün ol muyordu. Acaba bu yerden kalkan tozlar ne idi ? Belki onların ayaklarına sürünen toprak, art ık kendisini ye rde kal ınağa layık gör m üyor, ve bulut bulut yükseliyordu. dik.

Yolculuğumuzun i l k gecesini Uzunköprüde geçir­ Balkan muharebesinin yakıp yıkt ığı cam i l e : ,


evle r , değ i r m ert l e r , bize o ac ı günl eri unutt u r m ak ist e mi yor muş gibi iki tarafta g örünürden eksik ol muyordu. K azaya ism ini ve ren (Uzunköprü) (174) göziyle büsb üt ün kurum aya yüz tut m uş bir nehrin yatağı üst ünde, duruyordu. Saat yediye gel miş, akşam başlam ıştı. Bu yerlerin, güzelli ğine doym ak m ü mkün ol m uyordu. H e r tarafta ası rlar görm üş de de çınartar, t i t re k yaprakl ı yüksek kavaklar, gövdel e ri kudretl i karaağaçlar, toprakların bağ rından çıkardıkları yeşi l l i ğ i , tazeliği, insan ell e rinin vi ran ettiği bu ye rlere hilkatin bir teseliisi gibi uza t ıp ve r mişti r. K öprünün nihayetinde küçük bir bahçe vardı. O rada oturduk. Olduğumuz yerin biraz ötesi nde, suları, akşam ı n geçkin ı şıklarıyle fıafıi aydınl ık kal m akta devam eden nehri n bi raz arkasında, Bulga­ ristan hudutl arı duruyordu . Kazanın K ay m akam ı , memurları, esnafı bahçede bizi m l e görüştüler. Öyle zannediyorum ki , bu kadar ağır bir m uharebede, b i r m e m l eket i n , b u derece süktın göste rm esine midi r tesadüf olunur. M uharebe· , bütün yoll arda, kazalarda, he r yerde adeta neş ' e veren bir tesi r hası l et m işti. M üessi r bir · Jevha gördüğümüz halde m üteessi r b i r t e k adama t esadüf e t riı iyorduk. Fotoğrafc ılar, ne rede bir tqplaoış olsa resi m alıyorlar, yol culuk har ı raları­ nı birer birer tesbit ediyorlardı. Büsbütün geçe kapanmadan şehri bi raz dolaşmak istedik. K ıs m en askeii olan, fakat tamamen de askere benze m eyen kıyafetl eri miz herkesin dikkati ni celbediyordu. Geçti­ ğimiz , ye rler, çocuklarının güzelliğiyle şöhret kazan­ ın ağa layık dense yeri di r. Sokakları dol duran, o ·ihmal içinde bı rakı l m ış y av tu lıir arasında, ressam arkadaş­ larım ızı isti ğ raka düşüren ne zari f çehreler vardı. İstanbula, kaybedit miş topraklardan son yadig_B.r: ol m ak üzre gelen muhaceretlerde uzun ipek saçlarını, de ri n yeşil , mavi veya l acive r t gözlerini, ince endam ­ larını hayretle seyrettiği m iz, o b i r t üy kadar nazik Türk kızlarıyle, bu çocuklar arasında ne kadar 70


benze rl ik va r !... Rumeli topraklarına has olan bu güze l l i k yolumuz devam ettikc e , Gelibolu yar ı m adasına g i rdikçe, artt ıkca art acak. Uzunköprüde b i r zi yafetten sonra Kaymakam Beyin güzel b i r nutkunu dinledik, ve bize tahsis edi len evde , bi r mektep gecesi geçi rdik. A ram ızda söylemeği , gürült ü e t m e ­ ği , uyum ağa t e rc i h edenler az değildi . Y i r m i dokuz Hazi ran sabahı, Karapınar-K eşan yollarına çıkt ık. Tesadüf ett ı gı m ız aske rler bizi z�bit zannederek se lam ve ri yorl ardı. İstanbul kapıla­ rından başlayarak Gelibolu i ç e rl erine kadar her cins a rabadan, he r c ins hayvandan vücuda get i ri l m i ş fasılasız bi r ke rvan vardı. Develer eski çöl güneşle rinin ve rdi ğ i al ışkanl ıkla gözleri ni süzmüş, sessiz sessiz gelip gidiyorlar. Onlar, bu ye rlere canlı bi r Asya hissi ve r m ekten hali kal m ıyor. Şurada burada, açık, manıasız bir güneş alt ında çadı rlara, atl ara ve bunlar arasında çal ışan, dinlenen aske rlere, küçük karargahiara tesadüf edi yoruz. Yolumuz uzadıkca, asker kalabal ığı art ıyor. Bu g ünkü ordu muzun Bal ka.n m uharebesi nde olduğu gibi neden aç kal marlığ ını bize göst e ren mes ' - ut tesadüfl erden biri , taburlar ıçın sıcak ye mek hazırl ayan seyyar bi r mutfak gör mek oldu. Karap ı na r civa r ında ateş yakı l m ış, kazanlar kaynıyor, arkada uzun kafi leleri ni sey rett i ­ ği m i z askerler için yiyecek hazırl ıyordu. Geçi t l e rde dökünt ü bir tek aske re rast g e l m i yorduk. Ba ' zan güneş vu rmasından r ah atsız ol muş bir nefe rin, b i r atın üst ünde yoluna devam e t t i ğ i görülebili rdi. Eğer Anadol unun s ıhhatı muharebeye yoll ad ığı de likan l ı ların bünyeleriyle ölçülseydi , Türkün b e d e n c e ç öküşü yolunncı söylenen sözler bi r masal, bi r i f t i ra ola rak kal ı rJ ı . Pariste, B e r i i nde ilkbaha r m anevralar ını sey r e t ­ m i ş , m e rkezi m e m leket lerle Rusya, Romanya, İ ta l ya ve Yunani ı;;t a nın aske rlerini kendi gözl e ri y l e " ii r n ı Cı) 1ı


b i r adam sıfatİ yle aske rleri mizin bedeni evsafını hiç biri nden aşağı bul m adı ğ ı m ı , bi r çoğuna t e rcih et t i ­ � i m i söyleyebil i ri m. k arapınar cıva rında lüzum olduğu vakit hastalara ya;·dım et m ek ve çay dağıt mak için bir ( Du rak) vücuda geti rr.1 işl e rdi. M uharebe yol unda. ve hayat yol unda belki ilk ve son defa tesadüf ettiği miz bu zabit ve doktorl arla sık sık konuşabil iyorduk. Karapı­ nar çayhanesinde yemek arabalarım ızı uzunca bir müddet bekle mek laz ı m geldi. Si malarının şeklini şi m diden yavaş yavaş kaybe t m eğe başl adığ ı m üç genç zabit., sar ı yaprakl ı kuru meşe daHariyle yapıl­ mış bir çardağın alt ında bizi mle konuştular. Bi l miyo­ rum , bugünkü muharebeye karışmış mil let i e rin ruhun­ da bundan daha sağ l a m , daha sarp ve kavi bi r ümit var m ı dı r ? .. H erkes gibi onlar da zafe ri , ordumuzun bir hakkı biliyorl ardı. Düşüncelerinde en uzak bir şüphenin gölgesini bile sezmek m ümkün değildi. K ızg ın, ağır bi r öğle sıcağını Karapınar tepesi nin çardakları . alt ında geçi rdik. Aşağıdaki çayda güneşin azıcık eğil m esini bekleyen askerler, başlarını ısi at ıyor· lar' yüzle rini yıkıyorlar ve pek genç zabit le ri n i dare ettikleri taburlarına yeti şiyorlardı. Bizi çok m üteessi r et m i ş şefkat ve mi llet sevgisi levhalarından b i ri , köylü kadınların çıplak ayakl ı faki r çocuklarıyle be rabe r he r yerde çeşmelerden, tulumbalardan bakraçlariyle askerl ere su taşı maları idi. Yol un ker.arında duruyorlar, genç askerlere bi r ana kalbiyle su yetiştiriyorl ardı. Karapınarı, Loş köyünü ve büyük ağaçtarla örtülü bir koruluğun yeşi l l i ğinde saklı duran M a ltepe­ yi geçtik. Malt epe büyük inek sürülerine , kes m e taştan yap d m ış evl e re m alik zengin b i r R u m köyüdür. Türkçe konuştukları halde yeni Yaşlılar tekmil yet i Ş.enl e r hiç Türkçe bi l miyorlar. Bu M altepe 72


kocamış çınarları, koyu, derin yeşilliği , gurup ile aydınlanmış rüzgarlı ağaçlarıyle insana h ulya verecek kadar güzeldi. Bi raz ötede Yayla dağı, ovalar ortasın­ da her tarafı gören bir şehnişin gibi yükseliyor. B i r tarafında Uzunköprüden beri kıvrana kıvrana gelen; Karacık, Kar�pınaç Loş, Maltepe yolu, bu tarafta ise bizi m , başlıyan gecenin ilk karanlığında geçece­ ğimiz K eşan yolları. •

Yayla dağınave bizi m üst ümüze , her taraftan akan gül renkli son bir ışık iç'inde etrafımızı bi raz daha seyrettik. Çal ıların dibine yatarak dinlenen bi rkaç asker, aralarında konuşuyorlar. Bi ri , karanlıkta bir şafak ağan ısı gibi açı lan bembeyaz genç dişleriy­ le gülümsüyordu. K ı r ve tabiat çocuklarının güneş vu rmuş gibi parl ayan bu lekesiz, güzel dişleri kadar insana gençlik fikri veren hiç bir şey tanım ıyorum. Her tarafı sessizlik kaplamış, ovalar, biten bir günün hüznü içinde susmuştu. Sık sık tanıdık zabitlere tesadüf ediyorduk. Ordumuzun bugün, nasıl bir ruh -iinlemeye ile çarpışt ığını bize öğreten hikayeleri başlıyoruz: Ihtiyat zabiti Köprülü · zade Ah�ed Cemal Beyi, yolda bul muştuk. Şi mdi hep beraber K eşana doğru ilerliyoruz. Karargahlarda, kumandanları, E rkan-ı_ l l arbiye Reisierini ziyaret ettiğimiz vakiL ihti y . • i zabitlerinin ordumuza ne değerli bi r kuV\:d il:ive · et tiklerini , o incecik şehir çocuklarından nasıl de m i r gibi sağlam askerler çıktığını · uzun uzadıya işiteceğiz. Pek genç asker arkadışı mın, Cemalin yanında kalbi m i bir baba şefkati ist i la et mişti. Konuşuyorduk': "Taburlarınızda neler var ?

••

"

diye sordum. 73


Geri kaldı ğ ı m aza şi mdi eskisi kadar acı m ıyo­ rum. dedi. ini alay ( Uzunköprü -- K eşa nl yolunu b i r yürüyüşte aldı. Bizi m . . . inci alay kısa b i r konak ve r rn eğe m ecbur oldu. Onun ıçın burada sizinle görüşebildi k. Tabu rl a r ı_mız arasında günle rden beri "harp yerlerine biz evve l va racağız!" diye bir yarışma­ dır deva m ediyor. lna n ınız ki , her taburun aniat mağa layık sekiz on hi kayesi , tanı lınağa layık sekiz on kahramanı vardı r. Bugün aske rleri mizi tah rik eden ruhu,hatt ıi en iyi bi r hayal ile tahmin e t m ek m ümkün değildi r. Size birer birer onların na mus ve faziletini , e rkek ruhunu bize öğ ret m i ş olan vak ' aları anlatsa m , hayran olursunuz. Esasen aske r olan efrat, ay rıca gönüllü ol mağa fırsat bulurlar. Bakınız nasıl... inc i alayın ikinci taburu beşinci bölüğünde Sursal ı Edhem ism i nde b i r aske r. " K ardeşi m Çanakkalede şehid oldu, onun yerine ben gideyi m .. " diye ist i da ve re rek taburundan iki ay evvel hareket ett i. Aynı alay, aynı taburda Söğüt l ü Yusuf , arkadaşlarından borç aldığı elli kuruşla küçük bir herhe r takı m ı vücuda get i r m i ş, fakat daha borcunu öde rneğe fı rsat bul mamıştı. A rkadaşı Çanakkaleye gidince " Ya borcumu ve rmeden biri m iz ölürsek" diye i st i da ett i , arkadaşının arkasın­ dan o da Çanakkaleye g i t t i . Kayse ride Deve l i kaza­ sında, K opçal ı mahal l esinden H üseyin Çavuş, iki ayağı da cılk yara olduğu ha'i de , adeta . işkence çekerek bütün bu yolları yürüye yürüye muharebeye gidi yor. Onu tedavi et m ek, al ıkoyrnek için sa rfe t t i ğ i ­ miz gayret hep boşa g i t t i . Gördüğünüz b u kalabal ık içinde o da var , o da gidi yor . . . " •..

A rabaları m ız yavaş yavaş yükselen bi r yokuşu t ır m anıyordu. Yer, art ık görün m üyor , bi r karanlığın sırt ında ağır ağı r yıldızlara doğru çıkıyor gi biydik. Bi rden b i re yolumuzun solunda iki büyük ışık parladı. A rabac ı m ız, " Keşan görünüyor.

" dedi. Bu iki


ışı k va r ı l ın ası m ümkün ol mayan bir uzaklıkta duruyor­ du. Gidiyor, gidiyor, bir t ürlü vası l olam ıyorduk. E t r � fı göre me mek, belki gözleri oyal ayacak şeyleri h._.lamamak bu mesafeye sabı r t üketen bir uzayış ve rdi. Nihayet ... nasıl oldu bil m e m , arızalı bir yolda bi raz çalkandıktan sonra art ık 1 1 Geldik 1 1 dedi l e r. Sanki büyü çözü l m üş , şehi r bizi m yaklaşmam ızı kabul et m i şti. Bizi pek güzel bir evde m isafi r ett i l er. Kaymakam Bey, diğer memurlar ve eşraf, misafi rle­ rini büyük bir nezaketle ağı rladılar. K eşan, bir tepe üstünde değir menleri , yont ma taşla yap ı l m ış evl e ri yle çok sevi m l i , çok güzel bi r kasabadır. Geçen m uhare­ benin de m i r ve a l l :;: kasırgası burada umulmaz bi r vahşet le Türkler(' a i d ne varsa yakıp yıkmış, bu çılgın husumetin elinden ne cam i , ne mektep, ne ev, ne t i carethane, hiç bi r şey kurtul m a m ış. Asırlar­ ca susuz kal m ış bi r kin, burada zevkini çıkara çıka ra bizi m ne miz varsa harap et m iş. Üst parçası devri i m iş minareterin başı nda , leyleklerin geniş kenarl ı yuvaları görünüyor. Onlar, ta yukardan , te rkedil miş mahal lele­ harap evle rini , tenha sokaklarını seyredecek r i ıı duruyor! ar. Biz, cidden ruha pek ac ı gelen bu vi rane­ likte kazanın mektebini arıyorduk Gelincik kadar renkli bir kız çocuğu önüm üze düşt ü, !'A mca ! Ben size mektebi göste reyim. 1 1 dedi. Ayaklarında iki na.l ın, ses ve re ve re yürüyordu. K üçük vücudunu erguvani bi r eteklik, düz pe mbe bir mintan ört m üştü. Yazma ye menisi nin alt ında dünyanın en sevi m l i , en nazik yüzleri nden biri va rdı , fakat bu çocuk m ahıun­ du. Yanımda, akşam kendisine tesadüf e t t i ğ i m izden bahsettiğim ;\ hmed Cemal muall i m ve dava vekili ressam Çal lı lbr§.h i m Beyler, küçük Selaheddi n ve kılavuzu muzu takip ederek hep be rabe r yürüyoruz. En u m m adığı mız bir dakikada dün akşam hikayesi ni dinledi ğimiz H üseyin Çavuşa rast gel m i şiz, bize onu tanıtt ılar. Y Qzü ızt ı rap içinde bin ac ı duyarak ağı r ağır yürüyor. Yanına sokulduk, ben sordum : -9 5


A rkad<1.ş !. . . Ayaklarından rahatsızsın galiba, niçin bu h.j ! d E muharebeye gidiyorsun ? H üseyin Çavuş m erakımızı tat m i n için kundurala­ rını ç ı kardı. Bize, şişmiş, su topla m ış , çat l ak çatlak Üst ü yaralarla ört ülü zava l l ı bir ayak göste rdi. sıcaktan buna l m ış , yüzü henüz yıkan mış kadar terle ısl akt ı. Çok m üteessi r olduk. Ona t-ek ra r so rdum: Bu neden böyle oldu ? . . H üseyin Çavuş bize , unutul ması m ümkün ol mayan b i r c evap ve rdi: - E fendi m , Selaniktc Yunanlılara esi r dü!?ınüştüm . Bize ayaklar ı m ızla kireç ezdirir, sonra suy3_ soka rlardı. O za man, intika m ı m ı al mağa, ye min ett i m . Şi mdi yiirüye mese m , yol da düşse m , beni bir gedyeye koy­ sunla r , muha re�eye gideceği m , orada gördüğüm hakaretİn intikam ını alac ağ ı m . 11 Bu ka ra rı . söyleyen sesi n t esi ri gözleri m i zi yaşla doldurdu. K üçük. yolda­ şırn ız bizi bekliyordu. Türk mahallesi nin <•rt : ı sınria 11Kebir M ekteD-i lbtidai 11 ism ını ve rdi kle ri ta ştan yapıl m ış ufak bir mektep vardı. · Kapısı n ın üst ünde bir bayrak sallanıyordu. imtihanlar bit m iş, t a t i l başla m ış oldu;:.u için içeriye g i re m edik. Yalnız çcşrııe üstüne çök m üş bir i h t i ya r kadın, başında dizi E:. i test isi ni doldu ran genç kızı bekleye rek bize J, ı k ı yor rlu. K P_rşı auvarın dibinde ba şka bi r yaşl ı kadın, som ' n:ı kadar bir tek s öz shylemeksi zi rı de r i n bi r c:ı ı rpt t ( uıahzun iki gözle bi1.i ::;l ) H d i ) • J l , ..;i) yl cd ik le d m izi di nliyo rdu. Deminki ihtiyar nine , bu �; ı g l a ın yap ı l ı l'ürk evlerini , ye riiieri n nasıl yakt ıklarını, kendi lerini şehi rden nasıl koğduklarını bize anlat t ı. Test isini dolduran çat ık kaşlı genç kız: ' ' N e reye gidiyorsunuz ? 11 diye bize soruyor , ve biz i aske r sanıyordu. 11Çanakkaleye !11 dedi ğimiz vaki t , test ıyı omuzuna kaldı rd ı , gözleri yaşardı ve bi r şey de meksi ­ zin ayrıldı gitti. Akşama doğ ru sı rtlarında deği rmenle ri n kanat çevi rdi ği Keşan tepesi nden ( K ası r ka }' al ­

­

7fı


· ist i kametinde yol a çıktığımız vakit , m uharebeye, şan ve şerefe giden sayısız tabu rların hareketi yolları doldurmuştur. · r) l![':i r m enleri n · rüzgar aldığı tepe l e rden taburlar akıyor, ak ıyor: uzun hatlar i l e i ki üç defa kıvrandıktan sonra düzelip gidiyordu. Güneş, bat ı yerlerıne yaklaşmışt ı. Ai rdenbi re , ovala­ rın sessi zliği içinde dalga dal g a y ükselen bi r t ürkü başladı. Bu deniz uğultusu gibi he r ta raftan geliyordu. Ölüme giden bu sayısız genç taburlar, binle rce göğüsten çıkan bi r sesle , her tarafa duyu­ racak gibi haykı rıyorlardı:

Ben bayrağıma, yurduma kulum Düşmana kalbini besler intikam Biz henüz yaklaşt ı ğ ı m ız çam ormaniarına doğ ru parça parça yayılan bu t ürküyü dinleyerek uzaktaşı r­ ken yeni bir heves, bi r heyecan hamlesi ile b i r başka t ürkünün taburlardan yükseldiğini. duyduk. Şi m di onlar hep bi rden:

Yataiımız tqtan olsa, yorgamnuı : f!.;.'!��!-:tan Vaz geçmeyiz bu vatandan , biz bu kııılbayraktan. Şarkısına başlam ışlardı. A kşa n ı ı n hi ssi saHt i ndv lıu t ü rkü ne· dr· ri n b i r surette m üessi rdi. ı l ep i n ı i l ua�]ı m ızı e ı!di !; , \ •. t ; ı n ınihrabı önünde sevi ne sevi n e kurban o l ı ı ı a .c: a g i de n orduların son sesl erini di nliyorcl'lk. •

Saat sekize doğ ru ( Mavro) koyunu geçtik. K aranlıkta duyduğum uz çam kokularına artık yakınlaş­ t ığ ı m ız denizin r ııtuheti ka rışıyordu. Bu defa arabaları­ m ızda geceleyecek , v e Sa ros K ör fez.i ni kollayan yolu '7 /


güneş do�m adan �eçecektik. Yemek vaktini b i r tepenin üst ünde, sevi m l i , asi l tavırlı dört beş zabi t i ­ mizin ibzal ett i kl eri i t i na arasında geçi rdik. l şı ğ ı içeri tarafa çevri l mi ş bi r fenerin alt ında,. ipleri a ğ aç l a ra tutt urul muş bi r çadı rda toplan m ışt ık. Oldu­ ğumuz yerden deniz �örünüyordu. X i b ri tl e ri eli m izi n içinde yak m a m ız l azı m geldi �ini söylediler. Bi r zabit , ç a l ı l a r üst ünde elini uza t� rak: Işte Sa ros X örfezi. .. dedi. Toprağın aşağılara doğ ru geni ş dalga­ l a r l a inen karalt ısından son ra , c a m rengi nde buzlu bi r boşluk, bi r deri nlik görünüyordu. Deniz orasıydı ve düşman orada haki mdi ! Bi rkaç saa t evvel gemil erin dol aşt ı ğ ı o boz mavi derinlikten bura l a ra bi r iki gülle savrul muştu. Seyahati mizin gecikmek hususunda deği şmeyen bi r t a l i i va r. Oeniz doğ rult usunda ilerl i yo­ ruz. Galiba �üneş do� madan Bulayıra yeti şrnek m ü mkün ol m ayacak. Pek yaklaşt ı ğ ı m ız muha rebe ye rl e ri nin eşi(!inde ne derin bi r durgunl uk, ne u m u m i , tutgun bi r sessi zli k va r ?... Bize, bütün yolla rda refa kat eden iki değerl i asker a rkadaşı mız, a ra ba l a rın a ra sında bi r fası la ol m asını tenbih edi yorlar ve görünecek �ibi k i m se si �a ra iç memeli di yorla r. D a i m a yanım ızdan, ka ranl ıkta yüzl erini fa rkedemedi­ r.ımız ada mlar, uzun göl�eleriyle yıldızl a rı ört en develer ve a t l a r geçiyor. Bu gece yolculuğu, gündüzün buna ltıcı sıcağından kurt a rdı/h, hususi yle denize ka rşı bizi �izl edi ği için ne ka da r daha iyi b i r şey.... G ü rültü ol m a yacak... Tek rar fısıldıyo rl a r , g ü rültü ol mayacak. Her dakika, bizi biraz daha körfezi n kıyıla rına yakın geti ri yor. E�er yıldızla rın bu pek kısı l m ış a ydınl ı(!ında seçebildi�i miz m esa fe · yanlış deği lse , deni zle a ra m ızda ancak bi r kilomet relik bi r u­ zaklik kal m ı şt ı r. Ihtiyat ol mak üze re yavaş yavaş konuşuyoruz. l( örfezde gözcülük vazi fesi ni yapan bi r düşman gemisi ha re k eti m izi sezse , bizi pek güzel avlayabi l i r. Bu dikkatl i , uyanık dakikal a rı m ızdn , 78


bütün geceyi t {, ufuk lara kadar b i r m ehtap aydınl ığı­ na boğan bi r infi l ak oldu. Aüyük bir şehap , 1-ıavada tutuşarak, kanıi i i ka nd i l ı ..; ı h: l n r dökm üş ve arkasında i ti raf ede ri m ki bunu aydınlık bi r yol lı ı r a k m ı şt ı . bi r düşman m e r ı ı ı i s i za nncderek aldananları m ız çok oldu. Bi raz son ra, Şark tepeleri üstünde sabah yı ldızı havalanmağa başladı. Şafak se rinl i (! i içinde onun yükse l m esini seyrede rken ilk tah m i n i m izde yan ı l madı­ ğ ı m ız meydana çıktı. Gün başl ıyor, fakat biz hala sahi l boyunca gidi yorduk. O esnada garip bi r bulut, divani yazı ları hat ırlatan çizg i l e rl e , tam doğunun başladığı tepelerin üst üne , sabah kıza n ılarının yay ı l ­ d ı ğ ı , gök parçasına kıvrana kıvrana g a r i p bir cümle yaz m ıştı. Bu c ü m l e orada, göklere ası l m ış g i bi duruyor. H i ç bi ri miz, bu kadar güzel b i r bulut gördü­ gumtizu hat ı rlaya m ıyorduk. Iç i m izde hurıife hisl e ri kuvvet l i olanlar, bunda bir i şaret, bir habe r farket­ rneğe ve bunu oku mağa çal ıştılar. Şafak saat l e rinin se rinl iğini, ve aydınlığını ve ren tepelerin üst ünde , şeklini değişt i r meyen bu ince dol aşık bulutu, eski muhari pler, se rıı avi bi r haber diye kalıul edPlıi l i r i Nd i . Sabah yıldızı bi r t f'� n d ü f ol m a k üzre bu y:ız ı n ın meçhul harfl eri alt ına bir nokta g i bi isabet edi yor ve onun güze l l i ğini art ı r ıyordu. Yolda tesadüf et t i ği ­ m i z köyl ü kadınla, erke ğ i , bize hava da ki yazıyı göst ere rek: "Bu bir işaretti r , ama �, ' m b ; ı : . nedi r ? .. " dedi l er. Bu bulut , gece düşen şehabın yanarak b ı rak­ t ı ğı m uhtel i f renkli b i r du mandı .. Bulayı rda Süleyman Paşanın, Kemal Beyin t ürbe­ l e ri n i biz de ziyaret ett i k. B i r Ingi l i z m e r m ısı , Süleyman Paşa t ü rbesi nin, o asi l Türk binasının son de rece sade ve fakat son derecede vakur olan duva r­ larında iki büyük yara bı rakm ıştı. Servi l e r ortasında, kiiçük bir bahçe içinde , her t arafa haki m bi ·r yüksek­ likte buh.:;:an bu m ubarek ziyaret ye r i , d i n i bi r mevki olmasına rağmen topa tutul maktan kurtulnı a mqt ı ! •..

