Hans Barth - Türk Savun Kendini

Page 1



TÜRK SAVUN KENDİNİ

Prof. Dr. Selçuk ÜNLÜ

Dr. Hans BARTH

ISTANBUL.r988


Türk Dünyası Anıştırmaları Vakrı.58 Milli Nu.: 88.34.Y.0147.58

ISBN 975-498-017-9

BU ESER Bakanlar kurulunun 2on/1980 tarih ve 8/1307 sayılı kararıyla kamu yararınahizmet verdiği kabul edilerek vergi muafiyeti tanınmış bulunan TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI tarafından hazırlanmıştır. Her hakkı mahfuzdur. TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI' nın müsaadesi olmaksızın tamamen, kısmen veya her hangi bir değişiklik yapılarak iktibas edilemez.

Tiirk Dünyası Araııtırmaları Vakfı YULUG TEKİN DİZGİ MERKEZİ'nde dizilmiş ve baskıya hazırıanmıştır. Baskı: PAMUK OFSET Haberleşme Adresi: P.K. 94 Aksaray-İSTANHUL Telefonlar: 511-10-06- 511-18-33


SUNUŞ XIX. Asrın sonunda bir çok Avrupa ülkesinde çeşitli d illerde ya­ yınlanmış bu kitabın türkçeye kazandırılmasının bu derece gecikmiş olması gerçekten affedilmez bir kusurdur. Çünkü Türk kendisini sa­ dece silahlı saldırılara karşı değil, silahsız ve silahlı saldırıdan daha alçakca saldırılara karşı da savunmak zorundadır. Bu savunmada , bir yabancının, çok titiz ve objektif inceleme ve müşahedelerine da yalı olarak hazırladığı bu kitap çok faydalı bir vasıtadır. Hiristiyan dünyanın devlet ve insan felsefesi ile Türk-İslam dün­ yasının devlet ve insan felsefesi birbirine taban tabana zıttır. Aslın­ da Türk milletinin bugün alnına kara leke gibi kaydedilmiş ve Türk münevverince değişmez bir damga olarak benimsenmiş "geri kalmış­ lık"ımız bizim sadece ve sadece felsefemizin tabii sonucudur. Daha açık ve mukayeseli olarak ifade etmek gerekirse, sömürmek müm­ künken sömürmemcsinin, ezmek mümkünken imtiyazlar vererek serbest bırakmanın, vasıta olarak kullanmak mümkünken insanı de­ vamlı insan saymanın... sonucudur. Avrupa, bu felsefesinin tatbika­ tı olarak, bir taraftan kızılderili insanları katlederken, diğer tarafları siyah deriliyi koyun taşır gibi Amerikaya taşıdı ve hem Aftikada ve hem Amcrika'da siyah derilinin alın terini alabildiğine sömürdü. xıx. asır başlarında dışardaki bu sömürme bütün şiddetiyle devam ederken, içeride kendi insanına da yöneldi . Avrupanın XIX. asır başlarındaki muazzam sanayileşmesine paralel olan muazzam sefi� leşmesi bunun sonucudur. Böylece gerçekleştirdiği üretim fazlasını satmak için göz diktiği ülkelerin başında gelen Türkiye'de, işte bun ­ dan sonra, bu kitapda anlatılan gerçekler ,su yüzüne çıkmaya başlar. Başka bir ifade ile Türkiye'nin azınlık mes'elcsi, Ermeni mes'elcleri ... gibi başına bela olan mes'eleleri Avrupa'nın kendi üretim fazlası­ nı satma yolunda kullandığı aletlerden başka bir şey değildir. Tabi ­ i bu durumda söz gelişi Ermeniler de b u gayenin vastası olmaktan başka hiç bir şey olmamışlar ve olamamışlardır. Tabii olamayacak­ lardır da... Eserlerini Vakfımızın TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI dergisinde devamlı olarak neşrettiğim, kıymetli kardeşim Prof. Dr. Selçuk Ünlü'nün bu tercümesi bu gerçeği gören bir batılının kalo minden çıkmıştır. Bu kitabı ncşretmekJe Vakfımız, yerine getirilme­ si gerekli bir vazife yapmıştır. Eserin, şimdi sağ mı bilmediğimiz insanoğlu yazarı Dr. Hans Bar­ th'a minnet, Türkçe'ye çeviren Dr. Selçuk Ünlü'ye de şükran duyma­ mak mümkün değildir. Prof. Dr. Turan Yazgan


ÖNSÖZ Dr. Hans Barth'ın 1896 yılında yayınlanmış ve daha sonra Alman­ ya'da toplatılmış olan "Türke, Wehre dich" adlı eserini, "Türk, Sa­ vun Kendini" adiyle Türkçeye çevirip yayınlayan Prof. Dr. Selçuk ÜNLÜ'nün önemli bir hizmet ifa ettiğine inanıyorum. Türkiye ve Türkler konusunda önyargısız, çifte standart taşıma­ yan objektif değer hükümleri verebilecek insanların pek nadir oldu­ ğu bir devir ve toplumda yaşayan hristiyan bir yazar tarafından kaleme alınması kitabın önemini artırmaktadır. Türkler, Türk İslam Medeniyeti konusunda tarihi saptırarak, olayları kendi milli amaç­ ları istikamet.inde değerlendiren sakat bir tarih anlayışının sürdüğü Batı'da Osmanlı Devletini ve sonra Türkiye Cumhuriyeti Devlet ini parçalamak için sun'i olarak yaratılan "Ermeni Meselesi", "Azınlık­ lar Sorunu" gibi sözde sorunların Avrupa'da belirli mihraklar tara­ fından uydurulmuş olduğu, bu kitapda çırpıcı bir şekilde ortaya konmuştur. 'I:'ürk milletinin başka din dil ve milliyeııen olan insan ­ J;ıra gösterdiği emsalsiz hoş görüyü, bu millet in din ve kültüründeki eşsiz hümanizmaya bağlayan kitap, bugün Türk'ü "barbar" sayan kendi din ve kültüründen olmayanlara karşı çifte standart kullanan ve kendisi.ne tanıdığı hak ve hürriyeti Türk millet ine tanımak iste­ meyen çağdaş hıristiyan devlet adamlarına, pol i t ikalarına, yazar ve çizerlerine Türk ve Türklüğün muh teşem bir savunmasını yapmak­ tadır. Kitap, tarihi saptırarak yaptırılan sözde "Ermeni Meselesi", olmayan "Azınlıklar Sorunu" gibi insafsız iftiralarla Türk Devleti sı­ kıştırılmaya çalışılan günümüzde, bu iftiraların sah iplerinin yüzüne çarpılabilccek çok önemli bir savunmadır. Kitapta yer alan şu satırlar Türk'ün ve tarihi gerçeklerin çok vu­ rucu ve çürütülmesi mümkün olmayan bir savunmasıdır: Türk tarihinde hiç biri.aman bir hıristiyan, bir ermeni meselesi olmamışt ır. "Ermeni Meselesi" Avrupa tarafından sun'i olarak ya­ ratılmıştır. Türklerin devlet olarak, toplum olarak bir i tibar sahip­ leri olduklarını gördük. Hı rist iyan teba hiçbir şek ilde rahatsız ed ilmemiştir. "Türk Şark için, Avrupa için poli t ik ve etnolojik açı­ dan gereklidir." G üneydoğu Avrupa'da onların mevcudiyeti olmaz­ sa, anarşinin ardı arkası kesilmeyecek. Türkler, herkesin hü manizma ve eğitim anlayışına güre kendi tarafına çekebildiği bir kiillüre sah ip olmuşlar ve hal:i da sahiplerdir. Hristiyanlar müslümanlardan daha çok hak ve imtryazlara sahip olmuşlardır. Azınlıkların Türkleştirilmesi gerekir.


Bu centilmetoplum bütün iftiralara rağmen medeniyetin baş kö­ şesinde yerini almıştır. Gerçekten Türk milleti dünyanın en medeni m illetidir. Hiçbir mil let Türk m illetinin tarih boyunca başka din, inanç ve medeniyetten insanlara gösterdiği insan sevgisi ve hoş görüye sahip olamamıştır. Medeniyetin esası af, hoşgörü, insan sevgisi gibi yüce kavramlardır. Türk'ün doğuştan sahip olduğu bu kavramlar İsliimiyetle iyice pekiş­ tirilmiş ve Türk milleti ayak bastığı her ülkeye medeniyet götürmüş­ tür. Dr. Hans Barth, milli şuuru güçlü bir Türk gibi, Türk m illetinin bu yüksek özelliklerini anlatmış; Türk'e yönelen iftiraları ve onların sahiplerini ortaya koymuştur. O zaman bugüne gelinceye kadar ge­ çen bir asır içinde durum değişmemiş; Türk devletini parçalamak, Türk'ü yok etmek için döndürülen dolaplar, uydurulan iftiralar ay­ nen devam etmektedir. Türk milleti, güçlü sabır ve asaletinin ve hak­ lılığına inancının sonucu uzun yıllar kendini savunma ihıiyacını duymamıştır. Ancak bu ıutum tarihi gerçekleri bil meyen milyonlar­ ca insanın Türkiye ve Türkler aleyhine uydurulan ifı i ra ları gerçek gi­ bi_kabul eımclcrini önleyememiş, aksine gerçekleri her türlü vasıla ile anlamak ve Türk'ün gerçek medeni vasfının ortaya konması za­ ruriyet haline gclmi�tir. Bu amaçla devleıçe yiirüı ülen çalışma ve ça­ baların tarihi araşıırm:ılarla güçlendiri lmesi ve a rtt ı rılm as ı çok büyük önemi haizdir. Osmanlı Arşivi bu konuda eşsiz bir hazinedir. Bu hazine değerlendirilmeli, yalan ve iftiraları tarih diye Türkiye ve Türkler aleyhine ıahdiın edenlere haketıikleri cevaplar verilmelidir. Türk'ün e§siz insani değerlerini temsil eden ve evrenselliği kucak­ layan Mevlan:1, Yun us gibi muıasavvuf ve dü§ünürlerinin fikir ve dü­ şünceleri de Türk-lsl:lm Medeniyetinin büıün evrene açık insani değerlerini tanıtmak bakımından olağanüstü önemi haizdir. Selçuk Ün iversi tesi Ko nya'da gerçekleş ı i rdiği m i lli ve milletle rarasi ı düzeydeki kül türel çalı§malarıyle Türk'ün, Türklüğün ve Türk-İslam küllürünün çağdaş bir sentez içinde tanıtım ve savunmasıni yapmak­ tadır. .

Prof. Dr. Selçuk ÜNLÜ'nün bu çevirisini bu açıdan değerlendiri­ yor ve kendisini kutluyorum. Prof. Dr. Halil CİN Selçuk Üniversitesi Rektörü


TERCUME EDENiN ONSOZU Aziz Okuyucu "Türk, Savun Kendini " başlığıyla Türkçe'ye tercüme etmiş oldu­ ğumuz bu eserin orijinal adı "Tiirke, ıvehre diclı "dir. Eser, Dr. Hans Barth isimli, gıızeteci-yazar bir Alman tarafından ilk defa 1896 sene­ sinde Roma'da yayınlanmış olup, 1898 senesinde ikinci baskısını yapmışıır. Elinizdeki tercüme de hu ikinci baskıya dayanmaktadır ve aynı yerde yayınlanmıştır.

Eserin yayınlanış tarihine bakılacak olursıı, 1 9. asrın sonlarında Türk-Alman münasebetlerinin canlandığı, Prusya'lı danışman su­ bayların Türk ordusunda reformcu olarak görev aldığı, Almanlar'ın Türk insanını yakından tanıma fırsatı bulduğu bir devrenin mahsıilü­ dür. Türk devlet yapısını, Türk askerini, Türk insanını, Türk tarihi, sa­ nalı ve edehiy:ııını, Türk ülkesini yakından tanıyan Dr. Hans Barth, mensubu old uğu �arı lanmı� hrisıiyan Batı'nın aksine, objektif bir davranışla mü�:1hedelerini kaleme almış, doğruyu teslim ederek, a ­ s i l Türk milletinin, B:ııı'nın tahrikiyle gerçeklc�en hak etmediği bir Ermeni iftira ve saldırısına maruz kaldığını dünyaya daha o zaman­ djln haykırmaktadır. Türk kültür hayatı için büyük önem arz eden bu eseri Türkçeye çevirmek suretiyle Türk okuyucusuna tanıtma imkanı bulduğum i­ çin mutlu olduğumu ifade ederken, haklı davamıza hizmet i hususun­ da hayırlı olmasını dilerim. Prof. Dr. Selçuk ÜNLÜ Sekuk Unuiversitcsi Konya


1

.

İÇİ�D�Kİ1=.-ER .. .. . DOLUM: SEKiZiNCi HAÇLI SEFERi

1. TÜRK TAHRİKİNİN TARİHİ SEYRİ .......... ... . . 9 il. ERMENİ MEZALİMİ ... . . ..... .. . .. 12 111. LEPSİADE VEYA RAI IİP LEPSİUS'UN YALANLARI . . 14 iV. İNGİLTERE"NİN KAN BORCU. ......... .. .. . . . .... . 19 V. KATLİAM DEGİL, İSYAN (Dunun Belgeleri) .... ..... 22 VI. AYAKLANMA VE DASTIRILMAS 1 ........ . 2S Vll. HINÇAK'IN CİNAYETLER G��RİSİ .... .. .. . ....... . . 29 VIll. KONSQLOS�UK l:!AlJ�RLERl�IN SAÇMALIGI . . . 36 IX. ERMENILER'IN TURKIYE'DEKI DURUMU .. .... .. 39 x. GİRİT yALANI . .. .. . . . . . ................... ....... 45 XI. YALAN FADRİKASl-DASIN ................. .... . ... 50 Xll. YUNAN DO�TLUGµNUN SARHO Ş!--U GU ......... .. ,....... 54 XIII. GENÇ GARIDALDI VEYA YUNANiSTAN SEFERi . . 5 6 xıv. SOLON'UN TORUNLAR! 61 XV. TESELYA KOMEDİSİ . . . . .. . 65 xvı. İNGİLİZ POLİTİKASI . .. ... . . . .. 70 XVll- 1-IRİSTİYAN MEZALİM İNİN GELİŞME DEVRESİ 73 .........

.

. .... ............................

.

.. ............

.. .................. .

..

.

.

.. . .... ........... ...............

..

.

........................... .

.

. .

..

. .... ... .... . ..

.

.

..

.

........

. .. ..... ... ..................... ... ......................

...

.

.. ..

..

.

...

.....................................................

........... .... ....... ........ ...... .......

.

.. .......................

.. ........... ..... ............

...... ....

1 1. DÖLÜM: BİR KÜLTÜR TOPLUMU OLARAK TÜRKLER xvııı. HOŞGÖRÜLÜ MİLLET. ....................'. ................................. 77 xıx. TÜRK DEVLETİNDEKİ l IRİSTİYANLAR ...................... 83 XX. TÜRK MİLLETİNİN KARAKTERİ .... .. ........................... ..... 88

XXI. İSLAM DİNİ VE GELENEKLERİ . . . . . .. 93 XXll. M İLLETİN ÇEKİRDEGİ TÜRK ÇİFTÇİSİ . ......... 96 XXIII. OSMANLllAR'IN KÜLTÜR FAALİYETLER İ .. 101 xxıv. KÖLELİK DEMOKRASİSİ .. . . 108 XXV. MODERN TÜRK KADINI . . .. . 110 xxvı. TÜRK EDEBİYATI 117 xxvıı. TÜRK EGİTİMİ 123 xxvııı. TÜRK oımusu 121 xxıx. REFORM 135 XXX. TÜRKİYE'DE GELİŞME 139 xxxı. SULTAN AllDÜLHAMİD VE MİLLİ UYANIŞ 140 .......... .. ..... ........... . ... ........ ...

....

.

....

.................... . ............... .......

................... .. ....................

...

····························································

.................................................................

...............................................................

.............................................................................. .............. . . . . . . ...............................

..........

�\��°6:1.���y;;::.-.-.-.......................................................................................................................................... ��� ..

İNDEKS

...............................................................................................

153


ÖN SÖZ Tolerans sahibi ve asil bir topluma, yıllar yılı düşmanca bir tavır takınıldı ve iftira edildi. Yıllarca, hristiyan tesanüdünden hareketle, Rum ve Ermeni azınlıkları sistematik olarak kışkırtıldı ve eğer teh­ dit altındaki Osmanlı, gizli gizli yürütülen entrikalara ve açıkca sür­ dürülen isyanlara karşı koyarsa, Avrupa'nın din adamlarının tamamı ahlaki bir hiddete bürünecekler ve İslama karşı yeni bir haçlı seferi­ ni vaz edecekler. Bu kitabın yazarı gibi, kim Türk halkının ruhuna bir göz atsa, bu Türk kışkırtıcılığının ne kadar haksız olduğunu bilecektir. Türkler hakkında yıllarca hristiyan dünyasınca sahip olunan yanlış imajları ortadan kaldırınağa yarayacak bir düşünceden hareketle, benden ön­ ce bir çoklarının - Vambery, von der Goltz, Körle, Murad Efendi vs .. yaptığı gibi, burada hakikat ve adalet namına unları savunmayı dene­ dim. Eğer bu aptalca peşin hükümleri bir tarafa atmayı, çalışkan ve namuslu Osmanlılar'ı bir dost olarak kazanmayı başarabilirsem, bu kitap boş yere yazılmamış olacakır. Dr. Hans BARTH ROMA


..

..

I.BOLUM

SEKİZİNCİ HAÇLI SEFERİ

I - TÜRK TAHRİKİN İN TARİHİ SEYRİ Bir zamanlar olduğu gibi -kısmen bugün deTürkiye ve Türkler hakkında verip veriştirmek, "barbarlı/!a karşı medeniyet savaşı masa­

lını okumak, kısaca bilerek de/!il de, Allah konısıın bilakis sadece wk­ /it iç gü<hisünde11 �·e kitleleri yönlendirme sebebiyle, blitün mümkün o/a11 saçmalıkları deşe/emekten zevk alnwkdır. Birzamanların "Büyük Yaşlı" adamı, bugünün dünyayı karıştıran kötü kundakçısı olan Bay Gladstone, süzde din adına, "Çormıha gerin, çarmıha gerin " d iye,

Manş Denizi üzerinden Avrupa'ya doğru havlayarak, doğuda, batı­ da bütün toplulukların heyecan ve fanatizmle kıpırdanmalarına se­ bep oldu. Ve doğudakı zavallı hristiyanların bahtsızlığından ona suçu ıa�ıyan isyancı grubun ulumalarını susturacak tek bir köpek kamçısı henüı. bulunmadı. Bu hak edilmiş bir bahtsızlık. Çünkü gü­ zel ve rahat hir �ek ilde yemlikte dikilerek, karnını tıka basa doyura­ bilecek eşeğe hıız üzerine gitmesini kim söyledi ki'! Kurnaz Ermcnı tüccarları geni� hülgelere dağılm_ış küçük bir azınlıktan Türk Devle­ ti'nin ortasında üzel bir devlet kurma gibi akla durgunluk veren bir fikre saplanma hakkını kimden aldılar? Bir de üstelik gider ayak te­ feciliklerinin ku rbanlarını bomba ile tehdit ediyorlardı? Zavallı bahtsız hristiyanlar! Keşke çok eski zamanlardan beri olduğu gibi fa­ kir sağlam karakterli ve çalışkan Türk köylüsünü sömürmek ve Türk paşalarının postunda parazit olmakla yetinselerdi ! Halbuki bunun yerine kendilerine bizzat paşa olrriak, kurullarına, bakanlarına ileri gelenlerine tabii hayali üniformalar içinde- sahip olmak ve şüphesiz kulaklarına Londra'dan hristiyanlık ilericilik ve... John Bull'un ezeli


Dr.HANS IJARTH (Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

10

menfaatleri adına sinsice üflenen komediyi oynamak istediler. İşte oyun böylece başladı. Hınçak iş birlikçileri meydanda idiler, iyi veya kötü, Ermeniler'in büyük bir kısmı da oyuna katılmak zorunda kal­ dı. Fakat komediden, daha sonra bir trajedi ortaya çıktı. Çünkü mert Osmanlı nihayet kendi ev sahipliği hakkını kullanarak bu oyun bo­ zana gerekli dersi verdi. Bu ders sözde hümanizm açısından üzücü ı fakat tarihi Ncmesis açısından haklı ve Ermenilerce çok hak edil­ mişti. Fakat ne yazık ki tahrik eden değil de, tahrik edilen, İngiliz vis­ ki misyonerlerinin tıpkı Almanya'nın "pek aziz rahipleri" arzu ettikleri biçimde derse inanmak zorunda kaldı2. Ve olayların müsebbibi şamatacı Lcpsius, meşhur ve çok kıymet­ li i tirafını ağzından şöyle kaçırdı. Avrupa yani İngiliz politikası bir Ermeni meselesi yaratmadan evvel Ermenislan'da böyle bir mesele yoktu; bizzat katliamın patlak vermesine kadar geçen son yıllarda Ermeni halkın çoğunluğu Türk boyunduruğunu silkip atmak gibi en ufak bir düşüm:eden habersizdi. Son yıllarda gürü len Türkü tahriki, -bu konuda en ufak bir şüphe yoktur- planlı, enerjik (kilise işe karış­ tığı için de) son derece şeyıani vasıtalarla yün lene.liri len İngiliz entri­ kasından kayna klan maktadır. Aynı İngi ltere, Ermeniler'i Türk velinimetlerine karşı ıahrik etmek için temsilcileri, misyoner para­ ları sayesine.le büyük vaac.llerde bulundu. Bu maksada ulaşıp kan a­ kı.uıktan sonra aynı İngiliz politikası gerçekleri tamamen ters yüz etmeyi, isyanı n suçlusu cinayet şebekelerini, takip edilen zavallı hris­ tiyanlar olarak göstermeyi, çok haklı olarak canlarını ve mallarını sa­ vunan müslümanları ise kızgın, kana susamış köpekler olarak ilan etmeyi, bütün Amerika ve Avrupa hislerizmini Türkiye'ye karşı ha­ rekete geçirmeyi çok iyi başardı. Arzu edilen katliamı gerçekleştirmek üzere söze.le ahtak kusan, hatta anl�şılc.lığı biçimde gizlice kürılerin yağma ve kan hırsını da kullanan Ingiliz azizlerinin bu faaliyetleri ne demek? Bütün bunlar niye? ·

Gayet basil: İngiliz politikasından sapan Türk hükümetini ceza­ landırmak, Ermeni gürültüsüne getirip, Mısır meselesini ört bas et­ mek, yaklaşmakla olan güney Afrika meselesinde serbestce hareket etmek ve her tarafla bulanık suda balık avlamak içine.lir. Avrupa'nın kamu oyunun Türk meselesiyle ilgili cehaleti inanıl­ maz bir şey. Avrupa'c.la hiç bir devletin Osmanlı Devleti'nc.len daha serbest kanunlara sahip olduğu ve gerçekten politik ve dini konular1

2

Yunan Inıikaııı lliilıcsi (çcv.). 1-Ier kötülük z:ırnr getirmez.


TÜI{K SAVUN KENDİNİ

11

da daha geniş serbestlikler tanıdığı bilinmiyor. Hakimiyetleri altın­ daki hristiyan azınlıklarının dinlerini yasaklamanın Türkler'in aklı­ na hiç bir zaman gelmediği, Ermeniler'in, Rumlar'ın, Katolikler'in, Yahudiler'in kısaca Osmanlı hakimiyetinde bulunan herkesin öte­ den heri kendi serbest, hemen hemen bağımsız cemaatlerini oluştur­ dukları, vergilerin en düşük düzeyde olduğu ve hatta şehirlerde yalnızca kağıt üzerinde, kaldığı, askerlik hizmetinin yalnızca müslü­ manlara mecburi olduğu, Avrupa'da ya bilinmiyor veya unutuluyor. Osmanlı Devleti'nde bütün devlet yöneliminin hristiyan fonksiyo­ nerlerle işgal edilmiş olduğu, devleti n farklı dini inançlara mensup vatandaşlar arasında bir fark gözetmediği, yalnızca ticaret eğitimi a­ lan hristiyanların ekonomik bakımdan kıskanılacak bir durumda ol­ dukları, diğer yandan bu hristiyanların suç sıralamasında birinci sırayı aldıkları Avrupa'da bilinmiyor. Ayrıca Fiskus tarafından bas­ kı altına alınan hristiyan ülkeleri mensuplarının birbirlerini Türk 3 hakimiyeıine geçtiklerinden dolayı kutladıkları bilinmiyor. Burada ne adam başı na 80 Fr. vergi (bir başka Avrupa kültür devletinde ol­ duğu gibi) ne bir cahiller ordusu bulunur, ne de senede yüz binlerce insan güç eder veya bazı Avrupa açlık bölgelerinde olduğu gibi ağaç kabuğundan ekmek yerler. Tabii Türkler, hrisıiyan olmadıkları ve protestanlık ruhu da daha fanatik ve kalı (engizisyoncu) bir yapıya sahip olduğu için, yukarda sayılanlar hesaba katılmadan barbar olarak damgalanmaktadır. Sü­ re gelen inanç nefreti yüzünden pek çokları için Türkler, prütan Gladsıonc'nin, yaşlı çamaşırcı kadın Rochefort'un ve hayalperest İmhriani'nin kültür-haçlı selleri tezgahlamak istedikleri "vahşi bir lıalkıır". Peki kimin yararına? Kimin olacak sözde hristiyanların, ya­ lancıların, kurnaz yatırımcıların (çünkü şarkın iyi hristiyan unsurla­ rı Os m a n l ı Devle ti sı nı rlarında re fah içi nde idi ler) N ihayet Transvaal sGik:ıstinden beri bütün saygısız egoizmi ile tanınan hrisıi­ yan İngil ıere'nin çıkarına. Tarafsızlık ve hoş görüyü muhafaza etmiş olanlar -çok şükür böy­ le insanlar mevcut- iddiasız gerçeği kaba tarafgirlik yalanından ayı­ rabilmiştir. Biz bu durumda olanlara Türklcr'i gerçekte olduğu gibi -Murat Efendi'nin süylcdiği gibi- kendilerine belki kızılan, fakat se­ vilmesi gereken bir millet olarak göstermeyi denemek istiyoruz. Bir kaç ufak affedilebilir i nsani hatanın dışında, son derece üstün mezi ­ yetlere sahi p şu hususları başka hangi millette görülür. Türkler'in bu 3 Dııha 15. ıısırda Ancona R:ıgussa ve Adriya denizi kenanndaki diğer şehirlerin T iir_klcr vasıta�ıxıa..�.urt.arışları�ı sevinçle k:ırşıladıkları bir gerçektir. Burckhardl, · Ronas:ıııs Kıılfııru , cılt: 1, s. IJ3.


Dr.HANS BARTII (Ter.Dr.S. Ü NLÜ)

12

meziyetleri kayıtsız şartsız itimad ve dürüstlük, doğuştan ve sınırsız irisan sevgisi4 -hatta başka dinden olanlara karşı da... - H iç bir millet ­ te bulunmayan dini ve politik hoş görü, ölçülü davranışlar ve ağzına bir alkol (içki) almama alışkanlığı, ağırbaşlılık ve m isafirperverlik ve hiç bir İngiliz kedi ve pireleri koruma cemiyetinde bulunmayan- hay­ van sevgisi ve nihayet hastalık derecesinde temizlik tutkusu hangi millette vardır? Sir Mr. Gladstone, acaba bana -yalnız Balkanlar'da değil, aynı za ­ manda bütün kültür milletleri arasında- yukarıda saydığımız mezi­ yetlere sahip her hangi bir hristiyan millet gösterebilir mi? Hem bu millet ayrıca, sayın viski papazları, organize olmuş dini teşkilata, tah­ rikçi rahiplere sahip olmasın?

il

-

ERMENİ MEZALİMİ

Gladstonc ve ekibine göre, bir sabah Manş Denizi üzerinden Av­ rupa'ya şikayeıvari lir yankıları yayılırken, dar kafalı Avrupalı şaşkın bir halde gözlerini oğuşıuruyordu. Bu yankılar büyük yaşlı adamın yıllar önce çaldığı ve "Bulgar dehşeti " başlığı ile sunduğu aşina yan­ kılardı. Yeni ağılın adı da bu arada geçen zaman zarfında "Ermeni Katliamı " olmuş ve Times Nehri'nden Tiber'e kadar erkek ve kadın neslinden bü tün yaşlı kadınlar ilahiler söyleyerek meseleye karışı­ yorlardı. Yalnızca büyük katil (kanlı katil) için çalınması gereken bir ölüm çanı eksikti. Büyük katil, elbet Asyalı despot keyfiyle yeniden bir kere daha hristiyan kanını yalamak, hristiyan kallelcrinin kuma yuvarlandığını görmek ihtiyacını hisseden Sultandan başkası değil­ di. Bu Sultan, kaprisi dolayısıyla eski büyük şarlatan (İngiltere) ve bütün Avrupa kocakarıları korosuna yeni dini, ilahi fırsatı vermekte bir an tereddüt etmemiştir; (Denizle çevrili) "vampir deı1/eıin " hiç bir vasıtadan korkmayan politikasının başladığı nokta bu defa uzun yıllardan beri İngillerc'nin protestan propagandası himayesi altında işlene gelen bütün şarkı. Avrupa'yı havaya uçurmak için bomba ol­ ması gereken Ermcnilikti.5 O. Brandcs, Berlincs Tageblatt .. 4

5

/\nadolıı'da iki sene kaldıktan sonra Almanya'y a ılönen ve doçent olarak görev ya­ pan. Dr. Körle ıle ııyııı �l.j'lcri söylcnıekteılır. · Anatolisclıe Slfüzen", s. 52. lngilıere·ııiıı, Bfıb-ı Ali de eski itibarını yitireli beri Ermeniler için böy lesi ne bü­ yiiK hir ilgiyi giinılenıe getirmesi gerçekten garibtir. Bah-ı Ali"de 1878 de inı1.ala nan � izli anla�ıııaııın kendilerine Anadolııda büyük bir nüfOz sağlamasından beri lngilıcre bııııiı Erıııeııiler'in yarar ı na nispcıen az dikkate aldı. Ancak lngillere'n in niiluzunun Türkiye'ıle kırılmasından sonra lngilterebu nüfOzu cldeeımeşıınsını Er nıenistan"da denedi. Burada Girit olayına çok benzer şartlar mcvcuııur.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

13

Fakat durum hiç de böyle olmadı; kurnaz oyunların başarısızlığa uğraması, hayati güçlere sahip Türk Dcvleli'nin -aynı zamanda Ber­ i in ve Petersburg'da- İngiliz cizvit piıinlarını açığa çıkaran, engelle­ yen yönetici kafaların başarısı idi. Ermeni katliamını İngiliz beyanları ile takip etmek ilgi çekicidir. İngiliz "hünıanite" çığırtkanının körü körüne.inandığı veya inanıyor göründüğü masala, Avrupa'nın yarısı, hatta üçte ikisi, sürünün başı­ nı çeken koyun bağırınca, melemeye başlayan koyunlar gibi düşün­ cesizce inanıyordu. İlk Ermeni isyanları ve onların bastırılması, eski basma kalıp görüşlere göre ve hayali bir senaryo ile İngiliz basını ta­ rafından istismar edildi. Bay Gladstone ve hristiyan kardeşleri, ma­ haret ve başarı ile İngiliz toplumunda dini çağrışımlar uyandıran bir noktaya parmak basmıştı. Bir anda miting mitingi takip ediyor, gös­ teriler düzenliyordu. Sultanın adresine tehditler yağıyordu. Kıtaya yayılan bir propağanda dalgası yalan ve çılgınlıkları ile sfilimen dü­ şünme imkanını ortadan kaldırıyordu6. Hindistan'daki katliamların sorumluluğunu vicdanlarında taşıyan aynı İngilizler, 50'1i yıllarda Türk aleyhtarı mitingler düzenleyen Garibaldi'yi, Türk tarafına yol­ lamak isteyen İngilizler kısa bir süre önce barış içinde zararsız bir üJ keye .baskın yapmış Albion'un iilicenap, iyi kalpli, cömert oğulları, aynı Ingilizlcr şimdi sonsuz fazilet çağrısında. Hepsi de hain köpekler: Ermeni, Rus, Rum kızartılmış Ermeni çocu kları, kesilmiş hristiyan kulakların kazığa vurulmuş rahiplerin

çığırtkanlığını yaparken sar'a nöbetleri geçiriyorlar, kendilerinden geçiyorlardı. Ermeni yanlısı aJanların -kısmen de çok iicil gerekçe­ lerle desteklenmiş olarak- Avrupa redaksiyon bürolarına doluşma­ ları, İngilıere'nin pliinları için ihtiyaç duyduğu Avrupai bir atmosfer yarattı. B_u atmosfer patoloJik sınırlara dayanıyor ve Fransa, İ talya, Belçika, lsviçre Birleşik Devletler gibi bir çok ülkede hakim olup, halkı Türkler'in aleyhine önemli ölçüde etkiliyordu; öyle ki en azın­ dan hü kü met kamu oyuna yani John Bull'un özel spekülasyonuna büt ün üyle karşı koya mıyord u. İngilizler tarafından yayılan efsaneler mc.�hur bir sözün ifade et­

t iği gibi h:izı ahmak Alman rahipleri nezdinde fanatik bir yankı bul,,

Mc\ı:l;i Iııılva'dn Ermeni kültürü ıam:ımcn hisıcrizm biçimini aldı. Bu yüzden İ­ ıalya\la lıa ıı'rı savılıııı hir gneıcnin bir Ermeni ıııhrikçisi farafındaıı miimkün olan lıüıiin vıılan ve tlclışet lıikaysleriııi kendisine anlaııığı retlakıörü, düzenlemiş oldu­ ğu rapönınu cıkileyici şu "Erıncni'nin gözünde bir gözyaşı parlıyordu" ciinılcsi i le hııırıyordu.


14

du7.

Dr.HANS BARTH (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

Tabii ki kiliseleri boş duran, Allah'ın bu "sevf:i/i din adanılan " bir meşguliyet bulmak zorundalar ve onların Fr. Nietzch'e hakkında makale yazmaları beklenemez; bu rahiplerin yazdığı yavan, ürperti­ ci hikayelerini kontrol eden olmadığı gibi, onlar iyi bir vaizden daha baharatlıydılar. Doktor Luther, yani bu protestanların akıl hocası fikren fakir şeytanları daha o zamanlar sezerek şöyle demişti... Dr. N.N.'nın büyük bir kabalığa hatta yüksek mevki sahiplerinin övgü ve desteğine mazhar olmasına ve bu yüzden onun çenelenmesine ve ha ­ tip olmasına kimse şaşırmasın. Fakat bu konuşmaların arkasında boş sözlerden başka bir şey yoktur. Dünya mucizelerle dolu ve istikrar­ sız, devamlı yeni şeyler istiyor ve garip ve alışılmadık şeyler arıyor. (Tischreden VI) Doktor Martin us hemen hemen aynı yerde şunları söylüyordu: "Biryalancı, caddedeki katil ve caniden çok daha kötüdür

ve dalıa büyıik zarar verir; çı"inkü yalancı ve sahte öW-etnıen halkı alda ­ tır, ruhları yanlış yola !{ötıinir ve onları öldünir. " Bu büyük ruhları u­

tandırmaz, hele hele İngiliz ve Alman rahip kılığındaki küçükleri asla utandırmaz. Bu yüzden İngiltere ve Almanya'da bol bol ve cilt ler dolusu yalan söylendi, öyle ki bir Münchhausen bunları duysa u­ t a n ı r ve d izler inin üzeri ne çökerd i . Anca k Anglo- E rmeni karıştırıcıların maksatlı yalanları zararsız değildi. Bu yalanlar özel­ likle sözde koyu hristiyan çevrelerde coşkulu taraftarlar buldu. İn­ sani yan lışlığın bütün karışıklığı, Al manya'daki Türk düşmanı Johannes Lcpsius'un 8 sözde şikayeti, daha doğrusu kundakname­ sinde yoğunlaşmıştı. Bu adam kısmen misyon kitapçığı, kısmen de kolportaj romanı tonunda patos ve sansasyon i fadeleriyle muhake­ meden yoksun okuyucularının tüylerin i diken diken ediyordu.

111-LEPSİADE VEYA RAHİP LEPSİU S'UN YALAN­

LARI

Ben, elbetteki yeni "Cadı çekicinin " ya1..arını, İngiliz entrikasının şuurlu bir ateli olarak tanımlanıak, ona politik bir rol atfetmek, onu ikna yetersizliği ile suçlamak durumunda değilim. Tam aksine! Ye­ lek cebi ebadındaki protestan yaygara kitabının ya1.arı olan sayın Jo­ hannes Lcpsius'un tahrikçi papazlar tarafından riyakarca çağrılan Almanya'da yayınlanmakta olan ve Ermeni küllürünün duyulmadık mübalağala­ rını tesf,it eden l'osı Gazetesi, haklı olarak hrisıiyanlık insan sevgisinin, Almanya sınırlan içinde Asyada'ki bu ayak takımı için (Ermeniler) oldul!undan çok daha ö­ nemli ve verimli görevleri olup olmadığını sormak gerektiğini 'fiaklı olarak tavsiye edıyor. S "rumenien und Europa'", Berlin 1896. 7


TÜRK SAVUN KENDİNİ

15

üstadı n sözlerine göre biraz hoş görüye ihtiyacı var: Yani "Allah 'ını onları bajtışla, ne yaptıklarını bilmiyorlar. "! Gerçekte bu güzel ruhun itiranarı bizim körü körüne inanan, bütün aptalca uydurmalara da­ yanan sansasyon heveslisi ve bizi mübalağa, cinayet, soygun hikaye­ leri ile ald atmak isteyen �irisi ile karşı karşıya olduğum uzu gösteriyor. Güya bütün bunlar, "kesin ", "gerçeğe uygun "ve "tam" da ... Lepsius'un "bir mektııbıında " veya "güvenilir bir görgil şahidin­ den "<-D. Yani iliklerine kadaryalan işlemiş... sonsuzfazilet çığırtkan ­ lıf.,'1, Hınçak kardeşlerinin yalanları gibi malüm! Büliln Türk olana karşı vahşi, körü könlne acımasız bir kin, asil, sabırlı Emıeniler için ise pa­ tolojik sempati ve çocuksu, saf bir ceha/et ve müsamahanın yanı sıra katliamın politik alılaki ve sosyal sebeplerinin tamamen ört bas edilme­ si ve kL'yfi sahte vahşet o/aylarının sunulması: İşte bunlar Lepsius 'un dı'izmecesini imtiyazlı kılan şeyler!

Satın alınını§ bütün ajanlar tarafından kendisine yalan anlattırıp, kaydetmeye alışmış olan bizim rahip, "vahşetin " sebeplerini izah et­ mekte pek de mahir; hem de çok rahat bir izahat , şöyle ki: Ermeni ter kuzular gibi suçsuzdurlar, en ufak bir tahrike yeltenmediler. Bu daha ziyade Ermeniler'in kökünü kurutmak, (s. 5) bütün bir hristi­ yan toplumu9 kan ve tahrip nehrinde gömmek sultanın keyfi bir ar­ zusuydu. "Katliamlar" "idari bir tedbirden "(s. 63) başka bir şey değildi. Sanki, devletin başına kolayca derL açabilecek katliamlar dü­ zenlemekle Sultanın bir çıkarı varmış gibi. Doktor Berneld'in "Zu­ kııkunft " (G elecek) Dergisinde beli rttiği gibi "aptallıftın dik alasıydı ". Fakat bunun dahası da var. Ermeni "Katliamının " tasviri­ ni Lcpsius, biri birinden daha güvenilir (!) olan 2. veya 3. ağızdan nakletmekte olup, bu katliam tasviri öylesine acıklı, tüyler ürperLi­ ci, öylesine keskin ve sansasyonal ki, insan rahip Lcpsius'un, yayga racı b i r fi rmadan, her böl ü m ü n d e en az 50 ö l ü m olayının gerçekleştiği bir dehşet romanı yazma siparişi almış olmasını düşün­ mekten kendisini alamıyor. "Lepsiade "de (Lepsius'un eseri) ölüler, kazığa vurulanlar, kızartılanlar, asılanlar, gömülenler var, hem de binlerce; kitap adeta bir kan gölü, çırpınan insan vuücutlarının bir lapası, zalim Neron için bir gösteri veya muhabbet tellalları için bir... Daha bölümlerin başlığı muhtevanın ne olduğunu müjdeliyor: "Km•­ vetli sinirler için bir şeyler ' : "kan banyoları ", "ına tecnviiz/er listesi "

vb. ve muhteva başlığına tam uyuyor. Kitapta sanki Magdeburg sal dıriya uğrayıp yağma ediliyor. Sanki hrisliyan Filipinlcr'de, hristiyan Küba'da, hristiyan Kango'da, Stanley Cihad açmış gibi. İnsan kendi ­ sini bu sayın Pasteursayesinde hristiyan engizisyon ve koloni atmqs9

,

.

Ermeniler yüz yıllardan beri Türk hakimiyetinde burunları kanamadan mutlu ı:.•ır şekilde yaşadılar.


16

Dr.I 11\NS llı\RTI 1 (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

ferine atılmış hissediyor! "Tabii, Ermeniler'in kesilmesinin Türkler i­ çin bayram oldıı,.,"ımu söynllye gerek yok ". Bu bayram borazan sesle­

riyle başlıyor, törenlerle kararlaştırılıyor, minareden Allah adına katliama çağrılan mollaların duaları altında, hayrete değer bir düzen içerisinde daha önce kararlaştırılan bayram çerçevesi içinde tamam­ lanıyordu. Ermenilcr'i sadece öldürmek işi can sıkıcı olduğundan, meseleyi biraz renklendirmek gerekiyordu. Bir ateş yakmak ve yara­ lıları onun içinde kızartmak, bazılarını başı aşağı gelecek şekilde d i ­ reğe bağlamak, diğerlerinin derisine iğne batırmak, veya bunları 50'şer gruplar halinde bağlamak ve bu insan yumağının içine ateş et­ mek acaba nasıl olurdu? "Gözlerini oymak, hımın ı•e kulaklarını kes­ mek de, ziyafetin bayram spesiyalitesi olıır " . .. (s. 23-24) Daha sonra gerçek ve idilik durumlarını göreceğimiz Türk' hapishanelerinde Lcpsius'a güre durum, her ne kadar Santiago, Manila veya Barsclo­ na'daki kadar değilse hile daha da vahşi. Bazen gece yarısı hapisha­ nenin bütün kü§clerinden ağlayan, inleyen, iç çekmeler veya yürekler paralayan "donııyorıım" ')•anıyonım "gibi feryatlar işitiliyor. Kısaca­ sı şu "delışet/i" güzel §iirin anlamına uygun, eğlenceli bir halde de­ vam ediyordu. "Böyle korkıınç cinayetler bııgiin de hfılfı işleniyor " veya ondan g_�­ ri kalmayan bir haşka şiirin şu: birincisi asılıyor, ikincisi yakılıyor, U­ çüncüsü vuruluyor, Dördüncüsü de şi§lcniyor. Mısralarında neşeli, komik bir şekilde dile getiriliyor. Rahip Lcpsius'un tenkidi nasıl cid ­ diye aldığı Arapkir makamlarının sözde emirlerinde açıklık kazan­ maktadır. Lcpsius'a göre "giiya lıer mı1slı1mmı lıükiinıete karşı itaat

ve ba�lılı,.,"ını ispat etmek üzere kendisine dost lıristiyanları öldürmekle yükı1mlı1dı1r". Bu, muhakemeden yoksun son derece aptal ve cahil

bir toplumun hile inan mayacağı bir yalan. Fakat Türkler ve Kürtler! Lepsius bunları her zaman aynı kaba koyuyor. Halbuki Kürtler in­ do Germen, yani sayın rahibin amca çocukları halla kısmen hristi­ yan, ayrıca göçebe, h:ilh u ki Türkler yerleşmiş olup ziraa lle uğraşıyorlar - "Tı"irk/cr ve Kürtler" hakirc kızlara düşkünlermiş, fakat gelinleri hırakırlarmış. Vay canına- demek Kürtler ve Türkler bazı dindar ve kültürlü hristiyanl<ır gibi hemen hemen aynı zevke sahip­ ler, yalnız Kürtler Pall Mail Gazctesi'nin çoktandır genç kız ticareti ile değil de, -bütün hristiyanlıkta olduğu gibi- daha ziyade gelinler­ le, halla sayın rahip gibi evli kadınların peşinden koşuyorlar! ! ! B u cinayet kroniğinden her tarafta ortaya çıkan cehalet gerçek­ ten dikkate değer. Yazar Lcpsius devamlı olarak Ermcniler'le hris­ tiyanları birbirine karıştırıyor, hiç bir Rum'un veya Katoliğin kılına halci gelmediğini itiraf etmek zorunda kaldığı halde "takip edilen


TÜRK SAVUN KENDİNİ

17

hristiyanlardan "söz ediyor. Ermeniler'in "aşın vergi.yükünden " inle­ diği yalanını söylüyor, halbuki Moltke'nin "Türkiye Mektupları "na

(s. 374) bir bakması, kendisini aydınlatmaya yeterdi. Çünkü orada "Hristiyan azınlık/ar "ın ancak herkesin ödemekle mükellef olduğu i­ ki taler vergiden başka, Osmanlı'dan hiç de fazla vergi ödemedikleri buna karşılık müslümanların altından kalkamayacakları kadar ağır vergi mükellefi oldukları gayet açık yazılıdır. Kendisi ayrıca Erme­ niler'in "her tarafta çoğıınluğıı teşkil etmediklerini " Cizvitçe ifade e­ diyor 10. -

"Ermeniler insanca bir hayat peşindeler" (böyle bir hayata zaten sahiptiler) ve bütün sermaye de ellerinde fakat "kravat imalatçısı " olarak "kendi asil misyonlarını insana de�er bulmuyorlarsa o ayn me­ sele "; Hristiyanlara ve hem de yalnızca hristiyanlara devlet kanunu vasıtasıyla silah taşıma yasaklanmış. (Biz mukaddes bir Bayramda Türk vatanda�larının hristiyan mahallelerinden geçmesini tavsiye et­ meyiz, çünkü tüfek ve tabancalardan gece gündüz sevinç a tışları ya­ pılır); müslü manlarda bir ruhban sınıfının olmad ığını bilmesi gereken sayın Teodor, bir ruhban sınıfından söz ediyor ve bir devlet memuru olan "Şı')'hı"ilislama" bir papalık rütbesi veriyor ve nihayet -saçma olduğu kadar hiç affedilmez bir hata olarak- 100.000 Erme­ ni'nin "zorla müslüman "yapıldığı yalanını söylüyor, halbuki Kur'an­ 'ın dinde zorlamayı reddettiği gayet açıktır ve Türkler hiç bir zaman dinde zorlamaya ba,ş vurmamışlardır. Eğer öyle olmuş olsaydı bugün Osmanlı ülkesinde hristiyan olur muydu? Ama maalesef var maale­ sef, ülkenin menfaatine, Şark'ta, hristiyanlıkla eş değer olmayan şe­ ref ve ahlakın aksine, var.

Nihayet bu Allah'ın adamı ikinci bir Bernard Von Clairvaux ola ­ rak "Hristiyanlı{:ın bu meselede söz konusu olan şerefine ça�rıda bıılu ­ mıyor", sadece John Bull tarafından iyi anlaşılan Allah'ın ülkesinin yüksek politikasını hayal ediyor, bu politika dünyanın devletlerinin kendilerine yönelik menfaatlerinin üzerinde yer almaktadır ve Ra­ hip Lokmann ve Doktor Rade'nin "Hristiyan Dünyası " adlı ve "dur­ madan Emıenisıan için mıkade/e eden " uyarıcı gazeteye (!) dikkat çekiyor ve hristiyan imparator ve kralların Allah'a işareti ve isa'nın ülkesini korumaları için kılıç kuşanışlarını beyanla, "şarkın haydm­

ların eline dlişmiiş hristiyanlı{:ında kendilerine düşen görevi yapacak­ larına "ve -İngiltere için kestaneleri ateşten alacaklarına olan ümide

kapılıyor. Bizim merhametimizi tam ve bütünüyle hak eden! zavallı "Hristiyanlıf:ı " çok yeni bir araştırıcı olan Dr. Körle hüzünlü bir şe-

10 (Ermeniler hiç tıir yerde çoğunlııı'!ıı ' 11"Şkil etmemekte ve genel nü[usun % 16'sını aşnıamaklauırfar). Hanotaux·un J Kasım 1896'da Fransız Parlamentosunda yaptı­ ğı konuşma. ..


18

Dr.HANS !1ARTII (Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

kilde bildiriyor: Şüphesiz hristiyan ahali ortalaması, müslümanların çok altında kalmakta; özü Türk olan ahaliyle karşılaşan hemen her­ kes Türkler'i saymasını ve sevmesini, Rumlar'a fazla önem verm� meyi, Ermeniler'den "Nefret etmeyi ı•e onları hor görmeyi öf..'renir " ve ayrıca s.58'de şu ifadeler var: "Kısa bir süre öncesine kadar Ermeni­

ler 'in sıkıntısı, onların Türkler 'in kanını emmeleri ve zaman zaman me­ sela köylerdeçerçili�inyasak/anması�ibi haklınahoş hükı1met tedbirleri dolayısı ile birazcı kralıatsız olmalarından kaynak/anıyordu ''. Hal böy­

leyken tahrikçi papazların haklı olabilmeleri mümkün mü?

Söz açılmışken Allah'ın bu kıymetli mücahidinin eserinde bazı hoş yerler olduğunu söyliyelim. Mesela yazarın kalbinin saflığında "İnf:iltere 'n in insana dost asil halkını " Ermeni entrikalarının ')•alan­ laşnıışjikirlerine" karşı himaye ettiği ve İngiliz oyunlarının ispatı için mükafat koyması bunlardan birisi, -madem ki öyle, kitabımın bun­ dan sonraki bölümünden ortaya çıkaracağım İngiliz ajan oyunları i­ çin bu mükafata bizzat talip olacağım Ermeni nüfusun resmi nüfus kayıt larının da vergilendirmeden kurtulmak için büyük bir kısmının kaydedilmemiş olması gerekçesiyle, güvenilir olmadığını ima etmesi bu hoş taranardan birisi.- Bunun manası şu: Vergi kaçakçılığı ki bu da bir kaç yıl hapis cezası gerektirir. Fakat bizim dindar rahibe göre bu vergi kaçakçı lığı mübahtır; ama hristiyanlar okluğu zaman m ü ­ bah, Türkler olduğu zaman değil. Lepsius yukarıda belirttiğimiz gi­ bi Ermeni meselesinin Avrupa'da suni olarak beslendiğini i tiraf etmek sure tiyle kendini ele veriyor hu öyle itiraf ki onun "ispat "/a­ rının ve sahte beyanlarının çürüklüğünü bir anda gün ışığına çıkarı ­ yor. Böylece bizim rahibin hrisıiyanlıkla bağda�mayan öfkesi, bir kaç İ ngiliz ve Amerikalı ajan ve misyonere karı da el ele, zira bunlar mes­ lektaşlarını onaylamıyorlar ve "katliam " yerine Ermeni isyanından söz ediyorlar. Böylece Ber.lin'le rahip Lcpsius "Tı'irk Hükı'imeti "nin lütfuna mazhar olmak için ve politik sebeplerden(! ) "Türk tarafının Ermeni isyanı ,_;örı'işiine katılmış olan " Van'daki lngiliz konsolosu . William'a karşı saldırgan ifadeler kullanmaktadır, hu ifadeler onun yardımcısının yard ımcısı olan ve Türk makamlarına yaranmak için müsait fırsatı kaçırmak istemeyen Amerikalı misyoner Mr. Reynals­ 'a da yüneliktir. Lcpsius'un kitabının özeti bu. Bu saçma eser hakkında sarfedlle­ cek her fazla söz israf olurdu. Ermeni yaygaracılığı, başka yerlere de, Almanya'da olduğundan daha başarıyla yayıldı -çünkü Almanya'da İmparator Wilhelm'in, h ü ­ kümeti ve kültürlü çevrelerin görüşü sayesinde hu salgın ilerleyeme­ di. Maximilian Harden çelişkili olana duyduğu zevk yüzündenTürk


TÜRK SAVUN KENDİNİ

19

aleyhtarlığı dalgasına boşuna kapıldı ve "Seni cemiyette 1:örnıek ru­ hıınııı yakıyor sözlerinin dudaklarından dökülmesine yol açtı. Fran­ "

sa'da da Kan ve Ateş hristiyanlarının bu dalgası engellendi; ancak Machiavelli'ye rağmen her İngiliz sözünün dünyevi bilgeliğin bir par­ çası olarak göklere çıkarıldığı iıalya'da gerçek Ermenlstan yanlısı hareket canlılık kazandı. Basın da mOtat hastatıtcvari hissiyatı ile yar­ dımcı oldu ve böylece orada ikinci Gardibaldi'r.in daha sonraki O­ peret seferi için zemin hazırlayan bir Türk tahrikkarlığı gelişmiş oldu.

IV-İNGİLTERE'NİN KAN BORCU Emin adımlarla ilerlemek, yakalanmamak, dikkati çekmemek is­ teyen entrikacı yavaş yavaş çalışır, bir zamanlar asıl etki sahasının ol­ ması gerektiği yerde köstebek gibi her tarafla yerin altından kazarak ilerler. İngilıere'de öteden beri hep böyle yapmıştır ve başarılarının sırrı bundan başka bir şey değildir, ptanlarına erişebilmek amacıyla gönderdikleri köstebekler, askerler "yüksek politikası" her zaman John Bull'unkiyle aynı olan, Tanrı devletinin siyah etekli savaşçıla­ rıydı. Aynı konuda Amerikalı Herold Frederic <le isabetli bir şekil­ de şu nları naklediyor. •

Bu şişko efendinin beyni öylesine mükemmel imal edilmişti ki, o­ nun menfaatleri kendisine sürekli ilahi irade ve ahl:ik kanunlarıyla aynı görünüyor. Kemli dünyasını kurmak için bitip tükenmeyen bir yeteneğe sahip, şahsi çıkarı Allah'ın iradesini yanda Allah'a inan­ ma,._o;a sosyal ilerlemeyi ifade edermiş. Yalan söyler fakat vicdanını aldatmak suretiyle yalanına kendi inanır tabii gücü de buradadır. Ya­ lanı, hisıerik bir yalan olduğundan çok güçlüdür ve yalanın topluma vahiy yoluyla sunulduğu anda o yalan artık yalancının vicdanında gerçek olmuşt ur. Adım adım başkalarına karşı entrika çevirmek, başkalarını kış­ kırımak, zayınaıın:ık, sarsmak için -tabii her zaman kendi tekeline al­ dığı medeniyet ve hrisıiyanlık bayrağı altında- bu prensiplerine sadık olarak 1870 yıllarında John Bull bir misyoner ordusunu Anadolu'ya gönderdi ve her tarafla görünüşte Ermeniler arasında yalnızca dini propagandaya fakat gerçekte ruhların siyasi yönden zehirlenmesi i­ çin faaliyeı gösteren kuruluşlar olarak hizmet eden kiliseler ve pro­ testan okulları inşa ettirdi. Bu sözde k urtuluş eserine ruhları yakalanmakla eksik olmayan kuzey Amerika da hararetli bir biçim de katıldı. "BC'l'/ines Ta1:eshlmı" Gazetesi'nin isıanbul'daki muhabi­ ri bu dinamit okullarının böylece orıaya çıkışını belirgin biçimde


20

şöyle karakterize ediyor:

Dr.HANS llARTH (Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

İ ngiliz ve Anglo-Amerikan misyonerleri uzun yıllardan beri Ana­ dolu'da okullar kurm uşlar ve bunları deniz aşırı ülkelerin r uhban sınıfın ı n zengin imkanlarıyla donatmışlardır. Tabii bu imkanlari sağ­ layanlar Allah ve hayır adına, nasıl elde edildiği belli olmayan zen­ ginliklerden bir kısmını seve seve feda etmektedirler. İ ngiliz Bible House, yah udi misyoner, işlerini hiç bir zaman tay­ faların girmediği çok sayıda Sailors Homes ibadethaneleriyle, İs­ koçya kilisesi, bütün bunlar hoşnuts uzluğun kuluçka merkezleri olmaktan başka bir şey değildir, hepsi de isimleriyle bağdaşmayan gayeler peşindedirler. Erzu rum, Van ve Bitlis, Trabzon, Amasya ve Samsun, Sivas, Har­ put, Diyarbakır'daki Ermeni çocuklar belki Amerikalıya uygun (yan­ kee) fakat Ermeniler'in oturduğu Anadolu'nu n yüksek yaylalarının saf ç<x:uklarını hiç de uygun düşmeyen bir eğitimden geçirmektedir­ ler. Ermeni çocuk kendisine Anglo-Amerikan öğretmenler tarafın­ dan aktarılan düşü nceleri hazmedemez, kendisini çevreleyen kendi­ sinin tanıdığı ve sevdiği her şey öğretmenlerinin sözleriyle taban tabana zıt olduğundan kafaları karma karışık olur. Böyle bir okuldan çıkan Ermeni genci ülkesinde artık daha fazla yaşayamaz, her şeyi karanlık ve çevresinden daha kütü görür, etrafı­ nın daraldığı nı, uşaklaştığını, ezildiğini hisseder. Ülkesi onun için iğ­ renç bi r hal alır ve nihayet ül keyi terk eder. Fakat kıta Avru pası, hatt:1 Avrup:ı'nın cu mhuriyet leri için de al­ mış olduğu "e1-,"1ftinıi" çok fazladır, kal:ısınd:ıki kavram kargaşası için tanım bulamamaktad ır, çünkü; Avrupa'da hatta Avrupa cumhuri­ yetlerinde bütün sınırsızlığı, başı boşluğa devrimciliğe dur diyen ka­ nu nlar vardır. Bu yüzden bu Ermen i genci kendi fikirleri için anlayış bulduğu ortam ile İIݧki arar, tabii bu ilişkiyi extrem-sosyal ve anaF şist lerde bulacaktır. Sakin bir vatanda§ı karakterize eden pek çok meziyetlere sahip daha önce sözünü ettiğimiz Ermeni halkı bugün anarşi yollarına düş­ müşse, bunun için yalnızca bu halkın ihtil:'ilci gençliği değil, fakat ay­ nı zamanda Ermeni halkı nın ruhuna, bu m utsuz halka sıkıntı ve ölüm getiren zehir damlatmış olan şu İngi liz ve Amerikalılar da acı­ masızca mahkfrrı edilmelidirler. Ve bu "nıi.\yonerlerin" büyük çoğunluğu hangi türdendi? New


TÜRK SAVUN KENDİNİ

21

York Herald buna aşağıdaki cevabı veriyor: Misyoner olarak gönderilen adamların sınıfı dünyanın her ülke­ sini karıştırabilecek durumdadır; hunlar kendi hükümet biçimlerin­ den başka her hükümet biçimine karşı, şarkın karakteri, tarihi üzerine çok az bilgi sahibi, kuvvetli ön yargılara sahip, tecrübesiz ve yarı aydın, heyecanlı insanlardı. New York'taki memur ve büroları i­ çin sarf edilen son derece büyük meblağlar bir yana, bu zaten bölün ­ müş halkı daha fazla bölmek için b u protestan propagandasına israf edilen büyük paralara acımak lazım. Protestan Kapuzin (tarikat) arasında bir kaç beyaz karganın da bulunduğunu aşağıda göreceğiz, çoğunluğu ise gücünün yettiği nis­ bette İstanbul'daki bomba enstitüsü olan Robert College şemasına göre, Ermeni taşra gençliğini her vasıta ile gayri memnunlar ve hatta anarşistler olara k eğitmeye ve saf kafalarda hukuk, devlet, tarih, din kavramlarını tersine döndürmeye uğraşıyorlardı. Misyoner efendi­ lerden bir grubuna Ermeni Knipperdolline kardeşler sırasında da rastlayacağız, tabii hu cemiyetin faaliyetlerine Türk makamları el ko­ yamıyorlar. Çünkü dindar İngiltere rahip kılığındaki dostlarının ... emniyeti ve itibarını korumaya özen gösteriyor. Bu okulların aldatı­ cı avantajları sayesinde ("Amıpai Ef.,Titinı ",parasız ders, çocuklara ve ana bahaya para dağıtımı vs... ) propaganda çok büyük boyutlara u ­ laştı, sadece bütün merkezlerde protestan cemaatleri teşekkül et­ mekle kalınmıyor, fakat aynı zamanda Ermenilik ve Türklük arasına bir nifak sokulmuş oluyordu. Daha önce kardeşçe bir arada yaşıyor­ larken, İngiliz hristiyanları tarafından buraya şimdi daha sonra kor­ kunç bir şekilde yeşerecek olan "kan ıolıunılan " atılıyordu. Bu okulda banka sabotajının faili Ermeni bir sürü serseri genç yaşta ha zımsız bilgelik kazanıyorlar, "hayali Ernıenisıan krallıf..Tı" rüyaları gö­ rülüyor, gizli anarşist bir cemiyet olan Hınçak'ın temeli atılıyor ve açıkca.ıT ürk hükümetine, Türk halkına ve İslam'a karşı tahrik edili­ yor ve isyan vaz ediyorlardı. Bütün hunlara, Birleşik Amerika da da­ hil olmak üzere dünyanın hiç bir ülkesi dokunulmazlık sayesinde bu sinsice cinayet yuvası öğrenim kurumlarına göz yummazdı. Olaylar böylece en güzel bir biçimde ve tamamen "arzıılara �öre " gürültüsüz, fakat İngilıere'nin çıkarına o nishelle uygun düşünce bü­ tün küçük A<>ya kons�loslar ağıyla sarıldı, hatta dünyanın yaratılışın­ dan beri tek b i r I ng i l i z ' i n bile ayak bas m a d ığ ı ş ehirlerde konsolosluklar açıldı; ve Ermeni seferberliğinin fiilen hazırlanmak­ ta olduğunu gösteriyordu; öyle ki Londra'daki efendilere, beklenen an gelir gelmez, sadece elektrikli düğmeye basmak kalıyordu ... Evet, konsolosların mevcudiyeti "Hınçak " yani bu sinsi cinayet örgütünü


Dr.HANS BARTH (fer.Dr.S.ÜNLÜ)

22

cesaretlendiriyor ve yardımcı oluyordu. Bu yeni kurtuluş gerçeği ile Ermeniler'in hepsi aynı ölçüde ilgi ­ lenmiyorlardı; bir çok köyler kendilerine misyonerler tarafından takdi m edilen tazminat meblağlarına göre her bir kaç senede bir "i­ nançlannı değiştiriyorlar, kendilerine bir başka hristiyan misyoner daha fazla para verdiğinde, Albion'un "aziz din adanılannı yüz üs­ tü bırakıyorladı ve havariler üzgün bir halde, "acele para 1:önderilnıe­ sini ricll ederiz, 1:ene halimiz perişan d iye Londra'ya h a ber salıyorlardı ! 11

11

11

V:-KATLİAM DEGİ L, İ SYAN (Bunun Belgeleri) Bu protcstan propaganda n ı n pratik neticeleri bir kaç sene önce, evvela Marsovan , sonra da Hınçak'ın gösteriler düzenled iği Kumka ­ pı'da neticelerini verd i. Burada da orada old uğu gibi misyonerler is­ yahcı hareketi doğrudan tertiplemişler ve k:ırı§t ırmı§lardır. Öyle ki bir an ke t le görevlcndirilmi§ bulunan Amerikalı diplomat Ncwbury onların dav ra nışı n ı alenen kınamıştır. Yon der Goltz Pa§:ı da "Ana­

dolu Gezileri " adlı kitabı nda son derece ihtiyatlı biçimde ancak, dı­ ş a r d a n içeriye so k u l a n bir "wlırikin " Erme n i ve Türklcr'i

kışkırttığını ve yangına sebebiy t verdiğini ortaya koymaktadır. Bu " dışarıdan " sözünün kimi kası:ttiğini burada daha fazla açıklama­ y a gerek gö r müyo ruz.

Artık rahip yeti ş t irm el e r in i n işi ciddiye aldıkları, geleceğin Erme­ ni Devleti konusunda çılgın ideallerini gerçcklc§tirmek istedikleri ­ ni göste r e n 1893-1 895 tarihli, hem de süzde büyük ka tliamın patlamasından az bir zaman ö nceye rastlaya n klasik belgelere sahi­

biz. 23 Aralık 1893'te (yani dönü§te henüz her §eyin sakin olduğu bir zamanda) Ermenistan'da faaliyet göstermi§ olan Amerikalı Misyo­ ner Cyrus Hamlyn Boston yayın organı, Thc Congregationalist'de bir bülümünü verdiğimiz ve şerefli bir insan olan yazarının insanı hayrete dü§ü re n aşağıdaki makalesini yayınla<..l ı. Ermenistan'da Tehlikeli Hir Hareket

Misyonun sonucu olarak Türk Devleti bütün hırist iy:ın cem aa ti şu anda Ermeni ihtilal partisinin p ropa ga n das ı nd a n derin bir ı zd ı­ rap duymaktadır. Bu çok iyi düşünülmüş hakiki §ark kurnazlığı ve sahtekıi r h ğıy la yönetilen g i zl i örgüt Hınçak'tır. Böylece bana " ih­ ıilôl "i savunan zeki b i r Ermeni tarafından, yabancı bir kuwete Ana­ dolu'ya giden yolu açmak ve ülkenin yönetimini ele geçirmeyi


TÜRK SAVUN KENDİNİ

2J

mümkün kılacak her ümidin mevcud olduğu teminatı verildi. Bunun nasıl olacağını sorduğumda, bana şu cevabı verdi: "Hınçok Komite­ leri; bıltı"in ülkede orKonize edilmiş dıırnmdodır ı•e çok sayıda Tiirk ·a ve Kürt 'ıl öldürmek, köylerini ateşe ı•ermek, sonra do�lora koçmak için fırsat kollamaktadırlar. Miisliimanlar bundan Kazaba Kelecekler. Er­ meniler 'e saldıracaklar ı•e onları aynı barbarlıkla kaıletlecekler, öyle ki yabancı bir büyı"ik kııweı insanlık ve Jırisıiyon medeniyeti adına iilke·ye f:irecek ve iş1:ol edecek. " Ben bu projeyi çok dehşet verici ve şeytanca olarak nitelendirdiğim ı.aman, bana sükunetle şu cevabı verdi: ' 'Size şüphesiz öyle 1:örünebilir, [ahlı biz Ermeniler hür olmaya karar verdik. A vrııpa Bulgar zıılmı1 ileyumuşadı ı•e Bulgaristan 'ı, serbest bıraktı. Ay­ nı Avrupa bizim de,fef)•adımızı, kadınlarımızın, çocuklarımızın milyon­ larcasmın kanmdan yükselecek olan feryadı duyacaktır. " Kendisine böyle bir projen i n "Ermeni " adını bütün medeni dün­ yanın önünde lekeleyeceği ni anlat maya boşuna uğraştım. Bana sa dece şu cevabı verd i. Kafam ıza koyd uk, bunu yapacağız. Ben ise şöyle dedim: "Fakat sizin lıalkınızyobancı bir himaye istemiyor ve bı"itün ek­ siklikleri ile Türkiye )•i tercih ediyor. Sınırın öhı"ir tarafımla Ermeniler­ 'in yüz yıllardan heri kolayca >:öç edebilecek/eri 1:eniş böl1:eler yok nııı ? Sizin halkınız yabancı bir lıı"ikı"imeıi tercih etse h111:ün Türkiye 'de tek bir Ermeni fıilesi olmazdı. " Evet diye cevap verd i, "Çok aptal o/dııklarm­ dan hunun cezasım ödemeleri gerekir. " Ben aynı şeyi söyleyen daha başka Ermeniler'le konuştum, fakat bunla rdan hiç birisi ihtilal partisine üye olduğu nu itiraf etmedi: An ­ laşılacağı üzere cinayet ve yangı nın hü kmeuiklcri tipik bir riyakarlık partisinin Türkiye'deki gayesi Türkler'i protesıan misyonerlere ve protestan Ermen iler'e karşı kışkırtmaktadır. Merzifon'daki bütün huzursuzluklar onlara atfed ilir. Bunlar hilekar, i'.a lim ve ölüm tehd i ­ diyle onlardan para sızdırmak su retiyle kendi vatandaşla rına karşı terör ve tehdide başvuruyorlar. Ben im burada azaltara k yayı mladığım, Hınçak'ın pl;lnladığı, sa­ dece birkaç (! ! ! ) iğrenç olayı ilgi lend irmckıcd ir. Bunun için bütün Amerikalı ve yabancı m isyonerler bütün protestan Ermeniler Hın­ çak Komitcsi'ni her tarafta acımasızca Janetledi ler. Ermenilcr'in gerçek dostu olarak, biz, bu iğren<; hareketi onaylamaktan kaçınma­ lıyız. Bazı Ermen iler'in cehalet dolayısıyla Hı nçak partis inin hedd terine ve yan lış anlaşılan patriotizm yüzünden ihtiiallerle iş bi rliği yapmalarına rağmen biz protestan misyonlarının, onların kil iseleri­ n i n ve okulları nın mahvına yol açabilecek bir mesele ile her türlü te­ masa karşı uyarmak zorundayız, bunun için bütün Amerikalı ve yabancı misyonerler Hı nçak yanlıları ile her türlü temastan veya ay-


24

Dr.HANS 11ARTH (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

n ı kimselerin korunduğun u gösteren bütün ilişkilerden kaçınmalı­ dırlar. Lexington 23 Aralık 1893 Hamle Cyrivs Hamlin B u sade ve dürüst ifadelerin yanında daha sonraki yılların o ya­ lancı m übalağalı cinayet h ikayelerinin -hatta konsolosluk raporları­ nın- giderek artması ne kadar acı. Hamlin Ermeniler'in eyleminin gizli komiteler tarafından ihtimamlı planlandığını ve ayrıntıları ile hazırlandığın ı ispatlamaktadır. Tabii her zaman yukarıda zikredilen ve kendisine '�Kaçak Al}'a ya f:iden yolun açılması 1:ereken veyardımı kesin olan " gizli kuweti birlikle d üşünmek tazım. Hınçak komitesi ile bu "f:ı1ç " arasında nasıl sıkı bir ilişki olduğun u biz ancak İ ngiliz Ermenileri'nin, İ rlandalılar'ın meşhur örneğe göre Londra gizli ar­ şivlerine saldırıp, yağma edecekleri zaman öğreneceğiz. Fakat zaman ilerliyor ve rahi p Hamlin'in 1893 son larında "pitin " olarak tanımladığı h ususlar gerçekleşmeye doğru gidiyor. İ htilal ko­ m itesinin silahlı ayakla nmasının ve bunun Desperader yandaşlığının pek yakın olmasına sayın hanım diplomat tabıi ki uyuduğundan biz ancak Ermen i ihtilal organı "Haik "in 15 numaralı 1 Eylül 1895 ta­ rihli neşriyatından öğreniyoruz. Sözde "Ermeni zulmünün " allak vermesinden üç hafta önce bu ga­ zete şunları yazıyor: İ ngillere'n i n gayretlerinin boşa çıkması halinde Ermeniler'in ge­ ri çekilmesi artık söz konusu değildir. Ö nce İstanbul'da Ermeniler­ ' i n k o r k u s u zca - ç ü n k ü g a l eya n a g e l e n ka l a ba l ı k k o r k u tanıma1..saldırıya geçecekleri huzursuzluk ortamı sağlanacak. Bu ka ­ labalık bülün korkunçluğu ile Türk hükumetine karşı galeyana gelir­ se, o za m a n b u n u n doğru d a n n et icel e r i k es t i r i l e meyece k. Jandarmaların müdahalesi kalabalığı lakayd bırakacak. Kalabalığın şaşkınlık içinde kend isine karşı çarpışacağı muntazam askeri birlik­ ler seferber edilecek. Savaş uzun sürecek ve büyük i htimalle güçler tarafından isıanbul'un işgaliyle bi�ecek ... Taşrada meseleler bu ara­ da bir başka mecraya dökülecek. lstanbul'da Ermeniler'ııı saldırıya geçti kleri sırada, kırlık kesimde Ermeniler de şu sebeplerden savun ­ maya geçecekler: Avrupa'nın gözleri İ stanbul üzerinde; bundan dolayı Türkler o ­ radak i Ermeniler'i bütünüyle katletmeye cesaret edemiyecekler. Çünkü orada önemli bir Avrupa kolonisi varmışcasına m üdahale e­ decekler. Tabii bu Türk halkının Avrupa'dan korkmaksızın Ermeni­ ler'e saldıracağı kırlık kesimde fa rklı bir d u rum. B una rağmen


TÜRK SAVUN KENDİNİ

25

oradaki Ermeniler sila hlansınlar, hazır olsunlar. .. Her hal ü karda pek yakın olan isyanlarda bir çok Ermeni, fakal onlardan <.la fazla sayıda Türk ölecek ve İ stanbul'<.laki anarşı ile ıaş ra<.laki katliam Avrupa'yı n ihayet işgale zorlayacak. Bu Ermeni kan ve tahrik pol ilikasının tabii neticesi "Haik "e Tür­ kiye'nin bölünmesi olarak görün üyor. Bu meya nda Ermeniler'e ba­ ğımsızlı k verilecek onların <.la Avrupa karşısında haklarını geçerli kılmak şartı ile. ·

İstanbul Ermeniler'i bugün Ermenislan'ın kaderini ellerinde t u ­ tuyorlar. Onların özel görevi bizim (kendilerinin) mesclcm lzlc meş­ g u l o l m a k ve b i z i (kend i l e r i n i ) T ü r k ba rba r l ı ğı n ı n <.l i re k l olorilesin<.len kurtarmaya Avrupa'yı zorlamakıa<.lır. . . Olayla rın acı ­ masız man ı ığı bizim milletimize bundan böyle emin adımlarla ölü­ me veya h ürriyete yürümek gibi muka<.l<.les bir görev yüklemiştir. İ stanbul'<.lan yönlend irilen keyfi katliamın değil, bilakis uzun za. man önce planlanmış bulunan, yabancı yard ımla fiiliyata konan "is­ yanın " süz konusu olduğunu ispat etmek içi n ba�ka belgeye ihtiyaç 11 yoktur • Türkler'in reaksiyon gösterip barışı bozan lara maalesef yal n ız kö­ tüler değil, fakal aynı zamanda bir çok iyiyi <.le i lgilendi ren gerekli dersi vermelerini kim yanlış yorum lamak isteyecek lir? Ermeni halkı bunun için H ınçak çılgı nlarına ve ....... onun Avrupa'<.laki perde arkası adımlarına teşekkür edebil ir. Binlerce Ermeni, H ı nçak Kar­ deşler çılgınlığı n ı kanları i le ö<.lemek zorunda kalınca, onların kanı her şeyden önce G la<.lsıone ve yandaşlarına bulaşacak, bu firma ve ortakları yaln ızca ve sadece "büyük katiller " ünvanını hak e<.lecekler­ <.lir.

