Hasan Tuncay - Ziya Gökalp

Page 1



ZİYA GÖKALP Hasan Tuncay

3.

Orta ve Lise

Baskı

öğrencileri için yardımcı

nitelikte

olan bu kitap, M. Eğitim Bakanlığı Talim ve Ter­ biye Dairesince incelenip, M0/12377 sayılı yazı ile, Tebliğler

Dergisinde,

ilgililere

duyurulmuştur.


TOKER «GENEL DİZİ» No: 48

ITTm BüYüK lDiP U!l.!J BüYüK SAiR 1

No.

11

'f TOKER YAYINLARI Yerebatan Çıkmazı

No. : 40/10 Tel:

-

İSTANBUL

22 11 23

8 Dizgi Baskı : e Cilt : Kapak Baskısı: e -

Serbest Matbaası Metin Mücellithanesı Çetin Ofset

1978


İÇİN D EKİL ER

Sayfa

Yayınevinden 6 7-9 Birinci Bölüm - Ziya Gökalp'in Soy Kütüğü 15-17 İkinci Bölüm - Ziya Gökalp'in Hayatı Ü çüncü Bölüm - Ziya Gökalp ve Dil 65-68 8 Ziya Gökalp ve Türkçülük 85 98 9 Ziya Gökalp'in Sosyolojisi 125 • Ziya Gökalp ve Ekonomi 134 Dördüncü Bölüm - Ziya Gökalp'in Makaleleri 136 • Umumculuk 140 • Yüce Ma hkeme • İktisadi Mucize 143 147 e Refa h Mı, Saadet Mi? Beşinci Bölüm - Türkçülüğün 151-156 Esasları - Türkçülük Nedir? 163 • Türkçülük ve Turancılık 169 � Halka Doğru 175 et Dilde Türkçülük � Estetik Türkçülük 179 • Ahlakta Türkçülük 190 8 Hukuki Türkçülük 212 214 e Dini Türkçülük S İ ktisadi Türkçülük 216 -221 O Siyasi Türkçülük 224 G Felsefi Türkçülük 8 Şiir ve Makalelerde Geçen 228 Kelimelerin Açıklamaları


YAYINEVİNDEN

Toker Yayınları, Türk kültür hazinesini oluşturan değerli şair ve ediplerimizi tanıtma görevini yeni bir eserin üçüncü baskısıyle sürdürüyor. Edebiyat tarihi­ mizle kopmuş olan kültür bağımızı onarmak amacı ile başlattığımız 100 BÜYÜK ED İ P-100 BÜYÜK ŞAİR dizimizin, bu on birinci kitabında sizlere ZİYA GÖ­ KALP'ı tanıtacağız. Daha önce yayınladığımız, Mehmet Akif, Yunus Emre, Mevlana, Süleyman Çelebi, Dede Korkut, Türk Destanları, Fuzuli', Karacaoğlan, Ömer Seyfettin, Meh­ met Emin Yurdaku l adlı eserlerimizde olduğu gibi, Ziya Gökalp'de de bilimsel bir iddiamız yoktur. Ama­ cımız yalnızca, genç kuşaklara, adlarından övünerek söz ettiğimiz, şair ve ediplerimizi, en önemli yönleri ile tanıtabilmektir. Bunu yaparken, Gökalp'ın eserle­ rinden örnekler sunulmuş, bunların daha kolay anla­ şılabilmesi için gerekli dipnotlar ve kitabın sonuna açıklamalar ekl enmiştir. Eseri hazırlayan, değeri i gazeteci ve yazar arka­ daşımız Hasan Tuncay'ı kutlar, kitabını ülkücü öğret­ men ve öğrencilerimize güvenle salık veririz. Saygılarımızla. TOKER YAYINLARI


BİRİNCİ BÖLÜM

Ziya Gökalp 1911 yılında Selani k'te «Genç Ka­ lemler»(1) dergisinde, Vatan neTürkiyedir ,Türklere , neTürkistan; Vaa t n büyükve müebbed bir ülkedir : Turan. diye yazdığı sıralarda, artık Osmanlı İmparatorluğu «İslamBirliği»ne sırtını dönmüş, yıllarca süregelen siyasal alandaki bu karmaşık düşünce karşısında azın­ lıkların bağımsızlık eylemleri, Avrupalıların emperya­ list emelleri, ülkemizin kalkınmasını köstekleyen ka­ pitülasyonlar, ( 2 ) Türklüğü ve Türk milletinin kültürü­ nü ve yiğitlik örnekleri ile dolu tarihini a kıllardan sil­ mişt i. Böylece «Hastaadam» (3) bir daha ayağa kal­ kamemacasına yatağa düşmüştü. Ziya Gökalp, «Hasta a dam » a en doğru teşhisi koyan ve Osmanlı İmpa ra ­ torluğu'nun tarihten silinip, yerine Türk milliyetçili­ ğini esas alan yeni bir devletin kurulacağını çok ön(1)

Genç Kalemler

:

Ali Canip ve Ömer Seyfeddin'­

in Selanik'te yayımladıkları dergi. (2)

Kapitülasyon

:

-Fransızca-

Bir ülkede

milli

ekonominin zararına, yabancı ülke, ya da ülkelere tanı­ nan ayrıcalık.

(3) Hasta adam : Rus Çarı II. Petro'nun Osmanlı İmparatorluğu'na verdiği ad. II. Petro, Osmanlı İmpara­ torluğu'nu yatakta ca n çekişen hastaya benzetmiştir.

-7-

------

-----


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

ceden sezen en büyük düşünce adamlarımızdan bi­ ridir. Ziya Gökal p'ın düşünce a lanındaki gelişmesinde kişisel nitelikleri kadar, aile çevresi ve içinde yaşa­ dığı Diyarbakır, Selanik ve İstanbul kentlerinin kültü­ rel birikimleri de büyük ölçüde etkili oldu. Batı kül­ türünü, öğrenimini Avrupa'da yapanlardan çok daha iyi öğrendi, anladı ve özümledi. Avrupa'daki yayınları yakından izledi. Sürekli ve düzenli çalışmaları ile ken­ dini yetiştirdi. Fransızca, Farsça ve Arapça dil lerini öğrenmeyi başardı. Göka lp gerek çevre sorunlarına, gerek yurt ve toplum sorunlarına gerçekçi gözlemlerle eğildi. So­ runların çözümlenmesi için olumlu görüşler ortaya koydu. Ancak yaşadığı çağa ters düştüğü, düşüncele­ ri, görüşleri ve eylemleri ile çağını aştığı için, pek çok bilim adamı gibi yaşamı boyunca binbir zorlukla karşılaştı. Ortaya koyduğu düşüncelerin karşılığı tu­ tuklanma lar, hapis ve sürgünler oldu. Sosyal ada lete yönelik görüşleri, her dönemde canlılığını korudu. Ancak bu görüşler, politik şartların etkisini taşıyan değer yargıları ile ele alındı. Savunduğu düşünceler önyargılarla değerlendirildi. Bu değerli düşünür, günümüzde de tam anlamı ile anlaşılmadı ve değerlendirilmedi. Oysa Ziya Gö­ ka lp'ın düşüncelerinden birçoğu bugün de geçerli li­ ğini korumaktadır. Bu görüşler yeni bir yoruma, ya da herhangi bir değişikliğe gerek duyulmaksızın, ül­ ke ve toplum sorunlarının çözümlenmesi için uygu­ lanma larını beklemektedirler.

- 8 -


ZİYA GÖKALP'IN SOY KÜTÜGÜ

Ziya Gökalp'ın bilim hazinesi, kitapların sararmış sayfaları arasında kalmadı. O'nun düşünceleri « Genç Tür kiye» ye biçim verdi, ruh kazandırdı. Çeşitli konu­ lardaki ileri görüşleri «Cumhuriyet»in güç aldığı te­ mel kuruluşların kurulup, gelişmelerinde etkili oldu. Gökalp başta Atatürk olmak üzere, İkinci Meşrutiyet, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet dönemlerinin siyasal, toplumsal ve kültürel hayatlarında önemli roller oy­ nayan yöneticilerin ve aydınların düşüncelerini etki­ ledi. Bu kişilerin eylemleri sırasında Türk milliyetçili­ ğinden kaynaklanmalarını sağladı. Ziya Gökalp çevresini ve yaşadığı dönemin siya­ sal, toplumsal ve kültürel hayatlarını etkileyen bir bi­ lim adamıdır. O'nun bir bilim adamı olarak yetişme­ sinde, Türk milliyetçiliğinden kaynaklanarak ve esin­ lenerek Türk siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültü­ rel hayatlarına yön vermesinde ailesinin önemli ro­ lü vardır. Ziya Gökalp'ın büyük dedesi Hacı Ali Efendi Çer­ mikli'dir. Hacı Ali Efendi Diyarbakır'a Çermik'ten gelmişti. Çermik; Diyarbakır'a bağlı halkı bütünü ile Türk olan küçük bir ilçe idi. Hacı Ali Efendi'nin oğlu, Abdullah Efendi ticaret yapardı. Abdullah Efendi'nin Osmanlı Ordusu'na bü­ yük yardımları olmuştu . Bu yardımlarından ötürü Ab- 9 -


100

BÜYÜK EDİP

dullah Efendi'ye tımar (4)

100

Bti'YÜK ŞAİR

verilm işti. Abdullah Efen­ kadar bu

di'ye verilen köyler, tımarın kaldırılmasına

a ilenin yönetiminde kaldı. Abdullah Efendi'nin oğlu Hacı Hüseyin Sabır Efendi medrese öğrenimi görmüş bilgili bir kimse idi. Liberal ( 5 ) düşüncelere scıhip olan Sabır Efendi, ka­ dılıklarda ve müftülüklerde görevler almıştı. Sabır Efendi doğru olduğuna ina ndığı konularda ödün ver­ mediği için görevinden sık sık uzaklaştırıldı. Hak uğ­ runda yaptığı kavgalar, Sabır Efendi'ye pek pahalıya mal olur ve bu yüzden birçok yoksunluklara katlan­ mak zorunda kalırdı. Birkaç defa sürgüne gönderilen -Sabır Efendi, son sürgün hayatını Malatya'da geçir­ di. Sabır Efendi halk adamı idi. Hayatı boyunca hep ·halk için çalıştı ve mücadele etti. Tek emeli, halkın rahat bir hayata kavuşması ve mutlu yaşaması idi. Oysa bazı vurguncular arasında Temuk adında b;r Ermeni vardı. Temuk bir sürü oyunlar çevirerek Vali . i le anlaşmış ve piyasadaki bütün buğdayları kendi .ambarında topla mıştı. Ürünün az olduğu o yıllarda :Ülkede büyük bir kıtlık ortaya çıktı. Açlık yoksul hal­ kı kırıp geçirdi. Bu kıtlığa, yöneticiler bir çözüm bul­ ma k için çaba göstermediler. Bu durum Sabır Efendi'­ nin sabrını taşırdı ve tek başına eyleme geçti. Sabır Efendi, halkı Ermeni Temu k'un ambarlarını yağmala­ maya teşvik etti. Böylece açlık sona erdi . Ama Te­ :muk da boş durmayıp Dahiliye N ezaretine (!çişleri (4)

Tımar

:

Padişah tarafından bir arazinin geliri­

nin bir kişiye bırakılması.

(5)

Liberal

:

-Fransızca- Serbestlik taraflısı.

best düşünceler yayan kişi.

- 10

ser­


ZİYA GÖKALP

Bakanlığına) başvurdu. Vali, Temuk'un yanında idi. Sonunda Sabır Efendi Malatya'ya sürgün edildi. Yağ­ ma olayı bu biçimde kapandı. Sabır Efendi, iki yıl kadar süren sürgün sırasında hakkını aramak için ça­ ba gösterip durdu. Sonunda İstanbul'a gitmesine izin çıktı. istanbul'a gelen sabır Efendi, bir gün Fetva Eminliği'ne (6) gitti. Orada bir arkadaşı ile karşılaştı. Arkadaşı Sabır Efendi'yi, Fetva Emini ile tanıştırdı. Sabır Efendi'nin zekası, bilgisi ve düşünme yeteneği Fetva Emini'nin dikkatini çekti. Fetva Emini ile birkaç kere buluşup görüştü. Bu görüşmelerden birinde gü­ zel bir raslantı, Sabır Efendi'nin imdadına yetişti. O günlerde Fetva Eminliği'nde toplanan «İlim heyeti», Sultan Mahmut ile ilgili şer'! (7) bir konuyu goruşuyor, ancak bir çözüme varamıyordu. Fetva Emini, Sabır Efendi'den «ilim heyeti»ne katılmasını istedi. Sabır Efendi bu öneriyi kabul etti ve kısa bir süre sonra, Padişah ile ilgili konuyu çözerek olumlu bir sonuca vardı. Bu durumu öğrenen 2. Mahmut, Sa. bır Efendi'ye dört at, bir altın saat, elmas kakmalı bir enfiye kutusu {8) ile daha birçok değerli eşyalar ar(6)

Fetva Eminliği

:

Fetva işleri ile uğraşan daire.

Fetva Emini : Bu dairenin

başkanı. Fetva:

Müslümanlıkta dinsel konularda müftülerin

-Arapça­ verdikleri

genel yargı.

(7)

ilgili. (8)

Şer'.i

:

-Arapça- Şeriata ilişkin. Müslümanlıkla

Enfiye kutusu, Ziya Gökalp'ın okul giderlerinin

karşılanması için satıldı. Altın saat ise, İstanbul'da bir yangın sırasında yandı. Enfiye

:

len, çürütülmüş tütün tozu.

- 11 -

Keyif için burna çeki­


100

BÜYÜK EDİP 109 BÜYÜK ŞAİR

mağan etti. Bu arada Sabır Efendi'nin Müftülük gö­ revi ile Diyarbakır'a dönmesine izin çıktı. Sabır Efendi'nin oğlu Mustafa Sıtkı Efendi de iyi bir medrese öğrenimi görmüştü. Babasının yaygın ününe, kendisinin çalışkanlığı da eklenince memur­ luk hayatında kısa sürede yükselmek· olanağını elde etti. Genç yaşta Mal iye'de görev aldı. Bir süre staj gördükten sonra, Defterdarlık görevi ile Rumeli il­ lerine atandı. Ayrıca iki kere, bir kurul ile birlikte İran'a gitti. Yurt dışındaki görevlerinde de başarılı oldu. Sıtkı Efendi, memurluk görevinin yanı sıra ede­ biyat ve tarih ile de ilgilendi. Fırsat buldukça kitap okur, gazel yazardı. Sait Paşa ile tarihsel konularda tartışırdı. O'nunla «fikir dostluğu» kurdu. İlerde aile yakınlığına varan bu dostluk, Sıtkı Efendi'nin tarih ile daha çok ilgilenmesini sağladı. Nusaybin Kaymakamı iken 1 878 yılında ölen Mustafa Sıtkı Efendi'nin iki oğlu vardı. Büyük Hao Hasip Efendi ( 1 845 1 896) Ceza Mahkemesi Baş­ kanı idi. Hacı Hasip Efendi görevinde başarılı bir kişi olarak tanınmıştı. Mustafa Sıtkı Efendi'nin küçük oğlu Mehmer Tevfik Efendi ( 1 851 - 1 890) Ziya Gökalp'in babasr idi. Tevfik Efendi'nin de edebiyata büyük ilgisi var­ dı. Edebiyat sevgisi O'na babasından miras kalmıştı. Genç yaşlarında iken Arapça ve Farsça öğrendi. Do­ ğu Edebiyatının başlıca eserlerini asıllarından okuyor­ du. Bu arada Divan Edebiyatı ile de ilgilendi. Kısa sü­ rede Divan Edebiyatının bütün özelliklerini kavradı. Sürekli çalışarak kültürünü artırdı. _

- 12 -


ZİYA GÖKALP

Tevfik Efendi aileden gelen eğitim geleneğine uyarak, özgür düşünceli bir halk adamı oldu. O, bu yanı ile bütün Diyarbakır halkının sevgisini kazandı. Tevfik Efendi de babası gibi memur oldu. Bu görevinde yavaş yavaş yükselerek Evrak Müdürlü­ ğünden, Nüfus Müdürlüğüne, oradan da İl İdare Meclisi Üyeliğine geçti. Sonunda ilin resmi yayını olan « Diyarıbekir» Gazetesi'nin başyazarı oldu. Bu gazetede çeşitli konularda yazılar yazdı. İlin «

Sa l na me » sini (9) kaleme aldı. Bu eserde Tevfik Efen­

di'nin yazı yeteneği bütün açıklığıyla görülür. Eserin önsözünde Diyarbakır'ın tarihiyle ilgili incelemesi bu­ gün bir «kaynak eser» durumundadır. Eserin önemli özelliği, Padişahlara ait bir övmeye yer verilmemiş olmasıdır. Oysa o sıralarda resmi nitelikte yayınlanan eserlerde Padişahları övmek, bir gelenek durumuna gelmişti. İşte bu ikiyüzlülükten uzak, açık yürekli davra­ nışlar Tevfik Efendi'ye karşı beslenen saygının daha da artmasına neden oldu. Tevfik Efendi devrinin en güvenilir ve en inanılır kişisi idi. Bir gün ağabeyi Hasip Efendi ile bir Rum ara­ sında toprak anlaşmazlığı ortaya çıktı. Anlaşmazlık mahkemeye yansıdı. Davanın çözümlenmesi, mah­ kemenin kararı ile Tevfik Efendi'ye bırakıldı. Tevfik Efendi anlaşmazlık konusu olan araziyi yerinde ince­ ledi ve mahkemeye ağabeyi Hasip Efendi'nin haksız olduğuna ilişkin görüşünü bildirdi. İşte bundan son(9)

Salname

:

-Farsça- Yıllık

- 13 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

ra, bütün karışık işlerin, bütün anlaşmazlıkların çö­ zümlenmesi Tevfik Efendi'den istenir ve beklenir ol­ muştu. O'nu n da hayatı boyunca karmaşık işlerle uğ­ raşmaktan canı çıktı. Ancak Tevfik Efendi, çok yorucu geçen çalışma hayatı sırasında hiç bir zaman okumak­ ta n geri kalmadı. Bu arada oğlu «Ziya»yı yetiştirme k için elinden geldiğince çaba gösterip d urdu.

- 14 -


İKİNCİ BÖLÜM

Diyarbakır'da «Melek Ahmet» mahallesindekF evin «köşk» adı verilen küçük odasında dört yanı ki­ taplarla çevrili bir genç, durup dinlenmeden, gece.· gündüz demeden okuyordu. Sürekli okumaktan göz­ leri yorulan genç bazen dinlenmek ihtiyacını duyar­ dı. işte o zaman oturduğu yerden yavaş yavaş aya­ ğa kalkar, kitabını elinden bırakmadan «köşk »ün kü­ çük penceresine yaklaşırdı. Da lgın gözleri, kışın ge­ linlik giymiş bir genç kızı andıran ve her yanı karla kaplı olan, ilkbaharda ise yeşil orman ile örtünen «Karcadağ»a takılır ka lırdı. Tabiatın bu eşsiz güzellik-­ teki küçük parçasına hayran kalan genç, bir gün şöy­ le seslendi: KARCADAG Karcadağ her kış hurrem (1) Beyaz kürke bürünürdü. Yüksekteydi kütüpha nem, Pencereden görünürdü, İ lkbaharda kar azalır, Yeşerirdi ya maçları.

(1)

Hurrem

-Farsça- Sevinçli. Taze. -15-


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Çocuklukta penceremin, Ufukları bu dağlardı. Aşıkıydım ben hücremin, içimde bir his çağ!ardı. Babam bir gün dedi dalgın: «Hep okursun, bir,az da bak! Karşındaki karlı dağın .Şiirleri daha sıcak . . . ))

-16-


ZİYA GÖKALP'İN HAYATI

Ziya Gökalp, (1) 23 mart 1876 perşembe günü Diyarbakır'da doğdu. İlk öğrenimini « Mercimek Ört­ mesi>> adındaki ilkokulda yaptı. 1886 yılında «Askeri Rüştiye»ye (2) girdi. Rüştiyenin müdürü Yüzbaşı İsma­ il Hakkı, Ziya Gökalp'e özel bir ilgi gösterdi. O'na Fransızca öğretti. Yüzbaşı İsmail Hakkı ilerici bir öğ­ retmen idi. Sultan Abdülhamit'in yönetimini eleştiri­ yor ve öğrencilerine özgür düşünceler aşılıyordu. Ziya Gökalp Askeri Rüştiye'yi 1 890 yılında bitir­ di. O günlerde Diyarbakır'da bir üst okul yoktu. Ziya Gökalp öğrenimini İstanbul'da sürdürebilme olanak­ ları bulamadığı için, iki yıla yakın bir süre özel öğ­ renim ile yetinmek zorunda ka ldı. 1 892 yılında, Di­ yarbakır'da Mülkiye İdadisi ( 3 ) açılınca, Ziya Gökalp bunun ikinci sınıfına alındı. (1)

Ziya Gökalp'e babası tarafından konulan

Mehmet Ziya'dır. Ziya Gökalp, Seianik'te

ad,

yayımlanan

«Genç Kalemler» ile «Yeni Felsefe» dergilerinde yayım­ ladığı şiir ve yazılarında Ziya, Sedat Tevfik, Gökalp ve Demirbaş imzalarını kullandı. 1910 ve 1911 yıllarından sonra Gökalp adını benimsedi ve bu adı ölene

kadar

bırakmadı.

(2)

Rüştiye : -Arapça- Ortaokul.

(3)

Mülkiye: -Arapça- Asker ve sarıklıların dışında

kalan memur sınıfı. İdadi: -Arapça- Lise.

17 -

F.

2


100

BÜYÜK EDİP 100 Bt:ıYÜK ŞAİR

Ziya Gökalp, Askeri Rüştiye'nin tembel öğrenci­ lerinden biri idi. Matematik dersini ve öteki fen ders­ lerini yetenekleri sayesinde çalışmadan başarabi l iyor­ du. O'nu n yalnız edebiyata karşı büyük ilgisi vardı. Edebiyat ile ilgili kitapları büyük bir zevk ile, usan­ madan okuyordu. Ziya Gökalp öğrencilik hayatının ilk yıllar ı n ı şöyle anlatıyordu: «Çocukken kimine göre çok tembel, kimine göre de çok çalışkandım. Derslerime hiç çalışmazdım. Ama geceli - gündüzlü uğraştığım bir şey varsa, o da ki­ tap okumaktı. Yedi yaşımda iken Aşık Garib, Kerem ile Aslı, Şah İsmail g ibi kitaplardan oluşan bir kitap­ lığım vardı. Bir - iki yıl sonra tiyatro kitaplarına da­ ha sonra romanlara, şiir ve edebiyat kitapları na sa­ rıldım.» Ziya Gökalp henüz 7 - 8 yaşlarında iken Şah İs­ mail'leri, Aşık Kerem'leri okudu ve okuduklarını an­ lamaya, b unlardan esinlenmeye başladı. Bu durumu öğrenen bir aile dostu, Ziya Gökalp'ın babası na, «Ço­ cuğuna bu aşk kitaplarını okutmamasını, bunların ye­ rine daha ciddi eserler okutmasını» öğütledi. Tevfik Efendi, yaşadığı dönemin öteki babal arına benzemez­ di. O, Ziya Gökalp'in dediği g ibi ((dindarlıkla hür dü­ şünüşü nefsinde (4) telif ( 5 ) etmesini bilen bir kimse» idi. Tevfi k Efendi'nin aile dostuna cevabı şöyle oldu: «- Bir çocuk hangi kitapları anlar ve severse onları okuma lıdır. Anlamadığı ve sevmediği kitapları zorla okutmak çocuğu kif, 3 plardan soğutur.» (4)

Nefs

:

-Arapça- Kişi, kendi, bir şeyin ta ken­

disi, kişinin kendisi. (5)

Telif

:

-Arapça- Barıştırma, uzlaştırma.

-18-


ZİYA GÖKALP

L;ya Gökalp, sevdiği ve dilediği kitapları oku­ rrıakt3 serbest bırakılmıştı. Ancak babası , psikoloj ik anlarda oğlunun ruhunda yeni yetiler doğuracak bi­ çimde güçlü etkiler yapma fırsatını da her zaman kul­ landı . Tevfik Efendi, bir a kşam okuldan dönen Ziya Gökalp'e Namık Kemal'in ölüm haberini öylesine dra­ matik biçimde verdi ve bu « Hürriyet aşığı» şairin yo­ lundan gitmesini öğütlerken öylesine hüzünlendi ki, o günden sonra «küçük Ziya»da «büyük değişmeler» oldu. Ziya Gökalp, ba ba sı n ı n o gün kendisine öğüt ve­ rişini şöyle anlatır: «- Telkinin ( 6 ) zaman ı ve şekli çok iyi seçil miş­ ti. Babam kadar, babam ın ağzından dökülen kelime­ ler d e kederli idi. İşte bu sırada ruhumda yeni bir meleke, mefkure (7) melekesi uyandı. Ruhum yaratı­ cı bir hamle ile birdenbire değişiverdi.» TEVFİ K EFENDİ'Nİ N

VASİYETİ

Ziya Gökalp, henüz 13 yaşında idi. Bir gün bir aile dostu Tevfik Efendi'ye oğlunu Avrupa'ya ogre:'"lim yapmaya gönderi rse, ülkenin bir bilgin kazanacağım söyledi. Tevfik Efendi, dostunun bu önerisine şu ceva­ bı verdi: «- Öğrenim için Avrupa'ya giden gençler sa­ dece Avrupal ı ların ilimlerini öğrenip geliyorlar. Böy­ lece milli benliklerimizi idrak edemiyorlar. Medreseye (6)

Telkin

(7)

Mefkure

:

-Arapça- Zihinde yer ettirme. Ülkü. :

- 19 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

girenler ise iyi hoca bulurl<3rsa milli kültürümüze ve dinimize vakıf (8) olabiliyorlar. Fakat bunlar da Av­ rupa ilimlerinden mahrum kal ıyorlar. Bence memle­ ketimize en faydal ı bilginler, bizim için hemen bilin­ mesi gereken hakikatleri bilen kimselerdir. Bu haki­ katler ne Avrupa, ne de milli bilgilerimizde vardır. Gençlerimiz hem Fransızcayı, hem de Ar.3pça ve Fars­ çayı öğrenmelidirler. Ondan sonra Doğu ve Batı bil­ gilerini öğrenip bunları mukayese ve telif etmeli, mil­ letimizin ihtiyacı olan büyük hakikatleri ortaya çıkar­ malıdırlar . Eğer ö mrüm yeterse ben Ziya'yı böyle ye­ tiştirmek için çaba göstereceğim.» Tevfik Efendi'nin isteği gerçek oldu. Ancak oğlu için düşündüklerini kendi gerçekleştiremedi. Çünkü bu ileri görüşlü baba bir süre sonra öldü. Bu sırad::ı Gökalp 14 yaşına girmek üzereydi. Ancak bu konuş­ malar O'nun üzerinde önemli etkiler yaptı. Gökalp daha sonra, «Küçük Mecmua»da (25 Eylül 1 922'de) yayınladığı « Ba bamın Vasiyeti» başlıklı yazısında gö­ rüş ve düşüncelerinde olumlu değişikl ikler yapan ve «baba ile oğul» arasında geçen konuşmaların sonuçla­ rını şöyle anlattı: (9) " . . . bu sözler kutsal bir vasiyetname gibi ruhum­ da kalın yazılarla kazılıp kaldı. Bu vasiyetnameyi ha­ yatım boyunca unutmadı m ve unutmayacağım. Çün­ kü bu sözler, yaşamımda büyük değişikliğe yol açtı. "O ana k· 3 dar okuduğum her kitaba eleştirmeden inanırdım. Yazarlarla eserlerin benim üzerimde büyük (8 )

Vakıf

(9)

Bu bölüm, dili sadeleştirilerek buraya aktarıl­

:

-Arapça - Bir işten haberi olan.

mıştır.

- 20-


ZİYA GÖKALP

bir etkisi ve otoritesi vardı. Babamın bu sözleri bir vuruşta doğunun ve batının bütün kitaplıklarını, gö­ zümden düşürüverdi. Aklıma, zekama sonsuz bir öz­ gürlük ve bağımsızlı k kazandırdı. Fakat .aynı zaman­ da bütün gençler gibi, beni de pek uzun ve pek yo­ rucu bir görevi yapmaya çağ ırdı." Yine bir aile toplantısında küçük Ziya Gökalp'in okuma sevgisini yakından bilen dostları Tevfik Efen­ di'ye, oğlunun öğrenim için Avrupa'ya gitmesinin yararlı olacağını ısrarla söylediklerinde, babası "Avru­ pa'ya giderse gavur olur, gitmezse de eşek kalır" di­ ye cevap verdi . Ziya Gökalp arkadaşlarıyle konuşma­ ları sırasında babası ile ilgili anılarını anlatırken bu konuya değinerek «Gavur olmama k için Avrupa'ya gitmedim, fakat eşek kalmamak için de Fransızcayı öğrendim" derdi. Gökalp'in annesi Pirinççioğlu Hacı Salih Ağa'nın kızı Zeliha (1856 - 1923), babaa nnesi ise Müftü Der­ viş Efendi'nin kızı Hatice Hanımlardı. Bu iki kadın da, Ziya Gökalp'rn yetişmesinde, eğitim ve öğreniminde en az babası kadar etki li oldular. Aile çevresinin ve Doktor Yorgi'nin etkileri ile Ziya Gökalp, doğu ve batı kültürlerine ilgi duymaya başladı. Küçük yaşlarda başlayan bu ilgi, O'na ilerde yapacağı «senteznlerin i lk basamağını oluşturdu. "MİLLETİM ÇOK YAŞA"

Mülkiye idadisinde öğrenci Ziya Gökalp'i en çok ilgilendiren Biyoloji öğretmeni Doktor Yorgi oldu. Gö­ kalp'ın bu yıllardaki öğretmenlerinden biri de Mehmet Ali Ayni idi. Mehmet Ali Ayni, Gökalp'in tarih öğ-

21

-


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

retmeni idi. Gökalp, Mehmet Ali Aynl'den tarih der­ sini ezberlemek yerine, olayları «muhakeme» (10) et­ me yolunu öğrendi. Mehmet Ali Ayni, Gökal p'le ilgili a n ı lar ı nd a şun­ ları yazar:

"- Ban. a Paris'ten gönderilen Profesör Animan'­ «Sujets et Compositions d'Histoire» adlı kitabından seçtiğim konulan öğrencilerime veriyor ve onların muhakeme kabiliyetlerini geliştiriyordum. Ziya'ya ver­ diğim ilk ödev kanu n yapıcısı Lycurgue ile Solon'un kanunlarının karşılaştırılması idi. İ kinci ödev de Bü­ yük İskender'in babası Filip ile Demostes'in mücade­ lesi hakkınd.::ı idi. O şıralarda Ziya 17 yaslarında ya vardı, ya yoktu. Ancak Ziya'nın ödevlerini okuduğum vakit, bu çocuğun haris (11) bir mütecavizin (12) Yuna nistan'a beslediği istila {!3} tasavvurlarına karşı vatanını savuı:ıma g.a yesiyle Demosten'in hemşehrile­ rine söylediği nutukların mea lini (14) nereden öğren­ diğine şaştım kaldım. Eski Roma'da Cumhuriyet ne­ den yıkılmış ve yerine imparatorluk nasıl kurulmuştu? Ziya bu sorunun cevabında da arkadaşlarını çok ge­ ride bır.akmıştı. İşte ilerde memleketimizde sosyoloji ilminin temellerini atan ve bu ilmi başarı ile okutan ve yayan Ziya Gökalp bu genç idi . . . m

"

( 10) karara

:

Muhakeme

-Arapça- Bir işi zihinde inceleyip

varma.

-Arapça- Bir

(11) Haris:

şeye çok düşkün.

Çok

is-

teyen.

(12)

Mütecaviz

(13)

İstila

(14)

Meal

:

-Arapça- Saldırgan.

-Arapça:

Yayılma.

Ele geçirme,

-Arapça- Anlam, kavram.

22 -

işgal.


ZİYA GÖKALP

Gökalp'ın öğren iminde, Biyoloji öğretmeni Dok­ or Yorgi'nin büyük yeri vardı. Doğu illerinde « Ordu t doktoru» olarak görev yapan Yorgi, birçok kasaba­ yı dolaştıktan sonra Diyarbakır'a gelmişti. Doktor Yor­ gi, Gökalp'ı n yeteneklerini görüp, anladıktan sonra öğrenci ile öğretmen arasında bir düşünce arkadaşlığı kurulmasını sağladı. Yorgi, Gökalp'ın ödevlerini oku­ yor beğeniyor, düzeltiyor, O'na hayran kalıyordu. Fa­ kat bu arada da Gökalp'ın geçirmekte olduğu ruhsal bunalımları seziyordu. Yavaş yavaş yaptığı telkinlerle onu tedavi etmeye çalıştı. Böylece Gökalp'ın tanıtlan­ mış bilimlerle daha çok ilgilenmesini sağladı. Artık Gökalp'ın kafasındaki dünya, bir çocuk dü­ şünüşünün çok ötesinde idi. Gökalp ülke sorunla_n ile ilgilenecek ve onları düşünecek kadar olgunlaşmış­ tı. 1891 yılında yazdığı bir şiirinde ülke yönetimi­ nin değişmesini şu mısra ile istedi: "Ey Sultan sen çekil, hükümran biziz.,,

Görüş açısı genişledikçe, zaman O'nu mutlu P.t­ mez oldu. Ziya Gökalp var olan, görülen ve yaşanılan hayatın dışında, yeni bir düzen, yeni bir yaşayışa ge­ rek duyuyor, bunun özlemini çekiyordu. Okuduğu ki­ taplarla, içinde bulunduğu yaşamın birbirine uymadı­ ğını gören Ziya Gökalp, ruhunda oluşa n ilk isyan kı­ vılcımlarını dışarıya vuruyordu. Gökalp durgun görünüşü altında, gerektiğinde lavlar püskürtmeye hazır bir yanardağ idi. O'nun ilk başkaldırma eylemi 1894 yılında, okulda ders bittik­ ten sonra öğrenciler dağılmak üzere bahçede toplan­ dıkları sırada oldu. O günlerde son dersten çıkan öğ-

23

-


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

renciler okul bahçesinde toplanır ve üç defa «Padişa­ hım çok yaşa» diye bağırdıktan sonra evlerine döner­ lerdi. Bir gün Vali Sırrı Paşa'nın da bulunduğu bir tören sırasında Ziya Gökalp arkadaşlarından önce davranarak, sesinin bütün gücü ile « Mİ LLETİM ÇOK YAŞAu diye bağırdı. Ziya Gökalp'in bu davranışı okul yöneticilerini te­ laşlandırdı. Sonunda Ziya Gökalp, Abdülhamid'e «jur­ nal» (15) edildi. Gözaltına alındı. Uzun uzun sorguya çekildi. Vali Sırrı Paşa, O'nun çocuk oluşunu ileri sü­ rerek, sözlerini «Padişahım milletin ile çok yaşa» bi­ çiminde değiştirip, konuyu kapattı. Böylece Gökalp'ı kurtardı. Ancak ahlak notu, 10'dan

7'ye düşürüldü.

ZİYA GÖKALP ÖLÜMDEN DÖNÜYOR

Artık Ziya Gökalp toplums&I hayatla yakından ilgileniyor, «İstibdah>ın (1°) korkunç etkilerini görü­ yordu. Ulusun çektiği acılar onu sarsıyor, çok üzülü­ yordu. Baskı içinde geçen sıkıntılı günler Ziya Gö­ kalp'ı.n ruhunda derin bir huzursuzluk doğuruyordu. Bu durum karşısında sık sık titizleşiyor, bu gidişe son vermenin zamanı geldiğine inanıyordu. Fakat işe n-=­ reden başlamalıydı? Bu sorunun yanıtını vermeye ça(15)

Jurnal

:

-Fransızca- II. Abdülhamit zamanında

saraya ihbar biçiminde yazılan yazılar. (16) İstibdat : -Arapça- Hiç bir yasa ve

düzene

bağlı olmadan keyfe göre devlet yönetimi. Baskı yönetimi. -24-


ZİYA GÖKALP

!ışırken ruhu kararsızlık içinde kalıyordu. Ziya Gö-­ kalp, bunalımlı gün lerini an latırken, "eğer insan bir makineden ibaretse ve eğer üstünde bu tabi.a tın üze­ rine fırlayacak bir kudret ve kuvvet yoksa milletim tehlikelerden kurtulamıyacaktı. İnsa niyet sonuna kadar vahşetler içinde çırpınıp kalacaktı . ..,, diyordu. Ziya Gökalp'in ruhundaki bunalımın belirtileri ev ödevlerinden de fışkırıyordu. Verilen ev ödevi ne olursa olsun, muha kka k Gökalp'ın iç bunalımını yan­ sıtıyordu. O günlerde ruhunda esen fırtınaları a nlatırken, «bütün emelim, bin türlü tehlikelerle tehdit olunan, fakat istibdadın uyuşturucu macuniyle

durumdan ha­

bersiz olan mil letimin mucizevi ( 11) bir hamle ile kur­ tulmasın ı n mümkün olup olmadığını bilmekti. Bana bir ümit felsefesi, bir kurtuluş na:zıariyesi (18) lazım­ dı ...,, diye yazan Ziya Gökalp, 1894 yazında artık. patlama noktasına gelen ruhundaki bunalımın etkisiyle intihara girişti. Fakat, bir arkadaşının kendisine ar­ mağan ettiği tabancadan çıkan kurşun O'nu öldürme­ di. Tabanca çok yakından ateşlendiği için kurşun hız kazanamamıştı. Alın kemiği delinmiş, beyinde bir be­ relenme atmamıştı. Doktor Abdullah Cevdet ile öteki doktorların sü­ rekli iyileştirme çabaları sonucu Ziya Gökalp, mutlak bir ölümden kurtuldu. Ancak gösterilen büyük özene rağmen, kafatasında kalan kurşun çıkarılamadı. Gökal p daha sonra yazdığı yazılarında, insanın; (17)

Mucize

( 18 )

Nazariye

:

-Arapça- Olağanüstü durumlar. :

-Arapça- Bilgi durumunda olan.

Uygulanmamış. Teori, kuram.

- 25


100 BtİYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

hayatına son verme eyleminin toplumsal ve ruhsal neden lerini açıkladı. Yaşayış seviyesinin yüksek oldu­ ğu yerlerde intiharların daha çok olduğunu, buna kar­ şılık geri kalmış ülkelerde bu eyleme hemen hemen hiç rastlanmadığını belirtti. Gökalp'ın, «Refah mı, Sa­ adet mi?» Başlıklı yazısıncic:ı bu konuda vardığı yar­ gı, kendisinin intihara girişmesinin nedenini ortaya koyuyordu: «... İntihar ülkü ile ters orantıl ıdır. İ nsanlar ara­ sında ülkü çoğaldıkça intihar azalır, ülkü aZıaldıkça in­ tihar çoğalır .» Ziya Göka l p idadideki anılarını ve o sırada iç dünyasında esen fırtınaları «Küçük Mecmva»da (2 ekim 1922'de ) yayımladığı «Hocamın Vasiyeti» başlıklı yazısında tam bir a çık yüreklilikle anlattı (19). ..

HOCAMIN VASİYETİ

İdadi'de bir yanda n «ta bii'» b i limler okumaya, öte yandan «kelam» dersleri almaya başladık. «Mane­ viyat» yönünden , biri olumlu, öteki olumsuz elektriğ� sahip olan bu iki ters akım, ruhumun sonsuzluğunda her çarpışmaya yol açtıkça, gerçek şimşekleri yerine, kuşku yıldırımları fırlamaya başladı. Ruhumun içinde olumlu gerçeklerle, sevgili ülkülerim her gün daha büyük bir şiddetle çarpışıyorlardı. Yüreğim, heyecanı­ mın tek kaynağı olan erdemli ve yiğit insanın, soy­ suz, aşağılık, tutsak ve güçsüz «madde»den yapılmış �radesiz ve bağıml ı bir makine olması na bir türlü razı 09)

Bu yazı. dili sadeleştirilerek buraya alındı.

-26-


ZİYA GÖKALP

olamıyordu. Bütün emelim bin türlü tehlikelerle teh­ dit olunan fakat, istibdatın uyuşturucu macunu ile du­ rumundan habersiz olan ulusumun mucizeli bir atı­ lımla kurtulmasının olası olup olmadığını bilmekti. Bana bir ümit felsefesi, bir kurtuluş kuramı gerekti. Eğer insan bir makineden ibaretse, eğer onda bu ta­ biatın üstüne fırlayabilecek, mucize türünden bir güç yoksa ulusum tehlikelerden kurtulmayacaktı. İnsanlık da, sonuna kadar va hşilikler içinde çırpınacaktı. Ne «kelam», ne « tasavvuf» bana böyle bir ümit felsefe­ si, bir kurtuluş kuramı veremedi. Onlar bugünkü ha­ yata ilişkin ülkülere değer vermiyorlardı. Ben bugün­ kü hayatta da insanlığı, insanı yükseltmek, ulusu, va­ tanı kurt u l mu ş gör�ek istiyordum. Fakat, kafamın içinde her yargımı matematik ölçülerle ölçen, mantık ·Ölçüsüyle ayarlayan, olayları deneylerin ayar taşına vurmaksızın hiç bir yargıyı kabul etmeyen uğursuz bir :kişi l i k daha vardı. Bu da benim aklımdı . Bu akıl, baş­ kaldırıyor; ümidimi kırmaya, emelimi boğmaya çalışı­ yordu. Benim o sırada tek dayanağım «tevil»di. Bunun­ la ruhumda, az çok bir düzen sağlayabiliyordum. Bir gün kalemimden bir dize fırlayarak, beni bu dayanak­ tan da yoksun bıraktı: Te'vile ihtiyacı olur mu hakikatin? Bu sırada, okulumuza tabiat dersleri okutmak üzere bir düşünür öğretmen atandı . Avrupa felsefesi­ ne ve Fransız edebiyatına vakıf olan bu kişi, Türk edebiyatının da yeni dönemini incelemişti. Tuhaf ha_l­ leri vardı. Hekim olduğu halde, hekimliğe inanmazdı "Hekimlikte müshilden başka olumlu bir gerç�k yok­ tur,, derdi. Rum olduğu halde, Türklere dosttu. Ya da biz öyle sanıyorduk. Doktor Yorgi T ıbbiye okul u ndan çıkınca, ordu - 27 -


100

BÜYÜK EDİP 100 B�YÜK ŞAİR

hekimi olarak doğu illerimize gelmişti. Uzun yıl lar ka­ saba kasaba dolaşarak, her yanı görmüştü. Görevi dı­ şında kimseyle görüşüp, konuşmaz, tek başına yaşar­ dı. O halde, vaktini nasıl geçiriyordu? Yal nız bir şey­ le: «Mütalaa!» Doktor Yorgi'yi geniş bilgili ve düşü­ nür yapan ihtimal ki, bu sürekli mütalaalarıydı. Doktor Yorgi okula her gelişinde, Türkçe öğret­ menimizin bize «kitabet edebiyatı» olarak yazdırdığı kompozisyon ödevlerini okurdu. O zaman ben iç bu­ nalımımın en şiddetli dönemini yaşıyordum. B u bu­ nalımın acılıkları --öğretmenimizin verdiği konu her ne ol ursa olsun- yazdığım ödevlerden fışkırıyor­ du. Doktor Yorgi, benim bu acılı düşünceleri mde bir felsefe kokusu buluyordu. Sınıfa her gelişinde, o hafta yazdığım kitabet ödevinden söz ederdi. Ben onun sözlerini son derece dikkatle din lerdim. Çünkü her sözü benim için yeni bir ufuk açıyor:du. O zaman­ ki düşüncelerim ile duygu larım, bel l eğimde kalabilmiş olan bazı şiirlerimde izlerini korumuştur. Aşağıdaki bir manzume, o dönemdeki dünya görüşümü göster­ meye yararlı olabilir:

Ey hayat-i u mu mi-i alem Bir küçük cüz' ünüm sana tabi. . . Senden efkarım olmada nabi. Senden amalim olmada mü hem... Bende yok ihtiyar-Ü istikla l . Akl-ü fikrimde sen müdebbirsin, Her ne yapsam ona müessirsin; Sensin ef'alime benim fa'al... - 28-


ZİYA GÖKALP

Ben neyim? Bir hayat makinesi ; Beni tahrike zemberek lazım ; Odur ancak hayatıma nazım: Zemberek: Kainat makinesi. ..