79


Harp bittiği zaman Ingi lizler ve F ransızlar, Türkler arasında evvelce haiz oldukları hürmete m ukabil , muhakkar olduklarını görecekle rdi r. Bombalarını zehi rle)·cnle r , bi r kem i ği doksan pa rçaya ayı racak patlar kurşun kullananla r , t ii rbel e ri , camileri topa tutanlar, ceza!ı:ır ını a3ıl m a ' neii çeı... c cekl e rdi r. Biz, bir F ransız, bi r Ing i l iz yanında şimdiden son ra kendi ­ mizi küçük görmekten tamamiyle halcis olduk.Rumeli · yollar!nı açaı-. büyük · Fatihin, kalbe huşu ve ren kutsi , fakat haka ret g ö r m üş türbesi yanında, di rekleri yıkı l m ış, kubbesi yere düş m üş di ğer bi r l ahi t var ki , büyük şiii ri miz Namık Kemalindi r. En m es ' ut bi r tesadüf, Avrupa yollarını aç m ış iki büyük vatandaşı yan yana get i r m i ş bulunuyor. Bunlardan biri coğrafi Avrupaya, diğeri ın anevi Avrupaya Türkleri ul aşt ı ran, erişti ren iki kah raman,iki rehberdi r. Bizden evvel geçen aske r 1 i 'ı <ı retc iler lahi t le ri n m e r rn e rieri üst üne kendi kale ııı h:: ri ylc Ontikam1mzı alacağız, sevgili babam ız !.). <i! yc yazın ışlardı. Karşı da Saros K örfezi şimdi boş duruyor. Geliboluda çok sakin b i r akşam geçi rdik. Düşma­ nın körfeıdcn u�:urduğu durur bi r balon , Boğazın iç taraflar ına doğ ru gemilerin ateşini tanzi n ı eri:yor. Aşı r m a güllele rin · tek tük yaktığı binaları, geç vakit gözden geç i rdik. Gel ibolu Türk mi m a risi tet kik edildiği • vaki t , ilk devreye aid ol m ak üzere , pek ripj:te rli · yapılara malik . bul unuyor. Bunlar, harap d ıil<".kla be rabe r ort ada eyi bi r su rette mahfuz kal m ış olanlara da tesadüf olunuyor. Yanı m ızda yalnız vakt ını değil, evı nı bi lr bi z(' tahsis etmek Sü reyya Bey, neza!<et i nde bulunan genç � 1 ı ıt asa r r ı f tenha sokaklarda zabit a rkaua�la r ı ı ıı ızla be rabe r , biı.e refakat etti. Tarlala ra gömül rı ı üş büyük g e m i mt::: r milf'!ini, yat t ıkları yerle rden çıka ra rak tetkik ett i k. Gece başladığı vakit , ışıksız ve sessiz evle r arasından geçmek icap ediyordu. A ra sıra, yolcuların RO


arkasında bi r m aiyct teşkil eden aç kedi l e r görülü­ yordu. Ihti yat ol m ak üze re Geliboludan çıkanların çağuna avdet ettikleri vakit, evle rini ye rlerinde bulabilecekle rini t e m i n ede ri m. E t ra f ında büt ün zabi t l e ri n ve . m ülki me murların bizi m l e be rabe r toplandığı bi r ye mekten sonra p·,.nc e relc·ri ın i t i denizin se rinli ğine açaı ak Bağazın <.: ı rpınt ı la r ı nd : ı n lı :i s ı l olan su sesleri içinde, yarınki r • • l c u l u iı t • m u 7 : ı n l u� (mccsi yle uykumuzu aranıağa başl �tl ı k. ·

,

•­

Geliboluda sabah e rken . ı •<• n c e r e rı ı ı 1. ı g i.ineşe ve deni ze doğ ru açtık, rüzgar he r t .ı ra ft a ıı } an ı k kokula­ rı geti ri yordu. l üı vada o katla r fazla be rrakl ı k va r ki , insan mesa fe ler hakkında mut laka ya n : l ac ak. A rt ık bugün. ı ı ı uha r d ı(• yf' rlerinc ilk adı m ları m ızı atacağız. Hafi f , . , k u !:' l nrrla ıı t e pelere dog r u bi r yükse­ liş bizi ya r ı ı ı ı : ı t.lan ı ı ı lH: ı f ı pek cyi gören haki m nokta l a r ına götürüyor. Su başlarında , gölgeliklerde a ra s ı ra konak ve ri yoruz. Eski orınanlardan, yol kena rlarında tek tük karaağaçlar, gürgenler ve kavaklar kal m ış. Eğer ü re rnek te o kada r i natcı olan çam ormanla rı da olmasa, bu güze l l iği i l e mes ' ut yar ı m adada, çıplak ve ku ra k t e p<'< i k i e rden bi r iki hafi f otun fak i r yeşilliğine r ı ı uh t : ı (· kal m ış küçük vadi lerder. başka bi r şey gii r i.ı l ı ı ı q L '. L k. Yel değ i r­ menleri uzakta, yakında, tepel r r i n rüzgarlara açık s ı r t l arında , çocukluğumuzun resi !� ı : L rt.len aldığı eski hisle ri uyandı rıyor. Bunların yanında ber rak de re l e ri n sularını, renkli kuma şlar g i y m i ş köylülerin çalışt ıkl '! a ını görmek isteyen haya ! , bi l m e m neden, bir r!aüssıla mahzunluğu duy ı . ı c· \ t ;ı n kendini kurtara­ m ıyor. Çıkt ı g ı m ız kada r da i ı ıdi kten sonra l lgar cl� rede, bi r se rvi iiğİn a l t pı n ı n ;:!; ı öğle yemeği için c,· d t ı g ı nisbette kendini konak ve riyorduk. Bizi çekti ren bi r araba, yolumuzun dai m i bi r endi şesi ..


oldu. Yokuşla rdn g e ri git mek. yol ortasında yurume­ mek onun nı u 't a t bir ci lvesi haline_ geçti. Bize re fakat eden aske r a rkadaşl a r ı m ızdan Edip Bey b i r ha rita açarak A rıbu rnu ve Seddi lbah i r deki düşman mevk i l e ri ve bizi m karşı lıklı mevz i l e ri miz hakkında uzun uz� dıya m alumat ve rdi. D i kkat ediyoru m , hepi m i z bir kalb sıkışması i l e onu ı li n l i yoruz. Çeşme yanında matarala­ r ı ın ızın sul arını i :ı zı · l ı •yc r ı ·k ı c·krar yola düzüldiik. Bu geceyi ka rargahta geç i reccgiz. G özleri m izin, g:� , f ' ı il­ diği büt ün saha içinde gelip geçen aske r araba l ..ı r ı n ­ dan başka, muharebe mevkileri ne o kadar yaklaşt ığı­ m ızı düşünd ürecek hiç b i r şeye t esadüf etm iyoruz. ikindiden bi raz sonra, arabalarım ızdan tekrar indi k. Gir de re kena rında i aşe mevki lerinin birinde ya r ı m saat ka dar beklemek lazım geliyordu. Burada ilk havd ın uh :.. rebesi ni seyret meğe başladık. N öbet ç i l e r , bi r tayyare farkedi l i r edi l mez, sesl eniyor, tehlikeyi hdbe r ve riyorlar. Karşıda bir ı rmağın yatağını örten ağaçl ığın pe rdesi arkasından, biri , meydana doğ ru çı karak h�:yk ı rd ı : - - T<-. yyare geliyo r !. . . Buna ka rşı ilk tedb i r topb bulunma mak, dağıl maktı. Çayı rl ıkt::ıki ağaçların alt ına birer ikişe r gizlP.ndik, ve oradan tayyareyi gözlerneğe başladık. D e ri nde, cPnup t a raf ını kapayan tepclerin üst iinde gergin kanatiarta yavaş yavaş siizülüyo r . dolaşıyordu. Etrafında beyaz dumanlar asıl maya ba�ladı. Bu küçük, topa rlak bulutlar, karşı d:ıgl a r ı n s ı rt ında tayya releri yaklaşt ı rmayan topları­ m ızın ateşini göst e ri yo rdu. Ikinci bi r tayya re, ( Akbaş) üst ünden, sahi l taraflarından evvelkine i lt i hak ett i . Şi mdi he r ikisi , kendi leri ne küçük kuşlar nisbetini ve ren bir yüksekl ikte Cenuba doğ ru uzaklaşıyor� H epi m i z muhterem ismini ü� rendi ğ i m iz Bat a rya Kumandanı Yüzbaşı Fuad Beyin onlara yol ladıeı;ı m e r rn i l e rde göst erdiği nişanc ılığı, tayya relerin tam yanına isabet eden infi lakları h0ğene rek takip ('1 •.

· ·�


ediyoruz. Bu defa da kurt uluyor ve tepeterin ardında gözden silinip kayboluyorlar. Geçeceğimiz ye rlerde bi r inek kalabal ığı arasın­ dan kend i m ize yol açmak lazım geldi . G üneşten ısın m ış s ı rt l ar ında sinek sürüleri, kaldırdıkları tozların bulutu içinde köye dönüyor. Sağ taraf ı m ııda eski bi r mezarlığın se rvi ieri alt ında taze b i r şeh i t l i k vücude geti r nı işler. Henüz kar ışt ı r ıl m ış top raklar, sı ra s ı ra dizi i m i ş uzun kabart ılar, mubarek şehi t l e r i ­ mizin göm üldükleri yerleri bize tayin ediyor. H epsi uzaklardan gel miş, vazi fe le rini yapt ıktan sonra, kimsenin bil medi ğ i , kaybolmuş eski bir köy mezarlığı­ nın köşesinde kendile r i ne ayr ı lan parçada, be rabe r, yanyana ebedi uykular ına dal m ış yat ıyorlar. Akşa m ın yekparc gölgesi , çayırları, k ı rları örte rek, yavaş yavaş bu taze şehi t l iğe kadar g i r m i şti. Onlar muhare­ beye hep be rabe r gidiyor, hep be rabe r çarpışıyor , boğuşuyor ve son ra yine aynı kalabalıkla hep be rabe r yat ıyorlar. Harbe gi rdikleri vn k i t b i r fı rka, bir tabur, hepsine bi rden m üşterc>ı( bi r isi m ve ri l i yo r , öldükle ri vakit 7 0 0 , R O O kı�ı iildü deniyor. Be rabe r yan ıkiarı ye re s-ade (Şehi tlik.) diyerek geçiyoruz. Kaç asırdır büt ün dünya i l e çarpışa çarpışa vatanları­ nı koruyan mübarak, isi msiz kahra manlar. Büt ün o şehit l i ğin etraf ına çöken inc e , hassas bi r süküt arasında, çam o r m anları içinde yol umuza deva m edi yorduk. Nihayet orıum üze küçük bi r meydan et rafı ağaçtarla kapalı bi r alan çıktı. Burada inecek, gecele ri mi zi art ık burada geçi recektik. Bizi karşı la­ maya ç ı k m ı ş zabi t l e r arasında hepi mizin yakından t ; ı nı C. ı k 1 il rı m ız va rdı. Onlarla, uzun ayr ı l ıkların w rd i g i bi r t ;ı hassürle kucaklaşt ık. Dört beş gün devarn edecek misafi r l i ğ i m izin i lk gecesi başlıyordu. Bize büyük , geni ş bi r çad ı r ve rdi ler. Top sesle ri fasılalı bi r sure t t e , Garp tarafında iniidiyor, dallar ·arasında ara sı ra şi m şek ışı ğ ı gibi parça parca 83


aydınl ıklar yanıp sönüyordu. Burada muntazam yollar açı l m ış, her iş için ay ıı bi r çad ı r alt ında kendine mahsus bi r çat ı , bi r dai re vücuda get i ri l m işti. Yoll ara konulan işaret l e r , size aradığınız ye rin ist i kametini göst e riyor. Her ye rde ve burada dai ma g öze çe.rpan � i r şey muha rebenin harekete geti rdiği faaliye t l e r , bir ı"10ktada olsun, karışı klığa uğ ra m ıyor. Tepeterin ardında top sesl e ri hamurdamyar, bombaların bi rden­ bire patlayan süreksiz gürültüsü duyuluyor , fakat et rafınııda he rkesi n güldüğünü, neşeli olduğunu 9'y re d i yorsunuz. K orkular ve c esa ret l e r sizden e t rafı­ mza dağıldığı kada r , et rafınızdan size gelip hulul ediyor. K orkmayanların yanında korkmanın pek m üşkül bi r şey olduğunu bu defa öğ rendi m. Uzun bi r sofra masasının başında bi r muharebe mevkii için insanı düşündürecek kadar mebzul bi r ye m ekten sonra harp hi kayelerini dinl e m eye başladık. H e rkesin bize ay rı a y r ı anlatacağı sayısız kah ramanl ık vak 'aları ol dugunu görüyo ruz. Can ı m kadar sevdi ğ i m bir Ocakıı arkad rı �ı m ın nasıl öldüğCnü bize: anlatt ılar. Ilk defa hi r h iiı · ı ı p1 t•snasında yaralandığı halde, ısra r ederek e r t t'si g li n ü r ek ra r muharebeye g i rdi ğini ve hu defa şehi t oldugunu orada öğ rendi m. Ailesi nin son ii ı · � i c i n i k ı rm amak i ç i n ism ini gizlediğim b u genç , yara lı i ke-n muharebcye gi ren di ğer kahra manlarım ızdan ancak biridir. Yarasını bağlamak için kendisine yard ı m teklif edi len bir nefe r , (ko aksın, Balkan muharebe­ sinin karasım ancak kan siler!. ) diyo r. A rıburnunda za bit l e ri m izin " Hafi f şakalar" dedikleri topçu ateşleri seyrek sevrek · hala duyuluyor. Çaml ığın açık havası, yo rgunluğurpuzu,uykusuzluğumuzu gide rm i şti. Sofrala­ rın üst ünde kuru dallarl a yap ı l m ış bi r tavana de m i r kenarl ı , sağlam bi r asker fene ri asıl ı idi. Açık se fe rlere giden g e m i lerin fene rl e ri gibi çok sağlam olan bu asker fene ri de f ı rt ınalar için yapıl m ış t ı. Biz böyle bir fene rin ışığında bir s ı ra hika.ye dinli­ vorduk. ••

84


Dünki Balkan muharebesinden bi raz son ra, böyle bir muharebe nasıl mümkün ol uyordu ? Bu suali kaç def• a kendi mize sorduk ve kaç de falar daha soracağız ? Çam dallarının sorğuçlar ını rüzgar karışu rarak hışı rdat ıyor. Yıldızlar uçuru mlarından se rinlik yağmaya başlayan göklerde gizli gizli ışı ldıyor. Biz, üst ünde pervanelerin gölgeleri dolaşan bi r masa ­ da gözl e ri miz yaşa r m ış, dalgın ve mağrur dinliyoruz . •

Gece yatarken derhal dışarı çıkabilecek b i r kıyafet­ te ol m a m ız l üzum unu söylemişlerdi. Sabah , yüksek bi r sesl e: "tayyare gel iyor !. . . " diye nöbetçiler haykı r­ dı m ı , derhal gizlenmek fai deli bi r tedabirdi. Çadı rı­ mıza kada r bize refaket eden bi r genç zabit: " Yarın e rkenden başınızda pat layacak bi r topun, sizi vu rm aya gel m i ş bi r düşm an güllesinden ziyade düşmanı vur m a ­ y a g i den bi r güll enin sesi olduğunu unut mayınız.. " dedi. Anlaşılan kara rgahta, bizi uyandı rmak için tat l ı vasıtalar kullanmayacak lar. Toplanm ış yorgunlukların ya rı ölü bi r hissi zliğe döndii r di.> ii uyku muzdan bir nöbetçinin haykı ran scsi yle uy;ı.n d ı k : ( Tayyare geliyor.) Gözlerini oğuşturmak için, iki sa niyelik bi r vakit bul mak, bi r defa kol larını :ı ç ı p gerinebi l m ek ne saadet miş, orada anlaşı l ıyor. Iç i m i zaP hi r itfaiye neferi süratiyle kalkanlar hazı r olan l a r ckse ri yeti teşkil et t i . Beş saniye za rf ında çadı r ı n içi de rin, ölü bi r uykudan en uyanık bi r yakazaya geçen bir kalabalıkla dol m uştu. Bu çadırın asker sükununa al ış m ış tent e l e ri , m ümkün olsaydı bize ne kadar güle rdi. ••

Öğleden sonra, Ist anbul hastahanelerine gelen yaral ıların cenk ettikl e ri ye rleri ziyaret edeceğiz. 85


Üç dört saat daha, topların gürledi ğ i , bombaların ağı r seslerle patl adığı, makineli t üfeklerin acele acele i şlediği muharebe yeri ndeyiz. Gök g ürl e m esini andı r ı r sürekl i , i ni l t i l i sesl e r , . bu açık, güneşli havada gar i p b i r tesi r hasıl et mekten hali kal m ıyor. Şu karşı tepeteri n ard ında, bizi mkiler toprağı m ızı isti laya gel m i ş yabanc ılarla, iki tarafın bi rbi rine savurduğu de m i r kas ı rgaları arasında ayla rdan be ri boğuşur• duruyor. Sesl eri büyüiten durgun b i r hava i ç i nde ikindi güneş i , ağaçların çardakların gölgelerini uza t ­ m ış, önümüzde bize yol göst e ren iki at l ı , si pe rlere doğ ru i l e r l i yoruz. "Şu s ı rt l arın arkası , A rıburnu. . " Bu sözü b i r asker arkadaşı m ız par m ağ'i yle ka rşı tepe­ leri işaret ede rek söyledi. . . A radan bir kaç za man geçtikten sonra tafs i l at ı büsbütün kaybolacak, haki­ kat l e ri nden büyük bir kısm ı mutlaka unututacak olan bu muha rebeyi biz, kendi gözleri m izle göreceğiz. Çal ılarının koyu yeşil yaprakları, yatkın ikindi güneşi i l e aydınlan m ış o ka rşı tepelere baka rak, bundan, beşyüz sene , bin sene sonra, hep i m iz, havaların ve toprakların dağ ıtan, değişti ren cereyanlarından büsbüt ün kaybolduğumuz vakit, gelecek me çhul nesi l l e r i n bizi m seyrine g i tt i ğ i m i 7. bu muharebeyi ne kadar eksi k bi r surette öğ renecekle r i ni teessürle düşünüyorum. Yolculuğumuz sonuna e rdi: ,i\ r ı�urnunun siperleri yanındayız. A rabalar ı m ızı aşağıda bı rakarak arıt.ai ı b i r yokuştan yanı m ızdaki zabitlerle üçer beşe r yuka rı çıkt ık. Siperlerin dümdüz kesi l m i ş iki toprak duva rı arasına g i re rken harp i§l.e r i nde pek ace m i olan m isafi rlere tenbih et t i l e r: -c ��' k. ın :ıa şı n ızı yuk::ı r ı ka l dı r m ayınız. Bi r d e yava � konusunuz. 11üsmana kendinizi hisset t i r nıeyi n i z ! ) �i peri n i ç i . nefps da r ; l t ı=ı ­ cak kadar ısınm ıştı. Üst üste yı g ı l m ış ku ı n to rbaları, düşmana karşı duva rl ardan son ra ikinci b i r nıania t eşki l ediyor. -ıa rassut mevkii nde s ı ra m ızı bekl 2yerek


düş m an sİpe rl erini tetkik etmeğe başladık. Taşlık, çalı l ı k bi r meydandan sonra, tam karşı m ızda onların sipe r i , aynı kum torbalarıyle ye rini bel l i edi yor. B i r de bizi mkilerin att ı ğ ı bombalara karşı onl arın gerdik­ l e ri tel kafesl erin boydan boya uzayıp g i t t i ğ i görülü­ yordu. Dürbünü çevi re çevi re her tarafı göze t l i yorduk. Burada şi mdi l i k muharebe ol muyor. Fakat uzakta, Cenubun Garp taraf ında karşı l ıklı bir topcu ateşi devam ediyor. D üş m an sah i l e yakın küçük, · kı raç bir yayladan A l ç ı tepeye top at ıyor. Gün epeyi ilerl e m i ş olduğu halde , her taraf umu rri i b i r kanıaş­ ma adeta e ri yecek, akacak veh m i n i ve ren bir kızg ın­ lık içinde se r i l m i ş yat ı yor. Cenuptan hava tabakaları­ n ı y ı rt a y ı rt a giden top m e r rn i l e rinin arkalarında b ı rakt ıkları sesten yolu, gözleri nizle goruycH u ın zannedi yorsunuz. Bi r top daha pat l ı yor, havadan açı l ıp uzayan sarsınt İ yle uğuitulu bi r sesin, b i r dumanla nihayet bulduğunu ve düş man durağı olan, çıplak sah i l yayiasının güneşle ört ülü düzl üğünde bi r !�5şenin alt üst edi l di ğ i n i , bi r toz kası rgasının orada karışt ığını görüyorsunuz. infilakın geciken gürül t üsü, dal g a dal ga açı l ıp kı rlara, denize doğ ru yay ı l ıp gidi yor. Ne ta rafa baksanız ka rşınızda döne dolaşa uzayıp giden sİ pe r l e r var. Toprağın her yanı ı ç ın i ç i n oyul muş. Çanakkale m üdafaası , zaten baştan başa b i r ibda de mekti r. Denizin engin mavi l i ği ne doğ ru i l e r l eyen şu di l i n üstünde göze hiç b i r ki mse görünm üyor. Fakat orada toprağın ıçıne çeki l m iş binlerce insan va r. D ürbünüm üz uzakta, yakında bir ha reket farket m i yor. Fakat pusularının i çinde en uyanık b i r di kkat l e , eli tetikte, b i r kı m ı lda ma, bi r hayal bekleyen kaç bin kişi , bu dağlada hay ı rların he r köşesinde şimdi avını kol i ayar düşm anı arayıp duruyor. Yanım ızda asker l e r , tarassut noktasında sı ral a r ını bekleyen arkadaşlarla konuşuyorlar � G ec m i " ·

87


hücumların kahramanlarından bahsediliyor. Başı m ızda infi l akı muhtemel bi r bomba tehlikesi ası l ı dura rak, zabit le ri n ati c enap bi r ruh i l e başkaların fazil etiyle sevindikler i ni , mağrur olduklarını dinliyoruz. Uzakta düşm anın i h raç iskel esi civarında iki beyaz hastahane g e misi , ve derinçJe denizden çıkan buhar tabakaları arkasında bir hayal gibi sezilen, b i r muharebe gemisi farkedil i yor. Zabit l e r, denizin şi mdi boş bi r , meydan gibi duran açıklığını işaret ederek diyorlar ki: "Burasını evvelce görmeliydiniz. . i ri l i ufaklı elli alt m ış parça g e m i sah i l boy larından eksik ol mazdı. Belki Hamburg li manı bu!ldan daha kalabal ık değildi. K ı rk elii · parça g e m i nin müşte rek at eşleri ile dum anlara sa rı lan bu top rakta düşman, alevlere, karşısında nefes alan bi r ada m kal madığını zannede­ rek sipe :le rinden dışarıya a t ı l ıy or. O za man idrakin al mayacağı bir şey, bi r muc i zt: , göz l e r i n inanmayaca­ cağı bir t. e ct:lli, onların şaşkın naza rı karşısında başlıyor: Türkler sİperierinden ateş görünmey e edi yorlar, Türkle r sipt d e r i nden çıkıyo r , mukabil b i r hücu ma geçiyorl ar. Türkle r , binlerce me rm ı nın yakt ığı b i r ye rden, hiç bir şey ol m a m ış gibi fı rlaya­ rak düşmanı geri suruyar, kovalıyo r , si pe rlerine at ılıyorl ar. . . Acaba bu adamlar can l ı mahluklar değil m i ? " E t rafım ızda tat l ı , mültE>fit b i r g ü l üşte bize hikayeler anlatan genç zabitleri m iz, onların yanında ı rkları, binlerce muharebenin ateşi nden geçmış, yanık yüzlü, sessiz Türk nefe rleri dolaşıyor. Evet, Gelibolu muharebesi baştan başa bi r ibdad ı r. i ddia edeb i l i riz ki Türk askerinin en m ühiik dakikalarda göst e rdiği soğuk kanlıl ığı hiç bir m i l let daha fazla b i r derecede göst e re m ez. Bunun unutut ması m ümkün ')l mayan ne m üst esna misalleri va r. Gözünüzü hangi tarafa çevi rseniz, eyi seeiyeterin eyi meleke l e ri n faaliyete geldiğini görüyorsunuz. 88