VI-AYAKLANMA VE BASTIRILMASI (Sen onu istedin - Sen onu istedin) Had iseler, H ınçak çılgınlarının keflll i ihtilalci orga nla rında çok önce lesbil elmiş oldukları bir mecraya girdi. Her tara fla ayn ı hika ­ ye. Ö lüm çeteleri (komi leler) ortaya çıkıyor, hiç bir şeyden habersiz Türk halkına sinsice saldırıyor, dehşet verici kalliamlar gerçekleşti­ riyor, camileri kundaklıyor ve Türklcr'i en hassas konuları olan <.lin­ lcrin<.le tahrik e<.liyorlar<.lı. Tabii bunun üzeri ne Türkler'in -cam 1 ı Mr. Hanoıaux im frnaz. "l'arlamcnt" (3 Kasım 1896).


26

Dr.HANS DARTI 1 (Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

eldivenli olmayan- bir karşı reaksiyonu söz konusu oluyor. Gazaba gelen kalabalık kaçınılmaz kan ve cinayetler konusunda suçlu-suç­ suz düşünmüyor, alçak patriotizm mezhebinin tohumları yeşeriyor. Ermeniler'in büyük çoğunluğunun isyana katılmadıkları bugün için ispat edilmiştir. -Çünkü körü körüne en azından geleceğin devleti ­ nin ham hayallerine inanmışlardır.- Bu öylesine delicesine bir hayal ki bunun arkasından koşmak bugün Frankfurt Yahudileri'nin dina­ mit bombalarının yardımıyle bir ihtilıil sergilemeleri ve katedrali bir sinagoga çevirmelerinden ve sayın Von Rotschild'e "Römer"de Ye­ ni Kudüs'ün kralı olarak tahta çıkarmak istemelerinden farklı değil­ dir. Uyanık Ermeni bankerlerinin böyle bir çılgınlığa kapılabilmiş olmaları bizce üç sebehten ileri gelmektedir. Bunlardan birincisi i h ­ tilal komitelerinin tehditlerinin korkusu, ikincisi: Kafalarında zev­ kini tatmin etmekten başka bir endişesi olmayan beylerin mali tokluğu ve 1 2 nihayet yıllar boyu sürdürülen İngiliz telkinleri ki, hu zavallı A-;yalılar da nihayet kendi kaderlerini tayin etmek istediler. Ermeniler'in aklı ha§ına geldi (kafalarına dank etti) ancak Lond­ ralı mcfistoların tahrik politikacısının kurbanlarını kendi kaderiyle bıraktıkları, mitinglerle, platonik kurtarma denemeleriyle yetindik­ leri ve diğerlerini -Giritlilcr'i- bıçağa teslim etmeye başladıkları za­ man gerçekle�ti. İ syancılara verilen dersi n aslında çoktan hak edildiğini, Ermeniler'in namussuzca bir saldırısının kurbanları ol­ madıklarını, hunu diğer her �yden önce bilmek zorunda kalan biri­ si yan i İstanhul'daki Alman Büyükelçisi Baron Von Sau rna-Jcltsch bir Berlin gazetesinin temsilcisi karşısında açıkça §öyle ifade ett i: -

"Türklerin davranışlarında haklı oldukları {:İzlenemez. Ermeniler 'in istediklerini lıaklı ı·e f.:erçekleştirilebilir {:örmiiyonım. Nihayet onlar da difterleri f.:İbi Tı"irkiye 'de bir millet, sııltanm tebalandır. Hak iddia ede­ bilecekleri ef.."itinı ve kazanç hürriyetine zaten salıipler, hem de fazlasıy­ la, kimse onların ibadetl<?;rine karışmıyor ve çoklarının durımıu son derece iyi. Onların say!-[ısız ve utanmazca kazanç yollarının Türklerin arasma nifak sok11.ıftıı do asla inkar c•dilemez. Yüz yıllar boyu Türkiye '­ yi sömı'irdiiler. Tefecilik yavıyor/ar ve dı'inlst de1,'filler ". Bu beyanlardan

Türklcr'in üll<esinde sosyal tabiatlı mot inerin geçerli olduğu ortaya çıkıyor. Memleket in iç kesimlerinde oturan Ermeniler'i � keyfi dav­ ranı�lardan kürt güçchel �rinin sıkıntı çektikleri malum ! . . 1 2 l l ı ııçak'ın hüyiik bankeri zengin Ermı:ni Ar.ik Efendi de diğerlerinin arasında fan ·

13

ta,tik hakan uniforması i�inde /\pik'in fotoğrnfı. k;ırtallı lıir Ermeni tacının resmi, Galata Sulta ni,i' n i n M i ıd ıi r ü tarafından /\pık Efcndi'):e ithaf edilmiş ve içinde /\ · pik 1 Jend i ' n i n Ermeni ilıt ilalinin ruhu ve koruyucusu olar:ık harareılı, gak-yana ge­ l i ri c i siizlerle vücclıildiği lı i r şiir. yani geleccğın Ermenistan"ının planı vb ... Çok �avıda,l!iiçehc Kiirl a � i reı le ri en son ara ş t ırma l a ra göre Ermeni men�cli. Er­ meniler ile l'.tirtler arasıml:ıki halk karışımlarına, Ermenı yazar Abomian bilhassa

Ağrı bölgelerinde şüphe götürmez bir gerçek olarak haknıaktadır.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

27

Türkler de öteden beri eski hırsız, yağmacı Gordyaer'in torunla­ rı olan ve m üslümanlıklarının Ermeniler'in hristiyanlığından fazla bir değer taşımadığı görülen -bunların çoğu zaten hristiyan- bu Kürt­ lerle uğraşmak zorundayd ı. Türk hükümeti savaş durumu dolayısıy­ le bu Kürtlerle yeteri kadar uğraşamıyor. Hatta Mollke bile bir za manlar Kürller'e karşı bir isyan bastırma hareketine iştirak etmiş­ ti. Mollke Türkiye Mektupları'nda, "Bab-ı A/i bu dağlarda olduğu gi­ bi ülkenin diğer kısımlarındaki Kürt isyanlarını bastrrnıaya hiç bir zammı mumffak olmadı. Kürt beylerin tebalafı üzerinde nüfuzu çok bl1yiik, kmdi aralarında birlik oluyorlar, Birb-ı Ali'nin otoritesine karşı ge­ liyorlar, ı•erf.:i ödemeyi reddediyor/ar, orduya asker ı•ernıiyorlar ı•e sı[:ınaklarmı yüksek yaylalarda inşa. ellikleri kalelerde arıyorlar ". di­ yor. Osma nlılar ile Kürller'in karakterleri çok farklı olduğundan, zu­ lüm olaylarının Kürt göçebelerin veya Ermeni iht ilalcilerin eseri ol­ duğu hakkında bire yüz bahse girilebilir. Türklcr'i ve Kürtler'i ise "Mıishinıanlar" etiketi altında bir potaya koymak ancak Anglo Er­ meni aptallıklarından biridi r. XXXr

Ermeniler "P.'besans "larının öncüsü, birinci sınıf m il li azizleri o­ larak Ada nalı Haropa rtzun denen birini övebilirler. Bu, İstanbul'da tıp tahsil etmiş ve hemen a rkasından Cenevre'de, Atina'da, Londra'­ da ve hemen bunun arkasından yeniden Bitl is vilayetinde ortaya çık­ mı� ve İ ngiliz yardımına dikkati çekerek karışıklıklar çıkarmaya başlamışlardır. En sonunda 1 894 senesinde Sason dağla rına çekildi ve başında bulunduğu bir grup çeteyle bir dizi Ermeni köyü nü talan elti ve üç bin kadar köylü ile yakıp yıkarak öldürerek memlekette te­ rör estirdi. Bu hürriyet havarisi, doktor da olduğu için bilhassa gebe Türk kad ınlarının karnını yarmaktan zevk alıyordu. Nihayet H ı;din­ k'de birli kler tarafından çevrilerek esir alındı. Kendisi ve adamları­ nın üzerinde İ ngiliz menşeli mektuplar bulundu. Acaba bunların arasında bir İ ngiliz pasaportu ve "bıiyük yaşlı adanı "ın el yazısı da ol­ mu� olabilir mi? Olmasına şaşmamak lfizım. Çü nkü İ ngiliz Baş Pha ­ risaer (!) bili ndiği gibi, G irit ve Teselya çeteleri için de cömert davra ndı. Sason olayları" (kısaca özetleyelim) 1895 sonbaharında İ s­ t:ı n bu l'da ki silahlı gösterisi ve hunu da Trabzon süikastı takip elli. Burada isya ncılar, Hınç:ık'ın talimatlarına uygun olarak 20 Eylül'de bölge Komutanı Hamdi P:ı§a'ya saldırır ve yaralarlar. Orada tesadü­ fen bulunan Bahri Pa§a da yaralanır. İ syancılar ayrıca müslüman halk üze rine ateş açarlar. Huzursuzl uklar bir kaç gün devam eder. Aynı �ckilde 20 Eylül'de Bursa vilayetinde karışıklık çıkar. 26 Eylül'de İ z-


28

Dr.I IANS BARTH (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

mit vilayetimle Akhisar'da sila hsız Türk halkına sinsice bir saldırı düzen lenir; Erzurum vilayetinde yakalanan 60 kişilik bir çete Lem pe ( ! ) kumandasında kasıtlı olarak Türk kiyafetleri giymektedir, Ü­ zerlerinde m üm kü n old uğu kadar çok sayıda cinayet işleyerek "A vnıpa 'nın Türkiye 'yi işgaline zemin lıazırlanıak " için faaliyet gös­ termelerini em reden evrak ele geçmiştir. Çeteni n ana karargahı o­ lan Kemalik Karne yakınlarındaki bir manastırda silah, bo mba, cephane dolu bir depo keşfedilir. Bütün vilayette Hınçak komitacı­ ları Ermeniler üzerinde terör politikası estirmektedirler. Komita ka­ rışıkl ığa katıl mayanları öldürtür ve Şakir Paşa tarafından teşkil edilen Reform Komitalarına girmek isteyenleri engellerler. 13 Ka­ sım'da Bitl is camileri Ermeni bozguncularının saldırılarına uğrar. Huzur� uzluklardan iki gün önce pazarı boşal tırlar, eşyalarını eve ta­ şırlar; Ingiliz m isyoner Georges Hükümetini 6 vilayeti geleceğin Er­ meni devletine bırakacağını vaad ederek halkı alenen isyana teşvik eder. Sivas'ın Zile kazasında kanlı çatışmalar olur. Müslüman halk isyanın bastırılmasından sonra Ermeni yaralı ve yetimlerini merha ­ metle bağrına basar. Diyarbakır vilayetinde de karıştırıcılar etrafı ta ­ l a n e t m ekted i r ler. Sözd e konsolos t a ra fı n d a n aya k l a n m a n ı n tezga nlandığı ve Bitlis'te olduğu gibi aynı kütü dedikodular yayıldı. Diyarbakır'da da Hınçak komitesi üyeleri ca mi lere pazara ve Türk­ ler'in evlerine sa ldırırlar. Bu saldırılarda bomba ve yanıcı bez kulla ­ nılır. Çok sayıda Türk öldürü lür, fakat nihayet kundakçı cani çete etkisiz hale getirilir. Bundan 1 1 gün sonra Ermen iler Server pazarı ­ nı ateşe verirler ve içindeki bütün Türkler'i ca nlı canlı yakarlar. Sa dece Diyarbakır vilayetindeki yangın ve yağmanın ?.ararı iki yüz bin Türk lirasını aşmaktadır ki bunun üçte ikiden fazlası Türkler'e ait­ tir. (Bir l iranın 23 Frank olduğu düşünül ürse zararın ne ölçüde bü­ yük olduğu kendiliğinden anlaşılır.) Adan;ı ve Tarsus'ta bombalar ele geçirilir. Halep'te hatta İ skenderun'da sözde bir konsolosun en­ trikaları herkes tarafından bilinmektedir ve Hınçak yanlıları konso­ losluğa serbestçe girip çıkmaktadırlar. 23 Kasım'da orada L.T. isimli misyoner kendi evini iki defa ateşe veri_p yangının suçunu Türkler'e yükleyerek karışıklık çıkarmayı dener. isyan daha başlangıçta bastı­ rılır. Nihayet aynı Kasım ayında protestan m isyonerleri hiç bir tep­ ki görmeden okullarını ve iş yerlerini aleni ışıklandırarak kendileri için dini bir ayin olan Zcilun'u kutlarlar. İ stanbul'daki karışıklıklar ve Osmanlı Bankası'na yapılan bombalı suikast geleceğin Ermeni devletinin hazırlıklarının zirvesini oluşturur. Son derece tahrik edilen Türklcr'in, Ermeniler'in şahsında mer­ hametsiz vampir ve hasım olmanın )'anı sıra aynı zamanda politik devlet düşmanı ihtilalci ve anarşisti tanıyarak korkunç bir mukabe-


TÜRK SAVUN KENDİNİ

29

lede bulunmaları, bu mukabelenin Ermeni saldırılarına uygun olma­ sı bizce Ermeni halkının haklı galeyanının kurbanı olması makul de ğil m idir? Tabii ki bü t ü n bu nla r h isterik Avrupa'da bilhassa riyakarlar ülkesinde derin ahlaki bir öllceye sebebiyet verecektir. "Bu hayvan çok vahşidir

Saldırı halinde kendini savunur"

VI I-IIINÇAK'IN CİNAYETLER GALERİSİ Bu, Ermeni kahramanlar tapınağında (Alias Panoptikum'un) se­ lamlamaya mezun olduğumuz cazip bir toplum: Bunu renkli sima Hampartzun'un yanı sıra en az onun kadar renkli ve cesur kritik an­ larda devamlı sıvı§sa da milli kahramanlar Danicl, Gam Danadian o­ lu§turmaktadırlar. Hemen hepsi de İngiliz Protestan misyonerleri ruhu ile yeti§mi§ olup, asil örnek öğretmenleri Jack The Rippers'in yüzünü ağart maktadırlar. Hamile Türk kadınlarının karınlarını yar­ makta birincilik, tartışmasız daha ünce kendisinden bahsettiğimiz bu, esir Türklcr'e i§kence etmek, canlı yakmak ve bilhassa hamile Türk kadınlarının karnını yarmak gibi çok güzel (!) bir prensip sahi ­ bi olan Adanalı Hampartzun'undur; bunların yanı sıra kahraman Hampartzun (!) eline geçirdiği Türklcr'in kulaklarını kestiriyor, göz­ lerini oyduruyor, onları bir haça çaktırıyor ve nihayet karınlarına ycrle§tirdiği barutla havaya uçuruyordu. İlahlar ve tabii hristiyan hü­ manite yaygaracılar... için bir gösteri. Tropmann, Ravachol ve Dr. Lameson'un yanında, bal mumu figürleri kabinesine layık bir başka büyük adam da Daniel'di; bu, isim yapını§ "Da�larm çetesi "nin reisi olup, İngiliz himayesi ile yeti§tirilmi§ v� vicdanında sayısız cinayet­ lerin ağırlığını ta§ıyordu. Daha 1 893'de Izudur Belediye Ba§kanı'nın, birzaptiyenin ve bir tüccarın öldürülmesi dolayısı ile ölüme mahkum edilmişti. Aynı Danicl, Sivas vilayetini sürekli korku ve deh§et altın­ da tu tuyor ve peyderpey, yava§ ve estetik bir zevkle Kara hisar savcı­ sının fülc fertlerini, Çorum posta müdürünü aralarında iki kadının da bulunduğu Seherdağlı 16 müslümanı yavaş yavaş kestiriyordu. Bunlar onun §ahsi hizmetlerinden ( ! ) ancak bir kaçıydı, -çetesinin ic­ raatları ise tabii o nisbettc daha büyüktü.- Bu zavallı (!) Danicl şans­ sızlık eseri olarak 6 Aralık'ta Koçkil'de tutuklandı. Eğer yanlı§ değilse, Türkler ı.cendisinin daha önceki "Utanç ı·erici icraatlarına" bir yenisini ekleyerek asil hürriyet mücahidini ağaçta sallandırdılar. Hınçak'ın diğer savaşçıları da -Avrupa, sevin!- ekseri iyi protestan ·ıeya Anglikan mezhebinden olup, kendilerine bütün ülkelerin ve i'.a -


30

Dr.Ht\NS Bt\RTI 1 (Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

manların iğrenç tipleri ürkek bir hayranlıkla bakabilirler.

"Hınçak "tan söz açılmışken, bu çeteden biraz bahsedelill_l. Biz, sözde Ermeni devlet düşüncesinin hizmetinde, gerçekte ise Ingiliz menfaat politikasına hizmet eden Rolle Korah'ı müteaddit defalar düşündük, mesela Mr. Hamlin'in daha önceki ilgi çekici tesbitleri i ­ l e şüphesiz doğrudan doğruya İngillzlcr'in direktifi ile ve İngiliz yar­ dımı ile, y�ni Ingiliz maşası olarak Şark'ta kurulan bu gizli örgüt (Hınçak), Italyan Carbonari şemasına göre son derece güzel organi­ ze edilmiş olup, İstanbul'da, TiOis'de, Odesa'da, Marsilya'da, Cenev­ re'de, New York'da ve Londra'da komiteleri vardır. Görüldüğü kadarıyla buralarla doğrudan doğruya temas halinde bulunmakta; para, silah, pasaport ile donatılan merkez komitesi bütün milli kah­ ramanlık icraatlarını, sabotajları ve hükümet devirme gibi olayları tezgıihlamaktadır. Meşhur banka sabotajı da bunların arasındadır. Çetenin gayesi -üyelerin kendisini anladığı biçimde"Türk boyıındu­ ruğıından kıırtıılnıa " ve tabii bütün kahramanları derhal bakan, mü­ şavir, general ve büyük kazançla gizli özel mü§avi r olacakları bağımsız bir Ermenistan Cumhuriyeti'nin tesisi idi. Fr. Hannotaux­ 'a göre sözde "Ernıenistan "ın sadece takriben % 16 Ermeni ihtiva et­ tiği, bizzat §ereni Lo rd Duffer'in de aralarında bulunduğu 14 bütün akıllı insanların böyle bir devletin kurulmasının coğrafi imkansızlık olarak izah ellikleri, bir Ermeni milli devlet inin ancak sadece tefeci ­ ler, postacılar, bankerler ve küçük tüccarların oturduğu ıssız bölge olacağı gay<?t açıktır. Takriben 200 yıl evvel - l 724'de- bir Ermeni grup Iranlı Israel Ori'n in yönetiminde "hayali Ernıcnistaıı Krallıi{ı nın " "tacını " kral naibi prens Johann Wilhelm Yon der Plaez'a sun­ d u ğu g i b i , bugü n de yen iden aynı ayı n ı n postu üzer i n d e görü§ülmektcdir. Çetenin gayesi çılgınca ve hayali idi. Buna karşılık organizasyonun taktiği son derece pratikti. "İşçi parası " denilen sis­ tem burada büyük ölçüde iakli<.I edilmiş ve Ermeni finans gücünü ge­ niş para çuvallarına koydurmuş. İhtilal komitesinin statüleri gencide şunları kapsıyor: "Dış ülkedeki her üye yılda yarını Türk Lirası fıidat '­

ödı"iyor, lıer gerçek üye yılda parça başına 50 liralık çok sayıda iştirak kuponu alıyordu. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahip t"iyeler; bıınıın her biri 21 yaşın üzerinde ve komite ile aynı milli düşünceyi paylaşıyor olmalı. Yönetim bir başkan, bir başkan yardımcısı, bir kasadar, kfıtit> /er ve tahrikçi ajanlardan oluşmaktadır. Hepsinin belli bir maaşı var­ dır. 6 yıl boyunca, yılda 6 iştirak kuponu alan ı"iyeler şeref t"iyesi olurlar. Hisse senetleri ve yönetici beyler için belirli maaşa karşı kama ve bom­ ba ı'erilirdi ". (Hınçak'ın şeref üyeleri !) Pratik hedefinin daha şuu­

runda ihtilalcilerin var mı? Hınçak'ın sava§ biçimi -malum olduğu 1 4 Bclfast"ta Loru Mayor kokh..-ylindcki konuşma.


31 üzere- ')10/iıik Bri1:an Taf:gio " nun, sinsice öldürme, köylere ve şer hi rlcre korka kça baskınlar düzenleme, bombalama biçimindeydi... Hü kümete bağlı, haraç ödemeyi reddeden ve Hınçak'ın adını ağzına bile almak istemeyen vatandaşları derhal öldürürler. Hemen hiç bir vilayette Ermeni ileri gelenleri her tarafta sinsice gözleyen mezhe­ bin intikamından ... korktukları için reform komisyonlarına katılmak üzere harekete geçirilemiyorlardı. Erzurum vilayetinde, Gaziantep eşrafından Agadjan ve kardeşi komiteye girmek cesaretinde olmadı­ ğı için öldürülürler. Bayezit'te (Doğu Bayezıt olmalı) kilisede hükü­ mete bağl ı Gregoryan (rahip) aynı sebepten, S ivas vilayeti nde Garabed'de hatta protestan cemaatın başı Merzifon'da boğularak öldürülürler ve bu ci nayetler böylece devam eder gider. Evet, Tiflis askeri mahkemesi nin hüküm vermek zorunda kaldığı sinsice cinayet olaylarından, ta Rusya içlerine kadar bugün bile bu terörizmin dün olduğu gibi bugün de zulmünü kustuğu, Hınçak'a mali destek sağla­ mayan zengin Ermeniler'i öldürdüğü ortaya çıkmaktadır. Çetenin kesin kazançlarını düşünen üst yönet imin gözlerinde bilhassa iğrenç görünecek olan bir durum. Kendi vatandaşla rına karşı başarıyla uy­ gu lana n bu sindirme taktiği ayrıca Avrupa'ya karşı da denendi ve "f:ı"içlcr"e birbirinden daha çılgın tehditler yağd ırıldı. Bunlardan 1896 Ekim'imleki şöyleydi: Hayır! siz yalnızca zalimin menfaatleri ­ ni korumayı düşündün üz. Yalnızca zincirlerini parçalamayı deneyen halkı n gayretlerini boşa çıkarmayı amaçladın ız. Peki ezilenlerin kaF şısında despotu korumak niye'!... TÜRK SAVUN KENDİNİ

Eğer bir defa masum kanı akıtı lması gerekiyorsa, o zaman daha etkili vasıtalara baş vurmasını bili riz. Hedefine kesin olarak ulaşa ­ cak olan bir başka ve daha iyi düşünül müş bir eylem planı hazırla­ m a ktayız ve b u n u n sonuçlarına katlanacak o l a n ya l n ı z b i z olmayacağız. Eğer i ş o sa fhaya varırsa durum daha d a kötü olacak­ tır! Bu arada ise aklı mızda, vicdanım ızda kin dolu can ice bir plan ha ­ zırla maktayız, bu ptan tüylerimizi ürpertse de bunu uygulayacağız. Eğer Ermeniler sakin barış dolu bir hayat sürme hakkına sahip de­ ğillerse (!), o zaman düşmanlarına inat olsun diye bu hakka zorla sa ­ hip olmasını bileceklerdir. "Bı11:an bana - Yarın sana " Ne pahasına olursa olsun, Hınçak'ın Türkler'e karşı tahrikini ön gören taktiğinden daha önce söz edildi. Biz burada sadece kısaca Ma­ raş ve Zeytun zaferlerine (!) temas edeceğiz. Maraş Kasım ayında ay­ nı anda üç yerde ateşe verild i, öyle ki 700 ev yandı ve çok sayıda müslüman da alevler içinde can verdi.


32

Dr.HANS OARTI-1 (fcr.Dr.S.ÜNLÜ)

Yine ayn ı Kası m ayında önce başkan Kurtel, Kürt bölgesindeki bir dizi köyü kundaklaya n erkekleri alevler içine atan, kadınların gö ­ ğüslerini yaran ve buna benzer, işkenceler eden Zcytun kahraman­ ları n ı n ( ! ) parlak icraatleri başladı. 21 Kasım'da Mehle- İ slam yakıldı ve çocuklar da dahil olarak bütün ahalisi katledildi. 24 Kasım'da De­ nir ve Sarı 500 evle birlikte ateşe verildi ve aralarında 16 kadının da bulunduğu 266 kişi öld ürüldü. Yaşanan vahşet yukardakinin aynısıy­ dı. Çetenin eline düşen teğmen Hasan Ağa önce üç çocuğunu n ya ­ vaş yavaş ö l d ü r ü l m es i n e , k a r ı s ı n ı n ı rz ı n a geçi l mesi n e ve öldürül mesine şahit olmak zorunda kalır. Sonra göz çukurlarına ba ­ rut yerleştirilmek suretiyle kafası uçurulur ve vücudu da parça par­ ça edilir. Müteakip Aralık ayında daha önce esir alınan Zcytu n'lu m üslüman ahali katledilir, garnizon yakılarak askerler teker teker kurşunlandılar. Çevreden yakalanarak getirilen yüzlerce genç kad ın ve kızın ı rzına geçilir, son ra işkence ed ilir ve cesetleri de öldürülen askerlerin cesetlerine bağlı olarak suya fı rla ııl ır. .. Karıştırıcıların, yardımcısız Türk yaral ıları hristiyanlık sevgisiyle bakıma aldıklarını, içlerinde en ufak bir insani hissin kıpırdadığı nı duymadık. Avrupai hristiyan eğitimi için hiç bir iyi işaret yok! Gene de İ ngiltere'nin ba ­ zı ört bas etme teşebbüslerine rağmen, Ermeni vahşeti hakkında ba­ zı haberler Avrupa'y:ı ulaşıyordu; hatta İ ngiliz mavi kitabı ile tabii uyarıcı ikazlarla birlikte "çok aktifolan, resmi makamları talırip eden ve kendi vatandaşlarına karşı terör L')'lemlerine �irişen Ermeni ihtiltıl komitelerinin " faa liyetlerine dikkati çekmek zorunda kalıyor ve Van'daki İ ngiliz konsolosunun raporuna güre son yılla rın ''fanatik patlanuılarıııın şılplıesiz hı'iyı'ik ölçı'ide yurt dış111claki merkezi komite ta-


33 rafından yönlendirilen ve kontrol edilen bir avuç ihtilalcinin canice ve anlamsızca eylemlerinin sonucu oldu*unu tespit ediyordu. " TÜRK SAVUN KENDİNİ

H ınçak'ın devlete yaptığı benzeri bulunmayan eylemlerden bi İ"i de Osmanlı Bankası'na yapılan anarşistçe sabotajda kendini göster­ di. Gören gözü olan herkes olayda büyük. .. Meçhul'ün ( İ ngiltere kas­ tediliyor) eli olduğunu hemen fark ederdi. Bu "Cansiperane baskın " riyakarlar ülkesinde ve yandaş ülkelerinde nasıl büyük bir alkışla karşılandı ! Sanki Transvaal baskını gerçekleştirilmişti ! Haliç'teki diplomatik entrika provakatörleri himaye etmek üzere, banka bina­ sında yuvalanmış olan ajanları yakalatmamak için Galata askeri ko ­ 15 mutanı Mustafa Paşa'yı engellemek üzere derhal işe koyuldu . Ve ıdaha sonra bütün insan hakları kararlarının aksine, sabotajcıların 1 serbest bırakılmasını sağladı 6. Bütün bu oyunlarda İ ngiliz tezgahı­ n ı göremeyen Ermeni çetelerin i meşhur Transval sabotajının faili o­ larak tanımayanın aklını başına soğuk bir duş bile getiremez. Bu iğrenç haberleri ise son derece i nsancıl geçinen Ingiliz gazeteleri ver­ mektedir; bilhassa Gladstone'un "Daily News "u iğrençlik çukurun­ dan haberler çekip çıkarmaktadır. Bu isabetli (!) gazete dinamitli sahota_jın Sultanın eseri olduğu yalanını okuyucularına sunduktan i­ ki sayı sonra Garo ve Hraatsch "Beyefendiler " ile yaptığı geniş bir mülakatı yayınlar; sabotaj ın faili olan bu beyler İ ngiliz gazetesinin muhabirine her şeyi gayet açık itiraf ederken, bir yandan da bu kor­ kuç olayı gözlerinin önüne getirerek kahkaha ile gülmekten kendi15 Mustafa Paşa "ileri in günlük gazetesinin" muhabirine şöyle der: "Ocnim ilk dü

16

·

şünccm pçnccrclcrdcn sürekli ateş eden, terastan zaman 1.aman homba rırlatan m ütecavızleri bankadan nasıl çıkaracağımdı. Çevredeki bütün caddeleri çabucak kapattırdım; kendim ise idare memurlarından, su idaresinin banka binasının tam karşısında bulunan son derece yük.�ck terasından istilacılara kar.ıı mücadele etme­ me müsaade eımelerini rica etlim. Uzülcrek söyliycyim, sudan bahanelerle bu ri­ cam geri çevrildi. Ve hen tehlikenin her dakika hepimiz için giderek daha da büyümcsiıic biıkin bir ckilde k:ıı)ıdan bakmak zorunıl a kaldım. Bankanın etrarın­ da uzun süre devam eJen çarr.ışma sürekli bomba patlamaları ve silah atışları yü ­ ziinden bir vıldırım hızıJ.la tııitıin şehirde yayılan halkın bütün aşağı taoakalannı eıkisi allına "alan şiddetlı bir hl.j'ecan kendini gösterdi. Çarpı�ma hemen bitmiş ol saydı muhakkak )(i fazlayaygaraya gerek kalmazdı. Fakat bu aurumda heyecan her ge·çen saat daha da büyudü ve her yatı�tırma tsıebhiisü silah atışları ile ba�rısız­ Tığa ugra ııldı. Eğer tıanla isyanını çekinlcğinde boğahilmiş olsaydım, bunun bir Er­ meni meselesi olduğunu ileri sürerek haydutlar, [at iller ve kuiıdakçılann ıararını tutma sebehi ortadan kalkardı." Bir Ermeni bom hacı "Eduard Mygind"e şunları söyler: "lknim için endişe etme ­ yiniz Jngiliz pasaportum işte buralf.1 i kılıma dokunanın vay haline; mükemmel ka pitiilasyonlar i§imc geliyor, aksi halue benim ihtiyaı ıma ra�men her ıaoıan burada ışlerim ten; gider. Gerçı adımız Ermeni ihtil:ll komitesi, rakat ismimin Jspanyol ve­ ya Rus komıtesinden f:ırklı ve fazla bir anlamı yok: Bununla birleşim değil, sadece ana gaye kastedilmektedir, çünkü biz Entern;isyomıliz ve bizim aramızda pek az Ernıeııı var, hatta ajanlarımızın hepsi Ermeni hifc değil... lkticlaryolunda ilk adım­ la ihtillikilcrin veya size göre anaf'§ist komitelerin semr.atilcrini elde etmiştir, bu­ gün , onlarla .s.ıkı sıkıya bağlıyız; anarşist örneğe göre gizli bir organi1.asyonumuz var. , (Beri. 1 agchlalt No: 447). ··


Dr.HANS BARTH (Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

34

lerini alamıyorlardı. Gazetenin muhabirine, bankaya baskın sırasında hayatını kaybe­ den Papkinsuni adlı yoldaşın, hatta bütün İstanbul'u ateşe vermeyi teklif ettiği anlaşılır. "Sayın " Hraatch onu överek Maral ile karşılaş­ tırdı ve şunları söyledi: Bildiğiniz gibi Marat yapılması gereken tek şeyin "öldürmek, öldürmek, öldürmek o/duf:ıınu söyledi ". Papkinsu­ n i'nin bütün İstanbul'u yakma teklifi kabul edilmemiş. Bu, çok za­ limce bir teklif olarak görülmüş. Sayın Hraatch "Biz bunu size ahşap yapılı bütün İstanbııl 'ıı yakabilecek dıınmıda oldııf..Tı.ımuzu göstermek i çin anlatıyonız " dedi. "Hatta bu Osmanlı Bankası 'nı ele geçimıekten daha kolay. E vet, hatta J OOO defa kolay!" Daily News gazetesinin mu­ habiri "Onı.ın bu arada katılarak güldüf..Tiinü ve kendilerinin de ona ka­ tıldık/arını " ilave ediyor. Bu dindar tabiatlı sadist, "Kalpten katıldık " d iyebilirdi. Çünkü dün olduğu gibi bugün de eski bir hikaye geçerli ­ liğini korumaktadır, yani: İ ngiliz'in kabuğunu kazıyın, altı nda .... ken ­ dine bile faydası olmayan insan dostu (!) ortaya çıkar. ' 17 Osmanlı Bankası'ndan atılan bomba yağmuruna Türk zaptiyelerinin verdiği karşılık bu yüzden an layışla karşılandı ve her tarafta Ermeniler'e karşı duyulan sempati önemli ölçüde kaybolmaya baş­ lad ı. Almanya'nın her zaman sakin ve isabet l i hükü mler veren büyük elçisi Baron Saurma-Jealtsh, bir basın temsilcisi karşısında şunları açıkça söylemekten çekinmez: "Bomba atmış olan Ermeniler sadist, dengesiz, sonı.ıcu dı'işüneme­ yen tipler. Kendileri için baf:ımsızlık istiyorlar, politik rol oynamak isti­ yorlar ve Türkiye 'de kendilerine politik dizgin ler bırakılmazsa ekonomik dizf:İnleri ele geçirdikten sonra, A vnıpa isteklerinde kendile­ rine yardımcı o/matsa -Avnıpa bu konuda yardımcı olamaz-, bütiin Türkiye 'de yaşayan hristiyanları, biitı'in bı.ıradakiA vnıpalılar 'ı mahvet­ meye kararlılar. Sultanın, pıı hain isyancıların üzerine yilrümesi tabii hakkıdır. Ve ülkenin lıfikinıi oldııf..'Tıl müddetçe de bu hak onun elinden alınamaz... İsyanın ele başları, talebe olarak Cenevre 'de anarşist dıJ. şiincelere bı.ılaşnıış ekseri genç insanlardır ". Ve hiç de bir Türk dostu o lmayan Mr. Hanoıaux Fransız parla­ mentosunda ister istemez şunları açıklamak zorunda kaldı. Mezalim çağını açan Osmanlı Bankası suikastini hatırlatmak gerekir mi? Er­ meniler'in şiddetin bir fayda sağlam ıyacağını bil meleri gerekir. Bizzat Ermeni rahip, dinlemek isteyen herkese tevazu ve üzüntü 17 General V. Grumbkow Paşa şöY.lc diY.or: "Sopa her zaman sopadır, bomba hen .a­

man bombadır. Aynca J\vrupa'Cla da başkııları tararından bozulan düzeni yeniden tesis etmek için vatandaşların silahlandırıldığı durumlar olmuştur."


TÜRK SAVUN KEN DİNİ

35

içinde, son karışıklıkların sadece zavallı bir grubun eseri olduğunu temi n ediyor ve Ermeniler'in pad işahın koruyı.ıcu asası altında ebe­ diyete kadar yaşamaktan başka bir arzuları olmadığını i fade ediyor­ d u.

Eli çoplu Türk zaptiyelerinin bu riyakar cemaat i n yüreğine saldı ­ ğ ı korkunun müsbet v e iyileştirici bir etkisi oldu. Hayat gücü olan, kendine güven kıvılcımına sahip olan hiç bir halk, gerçekte bomba lı sabotaj gibi tahrik olaylarını takipsiz bırakmazdı; bu arada suçsuz insanlar <la ölse, bu üzücü bir şey, fa kat kaçınılmaz. Ermeni parçası Revilü figü rlerini ünümüzden geçirıirsek, bir pa­ nayır kulübesinin özel kabinesinde imişçesine idamlık sim � lar kol­ lcksiyonu na takılırız ... -Bunlar bir Berl in gazetes i n i n Jstanbul Mektubunda acı bir şekilde şunları not elliği ki mseler: Ermeni özel devleti fikriyle önce dünyanın karşısına çıkmı§ olan beyler yabancı ­ lardı, başka mi lletlerden<.li, Şark'taki ka rı§ıklıkları bir fazla artırmak ve meşhur Şark meselesini unu t turmamak için kend ilerine her vası ­ tanı n ve her fırsa tın yeteri ka<.lar iyi göründüğü yabancı güçlerin ra ­ h i p veya öğret men k ı l ığında siyasi aj a n larıyd ı ; b u n lar gerçek Ermenistan\la yabancı para ile donatıl mış misyonerdi ve Türk Dev­ leti'nin baş kenti nde gençlik üğreı meniy<.liler ve bunlar kendilerine devletin verdiği zeminlerde ham kafalara yaln ızca kendini tayin et­ me hakkı değil, fa kat aynı zamanda efen<.lilcri Türkler'e ve müslü­ m a n l a r a karşı s i s t e m l i olarak k i n a ş ı l a m a k t a n çek i n m eyen öğretmenlerd i ! Burada yetiştirilen, vatanlarını hiç görmemiş ve ken­ di halkıyla hiç temasa gelmemiş olan gençler, bugün bağı msız bir Er­ men is t a n için "Millet tarafmdan wşınan ön saMşçılar " olmak istiyorlar... Fakat propaga nda, mümkün olduğunca çok hoşnutsuz­ luk tohumları ekmek ve sonra bula nık suda bal ık avlamak için hede­ re götüren bir vasıtadır. Biz yeniden huzursuzluklara, isyan lara ve ka tliamlara şahit ol ur­ sak, eğer halkın ka naat i giderek müslüman olmayanların aleyhine <.lünü§ürse, suç i§te yukarıda sayd ığımız dışarının parasıyla <.lonanmı§ öğretmen ve rahip kılığında ki yabancı güçlerin ma§alarınındır. Bü­ tli n bu kıymetli öğret menler Robert College ve benzeri ku rulu§lar­ d a n ç ı k m ı ş o l u p , ya b a n c ı p a s a p o r t l a r l a h i maye e<:l i l m i ş kahramanlardır, " mukaddes kahkahası ile " 21 yaşındaki kötülük to­ humları taşıyan Garo ve 28 yaşındaki kan arkadaşı Hırnnt, Sassun'­ lu katil arkadaşı Dana<.l ian vs. bunların arasın<.la<.lır. İ şte bunlar dindar Albion'un siyah simoki nli kuryeleri<.l ir; "eserlerinden on/an tanıyacaksınız ". B itl is'l i Ermeniler'i her türlü yalan ve hile ile boz­ gunculuğa sürü kleyen Reverend Georges. İşte evini gizlice ateşe ve-


36

Dr.HANS BARTH (Ter.Dr.S.ÜN LÜ)

ren ve Türkler evimi yaktı d iye bağırarak yard ı m isteyen katil ve k u n ­ dakçı Lcverend L.; i§te Türkler'in kendisi ni 23 Ekim'de Diyarbakır­ 'ın Si lvan ka1.asında yakalad ıkları, huzursuzlukların ve sabota.jların faili, dinin dindar hizmetkarı; işte İ ngi liz olmayan, fakat İ ngi liz çok tanrılı d in i ile eğitilen ve meslektaşı Georges gibi Ermeniler arasın­ da tehlikeli yalanlar yayan öğretmen Hannuş Abra ham vs. Görüldü­ ğü gibi öğretmenlerle öğrenciler arasında pek fark yoktur.

VIII-KONSOLOSLUK HABERLERİNİN SAÇMALIGI Prens Bismarc bir defasında şüyle demi§t i: Her d i plomat za man­ d uyusunu kayhetme riski ile kar§ı ka rşıya old uğu için, İ s t a n ­ bul'dan gelen d i plom a t i k haberleri cidd iyetle oku m uyorum. Avrupa ile hemen hemen hiç bir münasebeti b u l u n mayan Tü rkiye' n i n iç ke­ si mlerindeki içerideki bazı sefirlerin haberleri, hu beyleri n h:li'.en z;� ten kıt olan a k ı l ları nı -hir çok olaylarda kend i n i güsterdiği gihi­ tamamen kaybettiklerini isha l etmekted i r. Kim İ ngiliz sefirleri n i n haberleri ni -her ne kadar yapacak işleri olma masına rağmen- Aııa­ dolu'da bulunan okur ve mantık s üzgeci nden geçi r i rse insan bu bey­ lere acı maktan kend i n i a l a mıyacakt ı r. Bu t ü r uygu nsuzluklar, bu t ü r şuurlu vey:'i şuursuz olarak uyd u ru la n yalanlar, hu konsoloslara -sa ­ yın majestelerine- atfed ilen uyd uruk masa l ların çıkış gayesi Avrupa kamu oyu nu yanıltmaktad ır. Zerre kadar Tü rkçe b i l m eyen, Şark me­ selelerinden hiç haberi olmayan ve İ ngiliz menfaat leri doğ rult usu n ­ d a propagandaya gayret ede n , "Say111 koıı.w/os " Er m e n i ler'den la

sağ

,

öğrend i kleri n i resmi bir ltahermiş, b i r an ket sonucu i m iş gihi h ü k ü ­

metlcrine bildi rir. Şarkı a z da olsa tan ıyan h i r konsolos u n , ha l ı Av­ içinde tamamen fa rk l ı hir çevreye int ihak etmeks i z i n zo r old uğunu iyi hild iği Tü rkçe hakkında b i lgisi ol maya n, gelenek­ leri tan ımaya n ve hrisıiya n l ığın a ks j n e Tü rk m i l l e t i n i n sağlam ka rak­ teri n i t a n ı m ıya n h i ri , kendi e t ra fında ça l ı � a n lan 18 <y,, 90 Ermeni veya rupa k ü l t ü r ü

Y u na n l ı la r'dan seçerler.

Böylelikle, "Sayın Majesteleri "nin bir temsilcisi ne kadar pe�in h ü ­ küms üz, ne kadar tarafsız d ü ş ü nen b i r i o l u rsa olsu n , ken d i l iğinden 1 8 l n g i l i z konsolosbrından bazıları bulu nmaz 1 ! i n i ku nı;ı�ı gihiydiler. İ l k etapla. ııı is·

voner Rcyna u lds'un yaııısıra hu kıır � a�a l ı kları ve gerçekle de olduğu gilıi h:ı\İl hir iıva k l a n nıa olarnk n i ıcleveıı, hu viiz,ıeıı de d i n adaınlii rı nazarında ağır \uçlaınala ­ riı maruz kalan Van Koıisolosu Will i;ınıs"ı d:ı d a h i l edebi l i riz.


llJRK SAVUN KEN D İ N İ

37

ve fa rkı nda olmadan Türk düşmanlığına :11et o l u rl a r ve söyle n tiye · göre en haşar ı l ı İ ngiliz vey:1 Amerikalı sa nsasyon yara t a n m u hahir­ leri hile geride hıra kara k uyd urma haherleri h ü kumetlerine bildir i r­ l er . "Se v,;ili Hristiyanlar ", s ay ı n k o n s o l o s l a r ı n "hil,;e/ikini " poh pohlad ı kça, o n u kendileri hesab ı n a ve h ü k ü metlerine kar§ı biri olarak gördükçe, hu "Vize Kralı " şi§irilmiş küçük b i r m inyatür ola­ rak ken d i n i kahul eder, tahii yine bu konsolosların, sayısı gayet az o­ lan m üs l ü m a n a h a l iyle ve idari m a ka m larla olan m ü nasebetleri o ölçüde köt üye gitmekted i r; ç ü n k ü Türkler, İ ngiliz konsolosu n u n Os­ m a n l ı İ m pa ra torluğu'nda yaşayan gayri m üslim leri i m p a ratorl uğa kar§ı kışkırttığını iyi hil mektedir. B u n d a n dolayı yan l ı ş a n laşılmalar, konsolos u n keyfi hareketleri, idari makamların hir sürü m üeyyidele­ ri yüzünden eski dos t l u k ve m ü t tefi kliğin yerini, d üşma n l ı k ve i n t i ­ kam h ı rs ı n a hı ra km a k tad ı r. B ü t ü n h u n l a r İ n g i l i z pol i t i kası n ı n Türkiye'ye soktuğu kötü ruhlar -daima kii l ü l ü k ya pan v e yap m a k is­ teyen- ve her ne kadar değişik §ekilde görünse de şeyt a n .sayesinde ol muştur. Bu konsolosları o za manlar Türkler'in h izmet inde h u l u ­ nan Avusturyalı şair Franz Y o n Werner gayet isahetli hir şekilde k a ­ rnkterize ediyor. (Murad Efendi, Tiirkischc Skizzen, i l, s. 1 5 1 ve deva m ı ) "Osmanlı eyfıletlerindeki konsolos/arın önemi, hatıdaki/er/e kıyas­

landıkmda oldukça bı'iyfiktı'i. Bu Beylerin 1 9 ,;eldik/eri yer bizim menfa­ ntinıiz içi11 lıiç de ehemmiyetli dekiidi. füitfi11 hıınlar hirymuı, hu yabancı aja11/arın mevcudiyeti, Osmanlı menfaatlerini yaralayan ı·e lıer lıfı/ a kfırda do çatışan alı/tiki bir etki yaratmışur. Karada[;lılar 'ın kışkırtma ­ larıyla ayaklanmaya teşvik edilen höl,;elcrde, 1;ı"içleri11 kendi /elıi11e nıi­ tin,;leri ,;öriihiyor; bı'ilı'in b11nlar onları11 hiraz cesaretlenmesini so[;lıyor; bu ,;ı'ine kadar fark edemedik/eri elıenımiyetlerine inmımoyı ve kendi ­ /eri11i A vrııpoi hir faktör olarak ,;örmeyi ve dc[;crlendirmcyi iif.,'ı·endiler. O zamandan bu yana konsolos/arı11 hizim aramızda kalmasının fay

daları zararlarından çoktıır ı·e im da o meşlııır ııtannıaz mı'idalıaleci­ lik politikasının başian,;ıcıdır. Bıı politikıİ Btib-ı Ali' yi, mı'idalıaleci po/itikasmın sc/Jebiyet verdiki idari işlerin aksaması sonııcıı meydana ,;elen dı'izemiz/ik/er için sonınıl11 tutu)•or. Bu dıırıını Btıb-ı Ali )'i, eker bir hareket için lıazırlannıışlar.rn, hıınları etkisiz hale ,;etire!Ji/mek için si­ /alı/anmaya zorladı. " Ermenistan hakkındaki "Konsolos lıahcr/ainin " doğr u l u k payı­ nın ne kadar güve n i l i r olduğu, Lc ps ius tarafından önemli hir dük ü ­ nıa n olarak has t ı rı l m ış, Konsolos ya rd ımcısı Fritz Mau rice' n i n sefir Sir

P.

Cu rrie'ye gönderdiği "Uıfa 'daki Katliam " hakkındaki raporu

1 9 B u rad;ı Türk-Rus Harbinden önceki l lcr.;ck'dcki karga�alıklar söz konusudur.


38

Dr.HANS IıARTl-1 (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

gayet iyi i za h eder. Anadolu, San Marina Cumh uriyeti ' nden büyük olması sebebiyle, İngil tere'nin buralara deva m l ı konsolos gönder­ mesine i mkan yoktu. Urfa'da, 1895 yılının Kas ı m ve Aralık ayların ı n sonunda meyda na gelen "katliamı " a raştırmak için gönderilen İngi­ liz konsolosun olay yerine 1896 Mart ortalarında gelmesi b u yüzden ­ d i r. B u rada ona Ermeni hokkabazlıkları konusun da yutturulanlar, Şark hristiya nları n ı n fa ntazileri göz önüne a l ın maksızın, kolaylıkla tasavvur ed ilebilir. En azından katliamın olduğu tarihten i tibaren ö­ l ü sayısı her gün resmi makamlarca tasd iklenmiş olan sayıdan yüz ka­ dar artmıştır. B u Beyefendi ( ! ) haberi abartma ve çarpılma açısından da o kadar çok şeye sahipt i r ki, biz Mr. Fritz Maurice' n i n küçük Fril· z Mau rice olarak yeniden bir mantık dersine girmes i n i tavsiye ede ­ r i z . Eva ngel i s t o l a ra k k a b u l ed i l e n b u riya ka r , ü l kede res mi makamların haberlerin in uygu nsuzlukla rıyla yüzleşmek bizden ta­ lep ed i lemez, bu olsa olsa boşuna bir zah me t olur. Lcpsius'un ve Fri l ­ z M a u rice' n i n halkı buna i n a n d ı rılamaz. O n l a r s ü pe r güçlerin menfa a t ine d iğer adıyla "wısp etme politikası " adına "Ermeni Terö­ rünO " ne pahasına olursa olsun desteklemek ist iyor ve buna mecbur­ lardı da. Burada çiftçi takvi m i ndeki azizin ded iği şu söz gibi tedbirli olmak hlzı m : "Hiç bir ŞLye salı ip olmayan hile hir şeyler yapar. " Buna rağmen bu İngiliz dalavereleri, ''Ernırni Nefreti " hakkınd::ı önemli deliller ortaya koyar. Mesela Anıep'teki ka rga§a lıklar §öyle cereyan eder: Kas ı m ayında vitayeııeki Ermeni delegeleri n i n mevcu­ d iyet i ilfın ed i lir; bu durum §Chirde müslüman ve h risı iyan halkla ıcla§a sebebiyet verir. Padişah tara fından hazırlanan reformları n a­ çıklan ması, Ermeniler'in konu hakkında yet�ri nce bilgi sahibi olma d ı k l a r ı i ç i n , h ü kü me t i n kendi lerine ye n i i m t iyazl a r veri l eceği şekli nde, m üslümanlar tara fından da bu reformların kend ileri ni kap­ samad ığı ve müslü manların hakları nın H ris t iya nlard a n daha az ola­ cağı §ekl i nde a n la§ıl m ıŞt ı r. İşte b u refo r m u n açı k l a n m as ı b i l e i nsanları h uzursuz ediyor, d i n leri değiş i k insanları karşı karşıya ge­ t iriyord u. Da t ı ve h rist iyan alemi resmi olarak, i l k önce Ermeni dele­ ge l e r i n i n ( as l ı n d a b u n l a r Tü r k l e r ' i k ı §k ı r t a n l a r , b u n l a r ı n mevcud iyeti n i kabul e t m iyorlard ı ) vi l:lyeı ı e dola§Lıkları n ı ve halkı kışkırllıklarını, daha sonra da m ü kemmel ( ! ) reformların sadece bir bahane olduğunu ıesb i ı e ı m işlen.l i . Pol i t i kada gerçek karşısında verilen tavizlere, gOrünü§te pek a z rast la n ı r. Genelde onları n m isyonuna ıekabül eden parolası. G ücün yel l iği kadar uyd ur, hristiya nl ığı ve medeniye t i n i d i linden d üşü rme, fa kat gizl iden k ışkırt ve zehirle.


39

TÜRK SAVUN KENDİNİ

IX-ERMENİLER'İN TÜRKİYE'DEKİ DURUMU (Sosyal B ir Mesele Olarak Ermeniler)

"Hristiyan/ı*m, Şark 'ta eğüici gücünden az bir kısmmı muhafaza e­ debildiffe çarpıcı şekilde bellidir; şüphesiz hristiyan teba, İsli'ımiyet 'in ahlak anlayışının etkisinde kalmıştır. Eyaletlerde halkla münasebet ku­ ran hemen herkes Tiirkler 'e karşı sayf:!lı olmayı, onları sevmeyi, buna karşı Yıınanlılar'ı hafife almayı ve Ermeniler'e karşı kin duymayı, on­ lardan nefret etmeyi öW-enmişlerdir. " Ermeniler'i, şahsen kurduğu 0 münasebetler sayesinde oldukça iyi tanıyan Dr. Alfred Körte2 "A­ nadolu 'daki Emıeniler" hakkındaki a raştırmasına biraz kaba olan b u sözlerle başl ıyordu: D r . Alfred Körte' n i n bu eseri tıpkı " Lepsiade "­ nin yazar ı n ı n k i gibi ne kadar basit olursa olsun, diğer konsolos ajan­

ların, misyonerlerin, papazların eserlerinden çok d a ha gerçekçidir. Şark h ristiya nlarının, daha doğrusu hele hele Ermeni l er'i n müslü­ manlar üzerinde hiç bir manevi üstünlüğü yoktur. Bu, eski b i r a ta sö züyle uygu n l u k göstermektedir: "Bir Yunanlı iki Yahudiyi, bir Ermeni de iki Yunanlıyı kandırır ". "Ermeni olmanın ne kadar zor olduğu an­ laşılmaktad ı r; onlar İ ngiltere'yi bile, her n e kadar kendi işlerine ge­ liyorsa da, karanlığa sürükleyebi l iyorlar. Türkler'den ise -açık bi r ifade i le- yukarıdaki a ta sözünde söz ed ilmemektedir. Onların hiç b i r şeyde s ö z hakkı yoktur, bunun aksine esnaf olmadığı i ç i n acı çeken (sömürülen) i nsan lardır. Körte'nin, bir çırpıda popüler olan bu ırkı nasıl karakterize etti­ ği de d ikkate değerd ir. Körte'nin old ukça karamsar olan i fadelerini yayınlamaktan kendimi alamıyorum. Anadolu'da bir i nsan dolandırıldığı nda, bunun bir Ermeni işi ol­ duğu kanaatine va rılır. Buradaki şa rtları iyi tanıyan büyük bir inşa­ at m ü tea h h i d i tecrübeleri n i bana şüyle belirtti; Türkle bir iş "

yaparsam, lıer lum,;i bir yazılı nıı.ıkave/e yapmanı; çünkü onun söz ver­ mesi yeıcr. Yunan Vl)'a Şarklı başka biriyle mukavele yapmanı ,;erekir vefaydalıdır. Fakm Ernıenilerle, yazılı lıer lıan,;i bir muka vele yapmanı, çiinkii onların enlrikalanndan ve yalancılık/arından dolayı yazılı mu­ kavele bir işe yaramaz. " İster İstanbul'da hamal veya hizmetçi, ister Anadolu'da bir bakkal veya han sahibi olsu n, normal bir Ermeni'nin yegane hedefi para kawnmaktır, diğer bütün hedefler para kazan­ maktan sonra gelir. Parayı çok sevdiğinden ölçülü yaşar, zevk alaca20 Amıtol. Skizzcn,

Ucrlin 1 896,

sayfa 50 ve d1--v anıı.


Dr.HANS IJARTH (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

40

ğı şeylerden uzak d u rur. Paradan dolayı genç b i r Ermeni, genç karı­ s ı n ı n Van'da veya Bitlis'te yalnız kalması na ve hatta kendi nden ha­ bersiz karısının bir başkasından gayrı meşrı1çocuk doğurmasına göz y u mar. Para için hiç d üşünmeden yalan söyler ve dola n dı rır. Alenio !arak h ı rsızl ı k yapmayı, korkaklığı sebebiyle beceremez,fakat hertür­ lü dolandırıcıl ığı, spor olarak kabul eder. B u her şeyden kazanma h ırsı, E rmeniler'e olduk� eniş b ir i d ra k meselesi, m u kavemet ve kend i n i gizleme kabiliyeti 2 sağlamıştır. Bu melekeler ona her yer­ de zengin li klerin i devam ettirmesini sağlamışt ı r ve ayrıca Ermeni­ ler ' i n b i rbi rlerini desteklemesine ve gayelerine u laşmalarına yardı m eder. Aksilikleri n bazen üst üste geldiği gibi Ermeniler de nerede o­ lursa olsun beraberdirler. Mesela büyük bir apartmanda Ermeni h iz­ metçilerin yanı sıra Yunanlılar'ı ve Hırvatlar'ı çal ış t ı rmak m ü m k ü n değildir. Ermeni h izmetçi, entrikaya o l a n yatkınlığından dolayı Yu­ nan, B u lgar ve Hırva t hizmetçileri takib eder, daha sonra efendisine ihbar eder ve son u nda onların yerine başka bir Ermeni'yi yerleştirir.

ş

Fa kat bu rada Ermeni ifadesine bir sını rlama getirmek gerekir: Ermeni d iğer bir Ermen i'ye ancak kendi mezhebinden olduğu süre­ ce yard ı m eder. Ortodoks, Roma-Katolik ve Protestan Ermeniler birbirlerinden aşırı derecede nefret ederler; mesela Ankara'daki Ro­ ma Katoliği b ir Ermen i'ye vilayeti sorulduğunda; "ben kmoliğinı " d iye cevap verir. Dini fikir ayrılıkları,Ermeniler'deki m i l liyet d uygu s u n u tama men ortadan kal d ı rm ıştır, fakat bu mezheplerin hiç biri­ nin Ermeni'nin ahilik anlayışına tesiri yoktur. Roma-Katolik veya Protestan bir Ermeni'den, Ortodoks bir Ermeni'nin hiç bir farkı yok­ tur. Türk köylüsü ve vatandaşı, bu d üşmana karşı old ukça savunma­ sızdır, çünkü Ermeni'yi güçlü yapan doymak bilmeyen kai'lı n ma h ı rsı Tü rkler'de h iç yoktur. Anadolu köylüsü, her za man süylcndiği gibi çok tembel değildir, o tarlasını t ı pk ı ataları gibi işlemekte, fakat ken­ d i n i yıpratarak mal biriktirme d üşüncesi aklına h iç gelmemektedir. Ölçülü işiyle hayatını kazan ı r, kahvesinin ve n a rgilesi n i n keyfini çı­ karmak ister. B u hayat tarzı o n u n gelenekçi gücünü sağlarken, ayn ı zamanda ekonomik güçsüzlüğünün de sebebidir. Her iki ülke i nsan­ ların ı n zıtlıklarını önce Türk, daha sonra Ermen i hanına giden biri en açık şekilde görür. Tür k hanında sa kin ve ağırbaşlı şekilde karşı­ lanırsı nıi'; çıplak odalar, dini ina nçlar bakımından dokunu lması ya sak olan örü mceklere varıncaya kadar temizlenmiştir. Oda sert fa ka t temiz olan örtü ve yast ıklardan ibarettir. Hayva nlara neredeyse i n ­ sanlardan daha iyi bakıl ır; a t , teri soğumadan ahıra gütürülmez ve belli bir ölçü n ün d ış ı nd a o na arpa veril mez. Avrupalı seyyah, Türk 2 1 Dinleri istisna, Ermeniler her şeyleri ile Tiirktiir. IJununla hem her riyı1kfirlıklarıy­ la Türkler'ı.Jcn ayrılırlar.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

41

adetlerine ters d üşen bir şey isterse pek a n layış bulamaz ve bu d u ­ rumda h a n sahibi n i n içinden nasıl mırıldandığını h isseder. Han sa­ hibi şu esastan hareket eder: "Yabancı memlekette seyahat eden birinin, oranın ôdetlerine uyması gerekir. " Hayvan ı n bakımı ve oda fi. a l ı için önceden pazarl ı k gerekmez, çünkü bu sabah ı n erken saatin­ de sükfuetle hall edilir. Bir Türk h a n ı n ı n temel özelliği; belki biraz rahat olmayışı, fakat iti nalı oluşudur. D u ru m , sayıları maalesef fazla olan Ermeni hanla rında tama nen değişiktir. Burada i k i genç, atı almak için hemen hana gelen misafi­ re doğru koşarlar. Fakat at sah ib i n i n b un ların atı kapıya bağlamala­ rını değil de, dolaştırdıklarını düşünmes i onun hüsni niyetinin b i r ifadesidir. Ha n sahibi o n u , gül ü msermiş gibi sırıtara k ve h e r şeyin "Çelebiyi " mem n u n etmek için emrine amade olduğunu belirterek yırtık bir hal ı , siyah ve kırık b i r ayna ve köt ü bir krolomitoğraflan i­ baret Avrupai bir görüntü vermek istediği odasına götürür. Bitip tü­ kenmek bilmeyen i l t i fa t ve tekli flere karşı i nsan ken d i n i zor savun u r. Tem i zl iği tartışma götüren bir s ü rü yorgan içinde g ü n ü n yorgunlu­ ğu çıkarılmak istense bile, gece dolaşan böceklerden, müsl ü m a n ha­ nına kıyaslarsanız daha çok rahatsız o lursunuz. Seyyah veya yaveri yeterince d i kkat l i olmazlarsa, ata kararlaştırılan m i k tarın yarısı ka­ dar arpa veril ir, veya önce yem veri l i r, on beş dakika sonra yemin faz­ lası geri a l ı n ı r. O zam a n da, ağı r yem fiatında hana gel i r gelmez a n laşma yapmayan ve han sahibin i n bütün tekli fleri n i kabul eden za­ val l ı seyYa hın hesabı ertesi sabah ölçüsüz derecede art a r ve hesap bü­ yük hir lsviçre otelinden aşağı kalmaz. -

Anadolu'da bir çok köylerde bulunan Ermeni bakkalları ise çok daha tehl ikelid ir. Tü rk köyl üsü ne kadar mütevaziyaşasa da, bazı şey­ lere ihtiyacı vard ı r, mesela ka hve, t ü t ü n veya bazen d e şeker. Bardak, fincan, fı rça, vb. bulabild iği bu bakkalardan, köylü bunları da satın alabilir. Peşin para Anadolu köylüsünde nadır olarak bulu n u r, b u n u n içi n köylü ü rettiği mahsa veya borç karşılığında isted iğini ala bil ir.Fakat bu,Ermen iler'e ekonom i k bağı mlılığa düşmesine sebebi­ yet verir. Ermeni, köylünün mahsu lünü elbeıte işine geldiği gibi ve oldukça d ü ş ü k bir fia tla alır, köylüye krediyi ancak belirli şartlarla, mesela t i ft ik keçis i n i n yününü ve a fyonunu kend i ne çok düşük fiat­ la sa l l ığı zaman verir. Böylel ikle köylünün eli kolu bağl anmıştır; köy­ lü fakir, bakkal ise zengin olur. "Sıllıik " köylüyü emdikten son ra, şehre gider ve köydeki yerini diğer bir Ermeni va tandaşı a l ı r. N ü fu­ s u 10 OOO'in üzerinde olan Ankara, Sivrihisar, Eskişehir, Kü tahya, Afyonkara h isar gibi büyük şehirlerdeki t icaret, Ermeniler'in elinde­ dir; tabii ki yönetim de. Çünkü büyük ve küçü k h ı rsızl ı kl a r sözü, Tüı:-


Dr.HANS BARTI-1 (Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

42

kiye'de daha çok söylenmekted i r. Tü rkler'i sömü nneleri neticesin de, h a klarında k i şikayetler ayyuka çıkan Ermeniler'in baskısı hükmet tedbirleri neticesind meseıa köylerinde ev ticareti n i n yasaklanma­ s ı gibi kısmen azaldı . Yukarıdan Ermeni ler'e karşı böyle sert bir hava esmesi Ermeniler'in d u r u m u n u da bozdu.