Bütün eşyada Vı!lr ebed'le ezel Olamaz cism-ü can fena-perver: Biri unsurlara tahallük eder, Biri kuvvetlere olur münhal . . .

Dünya hakkındaki bu görüş, nasıl bir insan görü­ şü vücuda getird iği manzumeden anlaşılıyor. İnsanın

böyle iradesiz, bağımlı olmasını, onun da hayvanlar gibi sefil ve doğanın kan dökücü yasalarına tutsak bu­ lunmasını yüreğim bir türlü kabul edemiyordu . Doğa­ nın zorlaması ile insanın tutsak ve güçsüz oluşu beni öfkelendiriyordu: Mazi, elemli yadlara makber-i siyah . . . Ati, tehiyye etmede bin sadme-i tebah . . . Yıldızla . r, ey cerihaları kanlı fıtratın! Şahidleri değil misiniz siz bu vahşetin? HCınin mübarezat sezenler hayatta, İ nsanları garib görür kainatta, Encüm, mezar-ı Sermed-i dehrin kitabesi, Çeşmanım ol kitabenin alamhanıdır. Eyler zalam-ı leyli terennüm nevalarım. Gönlüm fütur baykuşunun aşiyanıdır. Tabi'atın bu ibtisamı giryebar eder beni TulCı'lar gurOblar pür-iğbirar eder beni

------ ----- -

- 29-

--


100 BÜYÜK EDİP 100 BUYÜK ŞAİR

Beşer, sefaletin içinde bir yetimi a ndırır. Hazin !ikası her ci> 3 kika dağdar eder beni.

Geçirdiğim büyük bunalımı burada uzun uzun yazacak değilim. Yalnız, bu bunalımın beni doğruda n intihara yönelttiğini, birçok yıllar «sihre» düşkün du­ ruma getirdiğini, bedence zayıflatara k beni bir deri bir kemik durumuna koyduğunu söylemek bunalımın şiddetini göstermeye yeterdir. Bedence bir hastalığım, toplumsal bir sıkıntım yoktu. Bütün acılarımın kay­ nağı « felsefi» düşünüşlerimdi. O günlerde «hakikat-ı kübra» adını verdiğim büyük gerçeği bulabilsem hiç bir derdim kalmayacağına i nanıyordum. Fakat bunu

nerede aramalıydım? O sırada bir « Devrim Şarkısı» yazarken, kalemimden fırlayan başka bir dize de ba­ na onun yerini gösterdi: Mevdudur bugün bana namusu milletin (20)

Demek ki büyük gerçek ülküden ibaretti. En bü­ yük ülkü de ulus ve özgürlük ülküleriydi. özgürlük ülküsünün ruhtaki egemenliğini de bu dörtlük ile an­ latmıştım: Varlığın kırdım bütün zincir-i meyliyyatını, Meyi-i diğerle beni ahır yine saydeyledi. .. Herkesi bir kayd ile bendeyliyen dam-ı hayat Gönlümü zindr-i hürriyetle der-kayd eyledi.

(20)

Bu devrim şarkısı yazıldığı tarihten iki

yıl

sonra, Ali Şefkati Bey'in Londra'da çıkardığı «İstikbal>> gazetesinde yayınlandı.

- 30 -


ZİYA GÖKALP

Bu ülkülerin yüceltilmesine çalışmak ıçın , İ stan­ bul'a geldim . O zaman, lstanbul'da tıbbiyelilerin kur­ duğu gizli bir dernek vardı. Onlarla beraber çalışma­ ya başladım. Bir süre sonra Doktor Yorgi de İstanbul'a geldi. Bir gün . eski sınıf arkadaşlarımdan Abdullah Haşim, Doktora gitmemizi önerdi. O, evini biliyordu. Mod3 dolaylarında oturuyormuş. Beraber gittik. Öğretmeni­ miz İstanbul'daki yeni akımdan söz açtı. "Türk gençleri siyasal bir devrim yapmak, bir meş­ rutiyet yönetimi kurmak istiyorlar. B u eylem övül-· meye değer. Yalnız bir nokta var ki, devrim taklitle: olmaz. Türkiye'de devrim, Türk ulusunun toplumsal hayatına, ulusal ruhuna uygun olmalı! Yapılacak ana-· yasa Türk ulusunun ruhundan kopmalı! Toplumsal ya­ pısına uymalı! Böyle olmazsa, yapılacak devrimin ül-· keye zararlı olması olasılığı var. İyi bir anayasa yapa­ bilmek için, önce Türk ulusu n u n psikolojisini ve sos­ yolojisini incelemek gerek! Siz, bu devrimcileri sanı­ rım az çok tanırsınız. Bunlar gereken bu incelemeleri yapmışlar mı? Yaptıkları programı bu incelemelere dayandırıyorlar mı? Özetle, başlattıkları savaşıma bi­ limsel bir biçimde hazırlan mışlar mı?,, Biz bu sözlere hiç bir yanıt veremedik. Zaten bu sözler, sorgudan çok ağız açtırmama amaciyle yapılı­ yordu. Her halde, bizde bu gibi incelemelerin başla­ madığını, pek iyi biliyordu. Mutlaka iki eski öğren­ cisine, son bir ders vermek, belki de felsefi vasiyet olmak üzere bu sözleri söylemişti. Ben babamın vasiyeti gibi, hocamın bu vasiyetini de hiç u nutmadım. Kanıtı şu ki, o günden itibaren,. Türk ulusun u n sosyolojisi ile psikolojisini inceleyebil31 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

.mek için, önce bu bilimlerin genel ilkelerini öğrenme­ ye başladım.

ZİYA GÖKALP İSTANBUL'DAN KAÇIYOR

Ziya Gökalp iyileştikten sonra ruhundaki buna­ lım da gittikçe azaldı. Bu sıralarda yazdığı, ulusu için özgürlük isteyen devrimci şiirlerini Ali Şevkati'nin londra'da çıkardığı «İstikbal» gazetesinde yayınladı: İHTİLAL ŞARKiSi Kardeşlerim! Çabuk yetişin ihtimam edin, Buhran içinde y,31idemiz kan ağlıyor. Kardeşlerim! Vatan gidiyor azm-itam edin, Şimşiri zulm ile nice insanlar ağlıyor. Kardeşlerim ! Bu dahiyeye ihtimam edin, Din ağlıyor bu zillete, vicdanlar ağlıyor. Giryan olun bu giryelere ihtiram edin, Kan ağlayan bugünkü Müslümanlar ağlıyor. Yok ağlamaktan fayda artık kıyam edin, Seyf-i cihata sine-i zulmü niyam edin. Kardeşlerim! N için çekelim bu sefaleti? H ürriyet olmasın mı bizim de penahımız? Hakkın yetişmiyor mu kitabı adaleti? Olsun bizim de o nur-u huda padişahımız. Hun-u memat ile çekelim mi bu zilleti? -32 -


ZİYA GÖKALP

Zinciri zülf-i yar mı görsün nigahımız? Kardeşlerim! Halas edelim haydi milleti, Elbet bize muavenet eder Allahımız. Hürriyete, hamiyyete arz-ı selam edin, Seyfi cihada yaslanın öyle kıyam edin. Kardeşlerim! Niçin duralım böyle kahr ile? M evdudur bugün bize namusu milletin. K·3 bil midlr taayyüşümüz nuş-u zehr ile, Sem'naktir havası bu gamgah-ı zilletin, Binlerce halkı avn-i bela pay-ı dehr ile, Ma hveylemekte bar-ı sakili sef.aletin. Hunu hamiyyet olmasın mı hem çuş-u nehr ile, Artık yeter devamı vatanında rezaletin. Zincir-i zulmü kırmak için ihtimam edin, Ağuş açı p hamiyyete karşı kıyam edin. Bu şiirde Gökalp'ın devrimci yönü açıkça görül­

mektedir. «Ulusun namusu gençlere emanet edilmiştir.» Ö yle ise ulusu kurtarmak da gençlerin görevidir. Gö­ kalp, «bu yoksulluğu neye çekelim?» diye haykırır ve kardeşlerini (gençleri) ulusu kurtarmaya çağırır. Gökalp bir başka şiirinde de baskı yönetimini şid­ detle eleştirir ve ulusumuzun kendini yönetmek gü­ cünden yoksun olmadığını söyler:

Hukuku hıfz için teşkil olunmuşken hükümetler, Neden terkedelim her hakkı bir sultana bilmem ki? - 33-

F.: 3


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Helak etti yeter insanları satır-ı istibdad, Niçin seyf-i hamiyyet çıkmıyor meydana bilmem ki? idare eylemekten kendini aciz midir millet, Neden rücha nı bir nefsin bütün vicdana bilmem ki?

Amcasından öğrendiği Arapça ile gençliğinde Muhiddin Arabi, İ mam Gazali gibi doğu düşünürleri­ n in eserlerini okuyan Ziya Gökalp, intihar olayından sonra batı kültürüne yönelmeyi tercih etti. Ruhunda uyanan bu değişmeden sonra ulusun u n toplumsal ve ruhsal yapısın ı incelemeye başladı. B•J çalışmalarını daha oluml u ve verimli bir duruma ge­ tirmek istedi. B u n u n için de yüksek öğrenim gereki­ yordu. Karar verdi ve amcası Hasip Efendi ile görüş­ tü. Hasip Efendi, Gökalp'ı kızı ile evlendirmek istiyor ve O'n u n istanbul'a gitmesine razı olmuyordu. Bu durum karşısında Ziya Gökalp amcasından izin alma­ dan, 1895 yılında gizlice istanbul'a kaçtı. Amacı Mül­ kiye-i Şahane'ye girmekti. Ancak Gökalp'in parası yoktu. Ailesinin serveti uzun süre yüksek öğrenim yapmasına yetmiyecekti. Bu yüzden parasız yatılı öğ­ renci kabul eden Baytar Mekteb-i Ali'sine (Veteriner Okuluna) girdi. Gökalp Diyarbakır'da iken Dr. Abdullah Cevdet'1en tıp öğrencilerinin önderliğinde «hürriyef»i elde et­ mek için gizli bir dernek k urulmuş olduğunu ve bir devrim eylemine hazırlanıldığını öğrenmişti. Dr. İbra­ him Tema ve hemşehrisi olan Dr. İshak Sukôti ile gö­ rüştükten sonra, bu iki kişinin aracılığıyle «ihtilal Ko­ mitesi» ne girdi ve böylece «Özgürlük a kı m ı » na doğru-34 -


ZİYA GÖKALP

dan doğruya karıştı. İstanbul'daki yılları sırasında Fransiz Devrimi'ne ilişkin eserleri okudu. Bir gece ken­ disi okuma salonunda ders çalışırken Ziya Gökalp'in dolabı okul müdürü Albay Mehmet Ali tarafından arandı. O dönemde zararlı sayılan Fransızca birkaç kitap bulundu. Gökalp hapse atıldı. Ancak O'nu ta­ nıyan bazı öğretmenler Ziya Gökalp'in okuldan ko­ vulmasını önlediler. Gökalp bu öğrenim döneminde derslerini Fran­ sızca kitaplardan çalıştı ve sınıfının en çalışkan öğren­ cisi oldu. Fakat Ziya Gökalp, «istibdat» yönetimine karşı kurulmuş gizli örgütlerle olan ilişkilerini sürdür­ dü. Her şeye rağmen, Gökalp'ın İstanbul'daki gün le­ ri durgun geçiyordu. Ancak bir Kadir gecesinde Aya­ sofya Camii önünde bildiri dağıtırken yakalandı ve tutuklandı. Bir süre sonra salıverildi. Ama okul yöne­ timi artık Gökalp'den iyice kuşkulanmaya başlamlŞ­ tı. O'nu sıkı bir göz hapsine aldılar. Bundan sonra okul hayatı, Gökalp için dayanılmaz oldu. 1 898 ya­ zında Diyarbakır'a döndü. Burada. İstanbul'daki gizli örgütün şubesini açtı. Bir de « Bahar» adlı gizli bir ga­ zete çıkardı. Ancak Diyarbakır Valisi Halid Bey, Gö­ kalp'in durumundan kuşkulanıyordu. O'nu mabey­ ne (21) jurnal etti. Gökalp, Diyarbakır'da da rahat edemedi, sık sık sorguya çekildi. Sonunda Gökalp ve arkadaşları yan­ larında zararlı yayınlar bulundurdukları gerekçesiyle 14 Temmuz 1 898'de tutuklandılar. 1 5 Eylül 1 898'de

(21)

Mabeyn

:

-Arapça- Saray'da padişah yakınla­

rının bulundukları daire.

- 35 -


100

BÜYÜI{ EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Diyarbakır Bidayet .Mahkemesi Ceza Dairesi ne gön­ derildiler ve bir süre sonra serbest bırakıldılar. An­ cak Diyarbakır'da kalırsa h uzursuz olacağ ı nı anlayan Gökalp, tatili bitmeden lstanbul'a döndü.

GÖKALP OKULA ALINMIYOR

Okul açılınca, Ziya Gökalp de arkadaşları ile bir­ l i kte okula gitti. Fakat okul yönetimi, hakkında soruş­ turma yapıldığı gerekçesiyle Gökalp'i okula almadı. Gökalp bun un üzerine Sirkeci'de bir otele yerleşti . Diyarbakır Valisi Halid Bey, Gökalp'i, ayrıca Abdül­ hamid'e de jurnal etmiş ve arkadaşı Ahmet Cemil'i 1 üstünde bulunan bir mektubunu da Saray'a yolla­ mıştı. Gökalp'in bu mektubu yönetim ve Abdülha­ mid'in aleyhi nde satırlarla doluydu. Gökalp bunu du­ yunca, kaldığı otelde t utuklanacağı günü beklemeye başladı ve kısa bir süre sonra, 1 899 yılında tutuk­ landı. On ay Taşkışla'da kaldıktan sonra, Mehterhane' ye, oradan da Zaptiye N ezarethanesine gönderildi. Gökalp, burada Naim Bey adında ihtiyar bir devrilT'­ ci ile karşılaştı. Zaptiye N ezarethanesinde kaldığı üç aylık süre içinde bu devrimci ihtiyarla ilgi çekici ko­ n uşmalar yaptı. Hayatındaki dönüm noktalarından biri olarak nitelendirebileceğimiz bu karşılaşmayı, Gö­ kalp «Küçük Mecmua»da (9 Eki m 1 922'de) «Pirimin Vasiyeti» (22) başlıklı yazısında şöyle anlattı :

(22)

Bu yazının dili sadeleştirilerek buraya alındı. - 36 -


ZİYA GÖKALP

PİRİMİN VASİYETİ

1 31 6 ( 1 899 - 1 900 ) y ı l ı n ı n on a y ı n ı Taşkışla'da geçirdi m . Askerlerle dolu b i r koğuşun elbise deposu içinde geçen bu on a y l ı k zorl u yaşam ben i ruhsal buna l ım lardan kesi n bir biçimde kurtard ı . Taşkışla'­ dan Mehterhane'ye, oradan da Za ptiye Nezarethane­ si'ne gönderi ldim. Burada, Naim Bey adında bir i h­ tiya r devrimciye rastladım. İstanbul'un kibar bir a i le­ s i nden olan b u i htiyar da, s iyasal bir sorundan ötürü Zaptiye Nezarethanesi'nde tutuklu bul unuyordu. Ora­ da ka l d ı ğ ı m sürece hep bu ayd ı n l ı k yüzlü i hliya r ı n ü l kücü, ü m i t l i , heyeca n l ı konuşma ları n ı d i n l erd i m . Ay­

rı lacağ ım gün beni bir yana çekerek şunları söyledi : Del i Petro'nun u l usuna karşı bir vasiyeti olduğu g i bi ; benim de u l usumdan olan bütün gençlere il iş­ k i n genel bir vasiyeti m var. Birkaç yı ldır ki, ha ngi gence rastlasa m b u vasiyetimi .b i ldiriyorum . Bun la­ rın içinde ya l n ız bir tanesi vasiyetimi hakkıyla yerine getirebi lse, benim mezarda sonsuza kadar mutlu ol­ mam i ç i n ye ter l id i r . Ben vata n ı mda meşrutiyet i n bir g ü n mutlaka i lan edi leceği ne inanıyorum. Nas ı l elde edi leceğini bil­ mem, san ır ı m ki, ş imdiki pad işa h ö l ü nce yerine geçe­ cek olan, u l usu sevind irmek için, zaten var olan a na­ yasayı kend i l iği nden uygu layaca ktır. Ben i htiyar ol­ duğum için o güne kadar yaşayabi leceği m i sanmıyo­ rum. Ama, eminim ki, siz o döneme yetişeceksiniz. B i l mel isiniz ki , b u ilk meşrutiyet -nasıl elde edi l i rse edi l si n- gerçek bir meşrutiyet olmayacaktır. Meşrutiyeti n gerçek duruma kavuşab i l mesi içi n, bü- 37 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

tün u l usun onu a n laması gerekir. Oysa u l usumuz şim­ d i l i k derin bir uyku içindedir. Uykuda olan bir u l us, meşrutiyetin değerini b i lebi l i r m i ? Demek ol uyor ki, bu i l k meşrutiyet çok sürmeyecek, Mecl is'i n kapısı yeniden kapanacak, bu kapanma n ı n ne biçimde ola­ cağ ı n ı da, Avrupa'daki eşine ve ü l kemizdeki duru­ ma göre, gözümüzün önüne getirebil iriz. Ben bunu haya l imde şöyl e can landırıyorum : O zaman ru hlarda ki aşırı istekleri durduracak manevi bir dizgin b u l u n ma yacağı için m i l letvekil leri ayrıca l ı k a l ma konusunda birbirleriyle yarış edecek­ l erdir. Gazeteler şantaj yapmaya kal kışacaklar, bazı aşırı kişi ler en can l ı geleneklere b i l e sa ld ıracaklardı r . Bu durum meşrutiyetseverleri bile gücendirecek, bun­ dan başka bazı kimseler İslam birliği propagandası yapaca klar, İ ng i l izİer bu örgütten, bu propagandadan kuşkulanara k , Sara y'dan M ecl is'in kapat ı l masın ı iste­ yecekler, Saray zaten söylenen ve yazıl a n demokrat­ ça sözlerden kendi etkis i n i n aza l m a kta olduğu yarg ı­ sı nda n başlayacağ ından bu öneriye dört kol la sar ı ­ lacak, bir-iki gazeteyi satın a lara k meşrutiyet a leyhi­ ne sa ldırttı kta n sonra, bir sabah « irade-i sen i yye » i l e Mecl is'i uygun bir süre g e l i nce açı l ma k üzere kapa­ t ı l d ı ğ ı n ı i l an edecektir. İ şte bu i l k meşruti yetin uğ­ rayacağı sonuç budur. Bunu ben şimdiden bütün açı k­ l ığ ı y le görüyorum. Ben i m kadar deneyleriniz olsayd ı , s i z d e ben im g i bi görecektiniz. Bununla beraber bu ilk meşrutiyetin böyle kısa b i r sürede elden ç ı kacağına üzül meyiniz. Bunun ger­ çek ol mayaca ğ ı n ı daha önce söylemiştim. Bu meşru­ tiyeti n süresi boyu nca değer vereceğiniz ya lnız bir şey vard ı r : Bu da bas ı n ı n özgürlüğüdür, beni m vasi- 38 -


ZİYA GÖKALP

yetim de yalnız bu noktayla ilgilidir. Ulus derin bir uykudadır demişti m. Onu uyandı. racak şey ulusa kendi varlığını, hayatı için tehlike­ nin ve kurtulmanın hangi yönlerde olduğunu, özetle gelecekteki hedeflerini, amaçlarını öğretmesidir. Öz­ gür, bağımsız bir basın olmazsa, bunları ulusun bi­ reylerine anlatmak nasıl mümkün olabilir. Fakat bu hedefleri yazabil mek için i l k önce dü­ şünürlerimizin bunları bilmeleri gereklidir. Oysa, u l u­ sumuzun düşünürlerinin belirli bir kanıları yoktur. Benim en çok korktuğum şey, meşrutiyet ilan edilin­ ce, bu meşrutiyete önceden hazırlanmış düşünürlerin ol mayışıdır. Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa, basının o sıradaki özgürlüğünden u l usumuzun hiç bir yararı ol­ mayacak demektir. İ şte bu korkudur ki, beni ulusu­ mun gençlerine vasiyet etmeye zorluyor. Beklediğimiz güne kadar daha on yıl kadar bir süre var. Siz gençler bu on yıl içinde geceli gündüzl ü okuyup, düşünerek aramalısınız. Bu ulusun tehlike ve kurtul uş noktalarını saptamalısınız. Bu ulusa her şey­ den önce hangi düşünceleri, hangi duyguları ve han­ gi ülküleri vermek yararlıdır, hangi düşünceler onu yeni bir gelişmeye doğru yürütebilir? Hangi ilkeler onu uygarlığa doğru yükseltebilir? İ şte bütün bu noktaları arayıp tarayıp ortaya çıkarmalısınız. Özetle ulusumuzun uyanması, yükselmesi için gerekli olan ve açıklığa kavuşmuş program elinizde hazır bulun­ malı ki, meşrutiyet ilan edilince, başkaları gibi şaşırıp kalmayasınız. N e yazacağınızı ve hangi düşünceleri yayacağınızı açı k bir biçimde bi l es i n iz Bence, düşündüğüm gibi programınızı hazırla.

- 39 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

mış olursanız meşrutiyet gelip de, basın özgürlüğü doğunca, hemen bir gazetenin, ya da bir derginin başına geçmelisiniz. Hazırlamış olduğunuz yöneltici düşünceleri, hedefleri ülküleri ve ilkeleri h iç durmak­ sızın yazmalı ve yaymalısınız. H iç durmaksızın diyo­ rum, çünkü bu ilk meşrutiyet gerçek olmadığı için uzun sürmeyecektir. Buna göre basının özgürlüğü, ulusumuzun hayatında silahınız olacaktır. Bundan gereğince yararlanabilmek için olanakların elverdiği oranda yazmaya ve her sorunun ruhunu ve esası:ıı en ince noktasına kadar incelemeye çaba göstermeli­ siniz. Fırsat

bir

kuş

g i b i d ir,

hemen

elden

kaça b i l i r .

Böyle günlerde gecikme ve « yavaş yavaş felsefesi » çok zararlıdır. Yazmakta acele ediniz. Aksi takdirde yazacağınız birçok düşünceler yazılmamış olacaktır. Buna göre ulusum uza öncelikle bilinmesi çok gerekli olan düşüncelerin hepsini yazabilmek için son derece çabuk davranılmalıdır. Bu yazılacak şeyler sanmayınız k i , yazıldığında okunacak ve o zaman gerekli etkiyi yapacaktır. Ha­ yır! O heyecanlı dönemde, o aşırı isteklerin kaynaş­ tığı sırada bu yazıların hiç okunmayacağı olasılığı or­ tadadır. Eğer okusalar da anlamayacaklardır. Ama en çok gerekli olan, ulusal programın, ulusa l ülkünün b ir kere basılmasıdı r, basılan bir yazı asla yok edile m ez Ulusal ülkü ve ilkeler, bir kere basılıp yayıldı ktan sonra, artık h iç bir şeyden korkum ka l maz, i sterse basın, eskisinden daha ağır zincirlerle bağlansın. İ s­ terse özgürlük devrinde basılan bütün dergi ler, ga­ zeteler yasak ve zararlı yayınlar arasına geçsin. Bun­ ların h iç b irinden üzüntü duymam. Hatta b u baskı.

- 40 -


ZİYA GÖKALP

\ar ne kadar şiddet l i bir biçimde geri dönerse, o ka­ dar mutlu o l urum. Çünkü baskı ne kadar artarsa, uyanmayı, o kadar çabuklaştırır. Bundan başka zara r l ı yayın say ı l m ı ş o l a n yazı ları okuma ya i nsa n lar daha çok istek d uyarlar. Biz bugün nas ı l teh l i kelere atı larak zara r l ı say ı la n yay ı n ları okuyorsa k, gelecekteki ba -:;­ kı yönetimi nde de o yasa k yazı lar bu derece istek­ le okunaca k ve e l den e l e dolaşaca k. Herkes tarafın­ da n okunaca ktır. Eğer gösterilen ü l kü l er, doğru i se, eğer ortaya atılan i l keler yara r l ı ise, bu yazı ların böyl e büyük bir istekle okunması, u l usu gerçekten uyandıracak ve kendi a l ı n yaz ısı n ı e l i n e a l maya yöneltecektir. İşte böylece uykudan uyanan u l us, kendi özel görüşüy­ le, yaşamına uygun ve gerekl i göreceği meşrutiyeti ve hürriyeti, kendi mücadelesiyle yen iden sağ layaca k­ tır. Bu son meşrutiyet, gerçek bir meşrutiyet olaca k v e art ı k u l usa v e basına sürekl i b i r özgürlük sağ la­ nacaktır. İşte bugün u l usumu n bütün gençlerine bildir­ mekte olduğum vasiyet bundan i barettir. Bu sözlerin ne kadar doğru olduğunu zaman gösterdi . Ateşkesten sonra, baskı yönetimi geri gele­ rek Mecl is'i dağıttı. Birçok düşünürlerle, gazeteci ler Malta'ya götürü l erek, bas ı n ı n özgürl üğüne son veril­ d i . Fa kat büyük fela ketler düşüncelere ora n la daha güçlü bir uyarıcı oldukları içi n u l us okumaya, dü­ şünmeye va kit bula madan uyanmak, çiğnenen onur ve hakkın ı kurtarmak zorunda kal d ı . Bilgin bir yiğit öne düşerek, u l usu büyük zaferlere u laştırd ı . Yine de bu olağanüstü d urum lar ortaya çı kmasayd ı, i hti­ yar devrimcinin bütün görüşleri noktası noktası na doğru çıkacakt ı . - 41 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

İhtiyar devrimci bu sözleri söyled i kten sonra vasiyetini tutacağıma i l işkin benden söz a l d ı . Ben de, vatan yol u nda nası l çal ışma m gerektiğini açık bir biçimde göstererek, bana gerçekten doğru yol u gös­ teren bu güçlü seziş yeneteğine sah i p insa n ı kendi­ m e pir olara k kabul eı i i m .

ÜÇ VASİYETİN AMACI VE ORTAYA KOYDUGU İLKELER

Göka l p' ı n Küçük Mecmua'da ç ı ka n «Baba mın Va­ siyeti» ve «Hocamın Vasiyeti» başl ı k l ı yazı larıyle bir­ l i kte bu yazıs ı , büyük b i l i m ada m ı n ı n çevresindeki olayları ve hayatı n ı etkileyip, kendisine yepye n i bir dünya görüşü kazandıran, ça l ışma larına hız ve yön veren olguları an latması yönünden i l g i çekicidir. Bu üç yazın ı n ortaya koyduğu i l keler şunlardır : e Doğu ve batı b i l i m l erin i öğrenmel i . e M i l letimizin kü ltürü i ncel enmel i . e M i l l iyetçi olunma l ı . e Türk mil leti nin sosyoloj isi ve psikoloj isi in­ celenerek, topl umsa l hayatına ve ruhuna uyg u n bir devrim yap ı l ma l ı . e Bas ı n özg ürlüğü yaşatılma l ı . e Bir düşünce bas ı l ı p yay ı n l a n ı nca, a rt ı k onu hiç bir güç ortadan kal d ı ra maz. Bu yönden a maç, çok çal ışma k ve çok yayı n ç ı karmak o l ma l ı . Gerçekte Ziya Gökal p, b u ü ç yazıyı, m i l letimizin yen i kuşaklarına bir «Türkçü Bilginin Vasiyeti» ola­ rak bırakt ı .

- 42 -


ZİYA GÖKALP

GÖKALP DİYARBAKI R'A SÜRÜLÜYOR

Ziya Göka l p, Zaptiye Nezarethanesi 'nden serbest bıra k ı l d ı ktan sonra Diyarbak ı r'a sürüldü ve orada dcı göz hapsinde tutuldu. Gökal p art ı k öğren imine devam edemeyeceği n i anladı ve 29 ara l ı k 1 900'de a mcas ı n ın kızı Vecihe Han ı m i l e evlend i . Bu evl i l i kten bir oğl u (Sedat) , üç kızı ( Sen i ha, Hürriyet , Türka n ) oldu. Amcası Hacı Hasip Efendi kızına geçinecek ka­ dar bir servet bıra km ıştı . Bu küçü k servet Göka l p' ı n gösterişsiz hayatı içi n pek büyük b i r şeydi . Art ı k O geçinme k için ça l ışma k zorunda değ i l d i . Böylece bü­ tün zama n ı n ı ya l n ızca okumaya verd i . Aylarca evin­ den çıkmad ı ğ ı ol urdu. Okudu, düşündü, yazdı . Yazı­ larının bazılarını devr i mcilerin yurt dışında ç ı kard ı k­ ları derg i ve gazetelerde yay ı n la n d ı . Yay ı n la n mayan yazıları ise arkadaşları tarafı ndan çoğa l t ı l d ı ve elden ele dolaşt ı . Fa kat Göka l p ' ı n bu d u rg u n ha yatı d a pek uzun sürmed i . Tekrar siyasa l ça l ışma lara kat ı l d ı . İ sta n b u l v e An kara'da ki devrimci kurul uşlarla yazışmaya baş­ ladı. Bu g izl i kuruluşların, bask ı yönetimi a leyhinde­ ki bildiri ler i n i ya n ı ndaki gençler aracı l ığ ıyla yurd u n h e r yan ı na yayd ı . Göka l p bu eyleminden ötürü y i n e kovuşturmaya uğradı. Fakat a i l esin i n etkinliği saye­ si nde ceza yemeden kurtuldu. Göka l p bu sırada Askeri Rüştiye'de açılan Fars­ ça öğretmen l i k sınavına g irdi ve s ı navı kazanara k öğ­ retme n l i k yapma ya başlad ı . Da ha sonra, Diya rba kır'a Va l i olan özgür düşünceli Hasa n Fehmi Bey'in yan ı n­ da «katip» olara k ça l ıştı . Göçmenlerin yerleşmesi ko- 43 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

nusunda Gökalp'ın hazırlayıp Vali'ye verdiği ve onun da İ stanbul'a gönderdiği rapor Bakanlıkça çok beğe­ nildi ve Vali bir takdirname aldı. Bunun üzerine Vali, Gökalp'tan Ermeniler hakkında da bir rapor hazırla­ masını istedi. Gökalp' ın bu raporu da başarılı oldu. Vali değişince Ziya Gökalp'ın görevine son ve­ rildi. Fakat adı bütün Diyarbakır'a yayılmış, bilgisi ve temi z karakteri ile ün yapmıştı. Bu ününe bir de ba­ basının temiz adı eklenince, çok iyi dostlar kazandı. Böylece Gökalp'ın düşünceleri her yana yayıldı v� halk onun çevresinde toplandı. GÖKALP HALKI ZORBALARA KARŞI

AYAKLANDIRIYOR

Ü lkenin genel durumunun gittikçe bozu lması, ba­ zı aşiretlerin çevreyi kasıp kavurmalarına fırsat veri­ yor ve hükümet bu duruma seyirci kalıyordu. Ziya Gökalp bu zorbalığa ve yasal olmayan güçlerin halka yaptığı baskılara çok üzülüyordu. Bu tahammül edil­ mez duruma karşı ilk isyan sesi Gökalp'ten yükseldi. Ziya Gökalp, «Diyarbekir Destanı» adıyle yayınladığı broşürde halkın dertlerini dil e getirdi. O sıralarda Diyarbakır'ın çevresindeki aşi retlerin en zalimi olan bir « Kürt aşireti» vardı. Bu aşiret men­ supları canlarının istedikleri zaman köyleri basar, ev­ leri yağmalardı. Evini ve ailesini korumak isteyenleri de hiç çekinmeden vurup öldürürlerdi. «Hükümet k uvvetleri ıı ise bu topluluğu ortadan kaldırmadığı gi­ bi, Abdülhamid'in emri ile sürekli olarak korurdu. Bu aşiretin reisi İ brahim Paşa, Saray'a armağanlar gönderir, böylece Saray'dan kendine dostlar edinirdi. - 44 -


ZİYA GÖKALP

İ şte Ziya Göka l p bu Paşa ' n ı n işlediği cinayetleri des­ tan ı nda dile getird i . Diyarba k ı r ha l k ı na dağıtılan des­ tan şöyle sona eriyord u : "- Bağırma l ı : Ya adalet, ya ölüm !,, Giz l i toplantı lar yaparak, ha l k ı bu kürde karşı aya klanmaya çağ ı rd ı . Ha l kı, dayısı fa,rif Bey'in ( 23 ) de yardı m ı i le ayakland ıra n Ziya Gökalp, hal kla birl i k­ te 1 3 temmuz 1 905'te telgrafhaneyi işgal etti . Sa­ rayla doğrudan doğruya haberleşti. Diyarbak ı r Va­ l isi bu s ı ralarda hasta idi ve yerine bakan Müftü Le­ bibzade Suphi Efendi de şikayetçilerle beraberdi . Bu durum üç g ün sürdü. Telgrafhanenin çevresi süngü­ l ü askerler tarafından sar ı l d ı . Bir a ra d irenci azalan hal k, Göka lp'ın konuşması ile yeniden canland ı . Sa­ ray, H ü kümetçe a l ı naca k kara r ı n beklenil mesini ve boşa l t ı l ma s ı n ı istiyordu. O tari hte t elgrafhaneni n Avrupa ü l keleri i l e Asya ü l keleri a rasındaki haber­ leşme Diyarba kır'dan geçtiği için yabancı ül kelerde tepki ler başlamışt ı . Son unda Saray, Ta lat Paşa a d ı n­ da bir yönetim görevlisinin başka n l ığ ında, bir «Tah­ kik Heyeti» gönderdi . Diyarba k ı r'a gelen bu kurul işi kendi yönünden inceledi ve raporunu Saray'a verdi . Bu işten bir sonuç ç ı kmad ı . Bir y ı l sonra İ tti­ hat ve Terakki Cemiyeti ( 24 ) Komuta n ı Emin Paşa, İ b(23)

Ziya Gökalp'in dayısı olan Pirinççizade Arif Bey

1 9 08'de Meclis'e Diyarbakır Milletvekili olarak katılmıştı. Arif Bey, Birinci Büyük Millet Meclisi zamanında Nafıa Vekilliği yapan Fevzi Bey'in babası idi. (24) İttihat ve Terakki Cemiyeti : Enver, Talat Cemal Paşa'ların üyesi oldukları siyasal parti.

- 45 -

V'2


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

rah i m Paşa'yı sind irmekle görevlendirildi. Ha l ktan yard ı m istendi . Ziya Göka lp'in day ıs ı Arif Bey'in aracı l ığ ı i le İ bra h i m Paşa'n ı n düşma n ı olan Derek aşi­ reti nden yardı m görü ldü. Sonunda İ bra h i m Paşa kaç­ t ı . Asker ve hal k kendisin i izledi ve «Tel-el Kevkeb» den i len yerde öldüruldü. Oğu l la r ı yaka l a n ı p, Adl i ­ yeye ver i l d i l er ve Samsun Hapishanesine konuldu­ lar. GÖKALP GAZETE ÇIKARIYOR

Telgrafhanen in işgal inden sonra, Ziya Göka l p s ı k s ı k cezaevine atı ld ı . Evinden ç ı ktığı zaman siv i l pol isler tarafında n izlendi. Ama Ziya Göka l p' i n i ç dünyasında k i özgürlük ateşi her zamankinden daha çok yan ıp tutuşuyordu. 1 908 y ı l ına kadar Ziya Göka lp çevresindeki ar­ kadaşları i le birl i kte «Jön Türkl e r nl e (25) olan i l işki­ lerin i sürdürdü. İ ki nci Meşrutiyet ilan edi ldikten son­ ra Diyarbak ır'da İttihat ve Terakki Cemi yeti ' n i n şu­ besin i açt ı . Her a kşam gençlere konfera nslar verd i . 1 909 y ı l ı nda Avu kat Şükrü Bey'i n Diyarbak ı r'da ç ı kardığı «Peyman» adl ı gazetede yazı lar ı n ı yayım­ ladı. Fra nsız yazarlardan çeviriler yapt ı . Hece vezni i l e ş i irler yazarak, hal kı çağ ı n gereklerine uydurma­ ya ça l ıştı . Peyman , bir süre sonra kapandı. Gökal p, Vel i Necdet a dındaki bir arkadaşı i l e « Dicle» gaze­ tes i n i ç ı kard ı . Bu gazetenin başyazarı oldu. Ayrıca (25 ) Jön Türkler

:

-Fransızca jenne, genç demek ­

tir.- 1 868 yılından sonra yenilik isteyen Türkler için Avrupalılarca

kullanılan

bir

deyim.

- 46 -


ZİYA GÖKALP

Dicle'de b i l i msel yazılar yazd ı . Göka l p'ın düşü nce kayna ğ ı n ı n i l k çı kış nokta s ı « hürriyet» «adalet» v e « eşitlik» kel imeleri oldu. Gö­ ka l p'ın bu düşünce eylemi, «31 Mart» (26) olay ı n ı n patlaması i l e sona erdi v e gazetesi kapatı l d ı . itti­ hat ve Tera kki Cemiyeti n i n şubesi dağ ı t ı l d ı . İ stan­ bul'da başlayan bu baskı eylemi bütün Anadolu'ya yay ı l d ı .

"İÇİNİZDE BUNUN DERİSİNİ YÜZECEK KİMSE YOK MU?,,

Diyarba kır'da da baskı yönetiminin sürmesi nde ç ı karları olan geri düşüncel i kişiler bir araya gel m iş­ lerd i . Bunlar ka n l ı bir orta m yarattı lar. Ziya Göka l p, bu Saray yanl ısı kişi leri doğru yola getirmek için toplantı yaptı kları yere g iderek, onlarla tartıştı. Tar­ tışma n ı n hızland ığı bir sırada ç ı karc ı ların elebaşı la­ rından biri "için izde bunun derisini yüzecek müslü­ man yok mu?,, diye bağırd ı . Orta l ı k bir anda karış­ tı. Durumun korkunçl uğuna rağmen Göka l p soğuk­ kan l ı l ığ ı n ı kaybetmedi . Bu azı l ı top l u l u k tarafından öldürülmek istenen Ziya Göka lp'i Kurmay Binbaşı Şevki yan ı ndaki genç subaylar ve askerlerle evi ba­ sara k kurtard ı. (26) 31 Mart Olayı

:

1 3 Nisan 1909 günü başlayaa

gericilerin isyanı, 24 Nisan'da Se!anik'ten gelen Hareket Ordusu'nun müdahalesi ile önlendi. O zamanki rumi tak­ vime göre, isyanın başlama günü 31 Mart 1 325 tarihine rastlaması üzerine olaya, «31 Mart Olayı» adı verildi.

- 47 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Daha sonra o azı l ı top l u l u k çığ g ibi büyüdü ve sokaklara döküldü. Hep bir ağızdan «Şeriat» {27) iste­ riz» diye bağırarak çevreye korku saçtılar. Haftalar­ ca süren bu durum, anca k i tti hat ve Terakki Ce m iyeti üyeleri i le birleşen genç subaylar tarafından « şer » güçlerinin elebaşılarının ya ka lanmaları ile önlene­ b i l d i .. Böylece Dlyarba kır'da gericilerin sesleri kısı l d ı . Fa kat karışı k durum 2 . Meşru1iyet'i n i l a n ı na ( 1 908) kadar sürdü . GÖKALP İTALYAN GEMİCİLERİ İLE DÖVÜŞÜYOR

Bir s ü re sonra Ziya Gökal p, İstanbul'a g itti . Bir gün köprüden geçerken birkaç İ talyan gemicisi n i n bir T ü r k a rabacısını dövmekte olduklarını görd ü . Bu küsta h İta lyan lara karşı h i ç kimse bir şey yapa m ı­ yordu. Ziya Göka l p, bu d u ruma çok üzüldü ve İta l­ yan g em i c ilerin in Üzerlerine atı l d ı . İta lyanlar kalaba­ l ı ktı. Bu yüzden hem dövdü, hem de dövüldü. Dö­ ğüş sırasında kafası yarıldı ve hastaneye kaldırıldı. Diyarbakır Mi l l etvekili Fevzi Bey, Beyoğl u Mutasar­ kapitü lasyon lar vardı rıfl ığına ( 28) başvurd u . Fa kat ve suçlu olan İ tal ya n l a r tutukla n a m ıyorlard ı. GÖKALP SEl.AN İ K'E GİDİYO R

Ziya Gökal p iyileşti v e b i r s ü r e sonra i l k öğre(27)

Şeriat

:

-Arapça- Tanrı

buyruğu.