B i r tepenin eteğinde Kumandan Esad Paşa i l e görüştük. Fakat uzun uzadıya konuşmak m ü m kün ol m ayacak, çünki arabaların, m akine l e ri n tam i ri için vücuda geti ri l en bir sanathanenin açı l m a resmi n ­ d e hazır bulunm aya gidiyor. B i r saatl ik b i r veda için e l i mizi sıkarken, kalbi huzur içinde bir K um an ­ dan karşısında bulunduğumuzu yüzündeki maa) i le açık bi r surette görüyoruz. Bizi m ki l e r , m uharebenin yıkma işleri arasında yapınağa vakit buluyorlar. Başka bi r ye rde , sağlam , güzel yapılı iptidai köy m ektepleri kurduklarını da öğ reneceğiz. Demin Cenup tarat ında seyre t t i ği miz t opcu m uharebesi yerını değişti rdi. Şi m di bizi m sağ tarafım ızdaki !opcularla düşm an arasında ansızın b i r m uharebe ba�ladı. Bizi mkiler düşmanın her endaht ına de rhal c evap ve riyorlar. Ve biz ses yollarıyle m e r rn i lerin hareketini kol l uyoruz. To;_:1cu mevzii m izi her za m anki gibi beyhude yere arayıp durdular. Bugün bulundu­ ğumuz sİperde fazla bi r hareket olduğu, nihayet hissedil di. B i r m et re kadar i l e ri ye düşen üç kurşun ve başı m ızın üstünde bi raz i l e ri de pat l ayan b i r şarapnel i ! e bize selam yoll a m ış oldula.r. Bir kurşun arkadaşlar ı m ızdan birinin, H akkı Sühanın kabalağını yere düşürdü. B i r de aşağıda havan toplarını ziyaret e t m ek ist edik. Askerleri m i z üzerinde bunların get i ri l m esi ne hakiki bi r m e m nuniyet uyandı r m ıştı. H avanın koca m e r rn i l e ri görüne görüne göğ_e doğru yüksel­ rn eğe başladı mı, M eh med a rkasından bakarak, bizi m kara oğlan g i di yor.. diye seviniyor. Zabit1er bize m uharebe yadigarları hediye etti l e r. Tepesinden vuru l m uş bi r İng i l iz zabit i nin şapkası , Tayyarelerden düş m anın att ığı yivli de m i r oklar, i ç i boşal mış şarapnel kovanları, bir düş m an fi şenk l i ğ i , m e r m i kısı mlarından yaparak T ü r k oc a �: ı ' na yol ladıkR9


ları b i r hakka ve sai re. Bi raz sonra kendi l e ri nden ayr ılacağ ı m ız bu kahraman kardeşlerden daha kıymet­ li yadigar al m ak ist edi k. Hat ı ra defte rleri m izi onlara uzat arak el yaz ı larını, i m zaiarını rica e t t i k. Şimdi o yazılardan bi rini derin b i r teessürle gözü m ün önünde tutuyoru m. O dakikalarda hepim izin di kkati ni kendine celbet m i ş pek m ü m t az, bi r zabit i mizi n deft e ri m izdeki yazısı bi r i ki gün sonra, şehit olduğu için, bize ne ac ı , ne düşündürücü b i r yadigar oldu. Yolda, bomba makinesi muc idi Topcu Bi rinci M ülazİ m R ıza Beyle karşı laşıyor, kendisini tebrik edi yoruz. O rdugahın başl ıyor. Bug ün üst ünde akşam gördükleri m izin ruhum uı:.da biriken teessürleri bizi mağ rur et t i . Fakat her yerde olduğu gibi m e rakı rn ız ;ı n ıyo r , nasıl oldu, her biri e fsanevi b i r kah ra m an payesine yüksel m iş bu zabitlerle nefe r l e r , bu ni hayet­ siz sayılariyle nereden çıkt ılar ?... Akşamın yavaş yavaş yerden göklere si rayet eden i l k karanlığı içinde parlamasını gitgide art ı ran Ramazan hilal ine dalarak kalbimiz, muharebe mevkiinde te rkett iği m i z kardeşlerin sevgisi , hürmet ve hayretiyle dolu, karar­ gaha döndük. Karargahta bu sabah , pek yakında pat l ayan b i r topun gürül t üsi yle uyandık. Yar ı nı adanın Cenup tarafında, havada uçuştukları görülen düş m an tayya­ re terinden bi rini avl amak ist i yorlar. Yataklarından hep bi rden doğ rulanlar, bi rbi rine habe r ve rdi: Bizi m top, tayyareye at ıyorlar . . . . Öğ leden evve l Ş i m a l gurubu ağı r yaral ılar hasta hanesi ni ziya ret edecekti k. Gençler at l ara bindi, arabaları büyüklere terkettik. Çam ağaçları arasında tepele r i n yamaçlarında yaraların ağ ı r veya hafif ol ın a s ı n a , hastalıkların cinsine gör(' , bi r ç o k çadırlar


kurulmuş, bi r hastahene vücuda get i ri l m işti. H e r hangi bi r iş, adamına emanet edi ldiği vakit , e l i m i zden ne gelebileceğini , başkalarından yard ı m ara m aksızın kendi kendi mize ne yapabileceği m izi bu hastahane bize bir daha göst e r m i ş oldu. A me r i ka muhabi rierin­ den hi ri nin dedi ği gibi: (Türklerde t e m izl i ğe , i nt izam a ve bedii kab i liyete · b u hastahane b i r m isal olarak . Adi hastalıklara tutul muş olanları göste r i lebil i r ). kı rk beş, elli kişi alan uzun bir çad ı ra yat ı r m ışlar. Gazi leri , yaralarının mahal ve ehe m m i yetine göre tanzi m e t m i şler; ve ya ralı oldukları halde esi r edi l m i ş olan İskoçyal ıları d a başka b i r çad ı ra yerleşti r m i şler­ di. Yataklar, en titiz bi r kadına şikayet i m kanı b ı rakmayacak kadar t e mizdi. Üst lerinde küçük b i r leke görül meyen b w bembeyaz çarşaflar,yorganlar,bula­ şıcı hastalıkların Çanakkalede neden hıç oulunmadığ ı ­ n ı anlatan sebeble rden bi riydi. O kuvve t l i Tem m uz güneşine rağ men burası se rindi. Çadı rların çam ağaçlar ına ve aşağıda ser i l en ovalara doğ ru açık bı rakılan çamsız pencerelerinden şifa dol u bi r r üzgar esi yor. Heıd m l e r , hastaların pek çabuk iyi l e�tiklerini ve sık sık o rduya yet m i ş yataklık seksen yatak lık yeri m iz vardı r diye haber yolladıklarını bize söyledi ­ ler. Anadolunun muhtelif mahal l e ri nden gel m i ş, kendi lerini , en kavi bir iht i mal ol mak üzre , ilk ve son defa gördüğümüz bu sevgi l i yaralılar ..,T ürklere has oJı:ır, k a n a a t k a r, sabırlı ve - i yi l i k unut m az o .asi l kalbieriyle haklarında göste r i len şefkatten ve dikkatten dolayı heki m l e r ve bakıcılar için ayr ı ayr ı teşekkürle­ rini söylüyorlardı. K ı rlarda, şehi rlerden o kadar uzak bi r ye rde vücuda geti rilen bu hastahane , çadı rları bi rbi rine bağlayan yollarının düzgünlüğü, çad ı rl a r et rafında vücuda geti ri len çiçek tarlalarının güze l l i ­ ğiyle ruh için tese l l i ve inşi rah menbaı denecek bi r ye r ol muştu. A şç ı dai resi t ecza depoları, değ i l dağ . başla rında şeh i r l e rde bile i nt i zamyile dikkati celbe 91


decek bi r derecede m üke m meldi . G örülüyorrlu ki , bu hastaham,yi i dare ed�nle r ' her m anasi yl e , teşkil at ve i dare kabiliyet l e rir.e m alik kimse l e rdi. Sertabip Bey, bizi çadı rdan çad ı ra dolaşt ı n rken kalbinde derin b i r ac ı b ı rak m ış bi r mesele hakkında şikayet l e ­ İstanbula döndüğüm ü z vakit her r i n i söylüy;n, ve vasıta i l e bu haksızlı ğ ı , bu adi liği teşhi r e t m e m izi istiyordu. D üşmanla r ı. m ızın att ığı kurşunlar infil ak edebilecek bi r surette yapıldığı için . küçük b i r methalle içeri _gi r�yoı:, fakat ke m i klerde, adatelerde m üthiş tahriplere sebep oluyor. Bazen bi r Dumdu m kuruşuniyle bi r ke m i k 8 0 , 9 0 parçaya ayr ı l ıyor. Karşı m ızdaki eski ve medeni m i l let le r , muharebe ett i kleri vaki t , aske ri , saflardan çıka r ın akla ikt i fa et mek mecbur i yetindedi rler. Bir Afrika vahşisi bi r Polenezya haydudu ol maksızın böyle dağıt ıcı kurşunlar kullan ın ağa ve tayyareterin att ıkları bombaları zehirlerneğe nasıl razı olurlar. Onlar, att ıkları bom ­ baların esasen haiz olduğu yaralamak veya öldürmek kuvvet i yle ikt i fa et m i yorlar. Bombaların de m i rl e ri ni zeh i r l i yorlar. Sertahip Bey : (Bizim kurşunlanmızla yaralanan Ingiliz neferlerinin ve Ingiliz kuruşuniyle yaralanan Türklerin yanyana durduklan vakit, bizim 8.licenap ruhumuz ve onların, kendilerini süfli gösteren hain ruhlaram bir levha halinde seyredersiniz. ) diyordu. H astahanelerden· geti rdiği m iz röntgen şuaı ile al ı n m ış fotoğrafi l e r , buntardan daha canl ı ol mak üzere İstan­ bul hastahanelerinde Dumdu m kurşunu· · i l e yara l ı olarak yatan gazi leri m iz, sı rasında düşmanlarım ızın surar ına ağı r bi r hakaret si l l esi ol mak üZe re indi rece­ ğ i m iz bu töhmetin ret kabul et mez del i l le ridi r.

Sertahip Beyi dinledikten son ra, ziyaret ett i ğ i m iz bi r koğuşta Türk şefkati ni n çok. düşündürecek bi r levhasına tesadüf , �eh i k ki, . doktorun şi.kayetleri b� 92


g·ö rüşten dolayı daha ac ı , daha m üessi r oldu. Y i r m i üç genç İskoçyal ı uzun b i r çadı rda yanyana yat ıyor­ lardı. Bunların başında bizi m bakıcılar ı m ız uçlarına beyaz bezler ası l m ış değnekle r l e onların si nekleri ni kovuyor , bunların bu kadar küçük bi r rahatsızlığa uğrarnalar ına bile i mkan bı rakm ıyordu. üç beş adı m ötedeki çad ı rl arda İngiliz Dumdumlar ıyle ke mikleri yüz parçaya ayr ı l m ış Türkler, yata rken bi raz ötede kendi ada m l a r ı m ızı, o . kurşunları atan adamların si neklerini kovarken görmek, belki bi raz fazla dene­ cek bi r m e rhamet t i . Biz bu m uharebede kendi ruhumuz ve Avrupanın eski , büyük m i l l et lerinin ruhu arasında nası l Lir fark mevcut olduğunu böyle yan­ yana konmuş misallerle görüyoruz. Türk aske r i , İ ng i ­ l i z yaralılarını, pek garip bulabileceği miz bi r hisse kapılarak muharebe ateşi arasından sürükleyip kurtarıyor. İngilizler, kum ral oldukları , bıyıkl a r ı , sakalları pek g e ç çıktığı için aske rleri miz bunları çocuk zannediyorlar ve: 11 neden bizi m l e muha.rebe e t m eye delikanl ılar ı , yeti şkin kimseleri değil, çocuk­ ları yolluyorlar .. 1 1 diye soruyorl ardı. Yine onları çocuk zannet melerinden ha.sıl olan bi r merha m e t l e sırti arı na a l ı p zabit l e ri ne get i ri yorlar. Aynı Türk m e rhameti , Beş Mart muha rcbesi nde , Hikfımet M erkezi ı:nizi yak m ağa, t a ri h i m i zi Jurdurmağa gelen düş m an gemileri Çanakkale Boğazında bat t ığı vakit, denize dökülenle r i , toplayabil meleri için topcula r ı m ıza ateşlerini kest i ri yo r ve bu suretle yarın kendi l e r i ne kurşun atacak binlerc e düşmanın kurtulmasına m üsaade ediyorlardı. Çanakkale önünde batan İngi liz deniza l t ı ­ sinın aske rlerini denizden kurtarmak i ç i n bizi mki l e r , kendi lerini suya at m ış ve hayatl a rını tehlikeye koyarak onları sahi l e çıkarm ış, böyle büt ün dünyanın görebi l eceği bir surette düşmanları m ızda izine bile tesadüf et medi ğ i m i z insanl ık, ·hakiki kahramanl ık : ni.imuneleri göst e r m i şl e rdi. Karargahlarda, hastahane-

·


!·erde , her t a rafta tesadüf edeceğiniz, İng i liz veya F ransız esi rlerine kendi l e ri ne karşı göst e ri len m uame­ leden m e m nun olup olmadıklarını sorunuz. Hepsi pişman ol muş bir adam lisaniyle de rin bi r teessüre kapılarak minnetdar olduklarını söylüyorlar. o eşmanla r ı m ız aynı za manda hastahanelere top ve bomba at ıyorlar. Fakat şuna emı nı m ki yarın nıuharebe bitip de , onlar vaktiyle sahip ve haki m gibi genli kleri topraklarım ıza tekrar gelinc e , bizi m naza r ı m ız.da kazandıkları yeni mevkii göreceklerdi r. Bugün kalLİ m izde İngi lizle re ve F ransızlara karşı ye r tut m uş olan hakaret hisl e ri , zannediyoru m ki, onlar ı bekleyen çok . haklı b i r ceza olacakt ı r. ·Zihiıi m'de hastahaneteri mizin sessı z, muztarip fakat mağru r · koğuşlar ında böyle bi r zulümle ağı r bi r surett e yaralan m ış delikanl ı l a r ı m ızın, hayali uyandığı dakika­ larda, İngiliz ordusunun hergün neşrettiği küçük gazetenin fıkralarını hat ı rl ıyorum. Bu gazetenin bir nushası eli mize geçen bi r esi rin c ebinden çıkm ıştı; İngiliz harp gazetesi Türk ·zabitl e rinin efendi liğinden, adal et hissi nden hürmetl e , sitayişle . bahsediyo rdu. En son ziyaret ettiğimiz Çanakkale Hastahanesi bizde aynı iftihar hissi ni uyand ı r m ışt ı. O rada b i r genç dokto ru muz H üseyin Baydur Bey, bin müşkil arasında yalnız kendi ruhunun milliyet ve vazife aşkı sayesinde o kadar m üke m mel bi r röntgen ve bir ına.kine dai resi vücude get i r m i şt i r ki bu büyük şe­ hi r l e r için bi le özenle yap ı l m ı ş , m ükem m el bi r ese r ad­ tebrik dolunabi l i r. Kendisinin, değerli ellerini sıkarak e t t i k l e ri sonra bize dedi' ki: " U nut mayınız k i bu ışı beni m �ahs ı m a ve ism i m e bağlamak a sl a doğ· ru de� ğildir. Ben bu dai releri kalbi rnde yanan yeni bir aşkın ve rdiği kuvvetle vücude geti rdim. U ğ raşt ığ ı m ı , yorulduğumu, arkadaşla r ı m söylüyorlar. Sevi len iş için, sa rfett iğimiz emekler, hiç bi r za man ağı r ol maz. Bu dai relerden çıkt ığınız vaki t , yalnız bir 94


şey düşünmelisiniz: M i l l i yetini seven bi r Türk, m üş­ küll e r arasında çok şey yapabil i r.. " Çanakkale Hast ahanesi , bütün bölümleri i ç i nde Baş . tabipten başlayarak yatdı m c ı gençlere var ı ncaya kadar nası l seven b i t kalb i l e çal ışt ıklarını vazifenin kutsiyeti ni ne yüksek bi r derecede anladıklarını göste ren m üesseseleri mizden bi ridi r. H . ast ahanenin m uharebeden evvelki halinde kal m ış bazı odala r ı , m i l l i ruhun, iY.il eşti r m eye , güzelleşt i r ro eye, yüksel t ­ meye başlayan yepyeni kudreti ni isbat ediyor. B i r yolun kenarında kaybol m uş küçük bi r sıhhiye m enzi ­ linden, dağ başlarında ayrı ayr ı ·dai releriiıi ku rmuş hastahanel e re ve şeh i rl e rde yüzlerce yaral ıyı barındı­ m n bu şefka t m i.iesseseleri ne va rıncaya kadar heryerde doktorları m ızın iyi çal ışt ığını, işlerini sevdiklerini ve yarat ılara bi r baba şefkati i l e baktıklarını görüyor­ duk. M uharebe ye rlerinden döndüğümüz vakit ruhu­ muzda kendi m ize ve kendi ati m ize karşı taşı dı ğ ı m ız i m anın art m asına bu hastahaneler pek çok yardı m e t mişti r. *

*

*

Bu gee(' yol culuğu muzu n son m e rhalesine va racak­ t ık. K aran l ıkta, gece y a ; ısına bir saat kala yola ç ı kt ık. Bu yıldızlı kı r gecesi nin kenarlarında, topların şi m şekleri açılıp kapanıyor, ve her taraftan çekirge­ lerin geniş bir ahenkle ött üğü duyuluyordu. Çal ı lar ve küme küme ağaçlar arasında uzayan yolumuz bizi Seddülbahire, Gelibolu M uharebelerinin en şidde t l i ye ri;ıe göt ürüyordu. Sa� tarafta, garp ufuklarının üst ünde hala :"ezi : ebilen bi r aydınlık vardı. Bu, henüz batan ayın, arkası nda bı rakt ı ğ ı son ışıkt ı. Geçtiği m iz ye rlerde, bazen küçük uçuru m lar olduğu içi n arabadan arabaya, sola di kkat... Sağa dikkat .. D iye 95


haykı r ı yorlardı. Bi raz uzaktan bakıldığı vakit, içinde hiç b i r k ı m ı l da m a sezil mek m ümkün ol m ayan bu yerlerde , her b i ri bi r gölge, bi r hayalet gibi sessi z, binlerce adam , m üt e m adi bir akışla geçiyor. Fakat biz, bunların yüzlerini seçem i yorduk. Onlar ki m le rdi , nerelerden geldiklerini bil mi yorduk, yalnız hepsi harbe gidiyordu onu biliyorduk. Bi r köyün sokakları arasında bi r m üddet bekle­ mek laz ı m geldi . A rt ık sahil lere geldi ğ i m i z ve ka rşıda düşmanın gelip geçtiği deniz bulunduğu için biz burada e m i n bi r ye rde değildik. Yıkık evlerin · boş kal m ış penc e re l erinden arkadaki yıldızlar göriilüyordu. B i r evin alt kat ında tek bi r pencere aydınl ıkt ı. Bu cehennem yerinde evini terket m eyen köylü ki rn di ? Arabalar ı m ızı bi r kenara çekt i k. Bu te rkedi l mi ş sekaklar dan t aburlar geçiyordu. Bazen bi r at l ı , saatl e rden be ri uzayıp giden bu gölge ke rvanının yanında daha yüksek b i r gölge i l e görünüyor, denizin ve kırların bi rb i r i yle birleşen geniş sessizliği içinde onun, ansızın yukar ıdan bağı ra rak e m reden sesi duyuluyordu: Dtır L H i ç b i ri ni n yüzünü fa rkede mediği miz bu yüzlerce, binlerce ada m , yarın ateşe gi receklerdi. .. Onlar, hangi köylerin, kasabaların duvarları arasından çıkmış, böyle yukardan gelen bi r kumanda i l e toplanıyorlar, duruyorlar, yürüyorlar ve ölüyorlardı ? Gözleri m izin et rafında her şeyi büyüiten bi r karanl ık, en küçük sesi tannan bi r kubbe alt ında söyleniyormuş gibi genişleten garip bi r sessizlik vardı. Bizi tozlarına boğarak muharebe meydanlarına doğ ru akıp _gi den bu asker l e r , hitla karanl ığın bi r köşesi nden çözuıüyor, dai m a ve dai ma geliyo r , ardı arası kesi l m eyen bi r akışla, bi raz i l e ride sanki karanlık b i r utkın ke meri alt ına gömülerek kayboluyordu. Biz, et rafı m ızda k ı m ı l dayan, kar ışan, çalkanan ve muharebeye , ölüme doğ ru giden bu genç l e rin ki m le r olduğunu görmek,

96


bil mek ist i yorduk. Onların yüzlerini görmek i ç i m de ne kuvvet l i bi r arzu idi. Onlar, se rbest b i r yürüyüşle, gürült üsüz b i r dalgalanma, ve nihayetsiz b i r geçit hali nde uzayıp g i de rken, biz aynı me rak ile, aynı suali kendi m ize soruyorduk. B i r tabu r , bi r alay, bi r ordu, büt ün bu · kalabalık bu sessiz ve mechul geçi t , b u binl e rc e insan göl gesi nin bi rbi ri ardınca sanki bi r takı arasından taşarak, karanlığın karanlığıq diğer bi r takı içine göm ülüp g i t m esi ne heybet l i ve ne korkunç b i r l evha idi. G ündüzleri sıcakta , gecele ri soğukta ve karanlıkta büyük ate şe doğ ru muttasıl akıp giden, atılan bu kahra manlar ki m l e rdi ? A rada bi r at kişniyor, kı rl arın ve denizierin yekpa.re sessiz­ liği içinde sanki gizli bir şey m eydana çıkmış, b i r s ı r o rt aya at ı l m ış gibi, kal b leri m izde bi rdenb i re tari f edi l m ez bi r korku başlıyordu. Hayalden b i r atın üst ünde , başı yıldızların ışıidaması a rasında, m eçhul bir zil�it, yukarıdan korkunç m ütahakki m b i r sesle tekrar haykırıyor. Marş� . . Sonra sessi zlik kapanarak, o çalkanma, o akış tekrar başl ıyor. Yolun bir kenarında, mahbt�.s kal m ışt ık. Bi r t a raf ı m ızda deniz, bi r taraf ı m ızda bu geçit vardı. Bu dakikalarda g i t gide daha fazla bi r uyanıklıkla düşünrn eğe ve görme�e başlayan hayali miz, Kafkasya kapılarına doğ ru uzayan yollarda yine böyle b i r c e reyanın akıp gitti ğini fa rkediyor b i r diğer ce reyan, I rakın ebedi bi r şeh rayine benzeyen yıldızları alt ında, Cenup ikli m l e ri ne doğ ru iniyo r , bi r diğeri , (Mısı r > yoll a rında, daha başkası, (A den ) ' de de aynı sessi zlik, aynı kara r, aynı sars ı l maz, k ı r ı l m az ruhla yürüyo r , akıyo r , b u n e heybe t l i b i r vatan t e m aşasıdır .••

Bunlar ve onlar, binlerce senedi r muharebelerin bi r ateŞinden diğ e r ateşine koşanlardı, Türkierdi ! •

07


Görüşt üğüm kumandanlara, E rkan-ı H arbiye Reisl e ri ne , büyük zabi t l e r e , dai ma aynı suali sordum: i htiyat zabit l e ri , ordu muzun, kendil e r i nden bekledi ği hizmeti yapabi ldil e r m i ?.. Bu m uharebeye onların b i r yararl ığı dokundu mu? Kumandan Paşa, bu sual i ın c , maalinin bi r ze r r esı nı değişti r mediği m , i mkan nisbet i nde sadakaıl e naklett i ğ i m aşağıdaki cümlelerle cevap ve rdi : " i htiyat zabitleri nden son de recede m e mnunuz. O rdu m uza . pek büyük bi r yard ı m geti rdi l e r. Onların m üşkül addedil en ye rle rde vazife­ l e ri ni hakiki asker l e re layık b i r dürüst l ük bi r kah­ ram anl ıkla ifıi ett i kleri ni görduk. Kendi l e ri ne emanet ett i ğ i m i z vazifede , o kadar yararl ık g·öst e rdil e r ki , bundan dolayı, hakla r ı nda ne kadar m i nnetdarl ık göst e rsek ye ri di r. :) Cı i m a bugünkü muharebenin, nasıl b i r ehe m mi yet e m n t i k olduğunu, kaybedersek, bu mağlubiyetin ne gibi a k ibet l e r doğuracağını pek güzel idrak eden genç le rden başka ne bekleni lebil i r ­ di ? Şi mdiki muharebe m izin, dünkü muharebeden niçin bu kaJa r fa rk l ı ol dugunu düşündüğüniız vakit, a raya iht i yat z8bit l e ri n i n hizmetini de kat mak icap elle r. " E rkan-ı H arbiye Reisi , başka cümle: erle aynı şeyi tekra r e t t i ; di yordu ki: "Tahsi l görmüş, te rbiye al m ış genç l e r , hiç şüphe yok ki , ordum uza bu kadar yüksek bi r nisbette" dah i l olunca, onların anlayışı ndan, duyuşundan iyi bi r net i c e hasıl olacakt ı. Bu m uhare ­ bede nasıl b i r da'va gütt üğümüzü, m e m l eketi m izin t arihi ve ati si mevzuubahs olduğunu, onlar gibi deri n bir surette idrak eden kimse l e r , şüphesi z ordumuza faide ve recekle rdi. Şunu ayrıca ilave e t m eğe l üzüm goruyoru m . Pek çabuk b i r surette yet i şti ri ldikleri halde, ihtiyat zab i t l e ri m iz eski aske r l e r gibi al ışkın b i r ruh i l e , muharebenin büt ün şiddetler i ne taha m m ül ett i le r ve kendi l e ri ne ne rede bir vazife t evdi ett i kse , o vazi feyi aşkla, fazi leıle ·