1z

Anadolu'ya, Bulgaristan, R umeli ve Dobruca'dan gelen muha­ cirler i n Ermeniler'in ekonomik bağımlıl ığına girmemesi büyük b i r m u t l u l u k o l u rdu; b u n u n gerçekleşmesi i ç i n şartlar pek de namüsait değildi. Eskiden büyük bir Türk köyü olan İnönü'de yaşlı bir köylü­ n ü n Ermeniler'in tehlikeli olduğu n u , bana söylediği ifade doğrula­ maktadır: "Burada hepimiz Tı1rkı1z. Bıı köyde hiç bir Ermeni'nin,

Yunanlı 'nın olmaması bizim için büyük bir mııtlıılııktur. "

B u ifadelerle hen tabii ki Bitlis'teki vakıaları savu nmak istem� yorum. Fakat müslümanların oldukça sinirlenmesine ve öfkelen­ mesine sebebiyet veren olayları, zamanında Ermeniler' i n yaptığı d üş ünces ine de sahibim. Ermeniler'i n old ukça ava n tajlı, sosyal d u rumlarını, Körle gibi Er­ menil iği iyi tan ıyan araştı rıcılar da teshil ediyorlardı. Alman Konso­ los Bay V. Sau rna Jel tsch (yukarıda bahsed ildiği gibi) Ermeniler'in d u r u m u n u n u m u m iyetle old ukça iyi olduğu n u ve Ermeniler'in bil­ mek tükenmek bilmeyen kazanma h ı rs ı n ı n Türkler arası nda kızgın­ lıklara sebebiyet verd iği ni belirtir; halla papaz Lcpsius, Tü rkler'in çoğu n u n Ermeni ler'e ağır biçimde borçlandığını itiraf etmektedir. Dr. Körte'nin sadeliğiyle d i kkati çeken i fadelerin i sona erdi rerek "Berliner Tegesblatter "deki, İstanbul'da .meydana gelen olaylar h a k­ kındaki h . aberinden bir parça veriyorum: -

Şark'ta uzun yıllar kalan muhabir şöyle yazıyor: "Ermeni, karısını ve çocuklarını bırakn�ı ıızak memleketinden Şark 'a gelir, o çok çalış­ kandıı; çok zekidir. Türk 'ten bir defa daha çok kıırnaz, hilekôr ve hü­ nerlidir. Hemen kapıcı, odacı, aşçı, hizmetçi olarak handa veya başka bir yerde daha verimli bir iş bulur. A vnıpalılar Ermeni )'i yııkanda sa­ yılan özelliklerden ötiin"i Türk 'e tercih ederler, o zekidir, sebat ve sabır gösıemıesini bilir, işinde siirekli çalışır. Emıeni, Tılrkle kıyasland11-.Tın­ da dımımu oldukça iyidir. Fakat Türkler 'in de iyi taraftan vardır. O ça­ lışkandt!j her şeye kanaat eder, bıı sanatkfırltf.,'r Emıeniler'de �öremeyiz. �

,

Müslüman Tü rk'ün ağzından en iyi lokmaları kapan göçmen Er22

Böyle işitilmemiş hiikOıııet müeyyidesi; Olim 1�1manında gemilerden gelen gıda macklclerini satın almak isteyen r�rnıenıh:r"in belli başlı şefıirlerden atılmak ı�n­ rnesinden ihareııir. hk. I lammer, ··Gcsclıiclıte ık-ı; Osman'". Reiches V l l l s. 1 1 0 . Hristiyan Avnıpa"da kaba kuwet mümkün dcğilıli 1 lmnunla beraber 1748 yılında Anıerika"ya hemen hemen hiç bir asker satılmadı . oüyücülcr yakılmadı.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

43

meni'nin, müslümanlardan d a ha iyi durumda olmasına rağmen pa­ d işah ve İslam'ı kötülemesi h a ua ayaklanarak Osmanlı'yı a rkadan vurmaya kalkması bir çok olayların meydana gelmesine sebep olabi­ l i rdi. Eli cop l u zaptiyeler coplarla dayak atmak üzere yetiştirilmiş polis kuklaları, veya otomatik makineler olarak görülmektedir. Bu daha ziyade Türkiye'deki önem l i sosyal bir görüntüdür." Akıllı ve modern düşünceli bir Tür k Harbiye Nazırı Zeki Paşa bu konu da şunla rı ifade ediyor:

"A vnıpa 'n ın, Ernıeniler 'i koruması bizleri şaşırtıyor. Onların söy­ ledi1,'finc göre sopalı zaptiyeler hareketi başlatmışlar. Halbuki hareketi hazırlayan, başlatan Ermeniler olnıııştur. İsyanlar için silfıha ihtiyaç duyulur, fakat sopalar daha kolay bulunabilir. Tabii ki A vnıpa, Erme niler 'e silfıh sat:lıyor, Türkler 'in sopayla silfıha karşı kendilerini samn­ nıaları inıkfınsız. Bazı dıınınılarda Emıeniler Türkler 'den daha iyi, dalıa serbest teşkilfıtlannıışlardır. Gülünç denecek kadar az bir vergi i­ le askerlik Jıiznıerlerinden kıırtııluyor/ar. Ermeni Patri1,Ti nıı1slünıan din adanı/arından daha yetkili. Ernıeniler 'in yönetimle ilgili problemleri ol­ <lııt:ııııda Vl]'fı haksız bir dıırıınıla karşılaştıklarında ondan yardım ve aracılık isteyebiliyorlar. Bizim nıı'ishlnıan halkımızla idare arasında hiç bir aracı yoktıır. Sade vmmıdaşlarınıız, Ermeniler 'in kendisinden daha iyi tlıı111mda oldıı1,'1ı 11111,- biiyiik şehirlerde nı'ifıı.mn sadece % 20 'sini reş­ kil ellikleri halde en üst yönetime de sahip olabilme isreklerini bir türlü anlayamıyorlar. Ayrıca Avrııpa 'n ın da kendisine, Ermeniler'i konıyucıı süsü ı·ermcsini kavrayamryor. Biitün bıınlara ra1,'111en biz yüksek mev­ kidekiler hiç bir şeyi iffı etmiyoruz. Fakat halkımız, bombayla İslônı '­ l parçalamak isteyen Ermeniler 'in yaprıklarının bir lıristiyan fanatizmi old111,'1ı ına inanmaya başlıyor. " Harbiye Nazırı haksız deği l. H ristiyan Avrupa fanatizmi ve ryakar tandans politikası, ya nlış a n laşıla n, sadece sosyal ve pol itik mesele­ ye H ristiyan d i n ka h ramanl ığın ı n damgası nı vurmak ü zere birleşi­ yorlar, çü n kü riyakarlar ülkes i n i n menraat leri böylesini gerektiriyor. Ermen ilerin ekonomik ve politik d urumu d iğer büyük şehi rlerde okl uğu gibi İstanbul'da da d üşü n ülebilen en iyi seviyedeyd i. Bugün de öyle. Mol lke'ni n "Hristiyan Tı"irkler" dediği hu itaatkar kazanmasını bilen ve h a kim orkon adet ve göreneklerini ı.a mamen kendi ne mal etmiş halk, Osma nlı Devleti n i n değişim sürecinde önemli bir rol oy­ namayı üstlenmiş görülüyor. Bu halk, en cesur şovenizm şerhoşlu­ ğunda hile oto'nun bir devletin yükseliş projesine ulaşma.çabalarına inanıl madığı içi n hükümet eden çevreleri n güvenini tad ıyor. (Yok-


44

Dr.I lı\NS BARTI 1 (Ter.Dr.S.ÜN LÜ)

sa) bu İsrail'in Zion'un duvarlarını tekrar i nşa etmek istemesi gibi bir şey olurd u ... Bu halk, bütün Osmanlı ülkesinde sade ve kapı bekçiliği ve ev uşaklığı ya pmakla kal mıyor, aynı zamanda bütün za­ naatlarda küçük-büyük ticarette, haUn -yt>netimdc en yüksek devlet maka T1 arına kadar önemli bir yer et)niştir (Murad Efendi aynı yer, s.239) . Ermenilerin Hrist iyan Rusya'da Ruslaştırılmak ve askerlik hiz­ meti yapmak yerine müslüman Türkiye'de kend i tarzlarına güre mutlu ve ... zengin olmayı geçmişte tercih ettiklerine şaşmamak tazım . Bütün Ermen ilerin Eçmiyazin'de (Rusya) yaşayan Ermeni Pat riği, d indaşlarını şöyle uyarmakla bunun için akıl lıca bir iş yapmıştır: "Ej!er siz menfaatlerinizi konımak istiyorsanız, Osmanlıla­ ra sadık kalınız. Bülı"in di�er çabalarınız Tı"irklerden ziyade size zarar ı•erecektir. Mııtlu yaşamak için size, Tı"irkiye 'den daha iyi bir ı"i/keyok­ tur. " Tigrans'ın toru nları ne de mutlu yaşıyorlardı. Şehirlerde, kırsal a­ lanlarda, Yunan ve Ya hudilerin yerini aldılar; asil davra nışla esnaf­ lığa mütemayi l olmayan Türkler'i mali yünden kendi lerine bağımlı kıldılar. Son on yı llarda Türkler'in büyük ölçüde mal varlığının Er­ menilerin eline geçmesi inanılmaz §ey. Ad ım ba�ına Ermeni sarrafa rastla n ıyor. Gerçi bu şüphesiz gerekli fakat ticari hayatın düzeltme­ ye çok muh taç yardımcısıdır. Devlet hizmetlerinde de Ermeniler bütün en yüksek mevkileri iş­ gal ediyorlard ı: Müslüman Bab-ı Al i'nin dilin i kolayca benimsediler, aynı adet ve alışkanlıkları öğrendiler, kısa sü rede dıştan da onlar gibi göründüler. Gayri muntazam gelire ve ödemelerinde Ermeni tüccar, onun ticari becerisinde ya nında hiç bir Ya hudi tutu namadığından, en küçükten en büyüğüne kad ar tefeci olarak önem li rol oynadığın­ dan çocuklarının ve akrabaları n ı n devlet hizmetinde kolayl ıkla gö­ rev almaları ve yükselmeleri tabiid ir. Eğer Avru palı sesler, reform olarak, Hristiya n ların devlet makamlarına get irilmesini isterse, hu onları n şartları hiç ta nımadıklarını gösterir. H rist iyan Davut Paşa, bir bakandı, ha§ka bir Hristiya n olan Rüstem Paşa genci valiydi. Da­ ha bir çok Hristiyan aralarında iki tanesi de vezir, sefir, konsolos ve devlet şfrası azası, tümen general iyd i. Büro şen iği ve a l ı seviyedeki memu riyetleri nden ise bahsetmeye gerek yok. Ermeni lerin, Batıdan Kızılı rmağa kadar olan bu bölgede Türkçe 23 Ermeniler Türkler'in törelerini, özellikle mevcut milli dili. dil cıl<ırak kabul eli iler. Halbuki Yunanlılar kendi özelliklerini korudular. l Iaııa Moltke hu sebeple, Türk Ordusu içine Ermeni zihniyetini sokmak ist iyordu. (Tiirkiye Mektupları s.:\5 ve de­ vamı).


TÜRK SAVUN KENDİNİ

45

konu§t ukları, Ermenice ve Yunanca harflerle yazdıkları söylenebi­ lir. Bunlar, Moltke'nin gerçek H ristiyan-Türk dediği Ermenilerdi. Buna kar§ı doğudaki ve iç kıs ımdaki Ermeniler, Kürt halkının yoğun olduğu yerlerde Ermenice kon u§uyorlar ve yazıyorlardı. Katolik ve Gregoryan Ermeniler birbirlerine kaf§ı dü§manca davran ıyorlardı. G regoriyanlar sık sık Katoliklere, devletin dü§ma n ı olarak i ftira e­ diyorlar, onları İ s tanbul'dan sürd ürüyorlardı. (1827 yılındaki olayın Ba§ Entrikacısı, zengin bir banker olan Kazas Artin'di). 1830 yılın­ da Katolik patri khanesinin kuru lması, bu Ermeni fesatçılığına son verdi. Arkasından Katolik Ermeniler Roma, Paris ve Viyana'da ki­ lise mensuplarının düzen lediği sem inerler sayes inde gregoriyanları a§an hir ağırlık kazand ılar. Anglo Protestanların h imayesi al tında geli§en grogoriyan Ermeniler, Bağımsız Ermenistan için çabaları sadece hayaldi. A<;ya Türkl üğüne hor bakıyorlar, yarı cahil barbar o­ larak a§ağılıyorlardı. Onların silahla nma çağrıla rının, kı§kırtıcı yazı­ larının arkasında, "/Jo[:ımsız Ernıenistan Devleti için savaş " provası sak l ıyd ı ·

.

X-Gİ RİT YAI..ANI (Bir H ristiyan Lümpen Devleti) "Giritliler lıer zaman yahmcı, kurnaz ve şişkin Röhekli kimselerdir. "

Sı Pa ulus (Aziz Pa ul) Ermen i trajedisini G i rit komed isi takip etti. Bütün umumi efkar, küçü k Asya'daki Türk iye'ye i nanı rken, Atika'n ın küçük köyü nün bü­ yük ağa ları, İ ngiliz dostla rıyla birlikte Bab-ı Ali'ye yeni güçlükler ç• karmayı, G irit meselesini yüzlerce defa ortaya getirmeyi den iyorlar. Belki bu defa Helen ler efend ileri için bir §Cylcr koparabi l irler. En son olaylarda Lo ııdralı kı�kırıu.:ıların parmağı olduğunu, Selılnik'te­ ki yönet icilerin bu olayl a rda rol ü olmadığını söylemeye gerek yok ! Bütün

harekete geçiren G irit meselesi neydi? Ermeni­ buzu n üzerinde giı ı iği m üdd etçe m utlu olan qek h i k;1yes i n e ben ziyor. .. Uzun yı llar doğu Yu nan ku rnazlığı nın ö rneği o l a r a k Öncü Pa u l us tarafı ndan çok güzel bi qekil<Je organize edilen ada halkı ba§ka yerde kimsenin sahip olmad ığı bir hayata sah i pti. d ü nyayı

l c r'de old uğu gihi,

G i ritl iler antik Yu nan ve Roma devirlerinde yala nları ve sadakat­ dolayı küı ü bir §ührete sahip olmu§lardı. Öyle ki, G i-

sizli klcrinden


Dr.Hı\NS Bı\RTH (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ) 46 ritli sözü hırsız ve yankesiciyle eş anlamda kullanıl ıyor, hatta yalan­ cı anlamına geliyordu. Buna rağmen bugün Alman gazeteleri, hi le­ baz, dolandırıcı, yalancı G i ritlilerden bahsetmekten haz duyuyor. Bozulmuş, dejenere olmuş ada halkı hemen hemen kendi eserini kendisi yaratmıştır. Tıpkı Ermeniler'de olduğu gibi, G iritliler'in birGi ri t meselesi çıkarmalarının sebebi, Türk müsamahasının aşırı olmasaydı. Hrisıiyan orta çağında otuz yıl savaşları korkunç gaddar­ lığı ile devam ederken, aynı müsamaha kuşatılmış Kaneo'dah hristi­ yan ların, kadınları, çocukları ve mallarıyla serbestçe çıkmalarına izin veriyordu. (22 Ağustos 1645) 1669 yılında da Kandias'ın kuşatılma­ sı sırasında orda oturanlara aynı insani, şerefli davranış gösterildi. Öyle k i iki Yunan papazına, üç Yahudiye varıncaya kadar herkes ra­ hatça şeh ri terk etti. (Ham mer Purgstall, Osmanlı Tarihi, VI. s. 249.)

Bu Türk toleransı, G i rilli huzursuz çocuğu n çıkardığı isyanlara rağmen, 182l'den bugüne kadar inkar edilemez. Ta nınmış İ talyan gazetecisi Eduardo Scarfogli 24'nun yerinde tesbit ettiği gibi burada bir kaç istisna hariç, asla düzenli, gerçek anlamda bir halk ayaklan­ masından bahsedilemez. Bu isya nlar pol itik bir tah rikten başka bir şey değildir. Bunlar aşırı hoş görünün, ölçüsüz hü rriyetin tabii mey valarıydı. Müslüman yönetime karşı silahl ı bir direnme yoktu. Evin­ den, çiftliğinden kovulmuş Tü rkler, sadece m isi lleme olarak hristi­ yan köylerini yağmaladılar... Her iki tarafın da, yani m üslüman ve h ristiyanların, Yunan köken­ li ve aynı Yunan ağzı nı konuştukları bilin mekted i r. Öteden beri G i­ rilliler çok bah tiyar durumdayd ı lar. Daha sonra başlarını soktukları beiaların kaynağı aşırı bir hü rriyete sahip ol maları, bozulmuş parla­ mentoların bir sonucuydu. Sanki Türkler'in idaresi altında ezilmiş­ ler gibi, fcJaket ve esaret leri ne bütün hissi dü nya göz yaşı döküyor. Bu Kand ia dünyanın en hür ülkesiydi ve en medeniyeri de olabilirdi. Hiç bir m i llet kendisini, en yüksek seviyeye ulaştıran, radikal bir a­ nayasaya sahip olamadı. 1868 yılında ada, tamamen serbest bir idariyapıya sah i pti. Hemen hemen bir İ sviçre kantonuna benziyordu. Meşhur Halepa antlaşma­ sıyla Bab-ı Ali, Giri t'e çok az Avru pa ülkesinin sah i p olduğu yararlar sağladı. Bu antlaşmaya göre, üçüncü maddeyle kanun yapmaya yet­ kili meclis üye sayısı, 49'u h ristiyan, 3'ü müslümanlardan meydana gelen 80 m illetvekil ine yüksel tildi. 8: madde, eğer vali müslüman o­ lursa, o nun bir h ristiyan m üşaviri olacağı nı, 1 1 : madde, meclise ka­ nun yapma yetkisini veriyordu, 1 3 : Madde, bütçe tasarrufunu ön 24 Lcvante, "Treves ve Mailand'', s. 67 vd.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

47

görüyordu, 14: madde, bütün memurlara aylık ödemelerinin a l tınla yapılmasını açıklıyordu vb... Bab-ı Ali verdiği sözü en iyi şekilde yG rine getirdi. (Scarfoglio'nun dediğine göre, eğer yerl i halk politize olmaksızın , tembel tembel oturup sigara, kahve içecekleri yerde ça­ lışmış olsalardı, ada en ideal bir yer ol urdu.) B u olaylarda baş sorum­ lu olan milletvekil leri, toplantı zamanında günlük 30 l i ra a l ıyorlardı. Hemen hemen gümrükler kaldırılmıştı. (Yunanista n 'da hasretle ha­ yal edil m iş olan, % 30-40'lık gümrüğe karşı, Avrupa mallarına % 1 gümrü k konmuştu.) Meclisin daha yüksek haldmlerinin, h alkın sulh haki m lerini a tamasıyla adliye demokratlaşıyordu. Türk idaresi sade­ ce hristiyanlardan olan bir val i ve İstanbul'dan gönderilmiş yarım dü­ zine kadar Türk memurlarıyla yürütülüyordu. Gerçekten Halepa a ntlaşmasından i.�ibaren 1 878-!896 yılları arasında, vali hep hristi­ yan la rdan oldu. Ustel ik Bab-ı Ali cizye almaktan da vaz geçti. Hatta adanın idaresine öneml.i m iktarlarda para yardımında bulundu. Av­ rupa basını her gün Giri t'in duru mundan dolayı sızlanırsa, kısmen tara fsız olan bir kimse bile bütün bu sızlanmaların, haksız old uğu nu söyleyecektir. ·

G i ritliler Halepa Antlaşması'yla garanti edilmiş hürriyetlerinden hangi ölçülerde yararlanıyorlar? Kendi vatandaşların ı n hizmetine girecekleri yerde, muhafazakar ve liberal partisi a rkası na düştüler. Bu partilerin yegane gayesi , i ktidarı ele geçirmek, ta raftarlarını ar­ tırmak, adanın bütün geli r kaynaklarını utanmadan çekinmeden b i­ tirmekti. Bir hristiyan lümpen devletinin hayd ut sistemi karşısında Camorra veya Mafia, Amerika veya Avrupa soyguncu çevresi daha zamansız olduğu hissini veriyor. Hristiyan bir valinin idaresi a l tı nda aşırı derecede verilmiş hürriyetin neticesinde; bütün devlet dairele­ rinde korkunç derecede bozulmaların, rüşvet ve suistimallerin ar­ tması, adaletin köt üye kullanılması, isteğe göre vergi alınması ve pa rtiye bağlı bulunmayanların durumlarının zayıflaması görülüyor. Aslında m illi gelirleri üç dört kat artmıştı. Jandarma, yönetici grubun elinde resmi hırsız takımı oldu; öldürme, şantaj, tedhişçilik ve soy gunlar alabildiğine arttı. Sa f ve kaba Girit liye, planlı ayaklanmaları n ya ptırıldığı toprak buydu. Reçete hep aynıydı; seçimlerde destekle­ nen parti hemen sıvışıyor, tembel halk yığınlarını harekete geçirmek için tantanalı beya nlar neşrediyorlardı. Atinalı haydu tla r da bu işe kendileri n i vermişlerd i, çok az yönetici grup bu durumdan rahatsız oluyor, etkileniyordu. Küçük karakol m üsademeleri, büyü k zaferler olarak abartılıyordu. Bilindiği gibi nihayet Türk gaddarlığı olarak, şişlenmiş çocuklar, kazığa bağlanmış yaşlılar, ı rzına geçilmiş kadın ­ l a r v e kutsiyeti ihlal edilen kiliselerin hi kayesi tekrar ortaya a tılıyor, traj ik bir debdebeyle dünyaya iJan ed iliyord u. Bilinen yalan ı n kuvve-


Dr.I IANS 11AR11-I (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ) 48 ti o kadar büyüktü ki, Yunan istan'da hiç kimse bundan etkilenmedi. Avrupa'yı çok uğraştıran en son isyan, tamamen kötü bir mecraya girdi. Prens Georg'un, Argonlar'ın seferleriyle Vassos ve Posscn'de karaya çıkması , Yunan tahrikçil iğin i öncekilerden daha açık ortaya koydu. ilk başkan Deliya nnis, politik hayatının başlangıcından itiba­ ren, Yunanistan'ın Girit için aşağı yukarı 100 milyon fran k feda et­ tiğini açıkça itiraf etti. Tabii k i bu para, o radaki küçük çocukları koruma m üesseseleri, halkın mutfağı için değildi (Daha ö nce G i rit'­ te bulunmuş olan Amerikalı baş konsolos Stillman şöyle yazıyor: Kend i hal inde yaşayan G iritliler'in isyan çıkarması hiç düşünül mez­ di, normal zamanlarda müslüman ve h ristiyan uyu m içi nde dostça yaşarlardı.)

Seçimlerde 5 milletvekilini kaybeden muhafazMlar, isyan bayra­ ğını kaldırd ıkları 1889 yılı ndaki ayaklanma gibi, 1896 yılında da yeniden milletvekili olamaya � tar kovu lmuş jandarmalar, soyguncu ve benzeri ayak takımlarıydı2 Mill iyetçi Hondurakis'in başkanlığı alt ında kurulmuş olan Epi tropia, şimdiye kadar sakin yaşaya n halkı silahlan maya, dini ve kini körüklemeye, öldürme ve katletme dehşe­ tinin her türlüsünü yapmaya teşvik etti. Bula nık suda balık avlıyor­ lardı, ka rgaşalıktan kendi partilerini galip çıkarma ve idareyi ele geçirmeyi düşünüyorlardı. Bu manzara kirli Yunan kağıt parçası ü­ zerine tatbik ed il irken, bütün dönen dolaplara rağmen, milliyetçi sloganlarla Epiıro piya'nın taraftarları bütün bunları cidd iye aldılar. G i ritli huzursuz çocuğun ve bir çok palikaryanın çıkardığı isya nların tek sebebi Türk yöneticilerin aşırı hoş gürülü olmalarıydı. Avrupa'­ n ı n da maskarası olduğu olaylar, Epiıropiya'nın poli tik haydutlu­ ğundan gelişirken, İm parator il. Wilhelm'i n şu sözleri dikkati çekiyor: "Bizim seı·�li lıristiyan kardeşlerimiz, Ernıeniler'den daha az zararlı davranmadı/ar. " •

Korkunç İ ngiliz masalta rında bile olmayan davra n ışlarda bulun­ dular. M; ueşal Boran Ban ffy, biZlal Mr. Curzon, İ ngiliz Mavi Kita­ bı ve Avru pa'nın bütün resmi orga nları, Girit kargaşası nda, suçun G i ritli ve onun Y�nanlı yand;ı�larında olduğunu tesbit ecl iyo�lardı. (Çünkü yalanlar, Ingilizlcr'e hiç bir fayda sağlamayacaktı.) l ngiliz Mavi Kitabı, bizzat i ngi lıcre tarafım.lan sila hland ırılan d iğer G iritli­ ler'den, ha lla zengin müslümanların çiftl iklerini ele geçirmek iste­ yen hainleri n ünvanla rınd:.ın bahsetler. G i ri l'teki hrisıiyan gatldarlığı hakkında herkes aynı ti ü�üncedeytl i; Siıia ve Saracchin'de tam bir soy kırımı olmuştu; müslüman köyler ateşe verilmiş, m üdafaasız halk hayvanlar gibi öltlü rül m üşıü. Serbestçe çekilmeleri sözü veri ld ikten 25 Bir konsolosluğun rcsıniya;ı:ılanndan alınmış bu k;ır;ıkteristik özet söz konusudur.


49 sonra da, G i ritli h ristiyanların yapmış oldukları gaddarlığa tarihte az rastlanır; iğfal edilmiş kadın ve k ızların, gaz dökülerek yakılmış as­ kerlerin duru mu onların marifetiydi. M üsl ümanların bağ ve zeytin­ likleri ne, çiftlik ve köylerine karşı korkunç bir yağma başlattılar. 18 Mart 1897'de Alman mareşal i, h ristiyanların b u davra n ışını sert bir şekilde tenkit ediyordu. TÜRK SAVUN KENDİNİ

Girit kahrama n ı kimdi, kim oldu? Scarfoglio bunu, kurtuluş adına yakıp yıkan, öldüren, bütün Girit isyanlarına, soygu ncu damgası vuran bir haydut çetesi olarak tanım­ lıyordu. Girit isyancıları ve Yunan haydutların ı n nasıl birbirleriyle i­ lişkil i olduğun u, Teselya ve Epir'deki haydut çetelerinin, milliyetçi G i ritlilerle bu işe karıştıklarını bilen bir kimse bu eleştiriye katıla­ caktır. Dail Telegraph gazetesinin haı:p muhabirinin heyecan dolu olarak anlattığı fıkra çok ilgi çekicidir: Bu İ ngiliz, G iri t Halk Meclisi toplantısında bulunuyor: Ağır bir el omuzuma konduğunda dönd üm, kend imi papaz cübbesi içinde gözleri parlayan bir adamın karşısında buldum. Sözü bana yönelte­ rek; "Bakınız beyim, Giriı/i/er 'in hayatının ne kadar az değerli o/du�­ nu, Avrupa )'a döndii>,lı'iniizde, ne ynptı>,lı nıı gördii>,'lı..iniizii anlatırsınız. " Yan ı nda duran kılıcı taktı, koluna yapışmasayd ım az kalsın boynu­ mu ikiye ayırıyordu. Uzu n bir süre sonra papaz Glagovi les bin bir güçlükle saki nleşti rildi. Sa f, ayn ı zamanda biraz da kaba olan papaz daha son ra için için kendi haline gül müş olmalı. İ talyan savaş gemisi Laura'nın subayları Minos adasının asil ev­ latları hakkında daha gerçekçi bir hüküm vermişlerdir. Onlar i htil­ alcilere karşı sempati dolu gelmişlerdi. Fakat bu hisleri hemen yok oldu. Onlara göre hristiyan Giritliler ahmak, kaba ve bencillerdi. 1 866 yılı nda gönüllü olarak koşarcasına G iri t'e gelen Garibald i ta­ raftarı Bal lott'un, Yunanl ılar'ın her şeyi tah rip etmiş oldukları hak­ kında yazdıklarına biz de tamamen katılabilirii'_ O, G irit'in mümkün olduğundan daha uzun süre, Tü rk yönetimi altında kalmas ını arzu ediyordu. Eduardo Scarfogl ion'un çıkardığı netice durumu daha a­ çık şekilde izah ediyor: B:1b-ı Aırnin Girit'e sadece müsl üman valiler göndermesi, yenilikler için kesinl ikle şarttı. Çün kü hristiy_a n valiler bir veya bir kaç partinin etkisinde kalarak, müslümanların zararına çalışmaktan kendilerini kurtaramad ılar. Bab-ı Ali keşke iki part iye onların boğuşmalarına karışmaksızın, birbirlerini boğazlamada mutlak bir hü rriyet verseydi. Ve keşke bü­ tün gücüyle ve legal yollarla müslüman ahaliyi korusayd ı; tabii dost­ ça, toleranslı ve hileye baş vu rmadan . Bu durumda da Tü rkler'in


50 Dr.HANS BARTH (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ) mezali m i (!) hakkındaki Byron G ladstone'nin masal larından dl\ha da aptalca �alanların dünya kamu oyuna yayılmayacağından emin o­ labilirdim 6•

XI- YALAN FABRİKASI - BASIN "Aptallara Karşı Tannlar Bile Boşuna Savaşırlar" Eğer İngiliz ve Yunan gazetelerinin hala uzun uzun ve korkunç Türk mezalimi hikayeleri yazdıkları düşünü lecek olursa beni m yaza­ caklarım size yalan gibi gelecek, oysa Yunan ve İ ngiliz, gazetelerin i n yazdıkları, edepsizce uydurulmuş b irer yalandan başka b i r şey değil­ dir. (E. Scarfoglio) Bununla beraber müşterek bir komplo gibi, bu yalanlar kuşaktan kuşağa yayılıyor ve her defasında ayn ı şekilde ye­ niden ortaya çıkıyor. Brion'un gözyaşı okyanusunda yüzen basit hikayeleri tarihi alkol alışkanlığından h iç bir şey kaybetmeyen i R sanların zihinlerinde hata yaşamaya devam ediyor. .. Hayalibir değeri bile ol mayan , m ütemadiyen ve hissi olarak saygısızca iftirada bulun ması Yunan halkının ahla ki yönden halfı teka mül edememiş olması acınacak şeydi r. Fakat daha fazla teessüf ed ilecek olanı ise bütün Avrupa basınının b u iftiraları kontrol etmeden yaymasıdır. İngiliz gaze��lerinin dillere destan yanı lmaz ve şaşmazlığı nerede kaldı der­ sin iz"' '! Acaba devletin yüksek alfıkalarıyla, Yu nan ve Ermeniler'in yalan fabrikalarının bütünleşmesiyle dünyayı bir doğu masalı ile boğmak mı istiyorlar. Bu yalanl arın merkezi yıllarca Aıina idi. Şimdi bu şe­ refi Londra da Yu nanlılarla birlikte paylaşıyor. Londra ve Atina'da uydu rulan bu yalanlar, bilinen ve bilin meyen bin lerce kanaldan ve satın alı nmış basının telgraf acen t:ı ları vasıtaları ile bütün ülkelere yayılıyor. Fransızlar kısmen, Avusturya ve Al manya basını ise bu tuzağa nispeten da ha az düşüyor. Basında Tü rkiye aleyhinde, bu ya­ lanların yayınlanmasının sebepleri nden bir çoğu şu nlardır: Siyasi menfaatler, (bu yine en namuslusu) maddi menfaat (bazı komitclo rin devamlı açık bulunan para keselerine gel ir sağl ama). Bu komite­ lerin ajanları Avrupa'nın baş kentlerin i dolaşıyor ve paraya ihtiyacı olan yayın evlerini ziyaret ediyorlar. Gü nlük, yepyen i heyecanlı ha­ berler a rzu eden modern topl umun dind irilemeyen sansasyon heve­ s i; n ihayet doğudakileri n ceha leti... Onla rın bil imden ve tecrübeden 26 Scarroglio, '"a.g.c.'", s. 88-89. 27 Scarfoglio, "a.g.c.'",

s.

1 1 -89.


TÜRK SAVUN KEN D İ N İ

51

yoks u n l uğu, yabancı i�lenJcki ve gerçek anlamı.la ve m i l letler a rası i­ lişki lcrinı.lcki bilgisizl ikleri ı.lc, l ngiliı has m ın ın hüyi.i k b i r kısmının ve İ ngiliz s iyasicrin ekseriyetinin arayıp ı.la hu l:ı maı.lığı hir şeyı.li r. (Sir Aschmcd Bartlell, "Thc Baııcficlı.ls of Thcssaly".) B u nı.l a n başka G i ril'tc, At ina'ı.la, İstanhu l'ı.la hir sürü gazete mu­ habirinin bütün güçleriyle "her gı"i11 fıı'itı"in gı'icı"inı"iz/e lıaufı yerine gö­ re gılnde iki aç defa (.rnlıalı-ö�le-akşanı) sayı/arma fıir şeyler bıılıın, rakiplerinizi "korkunç " fan taıi leri nizle saf d ışı edi n ! emri ı.loğru l­ t usu nı.la çalıştı kları ı.lüşünı.l ürfü.:üı.lür. Böylece insan, Avr u pa'nın bu önemli yerinde n iye huzursuzl u k çıkarı l ma k istendiği n i anl ıyor. İn­ gi liz, Amerikan ve ı.l iğer m u habirler, tabii mesleklerini n icabını yeri­ ne geti recekler ve günlük ya lan savuracaklar, bu yalanları yüzlerine ister vurulsu n, ister vurulmasın, orası üneın li ı.lcği lı.li. İşte İ ngi l iz halkının çok tıcğenı.liği, bühi n ı.l ü nya nın b i lı.liği kor­ kunç "Ermenisrmı (!) " haberleri, bu şckih.lc orıaya çı kıyor. il u n ları, ayn ı Ermeni takt iğine güre "Girit Mcwlinıi " (! ) takip ediyor. G i rit'te buluna n m u habirleri n yalancı lık piyasasını.la , Yunan ve İngil izler resmi yazılarını.la harika ya lanla r savu ruyorlar: G üya Ilab-ı Ali adaya (huna ı.lfür del iller va rmış) katliamı ve ya n­ gınların setıcplcri n i tcsb i t için subaylar günı.lcrmiş ve o sctıcpten A­ ti na mcn�eli telgrafa istinaı.lcn Victor Berarı.I "Hiktıye " d iye yazıyor. Eğer G i ri t'tc b i r şeyler olmuş ise, bunun � u rha nları h ristiyanlar de­ ğil bilakis müslümanlar olmu�t ur. Şi mı.l i lsıanhul bası nını n yala n la­ rı ünce paı.l işa ha sonra ı.la Tcsclya l ı zava llı hali m sel i m kuzu la ra yönel iyor. İstanhu l 'ı.la her gün yüzlerce Ermeni'nin, genç Tü rklcr'in, subay­ ların ve harem kadınlarının ıoplanı.lığı, boğazları na taş bağl a n ı p ge­ m i lere b i n d i r i l e re k M a r m a ra D c n i z i ' n e a ı ı l ı.l ı ğı ya l a n l a rı n ı gazetelcrı.lc okumak mümkün. B u tıiç;1rclcrin ümiısiz çığl ıkları ora­ ı.la n geçmekte ola n Avrupa gemi lerinı.len ı.luyul uyormuş. İ ın pa ra tor­ luğun haşkcn t i her gün askerlerce işgal cı.l i l irmi�; hunları biz her gün ayn ı haberleri i h tiva eden lclgralları.lan öğreniyoruz. Sayısı z ı.lcvriye­ lcrin sokakla rda dola� ı ı kların ı ve S u l ı a n ı n h i r yaverini, Parisli "Fis­ clı weih Roclıeforr 'a " rüşvet vermek için giinı.lcn.l iğin i yazıyorlar. O hilindiği gibi daha ünce Kayzer Wil hclm'c de rüşveı olara k altı m i l­ yon vermişti. Yavcrleri n ya p m ış olı.luğu ka t liamlardan, demokrat ha­ rcın kaı.l ı n l a rınd:ın ve böylesi saçma lı klardan bahsetmeye ı.lcğmez. Yunan-Türk savaşı ı.la bu korkunç saçmal ıklara tabii fırsa t ver ıııiyor ı.l cğil. Tut ucu bir Milano gazetesi "Mıılıanınıet rarafwrlarının


52 Dr.I IJ\NS DARTH (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ) alçaklıkları " diye bir başlık atarak, Atina'da, aşağıdaki korkunç sah­ neleri apaçık bildiren tüyler ürpertici, 5 Mart tarihli bir telgraf ya­ yın ladı. "Sınırda vazifeli Türk birlikleri bütün ülkeye dehşet saçıyor", s ubayların emri üzerine askerler hris tiyan köyleri basıyor ve kadın­ lara tecavüz ediyor, karşı koyan herkesi öldürüyor. Askerler ananevi kan emme hislerini tatmin ederek gerçek bir Türk cümbüşü yapıyor­ lar. Ve bir mecmua, bir süt ninenin masalına, Türk s i pahilerinin, Yu­ nan kad ı n ve çocuklarını sü ngülemesini gösteren canlı b ir resi mle yardımcı oluyordu ... B u gazetecilerin kendi aralarında Yu nan düşmanı olmadıkları ne malum;? Burada Yunan dostu toplumun sansasyon hevesi söz konu­ sudur. "harem kelimesi " Avrupa haberlerinden bazı k imselere çok büyü k etki yapıyor. Onun için Teselyalı kızların hareme gö türülme­ si günlük hayaııa en çok tercih ed ilen kon udur. 2 Haziran tari hli İ s­ tanbul gazetelerinden bilgi ed inildiğine güre (sanki sansür böyle şeylerin yazıl masına müsaade edecekmiş gibi) Larissa'dan çok güzel beş kız getirilmiş; aynı ya lancı kaynağa güre 1 1 Haziran'da Ethem Pa�a Teselya'n ın en güzel kıi'.la rını yakalatmış ve asillere hediye et­ mek için İ stanbul'a göndermiş, 14 Haziran'da yi ne ha rem için dürt Larissa'lıdan bahsedil iyor vb. Diğer telgraflar, Alman s ubayların Tü rk çeteleri asil Yuna nlılar'ı imha etmek içi n yüneıı iklerini bildi­ riyor ve sayısı z Avrupa gazeteleri alelacele bunları aynen basıyorlar; yi ne daha son ra Türk ordusu nda hrist iyan askerlerin bulunduğu gibi del ili kler duyul uyor. Ceha let, Ca ndia adı altında Ma kedonya'daki sı­ nır çete subayları nda n, Lclahu'daki (Lübnan) düşündürücü huzu r­ s u z l u ktan bahsed i l ecek ka dar i lerliyor. Eve t, bazı gazeteler, Kudüs'ıe Yunan lılar'a yard ım et mek isteyen bir gön üllüler çetesi ku­ rulduğu, yakında gerçekleşecek ve Tü rk vel ia htı ile Bavyeralı bir prensesin düğü nünü bildi riyor. Tabii bizim hu tek ya nlı okuyucuya hunların hepsinin bir masal o� <.tuğu n u -alç.ıkca ya lanlar dememek içi n- meşhur Türk mei'a liminin bir hayal ürünü olduğunu anlatma mıza gerek var mı'! Daha ö nce sağduyu sahihi Fransız 1a hitler (Fransız kom utan Gueprat Am iral Simon'un yaverinin resmi haberleri) Tü rklcr'in Girit'te son derece insani bir sava1 ya ptıklarını teshil etnıi1ler ve Teselya'da ki savaş ala. nında Alman mücahit ler :!J; nısını söylemişlerd i. Bu Tü rk mezalimi yala nlarını Murat Efendi inceden inceye tasvi r ediyor. Hemen yakınım ızda meydana geld iği söylenen hu olayla r hakkında hayret e­ dilecek detaylı haberler okunabilir. Burada ewelsi gün içinden geç­ tiğimiz ve şimdi tavukların yumu rtlad ığı, haftalardan heri hiç bir 28 Murat

Erend i , "a.g.c."", s .

1 5�.


53

TÜRK SAVUN KENDİNİ

tavuğun bile kesilmediği bir köyde yapılmış bir katliamın teferruat­ lı anlatılışını okudum. Başka bir köyde özel bir mesele, beş genç ta­ rafı ndan yumruklarla halledi lmişti...

Burada ilk önce sansasyonel haberlerin hazırlandığı ve kamu o­ yunun yanıltıldığı istasyon m utfağına bir göz atın. Türk toprakları bütün aldatmacalar için son derece müsait bir sahad ır. Her türlü kavgalar ve anlaşmazlıklar batıda vukı1bulsa, gazetele rin küçük sütunları nda yazmakla geçiştirilir; telgraflar, politik ha­ berler ve gazete manşetleri için malzeme olarak kullanılıyor. Şayet müslüman Mustafa, h ristiyan Georg ile kavga etse, bu arada Musta­ fa Georg'un ağzına bir vursa, gazetelerde hristiyan katliamı fırtınası koparılır ve "Şark meselesi kanamaya devanı ediyor " den ilir. Ve E. Mygind de en yakın Ermeni tehli keleri hakkı nda aynısını yazıyor: "Şayet Kürt çeteleri bir Ermeni köyı"inı"i bassa, bir hayli koyun w keçi çalsalar bu arada çatışma çıkmış olsa -öhi ve yaralılar her iki taraftan da olabilir- bıı olay İngiliz misyonerlerine göre bir çok insanın hayatına mal olan f?eniş ölçiide l>ir ayaklanmanın nıevcııt oldıığu şek­ linde şikliyet edilir ve İstanbııl 'daki İngiliz temsilcisine, başı boş nıiislü­ man lıalkınıfı savunmasız hristiyanları km/e11ijfi söylenerek, dikkati çekilmek istenir. Velhasıl yakında milletler arası komplolann sonucu olacak bir Ermeni mezalimi hazır 29. Bıı arada Bfıb-ı All'nin sıısJ...?ın/u 1,'u Vlyli olaya lakliytlıjfı bir defa daha ortaya çıkar. Ne yazık ki bu bayları (m isyonerleri), hemen o anda H im.l i kuş dağların ı n arkasına götürüp, oradaki çetelerin -pardon hemşehrile­ rinin- fakir halkı nasıl sömürd üğünü ve bu sö mürüye karşı en ufak bir tavır takınılmadığını, nası l ku �una dizildiğini göstermeye imkan yok. Tabii bu çok başka bir meseled i r. Bu arada Avrupa'nın Arizona sütçülerinin binlerce yayı n organı deli liklerini yaymaya devam ediyor ve okurlarını eskiden olduğu gi­ bi avlıyorlar." Bugün sadece az sayıda İ ngiliz Sir Bartlct'in "Ba11/ejields " adlı e­ serinde yazmak cesaretini gösterdiği "sajfduyu ')'a sah i pler. Bu Türk mezali mi (!), İ ngilterc'yi Türkiye'den uzaklaştırdı; binlerce Erme­ ni'nin ölümüne ve Tü rk-Yunan harbine ve diğer bir takım zararlara sebep oldu. Güçlü Alman İ mparatorluğunun h'.lufları ve zek<'isi sa yesinde Osmanlı Devleti'ni n getireceği kanlı bir çözüm ü, ziyan ve tehlikeleri güçlükle atlatabildi k. Modern Britanya'nı n sergilediği 29 Yaµır, 1915 Ermeni kalliamı yalanını daha renın N otu) .

o zaman

(1898) farkcdclıilmiş (Çevi ­


iki l/\NS B/\RTI 1 (Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

54

vicdansız meza l i m t ica reti, i nsanlığın en hüyü k dü�manı, kendisi n i n ıems i l e l l iği davanın v e Brilanya menfaa t leri nin, hir i nsa nın a k l ı n ı n alahi leceği en öl d ü rücü ve kah redici k ü fü rüdür.

XII-YUNAN DOSTLUGUNUN SARllOŞLUG U "Tanrını, 011/orı Affet...

"

Çağı m ızda -şu anla m l ı kam u oyu sözü h i n tane kafası olan h i r ej­ derha olmalı- Ermen i-Yu nan dostluğu sa rhoşluğu içinde daha hü­ yü k hir zafer kullanmadı. Basında devam eden yalanlar, sistemli h i r şekilde yürü t ü len Türk a leyh tarlığı, daha ünce d e zava llı Ermeniler­ 'i ka ı leden, şimdi ise ası l Yunan hakları n ı n kük ü n ü kazı mak isteyen Türkler'i n gerçekle en hüyük canava r ve h risı iyan ka ı i li oldu kları h ü t ü n d ü nyaya i nand ı rıldı. İspanyolla r'ın Küha'd a, Belçika l ı la r'ın Kongo'da, kend ilerinin ise H i ndisıan 'da yaptıkları n ı proıesto etmek akıllarına aslfı gelmeyen Bri ı a nyalılar' ı n Alhi no'n u n Da i ly Ch ron ic­ lc ve Comp'un savaş çağrıları ndan dolayı h ü ma n izm, h ristiya n l ı k ve geçm iş h a tı raları, Yunan grameri l i n i n kuralsız fiilleriyle kal pleri nde hüyü k hir kızgınlıkla a lcvlem! i ri l iyor. Tahii ki hu yiği t (! ) d üzenha:.<. lar ya p m ış old ukla rı işin cidd iyeıini kendi leri de biliyo rlar. Tı pkı meşh u r Yunan dos ı u Mee ı i ngs l\:ımpanyasını aça n ve bir yıl önce ayn ı şekilde Ermen iler lehine Sulıan Ahdülhamid'e günde bir kaç defa ka hva ltı ve a k�am yemeği yed i rd i kleri gihi ... Parla menıodaki ha­ ya n m i l letvek i l leri n i n ön ayak ol masıyla sevi mli kalpleri nde, halkla ­ rın d ürüstlüğünü isteyen mqh u r Byron ıoplu luğu, despotları n ( ! ) ve tefecilerin ( ! ) harh:ırlığına karşı Yunanisıan'ı koru mak ( ! ) için yürü­ d ü ... Kıs:ıca: S:ıvaş kış kırııcıl ığı. Zi ra o deli lerden başka herkes do­ ğ u d a k i tefecilerin u m u m iyeı lc Tü rk o l m a d ığ ı n ı h i l i r. Yu n a n dos ıl uğu için ya pılan haçh scferi İsviçre'de, Fransa'nın b i r böl ü m ü n ­ de, bil hassa i ı a lya'tla coşkun ıaraflarlar ıoplatlı. Çağı n basın ında bü­ tün kafaları sorhoş etlen Yunan coşkunluğu, Fransa'ya yaslı (çarşı kad ı nı ) Rochcfart ve Panamalı Boyer kan.leşler Yunan dostl uğu bay­ rağın ı sa l la rken, Alma nya'lla hu sefer duru m u n fa rkına va rı l ı r (o an­ da Mo l ı ke efsa ne�ini tahrip etlen saden: hir kaç l iseli ve yazar, sadık kala rak ayn ı na kara ı ı okurla r. Öhür ıara rıa, İ talya'lla çok az bir isıis­ na ile h ü l ü n kamu oyu hir asil ( ! ) d{ıv;inın lıizmeı ine gi rerler. Hfı la tazeliğini koruyan Afrika faciası yeni u n u tu l m uş illi. Yuna n lılar'ın 0 bütün gayretlerini sarf elli kleri Ncfus Menel i k'in İ taly:ı n l;ır'a karş ı3 30

Sadece Turi n l i S ı a ıııpo. l lelcn kii l l iiriinii �crcfsiz, ııı i l l iyeısiz, m a n ı ı ksız olarak ı c ­ l ı ıı cı ıııe cesareı ıııı go,ıcrııı ı�l ı .


TÜRK SAVUN KENDİNİ

55

cephe aldığı, Ermeni komitecileri n bütün ülkelerden kovulduğu, G i­ ril ve Yunanistan için sayısız yeni yeni komitelerin k uruld uğu ela u­ n u tuldu. Bununla birl i kte büyük hayalci İmbriani yöneti m i allınclaki bu Yunan dostluğu, İ talyanlar'ın lalin ve Jatin olm·aya n komiteler kurmaktan öle, keneli kendilerine dönmek için bir sebeb olabilirdi. Bu komitelerin kuruluşları yaygınlaşmış ve basitlcşm işıir. Mesela, Sicilya ve Sard unya hala sefaletten kurtulamaya n adalar, İ n fantia ta­ raftarları, Marq ui·s Paolucci tarafından gammazlanan rezaletlere karşı savaşmak için, toplu göçlere karşı komiteler, sızma, kansızlık, yönetimdeki eksikliklere karşı malia ve gizli aJanlar, korkunç vur­ dum duymazlığa yönetici sın ıfın köylü prolcterya davranışına, sonu gelmeyen vergi kıskacına, kcyITliğe ve baskılara karşı cleclikoclusunu bile bilmediği garip h ristiyan Türk, kısaca �e bi leyi m dah a n ice komi­ teler hiç şüphesiz ve vazifelerinde azimle Iıalya'nın isteklerine "Pro Candia et Armeııia " komitesinden daha uygun düşüyordu. Fakat hu­ nun yerine, söylendiği gibi 1 897 yılı nda İ talya, iyi kalpli İ ngil tere i­ çin kendin! tehlikeye atması gerektiği n i kesin likle hissetti. Manşet şöyle idi: "ita/ya ·nın şerefi için bir şeyleryapmak "'. Hükümetin gidişa­ tı görün üşte biraz sessiz seyrederken, spekülatör partiler kabinen in yıkıl ması için m uazzam yardım ed iyorve Goblet Paris'te kend ini Yu­ nan yandaşı gibi gösteriyordu. Crispis'in dostları ela bu anda "şiddet­ li Türk yanıyanı/ıjfı " yaygarası yapıyorlardı. Evet, general Mocenni yen ilgisinin organizatörü İ talya'nın barbar Tü rklcr'e alçakca boyun eğmesine karşı fırtına koparıyor ve sövüp sayıyordu. Bu tamamen doğu olaylarındaki bilgisizlikten ve geri tepen Türk kinclarlığından, hissilikten ve yanlış an laşılan idea lizmden kaynaklanıyordu. B u ha reket, bu ve bunun gibi unsurlardan ortaya çıktı. Roma'nın en büyü k polemikçisi, Almanya'nın Yunanista n'a kar­ şı işlediği cürümden dolayı bir dolu kü fü r savurdu ve Al man halkı­ nın bugünden itibaren kendisine alçaklık ve nefret telkin ettiğini açıkladı. Neopo litan asi lzadeler trampet çalarak, haçın h ilale karşı za feri için adam topladılar. Prens Odescalchi kutsal kabri kurta rmak içi n ateşli konuşma lar yapar, M i lano'da olduğu gibi, Tü rkiye ve bur­ jivaziye karşı la net yağdırırlar, toplantılar ya pılır. Bu gibi çoşkun luk­ lar deva mlı güzel kıl ı nara bürünür; her ne kadar bundan bir şey çıkmasa bile, her yerde galeyana gel i p propaga nda büroları açı lır; genç kalfalar, liseliler, ü n iversite öğrencileri, halla bazı genç kadın­ lar küçük çamaşı rcı kız statüsünden çı kıp kutsal davanın sancağı al­ tında toplanıyorlardı. Roma da işçi taburları teşkil etmişti. Yakından tetkik ed ildiği zaman bunların sadece bir kaç düzine savaşçı olduğu görülür. Fakat onlar her şeye rağmen mevcuttu ve işte duruyorlardı. Çünkü tabur kelimesi onların hoşuna gidiyordu. Yunan elçisi çılgın-


56

Dr.HANS DARTI-1 (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

ca a lkışlanıyor, Türk elçisine ise saçma sapan müzik çalınıyordu. Ne­ rede bir kaç Yunan taraftarı çay içmek için bir a raya gelse, hemen a­ ra l a r ı n d a saray ı n atamadığı, bakan mösyö Paparigopulos'a göndermek için Roma'yı mutlu kılan hemen o akşa mki gazetelerden de okunabilen heyecanlı sadakat mesajları yazıyorlardı. B u na karşılık olarak, -çü nkü Yunan karşılıksız iş yapmaz- sa­ r ımsak kokan Heteria elçisi papaz Papadapolus iyi niyetli İtalyan­ lar'a, "Yunanistan güniln birinde Triyeste'nin kurtuluşu için yardım gönderecek " diye söz verir. Tanınmış bir kaç politikacı gibi, Menotti Garibaldi de ahlakiyönden fikrini söylemek mecbu riyetinde olduğu­ nu h issediyordu. Bugün kendinin İtalyan ve mümkün olursa kutsal dava şerefine bir kurşun s ıkabileceği arzusunda olduğunu h issede­ rek mutlu oluyor. (Bir arzu, iyi ki sadece bir arzu, daha doğrusu kut­ sal bir ideal olarak kalan) ve Garibaldi'nin yarım unutulmuş d i ndar taraftarları ve Achillc Fazzari'ni n kurucuları eski bir denizci olarak ortaya çıktılar ve (Roma gazeteleri ni sarsıntıya uğratan) göz yaşına boğan telgraflar çekti ve daha son ra da kutsal mezarın dü nyeviliğini ve Avrupa'n ı n bütün hürriyet savaşçıları, ka tillerin defcdilmesine yard ı m etmek için Garibald i'nin em rine verildi. Tabii bu sadece kağı t üzerinde; çünkü o da erkekleri yok eden muharebelere katı lmadı; böyle eğri baca klı nikrisli yaşlı adamlara, Tü rk-Yunan harbi gibi harplerde hı7Jı yürümek düştüğü için ihtiyaç yoktu. Genci bir ha­ reket h iç bir sınır tanımıyordu. Zira Macchivel li'nin d uygulu ço­ cukları, Alfonso Karr'ın maratonda saatleri, Thermopylcn'de tütün tabakaları çalınan Yu nan dostları hakkındaki h ikayeleri o zaman yazma mıştı. Floransa'nın kutsal devlet sekreteri torunlarına olan kızgınlık ve şaşkın lığından mezarında en az üç defa dönmüs ol_m alı.

XIII- GENÇ GARİBALDİ VE)'A YUNANİSTAN . SEFERİ

İ lham, bana kalemini öd ünç ver ... Fakat büyüleyici kalemi maale­ sef, muhtemelen her hangi bir "Haremde " sürüklenen biri değil de i lham, a teşli b ir tutku i le Yunanistan'a gemi ile giden, fakat aklı başı­ na gelmiş bir vaziyette ve infial içinde geri dönen sosyalist ''Avanti" mecmuasında çalışan becerikli muhabir Bay Ciancabilla ve İtalyan arkadaşları. ''Yardmı Harekatı "; Cipriani'nin teşviki ile başlayan İtalyan gö­ n ü llüleri, id�recileri göz önüne al ındığında üçe ayrılır. Kiliseden u­ zaklaşan ve Italyan bi rliği için çaba gösteren Ciprian i yönetimindeki donkişotlar, mağrur ve pısırık ''Albay Bertet "in kom u tasındaki ma­ cerapercsller, ni hayet idealistler gibi diğer sınıflardan oluşmuş Ric-


TÜRK SAVUN KENDİNİ

57

ciotti Garibaldi komutasındaki Garibaldi taraftarları. Cipriani ve Bertet kom u tasında Atina'ya ilk gelen lejyonlar, çok geçmeclen men­ fi yönde dikkatleri üzerlerine çekmişler, öyle ki Ciancabilla Avan ti'­ de bunlar h akkında şöyle bir tablo çizi lir: ... Evet, Cipriani'ye f:idiyoruz; çoftıı sosyalist anarşist ve cumhuriyetçi olan 75 l{önüllünün hazır bulunduftıı Larissa 'ya (Yeni Şehir'e) gitmek üzereyarm, ben ve ar­ kadaşını Cavalliniyola çıkıyoruz. Aman ne rezil şeyler olup bitiyor bu­ rada! Bunları /{izlemek istemiyorum: Gönüllülerin büyük bir bölümü buraya politik bir ideal veya hayranlık sebebiyle değil de, Yunan spor­ ları yapmak veya külhanbeylik taslamak için l{elmişler; bunlar en ber­ bat maceraperestlerden oluşmuş bir sı1rü, bulanık suda avlanmak için her yöne koşuşturan insanlar; emekli çavuşlar, kara cahiller, kumarcı­ lar, sahte Garibaidi taraftarları, Atina sokaklarında dolaşarak kısayol­ dan şöhret elde etmeye çalışan haris/erden oluşan bir /{ilrııh. Bu beyler gelir gelmez "yabancı lejyonuna " derhal kaydolmuş ve hakınıet -bu şo lıısları memnun etmek maksadıyla- bunlara üstçavuş, teW1ıen ve yüz­ başı rütbeleri bahşetmiştir. Bay Ciancabi/la " b u yırtık sökük ayakkabılı, paçavralar içinde bir bel ler dahi parası olmayan ücretli askerlerin lüks otellerde nasıl kaldığın ı ve komiteler tarafından na­ sıl ağı rlandığını anlat maya devam eder. Bunla rdan bazılarının Gari­ ba l d i t a ra fta r l ı ğı m askesi a rk a s ı n d a g i z l e n m e l e r i ve kızıl maskeleriyle gülünç halde, sebep oldukları küstahlık, çok daha va­ himdir. Bu gibi soytarıların on dört günden beri Atina'nın cadde, lo­ ka nta ve kahveha neleri n de şeref ü n i formas ı n ı böylece küçük düşürmeleri bizi çok kızdırdı. Biz ise buraya, bayanlar önünde çalım satmak ve Yunan hükıinet i tarafından beslenmek yerine, daha önem l i şeyler için gelmiştik. Ayrıca bu topluluk içinde n e mü thiş tipler var. Biri göğsündeki öğrenci madalyonlarıyla hava atıyor, bir diğeri de Yunan hüktlnetinden emekli olabil mek için kol ve bacağından ya­ ralan mayı ümit ediyor. Çavuş bile olmayan birisi, kendini asteğmen olarak tan ıtıyor, başka birisi de bütün gün Fransız Cumhuriyeti Bay­ rağı ile dolaşıyor ... Böylece günlerini kart ve domino oyun la rı , gece­ lerin i de meyhanelerde içki alem iyle öldürüyorlar. füizıları da gruplar halinde hatıra askerlik resmi yaptırıp Parthenon'daki sütilıla­ ra isi mlerini yazıyorlar. "

Cipriani Lejyon u dağılır ve muhteşem üniformasıyla Albay Ber­ tet enkazını toplarken, gerçek Garibaldi birlikleri Ricciotti Garibal­ di ile birlikte meşhur slogan İ talya'nın şanı için sahnede görünür. Çoğu, gençlerden oluşan yüzlerce adam Türkler'i o n dört gün içinde bir tek top a tmaksızın Teselya'dan derhal çıkarmak için Napolyon vari bir havaya girer! Bu meselenin kendilerini ilgilendi rmediğini veYunanlılar'ın istenilmeyen misafiri olduklarını gördükleri halde,


58

Dr.HANS JlAH.TH (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

"gerçek" G a ribalc.li taraftarl arı oldukça cesu r c.Iüğüşür, üsteli k Yunanlılar'dan bile daha kahramandılar. Kendilerinin verdikleri haberler ise daha ec.leb[ Kend ilerinin 10-20 katı bir güçle aslanlar gibi savaşır, Türkler'i sürekli geri püskürtür ve ancak taktik sebebiyle ge­ ri çekilirler. Kahraman, küçük bi rliğin başında, atı üzerinde Prusya Fatihi Germen icus, general üniformasıyla muh teşem baş komutan Garibalc.Ii bulunmaktadı r. O za manlar yaklaşık otuz yaşında olan ve Alman Fransız savaşlarından bu yana "general" olan Garibalc.li'yi b u göreve k i m i n tayin ettiğini bilmiyoruz; zaten bizi c.Ie i lgilenc.I_irmez. Savaş tarihine.le yepyeni bir faktör olarak maiyet ine bir kaç l talyan ve Fransız mi lletvekil i ne.len oluşan politik danışmanlar bulunmakta­ dır. Bunla r sac.lece haçl ı gazetesi yanlısı olmayıp, araları ne.la (Domos­ kos'taki savaşta ölen) radikal Fratti, Pa namalı Boyer, c.Ioğruc.Ian doğruya yüzbaşı olarak tayin ed ilen anarşist c.le Fclice ve diğerleri bu­ lunmaktadır. Dünyanın d i kkatlerini üzerlcrine çeken, (bü lüm nu: 1 10) ve Türklcr' i n sald ırmaya cüret ec.lemec.I iği korkunç kızıl gömlekli kah­ ramanlardan olupn birlikler. Bunu "Secco/o " ve Komp c.la teyic.I et­ mektedir, bunun gerçek olması gerekir. B u esnada (malCm bir tek kaynağın b ilc.l irc.Iiğine göre) Türkler bol ganimet ve esir bırakmış. Ni hayet general yine c.Ie kendilerine saldırmaya cesaret edemeyen Tü rkler'i n önüne.len cesu rca geri çekil iyor. (" Seco/o ") Garibalc.li'nin bu zaferlere.len kimin haberi yoksa hatta bun lara inanmak istemiyor­ sa, (G uiseppe) Ga ribalc.l i'nin ölüm tar.i hi olan 2 Haziran'c.la Roma'­ c.la ası lan i lana, bir güz atsın yeter: Şelıirliler! onlar (Garibaldi tnraftarları) kahmnıanlar l:ibi savaşfllar ve heryerde n111zaffer o/an,fa­ kat dıtşnıamıı kendilerinden kaçışını gördıHer " General bilind iği gibi çarpışma ve zafer arasındaki molalarda savaşçılara günlük komutla­ rını verir. Domokos'taki zafere.len so nra Garibalc.li kıtasına "tııhafca şöyle seslenir: Birlik konıııtanları tnmfından sawışlarda kalımnıanca çaı7nşan/ar için terfi teklifleri bekliyorıını! (Motoprio Metninde) Savnş meydanında fevkalade liyakatinden dolayı, sahip oldııf.,"rı ını tnnı salalıi­ yetle bıı kişilerin terfilerinin yapılmasını enırediyonını: Yıtzbaşı Alex­ sandro R. albaylı/fa; teifnıen M. yıtzbaşılı�a; astef.,'111en B. tef.,;,nenlij!e vb ... Sonra başka bir ,;ı"in di.�er terfill'rin yapılnıasmı enıredecef.,'inı. " Gerçekten kısa bir süre so nra cömert general üstçavuşluktan al­ baylığa kadar sayısız terfi kararı verir. Sac.lece kenc.l isinc.len başka bir general in daha bulunması nı istemez. Bu sebeple bir asteğmeninimü­ kem melcc çarpışmasından dolayı teğmenliğe terli ettirir. "

Terli ettirme zevkl i olc.Iuğunc.Ian ve hiç b ir külfeti gerektirme­ c.Iiği nc.Ien, albaylar vb. komutanlarının ayaklarına kadar gelir ve el-


59

TÜl{K SAVUN KENDİNİ

!erinde bulunan kend i askerlerini de subaylığa Lerfi ellirirler. Bu yüz­ den Opioniane, şu şirin kısa h ikayeyi anlallr: Avu kal G. idaresinde hir grup Yunanlı üniversite öğrencisi, askeri rülhc alabi l mek için A tina'da Garihald i'nin alhayı yaşlı Gallorno'yu kuşaLmış ve iyi likse­ ver albay kend i huzu runu temi n etmek it;in gru plar halinde çavuş, üst ve asteğmen tayin etmiştir. Bu rüthcler günden güne yükselir; öy­ le ki teğmen şimdiden yüzbaşı olmuştur. Ateş kes sağlanması üzeri­ ne, albay Galtorno şöyle hir pusula alır: "SaygıdeKer albayım bıı gece karorgfılıınıla birlikte anakarargfıha hareket ed;yorunı. Yı"iz/){lŞI G. " Bu meseleyi ciddiye alan Gat Lorno hunun üzerine şöyle der: "Ba­

y1111 meş kes inıwlaııdı. Siz rahatça yola çıkabi/irsin(z!"

Bu çocuksu askerlik oyu nunu Berlinli Ulk mükemmel biçimde hicvelmişt ir; hu anlatıl maya değer: Garibaldi Gebela1111e 'de Ricciou; Garibaltli lıilkiinıet masasına o­ turur ı•e Türkler 'e karşı elde edilen zafer seferlerin; kaleme alır. Şıı cıinı­ leye gelir: . Sırtımızı dü§m:ın:ı çevi rmiştik ... fa kal onları hakir görerek! Kapı çalınır ve içeriye hir gön üllü asker girer ve bil miş tükenmiş bir vaziyeu e üç haftadır Avus turya üzerinden Balkan lar'dan İ laly.ı'ya doğru Türklcr'e hücum et tiklerini, ama bir tek müslü mana rasllama­ dıkla rını haber verir, "aksi takdirde h unların binlercesini zararsız ha­ le get irir ve bunların iki ka l ı kada rını da esir alırdım. Bana İ stanbul'u gösteri n, onu kuşatmak ve altını üstüne get irmek istiyorum!" "Çok iyi generalim, fa kat ihtirasımı tam yenebil miş değilim; on yaşında bir oğlum var, sizin henüz teğmen olarak tayin etmiş oldu­ ğunuz on ali ı yaşındakilerin hül iiğiine acemi er olarak girehilir mi?" "Acemi er? Böyle çevik ve çahuk hareket eden bir subay oğlu'! Ha­ yır, ben on u binha§ı olarak tayin ediyoru m ! " "Çok teşekkür ederi m efendim. Fakat benim i kinci oğlum hunu kıskanmaz m ı? "İkinci oğlunuz'? Onu heh riye alhayı ve üçüncüsünü de ... olarak tayin ediyorum." "Ama generalim, o...

"

"Albay, sözümü kesmeyi n! Üçüncüsünü de asteğmen olarak tayin ediyorum. Bunlar hir yana, ikinci oğl unuz kaç yaşında?"


60

Dr.HANS IJARTI-1 (Tcr.Dr.S. Ü NLÜ}

"Generalim, bir yaşında. Birinci ve ikinci oğl u m arasında sekiz kı­ zım var" "O ! o! o zaman çok genç bir bahriye albayımız var. Bu duru mda asteğmen kaç yaşında? Uçüncü oğlunuz?" "Generalim, henüz yok." "Olsun bekleriz. Patent tanzim edildi! Bundan sonrasını da san­ caktar olarak tayin ediyorum." Çeşitli gönüllü birliklerinin davranışı kısmen mem n un etmiştir. Palav!acı ve daha kÇ>tüleri gerçek hayalperestleri karışmış durum­ 1 daydı ! Domokos'ta ölen milletveki li Fratti, bu topluluk a rasında her halde kendini rahat hissetmiş olmalı, fakat dönüş olmadı. Gari­ bald i -tabiatiyla ateşli Yunan dostu olan Kopenhangen'li- Bunlara ilaveten ''politakacılar " diğer 1 200 adamla Domokos'a varır. En ka­ biliyetli generalin a ncak kendisi olduğu nu iddia eder. Gerçi askerler ve Adolfo Rassi, Riccioti'nin adam ları için m üsbet şeyler beyan e­ derler, fakat b iz bunu burada a nlatmayacağız. Cumhuriyetçi İ tal ia­ del popolo gazetesi m uhabirinin i mzası bulunan tasvirde, bunlar arasında özell ikle p isi pisine ölenler varmış. Çünkü gerçekten gönül­ l ü birli kler arasında ö nceden yargılanan Verones'li h ırsız gibi sabı­ kalı veya polis tarafından aranan şahıslar da eksik değil. Sadece Ciprian i herkesi -özelli kle kendini- şirin, asil ve kah raman san ır. Af kadaşları tarafından büyük bir kahraman olarak tanıtılan 32 ve kur­ şun yağmuru al tı nda savaş dansı yapan Tartarin, "Echo de Paris "e şöyle yazar: Ölümle alay ettim, fa kat o beni istemedi. Kurşun yağ­ muru al tında dimdik durarak sürekli, ya birini cesaretlend irdim veya diğerini ileriye doğru teşvik ettim- benim örnek hareketim herkesin korkusunu yok etti... ve Bologna'daki "Carlino "ya şöyle yazar: (Çün­ kü tevazu bir ziynettir) "Ordu, gönı11/ı'iler, şehirliler, hepsi beni sever, 31 Sapasağlam geri döndükten sonra bu hürriyet kahramanlarından bazıları Kongo hüRümetinin emrine girdiler ve Ifomalı Garibaldi tarartarları bu Kongo savaşçıra ­ rının ayrılışını "yaşamın halkların hürriyeti" çığlıklarıyla kutladılar. Uıına rağmen lcjyonlardaki gönüllüler, mcsclı'i Ucnanati (Sccolo XIX'te) Cipria­ 32 ni'vi, daha değişil: bir şekilde tanıtır. Uenanati sa gısızca Cipriani'nin, bir kaplanın

r, kalbıyle bir merkebin l\afasından oluştuğunu ve ·ıJıtiJalin" gösteri§li bir tablosu i ­ ç i n zavallı Türk esir v e yaralılarının katledilmesini emrettiğini ya1.ar. Kana susamış gevezenin kartvizitinde kırmızı puntolarla şu sözler varmış: "/\ela, non verba" (Llf aeğil, icraat!).


61 bana saygı duyar, benim gayretimi takdir eder.. . ) Evet, bu büyük adanı hattil karşı sevf(İ- ve saygıları sonsuz. " B undan şunu anlamamız m üm­ kün: Kendi i fadesine göre, namuslu Yunanlılar tarafından soyulup, adamakı l l ı pataklandıktan sonra bütün adamlarıyla birl i kte gemiye bindiri l ip İlalya'ya sürülen sosyalist albay ve baş geveze Bertet gibi, Cipriani'nin Yunanlılar hakkında bir intibaya sahip olmadığından bütün bunlar, savaş tarihinde eşi bulunmayan Malaxa'daki (Girit) si­ lahlı çatışmada olduğu gibi, gönüllülerden bazılarının da böyle bir mucize yaratmalarına rağmen , kahram�� ların bizzat kendileri gaze­ telere b i ld irmeselerdi inanılması güçtü TÜRK SAVUN KENDİNİ

Böylece trajik-komedya, hatta çocuk oyuncağı hal i ne gelen "des­ tan m " ikinci bölümü sona erer. Her ne kadar Yun anistan "seferinin " eski muhalifleri, yeni yeni ortaya çıka n albaylar, binbaşılar, bahriye­ li yüzbaşıları n vb. kızıl gömlekleriyle, hind i gibi kabarıp yürüyerek hayret ve takdir i le bakan ki tlen in karşısına çıksalar da, Marsala ve Calalafimi kah ramanları, Villa G lori ve Men lana şehitleri arasında yer al mazlar. Büyük babanın kahrama nlı klarından sonra, küçük oğ­ lunu nkinden olduğu gibi, hayal kırıklığı veya pişmanlık görülmez. Çünkü bir husus kesindir: Yunan dostlarının coşkunluğundan baş­ ka daha b üyük bir heyecan hemen hemen yoktu . . "Bizim gönı"illüler -Corriere del/a Sera böyle yazıyor- faydasız şahitler idi. " Avanli'nin muhabirleri ve diğerleri olmasaydı, muhtemelen bugün n üktel i söz gibi halfı Yunanl ılar'ın cesaretine i nanacaktı. .. Yunanistan artık kah­ ramanların bir beşiği değil, korkaklar yuvasıdır. Atina Doğu nun Ta­ rascon'u du r. Tarasco n ve insanları, tepeden tırnağa silahlanmış Tarıarin taraftarlarıdır... Gönüllüler, Yunan dostu olarak yola çıkıp Türk dostu olarak geri dönerler. .

Gerçekten "Con-iere 'n in " beyanatı kamu oyu ile uyuşmaktadı r. Türk elçilerinin ön ünde kahrolsun nidaları yerine, Korfu adasından ayrılıp llalya'ya geri dönerken işit ilebilen şu n idalar yükselmektedir: "Kahrolsun Yunanistan! Yaşasın Türkiye "

XIV-SOLON'UN TORUNLARI Acaba modern Yunanistan, diğer toplumların geçici çılgınlığını

3 3 1 4 Nisan tarihli . .Trihuna .. . On Yunanlı üniversite öğrencisinin tal..viycsiyle, sa­

dece yirmi iki ltalyan gönülliisii beş viiz Türk'ü geri pıiskürtmü?t, otuwnu öldür­ mii& ve elli beşini varalanıış, hiç bir göniillii yara almamış! Uu gi hlbaşarıları şiikran ifaıfcsi olarak, Yunanlılar Mayıs ayından sonra, 7.Averda'da yere serıp, kimisini de savaş gemileri refakatinde, k"afile kafile aç bir vaziyette ltalxa'ya geri gönderir! Hatta iliı!er Fransız-Garihaldi taraftarları, Atina'da bulunan Kıiyzer'in hanımına yalvarnıa'1 zorunda kalır; .. Çiinkü madam, biz de sizin kadar huzursuzuz." derler.