Devletin

-dinsel esaslara göre yönetilmesi. (28)

Mutasarrıf

:

-Arapça- İlçeyi idare eden kim­

;se. Kaymakam karşılığı.

- 48 -


ZİYA G ÖKALP

t i m m üfettişl iğine ata nd ı . Eşi n i n hastal a n ması üze­ rine Diyarbakır'a döndü. Göka l p a ltı ay kadar bu görevde ka l d ı . Bu ara ­ da İttihat v e Terakki Cem iyetinin Genel Merkezi (29) !:: ü tün şubelerinden «hürriyet inkılabı» için Üzerle­ rine düşen görevlerine i l işkin rapor istemişti. Gö­ ka l p'ın gönderdiği rapor Selanik'te çok beğenildi. Bunun üzerine, Ziya Göka l p İ tti hat ve Tera kki Cem i­ yet inin Genel Yönetim K u r u l u üyeliğ ine seçi ldi ve 1 909 y ı l ı n ı n son aylarına doğru Selanik'e g itti. İ tti hat ve Tera kki Cemiyeti içinde a rka planda kal maya öze!1 gösterd i. Bir gün bir konuşma s ı rasında Ziya Gökal p'e : "-- Siz b i l im ada m ı s ı n ız, pol itika i le uğraşma­ n ı z doğru mudur?,, diye sorulduğunda, O şu cevabı verdi : "- Ben pol itikaya, pol iti kacı ların zararları n ı aza ltmak için gird i m .,, Göka l p Selani k'te siyasal a landa ça l ışma lar ya­ parken, aynı zamanda çevresine topladığı gençlere Büyük b i r kitapl ı k kurdu, konfera nslar veriyordu . ,ders progra mına Sosyoloj i dersini koydurd u . Göka lp'­ ı n Selani k'teki en önem l i çal ışma ları «Genç Kalemler» dergi si nde başladı . Bu dergi deki yazılarında Türkçü­ l ü k ve sade d i l a k ı m la r ı n ı n en o l u m l u tohumlarını att ı . Selanik'te bulunduğu günlerde çağ ı n en büyü'< sosyoloğu olan Durkhei m'i n eserlerin i okudu. Gö­ ka l p bu eserlerin etkisi i l e ü l kenin topl u msa l yara la(29)

İttihat ve Terakki Cemiyetinin Genel Merkezi

.Selanik'te idi.

-

49

-

ı=.

:

4


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

rına çare aradı ve böylece Türk Sosyoloji oku l u n :.ı kurdu. Gökal p Selanik'te bulunduğu yıllar içinde özel­ likle bilim adamı yetişmesine büyük önem gösterdi. B u yolda yazıl ar yazıp, konferanslar verdi. Birçok genci ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin yardımı ile Av­ rupa'ya öğrenim yapmaya gönderdi. Bu sıralarda yapılan bazı toplumsal reformların hazırlayıcısı olan Ziya Gökalp'ın yazıları nın en heyecanlı ve sürek l i okuyucularından biri d e Mustafa Kemal'di. ZİYA GÖKALP TEKRAR İ STANBUL'DA

Ziya Gökalp 1912 yılında Ergani Sancağı Mil let­ vekili seçildi. İ stanbul 'a geldi ve bir süre Cağaloğlu'­ nda oturduktan sonra Akbıyık'a taşındı. İ ttihat ve Terakki Cemiyeti iktidarı ele a l ınca Zi­ ya Gökalp «Darülfünu n » (30) ve özellikle Edebiyat Fakültesinde öğretimin düzene konması için çaba gösterdi. Gökalp, eğitim işlerini bir piramide benze­ tiyordu. O'na göre taban güçlü olmazsa, üzerine ya­ pılan sütunların ve yapının dayanıklı olması olanak­ sızdı: « Köklü yere yerleşmeyen ve tabfoıtın kudret ve kuvvetini almayan ağaç, yeşilliksiz ve meyvasız kal­ maya mahkumdu.» Sonunda Gökal p'ın görüşleri kabul edildi ve dersler, kitaplar, programlar düzenli bir biçimde ve birbirini tamamlayıcı nitelikte hazırlandı. Edebiyat Fakültesi, Tarih - Coğrafya, Felsefe, Sosyoloji ve ( 30 ) Darülfünun

:

-Arapça- Üniversite.

- 50 -


ZİYA GÖKALP

Edebiyat gibi i htisas böl ü mlerine ayrı lara k genişle­ tildi. Göka l p Avrupa'da öğrenim yapan M ustafa Şe­ k i p Tu nç, Yahya Kemal ve Ahmet Ağaoğl u gibi genç m i l l iyetçi leri Edebiyat Fakültesin i n öğreti m kadrosuna a ldırdı. Ziya Göka lp, «Tura n » adlı şiiri ve «Yeni hayat ve yeni kıymetler» baş l ı kl ı yazısı i l e ortaya attığı « Milli Şuur» düşüncesin i bil imsel yazı ları i le savun­ du. 1 91 3 i l e 1 9 1 8 y ı lları a rasında en yaratıcı döne­ m i n i yaşa d ı . Kendi kurduğu Sosyoloj i kürsüsün ü n profesörlerini

«Türkl ü k » konusu

üzerinde

ça l ışma l a r-.'l

yöneltti ve Fuat Köprülü'nün yetişmesinde etk i l i ol­ du. Bu s ı ra l a rda her şey Türk m i l l iyetçi l iğine doğru gel işti. Ziya Göka lp, Türk kültürünü ve töresini içi­ ne a l ı p, onunla yüzy ı l la r boyunca orta k bir uygarl ı k kura n « İslam ü mmetçiliği »nin potası içinde eriyen Türk uygarı ığını tekrar can landırmak için çal ıştı . Göka l p sadece Üniversite'de ders vermekle ka l­ madı, kendi evi nde ve «Türk Ocağ 1 >m dak i konuşma­ ları ile çevresini de ayd ı n lattı . Dersleri kadar can l ı geçen bu konuşmaların ı n sürekli izley icileri a rasınd� Fuat Köprü l ü, Ahmet Ağaoğ l u, Yahya Kemal, Ö mer Seyfeddi n ve Ha l i m Sabit'ler vardı . Birinci Dünya Sa­ vaşı'nın amansız baskısı bütün yurtta duyul urken, Göka lp' ı n i nsanüstü ça l ışmaları i le Ü niversite ve bası n « milli bir hava » içinde gel işti. Anca k on y ı l süren « İ kinci Meşrutiyet» dönemi «rnütareke»nin a ğ ı r şartla­ rı ile sona erd i . Bu sonuçla ya l n ız topra k kaybetmekle kal ın m ı yor, gelişen «Yeni Hayat» uyanan « Milli Şu­ u r » ve « Fi kir Hareketleri» de birdenbire d u ra k l ıyo rd u .

- 51 -


1 0ll

BÜ YÜ\. EDİP

109

B Ü YÜK ŞAİR

Bu sırada Ta lat Paşa 'n ı n ( 31 ) ısrarlarına rağmen Ziya Göka l p, yurdunu b ı ra kı p kaçmadı . Bu a rada bir süre g i zlenmesini isteyenlerin öneri lerini de ke­ s i n l i kl e geri çevirdi. Bir g ü n Üniversite'de derse gir­ meye hazı rlan ı rken, Al i Kemal'in ( 32 ) "Ziya Göka l p idam ed ilmelid i r,, diye başlayan yazıs ı n ı kendisine gösterdi ler. Göka lp, hiç ora l ı o l madı, sı n ıfa g i rdi, der­ sini verd i. Yüzünde en ufak bir solg u n l u k belirtisi, ya da bir kayg ı izi gör ü l mü yordu. Kendisine yazı hakkı nda ne düşündüğü soru lduğunda, ba ldı ra n zehirini soğukka n l ı l ıkla içen Sokrat' ı n r u h u n u kıs­ kan d ı racak b i r umursamazl ı kla, "sosyal bir olay,, ce­ vab ı n ı verd i . Ömer Seyfeddin'in b i r süre g izlenmesi için "bize ve kimsesiz ailenize acıyınız,, biçimindeki uya­ r ı larını ve bu konudaki d i l e klerin i de boşa çıkara n Ziya Göka l p 2 8 oca k 1 91 9 g ü n ü Ü niversite'den bir (31 )

İ ttihat ve Terakki Cemiyetinin kurucularından

ve Genel Kurul üyesi olan Talat Paşa 1 8 74'de Edirne'de doğdu, 1 92 1 'de Berlin'de Sogoman Tayleryan adlı bir Er­ meni Komitacı tarafından öldürüldü. İkinci Meşrutiyet' te Edirne Milletvekilliği yaptı, İçişleri ve Posto - Telgraf Bakanlığı görevlerinde bulundu. Said Halim Paşa'nın is­ tifası üzerine, 4 Şubat 1 9 17'de Sadrazam oldu. Bu görev­ de 17 Temmuz 1 9 18'e kadar kaldı. Birinci Cihan Savaşı yenilgisi üzerine Ahmet İ zzet Paşa'ya bıraktığı bir mek­ tupta, geri dönüp millete hesap vereceğini yazarak Al­ manya'ya

gitti.

(32) Milli Mücadeleye karşı çıkmış, bu konuda ya­ zılar yazmış ve daha sonra İ zmit'te halk tarafından linç edilerek öldürülmüştür,

- 52 -


ZİYA GÖKALP

sivi l pol i s tarafı ndan a l ı nara k tutukland ı . Bu tutuk­ lanma olayı i le, 1 91 3 y ı l ı nda başlayan öğretim üye­ l iğ i görevi de sona eriyordu. Ziya Gökal p, bir ay Pol is Müdürl üğü'nde ve üç a y da Bekirağa böl üğünde tutukl u kaldı . İdam edil­ mesi için b i r ipucu b u l u n ma k üzere 2 7 n i:::a n 1 91 9 günü « Divan-ı harb» ( 33 ) önüne ç ı karı l d ı .

ZİYA GÖKALP D i VAN-1 HARB KARŞISINOA Göka l p' ı n d uruşmas ı n ı n yapı lacağı s a l on t ı kl ı m tıklım dol m uştu . Sa!ona önce Hükümet'te görev a l a n lar, a r k a s ı n da n İ t t i ha t v e Tera k k i C e miye t i Ge­ nel Yönetim Kuru l u üyesi olan san ı kl a r a l ı n d ı . Göka l p san k i evinde yürüyorm uş g i b i a ğ ı r a ğı r geldi, yerine otu rd u . Da ha sonra sa lona , Divan-ı harb kuru l u g i r­ d i . Göka l p kendisine sorulan soru l a ra durg u n ve te ­ reddüt etmeden yan ıtlar verdi. Sorgu sırası nda Mus­ tafa Nazım Paşa , «Ermeni kat l i a m ı na ( 34 ) siz fetva verm işsiniz, bu doğru m u?,, diye soru nca Gökal p birden kükredi : - " M i l letime iftira etmeyiniz. Türkiye'de b i r Ermeni kat l i a m ı ol mam ışt ı r, bir Türk - Ermeni muka­ telesi (30) vard ır. Ermeni ler bizi arkadan v urdu lar, biz de cevap verd i k.,, (33)

Divaıı-ı Harb

:

-Arapça- Askeri mahk eme .

(34) Ermenilerin, Ruslardan silah ve cephane alarak Doğu'da

köyleri

yağmalayıp,

Türk

halkını

öldürmeleri

olayı. (35)

lUukatele

:

-Arapça- Karşılıklı öldürme

boğazlaşma.

-- 53 -

ve


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Divan-ı harb üyeleri böyle b i r cevap beklemi­ yorlard ı . M ustafa Nazım Paşa'n ı n hayretten ağz� açıl< ka l d ı Divan-ı Harbin korku veren gösterişi y ı kıldı Ziya Gökal p, pek sessiz ve gösterişsiz girdiği salon­ dan bir kahraman olarak çıktı. .

,

ZİYA GÖKALP MALTA'YA SÜRÜLÜYOR

Hapishanede tutuk l u i ken kendisini ziyarete ge­ lenlere «mefkôre»si n i n sıcak i nancı n ı ve büyük umu­ dunu aşılamayı sürdüren Ziya Göka l p bir g ü n Haşim Nahid'e şöyl e diyord u : "- Bütün ümidimiz M ustafa Kema l 'ded i r ( 36) O bir şeyl er vapa b i l ir. M i l l tyetçiler de ne yapı lması gerektiğ i n i b i l iyorlar.,, Ziya Gökal p en kötü günlerinde bile, b i r a n o l ­ sun u l usunu n kurtul uşundan u m u d u n u kesmedi . 1 9 1 9 y ı l ı nda İstan b u l ' u işga i eden İ ngi l i z ler, O'n u ve bü­ tün arkadaşlarını tutuklad ı la r ve bir gemiye b indir­ d i ler. Bu son u bel l i olmayan gidişe Ziya Gökal p de­ rin bir inanışın verdiği güç ve sabırla teslim olmuştu. Yan ı nda parası yoktu. Eşi, babasından kal a n birkaç parça eşyayı satara k elde et tiği 700 l i ray ı kızı ile ko­ casına g önderdi Fa kat İ n g i l izlerin buyruğu i l e ki mse gemiye a l ın m ıyord u . Göka l p' ın kızı i k i arkadaşı ile sandala bi nerek gemi ye gizl ice yanaşt ı . Ziya Göka l p v e a rkadaşları gem i n in i k inci katında idi ler. Sad i Bey'­ in önerisi üzerine parayı bir mendi le sarıp gem ı n ı n i kinci kat ı na a tt ı lar. Anca k para d o l u men d i l , gem i n i n .

(36) O

sıralarda

Atatürk

Anadolu'ya geçmeye

zır lamyordu .

- 54 -

ha ­


ZİYA GÖKALP

biri nci katına d üştü ve « hava»dan gelen bu parayı İ ng i l iz tayfa lar aralarında paylaştılar. Hata n ı n kendi­ sinde olduğunu kabul eden Sadi Bey Göka lp'e ken­ di parasından 1 00 l i ra verdi ve Ziya Gökal p zindana b u biçi mde yolcu edildi ( 26 mayıs 1 91 9 ) . Malta'ya sürülenler a rasında m i l l etvek i lleri, İtti­ hat ve Terakki Cemiyeti'nin i leri gelenleri, paşalar, yazarlar ve profesörler vardı . İngilizler Ziya Gökal p'i birkaç a rkadaşı ile birl i kte önce Limni adasına hap­ setti ler, bir süre sonra da Ma lta'da «Polverista » zin­ dan ına koydular. İ ki yıl süren bu sürgün hayatı sı­ rasında Göka l p (37) Malta'da , a ilesi de İstanbul'da bü­ yük

yoksu l l u k çe kt i . Fa kat

O, b i r an

olsun

b i l imsel

ça lışma larından vazgeçmedi. Sürekl i çeki len yoksu l l u k bile, Gökalp'ın ruhun­ daki inanç ışığı n ı söndüremedi . O kendi kafasında yarattığı kendi dünyası içinde, «mefkure»si nin aşkıy­ la yan ı p tutuştu : MEFKURE Bir peri kızıdır ki görünmez göze, Onunla yaşarım daim öz öze . . . Ben sükut edince o başlar söze : (37)

Hayatı b oyunca dünya nimetlerine

sırtını dö­

nen Gökalp hep beş parasız yaşadı ve yoksulluk içinde öldü. Bu büyük ve eşsiz fikir adamının sürgündeki gün­ lerini Ahmet Ağaoğlu şöyle anlatır: «Ziya Gökalp Mal­ ta'da yokluk içinde idi. Ama günlerce aç kaldığı halde y emeğe çağrılmadıkça, sofraya gelmez , kendiliğinden ye­ mek yemezdi.»

- 55 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Ruhumun onunla izdivacı var. Ben aşık bir kal bim cananım odur, Bu fani d ünyada rahmanım odu r : Elinde gön l ü m ü n ö z ilacı v a r . . . Demeyin mevcut değil, hayaldir, Vücut metin değil, bence mealdir.

Ziya Gökal p Malta 'da zindanda ömür çürütür­ ken , ü l ke de düşman işgal i a l t ında i n l i yordu. Ziya Göka l p bu s ı ra la rda Malta 'dan Anado l u gazetelerine gönderdiği «Çobanla bülbü l » şiirinde u l usuna şöyle seslendi : Bülbül dedi düşman haset etse de lstanbul'da şakıyacak Türk sesi! Çoban dedi : Edirne'den ta Van'a, Erzurum'ıa kadar benim m ü lklerim! Bülbül dedi : İzmir, Maraş, Adana! iskenderun, Kerkük, en saf Türklerim ! Göka l p, Ma ltcı'da bul unduğu sırada, « işgal kuv­ vet leri » i l e işbirliği yapan vatan haini A l i Kema l'in ken ­ disi için Kürt dediğ ini duyunca şöyle yan ı t verdi Ben Türküm! diyorsun, Sen Türk değilsin! Ve İslamım diyorsun , değilsin İslam! Ben, ne ırkım için senden vesika , Ne de dinim için istedim ilam! Türklüğe çalıştım sırf zevkim için, Ummadım bu işten asla m ü kafat! Bu yüzden bin türlü felaket çektim, H içbir an esefle "demedim : Heyhat! - 56 -


ZİYA GÖKALP

ben olsaydı m : Kürt, Arap, Çerkes; ilk gayem olurdu Türk Milleti ! Çünkü Türk kuvvetli olurs.:ı, mutlak, Kurtarır h e r İslam ol.3 n milleti! Türk olsam olmasam, ben Türk dostuyu m ; Türk olsan olmasan, sen Türk düşmanı! Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak, Seninki öldürmek her yaşata n ı ! Türklük h e m mefkurem , h e m de ka n ımdır : Sırtımda n alınmaz, çünkü kürk değil! Türklük hadimine «Türk değil» diyen, Soyca Türk ols.:ı da « piçtir!» Türk değil!

Hatta

ZİYA GÖKALP VATANA DÖNÜYOR

Ziya Göka l p 2,5 y ı l l ı k sürgün hayatı boyunca okudu, yanındaki lerini okuttu. Yarı a ç, yarı tok bir hayat sürd ü . Sonu nda An kara'da «Milli Hü kumet» g üçlendi . Londra'da barış görüşmeleri sırası nda Mal­ ta tutsa kların ı n bıra k ı l ması da istenildi. Ankara H üku­ meti bun lara karş ı l ı k Kars Savaşı'nda tutsak a l ı na n l ng i l izlerin serbest bıra k ı la cağ ı n ı b i l d i rd i . İng i l tere bu önerıyı kab u l etti ve Ma l ta 'da zindanda yatan Ziya Gökal p ve arkadaşları y urda döndüler ( 1 9 Mayıs 1 92 1 ) . Göka l p, 30 N isan 1 921 tarihinde yazdı ğ ı bir mektupla İtal ya üzerinden yurda döneceğini b i ldirdi. Mektup a i lesi nin el ine geçti kten birkaç gün sonra Zi­ ya Gökal p İsta n bu l'a gel d i . Anadol u'ya geçmek üze­ re, gemi i le Samsun'a hareket ett i . Gem i n i n hare­ keti nden sonra A l i Kema l ' i n gazetesi Gökalp'i götü­ ren geminin torpil lendiği n i yazd ı . Dostlar ı n ı n teşvi k [ - 57 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BtJYÜK ŞAİR

i l e Anadolu'ya gitmeye karar veren Gökal p' i n ai lesi bu haberi okuyunca kedere boğuldu. An ca k kendi­ leri de deniz yol u ile Samsun'a geldi kleri zam a n Ziya Göka l p onları sanda l l a karş ı la d ı . Ayn ı ya lan haber i Gökal p de duymuş ve a ilesinin üzü leceği n i bildiği için kendi de üzü lmüştü . G gece Samsun'da ka lan Gökal p ve a i lesi, ertesi gün Rıza N ur ve Şeyhü l is­ lam (38) Hayri Efend i ile birl i kte dört araba tutara k Anka ra 'ya hareket ettiler. ZİYA GÖKALP TEKRAR DİY ARBAKIR'DA

Anadolu'nun ıssız ve bozuk yol larında günlerce süren yolc u l u k çok yorucu geçti. Ziya Göka l p bir sü­ re Ankara'da kal d ı . Bir dergi çı karmak için ça l ıştı. B u işi i l k önceleri Ankara'da, daha sonra d a Kayseri'de yapma k istedi . Fakat dergiyi Diyarba k ı r'da çıkarma­ y ı uygun buldu. Yine araba ile yap ılan uzun bir yol­ culuktan sonra , 1 92 1 y ı l ı n ı n sonba ha r ında Diyarbak ır'a geldi . Fransızların Urfa'ya, İngil izlerin Mardin'e kadar vatan topra kları n ı n üzerine bir kara bulut g i b i çök­ meleri, öteki Anadolu i l leri n i n düşman sa ldırısına uğ­ raması ve bu arada Ruslarla birl i k olan Ermen ilerin Türk'ü a rkadan vurma lgn Diyarba k ı r hal k ı n ı kara kar':! düşündürüyordu. Da hil iye Nazırı ( İçişleri Baka n ı ) A l i Kema l ' i n « İtilaf Devletlerinin ( 39 ) kararı ile Doğu ille( 38 ) Şeyhülislam

:

-Arapça-- Osmanlı İ mparator­

luğu'nda, din işlerine bakmakla görevli en yüksek me­ mur. (39)

.Devletleri

İtilaf :

:

-Arapça-

İ ngiltere,

Anlaşma,

Fransa, Rusya.

- 58

anlaşmış.

İtilaf


ZİYA GÖKALP

rine özel bir idare şekli verilecektir» demesi Diya rba­

kır hal kı n ı şaşkı na çevirmişti. İşte bu sırada Diyarba kır'a gelen Ziya Göka l p' ten , ha l k bir ümi t ışığı yakmas ı n ı bekled i . O hal kli'l konuşurken, yüzünde hiç bir ümitsizl i k izine rastlan­ m ıyord u . Kendisin i d i nleyen herkesi «zafer»in yak ın olduğuna inandırdı. Gökal p, Türk U lusunun i kinci defa «Ergenekon» mucizes i n i yaratma k üzere bulun­ duğunu ve Mustafa Kema l ' i n bir « Bozkurt» olduğunu söylüyordu . Türk'ün bütün Doğu d ü nyası için bü­ )' Ü k bir kurtarıcı olduğunu, verdiğimiz kan l ı müca ­ deleni n bütün tutsak ü l kelere örnek olaca ğ ı n ı söyle­ yen Ziya Gökal p, «Muslafa Kemal bu yeni yeni uya­ nan şuurun müjdecisidir» d iyordu. Bu arada, Cumhu­ riyet'ten sonra Gazi İ l ko k u l u a d ı n ı a lan, « N ümune Mektebi » nde felsefe dersleri vermeye başladı. Ziya Göka l p . felaketler karşısında ümitsizl iğe düşmüş, boşalmış ruhları u l usa l b i l inçle doldurmak için «Mefkure» a d ı nda bir dergi çıka rmak istedi . Derg i­ n i n imtiyazı n ı a l ma k i çin ya p ı l a n başvuru üzerine, Va l i vek i l i Cevat Paşa, « dergiye hal kı n d a a nlayacağı bir ad ver i l mes i n i n daha iyi olacağ ı n ı » söyledi . Bunun üzerine derg i nin a d ı « Küçük Mecmua» oldu. « Küçü k Mecmua » her yerde o l u m l u intiba larla karş ı lan d ı . Yahya Kema l , «Tasvir» Gazetesinde, Göka lp'in girişi­ m i n i övdü. Ya kup Kadri, « İkda m » Gazetesinde «dev­ rin büyü k şairlerinden ve fikir adamlarında n biri olan Ziya Gökal p, şimdi Diyarbekir'de Küçük Mecmua'sıy­ le ruhundaki mukaddes ateşten çıkan harareti bize, bizim ruhlarımıza gönderiyor.» Fa l i h Rıfkı Atay da «Akşa m » Gçızetesinde «Kim ne derse desin, bütün matbaacılık hayatının en bozuk şartları ile çıkan Küçük - 59 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Mecmua ile Ziya Gökalp, fikir hayatımızı Diyarbekir' den idare ediyor» d iye yazdı lar. (40) Ancak, zararla kapanan ve otuz üç sayı ç ı ka n Küçük Mecmua'nı n borçlar ı n ı , Ziya Göka l p eşine a i t evi satarak elde ettiği para i l e ödemek zorunda ka l d ı . ZİYA GÖKALP ANKARA' DA

Atatürk'ün isteği üzerine «telif ve tercüme ko­ misyonu» Başka n l ığına getiril i nce, Gökal p eşi i l e b ir­ l i kte Ankara'ya yerl eşti. M ustafa Kemal yeni kuşak­ l a r için bir m i l lf kitapl ı k hazırlanmas ı n ı ve gel işen batı düşünceler i n i n

öğre n i l mesi

için

çev i r i l er

yap ı lmas ı n ı

istedi. Göka l p, klasikler i n (41 ) d i l imize çevrilmesi için Türk d i l i n i n usta larına ve yabancı d i l bilen lere mek­ tuplar yazdı , onları göreve çağ ırdı . Bu arada yerl i ya­ zarları teşvi k etmek olanağı n ı hazırladı . B u çal ışmalarının yanı sıra uTürk Töresi», «Türk­ çülüğün Esasları » ve «Altın Işı k» a d l ı eserler i n i yayın­ lad ı . «Eğitim Şurası»nın toplanmq_s ı n ı sağlad ı . «Sulta­ ni mektep» lerine « Lise » a d ı n ı verdirdi ve bun lar için yeni ders programları hazırlattı. B u çal ışma ların ışığ ı altı nda ders kitapla r ı n ı n yaz ı l ması için uğraşt ı . Ken­ d isi de bu yeni ders progra m ı na göre «Türk Mede­ niyet Tarihi>> n i yazmaya başladı . Anca k ömrü bu ese­ rin birinci c i l d i n i tamamlamaya yetti . Çünkü Eğitim (40)

Atatürk, bir gün İzmir'de gazete yazarları ile

görüşürken «Küçük Mecmua ilk inkılap fikirlerini yurda yayan ilk basın organı oldu.» dedi. ( 4 1 ) Klasik : -Fransızca- Üzerinden çok geçtiği halde değerinden bir şey yitirmeyen eser.

- 60 -

zaman


ZİYA GÖKALP

ça l ışma ları Göka lp'ın yazı yazmasına fırsat vermiyor­ du. Oysa Atatürk, O'na Ahmet Ağaoğl u i l e haber göndererek, «Hakimiyeti Milliye Gazetesi nnde yazı yazmasını da istiyordu. ZİYA GÖKALP HASTALANIYOR

Ziya Gökal p 1 1 Ağustos 1 923'te Diyarba k ı r M i l­ l etveki l i seçi l i nce eğitim ça l ışma ları ndan ayr ı l d ı . Ser­ best kal ınca «Yeni Türkiye» a d l ı gazeteyi kurdu ve başyazarı oldu. Meclis ça l ışmaları sırası nda da «An3yasa »n ı n hazırlanmasına yard ı m etti. «Türk Medeniyeti Tarihİ>>ni tama m lamak için de evinde geç saatlere ka­ dar çal ışmaya başladı. Bu sürekli ça l ışma lar Gökal p'ı yorgun düşürdü Doktorların d i nlenme öğütlerin i yerine getirmed i . Ölümünün yak ı n olduğunu sezmiş g i b i bütün düşün­ celerini kağ ı t üstüne dökmeden dünyadan ayrı l m a k is­ temiyordu. Son gün lerinde bi l e ayn ı hızla ça l ıştı . De­ mokrasi hareketlerini parti siyaseti i l e birleşmesi ve tam anlamıyle siyasal bir hoşgörünün kafa lara yerl eş­ mesi için «Yeni Gün» ve «Hakimiyeti Milliye » gaze­ telerinde yazı lar yazd ı . Sonunda hasta landı v e yatağa düşt ü . İyi leşmesi için büyük bir iigi gösteri l d i . Anca k gün geçti kçe has­ ta l ığ ı ağ ı rlaştı . Doktorlar İ stanbul'a g itmesini öğütle­ d i ler. Göka l p a i l esi i l e b i r l i kte N işantaşı'nda bir eve yerleşti . Evinde sekiz aya ya k ı n tedavi gördü. Bu s ı rada b i l e b i l i msel ça l ışmalarını sürdürdü ve «Türk Medeniyeti Ta rih i n n i n i l k cildini yay ı n l a naca k biçime soktu. Hasta l ığ ı daha da art ınca doktorların kesin kar­ ş ı ç ı k ışları ile çal ışmayı b ı ra kt ı . Bu son eseri yayın- 61 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

!anmak üzere « Milli Eğitim Baka nlığı Basımevinne verildi. Gökal p Büyükada'ya götürüldü. Basılan ese­ rin düzeltmelerin i y i ne kendisi yapt ı . Adı konulama­ yan hasta l ığ ı daha da a rttı . Doktorlar Avrupa'ya gön­ der i l mesi n i önerdi ler. Fakat Avrupa'ya gidecek para­ sı yoktu, Fransız Hastahanesine yatı r ı l d ı . B i r g ü n hastanede kendisini ziyarete gelen b i r gence « ne yaz ı k ki kafamdaki düşüncelerin hepsini veremedi m, eseri m i tamam la yamadım. Bunları da be­ raber götürüyor u m » ded i . Bu sözleri söylerken çok üzü l m üş olduğu, hasta durum u na rağmen temiz yü­ zünden bel l i oluyordu _ Atatürk'ten ve İnönü'den gelen telgraflarda te­ davi için Avrupa'ya gönderi l mesi isteniyordu. Telgraf­ lar kend isine okunduğu vaki t çok sevindi. Atatürk telgrafında şöyle diyordu : « Ra hatsızlığınızdan çok teessürle haberdar oldum. Sıhhat ve afiyetiniz haberine memleketçe inti­ zar olunmaktadır. Süratle iadeyi afiyetin iz için Av­ rupa' da tedavinize ihtiyaç varsa icap eden her şeyin tahsisini tekellüf ediyorum. Sıhhatiniz ve mahalli te­ daviniz hakkında iş'arınızı bekler, muhabbetkar se­ lamlarımı beyan ederim efendim.» Ne yaz ı k ki yapı­ l aca k bir şey ka l mamış ve hastal ı k bu büyük bilgini bitirmişti . Ömrünün son günlerin i yaşıyordu . Atatürk'ten kendisine bir fotoğraf ve bir de mektup gel m işti. Mektup ve fotoğrafa çok sevindi ve Atatürk'e ken­ disi cevap vermek istedi. Kağ ıt-ka lem getirtti. Mektup yazmak için yatağında oturmak istedi. Fakat belden aşağısı tutmuyord u . Bunun üzerine mektubu Zekeri­ ya ve Hal im Sabi t Bey'lere yazd ı rd ı . Gökal p, Ata- 62 -


ZİYA GÖKALP

türk'e uzun bir yanıt yazdı rm a k istiyordu, a ma acısr buna da elvermedi . Hatır ı n ı soran mektuba çok sevin­ diğ i n i ve teşekkürlerini bi ldirdi. Atatürk'e ve Latife Ha n ı ma i thaf ettiği eserin i n yayı n l a n ması n ı ve ço­ cuklarına ba k ı l masın ı diledi. Göka l p, Atatürk'e gön­ deri lmek üzere yazd ırdı ğ ı mektubunu i mza lamak is­ tedi, ama bunu da başaramadı. Hasta l ı ğ ı çok arttı ve kriz geçirmeye başladı. 25, Ekim ·ı 924 cumartesi sabahı saat beşte hayata göz­ ler i n i yumdu. Pazar günü büy ü k bir cenaze töreni yapı larak, Sulta n Mahmut Türbesi'ne {42} gömü ldü. Türkiye Büyük M i l let Mec l isi ve Hükumet temsi lcileri� resmi ve özel kuruluşların mensupları, profesörler, öğretmen ler, öğrenci ler, dost ve a rkadaşları i l e on binlerce ha l k, cenaze törenini başından son una kadar izled i . Göka lp'in ölümü ü l keyi büyü k bir üzüntü için­ de bıraktı. B u büyü k üzüntü, ha l k a rası nda ve gazete i l e dergi lerde haftalarca yan k ı landı durdu. Ya kup Kadri ( Ka raosmanoğ l u ) 29 Ekim 1 924 ta­ r i h l i « Cumhuriyet Gazetesi»ne yazd ı ğ ı yazıyı şöyle bitiriyordu : « . . . Diyorlar ki, o genç yaşında ve kendisinden beklenen eseri tamamla madan hüzün ve ıstırap için­ de öldü. Hayır, bir defa Ziya Gök.3 lp için hüzün ve ıstırap yoktur. Kendi nefsi onu alakadar etmezdi, o çoktan milletin varlığı içinde yok olmuş bir ruhtu. Öy­ le bir ruh ki, bir ışık gibi aydınlatır, bir alev gibi ısı­ tır. Ve hepimizin ruhuna karışmıştır. En büyük eseri mi? Lakin Ziya Göka l p, onu çok(42)

Divanyolu'ndadır.

63 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR tan

yarattı.

Bugünün

Türk Gençliği

O ' n u n eseri, O'

n u n şaheseridi r. » -

Anka ra ve İstanbul'daki Türk Oca k l a r ı 'nda Göka lp için a n ma törenleri düzenlendi. 3 1 Ekim günü İstanbul 'da düzen lenen a nmu top­ lantısında Göka !p'in hayatı a n latıldı, şi irleri okundu . A l i Ca nip, Selanik'te Ziya Göka l p i l e birl ikte geçen günl erin i a n l attı . Necmeddin Sad ı k ( Sada k) da Gö­ .ka l p'in düşünce haya t ı n ı açı kladı.

- ·

04 -


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Göka l p'in sürgün ve cezaevler i n de geçen kıs� ömrünün sürekl i ça l ışma ları «Genç Türkiye»ye «ha­ yat», « biçim» ve «YÖn» verdi . Fakat u l usça çok şans­ sızd ı k. Ç ü n kü «Cumhuriyet» henüz bir yaşına basma­ dan, büyük bir b i l i m adamından yoksun kal m ıştı . Yah­ ya Kemal , Gökal p'in yokluğunu şöy l e tan ı m l ıyord u : «Ziya Bey'in bir radyum olan dimağı söndüğü günden beri vata ndaki ilimde karanlık vardır.» Ziya Gökal p'in yarattığı «milli şuur hamlesi», ya­ şadığı gün lerde yap ı l a n ve daha sonra Atatürk'ün ön­ derliğinde sürdürülen, hemen hemen bütün reform­ lara kayna k oldu. Bu konuyu b i l i m adamı J. Deny şöy­ le a n latm ıştı : «Yeni Türkiye'de yapılan bütün yenilik hareket­ leri, Ziya Gökal p'in olayları tanıtma ve sıralama konu� sunda a ltedilmez kuvveti ile tartışıldı ve incelendi. Gerçekte, O yenilik hareketlerinin büyük bir bölümü­ nü ilham etti. » Ziya Gökal p, halen b i r bölümü günümüzde d e tartışı l ma kta o l a n «Sosyal refor m lar» ı n yap ı lmasın ı n gerekli olduğuna inan ıyordu. Bu yen i l i k yan l ısı dü- 65 -

F. : 5


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

şüncelerini çevresinde toplananlara a nlattı. Top l u m­ yap ı m ızda ki yen ileşmeye yönelmenin gerekçele­ rini yazılarında açı klad ı . Eserleri ile devrimci eylem­ l ere yol gösterdi . Gökal p, b u b i l i msel çal ışmalarına nası l başladığı­ n ı «Hocamın Vasiyeti» başl ı k l ı yazısında şöyle a n latı r : a k ı mdan « Öğretmen i m iz, İstanbul 'daki yeni söz açtı. «Türk gençleri siyasa l bir devrim yapmak, bir meşrutiyet yönetim i kurmak istiyorlar. Bu eylem ö­ vülmeye değer. Ya l n ız bir nokta var ki, devrim tak­ l itle olmaz. Türkiye'deki devrim, Türk U l usunun top­ l u msa l yaşa m ı na, u l usal ruhuna uygun olma l ı ! Yapı­ l acak anayasa Türk U l usunu n ruhundan kopmal ı ! Toplumsa l yapısına uymal ı ! Böyle ol mazsa, yapı laca k devri m i n ü l keye zarar verme olasıl ığ ı var. İyi bir a na­ yasa yapabi lmek için, önce Türk U l usunun psi kolo­ j isini ve sosyoloj isin i incelemek gerekir! Siz, b u dev­ rimcileri san ı r ı m az çok tan ırsı n ız. Bunlar gereken bu incelemeleri yapmışlar m ı ? Yaptı kları program ı bu i ncelemelere dayandırıyorlar m ı ? Özetle, başladıkları m ücadeleye, bil imsel bir biçimde hazı rlanmışlar m ı ? » « Biz, b u sözlere bir cevap veremedik. Zaten bu konuşma , sorg udan çok, ağız açtırmama amaciyle ya­ p ı l ı yordu. Her ha lde, bizde bu g i bi i ncelemelerin baş­ lamadığını pek iyi bil iyordu . Mutlaka, i ki eski öğ­ rencisine, son bir ders vermek, belki de felsefi bir vasiyet olmak üzere bu sözleri söylemişti. «Ben baba m ın vasiyeti gibi, hocam ı n bu vasi­ yeti ni de hiç u n utmad ı m . Kan ıtı şu ki, o g ünden iti­ baren, Türk U l usunun psi koloj isi i l e sosyoloj isini i n­ celeyebi lmek için, önce bu b i l i mlerin genel i l kelerİPİ

sa l

• . .

- 66 -


ZİYA GÖKALP

ogren meye başladım.» Ziya Gökal p, bir devrimci idi. İçinde b u l u ndu­ ğ u ortamı beğenmiyor, yeni bir düzen, yeni bir ha­ yat yaratma k istiyordu. Yeni hayattan ; yeni felsefe, yeni a i le, yen i topl um, yeni ekonomi, yeni eğitim, yeni güze l l i kleri a n l ıyordu . O'na göre siyasal devrim kolay, topl u msal devrim ise çok güç idi. Siyasa l dev­ rimin yapılabi l mesi için özgürlük, eşit l i k, kardeş l i k gi­ bi düşünce lerin doğması yeterl i idi. S iyasal devrim, bu düşüncelerin hükumet tarafından uygulanması i l e kolayca gerçekleştiri lebi l i n i rd i . Topl umsa l devri m ise, duyg u la r ı n gel işmesine ve yüksel mesine bağl ı i d i . Ziya Gökal p'e göre, düşünceler aklın isteğ i yönünde benimsen ir, ya da beni msenmezd i . Oysa duygu lar, yüzyı l la r boyunca süregelen topl u msa l a l ışka n l ı kların izlerinden i ba retti . Bunun için duyg u l a r kolay kolay gel işemezlerdi. Ziya Göka lp topl umsa l devrimin en güç ve en uzun bir uğraş olduğunu beli rtiyordu . Bu uğraşın baş­ langıcı bel l i, ama sonu bel i rsizdi. Çünkü top l u msa l devrim lerde sürekl i l i k vard ı .

- 67 -


ZİYA GÖKALP V E DİL

Ziva Gökalp'ten çok önce, zaman zaman «Öz d i l n e doğru dönüş çal ışmaları oldu. Bu a kı m ı n gerekleri anlatıldı, pek çok o l masa da, ara sıra «sade dilnle ör­ nekler veri ldi. Ne yazrk k i , d i l «tek başına bir kon u » sayı l mad ı . O g ü nlerde k u l la n ı la n d i l için Şemseddi n Sam i şöyle diyordu : « Türk'e okusak a n l a maz, Arap'a okusak a n la­ maz, Acem'e okusa k a nlamaz; öyleyse bu d i l ne di' l idir? » Anca k d i l i l e i l g i l i bütün kuruluşlarda Doğu ve İ slam Uygarlığı'nın etki leri s i l inemediği için «Öz di l » e dönüş çaba ları sürekli olmad ı . Böylece, islaml düşü­ nüşün sonucu olan « karma dil» de egemen l i ğ i ni sür­ d ü rdü. Ziya Göka lp'in bütün bil imsel ça l ışma ları s ı ra­ sı nda üzerinde ısrarla durduğu en önem l i konu «dil» oldu. Göka lp, kü ltürü ve kü ltüre bağl ı olan dili, m i l­ l eti ortaya çıkaran unsurların arası nda en önem l i leri olara k kabul ediyordu . «Ziya Gökal p Sosyolojisi» dü­ şünce hayatımıza girince, düşünce ve sanat adamları O'nun çevresinde toplandılar. Böylece Göka l p' i n et- 68 -


ZİYA GÖKALP

kisi a ltında büy ü k bir atı l ım l a d i l imiz gel işmeye baş­ ladı. Ziya Göka l p Taşkışla'da hapis bul unduğu sıra­ larda erlerin « m ü lazım-ı evve l ııe { 1 ) «evvel mülazım » « mü lazım-ı sanİ»ye ( 2 } « Sa n i m ü lazı m » ve «Trabl us­ garb ııe «Garb Trabl usu ıı dedi klerin i duydu. Böylece Ziya Göka lp'te d i l imizdeki Arapça ve Farsça kural ları atma k ka nısı uyandı ve Göka l p, Türkçe karş ı l ığ ı olan bütün Arapça ve Farsça kel i meleri de bıra kmak ge­ rektiğini yazd ı . (3) Gökal p, Taşkışla'dan Diyarba k ı r'a sürüldükten sonra « aşiret reisi » İ bra h i m Paşa a leyhi nde yazd ığı •

desta n ı nda

:

Her ferdimiz bu fikirde olmalı, Gönül lere fedailik dolmalı. Bağırmal ı : Ya adalet, ya ölüm.

ve Dicle Gazetesi'nde çıkan « Bayram» ş i irinde de, Her bir kişi öz işine çabalıyan insanlar Bugünlerde kardeş olur, hepsi candan birleşir. Benlik kalkar, gönüllerde bizlik hissi yerleşir.

d iye seslenirken, o gün için çok sade sayı lacak bir dil k u l l a n ıyord u .

(2)

Mülazım-ı evvel : Teğmen. Mülazım-ı sani : Üsteğmen.

(3)

Kitabımızın «Türkçülüğün Esasları»

(1)

bakınız.