98


kah ra m anl ıkla i fa etti l e r. Bu genç l e r i m iz, sağlam bir ruh ile, de m i r gibi bi r asker olduklarını , ayr ı ayrı dikkate layık yüzlerce m isal i l e bize göst e rd i l e r. Biz onlardan son der ece m e m nunuz. " Çanakkaleyi ziyaret ett i ği miz vak i t , M evki .-i M üstahkem K u manda­ nı da böyle söylemişti. Ben dedi m ki: Anadolu çocuklarının aske rli k sec i yeleri , ilk masalları di nlerneğe hastadıkları za mandan i t i baren yavaş yavaş artıni m aya başlanı r. Her kul übenin kenJi adamlar ına ait bi r çok Gazi ve şehit hikayesi vardır. Fakat İstanbul için aynı tesi rler mevcut deği l d i r. Çocukları m ız evlerinde büyürken, kendi leri ni asker yapacak telkinle rden mahrum kal ı rl ar. H ususi yle pek uzun bir müddet m ülki t e rbiye gördükten son ra acele olarak askerliğe sevkedi len İst anbullu veya taşra l ı del ikanl ıların ya rarl ık göst e recek bi r muka­ ve mette ol maları, şüphel i addedi lebili rd i . Bu hususta düşündükleri nizi söyle r m isini z ? . . Kumandan Paşa: " İ l k tahmin n e ol ursa olsun, onl arın büyüm eleri nde kendile ri ni , tam asker payesine olursa erişt i recek müess i r l e r , ne kadar bilinmemiş olsun, gerçek şudur ki, ihtiyat zab i t l e ri nin orduya yol lanı l ması bizi m için pek büyük bir hay ı r oldu. Ben buna dai r rlüşündükleri mi hulasa ederek size: Eski muharip ı rklarının seeiyele ri ni kaybe t m e m i ş olan b u del ikarıl ılar, ü i rihleri nin, mil l e t l e r i ni n hayat ı ve nam usu o:· taya konulduğunu görünc e , kendi lerin­ den hat t a rn üfrit ol m ak üze re, ne isteyebi li rsek, ne umabili rsek hepsi ni yap t ı lar, hepsi ni t e m i n ett i l er. " dedi. Va.ki t gecikm eden, si pe rleri gezmek istedik. H epi m izin bir arada git m e m ize i m kan ol madığı i ç in dört kısma ayrı l m ak icap edi yordu. Pek uzaklara g idecek olanlar, ata binecekler, diğerle ri ise daha az mesafe aşacakları için sadece yürüyeceklerdi. Bulunduğumuz ye ri n se ri n ve rutube t l i gölgesi nden 99


kuru, bağucu b i r sıcakla buna l m ış s ı rt i ara çıkt ık. Geçti ğ i m i z yer l e rde , i l k donanma ateşlerinin düşürdüğü büyük gülleler, bazan nöbet ci bi r nefe r gibi yolumuzda dikil miş duruyordu. I l k de m i r ve ate ş f ı rt ınasının taraf t a raf karışt ı rd ı ğ ı , alt üst ett i ğ i bu yerlerde tutunmak, zai f si ni r l e r için korku, hatta ç ı lgınl ık geti rm esi muhakkak olan bi r şeydi. Rüzg arl arın ziyan ve r m eksizin döğdüğü yal çın kayalar gibi yeri nde kal m ış olan ask e rl e ri mhin ilk boğuştukla r ı düzleri , sırtları aşmaya başlad ı k . . . Domuzde reye geldiği miz vakit , uzakta deniz kıyısındaki kı raç yayladan bizi göze t leyen düşman , üst üro üze şarapnet yağdı r m aya başladı. H avada ilk i nfi l ak olur ol m az, yaralı bi r aske rin yanında daha gecikmenin ziyanlı olabil eceğini tah m i n ederek, yolda onu başkalarına e m anet ett i k ve biz, si perlere gi rdi k. Cenuba, denizlere doğru ne tarafa baksak, m uharebenin kalınt ıları yla dolu sahalardan başka b i r şey görm üyorduk. Sipe rl e r i n ,\ lçı t €'pe ıst ı ­ kametinde açı l m ış yarıkiarı içinde uzun bi r m üddet yürümek i cap ett i . Biz, tarassut mevk iine yakınlaşt ı­ ğ ı m ız vakit bi r topcu m uharebesi , üst üm üzde ansızın başlam ışt ı. Düşman pı rnal l a r , taşlarla örtülü meydan­ c ıkların ardına ye rl eşti rdiği bi r bomba makinesi yle bizi m sipe rl eri miz i rahatsız ettiği için, mevki kumanda­ nı topun hedefini tayin et m iş ve ateş için e m i r ve r m işti. Ikinci defa ol m ak üzre t a yan ı m ızda kopan b i r topcu muharebesi ne g i r m i ş olduk. B i r taraftan gülleler, arkalarında sest en yol lar bı rakarak hav�yı delip savruluyor, b i r taraftan biz, Türk ve F ransız cese t l erini n ileri de teşkil etti ğ i yığınları seyrediyor­ duk. · zabit l eri miz bu si per hayat ına ne kadar alışın ış­ tı ?. Bulundukları ye rlerde toprak i çinde odac ıklar vücude geti rm işl e r , ağaçtarl a örtt ükleri tavanların maniası alt ında karşı lıklı ağaçtan sedi rler yap m ışlar, bi rbi rl e ri yle konuşuyorlar. Biz yanla r ına gelince, hergün aynı surett e geçen bu siper hayat'ında a de�:l 1 00


· onlar için b i r değişiklik hasıl ol du. H e r ta rafında aske rden başka b i r ki mseye tesadüf edil meyen bu ye rl e rde, sivil bi r ada m , bi r kadın kadar tesadüf edi l mez, görül mez bir şeydi. Biz kıl ıçsız , t üfeksiz onların yanına, başka b i r ale m den g e l m i ş ki mse l e r dahil olduk. B i r si pe rde ikra m et mek i ç i n ne gibi bulunabili rse bize , şen mes ' ud yüzleriyle ikra m ett i l er. Bizi m çıkt ığı m ız A l çıtepe , Cenup taraf ında en haki m nokta olduğu için, toprakları kuşatan denizin geniş mavi l i ğ i gözleri m izin alt ında se r i t i p yat ıyor ve düş m an mevkileri ni de ayr ı ayr ı görüyorduk. K u mandan Bey tele fonla sİ periere emi ı ve riyor ve yine telefonla top m e r rn i lerinin isabet edip et m edi ğine dai r malumat alıyordu. Tem muz güneşı nın de r i n tabakatarına kadar ı sıtt ığı toprağın içi ne çeki lerek et rafı ta rassui: ett i ­ ğ i m i z bu dakikalarda bizi mkilerin düşmana, düşmanın bizi m kilere karşı lık l ı olarak att ıkiarı gülleler, dışarda · b i rbiri ardınca oğuldayara k gelip g i diyo r , biz ara zabi tle ri güldürerek, s ı ra, "insi yaki bir h a reket l e merm iler geçti kı;c l ı i rdenb i re başı m ızı eğiyorduk. H e r yerde bize derece derece ·;e ri len kanaat, burada bi raz daha tahk i m edi l m i ş oldu. Acaba büt ün t ar i hi m i..:;de ordumuzun omuzlarına bundan daha mes ' uliyet l i , fakat aynı za manda bundan daha şe refl i b i r muharebe tah m i l edi l m i ş m i d i r. ? Çanakkalede çarpışan Türk ordusu, muharebe m eydan­ lar ında bağlanan ve çözülen talihl e ri n , en kutsi ve en büyükle ri nden biri ıçın boğuşuyor. 'y üıdendigi ışın ağı r olduğunu, fcı kat arkasırıda b ı rakt ığı eng i n m azinin ve önünde se r i t i p yayılan büyük ist i kbal in, kendi kılıcının na musuna e m anet edi l m i ş olduğunu ne f�rle­ rine va rıncaya kadar anlamış v e duymuş hulurıu}'or. Y arasını sar m ak ıçırı ya nına gelen adanı ::ı : '' K o aksın, O kan Balkan muhaieLesinin karasını si l i y o r ! . , 'di yen Türk nefe ri , Geli bolu ya rım adasında, int e pr . .

ı ill


et rafında, K afkasta, I rakta, A dende , her bucakta muharebe eden kahramanları m ızın, bugün yaralan m ış bi r i zzet:.... i nefsi yle m azisini ve tarihini kurta r m ak istediğini bize ,ac ı ,fakat en m üessi r bi r surette anl at ı­ yordu. D izlerinden . aşağı iki ayağını götüren bi r gülle, neferi m izi , harbten al ıkoymaya kifayet e t m i yor. O, " Beni topumun başına götürünüz, orada öley i m .. , diye zabi t i ne yalva rıyo r. Oç yeri nden yaralandığ ı halde kendinden geçen bi r z ab i t can çekişti ği dakika­ larda ara s ı ra kendini toplayarak son vasiyeti olmak üze re: "Taburumu geri çekmeyiniz !, diyor. Onların tüfekleri ni kullan m ak i m kanını bul madıkları vakit , yum rukla, taşla düş mana h ücu m ettiklerini görüyoruz. "Bugünkü Türkçü zabit ve onun te rbiyesi ni alan Türk net e ri Çanakkale muharebesi ni bizi m m anevi alemi miz­ de her gün bi raz daha yükse len bi r şeref ve nam us destanı h a l i ne koydular. Onlar, elleri nde, yüzlerce muharebenin ateşinden geç miş o, yanık bayraklarıyle, düşmanların adedi ni , se rvetini ve m alze mesini i rade ve namus kuvvetiyle yene rek Türk t a ri hi ne yeni bi r K anij e , b i r Silist i re , bir Pilevne ilave et ti ler. Çanakkale, l1oğazda n gelip geçecek yolcuların nazar ında, daha yüzle rc e , binlerce sene, ebedi harp dumani ar ına kar ışm ış tepelerivle. Türk tarihinin aşı l m az, kı r ı l ınazi burÇ-u-barıilan hali nde kalacakt ı r.

*

1 02

*

*


TEVFIK FIKRETİN ÖLÜMÜNON YIL DÖNOMO

MUALL i M MECMUAS I

� --.-!2.!2 14

1 333



IX �ua l l i m mecmua s ı müdürü Hüse y i n Rag ı p Beye :

Aziz arkadaşı m; Tevfik Fikret için benden de b i r kaç sat ı r ist e ­ bu m iştin. Ha t ı rası aram ızda günden güne kiıtsileşen nadi r · adam ı, şi mdi her zaınandan daha fazla duyuyor ve anlıyoru m. Fikre t , niç ün aram ızda yaşayamadı, niçin m ücadelesi ni , iti razım, isyanını, halktan büsbütün uzak bir tecer rüt içinde sakladı ? Bunu ölüm ünden bi rkaç gün sonra tasvip et meyen, reddeden bi r sual ha l i nde sor m uştum. Bu suali me arada geçen günler ve aylar cevap ve rdi. Eve t , şi m di onun yalnızl ığını, i t i kaf hayat ını, t a m am iyle bedbaht bi r kalb i l e anl ı­ yoru m. K aybetti ğ i m iz bu asi l adam ın bizi m l e be raber çal ışmasına hakikaten i 'm kan yokmuş. Teze l l üle alışa­ mayanların, kendi.. kalabalığı m ız içinde kım ılda m ası, nefes al m ası, daha uzun m üdde t l e r mümkün ol m aya­ cakt ı r. Tevfik Fikret i , ihti lali m izin ilk haftalarında bi r mat baada yazı yazarken gör m üştüm. Sırt ında., R us M uj iklerinin gömleği gibi s1ıde bi r gömlek, o da he rkesle be rabe r m e m l eket i n u m duğu ist i kbal ıçın bi r i şç i kıyafet i ne g i rm iş. . M es ' ut , çalışıyordu. Pek az bir za man sonra, şai rin çekil di ğini , şehri t e rkett i ­ ğini haber ve rdi l er. O , ihti ras f ı rt ınasını daha evvel sez m i şt i . tlerl eyen hotbinlikleri , yeni hileleri , yeni levsi , en evvel o hisse t t i . A rnele gömleğini s ı rt ından çıkardı ve b ı rakıp g i t t i . Ben i m manevi babam , vel ini ' ­ meti m , kalbi rnde ulvi ve se m avi he r ne vaşıyorsa, kendisine borç lu olduğum büyük Nam ık K e m al den , bir misli olmayan o vat anpe rve rden sonra, ben bu ta·rzda bir isyanı anl am akta m azurdum. Fakat ızt ı rap

105


ve m at e m ortasında küstah, bedmest b i r zevku se fa hayat ının saltanat ı başlayalıdan be ri , Fikrete hak verdi m. O bizi m le be rabe r çalışamazdt. Bugün Fikre t narn ma naat yazanl a r arasında öylelerini tanıyorum k i , o ölmeden evvel hakkında bi r tek si t ayiş söyle mek cesa reti ne bile malik değildi le r. Fikreti , öldükten bil hassa göm üldükten sonra, daha fazl a beğendi ler. O, öl m üş ve ziyansız bi r hale gel mişt i . Fikret, beni m nazar ı m da he r şeyden evv:el büyük b i r m ükedder b i r nam ustan ibarett i r. Lisana ettiği hizmeti , ben de takdi r ederi m. Şii ri , beni m di mağ ı m için yuğru l m a m ış ol makla be rabe r ben de, onu çocukluğumda sevdi m ve aradım. İ çt i mıii t esi rini şimdilik tah m i n ede m i yorum. Ç ünki Fikre t i n büyük namusu, arkasında kalanlardan bi r takı m ların en büyük fezahata düşmesi ne mani olamadı. Bir tek müridi , bize Fikreti , velevkr bi r gölgesi halinde olsun, tekrar ve i dame e t m i yor. İğ rendi ği ve korktuğu ihti raslar, her tarafta hala c'ari di r. M e m leketi n da�ları, tepeleri üst üne , hodbinlik, yağ m a ve şakavet muzaffe r bayraklarını dikm işti r. H ain bi r hast alık onun kavi ve güze l vücudunu, ve uyuşm az bir menfaatpe rest l i k yakazası da, onun ahl -iki m esl eğirıi yendi ve ye re se rdi. İşt e böyle g ünlerde, ben Fikreti . her zam andan daha fazla rluya­ rak ,seve rek derin ve dalgın bi r hüzünle düşünüyorum. *

1 () .-,

*

*


LÜBNAN H ATIRALARI TORK VURDU

Ci

lt ı4

1 'J 1 � ı 3 54



X

Şoförün önünde bazı küçük düz l ükle rden de re l e r , vadiler arasından Beyrut 'a doğru bi r açıl ıyor.

sonra boğaz

Çamlarla ört ülü, karşı lıklı bi r çok burunlar ve bu yeşil , de rin boğazın nihaye t i nde , mesafe i l e binaları sıkış m ış Beyrut ve arkada engin mavisiyle A kdeniz görünüyor. Sabahın se rin ve taze bi r saatinde, bu manza rayı görmek ıçın bi r s ı rta doğru ilerledi m . Öm r ü m de ilk defa ol m ak üzre; dağ tepele rinden, ufukları ruha hayret ve ren b i r genişlikle açı l m ış bi r dış deni z seyrediyordum. Kara yol larında b i r çok dolaşt ıktan sonra, nihayet onun karşısına gel mişt i m . Ve onun karşısında, iç ale m i n nasıl kapanık, dar ve m ahbus b i r yer olduğunu i drak ett i m. Hayran gözleri m şi m di ye kadar böyle bir vüs ' at görmemiş ve ruhum şi m di ye kadar böyle neş ' eli ve azat b i r his duymam ış�ı. G ünün bi ri nde ruhun ;vücuttan ayr ı l m ası mukadderse , hiç şüphe etm iyoru m , şi m di duyduğum hisl e, aynı inşi rah i l e enginlere m ülaki olacak t ı r. Sabah güneşi belki de rin sulara henüz büsbütün sokul maniışt ı ve f ı rt ınasız, sakin bi r geceni n derin, geniş uykusu, denizin üst ünden henüz kalkmam ışt ı. Önümde Akdeniz büt ün mesafeleri kaplamış, Fas, Endülüs ufuklarına kadar nihayetsiz vüs ' atiarını se r m i ş yat ıyordu. Ta ileri de Fas, Endülüs sahi llerine kadar yi r m i m e m l eket aynı m avi boşluklara, aynı engin m eydana bakarak duruyor. İ l k günleri ndenberi , Marmaranın ufacık gölü üst üne bakın ağa al ışm ış, gözleri m , b i r t ürlü bu açık denizin seyrine doym uyordu. Toprakları, hayat ın en ·hur da izlerini bir nevi vefa ile saklıyan, her ze r resi kı rık dökük bi r parça t arih olan karalardan sonra, 0u. deniz, üst ünde · he r izi kaybeden, ne unutkan bir 1 09


alem di !.. Yukardaki gökleri e beraber m üt e m adi değişiyor, hafızasız bi r dimağ gibi gördüklerini dağıt ıyor, si l iyor, unutuyor.. Ruha dolan büt ün hayret ve i nşi rah hissiyle beraber, bi raz da garip bi r korku duyduğumu farkediyordum. Insan onuı:ı şi mdi sakin duran azarn et ve kudreti karşısında bile ruhunun yenil di ği ni hissedi yor. Akdeniz, eski , büyük vatanın saltanat yolu, şi mdiki aciz vatanın önünde bi r malıbes duvarı gibi dikil mişti. Ve o, bu günkü sahi l le ri mizde bi r düşman unsur olarak duruyordu. Masalların, üstünde bi r kuş uçmıyan, kervan geçmiyen diyariarı gibi, hiç bir tarafında bi r dum an , bi r yelken parçası görünmüyor. O şi mdi çöl gökleri kadar, hilkati n i lk denizleri kadar boştu. Türkün . K aradeniz, ve Akdeniz hak i miyeti ni n aynı felak et çerçevesi yle kuşat ı l m ı ş . olduğunu hat ı rl adım. Yukarıda K ı r ı m , Eflak, Buğdan, Tuna vi layet i , Şarki Rumeli , K afkas sahi lleri bizden kopup ayrı l m ış, . yabancı ellere geçmıştı. Burada, M ısır, Trablus, Cezayi r Tunus, G i ri t , K ıbrıs, R u m e l i , hepsi bütün bi r alem bi r asra var ın ı yan bi r m üddet zarfında umumi bi r yıkı l ın a i l e çöküp git mi şti. Şüphesiz et rafı artık bizden ol m ıyan Akdenizin şi m di ruhu da bizden değildi. İçi mde bi raz sonra gitgide fark ett ı g ı m gari p korkuya sebep belki d e b u i d i . Fakat şi mdi hepsi nden fazla, vüs ' atl arın ve rdi ği hayretten, o de in i n ki fe rahl ıktan hepsinden fazla dalgın bi r hüzün içi m de yayıl m aya başladı. Sekiz sene evvel K aradenizde geçi rdi ğ i m i l k akşam bu gunun son hissi yle ne kadar kardeşti . Anladım ki bu günkü T ürk çocuğuna bedbaht vatanın hiç bi r köşesi ni olmaksızın gezmek nasi p ol muyor. ·

·

Aşağıda, son zam anlarda umumi bi r şöhret kazanm ı ş olan ( A l i ye ) ' yi görüyordum. Burmana,

ı ıo


. Beğmeri burunlarını, he r tarafı b i r sis kapadığı zam anlarda bi l e , A li ye , güneşini kaybet m iyor. Dalga­ lar ortasında bi r ada gibi si si erin üst ünde , kalıyo r , ve bulutların rüzgarla akan, yürüyen denizini yukarı­ dan b i r bakışla seyrediyor. Sahilde Kumluk mevkiinin sar ı , büyük lekesi yanında, taş binalarının güneş vu r m uş kı rıklarıyle görünen, Beyrut , ve ,Lübnan, yan yana iki ayrı mevsi m olarak duruyor. Tepele rde kış başladığı vakit bi r kaç basamak inmek ilk baharı bul mak ıçın kaf i di r. Y ukarıda soğuk yağ murlar, uğult ulu r üzgarları hüküm süre rken, aşağıda, Beyrut bahçele rinde hur m aların gölgelerinde , turunç , li mon, portakal ağaçlarının et rafında, beyaz elbisE d e ri yle dolaşan ki mseler gorunur. Sahi l de yaz kuvvet l e başladığı zaman b i r kaç basa mak çıkmak hilkatin en g üze l manzaralarıyla bi r ilk bahar bul m ağa ki fayet ede r. Bahar, Lübnan denilen geniş me rdivenin basa­ maklarında yalnı.t., çıkıp inmekten başka bi r şey yap m ıyor. T�pel e r l e deniz kıyıları arasında baharın mesafesi ancak üç dört saat lik bi r uzaklıktan ibaret kal ıyor. G özleri mi ne tarafa gezdi rse m uzak fıst ık ağaçlarının ince ve sık saplan üst ünde yeşil şe msi ­ yelerini açtığını görüyordum. Her tarafta, büt ün bayı rl arda, hepsi taştan yapıl m ış b i r çok za ri f k3şkle r ve Akdenize bakan c�pheleriyle her bi ri bir konak den rneğe layık yüzle rce mükellef bina duruyor. Lübnanl ı , zengin bi r ada m , Lübnan geniş bi r bahçe ve evle r çok defa bi r kas ı r , bi r sa ray hali ndedi r. Binlerce Lübnanlı dış m e m l eket l e rde , M ısı rda , A meri­ kada senelerce çetin bi r uğ raşma i l e çal ışt ıktan sonra, ceplerinde t opladıkları alt ını sadakatl e , vefa i l e ana topraklara get i rip sa rfedi yorlar. Sı ra ağaçlar arasında uzayan g üzel yol l a r , en :�ücra köşelere kadar sokulmuş ve onun yetişmediği bir tepe , bi r yamaç b ı rak.ı l m a m ışt ı r. H e r avuç t op rağına bi r aşı k eli dokunmuş, he r fidanını bi r çocuk i t i nasi y le lll


Eıüyüt m üşler. Sırtların üst ünde bir yele gibi uzayan se rvi i e ri açık ufukların savurduğu, üfl edi ği r üzgartarla hışı rdayan çaml ıkları, başlarında fıst ıkların yeşil so rguc i yle vadi ler üst üne ilerleyen dalgalı t epel eri , bay ı rl arıyle, şi mdi Lübnan, Akdeniz karşısında, uzun bi r t e m aşaya dal m ı ş gibi görünüyor.. önünde fi ruzesi Cenup denizlerinin masmavı Lübnan dai m i bahari yle yekpare bi r züm r üt ıçme oyu l m uş ye m yeşil bi r m e m leketdir.

*

1 12

*

*


SOFER ' DEN BEYRUT ' A TÜRK YURDU

Cilt

19 18

-- --

14

1 3 34



XI

Gece " Şifa Yurdu,nu ziyarete g i t t i k. Safe rin her t a raf ında saa t l e rden be ri parça parça sisle r geçiyordu. Vakti yle ye riiierin kum a r iptilasından doğan ve Avrupadan gelen seyyahlarla, coşkun b i r sure t t e eğlenen bu bina şi m di uzak cephelerde sıhhati ni kaybeden, yaralanan ı ıibi t l e ri mize hasredil ­ m i şti. Ölgün lambaların yarı aydınlatt ığı bi r salonda onlarla karşı karşıya oturduk. Bunların çoğu İstanbu­ lun büyük mekteplerini bit i r m iş i ht i yat zabi t l e r i ydi. A ralarında bazıları Süveyş cephesi ne , Çanakkal e muharebelerini biti rdikten sonra g i t m işlerdi. Onlar, bizi söylet m ek ist i yorlar , sordukla r ı sual lere uzun cevaplar bekliyorl ardı. O rtada , h a rp mec m ualarının, resi m l i gazetel erin bi riktiği büyük bir masa , ve duvar l ar ın boyunca , onların oturduğu iske m l e l e r , kolt uklar dizi l mi şti.. D ışarıda yüksek, büyük ve hak i m bi r durgunluk çoktanberi başla m ış ve gergın bi r hale gel m i şti. Bu geniş odaya yet m eyen bezgi n ışı ğın içinde her bi ri bi raz geri de . bi raz uzakta gibi durm uştu. Yarın , öbürg ün bura.nın t e m i z havasından, i y i gıdasından şi falarını aldıktan sonra, kend i l e ri ni bekliyen harp taliine doğ ru tekrar g i de­ ceklerdi. Ben onl arın ziyaret i ne iki ateş, iki ölüm arasında g i t rn i şt i m . Bunların bi r kısm ı şi mdi Çanak­ kalede ebedi uykularını uyuyor, bir kı sm ı da çöl ün iz bı rakm ıyan, her şeyi düzleyen mechul köşeleri nde şi m di , kırları örten geceni n karanl ığ ından daha koyu, daha sessi z b i r karanl ık içinde işaretsiz ve isi msi z se ri l m i ş yat ıyorl ardı. Cephelerden cephelere, şi malden c enuba, şarktan garba koşan, he r taraft an gelen tehlikele re karşı nefes nefese yeti şen bu Türk zabi t l e ri ölümü çok yakından görmüş, ıçıne

___.__

..