62

lkl li\NS 01\RTI 1 (Ter.Dr.S. Ü NL Ü)

ve yeni neşet eden patoloj ik Yunan hayranlığı, ateşini kendi safına çekebildi mi? O kendi sınırları ve manevi hakları için tehditkar bir kültür devleti, barbarlara karşı hü manizmin ve medeniyetin, sözüm ona bir bekçisi değil m idir'! Yüce Ta nrım, ne kadar çok soru ve ne kadar çok anlamsızlık? Eğer kültür toplumu kavramından, ahlak ve müsamahadan hareketle fertlerine insanca bir hayat temin eden bir toplum a n laşılırsa, o ı.aman biz kayıtsız şartsız Türkiye'ye, Yunanis­ tan'dan daha yüksek bir k ültür devleti olarak bakmaya mecburuz. E­ ğer Avrupa'nın bekçisinden söz edi lecek olursa, saçmalanmış olur. Yunanlının kendisi de Avru pal ı o lmadığından emindir, mesela yurt dışına yapllğı scyahaıı ... Avrupa'ya diye niteler. Yunanl ılar'ın ka­ rakterlerine dikkat edilecek olursa, daha henüz sosyal olmadıkları görülür. Ataları nın sadece ismine ve di line sahip olan modern Yu­ nan lılar'ın ticari marifetleri ve zekıi ları alışılmamış bir seviyeded ir. Küçük komiteler halindedirler. Bir bardak mastika (içki) için kuy­ ruk sallar, fakat çok hoş sohhetıi rler. Onun büyük m isafi rperverliği de kuşkusuzdur. Bu yüzden o devlete ıahi ol mayı, safsata ve politika­ dan, mübalağalı milli gururdan, hasta lık derecesinde kend i kendini beğenmişl i k hissinden vaz geçmeyi, maddi açıdan tamamen ıesan ü� çü , d i nibakımdan da hoş gürülü olmayı bir türl ü üğrenememiştir. Son savaşın neticesi ise, onun Balkanlar'da yönetici rolü oynayamayaca­ ğı ri ı ortaya koyd u. Bunlar Türk komşularına karşı askeri komed ileri ve böbürlen meyi silkip atamaya n, önemli ( ! ) askeri bir zihniyete sa hipıirler. Kül tür seviyesinin alameti olarak müsamahayı ve ahlfıkı zikretıik. Yunanistan, mü mtaz simalara sa hip olmasına rağmen hu vası flara (yani müsamaha ve alı lfık), devletle olduğu gibi, modern Yu nanlı lar­ 'ın ekserisinde pek rastlanmaz. Devlet po litik ve ah lakiaçu..l a n hozu� 34 mu�. maliye i flas et mişı ir . ·

Hükılnet ve bürokrasi şahısların menfaatine çalışan partilerin ga nimet yuvası olmuştur. Halkın hayat seviyesini, tehdit eden çok faz­ la sayıdaki memur ordusu, kısmen gelişmemiş, kısmen de çok yüksek vergi ve gümrüklerin yer aldığı ticari ça rkların tek ıaranı olarak çi f� çilerin aleyhine döndüğü, hiç bir zaman görevinin şuu runda olma­ yan bir o rdu ve donanmanın, n ihayet şehirdeki Camorlar ve köydeki Briganıaggiolar'ın el ele olduğu bir ülke. Egmont Ahou ı'un Yu nan halkı nın karakterine haksız olarak cephe ald ığı ve Yuna nlılar'ı Kral Otıo'nun emrine am;lde kıldığı "Bııgünkıl Yıınanisuın " isimli eserin­ de yazd ı kları mucize değildir. "Kral Otto, Jıaydııta benzeyen köıı'i nılı34 l'rens Uisınark'ın 10 i\ğustos 1 81J7 tarihli "Neue Freie l'ressse"ye verdiği heya ıwl ­ l a mukayese edilebilir.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

63

lu insanların kimliğine bürünmekten utanç duymaz. Bir kaç yıldan be­ ri söz sahibi olan Grivas/ar, ülkenin kuzeyinde fedakar ve cesur insan­ lardan müteşekkil bazı wııp/arı yönetirler. Sarayda gösteri esnasında yüksek nltbeli bir subayın eşya satarken bir kaç defa yaka/andığını gör­ düm. Fakat adli/et satan hakimler, bizzat kendilerini satan devlet a­ danı/arı ve haydut wuplarını yöneten yüksek n"itbeli subaylar gönllnıedi. Yapılacak çok şey ı•ardı. Eski İsparta 'da oldıığıı gibi, her türlı'i yolun nıübah o/duftıı, hırsızlık sanatına hayranlık dı.ıyıılduifu ve beceriksizle­ rin acınacak kişiler oldııifu bir gerçekti. " Aboul'un Yunanlı politika­ cılar, mi lletvekili kılığındaki çete reisleri, birbirlerine nefret kusan partiler hakkı nda sahip olduğu i maj hiç de öyle geli§mi§ bir medeni­ yeti hatırlatmıyor. O ayrıca parlamen ter Chum urzis'in politik sebep­ l e rd e n d o l a y ı , Y u n a n l ıyı y u n a n l ı y l a k a r ş ı ka rşıya g e t i r e n , parlamentodaki işkenceleri de zi krediyor: "Gö{ffis fizerine kocaman taşlar, koltuk altlarına kaynamış yıımıırtala,r koymak, kaynar sıı dök­ mek, .m·ı yaif sürmek, kamçılamak, sıısıızlııktan ölmesi için tıızJu yiye­ cekler vermek, bir kaç gı"in ııyııtnıamak, bıının deliklerine ve tırnaklar arasına dikenler sokmak, şakak kemiklerini sıkıştırmak, kadm ların don/arma kedi koymak vh ... Krallıkta yalıııdi/er çok azdır ı·e Atina hal­ kma ııygıı lanan işkence onların dikkatini çekmek için yapılmamıştır. " i l . Frdinand zamanında 13ulgaristan'ın d u rumu veya Montjoich ha­ pishanesinde yapılan i§kenceleri de u n u t mayal ım. Bütün bunların sebebleri söylenildiği gibi Kral Ouo'nun za manına kadar gitmez. Yunan kültürü için bu t ü r hatıralardan bahsetmek m übalağalı olma­ sa gerek. Günü müze kadar devam eden ve inkar ed ilmeyen, Yunanlıla r'ın dini müsamahalarıdır. Türkiye'de taciz ed il meden ya§aya n Yahu diler, hayatı mümkün olduğu kadar dayanılmaz h ale get iriyor ve on ları Yunanistan'a gitmeye zorl uyor. Za man za man da Türk şehir­ lerindeki Yunan karargah larında, d inisebebler yüzünden Ya hudileri kışkırtmaya u ğraşıyorlar. About haklı olarak şun tarı yazıyor: Çoğun­ lukta oldukları yerlerde mli'sa mahasız olan Yu nanlılar'ın Ege Deni­ zi'ndeki Negropont adasında bir kaç Türk ai lesi kal ıyordu . Onların krallıktan ayrıldıklarını tahmin ediyorum. Yu na nlılar onlara da Ya­ hudi lere gösterd i kleri tolera nsı ( ! ) aynı şekilde gösteriyorlardı. Onların müsamahasızl ıkları nasıl olur bilmiyorum . B undan dolayı Tü rkler kend ilerini suçlama hakkına sahip ol maya n Yunanlılar'dan daha fazla şikayet hakkına sahipt iler. Tü rkler hiç bir zaman, Negro­ pont adası gençlerinin camilere yap t ıklarını, Yunan kiliselerine yap­ mamışlardır. Son büyük ricallan önce ''Trihıma 'nın " Larissa'daki savaş muhabiri, Yu nanlı kahraman çocu kların üniformalar içinde cam i lere nasıl taş fırlattıklarını ve namaz kılan müslümanlarla nasıl


64

Dr.HANS BARTH (Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

istihza ettiklerini cüretle (! ) anlatarak, olaylara şahitliğini dile geti­ riyor. Köpek ve domuz leşlerini camilere atmak vb. olaylar hristiyan­ l ığa yakıştırıldı. Yunanlılar'ın hayvanlara yaptıkları eziyet, insanlara yaptıkların ı aratmıyordu. Hristiyan bir toplu mda, hayvanlara eziyet eden birisi ile veya en azından çalışan insanlara ve m u tsuz sakin b i­ rine yapılan terbiyesizlikle karşılaşmak tesadüf olmasa gerek. Amel sahibi olmayan bir müslüman ve "barbarlar", doğuştan hayvanlara dost olmalarına rağmen inançsız bir İtalyan onların hristiyan olma­ dığını, koyu dindar bir Yunanlı da onların ruhsuz olduğunu söyle­ mekte beis görmez. Bu vasıflarına dikkat edilmeyen Yunanlılar, k ısa zaman öncesine kadar bütün dünyada, Şarkta zarafetin, Avrupai eğitimin ve tekamü­ l ü n sahibi ü nvan ının zevki ni tatmış ve hal<'i da tatmaktadır. Sanki şimdiki Yunanlılar çok önceden yaşayan larla aynı vasıllara sahipmiş, sanki bu etnoloj i k melez yaratıklar bir hareketle cürümlerini 19 y.y. Avrupalısına yükleyebilecekmiş, sanki Avrupalı olmak için et i ket (yalançı parlamentarizm, pol itik yıldızlık vb.) kafi imiş gibi, sanki şimdiki Yunanl ılar'ın Avrupai parlamentarizmi benimsemiş pol i li kacıların ı n ekserisi i l . Süleyman ve halellerine "ben size prenslik ihsan ediyorum. Ei!er onların tebaya eza verdiklerini duyarsam derhal kafalarını kestiririm. " ded irtecek kadar köyleri, kiliseleri ve ma­ nastırları yağmalayan Moldav ve Walachei'nin Yu nanl ı prensleri nin kan ı ndan değilmiş! gibi Amiral Werner ise ş unları söylüyordu: "Yu­ nanistan 'da uzun süre kalan ve buraları gezen biri, onların ltlnetle yad edilen Türkler 'den daha iyi bir toplum olamayacai!ı hükmüne varır. Ahlôkfve politik sebeplerden neşet eden korsan parçalarının, barış için de yaşayan Girit 'de karaya çıkmaları -bıı delice yapılan ilhôk deneme­ si dünyanın bıı bölgesinin siilanetinin aleyhine ve İuf:iliz politikasının lehinedir- aklı başında olanlara göre çok tehlikeli bir hareketti. Özel­ · likle Alman parlamentosunda Eugen Riclıter ı•e Bay von Marschal/ gi­ bi merkezi lider Liebeı� Fransız parlemantosıında bay Hanotmıx 'n ıın, olup bitenleri tenkid etmek için hiç bir söz sarfetmemeleri çok üzücı1dı1r. Kuvvetlerin, Teselya 'daki hprekôtlarının nıı"ilı im bir kısmını men­ faatlerinden dolayı asko•a alan İngiltere yı"izünden karaya çıkışı da, maalesef akamete ıı{iradı. " Dernburg'u n doğru bir şekilde tesbit ettiği gibi, Yunanlılar Avru pa'nın şımarık çocu klarıd ır. Ara sıra ya­ ramazlaşıyorlar ve Avrupa ağızlarına bir şeyler tıkamak mecburiye­ tinde kalıyor. Mesela bir kaç milyon l ira, yeni bir kral, Tü rkler'den gasp edilen bir toprak parçası ve bir kaç ada vb. Şimdi onlar başka hiç b ir şey deği l, sadece ve sadece Giriı'i istiyorlar. Aksi halde orra­ lığı velveleye boğacaklar, yakınlarındaki her şeyi tahrip edecekler. Tabii i l k önce krallarını ve onun hı'lnedanını! Daha sonra yaşl ı Avru-


65

TÜRK SAVUN KENDİNİ

pa, sersem, telaşlı ve endişeli bir biçimde müdahale edecek. Sak i n ol yavrum! d iyecek. Sen istediğin her şeye sah i p olacaksın, istedikleri­ ni sağlamak için bize biraz zaman ver! "Fakat berikiler (Yunan) çok sabırsız. Hemen, lıemen " d iye bağıracaklar. B u arada Yunanlılar G i­ ril'de Türkler'i öldürmeye başlamışlardı bile. Tabii, Avru pa'nın hisli kısmının tecrübelerine rağmen -Batı Avrupa'nın Anglo-Sakson Ro­ menleri- istikbalde de körlüklerinde ısrar edecek, Yunanlılar h üma­ nizmin, barbarlığın n ümmeleri, Türkler de barbarlığın temsilcileri olarak ilan edilec;ckti. Solon'un torunlarının her t ürlü terbiyesizlik­ leri yine güzel, iyi ve asil olarak kabul edilecekti. Beri tarafta çalış­ kan, kültürl ü Avrupalı, müflis Yunanistan'ın çocuk ruhlu bir toplum olduğun u, daha henüz çocuk ayakkabıları giydiğini düşünmeyecek. Avrupa ancak 1897 senesinde acı bir tecrübe yaşayıp bundan ders al­ dığı 7aman bu tavrı ndan vaz geçecektir. Bu yorum, hakiki Yu nan dostunun -çılgın ve hayalperest olarak değil- Yunanlılar'a yapması gereken en samimi temen nisidir.

XV-TESELYA KOMEDİSİ "Bize kızarmış tavıık yerine si/alı verin " ,

(Bu sözler Yunan gönüllülerinin Latin topraklarında söyledikle­ ri veda sözleridir. Paris, 28 Şuba t 1897). İngilizler'in, uyuyan Yuna nlı-Tatar kızı nı Giril adasındaki Argo­ na ut grubuna gönder meyi ve böylece Makedonyalılar'ı hoşnut etme­ yi başa rdıkları yıl larda, "Bize kızarmış tavuk def.,'ii/, si/alı verin " sözleri. Bir kaç hafta içinde güçl ü Yunan ordusu nun, İ stanbul'a ulaşıp, Haç'ı, Ayasofya'ya d ikeceğine bütün Yunanlılar inanıyorlardı. Tabii ki, fesat güçlerin intikam alan Yunanlılar'ın tuzağına düşmemesi şar­ tı i le, Vatansever Gabriel idis'in, Berlinlilerin ve kendisinin aydınlan­ masııu gelecekle araması kes indi. Savaşı, gü nlük çalışmadan son ra bir çeş it değişiklik olarak gören, bir asker mi llet olduğumuz kesin­ dir. Savaş gerçekte bizim halkımız için bir eğlencedi r. Bir zamanlar maratonun kahramanlan ncşcli bir şekilde şarkı söyleyerek İ ranlı­ lar'a karşı savaşa girerlerdi... Neşeli ve şarkı söyleyerek şimdiki Yu­ nanlılar da cepheye gidiyorlar. Daily Chronicle'nin temsilcisi, Yunan hayranlığının coşkusuyla az şarkı söylememiştir. (bütün bunlar La­ rissa ve Domokos'tan önce) "Fedakar ve mtansever zihniyetin benim ıizcrinule yaptıf[ı derin etkiyi kaybetmek istemem. Hiç bir zaman, haya­ tım kutsal vatanına feda euif.ti kadar başka bir şeye feda etmeyen böy-


66

Dr.HANS BARTI-1 (Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

lesi insanlar f{ömıedim. Büyü,k /{Üçlerin Yunan ordusunda kötü şeyler yapmış olması elbette sadece adilik ve alçaklıktır: " Yunanlılar

Türkler'e karşı horlayıcı tavırlarını her zaman göstermişler. Söze başladıklarında hep kendilerini överler ve hepsi silah kullanmada üstünlüklerini hatırlar, en mütevazi olanı yüz }'ürk öldürdüğünü söyler. Türkler'den neden korkuyorlar acaba? Oküzle, pirinç topu ve silah mı taşıdılar? Ayrıca Yunanlılar büyük bir coşkuyla kutsal ve yüksek idealleri uğruna savaşa giderken, Türk ordusu yan aç, moral­ siz, güçsüz ve cesaretsizdi. Bir şey daha; TürJi. süvari sınıfı toplam, sa­ dece iki bin kişidir ve bunların yarısı da yayadır. ( Tribune Larissa'dan, 31 Mart) "

",

Bütün Yunan taraftarları, Yunanlı askerlerin arkalarından dua e­ diyorlar. Daha savaşın başlarında, 28 kişiyle M11kedonya'yı basan, cephaneliği soyan, bütün Türk birliğini yok eden ve altı sancak ele geçiren çete reisi Takis, mükemmel bir iş başardı. Cipriani ve a­ damları kıskançlıkLan çaLladılar. Ne yazık ki büLün zaferlere ra ğmen, sonunda düşündürücü bir durum ortaya çıktı. Bereket ki dürüst Yu­ nanlılar'ın aleyhine fazla bir şey olmadı. Sekizinci piyade birliğinin komutanı albay Avantinin yola çıkarken; Romalı muhabir Cianca­ billa'ya " Tarkler'e Jıer zamanki f:İbi en kısa zamanda korkunç bir ders vereceklenne ' ' söz verdi. Türkler'in Yunanlılar karşısında titremesine rağmen, Yunanlı­ lar'ın sürekli gerilemesi tuhaftır. Osmanlılar Yunanlılar'a, Bizanslı­ lar zamanında tavşan diyorlardı. Gerçek tavşan, süratini bir zamanki maraton yarışlarında artırdı. Savaş bilimi, Yunan stratejisi sayesin­ de tek ve en iyi metot olan geri çekilme taktiğinden oluşur. Koyu Yu­ nan taraftarı "Ca"iere della Sera " başlangıçta alay ediyordu. Küçük Scharmützel von Wörth'den sonra geri çekilen Mac Mahan'ı Yunan­ lılarla kıyaslamak imkansızdır. Her ne kadar top ve cephaneleri em­ niyete almadıysa da, askerlerini emniyete alabilmiştir. Yunan ordusunda jimnastik önemli bir yer tuttuğu halde Türk paşaların yavaş davranmasını anlamak doğrusu mümkün değil. Düş­ man her defasında kaçarsa, TüTkler onları nasıl çember içine alabi­ lirlerdi. " Fakat Türkler üstündü! Aynı -Corriere- bunun yalan olduğunu belirtiyor, binbaşı Falkner von Sonnenburg da aynı görüşte. Çünkü Türkler, ordularının büyük bir kısmını toplamaya ve yeniden sevket­ meye ihtiyaç duyuyorlardı. Bunun için Pharsalos'ta sadece beş batar­ ya 8000 askerle 20 000 Yunanlıya, Domokos'ta 20 000 askerle 3 7 000 .

Yunanlıya saldırmışlardı. Çok sayıda Türk askerinden topçu sınıfı


TÜRK SAVUN KENDİNİ

67

hariç, sadece tugay, daha doğrusu sadece nizam alayı ciddi şekilde savaşa katıldı. Tabii ta son uç da buna göre idi. Ama kimse geri çekU medi! (Falkner v. Sonnenburg). Bütün Yunan ordusundan sadece 220 kişi öldüyse ve bunların 70'i yabancıysa Yunan Heketombe'den söz etmek çok gülünç olur ... (Corriere) Çok sayıdaki İtalyan müşa­ hitin ve Yunan ordusundaki gönüllülerin söyledikleri şeyler çok ilgi çekicidir. Tribuna muhabiri 2? Nisan'da büyük bir heyecanla şunla­ rı yazıyor: Evzonin Türk olan her şeye ateş püskürüyordu! B unların davra­ nışlarına hayran olunur. Ölüm korkusuzluğu, cesaret, bu cesur in­ sanların meziyetidir. Böyle askerleri olan ordu zaferi kazanmak zorundadır! Muhabire göre üç gün sonra bu ordunun ölümsüzlüğü korkunç, öfl<eli ve anlaşılmaz bir korkaklığa dönüşecektir. B üyük çapta geri çekilme olayı başlar, fakat bizim silahlı asker hala şöyle der: "Biz Larissa 'ya d<>Wu ilerliyomz '', inkar edilemez gerçeğe göre kanser de i leriye doğru olmazsa da geriye doğru ilerler. Fakat ltal­ yan gönüllülerin moralleri bozuldu, heyecanı kayboldu. Onlara va­ tan, ı'iile arkadaş, rahatlık sağlanmasına rağmen, nankörlükleri her şeyi bastırdı... Ve artık muhabir "ilerlemeyi ", "rezilce firar" olarak adlandırma cesaretini gösteriyor. Olaylara Ciprianis'in yanında ka­ tılan ve gerçekten her şeyi önceden söyleyen, kendisinden daha çok bahsedilen sosyalist ''A vanti "bazı genç Garibaldicileri, mizahibiçim­ de üzerleri nde madalyon takılı gömlekler ve beyaz eldivenlerle do­ laşan kişiler olarak tanımlıyor. Burada İmbrianis'in ana bekçisi olan ünlü şişko şehir katibi Poli von Malfetta'yı kasteder. Pofr von Mal­ fetta'nın görevi, ''viva la grecia " (Y�şasın Yunan is tan) yazılı kartla­ rı dağıtmaktadır. 5. Marina'da Poli von Malfetta'nın gurur kaynağı olan telç silahı da suya düştüğünde, iki Yunan torpido botu dalgıç­ larıyla saatlerce bu değerli silahı aradılar. Yunan gemisi ve onun meşhur Tam i torpipdosunun �anlı görevi, tarihi ve aynı zamanda a­ çıklanabilir niteliktedir. Son ltalyan Ciancabilla, "kaçamak " konu­ sunda şöyle konuşur; Kahramanca Zito o polemos diye bağıran Yunan asker ve subayları, şimdi nasıl kaçarlar! Bunlardan bazıları sarhoştu. Saat lO'a doğru hapishanenin kapıları açılır ve tutuklular "Zito o polemos " diye bağırarak dışarı fırlar sonra cephaneliğe gö­ türülür ve her birine tüfek verilir. Kahraman Prens gece saat birde Larissa'dan ayrılmıştı, hem de trenlere saldırılmasını beklemeden ... Ciancabilla trenlerin kalabalıklar tarafından nasıl yakılıp yıkıldığı­ nı, aşağıdaki insanların trendekileri nasıl vurduklarını anlatır. Kor­ kak olan ve korkaklığını bütün halka aşılayan ordu ne kadar :ididir. Ve bu ordunun savunucusu şu sözleri sarf eder: Yunan ordusu yor­ gun, moralini yitirmiş, yılgın ve özellikle subayları bir yığın külhan-


68

Dr.HANS llARTH (fcr.Dr.S.ÜNLÜ)

beyi ve korkak görünüşlüdür. En büyük alçaklık da ordunun bütün bu savaşlarda sadece bir kaç düzine adam kaybetmiş ve yok denecek kadar az yaralı olmasıdır. Bir kurşun atmadan kaçtılar ... Yunanis­ tan'da her şeyin üstesinden gelebilecek bir adamın ek�k olduğunu daha önce söyledim. Bugün bütün Yunan halkının geveze, dalkavuk, yalancı olduğunu itiraf etmeliyim. Erkeklerden tiksinti duyulur. Çünkü onlar ellerinde tüfek olmasına rağmen kaçıyorlar, kadınlar i­ se çaresizdirler. En kötüsü de korkak ve zayıf olan halkın sıvışıp kay· bolması, bulunduğu durumu bile kabul edemiyecek kadar aciz ol masıdı r. Savaşta n önce bir Tatar kızının çok şey başarmış olduğu­ nu herkes yakında öğrenecek t i r. Larissalılar Tü rkler'in yanında e­ şarp takarak "Büyı"ik Sultan " diye bağın rlar. (''Tribıma ") Subaylar as kerd en daha çabuk kaçarlar ( "Gazetta de Popu/o, A vanıi "); dok­ torlar yarahları ortada b ırakıp ambu lansla kaçarlar. ("Daily Chronic­ /e ") se ıa n i k'e i stanbul'a diye bağıran kahramanlar, şimdi korkuyla

Volo'ya, Volo'ya diye bağırıyor. Ciancabilla, Adlatus, Ciprianis, bir Lcnon id is'in varlığından şüphe ediyor ve Thermopylcn ve Maraton­ 'u uydurma olarak kabul ediyor; "Tri/nına ' ' Yunanlılar'ın soğuk kor­ kaklığı n ı vurgul uyor. Bunlardan 9-1 O'u hariç hiç biri Türk görmemiş; evet; Türk askerleri, İ ngiliz muhabirine güre, böyle düşman lara kur­ şunun bile. gereksiz olduğun u düşü nerek yaln ızca taş attılar. Şimd i ltalya n ve I ngi l iz Yunan tara fta rları, Almanla r'a göre burada sadece iki büyük yetkili kabul ediyorlar. "Ber/iner Tagesb/att " gazet c..'iinin savaş m uhabiri m i diye soruyor? Yu nan lılar'ın askerifaaliyet lerinden habersizdik, fakat bu kadar alçakca davranabileceklerin i düşüne­ mezdik, her ciddi saldırıda hemen kaçtılar.. Buna karşılık dans etli ter, şark ı söylediler ve "yaşasın savaş " diye bağırdılar. Yunanlılar'ın ciddiyetten uzak oluşunun ya nı nda, Tü rklcr'in her şeye büyük bir l i n­ ayla sa rılması önem li bir teza t oluşturur. Ve general Von G rumbkow şöyle diyor: Yu nan asker, s�bay ve astsubayla rının sefalet ini ve kuş­ kuyla paniğe kapıldıklarını görd ükten sonra sal ıveriyorduk. O kadar çok korkuyorlardı ki bize zararsız göründü ler. Neşeli şarkılar süyle­ yerek sınıra yaklaşan Gabrielidis için savaşın bir eğlence oluşu, as­ ker millete " göre farklı bir değer<Jir. ö.zellikle çapulcular tutukl ulara, yaralılara ve hatta kend i güçsüz vatandaşlarına karşı inanılmaz şe­ kilde kötü davranıyorlar. Devlet memuru Klavuz o layla rı ( 1 4 Mayıs 1854 d e) konusunda şöyle demişti: Hristiya n lığın bu sözde kah­ ramanlarının işlemediği hiç bir dehşet verici o lay yoktur. Para ve ziynet eşyalarını vermek istemeyen kadınların karınları d eşilerek ço­ cukları parça parça edilmişt ir. Nasıl ki "Heteria " kurnaz bir tilki ola­ .

"

'

rak gözüküyorsa, bu gönüllülerin insan gücü de öyle. Yu.nan hayranı R a s t i gnac "Tribuna 'da " muhasaradan kısa bir süre önceki çete baş-


TÜRK SAVUN KENDİNİ

69

kanı ve vatansever Zissi Lepignotr'yi gibi kalirlerin korkaklığını res­ me L m işt i r. "Kuvvetli, {:üçlü iki kaçak kindar kaplan f:ÖZÜ, aklı kıt fa­ kat kana ve intikama susamış bir beyin .. yani bir yankesici tipi! İlalyanlara göre kişi başına 100 drahmi karşılığı askere alınan gün­ de 2 drahmi para ödenen ve yağmacı "Kutsal birlik " sürüleri gerçek köpektir. Onların eline düşen Türkler'in vay haline. Acımadan iş­ kence yapıp sonra da parçalıyorlar. "Tribıına " muhabiri, "Don Chis­ ciotte" dergisi ve diğer gazetelerin bildirdiklerine göre esi r Türkler'in karınlarının üstüne kızgın kömür koyup, sonra da kafala­ rını eziyorlardı. Sadece azarlanan ve yüzüne tükürülmekle kurtulan tutukluların durum u çok daha iyi idi. (Baş şehir Atina'da 25 Nisan'­ da olduğu gibi). Yu n a n karargahına gönderilen savaş muhabiri Mygind, işkencelerle ilgili olarak şöyle yazıyor; Velestinos savaş ala­ nında yüzlerce linç edi lmiş Türk askeri yatıyordu, oradan geçmekte olan üniformalı çapulcular sürüsü b u cesetler üzerinde, h ristiyan Yunan ordusuna veya bunun takipçisi gönüllü gruplara gölge düşü­ ren üzücü espriler yapıyorlardı. 1

Türk yaralıların tedavisinin yasa klanması hir miktar İ ta lyan eyalet üyesi nin ülkelerine geri dönmesine ve gazetelerde açı klama yapma­ sına sebep oldu. Asker Tilhus ve Wallensteins Hausen, bu hristiyan barbarlara, kendi vatandaşlarına karşı old uğu gibi kadınlara tecavüz ve eşyaları gasp ediyor, kısaca her şey tahrip ed il iyordu . ("Tribuna, Popııla Romana, 1 Mayıs, A vandi vb. ") İ talyan Yunan taraftarlarının durumu da, aşağı yukarı daha önce söz ed ilen Yunan dostu Alfonso Kars gibidi r: Garibaldi taraftarı Ciancahilla doktor Tolomei, üstteğ­ men Bertet vh. gihi kişilerin ortak yünleri donlarına kadar soyulmuş olmasıdı r. Bu konuda ya pılan dedikodular ha pis ceza s ı tehdidiyle ört has edi ld i. " Atina 'da " rad ikal "Mes.rn1,1f:era " da şunları ok uyoruz: Gönüllüler aç ve susuzken, çevredeki sakinler onlara yardım etmi­ yor ve hatta hir şişe suyu 3 fr ve hir ekmeği 1 fr satıyorlardı. İşte Yu­ nanlı'nın gerçek yüzü ! Gönüllüler yorgun ve bitkin uyurken, Yunanlı ja ndarmalar cüz­ danları n ı ça lıyor, elbiselerini sırtları ndan soyuyor ve ayakkabılarını ayaklarından çıka rıp alıyorlardı. Tahii ki hunlar söylenenleri önley6 miyord u. Bütün Yunanlılar Avrupa'ya kaçmaktansa, son adama ka­ dar m iicadele etmeye hazır old uklarını bildiren hir telgraf çekt iler. Geri çekilme deva m edecek olursa, 2CX> subay kendilerini feda e­ deceklerine yemin eııi; mil letveki li Cont igianni de 7CXlO gön üllü ile birlikte bütün kraliyet ordusunu yok edeceği tehdidinde bulundu. Birliklerin moral leri düzgü ndü ve cephe soru mlusu Lcvid is'in mü­ kemmel bir planı vardı. Bir gemi ve 1 500 adamla birlikte Sclan ik'i e-


70

Dr.HANS BARTI-1 (Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

le geçirmeyi düşünüyordu. Ne yazık ki bu ancak bir plan olarak kal­ dı. İnkar edilemeyen sürekli yenilgilerini mazur göstermek için Turkler'in bir dizi esir hristiyan kadını siper olarak kullandıklarını Yunanlılar'ın bu yüzden yürüyemedikleri de Turkler'in bu yüzden de daima ilerledikleri gibi aptalca bir takım mazeret uydurdular Böyle bir şey hiç bir savaş tarihinde hatta medeniyetsiz devletlerde bile du­ yulmamıştır. Gerçek şudur: Bütün Alman hatta İngiliz m uhabirleri ve askerler, Yunan tarafında taubalilik ve disiplinsizliğin hakim ol­ duğunu vurguluyorlar.

Halkın kafasızlığı ve akılsızlığı kadar, yönetim de sahtekar ve be­ ceriksizdi. Kralın kararsız idaresinden dolayı, başı boş kalması için daha önceden bazı tedbirler alarak halkının hareketlerini dizginle­ mesi gerekirdi. Ancak oğlu Prens Larisav'ın d üşüncesizliği ve acele­ ciliği sonucunda at ve arabalarını alır, hasta ve yaralıları yalnız ve yardımsız bırakır gider. Bu haberi Daily Mail ve Daily Telgraf mu­ habiri gazetelere ulaştırır. Bütün bunlar modern Yunanlı sempatisi­ ni yok eder ve onun yerine Yunan hayranı Adolfo Ressi'nin şöyle bağırmasına yol açar. "Biz neredeyiz? Kan, banıt ülkesinde mi yoksa yalan ülkesinde mi?"

Gerçek şudur! Yunanlılar'ın çoğu cesaretin en önemli tarafının dikkat olduğunu bilmiyorlar. Albay Smolenski, şuurlu ve enerjik bir yöneticinin, eğitim görmemiş ve ahlaksız birlikleri bir düzene soka­ bileceğini ispat eder.

XVI- İNGİLİZ POLİTİKASI Beaconsfield'in ölümünden bu yana i n:13iliz politikasının temelin­ de kısa görüşlülük, körlük ve şarlatanlık yatıyor. İngiltere sınırsız toprak ihtirasıyla şansını kolayca feda etti, Çöküşünü gaye edindiği V:� kendisiyle savaşan, diğer güçleri aynı şekilde davranmaya zorladı. ünceleri Ingiliz politikasının Avrupa'daki yegane gayesi, Türkler'e karşı Rus antipatisini mümkün olduğu kadar uzun süreli kılmak, Bab-ı Mli'yi sözde korumak, Petersburg idaresine karşı hür bir Ş6 kilde Balkan devletlerini güçlendirmek -velhasıl- Alman-Avusturya ittifakı içinde Şark meselesinin tamamen dermeyanını engellemek i35 Prens Bismarck (ıO Ağustos 1897 tarihli) "neue freie Prcsse"yc vcrdH!i bçyanat ta "lngiliz �litikasının en büyük vasfı riyakarlıktır. O münferit olarakoir Ingil iz'i tiksindiren her çareye baş vurur Fransa da �!itikada kullandığı vasıtalann seçi­ minde serbesl değililir1 fakııt kı.,-şke lngiliz ııolitikasının sık sık karşılaiılan vasfı o­ l�n inanılmaz seviycocki riyali:arlığı ve Clüzenbazlığını taklide kalkışmasalar" dıyordu.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

71

di. İngiltere'nin güçlü bir Türkiye'de menfaatleri olduğu, tecrübeler­ den anlaşılıyor. Mısır hareJ.catı, böyle bir ananevi politikanın sonucu idi. Bu politikayı Sultan il. Mustafa (1702) elçi olarak gönderilen Sutton'a şöyle anlatıyordu: "İnf:i.lizler bizim 1:fivendijfimiz esld dostla­ nnıızdır" Mısır hareJ.catı bu münasebeti tahrip etti; bunun sonucu i­ se İngiltere'nin Avrupa hatta dünya politikasında sarsılmaz yaralar açtı. Mısır probleminin görüşülmesini sürekli ertelemek, güçlü dev­ letlerin gözlerine toprak serpmek, küçük devletlerin itirazlarını en­ gellemek için cesaretlerini kırmak ve nihayet (her halde) dünya savaşını alevlendirmek gayretleri İngiltere'nin art niyetidir. İngiltere'nin Ermeniler'e yaptırdığı katliamlar, Girit Meselesi ve Yunan çılgınlığını tertip ettirmeleri mühim konulardır. Durum ne kadar kötüleşirse, Şark Meselesi ne kadar ağırlaşırsa, bunlardan pay çıkarmak ümitleri de o kadar artıyordu. Manzara tamamen bir cihan harbini ima ediyor; Buna, sadece kendisi için düşündüğü barışlardan başka şeyler beklediği bilinen bu bencil ada halkından önce kim ra­ zı olabilirdi. İngiliz politikacılarının niyeti genel bir kargaşada Gü­ ney Afrika'da John Bull'un serbestce hareket edebilmesi; evet bu çok tabiidr. Şu da var ki; İngiliz politikası esasta ve her yerde yanlış yola sap­ tı, hat�a Avrupa'nın aldatılması ve sömürülmesi bahsinde de. "Şar­ k'ta " Ingilizler'in iki yüzlülüğü, bilinen menfi neticeleri uhdesine aldı. Ermeniler sistematik biçimde bölgelerindeki idarecilere karşı kışkırtıldı. Misyoner faaliyetleri ve kiliselerin yardımı ile cinayet ve yangınlara yol açıldı. İngiliz bayrağı altında, Osmanlı Bankası'na saldırı düzenleyen asiler, Türkiye'ye gizlice sokuldu. Daha sonra- ''Yunanlılardan " himaye gören "Giritliler 36" vaftiz edilmiş, gözle- riçapaklı eski37. Gladstone oldular; Mısır'ı bombardıman ettiler. Bütün barış kongrelerine himaye gösterdiler. Dar ağacından yeni kurtulan Teselyalı çete reisleri ile kendilerini bir tutmaya, Alman Kayzerler'e küfretmeye utanmadılar. Bütün dini faaliyetlerin sonucu bu mu? Avrupa bu sefer yanılmadı; İngilizler adına hesabı ödeyen­ ler, Ermeniler ve Yunanlılar'dır. İngilizler Mısır kon usunda da yanıldı. "Kısa zamanda " elde edi­ len, iliklerine kadar emilen, ayaklar altında çiğnenen bu ülke38 ba-

36 14 000

tüfeği Girit'e sokan, bataryalann teşkilinde hazır bulunan ve Yunan ordl} sunda lngiliz topçu subaY.larının gcirev yapmasını sağlayan ve bunlardan da yazıla­ nnda öyg� . ile bahscüen lngıliz su6ayı Stewart Stephen'in ifşalan çok karaktenstıktır.

37 &erin yazıldığı yıllarda Gladstone İngiliz hükümetinin başında bulunmakta ve Türkiye aleyhine bir politika takip etmektedir (Ç.N.).

38. Mustafa Kemal'in anlattıklarıyla mukayese edilebilir.


Dr.HANS BARTI-1 (Ter.Dr.S.ÜNL,Ü)

72

ğımsızlık talep ediyor ve bu bağımsızlığa da, kültür komedisine rağ­ men İngiliz tamahkarlığı sebebiyle tamamen akamete uğrayan Hin­ distan'dan daha uzaktır. İsviçreli Prof. Brunhofcr ''Asya 'daki Rus Eli" isimli eserinde şunları yazıyor: Hindistan'ın İngiltere'ye şükran borcu yoktur. Ruslar'ın istediği, Hindistan'da h31-i hazırdaki güç­ lerin tutumuyla, politikaları arasında büyük bir paralelliğin bu­ lunmamasıdır. Asy Rusya için koloni değildir, aksine Rusya'nın kendisidir... Rus askerlerin, daima ayak basmayı arzu ettikleri yer­ lerde, iliklerine kadar sömürdüğü halka köle gibi muamele etmesi söz konusu değildir; Rusya sadece kendi tebasını tanır, menşei iti­ barıyla Rus olan, Rusya'daki diğer milliyetleri takip eden ve diğer i mparatorluklar içerisinde ırklarının, dillerinin, dinlerinin, ahlakla­ rının farklılığından dolayı diğerleri ile aynı hukuka sahip olanlar, (o­ nun gözünde) büyük bir ana vatanın evlatlarıdırlar. "Bu durumda Hintliler Rus kurtarıcılarının " hasretini çekmeyecekler mi? -Daha fazla tahammül edilemiyen bir talihsizliği yenecek olan kurtarıcıla­ rın (?)- Sultan Abdülmecid'in, İngiliz elçisi Lord Stratford'un sürekli ısrarlarından dolayı, halife olarak, savaşçı müslüman ahaliyle hindu­ lar arasında müşterek tavır yaratılmasını engellemesinden dolayı, Hindistan 1857'de İngiliz sömürgesi olarak kaldı. İngiliz kibiri ve i­ ki yüzlülüğü Güney Afrika'da kötü bir ders aldı. Burada Amca Krü­ ger ve Boerleri, diğerlerine nazaran gözle görülür bir biçimde, din adamlarının moral, ahliiki yanılgılarını ve hayvanlaşmalarından söz eden John Bull'dan daha fazla idrakindeydiler. Avam kamarasında önce korunan, sonra da ört bas edilen Jamson-Rhodes ikilisinin faa­ liyetleri açıklanıp hemşerileri "Rryakfırlar Sürüsü " diye adlandır­ dığında gülümsemekten kendini alamadı. Tabii bu birinci sınıf centilmenlerin danı§ıklı dövüşü . � ..

... Evet ' :

diye yazıyordu, "New York Sım "

Mr X'in, önceden elden verdiği belgelerin bir kısmına sahip ol­ duğu zaten biliniyor. Niçin bu şahane kablogramın Chamberlain'e teslim edildiği, fakat n için yayımlanmadığının gözler önüne serilme­ mesinin sebebleri bir taraftan, "herkesin bir ücreti var" diyen bay Rhodes'in vicdansızlığı nda, diğer taraftan Chamberlain'in kimliğin­ de saklıdır. Bay Rhodes telgrafı Chamberlain'e verdiğinde onun a­ racılığıyla konu ile ilgili görüşlerini şöyle dile getirebilir. "Eğer siz

bizim mektubumuzu saklarsanız, bu bir ara yayınlanır, nihayette de siz hiç bir zaman inwlıere 'nin başbakanı olamazsınız. Eğer bizimle anla­ şırsanız, MR X ismi hiç bir zaman deşifre olmayacak ve üstelik size şük­ ran borçlu da olacaktır ". Böyle yazıyordu New York Sun.

Hayal kırıklığına ve başarısızlıklara, dünya pazarlarında payı


TÜRK SAVUN KENDİNİ

73

gittikçe daha da artan AJmanya'ya karşı, İngiltere'ni n hasedi de ilave edilirse, o zaman politik yalnızlaşmadaki gururun iki yüzlülüğü he­ men fark edilir. John Bull çok kötü bir vaziyette olup, bütün bunla­ rın acısını özellikle her tarafta ona engel olan, zenğinliğini, gücünü, kudretini göz ardı edemediği Almanya'dan çıkarmak istiyordu. İn­ giliz basınının keyifsizliği, gizli veya açık Almanya'ya karşı düzenlen­ m iş entrikalar, ı s70-7 l 'de tarafsızlığın bozulması, Frans�zlar'ın intikam fikirlerini her zaman körüklemek hep bu yüzdendir. Ingilte­ re okyanusun öbür tarafı nda, kendisiyle kan akrabası olanlar nezdin­ de sempatisini tamamen kaybetti ve bu yüzden Amerikalı Davidson "Fonım "da haklı olarak şunları söylüyordu. "İn!(iltere 'nin hiç bir dos­

tu yoknır, bir tek dahi. Kanı kanlarından, eti etlerinden olan Amerika hiç bir zaman onlarla müşterek bir şey yapmayı arzu etmedi. Amerika­ lılar'ın İnf:İlizler'e olan �·ıvensizlii,Ti ve karşı dııygulannın kökleri çok derindir. E*er bunlar yarın parçalanırsa dı1nya bıı olaya sevinecektir. İ­ zole olmuş ve bütün dünyaya düşman bir nıtıım takınması, müşterek düşmanlara karşı koymamak kabiliyetsizlii,Ti, İngiltere 'yi f:llnı:ln birinde topraklarının büyük bir kısmını kaybetmek bahtsızlıf:ı ile karşı karşıya getirecek ve önünde kı"içı"ik dahi olsa lıiç bir devletin diz çöknıeyeceKi, İspanya f:İbi ikinci derecede bir devlet sınıfına düşecektir. "

XVII-HRİSTİYAN MEZALİMİNİN GELİŞME DEVRESİ (Dindar Avrupa'nın Kayıt Defterine) A-;lında savunmadan başka hiç bir şey olmayan "Türk Mezalimi " hakkında koparılan, görünüşte safiyane çığlıklar, gerçekte var olan ve sadece papazlar ve parayla tutulmuş kışkırtıcı organlar tarafından değil, bilakis tarihi olarak ispat edilen Hristiyan Mezalimini zikre<.!(} rek cevaplandırabilir. Hemen hemen her hristiyan kültür devleti beynelmilel bir takım çevrelerin tuhaf bir şekilde her hangi bir pro­ tertoda bulunmadıkları "Mezalimlerden " payını almıştır. İşte John Bull'un kendisinin de, Hindistan'da icra ettiği, basının ses çıkaramadığı, bu gün de dünyanın çeşitli yerlerindeki koloniler­ de icraya çalıştığı cebri hareketlerinin sayısı pek az olmasa gerek. Chambcrlain ve Rhodes'in işgalde yaptıkları mezalimlere benzer şe­ kilde, diğer kültür barbarlarının hayvanlıktan son raddeye ulaşıyor ve Ganj'da, Nil'de, Orta ve Güney Afrika'da sözde aziz cemiyetleri-


74

Dr.HANS BARTII (Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

nin misyonerleri ve politik havariler, mutsuz toplumları " medeni­ leştirmek " için gayret sarfediyorlar. Nerede barut, kurşun ve kırbaç, nerede d umdum kurşunu ve esirlerin kurşuna dizilmesi, nerede hay­ vanlık ve şuursuzluk hakimse, karşımıza Rodezya ve Zulu ülkesinde olduğu gibi içki ve İncil'in kültür eserini tamamlarlar.

"Greater Britain " (Büyük B ritanya) ile sadece Avrupalı iki kültür devleti rekabet halindedir. Bunlar Ortodoks Bulgarlar ile koyu ka­ tolik İspanyolla,r'dır. Küçük Ferdinand'ın idaresindeki domuzlar, Stanbulow'un yukarıdan emredildiği şekilde yerine getirdiği kasap­ lıklar, Boitscheff Prosesi ve bunun benzerleri hemen her çocuğun bildiği şeylerdir; Torguemada ve Arbuez zamanında politik kurban­ larını ölüm cezasına çarptıran Torero ve Caballero şehirleri, yani ko­ yu püritan İngiltere'nin koyu katolik kız kardeşinin ülkesindeki Montjovich (18%-1897) bayram günü katolik hristiyanların yaptık­ ları mezalim gibi Montjovich'in işkence odalarında takip edilen usul biliniyordu. Bütün tutuklularda işkence einareleri vardı. Franccsco Gava, Sebastiano Sunger, Antonia Naguez Tommaso Ascheri, Fran­ ccco Callis G. Molas yaralarla ve kızgın demirlerin izleriyle doluy­ dular. L. Mas zindanda çıldırmıştı. Gana'nın vücudunun alt tarafında yaralar vardı ve tırnaklarını kaybetmiş, parmaklarının arasına çiviler sokulmuştu. A neguez ve Sunger'in cinsiyet organları sakat bırakıl­ mıştı.

Güney Amerika'yı hristiyanlaştıran Berberi ve Yahudi ihtidailer, kendileriyle - İngiliz ve Kızılderili fatihlerin boy ölçüşebileceğiFili­ pinler'de ve Kuba'da !iristiyan hayır kurumlarına 19 y.y. sonunda çok kıymet veriyorlardı 9. 22 Ocak'ta Havana'daki tiyatroda sarhoş 500 İspanyol polisi Küba'nın millirengine göre giyinmiş kadınları bo­ ğazlamaya kalktılar, bunlardan ancak üçte biri kaçabildi. Aralık 1 87 1 'de eski bir vatanseverin mezarını ziyaret eden öğrencilerden se­ kizi asıldı, otuz biri ise ömür boyu mecburi çalışmakla, "şereflendiril­ di". Yeni ihtilal bütün bölgede katliamlara başladı. Yakalanan vatanperverler ölünceye kadar dövüldü veya kuduz köpekler gibi katledildi. Mesela general Mclguisa bir defasında aralarında bir ka­ dın ve bir de çocuk bulunan kırk ihtilalciyi kurşuna dizdirdi. Gene­ ral Weyler'in idaresi altında -aslında onun rejimi iki yüz bin insanın açlıktan ölümüne sebeb olmanın vebalini taşıyor- tüyleri diken d i­ ken eden mezalimler yapıldı; a la Pizarro ve Cortez'in tamamı bun­ lardan nasibini aldı. Kadınlar ve kızlara önce tecavüz edildi, daha sonra da kurşuna dizildi; bunlara kucağında bebekleri olan anneler 39 Küba'da bu hayır kurumu daha 1869 da çok iyi çalışıyordu. (Falco, La Lotta di Cuba, Roma 1896 .


TÜRK SAVUN KENDİNİ

75

de dahildi, m eseıa Maxsima Gomez'in anlattığına göre genç bir köy­ lü kadın üç yaşındaki çocuğuyla Havana'da asılmış. Guantanamo ba­ kım yurdunda karanlık orta çağda değil, bilakis daha günümüzde, -1896 yılında ve hristiyan topraklarındayaralılar hastalar ve kadınlar İspanyol askerler tarafından öldürüldü. Ne Gladstone, ne Lepsius ne de nefisleri incinen hümanistler bunlara karşı çıktılar. Bu durum­ da eğer İspanyollar ''f:erçekten hristiyanlarsa " olup bitenlerin şaibe­ li ve uydurulmuş olduklarını değil, aksine gerçek olduğunu kabul etmelidirler. Manila'da da aynı Hristiyan Charitas'ı (Hayır kurumu) çan sesle­ ri ve koro hı;ılinde söylenen şarkılar arasında görürüz. Burada Tor­ q uemada'nın torunları, papazlar engizisyonun u yeniden ihdas ettiler ve hapishanelerde gönüllerince işkence yaptılar. Parmakları geri çe­ virmek, elleri preslemek, elektrikli makinalar (zira elektrik modern engizisyonun emrine amade edilmişti) ve daha nice berbat işkence aletleri kullanıldı; tabii acımasız kırbaçlama da u nutulmadı. Silvia Pellica, Peter-Poul bayramı tutukluları ve Sibiryah sürgünlerin El­ dorado'dakileri ikna edemeyecekleri de bir gerçektir. Honkong ve Singapur gazeteleri şöyle yazıyor: "İspanyollar insan/an dövesiye kır­

baçlayıp, onları ellerinden duvarlara çivileyerek bazı suçları kabule zor­ ladılar. Karanlık hücrelerde suçlanan mahkUmların ancak bir kısmı oturabiliyor, di�erleri bu esnada ayakta beklemeye mecbur. Hücredeki su diz boyu idi. Bu durum 1896 Ekim 'inin başlangıcında bir gecede on altı suçlunun boffeilduffeinu doWııluyor. "

Başka bir haber ise şöyle: "Daha dan dört bölge sakini göıler Durum çok vahimdi. Askerler kolları baş hizasına getiriyorlar, ateş edildiğinde kafatası parçalar halinde da­ ğwyordu. Bir çok İspanyol kadın olay yerinde hazır olmak için o ma­ halle gidiyordu. İspanyollar, elebaşlannın SOO'nü kurşuna dizmek istediklerini açıkca ifade ediyorlardı. önünde kurşuna dizildi ".

"Temps " sadece bir tek gecede 54 suçlunun boğulduğunu, ha­ yatta kalanların ise böyle bir olaya maruz kalmamak için birbirleri­ ni öldürdüğünü anlatıyor ... İdamlar aynı tempoda devam ediyordu. Kurşuna dizilenlerin sayısı 9 Ocak'ta 473'ü çokta'n bulmuştu, Jap. zindanlarında bulunanların 175'i Papanza'daI<ilerin 73'ü asıldı. Bü­ tün bunlar mollalar, imamlar vb. tarafından değil, bizzat hristiyan papaZlar tarafından yapılmıştır.

Bunu sözde dindar Belçika esir avı için çocuk ve kadınların da da­ hil olduğu kabilenin tamamını katlettiği Kongo devletinden bilir. Kahraman Kongo cephesi savaşçıları zafer yadigarı olarak kesilmiş


76

Dr.HANS DARTII (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

ve kurutulmuş kellelerle döndüler. Ve Belçikalı dindar subaylar bu­ nu gayet normal buldular. Seyyah Parminter (ve halla bunu bir çok şahid tasdik ediyor) "Beyaz subaylann, köyde kadmların ı•e çocukla­

rın parçalanmış cesetlerini {:ördük/erinde kimseye çıkışnuıdıklarını ya­ zıyordu. Belçikalı bir subay bir defasında elli altmış askerle suçluları yakalamak için bir köye gönderilmişti. Geldi1,Tinde kö)�·i terk edilmiş bul­ du. Bir barakada kızı tarafından bakılan yaşlı bir kadın görda. Her iki­ si de subayın yanına götiirüliip, hangisinin e/ebaşmın nerede o/dııJ:ımu söyleyebilecejfini sonı/dıı. Her iki kadın da ne bir şey biliyorlardı, ne de bildiklerini söylemeye yanaşıyor/ardı. Subay sinirlendi ve onları yere ya­ tırdı ve her birine su aygırının derisinden yapılan ve clıikotte diye bilinen kırbaçla elli defa vurıılmasmı emretti. Subaysorııyıı tekrarlad11,'ı,nda ay­ nı cevabı aldı. Bu, kırbaç sayısı �1zü bulana kadar de�·anı etti. En so­ nunda Belçikalı subay kadınlann göftüslerini kestirdi. "

Modern sömürge politikasının bu türden hareketi karşısında Pe­ ter-Paul şenlikleri ve Sibirya bir yana bırakıldı. Fransızlar'ın Ccza­ yir'de yaptıkları katliamları, Mart haftası ve des Pere-laChaise, halla nerede ise cennet vaad eden giyotin devri, eylem katliamları hatıra­ ları unutuldu; aynı şekilde İtalyanlar'ın Livregli'si Almanlar'ın su ay­ gırı derisinden kırbaçlarıyla Lcist ve Wehlau, Avusturyalı şaşaalı, hayvan ve gelenekçi kutsallık taşıyan Zcrnogora'nın kahraman oğul­ ları da Hristiyan Amerika, bir defa dahi olsun hakim Lyne, Avrupa güneyde koyu hristiyan işgal bölgelerinde periyodik kasaplıkları a­ şağılasa da bunlara ses çıkarmamıştır. Çin-Japon savaşı hakkı nda en son haberlere göre "yüksek seviyede medenileştirilmiş " Mikado İm­ paratorluğu Anglo-İspanyol hayır kurumuyla rekabete girişmek is­ tiyor. Fakat Japonlar'ın hristiyan olmadığını burada zikrederim. Hristiyanların bu zulmü zihinlerden çıkmayacaktır. 1 9. yüz yılda hristiyanlık adına gerçekleştirilen bu zul timlerin, hristiyanlıkla hiç alakası yoktur. Bu sözde hristiyanlar, Balkan Devlctleri'ni elde et­ mek için etrafa karşı Türkler'in olay çıkardıkları i ftirasını yaymakta­ dırlar.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

77

il.BÖLÜM .

..

..

BiR KULTUR TOPLUMU ..

OLARAK TURKLER

XVIII-HOŞ GÖRÜLÜ Mİ LLET Eğer Türkler hristiyanlığın reçetesine göre ha reket edip de i nsan ­ ları kılıç zoru ve ateşte ya nma korkusu ile müslümanla�tırsalardı, k i o devirde h iç kimse bunu kötüye ol mnda;hugün d e n e Ermeni me­ selesi, ne Giril belki ne de Şark meselesi olurdu. Büyük Fredrik'in yüz yıllar önceki meşhur sözüne göre, kendi ye­ rine Kur'an-ı Kerim'in emrettiği şekilde Türkler herkesi "kendi tar­ zına !{öre yaşamakta serbest hırak1tlar. " Zira, bir zamanlar hristiyan Avrupa'da hristiyanlık inancının haricindeki insanlar engizisyon ve büyü mahkemelerinde yargılanıp meydan ateşlerinde yakılırken Os­ man l ı Devleti engiı.iı.-;oyonun olmadığı, insanların yakılmadığı ve büyü mahkemelerinde yargılanmadığı tek ülkeyd i. Hristiyanlığın yobazlığı sebebiyle dünya yahudilere dar geti ri ldi. Yerlerinden yurtlarından sürü lüp aı ıtan yahudilcr · · Barbar" dediği­ miz Türk topraklarından haşka hiç bir yere sığınmadılar. Mahallin­ de yapılan bir i nceleme sonucu; Yahudilerin, Peygamberin (Hz. Muhammed S.A.V.) sancağı altında çok daha iyi yaşadıkları gözlen ­ m iştir.


78

Dr.Haiıs BARTII (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

Biz, Türkler'in inanılmaz hoş görüsünü, ilk defa İstanbul'u fethet­ tikleri esnada gördük. Kudüs'ün birinci ve ikinci defa Araplar tara­ fından fethedildiği sırada hemen hemen hiç kan dökülmemiştir. Halife Hz. Ömer, merhametinden dolayı hristiyanların hiç birinin canına kıymamıştır, Sultan Selahaddin Eyyubi ise hiç bir kilise hazi­ nesine el bile dokunmamışken, 88 yıl sonra haçlılar Gottfried von Boillon kumandasında 70.000 (yetmiş bin) müslümanı hunharca katletmişlerdir. Diğer milletler gibi Türkler de, hoş görü hususunda Araplar'ın izinden gitmişlerdir. Mesela, İstanbul askeri müdahale i ­ l e fethedilmesine rağmen, muzaffer Türk ordusu yerli halka gayet yumuşak davranmıştır. Schlosser'in itirafına göre, fetih esnasında hristiyanlardan sadece bin kişi hayatını kaybetmiştir. Türkler Hris­ "

tiyan din adanılan. ve bilf:inlerine karşı hoş f:örülerini ispat etmişlerdir.

"

Buna mukabil, bir zamanlar Avrupa'lı hristiyanlar tarafından sergi­ lenen vahşi olayları biz bir kere daha tekrar edelim: Papa Boriya ve oğlu Cesar İtalya'da sel gibi kan akıtmışlar, V. Kari katolik kilisesi­ nin haztnesini ve Tunus şehrini ateşe vermiş, 30.000 kişiyi kılıçtan geçirmiş, 10.000 kişiy� de hristiyanlığa köle yapmak üzere sürüklet­ miştir. Bohemya'lı kontlar da çiftçilerin üzerine köpeklerini saldır­ tarak kiliseyi tıkadılarve Avrupa'da Otuz Yıl Savaşı'nın başlamasına sebep oldular. İşte bunun için haklı olarak Robertson, "V. Kari Tarihi " adlı ese­ rinde şu noktayı ehemmiyetle işaret etmiştir: Hristiyan hükümdarı Tunis'i zaptederken şiddet kullanmış, kan döjcmüştür. Buna muka­ bil Sadrazam İbrahim Paşa Bağdad'ı aldığında, halkına insanca mu­ amele etmiştir. Şayan-ı dikkattir ki, Osmanlı Devleti'nin karakterinin esasını mensup olduğu ve hakaret edildiğinde reaskiyon gösterdiği dini teşkil etmektedir ve onlar hiç bir zaman hoş görüyü elden bırakma­ n:ıışlar, bunun en güzel öJneği de İstanbul'un fethi sırasında sergilen­ miştir.

Fethin ilk korkulu günleri geçtikten sonra, Fatih Sultan Mehmed (Muhammed) tellallar aracılığı ile hristiyanların caddelerde serbest­ çe dolaşmalarını ve dükkanlarına gidip gelerek rahatça alış veriş ya­ pabileceklerini duyurmuştur. il. Muhammed (Fatih Sultan Mehmed) Yunanlı Peder Gennad i ­ os'u e n yüksek saygınlığa eriştirmiş, karşılama ve gösterdiği misafir­ perverliğinin ardından atına kadar geçirerek ona çok değerli bir asa hediye etmiştir. Bir de berat vermiştir ki, bu da onu her türlü politik baskıdan ve manevi sömürüden koruyacak ve ona ayn bir şeref ka-


TÜRK SAVUN KENDİNİ

79

zandıracaktır. Bundan maada, kendisini (Gennadios'u) ve diğer pa­ pazları süresiz olarak vergiden muaf tutmuş ve buna benzer diğer bü­ tün ödemelerden de kurtarmıştır.

Padişahın bir başka emri de; Yunan kiliselerinin camiye çevril­ meyeceği idi. Ayrıca, Yunanlılar'ın ölülerini defnetme şekillerinde pullarında ve kilise geleneklerinde serbest olacakları ve nihayet Pas­ kalya şenliklerinin Yunan tarafının kale kapılan açık olduğu halde kutlanabileceği padişahın fermanında bir ek olarak bulundurulmuş­ tur. Fetih esnasında firar eden kişi üç ay içinde geri gelmediği tak­ dirde menkul ve gayri menkulu demirbaş listesine kaydolurdu. Bu daha sonra bilindiği kadarıyla Kayzer (Kaiser'in) generali Tilli'nin o da iyi bir hristiyandı- aynı şekilde hristiyan olan Magdeburg'un ka­ zanılmasından sonra kendine örnek alamadığı bir mazeretti. Türkler'in kültürünü ve cesaretini en iyi şekilde yansıtan ve yücel ­ ten en kalıcı anıt ve sembol aslında Fatih Sultan Mehmed'in İstan­ bul'u fethettiğinde şehrin Galata bölgesini hrıstiyan kesime bırakmış olmasıdır. "Ben padişahınız, yerin ve göKün yaratıcısı Rahman ve Rahim olan Allah 'ın (c.c.) ve onun elçisi son Peygamberimiz Hı. Muhanınıed'in a ­ dına yemin ederim ki; gerçi şehrin surlarını yıkaca*1-nı ama, yerli halk evlerini, dükkanlarını, bağlarını, değirmenlerini, gemilerini, sandalları­ nı ve bütün mal varlıklarını ellerinde tutabilecek, ticarette hür olacak, kadınlarının ve çocuklarının yanında kalabilecek, mallarını kendiyu.rt­ taşlarını gi,bi istedikleri gi,bi kullanabilecek, istedikleri gi,bi suya ve ekin­ lerine gi,dip gelebilecek, hiç birsınırlamaya ve zorla çalıştırılmaya maruz kalmayacaklardır. Yalnız, imparatorluğumun sınırlan içerisinde bulu­ nan diğer ülkelerdeki gibi herfert kendi cizyesini verecektir. Ben de on­ ları kendi vatandaşını gibi sevip sayarak koruyaca*1-nı. Kendi kiliselerindeki ibadetlerinde ve ayin şekillerinde serbest olsunlar, ama kiliselerindeki çanları çalmasınlar. Kiliseleri camiye çevirtnıeyeceğim. Galatalılar, tüccarların işlerini basit bir şekilde yürütecek, sözü geçen, güvenilir birini seçsin. Yeniçeriler de kendi evlerinde hapis edilmemeli­ dir. Onlar da kendilerini idare edecek kimseyi seçme hakkına sahip ol­ malıdır. Arkontlar ve tüccarlar da rahatsız edilmemelidirler. "

Yukarıda iktibası yapılan ferman dünyanın yaratılışından 6961 yıl sonra, Hedschire (Hicri) 857yılı Cemaziyelewel ayında irad edilmiş­ tir. Son peygamber Hz. Muhammed'e kadar bir silsile halinde uzanan


80

Dr.Hans DARTI-1 (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

40 bu güzel hoş görü ilk defa Sana Dağı keşişleri (rahipleri) için bir emniyet sözleşmesi olarak yazılmıştır. Böylece onların hak ve hu­ kukları yerli yerine oturtulmuştur. Tıpkı aşağıda olduğu gibi; "Biz cizye/erinin ve diğer kararlann onlardan kaldınlmasın! yasak­ lıyoruz. Camilerin inşası için kiliselerin hazinesinden h;ç bir şekildefay ­ dalanılmayacaktır. Palmryeler olf:Unlaştığı zaman onlara altı ölçek teslim edilecektir. Hiç kimse, inançlarını sürdürmelerine, dua etmeleri­ ne ve kendi kiliselerini inşa etmelerine en1:el olmamalıdır. Kim ef!er A l­ lah 'ın emrine uymazsa, o Allah 'a karşı 1:e/miş olur. " Bu belgelere

rağmen bir papaz olan il. Pius hayalci düşünceleri ile karşı gelmeye cesaret edebilmiştir. "Mahumetes Turcanmı lmperaıor vicinos, 'qu­

i Clıristum colerenı, vexare adortııes esı, ut que Sanctıım Evangeliıım ac divinam Clırisıi /egem concularce prorsus ae delers statuisseı ". "Hil"iyeı Mektubu " diye adlandırılan bu güvenlik antla§mas ı, hü­

kümleri ile artık hiç bir zaman yürürlüğe girmeyen, tesirini birer ka ­ rardan öteye götürmeyen bir ümit olarak değil, aksine Sultan ve Vezirlerin Islam'ın bu hoş görülü yasaklarını (kanunlarını) devamlı pratiğe dökmeleriyle sürdürülmü§tür.

Yukarıda zikri geçen Fatih Sultan Mehmcd Emik ve Buğdan'da cami inşa ettirmemiş, hatta Türkler'in buralarda meskun olmalarına izin vermemiştir. Hristiyan kiliselerinin yıkılma işini Hammer-Pur­ gstall, Kara Mustafa Paşa'nın yaptığını ve bu işten ötürü ağır bir ce ­ zaya çarptırıldığını tarihi nde kaydetmekted ir. il. Sü leyman'ın meşhur veziri I J J . Köprülü Filozof Von Sannouci'den bir yüz yıl ün­ ce asil vecizesini şöyle dile getirir: Hoş,�öniniin neticesine bakın! Ben "

"

bımiınla padişahın kudretini artırıyor, böylece de padişalı diişnıanları­ nın padişaha lıılrnıeı etmelerini dolaylı olarak mecbur ediyonını ". Gö­

rüldüğü gibi Türk Beyliği baskı yapmıyordu. Bu gihi ahvalde o, bir mucize değil, ancak 1715 yılında Nauplia ve Egine adaları ve bunun gibi yerlerin sakinlerine Venediklilcr'in şerrinden ve zulmünden do­ Jayı, Türkler tarafından kurıarılmaları için söz veril mişti. Renkli kıyafetler ku§anmış Türk askerlerinin savaşta Yeniçerile­ re hıristiyan halkdan daha farklı davranmadıkları hilinen bir gerçek­ ti. Ama yine hir çok örneklerden de anlaşıldığı gihi, hurada da Türklcr'in sabırlı tutumları hristiyanların fanatikliğinden çok daha belirgin olarak orıaya çıkmıştı. Dini inançları yüzünden kaçan, par­ tiler tarafından dışlanan ve bütün Avrupa'da ;ıranan ve buna benzer kaçakların Türk Sultanı'nın asası altında, hür topraklarda yaşayabil­ dikleri herkes tarafından çok iyi biliniyordu. Bunun klasik bir örne40

Hammer-Purgsıall, "Osmanlı Dcvleıi Tarihi", C.5,

s. 693.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

81

ği; XII. Karl'ın Sultan'la yaptığı krallara şayan bir diyaloğun aF dından Kral'ın Sultan'a sunduğu 1000 keselik altın ve bunu mütea­ kip III. Ahmet'in 1200 keselik altınla karşılığı, ardından da benzer örneklerin devam etmesidir. Türkiye'de bir vatan bulabilen Polon­ yalılar'ın, Macarlar'ın, İtalyanlar'ın, Alman demokratların sayısı da küçümsenecek gibi değil. Ama biz sadece Polonyalı Mustafa Cela­ leddin Paşa'yı (Bernasky), tümen komutanı Sadık Paşa'yı ve onun oğlu Sultan'ın yaveri, sağ kolu Muzaffer Paşa'yı, İtalyanlar'dan Rüs­ tem Paşa'yı (Graf Marini), Londra'daki elçileri Guattelli Paşayı vb. Macar Andrassi'yi, Beni'yi, Kossuth'u ve arkadaşı Mahmut Paşa'yı benzer klasik örneklerden sayabiliriz. Bütün bu kaçaklara, Türk im­ paratorluğu ister geçici bir misafirperverlik örneği olsun, ister yeni bir yurt ve iyi bir mevki sağlama imkanı olsun, her türlü kolaylığı gös­ teriyordu. Avusturya ve Rusya gibi güçlü devletlerin bir çok kere bu kaçak­ ları iade isteklerine rağmen Türk yönetiminin her zaman cesaretli, kat'i ve kesin bir "Hayır" (ce sont nos hötes!) cevabı bu devletlere bir karşılık olmuştur. Türkler aynı hoş görüyü İmparatorluk dahilindeki diğer hristi­ yanlara da göstermiş ve bu tavrını her zaman sürdürmüştür. Türk­ lcr'in dini konularda ne kadar hoş görülü olduklarını, Hellwald ve Beck bile kabul ediyordu. About'da Osmanlı yönetimi altındaki Kıbrıs'ın 1700 Yunanlı Papaz'ı ile nasıl 75.000 nüfuslu bir duruma geldiğini ve bunun yanında da vergiden muaf olduklarını ve Yanya' dakine benzer, içinde 200 rahibesi bulunan bir Yunan manastırına sahip olduklarını ve geniş yankılara sebep olan rahibelerin hayat tarzlarını haberolarak veriyorveyazıyordu. Bu hayat biçimlerini kal­ dırmak, değiştirmek isteyen padişah, dindar Yunanlılar'ın, Klerus (ruhban) ve topluluğunun barışın sınırlarını zorlayıcı nitelikte sert tepkileriyle karşılaşıyordu. Osmanlılar'ın hoş görülü dini, böyle hiç bir sınırlama tanımıyordu. Katolik ve Protestan İsevileri çeşitli dini guruplar ve aralarında nüans bulunanlar, meselelerini halletmek için Türkiye'yi buluşma yeri yapmışlardır. Hristiyanlar Kudüs'de yi­ ne hristiyanlar tarafından askeri müzik alayı ile karşılaştılar ve bir­ birlerini öldürdüler, böylece Kudüs hristiyanlara mezar olmuş oldu. Yunanlılar bütün kahvehanelerinde bulunan Yerebatan Sarayı ve Seenen'in portresini yukarıda zikredilen Kurtuluş Savaşıyla, ihtilal metinleri ile birlikte asarak muhafaza etmek istemişlerdi. TürkYu­ nan savaşlarının başlangıcında Yunanlılar Türk topraklarının üze­ rinde Türkler'e karşı kiliselerde beddua etmelerine ve Yunan askeri birliklerinde her türlü isyanın ve buna benzer teşvik edici mahiyet-


82

Dr.Hans BARTI-1 (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

teki bildirilerin dağıtılmasında hiç bir mahzur görülmemesine ve bu­ nun sonucunda da savaş gemileri içindeki Yunanlı gönüllü askerler­ le birlikte Varna'dan Piraus'a oradan da İstanbul Boğazı'na gitme imkanının sağlanmasına izin vermişlerdir. General Grumbkow'in söyleyişine göre, Türk askerlerinin esirlere karşı olan tavırları çok dürüst idi, ama Yunanlılar buna mukabil tam zıt istikamette bir dav ranış sergilemekteydiler. Gizlice yapılan bu iki yüzlü planların ardından, hırjstiyanların çil yavrusu gibi dağılmasına sebep olan ve bir demir yumruk gibi üzerie­ rine çöken padişahın hiddeti, onları büyük bir bozguna uğratmıştır. Köprülü'nün 1657'de bir papazın Walachie Bölgesi'ndeki Voyvoda­ lara yolladığı mektupları yakalatmasının ardıtıdan papazı astırması ile bu davranışının, verdiği kararın ne derece önemli olduğu Iier halde şimdi daha iyi anlaşılmıştır. Papaz'ın ölümüne sebep olan bu mektubun muhtevası ise şöyledir: "İslam 'ın artık sonu gelmiştir. Ege­ menlik savaşın elindedir ve gelecekte bütün ülkeler Yıman İmparator­ luğu. hakimiyetinde (sınırları içinde) olacaktır".

Bu dini-siyasi hoş görünün en kötü tarafı ise, hiçşüphesizyavaşya ­ vaş zikri geçen kapitülasyonları ecnebilere vermek oldu. Bu kapitü­ lasyonlar yabancı devlet mensuplarına, çocuklarına, torunlarına ve daha sonra gelecek olan nesillere verildi. Böylece on binlerce kişi haksız yere imtiyazlı veya tamamen vergiden muaf tutuldular, ya­ bancı konsoloslara da açıkça kaçakçılık hakkı verilmiş oldu. Bu hak­ kı, -biz, şahsi tecrübelerimizden edindiğimiz bilgiye göre- pek çok konsolos kötüye kullandılar. Kapitülasyonların kötüye kullanılması hareketiyle şu veya bu suretle nizamlara çeki düzen verilmesi Bab-ı Ali'den istenildi. Gülhane Hatt-ı Hümayunu olarak tarihe geçen reform hareket­ leri, kanun olarak ilan edilmezden evvel Osmanlı Devleti'nin hristi­ yan uyruklu vatandaşları yüz yıllardan beri hristiyan Avrupa'nın gözü önünde, Avrupa'da yaşayan hristiyanlardan daha müreffeh ve insanca bir hayat yaşadıkları gerçeği Hellwald ve Beck'in ka�asına dank etmiştir. Şöyle kıymetli bi'r itiraf ortaya konuldu: "Bfib-ıA/i'nin

hristiyan yurttaş/an 1839 'da ilan edilen kanunun verdi� hakları zaten

yüz yıllardan beri pratikte yaşıyorlar. Onların kaf(ıt üzerinde yazılı sunı

bir reforma asla ihtiyaçları olmamıştır ve olmaz da ".