- 69 -

bölümüne


100

BUYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Gerçi dilde özleşme a kı m ı , Ziya Gökalp'ten ö... ce Ömer Seyfeddin ve A l i Can i p g ibi gençler tarafın­ dan Selanik'te « Genç Kalemler» dergisinde başlatı l ­ m ı ştı, a m a bu yoldaki çal ışmalar a ncak Gökal p'in ka­ t ı l ması i l e g üçlendi. Gökal p, d ilde özleşme a k ı m ı n ın il­ kelerin i saptadı. Böylece bu a kı m, bir b i l i m da l ı ol­ du. Göka lp'in, Genç Kalemler Dergisi'nde yayınlanan «Turan» şiiri milli bil inci uyandırarak, birçok sanatçı i l e düşünce ada m ı n ı eyleme geçirdi . Yeni d i l a nlayışı bazı genç sanatç ı lar. arasında yay ı l ır ve tutulurken, bu a k ı ma karşı olanların tepki­ leri de büyük oldu. B u «muhalif»l ere Ziya Gökal p «Lisa n » ş i iri i l e cevap vererek, onları « doğru yol»a çağ ırdı :

LİSAN Güzel dil Türkçe bize Başka dil gece bize İstanbul'un konuşması En saf, en i nce bize, Lisanda sayılır öz Herkesin bildiği söz, Manası anlaşılan Lugata atmadan göz, Uydurma söz yapma yız, Yapma yola sapmayız. Türkçeleşmiş Türkçedir: Eski köke tapmayız.

- 70


ZİYA GÖKALP

Açık sözler kalmalı, Fikre ışık salma l ı, Müteradif sözlerden Türkçesini almalı. Yeni sözler gerekse. Bunda da uy herkese; Halkın söz yaratmada, Yollarını benimse. Yap yaşıyan Türkçeden, Türkçeyi incitmeden İsta nbul'un Türkçesi

Zevkini olsun yeden. Arapçaya meyletme, İrana da hiç gitme; Tecvidi halktan öğren, Fasihlerden işitme. «Gayn»lı sözler etmeyiz, Çocuk değil memeyiz, Birkaç dil yok Turan'da Tek dilli bir kümeyiz. Turan'ın bir eli var Ve y.a lnız bir dili var. « Başka dil var» diyenin Başka bir emeli var. Türklüğün vicdanı bir; Fakat hepsi ayrılır Olmazsa lisanı bir. Dini bir, vatanı bir,

71 -


100 BUYÜK EDİP 100 BUYÜK ŞAİR

Ziya Gökalp, Türk d i l i n i n kaynaklarında, ha l k di­ l i nde ve eski metinlerde geçen ve yabancı kel imele­ rin baskısı ile unutulan, fa kat canl ı l ı klarını y itirmemiş b i rçok kel i menin bul unduğunu şöyle bel i rtiyordu Başka dile uymaz annenin sesi, Her sözün ar.arsan vardır Türkçesi.

Gökal p hal kı n yaratt ı ğ ı «sözl ü edebiyah>ta ve « konuşma d i l i >ı nde bulunan kel imelerin, deyimlerin ortaya ç ı karı l ması için çal ıştı . Konuşma dil indeki Türk­ çe karş ı l ı k ları bulunan yabancı kel i melerin d i l im izden atı l ması görüşünü savundu . Osman l ı cada bir kavram için Türkçe, Arapça, Farsça olmak üzere ü ç a yrı ke­ lime kullanıldığı n ı göstererek, bunlardan Arapça ve Farsça ola n ların d i l im izden çıkarı l ması n ı istedi . «Sanat» şiirinde, Aruz sizin olsun, hece bizimdir, Halkın söylediğ i Türkçe bizimdir. Leyi sizin, şeb sizin, gece bizimdir, Değildir bir mana üç ada muhtaç.

diye yazarak, Türkçe ile eş anlaml ı olan Arapça ve Farsça kel imelerin d i l imiz için gereksiz olduğunu an latt ı . Gökal p, gençleri m i l l l değerlerimizi araştırmaya yöneltti. Bu yoldak i çaba ve uyarı ları ile, d i l ve sanat yönünden edebiyatımızın gel işip, zengi n l eşmesine yar­ d ımcı oldu. Büyük d üşünce ada m ı Ziya Göka lp, ya l n ız d i l i n yabancı kel i melerden v e kura l lardan kurtarı l ması için çaba göstermekle kal madı , «Din dili»ni d e Türkçeleşti r­ mek istedi . Kur'an'ın, ezanın ve dua nı n Türkçe olması ­

- 72 -


ZİYA GÖKALP

gerektiğini savundu. Bu konuda Gökalp, «Vata n » şil-­ rinde şöyle diyordu Bir ü l ke ki, camiinde Türkçe ezan okunur, Köylü anlar ma nasını na mazdaki duanın . . Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur'an okunur. Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın .. Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır Vatanın.

Ziya Göka l p'in, bu ça l ışmaları sonucu düşünce dünya m ı zda da büyük gel işmeler oldu. « Edebiyatı Ce­ dideııci lerin ve «Fecri Ati»ci lerin yeni d i l l e b i l i m ve sa­ nat ese r l eri y a z ı l a m a yaca ğ ı y o l u n d a k i i d d i a l a r ı n a kar­ ş ı , başta Ziya Göka lp' ı n kendisi olmak üzere, Fuat Köprü lü, M ustafa Şekip g i bi b i l i m adamlar ı n ı n ve Fa­ l i h Rıfkı, Enis Behiç, Ref i k Hal it, Ha l it Fahri, Yusuf Ziya, Far u k Nafiz, Orhan Seyfi, Şukôfe N i hal, Ruşen Eşref ve Reşat N uri gibi sanatçı ların eserleri ile « yeni Türkçe ıı bütün güzel liği i le ortaya ç ı kt ı . Hatta yeni Türkçeni n çekici liği Cenap Şehabettin, Sü leyma n Nafiz ve Ahmet Haşim gibi eski d i l i n en güçlü usta larını b i l e etki ledi. Bu sa natçı ların eserleri nde k u l landıkları d i l , az d a olsa sadeleşti . Ziya Göka lp' i n ça l ışmaları i le d i l sadeleşirken, bu gel işmeye bağ l ı olara k hece vez n i de, a ruzun yerini a l ıyordu. Şa irlerim izin aruz vezni i le şiir yazmay ı yeğ­ lemeleri, d i l imize gereksi z yere Arapça ve Farsça ke­ l i melerin ve bu iki d i l i n kura l la r ı n ı n g irmesine yol a ç­ m ıştı . Göka l p, «Turan » şiirinden sonra, a ruza bir daha dönmedi ve bütün şi irler i n i hece vezni i l e yazmaya başlad ı . Ziya Göka l p' i n hece vezni i l e yazdığı şiirleri nde - 73 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BtİYÜK ŞAİR keli melerin ahengi, aruz vezni n in müziğini aratmaya­ cak biçimde oldu . Yed i l i vezin i l e yazı lan «Ala Geyik» te kel imeler, ku lağa pınar sesi gibi gelir ve pınar su­ yu kadar berra ktır.

ALA GEYİK Çocuktum, ufacıktım, Top oynadım, acıktım. Buldum yolda bir erik, Kaptı bir Ala Geyik. Geyik kaçtı ormana, Bindim bir ak doğana. Doğan, yolu şaşı rdı, Kaf Dağı'ndan aşırdı , Attı beni bir göle; Gölden çıktım bir çöle, Çölde buldum izini, Koştum, tuttum dizini. Geyik beni görünce, Düştü büyük sevince. Verdi bana bir elma, Ded i : "Dinlenme, durma, Dağdan yürü, kırdan git, «Altın Köşk ne çabuk yet. - 74 -


ZİYA GÖKALP

Seni lııe kler ezeli Orda «Dünya Güzeli» Bin yıllık çile doldu!" Bunu dedi, sırroldu.

* **

Yedim sırlı elmayı, Gördüm gizli dünyayı . Gü ndüz oldu, geceler:

Ak sakallı cüceler, Korkunç devler hortladı, Cinler, cirit oynadı. Kesik başlar yürüdü, Saçlarını sürüdü. Bir de baktım, melekler, Başliırında çiçekler, Devlere el bağ lıyor, Gizli gizli ağlıyor. Kılıcımı çıkardım, Perileri kurtardım. Kurtardığım periler, Adım adım geriler,

75 -


100 BUYÜK EDİP 100 BÖYUK ŞAİR

Kanadını açardı, Selam verir kaçardı. * **

Az, uz gittim, dolaştım, «Altın Köşk»e u laştım. Bir kapısı açıktı, Öteki kapanıktı. Kapa l ı y ı açarak,

Açığa vurdum kapak. At önünde et vardı. İt, ot yemez, ağlardı. Otu ata yedirdim Eti ite yedirdim. Açtım bi r elmas oda ; Dev şahını uykuda Gördüm, kestim başını, Dedim : "Ey ifrit ! Hani, Nerde «Dünya Güzeli ? »" Dedi : "Elinde eli!" Döndüm, baktım : Bir Kırgız E lbisesi güzel kız, 76 -


ZİYA GÖKALP

Durmuş, bakar yan ı mda, Şimşek çaktı canımda. Güldü, dedi : «Türk Beyi! Tanıdın mı geyiği? Kimse, beni bu devden Alamazd ı ; anca k sen, Kaya deldin, dağ yardın , Geldin, beni kurtardın.» Ah o imiş, anladım, Sevincimden ağladım, Dedim : «Turan Meleği! Türkün yüce dileği! Yüz milyon Türk, bu a nda Seni bekler Tura n'da. H aydi, çabuk varal ım, Karanlığı yaralım; Sönük ocak canlansın, Yoksul ülke şanlansın.» İndik, iti okşadı k, At sırtın.3 atladık. Geçtik nice dağ, kaya, Geldik Demirkapı'ya - 77


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Kapan ması, çok yıldı, Açı l ! dedim, açıldı. Yol verince gizli Yurt, Aldı bizi bir Bozkurt, Kaf Dağı'ndan geçirdi, Türk Eli'ne getirdi.

Ziya Gökal p, Türk m itoloj isine de büyük önem verdi. Küçük yaşlarda a n nelerimizden d i n ledi ğ i mi z v e ha l k ı n d i l i nde yaşamakta olan masa l larda ki « a l t ı n köşk», « d ü nya güzel i » , « demirka p ı ıı , « g izl i yurtıı v e « Türk El i » g i bi dey i m leri n b i l inçaltı nda ka lan gizı i a n lamlarını açı kladı. « Göka l p Sosyoloj isi» n i n yay ı l ması son ucu, ü l ke­ mizin sorunları, m i l letimizin dertleri edebiyatımıza kon u old u . Ziya Gökal p yeni bir çığır açmıştı. Art ı k yazarlarımız v e şa irlerimiz, Anadol u'muzun bozkırla­ r ından kopup gelen rüzgarların önünde sürüklenen havayı sol umaya baş l ıyorlard ı . Esk iden sanatçı ların hayal lerinde yarattı kları fildişi sarayların ve gördü kleri tat l ı d üşlerin yerlerin i , Anado l u ha l k ı n ı n acı ları, yok­ s u l l uğ u, cah i l l iğ i ve yurdumuzun top l umsa l dertleri a l ı yordu . Eski T ü r k yaşayışı, uygarl ı ğ ı , k ültürü ve zen g i n fol klorumuz sanatçılarımıza i l ham kaynağı oldu v e b u n l a r birer tü kenmez hazine g i bi ön lerine ser i l d i . Bu zengin hazineden a l ı nan küçü k b i r taş parçası us­ ta sanatç ı larımızın e l l er i nde değerl i birer sanat eseri durumuna gel iyordu . Bütün bu o l u m l u gelişmelere karşı l ı k Ziya Gö- 78 -


ZİYA GÖKALP

ka l p, d i l sorun u n u n kesin biçimde çözümlenmediğini görüyor ve bu yoldaki ça l ışmalarını ara l ı ksız sürdü­ rüyordu. Göka l p, konuşma dili v e yazı di l i diye iyi ayrı di­ l i n olamayacağı gerçeğini ortaya koydu. Bu konuda şöyl e yazd ı : «Türkiye'nin milli dili «İsta n bu l Türkçesi»dir. Bu­ na kuşku yok. Fakat İstanbul'da iki türlü Türkçe var: Biri konuşulup da yazılmayan « İstanbu l lehçesi», di­ ğeri yazılıp da konuşulmayan «Osmanlı dili»dir.» (4) Ziya Gökal p bu i k i l i ğ i «di l hasta l ı ğ ı » olara k n i­ telendird i . Bu ka n ı ya bütü n d i l leri, Türkçe i le kar­ ş ı laştırdıktan sonra vardı . Göka l p yazı d i l i n i n, konuş­ ma d i l i durumuna g etirilemeyeceği n i şöy l e açıklad ı : «İstanbul'da yazılan l isan, tabii değil esperan­ to (5) , gibi suni bir dildir. Arapça, Farsça ve Türkçe­ nin kamu:olarını (6) , sarflarını (7 ) ve nahivlerini (8) bir­ leştirmekle husule (') gelen bu Osma n l ı esperantosu nasıl konuşma dili olabilsin? Her mana için laakal ( 10} üç müteradifi, her terkip için en az üç şekli, her edat

( 4)

«Türkçülüğün Esasları» bölümüne bakınız.

( 5 ) Esperanto

:

-Fransızca- 1887 yılına doğru, mil­

letler arasındaki dil ayrılıklarını kaldırmak amaciyle or­ taya çıkarıla n yapma dil.

( 6 ) Kamus

( 7 ) Sarf (8)

:

Nahiv

:

-Arapça- Büyük sözlük.

-Arapça- Harcama, kullanma. Dilbilgisi. :

-Arapça- Sentaks. Dilbilgisinin kelime:

düzenini konu alan bölümü. Sözdizimi. (9) Husul -Arapça- Üreme, ortaya çıkma.

(10) Laakal

:

-Arapça- En aşağı, en az olarak.

- 79 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

için en az üç lafzı ( 11) ihtiva eden :bu suni, zait ( 12) halita ( 13) , nasıl canlı bir lisan haline girebilsin?» Göka l p, konuşma d i l i n i n yazı d i l i durumuna ge­ t i r i l mesi için « Osmanlı l isanını, hiç yokmuş gibi bir tarafa atarak halk edebiyatına temel vazifesini gören Türk dilini, milli lisan addetmek kafidir» diye yazdı . Ziya Gökalp karş ı l ığ ı Türkçede b u l un mayan te­ r i mler için de, karş ı l ı kları bul una na kadar Arapça ya da Farsçadan a lmayı önerd i . Bu önerisine gerekçe olara k Avrupa d i l lerindeki Yunanca ve Latince terim­ leri örnek gösterdi. Bütün yabancı dil kura l ları ve edat l a r ı n ı n a t ı l masını, onların yerine Türk edat, siga ve tam l a ma kt:Jra l la r ı n ı n k u l l a n ı l ması n ı önerdi . Gö­ kal p'in bu önerisi bugün de uygu lanmaktadı r : « Mü­ cevherat-mücevherler, sahtekaran-sahtekarlar, bihaber habersiz, nahak-haksız, edebiyat-ı Türkiyye-Türk ede­ biyatı, dostane-dostça, a hlaken-ahlakça, bihakkın­ hakkiyle v.b.» Gökal p mesleklere, a k ı m la ra ve tekniğe i l işkin keli meler i n bütün u l uslarca orta klaşa k u l l a n ı ldığ ı n ı bel irterek, bunların d i l im izden atı l ma masın ı istedi . Anca k b u görüş, günümüzde bütünüyle değ i l se bi le, az çok a ş ı l d ı . Bugün telgraf, telefon, makine , pika p v . b . kel imeleri k u l lan ırken «Komedi - g ü ldürü » «ek­ zistansia l izm - varol uşçul u k » g i b i yabancı kel imelere . . .

Lafz (12) Zait (11)

-Arapça- Ağızdan çıkan söz. -Arapça- Artıran,

artan. Matematikte

"3.rtı.

( 13! Halita

:

-Arapça- Karışım. İ ki şeyden, özel­

likle iki madenden oluşan madde.

- 80 -


ZİYA GÖKALP

Türkçe karşı l ıklar bul undu. Gökal p başka d i l l erden Türk ha l kı n ı n d i l i ne geç­ miş olup da, söyleniş biçimleri, a n lamları ya da söy­ ıeniş biçimleriyle birl i kte a nlamları da değişikliğe uğ­ ramış kel i meleri Türkçe saydı . «Hefte - hafta», <<ner­ d üban - merdiven», «ÇarçObe - çerçeve», «zukak - so­ kak», «gavga - kavga» g i bi . Arapçada «ufuktaki a k­ şam kızıllığı » anlamına gelen «şafak» kel i mesi Türk­ çede «ufukt·ıı ki sabah kızıllığı» anlamına dönüşmüştü. Farsçada «birisi tarafından yaralanmış» anlamı na ge­ len « haste» kel imesi hem söyleniş biçimi, hem de a n­ l a m değişikl iğine uğrayı p, Türk ha l kı n ı n dilinde «has­ ta » olmuştu. Y i ne Farsçada « hace» kel i mesi «efendi» a n la m ı na gel irken, Türkçede «hoca » biçiminde söyle­ nerek «din adamı» ve «Öğretmen» a nlamlarını a l m ış­ t ı . Ziya Göka lp'in bu görüşü günümüzde de geçer l i l i­ ğ ini koruma ktadır. Gökal p, kon uşma d i l ine g irip, ha l k ı n benimsem iş olduğu yabancı kel imelerin Türkçe sayı l masını öner­ d i . Bu görüş, günümüzde birçok yabancı kel ime öz­ leştiri lerek aşı l mışsa da, bugün kullanı lmakta olan bazı yabancı kel i meler için geçerl i l iğini korudu. «Alim, ilim, mevzu, rey, vaziyet» g i bi yabancı kel i meferın yerini « bilgin, bilim , konu, oy, durum» kel i meleri a l ­ d ı . Öte yandan «akrep, arSıa a mca, badem, bülbül, cam, çeşme, gül, helva, karanfil, lale, masa, raf, per­ de, sandık, saat, testi, terazi» g i bi kel imler Göka lp'in görüşüne v e «Türkçeleşmiş Türkçedir» dizesine uy­ gun düşen kel i melerdir. Göka l p, Türkçenin lehçelerinden a l ı nacak kel ime ya da kura l ların İstanbul Türkçesinin ses güzel l iğini bozacağ ı n ı beli rtti. - 81 -

F. : 6


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Dil devriminin öncüsü olan Gökalp, yeni terim ve kavram ları a n latmak için yeni kel i meler gerekeceğini bel irterek, bunların karşı l ı kların ı n önce hal k d i l inde a ra nmasını istedi . Eğer yeni kavram ve terim l ere hal k d i l i nde de karş ı l ı k bulunamazsa , o zaman yaşayan Türkçenin kök, e k ve kura l l ariyle yeni kel imeler ü re­ tilmesini önerdi. Bu da yetmezse, Arapça ve Farsçaya başvurulmas ı yol u n u açık bırakt ı . Bu üç yoldan i l k i kisi başariyle uyg u l a nd ı . { abstre-soyut, gramer-dil­ bilgisi, epik-destansı, h ipotez-varsa y ı m, prensip-i l ke, rea l ist-gerçekçi v .b. ) B u öneri bugün de başarı l ı bi­ çimde uyg u lanmaktadır. Öyl e ki, Gökal p'in yeni te­ r i m ve kavra m l a r için Arapçadan ü rettiği mefkure ( ide­ a l ) , şeniyet ( rea l ite) , içtimaiyat ( sosyoloj i ) g i bi ke­ l imelere kendisini n gösterdiği üç yoldan i l k i kisinin uygulanması i l e Türkçe karş ı l ı klar b u l u nd u : «Ülkü, gerçek, toplumbilim.» Ziya Gökal p, ö l üm ünden iki yıl önce yazdığı «Türkçülüğün Esasları» a d l ı eserinde, d i l konusuna ge­ n i� yer verdi ve bu konudaki öneri lerin i , görüşlerini düşüncelerini açı klad ı . (14) Bu a rada h ukuk, sosyoloj i , tarih, felsefe ve eko­ nomi d i l i de gel işt i . Fakat en büy ü k atı l ı m edebiyat dal ında oldu. Güzel Türkçemize Yakup Kadri , Ha l ide Edip, Peyam i Safa gibi roman yazarları , Yahya Ke­ mal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl K ısakürek ve Ahmet K utsi Tecer g ibi şairler yepyen i bir estetik kazandırd ı lar. Daha sonra Ömer Bedreddi n 'ler, Kema­ leddin Kamu'lar şiirlerinin konularını y urt ve m i l li ha( 14 )

Bu bölüm, kitabımızın «Türkçülüğün Esasları»

başlıklı bölümüne alınmıştır.

- 82 -


ZİYA GÖKALP

ya1: m ızdan a ld ı lar. Böylece bu sanatç ı ların ka lemin­ de güzel Türkçemiz, bütün a l ı m l ı l ığ ı ve çekici l iğ i i l e ortaya çıktı. Ahmet Muhip Dranas, Orhan Vel i, Ziya Osman Saba, Cah it S ı ktı Tarancı'lar hal k d i l indeki ke­ l i meleri k u l l a narak Türkçemizi daha da zenginleştir­ d i ler. Göka l p, topl umun sorunları n ı ha l ka en k ısa yol­ dan a nlatabi l mek, hal kı n i lgisini sorunlara çekebi l me k v e ana sorunların a k ı lda ka lmas ı n ı sağlama k i ç i n şi­ irden yararlandı. Kendini Türk topl u muna a dayan ve ü l k üsünün büyüklüğü i l e büyülenen Gökalp, bu yüz­ den büyük bir şa ir olamadı. Daha doğrusu, şai r olmak istemedi . Ziya Göka l p, bi l i ncin egemenliğini, her şeye üstün tutan b i r bil im adam ı olmayı yeğ ledi. «Şuurun hakim olduğu yerde şiirin susacağını, şiir hakim olduğu yerde de şuurun zayıflayacağı n ı » be­ l i;ten Göka l p, şiirlerini bu görüşe uygun biçimde yazdı . Şiirleri öğretici, topl uma yol gösterici, öğü t verici, uzun y ı l la r kara n l ı kl a r içinde kal m ı ş o l a n ha l k ı eğitici ve aydı nlatıcı nite l i kte oldu. Kısaca, Göka lp, şiirl erini topl um için, ha l k için yazmayı, sanat yap­ maya yeğ tuttu. Ancak b i l i nce ne kadar sar ı l ırsa sa­ r ı l s ı n ve ne kadar duru, gerçekçi düşünürse düşün­ sun, gönl ündeki « l irizm » i n m ısraları na s ıçraması n a engel olamadı . Hiç kuşku y o k k i , ü l küsünün büyük­ l üğ ü i le büyü lenen ve ona aşık olan Göka l p, tam anlamı i le «aksiyon » adamı idi. Ama gücünü ü l kü ­ sünden a l a n her a ksiyon ada mı g i b i , O d a yaradı l ı­ şında k i l ir izm i şi irlerine zaman zaman yansıtt ı . Böy­ lece Göka lp, hal k ı n arası nda yay ı l ması amacı i l e dü­ şüncelerin i kağıda a ktarı rken, belki de istemeyerek şa i r oldu. - 83 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Türk şiirinde hece vezni n i geri getiren, aruzun egeme n l iğine son veren Göka l p olmuştu. Eskiden Türk şa irleri, şiirlerini hep hece vezni i l e yazmışlar­ d ı . Ancak öze l l ikle Osma n l ı döneminin şa irleri bir özenti sonucu aruz vezn i i l e şiir yazmaya başladı­ lar. Ne var k i hal k şa irleri, hece vezn i i l e şiir söyle­ meyi yeğ tutmuşlard ı . H a l k şa irlerimizin d i l i, a ruz vez­ ni i le yazan ötek i şa irler i n d i l i ne oranla çok da ha sade idi. İşte bu durum Göka lp'i hece veznine yönelt­ ti . Gerçekte hece vezni, u l usal vezindi. Hece vezni­ nin çeşitlerini incel edi . Bunların arasında Türk d i l ine uygun düşenlerini saptadı . Her konuda olduğu gibi ş i i r yazma konusunda da örnek kişi oldu. Hece vez­ n i n i şiirlerinde pek g üzel biçimde kullandı . Böylece Gökal p' i n şiirleri hece vezn i n i n en g üzel örnekleri oldu.

- 84 -


ZİYA GÖKALP VE TÜRKÇÜLÜK

«Türkçül ü k » , Türk m i l l etinin ül küsüdür. Bu ü l ­ k ü n ü n kökleri; T ü r k tarih i n i n e n eski çağ larına ka­ dar gitmektedir. Tanzimat'tan Ziya Göka l p'e gelince­ ye kadar Türkçü l ü k a k ı m ı, gerek Türkiye Türkleri ve gerek yurt d ışı nda ka lan Türkler arası nda, bazen si­ yasa l bir biçim a l m ış , bazen d i l i n sadeleşmesi biçi­ mi nde ortaya çıkm ıştı . Bu a rada mi l l i eğ itimin gel iştiril ­ mesi için Türk tar i hinden yara rlanma yol una gidildi ve Türkolog Deg i n i ve Leon Kahun'un tarihleri d i l i­ m ize çevri l d i . Gerçekte Türkçü l ü k a k ı m ı , m i l l i kültürümüzü ara ­ bazı m a k ihtiyacı ndan doğmuştu . Ancak bu a kım, kişi lerce yan l ış a n laşı l dı . . Türkçü l ü k a k ı m ı , eski Türk uyga r l ı ğ ı n ı geri getirme ve diri ltme biçiminde yorum­ land ı . Ziya Göka l p, T ürkçü l ü k a k ı m ı n ı n bu biçimde yo­ rumlanmasına karşı ç ı ka ra k , bu konudaki görüşünü şöy l e ortaya koydu : « Böylece m i ll'i' kü ltürümüze baskı yapan uygar­ l ı klar bugü ne kadar i k i i ken, şimdi üç old u . » Türkçü l ü k a k ı m ı Tanzimat'ta olgunlaşm ış ve eserlerini de bu dönemde vermişti. Sü l eyman Paşa' n ı n «Tari h-! Alem»i, « Sarf-ı Türk'i'»si ve «Esma-i Tür- 85 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

kiye»si , Ebülg:ızi Bahad ı r Han'ın « Secere-i Türk'i» çe­ virisi i le Ahmet Vef i k Paşa'nı n « Lehçe-i Osmani»si gibi . . . Yine bu dönemde Şemsedd i n Sam i , Ali Suavi ve Mustafcı Celaleddi n Paşa'ların Türkçü l ü k a k ı m ı na h izmetlerinin yan ı sıra, şa ir ve yazarların da m ı sra ve cümleleri arasında bu m i l l i' uya n ış ı n izleri görü lü­ yordu. M ua l l im Naci, Türk olan nimetişin olmak gerek Ben ki Türküm unutmam oaberi

derken, Sa it Bey şöyl e yazıyordu : Arapça isteyen Urban'a gitsin. Acemce isteyen İran'a gitsin. Frengiler Frengistan'a gitsin. Biz ki Türküz, bize Türki gerektir, Bunu anlamayan cahil demektir.

Ama n e var ki, baskı yönetiminin hoş görmed i­ g ı bu m i l l l eylem «Osma n l ıcı l ı k» ve « İslamcı l ı k » l a durdurul urken, öte yandan yurt d ışında ki Türkler arası nda İ smai l Gaspı ra l ı , M i rza Feth Ali Ahunzade, Ahmet Ağaoğl u , Yusuf Akçura gibi düşünürlerin baş­ latt ı k ları Türkçü l ü k eylemi de «Çarl ı k Yönetimi» tara­ fı ndan boğazlanıyordu . Azın l ıkların m i l l iyetç i l i k eylemlerini h ızlandırd ı k­ ları y ı l larda ve Yunan Savaşı ' n ı n başladığı sırada ( 1 897) Mehmet Emin'in, ( * ) (*)

Mehmet

Emin'in

hayatı

ve

eserleri hakkında

Toker Yayınları « 1 00 Büyük Edip 1 00 Büyük Şair» zisi nin 10 numaralı eserine bakınız.

- 86 -

di­


ZİYA GÖKALP

« Ben bir Türkü m : dinim , cinsim u l udur»

diye başlayan şi iri kara n l ı kl a ra göm ü l ü yurdu aydı n­ lattı. Necip Asım, Bursa l ı Tahir ve öteki m i l l iyetçi le­ rin yazıları i l e Türkçül ü k a kı m ı tekrar canlanmaya başladı. Ancak Türkçü l ü k bu dönemde de bir bütün olara k ele a l ınmadı ve böl ü m bölüm işlendi . Kendisi­ ne yol gösterecek bir düşünüre kavuşamayan Türk­ çü l ü k a k ı m ı m i l ll benl iğ imize göre sistemleştirileme­ diği için, « sezg İ >>nin dar çerçevesinden d ışarı taşa­ mad ı . Türkçü l ü k, anca k 1 908'den sonra, Türk M i l liyet­ çi lerinin ara larına Ziya Gökal p' i n kat ı l ması i l e « ü l ­ kücü b i r sistem» durumuna gelebildi. Türk m i l l etinin sosyoloj isi ve psikoloj isini on sekiz yıl gibi uzun bir süre inceleyen Ziya Gökal p'in kafası, bu sürekli ça­ l ışma n ı n meyveleri i l e dolmuştu. O, «kafas ı n ı n içinde istif edi l m iş olan ürünleri ortaya koyabi lmek için bin bir vesile a ra y ı p durdu.» Sonunda Genç Kalemler'de Ömer Seyfeddi n ve a rkadaşlarının başlattı kları dilde özleşme akımı Göka l p'i eyleme geçirdi . O günlerde ruhlarda sıkışıp ka lan Türkçü l ü k eylemini, okuyan ki­ şiyi y ı ld ı rımla çarp ı l m ış gibi tutuşturan «Turan» şiiri­ ni Genç Kalemler dergisinde ( 7 Mart 1 91 1 ) yay ınlan­ dığı zaman, Ziya Göka lp a rt ı k bu m i l li ü l künün tek kaynağı oluyordu. 31 Mart Olayı'ndan sonra « Osman lıcı l ı k» a k ı m ı etki nl iğini yitird i . O günlerde sahneye « İ slam Birl i ğ i » siyaseti kondu. Genç Türkler Osma n l ıcı v e İslam Bir­ l iğ i yan l ıs ı olara k i k i karşıt topl u l uğa ayrı ldı lar. Bu iki akım da, ü l ke için çok zara r l ı idi. Bu gö­ rüşte ola n lar kurtarıcı bir ü l kü arıyorlard ı . İşte Turan 87 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

şiiri bu kurtarıcı ü l kü n ü n çekirdeği oldu. Gökal p da­ ha sonra süre k l i olarak, şi irdeki i l keleri açıkladı ve yorum ladı. Turan şi iri, Göka l p'in kültür ve tarih anlayışının bir simgesinden başka bir şey değ i ldi. TURAN Nabızlarımda vuran duygular ki tarihin Birer derin sesidir, ben sahifelerde değil Güzide, şan l ı, necip ırkımın uzak ve yakın Bütün zaferl·e rini kal bimin tanininde, Nabızlarımda okur, anlar, eylerim tebcil. Sahifelerde değil, çünkü Atilla, Cengiz Zaferle ırkımı tetviç eden bu nasiyeler , o tozlu çerçevelerde, o iftira amiz Muhit içinde görünmekte kirli, şermende; Fakat şerefle numayan Sezar ve İskender! Nabızlarımda evet, çünkü ilm için müphem Kalan Oğuz Hanı kal bim tanır tamamiyle Damarlarımda yaşar şan-Ü ihtişa m iyle Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem : Vatan ne Türkiyedir Türklere, ne Türkistan ; Vatan, büyü k ve müebbet bir ü l kedir: Tura n .

Kendi tarih i n i n görkeminden habersiz b ı ra k ı ­ lan, y ı l lar boyu ben l i ğ i nden uzaklaştıran ve sonund -ı yeni lmeye mahkum olan «Ümmetçi l i k » pol itikasın ı n « yorgun ve bitkin mücahidi » durumuna düşürü len Türk m i l l eti, m ısra ları arasında « büyük bir gerçeğin görüntüsü » bul unan «Turan» şiirini m i l l i ü l küsün ü n i l k sesi saydı . - 88 -


ZİYA GÖKALP

«Tur.3 n » o güne kada r d urgu n ve sessiz olan ruh­ larda fırtına l a r estiriyordu . Bu görkeml i vatan a n l a ­ yışı, genç ruhlarda çok daha g e n i ş ufukların açı l ma ­ sına sebep oluyor, böylece yurdu kaplayan kara n l ı ğ ı boğara k yeniden uyanıyordu . Art ı k Türkçü l ü k a kı m ı fikirden v e önderden yoksun değ i l d i . Göka l p Türk­ çü l ü k a k ı m ı n ı n güç _kaynağ ı, fikir babası ve önderi ol muştu. Türkçü l üğe bi l i msel bir yön kazandıran Ziya Gö­ ka l p, «Türkçü lük, Türk Milletini yükseltmek demek­ tir» ( 1 ) d iyerek, bu m i l li ü l künün en kesin ve en kı­ sa yolda n açıklamasın ı yaptı. Dünya üzerindeki Türk­ lerin tek bir u l us olduğu ve tek bir devletin s ı n ırları içi nde topla nması gerek l i l iğini ana i l ke olarak ele alan Ziya Göka l p, bu düşüncelerini savunurken ve yayar­ ken hiç bir zaman haya l e kapı l madı. Bu eylem i n i sür­ dürürken gerçek lerden uzaklaşmadı ve tam bir b i l i m adamı olarak davra n d ı . Türk m i l letinin bazı kol ların ı rr d i l v e kü ltürlerini i nceleyen Göka lp, kültürce birleşi l­ mesi daha kolay sağlanaca k olan « Oğuz Birliğ i » ya da «Türkmen Bir l i ğ i ıı n i « ya k ı n mefkure» olarak gös­ terdi ve bu kon uda şöy l e yazd ı : «Bu itti hattan ( 2 ) maksat nedir? Siyasi bir ittihat mı? Şimdilik, hayır! İstikbal (3) h.3 kkında bugünden bir hüküm veremeyiz.» (4) Göka lp Türkçü lüğün uzak mefkuresini «Tura n ıı olara k ta nımlad ı . « Tura,n » deyimini bütün Türk boyla( 1)

«Türkçülüğün Esasları» bölümüne bakınız.

ittihat : -Arapça- Birleşme, birlik, bir olma . ( 3 ) İstikbal : -Arapça- Gelecek zaman.

(2)

(4) «Türkçülüğün Esasları» bölümüne bakınız.

- 89 -


100

B"ÖYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

r ı n ı kapsayan « Büyük Türkista n » i çin kullanan Gökal p, « Uzak mefkôre»yi, «ruhlardaki vecdi (5) namütena­ hi (6) bir dereceye yükseltmek için istihdaf edilen (7) çok cazibeli ( 8) bir hayaldir» d iye açıkladı. Turan ü l ­ küsü sayesinde Türkçü l ü k a k ı m ı n ı n hızla yayı ldığ ını be l i rtti ve « . . . kimbifü? Be t ki istikbalde Turan mef­ kuresinin husulü de mümkün olacaktır. Mefkure is­ tikbalin halefidir ( 9) » diye yaza ra k ölmez düşüncele­ rini, «Türkçülüğün Es.asları» adl ı eseri ile u l usuna ar­ mağan etti. Ziya Gökal p, Türkçül ü k ül küsün ü «Türkiyec i l i k » , « Oğ uzculukıı y a da «Türkmencilik» v e «Tu ra n c ı l ı k » .o larak üç

ana

bö l ü me a y ı rd ı .

Birinci Dünya Savaşı sürerken, «Düşmanın ülkesi viran olacak, Türkiye büyüyüp Turan olacak» diyen Ziya Gökalp' ı n Türkiyec i l i k hedefi diğer bütüı1

( 5 ) Vccd

:

-Arapça-

Kendinden

geçme,

yüksek

heyecan.

(6)

Na: -Farsça- Kelimelerin önüne gelerek olum­

suzluk ifade eder. Mütenahi: -Arapça- Sona eren, sonu olan, bitimli. Namütehani: Sonsuz. ( 7 ) İstihdaf: -Arapça- Hedef edinme, hedef sayma, ulaşılmak istenilen. (8)

Cazibe

:

-Arapça- Kendine doğru çeken, sev­

.gi uyandıran. (9) len.

Halef : -Arapça- Birinin yerine sonradan ge­

(Burada «yaratıcı güç» anlamından kullanılmakta ­

dır.)

- 90 -


ZİYA GÖKALP

görüşleri i l e birlikte « Mi l l l mücadele » n i n kaynağ ı ol­ du ve Anadolu'nun kurtu l uşundan sonra da Cumhu­ riyet Türkiyesinin «egemen düşünces i » durumuna gel­ di. Gerçekçi b i r b i l i m adamı olara k, son iki Türkçü­ l üğü hayal a lan ına itti ve « bugün gerçekleşen yal­ n ı z Türkiyeci l i k vardır» diye yazd ı . Göka l p'e göre « ruhların büyü k bir özleyişle aradığı Kızıl Elma, ger­ -çek a la nda değ i l , hayal a l a n ı nda» idi. Türk köylüsü Kızıl El ma'yı haya l inde ca nlandırırken gözünün önü ­ ne eski Türk İ l hanl ı kl arı gel iyord u . İşte bir gün gerçek­ ./eşecek olan «yüz m i l yonluk Türkiye » n i n s ı nırların ı « Kızı l Elma »sı i l e biçimlendiren Ziya Göka l p , «mi l lt mefküre »yi şöyle d i le getiriyord u : KIZIL ELMA

Pirden sual ettim : Dedi bana : «Önce Tutmuşum elinden Götürmüş beni bir

«Sevgilim hani? » kendini tan ı ! . » ben nagehani, gizli dünyaya. .

l<ara n l ı k bir tufan, seyyal bir deycur! Ne vücut, ne .a dem, ne gayb, ne huzur : Nar içinden henüz çıkmamıştı nur, Tutulmuştu her şey kara sevdaya .. Umman coşkun akar, biz sal içinde Bir yıldız böceği hayal içinde Jşıldar gibiydi; bu hal içinde Dalmışız ikimiz aynı rüyaya.

- 91


160 BÜYÜK EDİP 160 BÜYÜK ŞAİR

Salımız -şarapnel imiş cevheri­ Patladı, dağıldı hep misketleri, Sormaksızın pirden bu acep sırrı Dedi : «Müsemmadır, geçti esmaya! . » .

Misketler de bir bir patlar, onlardan Yeni şarapneller fırladı her an. Biz bunla rdan biri üstünde, hayran, Girmekte idik bir yeni fezaya. Denizden ırmaklar, ırmaktan çaylar Doğdukça salımız daha çok haylar, Kaynaktan bizimçün ayrılan paylar Götürdü bizi başka me'v.a ya. Salımız balonmuş, havayı deldik, Safralar atarak daim yükseldik, Nihayet Ademin gözüne geldik, Oradan hasretle baktık Havva'ya. Durmadı k biz, kimi Sina'da kaldı, Kimi «erdimn dedi, semada kaldı; Kimi arşa çıktı, a lada kaldı . . . Döndüler, baktılar akan deryaya. Sal ımız fişekmiş, bizi uçurdu, Her düşen lem'ası bir ciha n kurd u ; K i m i Londra'da, Paris'te durdu, Kimisi bağlandı yeşil hurmaya. Zeliha Yusuf't.a buldu özünü , Ferha t Şirin'ine dikti gözünü; Şerhedememişken sevda sözünü Mecnun kavuşmuşum sandı Leyla'ya ! - 92 -


ZİYA GÖKALP

Sevda bir kanaddır, uçmıyan bilmez, Bu yolu ne atlı, ne yayan bilmez; Bin güzel var, hüsnü hiç payan bilmez, Tekamül denilir bu nazlı aya. Salımız gömülmüş, uçtuk hülyada, Dinlenmedik hiçbir tatlı rüy.3da, Son arzumuz budur fani dünyada : «Türküz, varacağız Kızıl Elma'ya » . . .

Bu böl ümde Ziya Göka l p, dünya n ı n kurul uşun­ dan başlamak üzere insa n l ı ğ ı n geçirdiği evreleri a n­ latt ı . « Mi l l i mefkure» diye adland ırd ı ğ ı m i l li ü l küyü « aşk» olara k tanımladıktan sonra, m i l l i ü l küye erişe­ b i l mek için yiğitlik, fedakarl ı k ve feragat gerektiği n i bel irtti . Göka l p, Kızıl El ma'nı n neresi olduğu sorusunu da şöyl e ceva plandırıyord u : Molla İsterdi Fethe Orayı

dedi: Oğlum, Türk fatihleri istila etmek her yeri ; lakin bir hedef tanırdı, kendine «İrem» sanırdı.

Bu mev'ud ü lkeye, bu tatlı yurda Vasıl olmak için, hep bu uğurda Yüzlerce defalar Türklü k kaynadı: Hindi, Çini , M ısırı, Rumu kapl.a dı. Bütün payitahtlara, en son çitlere Gitti, fakat a sla bu meçhul yere Yaklaşmadı ; Çünkü o mev'ud ü l ke, DeğHdi hariçte bir mevcut ü l ke.

- 93 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

« Kızıl Elma» yok mu? Elbette vard1r; Fakat onun semti başka bir diyardır .. Zemini mefkure, seması hayal . . . Bir gün gerçek, fakat şimdifik masa l . . . Türk medeniyeti teklifsiz, safi. Doğmadıkça, bu yurt kalacak hafi

• . .

« Kızı l Elma »ya g itmek isteyen Türk'ü n amacını Göka l p şu mısra larla a n l attı : Türk bakmamış « irem » yahut «Seba»ya Demiş : «Gideceğim Kızıl Elma'ya » Maksad ı gitmektir birliğe doğru, Milli düşünceye, dirliğe doğru . . . Bilir bir gün milli irfan doğacak, Yeni Orhun, yeni Turan doğacak İçtimai bir yurt, kavmi bir tarih, Edecek Türklüğü taklitten tenzih.