-----------'--

( * ) ' Sur i y e Yo l l a r ı n da ,

i sm i n d e k i

ruz n a meden .

l l5


bi raz karanlık si n m i ş gözlerle bize bakıyorl ardı. Aynı talihle kuşat ı l m ış bu genç başların, sıkışık i skem ­ leler üst ünde b i rbi r i ne sokul m uş gibi bi r duruşla rı- vardı. Sesl erinin nağ mesini dikkatl e dinliyor, yar ı ışıkta hayalileşen yüzleri ni teessürl e sey rediyo rdum. Şai r N e di m Bey, o da hast ahaneyi ziyaret et m eden yoluna d�va m ede m e m iş; berabe r geti rdiği "Türk ün D estanı ndan bir çok nushaları m asanın üst üne bı rakt ı. "A rkadaşlar, boş saatl a r ınızda belki si zi oyala r , m e m nun eder. , dedi. za b i t l e r i n arzusu üze ri ne kendilerine bu şıı rı ben okudum. Türke hitap eden b i r söz bunların mec lisi nde olduğu kadar ne rede de ri n ve sa m i mi bi r m a ' kes bulahi l i rd i ? Hepsi duyuyor , çok m üteessi r bir sükut içinde gözlerine ara s ı ra toplanan yaşlar ı dağıtarak dinliyor­ lardı . . Okunan şeyden , dinleyenler çok daha müessi r­ di .. *

1

ı '

'

*

*


BOG A DAGLARI TÜRK YURDU :

Ci lt

1918

14

1 934

-- --



XII

Doğu tarafında, gogun deri nleri nden gelen ışık, sessizce yayıl ıyor , uzakta sabah başl ıyordu. Karaman önüne g e l m i şt i k. M esafe arasında horoz sesl eri bi rbi ri ­ ne cevap ve riyordu. Bi rçok m i nareler,kurun-u-vust a (O r­ taçağ ) yadi garı eski bi r kale,kavakla·r ,dağınık bi r yeşil-_ ilk,Şark ufuklarından esmeğe başlıyan kurşuni bi r ay­ dınl ık i çi nde beii ri yordu. Yekpare Osm arilı A nadolusu i çi nde dört ası r evvel ort adan silinen bi r arslan yuvası karşısında bulunuyorduk. Y ı l m az,vazge ç m ez dem i r i radeleriyl e A nadolu haki m i ye t i ni uzun m üddet Osman oğul ­ larına kapu r m a m ak ist eyen . K araman oğulları, bir m üddet Konya i l e m e rke zi Anadaluyu e l e geç i r m i�, her t a rafta vücude geti rdikl e ri· bir çok ese rierk üm rana İsti dat l arının de recesi ni göst e r m i şlerdi. Şi mdi onlar da Selçuk Sultanları Ramazan Oğulları İsfen­ diya r , Gerrri i yan Beyle ri gibi t ü rbeleri nde, kazmalarla parçalan m ış ç i ni lahı t larının enkazı alt ında unutulmuş ziyaretsiz yat ı yorlar. Suri ye ve I rak i l e Anadolu arasında. ne vakit b i r yol culuk anlat ılsa , dai m a ism ini işi t t i ği m Ulukışlaya, sabahın fıala tazeli ğini kaybet m e m iş, e rken bi r saati n­ de vasıl olduk. Durağın sol tarafında, küçük b i r meydanda, deve , ve i nsan kalabalıkları, küme küme toplan m ıştı. Hatta eşekleri i ki m ütehassi r kısma ayı r m ışlar, dişi l e ri bir tarafa, e rkekleri bir t a rafa koymuşlardı. Bi r çok harp m ınt ıkalarına geçit olan Ulukışlanın diğer kasabalara: nazaran fazl a işlek olduğu derhal göze çarpıyo rdu. Gayet renkli b i r köylü kala­ bal ığı arasında, uyuzuna kat ran surun m üş süzgün gözlü, sıska deve l e r , hare m , sel am l ı k . hayat ına razı ol m ıyan haşar ı eşekler, -seiin b.i r gec eden sonra sırtlarını güneşe ve r m işle r, ısınıyorlardı. �� asabının binaları t aştan yapıl m ış ve üst l eri bütün cenup evleri nde 119


olduğu gibi toprak ört ülü düz bir dam dan ibaretti . Zaten şi m di den son ra Suri ye kıyafe t l e ri ne sık sık tesadüf edecek, cenup ile temasa gi receğiz. Orada geçi recegı mız beş on dakikadan isti fade ederek U l ukışlayı görmek ist edik. Şi mdi Rus esi rl e r i ni sakla­ mağa yarayan bu bina, şekli i t i bariyle bir kışladan ziyade b i r kapal ı çarşıyı andı rıyor. Beşi k ört usu tarzında uzayan bi r kubbe alt ında yürüyerek kalın ve yüksek duvarlar arasına sıkışmış bir iç avluya va sıl olduk. ·

Y e r l i l e r , U i ukışlayı M ıs ı r l ı İbrah i m Paşanın A nado­ lu se fe ri esnasında yap t ı rd ığını söylüyorlar. Fakat her ta rafı araşt ı rdığ ı m ız halde küçük bir kitabeye olsun, t esadüf ede medik. D aha cenupta bu fikri makbul göst e ren ese r i e re rastgeleceğiz Harbın ge r-i l erinde senelerden beri devam eden faal i yet�, aylar geçti kçe yaşları tazelenen gençler ri yaset ediyor. Tenhalaşan şehi rlerin deli kanl ıları hep bu yol l ardan ardı arası kesi l mi yen bir akışla, Süveyşe , D i yarbak ı ra , İ raka ve Kafkasyaya geçt i l e r. Büt ün tanıdıkları m ı , kalbierinde asi l , kutsi b i r ümit i l e bu mahrum ve met ruk kasabalarda beş on dakika konak ve re rek en uzak cephelere giden ve bi r çoğu şi mdi , isi msiz ve izsiz mechul köşele rde çü rüyen aziz kardeşleri , burada he r ye rden fazla hat ı rl ıyordum. Çünki sevk koll arının g ürül tüsü harbi burada he r yerden fazla düşündürüyordu. İkindiden son ra Pozant ıya vasıl ol duk. Burası Dördüncü Ordunun faal i yet sahasına bir kapı i di. B i r çok binalar hep bi rden yapıl ıyor. Yeniden yeni ye m i safi rhanel e r , tami rhaneler, e rzak eşya anbarları , hast ahaneler 1 zabit l e re nH.ı hsu::; ndalar göze çarpan bir süra t l e taraf t a ra f yükse li ycrdu.

1 20


art ık kese r ve çekiç sesi , Burada başlayan çöll e ri n içine kadar bizi te rket m iyecekti . Pozant ı-Tar­ sus arasındaki de m i r yolu henüz bit m ediği için başka vasıtaya müracaat et m eğe, otomobilden ist i fadeye mecbur olduk . U l ukışl adan beri dağların eteğinde gidiyorduk ve daha uzun m üddet onların her dakika değişen ezici manza ralarını �eyret mekten hali kal ma­ yacağız. U l ukışladan sonra Boğa dağları bir iki dev ham l e­ si ile yukarılara at ıldıktan sonra cenub� doğ ru kor­ kunç dalgalarını harekete get i r m i şt i . Geniş bi r sal ınt ı hali nde gökleri kapayarak bi rbi ri ardınca uzayıp giden bu dağlar, yolun kenarında aşı l m az yalçın duvarlar gibi yükse li yor, ve tepelerin üst ünde aylarca süren yaz güneşleri nin eri t e m ediği buz kitleleri duruyordu. Anadolunun cenupta en kavi bel ke m i ğ i ni teşkil eden bu si lsi l e he r ta raft a çam or manlarıyle kuşat ı l m ıştı. Eteklerinde karaağaç , ceviz, gürgen, meşe , kestane korularına t esadüf edi l di ğ i halde yukar ı kısı mda yalnız çarnların geni ş saltanat ı görülü­ yordu. Onlar, s ı rt i ara t ı rmanıyor , d i m dik kayaların çat i aklarına t ut unuyor en umul ınayacak ye rl ere kökle ri ni i l işti rerek uçuru mların kena rında, yam açların duvarında sivri l i p duruyorlardı. H e r ne reye bakılsa gökl erin i çine kadar sokul m uş ezeli dağ başları ve onların i l k kıyametle rden be ri donup kal m ış m üthiş herc ü m e rc i , çalkant ısı göze çarpıyordu. A rada üst l e ri dümdüz yayialar, dünyayı seyret m ek için baş döndürücü mesafe l ere kurul muş şehni şinler va rdı. Bunlar ıssız rüzgarların, yıl d ı r ı m bulutlarının dolaşt ığı kimsesiz yerle r , hilkat fi kri yle dolu büyük gecelerde, kan alların, soğuk siyah gözleri ni kapayarak tehlikesi z, e m i n uyurlukları uzlet ve vahşet tahtl arı. i di. Gülek boğazına doğ ru süra ' at i e i l e r l i yorduk. A şağıda dai m i akisle r l e seslenen gürültülü, derin yarlar tehljke 12l


hissini kalbi mizden ayı r m ıyordu. Köylülerin kış f ı rt ına­ ları içinde ne vakit böğürürse o yıl cenk olur dedikle­ ri bu heybet l i dağlar arasında git gide sıkışan bi r . vadiye gi İ'iyoruz. Yukar ıda kendi kendine ışık ve ri yor­ muş gibi aydınlanm ış, se mavi kayal ıkların başında, gergin kanatl a rıyla süzülen uzak ka rtaU ar görünüyor. Geri l e rden bakıldığt vakit bu dağların hepsi · bi r si lsi t e içinde kaybol duğu halde yakından bakılınca he r biri ayrı bi r inzivaya çekil m iş, kendi gökleri içinde kendi başına hüküm ran oluyordu. Vadinin her iki tarafında kesi l m i ş veya kocayarak kendi kendine devrii m i ş b i r çok çarnlar düştüğü yerde t e rkedi l mi ş çürüyor. Başlarım ızın üstünde korkunç ve mağrur kayalarının tehdidini asıl ı tutan yarları sey rede seyrede ilerliyoruz. Yollarda arabalar, atlar, deve l e r , eşekler, k at ırlar, yük otomobilleri bi rb i ri ·ardından dizi dizi gidip geliyorlar. H al kaları bütün bu vasıtalar­ dan nevi l e rden yapıl m a bi r zinc i r sağdan sol a m üt e ­ madi dönerek uzak ye rlerdeki harp makinelerini işlet i yor. Bütün o vasıtalar, o hayvanlar, Anadolu kuvve t le ri ni çöllere, I raka, Suri yeye , Diyarbakıra boşaluyor, bi r taraftan da harbin yıpratt ı ğı, t üket t i ğ i gençler, hasta kafilel e ri , ölüme, karanlığa bakan çukur gözle r i , kadit . vücutl arıyla kavuşmaktan şüphe ett i kl e ri . üc ra köyterine dönüyorlar. H e r tarafta Kurfın�ı vustanın kervan hayat ı baştan başa uyanm ıştı. Bu dağ ve taş elleriJ bu met ruk m e m l eket l e r bugünkü harp feal iyetj nin ortaya çıkardığı insanları, hayvanları, gürült üleri , binlerce seneden kal ma eski lakayt ve vahşi sükutl ariyle ihata edi yor gibi idi. A ynı yollar­ dan, Büyük İskenderden beri kaç ist i lıi başlarında eski mi ğfe rl eri , zı rhtan elbise l e ri , gürzleri , tebe rleri , çeşit çeşit kıyafet leri ve ç ehreleriyle, gelip geç mişt i . Kaç eski serdar, tarihe gölge salan kaç fati h teke kokan eski kat ı erkekleriyle buradan cenubun ist i lası ıçın akın etmiş ve bu boğazları yabani sesl er hayvan ın

·


boynuzları içinde öten cenk nidalarıyle çı nlat m ıştı. Ve en sonra her bi ri bir koç boynuzu gibi burulan si yah, i ri bıyıklarİyle şarkı, garbı kuvvet i ne ra m e t m i ş Yeniçeri ordusu, Seli min, bu yeni Türk fat i hinin bir kaya gibi sert ve i ri başı , bir kal ' a burcu gibi i l e ri i yen gövdesi arkasında yine buradan, Suriyenin ve Mısırın fethine yürümüştü. Gülek boğazı Anadoludan Suriy� ' ye , Suriyeden Ana doluya giden bütün isti la.ların mut l ak zorlamağa mecbur oldukları bi r kapı halindedi r. Son ist i l ayı yapan M ehm e..d Ali ' ni n oğlu İbrahi m i n kurduğu kalalar orada göründüğü gibi , de re içine yuvarlan m ış bi r t aş üst ünde Büyük İskender seferinin kazdığı kitabeler de duruyor. Serin ve ısl ak bi r hava içinde geceden evvel Çamalana vasıl ol mak için sür ' a.tJe gidi yorduk. :Vük oto m obilleri nin dem i r teke rleklerf , yolların taşlarını öğüt t üğü için, toz, bi r kar tabakası kesafeti ni al m ışt ı. Otomobili i dare eden makineci: " Bu daha bir şey değil , tozu ası l yarın göreceksi niz, diyordu. B i r kaç saatl i k yolculuktan sonra Çamalana dağlar vasıl olduk. Burası , arasında kaybol m uş küçük bi r nahiye merkeziydi. Geli rken tesadüf etti ği­ miz i ri l i ufaklı yüzlerce otomobil burada toplanıyor ve hizmete buradan dağıl ıyordu. G eceyi iki kat l ı tahta b i r binada geçireceğiz. D ıştan uzat ı l m ış b i r m e rdivenle binanın üst kısm ını ihat a eden b i r halkona çıkılıyor. D e rhal hare m selamlık i ki ye taksi m olduk. Asıl reng i mizi bul m ak için uzun uzadıya yıkanm ak lazım r�ldi. Bu kadar mesafel e r aşm ış ol maktan dolayı ruhu muza garip bi r azadelik gel m işti. Evi mizin önündeki yolda kervanların, taburların ayak sesi eksi k ol muyordu. Cepheye giden delikanlıların kuvvet i , cepheden dönen hastaların,alil le rin(sakatların)zaafı iki zıtseyeranla ayn� yolda karşı laşıyor, gidenl e r gelenlerin yüzunde, yarın kendi l erini bekliyen t al ihi görüyorlardı. 1 23


Yolun sağ tarafında A l man çadırları, sol tarafında Türk çadırları ayrı ayrı mahalleler teşki l e t m ıştı. H e r iki m i llet i n kendi hast aları için hususi hast ahane­ l e ri vardı. Harbin ilk ace l e iht i yaçları de rhal kurula­ bilen çadı rlada tat m in edi ldiği halde , sonra vakit bulur bul maz, harçla ve taşla deva m l ı binalar yap mayı unutmam ışlardı. Hakkımızda pek nazik dikkatl e r göst e ren Mevki K umandanı, dönüşte güzel ve yeni bir binada misafi r edi leceği m izi söyledi , ve bu gecenin muhtemel rahatsızlıklarını mazur görme mızı . rica ett i . Bi raz ::ı.şağıda yolun, yarın geçeceğ i m i z ilk kısm ında Alınanlar, sade b i r zevk i l e , küçücük ikişe r , üçe r odalı köşkler vücuda get i r m işler. Onlar , nereye gide r l e rse gitsi nle r , A l m anyayı, velevki sade , m ütevazi nisbetlerde olsun, be raber göt ürmeği unut m uyorlar. A layişsiz, ziynetsiz, t e m iz, rahat küçük ve sevi m li evle r. Yetecek kadar b i r ye mek, işle dol u günlerin nihayetinde m üst e ri h t oplanma saatları, oyun ve musiki ... Işte onlar A nadolunun unutul m uş, t e rk edi l mi ş köşelerinde kendi lerine böyle şen ve mes ' ut b i r hayat hazırlayabil m işlerdi. garp Saat altı buçuğa doğ ru, Boğa dağlarının si lsi lesi arkasında bat ıya yaklaşan güneşin koyul m uş, kat ı l m ış aydınl ığı toplan ınağa başladı. Uzun, sayısız zam anlardanbe ri , bu yalnız dağların arkasında hiç b i r ki msenin seyre t m ediği güzel ve beyhude guruplardan bi ri daha oluyordu. M ünzevi dağların üst ünde, ıssız, soğuk mehtaplardan evvel renklerini ve ışı klarını lüzu msuz \ yere israf eden binlerce gurup şenliğinden biri daha. Bi raz sonra dağları örten ka ranl ıkların içinde uyandı ran elektrik lambalarını şehi r hatı ralarını açt ılar, ve yukarda başı m ızın üstünde cenuba yaklaş­ t ıkça deri nleşen göklerc!e b i r alt ın çakıl kadar i ri yıl dızlar parlamağa başladı . •••

124


ÖMER AGA İLE MÜLAKAT YEN i GÜN

1 92 1 1 337



XIII

Yol ların sonunda tek yıldız gibi b i r ışık parl ıyor­ du. A rahac ı habe r ve rdi : İşte Çandı r... O rada. İki saatten be ri m üt e m adi yukarıya A rahac ı yüzünü dönmeden tekrar söyledi:

çıkıyorduk.

- D ünbelek yokuşunu çıkıyoruz. Üze rlerine sa m an kı r ı m ısı se rp i l m i ş gibi sapsar ı duran kurak ve çorak tepelerden sonra, gece başlam ış ve Ankarayı çok a rkada bırakm ışt ık. Yolumuzun ilk konak noktasına geliyorduk. Bu geceyi Çandı rda geçi receğiz. Her taraf o kadar sessiz, o kadar hare ­ ketsizdi ki, belki büt ün köy uyu m uştu. K a ranl ı ktan etraf ı m ızı görmediğ i m iz i çin lüzumundan fazla uzayan gece yolculuğumuz nihayet bizi köye erişti rdi. A rabanın ışı ğına beyaz donlu iki adam geldi, a raba­ c ının kulağına sokularak bi r şey sordular; tekrar hareket · ett i k, ve içi aydınl ı k bi r yaz odasının merdi­ veni önünde durduk. Bu oda g ündüz, yokuşların üst ünden engin ufuklar bakıyor, gece, g e m i l e re yol göst e ren bi r deniz feneri gibi parl ıyordu. Yukarıda tahta par m akl ıktan iht i ya r , a rabacıya sordu: M ahbuslar zinc i rli ise l e r , K apısı sağlamdı r, kaçamazlar habe r ve rdi:

aşağı

eğilen

bir

camiye kapata l ı m . . ve arkaya dönerek

- M ahbuslar g e l miş. Bi raz sonra hakikat değ i l , Meb ' uslarm ış.

anlaşı ldı , g elen l e r mahbusl ar

Üç a rkadaşı m l a be raber yukarı çıkt ı m , ayaza karşı yakt ıkları eski ocağın etraf ında tahta sedi r i e re 1 27


sıra i le ot u rduk. öziir diledi :

Par m aklıktan

uzanan

iht i yar

adam

-Çocuklar yanl ış anlam ışlaf, kusura bakma yın. Odayı sokağa bağlayan ardınca köylüler çıkıyordu.

kısa

merdivenden

bi rbi ri

Gece sessizliğinde araba gürült üsünü duyanlar, misafi r l e rden haber al mak için toplanmaya başlam ış­ lardı. K öylü ağalar me rakla dolu bir di kkat Ankara ' dan gelenleri seyrediyorlar. Ocağın oturan iht i yara ben so rdum :

içinde yanına

-Baba, nası lsınız ? K öyde n e var ne yok. - K öyde ne olur, gidiyo r , si z bili rsiniz.

asıl

haber

si zde.

işler

r.asıl

-Çal ışı yoruz, dedi m , işler iyi gidiyor. İhti yar pe rdesi değişen b i r sesle: N eye çalışıyorsunuz, biz de bilel i m dedi. - M e m l eket i n çal ışacağız.

kurt a r ı l m asına

çalışıyo ruz,

neye

Farkett i m ki , büt ün oturanların yüzleri ocağın alevleri aydınlan m ış, sözü iht i yara bı rak m ışlar dinli ­ yorl ar ve bekliyorlar. Asırl ardan kal ma köhne ocağın dalga dalga uzay ıp kopan alevleri üst i inde onun yüzü ateşten bir kenarl a çizi l mişti; hat ı raengiz ve heybet l i bi r sesle cevap ve rdi: -E yi çalışm ıyorsunuz, çalışsanız da neye yarar ? İti r a f �deyi m ki böyle b i r söz beklemi yordum. Sordum : . - A ğ a senin adın nedi r , söyle r m i si n ?


"Öm e r ! dedi. -Peki; baba sen m e m nun değilsi n. Bizden ne ist i yor­ sun, onu söyle ! -Hepinizin orada yapt ığı damgac ı l ık, başka bi r şey değil. A nlamamı�:t ı m. diye sordum.

"Baba !

damgac ı l ık

ne

de mek ?'

-Başınıza bir adanı geçi r i rsiniz O söyler siz m ühür basarsınız, damgac ıhk dedi ğ i m budur. ..

D i nleyenle r utanmış Ö m e r Ağa ı: ek r a ı sordu:

gibi

başlarını

eğm işlerdi .