83

TÜRK SAVUN KENDİNİ

XIX-TÜRK DEVLETİNDEKİ HRİSTİYANLAR Türkler'in iç dünyasını Gladstone kadar iyi tanımayan Ernest Re­ nan, doğulu hristiyanların çektikleri acıları (!) tesirli bir üslOpla kale­ me alıyordu. Oysa bu zavallı dini kahramanlar, teoride aşırı bir insan sevgisinin hüküm sürdüğü yerlerde yaşayan hristiyanlardan çok da­ ha farklı bir hayata sahiptiler. Mahim olduğu üzere tamamen hayali o­ lan bu iddia (hiç bir mesnedi olmayan) devlet büyüklerinden ticari gayeyle faydalanmak mahiyetini taşıyordu. "de cen eternel cheretien

d'Orient, partont le meme, malgre la difference des races, toujours bat­ tu, tourjous massaere, incapable de ragarder en face un homme de gu ­ erre, offrant perpetuellement son cau au sabre". Körte de41 . Anadolu

kıssalarında bir Alman perspektivine göre azınlıkta bulunan doğu hristiyanlarının Türkler'e karşı ne derece bir ahlaki tutum içerisinde olduklarını vurguluyor ve şöyle sesleniyordu; Türkler'e saygı duyul­ malı ve sevilmelidir. Hristiyanlara da farklı psikozlar uygulanmalı ve bu tür duygularla karşı karşıya bırakılmalı. Aslında bu kötümser tec­ rübeyi haçlılar, seferlerinde yapmamıştı. Körte, ayrıca Ermeniler'e ve Rumlar'a karşı eğilim göstermemeleri için de ikaz ediyordu. Bu durumda sadece Türkler'e ve geride kalan diğer müslümanlara gü­ venmekle sıhhatli bir ortama kavuşulabilirdi. Bu güveni de, ancak örf ve adetlerine dikkat ederek ve halkına da anlayışlı bir yaklaşı m ­ d a bulunarak kazanabilirdi. Hristiyanların ne ölçüde para canlısı olduğunu, Türk çiftçisinin bunu önceden bildiğini F. Derburg42 bile artık anlamıştı. Hermann Schcrer de sonunda, doğu hristiyanlarını ve onların dini merkezi olan Kudüs'ü şöyle karakterize ediyor ve şu satırlarla anla­ tıyordu: "Hristiyan/ar Tiirkler 'i ve miis/iimanları kandırmaya ve ara­

larındaki güveni yıkmaya çalışıyorlardı. Bııgiine kadar sahtekfır ve soyguncu hristiyanların varlıifını Türk çiftçisi önceden keşfetmiştir. "

Hissi abartamalara, gerçeklerin saklanmasına ve olayların saptırıl ­ masına karşı hep mücadele ettiğimiz güçlü silah gerçekçilikti. Böyle bir ortamın yabancısı her iki safdan hangisine girerse girsin, bütün bu itirazlardan ve tezatlardan çıldırabilirdi. Birisi hırsıza, eşkiyaya, katile hayır hasenatın yerini ve Yeni Ahid'de ölümün fedakarlığını gösterir. Ve hristiyanlığın yeni düsturları derin bir kin ve sınırsız

41 42

Körte, "a.g.c.", s.89. F. Dernburg, "auf dentschcr Bahnin Kleinasicn", Beri in

1 892, s. 1 82.


84

Dr.Hans BARTH (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

menfaati uğruna insanları kendi kutsallığından uzaklaştırıyor.

Doğulu hristiyanların en belirgin özelliği ise, şuursuzca nesilden nesile g((çen sahte sofulukları ve batıl inançlarıdır. Bu kapıdan ge­ çen hristiyan vatandaşlar nelere şahit olmamış ve neler çekmemiş­ lerdir ki; bunlara misal: "16. ve 1 7. yüz yıldan itibaren Lübnan 'daki

çatışmalar kadar süren lfarşılık/ı kilise yağmalan hristiyan tanrısının şerefine kilise çanları ile cami milezzinlerinin sesinin bastırılması ve bu şekilde Türkler'in damarma basmaları ve mukaddes topraklarda Ya­ hudilerle i/fili mevzı2/arın masal fibi an/atılışları sayılabilir. " ,

Kudüs'deki kilise mezarlarında bizzat bulunan sayın Gladstone olayları şöyle yazıyor: "Hacıların, kutsal haftalarındaki ayinleri sıra­ sında Paşa 'nın sılkiıneti, banşı ve intizamı sağlaması pek kolay olmaya ­ cak ". Bu yüzden de her hangi bir çatışma halinde, kilisedeki olayları göz ardı etmek şartı ile olaylara el koyabilecek şekilde hazır olarak bölüklerinde 1500 asker bulundurmuştu! Yazar, artık çok sayıda Ö· lüsü ve yaralısı bulunan Rum hacıların Katolik tapınakları ve kilise­ lerden ele geçirdikleri değerli eserleri yok ettiklerini, en değerli eşyalarını bir daha görülmemek üzere yok ettikleri çok ünlü bir çar­ pışmayı anlatıyordu. Doğuda artık politik meraklara karşı dini bir nefret uyanıyordu ve bu nefret öyle güçlü ve hristiyan mezhepleri arasında öyle bir zaman aşımına uğrayabiliyordu ki, bizim dışarıdan tahminlerde bulunabil­ memiz imkansızdı. Her halu karda Türklcr'in duruma hakim olma ­ sı ve kararlar vermesi ih tiyaçdı. A-;Iında, en zarar verici ve planlı bir yağmalamaya boyun eğmeyi gerçekte önleyebilecek tek çözüm yolu buydu. Şimdi de bir Pazar Paskalyası'nın kilise mezarlığında geçen o­ 43 laylarını şahsi tecrübeleri ile anlatan Schercr'i dinleyelim: "Rahip,

oıxla dı"inyeı•i hazları terennüm eden melodiler çalıyordu. Millet ön sı ­ ralara geçebilmek için itişip kakışıyor, kavga ediyor ve birbirlerini sıkış­ tırıyorlardı. Türk askerleri saflar olıışturarak gerektiği zaman halkı dipçikle düzeltmeye çalışıyordıı� Siingı"ilerin korııması olmaksızın bü ­ yük çapta kilise eğlenceleri yapmak mümkün def.,"ildi. Heyecan cadde­ lere kadar taşmış ve kiliseden Kavas 'a kadar uzanan her yer eğlence alanı haline gelmişti. Rumlar çeşitli kilise koltııkları, müzik fıletleri bay­ rak direkleri ile ayyuka l'{/ran bir barikat kıırmıış ve hiç bir saldırının alımda ezilmemiş olan rakiplerine saldırıyor fakat, onlar tarafından kafaları kan revan içinde 1:cri pı"iskı'irtı"ihiyorlardı. Birbiriyle çatışan her iki 1:ıır11bıın da ön St({ında çarpışmayı teşvik eden papaz ve rahipler bu 43

Sclıcrcr, ··Rciscıı in der Lcvantc'', 1 896, s. 243.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

85

lımnıakıaydL Bir rahip, kaıoliklerin kursal hir resmini ele geçirmeyi ba­ şamıış olan bir Ermeni papazının kafasına kilise sırası ile öyle bir vur­ du ki, adanı gözümün önünde şuunınu kaybederek yıftılıp kaldı ve elindeki resmin alınmasına ıepki bile gösıerenıedi. Sonunda Türk as­ kerleri ellerinde silahları ile -ki, bunları pek yumuşak kııllannııyorlar­ dı- çatışanları birbirinden ayırabildi. On iki yaralı adı geçen kiliseye yerleştirildi ve bunlardan ikisi ertesi gün öldii/er. Mor darbe lekeleri ile kurtulanlar i�e kendilerini bu izler sebebiyle dinin savaşçı kahramanla­ rı gibi ünvanlarla süslemek havasına f{irdiler. Istırap çeken bu dini f:U ­ nıp, bu kanlı çatışmayı kanlı bir demet çiçek halinde senıbolleştirip haçların gölgesinde huzur ve intizamın husule gelmesini arzuluyordu. Hristiyanların ilstilndeki otoritesini konmıak isteyen Osmanlı paşası bin kişiyi silahlandırmış, ayrıca halkın gözü önfinde kilisenin önüneyer­ leştirdiği, bekçileri de keskin si/alı/arla donatarak her an için tetikte bu lıınnııışmr. Bütün bunlar tesirini göstermiş ve halkın hisleri kontrol altına alınabilmiştir. "

Türklcr'in kendi savaşlarında -haklı olarak-pek centil mence davranmadıkları gibi, hristiyanlığı tanıyan Türklcr'in de savaş esna ­ sında hristiyanlardan centilmence davranış heklcmediklerine şaşır­ mamalıyız. 1 703'de de hir Osmanlı veziri katolik Rum çatışmalarını şu şekilde tasvir etmiştir: "Bir donııız, ister hl]•az renkli olsun isterse siyah. Domuz domuzdur". Osmanlı Devleti'nde bulunan yüksek ka­ demedekiler bir Ermeni, katolik veya katolik olmayanlar arasındaki farkla hiç bir :1..a man ilgilenmezdi. Ama adı geçen vezirin onları (gay­ ri müslimleri) domuz olarak nitelendirmesi, herhalde Kur'an-ı Ke­ 'rim'in �zerinde hassasiyetle durduğu maddi ve manevi temizliğin ve yıkanmanın verdiği nezarete sahip olmayışlarındandır. Muslümanların ahlak temizl iğinden sonra gelen i l k temizliği maddi temizliktir. Bu, dini hütün hristiyanlara karşı müslümanların sarih ve namütenahi hir üstünlüğüdür. Çiftçi bir millet karakteri ta­ şıyan Türkler, hristiyanların tic:.ıretlerini ellerinden almadıkları gibi, bu hususta hiç bir Yahudi ve Cenevizliyle de boy ölçüşmemişlcrdir. Hristiyanlığın bünyesinde oluşan kurnazlığın kademe kademe de­ !%iklik gösterdiği herkes tarafından biliniyordu. Bunlar, Yahudi'yi a ldatan Rum, yarım düzine Rum'u üç kağıda getiren Ermeniler veTürkler tarafından zenginleştirilen diğer hristiyanlardır. Zavallı Türkler ve Avrupalılar, Şarklı hristiyanların elinde derisi yüzülecek bir koyun masabesinde idiler. Adı geçen bu hristiyanların ticari ha­ yatları ve sosyal refahları topraklarında çift süren Türkler'den çok daha yüksek idi. Ne Rum, ne Ermeniler, ne de Doğu'n.un ikinci sınıf insanı sayılan katolik züppeler askerlik yapma mecburiyetine tutul-


ll6

Dr.Hans BARTI-1 (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

muş, ne de modern polis devletinin baskısında bulunmuşlar. Bilakis vergiden muaf olmanın tadı ile bir Avrupalı'nın kolay kolay ulaşa­ mayacağı müreffeh bir hayat yaşamışlardı�. Osmanlı Devleti'nin, teb'asından aldığı cüz'i bir vergiye mukabil, ltalyanlar'ın yıllık 70-80 liretlik vergi ödemesi mukayese edildiğinde, vergi altında ezilen İtal­ yan halkının gönüllüler toplayıp -güya Türkler'in vergi zulmü altın­ da inleyen (!) zavallı, bedbaht- Rumlar'ı ve Ermeniler'i kurtarmak istemeleri tam manasıyla abesle iştigal etmek demekti. Cavalotti'nin bahsettiği Sardunya'lı çiftçiler geçimlerini güç-bela temin ettikleri halde, devlete olan vergilerini kuruşu kuruşuna öde­ mişler, buna karşılık devlet, teb'asını açlık tehlikesinden kurtarama mış, zikri geçen bu çiftçiler tıpkı Ekim 1896'da açlıktan öJecek hale gelen Sassari'nin yerli halkı gibi, idare mekanizmasını ilgisizlikle suçlamışlardır. Osmanlı idaresi altında yaşayan Ermeni ve Yahudi­ ler'in günlük yiyecekleri, Sardunyalı çiftçilerin ki gibi ağaç kabuğu ve topraktan olmadığı gibi, nahak yere Osmanlı idaresini suçlamayı, yaygara çıkartmayı bu feri fahur hayatlarında çok tabii görüyorlardı. Sinsice yürütülen bu olayların perde arkası patronlarının bir çok şe­ ye hakim olduklarını önceden teshil ettiğini söyleyen Moltke bunu şu cümlelerle belirtiyordu: "Bilindiffe ,::ibi herkesin ödemekle yı1kı1mlı1 bıılıındui!u cizyeler çok düşiiktı'i. Ancak bıı patronların, iş hayatlarında olması f:erekenden çok dalıa {az/a kazanç sa�/adıf..Tı bazı ticari münase­ betlerinden dolayı yakın rakibe alınmaları lıiç de kanunsuzca deJildi. Zaten bunlar her türlı'i veıgiden de mııaftutulmuşlardı ". Mol t ke , yi­ ne aynı nokta üzerinde durnrak bir başka yerde şöyle yazmıştır: " Bı1tün külfet müsliinıanların onııızlarındaydı ".

Müslümanlar da Hind ista n'dak i Racalar gibi, bulundukları çev­ rede yapılan her türlü alt yapı çalışmalarında kendi hisselerine dü­ şen masrafları ödeyerek katkıda bulunuyorlardı. Aslında, zaten bunu yapmakla yük ü m l üyd üler: Raca'lar da illegal işleri dolayısıyla yap­ tıkları ödeme n i n dışında Osmanlı Türkleri'nden farklı olarak hiç bir fazla ödemede b u l u nmazlar, ancak 2 Tale r i n altına düşen cizyelcri­ ni m u ntaza man öderlerd i. Za 'ten, çok ağır ve rgiler in h ü k ü m s ü rd ü ­ ğü o devirlerde, b u öded i kleri cirye· pek b i r §ey sayıl mazd ı. Görünen od ur k i ; Devlet'i n yükünü ta§ıyan , h iç b i r hamisi, müdafii ol mayan ve verg i l e r i n i gü n ü gü n ü ne ödeyen müslüman Tü rk halkından baş ka s ı '

değ i l d i .

Devle t i n men fa a t s ağlaya n yönleri ise, -ki, buna hiç bir reaksiyon yoktur- fakir ve öldürü l m üş hristiyanlara yaramaktadır. Bu gelişme44

1 1. von

Moltkc, "Tiirkisclıc

Llridc".

1 836-1 849, s. 294374.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

87

ler ve olaylar, Osmanlı idaresi altındaki hristiyanların yüz yıllardan beri devletin her kademesinde iş bulabildiklerini, çok önemli yerler­ de vazife alabildiklerini ve müslüman olmadıkları halde, devlet ka­ demelerinde terfi ettiklerini bariz bir şekilde göstermiştir. 16. ve 17. yüz yıllarda, devlet yönetiminde Yahudi ve hristiyan ha ­ kimiyetini görüyoruz. Bunlardan Yahudi Miguez, il. Selim'i Naxos­ 'un, Paros'un, Andros'un ve Cykladen'in Dük'ü yapıyordu. Siyaset alanında da, Sakız adasından bir ipek tüccarının oğlu olan Mau­ rocordato ile tıp doktoru Padua'yı, devletin en yüksek payesi olan diplomatlıkla taltif ediyordu. Üç Köprülü vezirin tavassutu ile de Karlofça Antlaşması'nın yapılmasını sağlamıştır. Krallık vecibesi de, Mauroccordato'dan sonra ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra da, ne­ redeyse hristiyanlığın özünden ayrılmak üzere olan ve kariyerlerin­ den hiç bir şey kaybetmeyen Marusi Maurogoni ve diğer şahıslar önemle anılmayı hak etmişlerdir.

Hristiyan devlet adamlarının sayısı günden cf.üne artmaktaydı. Hatta, yalnız baş kent olan İstanbul'da bile bu s 4 tı. Bunların içinde de, -Mısırhlar'ı nazar-ı dikkate almazsaknazırlar, elçiler ve devlet da­ nışmanları ekseriyettedi. Ve bu şahıslar arasında bazılarının adlan nı söylemek bile, ne derece önemli kişiler olduklarını anlamak için yeterliydi. Mesela, Şark tarihinde isim yapmış olan Musurus, Photi­ adas, Karatheodori ve Artin bunlardan bazılarıdır. Doğrusu bu etiket yapmı§ hristiyan politikacılar, İstanbul'un iş bi­ lir elemanları olarak Bab-ı Ali'de hizmet görüyorlardı. Bunlar Vene­ dik-Ceneviz kültür, örf ve adetlerini destekledikleri gibi Raca topluluklarına da kızmıyorlardı. Hristiyan memurların yanı sıra, Ya­ hudiler'in de devlet içinde kurdukları zat-ı devletlerini sık sık görü­ rüz. Bazı hırist iyan ülkelerde de son çocukları (Yahudiler) kral ve devlet adamlarını perde gerisinden yönetiyorlar. Bu da, yahudilerin, milletlerin can damarına kadar nüfuz eden hakimiyetini ölçen bir ba­ rometredir. İslam ahlakının, hristiyan ahl<1kından üst ü n old uğunu Orta Do­ ğuda mukni delillerle a nlatırlar. Hiç şüphesiz bu Girit Adası'nda da vardır. Burada (bugün, bütün dünyanın üzerinde iıtifak elliği) ahlakı mazbut, namuslu müslüman halk on yıldan heri herkesin malfımu ol­ duğu üzere sefillik, perişanlık içinde hristiyanların sultası altında, Avrupa'nın teveccühü ile ilgisi onlara saadet bahşedecekken, onlar ise inim inim inliyorlar. Burada, (Girit'te) yaşayan hristiyan ve müs­ lümanlar üstelik aynı ırktan, Rum'dur. İslam'ın kültür kuweti, talim ve terbiyesi böyle kötü durumları kabullenmez. Burada, İslam ahla-


88

Dr.Hans IlARTH (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

kını, İslam ve Türk hümanizmi olarak en yüksek mertebede görürüz. Tek tip ahlak yapısına sahip olan Girit'lileri namuslu, ku'tVetli, kud­ retli bir millet haline getirmek çok müsait olmasına rağmen, Giritli hristiyanlar havari Pauli zamanından beri uzun süre şerir hayvanlar, tembel kimseler gibi Girit'te gönüllü kaldılar. Yarabbi, Avrupalılar­ 'ın, insan sevgisi maskesi altında sürdürdükleri zulümden, müslü­ manları merhametinle sen muhafaza et.

·

XX-TÜRK MİLLETİNİN KARAKTERİ "Eğer, dünyanın her hanf(i biryerinde tabif ki Dot:ıı 'nun dışında- cen­ tilmen bir toplıılıığa rastlarsanız, bilin ki, onlar muhakkak Tark 'dür".

ijütün dünya tarafından aşağılanmış ve hor görülmüş olmalarına rağmen bu iyi yürekli, munis ve dürüst milleti tanıyan herkes şu söz­ leri tasdikleyeccklerdir. Diğer toplumların aksini iddia etseler de, Türkler, özellikle Anadolu Türkleri, geleneklerine ve göreneklerine daima bağlıdırlar. Acıma duygusu ve dürüstlük, demokratik eşitlik ve diğer dinlere olan saygı, yönetim ne kadar acımasız olursa olsun, Türkler'in koruduğu en büyük hasletlerdir. Türk, dinine çok sıkı bağlı olup, ölçülü davranmasını bilen, zeki, ahlaklı, anlayışlı irfan sahibi bir kimsedir. İslamiyet'ten önceki ata sözlerinde belirtildiği gibi, belirli karakter güçlerinin ortaya çıkışını ve üstün hayat bilgilerini, geleneklerine olan bağlılıklarının Protes­ tan mezhebindeki hristiyanların "İnsan Sevf:isi "ne tekabül ettiğini görürsünüz. "Kim yalal'ldan kaçınırsa, o Tann )•a yaklaşır" sözünü tu­ tarı Er'dir; "İyili/ti yap, denize sal, balık Körmese de Tann Körecektir", "Sana köıülük edene, iyilikle karşılık ver, işıe o zaman Allah 'ın lütfu nu luızanırsın ". Müslüma.nlar, dinlerinin mütekamil oluşları sebebiy­

le, hristiyanlara oranla çok daha iyi bir yaşama şekliyle dünyada hayat sürmekte ve izinli gitmektedirler. Bu Türk karakter yapısı itibarı i ­ le, bir hristiyandan ve onun hristiyanlık ideallerinden, dini mükelle­ fiyetlerini hayatında bir hristiyandan daha tesirli bir biçimde yerine getirebilir. Bu da, aile bağlarının çok sıkı olmasına, anne-baba ve ço-. cuk sevgisine, geleneklerine ve inançlarına olan sarsılmaz bağlılık­ larındandır. Üstelik teorikleşmiş, halk dilinde masallaşmış, "çok evliliklerle de " hiç bir münasebetleri yoktur. Ve böyle evlilikler de zaten hiç bir zaman gerçekleşmemiştir. F. V. Löher: "Onlar (Türkler) açık sözlü, kahraman, kadirşinas, hatasız, içten ve yardımseverdir/er" diye yazıyordu. Köne, v.d. Goltz, Vambery ve bunlar f(ibi bôzı zevat da, Tiirkler 'in içtenlif..'ini devamlı öv-


TÜRK SAVUN KENDİNİ

89

nıekteydi. Mı1sliinıan- Tı1rk toplu/uftu, AvntpaHristiyanlar topluluf?u­ nım çok ötesinde olan "İnsancıllığı " hedef almıştır. Osmanlıların ge­

rek tavırları, gerekse serdettikleri fikirleri, Batılı hristiyanların "İnsancıllıkla " yakından ve uzaktan hiç bir ilgileri olmadığını iddia etmelerinde, kesinlikle haksız bir tarafları yoktur. Türkler'in tezine göre de, hayırperverler çok sevab kazanmaktadır. O, (Türk) yardım­ laşmayı, insanlara iyi davranmayı çok tabii görmekte ve ona göre de, yardıma muhtaç insanlar, hayırlı aziz insan sayılmaktadır. "Onlann

da insan olduklarını hep hatırlatmalı ve hiç bir şekilde yapılan yardımı f:Österişe dökmenıenıelidir" (Murat Efendi) tezi kendilerinde hakim­

dir. Onlar için bu şekilde davranmak için, ne dinin türü, ne de insan tipi önemlidir. Bu toplumun karakteri, -devletin böyle bir talebi olmasa bile- bu yüzden içtimai bir karakter olarak tanınmalıdır. De Amicis "Costontinopoli " adlı eserinde, Türk karakterinin en hayır� perver bir karakter olduğunu vurgulamakla beraber; özellikle o, Türkler'in, açlık ve yoksulluğu teskin eden "Charitas: Tevekkül" sa­ hibi olduğunu hassaten belirtir. Onları (Türkler'i), müşahede eden İtalyan muharriri, diğer hislerini de takdir edip, onların küçük iyi likler karşısında şükran hisleriyle doldukları gibi, hayvan koruyu. cularına, m isafirperver dostlara ve başkalarının dinine de hürmet duyduklarını ifade eder. De Amicis'in işaret ettiği bir başka husus ata süzlerinde de görüldüğü üzere- kötülüklerin olmamasıdır. Ve ay­ nı yazarın tecrübesine göre de "Türkler'in munisliğinin hiç bir hristi­ yan karşısında bile de1,'işi nıediffedir. " Pera (Beyoğlu) yangınında da Türkler azgın alevlerin içine dalarak kollarının arasında hristiyan ço­ cukları ile geri dönmüşlerdir. Bir başka müslüman ise, kahraman kurtarıcının birine gururunu incitmeyecek şekilde 100 Türk altınını hediye etmiştir. Diğerleri de, dışarıda yarı çıplak bir halde dolaşan hristiyan çocuklarını ıiilelerine teslim etmijl<?r, bazıları ise, bu zaval­ lı hristiyanlara evlerinin kapısını açmıştır . işte Türkler'i kötüleyen ve aleyhinde hayasızca propaganda yapanların yüzüne çarpılacak, ihsaniyetle ilgili çok güzel bir örnek. Türkler'.in hayırperver ve ince yapılı vicdanı sadece insanlara karşı değil, aynı zamanda zavallı, ko­ rumasız hayvanlara karşı da müşfiktir. Rumlar'ın, hayvanlara eziyet çektirmeyi bir spor haline getirdikleri; iyi bir hristiyanın, sadist zev­ ki uğruna, bir sokak köpeğinin karnını deştiği ve zavallı hayvancağı­ zı taşlayarak topal ettiğinde; Pera (Beyoğlu) ve Galata semtinin hristiyan kesiminde, zavallı hayvanlara en iğrenç işkenceler uygulan­ dığı zaman; efendi ve merhametli müslümanlar, kendi bölgelerinde hayvanları daha geniş çapta korumanın yollarını aramaktaydı. Sade­ ce güvercin ve kırlangıç gibi tüylü, uçucu hayvanlar değil, o ı.avallı; 45

Edmonda da Amicis, "Costanıinopoli", s. 374.


90

Dr.Hans BARTII (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

hakir görülen sokak köpekleri bile, hristiyanların vahşi h ışmından, m üslümanın koruyucu sevgisine sığınabiliyordu.

Türkler, beslenmenin dışında hayvanları öldürmediği gibi, onla­ rın sıhhatlerinin korunmasını üstlenecek "Hayvan bakını evlerini" kurmuşlardır. Moltke, Bayezid camii "Güvercinleri Koroma Der­ neği "nin, Üsküdar'da "Kedi Hastahanesi"nin yapımına örnek ol­ duğunu söylemiştir. Ayrıca, buradaki hayvanların beslenmesini S. Marco'daki gibi yabancılar değil, bizzat kendileri üstlenmişlerdir. Konumu itibarı ile çok etkileyici olmasının yanı sıra, kuşların fayda­ sına hizmet eden diğer bir bakım yurdu da " Mezarlıklar"dır. Mol­ tke% sözlerine şu şekilde devam etmiştir: "Birçok mezar taşının ayak ucuna' kayık şeklinde oyuklar açılmış, bu da ya*1fıur sulannın birik;nıe­

sini sağlamıştır. Burası iideta, yaz günlerinin dayanılmaz sıca*1nda, su­ suzluklarını giderebilmek için köpek ve kuşlann gelebildik/eri bir nevi fakir sofrasını andımııştır. Miislünıanlar, hayvanlann hayır duasını al­ manın sevab getireceğine inanırlar. "

Barbar (!) Türkler, hayvanların sistematik bir şekilde katledilme­ lerini ve kuşların sürüler halinde öldürülmesini kültürlü hristiyan halka bırakmıştır. Türkler'i, doğu hristiyanlarından ayıran ve seçkinleştiren diğer ö­ zellikleri ise, ciddiyetleri, ağır başlı, vakur halleri, nezaketli hali ve heybetli görünüşleridir. R. Lindau; " Bizde o/du*1J f:ibi Türkler ara­

sında da ufak tefek bazı suçlar işlenir ama onlar, hiç bir milşkülatla karşılaşmazlar " demiştir. De Amicis de, bütün şıklığı ve zerareti ile

sema yapan dervişleri, heybetli ve vakur Türk halkını şu kelimelerle yüceltmiştir: "Çok deftişik ve enteresan bir fikrin üzerinde araştımıa

yapan filozoflar gibidirler. Gözleri ve dilleri duygularını tamanıiyle ifa­ de etmeye muktedirdir. Ve hepsinde de aynı vakur hali, aynı ciddiyeti, sözlerinde ve bakışlarında_ aynı saygıyı belirli bir tavır içinde takındık­ larını 1-:örebiliriz. Aslmda, padişahdan hırdavatçıya kadar herkes, ba­ yak insanlar olarak 1-:örı"inebilir. Sanki hepsi aynı okulda yetiştirilmiş, sanki isranbu/'da hiç bir aşağı halk tabakası yokmuş gibi, hepsi de ay­ � ı aristokratik heybetli f:iÖnlnüşe biiründiirülmiiştiir. Bıı görünüşleriyle /stanfnıl'daki Türk halkı, dünyanın en dürüst insanı olmak payesini e­ linde tııttuğıı 1-:i/Ji, asker intizamında oldııJ.,'ıınu da kabul euiriyordu. "

Her nerede olursa olsun, İstanbul'un ara sokaklarında bile olsa, hiç bir ecnebi rahatsız edilmez. Camiler dahi bir nizam esnasında, hiç bir kırgınlığa uğratılmadan en sıhhatli bir şekilde gezilip ziyaret edilebilir. Ya bir de, bir Türk'ün, bizim kiliseye girdiği zaman ola46

H.v. Moltke, "Türkische Briefe, 18361839.


91

lÜRK SAVUN KENDİNİ

cakları dü�ünün (! ! ! ) Kalabalıkta, kesinlikle rahatsız edici, meraklı bakışlarla karşılaşılmaz. Sokaklarda kavgalar, tartışmalar, ortalıkta taşkın hareketler ve mahalle kadınlarının tavır tanımayan kavgaları yoktur. Aşağı yukarı, camilerdckinc benzer mehabetli sessizlik pa­ zar yerinde de bulunur. Hiç bir yerde, ne aşırı jest ve mimikler, ne kavga, ne bir şarkı türkü söyleyen, ne gürültü yapan, ne de insan gu­ ruplarını rahatsız edici fiiliyat görülür. Yüzler, eller ve ayaklar dai­ ma temizdir. Yırtık-pırtık elbiseler nadir görülür fakat, asta kirli. değildir. Farklı sınıflardaki insa�ların, birbirlerine saygı gösterme­ leri sadece Türkler'e mahsustur . Ayrıca burada işsiz güçsüz, avare insanlara da rastlanılmıyordu. İyi, ciddi ve heybetli bir tutumu olan halk, aynı zamanda çok da namusluydu. Moltke de, asil ve dürüst Türkler'den daima bahsetmiştir. Alman­ ya prensi Bismarck da, Türkler'i Doğu'nun yegane centilmeni olarak telakki etmiştir. Haçlı Seferleri'nin tarih yazarlarından Villehardo­ nin, Jounville ve diğer bazı yazarlar, haçlı kılavuzlarını aldatan Yu­ nan ve Romalılar karşısında, Türkler'in sözlerini tutmaya gayret gösterdiklerini ve bunda çok titiz davrandıklarını, medh ü senaya de­ ğer bulduklarından daima bahsetmişlerdir. Osmanlılar'ın dürüstlük­ leri ve iyi niyetleri o kadar ziyade idi ki, bunu kötüye kullanan kurnaz Racalar, hristiyanların ticaret düzenlerini parçalayarak, belli başlı ticaret odaklarını ellerine geçirmişlerdir. Daha sonra Dr. Stark da 4 "Seyahatname "sinde şöyle yazın ış t ı r 8 0smanlı topraklarında "

meski'in olan Ermeni ve Yunan tüccarlarına, tantanacı ve huzursuz edi­ ci hallerini bırakıp, vakarlı, ciddi, a1-.Tırbaşlı ve sakin bir tavır takınma /arı Türkler tarafından tavsiye edilmiştir. "

Hermann Scherer de, müslüman ve hristiyan tüccarların sürdür­ dükleri iş hayatında, bariz bir şekilde göze çarpan tezatları açıkça sergilemiştir. "Kiiçı"ik ticarethanelerde ekseri Türk tüccarlarına rast­

lanır, büyük ticarethane/eri ise Ermeni, Rum, hıristiyan ve Yahudi tı1c­ carlar tek ellerine almıştır. Namuskiir bir ticaret anlayışının hı1künı sürdılf..'ü Türk ticaret çevresinde, Türk/er'in kalbini kazanmak için, do*­ nılıık, dün"istlük ve namı.ıslıılıık çerçevesinden çıkmamak gerekir. Za ­ ten orada, -gayri nıüslinı tüccarlarda her zaman rastlanan- hileye sapılnıadıffı içindir ki, _fiat gözden geçirme ve pazarlık söz konusu de1,Til ­ di.�. A lı/tik güzelli/fi, namı.ıs v e mertlik gibi güzel hasletlerle donanmış Tiirk tüccarları ile, liif lıokkabazlıf..'ı, yalan, hile, şarlatanlık gibi yüz kı­ zartıcı halleri, hayatının vaz geçilmez unsurları haline getiren Rıını, Er­ meni, Yahudi ve lıristiyan tüccarlar arasındaki -kıyas kabil olmayan47

48

Edmonda de Amicis, ;oa.g.e." , s . 5'.\2 vd. "'Nach dem gricchischen Oricnı", Hcidelbcrg

1874.


92

Dr.Hans BARIB (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

derin uçunımu, benim ifade edebilmem imkiinstzdır. Komisyonculuk yaparak zenf(in olmak zaten Türkler'in ideali def..'ildir. Sadece ticaret a­ lanında değil, hayatının bütün cephesinde, doWıılıık, sadakat ve mert­ liği kendine düstur edilmiş olan Osmanlı 'nın karşısında, gösterdiği sadakati ile şöhret salnuş Alman, aczini kabul etmelidir. "

Türk itidali ve çok medhedilmiş temizliğini, Avrupa kültürüne sa­ hip m illetler için örnek olarak .alabiliriz. Her iki özellik de Kur'an-ı ıKerim'in emridir. Tıpkı bizim Incil'imizde itıdalli olmamız emredil­ diği gibi. Müslümanın, hayatının bütün saflıasında dini konular clri­ dir. Oysa, bir hristiyan teorik olarak kabul ettiği dininin emirlerini, yaşantısına asla uygulamaz. Bir içki müptelası, ne kadar iyi bir ka raktere sahip olsa bile, sırf içki sebebiyle cennetin kapısı ona kapa ­ lıdır. İşte bu bile, İslam milletini alkolün tehlikesinden korumaya yeterlidir. Saray ulemasından olan Melihi, Ramazan ayında verdiği bir vaazda; Hz. Muhammed Peygamber'in tüyler ürperten içkiyi "bütün kötülüklerin anası" olarak nitelediğini zikrederek; Şarklı müslümanın, peygamberinin emrinden çıktığı takdirde, kendi eliyle cennete giden yolunu kapattığını anlatıyordu. De Amicis'in iddiası­ na göre: "E�er, İsıanbul'da hava bıılwlanıp, karanlık çökse, bir saat sonra tekrar bulutlar daifı/ıp hava aydınlandıifında 50. 000 Tiirkü elle­ rinde şişelerle J::ön"ince şaşırmamak 1::erekir. " -Bu iddia elbette bir ya­

landır ve iftiradır!- Buna rağmen Hafız, müslüman olmayıp, bilakis hristiyandır, o içer ve serhoştur. Rumlar da içki içmekten geri kal­ mazlar. İslam dini mensuplarının d illere destan olan temizliği -abdest ve gusül gibi- (ayrıca diş temizliğine verilen önem) en azından kişiyi hemcinslerine örnek yapar. Scarfoglio da bu hususta şöyle der: ''E­

ğer, f:ÜneydeAraplar parfümü inkişafettimıeseydi, temizliğe yabancı o­ lan Avmpa 'daki hatk yıifınlan, pis kokudan ötiinl bir araya gelebilir miydi? " Modern Roma haleflerinin su ile yapılan temizlikten tama ­

men bihaber olduğu devirlerde, Avrupa'nın da sadece belirli yerle­ rinde, pek seyrek yıkanılırken; Doğu'daki ülke ve şehirler banyo ve hamamlarla doluydu. Türklc(in temizlik hususundaki hassasiyetle­ rine mukabil, bizim hristiyan ikaınetgahl;ırı, pisliğin müşahhas bir delili halinde, ben buradayım, diye bağırıyordu. Küçük A<>ya'yı bir Türk yuvası olarak adlandıran Gollz, buradaki bir Tatar köyünü, Thüringen ve Şilezya dağ köyleri ile mukayese etmektedir. Fakat, Türkler'in, Avrupalılar'ı temizlikte ve irfanda fersah fersah geride bıraktıklarını, biz " Efnıerides e.xpeditionis adversus Turcas " adlı e­ serden okuyoruz; O eserin bize bildirdiğine göre, Türkler 1595 yılın­ da Gran şehrine giren Alman askerlerine sarayların temiz tutulması,


TÜRK SAVUN KENDİNİ

93

antik yapılar ve sanat değerini heiz olan eserlerin tahrip edilmeme­ si için ücret ödemişlerdir. Evet, bu sanat eserlerini koruyan, medeni Avrupalı hristiyanlar mı, yoksa barbar (!) Türkler mi! ! ! Vambery ve Goltz'a göre; fıtratında kurnazlık kabiliyeti olan ŞaF k'lı hristiyanlar, ticaretlerinde çevirdikleri Yahudi entrikaları ile bu­ lundukları yöreyi ifsad etmeselerdi, Türkler gerçekten ideal, bilgili ve en iyi dünya vatandaşı olurlardı. O, (Türk) kendisine reva görü­ len her türlü haksızlıklara rağmen, herkese en ince duygularla yak­ laşır, adalet ve eşitlik ilkesini elden bırakmadan muamele eder. Müslüman halkın, idarecilerine karşı, hiç bir ön yargıya sahip olmak­ sızın, duyduğu güven sonsuzdur. O, padişahını, Allah ve Resul'ünün yer yüzündeki temsilcisi olarak görür ve itaati kendine bir borç bilir. Padişaha olan siyasi sadakatı her türlü şüphenin üzerindedir. Kah­ vehane politikası yapan hristiyan komşuları Türklcr'i hiç bir zaman padişahlarına karşı kışkırtıp galeyana getiremedikleri gibi, kamu o­ yun u ilgilendi ren mevzOlar karşısında dahi Türklcrsüku netlerini boz­ muyorlardı. Türk ell<ar-ı umumiyesinde öyle bir kanaat yerleşmiştir ki; onlar, dini, siyasi devlet idaresini ve bunların vaz geçil mez bir un­ suru olan Sullan'ı, kal'iyyen birbirinden ayrı düşünmezler. Çünki, hepsi de birbirinin bir parçasıdır. Türk milletinin sabırlı ve devlete muti hali; bu milleti isyana, maceraya sürüklemek isteyen bugünkü Avrupa hükümetlerini üzüntü ve derin endişeye düşürüyor. Daima devletini destekleyen millet, -Ermeni isyanında da görüldüğü gibi­ dcvletin mevcudiyetini tehlikeye sokan unsurları bertaraf ediyordu. Osmanlı'yı menfi yönde teı'lkid eden, hasis ruhlu, dar görüşlü hristi­ yan baylar, bir fincan Türk kahvesinin lezzetini, fokurdallıkları bir nargilenin hazzını aldıktan sonra, keyiflerinin son raddesine varıyor­ lardı. Osmanlı için bu çok ciddi ve kritik devrelerde, saadet kapıları ­ na indirilmiş demir bir balyoz gibi, çıkarılan dahili ve harici çökertme hareketlerine karşı Allah'a şükürler olsun ki, Türk milletinin basi­ retli, zinde, dinamik gençliği, her türlü istilayı defedecek ve gerekli dersi verecek güçtedir.

XXI-İ SLAM DİNİ VE GELENEKLERİ Pek çok kültürlü Avrupalı için karanlık bir hüküm .olarak mü­ nevverlerimiz şöyle yazıyorlardı: "İslfınıiyeı, ahlfıksızlık dinidir". Hal­ huki İslam, bu hükmün tam zıddına, hristiyanlığın tam aksine en azından ahlaklı olmayı gerektiren ve terakkiyi emreden bir dindir,


Dr.Hans BARTI-1 (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

94

Haddi zatında, "Terakki"ahlaktan bir bölümdür. Kur'an-ı Kerim­ 'in 2.nci Suresi'nde geçen bir ayetinde, Allah bize, her müslümanın namuslu olması gerektiğini şöyle haber veriyor: "Yüzlerinizi, (namaz­

da) Do� ve Batı cihetine çevirmeniz hayır ve taat deffeldir, bilakis hR yır ve ibadet, Allah 'a, Ahirete, Meleklere, Allah 'ın indirdW Kitaplara ve Pey!(ambere iman etmenizdir. Sır/Allah aşkı için, mala olan sevgisi­ ne rağmen, malını (fakir) akrabaya, yetimlere yoksullara, yolda kalmış kimsesizlere, dilenenlere, köle ve esirlere (kurtanlmalan için) harcayan, namazı !(ereffe üzere kılan ve zeklltı veren kimsenin; ahitleştikleri zaman sözlerine sadık kalanlann, ihtiyaç ve sıkıntı hallerinde, cihad ve savaş­ larda sabredenU!rin hayndır. işte, bu vasıflan taşıyanlar Hakk'a uyan sadık/ardır ve bunlar takva sahipleridir".

. Aşağıda olduğu gibi İstam'ın beş şartı veya beş emri iki defa zik­ rediliyor. Bu emirlerle, Peygamber'in bütün sünneti bir nizam için­ de billıirlaşmıyor mu? ''Allah 'dan başka ilahlar edinmeyiniz, ana ve

babaya hürmet ediniz, !(eçim derdiyle çocuklarınızı öldürmeyiniz, iffeti­ nizi muhafaza ediniz, başkasının canına kasdetnıeyiniz, yetimlerin ma­ lını muhafaza ediniz, konuşurken ölçülü ve tartılı konuşunuz, kölelere iyi muamele ediniz, hiikinıler, hükümlerinde tarafsız davran�ınlar, Al­ lah adın.a yemin ettiffeniz zaman, yenıinlerinize sadık kalınız 4 . Pratik­ "

te, Musa Aleyhissetamın On Emri'ni andıran bu ilahi düsturlar, sağlam bir ahlakın özünü teşkil etmektedir. İslam dininin işleri, hiç bir dini liderin tekelinde değildir. Hal böyle olunca...

A. Vassallo, bakınız Kur'an-ı Kerim için ne yazıyor: "Kim, Kur­ 'an-ı Kerim 'i, barbarların (!) anıtı olarak nitelerse yanılmış olur. Hal­ b u ki, bu kura llar gelecekte ide a l insa n ların ah lakla rını nıükenınıelleştirecektir. Muhammed kanun adamı olarak Siileynıan ve Musa pey!(anıberlerden çok daha büyük ve tahlilcidir. Dini ve ah/ilki ön yaf'!(ılar olmaksızın, Batılılar şuna hak vermek mecburiyetindedirler ki; Kur'an-ı Kerim ilfıhi bir nizanı olup, pratik hayata uy!:Ulanabilen mu­ cizevi bir Ki.tap 'dır. O, hayat düstulannı ihtiva eden bir kitap olup, nıü­ ce"ed ve metafizik meselerden ziyade, insan tabiatına UJ1:Un düşen hükümleriyle, insanı fazilet sahibi kılan ye!(fıne Kitap 'dır. Şayet, bütün dünya insanları, K.ur'an-ı Kerim 'in emirlerini yaşamış olsalardı, ahen ­ kli mükemmel ahliık eşitlWne dönülmüş olurdu. " Pek çok yörelerde, İslam ah takının ticari ve ictimai hayatta iyi neti celer verdiği şüphe götürmez bir gerçektir. Müslümanların yaşadığı Orta Doğu ile medenileşmek hristiyan Avrupalılar'ın bulundukları yerler, Avrupa'da aydınlık ve medeni yerler olarak telakki edilir ve 49

Sure 2, Ayet 177.


TÜRK SAYUN KENDİNİ

95

öğretilirdi. Şimdi ise, Avrupa'nın her yerine yayılmaya başlayan pornografinin (müstehcenlik) hiç şüphesiz, Türk milletinin nefretini kazandığını müşahede etmiş bulunuyoruz. Hem de, bununla ilgili olarak, hiç bir kıymeti olmayan bir vesikayı, Papa'nın mümessilleri­ nin İstanbul'a getirmiş oldukları Msgr. Bonetti, Roma'da çıkan "Voce de/la Verita " gazetesinde yazdı: "Gayri mas/imler, Tarkiye 'ye -

müstehcen neşriyat sokmamak için 1:aranti vermişlerdi. Sansar Kunı ­ lu da bu hususta sert tedbirler aldL Bundan da en çok tiyatroyönetmen feri etkilendi. Edebe aykın temsillerin sahneye koyulacağı sırada tiyatro yönetmeninin "ben, bu temsilden dolayı polise ihbar edilirim " dediği bir vakıadır, tiyatro yönetmeni sözüne devamla "temsilin birinde, şüp­ heli rolünde bir hristiyan din adamı oynatılmak istendi, akabinde, po­ lis hemen benim tiyatroma baskı yaptı " der. Türkiye'de bir laçkalaşma

başladığı için çeşitli suistimaller tek tük görülmekte, fakat, müsteh­ cenliğin ke.pazeliği henüz daha görülmüş şey değil. Türkler, dinlere olan saygılarından dolayı -hangi din olursa olsun- din adamlarının a­ lay mevzuu olmasına, hafife alanmasına asla müsaade etmiyorlardı. Hristiyan din adamlarından biri, "hristiyanolmayanbirhiikıimefeartık hürmet etmek borcumuzyoktur" diyerek, ltalyan ve Fransız din adam­ larının gülünç hallere sokularak sahnelenmesini istiyordu. Fakat bu­ na müslümanlar tarafından her zaman itiraz edilmekteydi. Müezzin sesinin duyulmadığı bir beldenin sakinlerinin müslüman mı, yoksa hristiyan mı olduğu anlaşılamıyacağı içindir ki; o beldenin sakinleri tarafından, isıam'ın emirlerinin yerine getirilmesi beklenmez. Hatta, onların engin hoş görüsünün emaresi olarak, Türk askerleri katoli� lerin cenaze alayına refakat ederlerdi. Evlenmemiş bir kadının zina mahsulü olan çocuğu dünyaya geldikten sonra, baba, çocuğunu sa­ hiplendiği için çocuk piç sayılmıyor. Böylece de, bekar erkekler skan­ dal meydana getiremiyorlar. (De Amicis) Bu, Monte Carlo oyunu olmayıp, aynı derecede fa�at, güzel ve bahtiyar bir oyundur. Bu tip oyunlara hristiyanlıkta rastlanmaz. Sadece şimdiki nesil değil, eski Türklcr'in de bugünkü gibi zinde ve zarif olduklarını 1755 yılında Petersburg'da bulunan büyükelçinin sözlerinden öğreniyoruz. Türk­ ler'in, zengin zevatın (Türk zenginleri) hizmet ve angarya işlerini ya pan Avrupalılar'a, sırf aşağı tabakaya mensup olan Türkler'in hatırı için teşekkür etmesi tazımdır. Çünkü, Avrupalılar olmasaydı bu iş­ leri aşağı tabakanın yapması muhtemeldi. Kapitülasyonların veril­ mesi sebebi de, biraz da umum hanelerin hatırına idi. Buralara bol miktarda hristiyan kızları getirildi. Bu hususta Fuad Paşa "biz medeniyet olarak sadece ......... frenf.:i hastalığını ithal ellik " dedi. Bu arada şunu da unutmayalım ki; kilise, Orta Doğu'da böyle bir çok kadın pazarlarına sahipti ve bunların sermayesinin de hristiyan rahibeler


96

Dr.Hans BARTH (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

olduğu muhakkaktı. Oralarda haremağalarından kurtulmak müm­ kün değildi. Onları, haremağaralarının bizzat rahibe manastırından alıp belirli yerlere teslim ettiklerini Murad Efendi (Türk, Schatten­ risse, s. 83) de anlatıyor. Görüldüğü gibi, karhanelerin artışına ters orantılı olarak haremlerin aı.alışı ve birden fazla evliliğin inançlı in­ sanlar arasında rağbet görmemesi pek de hayra alamet değildir. isıam_'ın muhtevasında, gevezelik, hurafecilik ve şekilciliğe yer yoktur. lslam mantığından haberi olmayan bir Türk hakimi, hüküm verirken hataya düşebilir. Kur'an-ı Kerim'in ayetleri nasıl garazkar­ , hasta ruhlu insanları bedbaht ederse, hristiyan Roma kilisesi de öy­ le saliklerinin ismetini mahveder. İslam dinine inananlar, en iyi insanlardır, onlar Allah'ın emirlerini en iyi şekilde ifa ederler, tıpkı gerçek hristiyanlığa inananlar gibi. İsa Peygamber hakkında her iki dinde de her hangi bir problem yoksa, ahlak yönünden ve pratik ha­ yat yönünden de her iki dinde bir takım benzerlikler mevcuttur.

XXII-MİLLETİN ÇEKİRDEGİ - TÜRK ÇİFfÇİSİ Bütün sıkıntı, tehlike, iç ve dış düşmanlarına rağmen Türkler ken­ dilerini bugüne kadar dimdik tutmuşlardır. Türkler'e hiç bir güç, kuvvet kolayca diş geçiremez. Çünkü onlar, vatanları için liyakatli, mükemmel unsurlar yetiştirmişlerdir. Unsurlardan her biri Tesclya ve Plevne'nin serdarı olmaya namzettir, bunlar, istikbalde sulh kül­ türü için istihkamcılardan daha faal olacaklardır. Bu da, toplumun demokrasi ve hürriyet anlayışından ileri gelmektedir. Osmanlılar, kendi aralarında sınıf farkı gözetmemekle birlikte, başlıca üç kısma ayrılırlar: Şehirli memurlar, bunlara efendi de denir; aynı şekilde bü­ yük ve küçük esnaflar; ü.ç üncü olarak milletin çekirdeğini ekseriyet olarak oluşturan sağlam bünyeli, yenilgi kabul etmeyen temiz köy­ lülerdir. Bazı Avrupalılar'ın mübalağa ederek kınadıkları efendiler, küçük esnaftan, çiftçiden, milletten askerliğe tam liyakatli olan ba­ bayiğitleri tesbit ederek askere kabul edilmelerini sağlardı. Alnının teriyle hayatını kazanan ve hristiyan tefecilerin pençesi altında inim inim inleyen Osmanlı çiftçisinin çilesini Körte, Goltz ve Dernburg gibi şahıslar kendi tecrübelerine dayanarak şöyle anlatı­ yorlar. Zira, bunların tecrübeleri zamanımızın en taze haberleridir. Goltz5 0. bir övgü şiirleriyle Anadolu Türkü'nün can sıkıntısını ve � dari eksikliklerini alaylı bir şekilde ve havada kalan parolalarla bir 50

Anatolische Ausglüge,

s.

160 u.r.


97

TÜH.K SAVUN KENDİNİ

ölçü dahilinde terennüm ediyor ve Goltz haklı olarak, eserinin baş­ ka bir yerinde de belirttiği gibi, bütün bunları konsolosluğunun hari­ cinde olmak üzere, tamamen kendine münhasıran yazmıştır. Zira, Türk çiftçisini hiç bir hristiyan kuwet korumuyordu. HristiyanRaca­ ları'nın askerlik hizmeti görmedikleri ve vergi ödemedikleri esnada, Türk çiftçileri devletin bütün yükünü çekiyorlardı. Türk çiftçisinin en belirgin özelliği, karakterinin sağlam oluşudur, bu da, onuyüksek mertebeye sahip olduğunu gösterir. Goltz, inanılmayacak bir safdil­ likle, bu alandaki örnekleri harekete geçirerek, Türkler'in tanınmış feragatini ve doğruluğunu her hangi birisinden duymadığını, tama­ men kendi müşahadelerine dayanarak anlatıyor. Türk'ün, devletten ödünç aldığı bir mebtağı zamanında devlete iade etmek için durup dinlenmeden çalıştığını, aç açık kalma pahasına da olsa borcunu ö ­ dediğini ifade ediyor. İlgi çekici müşahadeler silsilesinden anlaşıldığına göre, Anadolu çiftçisi zeki ve modern insan malzemesine sahiptir. Goltz'un kendi yazısına göre: "Ba11lılar 'ın kabul et1W şekildeki yenilikleri, Türk çiftçi­ si hiç de sevmiyor. İstikbalde, onların bllkir topraklarında bizim ker­ van/arımız dört nala koşacak. Bııgı"inkü şiddetli uçuşumuz yı1ziinden toprağa saplanıp kaldık, devlet tarlaları yolumuzu kapattı, fakat, yeni köyler meydana getireceğiz " Sözüm ona güya, Anadolu'nun masum ...

insanları demiryolunu kabul etmeyip, buna mukabil fanatizmi kabul edip koruyacaklar. İşte böyle saçma sapan şeyleri de dercediyor Goltz. Ben daha önce, müslümanlar için karanlık fanatizmi duydum ve okudum ki; güya onlar medeniyetin bütün terakkilerine karşı gel­ mişler! Halbuki bizim vatanımız Almanya, terakki, yenilik gibi yafta­ larla istila edilseydi, acaba nasıl olurdu? ... Alman kültür ateşesi general Hermann 5 1, bir bilir kişi olarak durumu şöyle değerlendiri­ yor: "Anadolu çiftçisi tamamiyle mükemmel, namuslu bir insandır. İ­

şin bidayetinde, itimat etmedi� kinm.ye dikkat eder, eğer o kimse, memleketinin örf ve lldetlerine saygı duyup aynı düşünceyi paylaşırsa i­ timatsızlığı, zfıil olur. O, fılinılerin tafsilatlı izahını anlayan, nasihallnı dinleyen, sözlerini tutan bir kimsedir. Onun, en iyi ı•asfı KÖZÜ pek, gönlü tok oluşudur. O, si1:araya mübtelfıdır, ekmek yerine sigarayı tercih e­ der. " Türkler'in ziraattaki büyük talihi üzerine kültür ataşesi Her­ mann şöyle diyor: "Eğer, su lıesaplı bir şekilde kullanılırsa, tarlaların fıletle tesviye edilmesine bile liizıını kalmaksızın çiftçiye hürmet edilmiş olunur. " Ve Hermann, bu büyük ilgisini ehemmiyetle kaydederek,

köylü halkın kültür çalışmalarını, deneylerini tarlalarında çalışmak

51

Vortrag im Klub der Landwirte im Frankfurt a.M.


Dr.Hans llARTH (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ

98

olduğunu, bir tarafa giderken, kendisini karşılamağa gelen çiflçile­ rin bile devamlı tarlalarında çalıştıklarını söylüY.or. Bu düşünceler asla münferit olmayıp tamamen değişiktir. Körte5 2 de şöyle yazıyor:

"Ben Eskişehir'de iken, bir Türk çiftçisinin İngiliz pulluf!u ile tarlasını sürdü*'1nü gördüm ve ben de şöyle bir düşünce hasıl oldu: A vntpa 'nın teknWni her çiftçiye hediye edip, kullanmalı, dedim ". Genci olarak her

çiftçi mazisine bağlı. Bunların ellerindeki ıslah edilmiş aletlerle, sa­ hip oldukları kabiliyetlerini kullanarak iş yapmaları o kadar çabuk oluyor ki, hakikaten hayret etmemek elden gelmiyor. Bu meseleye ilaveten bir de Anadolu çiftçileri Rus Harbi'nde evsiz, yurtsuz bıra­ kılarak, Avrupa'nın Bulgaristan'ından, Bosna'sından, Dobruca'sın­ Ja n Türkiye'ye göç eden Avrupalı arkadaşla rını d ü ş ü n mek zorundadırlar, bunların çoğunluğu muhacirdir. Bu muhacirler, gü­ zel bir insan ırkı olup, omuzları geniş Jeventlerdir, karakter hususi ­ yetleriyle de neşeli insanlardır. Bu muhacirler sadece Anadolu'daki vilayetlerde insanların sayısını çoğaltmakla kalmayıp, aynı zamanda terakki ve işgüzarlık fikrini de beraberlerinde getirdiler. Bu fikirler, yerli halkın terakki etmesinde müessir oldu. Rumeli ve Bulgaristan' dan Anadolu'ya gelen çiftçiler daha muhakemeli ve akıllı birer zira­ atçidir. Onların aletleri ve sipariş usulleri eski Anadolu çiftçisine nazaran hem üstün, hem kaliteli ve hem de daha şümı'.illüydü. Göç­ menler, nisbeten Avrupa'nın gelişen tekniğine kendilerini daha ko­ lay adapte ediyorlardı. Anadolu çiftçileri, göçmenleri kerhen de olsa 3 izliyor, Dernburg da5 bu teşhisi şöyle koyuyordu: "Anadolu çiftçile­

rinin müsavatı ancak göçmenlerin iktisadi dunımlarının iyileşmesiyle tashih olunarak düzelecektir, ekonomisinin onda birini malzeme dona­ tınıında kontrollük için göçmenlere verecekti. Bütün bunlar Anadolu çiftçisinin olgıınlaşnıası için yapıldı. Benim düşünceme göre Türk çifl­ çisi, ah/liken bozuk Rus çiftçisinin şarabından daha olgun ve hem de pek çok olgunlaşmıştır".

Anadolu çiftçisi, iktisadi zorluğun altında iken bir de daima aske­ re çağrılma durumu ile karşı karşıya olup, bunun acısı altında inli ­ yor, fakat bütün her şeye rağmen o, hiç bir şeyden geri kalmıyor. Türk çiftçisinin, moral ve sosyal refah yqnünden Avrupa proleteryasının kendi nden üstün oluşu n u göz ard ı etmemelidir. Türk çiftçi­ si,Osmanh Devleti'nin paşalarına kendi halinden şikayetçi olmadan günlerini geçi_rmek zorundadır. Osmanlı toprakları dahilinde, Sicil­ ya'daki gibi büyük emlak ve arazi sahiplerinin insanı ve insan gücü nü davar gibi istismar ederek sömürmeleri söz konusu değildir. 52 53

"a.g.e.", s. 6. "a.g.e.", s. 1 77.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

99

Devletin, çiftçileri aşağılayıcı, horlayıcı tutumunun ol mayışına m u ­ kabil, çiftçilerin d e devletine kar§ı her hangi bir isya n ı mevzubah is değildir. Her Türk -bu Padişah da olabilir Sultan da- şunu bilir ki; Osman lılar fıtraten asker ve çiftçi bir millettir, toprağı a na kabul (} dip, bir karış toprağı için can ı n ı seve seve feda etmekten çekin mez. Şu antla Anatlolu'tla yaşayan çiftçiler devletin ca n damarı mesfıbo­ sintletli r. Şayfı n-ı tlikkattlir ki; b ü t ü n menli tesirlere rağmen, Anado­ l u çiftçisi asli yapısın ı muhafaza etmi§ ve bu cümleden olarak M u rad Efendi Anadolu çiftçisini şöyle karakterize et mekted ir: "Bu yörele­ rin halkı bazı bakımlardan o kadar ilkel ve safgön"inüm içindedirler ki, pek çok noktadan, hristiyan devletlerindeki köyhilerden ayırdedilirler. Çı"inkii Türk çiftçisi ne Sicilyalılar gibi lıurafecidir, ne de gı"iney Slavlar gibi cabbardır ve ne de A vııstW}'a çiftçisi gibi gösterişçidir. Vicdansızlık ve kaba muamele Osnımılılar 'ın fıtratında as/fı mevc/I/ de/fildir. Liya­ katli olmayan hiç bir kimseyi hakkı olmayan mevkie yiikselmemişler­ dir. Halkın mayasından olmalı ki, mektep medrese görmemiş bir insan bile görgü, irfan ve iffet sahibidir. En kaba bir kadm dahi, kadınlıifının miimeyyiz vasfını inkfır edecek hareketlerde bulwımaz. " Türk çiftçisi, köleliğe, vicda nsızlığın her çe§idi ne, Doğu Avrupa' nın h ristiyan memleketlerinde ya§aya n soyda§la rına ya pılan zulme karşı sabır ve seba t ı n ı muhafaza eımek suret iyle şuurlu ve ağırbaşlı­ lığı n ı belli ediyor; bu da onun hem din inden, hem de Osmanlı halkı ­ n ı n içtimai hayat tarzından neşet etmekted ir. Romanya ve Rusya'da yaşayan, esaret ve köleliğe layık ol mayan Türkler'in sırtına kamçıy­ la vurmak yakışmaz, çünkü buralarda yaşayan Türkler asla köle de­ ğild ir. A<>ılzade ve nefer de değildir. Buralarda yaşayanlar sadece Islfım cemaatinin fertleri olup, onların da başlarında ha lifeleri var ­ d ı r. Temizliği, di ndarlığı meytland<ı o l a n Tü rk çiftçisi, yıka nma nedir bilmeyen, mazisi meçhul olan Avrupalı h ristiyan meslektaşlarına karşı nedir, ne değildir? Dernburg, hu h ususta, dostça yaklaştığı te­ miz yürekli, saf kalhli küylü çifıçi Ömer'in görüntüsünü şüyle riva ­ yet ediyor: Elbisesi çok ilıtinıamlı temizli/fi ile dikkati çekiyordu. Kafasında tı1rbanı andıran (sarık) beyaz bir bez, beyaz kısa bir cepken, spor çoraplarıyla, dizden yukarısı bol açık renkli bir pantalon akşam­ leyin biz atlarla beklenmedik bir sırada geldiifimizde, o da öylece çiftli­ ;!inin sınırından do*nı bize geldi. Anadolu Türkleri öyle temiz bir mille/lir ki, onların temizlik lııısusundaki hassasiyet/erini hamamda görmek llizım. Ben hamamda iken, herifin biri yamalı çamaşırlarını koydu, onun çamaşırları öyle temiz ve muntazam idi ki, hayran kaldım. Halbuki A vrupa 'da bu tip temizliğe rast/anmadığı gibi, hamamlar da yoktur. Hamamlar, kaplıcalar, müslümanlann iiinlerindengelen temiz­ liffen esaslı bir bölümünü teşkil ederler. Gerçekten de bu çok iyi bir şey"


Dr.Hans BARTH (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

1 00

dir. Tarkler'in manevi temizliği.nden habersiz olan kötü düşünceli, ön yal'f:l)'a sahip bir adam dahi, sadece bunlann maddi temizli1,"iinden dahi bir ders alır, saygı duyar. Yoksa, bunun gerisi vehim ve kunıntudan baş­ ka birşey deği1dir. " Türk çiftçisinin mutfağı, Avrupalılar'ınkinden kı­

yas kabil olmayacak şekilde çok üstündür. Bu hususu, Dcrnburg şöyle anlatıyor: ''Akşam yemeği.ni evin küçük oğlu, bayük bir siniyle ge­

tirdi. Yemek, o kadar tez vakitte hazırlanıp önümüze getirildi ki, bizim için hazırlanmış olması mümkün deği.ldi. Un ve sütten yapılmış çorba (Oğnıaç çorbası), kuzu etinden hazırlanmış şiş kebabı, pirinçli lahana sarması, pi1flv ve azanı hoşafı. Ustabaşı Önıer'in hareminin mutfak kıs­ mı, görünüşte çok kabi1iyetli insanlardan teşekkül etmişe benzer. Ek nıek, incecik biryufka bazlama olup, bizim peçete/erimize benziyor. Biz on/an nasıl katlayıp da sofranıu kenanna koyarsak, işte o bazlamalar da öyle konuyor". Avrupa çiftçilerinin, misafirlerini böyle kolayca

ağırlayabildikleri nerede görülmüştür? Bizim kültür memleketlerin­ de yaşayan hristiyan çiftçiler, değil misafire böyle ikramlarda bulun­ mak, acaba kendileri için böyle yiyecek bulabiliyorlar mı? Onlar, ekmeği bile sadece bayram günlerinde yerler, nerede kaldı lezzetli yemekler. ..

Anadolu çiftçisinin sahip olduğu imkanlar çok da kötü değil. Şa­ yet, kişiyi edepli, saygılı yapacak bir tahsil arzulanıyorsa, camilere bi­ tişik olarak yapılan çok sayıdaki ilk mektepler bir dereceye kadar bu ihtiyacı karşılıyor. Yol durumuna gelince; Goltz, kendisi Doğu Prus­ yalı olduğundan, memleketinin durumunu da göz önüne alarak di­ yor ki; "iyi deği.l, kötü de değil, orta halli ". Anadolu çiftçisinin felflketini biz bir kere daha tekrar ediyoruz: Bir taraftan nevi şahsına münhasır savaş ve öşür yükü, diğer taraftan hristiyanların faiz soygunu (tefecilik), çiftçilerin terakkisi ile birlik­ te hukuki müsavatı derken, adamların neredeyse canına ot tıkanacak. Osmanlı çiftçisinin durumunu inceden inceye tetkik eden Dr. A. Kürte şöyle der: Bana öyle geliyor ki, Ermeni ve Yıınanlılar, pek çok "

yerde muhacirlerin sermayesinin bı'iyiik bir kısmını gasbettiler. İstikbal­ de ise Ermeni ve Yunanlıların , Anadolu 'da Osmanlılar ve akrabaları ile kalıp kalmayacak/arını bilehıiyoruz. Türk halkının da iktisadi yön den Ermeni ve Yımanlılar 'a karşı mukm1enıet gı'icü olup olnıadı�ı an­ cak ileride anlaşılacaktır. Türk milleti zamanla ezilecek, böylece de lıristiyanlık, İslfını üzerine muzaffer olacaktır. Hem hümanizm gön1ş tarzı, hem de morali üzerine sevinilmiş olunacak ".


TÜRK SAVUN KENDİNİ

101

XXIII-OSMANLILAR'IN KÜLTÜR FAALİYETLERİ Avrupa'da dolaşan h3rik013de bir söz de kara cahillik; eğer o söz doğruysa, Türkler'in kültür hayatını inkar etmiş oluruz. Burnunun ucunu dahi göremeyen zavallı insanlar böyle lüzumsuz laflar uydu­ ruyorlar, her şeye rağmen haksız yere Orta Doğu hakkında karar ve­ riyorlar. Avrupa'nın ölçüsü nasıl Orta Doğu'ya uymuyorsa, aynı şekilde İslam kültürü de Avrupa'nın ölçüsüne göre yargılanamaz. Osmanlı medeniyetinin temel esasları Arap, Fars kültürüne istinat ettirilirse, elektrik, tren ve bazı kültür esasları da "Time-ismoney" Yankeen'in teorisiyle kıyaslanmış olur. Elbette bu da büyükdüşü­ nürlere, Gladstone ve benzerlerine mani olur, doğrudan doğruya on­ ların aforozunu hızlandırır. Evet, hem de bir "Crispi "o kadar saf dilli ki, o, bir mektubunda Fransız yazar Gerlach'a açıklama yaparak:­

"Avn.ıpa 'da Türkler milletler arası hukukta sürekli tahkir ediliyor. Tiirkler'in edebiyat dili yokmuş, beddualı topraklarında sanat eseri hiç bir çiçek dahi yetişmezmiş... " Böyle temelde yanlış hükümleri muha­

faza etmek Crispi'ye kolay geliyor. Eğer o, Hammer-Purgstall'a bir güz atsaydı, pek çok şey öğrenmiş olacaktı. Takriben 2500 Türk §:li­ rini Hammer sırf deneme mahiyetinde veriyor. Ya sanat? İstanbul'­ da mükemmel mimari eserleri olan Sultan camilerini, Fatih, Bayezid, Ahmet, Selim, Mahmut, seyredenleri kendine meftun eden Aksaray camilerin i de sayınız! Hepsine hürmet gerekir. Bir İtalyan devlet a­ damı Orta Doğu seyahatında unuttukları için şöyle diyor: "Si tacu­

isses, plıilosoplıus mansisses ".

F. Dernburg, hir takı m temel farklılıklardan hareket ederek seç­ tiği hedefe dolambaçsız ifadeyle gidiyor ve diyor ki: " Kı"ilıı"ire Kelin­

ce, bizde /,iilllir, wızete, denıiı)'<Jlıı ve pamuk fabrikasından ibareuir. Türkler de {iazeıe okııyoı� onlara Alman bankası demil)ıo/u inşfi ediyor, {ieriye kalan pamuk fabrikasını siz o kadar bı"iyük bir saadet mi zanne­ diyorsunuz? Dine {ielince, ben yaşlı Voltaire 'le aynıfikirdeyim. Bana Kö ­ re Ortodoks papazıyla, ulema aynıdır. Fakat, en fazla G/adsıone 'den onun kırmızıya boyalı papaz elbisesinden ve onun {iibilerden nefret ede ­ rim ".

Biz, buraya kadar Türk kültürünün tamamen kendilerine mahsus hir §ckilde Orta Doğu'da gelişme kaydettiğini, ne Crispi'nin ne de Dernburg'un iddia ettiği gibi olmadığını, hunların fikirlerine uyma­ dığını gördük. Türk kültürü bütün bir hayat anlayışı içinde bedeni, zihni ve içtimai h üncrlerden haşka hir şey değildir. Bir zamanlar o ka ­ dar çok yücelttiğimiz İspanya'da unutulmayacak ebedi izler bırakan


Dr.1-fans DARTI-1 (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ

102

bir kültürün de dev�mıdır. Türk toplumu en yüksek derecede olup, insanidi r, evet o, gönüllü olarak sosyal ve hoş görül ü diye adlandırı­ l ır. Adab-ı muaşerette en aşağı sınıftan bir kimse bile kanunlara, n i ­ zamlara saygı duyar ve karşılıklı hürmette bulunu r. Büylecc d e '.fürk milleti diğer taraftan ilmini, irfanını, sanat ve şiirini Araplstam medeniyeti üzerinde bina etmiş. -Bu da, tıpkı Romalıla ( ı n Yunan kültürü üzerine bina ettikleri gibi.- Türkler hiç bir yöreyi Islami ilim­ 54 lerden mahrum bırakmamışlardır. Yüksek seviyeli şiirin yan ında, Tarih, Hukuk, Tıp, Sanat Tarihi, Çiçekçilik, Müzik (bu da kültürden bir işarettir) "Batı 'yı hayrette bırakır ve bunlar Avrupalılarca lüks sa­ yılır". Polonya kralı Sobieski, Viya na'nı.n kurtuluşun u zevcesine ya ­ zarken; "Lüksün nazik/eşmiş lıfı/ini tasvir etmek imkansızdır. Vezire fıit bölümde şunlar bııhınııyor: Banyo, balıçe, fıskiyeler, evet bir de papa�an ". O zamanlar bunlar gerçekli, her halde, orta çağda Os­ manlı kültürü tatbikatta Avrupa toplum ve devletlerinin çok daha fevkindeyd i. Yuka rıda zikri geçen Sultanların istibdadına rağmen, halkın doğuştan demokrasi hissine alıştırılmış olması cesaret işidir, ma!Cım olduğu üzere böyle bir durum Avrupa'da söz konusu deği ldi, esasen o zamanlar Avrupa'da despotluk vardı. Ya ptığı med ihlerde oldukça tasarru n u olan ve yazılarında da o nispette tem kinli davra 55 nan ve aynı zamanda da çok tulumlu bir kritikçi olan Moltke'nin sevind irici itiranarına müsaade edel im: "Osmanlı Dev/cti 'nin idare­ cileri savaşlar kazanıp, memleketler fetlıc11ilcr. Gi11ikleri lıer yerde su tesisatı (Çeşmeler) ve camileryaptılaı� mektepler, medreseler, hastalıfı­ ne ve darfilacezelcr tesis elliler. Bunları sonradan �elen nesillerine tes /im ve teı•di elliler, lıem de milletleri kırbaç helasından kurtardıkları için, l>ı'itün insaıılarııı teşekkı'irfine mazlıar oldıılar, ecdatlarının aziz rıılılarını, şan ve şaejlerini lıer yerde bayrak ,;ibi dal,;alandırdılar ". Şimdi de Türk milletinin \felin imeti, yaptığı hizmetleri inka r edeme­ yen G ladstone, onun nıeşa lesini sündü remiyecektir. Büyük dahi Sul­ tan Abdülhamit Han'dır. Orta Doğu'nun her yöresinde, alim lerin en çok üzerinde çalıştığı 56 konu hiç şüphesiz huk uktur : Bugün bunu h:1)[ı görmekteyiz. isıam knnunlarının tefsiri, bi lvesile bu kanunlar tertemiz olarak dünyanın kullanımına, tasa rru funa arz olunmuştur. M üslümanların hukuku­ nun bütün su heleri büvük hir aşkla medeniyette gelişme kaydetmek5.J Ciolız, hilhassa ku lağa hoş gelen eski Tiirkçe'yi, cazihcli masal l;ırı ve ;ıruz 55 5<ı

şiirini meı heder. "Türkiye Mek ı u pları", s.