Ziya Göka l p ; ırka daya l ı Türkçül üğe, «Irk keli­ gerçekte zoolojiye ( 10) ilişkin bir terimdir» ( 11 ) diyerek reddetti . «Kavmi Türkçüler de milleti ka­ vim topluluğu ile karıştırırlar» diyen Gökal p, kavme daya l ı Türkçülüğü de gerçek dışı sayd ı . Göka l p'e gö­ re « Kavmiyetin milli karakter bakımından da hiç bir mesi

(10) Zooloji

-Fransızca- Hayvanlar bilimi. ( 1 1 ) Bu kitaptaki «Türkçülüğün Esasları» adlı lüme bakınız. :

- 94 -

bö­


ZİYA GÖKALP

etkisi yoktu» ve sosyal davra n ışlar, kişi lere « doğum yol u » ile geçemez, yal n ı z « eğ itim yol u » ile geçerdi . M i l letin , bütün müslüma n ların toplamı olduğu görü­ şünü de kabul etmedi. Çünkü böyl e bir top l u l uğa a nca k «Ümmet» adı ver i l irdi. Göka l p kü ltür birl iğini savundu. U l usu «dil, dinr ahlak ve güzel sanatlar bakım ından ortak olan, yani aynı eğitimi a lmış bulunan kişilerden oluşan topluluk» biçiminde tan ı mlad ı . Bi l i nç l i bir Türkçü olan Ziya Göka l p, h iç bir za­ man haya l peşinde koşmad ı . Gerçeği aradı, buldu, inceledi ve gerçekleri Türk m i l leti n i n topl umsa l ya­ pısına uygulad ı . Göka l p « Şen iyet» ( 12) diye tan ımlad ı ğ ı topl umsal olayları i ncelemeyi görev sayd ı . Bunun için Ziya Göka l p, şiirlerinde de Türk m i l l etinin topl umw görüşü olan Türkçü l üğü işled i . KENDİN E DOG R U Atanın içkisi köpü klü kımız, Arpa suyu içme dedi bir kırgız, Evinin yemişi erikle elma, Komşunun bağından hurmayı a lma .. Başka dile uymaz a nnenin sesi, Her sözün ararsan vardır Türkçesi, Duymadan düşünme, görme sezmeden, Kendi duygun olsun usunu yeden . ( 12) Şeniyet

:

-Arapça- Gerçeklik, gerçek. Fran­

sızca «renlite» karşılığı.

- 95 -


1 00 BÜYÜK

EDİP 100 BÜYÜR ŞAİR

Dile, yap! T.3 nrının sensin bileği, Gök - Türkün sendedir yüce dileği. Demir sana tapar, şimşek baş eğer, İsteme, sen yarat; görme sen göster!

Göka l p bir peygamber sabrı i l e Türkçü l ü k a k ı m ı ­ n ı İ tti hat v e Tera kki Cemiyeti'nin üyeleri arasında yay­

d ı . Bir gün Talat Paşa'ya, Cemiyet i n Osmancı l ı k i l e Türkçü l ü k akımlarını kendi içi nde nas ı l uzlaştırı l a b i le­ ceği n i sorarken şu öne m l i öğüdü veriyordu : « - Örg üt o kadar önem l i değ i l dir. Örgüt ka l ı p­ t ı r, ya p ıd ı r , biçimdir. B u ka l ı b ı n içine hangi ruh ko­ naca ktır? Bu yapı ne i le döşenecek ve bura da k imler oturaca ktı r ? Bu biçimin kanıtladığı sorun ne olaca ktır ? İşte asıl sorun bunu saptamaktır . » M i l li ü l küye sah i p olunmadıkça, u lusça b i r eyle­ me geçi lemezdi . Bu bir gerçekti . Ama ne var ki, o günlerde bu gerçek pek i y i b i l i n miyor ve görül mü­ yordu. Göka l p, Ta lat ve Cema l Paşa larla yaptığı bir .görüşme s ı rası nda bu noktaya şöyle deği n iyordu : «- Örgüt değ i l kültür kuvveti, m i l i\' ü l kü kuv­ veti .. Onların (öteki m i l letler i n ) bize üstünlükleri bu­ radadır. Evet m i l i! ü l kü, m i l ll kül t ü r . Bunlar olmadı k­ ça siz istediğiniz kadar örgü t kurunuz , istediğiniz ka­ dar dernekler açınız, bir şeye yaramaz. Çünkü ü l kü­ süz bir ka l a ba l ı k kadar perişan ve korkak bir şey dü­ şünülemez. Son Arnavutlu k olayında kuvvetlerim iz ne oldu? Ne işe yaradı ? Gördük, silahlar ı m ı z mı e k­ s i kt i ? Haber a l ma kaynaklarından m ı yoksunduk? .Hay ı r bu n l a r ı n hepsi b izde olduğu g i bi, dev l et ve hü- 96 --


ZİYA GÖKALP

kOmet orga nı da hep bizim e l i mizde idi. Buna kar­ şılık bize en çok bağl ı sandığımız kişiler a yaklanan­ ların ya nına geçti. Yer yer ayağımızı bastığımız top­ ra k altımızdan kaydı . Çünkü m i l li b i l i nç uykuda idi . Ve m i l letimiz küçük ve yerel aya klanma n ı n ne sinsi bir ırk savaşı m ı n ı n başlangıcı olduğunu sezememiş­ ti . . . ))

- 97 -

F. : 7


ZİYA GÖKALP'İ N SOSYOLOJİSİ

Ziya Göka l p, bir sosyolog ola ra k, Türk topl umun­ da geçen her olay i le ilgi lendi. Göka l p, toplum olay­ larına objektif bir gözle ba ktı . Böyl e davra n ma y ı bi­ l im adamı olmanın gereği saydı. Toplum olayların ı e l e a l ı rken iç dünyasında n gelen sese d e k u l a k ver­ meyi i hmal etmedi . Böyl ece Türkl üğe ve Türkçül ü ­ ğe, hayatı boyunca her a n a l evlenen b i r aşk i l e sa­ r ı l d ı . Türkl üğe olan büyük sevgisi, O'nu düşüncele­ rini yaymak kadar, d üşündü klerini m i l l etin i n hizme­ tine sunabilmek, ve bütün varl ığ ı ile m i l letine yar­ d ı mcı olabilme k ateşi i le de yaktı . Gökal p ; ortaya koyduğu sosyoloj i yasa ları n ı, bir Türkçü bilgin olara k Türk m i l letinin top l umsal yapısına uygulamak zorun­ l u l uğunu duydu ve ça l ışmalarını bu yönde h ızlandırd ı .. Göka lp'in Türk düşünce tarihi nde oynadığı rol de çok öneml i bir yer tutmuştu. O medrese artığı ve çağ dışı ka lmış düşüncelere sırtın ı döndü. Türkiye'de sosyal b i l i m lerin gel işebi l eceği yepyen i bir ortam ya­ rattı. Türk düşüncesine yen i ufuklar açarak, ona ki­ ş i l iğini kazandı rd ı . Göka l p'e gelene kadar ü l kede b i l i m a n layışı, « Mü­ hendishane »nin ve « Mekteb-i T ı bbiye>> n i n b i l i m an la- 98 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

yışlarından i leri gitmiyord u . Bu öğreni m kurumları ieknik görevl erin i yerine getiriyorlar, fakat kendi ko­ n u lar ı n ı n metodoloj isi ( ' ) i l e ilgi lenmiyorlard ı . Ü l kemizde yine Göka l p'e gelene kadar kimyasa l ve fizi ksel olayların gerekirci l iğe ( determin i zme) (2) bağ l ı yasa ları bul unduğu g i bi , topl umsa l olayların d,:ı gerekirci l iğe bağ l ı yasaları olduğu d üşüncesini söyl e­ yen bir kişi çı kmamışt ı . Göka l p bu konuda şöyle d i ­ yordu : « Fizi ksel olayları, yasalarını bulara k buyruğu­ muz a ltına a l ı p bunlarda n nası l yara rlan ı yorsa k, top­ lumsa l olayları da, yasa la r ı n ı b u l u p tan ıyarak, bunla­ ra istediğimiz gibi söz geçirtebil i riz. Öy le ise topl um­ lara yeni bir vicdan, b i r ü l kü yaratmak için, her şey­ den önce topl umları tanımak gerekir. Topl um ları bi­ ze tan ıta n bil im de sosyol oj i bilim idir. Topl u m lar, ki­ ş i l i ğ i kendi ne özgü ve bağ ı msız değer yarg ı larındarı ortaya çıkarlar. Ayn ı zamanda öteki doğal yasa l a r ı n bağl ı olduğu gerekirc i l i k yasa larına da uyar. Y e r çe­ kimi yasası fizi ksel ve k imyasal evrende nası l geçerl i ise, toplumların d a gel işmeleri n i sağ la ya n «gel işme yasası »dır. Bu yasayı elde tuta b i l mek için « pozitif» b i r b i l i m i n yöntemleri i le topl umsa l olayların yasalarırı bulma k gerekir. Bu da her u l usun bağl ı bulunduğu • . .

(1)

Metodoloji:

-Fransızca-

Metodları v e bunların

bilimle ilgili olanlarını deneysel olarak inceleyen man­ tık yolu. (2)

Determinizm:

-Fransızca-

Olayların

nesnel

ya

da tincel birtakım nedenlerin kaçınılmaz sonucu olduğu­ nu ileri süren felsefe sistemi. Gerekircilik, gerekçilik.

- 99 -


ZİYA GÖKALP

topl umsa l kurumlardır. Bu kurumların toplamı bize kültürü ver i r. . » O g ü nlerde ise, toplum konusunda ki çal ışmalar bir-iki yabancı düşünürden a kta r ı l a n düşüncelerden ibaretti. Bu kura k ve verimsiz dönemde Göka l p ' ı n bi­ lim ve « metod » a n layışı Türk düşünce yaşam ı na can­ l ı l ı k kaza n ırd ı . Gökal p, Üniversite'deki « İçtimaiyat» ( sosyoloj i ) ders l eri ve derg i l erde, gazetelerde yayım­ ladığı yaz ı ları i l e tinsel olayların « pozitif » bilim anla­ yışı i l e ele a l ınmas ı n ı, i ncelenmesini ve bu yolda n g i ­ d i l erek yasa laştırı l masını sağlad ı . Göka l p gençken bütün doğu düşünürlerinin eserlerini okumuş, İslam felsefesini v e tasavvufu öğ­ renm iş, daha sonra batı l ı b i l i m adamları n ı n eserlerine yönelmişti . B u a rada Gökal p «Durkheim» (3) Sosyol o.

(3) Fransız

Durkheim: 1 858 ile 1 9 1 7 yılları arasında yaşamış Sosyoloji

bilgini.

Gökalp 1 922

yılında «Küçül:

Mecmua»da yayınladığı bir yazısında Durkheim'den şöy­ le söz etmiştir: « . . . Avrupa'da «Sosyoloji» kelimesi söy­ lendi mi, hatırlara derhal «Fransız sosyolojisi» gelir. Bu­ nun sebebi, en büyük sosyoloji müessislerinin Fransa'da çıkmasıdır. İptida Montesquieu, ondan sonra Condorcet, daha sonra Saint-Simon, Aguste Comte, Espinas, Durk-­ heim Fransa'da zuhur ettiler. Fransa'da bu silsilenin ha­ ricinde

«Le Play»

mektebi de vardır.

mektebi ,

«Tard»

mektebi, «Vormes»

«Le Play» mektebinden

«Edmon de Molins» mektebi doğdu.

Fakat

sonraları Avrupa'da

Fransız Sosyolojisi denince, hatırlara bu mektepler gel­ mez.

Fransız

sosyolojisi

bilhassa Durkheim'in usulünü,

esaslarını gayet metin olarak kurduğu «şeyi» içtimaiyat ilmine alem olmuştur. Bundan başka

sosyoloji

Fransız

Darülfünunlarına iptida Durkheim'la girmiştir. Şimdi de ayakta olarak yalnız bu sosyoloji kalmıştır . . » .

- 1 00 -


1 00

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK

ŞAİR

J ıs ı ne hayra n l ı k d uymuş, fakat onun düşüncelerine « Durkheim sosyoloj isi ıı, körü körüne bağlanmamıştı . T ürkçü l üğ ü n b i l i m yolu i l e gel iştiri l ip yürütü l mesin­ de, Göka l p'i n yal n ız bilgi hazines i n i n kapıs ı n ı aça'l anahtar oldu. O, kısa süren ömrünün üçte birini ol uş­ t uran « okuma, i nceleme, öğrenme ve toplayıp, birik­ tirme dönemi ıı n i n meyveleri ile Türk sosyoloj i s i n i n a na hat l a r ı n ı çizerken, Durkheim Sosyoloj isi n i n ya l n ız yöntem inden ve kura l la rı ndan yararland ı . Bu yolda n eyleme geçen Göka l p, T ü r k toplumu­ nun çeşit l i kurumla r ı n ı uzun süre i nceledi . Topl umu­ muzun devlet, ekonomi , d i n, ülkü, sanat, uyga r l ı k ta­ rih, a i le, hukuk, a h l a k kurumları n ı ele a l d ı . Ça l ışma­ ları sonunda kend isi Durkhei m'den ta m a n lamiyle ayrı bir sosyolog olarak ortaya çıkıyor ve yepyeni bir Türk sosyoloj i oku l u kurmayı başarıyordu. Göka l p'in, Durkheim' ı n düşüncelerine benzeye'l düşünceleri ya da görüşleri vardır. Ama bu düşün­ celerin ya da görüşlerin, Durkhei m'dan olduğu g i bi a ktarı ldığ ı n ı i leri sürmek yan l ış o l ur. Konularda ki ben­ zerl i k ler böy le bir görüntü ye yolaça b i l i r . Ama bu gö­ rüntü ya da görürtü lere sebep, topl umsa l olayların değişi k ül kelerde ve değ işi k zama n la rda ortaya ç ı k­ malarına rağmen birbirler i n i n aynı olmalarındand ı r. Göka l p, Türk topl umsa l yaşayışına yeni değer yarg ıları kazandırd ı . Eti, kemiği « pozitif bi l i m ıı lerden, ruhu ise Türk topl umunun yüreğ indeki m i l li ü l küden ol uşan ( kendi deyi mi ile) « yeni hayatıı ı yaratt ı . Ziya Göka lp'e sürekl i ça l ışma la r ı nda en büyük güç kaynağı Türk devlet i n i n çöküşünü önlemek ve Türk m i l letini eski görke m l i gün lerine kavuşturmak isteği oldu . Durkheim'ı da sosyoloj i ça l ışma larına yö- 1 01 -


ZİYA GÖKALP

ne/ten, o günlerde Fransa ' n ı n içi nde bul unduğu sı­ yasa/ buna l ı m i d i . O'nun değerl i ça l ışmalar ı n ı n a rasında en d i kkat çekeni «medeniyet» ve « hars » kavramları oldu. Gö­ kalp, Fransızca «Civ i l i sation » « medeniyet» ( uygarl ı k ) v e «cu lture »Ü d e « ha rs » ( kü ltür) diye d i l imize çe­ vird i . Uygarl ı ğ ı ; «uluslararası», kültürü ise « m i l l i » ola­ rak n itelendi rd i . Kültürü, « bir m i l l etin d ini, ahlaki, hukuki, akli, esteti k, l isanı, i ktisadi ve fenni yaşa­ yışlar ı n ı n a henk l i b i r toplamı » biçiminde tarif ett i . Uyga r l ı ğ ı da , « uygarl ığa dah i l o l a n birçok m i l letin topl u msal yaşayışlarının ortak noktası » olara k açıkla­ d ı . Göka l p bu açıklamalarına şu örneği verdi : « . . . Bütün Avrupa l ı m i l l etler arasında ortak bir batı uyga r l ı ğ ı vardır. Bu uygarl ı ğ ı n içinde birbirin­ den ayrı ve bağ ı msız olmak üzere bir İ ng i l i z kültürü, bir Fransız kültürü, bir Alman kü ltürü v.b. vard ı r . » Ziya Göka lp'e göre kültür, bir m i l let i n ö z mal ı­ dır. Kültür i l işkin olduğu m i l lete göredir ve m i l l etten m i l lete değişir. Kültür; d in, gelenek, a h la k, g üzel sa­ natlar, ha l k oyunları, h a l k müzi ğ i , masal , atasözleri ve mitoloj i gibi değer kon u la r ı n ı n toplamıdır. M i l let­ leri birbirinden ayıran, işte bu değerlerdi r . Kültür, m i l letin özü demektir. Uygarl ı k ise, ya l n ız bir m i l l ete özgü değ i ldir, m i l l etten m i l lete geçebil ir . U l uslararası bir varl ı k olan uygarl ı k, tekniğin işidi r. Kü ltür ile uygarl ı k a rasında doğuşları yönü nden de ayrı l ı k vardır. Kü ltür kendi l iğ i nden doğar, m i l l etle beraber gel işir. Kü ltürün doğuşu b i l i nçsiz rol oynar. Uygarl ı k a k ı l ve mant ı k i le, a raştırma yolu i l e oluşur. Yan i uygarl ı k yapmadır, kültü r ise doğmadır. 1 02 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Bu i k i kavram ı açı k la ma k için Ziya Göka l p bir­ çok yazı yayınlad ı . Bu konuda « Medeniyet» adlı şii­ rinde de şunları söyledi : MEDEN İYET Avrupa bir a kadem i : azaları milletler, Her yeri bir nurlu deha, çün kü ayrı harsı var. Avrupa bir darülfünu n : hocaları milletler, Her birinin ihtisası, bir _örneksiz dersi var. Bu nurlardan biri sönse medeniyet loş kalır;

Derslerinden biri d u r u r, bir kürsüsü boş kalır.

Medeniyet beynelmilel yazılacak bir kitap; Her faslı n ı bir milletin harsı teşkil edecek, Medeniyet bir konser ki birçok çalgı, saz, rebap Birleşmekle bir ahengi a ncak tekmil edecek. Bu kitabın bir bahsi eksik olsa okunmaz; Bir .a leti yoksa ahenk gönüllere dokunmaz.

Uygar l ı ğ ı n kültürden sonra, kültürün bir sonucu olara k doğduğunu söyleyen Gökal p, kültürü oluşturan mil i l unsurları «Türkçü l ü ğ ü n Esaslar ı » adi ı kitabında sekiz bölüme a yı rarak inceledi : Dilde Türkçü l ü k - Esteti k Türkçü l ü k - Ahlakta Türkçü l ü k - H u k u kta Türkçü l ü k - Di nde Türkçül ü k Ekonom ide Türkçül ü k S i yasette Türkçül ü k - Felsefede Türkçül ük. Batı uygarl ığına bağ l ı olan her m i l letin kendi g e l e n e kl erin i ve i htiyaçla r ı n ı esas a la n d i l , sanat, hu­ kuk, ekonomi . . . kurduğunu bel irten Gökal p, b u se_

- 1 03 -


ZİYA GÖKALP

kiz konuda mutlaka «milli hars»a { m i l li kültüre) yö­ nelmenin gerekli olduğunu açıkladı. Gökal p bu yerin­ de görüşlerin i ve bugün de geçerl i olan sağlam dü­ şüncelerini «Türkçülüğün Esasların a d l ı eserinde top­ lamadan önce ( bu kita ba birkaçını a labildiğimiz) şiir ve makalelerinde de işled i . Gökal p, m i l l etin i n beceri l erine hayran kal ı p, ger­ çeklere gözünü kapamad ı . Türk m i l l etin i n sosyal dav­ ran ışlarını b i l i m adamına yaraşı r biçimde gerçekçi bir gözle i nceledi . Geçmiş günlerdeki yiğitli klerimizle övünerek, geri kal mışlığı m ızı görmemezl i kten gelmed i : « Türkler, maddi s i l ahların, manevi kuvvetleri hükümsüz bıraktığı s o n yüzy ı la gelinceye kadar, As­ ya'da, Avrupa'da, Afrika'da bütün m i l l etleri yenmiş­ ler, egemenl i k leri a ltına a l m ışlard ı . Demek ki Türk felsefesi, bu m i l l etlere ait felsefelerin hepsinden da­ ha yüksekti. Bugün de öyledir. Ya l n ız ş u va r ki, bu­ gün maddi uygarl ı k görüşunden ve maddi silahla r­ dan ötürü Avrupa l ı m i l l etlerden geriyiz. U ygarl ı kça onlara eşit olduğumuz gün, hiç kuşkusuz d ü nya ege­ men l i ğ i yine bize geçecektir.» . . .

DARULFÜN UN Diyorsunuz : «Hüku metin idari

Velayeti fenlere de şamildir. » Ben derim ki: «İdare her hüneri Bilmez, çünkü mütehassıs değildir .. Salahiyet mansıp gibi yukardan Verilmez, hep ihtisasla alınır .. H içbir alim nüfuzunu hünkardan Almaz, gerçi ondan a l ı r her nazır .. - 1 04 -


ZİYA GÖKALP

Bir müderris ya ilmiyle taayyün Eylemiştir, sizden tayin istemez. Yahut ilmi etmemişken tebeyyün, Ederseniz tayi n , kalır bir çömez!.. Bır.3 kınız bunlar kendi kendine, Seçilsinler siz seyirci kalı nız; İ lmi verin a l imlere, siz yine, Ele m ü lkün dizginini a l ınız .. Darülfünun emirlerle düzelmez, Onu yapar a ncak serbest bir ilim; Bir mesleğe haricinden fer gelmez, Bırakınız ilmi yapsın muallim ! »

Göka l p, toplumumuz için kültür kadar, uyga r l ı ğ ı n d a gere ki i olduğunu bel irterek, uygar! ı ğ ı n kültürden a l ınaca k güçle ve bil imle ortaya ç ı karı laca ğ ı n ı yazd ı . B i l i m ise, a nca k b i l i m yuva ları nda yaşa ma olanağı bu­ labileceğine göre, bu kuru l uşların bağ ı msız olmaları gerekir. Ziya Göka lp bu gerçeğ i de dile getirdi ve bi l­ gin ile devlet adam ı n ın görev sınırlarını çizerek, üni-­ versitelerin özerk olmaları görüşü nü savundu.

DEHA

Copernic'ten evvel güneş, yıldızlar Her gün yerin etrafında dönerdi, Hepsi bizim için göğü yaldızlar, Bizim için ışıldardı, sönerdi.

- 1 05 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Bu hey'etçi dedi: «Hayır, gök yerin Çevresinde dönmez, dönen topraktır. Yer merkezi değil bütün şeylerin, Biz bir hiçiz, bu şan bizden uzaktır ! » Bunun gibi eski irfan çağında, Okur yazarlardı halkın kıblesi. Yeni hayat dedi: « Hayır, mukteda, H a l ktır, deha onun hamlesi . . . Okumuşlar! Bırakınız gururu, Milli' harsı öğren iniz mil letten . . . O, vicdand ı r , sizse onun şuuru ; Köksüz şuur uzak değil cinnetten . . . Doğru sanat, doğru a hlak, doğru din, Hep o ndadır, hal k içine dal ı n ız; Dahi gibi her hatadan pak, emin, Olmak için feyzi ondan alınız!»

« B i l i m yağmur gibidir, nasıl yağmur suları top­ rağa işlemez ve bu yüzden ekinler yetişmez, u ru n vermezse, a y n ı bunun gibi bilim d e halkın özün e so­ kulmaz, üstte kalırsa, gelişemez ve hiç bir zaman milli olamaz» diyen Göka l p, toplumu « ha l k » olara k n ite­ lendird i . Fol klara «hal kiyat» a d ı n ı vererek Türkçül ü kte ona çok önem l i bir yer a yı rd ı . Göka l p, gerçek bilgin­ le r i n ha l k ı n içinden yetişeceği n i belirtti ve hal kı n ru­ h unda b u l unan ül küyü, a ncak m i l letin gerçek temsil­ .cisi olan bilgin lerin b i l inçlendireceği n i a nlattı .

- 1 06 -


ZİYA GÖKALP

AHLAK Ahlak yolu pek dardır; Tetik bas önü yardır Sakın, «hakkım var» deme, Hak yok, v,a zife vardır! Hak milletin, şan onun, Gövde senin, can onun, Sen öl ki, Q yaşasın, Dökülecek kan onun . . . Ben sen yoğuz, «biz» varız, Hem Ogan, hem kul larız, Biz demek, bir demektir, Ben sen ona taparız. Ne derece hizmetin Varsa odur himmeti n ; «Kıymet var» deme k i Gerçek o l a kıymetin. Bir şairdir Türk eli, Müz'üne bağlı bel i ; Bu Müz, bir ahlaktır ki Baş vermektir temel i . . . Millete ver ca n ı n ı , Ocağını, şanını . . . Bin aşık olsan bile, Feda et cananını . . . - 107


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Gökal p, büyük bir sosyoloj i bilgini olarak, «ah­ l a k » konusuna da önemle eği ldi ve Türklerin, bütün u l uslar a rasında ahlakta birinci oldukları n ı belgeled i . Büyü k bilgin, Türkleri n a h l a k ü l küsün ü, Vatan a h lakı Meslek a h lakı - Ci nsel a h l a k - Kişise l a h l a k ve M i l let­ lera rası a h l a k diye beş böl üme ayıra ra k i nceledi. Ah­ lakın toplum üzeri ndeki etkisini açı klaya n Gökalp, Türk tari hinden ve Türk M itoloj isinden örnekler vere­ rek, u l usumuzun «fazilet (4) sahibi » olmaktaki eşsizl i­ ğ i n i a n lattı . «Ahlak yolu pek dardır - Tetik bas önü yardır.» d iyen Göka l p, bu yolda kaza yapmadan iler l emen i n yönte m l e r i n i

de

gösterd i .

Göka l p, kara ktere büyük önem verdi. O'na göre �seciyenin {5) teme l i insan telakkisinden (8) ibaret idi . » Kişinin i y i karakteri, ya da kötü karakteri olması, i nsan hakkında iyi, ya da kötü bir düşünceye sah i p olma­ sının sonucu idi. Anca k büy ü k düşünürün özlediği ka­ ra kter, u l usa l kara kterdi . Bu özlemi n i şu şi iri i l e d i le getirdi : SECİYE Aradım, yıllarca seni aradım, Köy köy dol.a şarak Anadolu'da, Sen her taraftaydın da ben bulamadım, Göründün nihayet Ge!ibol u'da . . . (4)

Fazilet: - Arapça- Değer, meziyet.

Yüksek ve üs­

tün ahlfık.

(5)

Seciye: -Arapça- Tabiat, yaradılış, huy, karak-

(6)

Telakki: -Arapça- Kabul etme. sayma. fikir sa­

ter. hibi olma.

- 1 08 -


ZİYA GÖKALP

Sezmiştim Fatih'te, Yavuz'da seni, Nedim'de, Kemal'de, Mimar Sinan'da , Duyarken yine on Temmuz'da seni, Büsbütün kayboldun sandım Bal kan'da . . . Düşmanlar dediler : «Artık o öldü ! » Pervasız geldiler eşiğimize ; Bıçağın onları muz gibi böldü , Kesti dilim dilim attı denize . . . Ordu'da nihayet Ararız şimdi her Dil·eriz kalmasın İ limde, sanatta,

kavuştuk sana, ocakta seni, görmek yarına, ahla kta seni! ..

Göka lp'ın bu ş i i rde a ra d ı ğ ı kara kter, topl u mda görülen m i l l i kara kterdi . Gerçekte m i l l iyetçiliğin teme­ l i de kara kterden başka bir şey değ i ld i . M i l li karak­ teri Çanakka le'de ( Ge l i bol u'da ) Ordu'nun kişi l iğ inde bulan Göka lp, onu her kurul uşta ve b i l i mde, ahlakta, sanatta görmek i stedi . Ancak bunun m i l l l eğitimle o labileceğ i n i savundu. M i ll'i eğitim kişiye karakter vermesi yönünden çok önem l i idi. Oysa Göka l p kişi­ l erdeki ve topl umdaki karakter eksi kliğinin sebebi ola­ rak, eğ itimdeki a ksa k l ı ğ ı gösteri yordu. « Öteki m i l letlerin eğitimi, m i l l i - bir görünümde olduğu halde, bizim eğitimimiz kozmopolit (7) bir hal­ dedir.» d iye yazan Göka l p, eğitimdeki bu karışı k duru­ m u şöyle an lattı : (7)

Kozmopolit: -Fransızca- Yabancı bir ulusa hay­

ran. Birçok uluslardan oluşan.

- 1 09 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

« İ stanbul 'daki kitapçı d ü kkan ları i l e öğretim yer­ lerine sınıflandırıcı bir bak ışla bakmak yeterlid ir. İs­ tanbul'da üç türl ü kita pçı vardır. Birincisi sahaflar, (8) i kincisi Beyoğl u kitapçıları, üçüncüsü Babıali caddesin­ deki k itapçı dükka nları. Sahaflarda ki eğitim Arapça ve Farsça, Beyoğl u kita pçı larındaki eğitim Avrupa'ya a ittir. Babıal i caddesindeki Tanzima t eğitimi ise, bu önceki­ lerin perişan çevirilerinden, beceri ksiz biçimde kendi­ sinin gibi göster i lmiş taklit eserlerden oluşmaktadır. M i l l l eğitim i mizin ne kitapları, ne de kitapçı ları orta­ ya ç ı kmıştır. Öğreti m yerleri de kitapçı dükkanlarına uygu n olarak ü çtür: Medreseler, Yabancı okul lar, Tan­ zimat oku l l a r ı . Sahafların kitapları medreselerde, Be­ yoğ l u'nun kitapları yabancı okul larda, Babıal i caddesi­ n i n kitapları da Tanzimat okul larında okutul ur. » Göka lp, bu üç öğreti m yerinin eğittiği kişilerde « karakter göremezsiniz» diye yazıyordu. DİN Benim dinim ne ü mittir, ne korku; Allah'ıma sevdiğimden t'a parım! Ne Cennet ne Cehennem'den bir korku Almaksızın, vazifemi yaparım. Vaiz! Deme Cehennem'in ateşi Çıka r bilmem kaç bin çeki odundan, De ki vardır bir güzellik güneşi, Doğmuş bizim aşkım ızın od'undan. (8) Sahaflar,

Sahaf

: -Arapça- Eski kitap alıp satan kişi. İstanbul'da Beyazıt Camiinin arkasına gelen

yerdeki kitapçıların bulunduğu yere verilen ad.

- 1 10 -


ZİYA GÖKALP

De ki vardır TUba adlı bir ağaç Kökü gökte, gön ü l lerde dal ları . . . Yemişinden yedi ruhum, değil aç; Bütün ş_e vgi, şefkat onun balları. Vaiz! Bana muhabbeti şerheyle Ben a r.a mam şeytan nedir, melek ne Erenlerin esrarından söz eyle : Seven kimdir, sevilen kim, sevmek ne? Beni Cennet va'di ile avutma, O kalbimdir, çünkü sevgi elidir, Cehennem'in azabiyle korkutma Korku nedir bilmez gönlüm delidir,

Dinde « sevg i »yi esas a lan Göka l p, « Cennet»· ümidi ya da Cehennem » korkusu i l e yapılan tapınma­ nın çürük ve geçersiz olduğunu an latt ı . Göka lp, ta pın­ ma s ı rası nda duyulan dinsel heyecandan tam bir tad a l ı nabilmesi için yakarışların Türkçe olmas ı n ı istedi. Bu kon uda ki düşüncelerin i açıklarken «Türklerin na­ mazdan aldıkları ulvi zevkin bir kısmı da yine ana di­ liyle inşad ( 9 ) ve terennüm olunan ilahilerdir. Bilhas­ sa, teravih namazlarını canlandıra n amil , şiir ile mu­ sikiyi cami olan ('0) Türkçe ilahilerdir. Ramazanda ve

(9)

İnşad : -Arapça- Bir şiiri veya bir eseri

lamına uygun şekilde, yüksek sesle

an­

okuma, ezberden

okuma. (10)

Cami

:

-Arapça- Toplayan, birleştiren,

bir

araya getiren, içine alan. Müslümanların tapınak yeri.

- 111 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

sair zamanlarda Türkçe irad (11) olunan vaızlar (12) da halkta dini duygular ve heyecanlar uyandıran bir a mildir.» d iye yazd ı . Ezan ve Kur'a n ' ı n Türkçel eştiril­ mesini önerd i .

ÇOBANLA BÜLBÜL Çoban kaval çaldı, sordu bülbü l e : «Sürülerim hani, ovam nerede? » Bülbül sordu, boynu bükük bir güle : •<Şarkılarım hani, yuvam nerede?» Ağla çoban, ağla, ovan kalmadı. Gözyaşı dök, bülbü l ! Yuva n kalmadı. Çoban ded i : «Ülkeler hep gitse de Kopmaz benden Anadolu ü l kesi . » Bülbül dedi : «Düşman hased etse d e jst.a nbul'da şakıyacak Türk sesi! » Çalış, çoban çal ış, kurlar öz yurdu! Şairlerden topla, bülbül, bir ordu! Çoban dedi : «Edirne!den ta Van'a, Erzurum'a kadar benim mülklerim! » Bülbül ded i : « İzmir, Maraş, Adana, İskenderun, Kerkük en saf Türkleri m ! » ( 11)

İrad

:

-Arapça- Getirme, söyleme. Bir mal

veya mülkün getirdiği kazanç. Gelir. (12)

Vaız : -Arapça- Dinsel öğütler.

- 1 1 2 --


ZİYA GÖKALP

Yad elinde, bülbül Türk'ü bırakma . . . Sarıl çoban, sarıl, mülkü bırakma. Çoban dedi : «Sürülerim hep kaçsa Bir sürüm var, kaçmaz, adı Türk ili!» Bülbül dedi : «Şarkı ölsün, yok tasa ; Türklerim yaşar, söyler hal k dili!» Yalvar çoban, yalvar! İlin kurtulsun! Dile Hak'dan, bülbül, dilin kurtulsun

Gökal p, ü l kemize sosyoloj i n i n yöntemlerin i ka­ zandırdığı gibi, tarih b i l i m i n i n yöntemlerini de arma­ ğan etti. Gerçi Göka lp, bir tarih bilgini değ i ldir. Ama tarih, sosyoloji b i l imine yardımcı bir b i l imdir. Sosyoloj i g ibi, ta r i h i n de konusu i nsan ve toplumlard ır. Bunun için Gökal p uygarl ı k ve kültür tar i hlerimizi de inceledi. Çocuklar için yazd ığı şiirlerinde de topl umcu oldu. Genç bey i n l erde m i / il b i l inci uyandı rma k için destan ve masa l ları «öğüt verici » bir biçimde işledi. Göka l p, bir eğitimci gözü i le, masa l ı n çocuk hayatında k i öne­ mi üzerinde de durmuştu. M i l l etin eski karakterleri, eski ü l küleri o m i l l etin masal larında sak l ıdır. Bunun için masa l lar k uşa ktan k uşağa hiç bir değişi kliğe uğ­ ramadan a ktarı lmal ı dır. Masa l ağızdan nasıl çı karsa, ÖY­ iece yazıya geçi r i l mel idir. Gökal p, b u konuda Küçük Mecmua'da yayı nladığ ı bir yazısı nda şöyle d iyordu : « . Söz l ü geleneklerden birincisi, « Ha l k masalla­ n»dır. « . . . Ha l k masa l ı , her masa l söyleyenden a l ın maz. Çünkü masa l ı n kend ine özgü deyimleri ve kendine öz­ gü bir d i l i vardı r. Masa l ları özel deyimleri i l e özel ağzı .

.

- 113 -

F. : 8


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

i l e anlatan a ncak ocaktan- yetişme masalcı lardır. Masal­ cılar eski oza n l ı ğ ı n kad ı nlarda süren bölümüdür. Ozan­ l ı k babadan oğu l a kaldığı gibi, masa lcıl ı k d a anneden kıza geçer. Erkek masa lcılar vardır, ama çoğ u n l ukla masalcılar kad ı n lardır. Masalcı kendi alan ında bir çeşit sanatçıdır. Ağızdan ç ı ka n her kel i me yeri nde kullanıl­ mıştır.» Gökal p, m i l letimizi yeniden m i l l l benl iğine kavuş­ t urmak, yeniden m i l l i g ururunu kazandırmak a macı i le m i ll'i tari h i mizdeki konuları ele a l d ı . Bu yolda ma­ kaleler ve şiı rler yazd ı . «Altın Desta n » ı , «Türk Şeh­ name»si değerine u l aştı : ALTIN DESTAN Sürüden koyunlar hep takım takım Ayrılmış, sürüde kalmamış bakım. Asmanın üzümü dağılmış, salkım Olmak ister; fakat bağban nerede Gideyim arayım çoban nerede Yüce dağlar çökmüş, belleri kalmış; Coşkun ırma kların selleri kalmış. Hanlar yok meydan da, elleri kalmış; Düşenler çok ama, kalk.an nerede? Gideyim arayım; Haka n nerede? Türk yurdu uykuda, ey düşman sakın[ Uyuyan ü l keye yapılmaz akın, Tanyeri ağardı, yiğitler, kalkın! 83kın yurt ne halde, vatan nerede? Gideyim arayım : Yatan nerede?

- 1 14 -


ZİYA GÖKALP

Herkesin gözünde vatan özyurdu, Serhaddin düşmanı, derenin kurdu, Yad iller Turan'da han l ıklar kurdu, Turan'dan yadları kovan nerede? Gideyim arayım : Ogan nerede? Kırım nerde kı3 ldı, Kafkas ne oldu? Kazan'dan Tibet'e değin Rus doldu, Hıtay da a nalar saçın ı yoldu ; Şen yurtlar ne halde, viran nerede? Gideyim a rayı m : Ogan nerede? Başları ağarmış ihtiyar dağlar, Anar eski günü ; sel döker, çağlar, Kırlangıç a h çeker, güvercin ağlar, Uzak bir ses sorar: Turan nerede? Gideyim arayım : Soran nerede? Altundağ'a kursun ilhan otağı Taşları elmastır, yakut toprağı, Han'lara kımızla sunsun ayağı, -Taç giyme resminin kalmam uzağı

Sorup öğrenince : Divan nerede? Gideyim, arayım : Kervan nerede? Türk destanı yazmak hatr.a gelmemiş, Yasa n ı n sözleri satra gelmemiş, Tarihe deryadan katra gelmemiş, Şairler sordular: Hocam nerede? Gideyim sorayı m : O can nerede?

- 115 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Gündüzlerden sapan geceyi bilir, Bilmeksizin tapan her şeyi bilir, Bilen yapmaz, ya pan pek iyi bil ir, Erenler yolu b u, vata n n erede? Gideyim a rayım: Yaran nerede?

Gökalp, «Altın Desta n» ında bütün « Türk dünyası » ­ n ı , eskiden Türk evler i n i n önünü süsleyen ve gölge­ sinde oturulan « asma »ya , Türkiye'yi de «sa l k ı m " a ben ­ zetiyordu. Ü zümü dağ ı l m ış asmada k i « sa l k ı m » ı n ye­ tişmek istediğ i n i bel irtiyor, ba hçıva n ı n ( bağba n ı n ) ve ona katı laca k olan çoban ı n « n erede » olduğunu sora­ ra k, uykuya yatı r ı l m ış ola n Türk m i l letini eyleme ge­ çirmeye ça l ışıyord u . Göka l p, yazı v e ş i i rlerinde bazı kavra m ları a n l a ­ ta bi l mek i ç i n o g ü n e kadar d i l i m izde olmayan yeni ter i mler ku lla ndı. Mefkure, hars, tahris v.b. gibi . . . Gö­ kalp, «Altın Destan ,, ında k u l landı ğ ı bazı kel imelere de yeni kavramlar verdi : Altı n destan - Türk şehnamesi, Oğan - Tanrı, H ı tay - Türkistan g i b i . . . Göka l p, m i l letimizin psi koloj isini ve topl umsa l ya­ pısı n ı gerçekçi bir gözle i ncel ed i : Devlet ile din işleri­ nin birbirinden ayrı l masını ü l ke ve m i l let yararına ola­ cağı n ı gördü. Di nsel bas k ı l a r ı n egemen olduğu o gün­ lerde, bu konudaki düşünce ve görüşlerini açıklama k­ tan çekinmed i : HALİFE VE M ÜFTÜ İ ki şey var m u kaddes: Biri devlet, biri din; Devlet, onun başında a ncak hal ifemiz var, Ki bir müftü değil o, bir Emirü lmüminin : Fetva ları o vermez, kan u n ları o yapar.

1 16 -


ZİYA GÖKALP

Dinin dahi başında m üftü var ki bildirir : Haram ile helali, günah ile seva bı. O, ne şari, ne hukuk m üşaviri de ğ ildir, Ona ta kva sorulur, mevizadır ceva bı. Teşri işi tam::ımen Zullullahın elinde, « Ülu'lemre itaat» natıktır bu esası. Kanun yapmak -müftüye sormaksızın- elinde, Mercii örfle icma, mebusandır şurası. lakin ifta kudreti, bu b i r i l i m i ş idi r ; Kimse mü ftü olamaz kafasını yormadan . Müftü bir memur değil, ilmi olan kişidir, A tim yayar ilmini halifeye sormadan. Devlet ile medrese ayrı iki a lemdir. Müftü ile halife birbirine karışmaz. Ayrıysa da bu iki kuvvet daim tev'emdir, « Nüfuz bende ! » diyerek birbiriyle yarışmaz!

Gökal p, hayatı boyunca Türk m i l leti n i n topl umsa l yapısı n ı değiştirecek v e o n u çağdaş düzeye u laşt ı ra­ ca k olan devrimleri savundu. O g ü n l erde ü l kede oku­ lun yan ı nda medrese, a d li ye n i n yanında şer'! mahke­ meler, mal iyen in yan ında Evkaf ( 13) Nezareti vard ı . Bu kargaşa l ı k Tanzimat'ın eseri i d i . Batı ile doğu kültürü ve batı ile doğu uyga r l ı ğ ı yanyana duruyor, özel l ik le­ r i n i koruyorlard ı . Doğu uygarlığı gelenekçi, batı uy­ gar l ı ğ ı ise atı l ımcı i d i . Bunlar birbirleri i le bağdaşa ma( 13)

Evkaf

:

-Arapça-Vakıflar. Hayırlı işler için

ayrılıp bırakılan para ya da mülk.