-Çankı r ı Meb ' usla r ı , K astamonu M eb ' usları yapı yorlar .:Bizi m Tevfik E fendi ne yapıyor ?

ne

D evam etti : -Onun mengenesi nde bi r bat man fırıl sağa döner , sola döner.

yağ va rdı r ,

fırıl

Biz hesap ve r rn eğe mecbur bi r vaziyete düşmüşt ük. -Baba, dedi m , anlaşı l ı yor. Sen bizden hiç me mnur . değilsi n , bize güvene mi yorsun. İst e rsen Ankara ' y ­ g i t t i ğ i m vakit büyükleri m ize söyleyeyi m , seni m eb 1 U 3 çıka rs ı nlar. D erhal: -Eve t , dedi , Meb : us deveciden, çift çiden, rençbe r ­ den çıkmal ı. Sen köylünün derdini ne bili rsi n. Bi rdenb i re kızıl aydınl ıkta, eski b i r m eşe kabuğu gibi buruşuk yüzünün glilümsedi ğini gördü m : Elini uzatt ı ve dizi m i okşadı. -Hayı r oğl u m , şaka etti m , dedi: Bazı şeyler va rdı r sen bili rsin ben bil m e m , bazı şey l e r vardı r ben bili ri m 1 sen bilemezsi n. Senin bildi t..1 29


lerini ben öğrene m e m , beni m bildi kleri mi sen öğrene­ bili rsi n. Bi r de siz, devletl e r l e konuşursunuz, ona bizi m aklı m ız e r m ez. Y i ne sen M eb ', us olacaksın ! Y alnız çalış tohum saçanın derdini öğ ren ! Ö m e r A ğ a bu sözleri , söyle mişti.

farkedilecek b i r

şefkatl e

Ben ne kadar m üteessi r ol muştum. H e rkes susm uştu. Ö m e r A ğa sözü biti rdikten sonra bi r m üddet bu sessizlik devam ett i . Bir aral ık başı m ı yukarı kaldı rdı m ve tavandan sarkan bezgin ışı ğa bakt ı m. O bana dedi ki: " Bu akşam hiç iyi yan m ıyo r , de$. i l mi ? Kusura bakmayınız, bu bizi m misafi r kandı l i m izdi r. Yolcular dört saatl ik yoldan buna baka baka geli rle r. Büyük muharebe esnasında gece k ôyümüz dG bundan başka bi r ışık yan m azdı. Bu yapiyı dedeleri miz misafi r l e r için yapm ışlar. Üçyüz, dörtyüz senedi r bu ışık hiç . sönmedi. K öyde her ışık söne r , bu sönmez. " Ö m e r A ğ anın başındaki sarık o kadar yı rt ıl m ış, yıpran m ışt ı ki ocağın sıcaklığına hücum eden hava, sarığı kuş t üyleri gibi ti t reti yordu. Tekrar bana döndü,ve dağ taş konuşuyor muş gibi .tabiat i n sesi ne benziyen bi r sesle: " H eybe dinli ol mayın torba dinli olun. " dedi. Bil m e m kaçınc ı defa tekrar sordum: Baba bu ne de mek ? -Iki t a rafa bölün m eyin, hepiniz bi r t a rafa toplanın bi r l i k olun. Aniadın m ı ? -Burada Türkten başka m i l let var m ıdı r ? Ömer Ağa rahatsız bir gülümse me i l e yüzünü bi raz daha buruşturdu. -Başka m i lleti ne arıyorsun ? Biz bile burada Türk olduk, dedi , hangi m i l l et yok k i. . . 1 30

Ala


K ürdistandan geti rdi l e r , Kafkasyadan geti rdi l e r. Onlar da köyde ne at koydular ne davar. Çobanların kepeneğine kadar çaldılar. Biz kendi kendi m ize i ken delikanlılar ı m ız başını kaldırıp bir kadının yuzune bakm azlardı. Nemiz varsa se re se rpe geze rdi. H ı rsız­ lık nedi r , ki mse bil mezdi . Bir zaman sonra bakt ık ki ol m ayacak, aram ızda sözleştik, Çerkesleri buradan kaçı rdık. Onlar, D üzceye gidip oturdular diye haber geldi. Şi m di işiti yoruz, oradr.. da mhat dur ınuyorlar­ m ış devleti n başına i ş çıkarm ışlar. -Baba köyünüz burada çok eski m i di r ? -Buraya ne vakit geldi ğimizi ben değ i l , beni m yetişti ğ i m ihtiyarlar bile bil m ezdi. Soyum uz A l t ın dağdan kalkm ış, vaktiyle buraya gel mişler, biz eski Türkle riz. M ütarekede buraya bi r İng i l i z Paşası geldi , yanında bi r karaoğl an vardı, bir E r m eni. Paşa bize dedi- ki: Biz Sultanla barış görüş olduk, biz ne söyler­ sek dinleyeceksini'ı etra ft a oturanları i şaret ede rek­ bu gördükle ri ni n çoğu o gece yine burada idiler. Eli m i uzatarak karaoğl ana dedi m ki: Paşaya söyle, biz eski Türkleriz, inat Türkleriz, yedi kişi kalsak, onun eteği alt ına başı m ızı sokmayız. Bi raz düşündükten sonra: A nkaraya K e m al Paşanın yanına g i rebil i r miyi m ? dedi.

gitsem

-Eve t , dedi m , gi rebili rsi n, herkes g i r i yor.. Mut l ak seni çağ ı r ı r ve dinler. -Ben bi r defa hükumete g'itti m , b i r saat beni kapıda beklett i le r , i ç e ri al madılar. Bu cümleyi biti rince köşede oturan b i r gence dikkat l e bakt ı: Bu bırakmaz ki , diyecekleri mi hep diyeyi m dedi. Rica etti ni . Bab a söyle, hepsi ni söyle. 1 31


- G eçende Kast amonuya Vali Paşa geçti. M uhi t t i n Paşa m ı kal madı.

ol muş buradan bir nedi r. , adı akl ı mda

Ben oturuyordum , o ayakta gezınıyo r , d e gördüğünüz delikan l ı yok mu o beni m Geldi kulağı ma: Baba sen de ayağa kalk Paşa: ayakta duruyor , sen oturuyorsun. işi tt i recek gibi söyledi m :

ş u köşe­ oğlumdur. dedi , bak D i k sesle

-Biz hükumete g ı t t ı m mi onlar oturuyor, biz / ayakta saat l e rc e dineliyoruz. Şi mdi ben oturacağ ı m o dinelsi n bakayı m. O n gün oluyor , buraya K alayc ık Kay m aka m ı geldi. ayaklarını K arşım ıza oturdu, uzatt ı , dedi m ki: -Kaymakam Bey, şöyle ayaklarını sana sefa geldin diyeceği m .

bir

toplarsan

Bize nasihat eden mi ararsın ? B i r ay oluyor. Buradan bir Vali geçti , galiba T rabzona gidi yor muş, karayağız, uzun boylu bir şey. O bizi m yolumuzu beğenmedi. Dedi ki:

beğenmedi ,

ekmeği m izi

-Niçin sokağınızı sulamıyo rsunuz. Bu kara ekmek­ ten kurt u l m ak için bir un değİ r ın eni olsun yapamaz m ısınız ? Y üzüne bak t ı m : - A j>aşam dedi m , b i z içeceği miz suyu bi r saatl i k ye rden get i ri yoruz, sen sokak sulayacak s u arıyorsun. Köyde değ i rm en, fabrika ne geze r. G ök kubbenin alt ında b i r tek İstanbulumuz vardı, siz orada sokakla­ rı suladınız m ı , fabrika yapt ınız m ı ? bi r 1 32

"Gök kubbenin alt ında İht iyar köylünün dilinde tek lst anbulumuz vardı. " cüm lesi , kalbi m izde


yakıc ı bir tesi r yapm ıştı. Vadeilere geçen İstanbulu, gök kubbenin alt ın­ daki bir tek İst anbulu, Anadolunun bu köy gecesi nde hasre t l e düşündüm. Ö m e r Ağa sözüne devam ett i : -Bi r kaç gün evvel buraya Mi ralay Sadık Bey· geldi , bizde bi r gece m i safi r kaldı. Bu tepem izdeki ışı k ona az göründü. A nkaraya bi r adam gönde ri rse ­ n i z size bi r teneke gaz ve reyi m , dedi. K i m bil i r o gazı ne reden alm ıştı. Ben dedi m ki: -N e reden geldiğini bil m edi ğ i m gazın namaz kı lar ı m , ne salavat çeke ri m.

ışığında

ne

Ömer Ağa bahsi tekrar siyaset e naklett i : -OğlUm : dedi sana bi r nasi hat diyeceği m : tutunuz, yoksa:

İşi sıkı

Derinize saman basarlar, Sizi güne karşı asarlar. A m ma sonra bizi korlar m ı , kom azlar. Evve la sı zı öldürürl e r , son ra bizi. K amber Paşa ne rede ? - K amber Paşa kim ? -Enve r Paşa ! -E, niçin Kamber di yorsun ? -K ambe rsiz ol maz...

düğün

ol maz,

Enve r

Paşasız

cenk

Cenk olsun da o ortaya ç ıkmasın bu nasıl şey ? B i liyorum o m e m leketi bı rak t ı kaç t ı. Baştan i şi sıkı tut muştu, sonunu geti re medi. Siz de öyle yapm ayın. ·

Bil i rsi niz, o z.a man sı z hani ne mal kodunuz ne

Ü rfiye i l an e t m i şdiniz, can, candarma elinden 1 33


çekmediği m i z kal m adı. Biz, dağım ızda bi r kurt kunna­ sa onan yavrusuna ac ı rız, ona dokunmayız. Siz bizi m yavrularım ıza bile ac ı m adınız. E l i mizde ne kal dı görüyorsunuz... Bi rdenbi re sesini yükseltt i , bağ ı rarak söyledi; eliyle rengi belli ol m ıyan şalva r ının cebini göst e ri yor, aıyordu ki: -Burada daha bi r ka.; kara onluk var , anbarda daha bi raz tane var , kö} de daha bi r kaç del i kanl ı var. Bun\arın hepsini size ve receğiz. Valiahi ac ı m ayız. Tek düşmanı i çerde komayınız. Göil e ri m yaşardı, Baba sen ne güzel konuşuyorsun dedi m. G ülümseyecekm i ş gibi oldu, tekrar kaşlarını çat t ı: -Yazık oğlum yazık dedi , sen asıl ihtiyarlara yeti ş m edin. D avar öldü, Çanı beni m gibi köpeğin boynuna takt ılar. Ş i mdi köyün sesini ben ve riyorum. Bi r ihtiya r ı m ız kaldı, yüz on yıllık, ama ne duyuyo r , n e görüyor. Ondan art ık bi r şey alamazsın. E rt esi sabah Ömer Ağa kendi eliyle bi r çanak pekmez geti rdi. Uzattığı bi r di l i m ekmekle: Bunu ye, yol a aç çıkma, dedi. A rabalara bindik. Başka bi r za man gibi, dağ ve taş gibi, tabiat gibi konuşan bu iht i yar Türk gözüm ün içine bakt ı: Oğlum unut m a , tohum saçanın derdini ôğren, dedi. A rabaya bindi ğ i m iz esnada kalbi rn ize vatan korkusunu tekrar koymak için hat ı rlatt ı: Sıkı tutunuz.

Derinize saman basarlar, Sizi güne ka�şı asarlar. A rkadan: .-Elde dedi.

134

bir

Anadolu

kaldı, ***

sıkı

tutun,

bu

sondur ,


BIRINCI INöNO HAK i M i YET- i M i LL i YE :

10

KanO n-u-�a n i

1 92 2 1 3 38



XIV Ordumuz u n za b i t l er i ne :

Akhisar cephesi , düş manın ilk t e m asiyle çürük bi r t ülbent gibi y ı rt ı l m ıştı. Bizans orduları beş ası rl ık bi r ayr ı l ıktan son ra uzun b i r yoldan, tekrar avdet ediyorlardı. Evleri yanm ış, halkı h i c ret et m i ş bi r kasabam ızda, Aydının ıssız bi r gecesi nde , kaldı r ı m ları döven Yunan süva r İ l e ri nin ayak sesle ri ni yatağ ı m da doğ ru larak dinledi m . İst anbul surları önünden , g e m i le­ re atlayarak, şişkin yelkenlerle bi r daha dönmiyecek­ miş g i bi uzaklaşanla r , yeni bi r hükumet, yeni bi r o rdu hali nde g e r i gel i yorlardı. Aylarca m ücadeleden sonra Gece su sesleri içinde uyuyan B u rs a , başı n ı n ucuı:Ja d a i ma ay ışığıyle aydınlan mış g i b i d u r an a k nı i ı ı ;ı rc l e r i , he r bi ri b i re r gufran fevva re ­ si .� i h f ı ş k ı r ;ı n \ l e k k c y e ş ili iht i yar se rvil eriyle bin b i r sz \ g i ı ıı i z i n tavaf ye ri olan Bursa , dede çınartarının d:ı l l : ı r ı rı d : ı sah i l se s l e r i e ks i k ol mayan, deniz alt ına rn Lı h -: ı ı :s 1 '' ':!İ l b ra l t ı l a r l a , t ürbeleri nin, mabe t i e ri ni n İ (: i n ck st· r i n r e n k dt:ı l g a Lı r ı uyuyan Bursa , ilk bahar o l d u .� u I J h. i ı u f u k l ;ı rd a n ufuklara t utuşan gelinc i k b u l tıı l . ı ri l l t m: ı l a r ı na şa faklar devri i m i ş gibi görünen H u rs :ı , L d: ı " u k lı t c r nı i ş t i . Bütün Anadolu tutgun bi r m u s i bc t h :"' ' ' � ı i (· i n d c y- d i . Bu, büyük m ücadeleye halk k uvv c t l , · r i y ı · t ı n i yo r d u , b un u anlam ışt ık. Ordumuz ! .Se n m· r e d , i d i n ? G özl e ri m iz seni arıyordu. Cihan r Lı r b i ı , , i , n l ı n i 3 rd ı n d a kaybolduğun ufuktan tekrar g u r un ı ı � t ·ı ı i . .� <jk g ü r ü l t ü l e ri içinde harp sahnesine ren i d e n g i r ı ı ı c n i . lw k l i yorduk. Anadolu\ toprakla rını bi r yan g ı n k ı z ı l r ı s ı a y d ı n l a t ı r k e n , sen uzaklarda, geril erde dur:ı b i l i r r ı ı i rd i n ? Bugün bayra m ını i drak etti ği m iz m u h a re b c ue n · bi r ay evveldi. Cenuba doğru bir seyyahat­ t en g e r i döne r k e n y o l d a seninle karşı karşıya geldik. Fe laket

B u rs a

sukut

b ü y ü k t ü.

e t m i şt i .

1 37


Dal galı b i r ufuktan, harp t �hdidi alt ında duran bir avaya, korkunç b i r süküt · �ibi akıyordun. Sen tekrar ' zuhur e t m i şt i n. En- öndeki zabite sordum : Ökçelerin aşı n m ış, nereden geliyorsun ? Gözle ri cevap ve rdi: -Uzun Kafkas yoll a rından, Sina çöl l e ri nden geliyorum.

Dicle

sahil l e r i nden,

Cevap ve ren gözl e r i ne bakt ı m ; i çieri yaz geceleri gibi sıcak, hisl i , de rin ve karanl ıktı. Bu karanl ıkları nereden aldın, dedi m. Uykusuz gecelerde, nihayetsiz b i r vatanın sonu ol m ıyan sını rla­ rını beklerken gözle ri m e , o gecelerden bu karanl ıklar doldu, dedi. Evi n va r mı di ye so rdu m , bi l m i yorum dedi. Çocuğun var mı dedi m. Gözleri yaşardı mı i yi farkede medi m. B i l m i yorum dedi. Ey Türk O rdusu ' nun ikl i m den ikl i m e , diya rdan diyara koşan , gazadan gazaya geçen zabiti ! Sen eski Roma Lej i yonlarının başı nda, meçhulden meçhule g iden kadi m kah ram anlar g ibisin. H e r gün yeni bir yangını genç, kızı l , coşkun kanlarını boşaltarak söndü­ ren sensi n. İst i klaı c i hadı m ızın bu i l k bayram ını senin tekrar avdet i ni se lam lamak ıçın yapıyoruz. Ana t opraklara sızan cömert , civanın e rt kanın ufku­ muzda b i r n ec at şafağı oldu. Bi ri nci İnönünden beri , o şafak felaket l i alınlar ı m ız karşısında pariayıp duruyor. Bunun için, o büyük günün yıl dönümünde , herkesten. evvel eli m izi sana uzat ıyo r , bize hayat ve ist i klal bahşeden aziz, m üba rek elle rini rni nnet l e sıkarak he rkesten evvel seni tebrik ediyoruz. . . ***

ı 38 .


TARIH YOLLARINDA UZAKLAŞIRKEN Ga z i ' n i n , Kurtu l u ştan sonra Bursa ' ya g i rd i ğ i h at ı r a y ı tebc i 1

i l k gün b u

i ç i n neşred i l en mecmu aada i nt i ş a r etm i şt i r .

Ey i O I :

1 92 2 --

1 338



xv

Mec lisin açı ldığı i l k günü tekrar hat ı rl ıyorum . Ankara durgun bir yayla güneşi içi nde i d i . Solgun ipekle r i ne , yıpran m ış sat ırlada dualar yazıl ı eski sancaklar alt ında, telıl i l l e r , tekb i rl e r geti re re k , Meclis binasına doğ ru bir kalabal ık, geliyordu. . Hac ı Bayram-ı Veliden çıkan bu kalabalık i ht i yar şeyhleri , faki r hac ıları, hocalarİyle diri ve yeni b i r fi krın ist i kbal ine m i gidiyordu, yoksa ölü b i r fi kri göm mek için, m at e m i bi r teşyie mi çıkmışt ı ? A rapea b i r dua, ahi ret ve ölüm düşüncesini , Meclisin açı l m asına tahsis edi len bu merasi me, ruha gizli kal ın ıyacak b i r nisbette karışt ı r m ıştı. Belki bu b i r başlangıçt ı , belki çok eskiden be ri başlamış bir şey, tali hsi z bir son deneyişe rağmen büsbütün bitecekti. \kcliste en ihtiya r ı m ız kürsüye çıktı. Ilk inti habı n ı i . A ram ızda, yeni den ist i l aya uğ rayan mem­ l l: k c t k r l e Anadolunun her köşesinden gelmiş m eb ' uslar va rdı. Mektep sı raları üst ünde oturuyorduk. Yabanc ı ve i yi gören bir göz bize dikkat etseydi , bi rbi r i ne soku l m uş, birbi rine sı �ınm ış adamlar gibi otu rduğu­ muzu fa rkede rdi. Meclis binasının dışında bir nefes emniyet havası al mak müm kün değildi . O rada bo­ ğul m aktan kaçarak bir kaya üze rine u rm an m ış kaza­ zede ler gibi idik.

i da rv

Reis k i m olacakt ı ? Pek azı m ız onu şahsen tanıyarak i m i hap etti. B i r çoğ m uz onu hissen bi l i yordu. Anadolu yollar ında, gece yıldızlara bakanlar gibi , onun i s m i ne bakarak yürüm üşt ük. A zanın adedinden bi r eksi k rey ile Reis imihap edi l di . Hepi m i z gözleri m i zi onun üst üne dikmiş, kürsüye çıkmasını bekledik. Sessizl i k son de r.e ceyi 1 -1 1


bul muştu. Bu sessizlik, iç ine düşen şeyleri i r i leten, büyüten, durgun ve b�rrak bi r su gibi idi. Bu sessizl ı k, kürsüye ç ıkanı, başkalarından ayı ran, büyüiten b i r kuvvet ve manada idi. Yavaş adı m larla, ye re ancak dakunuyor m uş gibi, basa makları bi re r birer çıktı. Bu çıkış onu, dört t a rafı uçuru m larla ayr ı l m ış, baş döndürüc ü bi r noktaya doğ ru götürüyoruu. Bu çıkış onu, et raf ında kurşunların ısl ık çaldığı, ateş ve kası rga uğrağı b i r yere göt ürüp dikecek ı i. Bu ç ı k ış belki harap bi r vatan üst ünde son kahrarranın aradı ğı son şe ref ve namus yol u, ölüm yolu idi. Belki de bu çıkış kat kat şafaklara dalarak, ebedi' bi r hayata doğ ru b i r yüksei i şti. M e m leketi n uzak, yakın bütün yollar ından, onun davet i ne koşup gelenler, karşı m ızda kudretl erini daha büsbüLün ifşa et m e m i ş bu genç adama, bi r sı rra, bi r mua m m aya , güze l bi r üm ide bakar gibi bakıyorlardı. Içindeki düşünceleri söyleme­ yen, dai m a onları arkada ve uzakta tutan iki durgun mavi gözle o da bize baktı. G ök derinli_ğ i gibi bomboş bakan bu i ki göz,gök derinliği gibi hafa(gizl11ik)ile dolu idi. Son büyük muharebenin dumanları, ateşleri içinden o bi r m e m l eket zaferiyle değ i l , fakat muhakkak ki, şahsi bi r zafe rle çıkmıştı. M i l l et kürsüsünün üst ünde, ayakta dururken, o, kendi zafe rinin i çinde görünüyor­ d u. H e r nesi varsa enkaz hal ine geç miş b i r m e m leket­ te, belki o, tari hi n bize bahsett i ği , i çinden nida duyan, ruhuna sır karışm ış, nadi r ada m lardan bi ri idi. Bu daki kadan itibaren önüm üzde yürüyecek olan bu genç adam ,azl ıkla, faki rlikle, mazlumluk ve m ağlubi ­ yet l e itti fak e t m i ş u . Bu dakikadan itiba ren, her ta raftan gelen tehdi tlerin, tehlikelerin çevresi nde kaynayıp çalkandığı bu kürsü üst ünde , onun ruhu, boralara karşı kanat larını beyaz şi m şekl e r gibi açan bir deniz kuşu, bi r fırt ına kuşu gibi duracakt ı. 1-1 2


İnce par m aklari yle, o gün ıçın hazı rladığı nut kun sahifelerini aç ınağa başladı. Aske rden zi yade b i r kadını ve b i r san ' - at karı düşündüren b u ince par m akla­ rın çevi rdiği sah i l e l e r b i rb i ri ni takip ett i . Zihni m , nutku kadar elleri yle d e meşguldü. B u eller, vücuda geti receği tesi d e duman ve ateş i çinde , büt ün b i r m e m l eket i n son feryadını uyandırarak soğuyup donabi ­ l i rdi. B u ince ve san ' atkar eller, büt ün bir m i l letin ruhunu umumi bir uğultu içinde vec d-ü şükranla t i t re t e rek çoşturabili rdi. İşte 23 N i san l 3 3 6 ( 1920)senesi Anadoluda ç ıplak bi r yayla ortasında, harap bir kasabanın duva rları İ ' i r; c ' , yiz. Onun cidal ve ist i kbal düşüncele rini i l k defa dinliyoruz. Tarihim izin o m üst esna gününde, karanl ık­ ları bi rden b i re pari atan bir yı l dı r ı m ın sa rı ışığı sanki onun yüzünü aydınlat m ışt ı. Yassı hir kalpak alt ında uzun ve sa rışın b i r yüz, o gün t arihin hat ı rası na m üebbeden aksedip kaldı. . .

A radan aylar ve seneler geçti. An ' ane , Saray, din, at üst ünde ihtilaller, Ankarayı uzak yakın, ateş çenberle riyle kuşatıp du�uyordu.Yabancı orduların ateş ve kan dalgaları deni zierin meddü cezri gibi , kaç defa orta yayiaya kadar sokulup geri ledi. K ı rılan devri len, değişen şeyler ort asında, o, değişmeyen bir şeydi. Söyledikleri ni tekrar tekrar söylüyordu. Ot gözü açık rüya gören bir adam dı. B i r g ün onu Bursa Belediye dai resinde tebri kleri kabul ederken gördüm. Büyük salon b i r deniz havası içinde i di. Penc e re l e rde bir f ı rt ına sesi uğuldayıp duruyordu, kendi m i zi bir gemi i ç i nde salianıyor hi!.. !" e t t i k. D ı $arıda çı rpınan, çalkanan . uğuldayan geniş bi r gGı �� !t :·, • . . l va m ediyor, kabul salonunun sessizli ğ i içint; 17-::' l ip uuk ül üyordu. Bu dışardaki uğultu, rüzgarla­ rın değ i l , Jcni .d u i n değ i l , heyecanla çarpan binlerce 1 43


kalbin, he r yaşta sayısız i nsan göğsünün sesi idi. Geçtiği yol lan..l a , incecik ellerine , kah ı r gör m üş köylülerin nas ı r l ı ell e ri sa_r ı ldı; ninderin dua i l e t i t re­ yen dudakları dokundu. Onun en güze l , en ilahi ese ri yapan e l l e ri ne , öksüz çocukların göz yaşları döküldü. O ş i m d i , ismi her m i lletin dilinde anılan, daha yaşarken t arih ol muş, hayatin ufuklarında ve kat kat şafaklar i çinde yüzen efsanevi bir kah ramandı. O, şimdi bir sahnenin önünde vatanının he r bucağından gelen nihayetsi z m i nnet ve şükran uğultusunu işit i yor­ du. Ben onu, Bursanın unutul m ıyacak bir gününde sayıs ı z düşmanl<ı rı ve aman ve r m ez bi r t alihi yendikten son r;ı ,. va tanını kurt a r m ış, m i l letin kendine şükranla uza t t ı g ı e l i tJ.ı·(ınuş arkasından coşkun denizler gibi gelen bi r halk uğult usu içinde , tarih yollarında uzak­ taşı rken g ördüm. ***

1 44


NECIB ASlM BEY Maar i f Vekil i et i nce ver i l en "Faz i l et MUklifatı "