1 30.

1 lcr !i l i m, h u k u k öğren i m i n i n ıcmel esaslarını kavrayabil mek i ç i n on ııınc yü k.� ek i l m i ıahsil etmek mcchuriyeı indcydi: Sa rf, n a h iv, mani ık, mcıııfizik, fclscfc, ıropik, iisOp, h i t a heı , gcomeı ri,asıronoııı i .


TÜRK SAVUN KENDİNİ

103

tedir. Hal böyle olmasaydı, Araplar'ın emrinde yüz yıllarca hüküm süren Giordano Bruno'dan önce halife El-Hakim, Panteizm'i ilan e­ debilirdi. Bu kanunların Türk hakimleri tarafından pratik hayatta uygulanması (A. Geschcr, Roma Hukukuyla gözle görülür bir m u ­ tabakatı n olduğunu müşahadc etmiştir) e n azından Avrupa hukuku­ nun yanında görülmüştür. "Hukuk ulemasının hükümleri, hak-adalet

talep etmek için olup, lıiç bir zaman suçlu cezasız bırakılmazdL Hakim ­ lerin kararıyla da umumiyetle lıııkuk korunıırdıı (Hcllwald ve Bcck, 'a.g.e., s. 54) Murad Efendi de yazısında: " Kadılar için daima köta denilir -bu onlar için en azından bir mı1ba/a*adır- benim şüphem, bü­ yük ve bütün içinde lıııkııkım özünün ortadan kalkmasıdır. Bizdeki bü ­ rokratik ihtiyatı tedbirlerin, avukatlar vasıtasıyla ortadan kaldırılması endişem için başlıca bir sebeptir, işin gerçeffe, lıukııkıın özünün kaybolup gitmesidir. Eski ça*/arda İslfım cemiyetinde, din tamamıyla berraklığı­ nı sürdürüyordu. Kadı, hükümlerinde ön yargılan, menfaat/en bertaraf ediyordu. Fakat, bazı kadılara rüşvet verilebilir. Bir kaç lıristiyan dev­ letinde uzıın uzadıya yapılan nıalıkenıeler, fakirlereyeterli garantiyi sağ­ layamadı, böylece de kanunlar fakirlere karşı işler oldu ' '. ".

Türkler, edebiyatta ne icra ettilerse, her bölümünün fevkalade ko­ nusu, mevzuu vardır. Biz burada Moltke tarafından zikredilen me­ selelere bir göz atalım. Milletin insani ihtiyaçlarının hesabını yapan Sultanlar, gerçekten onlara cömertlikleriyle en mükemmel şekilde ödüyorlar. Osmanlı hanedanından her bir hükümdar, kendi beylik görevini yerine getiriyor. Savaş faaliyetlerinin yanı sıra kültür vası­ tası ile de kendilerini göstermeye çalışıyorlardı. (O zamanlar Avru ­ pa kralları bu meselenin tam zıddına idiler). Öyleyse, biz burada sadece hükümdarların başlıca meselelerini sınırlandırıyoruz. Kuv­ vetli, kudretli bir bey olan Osmanoğlu Orhan, her tarzda insan için faydalı olan talim ve terbiyeyi koymuş; bu işin yaygınlaşmasını da emretmiştir. O, her yerde camiler, medreseler, amme hizmeti gören m üesseselcr (imarcı ha neler), darü lacezelcr, çeşmeler, ı ürbcler,köp­ rüler vb. inşa ettirdi, evet o, ihtiyaç sahiplerine kendi elleriyle çorba dağıtmayı reddetmedi. Türkler, kültürün her çeşidine her zaman itin ­ a göstermişlerdir. Aşağı yukarı her bir cami bir bütün olarak fayda ­ lı müesseleriyle beraber bir camiydi. Yani, mektepler, medreseler, hastahaneler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, imaretler, çc§melcr ve kütüphaneler ve nihayet bunları yaptıran hayır sahibinin türbesi ve camisinin bahçesinde bir mezarlık. Devletin en büyük rütbesiyle, kültür öncüsü hiç şüphesiz büyük yahut muhteşem Süleyman'dır. O nun için şu Türk ata sözü husule gelmiştir: "Hindistan 'da lıatırlı, Frengistanda hikmetli, Osmanlı da muhteşem ". Türk tarihini yazan HammerPurgstall, devamla Sultan Sülcyman'ın yaptırdığı eserlerin


104

Dr.Hans BARTII (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ

tafsilatlı tasvirlerini malzeme olarak toplasaydı, büyük Justinyen'in eseri için Procopos'un altı nutuk kitabında yaptığı tasvirler gibi ol­ muş olurdu. Aynı yazar, muhteşem Süleyman'ın taht şehri İstanbul'­ da, diğer şehirlerde yaptırdığı çeşme, köprü ve kaleler ile, mukaddes belde Mekke ve Medine vakıflarını imar ettiğini anlatıyor. "Her de­ virde ihtişamla eserler meydana gelir". Edirne'de meşhur Selim iye Ca­ mii de bunlardan birisidir. Bu eser Mimar Sinan'ın ustalık şaheseri olup, İmparatorluğun baş şehrinden çok uzakta, serhad şehrinde bu­ lunuyor. Macaristan'ın uzağındaki serhat şehrinde de parlayan ocak­ lı hamamlar var. "- Ofens Stolz "- Bunlar Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa tarafından inşa ettirilmiş, onun lakabı "Ocakları gı1zelleştiren " diye anılıyor. İşte, tam bu sırada "Ephemerides expditionis adversııs Turcas " vuku buldu. Sözüm ona iyi Almanlar tarafından, Macaristan' da başka telden haberler çıkmağa başladı: "Tıırcae a"n tiquitates Om­ ,

nes, qııas-olim ibi invenenınt, reli�ossime, servanınt, nec non ima�nes pulche"imas intactas, quas germani misere et turpiter primo ingressu spoliarnut ".

Modern bir devletin şan ve şerefini artıran bir kültür icraatı da, ili. Anmcd zamanında olup, İmparatorluğun her köşesinde sayısız ye­

ni yapılar, su kemerleri, su kanalları, mektepler, medreseler, hanlar, hamamlar, kaplıcalar, barajlar, camiler, kütüphaneler, yollar, kaldı­ rımlar, tersaneler vb . gerçekleşti. Mesela, Evliya Çelebi, eğer sadece Ankara gibi bir ilde 1 7. yüz yılın sonlarında 170 fıskiye 300 çeşme, 76 cami, 15 tekke ve zaviye yaptırmışsa, durum kendiliğinden tama ­ men anlaşılıyor demektir. Bu eserleri yapan büyük insanın adı da Ha­ cı Bayram Veli'dir. Ve 3000 dervişi vardır. Bundan başka 200 kaplıca, 70 bahçeli saray, 6660 ev yaptırılmış, 2000 kız ve erkek hafızlığa ça !ışıyor 1000 kişi de Kur'an'ı tefsir ediyorsa, bunlar o zaman için çok büyük ve muazzam işlerdir. Sultan Ahmed zamanında Süvcyş Kanal ı fikri tekrar gündeme geldi, fakat başarısız kaldı. il. Selim'in, Ruslar­ 'ın mukavemetini kırmak için giriştiği Volga nehri planı, il. Musta fa'nın gerçeklcştirmcğe kalkıştığı Karadeniz ile Haliç'i birleştirme projesi, bunlardan sadece Köprülu'nun Nil Kanalı projesi en iyi hir neticeye göz kırpıyor. Sultanlar, Vezirler, Sadrazamlar, özel ve genci mahedler inşa et­ tirmişler, bunların hepsi de onların hakiki mührünü taşıyor, bu eser­ ler hem sevimli hem de narindirler, hem de yüce semaya uzanan minareler tevhide şehadet eder gibidirler. Bu sanat eserlerinin her biri sclviyle boy ölçüşen, kubbelerinin kemerleriyle muvazeneli süs­ lü camilerdir. Minarelerin zarif yapıları alışılmışın dışında bir sanat olup, bunu, içinin zengin tczyinatı izler. Mozaiklerin tertip ve tanzi-


fÜRK SAVUN KENDİNİ

105

mi, Kur'an-ı Kerim ayetlerinin tehzibi, nakşedilmesi cesaret isteyen bir ressamlık sanatıdır. İster Türkler, ister onların akrabaları ve se­ lefleri olan Selçuklular olsun, bu kültürü vücuda getiren millete, ta­ rih bu defa birinci evsafta hak versin5 7. Mana ile dopdolu bir şarkı ses veriyor, her şeyin güzelini dile getiren bu şarkıyı bir tek kimse ta ­ nıyor, o da sadece Edmondo de Amicis'dir "Costantinopoli " adlı e­ serinde (s. 49-51 ) Sultan şehrinin aydınlığında ve Osmanlı kültürüne ithaf ederek diyor ki: "İstanbul'un büyük caddelerinden bazılannda­

yız. İnsanın bütün bu f:11zellikleri görünce heyecan/anmaması mümkün deği1. Yollar bizi küçük satış kulübelerinin, minarelerin, fıskiyeler ve ü­ zer/erinde altın yaldızlı yazılar, arabesklerle süslenmiş sultan mezar/a­ n, mozaiklerle bezenmiş duvarlar ve yine altınla kaplanmiş bahçe kapılarını, mayhoş kokular ve muhteşem nebatlar arasında görilyorduk ve böylece de biz imparatorluğun kalbini hissediyorduk. "

Bir yüceliği yansıtan bu mimarlık, inceliğiyle kalbleri fetheden ha­ fif bir müzik, su şırıltısı, gölge serinliğinde ruhları gülen bir resmin aynası gibi insan topluluğunu saheserleriyle sarmıştı. Sonra, heybetli yapılarıyla başımızı döndüren Sultan camilerine ulaştık. Bu camile­ rin her biri mektepleri, kütüphaneleri, dükkanları ve hamamlarıyla küçük bir şehir merkezini andırıyordu. Burası, s.til, yapı ve berraklı­ ğı ile Anadolu ve İstanbul'daki kale kapıları gibi ihtişamlı olup sa­ natın zirvesine erişmiştir. İlk bakışta çok basit bir izlenim bırakan mimari, yanına yaklaştıkça insanın bakışlarını, bin bir çeşit detayı ile hayrette bırakıyor. Kurşunla kaplı kubbeler, birbirinin üstüne geç­ miş garip formlu çatılar, sayısız dükkanlar, büyük sütunlu holler, çi­ çek motifli oklarıyla küçük direkli pencereler, içinde merdivenleri olan minareler, damla taşların ı andıran sütun başlıkları, abidevi ka­ pılar ve çeşmeler, altınla örülmüş uçlarından bize binlerce renk yan­ sıtan kale d uvarlarının etrafı meşe, selvi ve söğüt ağaçlarıyla çerçevelenmiş olup, kuşlar uçuşmaktadır. Buradaki güzellik, insanı duygulandırıp, daha derin bir ·şeyler düşünmeye sevk ediyor. Bu abideler, bize dayanıklı mermerler gibi başka bir dünyanın his ve dü­ şüncelerini telkin ediyor. Bunlar düşman bir milletin kırılmaz ke­ mikleridir. Biz dili dönmeyenlere, mükemmel bir dilin boyutlarını ve cüretkar bir yüceliğin -yani Allah'ın- şanını, şerefini haber veri57

Körte'nin "a.g.e.", s. 32'de mükemmel Selçuklular'ın döküntü ve kalıntıları üzerine neler yazdığını kararlaştırınız. Mesela, kudretli Sultan Alıkddin Han üstüne yazılanı haber veriyor: "Bana rüya gibi geliyor" diye yazıyor. Eğer 1 3 m. yüksekliğindeki t>cyaz v e gri mermerden yapılan kapı önünde aniden durulursa, hu süsün zenginliği, tarsilatlı izahın tamamlanması ve üslOp temizliği Anadolu ve İst;ınbul'daki kapıları gölgede bırakır.


Dr.Hans BARTH (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

1 06

yor. O, bizim taptığımız ilıih değildir. Bu öyle. bir milletin ilahıdır ki; bizim dedelerimiz onların önünde titrerdi: "işte, bu abide bizi vesve­ seyle birlikte korku ile karışık bir say,::ıya davet ederdi ''. Bu ihtişam, İ­ talyan şairini o kadar çok etkilemiştir ki, ona: "Bunu yapan eller asla barbar olamaz!!!" dedirtıirmiştir. 1 11. Ahmet'in de meşhur hikayesi­ ni iyi tasvir etıirmiştir. "Bir mucize ve zarafet taşıyan bu zenf:inlik ve

sabır birfanus içinde saklanmalıdır. Böyle bir şey sadece gözler için ya­ pılmamış, insanın ruhıınıı da okşayan özel bir kokusu da var" demiş­

tir. Bu büyük mücevher 160 yıl önce yeni bitıiği zaman, kim bilir Boğaziçi'nden Süleyman'ın gözlerini aydınlatarak kamaştırmıştır. Etkileyici ve hayret vermesi bakımından Sultan camilerinden en bü­ yüğü manzarasını verrnektcdir: "Heybetli görünüşe sahip gemiler sert

ve mükemmel bir yapıya sahip olduklarından, her yerleri beyaz ve çok sayıdaki pençerelerle aydınlatılmıştır. Işık hafif bir huzmeyle içeriye dof.,7tı genişler, insan, geminin içine baktıf:ında sonıınıı bulamaz, ken­ dini sessiz bir rahatlığa kaptırdığından, sanki kendini bir kış günü an ­ sızın ya,:an karlarla kaplanmış bir vadide gibi hisseder. İnsanı geriye çeken hiç bir şey yoktur, bilfıkis, bizi içeriye f:irme düşüncesi kaplamış ve hollerden ibadet yerine getirmiş olur. Burada insanı rahatsız eden ne bir korku, ne de kuşkulu düşünceler var. Karanlık bir köşede hafifçe ay­ dınlatılm�, biraz karışık, insan aklını çıldırtan kutsal bir hiyerarşinin parlaklıifı ile dolu kwsal bir resim, bize bir olan Tanrı 'nın muhteşem fi­ kirlerini aktarırcasına... İstanbul'daki bütün Sultan camileri, insan ru ­ lııınıı rahatlatır, insanı saadet ve huzura kavuşturur. Sadelif.,"ii insanın fikrine yerleştirir, bunlar Jıep aynı etkiyi gösteren muhteşem binalardır. Ola,:an üstü güzellij!e sahip olan ve dört büyük mermer sünm azerine inşa edilmiş olan Sultan Ahmed camiinin altına dört tane daha küçük cami sıj!abilecek genişliktedir... Fatih Sultan Mehmed 'in camii Ayasof ya 'dan daha beyaz, Beyazıt Camii ise en zarifi, Osman Camii mermer yönünden hepsinden zengin, Şehzadebaşı camii İstanbul'un en heybet ­ li iki minaresine sahip Aksaray camii Türk rönesansının en cana yakı­ nı, Sultan Selim Camii en ciddi, Sultan Ahmed camii en orjinali, Sultan Valide camii ise en süs/ı'isı'idür " .•.

De Amicis'in güzü, Türk sanatını sadece canlılarda ve şehirde a ­ ramıyor, aynı zamanda şehir dışında ve mezarlıklarda arıyor. B u de ­ fa Eyüp semtinde ve ölüler altında, Eba Eyyubi'nin aziz hatırası için yazılan ölümsüz §iir, İtalyan §fıirindc akrabalık bulur. "İstanbul 'un

Jıiç bir yerinde İsllim sanatı, ölı'inı'in resmini böylesine zarif işlememiş, onun dehşetini bir zarafet dahilinde işleyerek inkişafettirmemiştir. Bu, onun hakkında bir mersiyedir, bir kral kalesi, bir bahçe letafet ve me­ lankoli dolu bir mabed, aynı zamanda da dua ettiren bir insanı tebes­ süme seı•k eden bir zamfeuir. . ' ' O devamlı renkleri ile insanı cezb .


TÜRK SAVUN KENDİNİ

107

eden sayısız sultan mezarlarını, özellikle de şehrin ortasında bulu­ nan, etrafına gül kokusu saçan ve halkın hatıralarını yad eden ve Sul­ tan Mahmud'un türbesini çevreleyen bir yerden bahsediyor. "Her şeye ra1.w ıen o esas itibariyle dif:er/erinden biraz daha latif ve etkileyici­ dir. O, bir mazar dej!il, bilakis Sııltan 'ın rııhu bıı duı•arların arkasında parlıyor, ,;elip 1-:eçen milletini o hala gön·iyor �·e işitiyor. Sultan, ölümüyle sadece otıırduf:ıı yeri de1.Tiştirdi, saray köşkünden İstanbul'un en gürül­ tii/a caddeleri arasında, çocuklarına eskisinden daha yakın olmayan, daima f.:!:ineş ışıKı alan, eskisinden daha az gülümsemeyen bir yer... Bu silkünetli ve açık biryer olarak bana, bizim perişan hale gelmiş ve şehir­ /erimizin, etrafı duvarlarla çevrili bOKUCU kilise/erimizin, ıssız mezarlık­ larımızın tasvirini aklıma getirdi{:i. sırada, antipatik, nefret dolu ani bir hisle ,;özden 1-:eçiriyordıım ". Türkler, ilim ve irfanda o kadar çok ilerlemişler ki; hristiyan milletler gibi artık sayısız mektep sahibidirler. Her şeyden önce Türk ilfıhiyatçıları ve kadıları Kur'an-ı Keri m'in hikmetinden, -nasılhrısti­ yan meslekdaşları İndl'den ve Corpus'dan (suç delili) hüküm çıkı­ yorlarsa, onlar da aynı- Kur'an-ı Kerim sosyal olmayan, ahJakı bulun mayan kitap olarak açı klanmamalı. Kur'an-ı Kerim'in bütün herkese değil de, sadece müslümanlara gönderilmiş olması, Avrupa için değil de Orta Doğu için geçerli denilmemelidir. Kabiliyetli ve bilgili coğra fyacılar, tarihçiler, doktorlar, Batı'da­ kinden daha çoktur. Eğer Ba tılı, onların mevcudiyetini ve iyi çalış­ tıklarını inkar ederse, bu genci olarak Türk kültürünü ucuz yoldan inkar etmek demektir. 15. yüz yılın başında Osmanlılar Aydın'lı bir naza riyeci doktora sahiptiler, bu birinci doktorun eserleri şifa ve tah­ sil olarak latince tercümeyle Batı'ya giriş yapmıştır. Avrupa'da bir /'.amanlar demir sakallılar, haramiler kol gezerken, Türk hükOmetinin milletinin sağlığı ile ne kadar yakından ilgilendiği meydandadır. Fa ­ kat, günümüzde Orta Doğu ilmi Avrupa'nın gerisinden gelmektedir. Oysa Türkler, daha ünceleri sahip oldukları doktorlarla Avrupa'da söz sahibi olacak güçteyd iler. Avrupa ile boy ölçüşecek durumday­ dı lar. Bu gerçek son savaş esnasında Alman ilim adamları vasıtasıy­ la ortaya konmuştur. Bu durum, hristiyan Osmanlı larla ilgili değil, bilakis müslüman Osmanlılarla ilgilidir. Onlar, artık modern Avru­ pa ilmine ve an layışına her geçen gün uyum sağlamalıdırlar, sadece askeri alanda değil. Özetliyelim: Türk, sadece büyük ölçüde bütü n devlet ve cemiye­ tin özelliklerini kendinde toplamaz, kayıtsız şartsız vefa, dürüstlük, kanaatkarlık, mehabet, hasenat, hoş görü ve... -Tem izlik- o, bir bilgi hazinesine sahipt ir, milli serveti de vard ır, bu da az değildir. O, Av-


108

Dr.Hans BARTII (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

rupalı'nın kendisi hakkındaki cehaletini ve ön yargısını bilmiyor, bil­ mek de istemiyor. Şimdilik her şeyin tartışılması m ümkün değil. Os­ manlılar bir kültür milleti olarak bol zevk-i selim sahibidirler, bu meyanda milletleri idare etmekte de tekdirler, hristiyanlar ise sade­ 58 ce bunun ismine sahiptir . Türk hükümdarları olmaksızın, tezat teşkil edecek tiyatro konu­ ları husule gelmeyebilir. Ölüm saçan kilise, Kudüs'de güya hristiyan­ lara neşe saçıyor. Tehlikeli ırkların zarafeti alt etmesi Türkler'in yegane kazancı olabilir. Zaten, bunun i_çin birinci decerede kültür misyonerliği kurdular, kültür milleti olduklarını işte ispat ediyorlar. Fakat, bu Jonathans ve Joh n Bulls kardeşlerin anlattığı manada de­ ğil, aynı zamanda tarihi mürebbiyeciliğe ve resı;ni hizmete de müteal ­ l i k değildir. Buraya kadar Murad Efendi'nin geri kalanları bilmediği ortaya çı­ kıyor. Karadağlı reis (emir) Nicola, Osmanlı Devleti ciddi bir rakip olmasına rağmen, o Türk Devlcli'nin büyüklüğünü ve yüceliğini ka sidesinde "Eski Arslan " d iye hayranlıkla zikrediyor.

XXIV-KÖLELİK DEMOKRASİSİ Gazetelerde Türk köleliğinden söz edilip, Türk zulmünün (!) m u tsuz kurbanlarını n kaderi üzerine türlü düzmece haberler yayın ­ lanınca, mürekkep yalamış Avrupalı'nın içi dehşet ve soğuk ürperti ile doluyor. Evet, hristiyan ve demokratların kan ı beynine sıçrıyor, petrolcüler ve rahipler birbirlerinin boynuna sarılıyorlar ve Avrupa'58

Karadağ'lı Türklcr"in eski geleneklerini rencide edip, kara derilerini de yüzerek resimleyen Murad Erendi'nin kendi görüşüne göre kültür: "Hristiyan ve hristiyan kültürüyle yoğrulmuş bu millet için hak talep olunur! Karadağ, Huron sıradağları nokta-i nazarı ndan bakıldığında yüz yıllardan beri . Venedikle münasebetleri olan, toprak tesisleri de Yunan-Slav kültüründe bulunan bu ülke, bütün bunlara rağmen daima bağımsız olduğunu iddia edegelmiştir. Karadağlılar sadece kendi mL'Vcudiyetleri için savaşmıyor, bilakis, devletlerine sahip olmak için de savaşıyorlar. En kötü şey, hiç şüphesiz yalandır. 13azı gayretlerle iyilikler ört bas edilmek istenilmektedir: Yalan ve hileyle Avrupa'nın kamu oyunu yanıltarak Avrupalılar'ı İslam'a kar.jı, barbarlara (!) kar.jı, hristiyanlığın direncinin tesellüm cııirilmesi istenilmektedir. Hangi tedbirler, Osmanlı Devleti'ne kar.jı sıralanır. Karadağlılar ve onların nesilleri asla Osmanlılar gibi insani seviyede değildir".


TÜRK SAVUN KENDİNİ

109

n ı n rezaletine, kültür dünyasının utanç lekelerine karşı, gerçek de­ ğil de, yalnızca hayali bir haçlı seferi söz konusu olduğunda bu elbet­ te ki, maalesef her tarafta hadisenin rengini tayin eden kalpsiz ve vicdansız d iplomatların suçu oluyordu. Şüphesiz şartları daha yakın­ dan tanıyan, bir yandan İspanya kolonileri ile Amerikan güney dev­ letlerindeki siyahların kaderi ile d iğer yandan Türk köleliği arasında bir ayırım hattı çizmek ve milletler arası fırçadan biraz daha farklı karar vermek ister. Böylece mesela bir Moltke (geniş çevrelerce de tanınan iyi bir gözlemci) dar kafalı, çoğunluğun üstün bilgisindfJ1 ş üphesiz biraz sapma gösteren aşağıdaki kanaati şöyle ifade eder . Kölelikten söz edildiğinde, bir Türk ve Batı Hindistan'daki zenci kölenin arasındaki büyük fark her zaman görmezlikten gelinmiştir. Hatta bu kelime ile irtibatlı anlamdaki "köle " ismi yanlıştır. Abd, "köle " değil, aksine daha ziyade " uşak " anlamındadır. Satın alınmış hir Türk uşağı, kiralanmış birinden çok daha iyidir... Efendisi hasta l•lduğunda ona bakar ve onu aşırı çalışma ile mahvetmekten sakınır. �eker ph'intajlarında çalışmak gibi işleri ise hiç söz konusu değildir. -

Türkler, maiyetindekilere iyi niyet, ölçülülük ve rıza gösterirler... bir Türk kölenin esareti, bir uşağınkinden hiç de fazla değildir. Bu bir kaç sene öncesine kadar bizde gözlenen bir durumdu. Fakat bu meyanda bir kölenin durumu toprak işleyen köylününkünden, kıyas kabul etmeyecek kadar daha rahattır. Her hangi bir Avrupa devleti, Şark'taki kölelerin salıverilmelerin i sağlarsa, köleler bu devlete faz­ la minnettar kalmazlar. Çocuk yaşta efendisinin evine alışmış olan köle, ailenin bir üyesini oluşturur. Bu, tarlada işi kendileriyle. bölüş­ tüğü gibi, yemeği de evi n oğlanlarıyla bölüşür ... Kölelik hemen he­ men her zaman yalnızsal ıverilmekle değil, fakat aynı zamanda hayati bir garanti ile sona erer60. Muıaı olduğu üzere, köle evin kızıyla ev­ lenir ve ailen i n oğlu yoksa, efendisi onu varis olarak tayin eder. Bu katiyen yalnız halka mahsus bir durum değildir, hatta pek çok 59

60

"Türkiye Mektupları'', s. 35. Bu husus ile ilgili olarak Murat Efendi şunları yazıyor: "Köklü bir aileden gelmekte olan t.-ylilct vlilisi bir dostum bir süre önce bana şunları söyledi; kanma en az üç köle kadın tutmalıyım (annemin 20 kadın kölesi vardı) bunlara yılda üç veya dört elbise satın almak ve aylık bir iğne parası vermek zorundayım. Bunlar yirmi yaşına yaklaşınca, onları azaı etmek, evlendinnek ve her birine benim bütçeme uygun çeyiz vermek zorundayım. Satın alma ve masraflarıyla birlikte her bir kadın köle bana 24.000 kuruşa mal oluyor ki, buna bir _kadın halayığın masrafı dahil değildir. Bu meblağ her sekiz on yılda bir tekerrür etmektedir."


Dr.Hans DARTI 1 (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ

1 10

Sultan, daha önceki külelerini damat edinmekten kaçınmamışlardır. Moltke'nin dostu ve hamisi, sadrazam Mehmet Hüsrev Paşa daha ön­ ce bizı.at bir köle idi ve kendi kölelerinden en az 230 tanesini paşa ve vali yapmıştır. Türk Bismarck'ı Büyük Köprülü başlangıçta köle olmasa bile, mutfak hizmetçisiydi. Türk Devleti'nin en cesur ordu komutanları ve savaşçıları, en iyi vezirleri fakir tabakadan veya köylü sınıfından çıkmış ol up, yükselmeleri esnasında hakim aristokrasinin peşin hükümleri ve en ufak bir direnişle bile savaşmak zorunda kalmamış­ lardır. Kübalı kölelerin 1886'ya kadarki durumu böylesine tarihi ger­ çeklerle, ortalama on yıllık ömür sürmeleriyle ve nihayet İ ngiliz kolonilerinde ihdas edilen yeni kölelik, Şilczya dokumacılarının ve Sicilya'nın taşra amelelerinin ümitsiz durumuyla karılaştırılırsa, o zaman mesele tamamen açıkl ık kazanır. Bu şudur: Türkiye'ninhristi ­ yan olmayan kesimlerinde köleler, Sultanın damatları v e nazır olur­ k e n , h r is ti ya n Av r u p a ' d a h ü r t a ş r a p r o l e t e ry a s ı hürriyct,parlamcntarizm ve ilericilik için . . . a ç ölmeye mahkum edil miştir.

XXV-MODERN TÜRK KADINI Dar kafalı Avrupalı, TÜrkiye'den söz ederse, öfkesinin ilk plfında hareme yönel ik olduğundan emin olmak lazımdır. Bu anda, dindar adamın m ünzevi hayal dünyası, bütü nüyle kendine has yüksek haya­ tın nevrotik bozukluk ve bolluğunu hatırlatan nesnelerle doludur. Faziletli dar kafalılar rahat olsunlar, tasavvur ellikleri, etmek iste­ medikleri gibi -çünkü gelenekleri böyle istiyor- bir harem hayatı ger­ çekten mevcut değildir. Şu halde, baştan çıkarıcı loş ışıkları, kabarık ipek yastıkları, a m ­ berlerle tütsülenmiş, gül suyu kokan s ı r dolu odaları pahalı halılar ve sigara için odalıkları ile haremi biraz daha yakından görelim. Fa ­ kat o ne; mucizeler ülkesindeki pe,rdeyi kaldırmamızla birl ikte, gü­ zel imaj kaybolmaktadır. Bu, Şark şiiri ve... Avrupai hasedin yaratmış olduğu iç gıcıklayan cazip çılgınlık imajı. Cehaletin, bu güne kadar genci bir Türk müessesesi olarak gözlediği, güzel kadınların kollek­ siyonu olarak bildiği harem, evdeki kadının -kadınların değil- hoşu­ na giden ik3metg3hından başka bir şey değildir. Özellikle (teklif olarak) kadının " diyoruz. Çünkü geçmiş ı.amanlarda Kur'an-'ın müsaade ettiği çok evlilik, zengin ailelerde görülmekle birlikte, bu­ gün için bu tamamen kaybolmuştur. Aşağı ve orta tabakalar mali se "


rÜRK SAYUN KENDİ N İ

111

)Cplcr yüzünden yaln ızca tek kadınla evli liği tanımaktadır. B u a ra ­ , ı a Türk erkeğinin bir kaç kadını alması kötüye yorumlanmıyordu. Murad Efendi "1:enç Batılı, kaçamak şartlarda veya hafifmeşrep ka­ dınların kollarında evlenmiştir bile. Şarklı kadın bilhassa şehirlerde ça­ buk 1:elişir. Eı•lendikten bir kaç yıl sonra artık olf.:Ltn bir kadın olarak f.:Öliinılr. Diyelim ki, henüz 1:enç olan kocası ikinci bir evlilik, olur ya, 40 yaşında üçı"incıl bir evlilik yaptı, şin.ıdi sonıyorıım onun sinirlerini bozacak şartlar, neslini akamete ııf7atacak durum bunun neresinde? Hayatında bu şartla topu topu ev/endi1,"i aç kadın f.:ön1lmüştı1r! Şu üs­ tü kapalı soruyu sorduwım için beni ba1,Tışlayın "Hangi A vnıpalı bu sa­ yıyı aşmamıştır? " d iyor. Hiç önemsiz olmayan şu noktayı da ilave edeyim: Daha büyük ahlak nerede? Hristiyan Avrupa toplumundaki piç sürüsüyle, met­ res ekonomisi n i n batağında mı, yoksa babanın hakim olduğu, anne ve çocuk için bilgece ve insanca kanal gerd iği müslüman evli liği nde mi'! ... Fakat, söyled iğimiz gibi gerçekte kökü Bizans'a daya nan çok kadınlı evlilik, bir kaç istisnası ile bugün geçmişe aillir ve İ stanbul' da Avrupai hayal dünyası anlam ında haremler boşuna aranmıştır. A­ m icis, Sultanın bir buyruğu yarın birdenbire poligamiyi yasaklasa, bunu hiç bir Türk protesto et mez. Bina çökmüş a ncak onun yıkı n ­ tılarını bertaraf etmek kalıyor... Yaşlanmış olmakla beraber bir pa ­ şanın hanımı ile yakın zamanda kolkola gezmeye gitmek ve ona ')Jromessi sposi "den bir bölümü okumak ümidimi muhafaza etmek­ teyim. Türk haremi, yani Türk aile hayatı temcide her hristiyan halkın aile hayatından, sadece kadının ve kadın odalarının önceleri çok sı ­ kı, bugün ise gevşetilmiş klasik tecridiyle farklılık göstermektedir. Biz kısmen Güney Avrupa (Sici lya) için de geçerli olan bu noktayı açıklamadan önce, müsaade ed in bir Türk kadının şahsı ile bizzat meşgul olalım. Hassas bir gözlemci olan De Amicis, isabetli bir araş­ tırmada oval yüz, biraz kıvrık ve küçük burun, dolgun dudaklar, yu­ varlak çene, cazip çukurlu yanaklar, biraz uzun ve zarif boynu, küçü k elleri, ekseri ortanın üstünde büyüklük, dolgunluğa yakın fiziğiyle güzel hanımların cazibesini tasvir etmektedir. O, kah örten, kah birazcık açılan, kah göze birden küçük mucizeler sergileyen tülün a­ raj ma nındaki eşsiz güzelliği tasvir etmektedir: "Muhteşem Süley­ man '.ın, bir m üslümanın başkaların ı n kadın ve kızlarına eliyle bir öpücük vermesini bir kuruşla cezalandıra n kanunu yürürlükte olsa, cimri Harpagon bile elini cebine atardı. "Fakat De Amicis dış 1:1ızel­ liklerin yanı sıra iç f.:(izellik/eri de tasvir etmeyi ihmal etmiyor; o Türk kadınlannı., kendilerini o/du,:ıından farklı göstemıek kabiliyeti olma-


1 12

Dr.Hans BARTH (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

yan, yalan söylemeyen, riyakarlıkyapmayan, saftabiat çocuk/an olarak tasvir ediyor; onları Madam dö Sevil(ne 'nin dedW, f(ibi, maske, karika­ tür, maymun de�/ de, kalıptan çıkmış gerçek insanlar olarak ad/andı nyor ve bütün bu özelliklere, derin içten bir iffet, ebedi kadınlığın insiyaki istikrarlı birfaaliyeti Osmanlı kadın ruhunu tanıyan pek az kişiden bi­ risi olan Murat E[endi 'nin kendisinden şu cümleleri düşündürdüWJ, do­ *"ştan ar eklenmektedir: Kendisi banyoda görülse önceyüzünü kapatır. Onun eşsiz saflığı, downatik prensiplere uymasıyla beslenir, ev i§/erin­ de ortaya çıkan tatlılığı gibi bir ihtiyaçtan fışkınr. " "Türk kadını, anne ve eş olarak, Avrupalı hem cinslerinden hiç bir şekilde geri deffeldir; tanı aksine, Türk erke�nin şövalye ve galant zih­ ni, hatta proletarya da olsa, ona hristiyan Avrupa 'da ancak fikir aris­ tokrasisinin nıilsanuılıalı tabakalarında terbiye biçiminde genelde saygı duyulur. Hiç bir erkek, bir kadına karşı elini kaldırmak alç aktığında bu lunanıaz, hiç bir asker, hatta bir isyan esnasında bile, halktan bir kadı­ na, kiistahça bir tahrik de olsa, dokunma alçaklığını gösteremez. Erkek kadınına karşı merasimci bir dostluk tanı sergiler. Annelik /...'ii/İürü bil­ hassa kalıplaşmıştır... Nihayet hiç bir erkek kansını kendisi için çalış­ tırmaya cesaret edemez. " d iyor. Murat Efendi haklı olarak, halktan bir Türk kad ınını gerçckten sosyalve ah lakibakımdan Avrupalı kadı­ nın, kadın proleterya kitlesinin üzerine çıkarır. -Şunu da i lave etmek ıazım- Avrupa'nın pek çok bölgelerinde, bilhassa sanayi şehirlerin­ de olduğu gibi, hiç bir kadı n Türkler'de işin altında ezilmez. Avru­ palı kadın, en aşağı halk tabakalarında bile sefalet ve işret aleminde kaybolur, yozlaşmanın iğrenç bir görünümünü sergilerken, aynı sos­ yal pozisyondaki Osmanlı kadını, hiç bir zaman böyle bir terbiyesiz­ lik göstermez. Bir kaç dilenci kadın hariç, en aşağı tabakadan bir kadın bile, kendi görünüm ünde h iç bir zaman bir sefalet sergilemez, ait olduğu erkek onu terbiyeli göstermek için elinden geleni yapa. caktır. Avrupa halkında çok kere maruz kaldığı vahşice muameleyi de, mesela erkeğin içkiye düşmesinde olduğu gibi, Osmanlı'nın dini ve insani zihn iyeti önler. ''Türk evlilif,Tinin, genelde mükemmel bir evli­ lik olduifıı, halkta doRııştan mevcut olan aile zihniyeti tarzında gelişti­ � ve e�oist Batı 'nın bu tarzı _Çoktan terk ettij!i ne gayri nıeşm çocuk oldııf..'ıı ne de evde kalmış kızlar ve müzmin bekarlar bulunmayışı, bu şartlarda kolayca anlaşılır; hatta dalıa önce belirtildif,'i gibi skandallar kronif,'i, hemen istisnasız, varlıklarıyla devletin liman şehirlerini mutlu eden A vrupa ve hristiyan unsurlara münhasırdır. " Enteresan zina mo­ tivlerinin olmayışı da Türk edebiyatının aleyhine... Fakat evliliğin bir başka iyi tarafı daha vardır. Devlet, dulları ve yetimleri, toplumun imkanları i le gözetmektedir. Bu, Avrupa'da ancak Bebel'in gelecek­ teki devletinde görülebilecek bir gelişmedir.


113 Yukarıda sıraladığımız hususlardan sonra bizzat bir Thomas bile, Türk kadınının kaderinin hiç bir surette sızlanmaya değer ve hare­ minde kesinlikle her türlü lüks kuşlar için altın bir kafes olmadığın ı i tiraf edecektir. Eğer bir Türk kadını evlilikte kendisini rahat hisset­ mezse, kadıya gitmesi ve boşanma isteğinde bulunması yeterlidir. Bu, ilerlemiş Avrupa'nın daha bunu düşünmeden ewel Türk toplu­ munda çoktan ve tam manasıyla mevcut durumdur. Hoş görüşde, İslam evlilik kanunu en ufak bir boşluk bırakmamıştır. Mesela bü­ luğ çağına eren (13 yaşında) bir kız, kendi isteği ile evlenebilir. Ve­ lisinin rızası olmadan da; veli bir genç evliliğe zorlayamaz; evli bir kadı n esarete düşerse, serveti pahasına da olsa kurtarmak erkeğin görev i d i r . B u n lll d Av r u p a 'd a e r k e k l e r i n m u h t e m e l e n b ü ­ yükbirkısmının hoşuna gitmeyecek zecri h ükümlerdir. Boşanmanın kolay olması, ailenin temiz kalmasına elbette ki büyük ölçüde katkı­ d bulu nma ktad ır. Türk kadınının tat makta olduğu, bugü nkü hemen hemen sınırsız hürriyet, İstanbul'da her adım başında görülmekte­ dir; hanımlar yalnız başlarına veya hanım arkadaşlarıyla istedikleri zaman, isted.ikleri yere ve istedikleri m üddetle, şark efsanesinin diş­ lerine kadar silahlı meşhur siyah hadımının, onları "şı"ipheli bir ba­ kışta, bir çııwıla sokmak ve boğazın sıılanna atmak için " yanlarında bulunmaksızın rahatça gidebilirler. İçindeki ca nlı güzel eşyasıyla Avru pa'nı n sansasyon gazeteleri nin sütunları nda yankı uyand ıran, gerçekte mevcut olmayan bir çuval! onların İstanbul, Galata ve Be­ yoğlu'ndaki gezintileri, vitrin ve pazar etü tleri, tramvay gezileri sey­ yar limona tacı nın yanında, çarşıda, camide oyalanmala rıütünbunlar güney Avrupalı hanımın günlük hayatı nda, hatta fırsat düştükçe ko­ keterisinden hiç de farklı değildir. Evet bir bakıma Türk kadını hatta Avrupalı kadından daha da hürdür -O bizim Avrupa'da, her köşe ba ­ şında ve sokağın sonunda kadınların maruz kaldığı rahatsız edici davra nışlara, hiç bir zaman maruz kalmaz. De Amicis bu yüzden tam bir kanaatle " Evet Türk kadınları hürdür, bıı elle tutı.ı/an bir 1-:erçektir, onların köleliğinden söz eden, alay edilmeye hak eder' · diye bağırır. TÜRK SAVUN KENDİNİ

İ talyan şfıirin daha az fark edebildiği bir husus da fikri ba kımından Türk kad ını ile ünemli bir değişimin kendiliğinden gerçekleşmiş ol­ masıdır. "Cosmopolis " adlı eseriyle Türk kadın hareketine isabetli 1 bir etüt6 vakfetmiş olan tanınmış büyük şarkıyatçı Vamhery, bizi bu konuda aydınlatmaktad ıt. Yıllar boyu uzak kaldıktan sonra istanbul­ 'a dönen ve meselelerin iyi yönde değişmesinden duyduğu hayranlı­ ğı gizleyemeyen bu tanınmış alimin ve şarkıyatçısının beyanlarını takip etmekden daha tabii bir şey olamaz: "Her şeyden evvel gözüme 61

··eosmopolis",

N isan 1897 "Türk kadınlarının kültür çabaları".


1 14

Dr.Hans BARTI-1 (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

çarpan hususlar! içinde Türk kadının bugün toplumda gön1ldü*'1 bü­ yük ölçüde modernleştirilmiş elbise, ba*1.msız ortaya çıkış ve daha ser­ best hareket etmesiydi. Feracenin bugün çok daha hoş görünmesi, tülün artıkyaza tanı bütünüyle örtmemesi, san çizme ve pandaflanan yerine, süsla, A vrupai hanını ayakkabılarının geçmiş olması ve nihayet Türk kadınının benim zamanımda olduWı gibi Avrupalı yayadan kaçınma­ ması ve artık ona öfke ile bakmaması- bun/an özellikle belirtmek iste­ miyorum -Do*1J ile Batı arasındaki yoWın trafik sayesinde, Türkiye 'de kadın, bütün yabancı olana karşı duyduWı isteksizlikle nefretten pek ço­ *1Jnıı terk etmiş. Bııl{iln hristiyan kadınlarla bizzat evlenmiş olan yilk­ sek makanı sahipleri vardtr. Ben hanımının bir hristiyan oldıı*1J üst düzeyden kalın tilrbanlı mollalann iştirak ettikleri yemek masasında bizzat bulunan bir Türk Eftitim Bakanı 'nın evinde yemek yedim. Türk müzesinin ôlimline kurucusu ve müdürünün kansı, hristiyan dinine mensup bir Fransızdır; dış işlerinin şimdiki bakanının karısı, aynı dine mensuptur ı•e Sultanın Alman Kayzeri nezdindeki o/aj;pn üstü sefiri o­ lan merhum bir mareşalin karısı da dof.,'fnıa büyüme Viyanalı idi. " Türk kadınının daha önce çok ihmal edilen eği timi de, esasen Sul­ tan Abdülhamid sayesinde yeniden ele alındı (krş. 27. bölüm) Türk kadınının, şark eğitimin in kaçınılmaz ön şartlarına, (Arapça Farsça edebiyat ve teoloj i) Avrupai dilleri öğrenmek ve tabii Avrupai bilgilo ri ilave etmek zorunda olduğu düşünülürse, bu hiç de küçük bir olay değildir. Buna rağmen Avrapai anlamda eği tim görmüş hanımların sayısı bugün o kadar fazlad ır ki, bir dizi mükemmel ve yüksek kül ­ türlü kadının yazı ailesi arasında yer aldığı "Kadınlara Mahsus Ga­ zete " adı altında bir gazete intişar etmektedir. Bunlar hiç bir Avrupa gazetesinin hiç de küçümseyemeyeceği mesai arkadaşlarıdır ve "sa­ çı uzun aklı kısa " şeklinde Türk ata sözü nün de parlak bir yalan ol­ duğunu ispatlamış olmaktad ır. Vamhery böylece, Fatma Aliye adlı bir kadının "mavi çoraplflrın taklidi " hakkındaki son derece orijinal makalesini aşağıdaki şekilde özetl iyor. Fatma Hanım (hangi Avru­ pa kad ı n hakları savunucusu kadının kalbi sevinçten hoplamazdı) şöyle başlıyor: Medeni milletlerde önce erkekler gel işmen in öncüsü oldular, ka­ dınlar onları ancak daha son ra takip elliler. Başlangıçta, bilginin ha­ zine odasına zorla girmiş olan erkekler kendilerini arkadan takip eden kad ı nlara kıskanç nazarlarla ba ktılar ve hu hazine odasının mü­ cevherlerini kad ınlara vermek istemediler. Evet, onlar önce lik­ hakkını, saf bir egoizmle istisnasız mül kiyet hakkına döndürmek isted i ler. Faziletlerin ve bilgi nin sahibi yüce Allah, bu hazineyi ef kek \'C kaJ ın kullarına aynı şekilde hahşeııikten sonra nasıl oldu da


TÜRK SAVUN KENDİNİ

l lS

erkekleri kadınların aleyhine tercih edebildi? Elbette ki erjcekler kadınların bilgiyi elde etmesini yavaşlatmak ve aydınlığın dünyasına girişini zorlaştırmaktan başka bir şey yapmadılar. Kadınların eğiti­ minin erkeklerinkinden geri olmadığı Amerika ve Avrupa'da da ben ­ zer bir durum gerçekleşti; nihayet "mavi yakalı " denilenler, kadı n yazar, kadı n sanatkar ve kadın şair ü nvanlarını elde ettiler ve yüksek bir kültür basamağına ulaşan erkekler, kadınlarla alaydan zevk alma yerine, böyle kadınları şereflendirmek ve takdir edebilmekten dola­ yı gurur duymaktadırlar... Şimdi burada haklı veya haksız daha sonraki zamanlarda "mavi yalw/ılar " olarak yaygara edilmemiz için kör bir taklide saplanmak­ sızın kendimize bir örnek almalıyız ve alabilmeliyiz de. Evet! Bizim "mm•i yakalılar " takipçisi olmaya ihtiyacımız yok, daha önceki İslaın 62 dünyasının meşhur ve sivrilmiş kadınlarını örnek alabiliriz . Bizim kadınlarımız ellerine kalemi ilk defa alıyor değiller; bu konuda Av­ rupa ve Amerika da örnek değildir. Müslüman kad ınlar çok daha ön­ celeri ilme ve edebiyata saygı duymuşlardır; eğer o zamanlar gazete olmuş olsayd ı, kadınlar gazetecilikte de kendilerini göstermiş olur­ lardı. Şunu iyi bilmek lıizı m, Avrupa'yı tanımak ve Avrupa'yı maymun gibi taklit etmek; bunlar tamamen farkl ı iki kavramdır.

·

Ve Aliye Hanım biraz fazlaca milli gurur dolu şu sözlCrle makalo­ sini bitiriyor "Nasıl olur da Avrııpalılar, aralarında en fazla birkaç ıanesinin orta seviyede bıılunduf..'ıı bir çok fılinı kadını dünyaya kazandırmış olan İslfımı eKitinı kifayeısizlif.,"ii ile sııçlayabilirler? Aynı hanım daha sonraki bir makalesinde ilim ve bilgi sahasında ün yap mış müslüman kadınları ele al maktadır. Bu sahada binlercesi kendi­ ni gösterdiği için hangisini önce zikretmekte sıkıntıya düşeceğini bel irtiyor. Suyuli, konferanslarına yüzden fazla kız öğrencinin katıldı­ ğını rapor ed iyor.

Fatma Al iye'ye göre, Türk yazı dilini güzel, hafif ve maharetle kul ­ lanan Nigar Hanım önce gelmektedir. Bu lirik eseriyle çoktan bir şöhret olmuş ' 'Efstıs l'>aşlığı altında yayı nlanan şiirleri onun edebi ka­ biliyetinin güzel bir belgesi olmaktadır. Onun kad ın gazetesinin 16 numaralı nüshasında yayı nlanan "Hicran-ı Ebedf"adlı şiiri, daha az güzel değildir. Nigar Ha nım 26 numaralı nüshada, Türk kadının gö­ revi hakkında bir yazı yayı nl ıyor ve Fa tı ma Fahrünnisa, bir milli Türk kızı eğitimcisi olarak, gerçek sözl ülükle ortaya çıkıyor. Onun "Ro62

Meselli ş;'lir Fitnat ve Lcy l;i hanımlar, Sariye Zahide, Şchda ve diğer bir çok üniversite kiirsüsünde ders veren alim kadınlar.


Dr.Hans BARTI-1 (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

1 16

nıan ve Tiyatro " adlı makalesi, romanların ve tiyarto ziyaretlerinin kadınların eğitimi için ne ölçüde zararlı olduğunu ispatlamak iddia­ sında. Diğer kadınlar yeniden ahlak öğretisi ve pedagoj inin ciddi sa ­ hasına yönelmekte.ve bunların arasında bilhassa Makbule Leman, Emine Vahide ve Remziye zikredilmektedir. Vambery, Makbule Le­ man Hanımla ilgili olarak "Hüsn-i Muamele " gibi bazı makalelerin, o zamana kadar kadın elinden okuduğu en iyi makaleler olduğunu yazıyor. Hem bu kadın yazar, hem de Emine Samiye, Türk kadın dün­ yasına adab, çocuk eğitimi vb. gibi konularda vermek istedikleri öğ­ retilerde son derece başarılıydılar. Ve bu öğretiyi şiirin ana tonunu gözden kaçırmaksızın cazip hikayeler biçiminde sunmaktadırlar. E­ debi ürünlerini, kısmen yukarıdaki kadın gazetesinde, kısmen de gün­ lük gazetelerde yayınlayan çok sayıda başka kadı n yazar elbette vardır ve şimdiye kadar duyulmadı k biçimde Türk erkek yazarlar dünyası ile rekabet etmektedirler. Şu halde böylece Türk kadınının bedenen ve fikren alçaltıldığı e­ ğitimsizliği masalının, temelden ve çürütül müş biçimde saçma oldu­ ğu ortaya çıkmaktadır. Kad ın köle, (!) (odalık) sadece zevke hizmet eden canlı lüks nesne yerine, hristiyan hemcinsleri gibi seven, hisse­ den ve hatta ... gazetelerde yazan bir varlık olarak ortaya çıkmakta ­ dır. Ancak -aklıma gelmişken- Avru palı hemcinslerinden ileride olarak şu avan ıajlara da sahiptir: Yani Türkiye'de hiç bir filozof veya üstün insan 63, kadının eğitim vasıtası olarak kırbaç prensibini orta­ ya atmamıştır. Eğer kad ınların kaderinden şikayet edi lecekse, bunun ewelcmirde Şark ve Şarklı kadınlar için geçerl i olmadığını önceden görmek lazım.

63

Fricdrich Nictzche.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

1 17

XXVI-TÜRK EDEBİYATI Avrupa'ya has cehalet vesathiliğin malılm bahaneleri tükenince de Türkler'e söyleyecek söz bulunmazsa, o zamanı tutarsız serzenişlere baş vuruluyor; mesela "Tiirk Edebiyatı " yoktur deniliyor. Edebiyatı olmayan milletin kültürü de olmaz. Şu halde,"Tiirk/er kı'iltı1ryaratan bir millet deffeldir". Ne diyeyim, yaşlı Gladstone'den, Lcpsius ve Lep siuscuklara kadar modern Türk aleyhtarları ve tahrikkarla rının beş­ te dördünün -hatta onda dokuzununbilerek veya bilmeyerek bu yanlış neticeden yola çıktıkları gün gibi aşikardır. Daha iyiyi görmez­ likten gelenlere öğretmek için HammerPurgstall'a, hatta '1ünya ede­ biyatının her ders kitabına bakmak yeter. Tabii onları aydınlatmak mümkünse! Şiiri olsun , nesiri olsun Osmanlı edebiya tı üzerinde yu­ karıda zikredilen Hammer-Purgstall, ayrıca Murat Efendi, Vambery ve diğerleri teferruatlı etütlerde bulundular; onların ilmi kaynaklara daya nan etütleri bize kısa özetim izde rehberlik etmektedir. Roma edebiyatının, Yunan temellerine denk düşen Türk edebi­ ya tının Farsça Arapça temellerine rağmen, Osmanlılar'ın edebiyatı kesinlikle sadece dar çevrelere mü nhasır sera bitkisi değildir. Tam aksine -takriben 2200 şairden örnekler alınm ış olması şiir ve nesirin, (masal, hikaye tarih yazmacılığı vb.) halkın genci değerleri olduğu ­ nu ve her tarafta büyük itibar gördüklerini ispatlamaya yeter. Avrµ ­ pa'nın güç sahipleri , saray delileri ve soytarılarla yetinirlerken, gerçekten Avrupa'da pek az sayıda devlet büyüğü şair, edebiyat, ilim ve aJ imler için Türk Sultanlarının yaptığı kadar çaba göstermiştir. Bu hususta iki taraftaki anlayış tamamen farklıdır. Avrupa'da hris­ tiyanlıkta henüz derin barbarlık ve kiliseye has donukluk hakimken, İslami Şark'ta, Araplar'ın ve İspanya Berberileri'nin şöhretli örneği sayesinde bir hümanizma ve hem maddi, hem manevi her türlü hayati zevkler için akla gelebilecek en verimli zemin olan bir kültür mev­ cuttur. Osmanlı hanedanının ceddi olan Ertuğrul Gazi şairlerin dos­ tu olarak bilinirken, Osman'ın oğlu (Osman Numa) Bilge Sultan Orhan'ın idaresinde Bursa şairler şehri ve mitolojik Uludağ da şair­ lerin otağı old u: " Yunan münzevi/erinin yerini manastırlarda ve hüc­ relerde Tıırk dervişlerin aldıf:ı ve Uludağ, eteklerinden zirvesine kadar göçebe Türkmen kabileleri ile donandı. Tabiatın gı1zelliffe ve zenginliği rahip ve münzevilerin mukaddes miskinliğine imkôn vemıekle kalmı­ yor, aynı zamanda, neticede şôir ve ôlimlerin ilhamını coşturarak, fay­ dalı ve güzel eserler yaratmalarına vesile oluyordu ". İlk Büyük Türk şairi Molla Hüsrev "Şirin "ini, Uludağ tepelerinde, eserinde esen fıs-


1 18

Dr.Hans BARTI 1 (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ

tık çamı hışırtılarından, berrak kafıyelcrinde yankılanan saf dağ su­ yunun mırıltılarından terennüm etmiştir. Beydaba'nın hikayelerinin imajca zengin tercümelerinin yazarı Vasi Ali, Bursa'nın çiçek tar­ lalarında h itabet ve şiir sanatının en güzel goncalarını topladı ve ö­ lümsüz eserine, çağlayan şehirlerin ve yankılanan ormanların hoş sedasını tabiatın hoş sedasının renk karışımıyla aktardı. Chiali yeni hayalperest ve Deli Birader burada çoştular, birincisi lirik şiirlerin ulvi oynaklığında, ikincisi şehevi hikayelerinde kendini gösterdi. Bir başka Hüsrev aynı büyüklükte hukuk alimi olarak bir başka Chiali burada (Bursa'da) hukuk ilimlerinin, 3hlak ve hukuk bilgeliğinin klasik eserlerinin kaynaklarını ortaya koyuyorlar. Aynı şekilde Os­ manlı teoloj isi ve hukuk ilminin önde gelen isimleri büyük şeyh El Resıami ve hüvük alim adamlar. hu sair ve kadılar. tef)clerinde ku�


119 -hatta İran ve Hindistan'dan- b ü t ü n a l i m ve şairleri sarayına çekmiş ve onlara dolgun ücret vermiştir. Bu meyanda kendisi de bizzat şair olarak faaliyet göstermiş ve İslam dünyasının önde gelen şehzadele­ ri ile münasebette bulunmuştur. Onun vezirleri ve devletinin ileri gelenleri hatta bütün aydınlar onun gibi davranmı§lardır. Bu edebi­ yata olan sevgisinin yüksek bir seviyeye ulaştığını ve edebiyatın sara­ yın tekelinde olmadığının bir ispatıdır. TÜRK SAVUN KENDİNİ

Sultan iL Bayezid ile onun mutsuz, daha sonra papa iV. Alexsan­ der tarafından zehirlenen kardeşi ve rakibi Şehzade Cem arasındaki meşhur edebi mektuplaşma da, 15. asrın sonuna rastlar. Birbirlerine ka n düşmanı olan kardeşler o zamanki Türk eğitiminin gereklerine ve zamanın adetlerine uygun olarak mektuplarını edebi bir kılıfa b ü ­ rüdüler. Mesel5 Cem Bayezid'e şöyle yazıyor: Sen gil/ yata{;ında yatasın neşeyle gı1/erek Ben kül döşenem mihnet ocağında sebeb ne? Adli mahlasını kullanan Sultan Bayezid şöyle cevap verir: Çı"inkii ezel günü kısmet olınm� bize devlet Takdirde rıza vermeyesin buna sebeb ne? Hacü'l-Harameyne gittim diye dualar edersin Öyleyse dünya saltanatı için bunca taleb ne? Yukarıdaki mısralar bir yana, romantizm sihrine kapılmış Şehza­ de Cem, şair olarak önemlidir. Onun gerçek bir mey şarkısı olan Av­ rupa üzerine şu şiiri Anekreon ruhu teneffüs etmektedir 64. Cenıin kadehini iç ey Cem buralar Frengistfındır Her kulun başına yazılan gelir, devrıindur. Mübarek Mekke'ye varıp, bir gün tavaf eyledüğün Bin Karaman bin Arab bin mülket-i Osmandur, On iki ban ağlı ban karşunda camı içer On sekiz sıiki ve meclisteki güzeller Ademe bir zevk kalur dünyada bir yahşı ad, Saltanat baki kal ur derlerse bu yalandur. 64

Anckrcon: MO. 5. yüz yılda yaşamış ve şiirlerinde kadını, aşkı ve şarabı terennüm etmiş bir Yunan şairidir.


Dr:Hans DARTJ 1 (Tcr.Dr.S.ÜNLÜ

120

Denizle çevrili bir kalede, papanın esiri ve güneş diyarı ülkesin den ebediyen ayrılmış olarak ş u melankolik şiirini yazar: Bak dalgaya, taşları kamçılıyor bak, Bana acıyarak geri kaçıyor bak! Dağlarda bulutlar çiğ taneleri ağlıyor, Ve bu arada gök gürültüsü inliyor, bak Acı şafağın griliğini parçalıyor, Sabahın kızıllığı kan kusuyor bak! Bayezid, ayrıca mektuplarında edebi biçim kullanan tek Sultan de­ ğildi. Meseıa, aynı şeyi iV. Murat da yaptı -hey gidi günler- o da sa­ vaşta bulunan baş vezirine kafiyeli mektuplar gönderdi. Muhteşem Sü leyman'ın idaresinde devlet parlaklığı edebiyat yan­ sıttı, gücü nün ve büyüklüğünün zirvesine ulaştı. Sultan bizzat dört oğul babası 1. Süleyman'ın amcası Korkud gibi şairdir. Hammer-Pur­ gstall "onun şiirlerinde edebi dehanın damgası gerçi yoktur. Fakat saf ahlak ve ciddi hükümdar vakarı ifade edilmiştir. Ve bu şiirlerde Süley­ man, şair olarak Muhibbi mahlası kullanmaktadır. Her ne kadar mil­ letinin önde t:elen şairleri ile yarışmasa da, ileri yaşlarda Bakf'nin, zamanının biitiin şairlerini aşan dehasını keşfederek, onu birinci şair o­ larak kabul etmek kazancına, inkar edilemez bir biçimde nail olmuş ­ tıır", demektedir. B ü t ü n sulta nların en büyüğü n ün i da resinde, gerçekten altın bir devir, Türk şair ve alimleri için şanslı bir çağ baş­ ladı. Avrupa'da şairler hiç bir yerde ve hiç bir zaman, bütün zama n ­ ların e n dahi kültür öncülerinden birisi olan Sultan Sülcyman'ın himayesinde olduğu biçimde büyük ve parlak destek ve teşvik gör­ müş değildir. Bizzat ilham sahibi sultanın yanı sıra, tanınmış bir grup şair de ortaya çıktı; "Milletinin şairler omıanında her şeyi aşan " bü­ yük lirik şair Baki, bu devrede yaşadı. " Gül ve Bülbülün " şairi Fuzuli , epik şair Ll mii, ağıt şairi Halili, sevgi fışkıran gazelleriyle hanım şairler Zeynep ve Mihri, aynı devrin diğer bazı önemli isimleridir. A­ li Veysi'nin eşsiz "Hümayünnainesi '� ile fabl ve hayvan destanları ve Firdevsi'nin efsane ve rivayetler kitabı "Süleymanname "si bu zaman­ da yayılırlar. Yeni bir gelişme devri 17. asrın sonlarında, her iki Köp ­ rülü'nün sadrazamlığı esnasında başlar ve 500 kadar şair alim iş başında görülür. Şiir sanatı dışında tarih yazmacılığı, hukuk ilimle­ ri, coğrafya, ahlak ve tıp vb.nin ihtirasla ele alındıkları bir başka yer­ de zikredildi. Bura,da yalnızca kısaca 15. asırdan 18. asra kadar olan devrede yaşamış büyük tarihçiler, bilhassa Ahmet Bin Yahya, Sadet-


TÜRK SAVUN KENDİNİ

121

tin, Naima, Kemal Paşa vb.yi hatırlatalım; coğrafyada "Cihannüma " ad lı eseri lati nceye ve hemen bütün Avrupa dillerine tercüme edilen Hacı Kalfa ve Evliya Çelebi; Ahlakta, Nabi Muhammet Efendi "Ahlak Vecizeleri " ve Ali Çelebi " Fabl/er "; Tıp'ta Hacı Paşa, Sait Muhammet vb. önde gelen isimlerdir. Bu arada 1 728 senesinde İs­ tanbul'da kurulan devlet matbaasında, öncelikle basılan kitapların listesi de en teresandır. Bunların sadece bir kaçını verelim. Burada basılan ilk büyük eser, Arapça bir lügat olan "Lügçıt-i Vankuli "dir. Bunu, harita ve taş basımında "Bafl Hindistanın Tarihi ' : Nazmiza­ de'nin "Timıır'ıın Hikayesi "; Süheyli'nin "Eski ve Yeni Mısır'ın Tari­ hi" Hacı Kalfa'nın "Tarihin Tabloları, Maf.,'netik Fluiden, Devletin Yıllık/an, Vauben'in eserleri, Tableuau des nouveaureglement de 1'Empire Ottoman, Mahmut Efendi'nin Logaritma tabloları, bomba atış tabloları, Geometrinin Esasları, Şanizade'nin A<;keri Doktorlar içi n Anatomi Ders Kitabı, Piyade, Süvari, Topçu, Donanma için As­ keri Bilgiler. Ülke de, "İlmin Küçük İncilerini " muhafaza edebilmek için, hatta o zaman bir de ' 'Edikı Pacca ", , yani müsveddeleri ilgilen­ diren bir de kitap ihraç yasağı kondu. -

İyi za manın son şairleri, 1 8. asrın sonlarıyla 1 9. asrın başlarında görünürler, onların arasında bahtsız I I I. Selim ile yeğeni Heybettu­ lah Hanım . da vardır. Bu andan itibaren bütünüyle değişen politik sosyal ve ahl:'iki şartların baskısı altında, üstelik de "refomı " yaygara­ larının sanata düşman tesiriyle edebiyata verilen önem giderek a1..a ­ lır; öyle ki Murad Efendi yetmişli yılların sonlarında şunları yazar: "Şark kültür dillerinin etüdü, bugünkü Türkiye 'de Bau dillerini öW-en ­ me zamreti karşısında giderek gerilemektedir. Yeni nesil La Fontaine, Montesquieu ve Vıctor Hııgo 'yıı, Osmanlı Bfıki'den, İranlı Hafız 'dan ve Arap Mııtennebbi 'den daha iyi tanıyor, çünkü bu Bau dillerinin öİ!f'eni­ mi diplomatik notanın redaksiyonunda, bu nesile, bir kaside yazmak­ tan daha fazla itibar sajtlıyor ". Türk di mağının, ondan bu yana gerçekleşen enerj ik uya n ışı, bütün sahalarda görülen inkar edilmez Avrul":t vahşiliğinin hemen hemen bir asır gıcırdayarak taşınan boyu nducuğunu silkeleyerek kurtulma isteği -bütün bunlar bir fikri ve edebi rönesansı da göster ­ m iş olup, çok sayıda şair :'ilim, her türlü gazeteci (burada sadece ön­ cü durumundaki Kemal Bey'i zikredelim)- tabiri caiz ise mantar gibi yerden fışkırmış ve çok genç olmakla beraber Türk gazeteciliği kül· tür ödevin i maharet ve ölçülükle yerine getirmeyi bilmektedir. Bu­ na ilaveten, Batıyla gittikçe artan münasebetler ve önemli ölçüde düzeltilen eğitim sistemini söyleyelim; ayrıca şu da var: "Daha önce öW-enilmesi çok zor olan Osmanlı dili, son zamanlarda o/a�an asta


122

Dr.Hans BARTI I (Ter.Dr.S. Ü NLÜ

tarzda basitleştirildi. Arapça ı'e Farsça kalıplann sırdolu ı•e tumturaklı ifadeleri yerine, yavaş yavaş, sade, kolay anlaşılır ve yalnız üst tabaka mensup/an tarafından kullanılıp anlaşılmakta kalmayan, aynı zaman ­ da milletin ortak malı olan Türkçe geçti. Dilin böylece milnleştirilmesi ve üslubun basitleşmesi ve kolaylaşması birbirine paraleldir. Genç Türk nesli, bir karış uzunlu�nda mecazlarla yüklü cümleleri J..ıı/lanmayıp, aksine nesir ve nazımda A ı·rupa yazarlannı serbestçe taklid ediyor. El­ bette ki üslubun ve dilin bu demok/atlaştınlması yazarlıkfaaliyetlerine tamamen yeni, modern bir istikamet vermiş olup, Osmanlılar 'ın buf:Ün ­ kü edebiyatı, İslami Dof:u 'nun dif:er milletlerinde tamamen başka ze ­ nıinlerdedir. Edebiyat ilmi kesin olarak Avnıpaidir. Orijinal romanlar ve tercümelergünlük hayatın birparçasıdır;fe/seji tartışmalar hatta mo­ dem ilimlerin çeşitli dalları hakkındaki makalelerde okuyucularını bul­ maktadır. Halkın büyük kesimine tesirinin f:ittikçe arlllftı basını burada bilhassa vurgulamak isteriz. Benim zamanımda yalnız bir gazete var­ ken, bıı/�ı'in kamu oyıı oluştııran, halkı aydınlatan, hallfı zaman zaman lıı'ila'lnıete cephe alan çok sayıda günlük gazete ve aylık dergi çıknıak­ 65 tadır . Türk basınının kesinlikle siyasi gazetelerle sınırlı olmadıf:ını u­ nutmamak gerekir, tanı aksine, kadın gazeteleri, resimli dergiler, ilmi ve edebi revüler ı•e nihayet her tılrden mesleki yayınlar vardır (krş. XXV. Böl.). " Türkler'in bugünkü şiiri ve edebiyatı, geçm iştekinden çok farklı olsa da, sonuçta ünlü şarkiyatçı Hammer-Purgsta ll'ın şu sözlerini dikkate almal ıyız: "Bir milletin şiiri onun ruhıınun zihninin, dehasının ve karakterinin en sadık aynasıdır; o, mukaddes ateşin, e1,'fitinıin, ah­ lakın ve insanlık mihrabında, Osnıanlılar'ın şiirinin incelenmesi, Os­ manlı tarihini yazan Hamnıer 'in yıllannı aldı .. Türkler 'in, Araplar ve İranlılar 1,.;bi edebi deha ile nılılanmamış oldııklan , yine de bu iki mil­ letinfikrikiiltı1rüniin biitün hazinelerini benimsedik/eri ve bıı bakımdan diKer bllzı bakını/ardan oldııftıı gibi, Ronıalılar'ın Yunanlılar 'a davran ­ dıf:ı şekilde bilinir bilinmez böyle zenf:inlif:e duyulan hayret azalacak, bu zenginlijtin muhtevasına duyulan ilgi ise artacaktır. Homer ve Hesi­ od 'un Vırgil 'den; Pindon, Alkaios, Sappho, Anakreon 'un Horas 'dan; Menander'in Plaııtius ı•e Terenıius 'tan yansltlıklan gibi, İran ve Arap şiiri de Osmanlı şiirinden unsurlar yansıtmaktadır... Bugün ne Arapça ve ne de Farsça 'da bulunmayan pek çok şey Türkçe 'de tercüme ve talid yoluyla nııılıafaza edilmiştir; hem de kanşık ihtişam ve renklerin, yaba ­ ni ot kitaplarındaki kummuş çiçekler f:ibi dejtil de, bilakis su damlala­ rının ı•e çiçek tozlarının şeffafkehribar taşı içinde aşınmadan muhafaza edilmeleri gibi. Bu yüzden Osmanlı şiirinin tarihi, milletin tarihini ta65

H. Vambcry, "Cosmopolis."


TÜRK SAVUN KENDİNİ

123

nıanılayan bir ilave olarak deffel, bilakis Osnıanlllar'ın usare ve kana döııdiirdiikleri Arap ve Fars şiirinin bir 1:once derlemesi olarak da gö­ riiniir. "

XXVII-TÜRK EGİTİMİ Türkiye'deki Avrupai modern tesisler, ordu hariç bir sahada halk eğitiminden daha iyi hissedilmezler. Bu sahada esasen Sultan Abdül­ hamid tarafından yaratılan ve zengin gelişme gösteren modern öğ­ renimkurumlarıananevi-şarkiöğrenim kurumları karşısı ndagörünür bir biçimde yer almaktadır, "gö.rı1nı1r biçimde ifadesi " ters düşer manasına gelmemeli, çünkü son derece kültürlü olan Sultan, şark ruhunu Avrupa'nınki ile barıştırmayı, her iki dünyanın temas nok­ talarını arayıp bulmayı, geliştirmeyi, fikir dünyasının, halkın ve di nin karakterine uygun yavaş değişimini hazırlamayı kendine bir görev bilmiştir. Önce kendi tarzında, hristiyan Avrupa halk eğitimin­ den geri olmayan Türk halk eğitiminden söz edecek olursak, orada olduğu gibi burada da okumada, yazmada, hesaplamada ve d inde ay­ nı ders konularının öğretildiğini ifade etmek gerekir. Din dersleri­ nin büyük ölçüde Kur'an ayetlerinin ezberlenmcsinde yer alması, biz hristiyanları fazla şaşırtmamalı, çünkü biz hristiyanlar da çocukları İncil vecizeleri, ilahiler ve takvimin bütün azizlerle ilgili dualarıyla ada m akıllı doyuruyoruz. Yani bu hal gencide ahlaki yönden İslam ahlakının hiç de üzerinde değildir. Fakat okuma ve yazma -şüphesiz genç Türk .insanı, bil hassa köylü çocukları için- çok zor bir ilimdir. Türk alfabesi bir hayli Arapça ve Farsça kırık dökük ve süslü yazı türleri ve küçük harf ihtiva etmektedir. Üstelik de Batı'da çok se­ vilen kalligrafi için gerekli "bil/et daıa " ortadan kalkınca, kafalara zorla sığdırılan alfabe bütün lam, elif ve vav'ları ile ekseriya hafızala­ rından çok çabuk tekrar silinmektedir. Buna şaşmamak ıazım, çünkü burada çocuğun zekasından beklenen gereklilikler, teknik bakımdan Batı'da olduğundan beş defa daha yüksektir. Bu, Latince harnerin kabulü ile, bir yazı reformunu ele alma düşüncesini gündeme getiren bir durumdu. Halk -ve buna benzer- ilk okullar mutad olduğu üze­ re, dini vakınar tarafından desteklenen, devlet tarafından destekle­ nen, devlet tarafından imtihan edilmiş öğretmenlerin, küçüklere okul parası olmaksızın, şarki bilgilerin ilk temellerini öğrettikleri bir cami ile irtibatlıdır. Dersin yalnız erkeklere münhasır olmadığını, kadı nların da -yalnız şehir değil, köyleri de ka�dcdiyoruz- okulda kuvvetli biçimde temsil edildiğini söylemeliyiz. ilk okul, zararlı dış etkilerle sürekli bir mücadele içinde, yalnızca gerekli olanı öğreti-


124

Dr.Hans BARTH (Ter.Dr.S.ÜNLÜ

yorsa, yüksek okulları bunun için övmek gerekir; bizim burada hrı­ sitiyan cemaatler tarafından desteklenen kurumları değil, bilakis hü­ kümet m üesseselerini, orta okulları ve liseleri vb. kastettiğimizi iyi anlamak ıazım. Daha önceleri genç Türk insanını, modern bilgiler­ le fazla sıkıntıya gerek göstermeyen Bab-ı An efendisi, bürokrat ola ­ rak eğitmek, yüksek seviyede derslerin esas görevi olarak kabul ediliyorken, yeni okul tamamen ba§ka istikamete girmektedir. Bu ye­ ni okul, bağımsız i§ yapabilme kabiliyetini ve esaslı ilim ve eğitim ka­ zandırmakta ve bu eğitim de bugü nün Türklcri'ne artık Avrupa cehaletinin sandığı "Flewnatik Şarklı/ar"dan çok daha büyük ba§a­ rıyla verilmektedir. Tam aksine, Türk halkında ilim eğitimi almak i ­ çin canlı bir istek hakimdir. Türk gençliği yalnızca okuluna ula§mak içi n ne zahmetten, ne tehlikelerden, ne de sıkıntılardan kaçınmak­ tadır. Yeni zamanın gezgin öğrencileri, ba§ kentle her hangi bir ba rınak bulmak ve devlet okullarının birisine kabul ed ilmek için genç çocuklar haftalarca dola§maktadırlar. Askeri ün okulla r da dahil, bü­ tün bu kurumlar tıklım tıklım doludur. Top uzmanı, gayret ve ener­ jisiyle fakirlikten ve avamdan yüksel mi§ ve ondan bu yana, Türk halk eği timi için çok büyük ba§arılar elde etmi§ olan genci müdür Zeki Pa§a, mümkün olanın da üzerinde insani davranmaktadır. Ekseriya, muhtelif ya�lardaki çocuklar, öğretmenlerinin monoton cümleleri­ ne ibadet edercesine kulak vermek ve anlatılanı veya bununla ilgil i ders kitabını eksiksiz ezberlemek içi n yalnız sanda lye ve sıralarda o­ tu rmayı p, bilakis aynı zamanda yerde, duvardaki dolap girintilerin­ de, pencere pervazlarında bin bir zahmete katlanıyorlardı. Çocukları kabul edilmeyen ana babaların, aracılar vasıtasıyla bunu sağlamak i­ çin gösterdikleri gayret, insanın gözlerini ya§artıyordu. Kararlı öğ rcnme isteği, gençl iğin eğitim iç güdüsü, halkın haya t kabiliyeti ve me�enidünyanın ortasında atiyeyönclik hakkı için i§arctlcrdenbirisi­ dir . Her tarafla bol miktarda bulunan §Chir öğrenim kurumlarının §üphesiz seviyeli olmaları; halla kendi tarzlarında Avrupa öğrenim kurumları ile rekabet edebilmesi taraftar bir gözlemci için §üphcyc yer bırakmamaktadır. Kısa bir süre önce yeni bir §ark gezisinden ül­ kesine dönen Prof. Vambcry "Benim zamanımda, Rüşdiye okul/an i­ le ürkek bir teşebbüste (Cosnıopolis)"bulıınıılnıııştıı. Bııl{iln ise 1:ençlik lıazırlık olaı/larında Osmanlı tarihinin ayrıntı ve özetini (Konıpendi66

Freihcrr von der Goltz, "Haftalık A�keri Dergi".