11 7 -


100 BÜYÜK

EDİP

100 BÜYÜK

ŞAİR

m ı şlard ı . Tanzimat'ı n ü l kenin başına bela ettiği b u du­ rum sürüp g id iyord u . Göka l p'e göre Türkleşmek ve bat ı l ı laşma k bir arada yapı l ma l ı yd ı . Ü lkenin top l umsal yapısındaki bu durum için kal em i i l e başlattığı sava­ ş ı m ı , İtti hat ve Terakki Cemi yeti'nde de sürdürdü. Ce­ m i yetin toplantıları nda, kongrelerinde emperya l istle­ re, ( 14) yobazlara ve tutuculara savaş açtı . Göka l p, Türk ve İslam düşüncelerini çok iyi bildiği için , görüş l erini b i l imsel yol lardan savundu. Gerçekleri ortaya ç ı ka ra ra k kendine karşı olanları a l t etti. Düşüncelerini çevresin­ de b u lunan herkese kabul ettirdi . Gökal p, b u savaşı m ı verirken yarad ı l ışına pek ters düşen bi r gö: ·ü n ü m içindeyd i . Evet, O tam a n l a m ı i l e b i r devrimci , bir i l erici idi. Göka l p' ı n bu yönü, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1 91 7 y ı l ı ndaki kongresinde savunduğu i lkelerde pek açı k biçimde ortaya çı kar. Göka l p, bu kongrede din ve devlet işlerini birbi­ rinden ayrı l ması n ı, kad ı na da eşi t haklar veri l mesin i , medreselerin kapat ı l masını, b i lg i l i d i n adaml arı nın ye­ tiştirilmesi n i, evkaf bütçesin i n Mal iye Bakanl ığı'na ak­ tar ı l masını ve böylece bütçedeki i ki l iğ i n kaldırılma sı n ı , o ku l ların u l usal eğitim i l kelerine göre yen i den d üzen­ lenmesini, şeyhül isla m l ı ğ ı n kaldırı l masın ı, adliyenin uygar yasa larla düze l t i l mesi n i önerd i . Göka lp'ı n b u devrimci düşüncelerini Atatürk Cum­ huriyet Türkiye'sinde gerçekleştirdi . Göka lp'i n « Kad ı n » konusundaki düşünceleri de ( 14 )

Emperyalist

:

-Fransızca- Emperyalizm yan­ -Fransızca- İ mparatorluk kurma

lısı. Emperyalizm: fikri. Ülke sınırlarını genişletmek, başka ulusları yöneti­ mi altına

almak

fikri.

- 1 "18 -


ZİYA GÖKALP

yaşadığı çağdan çok i leri noktalara. u laşmıştı. O, « ka­ d ı n »a erkekle eşit haklar veril mesini savundu ve top­ l u m içinde bir oyuncak d urumuna d üşürül müş olan T ürk kad ı n ı na kiş i l iğinin geri veril mesini istedi :

MESLEK KADINI

Dersiniz: «Bir genç kız, yaşı dolunca, M utlaka kendine bulur bir koca, Kocası evine getirir e kmek, O halde kadına �slek ne gerek? Kadının mesleği olmaktır karı, Çıkmasın o sakın, bundan dışarı. Ne lazım erkeğin rakibi olmak, Değil mi ikisi ezelden ortak? İşçiye olunca rakib, karısı, Kol arNır, ücretin gider yarısı, İkisi a l ırlar aynı ücreti, Ocağın eksilir, artmaz serveti. . . lakin müsbet bu, menfi iktisad ; Yapsalar bir, ücret, olur i ki kat. Kadın yapsın evi erkeğe cennet, Erkek de iki kat çalışır elbet! » . . .

- 119 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Bu sözler hep doğru, fakat her kadın, Bulur mu bir koca? Bulsa d3 yarın, B u adam ölmez mi? O halde nasıl, Dersiniz: «Kaza nma ; iste muttasıl ! » Görürken ortada işte binlerce, Kocasız kadınlar çeker işkence. Derseniz: «Değildir mesleğe m u htaç, Ya koca bulmalı, ya kal malı aç!» Kadınlar önce de ziyade iken, Harbden sonra bol bol koca n ereden ? Evvelce melce'di hep zengin evler, Kadınlar bulurdu sığınaca k yer, Yaşam ak güçleşti, şimdi her erkek Ancak karısına yedirir yemek. Sanmayın hepsi de yük taşıyor, Bir çoğu hodkamdır, bekar yaşıyor. 8u gün, yuvasızlar değildir ya l nız, Nice evliler de talihsiz, bahtsız. Çünkü var binlerce sefih kocalar, Ya muttasıl içer, ya kumar oynar. Kimi de mahbeste alır soluğu Aç kalır evinde çolu k çocuğu.

- 1 20 -


ZİYA GÖKALP

Bunlar da olmasa, kadın insandır; insanın en büyük hakkı irfa ndır. Kad ın ça lışmazsa fikri yü kselmez, Tabii o zama n size denk gelmez. Diyorsunuz onun eksiktir a k l ı, Artırma k istiyor, değil mi haklı? Kadın yü kselmezse alça l ır vat•3 n, Samimi olamaz onsuz bir irfa n . Hası lı b ir heves değil, ihtiyaç; İstiyor bu a nda böyle bir ilaç. Kocalı, kocasız birçok kadınlar, Açtırlar; dersiniz : « İşsiz kalsınlar ! » Derim ki: «0 halde k.a sdın ız, mutlak, Bunları umuma oda l ı k yapmak!»

Göka l p' ı n düşünsel ça l ışmaları « İstibdat» dönemi sona erip, ittihat ve Tera kki Cem iyeti i ktidara geldik'­ ten sonra, çevresi ve m i l l eti için çok da ha yara r l ı ol­ du. Baskı dönem i nde süre k l i biçimde kuru lan Göka l p' ı n düşünce zembereği, yönetimin değişmesi i le ken­ d i ne uygun bir ortam b u lmuş ve boşal maya başla­ m ıştı . Zihn inde y ı l larca önce o l uşan ve o güne kadar olgunlaşan düşün ürünleri, m i l l l kültüre ve m i l l l ül­ küye susa m ış o la n gençler ve m i l l i devrimciler tara­ f ı ndan kapış ı l d ı . Göka l p, İtti hat ve Terakki HükOme­ ti'ni Türkçü l üğün i l kelerine göre düzenlemeye ça l ıştı. - 1 21 -

.

· ---- - ------


100

BİİYÜK EDİP 100 BtİYÜK ŞAİR

Doğu ve İslam uygarl ıklarının oluşturduğu kurul uşla­ rı ortadan kaldırtıp, bunların yerine Türk m i l let i n i n topl u msal yapısına, tarihsel ol uşumuna uyan m i l l i' ku­ rul uşların kurulmasına önderl i k etti. Durmaksızın ça­ l ıştı. M i l li eğitim yolu i l e bu yen i düzeni n m i l l l bi­ l i ncini , Türk m i l letin i n bireylerine aşı lama k için sürek l i yazdı, fırsat buldukça konuşma lar yapt ı . Ziya Gökal p, kadı n ı n a i le içindeki önemi n e deği nerek, yuvayı kura n ı n kad ı n olduğunu vurg u luyordu . Erkek, devl eti yaratan kişi i d i . Kad ı n i l e e rkek, birl i kte m i lletin hamuru idiler. Din a i l eden doğarken, h u ku k dev l etin b i r son uc u o luyordu. B i l i nce uyg u n b i r a h l a k a nlayışı, m i l letin son ül küsü olma lı i d i . A i l e devlet ve m i l let toplumun üç ana d ireklerinden başka b i r şey değ i ldi ler. Gökalp, topl umsa l yapımızı «KADIN » adl ı şiirin­ de işte böyle özetl iyordu : ­

,

KADIN

Cemiyetin ü ç rüknü var: Birincisi a ile! Bu diya net yuvasın ı kuran sensin, kadındır. Medeniyet bayrağını sensin alan ilk ele, Altın harfle yazılacak ona senin adındır. İkincisi devlettir ki onu erkek yaratmış, Avcı iken çoban olm uş, çoban iken hükümdar. Kuvvet haktır diye adil mahkemeler donatmış, Hak kuvvettir diye düzmüş demir koll u ordular.

- 1 22 -


ZİYA GÖKALP

Üçüncüsü millettir ki i l k i nsanca ülfetten Beri, ruhlar bu devrenin ermesine müşta ktır. Din doğmuştu a ileden, hukuk ise devletten, Milletteki son mefkure ilme uygu n a hlaktır. Millet ya lnız yapılamaz, bunu a nca k dirlikte, Kadın erke k : İ ki vicdan birleşere k yapaca k. İlk madebler ayrı idi, şimdi artık birlikte, İ ki cins bir irfanda bir Allah'.a tapacak !

Ziya Gökal p, a i leyi toplumun temel i sayd ı . «Ailedir b u milletin,

bu devletin esası »

t:liyerek topl umumuzun temel taşı olan a il e kurumu­ na gereken önemi verdi . B u arada kad ı n ı , aile h u ku­ kunun böl ü nmez bir parçası olduğ u n u vurguladı. Göka l p, a i len i n önemine değ i nirken, kadı n ı n de­ .ğerini de ortaya koyuyordu : AİLE Bir kadın var ki ya a nnem, ya kardeşim, ya kızım, Odur bende en mukaddes duyguları yaşatan .. Bir diğeri sevgilim ki gü nüm, ayım, yıldızım, Odur bana hayatta ki şiirleri a n latan . . Bu mahl uklar nasıl ha kir ol u r şer'in gözünde, Bir kız irste ya rım erkek, izdivaçta dörte bir Ailedir bu milleti n , bu devletin esası, Kadm tamam olmadıkça eksik kal ır bu hayat .. Ailenin a dl e uygun olmak için binası Nikah, talak, miras : Bu üç işte gerek müsavat. - 123


1 00 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Sır kız irste yarı m erkek, izdivaçta dörte bir Bulundukça ne aile, ne memleket yükselir!.. Diğer ha klar için m i l l i mahkemeler açmışız, Aileyi bıra kmışız medresenin elinde . . . Bilmem niçin kadınlığa a it işten kaçmışız; Ya onun da bir emeği yok mu bu Türk ilinde? Yoksa o mu iğnesinden kanlı süngü yaparak Ha klarını pençemizden i htilalle a lacak?

Göka l p, o günlerde kangren durumuna gelm iş ada lete uygu n biçimde düzen­ lenmesi gereği n i savundu. Evlenme, boşanma ve m i ­ ras kon u l ar ı ndaki haksız u yg u lamaların ö n ü a l ı n ması­ nı bel irtti . Bu düzenlemelerin yap ı l ması i le, a i le ku­ rumu, bataktan k urtarılaca k ve böylece dev letin kur­ tul uş yol una sağ l a m bir yap ı ile g i rerek i lerlemesi sağ. lanaca kt ı . Ne var ki, Gökal p'in bu i l eriye dönük ham­ leci görüşlerinin değeri, a ncak Cumhuriyet dönem i n­ de a n laşı labi ldi ve bu yasa l eksi k l i k « Genç Türkiye»­ mizde gerçekleştiri lebi l i n d i . o l a n a i le h u k u kunun,

- 1 24 -


ZİYA GÖKALP VE EKONOMİ

Göka l p, ekonomide d e m i l l i görüşün öncüsü oldu. M i l i\' olmayan anama l ın ( sermayeni n ) top l u m üzerin­ deki olumsuz etk i lerini sa ptad ı ktan sonra kişi i le top­ l um arası nda ki ekonomi k i l işkilerin sınırlarını çizd i . Z iya Göka l p' ı n ekonom i k konu larla ya kın i l iş k isi genç­ l i k y ı l larında başladı . Bug ü n bi le tutarl ı ve geçerl i olan e konom i k görüş ve d üşünceleri n i serg i l eyen yazı ların ı n i l k i say ı labi lecek ({ l<ışla Meyda n ı » baş l ı k l ı yazı s ı n ı , «Diyarbekir» Gazetesi n i n 1 6 M a y ı s 1 904 günü ç ı ka n sayısı nda yayı n l a d ı . Ziya Göka l p'e göre « Türkler hürriyet v e isti kla l i ( 1 ) sevdi kleri için iştira kçi ( 2 ) olamazlar»d ı . Ama Türkler « eşitl i kten yana olduklarında n ve eşitl iği sevdi klerin­ den ötürü bireyci de ka la mazla r » d ı . Bunun için Türk toplum yapısına ve Türk kültürüne en uygun düşen sistem « daya nışma» idi. Göka l p kişisel m ü l kiyeti, topl umsa l daya n ışmaya olan yararı ora n ı nda yasa l say ; yord u . Topluma yararı ol mayan anama l ı ise yasa l ka bul etmiyordu . (1)

(2)

İstiklal İstirakçi

:

-Arapça- Bağımsızlık. :

Komünist anlamında.

- 1 25 -


100

BUYÜK EDİP 100 BÜYUK ŞAİR

Ziya Gökalp ekonomi k görüşlerini ve düşünce le­ rini, kiş isel m ü l kiyeti kal dı rmaksız ı n , bütün «sosyal servet» lerin genel çıkarlar çerçevesinde üretilmesi ve korunması esasına dayandırd ı . Kal k ı n ma k için yabano ü l kelerdeki ekonomi k sistemleri Türkiye'ye uygu la­ man ı n yan l ış bir şey olaca ğ ı n ı savundu. Bu konuda her m i l letin kendine özgü bir m i l ll ekonomik sistem ol uşturduğunu yazd ı . Göka lp'e göre, toplumun b i r fedakarl ı ğ ı veya zah­ meti sonucunda ortaya çıkan v e kişilerin h iç bir eme­ ğ inden has ı l olmaya n fazla karlar, topluma a ittir. Kişi­ lerin bu karlara sah i p çıkmal a r ı n ı yasal saymayan Gö­ ka l p, fazla kazançların ( pl us-val ue ) toplum adına top­ nara k , top l u m hesab ı nı;ı açılacak fabri kaların, kuru l a ­ cak b ü y ü k çiftl i k lerin anama l ı o l mas ı n ı önerd i . Göka l p kişisel m ü l k iyeti ortadan kal dıra n bir görüşü savun­ madı, anca k kesinl i kle, toplumun çıkarlar ı n ı bireysel çıkarların üstünde tuttu. «Zekat» şi iri Göka l p'ın eko­ nom i k görüşlerinin yal n ızca, bir yan ı n ı yansıtması yö­ n ü nden büyü k önem taşı r ZEKAT Bir çalış kan, uslu adam birçok para kazan ır, Düşünülse hepsi a n ı n emeğinin bedeli; Fakat hayır, bu paralar bütün ha l k ı n malıdır; Çünkü vardır onda cümle insan ların ameli

• . •

Millet nedir? Düşünü lse bir teavü n şirketi, Bu şirkette her bir ferdin emeği var, reyi var, Zenginlerin servetinde yoksu lların pay ı var.

- 1 26 -


ZİYA GÖKALP

Ey talihli demem sana, dağıt bütü n serveti, O ha kkındır, fakat her yıl kırkta bir zekatı ver Kazancından fakirlere a it ola n payı ver.

r

Müslüma n l ı ğ ı n « sosyal adalet»e i l işkin buyrukları bugü n de görmemezl ikten gelinmekted ir. Oysa bü­ tün topl u m olayları ile i l g ilenerek, bunların hakkında yarg ıya vara n M üslüma n l ı ğ ı n ya l n ı z manevi yasa ları­ n ı n uygu la nması istenmekte, toplumsa l yasa l a r ı n ı n da yerine getirilmesi gerekli l iğ i yeterince savun u l ma­ makta d ı r. Bu durum da ü l kemizde « sosya l adalet» in yaralanmasına sebep olmakta ve bazı topl umsal olay­ ların kaynağı n ı oluşturmaktadır. Ü l kemizin bir tar ı m yurdu olduğu söyleniyor ve bizim süre k l i çiftçi bir u l us olara k ka l mamız, ağır sa­ nayi ile uğraşmamamız öneri l iyordu . Göka l p bu öne­ riye, «asla doğru değildir» diyerek kesin l ikle karşı ç ı ktı. Göka l p'e göre Avrupa'da gerçekleşen devrimle­ rin en öneml isi, ekonomik devrimdi. Ekonomi k devrim ise küçü k bölge ekonomisi yerine, m i l l et ekonomisi­ n i n ve küçük kuruluşların y erine büyük sanayii n ku­ ru l ması nda n ibaretti. Bu görüşün savunucusu olan Ziya Göka l p, Genç · Türkiye için de sanayinin çok önem l i olduğunu yaza­ ra k, m i l li sa nayimiz kurulmadı kça çağdaş bir devlet olamayaca ğ ı m ızı söyled i . Göka lp, m i l l i sanayin i n kişilerin y a d a orta k l ı kların girişimleri ile kurulamayaca ğ ı n ı bel irtti . M i l l i ekono­ m i n i n ve m i l l i sanayinin a nca k «himaye u sulü » nün uy­ g u l anması i l e kurulaca ğ ı n ı , bu iş için «milli bir hamle»- 1 27 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

nin gerekl i olduğunu ve bunu devlet i n yapması ge­ rektiğ i n i yazd ı . Gökal p, böylece «Vata n ı m ı zda spekü la­ törlerden (3) mürekke p ( 4 ) nın teşekkü l ü n ü »

yen i bir muhtekir (5)

s ı n ıfı­

engellemek istiyordu.

M i l l i ekonom i i le m i l l i sa nayi n i n ortaya çıka b i l ­ mesi için « hi maye usu l ü » neden gerekl i i d i ? Bu soru­ n u n yanıtını yine Göka lp'ten öğrene l i m . Fried­ « . . Amer i ka' da J o h n R a y v e Almanya'da rich List, İngiltere'de Manchesterien'lerin kurdukları ekonomi b i l iminin, genel ve u l uslararası b i r b i l i m ol­ mayıp, yalnız İngi ltere'ye özgü bir m i l li ekonomi sis­ tem inden i baret olduğunu ortaya ç ı kardılar. İ n g i l tere büyük sanayi ü l kesi olduğu için üret i m i n i d ışar ı gön­ dermeye ve d ışarda n ham maddeler getirmeye muhtaç­ tır. Bu sebeple, İngi ltere için faydal ı olan tek çı kar yol g ümrü kler i n serbest olması kura l ı , yani açık kapı po­ l it i kasıdır. Bu kura l m İ n g i l tere g i b i büyük sanayie sa­ hip olmamış m i l l etler tarafından kabul edi lmesi, i l ele­ bet İng i l tere gibi sanayi ü l kelerine e konomi k yönden tutsa k kal ı nması sonucu n u doğ uraca ktır. İşte bu i ki eko­ nomist kend i ü l keleri için b i rer özel m i l l l ekonomi sis­ temi ortaya ç ı karara k, ül kelerin i n büyük sanayie sahip olması için çal ıştılar. Ve başa rı l ı da oldular. Bugün, Ameri ka i le A l manya büyük sanayi konusunda İ ng i lte­ re i l e boy ölçüşecek bir noktaya gelmişlerdir. Ve ş i m­ d i , onlar da İngi ltere'nin a ç ı k kapı pol itikas ı n ı izliyor.

(3)

Spekülatör

:

-Fransızca- Ortalıktaki darlıktan

yararlanarak aşırı kazanç sağlayan. ( 4) Mürekkep : -Arapça- İki ya da daha çok şe­ yin karışmasından ortaya çıkan. (5)

Muhtekir

:

-Arapça- Vurguncu.

- 1 28 -


ZİYA GÖKALP

lar. Fakat bu noktaya ulaşabi l meleri, y ı l larca m i l li eko­ nominin hima ye yönte m i n i n uygulanması i le olduğu­ n u da pek iyi biliyorla r . » Göka l p «Türkoğlu»na «Vatan»ın neresi olduğunu an latı rken «çarşıd.3 dönen bütün ser m a y e n n i n Türk'ün olması gereği üzerinde durdu ve ü l kede « tersaneler, fabrikalar, vapur, tre n » Türk'ünse, anca k bu durumda o yeri n Türk'e vata n olabi leceğ i n i vurguladı : VATAN Bir ülke ki camiinda Türkçe ezan okunur, manasını namazda ki duanın, Bir ü l ke ki mektebinde Türkçe Kur'an oku nur, K ü çük büyü k herkes bilir buyruğunu Huda'nın . . . E y Türkoğlu, işte sen i n orasıdır Vata n ı n ! Köy l ü a n la r

Bir ü l ke k i toprağında başka i l i n gözü yok, Her ferdinde mefkure bir, lisan, adet, din birdir, Mebusanı temiz, orda Boşo'ların sözü yok, Hududunda evlatları seve seve can verir; Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır Vatanın! Bir ülke ki çarş ısında dönen bütün sermaye, Sanatına yol gösteren ilimle fen Türkü ndür. Hirfetleri birbirini daim eder himaye, Tersaneler, fabrik,alar, vapur, tiren Türk'ü ndür; Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır Vata n ı n !

Göka lp; esnafı n mi l li e konomi miz içi ndeki değe­ r ı n ı ta kdir etti ve onu « m i l letin ÖZÜ » olarak nitelen­ dirdi. Kad ın - erkek herkesin ça l ışmasını isteyen bü- 1 29 -

F.

:

9


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

yük düşünce ada m ı Gökalp, bugün çağdaş ekonomi­ nin gereklerinden doğa n esnaf derneklerinin esnafa olan yararını, -daha çok kapa l ı bir ekonominin ege­ men olduğu- o sıralarda a n ladı ve «Yoldaşlık esnafın tatlı zinciri - Birleşmiş, bir ocak yapmış her biri» di­ yerek esnaflar arasında birliğin kuru l masını istedi . Es­ ki dönemin « lonca» sisteminin kurucuları na «Şükran borcunu » belirttikten sonra, uykuda n uyanı l masın ı is­ teyerek, Avrupa'nın « fe n » ve « hüner » inin ( tekniğ i n i n ) öğren i lmesi gereği üstünde durdu. ESNAF DESTANI Biz esnaf takımı severiz ışı Çalışır yaşarız erkek ve dişi Aramızda yoktur tembel bir kişi, Milletin özüyüz, burhanımız var. Kimimiz çiftçiyiz, tohum ekeriz, Yazda kışta pek çok zahmet çekeriz, Sulh vakti rençberiz, harbde askeriz, Hem süngümüz hem de sapanımız var. Kimimiz kahveci, bostancı, bekçi, Fırıncı, paçacı yahut börekçi, Bize bir tek adla deyin : Emekçi, «Vatan emektarı» ü nvanımız var Kimimiz çulhayız, kimimiz saraç, Çok zaman Avrupa bizi koydu aç, Biz, artık değ iliz namerde muhtaç, Malımız satılır, a lanımız var.

- 1 30 -


ZİYA GÖKALP

Okumak isteriz, kitabımız yok, Kitaplar yazmaya n isa bımız yok, Deftersiz yaşarız, hisabımız yok, Öğretin bilelim : İz'a n ım ız var. Evvelce yok idi bir gazetemiz, Şimdi «Halka Doğru» ilim çantamız, «Kerem »i yazmamış olsa a tamız, Der miydik bizim de irfan ı mız var? Yoldaşlık esnafın tatl ı zinciri, Birleşmiş, bir ocak yapmış her biri, Her eski ocağın vardır biri piri, Her pire bin türlü şükra nım ız var. «Yardımlaş ı n » diyor bize dinimiz, Yoksula yardımdır baş ayinimiz Zengin lere karşı yoktur kinimiz «Herkesi sev» diyen Kur'an'ımız var. Ey beyler, hocalar a rt ı k uya n ı n, Sızdınız, yarısı gitti vata nı n, « Bun.a sebep biziz! » deyin uta n ı n, Düşü nün Mahşer'de diva nı m ız var Biliniz biz esnaf, ça l ışacağız Ne varsa fen, hüner a l ışacağız, Sanatta Frenk'le yarışacağız, Yurdu kurtarmaya peymanımız var. Dinimiz ne imiş an layacağız, Tera kkiye gönül bağlayacağız, Bir h ızla beş y üz y ı l atlayacağız, Durma k olmaz, pek az zama n ım ız var.

- 131 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Yenildik; sebebi : gerid� kalma k, İntikam: düşmanın ilmini almak, İşini öğrenmek, fennini çalmak Şimdi li k bu öce imkanımız var. Yürekten bir lahza ç ı kmaz bu acı, Kuvvetli olmaktır zafı n ilacı, Uya n ı k bir kindir .a zmin kırbacı, Koşalım, geçecek düşmanım ız var.

Göka lp, Türk köylüsünün de, dertleri n i en açı k biçimde ortaya koydu. Topra k ağa l ığ ın ı n karşısına çı ­ l<arak, gerçek « bey» ve «ağa » n ı n «ÖZ evi nde» otu­ ran köylünün kendisi o l ması gerektiğ i n i savundu. Türk topl umunun psi kol oj isini deri nl iğine i ncel eyen Göka l p, köyl ümüzün «sağduyu » sah i bi olduğunu, şu m ısra larla açı kladı : KÖY Ey Türk, senin köyün hür bir yuvadır. Çiftlik değil, yoktur Beyi Ağası, Her köylünün var bir çifti tarlası, Öz evinde o hem Bey, hem Ağadır. Hiç kimsenin yarıcısı rençberi Ola maz, ancak olur vatan askeri, Kalmaz köyde göz erımı ruhunun. Hakanlığın dört ucunu kuşatır . . . Bir tufa ndan, himmetiyle Nuh'unun, Çanakkale mucizesi parlatır. - 1 32 -

------

--- -- - --

· --


ZİYA GÖKALP

Hem kaptanda, hem tayfada keramet Olmasaydı , bulur muydu k selamet? Ümmi değil, muallimsiz kalsa da ; İmamı yok, gene bilir dinini. Dost ve düşman kim dir, bilir dünyada, Doğru bulur.. Sevgisini kinini. Ona cami, mektep, kitap yapın ız. Emin kalır hudutta her kapım ız. Lakin ey Türk, bu mesut köy bitiyor ! M ültezimin, faizcinin, tüccarın Pençesinde! Diyor: « Beni kurtarı n . » Bu ü ç işi senden ça b u k istiyor. Kaldır a'şar usulünü, aç banka , Ya p her semtte bir zir.al sendika.

Ziya Göka l p' i n bu şiiri, bugün de çözümlenmek istenen, nedense bir türlü çözüm lenemeyen, köyl ü­ müzün y ı l lanmış ana sorun l a r ı n ı n eksi ksiz bir l istesidir.

-- 1 33 -


DÖRDÜNCÜ B Ö LÜM ZİYA GÖKALP'İN MAKALELERİ Z i ya Göka l p, hayatı boy un ca bir an olsun b i l i msel çal ışmalarına ara vermedi. Okudu, düşündü, araş­ tırdı, yazd ı . Arkadaşları i l e olan konuşmaları sırasın­ da b i l e boş sözlerden kaçındı. O'n u n bir arkadaş top­ l antısında « bugün hava çok sıca k » ya da « e lbiseleri n izi kime d i ktiriyorsunuz» biçimi nde konuştuğuna rastlan­ mad ı . Yahya Kemal , «Türk Yurd u » d e rg is i n i n Kası m 1 924 sayısında yayın lanan «Şahsi Hatıralan> baş l ı k l ı yazısında, «Sokrat'ın usul ü sormakmış, Ziya Bey'in bi­ la kis sormaksızın söylemekti. » diye yazara k, Gö­ ka lp'ı şöyl e anla ttı :

«İ nsanlara ateş verme k istediği için Kaf dağlarına zi ncirlenmiş olan Promete gibi Ziya Bey kafası ile il­ me zincirlenmişti, O zincirinden bir an ayrılmıyordu, hayata, tabiate, havaiya ta da ir, dereden tepeden ko­ nuşmak nedir bilmiyordu. Her kelime ve her hadise onda bir fikir silsilesini uyandırırdı.» Gökal p, h i ç bir zaman paraya önem vermedi . Sa­ de bir hayat sürd ü . Küçü k bir odanın içinde, üstünde

- 1 34 -


ZİYA GÖKALP

b i r gecel ikle kita plarının a rasında çal ışırken kendi dün­ yasının sarayını kurmuş oluyordu . Gökal p, yeryüzünde çözüm l en mesi olanaksız bir sorun bul unaca ğ ı n ı h i ç bir zaman akl ına getirmedi. Bü­ yük bir inançla « bi l i msel bir kura l ın iyi edemeyeceği herhangi bir derdi n olamayacağı n ı » savundu. O'n u n servete önem vermeyen yan ı , aşırı istekleri geri çevi­ ren tutumu, « kişi yok, toplum var» özdeyişine kay­ nak oldu. Sonsuza kadar yaşayacak bir var l ı k olara k saydığı m i l l et sevg isi Göka lp'i acıdan, kaygıdan kuş­ k udan uzak yaşattı ve korkuya, kayg ıya kapılacağı, kuşkuya düşeceği a nda, O'nun üzeri nd e «Ümit kay­ na ğ ı » gibi parlad ı . İ ngi l izler tarafından birçok arkadaşı ile birl i kte sürgüne yollanırken «bizi m görevimiz bitti, m i l letin içinden başkaları ç ı k ı p, b u görevi on lar yapa­ caklar» d iyordu. Çünkü m i l le t, Göka l p'in gözünde ya­ ratma yetisine sahip bir «küçük evre n ,, i d i . Göka lp'in konuşma larında ki her cüml e, b i r büyük sorunun özeti ya da b i r büyük sorunun çözüm ü ol­ muştu. Yazılarının ise, bir büyük eseri n ana çizg ilerini bel irleyen program biçiminde olduğu görülüyordu. Bi­ l i m adamı olduğu kadar, eylem adamı da olduğ u n J kan ıtladı . Düşüncelerinin yayı l ması için hal kı n a nla­ yacağ ı sade bir d i l le yazarken, yaz ı larında kendine özgü bir a n latım biçimi göze çarpıyordu.

- 1 35 -


UMUMCULUK

Cemiyet fertlerden mürekkeptir. Cemiyetin ayrıca beyni, gözü, kulağı, elleri olmadığı için, cemiyet ken­ di menfaatlerin i görüp düşünemez ve menfaatine uy­ gun işleri kendi kendine yapamaz. Cem iyetin menfaat­ leri i l e mazarratlar ı n ı gören ve duşünen ve mazarrat­ larını def'ederek menfaatlerini celbe çal ışanlar da an­ cak onun terkibine dah i l b u l unan fertler olabi l irler. Fakat, her fert bu umumi işlerle s ı rf cemiyetin fayda­ sı için uğraşıyor m u ? Fertlerin yaşayışlarına di kka t edersek, görürüz k i birçokları ya lnız kendi işleri i l e uğraşıyorlar. U mumi iş­ lere hiç alaka göstermiyorlar. Vakıa bu fert l erin kend i işlerin i iyi yapmaları da cemiyet için fayda l ıdır. Fa kat, ya l n ız bu hususi işlerin görü l mesi kafi de­ ğildir. Umumi işlerle uğraşa n fertler de b i r kaç e n m ü ­ zece ayrı l ı r. 1 U mumi işlerle sırf şa hsi menfaatleri içi n uğraşan lard ı r . Mesela ya l n ı z maaş a l mak için memu� yahut i ktisadi i mtiyazlar koparmak için mebus olanlar. -

- 1 36 -


ZİYA GÖKALP

2 - Riyaset sevdası ve iktidar hırsı i l e siyasete

atılanlar. 3 - Gösteriş ve tefahür sa ikası i le siyasi mevki­

lere göz dikenler. B u üç çeşi t fertler her ne kadar umumi işlerle uğ­ raşırlarsa da , s ı rf cemiyetin faydası için uğraşmazlar. Bu ça l ışma ların muharrikleri ferdi i htisaslar olduğu için, cemiyetin esasl ı menfaatleri yine i hmal edilerek ya l n ız bazı za h i ri menfaatler i n i n tem i n i ne ça l ışı l m ış olur. O ha lde, umumi işlerin içtimai menfaate uyg un bir tarzda yapı lması için başka türlü fertler lazımd ı r . Öyle fertler ki, b u n l a r hem umumi işlere büyük b i r a l a ka gösterme l i , h e m d e bu a lakaları ne şa hsi men­ tacıtten, ne mevki h ı rsı nda n ve ne de tefah ü r h issin­ den doğ m uş olmama l ı, b u a laka n ı n menba la r ı , ya l n ız m i l l l , vata ni, içti mai mefkureler olma l ıdır. Ya ni bu fert­ ler umumi işlerde tama m iyle garazsız, menfaatsiz, e­ melsiz ve hasbi bul unma l ı d ı r lar. İ şte bu seciyeye ma l i k fertlerin umumi işlere karşı besledikleri a lakaya « U mumcu l u k » deni l i r . Fra nsızlar bu manada « esprit publique» tabir i n i k u l la n ı yorlar. U mumcu l u k i çti mai ve siyasi müca hedelerin te­ melidir. Bir memlekette u m umcu i u k ruhu yoksa, ora­ daki mücahedelerden ve m üca hitlerden büyük bir fay­ da beklememelidir. U m u mcuları çok olan bir mem le­ kette istibdat, tahakküm, taga l l üp gibi şeyler yaşamaz. Garb'ı n , Şark'tan fark ı, Garp m i l letlerinde umum­ culuk ruhunun kuvvetli o l masıdır. Müslüman m i l letler a rasında da bu seciyenin bil hassa Türklerde kuvvet l i olduğunu görüyoruz. Türk m i l let i n i n e m i n bir isti kba le ma l i k olması, fertleri içi nde umumcu l u k ruhunun kuv­ vet l i bul unması sayesi ndedir. - 137


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

B i r m i l lette umumcul u k ruhu nasıl vücude gel ir? Mütarekeden sonra ki felaketlerimiz gösterdi ki bu ruh b i l hassa m i l l i felaketlerden doğar. Büyük felaketlere u ğ ramamış bir m i l l ette fertler, ekseriyetle h ususcudur. Yan i her şeyden evvel ya ferdi menfa atleri, yahut fer­ di i htirasları ve tefahürleri için ça l ışırlar. Bu m i l let, birdenbire büyük b i r felakete uğra rsa fert ler i n i n ru­ h unda büyük bir değişme husule gelir. Evvelce, umu ­ mi işlere hiç a l a ka beslemeyen , yahut bu işlerle yal­ n ız menfaat, haris l i k ve tefahür sa i k l eri i l e meşgul olan fertler, şimdi tamamiyle hasbi ve menfaatsiz olara k umumi işlere büyük ve samimi b i r a l a ka duyarlar. Reval m ü l a katiyle başlayarak Sevr M ua hedesiyle ve Anadolu'nun, İstanbul'un ve Trakya ' n ı n işgal iyle ta­ mamiyle meydana ç ı ka n a leyh i m izdeki dehşetl i Avrupa suikasdi b i r çok fertlerin uyanmasına sebep oldu. M i l l i felaketlerin tesiri i l e b i r taraftan kal plerde samimi mefkureler doğarken, diğer c ihetten de ruhlarda umumcul u k seciyesi uya n mağa başladı . Türkler, bugü n b u seciye sayesinded i r k i demok­ rat i k teşkilata sah i p m i l ll bir devlet vücuda getireb i l ­ d i ler. Abdü lhamid devri nde umumi işlerden bahsolun­ d ukça ekser adamlar « neme gerek? ıı derd i . «El için yanma nare, yak çubuğunu sa fan ı ara ! » la kırdısı o za­ manki zihn iyetin bel i ğ bir tercüma n ıd ır. Bugün b i l ­ hassa fel a keti yak ı ndan gören vi layetlerimizin hal k ı n­ da m i l l l tesanüdün ne demek olduğu vazıh b i r surette anlaşılmıştır. Bi naena leyh, yeni Türkiye, tamamiyle ha i k tarafından idare olunur b i r ha l k h ü k u meti vücuda ge­ tirirken , b i r taraftan m i l l i mefkureyi duya n ve yaşa- 1 38 -


ZİYA GÖKALP

yan fertlerine; diğer cihetten de m i l l i felaketi bütün dehşeti ile görüp an'anevi tevekkü l uykusundan ta­ mamiyle uyanan uzuvlarına bel bağ l a m ı ştır. ( Küçük Mecmua

- 1 39 -

-

5 Mart 1 923)


YÜCE MAHKEME

Hal k hükumet i n i n birinci şartı, m i l i! kan u n la r ı m ukaddes tan ı ma ktır. Çünkü , kanunlar m i l letin resmi bir mahiyet a lm ı ş olan mefkOrelerinden ve iradelerin­ den başka b i r şey değ i ldir. Her m i l l etin resmi ahlakı kan un larıdır. Vata nperverl iğin esası milli kan u n larla taha l l ô k etmektedir. Bir m i l let kanunlarını mefkurele­ rine mugayir görüyorsa derhal değiştirmel idir. Çün­ kü içtimai vicda n ı n kab u l etmeyeceği kaideler, kan u n şeklini a l mış bulunuyorsa, cem i yetin a h l a k ı n ı bozar . Eğer kanunlar m i l l i mefkOrelerden doğmuş v e onları tecel l i ettiriyorsa, bunlara candan ve gönü l den hür­ met ve itaat etmek lazımdır. Hakiki mefkureci l i k bu­ n u i ktiza eder. Bir m i l letin, Kanunu Esasisine olan h ürmeti nasıl tezahür eder? Bütün kanunların Kanunu Esasiye teva­ fuk etmesiyle. Halbuki, her m i l lette Kanu n u Esasiye ruha n muhalif b i rta k ı m kanunlar vardı r ki ya eskiden ka l m ı ş, yahut sonradan b i l inmeyerek yapı l m ıştır. Bu gibi kanunların mevcud iyeti, Kanunu Esc:ıslnin bütün ka ­ nunlara me'haz olması umdes i n i i h l a l etmez m i ? Şüp­ hesiz ki eder. Bir m i l letin kanunları a rasında tena kuz b u l unması, b i lhassa, hususi kan unlarla Kanu n u Esasi arasında haki k'I tena kuzların mevcudiyeti anarş ilerin en - 1 40 -


ZİYA GÖKALP

büyüğüdür. Büyük Türk Şa iri Abd ü l ha k Ham id, bu ha­ li aşa ğ ıda ki iki m ı sra ile tavsif ediyor :

Bu mesaviye sebep kanundur Ki tehalüfler ile meşhundur.

Bütün kanunların Kanunu Esasiye uygun olması nası l tem in edi l mel i ? Bu lazımeyi tem i n eden yal n ız Amerika cemah iri m üttehidesidir. Bu devletin m u htevi bul unduğu küçük cumhuriyetlerin teşri mecl isleri de, u mumi cumh uriyet i n teşri mecl isi gibi, ka nunlar yap­ mak sa lahiyetin i haizdir. Bütün bu kanunların Kanu­ n u Esasiye muva f ı k olup olmadığı n ı tayin için, Amerika m i l leti bir « Yüce Mahkeme» tesis etmiştir. Bu mahke­ me herhangi bir kanunu, Kan u n u Esasiye m ugayir gö­ rürse, bir hüküm i tasiyle onu kanuniyetten iskat eder. Bu mahkemeni n iskat ettiği kanunların çokluğuna ba­ k ı l ırsa, teşri mecl isler i n i n Kanunu Esasiye mugayir ka­ n u n yapmak hasta l ı ğ ı ndan muaf olmadığı a n l aş ı l ı r. De­ mek ki mecl isin ga leya n l i içtima ları esnasında hukuk­ ş i nasl ı ğ ı n i nce nokta ları n ı görmek daima mümkü n olam ıyor. Bundan başka, nizamnamelerin, tal i matların da hususi kan u n lara m u ha l if bul u n ması tabiidi r . Fransa' da, şurayi devletin tanzimat dairesi , bu gibi mevzuatın kan u nlara m u ha l if olduğuna karar vermek sa lahiyetini sırf tea m ü l l e i ktisap etm iştir. Biz kan unları en karışık b i r m i l let olduğumuz için, Türkiye'de de, Ameri ka'da olduğu gibi bir (( Yüce Mahkerne» n i n tesisine ihtiyaç var. Bu mahkeme, hem hususi kanunları n Teşkilatı

- 1 41 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK

ŞAİR

Esasiye Kan u n una muvafı k olup olmadığın ı hem de-­ n izamnamelerin ve tal i matlar ı n h ususi kan u nlara teva­ fukunu tetkik vazifesi i l e m ü kellef olmal ıdır. ( Küçü k Mecmua

- 1 42 -

-

1 8 Ara l ı k 1 922 �


İ KTİSADİ M UCİZE

Harp esnası nda askeri bir m ucize gösteren bu' m i l l et, s u l h devrinde de i ktisadi b i r m ucize gösterebi­ l ir. Bu mucizeyi gösterebi l mek için, hangi yoldan yü­ rümel i ? Tanzimat'tan beri yürüdüğ ümüz yan l ı ş yol u, terkedersek doğru yol u bulabi l iriz. Tanzimat'tan beri m i l l i ruhumuza uymayan İ n g i l izlerin i ktisat nazariye­ leri bizi şaş ı rttı : «Hükumet fabri ka tesis edemezmiş. M i l l i sanayii i hyaya ve himayeye çal ışamazm ış. Bele-­ diyeler tica ret yapamazlarmış. İ kt isadi teşebbüsler yal ­ n ı z fertlerden ve ş irketlerden beklenirm iş.» i şte bu g ibi" umumi mahiyeti ha iz olm ıyan nazariyeler, eski ikti­ sad ı m ızın yıkı l masına sebep olduğu g i b i , yen i bir i k­ tisadi hayata g irmemize de mani oldu. Tanzimat'tan evvel gayet zengi n sanayi i m i z vardı . Gayet bedii tek­ n i klerimiz vard ı : Çin ici l i k, hal ıcı l ı k, boyacı l ı k, tecl itçi l i k, tezhipçi l i k, demirc i l i k, marangozc u l u k vesai re. Bu tek­ n i klerden her bi ri, büyük b i r m i l lete iftihar sermayesi olaca k bedii san'atlardand ı . Tanzima t'tan sonra bütün bu tekni kleri kaybetti k . Yerlerine yen i lerin i de koya- 1 43 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK Ş AİR

madık. Eski ticaret teşkilatım ız, esnaf teşkilatlarımız da 8tisbütün y ı k ı l ı p gitt i . N için İng i l iz i ktisadiyat ı n ı n nazariyeleri m i l li ha­ yatım ıza uyma d ı ? Çünkü, İ ng i ltere bir ziraat memle­ ke t i değildi. Ziraat içi n , ka f i derecede arazisi yokt u . Orada, çokça kömür v e demir maden leri vardı . Aha l i a rasında kendi l iğ i nden büyük sanayi teessüs etm işt i . Kendi kendine d e n i z tica reti d e b ü y ü k bir terakkiye mazhar olmuştu. İ ktisadi hayat hü kumetin teşvikine m uhtaç değ i l d i . H ü kumetin, i ktisadi m uamelelere mü­ daha le etmemesi , itha latta n, ihracattan g ümrü k resmi a l maması, i ktisadi hayatın in kişafı için kafiyd i . Binae­ na leyh, orada ha l k i ktisadiyatı, h ü k u mete şöyl e söylü­ yord u : « Gölge etme, başka i hsan istemem ! » Bizde ise, hal tamamiyle bunun a ksiyd i . Bizde, ferdi teşebbüs gayet zayıft ı . Şirket yapmak kabi l i yeti h i ç yokt u . Büyük sanay i i n e l ifbesini b i l e b i l m i yorduk. Buna lazım e l a n tekniklerden tamamiyle bihaberdi k . Demek ki ya l n ı z i htiyaçların sevki i le , iktisadi hayatın memleketimizde doğmasına i mkan yoktu . Hul§sa, Türk­ lere hü kumet rehberl i k etmezse, Türklerin i ktisadi ha­ yatta bir tek a d ı m a tmas ı na b i l e i mkan yoktu . H ü ku­ met ise, i ktisatçı ların i l m i tel k i n l eri i le bu yard ı mda n içtinap ediyordu . Zaten, elde büyük bir bahane de vard ı : İktisadi kapitülasyonlar. Hal buki, i ktisa d i ka­ pitü lasyon ların mani ola mayacağı bir çok resmi yar­ d ı m la r vardı ki h ü kumet bunlara da h i ç yanaşma k is­ tem iyordu. San k i yanaşırsa, Manchester i ktisatç ı la r ı n ı n ruhları müteezzi o l u r diye endişe ediyordu. Bugün, hamdolsun, Manchester i ktisadiyatın ı n, yalnız İ ngi ltere'nin hayatı na uygun olduğunu, her m i l let i n kendine mahsus bir m i l li i ktisat sistemi vücu- 1 44 -


ZİYA GÖKALP

da getird i ğ i n i art ı k bil iyoruz . . . . Türk iye' de büyük sanayi in teşekkü lüne ş iddet­ le i htiyaç vardır. Memleketimizde büyük sanayi i n te­

şekkül ü ise, asla fertlerin ve şirketler i n teşebbüsü ile olamaz. Bilakis, hükumeti n, vilayet şura ların ı n, beledi­ yelerin teşebbüsü i l e memleketimizde her türlü sana­ yi teessüs edebil ir. M u htel if askeri cephelerin vücude getirdi kleri i ma lathaneler buna can l ı birer şahittir. Sulh o l unca , bu i malathaneler b i rer birer y ı k ı l ı p heder ola­ ca k, o halde sul htan sonra, bu askeri cepheler yerine, i ktisadi cepheler vücuda getirsek, mem leketin m u htaç olduğu bütün sanay i i h ü kumetçe, beledyelerce tesis etsek olmaz m ı ? Orduda bu vazifeleri ifaya al ışmış bir çok zabitler vard ı r . Bunlar yal nızca mevcut i ma lathane­ l eri i dame edebi lseler bile büyük bir kardı r. Ha lbuki, s u lhdan sonra Avrupa 'dan büyük makinal a r, mahir usta lar ve m ü hendisler celbetmek de kolay o lacaktır. Sanayi mekteplerine boş yere bir çok paralar sarf edi­ ·l iyor. Tekn i k l er, tedris tari kiyle öğretilemez, anca k çı­ rak l ı k tarikiyle öğretil eb i l i r. O halde, en iyi sanayi mek­ tepleri fabrika lard ı r. H ükümetin, vilayet şura la rı n ı n , be­ �ediyelerin tesis edeceği fabrikalar evvela a i t oldukları m üesseselere büyük temettüler has ı l edecektir. Sani­ yen a ha l iden ferden yahut şirket hali nde bunlara tal i p­ ler çı karsa, eskileri onlara satılarak yen i leri mücedde·­ den tesis o l u n ur. Büyük M i l let Mecl isi, i ktisadi bir mi­ sa k ı m i l l i suretinde bu gayeyi ta kip ederse s u lhtan son­ ra i ktisadi bir mucizeyi de gözlerimizle görmek m ü m­ kündür. Türk m i l leti her sahada mucizeler göstermeğe kadirdir. Elverir ki herhangi bir hedefi misakı m i l l i ha­ .l ine koysun ve Büyük M i l let Mec l is i i l e, ordusu i le,

- 1 45 -

F. : 1 0


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

belediyeleri i le, M üdafaai H u ku k Cemiyetleri i l e bu m i ­ sakı m i l l inin tahakkukuna büyü k b i r iman ve mefkure ile ça l ışsı n . İşte, biz, vata n ımızın hürriyet ve istiklal ini kurtaran şanl ı mücahitlerden, s u l h u müteakip ye n i bir m ucize da ha istiyoruz. Bu mucize, m i l ll medeniyetimi­ ze esas olaca k i ktisadi m ucizeden i barettir. ( Küçük Mecmua - 20 Kasım 1 922}

- 1 46 -


REFAH MI, SAADET M İ ?