Münasebet i y ı e



X VI

Fazıl ve muht e re m M üde r ri si miz; Maari f Vekal e t i nin, yüksek, orta ve ilk tedrisata mensup müde nisler ve mualli m le r arasında, fazi l et m ükafat ına en fazla layık olanları intihap et rnek üze re ahikadar makam lara müracaat ederek tetkikat ta bulunduğu malum-u alinizdi r. Bu maksatla, tesis edi l m iş olan vakfın icabat ını ye ri ne get i r rnek iç i n soruian suall e r ve m e m l eketi n her taraf ından gelen cevaplar usulü dai resi nde et rafiyle tetkik olundu. Vekalet şube reisi e ri ve te ' li f ve t e rc e m e azası beni m l e be rabe r içti ma ederek son kara rı ve rdi. Bu kara rı si ze tebliğ ederken çok de rin bir inşi rah ve i ft ihar duyduğumu ehe m m iyet l e kaydet m ek ist e r i m . K ı rk dört seneden, yani yar ı m ası rl ık b i r za mandan be ri tali m v €' t e rbiye, :nesl eğinde i fa huyurduğunuz m iis­ tesna hizı ı ı L· t l c r kalbi e rde öyle de r i n bi r minnet hatı rası b ı rak m ış ki, yüksek şahsi yer i niz fazilet ın ük afat ına tam bir i t t i fak ile i nt i hap edi l m işti r. 8 Eylul 1 29 7 tari hinde Koca Mustafa Paşa Aske ri Rüşdi ­ yesi ne mualli m tayin edi ldiğiniz günden, Darülf ünu­ num uzun en büyük i l m i paye olan Müde nisl i ğine yükseldiğiniz güne ve o günden şi mdiye kada r kıyınet­ dar şahsınıza olduğu kadar te rbiye ve ta ' l i m mesl eğine de şeref ve ren hayat ınız m ual l i m liğin bütün m ensup­ Ianna örnek ol mak üze re g-öst e r i l ecek vasıfl arın kaHesine malikti r, Vekal e� , muhterem m üder eisi m ize bi r kaç m ühi m sebeple m i nnetdarl ığını i fade e t m eyi aziz ve m übarek bi r borç bi l mişt i r. Ta ' l i m ve te rbiye mesl eğinde kı rk dört sene deva m , öyle bi r m azı teşkil eder ki , yalnız bu nokta m e m l eketin maari f m ensuplarını ve muhipleri ni asi l ismınıze muhabbet ve şükranla bağlamağa kafi dir. K ı rk d ö'rt senelik kıde m i niz, aynı za manda kı rk dört senelik bir m üca­ hede hayat ıdır. İlk tedrisata başladığınız günle, 1 47


m e m l eket i n şi m di idrak ettiği günler arasında birbi­ ri nden tamam iyle başka iki ayr ı alem kadar fa rk va rdı r. Bugünki Türkiyenin doğ masında yeni nesi l lerin ilham aldığı menbalar arandığı vakit m ektep kürsüle­ ri nde m i l l et ve m i l liyet fik rini ilk telkin eden bir m übeşş i r vaziyeti nde m uht e re m müderrisi görm ek bir zaruret t i r. Siz m e m l eket i n uğradığı büt ün felake t l e r , geçirdiği büt ün siyasi buh ranlar ortasında yeni devi r­ leri n resulü olan ada m l ara mahsus b i r sebat ve t e m e rküzle dai m a aynı ulvi gayeyi gütt ünüz. U mumi bir i nhidam ve izmihlale doğru giden Osma"!ı l m para ­ torl uğu içinden en şa ' şaalı bir ist ikbale namzet h ür ve mes ' ut bi r Türk vatanının çıkabil m esi m i ll iyet m übeşş i r l e rinin ruhlarda m anevi bir saha hazı rlamış olmalarıyle izah olunur. Harbiye M ektebi ' nde D arülfünum uza kadar m i l l i yet aşkiyle m ücehhez olarak yeti şti rdiğiniz binle rc e aske r ve . sivi l evlatlarınız, sizden aldıkları büyük ve kudsi ilham ı m e mleket i n her köşesinde neşre t t i l er. Uzun tedris v e t e rbiye hayat ınız evvela m üşkülat l a dolu ve sonrası zafe re ermiş çetin bir m ücadele ve m ücahede hayat ıdır. M e ml eket m aari fi b u ikinci sebeple de m uhterem M üde rrisi m i ze minnettardı r. Yalnız mektep kürsüleri n ­ d e tedris ve telkin i l e ikt i fa et m i ş olsaydınız bu, m e m l eketi hat ı ram za merbut kıl maya kifayet ederdi. Bugün arzın üze ri nde yepyeni bir va rl ıkla mevkii­ ni tut m uş olan Türk m i l l etine ve onun genç nesi l l e ri ne siz yalnız hocal ığın m ü rşit ve m ün ' ı m telkinatİyle iktifa e t mediniz, Türk Derneği Türk Vurdu, Türk­ oca ğ ı ·gibi m i l l et ve m i l liyet fikri üze rine m üesses m ec mualarım ızda ve cemiyetl eri m izde bunların ilk teessüsü gününden itibaren m ühi m hizmetl e rde bulun­ dunuz, ve m e m l eket kütüphanesine i l k defa ol m ak üzere ( Türk Tarihi) gibi t e li fat ınızla ç ok kıymetl i yard ı mlar t e m i n ett i niz. K ıdem i niz m ücahede hayat ınız 1 48


ve çok şam i l tedrisaı: ve neşri yat ınız �:ize m e m l E-ket m üde nis ve mualli m leri arasında hususi bi r mevki ve r m i şt i r. Bu mevki yal nız Garp Türkleri arasında değildir. Siyasi hudutl a r ı m ızın h n ricinrle yaşayan bütün Türk kavi m leri isminizi öğ renmiş , ese rlerinizi okumuş, ve size kalbinde pek nadi r ki mselere nasip olan m üst esna bir mevki ve r m i şt i r. Maari f Vekaleti büt ün Türk dünyasına şami l olan bu hizmet l e ri nizi ay rıca kayde t m eyi vazifE' addeder. mem leketin m üde rrisi miz, bugün Muht e re m m anevi ufuklarında dal galanan ve bütün Türkleri kendi göl gesi nde bi r fikir ve kalb i t t i hadına: d :i vP t eden yüksek ve kurtarıcı Türklük mefkuresi nin lıayra ­ ğını yükse l t en ve isi m l e ri gönüll e ri m izde oldugu kadar tari h i m izde de mazbl!t olan iki , üç m i l l iyet mübeşş i rl e rinden bi ri si zsi niz. Mektep sahasında ise ilk m i l li yet m übeşşi risi niz. Maari f Vekaleti muvaffaki­ yen e n muvaffakiyete geçen ve nihayet kendi mefku­ resi nin tahakkuk etti ğini gören, mes ' ut , fazıl ve büyük m üder risi m ize, fazilet m ükafat ını tahsis e t m iş­ t i r. Ve bu m ükafa t ın m e m leket maari fi narn ma duyulan bi r minn e tdarl ığı ifade et m ekten başka bir iddiası yoktur. Bu kara rı bir taraft an zat -ı a l i nize tebiiğ ediyor , diğer taraftan mesl eklerin en asi li : olan m ual l i m lik yoluna gi r m iş genç m ürebbi ve mual l i m l e ri m ize yüks�k · şahsiyet i nizin teşkil ettıgı asil misali işaret ederek, siz de ona benzeyiniz , diyoru m !. . . ·

EylUl

-

1925

Maarif Vekili Hamdullah Subhi

1 49



AŞK VE ONUN ESERI IKDAM GAZETES I : 1928



X VII

Ankara da ı f i m a ye- i Etfal ' in yapt ı rdığı binala r ın önünden sık sık geçeri m. Bu binalar, son senel erde doğan ve s;ir ' at l e büyüyen bi r şefkat hareketini n m e m lekete kazandı rdığı aziz m üesseselerdi r. B i l m iyoru m , ye r yüzünde, Türk vatanı kadar öksüz,ki msesiz, avare çocukları çok olan bir m e m leket var m ı dı r ? Uzun m ücadel e seneleri , faki rlik ve teşkil atsızl ık, yüzbinlerce Türk çocuğunu kuru bi r toprak üze rinde yaman bi r tafihe t e rket m işti. H albuki Türk m azisi o devi rl e rin idrakine göre şefkatin, m e rhametin, yüzler­ ce abidesini vücude geti r mişti r. Eski i m aret l e r , eski marİstanlar, çeşm e l e r , sebi ! l e r , hay ı r ve hasenat ın sayısız şeki lleri , ce.dlerin şefkat , m e rhamet m esaisini takdi r ettikleri ne ne güzel del i l l e rdir. Ticaret yol l a r ı değişti kten, büyük san ' atlar milli san ' at l a r ı m ızı öldürdükten · sonra, Türk--- vatanının m aruz olduğu u m u m i faki rlik m a ğlubiye t l e biten m uharebe l er , ida"resiz m uhaceretler · topraklar ı m ızı bilq�ssa bir çocuk makteli haline koydu. Bugün en ufak bir hataya düş medi ğ ı mize kani olarak diyebili riz ki, Türk kadını Rus kadını, İskoçya kadını gibi, son derece ve lfıt olım bi r kadındı r. Bizde i mar ve iskanın temeli her şeyden evvel doğan çocuğu kurt a r m ak t ı r. Vaktiyle SeyY-id A l i , o za manki büyük Türk ale m i nin Hindistanı , K azanr, . K u ı m ı , Türkiyeyi kucakla­ yan muazzam m esafeleri içinde, Basradan H indistana, Hindist andan A fg anistana , oradan me rkezi' Asyaya ve oradan da i ç yolları takip ederek K aradeniz sahil l e ri ne kadar geçerken, büt ün yoll a rda Türkçe konuşulduğunu göre rek hayret içinde kal ıyor.d u. D aha dün A nkaranın Etnog rafi m üessesesinde kendisiyle m üşerref olduğum

153


büyük İngiliz a rkeol oj i ali mi "Sör Vilyam Mişel Ramzey" , bundan elli sene evvel İzm i r ' den Çine kadar Türkçe konuşarak gitmek mümkündü dedi. Türkler çok azaldı m ı ? diye sordum "Yüzyıllar · boyu süren Türk ve Rus mücadelesi , Türk kavminin saflarında pek büyük rahneler açmışt ı r, cevabını verdi. On, onbir sene evvel Beriinde Fölkerkunde, yani Etnoğrafi müzesinde Profesör Fon Lökok: "Ben Bosna Hersekten t <l <r:inin payithatı olan Pekine kadar yalnız Tü'rkçe i konuşarak gitti m. " demişti. Halbuki çok azaldık. Ası rlardan beri süren muharebeler, kara ve korkunç bi r faki rlik, çocuk yetişti rme i lmine karşı umumi gafleti miz ve herşey­ den sonra çocuk bakı m ı için fazıl milletieri n vücude geti rdiği esi rgeme ve yetişti rme teşkilatından mahrum ol mamız bize ne acı ziyanlara mal olmuştur. Bunun için :HiıriŞ.ye.;..i Etfaf önünden. geçerken, bu aziz ve m übarek müesseseyi · kalbi min içinde takdis eder, ve onun bütün memleketi kucaklamağa başlayan teşkilatı m üte madi büyümeli , kuvvetlenıneli diye düşünürüm. ·

Akdeniz güneşinin altında, Alaiye sahillerini ziyaret ettiğim bi r gün, Selçuk devi rleri nden kalan iki kal ' anın ·· burçları arasında dolaşıyordum. Sıcak ve kurak günler kal ' anın iç topraklaqnda yeti şen otları saman haline koymuş ve yerlere yatı r m ışt ı. Orada pynayan çocukları yanıma çağırdım ve hep beraber yere oturduk. Birer birer isi mlerini öğ rendi m. Hangi mektep­ lere gidip okuduklarını sordum. Nihayet sualleri m anne leri-, babaları olup olm.adığını öğ renmek sırasına gelince ; beni mle konuian yi_r mibi r çocukdan on yedisi anasız ve babasız olduğunu söylediler. Geri kalanların da yalnız anneleri , ya yalnız babaları vardı. Bu misli olmayan bir: faci�dır. Akdenizin,ikindi güneşiyle l{a � aşmış _ büyük ı:n'a.vi meydanı na doğru _ 1 54


başı m ı çevi rerek ağladı m.

gözleri mi

çocul,d ara

göstermeden

Himaye-i Etfal m-utlak ve mutlak Türk mille. tinin umumi müza.heretinden müstefit ol malıdır. Boş olan Anadolıinun istikbali için milletce alacağ ı m ız ilk tedbir , doğan ,çocuğu kurtarmak , yetişti rmekti r. A merikanın bu nevi faaliyetler için ayrıca te rbiye müesseseleri vardır. Orada içti maiyat doktorlarını yetişti riyorlar. Taliin, ne güzel bir: lutfudur ki bizde bu nevi aziz adamları yeti şti recek ayrı müesseseler ol madığı halde, hilkat aramızda bazı ki mseleri , sırf hassas ve müşfik ruhları, ihatalı düşünceleri ve derin, büyük vatanperverlikleri neticesi olarak içti mai mücahede yoluna sevketm işti r. Işte aziz arkadaşı m K ı rklareli Meb�u Fuad Bey bu nadi r adamlarımızdan biridi r.

Doktor

Bundan yi rmi sene evvel K ı rklarelinde Mirliva ŞB k i r Paşa, ' Mehmed ve ;'Ah med Efendiler kendi kasabalarının çocuklarını korumak ıçın ufak bir teŞkilat vücude geti rmişlerdi. Bu teşkilat Balkan muharebesine kadar devam etti. D oktor Fuad Bey daha o zaman ki msesiz çocukların bir dostu olarak bu hi maye hareketine işti rak et mişti. Üçyüz otuz üç.te H i m aye-� Eftal �"in lstanbuf da teşekkül etti ğini öğ renm i.şti k. O vakit Istanbul merkez ol mak üzere çal ışıyor. K ı rklareli teşkilat ı ise bir şube vaziyetine giriyordu. ·

·

Nihayet 3 3 7 de H i m a ye-i Etfal , belli başlı bir cemiyet h a l i nde meydana çıio.tı. Onun U m u m i � atibi ise 20 seneden beri nerede bulunursa orada ki msesiz çocukların lehine çalışmaktan bi r an uzak .,.. ka l m a m ış olan D oktor Fuad Beydi. Sekiz seneden beri ' H i m a ye-� Etfal bütün memlekete şa m i l bir mü"essese h a l inde ·, .ki msesiz çocuklarımız için uğraşıp duruyor. Fua� _ ı ss ·


Bey, bazan . A rne ri kaya kadar gideryk vatan muhab­ betini kaybet m e m i ş olan Türkler arasında avare çocukları m ızı kurta r m ak için nutuklar söylüyor ve elinde yüzbinle rce l i ralık muavenetl e m e m l eketi ne dönüyor. Dört yüzü m ütecaviz şube i l e he r sene yüz bine yakın öksüz çocuğa, muhte l i f şek i l l e rde yard ı m t e m in eden bu teşkilat, ne güzel bi r cihazdı r. Aşk, ve onun değişmez arkadaşları olan · sab ı r , feragat v e i rade, eski A nkaranın harabeleri içinde faki r annelerle çocuklara meccani banyo dai relerj , süt dağıt m a m ahall eri , m uayenehaneleiJ laboratuvarlar1 m üze l e r vücude get i r m işti r , ve nihayet m üessesenin i nkişafı için vari dat m enbaı olacak akarlar bina et miştir. Bu Cemiyetin bihakkın senelerce başında çalışan D oktor Fuad Bey, şüphesiz ki Türk vatanının takdi r i ne hak kazanm ışt ı r. Bundan alt ı sene evvel, Türkl e r c e m i yet halinde nerelerde çalışı rlar diyen bi r A m e ri kal ı gazeteciye: - Umumı şefkati miz H i lal-i ahmeri , çocuklar hakkın­ daki şefkat i miz H i m aye..., i Etfali , mem l eket m üdafaası Tayyare Cem i ye t i ' ni tesis e t m iştir. G ençliğin bedeni inkişafı , Idrnan i t t i fakları ve i l i m ve hars mesaısı tarafından de ruhte edi l m işti r. " de: Tü rkocak\a � ı dedi m. H i m aye-i Etfalin kurtardığı ve yet i şti rdi ği çocuk­ lar bu mesaiye mi lletce istihkak ettiği büyük ehe m­ m iyeti at fet t i ğ i miz gün bize ne kazanacağım ızı göst e r rn eğe k�fidi r. · : H i m a ye-i . · Etfal m üessesel e rine ancak rahat rahat ötebil mek için te rkedilen çocukların, müre ffeh Türk ail elerine örnek olabi lecek, ufak , gürb üz pehli­ vanlar haline geçtiğini kendi gözleri m l e seyretti m. Bu aziz ve mübarek m üessese bin bir iht i yaç ' ortasında çocuk te rbiyesine aid m üke m m e l kitaplar 1 56


beşredi yar , muntaza m b i r mec mua çıkarıyo r , bi r tak ı m binalar yapıyor ve vesaitin m üsaadesi nisbetin­ de çocukları açlıktan, hastalıktan ve ölümden kur­ tarmak için çalışıyor. Bu asil örnek, umduğumuz üze re Türk vatanının en büyük meselesi olan çocuk­ ları koru ma ve yet i şti r m e meselesi etrafında kafi bi r inti bah t e m i n ederse , hiç şüphe yok ki ist i kbal ve isti klal endişeleri mizin en m ühi m l e ri nden biri tabii bi r hal ve tesviye yoluna g i r m işti r , diyebil i riz. ***

1 57



ESKI ANADOLU VE SOR VILY AM MIŞEL RAMZEY TURK �URDU : TEŞR i N i EV VEL 1 928



X VIII

Etncıl oi i M ÜZesi ' nin ufak bir odasında eski A nadolu tet k i k le r i y le iinl ü_ olan Sör Vilyam Ramzey ile karşı ka rşı ya oturduk. Yan ı m ızda Alişar kazı l a r ı n ı yapan Fon Der Ost en , Sör Marten, m üzeni n mütehassısı Profesör Mesaroş ve m üzenin müdürü H a m i d Zübeyir Beyler vardı. İç Asya topraklarından, başlayarak , İstanbul t rı 0 l c j i F nihayet ve da Vurdun Darül fünlın ' unda Türk M üzesi ' ni n başı n'da uzun senelerden beri Türk l ük tetkikat ına öm rünü hasre t m i ş olan aziz arkadaşı m Profesör Mesaroş Beyin b i r saatten be ri m isafi riyi m . il min, muhabbet ve sadakat l e b i r l eşen uyanık, g üzel dikkat i , , kısa bir zaman zarfında Ankaram ızda, bizi m için kıymeti m üstesna olan yeni bi r müze vücude geti riyor. K albirn gördüğüm nadide eşyanın tesi ri alt ında, konuşmaya· başlamadan evvel iht i ya r ali m i dikkatl e seyrett i m. Sör Vilyam Ramzey k ı rk sekiz seneden beri A nadolu topraklarını karışt ı r ıyor. ·

K ı rk sekiz sene bıkmadan , bir çok İst i rahat vasıtalarından mahrum olan b i r yerde ömrünü öl m üş m edeniyetlerin tetki kine hasredebil m ek için insanı n n e kavi ve n e a .� ·· , bi r ruhu ol mak laz ı m gelir. Vatan toprakları içinde ası rlard ı r uyuyan hazine­ leri meydana çıka r m ak i l min karanl ık kal m ış bazı köşelerini aydınlat m ak ve bilhassa b·ıgünkü va rl ığı­ m ızla en sıkı alakası olan bir takı m tarih, medeniyet ve m enşe mes ' el elerini hal letmek için kendi ali m le­ ri m izin bu yola ne vakit g i r e bileceklerini bir an düşündüm. A caba Darül fünun ' umuzun d rkeol ci ! şubeleri istihkak et t i ği alaka ve muhabbet i gençleri miz 1 61


nezdinde ne vakit bul m aya başlayacakt ı r ? Sör Vilyam Ramzey 1 88 0 'de ilk defa A nadol u ' ya ayak basıyor. Kendisi nin ulvi ve m üheyyiç bir cümle­ sini size tekrar ediyorum : " K aranlıkların i çinde bir çocuk gibi et raf ı ın ı yoklaya yoklaya dolaşıyorum. Zaman zam an peyda olan bir ışığın alt ında biraz görür gibi , farkeder gibi oluyorum , tekrar karanl ık­ lara dal ıyorum ve aramakta devam ediyorum. Zaman zam an peyda olan o hafi f ışı ğın bana göste rdiği hakikat odur ki , eski Anadoluda evvel a Romalılar, Romalılardan evvel G reko Iyonyenl e r ve onlardan evvel ;H ititler ve H i t i t le rden daha evvel ise kadi m Türkçeyi konuşan cedleriniz Türkler vardı. A nadoluda Boğa dağlarının intişar sahası gibi bazı m ühi m ın ıntakalarma Hitit l e r gi r m em i şl e rdi r. Fakat oralarda da eski Türklerin izlerine tesadüf olunur. " Sör Vilya m Ramzey bu sözleri söylerken dört.se­ ne evel (Türk Yurdu})ıda neşeett iğimiz bir mektubu akl ı m a gel di. Yalvaç havalİsi nde yaptığı kazı l a r ı ve bunun neticelerini hikaye eden mektubunda Vilya m Ramzey o havalide en eski halk tabakasının Türkler olduğunu i fade ediyordu. M üze M üdürü ' nün zari f Türk işl e m el e ri Türk minyat ürleri ve eski Türk kili mieri ve eşyasİyle süsl ediği misafi r odasında bu m übarek ve ihtiya r ali m i n doğrudan doğruya i l m e ve dol a yısi yl e · Tü rk m i l letine ifa ett i ği e msalsiz hizmeti m i nnetdarl ıkla düşündü m. Anadolu üze ri nde tarihi haklar iddia edenlere karşı Vilyam Ramzeyin e l i mize ve rdiği m üdafaa si l ah ı 1 tara f ı m ızdan ödenmesi muhal olan bir kıyınet ve ehın miyettedi r. 1 62


Zaman zaman beli ren aydınlıklarda ali min ne gördüğünü bize i fadesinden sonra Alişar ka z ı l a r ı n ı · yapan genç Al man ali mi Fon Der Osten ' i n yüzüne bakarak onun ne düşündüğünü anlamak istedi m. Fon der ·osten, Alişar ; · ka zı l a r ı iı da tabaka tabaka eski medeniyetlere doğru �nmektedi r. O yeni Türk devi r­ lerinden başlayarak Romahiara ve . Hititlere kadar indi. Gelecek sene yazın bir tabaka daha inerek Sör Vilyam Ramzeyin bize bahsettiği daha kadi m d�vi r ile temasa gelecekti r. Gençliğinin en canlı senelerini ili m aşkına tahsis etmiş olan Fon Der Osten, gözlerimin sualini derhal anlayarak: "Bu sualinize' ancak gelecek sene cevap verebiliri m. " dedi. Ben Sör Vilyam Ramzeye sordum: -Eski Anadoluda bilhassa iç kısımlarda Yunanlılar m ühi m bir kütle teşkil ede r mi ? - Hayır, dedi: .Filva k i Konya, Greko Iyonyen tarafından. tesis olunmuştur. Fakat Greko Iyonyeniere pek az tesadüf ancak sahillerdedir.

bir kahraman iç Anadoluda olunur. Onlar

Tekrar sordum: .- Anadoluda Rum luk bir

ı rk m ıdıt, bir din midi r ?

Sarahat ve kat ' iyetle cevap ve.rdi: -Anadolu Rumiuğu din üzerine müesses bir milH ­ yettir. Doğrudan doğruya bir millet değildi r. Grekl� vahdeti ancak Ortodoks K ilisesi say�sinde . tesis etti ler. Anadoluda millet ve milliyet m anasma Rum­ luk yoktur. Ben

kendilerine

eski

Bizans

m üve rrihlerinden 163


bahsederek Bizans İ m pıaratorlarının daveti yle, Selçuki­ l e rden evvel Anadoluya Türk leri n nasıl gelip yer l eşti ­ gını anlat t ı m. H att a Keçiörende i l k zamanlarda oturduğum evin "Boz yürük " nam ını t aşıyan b i r ortodoks ai l eye a i d ol duğunu söyledi m. Uzun senelerden be ri arkadaşlar ı m ve ben Anadolu Rumiuğunun asl en Türk olan, fakat A nadolu­ ya islami yetten evvel geldi kleri için ortodoksiuğu kabul eden en eski Türk ai lelerinden m üteşekkil olduğunu iddia ett iği m i z için Sör Vil ya m Ramzey ' in görüşü beni bir taraftan me mnun ett i , bi r taraftan da yüzbinlerce Türkü eski dirii gafleti m izle başkala­ rının telkini ne te rket m i ş olduğumuzu düşünerek çok m üteessi r oldum. Jürkleri n A nadoluda kıde m i hakkında ben Bizans m enbalarından bahset t i kten sonra Sör Vilyam Ramzey beni te ' yi t e tt i ve dedi ki: ai.d ( Hizekyos) ism inde bir G rek, A nadoluy_a olup t a a ş l ı G rek olm ıyan has isi m terin b i r IU.gat ını vücude get i r mişti r. Bir lugatta eski A nadoluda (ova) kel i m esine tesadüf olunduğu ve bunun G-r ek olmadığı zikrolunuyor. Aynı L eksikonda (Bayındır) keli m esi görünüyor. Bili rsi niz, küçük Menderes eSki (Kayster) nehri ve Beyşehi r gölü civarında Bayınd ı r kasaba v e köyleri mevcuttur. Bu ·keli me d e Türkçedi r. ·

Bahsi miz bi raz uzadığı için, Sör V ilyam Ramze­ yin , alt kat t a Y alvaçtan get i ri l miş m e r m e r kitabe parçalarını bi rbirine raptet m ekle meşgul olan kızına yard ı m e t m ek arzu edeceğini düşünerek muhterem ali me süal leri m i n kendisini yormuş olmasından endişe ettiği m i söyledi m.

·

K ısaca: "A lakadar adamla konuşm ak zevkti r , yormaz.. , dedi , ve bi r an düşündükten sonra, kendi kendine zihninde devam eden bi r düşünce 1 64


si lsi lesini takip ede rek: " Bundan elli İzmi r ' den Çine kadar yalnız Türkçe git mek müm kündü.. , dedi.

sene evvel söyleyerek

-Şi m di Türkler azaldı m ı ? dedi m. -Tü rk ve Rus m ücadelesi Türkleri çok kı rdı. dedi. Ben de kendisi ne: Ü,ç defa Türkist an- ı Çini sefe rl e ri ni yapmış olan, Fölkerkunde m üzeu m ali m l e ­ rinden m üsteşrik P rofesor Fon Lökok ' un bir cüm l esi ­ ni tekrar ett i m: -Ben Bosna H e rsekten Çinin payİtaht ı kadar yalnız Türkçe söyleye rek gitti m.