TÜRK SAVUN KENDİNİ

1 25

um) öW-enmektedir. Kız okullarında bile tarih öf7etilmektedir. BuKiJn hemen heryerde beni tamamen hayrete di!füren öW-etim plônı ile ilk o­ /...ııllar, hazırlık okulları ve liseleri vardır6 . Daha önceleri yüksek dev­ let memurlarının bilemedik/erini, bugün 8-12 yaşlanndaki ç_ocuklar öj7enmektedirler ve eskiden bir kaç efendi bulunurken, bugün lnf:İlizce, Fransızca veya Almanca anlıyan genç Türkler'in sayısı son derece ka­ barıktır; evet, ana dilinin yanı sıra her hanf:İ bir Avrupa dilini bilenle­ rin sayısının, batının aynı (i/f:ili) çevrelerinde o/duftundan çok daha biiyük o/du*1Jnu iddia ediyorum. Bir kelime ile: Aleni ve yetiştirilmesi, son zamanlarda bilhassa son yirmi yılda daha önce fark edilmeyen bir canlanma göstermiş yabancı dil öf7etimi kamu oyunun değişmesine önemli katkılarda bulunmuş ve eski düşünce tanının tedricen değişm� sini sa�/amıştır, diyor. Vambery iddialannı ispatlamak üzere de eğitim ­ dekiyenilikleri şöyle sıralıyor: 1 - Memurlar, iç yönetim için yetiştirildikleri Mülkiye Mektebi tahsilin bitirdikten sonra hemen işe alınır. Mülkiye Mcktcbi'nde toplum kariyeri için gerekli olan bütün konular verilir, mesela siya ­ set, ekonomik, maliye, modern tarih ve istatistik üzerinde de çok d u­ rulur. 2- Avrupa hukukunun yanı sıra, Türk sivil ve ecza hukuku, tica­ ret hukuku, mi lletler hukukunun vb. öğretildiği hukuk mektebi. Be­ nim zamanımda hukuk işleri kendileri nezdinde esasen d ini hukukun (şeriat) ölçü teşkil ettiği molla dünyasının eli ndeydi, hugü n hukuk memurları efendi sınıfı ndan çıkmaktadır, hukuk (işleri) Avrupai bir çehre kazandı, şimdiye kadar reformlar, bilhassa dış cepheyi ilgilen­ dirse de, gene de bir yeniliğin başlatılmış olduğu ve Türkiyc'nin bu ve diğer sahalarda kaçırdıkların ı telafi etmeye istekli bulunduğunu itiraf etmek Jazımdır.

3- lOOO'den fazla öğrencinin okuduğu Galatasaray Liscsi'nde, bil­ hassa belirtilmesi gereken yüksek okullar veya liselerde, modern ve eski diller, tarih, coğrafya, geometri, jeoloji, kimya, bir kelime ile eş değerli Avrupa yüksek okullarında m Otad olan branşlar öğretilmek­ tedir ve hem de bazı konular, her öğrenci için mecburi yabancı dil o­ lan Fransızca olarak verilmektedir. Emin olduğum kadarıyla bu okulların mezunları, bizim üniversite öğrencilerimizle kolayca boy 67

Scarfoglio'i "[.A.'Vanıe·· adlı c.o;c rinde şunlan yazıyor: "Türk okulları sekiz sınıfıan meydana gelmektedir. Bunlardan ikisi ilk, ikisi orta ve ikisi yüksek sınıfıır. Öğrenim pllinı, coğrafya, dünya tarihi, geometri, cebir, Fransızcayı içine almaktııdır. Üç dile lılikim olan öğrenciler masranarı lıükOmct tarafından karşılanmak ve eğitimlerini devam ettirmek üzere İstanbul'� gönderilir.


1 26

' Dr.Hans 11ARTl-I (Tcr. Dr.S. Ü NLÜ

ölçüşebilirler.

4- İstanbul'da yirminin üzerinde seksenden fazla bulunan dört yıl­ lık hazırlık okulu var. Burada ülkenin dilleri olan Türkçe, Rumca, Ermenice'nin öğrenilmesine bilhassa ağırlık verilir ve klasik diller hariç, bizim liselerimizde verilen hemen bütün konular öğretilir. 5- Büyük başarılar sayesinde Türkiye'nin bugün artık her tarafta yerli doktor çalıştırma imkanına sahip olduğu tıbbiye mektepleri! Türk doktorlarsa bugün yalnız saraylarda değil, aynı 1.amanda bir çok evlerde de raslanmaktadır. Bilhassa ihtisasları operatör (cerrah), j i ­ nekolog, (kadın hastalıkları uzman ı) ve oftalmolog vb. olarak isim yapmışlardır. 6- Son iki yılda ticaret hukuku, mal- bilgisi, etnografya ve ticaret coğra fyasının okutulduğu beş senelik ticaret mektepleri. 7- Kara kuvvetleri, deniz kuvvetleri, mühendisler ve askeri dok­ torlar için askeri okullar. Yon der Goltz Paşa ve Zeki Paşa bu öğre­ n i m kurumlarının gelişmesi içi n büyük gayret sarf etmişlerdir. Türk ordusu artık eskiden olduğu gibi iyi subay sıkıntısı çekmemektedir. Çünkü içlerinde bir çoğunun bir veya iki Avrupa diline vakıf olduğu ve bu meyanda askeri bilimlerde ünem li bilgi lere sahip bulunan çok sayıda iyi eğitilmiş subay vardır. Bil hassa genç nesilde durum büyle­ dir. Ben eğer yeni zamanın ya kışıklı, ayd ın Türk subayı nı geçmişin­ kiyle kıyasladığımda, hayret ten kendimi alamad ım.

8- Çinili köş�teki padişah müzesi ile irıibatlı güzel sanatlar oku ­ lu. Her haliyle Istam'ın modern kültür sahalarına ulaştığı büyük ka ­ zanç! Önceki devi rlerde plastik resimler ve tablolar karş ısı nda duygular üstü çekingenliği tanıyan ve çok sayıda müslümanın resim sanatına yöneldiği ni görmek ve eski sarayda yer alan klasik eski ça ­ ğın heykel ve kabartmalarını dindarlar tar<tfın hayranlıkla seyred il­ diğini görenler muazzam gelişme ve büyük deği§iklik hakkındaki hayranlıklarını, Türklüğe karşı peşin hükümlerine rağmen gizleye­ _ miyeceklerdir. Alim bir eski ç�ğ araştırıcısı olan Hamdi Bey, Fran­ sız akademisinin, üyeleri arasına aldığı ilk Osmanlı olup, eseri olan müze kendisine büyük şeref kaza ndı rmakta ve bu küllür dalı için bü yük paralar sarf etmekten çekinmeyen üstün bir insan sıfatını kazan­ dırmaktadır." Yon der Goltz Pa§:ı'ya göre, teoriye fazla yer verilm iş olmasından sıkıntı duyan zengin donanımlı ve isabetli ziraat oku lları, sanat ve sanayi okulları, kızlar için normal okullar, resim, grafik, el i§i ve mut­ fak sanatının öğretildiği kadı n iş okulları (Mekteb-i Sanayi) Avrupa


TÜRK SAVUN KENDİNİ

127

dillerinin ve modern kız yüksek okulları (Dar ü'l-Malumat, -Bilgi E ­ vi-) bütün bunlara ilave edilirse; daha bir çok çocuk yuvaları, yetim­ haneler vb. sayılırsa, o zaman bugünkü Türkiye'de halk eğitimi ve tedrisat için sözde eğitim ve bilimi kiralamış, fakat öğretmenlerini açlıktan öldüren bazı hristiyan kültür devletlerinden çok daha fazla­ sı yapılmaktadır. Hammer-Purgstall'ın, Türkiye'deki öğretmenlerin durumu Avrupa'dakilerdcn daha iyiJeklindeki tcnakuzlu sözlerini tuhaf şekilde renklendiren durumlar . Sultan Abdülhamid'in katık­ sız Türk okullarını teşvik etmesinin yanı sıra (okuma yazma bilme­ yenlerin sayısı İspanya ve Avusturalya'nın tabii eyaletlerinden çok daha azdır.) Alicenab, hoş görülü ve kültür dostu Sultan, idaresi alt ında yaşayan gayri müslimlcrin okulları için de cömert davranmış­ tır. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler Sultanın cömertliğini şiirle teren­ nüm ederken, -Lcpsius ve ortakları- daha önce olduğu gibi, Sultan Abdülhamid hakkında yaygaraya devam ederler. Çok eski, güzel ve gerçek bir vecize burada bir defa daha doğrulanmış olmaktadır. "Ap­ wllıj!a karşı bile ilfıhlar boşıına mücadele ederler. "

XXVIII-TÜ RK ORDUSU "Mı"inchener Neııesıen Nachrichıen "gazetesinde Binbaşı "Falkner Von Sonnenbııq bir memleketin bütün idari mekanizması için silah­ lanmaktan (askeri hareka ttan) daha zor bir deneme yoktur. Bu ko ­ nudaki esaslı düzenlemeler, İstanbul'un merkezi yerlerinde maksada uygun tasarlanmış olabilirler. -Eğer taşra vilayetlerinde bütün askeri ve sivil makamlarda herkes kendine düşen görevi iyi, ciddi ve eksik­ siz yapmamışsa, her şeye rağmen İstanbul'daki esaslı düzenlemeleri başarısızlığa uğrayaca ktır, çünkü bir askeri harekat, en ince teferrua­ tına kadar düşünülmüş merkez kaç temelinde başarıya ulaşır. Genci kurmay ve harb dairesi başkanl ığında ilgili taslakları şahsenhazır­ lamış olan Alman subayların başarıları bu yüzden ne kadar takdire şaya n ise, bu tasarıların tam uygu lanmış ve kendine has serbest faa. liyetin geliştirilmiş olması bütün, Türk askeri teşkilatının ve sivil ida renin de dcğcrlen<.l iril mesi önemi daha az olmayan bir durumdur. Böylece askeri teşki lattaki Alman görüşleri sadece dışta ve en üst d ü ­ zeyde, Türk ordusu bünyesine ya manmış olmayıp, bilakis b u görüş­ ler gerçekte bünyeye nüfOz etmiş ve kan ve et haline gelmiştir. Sıkı görev hissi, düzen ve dakiklik ruhu, bugün Türk ordusu nun bütün u ('

68

Türkiye'deki profesörler, lngiltere ve Frnns.1 hariç, diğer lıa7.ı devletler ve Almanya'daki proksörlcrden daha it ibarlı olup daha iyi licrct almaktadırlar.


1 2M

Or.l lnn• RARTI I CTcr.Or.S.ÜNI .Ü

zuvlarına nüfOz etmiş olmalı; bu son haftaların hadiselerinden kolay­ ca çıkarılan derstir. Larissa ve Domokos'tan bir kaç ay, Plevne'den yirmi sene sonra savaş hadiselerini yerinde takip etmiş olan bir Alman subayının böy­ le sözleri karşısında- Türk ordusunun başarılarını, burada bilhassa belirtmek zahmetinden kendimizi alamıyoruz. Osman Paşa'nın is­ m imle vücut bulmuş ordu, hatta Avrupa salhiliğinin gözlerinde, Türklüğün aydınlık tarafını ortaya koyduğu halde -bunu kabullen ­ mek istemeyenler ve hayali başı bozuklar her türlü yalan ve dehşet yaygaralarıyla bu başarıyı gölgelemek istemişler, fakat bunda hiç birza ma n m uvaffakiyet elde edememişlerdir- bunu da itiraf etmek lazımdır. Türk ordusunun askeri ve teknik bakımdan modern örnek ordu seviyesinde bulunduğunu hiç bir uzman inkar etmeyi düşünmeye ­ cektir. Bu ordunun son parlak başarıları, Teselya'ya askeri gezinti, bunu inkar edil mez bir şekilde isba tlamıştır. Fakat Von der Goltz Paşa ve mesai arkadaşla rının, Alman ruhunu Türk ordusuna şırı nga et tikleri "Alman Döneminden " önce, 1 885 Bulgar karışıklıkları Türk ordusunı.ın reorganii'...asyonu o kadar ileri seviyeye varmıştı ki, Von der Goltz Paşa 22 Sahra tümeninin 300.000 askerle Balkan yarım adasında süratli toplanması karşısında takdirlerini sunmuştur, o za manlar savaş bakanlığının ve bütün yüksek askeri makamların, i­ nanıl maz güç şartlarda bir çıkış yolu buldukları ve engel dağları aş ­ tıkları büyük mahareti, hayretle takip etmek fırsatı buldum ve bütün bunlar askeri bir harekattan ziyade bir silahlanma karakteri taşıyor­ du, fakat görevin şartlara göre çok iyi yapıldığını itiraf etmek gere­ kir. Alman askeri misyonu büyük başarıyla taçland ırılmış makamını elde ettiğinde, pürüzler askeri ve ahlaki bakımdan giderilmişti bile, çünkü Türk-Rus harbinin tecrübesi, devleti tehdit eden ağır tehlike­ ler, zihinleri uyarmış ve ordunun düşünülebilen en yüksek seviyeye getirilmesi gerektiği kanaati yerleşmişti. Bu kanaat o kadar yayılmış ki, binlerce genç gönüllü askeri kariyere yönel iyor, Alman tesirinde bulunan askeri okullar ağzına kadar doluyord u ve bununla ilgili ola­ rak bu okulların öğrenci sayısı 1 883 senesinde 4000' den 14.000'e çı ­ kıyord u. (Buna hazı rlık kurumları da dahil). Böylece aynı zamanda Avrupai, modern, fakat gene de şarkın şartlarına uygu n, gerçekten i ­ sabetli bir subay sın ıfı ortaya çıktı; bu, paşanın oğlu ile küçük ada­ mın oğlunu aynı ölçüde içine alan, hakiki halktan fışkırmış bir sın ıftı. Her askeri gelişme ün iformadaki gençlikte arzu edilen bir bakım ye­ ri buluyordu ve halen de bulmaktadır. Çünkü eski ihtişamın yeniden


TÜRK SAVUN KENDİNİ

1 29

tesirine, fetih devresindeki m ükemmelliyet ve Türk gücün ü n yeni­ den tesisine yönelik vatanseverlik duygusu gençliğin ruhunda es­ mektedir. Kendi ordusunu çok güçlü ve gayretli görmek ve onu öteden beri Avrupa'nın en iyi ordularına denk kılmak büyük savaş okulunun orduya verdiği pek çok genç subayın sıcak arzusudur (V.D. Goltz). Sultan Abdülhamid tarafından doğru tanınan ve ülkesine ak­ tarılan Alman milli ruhu, gerçekten mucize yarattı, daha önceki han­ tal yönetime yeni bir canlılık kazandırıldı. Bu uyuşuk kütle hareketli hale getirildi ve aynı şekilde zeki ve pratik sultanın istediği ve Alman milletinin olduğu gibi, Türk milleti de silahlı bir millet oldu. Bu a n ­ layışla, subay sınıfı gibi askeri birliklerin de Alman ruhundan başka bazı Alman biçimleri aldıkları kendiliğinden anlaşılır ve bu da ciddi saf hür bünyeli asabiyete mütema.yil olmayan Almanlıkla pek çok benzerlik gösteren Osmanlılığa hiç de ters düşmüyordu. Von der Goltz Paşa "Haftalık Askeri Derf(ide " bataryaların örnek geçişlerini ve Alman şerefi olacak disiplinli, uzun boylu gençleri zikrederken Falkner von Sonncnburg da, ana karargahta resmi Türkçe'nin dışın­ da Almanca'nın hakim olduğu genci kurmayın hemen istisnasız Ber­ lin'de okud uklarını ve Almanca'ya tam vakıf oldukların ı ve bunu sempati ile kullandıklarını anlatır. Binbaşı Fal kner bütün kalbim i­ le "Tebrik ederim " d iyerek beylere yaklaştığım ve güzel operasyon i­ çin tebriki kuvvetli el sıkışla tastik ettiğim zaman, Osmanlılar'ın bizim devletimiz için nasıl derin sempati beslediklerini hissettim. Alman usulünün Türk ordusuna bugün bütünüyle hakim olduğu konusunda şüphe yoktur. Kıtalar bizim usulümüzde sakin ve vakur biçimde ilerliyorlar ve merasimler Alman anlayışına göre sert ve m ü ­ kemmel b i r şekilde ifa ediliyorlar, gözlem mahalli önünde oturan e ­ kipler, subaylar geçerken banklarından ayağa fırlıyorlar, istisnasız bütün bürolarda örnck birsükıinct hükümsürüyor. Hem savaş bakan­ lığında, hem de Selanik'tcki mareşalin (Kumanda eden general) ya ­ nında, kabul yerleriyle ve benzer görüşmelerin tarzına göre insan bir Alman genci kumanda veya başka bir yüksek kumanda yerinde bu­ lund uğuna inan ıyor. Aynı şekilde asker gözü için tabii, küçük, görü­ nüşte gerçekten önemsiz şeyler var, biz bunları yabancı bir kelimeyle "detay" olarak adlandırıyoruz, bunların mevcut veya eksik oluşların­ dan bütün derecelerdeki itaat ve disiplin ruhuyla ilgili şüphesiz, e­ min ve haklı neticeler çıkarılabilir. Dahi büyük Fricdrich'in sözlerine göre bunlar, zafer hazırlayan unsurlardır ve Al man subaylarının Tür­ kiye'deki faaliyetleri sırasında Friedrich'in şu uyarıcı sözünü 'lıolig­ nezdes detai/s başarıyla geçerli kıldıklarına benim için şü phe yoktur. Türk yönetiminde şimdiye kadar eksik olan yorulmaz Prusya insiya­ tifi ve cesur, hiç bir şeyle yanıltılamaz ilmiliktir. Türkiye'de bu her i"


130

Dr.Hans llARTH (Ter.Dr.S. Ü NLÜ

ki husus da bugün zengin ölçüde mevcuttur. Falkner von Sonnen ­ burg (Bunu bilmesi gereken birisi varsa o da kendisidir) şunları ya­ zıyor, "Yunanlılar'a karşı başanlı seferin bir süre önce çaj�ı1dıyarak 1:eçen olaylar hakkındaki tenkidi uyutmaktan çok uzak olması Ge­ ·nelkumıayın 1:enç subay neslinde Alman ruhunun a�r basan tesirinin emin, yanlış anlaşılmaz işareti olarak görülmektedir. ' Tam aksine -se­ ferin m ünferit kesitleri gerçek nesnel bilgi ile konuşulmakta ve yö·· netimde olduğu gibi birliklerin de yanılgı ve 1.ayıflığının gün ışığına çıktığı açıkça görülmektedir. Böyle bir başarı Von Der Goltz Paşa'­ n ı n öğrencisi için kesinlikle yeterli değildir- bu m ümtaz öğretmenin tenkidi, ilmi ruhunda berrak bir gözle kendileri nin daha ne kadar ciddi çalışmak zorunda olduklarını tanıyorlar ve her tarafta işin ancak şim­ d i harbten sonra başladığı konuşuluyor: Biz güçlenmeliyiz. Alman örneğine göre esaslı eğitim görmüş orduya sahip olmalıyız, bu bizim geleceğimizdir. Böyle ordu ve böyle subaylarla (cesur ve ideal olma­ ları unutulmamal ıdır) Ethem Paşa'nın iyi tahkim ed ilmiş ordusu, her tarafta sayı olarak çok üstü n Yunanlılar'ı grup grup dağıtmak için bir aya bile ihtiyaç duymadı. Kesin üstünlüğü son derece iddiasız ve ciddi savaş levazımatında da ifadesini bulan m ükemmel yönetime, asker bütünüyle uygun düşüyordu. -İmparator il. Willhclm bu as­ kcrhakkındaki hayranlığını müteadd it defalar ifade etmiş, general Grumbkow sınıra yürüyüş esnasında aynı asker hakkında şunları söylemiştir: "Şu askere bakın, tozlu, kötü giyimli, yiyecek hemen hemen hiç bir şeyi yok: Size söylüyorum, bunlar dünyanın en iyi askerleri ". Bunlar bir kaç yıldan beri tarlalarını işleyecek ve ailelerine kavuşa­ cak vakit bulamıyor; cesur yeni askerleri, bunlar Padişahları için m ütebessim bir çehre ile ölüme giden gençlerdir. Onları tanıyan Scarfoglio tarafından zikredilen İtalyan deniz subayları gibi- ha­ rikulade disiplinlerine inanılmaz sabır ve fedakarlıklarına hayran kalır. On yıldan beri Türkler'in h izmetinde bulunan General Strec;. kcr, daha 1 892 senesindc Haftalık Ao;keri Dergi'de şunları yazmakta ­ dır. "Tı1rk askeri bı1yük, güçlı1 kemiklidir, sıhhatli bir vücudu ı•ardır. İd­ diasız ve kanaatkardır. Bu yüzden de hiç bir başka Avrupa askerinde görülmeyen biçimde sıkıntılara kat/anmada dirayetlidir. Esasen ola*an üstü mahrumiyet ve sıkıntılara katlanma kabiliyeti olan hayat tanı o ­ nun kanını sıhhatli kılar " ve o n u n ahlaki özellikleri olarak cesaret, a­ taklık, soğuk kanlılık, vazifesine bağlılık yeteneğini övüyordu. Bütün bunlar aynı 1.amanda halkın karakterinden ve dininden fışkıran fazi­ letler olduğu için, Türk ordusunun dışında böylesine bol bir arada bulunmayan faziletlerdir. Aynı özellikleri "Askerlerin iç 1:ayretine bü­ yük itimat kazanmış " olan Von der Goltz Paşa da tesbit etmekte ve


131 Yunan sınırındaki güvenlik servisi hakkında şunları yazmaktadır:

TÜRK SAVUN KENDİNİ

"Yaptıkları hizmet zor ve tehlikeli idi, yı1ksek yaylada birbirinden u­ zakta bulunan küçük timler, fırsat buldukça Türk topra{tına sızmaya çalışan çetelere karşı gece gı1ndiiz nöbet tllluyorlardı. Askerlerin iaşesi­ ni temin bile son derece güçtü ve bu cesur çocuklar en a*1r sıkıntı/ar al­ tında nöbetlerine devanı ediyorlardı. Bunları kaderin de�şnıez biryazısı olarak kabul ederek görevlerini istekle yerine getiriyorlardı. Bütün su­ baylar askerlerine olan övgü ile doluydu ve yanlarında karşılıklı gıh•e­ ni hissetmek gayet kolnydı. Bu meyanda sınır hizmeti sesli, kumanda, baf.,Tırnıa ve azarlama olmaksızın, sakin ve gün'iltüsüz devanı edip f.idi­ yordu. Orada geçirilen gı1nleri büyük bir sevinçle hatırlıyonını ve vahşi daiflardaki bu dayanıklı cesur askerlerle yeniden beraber olmayı çok is­ terdim. Başka hiç bir orduda, sebat ve istikrarda Türk askerleriyle yarışa ­ bilecek asker yoktur. Bir defa silkindiler mi, imkansızı başarırlar. Böyle askerleri olsaydı Napolyon dünyayı fethederdi. Türk ordu­ sunun dış görünüşüne, halla hayat ve icraatlarında kaçamak göz­ lemcilerin yaptıkları tesbiılere göre değerlend iril memesi gerektiği kesindir; böyle bir değerlendirme ekseriya gerçek değerlendirmenin altında kalırdı. "Kurtarılmaz çöküşü" hakkında Avrupa'da bugün çok yazılan ve konuşulan, gene de hayat gücü ve başarı kabiliyetinin bünyesinde var olduğu, 20 sene ewel olduğu gihi ölüm kalım savaşı­ na zorlanmış olsa, hütün dü nyayı hayrete düşü rühilecek devlet için de durum aynıdı r.jfor ikisi -ordu ve devlet- için değerlendirmenin özel bir ölçüsü bulunmalıdır." Son seferde Türk ordusunun nasıl yenildiği -eğer elini çabuk tu­ tan düşman bu orduyu yenebildiysc- bizim burada teferruatla anla­ tacağımızdan daha fazla bilinmektedir. "Tek erkek kalmaz, herkes cephededir, ekiplerin davranışını geref.,"ij gibi anlatmaya gücüm yetmez " (Falkner Von Sonnenburg). Ve bu asker hakkında çok sayıda epizod anlatıl maktadır. Bunlardan bir kaçı şöyledir: Kurşun, düşman için fazla olacağından, Türkler sald ırı esnasında taş toplarlar; General Grumbkow Paşa askeri ile dört nal giderken inmeden Larissa'yı fet ­ heder; Çcrkes Süvari Yarbay Mah mut kumandasında Yunan tabya ­ larının içine dalar vb. Garibaldi yanlısı Chianchabilla ender bir tarafsızlıkla şunları yazar: "Türkler daimli ve diiinıfi ilerlerler, bizden hiç kimse, hiç bir Yunanlı bıınu inkiir edemez. Bıı düşmanlar gı'ize/ ve ihtişamlı, en küçük bir tereddüt ve kararsızlık yoktur, başka bir şey de düşünülmez, diişündiikleri tek şey ileriye diiinıfi ileriye gitmektir. " J

Son savaşta Türk ordusunun sergilediği özlü imajı, yeni hür ba-


132

Dr. Hans DARTil(Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

sının temsilcisi olan General Grumbkow Paşa'ya borçluyuz. Paşa şöyle yazıyor: "Şu anda savaşta bulunan ordu, Osmanlı Devleti 'nin şimdiye kadar sahip olduf..'u en f:liıel ordudur. Bilhassa askerler her türlü övf:linün üzerindedir. " G rumbkow Paşa askeri idarenin de çok mükemmel olduğunu söylemektedir. Goltz Paşa okulundan çıkmış bütün subaylar iş başındadır. Goltz Paşa'nın gayretleri şimdi mü­ kemmel meyveler vermektedir. Seyfullah Paşa mükemmel bir genel­ kurmay başkanıdır, hemen bütün tümen komutanları bilhassa Hakkı Paşa, Yarbay Enver Bey ve Almanya'ya gönderilmiş olan lopçu ko­ mutanı Ali Rıza Paşa dört dörtlük kumandanlardır. Bunlardan Ali Rıza Paşa Türk topçusunun şerefini korumak için sekiz hafta boyun­ ca yorulmaz bir gayret göstermiş ve devamlı şarapnel yağmuru altın­ da bulunmuştur. Askerin morali ise fevkalade yüksektir. Yeni cedit bataryalarına rasladık, yaverim Mustafa Bey kendilerine, Ailele­ rinizi terk etti�niz için üzgün def..'Til misiniz?" diye sordu. Cevapları, "ne üzıOilmesi " şeklindeydi "hayatımızı Padişahımız ı.tf..'runa kurban etmekten dolayı mııtluyuz. " Diğerleri de şöyle bağırdılar: "Biz bu mu­ kaddes gı1n için doi{rnadık nıı ?" Prizrend li (Prinstinalı) 70 yaşında­ ki kibar bir bey, beş oğlu ile beraber karargaha gönüllü olarak gelmişti. Beraberinde bir düzine at getirdi. Bunları devlete hediye et­ ti ve şöyle dedi: "Biz savaşa yaya gidebiliriz ". Serez Hacılı hali vakti yerinde birisi, yaralıları masrafı kendisinden olmak üzere taşıdı ve bakımını üzerine aldı. Her tarafla yaralılara bolca ekmek, elbise, t ü ­ t ü n , limonata, para, vb. hediye edildi. Larissa'dan atla dönüşümde yeni gelmiş bataryalara rastladım, onlara başarılarımızı anlattım, alkış yerine şöyle sızlandılar: "Senin durumun iyi Paşa, fakat biz ne zaman cepheye f:İdecef!iz?". Hatta ağır yaralılar bile sahra hastahane­ sine götürül mek yerine, cepheye geri dönmek istiyorlardı. General­ den en son erine kadar hepsi tasvir edilmez bir cesaret örneği. Yüksek yaylada atlar ve katırlar daha fazla ilerleyemeyince, adamla ­ rımın birbirine bağırarak, cesaret vererek, dinlenmek ve şikayet et­ meksizin şarkı söyleyerek ve alkışlayarak topçu bataryalarını hemen hemen kar sınırına kadar bizzat sürükleyerek dağa çıkarmaları fev­ kalade bir manzarayd ı. Yunanlılar'ı korkutan beyaz fesleriyle, bizim Arnavutlar kendilerini bilhassa gösterdiler. Savaş şarkıları söyleye­ rek, alkış tutarak savaşa gittiler. Beyaz fesleri gören Yunanlılar'ı, korkunç bir panik kapladı; heyecanlıyım, bir Prusya askerinden da­ ha mükemmel bir şey tanımıyorum. Fakat Yunan şarapnelleri altı n ­ d a şarkı söyleyerek, dansa gider gibi duvarlara tırmanan bu birliklere büyük saygı duyuyorum. Ordunun disiplini, askeri idarenin insaniye­ ti -hatta l ngiliz müşahitleri bile bunu itiraf etmek zorunda kaldılar­ şü phesiz her Avrupa ordusunun erişcm iyeceği bir seviyedeydi, ' "''

-


TÜRK SAVUN KENDİNİ

133

"Zafer saatinde Türkler'in f.:österdif.,'i çekinf{enlik, ölçüliiliik ve terbiye beni çok etkiledi ve her türlü övf.:ılnün üzerindedir. " diye yazıyor "Ti­ mes "in muhabiri, "Tribuna 'nın " savaş muhabiri de şunları açıklıyor: "Türkler'in disiplini mükemmel, şu saate kadar işf{al altındaki köylerde en küçük bir kabalık hareketi vuku bulmadı ve köylüler rahatça işleri­ ne f.:İdiyorlar" ve süvari komutanı Von Stetten "Berliner Taf.:eblatt"­ ta şunları yazıyor: "Bilhassa bu fanatik müslümanlann " disiplinine hayran olmak fırsatı bulmuştum. Tcselya Yunanlılar'a geçince, çok sayıda cami tahrip edildi ve ancak devrilen minareler daha önceki camilerin var­ lığının işaretidir. Halk bunu bildiği ve öfkeden dişlerini gıcırdattığı halde sadece bir kilise yakıldı, çünkü ordu komuta heyeti kesin bir emirle bunu yasakladı. Burada ve karargahtaki sükunet insanı rahat­ latıyor: homurtu veya küfür hiç duyulmaz, her şey ölçülü bir tonda ha il ed il ir. Bir Türk lmlunıın sükılncı le 11ccin 1Yicfüi <lvnı ölciic1e. o;evrcdenı mest eder, halbuki Roman ülkek iı,...ıe ekiplerin geçerken ör tlck vaklaması gibi çıkarı.Jığı sesler, insana �:skeri bir bölüğün yaklaş­ ı ığı hissini verir. Ve binbaşı Von Falkner şunları nakleı.J iyor: "Ana karargfıhın biitiin n"itbedcki sııbaylllrı Avnıpai samş yönteminin mııt­ lak mııhafazası içiıı aralıksız çalışıyor/ar. Hattfı bazı beyler takviye e­ dilmiş devriyelerle şehri bizzat dolaştık/arı ve en ufak bir hadiseye derhal nıüdalıa/e ettiklerinden, ikinci geceyi de uykusuz geçirmiş durumdalar' : çok sıkı ı.Jisiplin ve mükemmel düzen muhafaza ed il iyor, takviye edilmiş ı.Jcvriyeler şehri ı.Jolaşıyorlar ve cadde köşelerintlc, her taraf­ ta askeri inzibatlar dikiliyor; öyle ki özel mülkiyete her teeavüzderhal ve kesin surette önleniyor. "Türkler 'in dllşmllıı ülkesinde nasıl insan üstü davrandıklarını ' : Von Falkner M.N.N. (Müchener Neuesten Nachrich ıcn) gazetesintle görülür biçimı.Je şöyle ı.Jilc getiriyor: "Ope­ rasyon ordusıınım ifışesini teminde karşılaşılan büyük 1-:açlüklere raj;nıen zengin ı"ilkenin yardımcı kaynllkları tanı manasıyla emsalsiz biçimde konmuyor. Büyük baş hayvan siin"ileri Türk çadırlarının yanın ­ da rahatça otluyorlar. Köylerdeki bol kümes hayvanı, Larissa 'daki zen­ gin, her tı"irhi erzak, yiyecek maddesi ve içkiler ve asker için arzu edilen di}:cr kıymetli şeyler do/aınıılmadan o/du!,'ı ı gibi dıınıyor. Para ve mü­ cevherat konıısıında da eıı ufak bir hadise kaydedilmedi, yönetim özel nıı//kiyete de tek bir kuruşluk sıkıntı vernıedi!,Ti gibi, kendi ordusunun bakımı için de el sürmüş dej;iltlir. Özel mahzenlerde çok büyılk miktar­ larda içecek ve yiyecek maddesinin depolandı!,"iı kıımandanca bilindi!,li lıir gerçek; mal sahipleri kaçtıklarından, askeri birliklerin ifışesi için son derece gerekli bu erzaka dokunmaya kimse cesaret edemez; tam aksi­ ne bıınlllrı herkese karşı korumak için bu lokallerin önünde çift nöbet­ �-; vardıryüksek ücretle de olsa kı"inıes haymnı temin etmek çok zordur.


134

Dr. Hans BARTI-l(Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

Mal salıibi satmak istemezse, bahane olarak bunu kaçan bir Yunanlı 'dan emaneten aldıftını söylemesiyeter. Bir özel bankanın geri dönen sa ­ hibi, mağaza ve kasa odalannın bölümlerinin bozulmamış mühürleri ve aynı şekilde, orada dikilen nöbetçi gösterildiğinde buna çok sevindi; fakat nizama uygun olarak özel ikômetgôhında kumandanlıftın yerleş­ tiffeni görünce heyecanlandı. Müteakip tartışma/an önlemek için Yuna­ nistan 'ın Türkiye ile savaş durumunda bulundu�na, bir Türk subayı tarafindan dikkati çekildi. Fransaya karşı Alman seferinin, bilhassa in­ sani ve özel mülkiyeti koruyucu tarzda galipler tarafindan sevk edildiffe de çok şüphelidir. Yunanlılar eğer Almanlar'ın yönetiminde olsalardı, kendisine karşı son derece hoş görülü ve yumuşak davranan Türkler 'in yönetiminde olduğundan çok daha fazla eziyet çekerlerdi. Bu yalnız be­ nim de/fil, buradaki muhtelifmilletlere mensup A vrupalı gözlemcilerin ortak kanaati ". Bu maddeleri konu§urken, bir yüksek rütbeli Türk subayı şunları söyledi: "Biz kendisine her şeyi ltıyık gördüftı.1müz ve gör­ meye hakkımız olan yalnız kendi insanımıza karşı sert davranırız -hat­ tô çadırdaki koyun sürülerinin yanında aç ölseler de. Haklıydı", Larissa'nın ve diğer Tesclya §ehirlerinin alınmasından hemen sonra, her tarafla geçici bir yönetim tesis, itfaiye ve güvenlik polisi organi ­ ze etmek, para birimlerini ayarlamak, Napolyon'un, Türk Lirasının ve Mecidiyenin değerini tayin etmek ve Yunanlı çeteler larafın­ dançok kötü biçimde zarar verilen halkın düzen ve sükunetini geri vemek suretiyle, Türkler modern ordu olarak faaliyet gösterd iler. (Halla Çar Nikola'nın Sultana günderdiği özel bir tebrik mesajıyla doğruladığı gibi) dünyanın hiç bir ordusu, Türk ordusununki nden daha fazla disiplin ve ölçülü davranış içinde olamaz. Yunan yanlısı basın bu konuda dünyaya istediği kadar yalan kussun. Esirlere yap ı ­ l a n muamele hakkında yalnız tek ses hakimdi: General Grumbkow­ " Tı'irkler bütün esirlere ve düşman yaralılarına ihtimamla muômele ederler ve onlara büyük bir nezaket gösterirler" diyor. Aynı tesbitleri İngilizler, muhabirler ve diğer görgü §ahitleri gibi herkes yapmakla, kalm ıyor halla Alina gazeteleri, Fonos adlı esir bir Yunan subay• nın, içinde, Türkler'in kendisini yarı ölü halde hastahaneye kaldır­ dıklarını, burada büyük bir ihtimam görd üğünü ve Türk subayları tarafından dostluğa boğulduğunu ifade elliği mektupla rını yayı nla­ maya mecbur olurlar. Bakım gereğinden fazla, çamaşır ve yatakların temizliği, bütün yaralılara karşı gösterilen ya kınlık ve itibar emsal ­ sizdir. B u subay, Türkler'e, gösterdikleri insanca ve karde§ce mua­ mele için ancak le§ekkür edebilmiş. Sonuç olarak: G rumbkow'un anlattığı ve bizzat bir hümanite çığırtkanının hayretlerine mucip o­ lanı Türklcr'in karakteristik bir davranı§ı daha: Grumbkow Pa§a, su­ varileriyle Larissa yakın larındaki daha önce Yunanlılar tarafından •


TÜRK SAVUN KENDİNİ

135

altına mayın döşenen köprüyü geçtikten sonra, yaşlı bir köylünün tavsiyesi üzerine dinamit sandıkların ı sonradan arattırır; "Bunlardan üç tanesi suya atılmış olarak bulunurlar. Birden bir silah patladı ve be­ ni ikaz eden yaşlı adanı, bir Yunan çetecisinin kurşununa hedefolarak yere yıkıldL Bunu derhalyakalattım ve duvara dikerek kurşuna dizme­ lerini emrettim. Fakat adamlanm bana bir esirin öldürülmesi için sul­ tanın buyruğunun 1:erekli olduğunu izah ettiler. Katil hayatta kaldL " Ordunun düşman ülkesinde sergilediği örnek, gerçekten insancıl, " hristiyanca " davranış; Teselya'daki tavrı, Fransa'daki Alman ordu­ sununkiyle aynı seviyede görülen bir asil ordu, nasıl olur da iğrenç cinayetler işler, zararsız insanları katleder, şehvet, fanatizm ve yağ­ ma hırsıyla, değerli hristiyan kan ında yıkanmış olabilir? Böyle efsa neler ve böyle çılgınlıklara inanmak için gerçekten aptal olmak ıazım. xxıx.

-REFORM

-Moltke 1 830'1u yıllarda, o 1.amanlar başlayan, d ış ülkeler tarafı n ­ d a n empoze edilen reform devrinin tesiriyle, bunun ekseriya d ı ş gö ­ rünüşte, isim ve proje halinde kaldığını yazıyor. Gerçekte "reform " denilen bu ha re ket, Avrupalı terziler tarafından Türkiye'ye zorla giy­ dirilmesi düşünülen, Avrupai zaruri ceket kötü durumlara yol açmış, bütün şartları birbirine karıştırmış, eski iyiyi kısmen tahrip etmiş ve halkın bilmediği ve anlamadığını onun yerine koymuş- bu konuda herkes istediğini yazsın. Güya son derece medeni, süper akıllı Avru­ pa, şark meselelerindeki kendi hadd ini bilmezliğini, her zaman Tür­ kiye'deki reformlara burnunu sokuşundan daha belirgin isbat etmiş değildir. Şarkı n yapısı, şarkın kültürüyle taban tabana zıt ve devletin bütününü ancak biraz gevşetebilen -hatta " zavallı " takip edilen hristiyan kardeşler de dahil- hiç kimseye bir fayda sağlamayan, "re­ formlar" Türkiye'nin körü körüne ve zoraki Avrupalılaşması olan "reform ' : sağlam yapıda olmayan binayı da çökertti. Devletin köşe taşları dikili kaldı ve çok zeki, irade sahibi yapı ustası olan Abdülha­ mid'in iş başına gelmesinden beri muhafa7.a edildi ve sağlamlaştı. Zorla kabul ettirilen "reforma " rağmen Türk cemiyeti, Türk Devle­ ti yavaş ve emin adımlarla büyüyerek, yeni bir kültür ve Doğu-Batı ruhu arasındaki akıllıca dengeni n halkasına girmektedir. Dünyadaki bütün devletler gibi Türkiye de bazı mağduriyetlere ve Avrupa ceha­ leti ve tantanası yüzünden büyük boyutlara varan mübalağalı deza­ vantajlara sahiptir. Türkler, millet olarak, bir hükumetin ancak arzu edebileceği şüphesiz ideal millet oldukları halde, bunu inkar etmek, Türkiye'yi bir "İdeal Devlet " telakki etmek aklımıza gelmez. Bugün


136

Dr. Hans BARTI-l(Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

Türkiye'dc bQyüme olarak görülen, yürekler acısı.Jtlu_p -�unun beş

le dördünü- aceleye.ge.lirilnıiş. yanlış anlaşılmış, mevcut şartlara bü­

tünüyle ters düşen "reform " olarak tanımlayamayız. ''Atı kuyrn*1Jn­ dan dizf:inlemişler''. ve şimdi seyis -yan i Avrupa- Osmanlı biniciyi' eğerde oturtmak için zahmet sarf ediı;ıce, şaşırıyor. Tekrar ediyoruz, Türkiye'nin durmadan mübalağa edilen gölgeli tarafları, bilhassa sı­ kıntılı mali şartlarda görülmektedir. Bunun suçunu "Kötü İdare " ye­ rine, kendisiyle, zayıflatmak için tabii güçlerin Bab-ı "' Ali'yi kasden kıskaca aldıkları oyunlarda da aramak gerekir. Devleti n mali duru­ m u tam iyileşme yolundayken, Ermeni isyanı ve onun hemen arka ­ sından Girit ve Teselya hadiseleri. Türk devlet adamlarına -pek iyi biliı;ıen entrikacıların menfaati için- bir mali çengel attılar ve mali konsolideyi yeniden kesintiye uğrattılar. Bu şartlar-Ve sürekli savaşa lfaiırlık zaforetialtında bir Krezi.ıs'ıin ha'z inClerinin bile n ihayet eri ­ mek zorunda olduğu, üstelik de Batılı güçlerin inanılmaz bir keyfilik ­ le Türkiye'ye ithal gümrüğünün artırılmasına ve hristiyan tabanın adil vergilendirilmesine müsaade etmek istemeyeceklerini bir kör bile görür. Türk tahrikçilerinin diğer feryatları yukarıdakilerden çok daha tutarsızdır, şöyle ki: Sözde zavallı hristiyanların, altında inim i ­ n i m i nledikleri aşırı vergi baskısı, yalnızca delilerin· hayalinde mev­ cuttur. Şüphesiz bu vergi 69 zavallı Türk milletini çok sert takip etmekte ve sıkıştırmaktadır: Haliyle cesur Osmanlıyı ilgilendiren ve onu, inatçı Ermeniler, Giritliler ve Solon'un torunlarının hatırı için savaşa koşmaya zorlayan, bu arada onun evini barlttn ı , İsa'nın taraf­ tarlarına rehin bıraktıran kan vergisi. "Acınacak hristiyan gerçek­ ten böyle ağır vergi altında inlemiş olsa, senede yüz binlercesinin Tanrı'nın lutfuna mazhar olmuş ülkelerinden kaçan aç Avrupalı'yı taklid etmeyi düşünmezdi. Eğer Yunan yandaşlan çığırtkanlar Yu­ nanca, İngilizce, İ talyanca, Fransızca ve Almanca olarak, memurla­ rın, "rlişvetçi ", bakanların " egoist " olduklarını iddia ediyorlarsa, o zaman bu beyler kendi meseleleriyle ilgilenmeyi "Panama " ve buna benzer güz�) isimleri düşünmeyi unutuyorlar demektir. Bu yüzden Yon der Goltz Paşa, çok iftiraya uğramış Türk yönetimi için, tak­ dirkar sözler sarf etmekte ve büyük ölçüde halkın sevgi ve saygısını hak eden ve hak edilmesini bilen memurlardan b_ahsetmekted ir. Ayrıca sözde Türk boyunduruğundan " kurtanlan "Yunan, Sırp, Bul­ gar'a sadece sormak yeter; onların Türk hakimiyeti altında geliştik­ leri, küçük hristiyan yağmacı devletlerin "yönetiminde " ise harab 69 Bu, askeri yük hakkında şik.1yet eden bizlerin Almanya"da hiç bilmediğimiz bir ",

kan vergisidir. Bunun, Osmanlı gücünün çekirdeğini oluşturan cesur Anado­ lu'lu Türkler tarafından esas meseleye göre sık sık ödenmesi gerekmektedir. (V.D. GOLTZ).


TÜRK SAVUN KENDİNİ

137

oldukların ı d ünya bilmektedir. Acaba bu insanlar bugün yumuşak, velinimet "Türk boyundunı,:Undan kurtarıldıkları " günü Hinetliyorlar mı? Von der Goltz Paşa, Türk memurların vazifeşinaslığı konusun­ da şunları da naklediyor. Üst düzeydeki sekreterlerin arasında iyi ye­ tişmiş pçk çok memur vardır. Bunlar büroya ilk gelen ve bürodan en son gidenlerdir. Bilgi edinmek isteyen onlara müracaat eder. Bunla­ rın pek çoğundan görünen, sakin ve vakarlı nezaket akmaktadır. Ma­ kamlarının gerçekten kolay olmadığı düşünülürse, bu özell i klerin i daha fazla takdir etmek gerekir. Sultanın birinci sekreteri günde 12,13,14, hatta daha fazla saat masasında bağlı kalır ve bu makamı­ nı deruhte ettiği müddetçe bu dünyadan evi ile saray arasındaki yol­ dan başka bir şey görmez. Devlete maliyesini düzenlemek, memurların kaderini düzeltmek için zaman verilsin, o zaman Türk memurunun, Avrupalı meslekdaş­ larından hiç de geri olmadığı görülecektir. Bir başka " gölge tarafı ": Balkan devletleri ve Yunanisıan'dan vaz geçtik; bir Avrupa devletin­ deki hukuktan hiç de kötü durumda olmayan sözde kötü hukuk, Av­ rupa'nın hakimleri, keşke Türk kadılar gibi hep şerefli, pratik bilge ve mevcut hüku metin tesirinde kalmıyor olsalar. Bir de " şehirde ve devlette güvensizlik ", "yetersiz polis · : içlerinde varlık ve h ürriyeti için boğuşan zavallı hristiyan kardeşlerin ölüme terk edildiği "korkunç zindanlar" iddiası var: "Güvensizlik!" İnsancıklar, Brigantogio gibi, cinayet dünyasının çoğunlukla hrist iyanlardan iyi teşekkül ettiğini (Von der Glotz, Lcfleri, Hacı Stavroz, Hero Georgi, Athanas gibi kahramanları isimlendiriyor) demiryolu inşası bir yana içteki güven­ sizliğin ise giderek azaldığını unutuyorlar� Küçük şehirlerin, şekli haydut orduları tarafından basıldığı güney Avrupa'nın tabii adaları ve Amerikan modası Briganten parçaları, Anadolu'da en azından şimdiye kadar d uyulmadı. 2: Polis ve 3: Hapishane durumu. Keşke Avrupanın canileri kibar beyler -hatta Türkiye'deki geceleyin gemilere götürülen ve boyunla­ rına taş bağlanarak (!) Boğaz'a atılan esirler kadar sevinebilseler. Türk hapishanelerini ziyaret edenler, mahkumların istenilenden de daha iyi muamele görmesi karşısında şaşırır kalır. Dernburg, "Zin­ cir şakırtısı, karanlık hücreler " ve buna benzer en küçük bir şeyden bahsedemez, tam aksine, orada hakim olan ısının son derece müla ­ yim, Avrupa hapishanelerine' kıyasla neredeyse "neşeli " olduğunu yazar. Saraya girişte benim ilk gözüme çarpan, erzakının davet eder bi­ çimde istif edilmiş, çok güzel donatılmış kantinli bir kahvehane idi. Avluda, kapının demir parmaklıkları arasında ev kıya feti içinde elin-


1 38

Dr. Hans BARTI-l(Ter.Dr.S.ÜNLÜ)

de s igarayla rahat, aşağı yukarı dolaşan vakur başlı erkekler gördüm. Hapishane işin i n rekabeti konusunda şikayetler şüphesiz haksız o­ lurdu, burada en azından hiç bir şey Alman hapishanelerinin sahip olduğu fa brik tarzı bir şeyi hatırlatmıyordu; daha ziyade şu vecize ge­ çerli: Dikiş dikmezler, yün eğirmezler, saman toplamazlar gene de gördüğüm esirlerin beslenme şartları bana şüphesiz müsait görünü­ yordu. Zaruri olanın dışındaki şeyler için dışarıdaki dostlarının ba­ ğışlarına m u htaçtırlar. Ve bu bağışlar bana anlatıldığına göre, çok zengi q akmaktadır; çünkü Türk i nsanı, ihtirasla hayır yapma fırsa­ tıarar 0. Von der Goltz Paşa "Makedonya 'ya Gezinti" isimli yazısın­ da, Selanik'teki hapishane hakkında şunları anlatıyor: "Gardiyanlar, bekçiler ve nıahkünılar arasındaki münasebet hiç de kaba görllnnıa­ yordu "; bir Berlin'li buna "Neşeli Hapishane " derdi, fakat yine de ol­ dukça düzenli, disiplinli, kalabalık odalarıyla tertemizdi. Nihayet Mygind, "Zeitgeist " dergisinin 44. sayısında, İstanbul'daki merkez hapishanesinin neredeyse baştan çıkarıcı bir tablosunu veriyor. "Kapı arkamızdan kapanıyor evet, şimdi biz içerdeyiz veya en azın­ dan hapishanenin önünde miyiz? diye kendime şaşırarak somymnı.Ben buraya pencereleri demir parmaklıkla kaplı, yüksek tavanlı, karanlık, ebedisuskunluğa bı1riinnıüş veya aşağıyukarı işkence edilen nıahkünıla rın feryatlarının do/durduf.,'fıt bir bina bulmak düşüncesi ile gelmiştim, ne gördüm ? Üzerinde talaiben 50 kadar erkeğin serbestçe dolaştığı, a ­ �açların gölgelendirdiği, temiz tutulan, taş döşeme bir m•lu ve insanla­ rın verdW intiba, dalın ilk girişte benim dikkatimi çeken kanaati doğruluyor: Burada tanı anlamıyla keyifli yaşanmalı; şark renklerine biinlnnıüş bir nevi Neşeli Amerikan hastahanesi; My,::ind mahkumla­ rın kaliteli yenıef.,'iini ve kahvehaneyi tasvir ediyor, evet, hatla bir cami­ nin yanında bir hrisıiyan kilisesi bile eksik değil. " Bu ben i m üzerimde silinmez bir tesir bıraktı. Avrupa'da hoş görüsüz ve fanatik olarak i f­ tiraya uğrayan Türk milleti tarafından her iki dinin resmen mükem­ mel dengelenmesi ve bunun, Avrupalı'nın gözüne kum serpmek için hoş görünen gösteri parçası olmadan uygun bir yerde sunulması her­ kesi etkileyecektir. Avrupa'da, bir caminin inşaatı hakkında -hem de gayri resmi fanatizmin, kilisenin vçya hususi hoş görüsüzlüğün bir öf-

70

Von der Goltz l'aşa"nın Türkiye için söyledikleri, varlığı uğruna boğuşan ba§­ ka hangi devlet için söylenebilir: "Türkiye'nin gücü, cesur, kanaatki'ir, s!ide ve istekli, gene de özünde kabiliyetli ve gayretli kaimi§ olan bir milletin tabii husu­ siyetlerinde, öteden beri beraberinde getirdiği ilgi duyan, uyanık toplumun kendine has hissinde, fetih devrinin kalıntısından kaynaklanan hakim hissinde ve devlet fikrine kayıtsız teslimiyette, halikye ka!'§ı i'idcti'i kutsalla§ml§, mutlak itaatta yer almaktadır. Tcbasından böyle söz edilebilen devlete ne mutlu."


TÜRK SAVUN KENDİNİ

139

ke feryadı koparacağı çok ülke biliyorum. Mygind zindanı terk eder­ ken, haklı olarak şunları düşünür: "Ne sıkıntıdan, duvarların arasın­ daki ümitsizlikten kaynaklanan nahoş bir hissin beni kaplamadı!,'fını söyleyebilirim. Ne de, "modern suslaınluk yerine ziyaretten sonra in­ sanları saran laıruırıcı derin bir nefes, veya silkinme ihtiyacını dışarda hissettim. " Japonya'daki Montjoich zindanı, Peter ve Paul bayram ­ ları, Şikago anarşistleri hapishanesi d e böylesine rahat yüzü görmüş olamazlar ... Hatta kültür devleti Yunanistan'ın, bilhassa Nauplia ya­ kınlarındaki Pala midi Hapishanesi de burası kadar rahat olamaz. Pa­ lamidi hapishanesinde Helen adaletinin kurbanlarının, yakalanmış hayvanlar gibi, karışık sürüler halinde sefil, karanlık h ücrelerde a ­ yaklarımızın arasında sürünerek ömür tükettiklerini kendi gözleri­ mizle gördük. Türk devletinin, sözde ''l:öl1:eli taraflar"ı h ristiyan Avrupa'nın karamsarlığı ve riy:'ik:'irca· gazabı için bir bahane ola­ mazlar. En korkunç krizleri atlatmış ve halen de şu anda enerjik bir silkinişle her Avrupa devleti gibi, bugün okullara musallat olan tehli­ keyi bertarafeden, her an askeri birliklerinin herek:itına imk:'in veren, demiryollarına, her Avrupa devletinin gururu olabileceği .orduya sa­ hip olan, Sultan Abdülhamid tarafından başlatılan Osmanlılığın ye­ niden doğuşu olan, reorganizasyonda çalışacak elemanların eksik olmadığı inanılmaz çeviklikle ve hayat kabiliyetindeki böyle bir dev­ let tekrar kalkı nacaktır ve kalkınmak zorundadır. "

XXX. -TÜRKİYE'DEKİ GELİŞME Tür�lük gelişmeye müsait mi, yoksa değil mi? Bu konuda Avru ­ palı a limler çok eski zamandan beri tartışmakta olup, ekserisi -tabii onlar Türkler'i, Türklüğü ve Şark'ı sadece kulaktan dolma tanıyor­ lar- esasen Kur'an'ın bütün kültür. gelişmelerinin düşmanı olduğu iddiasına daya nan, S<;!Sli, enerjik bir "hayır " ile cevap veriyorlar; çünkü daha Renan, lstam'ı, müslümanın kafasını saran demir bir çember olarak tanımlamıyor muydu? Hafiflik -daha açık söyleyelim­ küstahlık geriye bir şey bırakmayan bir tenakkuz. Türkler bir yana Berberiler'in şerefli tarihine bir bakış bile, Fransız fi lozofunu, isıam ve kültürün yalnız birleştirilebilir ol mayıp, fakat aynı zamanda daha ziyade birbirlerini tama mlayan kavramlar konusunda ikna etmesi gerekirdi. Tabii burada kastettiğimiz, Paris kokett dünyasının ve Monte Car­ lo'nun oyun cehenneminin kültürü değil. Türkler'in etine ve kanına işlemiş olan İslti m, gerçek insani ve hü manist sosyalizm anlamında cemiyet in inşaasını teşvik etmekle kalmayıp, üstelik fi kri ve ilmi ba ­ kımdan her gelişmeye imkan verir; kaldı ki h ristiyanl ıktaki ruhban


140

Dr. Hans BARTH(Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

sınıfı İslam'da yoktur. Hatta Vambery İslam'ı, gel�şmc karşısında hristiyanlıktan çok daha hoş görülü bulmaktadır. "Is/anı, özünde e­ ffetiriı ve bilime gösterdiffe teşvik biryana, ço*1J zaman demokratik, dı1n ­ yada ha"iyeti ve eşitliffe teşvik eden bir dindir. Şartlanmışlık, İslam 'ın gerçek ruhunu bilmeyiş, Hz. Muhanınıed 'in öftretisinin kültür düşmanı ve !(erici olarak telakki edilnıesineyolaçnııştır. " Daha orta çağ h ritiyan felsefesi, skolastik batağına saplanmış halde iken, Şark'ta materya­ lizmi öğreten, doğmaları tenkit eden ve hatta engizisyon mahkeme­ si ve odunla yakılma riskine girmeksizin İsJam'ın ilahi menşeini i nkara cesaret-eden teoloğ ve teoloj i okulları vardır. Eğer Renan bütün bunları h iç duymadıysa, Halife Velid'i, cüret­ li El Hakim'i, büyük mütefekkir Muh iddin'i duymad ıysa, çok yazık, hem de moda filozofunun cehaletinin, mukaddes dudakların her saç­ malığını tenkidsiz tekrarlaya n, büyük kalabalığa yaymasına yazık. Böyle bir İslam dini şu halde gelişmeye karşı değildir; bunu, aşa ­ ğıdaki satırları yazan Hammer Purgstall çok yı llar önce anlamıştır: "Do*1J ahlakının sürekliliffe ve prensipleri; Batı dünyasmın aksine yüz yıllardan beri konuşuluyor olsa da, tabiatta ı•e tarihte dejfünıez hiç bir şey olnıadıKından, gene de zahiri ve gerçek bir de?;işnıezlik dej;ildir. Sa­ bit yıldızlar, dünya sistemi yörüngesinde büyük deı·rin, bı"iyı"ik ça/.,'ın ta­ mamlanmasına do*'71 yol alırken, bunlar yüz yıllar boyu, insan gözü için sabit kalırlar. Böylece, Şark 'taki e?;iıinı ve ah/akili�in ilerlemesi Ba­ tı 'nın Şark üzerine geri tesiri olarak kalır. " -

Buna rağmen, Şark hayatından haberi olmayan ve üzel likle Avru­ palılarla, daha ziyade Akdeniz ve Yunanlılarla mü nasebeti olan mo­ dern Şark gezgi ni, gezi el kitabından bilgi sahibi olu nca kendinden geçer. -buna rağmen (böylesine isim yapmış edebi soyta rılar vardır)­ dcrgilerde, Türkiye'nin bütün hayat kültürünü ve gelişmesini inkar veya Capri'de sekiz gün bulunan ve İ talya hakkında alelacele bir kitap yayınlayan Romfcx'i (?) hatırlıyor. "genel kanaat " veya daha ziyade "genel apıallı/.,'fın " seviçle böyle basitl iğe sa pla nmış olması, kendiliğinden anlaşıl ıyor. Türk meseleleri hakkında bu yaygın, bulaşıcı karamsarlığı, aptal­ tenkidsiz tenkidi, Von der Goltz Paşa hak edildiği bir biçimde ge ­ ri çevirmektedir. Gelecek için karamsar olunursa, aynı şekilde, Türk hükümetinin yapmakta olduğu veya yaptığı her şey mahkum ed ilirse, iyimser hareketlere nasıl alkış tu tulur. Her modern Şark gezgininin, teferruatıyla tasvir etmeyi kend isine bir görev addettiği "çöla1ntü iz­ leri " burada aransa da bulunmuyordu. Hakkında pek çok sızlanılan Genci gerilemenin kendine has sebeblcri olduğu açık ... Türkiye'doca


TÜRK SAVUN KENDİNİ

141

ki aleni hayatın ıztırap duyduğu dertlerden birisi bulaşıcı karamsar­ lıktır". Osmanlılığın inkar edilmez gelişmesi, her tarafta h issedili­ yor. Mesela hayatın dış alışkanlıklarından, kıyafet, ikamet, yemek vb. reformlarında, Vambery: "mümkün mü?" bunlar gerçekten benim 1856'da gördüğüm Türkler mi? Nasıl olur da bu çok yünlü değişik­ lik gerçekleşebilir? Şehrin görün üşüne, daha önceki ahşap evlerin yerini almış taş yapıların bolluğuna şaşıyorum; daha önce her şey bi­ nek hayvanlarıyla taşınırken, şimdi cadde tramvay ve fayton kaynı­ yor. Lokomotiflerin ince tiz düdüğü, Sultan Ahmet ve Ayasofya'nın m inarelerinden yankılanan ezanların melankolik, davudi sesine karı­ şırken, şu anda bütün gördüklerim ve duyduklarım, "İslam 'da yenilik yoktur" cümlesine karşı yankılanan bir protesto olarak görünüyor­ du. Evlerinin içine girip de oradaki insanları yalnız dış görünüşlerle değil, bilakis zihniyetlerine göre de tanıyınca, hayranlığım daha daar­ Hı. Umumi i n tibaya göre değerlendirmek gerekirse, İ ranlılar, Arap­ lar ve diğer Asyalı müslümanlara kıyasla, İstanbul'un efendi sınıfı davranışında, düşünce tarzında ve m üslüman olmayanlarla müna­ sebetinde bana tamamen değişmiş göründü. Uzun pipoları, (tütün çubuğu) büyük deri torbalarıyla sürüklenircesine, yorgun argın yürü­ yen efendi veya paşanın yanı sıra yürüyen uşaklardan eser kalmamış; modern Osmanlı, caddelerde serbest hareket ediyor. Bu münasebet le benim en çok dikka timi çeken ordu subayları idi. Daha önce geli ­ şi güzel giyinm iş subayların yerinde, bugün Avrupa baş kentlerindeki meslektaşlarından çok az geride olan, çakı gibi, süslü ve şık görünen askerler vardı. Hepsi dimdik, şık ve Batı anlayışına güre tam asker görün mek gayretinde. "Vanıbery, Osmanlı 'nın ev hayatında da, aynı Batı ôdetlerini nıüşahade etnıekıedir. Efsanevi diı•anın yerini, A vrupai mobilyalar, mükemmel İzmir ha/ılannın yerini, maalesef Batı 'nın kö­ tü ve ucuz fabrikasyon/arı almış, yemek ı•e misafir odaları da Avrupai görünümde vb... Vanıbery buradan, Osnıanlt/ı*'n inkişafa gerçekten tanı ve bütünüyle teslim oldu� neticesini çıkanyor, çı1nkil hir millet e­ ğer üstünlük ve /:ÜZelliklerinden eminse, ji/...Ti hayat sahasında, yabancı tesirlere boyun eğebilir, fakat ilWne işlemiş ôdet ve ônanelerini çok zor bırakır; Osnıanlılar'ın bıı hususta bütün her şeye raWııen bazı fedak­ ôrlıklarda bulunduk/arı inkfır edilemez. " Aynı araştırıcı, Osmanlılar'ın fikri inkişafı hakkında şunları yazı­ yor: "Tepeden tırnağa bütiln dünyayı, mollalar dünyası da dahilBatı kül­ türüne katılmanın zaruretine inanmış buldum. Bazıları yabancı kültü­ re nıitn bir kalıp vermek istiyorlar... Bunu benimsemesinin biçim ve tanı konusunda görüşlerfarklı olabilir; Hükiınıet öteden beri hu görüşü tem -


142

Dr. Hans DARTH(Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

sil etti, bir çok önemli meselelerdeki tereddüt de buradan kaynak­ lanmaktadır. Halbuki esasta her şey reformların yoluna isteyerek J:ir­ nıiştir. Bu yenilik ilk plônda şimdiki Sultan 'ın bilyük eme� geçtiği, düzeltilmiş eftitinı sisteminde görünmektedir. " Okul reformunun ne büyük başarılar gösterdiğin i daha önce i fade ettik. Bugün eğitim ve modern mükemmelliğe olan genel isteği, Von der Gollz Paşa belir­ gin biçimde tasvir etmektedir: "Batının milletleriyle aynı olmak, 1Jıaddi ve entellektüel gelişmedeki genelyarışa luıtılnıa arzusu, kendileriyle te­ masını nlan hemen bütün gençleri yakıyordu. Benim te[tişinıe verilmiş okullara olan o/a�an üstü ilgi, bunun dıştan görünür bir işareti olarak kabul edilebilir. Bu kurunılann öW-encilerinin sayısının 1883 'den] 885 'e kadar geçen zaman zarjinda, 4000'den en az 1 4000 'e çıkmış olması, i­ leriye yönelik hareketin oldukça geniş tabanda gerçekleşmiş oldu�nu isbat eder. " Edebiyat ve ilimde, özellikle tıp alanındaki gelişmeler, bir başka yerde zikredilecektir. Bu gelişmeler, Batı eği timi, bugün için Şark'ta daha önce olduğu gibi hristiyan azınlıklar tarafından olmayıp, ço­ ğunlukla genç müslüman nesil tarafından temsil ed il mektedir. Tica ­ ret ve u laşımdaki ilerleme, telgrafın, demiryolu ağı nın büyük çaptaki i nşasıyla görülmektedir. Makedonya ve hatta Anadolu'nun dünya pazarına açılması başlamakta v.e sözü edilen ülkeler fark edilmeyen bir refah atmosferine girmektedirler7 1 . Ve nihayet, Türkiye'nin ken­ disine gene de bütün bu nimetleri borçlu olduğu, devletin mali duru­ munu düzeltecek bir çok Avrupa devletlerinin bizden hata da çok daha iyi durumda olan devlet idarecisini, mesela ordusunu Alman sistemiyle örnek bir organ izasyon haline get irdiği gibi, tanzim ede­ 72 cek ve mükemmelleştirecek adam olmasın ha • Falkner Von Sou­ nenburg'un (Münchner Neuesten Nachrichten) gazetesinde isabetli bir şekilde temas ettiği gibi hiç bir şey bu faraziyeye ters d üşmez: Türk devleti bu gün de kuwetli ve güçlü bir devlet bü nyesine old u ­ ğuna şüphe yoktur ve artık eski aşınmış, "hasta adanı " ibaresini da­ ha az ciddiye almanın zamanıdır. Şartların düzeltilmesi meselesinin mevcut olup olmadığı, yönetimde ve bilhassa hukuk işlerinde duru-

71

72

Vambery, "Cosmopolis". Türk devletinin iktisadi geleceğini, Moltke'dcn daha iyi bilen olmamıştır. O, Allah'ın belası olan vebayı, kurutmaya muvaffak olacak Türk sultanını (gerçi bu bela artık görülmüyor) daha o zamanlar tebcil etmektedir. Ondan sonra en zengin ülkelerin kapitalistleri, daha yapılacak çok işin bulunduğu Türkiye'ye a ­ kacaklardır. Fabrikalar ve atölyeler ülkedeki h a m maddeyi bizzat değerlendi­ recekler, ziraatın kalkınm �sına yardımcı olacaklar ve şehirleri yeniden kalkındıracaklardır.