İ nsa n ı n i ki türlü yaradı l ışı, iki çeşit cibi l l iyeti var­ d ır. İ nsan hakkında « hodgamdır, menfaatperest ir» d;­ yenler ya n l ı ş söy lememişlerdir. Fakat y i ne i nsan ı ç ı n « menfaatini düşünmez, feda kardır>) diyenler de doğru­ yu söylemişlerdir. İ nsa n ı n böyle iki zıt tabiata mal i k ol­ ması nGreden gel iyor? İ ki a yrı a leme mensup o l uşun­ dan : Bu a lemlerden birisi u zviyetler d ü nyasıdır. Ötek i cemiyetler cihanıdır. Filhakika, her i nsa n ı n bir uzviyeti, hem de bir cemiyeti vardır. İ nsan, uzviyetine hiya net etmemek is­ terse, onun ihtiyaçları n ı tatmi ne çal ışması lazım gelir. Bundan menfaat arzuları doğar. Cemiyetine sad ı k kal ­ m a k isterse, o n u n d a mefkurelerini yükseltmeğe ça­ l ışması i ktiza eder : Bunda n da feda karl ı k duyg uları vü­ cuda gelir. Bu sözlerden a n la ş ı l ı yor ki uzviyetin ya­ şaması i htiyaçların ı n tatmi n i i l e, cemiyetin beka bul­ ması da mefkureleri n i n tebc i l i i l e kabildir. Bundan dolayıdır ki, eski feylesoflar, uzviyeti n i htiyaçlarına « maddi i htiyaçlar», cemiyeti n mefkurelerine de «ma­ nevi ihtiyaçlar» derlerd i . Maddi i htiyaçlar nebatla hayvanda d a vard ı r. Çün­ k ü on lar da birer uzviyettir. Nebat, g ıda l ı bir topra­ ğa, suya, havaya, ziyaya m uhtaçtır. Hayva n ı n nefes a l- 1 47 -


100 BÜYÜ!{ EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

rna k, yemek, içmek, uyuma k gibi ihtiyaçları var. İn­ sa n, i l k, ihtiyaçlarında b u uzviyeti i l e beraberdi . Fakat cemiyet hayatına g i r ince iş değişti. Cemiyet ha l i, in­ sana birta kım dini, a h l a ki, hukuki, siyasi mefkureler verdi. Bu mefkureler ta bii nebatla hayvanda yoktu . Bundan başka, cem iyet h a l i , çok yorulmakla çok tami­ re muhtaç olan uzviyetin ihtiyaçlar ı n ı da gittikçe ço­ ğali maya başladı . Mesela beyni i le ça l ışan zihni insa n la r y ü n fan i leler g iymeksizin, g ı da l ı taamlar yemeksizin yaşayamazlar. Nebatla hayva n ı n i htiyaçları mahduttur. Fa kat in­ sa n ı n i ht i yaç l a r ı , içt i m a � te ka m ü l l e beraber b i r düziye

a rttığından hudutsuzdur. Eski feylesoflardan bazı ları, hayva n ı n mahdut i h­ tiyaçla r ı n ı , i nsan uzviyetinin de zaruri i htiyaçları telakki ediyorlardı. Bugün a n la ş ı l d ı ki, insa n ı n zaruri i htiyaç­ ları hayvani i htiyaçlardan i baret deği ldir. Zaruri ihti­ yaçlar ya l n ız insana mahsus ihtiyaçları da muhtevi o l u p m i ktarları i l e nevileri h e r medeniyette başkadır. Mesela Avrupa'da a mele yemeği çata l la yer, kar­ yolada yatar, sanda l yede oturur. Avrupa'n ı n daha yükse l m iş olan bazı yerlerinde her amele evi nde bir sa lon odası, bir piya n o vardır. Her amele mutlaka b;r spor kul übü ile bir istirahat ku l ü bünde aza d ı r . Senede bir i k i ay eğlence sehayati yapar. Avrupa amelesine göre bunlar zaruri i htiyaçlardır. Ha lbuki bizim zengin­ lerimiz bile bu gibi şeylere para sarfetmeyi israf sa­ yarlar. Bir cemiyeti n en az i htiyaçl ı olan kısmı ameleler­ d i r. Her medeniyette zaruri i htiyaçların m i kyası, a mele­ lerin hiç bir suretle vazgeçmek istemedi kleri ihtiyaç­ lardır. Her medeniyette, bu asgari ihtiyaçları n tatmi n i - 1 48 -


ZİYA GÖKALP

i le husule gelen asgari refaha « yaşayış seviyesi » de­ n i lir. Medeniyetlerin maddi k ıs ı m ları arası ndaki fark­ lar, bu yaşayış seviyelerinin farklarından i barettir. Bir cemiyette yaşayış seviyesin i n y ü kselmes i , maddi i htiyaçlar ı n son derece a rtması , i ktisa di faa li­ yetinin mahrekidir. Umra n ı n , maddi medeniyetin a na­ sıdır: Manevi medeniyetin, ahlakın, hukukun , siyase­ t i n menba ı mefkureler olduğu g i bi, acaba yaşayış se­ viyesinin bu yükselmesi , tek başına, i nsan ları mesut edebi l i r m i ? İ ntiharlara dair yapılan i l mi istatisti klere göre hayır! Zira, bu istatistikler gösteriyor ki yaşayış seviye­ s i n i n yüksek olduğu bazı yerlerde intiharlar da çok­ tur. Zengi n l i k, büyük mevkiler, i htişa m l i bir hayatın en yüce mertebeleri i ntiha ra mani o l amıyor. Diğer ta­ raftan, yaşı:ı.yış seviyesi itibariyle geride kal m ı ş olan bazı ü l kelerde ise intihar hemen hiç yok g ibidir. De­ mek ki yaşayış seviyes i n i n yü ksekliği i ntiha r ı n sebebi olmamakla beraber intiharlara mani de olamıyor. Bu ha l gösteriyor ki, i nsan ları mesut edemiyor. Yine in­ ti har istatistikleri gösteriyor ki intiharın en az olduğu yerler mefkure l i muh itlerdir. İntiharı en çok olan ü l ­ keler, mefkuresi en az olan meml eketlerdir. Bu vakı­ a lardan şöyle bir içtimai ka n u n ç ı ka r : « İ ntihar, mef­ kure ile makusen mütenasi ptir. » Bun u açı k Türkçe i l e i fade edel i m : « İnsanlar arası nda mefkure çoğa ldı kça i nti har aza l ır, mefkure aza l d ı kça intihar çoğa l ır.» O ha lde, insa n ları mesut eden maddi i htiyaçların tatmi n olunması değ i l , mefkureler i n tatmi n v e tebci l edi l me­ sidir. İ nsan ları bedbaht edip intihara sevkeden de mefkuresiz l i ktir. Bir taraftan maddi i htiyaçların çoğal­ ması , diğer cihetten bir çok i htiyaçları n mükemmel bir - 1 49 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

surette tatmin edi lmesi ya l n ız «refa h » dediğimiz şeyi vücuda getirir, bizi r u h u m uzun içtimai bir sevkita bil ile m üştak olduğu saadete y ükseltemez. i nsan mesudi­ yetten ümidini kesince refah ı n en yü ksek derecesinde b u l unsa bile, i ntihar ediyor. Bu hal, gösteriyor ki, i n­ san refah ı da istemekle beraber, asıl aradı ğ ı saadettir; maddi medeniyete m üştak olma kla beraber, asıl m üte­ hassir olduğu manevi medeniyettir. Filvaki, mesut ol­ mak için, refah da lazımd ır. Büyük bir refah yü ksek bir saadete mani olmaz, bel k i ona sağl a m bir temel olur. H ususiyle vücut hasta olursa, ruh d i ni, a h la ki, bedii zevklerden lezzet alabi l i r m i ? Hayvani ihtiyaçları bile tatmin edi lemeyen bir i nsan mefkureler semasına yükselebi l ir mi? Fakat refah ı n m uhte l if dereceleri ol­ duğu g ibi, saadet de m u hte l if mertebelere mal i ktir. İn­ san böyl e bir vaziyette büyük bir saadetle beraber kü­ çük bir refaha m ı razı o l ma l ı ? Yoksa az saadet l i ya­ hut büsbütün saadetten mahrum bir refah m ı istemel i ? H u lasa, i k isi d e son derece lazım olmakla bera­ ber, üstün olan hangisidir. Refah mı, saadet m i ? İşte, hayatın bu e n m ü h i m sua l ine cevap verebil­ mek için, samimi r u h l u insa n l ar ı n deri n bir surette dü­ şünmesine felsefe adı ver i l ir. ( Küçük Mecmua

- 1 50 -

-

5 Haziran 1 922 )


BEŞİNCİ BÖLÜM Türkçülüğü, bil i m adamı olara k tam bir g erçekçi gözle inceleyen ve Türkçül üğ e bil i msel değer kazan­ d ı ra n Ziya Göka l p ' i n

her konuda k i

ça l ışma l a rı n ı n

en

a d l ı eseridir. Gö­ ka lp'in bu eseri, kuruluş sırasındaki «Genç Türkiye»­ ye rehber oldu, onun kara n l ı k ve sarp yol u n u aydın­ l atarak, büyük asker ve devlet adam ı Atatürk'ün devrimlerini n temel inde yatan ana düşüncelerin kay­ n.:ığı n ı oluşturd u . Gökalp'in bası l ı eserlerinin yan ında çeşitli dergi ve gazetelerde yayı m ladığı yazıları d a ha büyük yer tutar. Basılan eserleri şunlardır : Türkleşmek, İ slam laşmak, M uasır laşmak - Türk Töresi - Türkçülüğün Esasları - Kızıl E l ma - Türk M ede­ n iyeti Tarihi - Yen i Haya t - Doğru Yol - Altın Işık Şaki İ brahim Desta n ı . Ayrıca İ lml, İ çtimai, Dini ve l lml İ çtimai H u ku k a d l ı üniversite notları vardır. Yazı larının yay ı n landığı dergiler Yeni Mecmua Genç Ka lemler - Küçük Mecmua - Türk Yurdu - i çti­ maiyat Mecmuası - l slam Mecmuası - Edebiyat Fakül­ tesi Mecmuası - İ l i m , Fen, Felsefe Tetebbuatı Mecmu­ ası - Ha l ka Doğru Mecmuası - M ua l l im Mecmuası - Şair ön em l i ürünü «Türkçülüğün Esasları»

- 1 51 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Mecmuası - M i l l i Tetebbu lar Mecmuası'dır. Yazılarının yer aldığı gazeteler de şunlard ı r Dicle Şurayı Ü m met - Tan i n - Peyman - Cum­ huriyet - A kşam - Yen i Türkiye - Rumeli Yeni Gün Hakimiyeti M i l l iye. Büyük düşünürün Diya rbakır'da ve Selanik'te ver­ diği konferansların her biri, büyük bir eserin özetin­ den başka bir şey değ i ldir. Göka l p, m i l l iyetçi idi, cumhuriyetçi idi. Bütün eserlerinde ve yazı larında Türk m i ll etini ve Türk top­ l umun u inceled i . M i l letimizin kendi kendini yönetmeye layık bir toplum olduğunu savundu. Gökal p devr i mci idi, hal kçı idi. H a l k ı n mutl u l uğunu sağlamak için ge­ rekl i yol u göstermek, onun en büyük uğraşı olmuştu. Hayatı boyunca halkı aydınlatmak, çağdaş ve milll eği­ time kavuşturm a k için durup dinlen meden ça l ıştı . Gö­ ka l p i l erici idi, yen i l i k yan l ısı idi. M i l l i ekonomimizin i l kelerin i saptarken, devlet i n ve hal k ı n çıkarları n ı n ön­ de tutulması gereğı n i ortaya koyuyordu . Gökal p, top­ l u mcu idi. Onun için, -

-

-

«Gövdelerde kesret ( 1 ) var, Gönü llerde va hdet (2) var, Fertler (3) yok, cemiyet (4) var! » diyordu. (1) (2)

Kesret : -Arapça- Çokluk, Vahdet : -Arapça- Birl i k ,

bolluk. bir ve tek olma.

( 3 ) Fert : -Arapça- İnsanların her Liri, kişi. B ı r bütünün her teki. (4) Cemiyet : -Arapça- Toplum. topluluk. Kurul , dernek.

- 1 52 -


ZİYA GÖKALP

uTürkçülüğün Esaslar ı » adlı kitap, Türk u l usunuıı, kendi sosyoloj i k ve psi koloj i k yapısına uygun olara k y ı l lar boyu a ramakta olduğu «m i l l i düzen » i n programı, açıklaması, tarihi ve felsefesidir. Kitap i k i ana böl ü m­ den i barett i r . B i r i nci a n a böl üm olan «Türkçü l üğün mah iyet i » on böl üme ayr ı l ı r :

5

Türkçülüğün tarihi. Türkçü l ü k nedir? Türkçül ü k ve Turancılık. M illi kültür ve medeniyet. Halka doğru.

6

Garba

1 2 3 4

7 8 9 10

-

(5)

doğru .

Tarihi maddecil ik ve içtimai mefkürecilik. Milli vicdanı kuvvetlendirmek. Milli tesanüdü kuvvetlendirmek. Hars ( 5 ) ve tehzib. (6)

Hars

:

-Arapça- Kültür. Fikir v e sanat var­

lığı. Dinsel, ahlaki bedii duyguların birleşmesinden or­ taya çıkan özellik. (6)

Tehzib

:

-Arapça- Düzeltme, ıslah etme, te­

mizleme. Gökalp, Hars ve Tehzib kelimelerini başka anlam­ larda kullandı. Gökalp, Hars ve Tehzib kelimelerinin an­ lamlarını şöyle açıklamaktadır:

«Fransızca «culture» ke­

limesinin iki anlamı vardır. Bu anlamlardan birini hars, ötekini tehzib deyimi ile dilimize çevirebiliriz. Hars hak­ kındaki bütün yanlış anlamalar, Fransızca culture keli­ mesinin

iki anlamlı olmasındandır.

- 1 53 -

O halde,

biz

dili-,


100

BİİYÜK EDİP

100

BtJYÜK ŞAİR

İkinci ana bölüm, «Türkçü l üğün Programı» baş­ Aığını taşı r ve sekiz bölüme ayrı lır 1 2 3 4 5 6 7 8

-

-

Dilde Türkçülük, Bedii Türkçülük, Ahlaki Türkçün i�, Huku ki Türkçül ü k, Dini Türkçülük, İ ktisadi Türkçülük, Siyasi Türkçül ü k, Felsefi Türkçülük. ..

mizde, bu iki anlamı hars ve tehzib kelimeleri ile ayırır­ sak, kendi ülkemizde bu y anlış anlamalara son vermiş oluruz. Hars ile tehzib arasındaki farklardan ilki harsın ulusça, tehzibin ise seçkin kimselerce benimsenmiş olma­ sıdır. Hars

halkın

geleneklerinden,

alışkanlıklarından,

örflerinden, sözlü veya yazılı edebiyatından,

dilinden,

ahlakından, güzel sanatlarından ve ekonomik ürünlerin­ den ibarettir. Bu güzelliklerin hazinesi ve müzesi halk olduğu için hars ulusun malıdır. Tehzib ise, yalnız yük­ sek öğrenim

görmüş, yüksek

eğitimle

yetişmiş

gerçek

aydınlara aittir. M. Arnold'un «tatlılık ve ışık doktrini» deyimini n ortaya koyduğu anlam tehzibin tarifi demek­ tir. Tehzibin esası, iyi eğitim görmüş olmak, güzel sa­ natları, edebiyatı, felsefeyi, bilimi ve hiç bir yöne sap­ madan dini akla uygun bir biçimde, gösterişsiz, samimi bir aşk ile sevmektir. Görülüyor ki tehzib, özel eğitim ile ortaya çıkan, özel bir duyuş, düşünüş ve yaşayış bi­ �imidir. Hars ile tehzibin ikinci ayrılığı. birincinin milli, ikincinin uluslararası olmasıdır.»

- 1 54 -


ZİYA GÖKALP

« Dilde Türkçülük» bölümü, 1 - Yazı dili ve ko ­ n uşma d i l i ; 2 - Halk diline girmiş Arapça ve Acemce kel imeler; 3 - Türkçül ü k ve Fesahatçı lar; 4 - Slgalar, edatlar, terkipler; 5 - Yeni Türkçenin harslaştırılması ve tehzibi ; 6 - Dilde Türkçülüğün umdeleri başlıkları a ltı n da , altı küçü k bölüme ayr ı l ır. « Bedii Türkçü l ü k » böl ümünün de, 1 - Türklerde bed ii zevk; 2 - M i l l i vezin ; 3 - Edebiyatım ızın tahris ve te hz i b i ; 4 - M i l li musiki ; 5 - Sa ir sa na tla ­ r ı m ı z ; 6 - M i l li zevk ve tehzip olunmuş zevk; başl ık­ ları a l t ı nda, altı küçük böl ü me ayrı ldığı görülür. 1 - Türklerde a h i a k,2 - Vata ni a h l a k, 3 - Mes­ leki

a h l a k,

4

-

Aile ahlakı,

5

-

Rehtl (cinsi) a h lak,

6 - İ sti kba lde a i l e a h l a k ı nas ı l olma l ı ?, 7 - Mederı ı ahlak ve şahsi a h l a k , 8 - Bey nel milel a h l a k başl ıkla ­ r ı n ı taşıya n sekiz küçük böl ü m de, «A hlaki Türkçü l ü k » böl ümünü ol uşturur. «Türkçülüğün E sasları » kitabı ndan buraya a l ı na n böl ü m l er özüne dokun u l madan (ve pek az yabancı köken l i kel i me Göka l p'in kal eminde n çı ktığı biçimde b ıra kı lara k ) sadeleştirildi.

- 1 55 -


TÜRKÇÜLÜGÜN ESASLAR! TÜRKÇ ÜLÜK NEDİR?

Türkçül ü k , Türk m i l leti n i yükseltmek demektir. O ha lde, Türkçül üğün asl ı n ı a n lamak için, i l k önce m i l ­ let adı verilen toplu l uğ u n neden i ba ret olduğunu tes­ bit etmek gerekir. M i l let hakkı nda çeşitl i görüşleri in­ celeyel i m : 1 - l rkçı Türkçülere göre m i l let ırk demektir. Irk kelimesi gerçekte zooloj iye a it bir terimdir. Her hav·· yönünden birtak ı m van çeşidi, a natomi k n itel i kleri tiplere ayrıl ır. B u tiplere ırk adı veril ir. Mesela, at'ı n Arap ırkı, İng i l i z ırkı, Macar ırkı adları n ı a l a n birta­ k ı m a natomi k tipleri vardır. İnsanlar arası nda da, eskiden beri, beyaz ırk, siyah ırk, sarı ırk, kırmızı ırk adları ile a n ı l a n dqrt ırk vardır. B u sın ıflandırma, kaba bir s ı n ıfland ırma olmakla bera­ ber hala değeri n i koru ma ktadır. Antropoloj i i lmi, Avrupa'da k i insa n la r ı kafa yapı­ lar ı n ı n biçimi ve saçları ile gözleri n i n renklerin i d i k . kate a lara k üç ı rka ayırmıştı r : Uzun kafa l ı kumra l , uzun kafa l ı esmer, yassı kafa l ı. Bununla beraber, Avrupa'da h i ç bir m i l let, bu tip­ lerden ya l n ı z biri n i içine a l maz. Her m i lletin içinde çeşit l i ora n larda o l ma k üzere bu üç ırka mensup kişi­ ler vardır. Hatta, aynı a ilenin içinde, bir kardeş uzun kafal ı kumra l, diğer kardeşler uzun kafa l ı esmer ve yassı kafa l ı olabil irler. Gerçi , bir zamanlar, bazı antropolog l a r bu a nato1 56 -

---

-

-- - -


ZİYA GÖKALP

m i k tiplerle sosya l davra n ışlar a rasında bir ilgi bul un­ duğunu i leri sürerlerd i . Fa kat birçok b i l imsel eleştirile­ rin ve özel l i kle bizzat a ntropolog ların arası nda en y ü k­ sek bir mevkide bul unan Manouvrier adındaki bilginin, a natomik nite l i klerin sosya l kara kterler üzerinde h iç bir etkisi ol mad ığını ispa t etmesi bu eski iddiayı ta­ mamen çürüttü . lrkı n bu şekilde sosyal davra n ışlarla hiç bir ilgisi kal mayı nca , sosya l kara kterlerin toplamı olan m i l l iyetle de hiç bir i l gisi ka lmaması gerekir. O halde m i l leti başka bir a landa arama l ıdır. 2 Kavmi Türkçü ler de m i l leti kavim top l u l uğ u i le karıştı rırlar. Kavim, aynı anadan babadan üremiş, içine hiç ya­ bancı karışmam ı ş kandan bir topl u l u k demektir. Eski topl u mlar, genel li kle saf ve yabancı larla karışmamış birer kavim oldukları n ı i leri sürerlerdi . Oy­ sa toplumlar, tari h öncesi zamanlarda bi le, kavmiyetçe saf değ i ldiler. Savaşlarda esir a l ma, kız kaçırma, suç­ l u ların kendi top l umları nda n kaçarak başka bir top­ l uma g irmesi, evlenmeler, göçler, yabancı ları kendine benzetme ve başka bir topl u l u k içinde erime g ibi olay­ lar, da ima m i l letleri birbirine karıştırm ıştı . Fra nsız bil­ g i nlerinden Cam i l le J u l ia n i le Mei l let, en eski zaman­ larda bile saf bir kavm i n bulunmadığ ı n ı i leri sürmek­ tedir. Tarih öncesi zamanlarda bile saf bir kavim bu­ l unmazsa, tarihsel dönem lerdeki kavmi karışmalardan sonra, art ı k saf bir kavmiyet ara m a k saçma olmaz m ı ? Bundan başka, Sosyoloj i b i l i m ine göre, kişi ler dünyaya gel irken sosyal niteliklerden hiç birine sahip değ i l ler­ dir. Yani sosya l duyg u ve düşü ncelerden hiç biri n i be­ raberlerinde getirmezler. Mesela d i l, din, a h l a k, esteti i<, siyaset , hukuk ve ekonomik a l a n l ar ı na a i t h i ç bir duy-

- 1 57 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

g u ve düşünceyi beraber get i r mez ler Bunların hep­ sini sonraları eğitim yoluyla toplumdan a l ırlar. De­ mek ki, sosyal davra n ışlar doğ u m yolu i l e geçmez, yal­ nız eğitim yol uyla geçer. O halde, kavmiyetin m i l l i karakter ba kımı ndan d a h i ç b i r etkisi yok demektir. Kavmi saf l ı k hiç bir toplumda bul unmamakla be­ raber, esk i toplumlar, kavmiyet ü l küsünü izlerlerd i . Bunun sebebi dinsel i d i . Ç ü n k ü o toplumlarda, i lah, top l u m u n i l k atasından i ba retti. Bu i lah, ya l n ı z kendi döl ünden bul unanlara i l ah l ı k etmek isterdi . Yabancı­ ları n kendi tap ı nağına g i rmesini, kendisine yapı laca k 1apınmalara katı lması nı, kendi yasa larına göre muha­ keme ol unmas ı n ı istemezd i. Bundan ötürü topl u m u n içinde çeşitl i çoc u k edinme yol larıyle girmiş b i r çok kişi l er bul unmakla beraber bütün topl um yal n ız i l a h ı n döl l erinden meydana g e l m i ş sayı l ı rdı . Eski Yunan si­ telerinden, İslaml ı ktan önceki Araplarda, eski Türk­ lerde, özetle henüz i l k devrinde bul unan bütün top­ l u mlarda şu ya lancı kavm iyeti gö rürüz. Şurası da var ki, s osyal gel işmenin o basama ğ ı n­ da yaşayan m i l l etler için kavmiyet mefkuresini izle­ mek normal bir hareket olduğu ha lde, bugün içinde bulunduğumuz basamağa oranla sakattır. Çünkü, o ba­ samakta bulunan topl umla rda, sosya l da y a n ışma, yal­ n ız dindaşl ı k b� ğ ı ndan i ba rett i . Dindaşl ı k kandaşl ığa daya n ı nca, tabiidir ki, sosya l dayanışman ın dayanağı da kandaşl ı k olur. Bugünkü sosya l aşamamızda ise s osyal dayan ı ş­ ma, kültürdeki birliğe daya n ı r. Kültürün kuşa klara a k­ tar ı l ma aracı eğitim olduğu içi n kandaşl ı kla h i ç bir ı l­ gisi yoktur. 3 Coğrafi Türkçülere göre, m i l let, aynı ü l ke.

,

,

-

- 1 58


ZİYA GÖKALP

de oturan ha l kı n toplam ı demektir. Mesela on lara gö­ re bir İ ra n m i l leti , bir İsviçre m i l leti, bir Belçika mil­ leti, bir Brita nya m i l leti vardır. Oysa İran'da, Fars, Kürt ve Türk'ten iba ret olma k üzere üç m i l let, İsviçre'de Al­ man, Fransız, ita lyan'dan i baret olmak üzere yine üç m i l let, Belçi ka'da aslen Fransız olan Va lonlarla, aslen Cermen olan Flamanlar vardır. Büyük Britanya adala­ rında ise, Ang lo Sa kson, İskoçya l ı, Ga l l i, İrlanda l ı a d-­ larıyle a n ı l a n dört m i l let vardır. Bu çeşit l i toplumların d i l leri ve kültürleri birbirinden ayrı olduğu için hepsi­ ne birden millet adını vermek doğru değildir. Bazan bir ül kede çok sayıda m i ll etler olduğu g ibi, bazan da bir m i l l et değişik ü l kelere dağ ı lmış bulunur. Mesela, Oğuz Türklerine bugün, Türkiye'de, Azerbay­ ca n'da, İ ran'da, Harzem ül kesinde rastlarız. Bu 1op l u l ukların d i l leri ve kü ltürleri bir olduğu, halde, bunları ayrı m i l letler saymak doğru ola b i l ir m i ? 4 Osman l ıcılara göre m i l l et, Osma n l ı İmpa ra­ torluğu'nda buluna n bütün vata ndaşlardır. Oysa, bir imparatorluğun bütün nüfusunu b i r tek m i l let saymak büyük bir hatadan i baretti. Çünkü, bu karış ı m ı n içi n · de ayrı kü ltürlere sahip m i l letler vard ı . 5 - İslam Birliği'n i savuna n la ra göre, m i l let bütün müslüma nların toplamı demektir. Aynı dinde b u l unan insanların hepsine birden ü mmet adı ver i l i r. O halde müslüma nları n toplamı da bir ümmett i r. Ya l n ız d i l de ve kültürde bir olan m i l let topl u l uğ u ise bundan ayrı bir şeydir. 6 Fertçi lere göre, m i l let bir a da m ı n kend isini içinde saydı ğ ı her hangi bir toplumdur. Gerçi, kişi kendi n i görünüşte ş u veya bu topl uma bağ l ı sayma y ı özgürl ü k sa nır. Oysa, kişilerde böyle b i r özgürlük ve -

-

- 1 59 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BUYUR ŞAİR

bağımsızl ı k yoktur. Çünkü i nsan lardaki ruh, duygularla fikirlerden iba rettir. Yeni psi koloj i bilgin lerine göre, esas olan duyg u hayatım ızd ı r, düşü nce hayatımız ona aşılanmıştır. Demek ki, ruhumuzun norma l bir halde b u l unabi l mesi için, düşüncelerimizin, duyg u l a r ı m ıza tamamen uygun olması gerekir. Düşünceleri duygula. rına uymayan ve daya nmayan kişi ruh b3 kımmda ;ı hastadır. Böyle bir adam hayatta mesut olamaz. Mese­ la duygu yönü nden di ndar olan bir genç, kendisi n i fikren d i nsiz sayarsa, ruhsa l b i r dengeye sah i p olabi l i r m i ? Şüphesiz hayı r ! Bun u n g i bi, her kişi duyguları a rac ı l ığı i l e bel irli bir m i l l ete mensuptur. Bu mil let, o kişinin, içinde yaşad ığı toplumun bütün duygularını eğ irim yol uyla a l mış, tama m iyle ona benzetmiştir. O halde bu kişi a nca k bu topl umun içinde yaşarsa mutlu olabi l ir. Başka bir toplumun içine g iderse sıla hasta­ l ı ğ ı na uğrar, hastalan ır, duygu yönünden bağ l ı bul un­ duğu top l um un içine gitmek için hasret çeker. O ha l ­ de, kişin in, istediği zaman, m i l letini değiştirebi l mesi kendi e l i nde değildir. Çünkü, m i l l i yet de a paçık bir ger­ çektir. İ nsan m i l l iyetini, ca h i l l i k yüzünden tan ı yama­ m ışken, sonradan araştırma ve irdeleme yol uyla bu­ l a b i l ir. Fa kat bir partiye g i rer g i b i , sırf i radesiy l e şu veya bu m i l l ete da h i l o l a maz. O halde, m i l let nedir? l rka, kavmi yete, coğrafya­ ya, siyasete ve iradeye a it kuvvetlere üstün gelerek, on l a ra hüküm sürecek başka ne g i b i bir bağ ı m ız var­ d ır? Sosyol oj i b i l i m i ispat ediyor ki, bu bağ eğiti mde, kü ltürde, yan i duygularda birl i k olma ktır. İ nsa n en sam imi, en deruni duyg u la r ı n ı i l k eğitim i s ı rasında a l ır. Da ha beş i ki e i ken , işittiği n i n n i lerile ana d i l i n i n etkisi a l t ı nda kal ır. B u ndan dolayı d ı ı- k i e n çok sevdiği­ miz dil, ana d i l i mizdir. Ruhumuzu meydana getiren bü- 1 60 -


ZİYA GÖKALP

tün din, ahlak, esteti k'e a i t duyg ularım ızı bu d i l a ra­ cı l ığı ile a l m ışız. Zaten ruhumuzun sosya l duyg uları bu din, a hl a k ve esteti k'e a it duygu lardan i baret değil m idir? Bun ları çocukl uğum uzda hangi topl umdan a l ­ m ışsa k, daima o topl umda yaşamak isteriz. Başka b i r toplumun içinde daha büyük bir refahla yaşamamız mümkün i ken, toplumumuz içindeki farkı ona üstün tutarız. Çün kü dostlar içindeki bu yoksul l uk, yaban­ c ı lar arası nda ki o refahta n çok bizi mutlu eder. Zevk­ lerimiz, vicda n ı mı z, özleyişlerimiz, hep içinde yaşadı­ ğ ı m ız, eğiti m i n i a l d ı ğ ımız toplumundur. Bunların yan­ kısını anca k o toplum içinde duyabil iriz. Ondan ayrı l ı p da başka bir topluma g ireb i l memiz için büyük bir engel vard ır. Bu engel , çocukluğu­ m uzda o topl umdan a l m ış olduğumuz eğitim i ruhu­ m uzdan ç ı karıp atma n ı n m ümkün olmamasıdır. Bu mümkün ol madığı için, eski topl u m içinde ka l ma k zo­ rundayız. Bu açıklamalardan a n l a ş ı l ıyor ki m i l let, ne ı rka, ne kavme, ne coğrafyaya, ne siyasete, ne de i radeye bağ l ı bir top l u l u k değildir. M i l l et, d i l , din, a h l a k ve güzel sanatlar ba k ı m ı ndan orta k olan, yan i aynı eği­ timi a l m ış buluna n kişi lerden ol uşan bir top l u l uktur. Türk köyl üsü onu « d i l i d i l ime uyan, d i n i din ime uya n » d i yerek tarif eder. Gerçekten, b i r adam kanca b i r ol · duğu insa n lardan çok, d i lde ve d inde ortak olduğu in­ sa nlarla beraber yaşamak ister. Çünkü, insan o l uşu­ munun özel l i ği , bedenimizde değ i l , ruhumuzdad ır. Maddi üstü n l üklerimiz de eğitimini a ldığımız topl um­ dan geliyor. Büyük İ skender « benim gerçek babam F i l i p değ i l , Aristo'dur. Çünkü birincisi maddi yap ı m ın, i kin­ cisi manevi yapım ı n meydana gel mesine sebep olmuş­ tur» diyordu. insan için manevi yapı , maddi yapıdan - 161 F. : 11 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

önce gelir. Bu itibarla m i l l iyette şecere a ra nmaz. Ya l ­ nız, eğitimin ve ü l kü n ü n m i l l l ol ması aranır. Norma l bir i nsan hangi m i l leti n eğitimini a l m ışsa, a ncak onun ü l küsüne çal ışabil ir. Çünkü, ü l kü, bir yüksek heyecan kaynağı olduğu içindir ki aranır. Oysa, eğitimiyle bü­ yümediğimiz bir toplumun ü lküsü, ruhum uza asla bü­ yük bir heyecan veremez. Aksine eğitim i n i a l m ı ş oldu­ ğumuz toplumun ü l küsü ruhumuzu büyük heyecan lara boğara k mutlu yaşamamıza sebep ol ur. Bundan dola­ yıdır ki, insan, eğitim i le büyüdüğü topl um u n ü l k üsü uğruna hayatını feda edeb i l ir. Oysa, a k ı l yol uyla ken­ d isini bağl ı saydı ğ ı yabancı bir topl u m uğruna ufak bir çıka r ı n ı bile feda edemez. Özetle, insan bedbaht ol ur. Bu düşüncelerden varacağımız prati k son uç şudu r : Ü l ­ kemizde vaktiyle dedeleri Arnavut l u ktan veya Arabis­ tan'da n gelm iş m i l letdaşlarım ı z vardır. Bunları Türk eğitimiyle büyümüş ve Türk ü l küsüne ça l ışmayı a l ış­ kan l ı k hal i ne getirmiş görürsek öteki m i l letdaşlarım ız­ dan h iç ayırt etmemel iyiz. Yal n ız m utlu l u k değ i l , kötü gün zamanı nda da bizden ayrı l maya n ları nası l m i l l iye­ timizin dışı nda tutsbil iriz? Öze l l i kl e bunların a rası n ­ da m i l letimize karşı büyük feda karlı klar yapm ış, Türk­ l üğe büyük hizmetlerde b u l u nmuş olanlar varsa, nasıl olur da bu fedakar i nsan lara « Siz Türk değ i lsiniz » diye­ b i l iriz. Gerçekten atlarda şecere arama k gerekir, çün kü üstün l ü k leri içgüdüye dayandığı ve bunlar irsi olduğu için hayvan larda ırkın önemi büyüktür. İ nsanlarda ise, ırkın topl umsa l a l ışka n l ı klara hiç bir etkisi olmadığı için, şecere a ramak doğru değ i ldir. Bunun tersine dav­ ran ırsa k, ü l kemizdeki aydınların ve fikir adamları n ı n b i r çoğ unu gözden çıkarmak gerekir. Bu durum geçer­ li olmadığından «Türküm » diyen her kişiyi Türk ta nı­ ma ktan, ya l n ız Türklüğe h ı ya neti görülenler varsa, on­ ları ceza landırmaktan başka çıka r yol yoktur. - 1 62 -


TÜRKÇÜLÜK VE TURANCILIK

Türkçü l ü k l e, Turancı l ığ ı n farklar ı n ı a nlama k ıçın, Türk ve Turan topl u l uklarının sın ırlarını bel irlemek ge­ rekir. Türk bir m i l letin adıdır. M i l l et, kendisine özgü b i r kültüre sahip olan bir top l u l u k demektir. O hal­ de, Türkün ya l n ız b i r d i l i, bir tek kültürü olabil ir. Oysa, Türkün bazı kol ları Anado l u Türklerinden ayrı bir d i l , ayrı bir kü ltür yapmaya çal ış ıyorlar. Me­ sela Kuzey Türklerinden bir kısım gençler bir Tatar d i ­ l i , Tatar kü ltürü meydana getirmeye uğraşıyorlar. B u davra n ış, Türkler i n başka b i r m i l let, Tatarların da başka b i r m i l let olması sonucunu doğuraca ktır. Uzakta bu­ l u nduğumuz için, K ı rg ızlar ı n ve Özbeklerin nası l b i r y o l tutaca k l a r ı n ı b i l m i yoruz. Bunlar d a birer a y r ı d i l v e edebiyat, birer a y r ı kültür meydana getirmeğe ça1 ışırlarsa, Türk m i l l etin i n s ı n ırı da ha dara lm ı ş olur. Ya kutlarla, A l tay Türkleri daha uza kta bul unduklan için, bunları Türkiye Türklerinin kü ltürü içine a lma k daha güç görünüyor. Bugün kü ltür yönünden birleşmesi kolay olan Türkler, öze l l ikle Oguz Türkleri, yan i Türkmen lerdir. Türkiye Türkleri g ibi, Azerbaycan, İ ra n ve Harzem ül­ keler i n i n Türkmenleri de Oğu z uruğu na mensupturlar. - 1 63 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Demek ki, Türkçü l ü kteki ya k ı n ü l kümüz Oğuz Birliği, yahut Türkmen Birliği olma l ıdır. B u birl i kten amaç ne­ dir? Siyasa l b i r birl i k m i ? Şimd i l i k , hayır! Gelecek hak­ k ı nda bugünden bir yarg ıya vara mayız. Fa kat, bugün­ kü ü l kümüz Oğuzların ya l n ız kü ltür yönünden birleş­ mesidir. Oğuz Türkleri, bug ü n dört ü l kede yayı l m ış ol­ makla beraber, hepsi birbiri ne ya k ı n a krabad ı rlar. Dört ü l kedeki Türkmen i l leri n i n adla r ı n ı karş ı laşt ı r ı rsa k, gö­ rürüz ki birinde b u l unan bir i l 'in ya hut boy'un diğer­ leri nde de kol ları var. Mesela, Harzem'de Tekelerle Sarı ları ve Karaka l­ pa kl ı ları görüyoruz. Ü l kemizde Tekeler bir sanca k teş­ k i l edecek kadar çoktur, hatta bir böl ü m ü eskiden Rume l i 'ye gönder i l mişti. Türkiye'deki Sar ı l a r, b i l hassa Rumka le'de otururlar. Kara ka l pakl ı lar ise, Kara papak ve Terekeme adları n ı a lara k Sivas, Kars ve Azerbaycan do­ layları nda yerleşmişlerdir. Harzem'de Oğuz'un Sa l u r ve İmra l ı boylarıyle, Çavda ve Göklen ( Ka r l uklardan Ke­ a l i n ) i l leri vardı r. Bu a dlara Anadolu'nun çeşitl i yer­ l eri nde rastlan ı r. Göklen, kendi adını Van'da bir köye Gökoğlan biçi m i nde vermiştir. Oğ uz'un Boyat ve Afşar boyları da gerek Türki­ ye'de, gerek İ ran'da ve Azerbaycan'da vardır. Akko­ yun l ularla, Kara koy u n l u l a r da bu üç ü l kede yayı l m ış­ l a rdır. O ha lde, Harzem, İ ran, Azerbaycan ve Türkiye ü l ke l eri Türk etnografyas ı ( 1 ) ba k ı m ı ndan aynı uruğun y urtlarıdı r. Bu dört ü l kenin toplam ı na Oğuzistan ( Oğ uz i l i ) a d ı n ı verebi l iriz. Türkçü lüğün ya kın hedef i (1)

Etnografya

:

-Fransızca- Milletlerin ruh ve

madde kültürlerini inceleyen bilim.