Pekine

***

1 65



FlRTlNA KUŞU

i K DAM GAZETES i :

1 92 8



XIX

ıssız ve sessiz Türkiye , dünyaya kendi di liyle bi r şey söylem ezdi. Onun hakkında m i l l e t l e rden m i l letle re m asallar konuşur, hurafe tebli ğ l e ri ni yapar, cehi l , gayzü kin m üte madi korkunç. habe rlerini yayardı. A nadolu yaytasının üst ünde, çorak, yanık ve harap bi r vatan parçasında, o kendine b i r kürsü kurdu.. Türk m i l l et i , i l k defa, onun sesiyle kendine, m i ll e t l e re , dünyaya ve t arihe hitap ett i . K it abı elleri m i n alt ında duruyor. Y avaş yavaş sahi felerini çevı rıyoru m. G ör m üştü m , ışıt m ıştı m , tekrar okuyorum. Bu kitap, gözleri m i z için ne garip t e m aşalarl a doludur. Bir sahi feye bakıyorum , karanlığın, fırt ınanın üst ünde bi r sabah aydınl ığı doğuyor. G özleri nde gökleri n m avisi , gözlerinde iki dam l a g üneş, omuzla­ rına esrarın ört üsünü at m ış, taşan dalgaya, köpüren , kabaran denize bakarak, yum ruğunu göst e ri yor. D eniz yüksel m iş, o , bi r anda üst ündedi r. M e m leketi yutan felakete bakarak rüyalarını söylüyor. �

Başka bi r sahi f e koskoca bi r mezarl ığa benziyor. K alabal ık halinde üst üne hücüm e t m işler. Dokunmuş ve devi r m i ş. D ışarıdan gelen ve i ç_eriden- gelen c i ns cins düşm anların, yerde uzanan ölül e r i ne arkasını çevi r m i ş yürüyor. Hiç bi r şey yap m a m ış, hiç bo­ ğuş m a m ış gibi sakindi r. Bir sahifeye bakıyorum . Harabe yığınları alt ında kal m ış. Yarabbi m orada asırlardan kal m a kaç m ües­ sesenin enkazı var. Son sahi fe , açık bir pence re g i bi duruyor. Uzun uzadıya aylarca, senelerce, gökle ri ve ye r! "' r i


sarsarak gürl emiş, yıldı r ı m lar ını boşalt m ış bi r f ı rt ı­ nanın m e m leket ufuklarından nas ı l uzaktaşt ığını orada seyredi yoruz. Bunu Türk Gençliğine i şçı.ret ediyor. " U nut m a !. diyor. Onu, ilk defa M ec lisi n önünde ve kürsüde görüyorum. Eski Anadolu, onun ,davet i nf1 he r şekilde , her kıyafet t e bi r tak ı m adamlar gönde r m i şti . Bektaşi şeyhleri. K onya çelebil e ri , medrese uleması, ayakla­ r ında H i t i t çarıkları , N iniva duvarlarından inmiş, Asüri şeklinde Şarklı ağalar , i ç Anadolunun dört bin senel i k ke rpi ç evı , koynunda ne varsa orada teşhi r ediyordu. Mektebin yetişti rdi ği kimseler, dağın, k ı r ın, an ' ane ve masalın yet i şti rdi ği ki mseleri e be raber içiti m a halindeyiz. K ü rs üye çıktı ve davasını te Ş rih etti. Bugünki Türkiye iyi söylenmiş bi r söz üze rine m üessest i r. F ı rt ına kuşu, elinde , kendinden başka bi r kuvvet ol m aksızın karşı m ıza çıktığı vakit ona ki m inanı rdı, eğer sesinde dünyanın bugüne kadar işit t i ğ i e n büyük i man ol m asaydı, keli meler ağzından çıkt ık­ ça, arkada bi r şey kurulduğunu anl ı yo rduk. K onuşuyor ve b i r şey bina ediyordu. H er kel i m e kayaların içine oyu l m uş çukurlara t e m e l taşlar ı gibi iniyordu. K u m ral adam , kısık mavi gözleri arasından ara sıra dinliyenlere bakıyor. A ra m ızda · idi , sesi derinden, uzaktan geliyordu. Karık sesi nde , eski bi r milletin en i ç , en hari m kuvve t leri galeyan halinde i di . Dinl e m i yo rduk, görü­ yorduk; konuşmuyordu, yapıyordu. M ücadele kuşu, kayanın üst ünde engin kanat lar ını açm ış, iki gök parçası gibi bakan gözlerini süzmüş, haykırıyor. Bu se::;in , ruha derhal çarpan m averaf bi r perdesi va rdı.

1 70


Söz adamı, fiil adam ının yollarını açtı. M e m l e­ keti kurtarm adan evveJ kalbleri" yeisten kurta r m ak l azı m dı. F ı rt ına kuşu en evvel · kalöleri t eshi r etti. M e m l eket hal asının başında bir hat i p vardı r, onun askeri , teşkilat c ı , ısl ahatc ı , bütün diğer kuvvet ­ l e ri hatibin, ikna ettiği ruhlar üze ri nde çal ı ş m ak i mkanını buldular. Aynı kürsüye ondan başka kaç asker bire r dev gibi çıkt ı, fakat o rada kırıldılar, ufalandılar, o yüksek noktadan gerı döndükleri vakit birer c üce · halinde idi l e r. F ı rt ına kuşunun , ayakları karanlıklara dal m ış, başı yaklaşan b i r sabah aydınl ığı içinde , gürledi ğ i , taşt ığı yerde , başkaları ne acız göründiL Zayıf kanat lar orada esen r üzgarl ara dayanamadı. M usi bet günleri içinde, o, çevresi uçuru m dan ibaret bi r kürsünün üstünde dağ ve taş konuşuyor m uş gibi konuştu. O, cihan karşısına bi r davacı olarak çıkt ı. Aynı kürsü üst ünde o, bir gün hükümler i ni ve rdi. O g ün, o, bir haki m di. B i r gün ve rdiği hükü m l e ri yürüt mek, tatbik et m ek için i c ra vazifesini üzer i ne aldı, topladığı orduların başına geçti , Türk tarihinin eze li i radesi gibi garba doğ ru k ı m ı l dadı, gitti. A radan sene l e r geçti , F ı rt ına kuşu hala uçuyor hala yeni ufuklara doğ ru süzülüyor. Penc e re m i n önünde ikindi saatiarına mahsus çok parılt ı l ı , ka­ maş m ış bir deniz var. H e r ufak dalga, güneşten b i r parça al m ış gidi yor. Önüm üzde giden kuş, kılavuz kuş ! H epim izin kalbinde senden gelen bir ışık , t ıpkı bu denizierin dalgaları gibi , yenı ufuklara doğ ru arkandan akıp gidiyoruz. ***

17ı



GAZi '' NİN EN BÜYÜK ESERi M i L L i YET GAZE TES i :

Haz i r a n , 1 92 9



xx

M ah m ud Beyefendi; Mektubunuzu aldı m , çok m üşk iil olan sualinize hat ı raları m ı yoklayarak cevap ve r m eye çal ışacağım. On senel i k b i r zam andı r ki Reisi m izin yanında bulunu­ yorum. Onu, Anadolu haritaları üst ünde üçyüz nefe ri koşturduğu gecelerde, beşbin l i ra bul mak için zahmet çekt i ğ i günlerde tanıdım. ilk defa , eski bir zi raat mektebi olan E rkanı H arbiyenin çıplak b i r odasında karşı ka rşıya geldik, O, bana, deruhte et t i ği korkunç , büyük i şe rağ men düşünm üş, karar ve r m iş, sakin, müst e ri h bir adam gibi göründü. E l l e ri nde, çenesinde , yüzünde ve bütün bünyesinde, adali , kuvvetten hiç b i r l ese r yoktu. D eiuni sesli b u incE , ku m ral adam ın sini r l er i nde yeni bi r alem halket meye m üsai t kuvve t l e r g i z l i olduğunu tah m i n e t m ek hakikaten zordu. G üneşli bi r günde 23 N isanda , M i l l et Meclisi ni açt ı. Sokak A rapça dua i l e dol muştu. M ec l i si n kapısı önünde kurbanlar kesti k, hac ı hoca ve şeyh kalabalığı, biz i çeri gi rdikten sonra yazıl ı bavraklariyle geri döndü. Onun i l k nut�unu rutubete bırakı l m ış bir sünge r g i bi i l i kleri me kadar i çe rek dinled i m . B u nutuk b i r pence re i d i , de rinlikler üze rine açı l m ışt ı. Onu dinle­ dikten sonra R eisi bul duğumuza kanaat geti rdi m . M e m leketi n ve kendi m izin talii m izi ona b ı rakt ık. Onun e m ri alt ında kazazede tekne , denizlere ve f ı rt ı­ nalara ve büyük mechule doğ ru yeni den açı l ıyordu. O za man çok heyecanl ı, çok kuvvetli ve çok m ünakaşal ı olan M i l l et Mec lisinde evve la bi r hat i p olarak m ücadele ett i . Y eni Reisin m ünakaşa kuvvet i ni beğen m e m ek, lisanındaki nadi r vuzuh ve mant ıkı, ve seşi ndeki de rin, esrarengiz i m an pe rdesini duym amak

175


ı'rı ümkün değ i l di. Meclis üze ri nde bir kaç gün zarf ında tabiat gibi kadi r ve m ütenevvi olan ruhunun haki m i yet i n i kurdu. A nadoluda onun i l k m ücadelesi di mağlar ve vic danlar üze rinde c e re yan etti. İ l k zafe rini bu sahada kazandı. Mecliste beraber m e m l eketi n , içinde kaybolabile­ ceği muht e m el buhranlara o, bu hak i m i yetiyle nihayet ve r m işti. Meclisin büt ün azasi yle dahil olduğu, şekline alışı l m a m ış, yeni usu l de , garip b i r hükumet kurul m uş­ tu. Ese rinin b i r i nc i safhası budur. İkinc i İnönü l'v\.ıharebesinin tehlikeli b i r anı nda, vatan m üdafaasını üze rine alan bi r adarn ,ne nevi izt ı rap­ lara maruz olabil i r , bunu onun yüzünde se. .'ret t i m : E rkarH Harbiyenin misafi r salonunda gece h3.be rleri bi rbi r i ni takip ediyordu, "Sol cenahın bütün sİ pe rieri işgal edi l m iş, düş m an süvarİ leri cephenin arkasında gorunm eğe ba�larn ı�t ı , . . Şi freleri açıp kendisi ne takdi m ediyorl ardı. A dnan Bey, Hal i de H an ı m, Londra Seri r i m i z Ferid Bey, Cami Bey otu ruyorlar. Fevzi Paşa, Salı h Bey ( şi m di Salih Paşa ) Şemseddin Bey diğer üç e rkanı harp z:ılbitiyle ayakta duruyorlard ı. iViuharebe kaybedi lse ne olacak t ı ? Bize bakan gözle r i , onu görüyordu: Eskişehi r düşecek, garbi Anadol u e l i m izden çıkacak ; b � l ki · cenubi Anadolunun m ühi m b i r kısm iyle teması m ız kal mayacaktı. Daima iyi veya fena vakanı n fevkinde kalan i m anl ı ruhu, o gece sor,, m üsait haber gelinceye kadar kani ve nikbin göründü. D · zaten, he r fe laketten sonra, m ade m ki ben va r ı m , ümit kaybol m am ışt ı r , dern eğe . kendinde kuvvet buluyor hissini ve ri rdi. B i r za man sonra, İkinci İnönü saat l a­ rında b i r an düşündüğü felaket tahakkuk et t i . Eskişe­ hi r , K ütahya ve Afyon düştü. Garbi Anadolu e l i m iz­ den çıkt ı. Şi m endi te r hatt ının koskoca bi r parçasını 1 76


düşmana te rkett i k. Y unan orduları, A nkara üze ri ne yürüyordu. Bi r sabah e rken, M i l l et M eclisi nde �oplandık. Ondan ma ' lumat alacakt ık. İzmi ri, İstanbul u i şgal edi l m i ş vatan pa rçalarını kurtaracakt ık. H albuki bütün t arihimizde bi r -defa ist i l a g ö r m e m i ş yerler düş man eline geçiyordu. O zam an Ankarada tek olan eski e m ekdar otomobiliyle göründü; i çeri g i r e r g i r m ez yüzümüzdeki kederi ve suali farket m iş­ ti. Bir Anadolu hari tası ist edi , geti rdik. K ı r m ızı boya kal e m l e , Sakarya arkasında geniş, uzun b i r hat çizdi , ve b u hat t ı bize göstere rek: " D üş m an ı burada tepeleyeceğiz ! " dedi. İnandık, n i ç i n inandık, nasıl i nandık,. hala bi l m iyorum. Bu işi üze rine aldı, ve düşmanı çizdiği hat üze ri nde tepeledi. O, Sakaryadan Ankaraya bi r çocuk gülümse m esiyle dön m ü�tü. \1 ağlubiyeti m izle bit t i ğ i takdi rde Türk isti klalinin mutlak ve mutlak sonu olacak bi r muha rebeyi şahsi m üdahalesiyle kazanm ışt ı. Y akup Kadri , Ruşen Eşre f l e Çankayadan iniyorduk. İst i kbal i ne geç kal m ışt ık. Yolda otomobi ­ lini durdurdu, biz de arabadan indik. -·Ham dullah me m nun musun ? diye sordu. Ne diyebil i rd i m . G özle ri m yaşardı. Minnetle elle ri ne sa rıldı m ve sıkt ı m . Mem nunum de m ek m ü mkün m ü idi. Y üzüne bakt ı m , muzaffer Baş kum andan, vatanını kurtaran Gazi , ihdas ettiği büyük vakanın çok fevkında kal m ışt ı. Düşmandan sonra, yen m işti .

bi r

de

kendi

içinde

vakayı

A fycn önünde aylarca süren b i r beklemeden sonra, art ık Türk ordusunun bi r şey yapamayacağı fi kri , M ed iste ve Avrupada yer ' bul m aya başladı. Bi r kaç gün için İneboluya indi m, ordumuza gizli m ühi m mat' satan · s abik bir F ransız zabitiyle görüştüm. 1 77


Bana dedi ki: "Bi raz k ı m ıldayamaz m ısınız ? Cephede ufak bi r hareket si zi ölgün görünmekten kurtaracak­ t ı r. Mevzii bi r ta'a rruz merkezde , cenahlarda bi raz m ücadele elze m görünüyor. A caba bu m ü mkün de ­ ğil midi r ? , Ankaraya döner dönmez Reisiı:ı ziyare t i ne gitti m ve bu sözleri naklet t i m ; sesini indi rerek gizli b i r şey söyleyen tavırla habe r ve rdi: -Beş gün sonra cepheye g idiyorum , m evzii taarruz değ i l , u m u m i bi r taarruz yapacağı m. D üşman cephe­ sinin bi r parçasını değ i l , hepsini sökeceği m. A fyonu, K üt ahyayı, Eskişehi ri , lzmi ri , Bursayı hepsini alaca­ ğ ı m , bi raz sab ret ! .•

K endi m i tuta madı m : "Paşam, dedi m , bu sözler ne kadar resmi n ikbinliğ e benziyor , ben bu kadar iste medi m. " Hayır dedi göreceksi n , bekle ..•

Malazk i rt ovlar ında, Selçuki Alp A rslanla, D iyo­ j en Roman arasında başlayan muharebe i"m paratorun esa re t i ,iki yüz bin kişilik Bizans ordusunun rn ağl ubiyeti yle net i celenmişti. Oza mandan be ri Türklük ve Yunanlılık bazan açıktan açığa bazan gizli şekilde m ücadelesine devam ett i . Gazinin son hücumu A nadoluda Rum luğun tam b i r tasfiyesi yle nihayet e e rdi. Malazki rt Muharebesi , Dum lupınarla kat ' i bir neticeye va rm ıştı. İsmet Paşanın b i r davet t e l g rafiy­ Ie İzmi re gitti m. Baş kumandan muzaffe r ordularına işaret ettiği Akdeniz sahi l l e rine var m ıştı. Onu, güze l bi r köşkün önünde. , urgan gibi kol at m ış sar m aşık güllerin yeşil tavanı alt ında Akdenizin, güneşli suları karşısında konuşurken gördüm. Mec liste aylarca söyleyen ada m ı dinl e m iştik, şimdi söyledi klerini yapan ada m ı seyredi yorduk. Bu 1 78


ne güzel bi r eserdi. Bi raz sonra Garpla siyasi m ücdalesine başladı. Cihan harbinin en büyük muzaffe ri olan Loid Corcu yerinden ıskat etti. Şarkın muhte mel varisi K ostan­ rini A t i na ' dan kovdu. Cihan saltanat ını kuran İng i l t e ­ renin yenil mez A r ın adası Marmara ufuklarına du­ m anlarını, ve m e m l eket halkına meş ' u m hat ı r ısını bı rakarak nesi varsa topladı geri gitti. ·

A frika sahi l leri nde , zenci yerleşir gibi , Anadolu sahillerinde zanneden m üstem lekeci devletler, Yunanistan ve İstanbul · Boğazlarında lütta�ık kur m ak isteyen Ingil t e re kövulmuştu. Bu çok güzel bir ese rdi.

m e m l eket l eri nde yer leşeceklerini F ransa, İtalya,, yeni bir Cebe­ topraklarım ızdan

Lozanda maziyi tasfi ye etti. İyi ve hür b i r isti kbal i ç i n t e m e l l e r koydu. · Bu ese r çok güzel di. Asker.i ve siyasi zaferlerini bi r sı ra ısiahat takip etti. K öhne bir Asya köşesinde dint bi r cema­ att e n en yüksek mefhumiyle bir m i l l et . çıka r m ak için başkalarının hatt a söyleye m i yecekleri şeyleri birer birer kanunlar halinde ortaya att ı. Saltanat gıtt ı , Meşihat gıttı , H i l afet gıtt ı , tekke l e r ' medreseler gitti ' dini bi r ale m işaretiyle göç t ü ve devri l di G ünün bi ri nde Kastamonudan yalnız beş alt ı arkadaşİyle başında şapka olarak avdet ettı gını gördük. Onun · hakiki züm resi , · ist ikbal kalabal ığına kar ış m ış m ünevver genç ler, mual l i ın l e r , doktorlar ve di ğerleri heyecandan bayılacak hal e g e l mişlerdi. bir

Bu vicdan hürriyetine doğ ru adı m dı.

G ünün birinde lst a nb'.lla g i re rken

at ı l m ış

muhteşem

Hamidiyenin güve rtesi nde onu gördüm. Deniz karadan daha


kalabalıktı. H e r noktada bi r göz onu görmek için arayıp duruyordu. Sahiller, m i nare l e r , kubbel e r damlar i nsan yığınlar ından kararm ışt ı. Sultanlar, H alifeler ·_ şehri , M i l let R. eisini kabul ediyordu. A t ı lan wplar, İstanbul un taş duvarları arasında büyük bir kal b çarpınt ıst gibi vurup duruyordu. Baş

M ua H i m harf ve lisan ıslahat ma başladı.

M üke m me l bir hatip, düşman ordularını kovmuş vücude muzaffe r bir Kumandan, yeni bir devlet get i r m i ş bir teşki l at c ı ist ediklerini zorla mağ ru r düşmaniarına kabul ett i r m i ş bir siyasi cesu r , son derece cesur bi r islahatç ı , her noktada güvenil i r toplayıcı b i r re is.. Onun başlıca evsaf ı bunlardır. M e m l eket ve dünya karşısında m alum olan cephesi"ni bu çizgiler , bu vasıflar teşkil eder. H ususi hayat ında, en küçük, en naçiz arkadaşına sofrasından ayağa kalkacak kadar nazik bi r ev sahibidi r. Res m i sıfatıarını bir köşeye b ırakarak, hafi f deruni sesiyle çok sevdiği mern leket şarkılarını, halk t ürkülerini söylerken, kaç defa kendi kendi me sordum : O Mustafa K e m al bu Mustafa K emal midi r ? .. Şi mdi sl:ıalinize cevap ve riyorum : En güze l ese ri hangisi di r ? F ransız İhti lali, Not rdam ' da t i yat ro oynatt ı, o şi m di içinde ibadet edil en bi r m abetti r. Son günlerde , F ransız mi l l et mec lisi nde , H eriyo ile Puankare arasında ce reyan eden m ücadeleden sonra ( Komb) un vaktiyle papaslardan aldığını Puankare kısmen geri ve rdi. M ussoli ni Vat i kan ' la müzakere ve i t i laf etti. İspanyada iki defa Cumhuri yet tec rübesinden sonra K rallık tekrar iktidara geçti. B i r aral ık

180


cihan matbuat ı İ randa bir Cumhuri yet hareketi nden bahsettiler. H albuki Serdar Sipeh, A hunt l a anla �t ı , ve başına Kacarlar ın, Safevilerin, G aznevil e ri n tacı gibi bi r taç geçi rdi. M i la tt an beş ası r sonra M ani ve muakkıbi Mazdek İ randa, malda ve kadında işti rak üzerine müesses bir mezhep çıkarm ışlardı. İ randa ve Anado­ luda zaman za man g e ri ve aç i nsanlara ümit ve ren böyle bir meslek zuhuru adetti r. Şi m alde K ızıl Rusyada bu neviden bi r ihtilal üze rine Moskova Şehrem aneti ni n duvarları üst üne: " D in m i l l et l e ri n , afyonudur. " diye b i r cüm l e yazdı­ lar. Bugünki Rusya, papasi tekrar elinden tuttu, ona eski rütbelerini iade etti; ve Rus toprakları üst ünde asırdi cle din ayinleri cereyan ediyor. M i lletieri n iti yat kuvveti m üthişti r. İ rs ve anane , inki labı kendi ne doğ ru çeker ve i ndi ri r. h i yat , . dahi lerin yuka r ı kal dı rmak istedi ği ruhlar ı , ası rların yast ığı üstünde eski uykusuna d �et eder. Çarlar , me mnundu.

m e m leket lerindeki

m üft ü

te�kilatından

F ransız Müst e m l ekel e r Nazırı bundan beş sene evvel mecliste b i r suale cevap ve ri rken: "Tunusta ule madan çok m e m nun olduğunu söyledi . ih t i l c'\ 1 hareket l er i ni yapanlar, Türk asl ından gelen bazı yabanc ılardır. '' dedi. Esarete uğramış büt ün M üsl ü­ man m e m l eket l er i nde yeni idareler ulemadan çok m e m nundurl ar. Bizde de bi rbirini takip eden bütün idare t e rin ulemadan ve eşraftan çok me mnun olduk­ ları g i bi.

181


İktidar kapısının halkası bir tahlisiye si m ididi r. Saray döküntüleri , medrese düşkünleri her devri n art ığı olan gün ada m ları ona sımsıkı sa r ı l ı rl ar. Çok muti oldukları için çok itaat isteyenler onlardan m e m nun kal ı rl ar. Bunlar inkıl ı\bın ası l eviadların ı iktidar m evkiinden aldıkları kuvvet l e yavaş yavaş tehlikeli göst e r meye ve uzaklaşt ırmaya başlarlar. Halbuki: Türkiyenin Tanzi m at t an, ilk Meşrutlyete, ilk Meşrutiyetten 3 2 4 iht i laline ve ondan C um huriyete kadar birbi rini takip eden ve yerin g_öğün bütün belalarıyle uğ raşan bir inkılap hareketi ve onu vücude geti ren bi r m ücahid. züm resi vardır. Bu hareket, duyan, düşünen, inanan bir aşk ve iyman züm resi nin hareketidi r. G azi ' ni n " Ben Mustafa K emal değil, biz Mustafa K e m al , dedi ği, bu züm r edi r. Gazi gibi, hür düşünür, hür karar veri r , her işte bir yol bul m ak için e m re . muhtaç ol m az, Cum­ . huriyet faziletl e ri içinde te rbi ye edi l m i ş yeni bi r ne�i l Gazinin en güzel ese ri olacak t ı r. H i l katin en g üzel eseri güzel ese ri , eve t , bu olacak t ı r.

olan

Reisi m izin en

K orku i l e değil aşkla, iymanla ona ve sadık kalacak yepyeni bir züm re ...

ese rıne

Ne fikirl e rde fuhşa delalet eden b i r hürriye t , n e kalbierde ihtiyara ye r bı rakmayan bir korku ve inzıbat . . Onun e n güzel ese ri , yarat m aya .davetl i olduğu en m übarek ese r; yarın kalbi m üst e ri h olarak, inkılabı kurtardığı va'tanı ve yaptığı muhteşe m ellerine e m anet edebil eceği bi r gençilk ri r, yanı : Cumhu riyette n sonra, Cumhu riyetci 1 82

****

..•


IÇIN D E K ILER

ı ı ı ı ı ıv v vı .v ı ı vı

ıı

ıx x

Xl xı ı

xı ı ı x ı ı v -xv xv ı

--

X V I I -xv ı ı ı XIX xx

-

Hazı rl avanın Önsözü G üneba kan Için Yazı lanlardan Ö rnekler Başlangıç Ah Anac ı ğ ı m Tolstoy D elik K i re m i t M eşihatin beyannam esi ve 'Bizde Nisailik Türk Sazı Tevfik Fikret Bey M e rhum Tan Sesleri ' Çanakkale Tevfik Fikretin Ölüm ünün Y ıldönüm ü Lübnan l-lıitı raları Sofe r ' den Beyruta Boğa Dağları Ö m e r Ağa ile M ülakat Bi rinci lnönü Tarih · Yollarında Uzaktaşı rken N ecib Ası m Bey A şk ve Onun Ese ri Eski A nadolu ve Sör Vi lyam Mi şel Raınzey F ı r t ına Kuşu G azi ' nin En Büyük Ese ri

V Xl

-

X

- XX I I I

ı

-

2

3

-

B

9

- .1 4

15

- 30

31

- 42

43

- 49

51

- 57

59

- 64

6'5

- 1 02

1 03

- 1 06

1 07

-

1 13

- 1 16

1 17

- 1 24

1 25

- 1 34

1 35

- 1 38

1 39 -

lı2

1 44

145

- 1 49

151

- 1 57

1 59

- 1 65

1 67

- 1 72

1 73

- 1 82


87.06.Y.0001-74 1

M

3711



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.