TÜRK SAVUN KENDİNİ

1 43

mun ileriye gidip gitmediği hususu, mutlak surette fakat, 'yavaş " i­ lavesiyle, m üsbet cevaplandırılmaktadır. Fakat 'yavaşlık " zaten ge­ nelde Şark'ın özelliğidir. Ve bu durumdan hareketle, Türk devlet yapısının düzeltilmezliği neticesini çıkarmak son derece yanlış olur­ du. Bunun bir prensip olmadığını, eski yavaşlığı bırakmaya ve onun yerine düzenli şartları yerleştirmeye, senelerden beri ciddi ve d ürµst gayret sarf edildiğini, ordu teşkilatı ispat etmektedir. Bu bölümün başında ortaya atılan soruyu şimdi bir defa daha kontrol ederek, i n ­ şallah müsbet bir cevaba ulaşacaktır. Türkiye gerek d i n i ve gerekse Osmanlılar'ın ahlaki özellikleri bakımından, gelişme kabiliyeti olan bir ülkedir, çünkü İslam dini hristiyanlığa na1.aran daha yumuşak ve daha esnektir. Milletin, Sultanına mutlak bağlılığı, yükselen kül­ türün burada devleti ayakta tutan prensiplerinin yalnızca güçlendi­ rilmesi ve sağlamlaştırılması, h ükumetin akıllı ve ihtiyatlı biçimde Şark'ın yapısına uygun reform yoluyla milletinin devamlı arkasında bulacağının garantisidir. xxxı.

-

SULTAN ABDÜLHAMİD VE MİLLİ UYANIŞ

1878'de Rus üstünlüğünün topuz darbeleri altında ölmekte oldu­ ğu san ılan Türkiye, bugün yeniden saygı uyandıran faktör, eskisin­ den daha güçlü ve kudretli olarak duruyorsa, bu ilk planda şüphesiz il. Abd ülhamid'in başarısıdır. Kötü bir zamanda tahta çıkmış olan bu hedefini müdrik, akıllı ve ölçülü sultan, askeri çökü ntünün orta­ sında yalnızca Osmanlı prestij inin yıkıntılarını kurtarmayı bilmekle kalmıyor, aynı zamanda süra lli, istikrarlı çalışma içinde ve o 1.ama­ na kadar fark edilmeyen bir hüküm güvenliğiyle bu prestiji yükselt meyi de gaye edi n iyor, öyle ki şaşıran Avru pa bir m ucizen in karşısında olduğuna i nanıyord u. Çü nkü Türk ordusu nun bütün sa­ vun ma sisteminin 15 yıl gibi kısa bir zamanda, üzerinde bulunduğu ve bütün dünyayı hayranlıkla dolduran teknik mükemmellik derece­ sine yükseltilmesi bir mucize değil miydi? Reformcu Abdülhamid, halkta büyük planları için şüphesiz arzu edilen bir materyal bul uyordu. 1878 feJaketi, politik gücün batışı, et ­ raftaki düşmanların başlarını kaldırmaları, ni hayet ganimet şehveti içinde yüzen bir Avrupa'nın entrikaları ve gittikçe artan husumetler, -bütün bunlar- Türkler'in gözün ü açmış sultanın daha iyisini arzu e­ demeyeceği biçimde, daha önceki kayıtsız Osmanlılıkla bir reaksi ­ yon, b i r m illi uyanış doğurmuştur. Yeni, belki daha d a ağır felaket darbelerin i n endişesi uyuşuk zihinleri silkelenmiş ve bütün düşünen tabakalar ve iç güdüsüyle bütün halk şunu düşünür olmuştu: Bu böy­ le devam edip gitmez! Türklük kendini, büyük geçmişini, eski gücü-


Dr. J J:ıns D/\RTi l(Tcr.Dr.S.ÜNUJ) nü düşünmeli, yeniden diişmanlarına karşı koyma durumuna geçe­ bilmelidir. Bu içinde halkın ve hükümdarının buluştukları ve hü­ kümdara gerçekten muazzam reformu için zemin hazırlayan bir milli şuurdur. 144

Halkını Avrupalı düşmanlar karşısında mümkün olduğu ölçüde dirençli kılmak, onu Şark ruhuyla birleştirilebilir halde Avrupalılaş­ tırma niyetiyle, Abdülhamid Scipious örneğini takip etti. Bunun us­ talarını yenmek için büyük karıacalının Punier'in savaş sanatını gizlice öğrenmesi gibi Osmanlılar'ın Sultanı da, gerektiğinde Avru­ palı hasımlarına karşı kullanmak için Avrupa'nın silahlarını ödünç aldı. Bunlar hem maddi, hem manevi türden silahlar olup Prusya'nın kısmen en ümitsiz zamanlarında baş vurduğu silahlardı. 103Bunlar okul reformu, ordu reformu ve nihayet demiryolu ağının büyük çap­ ta genişletil mesi ile iktisadi hayatın ve ticaretin teşviki gibi hususlaF dı. 101Bütün bunlar- bir birlik içinde ve kendisinden daha önce, olağan üstü kötü merkez kaç şartlarında fark edilmemiş imparator­ luk gücünün ve devlet birliğinin kuwetlendirilmesinin hi mayesi al­ tında gerçekleşiyordu. Abdülhamid'in orduyu ne hale getirdiğini daha önce i fade ettik. Burada Kayzer Wilhelm'in dostluğu Abd ülhamid'in insiyatiflerine uygun düşüyordu. Kayzer Wilhelm Von der Goltz gibi en iyi askeri teşkilatçılarını, Türk ordusunu Alman askeri ruhuyla doyurmak, as­ ker olarak doğmuş Osmanlı'dan en iyi, dünyanın en karşı durulmaz ordusunu yapmak, Türk subaylarını n ihayet Alman okulu sistemiy­ le eğitmek için Türkiye'ye göndermişti. Hem de ne başarıyla, bu ko­ n uda Yunanistan'a yaptığı askeri gezintinin hikayesi karşılaştırılsın yeter. Prusyalı öğretmen Königgratz'de galip gelirken, Türk sultanı ta­ rafından da Türk öğretmen ini daha yüksek bir seviyeye yükseltmek için her şey yapılıyordu. eğitim genelleştirilmesi, eğitimdeki gelişme­ ler, kadının özel olarak dikkate alınmasıyla göze çarpıyor, öyle ki Prof. Vambery şunları yazmak zorunda kalır: "Türkiye 'de bugünkü dunımları peşin hükiimsüz olarak {:özleyen, on sene zarfında, bir asırda yapılandan daha fazla başan elde ettiifini itiraf etmek zonında kala­ caktır. Demiryolları memleketin her istikametine uzanmakta, yönetim eskisinden yüz kat daha iyi; maliye tedricen düzene f.iirmekte, sanayi de yükseln"ıekte ve maariföylesine yükselmiştir ki, Türkiye bu hususta ken­ dini iki asırdır reforma tabi tutan Rus devleti ile hiç tereddütsüz muka­ yese edebilir. " Evet, -Prusya örneğine göre- Prusya ruhu ile büyüyen Türk "6*-


Tl 'RK S.\\"l l N K l : N l >İNİ

· · alc�lc i nı l iha n ı n ı tıa�;ı rd ı� ı :ı ı i ı; ı h ,· 1 1111.:yc r.:rck giirınü­ yoruz, mescl;i T1.:sclya; o n u n Lliğ.1.:r ··1;�ı 1·m:ı "11 .'. rlı · · hii� ülçü�ehilcCl'­ ğine kesi n giiı.iiyle hakılııı:ı lıLlır. Vı ı n ı.ln G . ılı:. Gnınıhkow pa�:ı n: ı.l iğcr hir çok uı.m:ın b u n ıı lloğru lanı:ıkı:ıı.l ı : . l h ha l' nn· ı a r:ıfı ınııLl.ın lakı.l i r l'd i len. hühi n hr:ın�lartlaki i l i m ' c cdi.'hiy:ıı ı ıı gcl i� nıcsi Jiin o ld uğu gihi hugii n ı.lc c�i ı i ınin hu yü ksıli�i�lc el l'lc giı ın<.: k ıeı.l i r: ra ­ yı, m i l l i rünc ... an ... ı:ı h i\ ı.lc inkfır e<liknıeyn·ck ı ı l:ı n hası n ı.la ıı n u ı u l ­ m:ımalıLlır. Uu hası n ki h a l k r u h u ık g1.:rçl k b i r uyı ı m içcw. i n Llc Osma n l ı ınc,l' lcsi ıı i n , Ah<l ü lh:ı m it l ' i n h ı m:ıycsi nı.lc h ii t ü n m i l l i u nsurların h i r :ıraya gdıncs i n i n h izmc ı i nc kcnLl i n i aJaını�ı ı r. T:ıtıii o ­ lara k hc n ii/. l\m;u k l u k Llcvrc,incle olmasına rağmen Türk has ı n ı � i m ­ d iye k:ı<lar bugün için iki ın i'li !!Cr1.·kli o<lcvi ol:ııı, "nılılıırı nyırnıak ycri11e bir!eşıimu')'e . h iç hir ı:ını:ı n i h : ı n c ı 1.· ı ım mİ)lir. Ru <l i ni inanı� ve devlet geleneğine <l:ıy:ı nan a n byı� hu meya nda ı.liğersultanları kıs ­ k:ı nı.lı rm::ısrn:ı halife Sulıan Ahı.l iı l h:ııniLl ' i n �ahsı n:ı kayıtsız ı.lcınok rat i k bağlılığın tabii bir neı icesi<l ir. Ticarl' t ve s:ınaı ın gl' l i� ı i ri l ılll·si n ­ ı.le Su ltanın b:ı§a rıları, aynı §ekil<le yen i zama n ı n i h ı iyaçl:ırını ı:ı n ı ­ yan görü§e d i k kat çekmekted i rler. l AAS'<len heri bin len-e ki lometre yen i <lem i ryol u i n�a e<l i l m i� ve hüylet.:c Ana<lolu'da gerçek ekonom i k b i r inkil;lp gerçekle�t irilmi§l i r. Meslekleri Tü rkler'e kar�ı kışkırt­ mak olanların, aydınlık ve gerçek halk dostu pol i ı ikanın bu başarı­ larını görmezli kten gelmek isıemelcri, Sul tan'a ve m ü§:ıvi rlcrine k:ır§ı çot.:uksu, a lç:ı l ı ıt.:ı davra nışta hulunm:ıları meseleyi <leğişt i rme­ mekıe<lir. ffl/lıe11i11i11

..

.

i l . Ab<l ü l ha m iı.I, şü phesiz Osma n l ı ıahtın<l:ı, hall:1 her ha ngi bir t:ı h ı ı:ı oıuran en m ü m ıaz, fikren en önem l i simalar :ırası nda yer al­ m:ıkıad ı r. Onun, meseleleri güçlere güre Ll ü zel ı mek halkını mutlu etmek, iyi n iyeı i i nkar c<l i lemeı. Onun �ahsın<la istemek ve yapabil­ mek b irle�ınez hir uçurumla ayrılmış <leğilı.l ir. Bunun onu h ükOmeli­ nin şimd iye k:ıJarki girhimlcri n i n zi hne net iceleri ispa t etmektedir. Şiiyle ki: bu neı iceler, eğer malOm yahann tesi rler m ü tcma<l iyen is­ t ik rarlı k ü l ı ü r ra:ı l iye ı leri n i kesint iye uğratmamı§ ağır va rlık müca­ deles i nde hoğuşan Osman l ı lar'ın eline her za man kılıç tutturmamış ols:ıl:ır<l ı, <laha hüyiik ve Ll:ıha veri m l i olurdu, Vambcry, bizimle ay­ n ı fi kirde olara k §Unları yazmaktadır: " Sıılın11 A hdüllınmid, şüphesiz Tıirk�re (fe lııikıi111eı etmiş olan en fa al en knlımnıan, l'n kabiliyeıli ve ,

<'11 yonılnıaz sıılfllnlardmı biridir. İleri Rön"işlı ilıif:ıi, isıikran ve iş yap­

mn i.He1,'i ko11ıısıında Ba11 aa onun bir benzerini bıılmnk zordur. " Ve

bir b:ı§ka yenle hu M:ıt.:ar fı l i m i Sultanın dürüst ve m i l l iyetçi d üşün­ cel i bir rcrormrn olduğunu söylememen i n haksızlık olacağını <la i l ­ ave ediyor, §liyle ki: ·-o milf<'li için çok bıiyıik işler başnrnıışıır ve bu

lııısıısiyeıleri Şark 'ın di,�cr n ıifleıleri wrafından tnkdir/e karşılnnnıışıır.


1 �6

Ik f f;ıns BAIUI f ( l 'c r.Dr.S.(INLÜ)

Eı·cı, Tıirkiye hııgli11 İra11/ılar 'ın l 'e Afgmılılar'ın gliz!cri"'fc hir Jıaseı nesnesidir. Son derece zeki, keskin g<Jz!cnı kahiliycıli, do(iııştnn ıliplo­ nıat, hu arada iyi niyetli ılımlı, Jıo�· göriihi, cömert, sezgisi kııı·ı•etli, hi­ rinci derecede iş giicı"i olan ve nihayet mıılwddcs görcl"İ11in hıiı·ıikhifiıinı"I ve Jıükiinıdarlık görevini11 li11cnıini mıidrik olıırak A hdıillııımid, jikir ı•e karakter itibar�vh· Bmı '11111 c11 nıfimwz ı·c modern moıııırhlımyla hazı hmzer ııoktalara sahiptir. Bı111 gihi Sıılt.111 ıla knııli11i11 /ıaşhakam ı·e hakanı olmak iı·tcmcmcktcdir ı·e Tıiık(re '11i11 iyi yolıla o!ıf11L:11, prestij, gı"iç kaza11dı,L:ı tcrcıfılıitsıiz .wirll'11chilir. El'et, Tı'irklıi,L:ıi11 l111sınılı1rı Tür­ kiye 'nin A lıdıi/lıamirsiz lıiç hir u/1111111 h11gı'i11 olılıı(i11 yerde olanııyaca­ fiını itim{ etmek ıorıınıfıı kıı ldılar. S11ltıını11 şah.ı'i i11siyt11i/inc yalmzca sayısız okııllorın. lwstahanelerin, Jıalk kasalarının ı ·h. kurıılıış11 defii/, fakat aynı wmtmda İstanhıı/ 'da imparatorlıık nıı'izcsinin ı·e daha hir çok sanat okııllarımn açılışıyla sa11at zilın(vcıinin canlandırılnıası da eklenmelidir. A hdtillıamiıl resim l'c mı'izi(;e karşı çok bı'iyiik hir ilgi duy­ nıakw, nrcse!fı ln1111111 neticesi olarak da yalnız köşkıt son derece zen ­

gin hir sanat kol/cksiyo1111 ihıirn eder. Nihayet hir an/anıda Şark ·w kadın eşitlifii oldıı(;ıı, kad111/arı11 c1-.'iıi111i irin Sıı/ıan 'ın kesin wı·ır almış oldııfiıı da 111111111/manuılıdır. "

Ahı.l ü lhamiı.l'in temclı.len iyi n iyetl i , m ü l<'iyim bir tahi:ıta sah i p o l ­ ı.J uğu e l inden gelı.Jiği kadar iyi i1ler ya ptığı, Ermeni isya n ına kadar hiç hir za man ölüm h ü k m ü n ü onaylamadığı, Şark'ta her çocuk ıara­ fından h i l i n i r. Gladstone tarafı ndan ya nlı� olarak i faı.le cı.l ilenler, d ü n olı.luğu gihi bugün de gerçekten eski İ ngil tere' n i n matom ho� gü­ rüsüzlüğü ve ser ı l iğinı.le çok daha fazla ilerlemi� i nsa n l ı k seviyesi n ­ ı.J e n hul u n m a k tad ı r. Devlet i n s ı n ı rl a r ı içinde y e r a l a n h e r ı.l in mensuhu S u l t a n ' ı n m ü layimliğini övmektedir. R u m la r, Erme n i ler, Katolikler, halla yaha ncıl a r kendi kiliseleri ve okul i nşaatları, hasta­ ha neler için hu h ristiyan olmayan S u l tan'd a n yardı m talep ettikle­ rinde el leri ho� ı.lön memişlcrd i r. Ve hir s ü re önce S u l tan'ın yahuı.li cemaa t i n e okul inşa etmek ü zere toprak hağışladığı ve aynı zam a n ­ d a R u m rah ibelerine hayı r işlerinde k u l la n ma k üzere önemli b i r m iktar para havale elliği öğrenil m iş t i r. Evet, hatta isyan sehehiyle krize s ü rü klenmiş Ermen il iğe hile.Sultan, hugüne kadar Ermeni o ­ kul birliği "Miaızia/ Unt::ı·eitiıma " ken d i cebinden yıl l ı k olarak önem­ li m iktarda para yardı m ı ya pmak s u retiyle i naye t i n i esirgememiş t i r. Abd ülhamid ne m üsrifd i r ne de zevk sefa d üşkü n ü d ü r. O d i nlenme­ den gece gündüz çal ı�mı�t ı r ve o n u n yegane d i n lenmes i n i a ilesi, haf­ t a l ı k selam l ı k esnasında süslü ü ni fo rmaları içinde askeri birliklerin yan tara fında gözlenen genç şehzadelerle m ü n asebet i t eşkil etmekte­ d i r. Büyük ağır i� yükü ve çok yön l ü acı tecrühelcr, her ne kaı.lar o n u n hisleri n i b i r Bismarck gihi kaha, i nsanı h o r görme �ekl i ne dönüştür-


147 mediyse de, Sultan'ı bu arada ciddi bir halet-i ruhiyeye büründürmüş­ tür. Berard, "Sultan gön"inı1şte SO!,"iuk ve donıık, fakat yakın nıılnase­ bet içerisinde yıımuşak, samimi, sempatiktir! " diye yazıyor. Berard da, uzun zamandan beri Ü!;manlı tahtında böylesine kusursuz, ölçülü bir Sulta n'ın o turmadığını itiraf etmekted ir. Düşünü lebilen en iyi sıhhati yansıtan Sultan'ın sesi yumuşak ve rahat ve ses düşmesinin modilasyonları hızlı ve ifade dolu. Kısa bir süre Yıldız Sarayı'nda bu­ lunmuş olan İngiliz milletvekili Sir Bartlett şunları yazıyor. "Sultan uzun, geniş kollu, işlemeli yelekli hemen heme'!: A vnıpai bir elbise F:iyi­ yor. Yelei{inde zenf:İn işlemeli bir nişan vardı. Once sıhhatimizle yakın­ dan il!:ilendi ve bilhassa ojtlumun geçirdiifi kazayı sordu, yara izini bizzat inceledi ı•e kendisine Türk askeri doktorlarının yarayı büyük bir ihtimamla tedavi ettiklerini ifade etti�m zaman pek mütehassis oldu... Sultan bir seferinde kendisinin de aftır bir araba kazası geçirdiğini ve 20 dakika süreyle şuıırsıız kaldıi{ını ifade etti. Majesteleri, Rıımlar'ın bizi tedavi konıısunda verdii{imiz malumattan çok heyecanlandı, Ben Yu­ nanlı bahriye subaylarının bize pek iyi davranmadıklarını, bıınun dışın ­ da iyi şeylerle karşılaş11i{ımızı söyledim. Bu savaşın da güney do*1-t Avnıpa 'n ın lıer iki yeg<ine antislav f:iicünün zayıflaması için siirdürül­ düitünü ifade ettim. " TÜRK SAVUN KENDİNİ

Bu iyi Avrupa'da Krethi ve Plethi'nin hakkında kafa yordukları bir nokta olup, Sultan güya liberal kuruluşların tesis edilmesine kar­ şı motive edilmemiş bir isteksizlik gösteriyor. Sanki aynı tarzdaki problematik unsurlar, tereddütsüz Avrupa'dan alınıp şark çevresine dikilebilirmiş ve bu en küçük bir bocalama ve zarara yol açmamış ve sanki bütün deney değermiş gibi. Şark'ı tanıyan, Avrupa'da hiç bir surette her tarafta ve her 1aman devletlerin kuwetini teşkil eden şe­ yin Türk iyede bir parça lanma faktörü olduğunu, bütün cemiyetin de­ m o k r a t i k o rga n izasyo n u n B a t ı h ü r riyet i n i n k udsiye tl e r i n i gereğinden fazla taşıdığını bilir. Bunlar, bir kaç garip ve hayalperes ­ tin dışında, ü lke sınırları içinde h iç bir kimsenin arzu etmediği kud­ siyetler ve dikkat edilecek hususlardır. Milliyetçi düşünceye sahip birisi, şu a nda Avrupai anlamda "libara/ bir dönemin " olsa olsa çö küntüye götüreceğini çok iyi bilir73. Heyecanlı Jön Türkler'in ideal­ leri toplumun geniş tabakalarında yankı bulmadı. Ülkesinde bü­ t ü n üy l e d ü ş m a n u n s u r l a r ı ta r a fı n d a n s a r ı l m ı ş T ü r k ' ü n , Türkhanedanında milliyet ve politik üstünlüğün garantisini ve yeğa­ ne güvenini araf!lası ve bulması çok tabiidir. O halde Türk -Vambery ilave ediyor- idarecilerine bir baba saygısı gösterir. O idarecisinde yalnızca kend i halkının ha§ını değil, fakat aynı zamanda Allah'ın yer73

Karş. Vanıl'<.'1)'. Dcuısdıc Rıındschau, 1. 1 893.


Dr. l lan\

lt:\IHI 1( ı ,·r 1 >r.S.ÜNI .fi)

yüzünde tıir ıemsih.:is i n i !!ilrür. Eğer S u l t a n ve h ü k u m e t i rüya görenleri. Şark ı n �a r ı ları için tama­

m e n yersiz fantezilerin i gerçeğe akıarmak i s l ck� i ı l i � i n i giisterirler­

se, isabet ederler; hir�ey he�eyc uygun d üjıneı_ Tü r kiye"n i n durumu,

rcalisller ve rcal tıi r pol i ı i k:ı ister, t ı pk ı Sulıan ,\tıd ü l ha m id'in (çü n ­ k ü maari fi n can land ı r ı l ması da real tıir p o l i ı ik:ı d ı r ) � i m d i ye kadar ge ­ n i� kapsa m l ı ya pı ığı gibi. Z:ı m:ın her ıara fı a n yünden ı ehdiı lere karşı Osm a n l ı l ığ ı n derlen i p toplan ması ve silahlan masını, i m pa ra ­ ıorluğun yava� fa ka ı e m i n a d ı m l a rla İsl<iın d ü nyas ı n ın lidl�rl iği içi n gcli�ntcs i n i , dcvleı idares i n i n güı;lcnd i r i lm('sini. ıanıana uygun fakaı d ı �a rdan zorl; ı n ı l nı:ıya n. bila k is �;ırılara uygun reform ve iyileş ı i rm e ­ kri gere k ı i rnı 1..·kıl�dir. S o n s:ıva � ı a k i topra k kay ı p l : ı r ı Osm : ı ıı lı n ı n g ü ­ l'ii ne ha k i gl' I i rnwd i . Tam a ks i nc Vo ı ı d c r G lı l ı ı nı üsl ü m:ın ah;ı l ilkn 1 1..·�kil cd i k n l)rcJuyl:ı. sınırla r ın d:ı ha 1 1r11.:c <.h:\ ;'"ı �;i gc n i � l c m esi :ıra­ � ı nda pı.: k nı ü ıı;ı�chc ı olmad ı�ı i n a nc ı mlac.J ır. " B i r za ma n la r k.ı ı a .. \ v nı pa s ı n d a L o i n:\e k a d : ı ı i�g:il c l l i�i ı o p ra k la r ı �av u na mayan l ıı ­ '.· ı l ı crc· ıı i ıı tıaı!ıın .. 1 1.lı�ı m k;ıyhcı ınl·,i. Friı n�.ı · n ı n . 1 . N a polyon' u n �.•: : ı d i-. i n c

1 8 1 2 Jc n üfllx ve rdiği � ı n ı rl a rc.J a n \'al' geçmek m r u ml a k a l ­

ı ı ı : ı -. ı , ı-., cç'in B;ı l ı ı k Dl·n iı.i l'y: ı l c ı h : r i n i kayb(' l nıcsi \ e A l nı a nya'ıı ı n

k ı : ıl. ı arikatın ı n feti hleri nden va/' !!l' Ç n ı e k ı.o runda k a l ması, hu ü l ke­

krl' nasıl fazla ı.arar açmadıysa - bir zama nlar feı het t iği Tuna ü l kc ­ ı , r i n i t e k ra r kaybeden O.ma n t ı Dc\'lc l i ' n i n var l ı k yc ı e n q ! i

o ii lç ii d e

. ı .1 ı .ı ı t ı�ıl:ıl, i l i r. Her m i l leı, geli§mcs i n i n daha sonraki h i r <.liinem i n ­

,:,· r .•

ı.. u •. ' l.' I k n nw k ve clah:ı kliçü k

ı.. .ı r � ı

fakat d ü�man güçleri n hücüml:ırı­

J:ıha ıYi r:ı h k i ın cd i l m i § (sağlaın la�ı ı rı l m ı � ) h a k i nı iye ı

k ı ı r ı ı ı . ı ı.. ı ç i ı ı . ı : ı ı ıı : ı n i':ıın:ııı b i lhassa güçlü içgü d ü l e r t a ra fından s ü­

: ı : l dcıııni� \ l .! :l· ı -.l· k �'. uçlc rin s ı n ırları n ı a§m ı�ı ı r."

Von dn < i ı ıl ı ı . <.l ı� t a k i ü l ke kayıplarına kar§ı. Ahd ü lh:ı m id'in iç

rl' ı i h l c k i h . ı 1 1 11 � : ıy ı l ı r h;ı�a r ı l a r ı n ı güstermekı ed i r. S:ıdecc hugün k ü

d u ru m . � l ı > l i kl· · ı ı ı n Sıı l ı a ıı i l . M a h m u t ' u n ü l ü nı ü sırasında beli rgin

hiçi mdc ı : ı w i r l' l l igi c.J u ru m la k:ı r�ıla§ t ı rı lsın. O r.c1 man ü l ke n i n ya r ı ­ i " : ı n l ı ; ı l i ı ı d cyd i . H;li'i ne, tü k e n m i�t i , ordu h e m e n hemen yok l u . ı n ı ı .l.'. ıı n ) Rığı nısıı. \·aıli p r en s l e ri n e kar�ı l\fo l ı c ' n i n K ü rdisı:ı n 'da k:ı ­ t ı l . l ı f ı m u n ı : ı ı : ı ı ı ı �av:ı�l:ır a r t ı k s ü n.h'i rü l mcmekıcdir. Sultan isyancı ııı ; ı h ıyc ! c.Jl' ll k o r k m : ı m:ı k ı :ıd ır; Ul'Vlcl rica l i :ırasınc.J:ı k i i ı a:ı ı ü l ke n i n " " iin:ı ı.. o�l' l c r i ııc k ad a r m ii k cınmcld i r { l a md ı r ). E n güç l ü va l i de, ı,: ı , ı ı " i r dcvl<:ı ııw m u ru g i tı i h i r ı e lgr:ı f e m riylc ye r i nden geri çağrıl ­ ı ı ı a m : ı k ı : ı c.J ı r . S ıı l ı ;ı n Ahd li l h : ı ın id ' i ıı d ı,:vl c ı i ıı tı i r l i ği n i ıesis için en

hüyük b:ı�: ı rı l : ı rı s a ğl a d ı ğ ı in k;l r ed i l e mez. S u l t a n B a h - ı A l i ' n i n d i rc k ı -. ı n ı rl a r ı içinde. olag:ı n ii s l ü tı r r nıah:ırcılc, kcnd i s i n J c n ünce hemen l ı ı t, h i r p:ı<I i�:ı h ı n sa lı i p o l nıad ığı �a h s i güç elde el m i�t ir. Ş u ha lde l o p -


TÜl{K SAVUN KENDİNİ

1-'9

rak kayıpları, tabii ölçüde içdeki güç büyümesi ile dengelenmiş ol­ maktadır. Afrika'da Trahlus'tan Bingazi'ye kadar genişletilmiş hölgclerin Arabistan'da Asurve Yemen'in, ülkeye daha önceki aid iyeti çok şüp­ heli iken gerçekten ancak son zamanlarda ülke ile yeniden kesin o ­ larak bağlandıkları da unutulmamalıdır. 'Racc�liamou " (toplanalım) İtalyan politikacının sözü, sesi hugün ülkesinin sınırlarının çok ötesinde Mısır'da, İrnn'da, Hindis­ tan'da, Orta A"ya'da, müslümanların yaşadığı her yerde saygı ve heyecanla d uyulan reformcu Abd ülhamid'in kaderi (talihi) olarak geçerli olabilir. Şu halde halifenin çağrısının yankıları son bulma­ mıştır; eğer zaman aldat mai'.'\a, yeni güçlenmiş Osmanlı Devletinin kendine haset duyanlara ve düşmanlarına enerjik hir DUR" diye ha­ ğırac.ağı zaman uzak değildir. Bu dönemin başlangıcıyla il. Ahd ulha ­ mid'in ismi sıkı sıkıya bağlı olacaktır.

xxxıı. -SONUÇ Anlattıklarımızdan bir sonuç çıkaracak olursak -in§allah okuyu­ cu da aynı fikirdedir- aşağıdaki hususlarla karşılaşırız: Modern tarihte, periyodik olarak tekrarlanan Türk ta hrikinin, kitle çılgınlığı ve Türk devletinde hiç hir zaman bir "hrisıiyan mese­ lesi ' ' h ristiyanl:ırın inançlarından dolayı en küçük bir baskı ve taki­ be uğrad ıkları herhangi bir meselen in hiç hir zaman olmadığı, Ermeni meselesinin Avrupa tarafından suni olarak yaratıldığı, kaha­ ğın kendilerini hristiyan olarak adlandıran aslında politik savaş sa­ hasının sırtlanlarından başka hir şer, olmayanların ba§ında patladığı, "Ermeni " ve "Girit Katliamlarının 4 " kesin olarak masıım hrisıiyan ­

ların klyfl ölcliirülnıeh•ri olmayıp, aksine ihtimamla Jıazırlmınıış iyi or­ ganize edilmiş, çok şiikılr ki bastırılmış isyanlar o/dıık!ı, hemen bütıln Ang/o-Rum l'l' Şark menşeli di*er basın haberlerinin İngiltere 'nin çı­ karlarına u�·dunılmuş haberler oldııf.."5/' ve bunların Ermeni ı•e Yunan yanlısı hareket etlikleri gibi, İnf:iliz parası olmaksızın dünyanın yarısını ayağa kaldıramayacakları, Türkiye 'nin yıllardan beri, Hrisıiyanlık ı•e İ­ sa adına her zaman ekonomik olarak Su/lanın ıilke/erini sömüren 11 cuz enırika politikasının kurbanı oldujfıı, Hrisıiyan ıebayı meslekleri geref.,'fi lalırik eui{:i, onları adil yönelime yabancılaştırdıf..'ı, muhtelif i­ nançlar arasında barış ı•e birlif.,'in hüküm sürdüğü yerlere nifak 10hımı 74

Lcpsius'un "a.g.e.", s. 1 1 7 ile ka11ıla�ıır: "Avrupa poliıikası" Ermeni M1.-scle­ sini çıkarmadan önce, bi1J'.al Ermenisıanda btiylc bir mesele yoklu.


Dr. Hans IlARTH(Tcr.Dr.S.ÜNLÜ)

150

/arı saçmasından daha haksız, daha aptalca ve daha ij7enç hiç bir şey yoktur. Türklerin millet olarak, devlet olarak saygıyı hak ettiklerini ele gördük. Hristiya n d ünyasında putperestler ateşte kı1.artıl ırken, Türklerin bütün fanatizmden u1..ak, hatta en geniş toleransı gös­ terdikleri Hristiyan tebaalarını hiç bir şekilde rahatsız etmedikleri, aksine onkıra, askerlik hizmetiyle mükellef olan müslümanl�rclan sağladıkları, (sözele) "Tı1rk boyımdunıf..'ımda " canlanan, Bab-ı Ali ta­ rafından azacl edilen (kurtulan) hristiyan azınlıkların bugün ümitsiz durumda bulundukları, Türklerin Şark için, Avrupa için politik ve etnolojik zaruret olduklarını, onların mevcudiyeti olmaksızın Av.­ ru.fla'nın gü neydoğus u nda s ürekli a narş i n i n h ü küm süreceği 5 ni Türklcr'in geçmişte ve bugün, insaniyetçilik hümanite ve eğitim muhtevası açısından başka her kültürle boy ölçüşehilecek kültür sa ­ h ibi olduklarını, kasclen bilmezlikten gelme ve kütü niyetliler tara ­ fı ndan aptalça tahkir edilen Sultan i l. Abclulhamicl'in en önemli devlet adamlarından, zamanımızın en yetenekli politik kafalarından hiri olduğunu -doğru yerele doğru adam olduğunu ela görd ük.- (Ma­ kamının tam adamı) Sonuç olarak temennimiz -mert Osmanlıların Alman yardımıyla maliyesini düzene sokması ve hemen tamamen vergiden muaf ve ge­ ne de çoğu vergi verecek güçteki Hristiyan tcbayı- ki bunlar mali ·imk:'in bakımından bütün Avrupa devletlerinden çok daha iyi du­ rumdadırlar- eskisinelen ziyade devletin yüküne koşması -devletin en sağlam desteği- m ükemmel Türk, daha doğrusu Anadolu köylü un­ surunu ekonomik ve sosyal açıdan kuvvetlend iril mesi onları uygun kanunlarla Hristiyan tefecilerin pençesinden kurtarması, onların i­ çe ve dışa (karşı) daha az hoşgörülü olması içte, hrisı iyanlara, kanun karşısında müslümanlarla eşitlik bahşetmesi, yani hristiyanların sa­ hip oldukları inanılmaz (akıl almaz) özel hakları sınırlaması, dışta ela konsolos ekonomisine ve ka pitülasyon sızlanmalarına bir son ver­ mesi -d ini anlamda söylemiyorum- " azınlıkları · · Türkleştirmcsidir ki hu Osmanlılığın yükselen inkişafı, onun manevi ve ekonomik rö75

Türk hükümctinin, bütün eksikliklere r;,ğmcn, te1.at lan yumuşat maya ve değişen tercih ve ihmalin başanlı (maharetli) bir sistemiyle milli rekabet patlama­ lannı engellemeyi çok iyi lıaşardığını itirar etmek liizım. Ilclki lıaşka hiç kimse bu zor vaıircnin mutlu şekilde üstesinden gelemez. Ilu da onlann adaletinde yer alıyor. Türk hakimiyeti bugün bcrtarar edi lecek olsa, (o 1.a man) başlayan ırk mücadelesinde, ilgili milliyetlerden biri veya diğeri yok olacaktır. Ancak şimdiki ılurumıla bu azınlıklar mL-vcuıliyetlcrini sürdürürler ve yanyana yaşa­ yalıilirlcr. (Fr.V.D. Goltz,

Ausnug nach Mazcdonicn).


TÜRK SAVUN KENDİNİ

151

ncsansı karşısında hiç de i mkansız görünmüyor. Fakat biz Türklere herşeyden evvel zaman -birkaç hafta veya ay değil temenni ediyoruz ve o zaman (Bismarck'ın isimlendirdiği gibi) beyefend i (asil) m illet, bütün iftiraların aksine medeniyetin zirvesinde bulund uğunu göste­ recektir.


BİBLİYOG RAFYA 1 . Amicis, Ednıonelo ele:

2. Bisman:k,

3. Gol l z,

Coııstuntinopolis,

O l lo von: Nene l'reie Presse,

1875. 10 August 1 897.

Pascha von eler: Anatolische Ausnii�e.

4. Körtc, A l frcd : Anatol isdıe Skizzen, Bcrl i n

18%.

5.

Lc p:-. i u s . Joha n ncs: Arnıenicn und

6.

M ol ı k c . H c l nı u ı rn n : Hriefc mıs der Tiirkei,

7. Sıarfaglio. 8. Sta rk,

i l:

Eel u:ırLlo:

Europa, Bcrl i n 1896.

l .cnıııte, Tre,·es

1836-39.

u ıı d l\lailand,

Narh dem G rit•l·h ischen Oricııt.

1821.

Hcidclhcrg 1 874.


Iİ A ( il',.clıl'r, I03.

,\. Va,,allo. 'J4. ı\lxllilıııct·iı. 72.

t\houı, t.3, 8 1 .

ı\chillc hıaari. 56. Adana. 27. 2'!, 2'J. ı\Jolf lfossi. bO . 70. ı\dri:ı. 1 1 . i\fı,:an, J 4ıi. ı\lrik.a, Hl, 7.l 1 4'J. ,\l\'onkarahis;ır, 4 1 . ı\•fn. 2<1. Afımcıl ilin Yahva. 1 20. ı\hmcJ, 1 0 1 . ı\kılcniz. 1 40. t\k.his:ır. 28. Aksaray, itl i , I O<ı. ı\lbay Bl·nct, S<ı. ı\llıiım, 1 3. 22. :\5. ,\lfoıNı Karr. 51i. ı\lfrl'll lo.:iirıc. 3'J. ı\li Cclchi, 1 2 1 . Ali ıl111ı}': �a. U2. Alı VL'Y''· 1 �o. Alk.:ıins. 1 22. ı\ll:ıh. 1 4 . 1 6, 1 8, 20. 7'J. 'J3. ·

'J4, 1 05

Alııı:ın .

1 4 , 70, 7h. 8 1 . IU, 92. 1 07. 1 1 4. 1 25. 1 27. 1 28, 1 29, 1 :\4, 1 35, I Jtı. 1 3.ı:ı. 142, 1 50. Alıııaıwa. 1 2, 1 3, 1 4. 55, 73, . '1 7. Aıııasva. 20. t\ıııcrik:ı, 1 9. 20 , 4 7. 48, 73, 7ti, W'J. 1 1 5 , 1 38. ,\ıııcrik:ın. 22. 23. 37, 5 1 . ı\ıııiral WL·rııcr. h4. Anadolu. 1 2. l 'J. 20. 3S. 3'J. ·111. 4 1 . 4 2. %. '17. '18. •J<J, ıoo 1 115. l '.\ı•. 1 37. 1 4 2.

Anakrccın. 1 22. Am:ona, 1 1 . ı\mlra,,i, 8 1 . AnJrcıs, 87. ı\nckrl'on. 1 1 9. ,\nglo l '.rıııcni. 27. Ankarn. 4 1 , 1 04 . Anll'p. 37. ı\ntoni:ı Nagucz, 74. /\pik. 26. ı\rahi�t:ın 1 49. /\rap, 78. ('>2. l ıl l . 1 03, ı ....., ı ,

1 22,

1 23.

l41.

ı\rapç;_ı, 1 1 7, 1 2 1 . ı\raplür, i l•. ı\raplar, 1 1 7. ı\rhucz, 7-1.

ı\rizon:ı. 53. ı\rıııcnia, 55. ı\ı ı i ıı, 87. ,\Mır, 149.

N D E K S

.\.w:ı. 1 2, 72. 1 4 1 . t\tlıanas, 1 17. Aıina. 2 7 . 4 7 . SO. 5 1 , 57. <ı9, 1 1·1 . ı\\nıpa, 1 1 . 1 2. 1 3. 20, 24, 25. 32. 4 1 . 43, 47. 48, 50, 52, ı.2. 64, 6.'i. 7 1 , 85, 89. 92. 94, 95. 911. 99. 1 0 1 . 103, 107 , I O'J, 1 1 0. 1 1 3, l 1 4 . 1 15, l l ti, 1 1 7. l l 'J. 1 20. 1 22, 1 23, 1 24, 1 29, 1 3 1 , 1 12, l'.'4, 1 35 , 1 36, I J7, 1 3'J. 1 40. 1 4 1 . 1 42, 1 47 , 1 50.

Avrupalı, 8'1, 93. 96, 1 12. ,\vusıııralva. 1 27. t\vusturv;i, 50, 7t>. 8 1 . ı\yasory:ı, 1 4 1 . ı\ydııı, 107.

llriı;antagı;iolıır. ti2. llriganıcn, 1 37. Brion, 50. llriıanva. 54. Bulg:ıı'. 1 2, 40, 1 28, 1 3'•. Bulgaristan. 42. ti3, 98. IJurcldıarJt, 1 1 . Bursa. 1 18. Biiyiik. B rit a nya . 74. Biivlik. Frcdcrik.. 77. llyron. 54. C

Cahallcro, 74. Cal:ıı:ılimi, 6 1 . C:ımorl;ır, li2. Capri, 1 40. Cıırlino, 60. B Cavaloııi. 86. Ceneviz, 87. Ba�daJ, 78. CcnL"Vizli, 85. CcnL"\'rc, 27. 311, 3-1. Balk.an, 1 2, 1 28. Cl•sar, 78. IJarlcı ı , 1 47. llarsclona. 1 6. Ccz;ıyir, 76. Chıımh..:rlain, 72, 73. Bavyera. 52. llaycı.i<I. 3 1 , 'JO, 1 0 1 , 1 06, Chianchahilla. 57. 1 1 9, 1 20. Chumur.".is. 63. llak.i. 1 20. 1 2 1 . Cianc:ıhilla. 57. llcııconsficld, 70. Cipri:ıni, 56, 57, <ıO, 6 1 . llcl'l'I. 1 1 2. Cizvit, 1 7. . llcck. 82. 1 03. Cont:ıntinopoli (lsıaııbul), 89, 1 05. Belçika. 1 3, 54, 75. Belçikal ı , 76. Corricrc dclla Sera, 6 1 . Bcnı, S i . Corıcz, 74. Crispi. 55, 1 0 1 . lkrarJ. 1 47. lkrhcri. 74. Curmn, 48. Bcrlin, n. 35. C\'kladcn. 87. llcmanl Von Clırirvamc, 1 7. Cimıs 1 lamlvn. 22. 24. lkrn c lıl . 1 5 . lkrtct, li l . Ç lkydl'h:ı, 1 1 8. llL'VO�hı. 1 1 3. Çar Nik.nla, 1 34 . Çin, 71i. llifgc Sulıan, 1 1 7. Bingazi, 1 49. D IJirlc�ik l>L"Vlctlcr. 13. Bismıırk.. :Vı, 62, 70, 9 1 , l 1 0, . 151. Danatlıan. 35. Bitlis, 20, 27. 28, 40. Danid, 2'J. DaviJson, 73. Bizanslılar, 6<>. nocrlcr. 72. [);ıvut l'a�:ı. 4 4 . De ı\nıicıs, R'J. <)(), "2, 95, Bo ıız: 1_37. Bo şazıçı. 1 06. 1 05, J Otı, 1 1 1 . 1 1 3. Boı;Jan. 80. Deli Biradl'r. 1 1 8. lkrııhurg. 83, %. 98, 1 110. Bo !ıcnıyah. 78. . 1 0 1 . 1 37. Boıtschdl 1 , rOSL-sı, 74. Diyarh:ık.ır. 20, 2R, Yı. llologn_a, liO. Dol,rucıı, 42. 98. Boncı ıı. 'J5. Donıok.os. 58. 60, 1 28. Borjiya, 78. Bosna, 98. Dr. Kiirthc. 1 2, 1 7. Boston, 22. Dr. l�:ıdc. 1 7. Bayer, 54. 58. Dr. Sıark., 'JI . ·

·


Gana, 74.

E

Ganj , 73.

E . Mvgind, 53.

Ebu Gyyubi, 106.

Edirne, 1 04. Ellak, 80. Ege, 63. E mont About, (j2. E - Hakim , 103, 140. El-Ucsıami, 1 1 8. Eldorado, 75. Emcviler, 7 1 . Emine Samiye, 1 16. Emine Valıidc 1 1 6. -l Enver Bey, 13.ı:. Epir, 49. Ermcni, 9, i l , 12, 1 3, 1 5 . 16, 1 7 , 1 8, 19, 2 1 , 22, 23, 24, 25, 27, 28, 29, 31, 34, 35, 38, 39, 40, 4 1 , 42, 43, 44, 45 6, 54, ı. H3, H5, 86, 9 1 , 1 00 1 .ı;ı,, 1 27, 1 36, 1 46, 1 49. Erm.-st Renan, 83. Er.ı:urum, 20, 28, 3 1 . Eski§clıir, 4 1 , 98. Ethem Paşa, 52, 1 30. Evliya Çcfebi, 1 04, 1 2 1 . Dcrb urg, 83.

f

F EV. Löhcr, 88. Falkncr von Sonncnburg , 1 29, 1 30, 1 3 1 , 142. Fars, 1 0 1 , 1 23. Farsça, 1 17. Fatih Sultan Mchmcd, 78, 79, 80, 106. Fatih, 1 0 1 . Fatma Al iye, 1 1 4, 1 1 5 . Fatma Falıriinnisa, 1 1 5. Filipinler, 1 5, 74. FinJevsi, 1 20. Fiskus, 1 1 . Fitnat, 1 1 5. Floransa, 56. Fonos, 1 34 . Franccco Callis, 74. Francesco Gava, 74. Fran kfurt. 26. Fransa, 1 3, 54, 1 25, 1 27, 1 34 , 1 45. Fransız, 34, 52, 73, 76, 95, 1 1 4, 1 36. Fraııi, 58, (,0. Fricdrich, 129. f7uad l'aşıı , 95. FuzQli, 1 20. G

G. Molas, 74. Galata, 33, 79, 1 1 3. (i;ılaıasaray, 1 25.

Garıbaldi, 1 3, 19, 49. 56, 57, 58, 59, 60, 69, 1 3 1 . Garo, 33, 35. Gat ıorno, 59. Gaziantep, 3 1 . Gennadios, 79. Gcorg, 53. Gcorgcs, 28. Gctlach, 1 0 1 . Germen, 16. Gcrmcnicus, 58. Giordano Uruno, 103. Girit, 1 2, 45, 46, 47, 48. 49, 5 1 , 61, M, 65, 7 1 , 77, 87, 88 1 36, 1 49. Gladistone,9, i l , 1 2, 1 3, 25, 33, 50. 59, 7 1 , 75,83,84, 1 0 1 , 102 1 17, 146. Goblct, 55. Goltz, 22, 88, 92, 93, 96, 97, 100, 1 24, 1 26, 128, 1 211, 1 30, 1 32, 1 3<>, 137, 1 38, 1 40, 1 42, 144, 145, 1 48, 1 50. Gordyaer, 27. Gran. 92. Grivas, 63. Grumhkow, 82, 130, 1 3 1 . 132, 1 34, 1 45. Guantanamo, 75. Guatıclli, 81. Guiscppc, 58. Güney Afrika, 72, 73. Güney Amerika, 74. Güney Avrupa, 1 1 1 .

l lcrold Frcdcric, 1 9. 1 Icsiod, 1 22. l lcybc t t ııllah 1 )anını, 1 2 1 . l lınçak t:rnıeni, 10. 1 l ı n ak. 2 1 , 22, 23, 25, 28, 29, . 1, 3 1 , 33: l lırvatlar, 40. l limlikuş, 53. • li nd i stan. 1 3, 5.J, 72, 7:'. 86, 103, 109, 1 1 9, 1 -19. I-linllilcr, 72. Honııııer, 1 22. Hondurakis, 48. 1 Jonkong, 75. Horas, 122. Hraatı;ch, :n. 3.J. Huron, 108. Hz. M u lıaııııııed, 77. 7'J, 92, 140. llz. Musa, 94. 1 iz. Omcr. 7H.

j

1 1. Sülcvnıan, 1 20. i l. ı\lxl iilhanıid, 1 02, 1 23, 1 27, 1 29, 1 35. 1 39. 1 44, 1 45, 1 46. 1 48. 1 49. i l. Ahmed, 1 04. i l . Fcnt iııand, <j3, 74. il. Malınıııll, 1 48. i l. Mustafa, 71, 104. i l . l' i u s, HO. i l . Selim, H7, 1 04 . i l . Siikynıaıı, <ı4, 80, 1 04 , 1 1 r. i l . Talcr, H<ı.

1 1 4, 1 43, 1 50.

1 03,

il. Wilhelnı, 130.

11 Hacı Kalfa, 1 2 1 . Hacı l'ıı;ı:ı, 1 2 1 . Hacı Stııvroz, 137. Hııfız, 1 2 1 . 1-lııik, 24, 25. l 'a�kı l'ıışa, 1 32. l lalıç, 1 04. l lalifc Vel i d , 1 40. l-Ialili,1 20. Hamdi B ey , 1 26. Ha md i l'ıı!iiJ , 27. 1 lııınlen, 30. llanımer, 80. "I O l , 1 03, 1 1 7. 1 20, 122, 1 27, 1 40. 1-lanı!'mrt.zun, 27. HannU§, 36. 1 lanotaux, 17, 25, 30. 1 larpııgon, 1 1 1 . l-larput, 20. Hasan A a. 32. l lavanıı, ı4. l-lcdink, 27. 1 lellw;ıld, 8 1 , 82, 103. llcrmann Schcrcr, 83, 9 1 . 97. l-lero Gcorgi, 137.

i l i . Ahmed, H l , 1 2 1 , 1 06. iV. Alcx.\ander, l l 'J. iV. Murad, 1 20.

İ hralıinı Pa�a. 78. ln gi li z pol i t ı kası, 1 0. lngiliz, 1 4, 1 8, 20, 21 , 34, 36, 37, 50. 5 1 , 53, 65, 68, 70, 72, 74. lngilt erc, 1 2. 1 4, 1 7, 1 9, 32, :n. 7 1 , 72. 73, 1 27. frnn, 1 1 9, 1 2 1 , 1 22, 1 46, 1 49. Jskoçya. 20. i spanya, 109. 1 1 7, 75. lspa_nyo l. 54, 74. fsraıl, 30, 44. fst:ınhu l Bo�azı, 82. lstanhııl. 24, 30. 34, 35. 3'J, (ıfl, 78, H7, 90, 'J2. 1 0 1 , ı o.ı. 1 05. 1 25, 1 26, 1 27, 1 38, l .J I , 1 46. fsviçrc, 1 3, 4<ı. 54, 72. ltalya del ıxıpolo, (ı0. (talya, 1 3. 55, 67, (ı8. ltalyan, 76. H l , Hti, 'J5. 1 0 1 .


) 30, 1-19.

lzmir,

141.

M

J Jamson, 72. Japon, 76. .la ıonya, 1 39. Jo ın llull, 9, 1 3,

\

Jüstinyen, ı04.

1 7 , 1 9, 73.

Macar, 8 1 , 145. Macaristan, 104. Machiavclli, ı 9, 56. Madam dö Scvi !j!! C, ı ı 2. Magdcburg. 1 5 , t'J. Mahmud, 1 0 1 . Makbule Leman, ı ı 6. Ma kedonya, S 2, 66, ı 38,

ı 42.

K Kapu z i n, 2 1 . Kara M ustafa Paşa, 80. Kar da , ı 08. Karadaı;lı. 37. Karadeni7., 1 04. Karatodori, 87. Katolikler, L I .

a §

K.ayzcr, 71, 79.

Kımıs Arlin, 4S. Kcm!il Paş:ı, 1 2 1 . Kıbrıs, 8 1 . Kızılderili, 74. Kipriyani, (ı6. Koç kıl , 29. Komp, 58. Kongo, ı s, 7S.

Korkud, ı 20.

Kossuth, 8 1 . Königgrartz, 1 44. Köprıil ü, 82, ı 04, l ıo. Körte, 83, 88, 96, 'JS, ı oo, I OS. Kral Otto, 62, 63. Krcthi, 1 47. Krczus, 136. Krüger, 72. Kmfüs, 26, 52, 78, 8 1 , 83. Kumk.ı rıı, 22. Küba, I S , S4, 74. Kübalı, 1 1 0. Küçük A�ya , 92. Kürdistan, ı 48. Kürt, 1 6, 23, 27, 32. Kütahya, 4 1 .

L L. Mas, 74.

1 ,a Fon t a i nc, 1 2 1 . L arissa

(Ycni�chir),(ı3, ı 2R

1 3 ı , 1 32, 133, ı :w .

Umii,120. Lehleri, 137. l.epsiade, 39. Lcpsius, 1 0, ı 4, ıs, Hi, ı8, 38, 7S 1 1 7, ı 27, 1 49. ı ,cyla İ,j a nım , l ı s . Lol.:man, 1 7. l .ondra, 9 , 2 ı , 22, 27, 30. L ord Strat ford, 72. Luther, 1 4. l .übnan, S2, 84.

Mak.� ima Gomcz, 7S. Malaxa, 61. M ıı n i l a . 1 6, 7S. Man§ Deni7.i, 9, ı 2.

Marquiz l'aolucci, SS. Mars;ıla, 6 1 . Marsilya, 30. Marsovan (Mcrlifon), Mart i n us, 1 4. Marus i , 87. Maurocordato, 87. Maurogoni, 87. Maximılian l lan.lcn, 18. Medine, ı o.ı. Mehmed l liisrcv Paşa , l Mekkc, ı o4. M c l g u i s.ı . 74.

Mclihi, 92. Menandcr, ı 22.

Mcntana, 6 1 .

Mısır, 1 0, 7 1 , ı 4 9. Mısırlı, 87.

22,

Mila no, S I , SS. Mimar Sinan, 104. Minos, 49. Moccnni, SS. Molla 1 ıüsn.-v, 1 ı7. Mollke, 17, 27, 43, 4S, S4, 86, 90, 9 1 , ıo2, ıo3, 1 09, ı ı o, 1 3S , 1 42, 148.

Monte Carlo, 95, 139. M ontj ovi c h , 63, 74.

Mr. Rcanals, ı8. M uhiddin, 1 40. Murat E endi, 1 1 , 37, 44, 89, %, 'J'J, 103, 108, I O'J, 1 1 1 ,

f

1 1 2, 1 ı 7. 1 2 1 .

8ı .

M usurus, 87. Mutcnneb"i, 1 2 1 . Muı.affcr Paşa , 81. Mygind, 138, 1 39.

N Na mık Kemal,

121.

Nlihi. 1 2 1 . Nliimli, 1 2 1 . Ncfu� Meııclik, 54. Ncgropont . 63. Nc mes i s, 1 O. Ncron, ı s .

Ncw York, 2 1 , '.'O. Nicola, HiS. Nict7.che, 14. Nigar l Ianım, 1 1 5. Nil, 73, )1)4.

O. llrandcs, 12. Odcasa, 30 . Op io n ia nc, 59. Orhan, 103, ı 1 7. Ort a Nrika, ?:\. Orta Asya, 1 49. Orta Doğu. 87, 94,

107.

ıoı , 102,

OsmanNOma, l ı 7. Osman Pa�. 106, 1 28. Osmanlı, 10, 1 l, 1 7 , 27, 28, ı o. 33, 37, 43, 44, (ı6, 78, 81, 82, S, 86, 87, 89, 'J I . 92, 93, 96, �. ı oo. ı oı , 102, 105, 1 07, ı os, ı ı 2. l 1 7 , 1 1 8, 1 22, 1 26, 1 29, 1 32, 1 36, 1 39, 1 4 ı , 143, ı 44 , 145, 1 48, ı 49, 1 50.

Mihri,ı20. Mikado, 76.

Mustafa lky, 1 32. M ust afa Celaleddin

1 34, ı sıt

o

a

Mara�. 3 1 . Ma r l , :W.

31.

Napolpın, 57, ı 3 ı , Nauplıa, ı 3'J. Naxos, 87. Nazmiı;ıde, 1 2 1 .

Paşa,

Padua, 87. Palamidi, 1 39. Panama, S4, 1 36. Papadııpolus, 56. Paparigopulos, 56. l'aris, 45, S5, <.O, 1 39.

Parmintcr, 76.

Paros, 87. Pastiir, ı s . Paul, ı 39. Pauli, 88. Pera (Bcvoğlu), 89. Pctcr, 1 3'1J. Peter-Pa ul, 76.

Pctcrshurg, ı 3, 95. Photiadas, 87. l'indon, ı 22. l' i r us, 82.

a

Piı.arro, 74.

l'lautius, ııı. l'lcthi, ı 47.

Plcvnc, ı 28. Po lonyalı , 8 1 .

Prens Odcscalchi, SS. Pri7Icnd, 1 32. Procopclli, ı 04. Prof. llrunhofcr, 72.


l'rusva, 100, 1 29. l'unicr. 1 4 4 .

Sivrihis;ır. 4 1 . Smolonski, 70. Sobicski. 102. Sokolhı Mclımed l'a§o". 104. Solon, 1 36. Sıanhulow. 74. R Llndau, 90. Sıanky. 1 5 . l�agus.o;a, 1 1 . Rasıibnııch, (.S. Sırcol.;er. 1 :\0. Rı:mziyc, 1 1 6. Sulıan t\h nıl·d. 104, 1 4 1 . Sulıan t\l;icddin l lan, 105. Renan, 1 39, 1 40. Resul (Hz. Mııhammcll), Sulıan Mahmud, 1 07. 93. S u l ıa n Selim, I()(;. Sü hL')'l i , 1 2 1 . Rhodcs, 72, 73. Sü leyman , 94, 106. Ri cciol i , 60. Süvcyş Kanalı, 1 04. Robcnson, 78. Rochdord, l l , 54. Rodezya, 74. Ş Roma, 40, 45 , 55, 58, 74, 77, hda, 1 1 5 . 92, 95, 103, 1 1 7, 1 22, 1 33. 111.adc Cem, 1 1 'J. Romalı, 91 , 1 02. h1.adctıaşı. 106. Romanya, 99. lczya. 'J2, 1 1 O. Romenler, 65. Romrcx 140. T Roıschild, 26. Tarascon. 6 1 . Römcr, 26. Rum, 1 1 , 1 3, 1 6, 1 8, 83, 85, Tarsus, 28. 86, 87, 9 1 , 1 26, 1 27, 146. Tartarin, liO. 6 1 . Tat a r, (j5, 68, 92. Rumeli, 42, 98. Rus, 1 3, 72, 98, 1 04, 1 28. Teodor, 1 7. 143. Tercn ıius, 1 22. 'foo;clvıı. 27. 49, 52, 57, 64, H.usya, 3 1 , 44, 8 1 , 99. 65, 1 28, ı :n, 1 34 . 1 35 . 1 3'i. RüMcm l'aş;ı. 44, 8 1 . 1lıermopylcn, 56. s 1lıomas, l 1 3. 'I}ı üringcn. 92. Sadcllin, 1 20. 1 ıhcr, f2. Sadık l'a�. 8 1 . Tillis, 30. Safive Z.ah illc, 1 1 5 . 'l"illi, 79. Timl'!I Nehri. 1 2. Saiı"Muhanınıcl, 1 2 1 . Samsun, 20. Tomnıaso Ao,cheri. 74. Sana Dağı. 80. Torero. 74. Sanı iago, Hı. Torgucnıada, 74. 75. Sappho, 1 22. Trahlus, 149. �aro�nya, 55, 86. Trabzon, 20, 27. Sasan, 86. TFansual, 1 1 . Sason, 27. Transvaal, 33. Sca rfog l io, 1 30. Tribuna, 63. Schercr, 84. Türkmcn, 1 1 7.

Scbasıiano Sungcr, 74. Seccolo, 58.

Sclanik, (.S, 1 29, 138. Selahaddin Eyy u bi, 78. Selçuklular, 105. Sclım, 1 0 1 . Sırp, 136. Siliırya, 75, 76. Sicilja, 55, 99, i l 1 .

Silvan, 36.

Silvia Pellicc, 75. Sivas, 20, 28, 3 1 .

u lJlk, 5'J. Uhıdaı'!. 1 1 7.

Urfa, :18. Ü

Üsküdar, 'JO.

v Va m hel')'. SH. 93, l l · t 1 1 6, 1 1 3. 1 1 7. 1 22. 1 24, 1 25. 1 40, 1 4 1 . 1 42, 1 47. Van. 1 8. 20, 32, 40, 82. Vasi Ali, 1 1 8. Vaul...: n , 1 2 1 . Venedik, 5 4 , 87, 1 08. Vemnes. <.O. Vicıor lkr.ırd, 5 1 . Victor l l ugo, 1 2 1 . Villa Glorı, 6 1 . Virgil, 1 22. Vi}'ıına, 45. Volga, 1 04 . Von Falkncr. 1 33. Von Sıcııcn. 133.

w Waladıic Biilgl-si, 82. Wl-sncr, 37. WL-vkr, 74. Willıclm. 1 8, 48. 5 1 , 1 44. Willianı, 1 8. 3<1.

x X l l . Kari, 8 1 .

Y Yahudi Miguez, 87. Yahudi. 1 1 , 26, 4·1, 4<>. 63, 74. 77. 85. 8'i, 87, 9 1 , 'J3, 1 27. Yanva, 8 1 . Yarf,av Mahmul, 1 3 1 . Ycml·İı. 1 4'J. Yeni�chir, 57. YenkCl', 1 11 1 . Yıldız Saravı, 1 47. Y u na n l ,;ırİsha. (.8. Yunan, 44. 45. 4ti, 50, 52, 54, 56, 57, 63. 65, '"'· ,,7, 69, 70, 7•), 8 1 . 82. 'J l . 1 02. 108, 1 1 7, 122, 1 3 1 , 1 32, 1 33, 1 34 , 1 36, 1 37, 1 39, 140, 1 49. Yunanistan, 48, 55, 62. Y un an l ı , 40, 54, 58, 59, 6 1 , ı3, 64, (İ(j, 82, 83, 100, 1 3 ı .

z Zeki l'aşa. 43, 1 24, 1 26. ZL')'ncp. 1 20. Zcyıun. 28, 31. 32.

Zire, 28.

Zuhı. 7-'I.


T Ü l� K I>ÜNYASI YA )"I N LA R I

.

.

LiSTESi

AR,\ ŞTIRI\tlALARI VAK FI


T Ü RK D Ü NYASI ARAŞTll{J\1Al.AIU VAKFI YAYIN LİSTESİ l lasan ORAi .TAY. KAZAK TÜRKÇl�Sİ SÖZI ,ÜGÜ . . . .. 3.000 TL ı.ı Pror. Dr. Fanık SÜMER. SELÇUKLULAR DEVR İNDE M İ LLi �TLERARASI BİR TÜRK FUARl .... 1.500 Ti ,. 16 l'rof. Dr. A Mec i t DOGRU. YUKARI KÜR BOYLARININ YER ADLARI ÜZERİNE BİR AJ{AŞTll{MA ... 750 Ti 18 I Iaxri nAŞBUG. AŞ İ R ETLER İ M İ ZDE AT K ÜLTÜ R Ü ...... 500 TL. 19 Mii§ICrck E�cr. . . . SOSYAi , SiY/\SETiMiZDE YENi BOYUTLAR ..2.250 TL. 21 Prof. Dr. Sacid ADALI. D/\IIA İYİ l I İ ZMET GÖRME AÇISINDAN KATILMALI YÖNETİM .. 3.000 TL. 22 Doç. Dr. Cl.'Vılcı KÜÇÜK. OSMANLI DİPLOMASİSİNDE ERMENİ MESELESİNİN ORTAYA ÇIKIŞI . . 3.000 ' 23 Mü§lerek Eser. SENDİ KAL M ESELE LER 2.700 TL. 24 Prof. Dr. Mehmet ERÖZ. ATATÜRK, MİLLİYETÇİLİK, DOGU ANADOLU 3.000 TL. 25 Satıahat E M İ R KOMPOZİSYON YAZMA SANATI (YÖK TAVSİYELİ) . . . . . 3.000 TL. 2<i l'rof. Ik Anıiran KURTKAN BİLGİSEVEN. EGİTİM SOSYO.I İSİ ......... 3.000 TL. 27 Rotıcrt SAVY (Çı::v ireıı: Dr Yusuf ALPER). TARIMDA SOSYAL GÜVENLİK . . .. . . l .SOO TL. 28 l'rof. Dr. Zekeriya KİTA PÇI ORTADOGUD/\ TÜRK ASKERİ V/\RLIG ININ İLK ZlJ I IUllU ... 2.000 TL. 29 Pror. Dr. Turan YAZGAN. SOSYAL DÜNYE VE SOSYAL SİYASET ........ BASILACAK 30 Gürbüz ERSAN. TÜRKİYE'DE SOSYAL GÜVENLİK UYGULAMALARI . . . .. 3.000 TL. 31 Safa ÖCAL. DEVi .ET KURAN KAHRAMANLAR (Ertuğrul Gazi.ve I Iazircsinde Yatanlar) .. . 1500! 32 Gürbüz ERSAN. 1 50 SORUDA SOSY,ı\L SİGORT/\ ................. 1.500 TI 33 Ergun GÖZE. SORUHURMA .. . .. . ... 3.000. TL. 34 Ergun GOZE. PEYGAMBERİMİZ VE DÖRT BÜYÜK HALİFESİ .............. 1 .000 TL. 35 Prof. Dr. Turan YAZGAN. SOSYAL GÜVENLİK AÇISINDAN ZEKAT . 1 .000 TI.. 36 Prof. Dr. Turan YAZGAN. JAPONYA'DA M/\NEVİYAT EG İl"İMİ . . . 1 .000 TL. 37 Ya.�d. Doç: Dr: 7-.tynel �.hid.�n MAKAS, TURK M i LLi KULTURUNDE NEVRUZ. 1 .000 TL. 38 Necdet SEVİNÇ. ESKİ 'IÜRKLERDE KADIN VE AİLE . 1 .000 TL. 39 Hayri . R-'.\Ş!JU:G. YEZiDiLiK iNANCI . . 1 .000 TL.. 40 Doç. Dr. Mim Kenııı ! ÖKE . . MUSUL MESELESi KRONOLOJ iSi . .... . .. 3.000 'Il.. 41 l rof Dr. Amirnıı KUIHKAN ll İ I C i İ S J ·:VEN. ....

.

. . .

.............................

....

.

..

.

. ..

. .

.

.

..

•.

·

.. . . . .

.

..... . .

........... . . . . . . . .

. ....

....

'

.

.

. . . .....

...

..

....


YlJCiOSL/\VY/\'I >:\ Tl J I U.: Kil i , 1 Ü IÜJ 1 .000 TL.. 42 Çcvirı:n: D< >l:. Dr. l:ı:yııcp Ki ;ıUvlAN 1 877DE I W SLAR I N ASY,\ VE JUJ !'\1 1 ·. Lİ'DL YAl'TIKLı\ l<I M l :i'.:\ l . İ l\1 . .. 1 .lH)I) 'l .n Dr. llm ınir1.a f l,\ YT sovvı . rı .ı 'R'DEK İ Ti)RKLü(; t'JN \'I ·: isı .ı\ !'\f ! N B:\ZI l\ l l :sı : ı .ı -.ı . ı ·: ıli .\.(il�ı ı -14 l'rof. Dr. O rha n T Ü l < K D O(i A N . . . . .................................. . . . ...............

'

.

·

.

D l :(; i � M I

·-Kl)LTÜI{ VE SOSYı�I . c_;()Z(! l .l\I E

-15 Dcrlcvı.: ıı: f\.lıı lı i ı t iıı Nı\Lllı\NTO G I .U. ıoo r-.:ı İI .J ,İ l ' İ Y ı ;s ...... ......... 9.500 Ti .. 411 l'nıf.

Dr.

llahacddiıı

...

·

..

3.000 Ti ..

ÖCiEL.

TÜ H K Kili :rüıü)NÜN GI ·: Lİ�ME <,:Mi LAR I ..... 7.500 Ti .. 47 l 'rof. Dr. !'anık SÜMER. KÖ RO G I .U ............................... l lAS I L:\ C AK 48 llal i l AÇIKGÖZ.

İLM İ ı\RA�TI RMA Y AZil .ı\R I N DA UYULACAK ESASLAR . 500 Ti . 49 Ali 1 layd;ır llA Y ı\'l'. K E Ç EC İZA DE Ml;J IMET HJi\T l'/\�ı\ ................. 1 .000 Ti .. 50 l'rof. Dr. 1:.rguıı A YllARS. YAKIN T/\R İ I I İM İ/ . D J : AN:\DOl .lJ :\Y:\KI .A N Mı\l .Al< l .......... 1 000 Ti .. 5 1 l>n<;. Ik Tuncer G (J J .LNSO Y. ANADOl .l l'J)J\ T(l l U � DA!\l ( i ı\1 .:\1{ 1 . llAS l l .AC:\K 5� l\1ii�ll'rd 1 :,l'r, �I '. R İ Y ' J : SİCİi .1 . ı ·: ıli .............................. l li\ S I LI Y O R 5:\ J )o<;. Ik 1 '.yyiip ı\ KIH'E. hl .l '.TM l '.C İ l .İK Bİi .C i İ I .ERİ .......... ...... 3.ooo TL 54 M ii�ıerck l 'sl·r. . .

.

. . ........

TÜRK DÜNYAS I EDEllİYATI ......................... BASILACi\K

5.'i M ii_)lerck Eser.

. MU! l l M M E DEl·TERI ................................ BASILACAK 5<> l r��f. D�. Zekeriya KİTAP Ç I. .. . TUR KISTAN DA i LK MUSLUMAN TURK 1-IUKUMDARLARI . . . 2.000 TL 57 Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI. l-IZ. l E Y G AM l l EIÜN HADİSLEl< İNDE TÜl{K VARLIÔI .......... llAS ILIYOR � 8 Dr 1-Ians Bi\RTH ( Çeviri: Prof. Dr. Selçuk Ü N LÜ ) TÜRK:., SAVUN KENDİNİ 2.000 TL ' Prof. Dr. Anıiran KUJ{TKAN . SOSYOLOJİ K AÇIDAN TASAVVUF VE LAİK! .İK ......... 1 .000 TL. ' Ci. C. KAZA KBALASI. GÖÇ I EN SONRA ............................... 1 .000 TL ' F. KÜJ{ŞAT. M.I 1. ALTAN S. EGELİ. KIBRISTA YUNAN EMPERYALİZMİ ................................................... 1 000 TL Necd et S EVİ NÇ OSMANLILAR'OA SOSYO EKONOM İK Y Al'I .............. 1 .000 TL. (2 Ayda Uir - Yıllık 1 7 000 ) 3.0 ' TÜRK DÜNYASI ARA�TIRMALARI DERGİSİ ' Ti)RK DÜN .Y�S_I TAIÜ!·I DER_G İSİ .....(Ayda !4ir Yıllık 1 1 .000 . ) 1 .000 TL. ' TlJl<K MUSiKiSi KLASiKLERi D ER Gi S i .... (iki Ayda Dir - Yıllık 1 2.000. ) 2.000 TL ' TÜRK MUSİKİSİ KU\SİKLERİ DERGİSİ... .. (CİLTLİ) 13.500 TL ' T(jRK DQNYASI TAI<!H DERG!S! ............. : .... (CİLTLİ) 7.500 TL. ' Tlm K DUNYASI TAR i H D E RGIS l . (CI LT KAl AGI) 1 .000 TL. ' TÜ l<K DÜNYASI ARAŞTIRMALARI DERG İSiİ... (CİLTI ,İ) 1 0.000 Ti .. '

.

'

..

..

... ..

'

.

.

.

..........

'

.

.

'

.

.......

.

.

.

.. ......

'

....

1 ı ı ı fen öd em e l i teklif etmeyiniz.

'oıp;ıri� Teldonları: 5 1 1 1 0 06 - 5 1 1 18 33 l ' o ı,ıa Ad rcı; i : l'.K.'>4 - AKSARAY / iSTl\Nl l l J I .



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.