- 1 64 -


ZİYA GÖKALP

bu büyük k ı tada ya l n ız bir tek kültürün üst ün g el me­ sidir. Oğuz Türkleri genel l i kle, Oğuz Han'ın torunları­ dır. Oğuz Türkleri bir kaç yüzy ı l öncesine gel inceye kadar birbirleri i l e yakında n i l g i l i bir a i l e durumun­ da yaşarlard ı . Mesela Fuzuli bütün Oğuz boyları içinde okunan bir Oğuz şa iridir. Korkut Ata kitabı Oğuzların resmi Oğuznamesi olduğu gibi, Şah İsmai l , Aşı k Ke­ rem, Köroğ l u kitapları g i b i ha l k eserleri de bütün Oğuzistan'a yayı l m ış t ır. Türkçü lüğün uzak ü l k üsü ise Turan'dır. Turan ba­ zıla r ı n ı n za nnettikleri g i bi , Türklerden başka Moğol la­ rı, Tonguzları, Finuvaları, Macarları da içine a l a n bir kavimler karması değ i ldir. Bu top l u l uğa, b i l i m dil inde Oral - Altay top l u l uğu den i l ir. Bununla beraber bu sonra ki top l u l uğa mensup kavi mleri n dil leri arası nda bir a kraba l ı k bul unduğu da ispat edi lememiştir. Hatta bazı kitap yaza rları, Oral kavimleriyle Altay kavimle­ rinin birbirinden ayrı i k i topl u l u k teşkil ettiğini ve Türklerin, Moğollar ve Tonguzlarla beraber A ltay top­ l u l uğuna, Finuva larla Maca rların Ora l top l u l uğuna da­ hil oldukla r ı n ı i leri sürüyorlar. Türklerin Moğol larla ve Tonguzlarla d i l akra ba l ığ ı olduğu da henüz ispatlana­ mamışt ı r. Bugün b i l i m yön ünden ispatlanmış bir ger­ çek varsa, o da Türkçe konuşan Ya kut, Kırg ı z, Özbek, K ı pçak, Tatar, Oğuz g i bi Türk boyla r ı n ı n d i l ve gele­ nek ba k ı m ı nda n kavmi bir birl iğe sahip bul unduğudur. Turan kel imesi, Turlar yani Türkler demek olduğu için, sadece Türkleri içine a lan bir topl u l u k adıdır. O ha lde Turan kelimesini bütü n Türk boylar ı n ı içine a l a n büyü k Türkistan'a hasretmemiz gerekir. Çünkü Türk kel imesi bugün ya l n ız Türkiye Türklerine verilen bir ünva n hük­ müne geçmiştir. Türkiye'deki Türk kültürüne dah i l - 1 65 -


100

BL'YÜK EDİP

100

BÜYÜK ŞAİR

ola n lar, tabii yine bu adı a l aca klardır. Ben i m inan ışıma göre, bütün Oğuzlar yak ı n bir zamanda bu ad a ltında birleşeceklerdir. Fakat, Tatarlar, Özbekler, K ı rg ızlar ay­ rı kü ltürler ortaya çıkard ı kları takdirde , ayrı m i l letler ha l in i alaca kları nda n, ya lnız kendi adlariyle a n ı laca k­ lard ı r. O zaman bütün bu eski a kraba l a r ı kavmi bir top l u l u k ha l i nde b i rleştiren ortak b i r ü nvana gerek du­ yu laca ktır. İşte, bu orta k ünva n Tura n kel i mesidir. Türkçülerin uza k ü l küsü, Tura n adı altı nda birle­ şen Oğuzları, Tatarları, Kırgızları, Özbekleri, Yakutları d i l de, edebiya1ta, kü ltürde birleştirmektir. Bu ü l künün bir gerçek olması m ümkün mü, yoksa değ i l mi? Ya k ı n ü l küler için bu sorunun ceva b ı a ra n ı rsa da , uza k ü l ­ kü ler için ara n maz. Çünkü uza k ü l kü ler, ruhlardaki yüksek heyecan ı sonsuz bir dereceye yükseltmek için, ulaşılmak isteni len çok çekici bir hayaldir. Mesela, Le­ n i n, Bolşev i k l i k için yak ı n ü l kü olara k kol le ktivizmi, uza k ü l kü şek l inde de komü n izmi i leri sürmüştür. Ko­ münizm i n ne zaman uygulanaca ğ ı n ı sora n lara şu ceva­ bı veriyor : «Komü nizm i n ne zaman uygulanacağı n ı şim­ d iden kestirmek mümkün değ il d ir. Bu Hazreti M u­ hammed ' i n Cennet' i gibi ne zaman ve nerede görü­ neceği bel l i olmayan bir şeydir.» İşte, Tura n ü l küsü de bunun gi bidir. Yüz m i lyon Türkün bir m i l let hal i nde bi rleşmesi, Türkç ü l er için en k uvvetl i bir heyecan kaynağ ıdır. T u ran ü l küsü olma saydı , Türkç ü l ü k bu kadar hızla yayıl mayacaktı . B u ­ nunla bera ber kim b i l i r? Belki, gelecekte Tura n ü l kü­ sünün gerçek olması da mümkünd ü r. Ü l kü geleceğ in yaratıcısı d ı r . Dün Türkler için haya l \ bir ü l kü duru · munda buluna n m i l l i devlet, bugün Türkiye'de b·r gerçek olm uştu r .

- 1 66 -


ZİYA GÖKALP

O ha lde, Türkçü l üğü ü l küsünün büyüklüğü nok­ tası nda üç dereceye ayırabil iriz

1 2 3

-

-

-

Türkiyecil i k, Oğuzculuk yahut Türkmenc i l ik, Turancıl ı k.

Bugün gerçekleşen ya lnız Türkiyec i l i k vardı r. Fa­ kat ruhların büy ü k özleyişle aradığı Kızıl Elma, gerçek a la n ı nda değil, hayal alanındadır. Türk köylüsü Kız. I Elmayı haya l inde canlandırırken, gözünün önüne eski Türk i l ha n l ı kları gelir. Gerçekten, Turan ü l küsü geç­ m işte b i r haya l değ i l , bir gerçekti . M i l attan 21 0 y ı l ön­ ce Kun ( H u n ) h ükümdarı Mete, Kun lar (Hunlar) adı a_ltı nda bütün Türkleri birleştirdiği zaman Turan ü l ­ küsü bir gerçek ha l ine gel m işti. Kun lardan sonra Avar­ lar, Avarlardan sonra Gök Türkler Gök Türklerden sonra Oğuzlar, bun lardan sonra K ı rgız - Kazaklar, da­ ha sonra Kür Han, Cengiz Han ve sonuncu olmak üze­ re Timurlenk Turan ü l küsünü gerçekleştirmedi l er m i ? Tura n kel imes i n i n a n la m ı böylece s ı nı rlandı r ı ld ı k­ tan sonra, artık Macarların, Finuva ların, Moğol ların, Tonguzların, Turanla bir ilgi leri n i n kal maması gerekir. Turan, bütün Türklerin geçmişte ve bel k i de gelecekte bir gerçek olan büyü k vatanıdır. Tura n l ı lar yalnız Türkçe kon uşan m i l letlerd i r. Eğer Ora l ve Altay a i l es i gerçekten varsa, bunun kendisi­ ne mahsus bir adı olduğundan Turan adına i htiyacı yoktur. Bir de bazı Avrupa l ı yazarlar, Batı Asya'da as­ len Samiler yahut A rllere mensup olmayan bütün ka­ v i m l ere Turani adını veriyorlar. Bunların a macı, bu ka­ v i mlerin Türklerle akraba olduğunu bel irtmek deği ldir.

- 1 67 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Yal n ız Sam\'lerle Arllerden başka kavimler olduğ u n u a nlatmak içindir. Bundan başka, bazı yazarlar da Şehnameye göre Tur i le İ rc' i n kardeş olduğuna ba karak, Turan'ı eski İ ran ' ı n bir bölümü saymaktadırlar. Oysa, Şehname'ye göre, TOr ile lrec'in üçüncü bir kardeşleri daha vard ı r ki a d ı Selem'dir. Selem i s e l ran'da bir boyun dedesi değ i l bütün Samilerin atasıdır. O ha lde, Feridun'un oğu l la r ı olan bu üç kardeş N u h'un oğu l ları gibi, eski etnografik ayırımların adlarından doğmuştur. Bundan anlaşıl ıyor ki Turan, İ ran'ın bir parçası değil, bütün Türk i l lerin i içine alan Tür k toplumundan ibarettir.

- 168 -


HALKA DOGRU

Türkçü lüğün i l k esasları ndan biri de ha l ka doğrLJ prensi bidir. Eskiden bu prensibi uyg ulamak üzere, İs­ ta n b u l 'da Ha l ka Doğru a d ı y la b i r dergi çıkarıyorduk. Son raları, İ zmir'de de aynı adla bir dergi yayınlandı. · H a l ka doğru g itmek ne demektir? Ha l ka doğru g idecek olanlar kim lerdir? Bir m i l letin ayd ı n la rı na, dü­ şünürlerine o m i l letin seçkin kişileri adı veril ir. Seçkin­ ler yü ksek bir öğrenim ve eğitim görmüş o l ma k l a ha l ktan ayrı l m ış olan lardır. İşte ha l ka doğru g itmesi gereken ler bunlardır. Seçkin ler ha l ka doğru n için gidecekler? Bu soru­ ya bazı ları şöyle cevap veriyor : Seçki n ler, hal ka kültür götürmek için gitmel id irler. Oysa bunda n önceki bö­ l ümde görü ldüğü gibi, ü l kemizde kültür deni len şey, ya l n ız ha l kta vardır. Henüz kü ltürden yoksun b u l unan seçkin l er, kü ltürün can l ı bir müzesi olan ha l ka, ne şe­ ki lde kü ltür götürebi l ecekler? Meseleyi çözüm l eyebil­ mek için önce şu nokta lara cevap vere l i m : Seçkin ler neye sah i ptir? Hal kta ne vardır? Seçkinler uygarl ığa sa hiptir. Ha l kta kültür vardır. O halde seçkinlerin hai­ ka doğru g itmesi şu i k i amaç için olabi l i r : 1 H a l k­ tan kültürel bir eğitim a l ma k için ha l ka doğru g itmeki -

- 1 69 -


100

BÜYtiK EDİP 100 BtiYÜK ŞAİR

H a l ka uyga r l ı k götürmek için, hal ka doğru git­ mek. Gerçekten, seçkin l erin ha l ka doğru g itmesi bu iki amaç içindir. Seçkinler kültürü ya l n ı z hal kta bulabil ir­ l er, başka bir yerde bulamazlar. Demek k i , ha l ka doğ ru g itmek, kü ltüre doğru g i t rne:< mahi yetindedir. Çün­ kü hal k, m i l l 'i kültürün can l ı bir m üzesidir. Seçkinler i n çocukken a l d ı kları eğitimde m i l l i kül­ tür yokt u . Çünkü, içinde okudukları okul lar ha l k oku l u değildi, m i l l'i okul değ i ldi. Bu sebeple m i l l etimizin seçki n l eri m i l lllikten uzaklaşıp, m i l l l kültü rden yoksun olarak yetişti l er. Şimdi bu eksikliği tamamlamak isti­ yorlar. Ne ya pma l ıd ı r l ar ? Bir ya ndan ha l k ı n içine g i r ­ mek, halkla beraber yaşamak , hal kı n kul landığı kel i­ melere, cümlel ere d i kkat etmek. Söylediği atasözlerini, geleneksı;ı l deyişlerini işitmek. Düşünüşteki ve duyuş­ taki yöntemi tesbit etmek. Ş i irini, m üziğini d i nleyerek, oyu nları n ı seyretmek. Din hayatın ı n, a h la k duyguları­ n ı n içine g i rmek. Giyi nişinde, evin i n m i marisinde, mo­ b i l yaların sadel iğindeki gü ze l l ikleri tadabilmek. Bundan başka, ha l k ı n masa l la r ı n ı , fı kra ların ı , men kıbelerini, tandırname adı verilen eski töreden ka l ma i nan ışları öğrenmek. Ha l k kita pların ı okumak Korkut Ata'dan başlayara k aşık kitapları n ı , Yunus Emre'den başlayarak tekke i lahi leri n i N asreddi n Hoca'dan başl ayarak hal k n ü kteciliğini, çocukluğumuzda seyrettiğimiz Karagözle, orta oyun unu a ra ma k, bulmak gerek. Cenknameler okunan esk i kahveleri, ramaza n gecelerini, cuma arifa .nel erin i , çocukların her y ı l dört göz l e bekledikleri coş­ kun bayramlarını yen iden diri ltmek, canlandırmak ge­ rek. Hal k ı n sanat eserlerin i toplayarak m i l li müzeler meydana getirmek gerek. İşte, Türk m i l l etin i n seçkin-

2

-

­

.

,

­

- 1 70 -


ZİYA GÖKALP

leri, ancak uzun süre ha l k ı n bu m i l l i kü ltür müzeleri ve okul ları içinde yaşa d ı ktan ve ruhları tamamen Türk kültürü i le doldu ktan sonra d ı r k i m i l l ileşmek olanağı­ na sahip olabil irler. Rusların en büyük şa iri olan Puş­ kin, bu şekilde m i l llleştiği içindir ki, gerçekten bir m i l ll şai r oldu. Dante, Petrakr, J ea n Jacques Roussea u, Goethe, Sch i l l er, D'Ann unzio g i bi m i l li şa irler hep, hal ktan

a ld ı kl a r ı

güçler

sayesi nde sanat

d a h i l er i

ol­

d u lar. Sosyoloj i b i l i m i de bize gösteriyor k i , deha esasen ha l ktır. Bir sanatkar anca k hal kta ki estet i k zevklerin göründüğü yer olduğundan dolayı dahi olabil ir. B izde dahi sa natka r l a r ı n yetişmemesi, sanatkar l a r ı m ı z ı n este­

tik zevklerini ha l k ı n can l ı müzesinden a l mamaları do­ layısıyledir. Bizde şi mdiye kadar hal kı n g üzel sanatla­ rına kim değer verd i ? Eski Osma n l ı seçkin leri, köy l ü le­ re eşek Türk diye ha karet eder l erd i . Anadol u şe h i r l i l er i d e taşra l ı deyimi i l e a laya a l ı n ırlard ı . Ha l ka genel ola­ ra k veri len ad, avam kel i mesinden ibaretti. İ leri kişi l er , ya l n ız sarayın k u l larından i ba ret olan Osma n l ı seçkin leriydi . Ha l ka değer vermedi kleri için­ d ir ki, bugün bu eski seçkinler sanatı n ı n ne d i l i, ne ve­ zin leri, ne edebiyatı, ne m üziği, ne felsefesi, ne a h l a k yapısı, n e siyaseti, ne ekonomisi, sözün kısası hiç bir �eyi ka l mad ı . Türk m i l leti, bütün bu şeylere yen iden her b i r i n i n a lfabesinden baş l a m a k zorunda ka l d ı . Bu m i l letin ya kın za ma na kadar kendisine özgü bir a d ı b i l e yoktu. Tanzimatç ı la r ona : « Sen ya l n ı z Osma nl ıs ı n . Sa kın başka m i l l etlere ba kara k sen de m i l l i b i r ad is­ teme! M i l l i bir ad istediğin anda Osma n l ı İmparator­ J uğu'nun y ı k ı l masına sebep o lurs u n » dem işlerd i . Za­ va l l ı Türk, vata n ı m ı kaybederim korkusu i le «va l l a h i - 17 1 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Türk deği l i m, Osma n l ı l ı ktan başka hiç bir topl u luğa mensup değ i l i m » derneğe zorlanmışt ı . Boşo'ya karşı bu sözü her gün söyleyen m i l l etvekil ler i m iz vard ı . Fa kat Osma n l ıcılar h i ç düşünmüyorlardı k i , her ne yapsalar bu yabancı m i l l etler, Osma n l ı top l u l uğ undan ayr ı l maya çal ışaca klardır. Çünkü a rt ı k yüzlerce m i l let­ lerden oluşan sun'i topl u l ukların devamına olanak kalmam ıştır. Bundan sonra her m i l let, ayrı bir devl et olacak, kişi leri birbirine bağl ı, samimi tabii bir top l um hayatı yaşayaca ktır. Kuşkusuz, Avrupa'n ı n batısında beş yüzy ı ldan beri başlaya n bu sosyal evr i m hareketi mutlaka kıta n ı n doğusunda da başlayaca ktı. Cihan Sa­ vaşı nda Rusya , Avusturya, Osma n l ı İmparatorluklarının y ı k ı l ması da gösterdi ki , bu sosyal k ıyamet pek ya­ k ı n m ış. Acaba Türkler, bu sosya l mahşer sırasında kendi leri n i n de Türk a d l ı bir m i l let olduklar ı n ı , Os­ man l ı İmparatorluğu içinde kendileri n i n de özel bir vatanları ve m i l l l hal kları b u l u nduğunu b i lmeyerek, a n l a mıyara k çıkmış olsayd ılar, şaşkı n l ı ktan ne yapa­ caklard ı ? Yoksa « Madem ki Osma nl ı l ı k y ı k ı ldı, bizim a rt ı k hiç b i r m i l l l umudumuz, hiç b i r siyasal emel i m iz kalmadı» m ı diyeceklerdi ? Evvelce Türkçül üğ e i lgisiz kal a n bazı i nsaf l ı Osma n l ıcı l a r, Wi lson prensipleri or­ taya atı l d ı ktan sonra, «Türkçülük bize, Osma n l ı İ m­ paratorluğundan bağ rmsız, özel ve m i l l l b i r hayatı­ m ız, sınırları etnografi b i l im i tarafından çizi lmiş m i l li bir vata n ı m ız, bu vatanda kendi kendimizi tam bir bağ ı msızl ı kla yönetmekten i baret olan m i l li bir hak­ k ı m ız olduğunu vaktiyle bir çoğumuzun a k l ı na ve ru­ huna yerleştirmiş o lmasaydı, bugün hal imiz ne ola­ caktı ? derneğe başladı lar. Demek ki, yalnız bir tek ke­ l i me, kutsal ve uğurlu Türk kel i mesi d i r ki, bu karış ı k- 1 72 -


ZİYA GÖKALP

l ığ ı n içinde doğru yol u görmem ize sebep oldu. Türkçü ler, seçkinlere ya lnız m i l letlerinin adı n ı öğretmekle ka lmadı lar, onlara m i l l etin güzel d i l i n i de öğrettiler. Fakat, verdi k leri ad g i bi, bu öğrettikleri g ü­ zel d i l de hal kta n a l ın m ıştı . Çünkü , bun lar ya l n ız ha l k­ ta ka l m ıştı . Seçkinler topl u l uğu ise, şimdiye kadar bir uyurgezer hayatı yaşıyordu. Uyurgezerler gibi iki şa h · siyet sa hibi olmuştu. Gerçek şahsiyeti Türk olduğu hal­ de, uyurgezerl i k korkusu içi nde kendi n i Osman l ı sa­ n ıyordu. Öz d i l i Türkçe olduğu hal de, uyurgezerler gi­ bi hasta l ı k sonucu olara k yapma bir d i l ku l la n ı yord u . Kendi güzel vezin lerini bıra kara k Acemden a ld ı ğ ı ta k­ lit vezin lerle şiir söylüyordu . Türkçü l ü k ruh tedavisi m ütehassısı bir hek i m g i bi, bu uyurgezerlere Osman i ı o l mayıp, Türk olduğunu, d i l i n i n Türkçe v e vezin l eri­ n i n ha l k vezin leri bul unduğunu tel kin etti. Hayır, tel­ kin değ i l , gerçek deyimiyle, onu b i l i m yol u ile inan­ d ırdı . Böylece, seçkinler uyurgezer durumundan kur­ tu larak, doğru bir biçimde düşünmeğe ve d uymağa başladı lar. Fa kat bugün itiraf etmeliyiz ki, bu seçkinler, hal­ ka doğru ya l n ız bir tek adım ata b i l m iş lerdir. Tamamen h a l ka doğru g itmiş olmak için ha l k ı n içinde yaşayara k, ondan m i l l i kültürü tamamen a l maları gerekirdi. Bu­ nun için yan l ı z bir çare vardı ki, o da Türkçü gençle­ r i n öğretmen olara k köylere gitmesidir. Yaş l ı olanlar da hiç ol mazsa Anadolu'nun iç şehirlerine g itmelid ir­ ler. Osma n l ı seçkinleri, anca k tamamen ha l k kü ltürü­ nü a l d ı ktan sonradır ki, m i l l i seçkinler durumuna ge­ leceklerdir. H a l ka doğru gitmenin i kinci görevi de ha l ka uy­ garl ı k götürmektir. Çünkü hal kta uygarl ı k yoktur. Seç- 1 73 -


ZİYA GÖKALP

kinlerse, uygarl ı ğ ı n ana htarlarına sah i ptir. Fakat hal­ ka değerl i b i r armağan olarak aşağıda gösterdiğimiz şeki lde doğu uyga r l ığ ı n ı , yahut onun bir da l ı olan Os­ man l ı uygarl ığını değ i l , batı uygarl ı ğ ı n ı götürmel i­ d irler.

- 1 74 -


DİLDE TÜRKÇÜLÜK

YAZ! DİLİ V E KONU ŞMA DİLİ Türkiye'nin m i l l i dili İstanbul Tü r kçesi 'dir; bunaı kuşku yok! Fakat , l stanbul'da i ki Türkçe var : Biri ko­ n uiulup da yaz ı l mayan İstanbul lehçesi, öteki yazı l ı p d a konuşulmayan Osma n l ı d i l i'dir. Anca k m i l li d i l i m iz bunlardan hangisi olacaktır? Bu rnruya cevap vermeden, d i l i mizi, başka d i l ler­ le karş ı laştıra l ı m : Başka d i l ler m i l letlerin başkentlerine ait dil lerdir. Fa kat başka başka kentlerin hepsinde konuşulan d i l le, yazılan d i l ayn ı şeydir. Demek ki,, konuşma d i l iyle, yazı d i l i n i n birbirinden başka olma­ sı, sırf İstanbul'a özgü bir durumdur. Bütün m i l letler­ de b u l unmayıp da yal n ız b i r m i l l ette rastlanan bu du­ rum nası l norma l olabilir? O halde, İstanbul'da gördü­ ğümüz bu i k i l i k d i l hasta l ığıdır. Her hasta l ı k tedavi edi l ir. O halde bu hasta l ığ ı n da tedavisi gerektir. Fa · kat, bu tedaviyi yapa b i l mek, yani d i l deki i ki l i ğ i orta­ dan ka l d ı rmak için, şu i k i şeyden birini yapma k ge­ rek ; yazı d i l i n i, aynı zama nda konuşma d i l i ha l ine ge-­ tirmek, yahut konuşma d i l i n i aynı zamanda yazı d i l i haline koymak. Bu i ki şı ktan birincisi mümkün değ i l d i r ; çün kü, - 1 75 --


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

�stanbul'da yaz ı l a n dil, tabii bir d i l değ i l , Esperanto :gibi yapma bir d i l d i r . Arapça, Acemce ve Türkçeni n söz l ü k lerin i, d i l b i l g i lerin i , sentakslarını birleştirmek­ l e meydana gelen bu Osman l ı Esperantosu, nasıl ko­ n uşma d i l i ola b i l si n ? Her a n la m için en az eş a n l a m taşıyan ü ç kel imeyi, her tamlama i ç i n e n az ü ç şek l i, her edatı için en a z ü ç sözü i htiva eden bu yapma gereksiz karışım, nası l ca n l ı bir d i l durumuna g irebi lsi n ? Demek k i İsta nbul 'da yazı d i l i nin, kon uşma d i l i hal i ne geçmesi i mkansız. Bunun mümkün olmadığı, yüzy ı l larca uğra ş ı l d ığ ı halde, başarıya u laşı l amad ı ğ ı n­ dan anlaşılma ktadır. Diye l i m ki, birtak ı m demokra t i k o l ma y a n yasa l a r l a İsta n b u l ha l k ı bu aca i p yazı d i l iy­ le konuşmağa başlamış olsaydı bile, y i ne bu yazı di­ l i , gerçekten m i l l i d i l olama zd ı . Çünkü onu, kon uş­ ma di l i olarak ya l n ız İsta n b u l 'u n değ i l , bütün Türki­ ye'nin kabul etmesi gerekird i . B u kadar büyük b i r tool uma ise zorla bir şey kabul ettiri lemezd i. O halde yal n ı z b i r şık kal ı yor : Konuşma d i l i n i ·yazara k yazı d i l i h a l i ne getirmek! Zaten, ha l k yazar­ ları, bu işi eskiden beri yapıyorlard ı . Osman l ı edebi­ yatın ı n ya n ı nda, ha l k d i l iyle yazı lmış bir Türk edebi­ yatı, a ltı-yedi yüzyı ldan beri vard ı . Demek ki, d i ldeki i ki l iği ka ldırma k için yeni den h i ç b i r şey yapmaya ge­ rek yoktu . Osman l ı d i l i n i h i ç yokmuş gibi bir yana a tarak, halk edebiyatına temel görev i n i gören Türk d i l i n i aynen m i l li dil sayma k yeterl i i d i : İşte Türkçü­ ler, d i l i mizdeki i k i l i ğ i ka ldırma k için şu i l keyi kab u l etmekle yetindiler: İstanbul ha l k ı n ı n v e özel l i kle İstan­ b u l han ımların ı n kon uştukları gibi yazma k ! Bu şek i l de yazı lacak olan İstanbul kon uşma d i l i n e yeni dil, sonra .gij zel Türkçe, daha sonra yeni Türkçe adları verildi. - 1 76 -


ZİYA GÖKALP

DİLDE TÜRKÇÜLÜGÜN İ LKELERİ Şimdi, burada di lde Türkçül üğ ü n i l ke l erini sırala­ ya l ı m : · 1 - M i l ll di l i mizi meydana getirmek için , Os­ man l ı d i l i n i hiç yokmuş gibi bir tarafa atara k, halk edebiyatına temel görevi gören Türk dilini .aynen ka­ bul edip, İstanbul ha l kı n ı n ve özel l i kle İstanbul ha­ n ı m ları n ı n konuştukları g i b i yazmak. 2 - H a l k d i l inde Türkçe eş anlamı b u lunan Arapça ve Farsça kel i meleri atma k, tamamen eş an lam­ lı olmayı p, küçü k bir nüansa sah i p olanları d i l i mizd :: saklamak. 3 - H a l k d i l ine geçi p, söyleyiş yahut anlam ba­ k ı m ı ndan galatat «galatı> ( 1 ) adını alan Arapça ve Fars­ ça kel imelerin değiştir i l m iş şeki l lerin i Türkçe saym a k v e yazı l ışların ı d a yen i söy l en i ş şekl i ne göre yazma k. 4 - Yerlerine yeni kel imelerin konulduğu için fo_ s i l l eşmiş eski Türkçe kel i meleri d iri ltmeğe ça l ışma­ mak. 5 - Yen i terimler aranacağı zaman ilk önce, ha l k d i l i ndeki kel i meler a rasında aramak, bul unmad ı ğ ı ta kdirde, Türkçen i n edat, tamlama v e çekim usul leri ile yeni kel i meler yaratmak, buna da i m kan olmadı­ ğ ında Arapça ve Farsça tamlamasız olmak şartıyle yeni kel imeler kab u l etmek ve bazı devirlerin ve meslek­ lerin özel durumunu gösteren kel i melerle, tekniklere a it a raç adlarını yabancı d i l lerden aynen a lmak. 6 - Türkçede Arap ve Acem d i l lerin i n kapütilas(1)

Galat:

-Arapça-

Yanlış.

Kurala

uymayan

söz, anlatım, tanılama.

- 1 77 -

F.

:

12


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

yanları ka ldırı lara k, bu i k i d i l i n ne kipleri n i , ne eda l ­ larını, n e d e tam lamalarını d i l i m ize a lmamak. 7 Türk hal kı n ı n bi ldiği ve kul landığı her kel i­ me Türkçedir. H a l k içi n sev i m l i olan ve yapma ol ma­ yan her kelime m i llidir. Bir m i l l etin d i l i , kendisinin cansız köklerinden değ i l , k u l l a n ı l ma kta olan köklerin­ den ol uşan can l ı bir organdır. 8 İstanbul Türkçesinin ses uyumunu, kel ime­ l erindeki şekil b i l g isi ve terimleri yeni Türkçeni n te­ meli olduğundan, başka Türk lehçelerinden ne kel i me, ne kip, n e edat, ne de tamlama kura l ları a l ınamaz. Yalnız karşı laştırma yol uyle Türkçeni n cümle yapısını ve özel deyimlerdeki ş ivesini anlayabi l mek i ç i n b u lehçelerin deri n bir şekilde incelenmesine gerek vardır. 9 - Türk uygarl ığı n ı n tarihi i le i l g i l i eserler ya­ z ı l d ı kça, eski Türk kuruluşlarının adları olmaları do­ layısıyl e, çok eski Türkçe kel imeler, yen i Türkçeye g i recektir. Fakat bunlar terim olarak kalacaklarından, bunların hayata dönüşleri, fosiller i n diril mesi gibi ka­ bul edi l mel idir. 10 Kel i meler ifade etti kleri a n lamların tarifleri deği l , işaretleridir. Kel imelerin a nlamları köklerin i b i l­ mekle anlaş ı l maz. 11 Yeni Türkçeni n bu esaslar içinde bir söz­ l üğü i le, bir de grameri meydana getiri l me l i ve bu kitaplarda yeni Türkçeye girm iş olan Arapça ve Acem­ ce kel i melerin ve deyimlerin yap ı larına ve kurul uş şe­ k i l lerine ait bilgi ler, d i l in, fizyoloj i bölümüne deği l , paleontoloj i v e jeneoloj i konusu olan türeme böl ü­ müne konulma l ı d ı r. -

-

-

-

- 1 78 -


ESTETİK TÜRKÇÜLÜK 1

-

TÜRKLERDE ESTETİK ZEVKİ

Eski Türklerde, esteti k zevki çok yüksekt i . Tur­ fan şehrinde bul unan mermer heykel l er, h iç de Yunan heykel lerinden aşağ ı değ i ldir. Tol u n l u l a r ile Ahşid lerin, Selçuk Türklerin i n, Harzem Türklerinin, İ l ha n l ı ların, Ti­ murl u l ar ı n, Osma n l ı ların, A k koyunl u ve Kara koyun l u Türkler i n i n Mısır'da, l ra k'ta , Suriye'de, Anadolu'da, İ ra n'da , Türkistan'da, Hind'de, Afga nistan'da yaptı kla­ rı cc:ım i ler, saraylar, türbeler, köprü l er, çeşmeler dün­ yan ı n en güzel eserlerini teşkil eder. Gaston Richard, Türkmen kızla r ı n ı n bir harika ola­ ra k yapt ı kları güzel hal ı lardan söz ederken, M i ha i l of' un şu sözlerini a ktarıyor : « H iç bir araca, hiç bir örne­ ğe, teknik mahiyette hiç bir öğreti m ve eğitime sa h i p ol maya n Türkmen k ızlar ı n ı n ta klidi i m kansız olan n a ­ k ışlarla süs l ü çok güzel ha l ı lar yapma ları, a ncak bir sanat içgüdüsüne sa hip ol malarıyle açıklanabilir.» Türk masa l ları i le, ha l k şiirlerinin güzel l iğ i de, Türklerin esteti k a la n ı nda büyük yetiye sahip olduk­ ları n ı gösteri r. Fa kat, yazı k ki, Osma n l ı sanatçı larının hata ları yüzü nden şi mdiye kadar bu yüksek sanat ka- 1 79 -

------- - ----- -


ZİYA GÖKALP

b i l iyeti, Avrupai bir düzeltmeden yoksun ka l m ıştır. B u düzeltmeyi d e gördükten sonra, h i ç kuşku yoktur k i , gelecekte d e en yü ksek sanatlardan b i r i olacaktır.

2

-

M i LU VEZİN

Eski Türklerin vezni , hece vezni idi. Kaşga r l ı Mah­ mut sözlüğündeki Türkçe ş i irler, hep hece vezninded ir. Sonra ları, Çağatay ve Osma n l ı şairleri ta klit yol uyla l ra n l ı lardan aruz vezni n i a ld ı lar. Türkistan'da Neval, Anadolu'da Ahmet Paşa aruz vezni n i yükseltti ler. Sa­ raylar bu vezne değer veriyorlard ı . Fakat halk, aruz vezni n i bir türlü a n l ayama d ı . B u sebeple hal k şairleri eski hece vezniyle şiirler söylemekte devam etti ler. Ahmet Yesevl, Yunus Emre, Kaygusuz gibi tekke şairleri ve Aşı k Ömer, Dert l i , Karacaoğ lan g i bi sa z şairleri hece vezni n e bağ l ı kaldı lar. Türkçül ü k ortaya ç ı ktığı zaman, aruz vezniyle he­ ce vez n i yanyana d uruyord u . Güya birincisi seçkinle­ rin, iki ncisi de ava m ı n söyleyiş araçları i d i . Türkçül ü k d i ldeki ikil iğe son verirken, vezindeki bu i k i l iğe d e ka­ yıtsız kalamazd ı . Özel l i kle tamlama l ı d i l aruz veznin­ den, aruz vezni de tamlama l ı d i lden ayr ı l madığı ıçın, bu i ki Osma n l ı müessesesi hakkında aynı h ü kmü ver­ mek gerekirdi. Böylece Türkçü ler, tam lama l ı d i l l e bir­ l i kte aruz vezn ini de m i l l l edebiyatımızdan kovmağa karar verdi ler. Sade dil aruz veznine pek uymuyordu . Oysa he­ ce vezni i l e d i l a rasında samimi bir a kraba l ı k vardı . Sarayın ihmal ine rağmen hal k sade Türkçe i l e hece vezn ini, i k i değerl i tılsım gibi, içinde sa klamıştı. B u - 1 80 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

sebeple, Türkçü ler bunları bulma kta güçl ü k çekmedi ­ ler. Bununla beraber hece vezn i, bazı şairlerimizi yan1.ış . yotrara yöneltti . Bunlardan bir kısmı Fra nsızlar;n vezin lerini ta k l ide ka lkıştı ; mesela Fransızların Alexan­ drin ded i kleri 6 + 6 vezn inde ş i i rler yazd ı lar. Bu şiir­ ler, halkın hoşuna g itmed i. Çünkü ha lkımız hece vez­ n i n in anca k bazı şekil ler inden zevk a l ı yord u . M i l li ve­ z i nlerimiz, ha l k tarafı nda n kul lanılan bu sınırlı ve be­ l ir l i vezinlere münhasırdır. Ha l k vezin leri arası nda 6 + 6 şekl i ycktur, bunun yerine 6 + 5 vezni vard:r. Deney­ lerle

a n la ş ı l d ı

ki,

Türk

ha l k ı

bu

6+5

vez n i nden

çok hoşlan ıyor. Bu deney ayn ı za manda başka m i l let­ lerden vezin a l ı.namayacağı kura l ı n ı da ortaya koydu . Böylece, bizdeki hece vezni taraftarlığı, başka d i l lere a i t hece vezin leri n i ta k l it demek olmadığ ı n ı ve Türk hal k ı na özgü hece vezin ler i n i can la ndırma ktan i baret olduğunu ortaya koydu . Hece vezn i n i yanlış yola götüren şa irlerden b i r kısmı d a yeni vezinler b u lmaya ka l kışt ı . Bunların yoktan var ettiği vezinlerden bir çoğunu da ha l k kabul etmedi . Böylece, a n laşıldı ki, m i l l i vezin ler, halkın es­ kiden beri kul lanmakta olduğu vez i nlerle, sonra da n ka­ bul edebildiği vezinlerden i barettir. H a l k ı n hoşlan­ madığı vezinler, hece tarzı nda olsa bile m i l li vezinler­ den sayı l a maz. 3

-

EDEBİYATI M IZIN M İ L L'İ LEŞTİRİLM ESİ VE ZENGİN LEŞTİRİLMES İ

Türkçül üğe göre, edebiyatımız yükseleb i l me k için, i ki sanat m üzesinde eğitim görmek zorundadır.

- 1 81 -


ZİYA GÖKALP

Bu müze lerden biri h a l k edebiyatı, öteki batı ede­ biyatıdır. Türkçü şa i rler ve yazarlar, b ir yandan hal k ı n güzel eserlerini, öte yandan batın ı n şaheserlerini ör­ nek a l ma ktad ırlar. Türk edebiyatı bu iki çırakl ı k dev-ı resini geçirmeden, ne m i l li, ne de gel işmiş b i r durum alamaz. Demek ki edebiyatım ı z bir yandan hal ka doğ­ ru, öte yandan batı ya doğru gitmek zorundadır. Ha l k edebiyatı ne g i b i şeylerdir? Önce, masal lar, f ı kra la r, efsaneler, menkıbeler, m i toloj i l er, i ki nci olarak atasözleri, b i l meceler, üçün­ cü olarak maniler, koşma lar, destan lar, i lahiler dördün­ cü olara k Dede Korkut Kita bı , Aşı k Kerem, Şa h İsma i l , Köroğ l u g i b i h i kayelerle cenknameler, beşinci olarak Yunus Emre, Kaygusuz, Ka racaoğl a n, Dertl i gibi tekke ve saz şa irleri, a ltıncı olarak Karagöz ve N asreddi n Hoca g i bi can l ı edebiyatlar. Edebiyatımız b u örneklerden n e kadar çok feyiz a l ırsa, o kadar çok m i l l il eş miş olur. Edebiyatı m ı z ı n ikinci çeşit örnekleri de Homer i l e V i rg i le'den başlaya n bütün klasi klerdir. Yeni baş­ layan bir m i l l i edebiyat içi n en güzel örnekler klasik edebiyatın üstün eserleridir. Türk edebiyatı , klasi k­ lerin bütün estet i k veren özünü emip bitirmeden ro­ manti klere ve daha sonraki okul lara yanaşmama l ıdır. Çünkü, genç m i l letler, ü l kü leri, kahrama n l ı kları yücel­ ten bir edebiyata gerek duyarlar. Klasik edebiyatlar, genel l i kle bu amacı sağlayaca k n itel i ktedir. Son za­ manda, Fransa'da, gençl iğe ü l kü lere doğru yen i bir haml e vermek için yen i klasik oku l unun kur u l ması - 1 82 -


ZİYA GÖKALP

d a , klas i k edebiyatın bu eğitim yol unda ki rolünü is­ pat eden canl ı bir del i ldir. Bununla beraber biz batı n ı n önce ya l n ız klasi kle­ r i ne değer vermekle, romantizmi n feyzi nden de büs­ bütün yoksun ka l mama l ıyız. Çünkü romantizm i n esa­ sı, ha l k edebiyatlarıdır. Avrupa'da ki bütün romantizm hareketleri hal ka doğru gitmek, ha l k masa l la r ı n ı ve destanlarını örnek a l ma kla başlamıştır. Demek ki biz, edebiyatımızın m i l llleşmesini, işleyerek zenginleşme­ s i n i sağlarken klasisizm ve romantizm dönem lerin i be­ raber yaşamış olacağ ız. O ha lde, batı edebiyat ı n ı ru­ h umuzla kavramaya ça l ı ş ı r ken batı rom a n t i k l e r i n i n ha l k edebiyatlarından nasıl faydala nd ı klar ı n ı d a a nlamaya ça l ışma l ıyız. Edebiyatımızın batı n ı n üstün eserler i n i n müzesinde geçirdiği çıra kl ığa d a , m i l li edebi yatımızın işlen ip serpi lmesi diyebil iriz. Bu açı klama lardan a nlaşıldı ki, m i l l i' edebiyatımız, m i l l ileşme ve işlen ip zeng i n l eşme adları veri len i k i eğ itim devresi nden geçtikten sonra, h e m m i l i!, hem de Avrupai bir edebiyat ha l ine g i recektir. M i l l i edebiyatımızın kuru l uş u hakkı nda Türk Ocakları n ı n da büyük bir rol ü vardır. Türk Ocakları, sahnelerinde, ha l k tiyatrosu olan Karagöz ile Ortaoyu­ n u ' n u a ra-sıra göstererek ca nlandırmal ıdır. Masalcı lara masa l a n l attı rarak, medda hlara ta kl itler yaptırara k , s a z şa irlerine destanlar, koşmalar, mani ler okuta rak m i l li edebiyatı can l ı bir şekilde h a l k ı m ıza gösterebi l ir­ ler. Dede Korkut, Yunus Emre, Kaygusuz Abda l, Dert­ l i , Karacaoğlan, Aşı k Ömer, Gevheri g i bi ha l k şa irle­ r i ne ve Nasreddi n Hoca, Karagöz, İ nci l i Çavuş, Bekri M ustafa gibi ha l k tiplerine özel geceler ayırara k, bun­ Jar;n a n ı la r ı n ı devam ettirmeye ça l ışmal ıdır. Halk ede- 1 83 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

biyatına a i t kitaplarla, sözl ü gelenekleri toplayıp hal k kütüpha neleri meydana getirmek de, Türk Ocakların ı n görevlerinden biridir.

4

-

M ILLT M Ü ZiK

Avrupa müziğine girmeden ö nce ü l kemizde i k� m üzi k vard ı : Bunlardan biri Farabi tarafından Bi­ zans'tan a l ınan doğu müziği, öteki eski Türk müziği­ n i n deva m ı olan ha l k melod i l erinden i baretti. Doğu müziği de, batı müziği gibi eski Yunan mü2 iğ i nden doğmuştu. Eski Y u na n l ı lar, ha l k melod i l e r i n­ d e bulunan tam ve yar ı m sesleri yeter görmeyerek, bunlara dörtte bir, on a l t ıda bir sesleri eklemişler ve b u sonra k ilere çeyrek sesler a d ı n ı vermişlerdi . Çeyrek sesler tabii değ i ldi, yapmaydı . Bundan dolayıdır ki, h i ç bir m i l l etin h a l k melodi lerinde çeyrek seslere rastlan­ maz. Demek ki , Yunan müziği tabii o lmayan seslere dayanan bir ya p ma m üzi k idi. Bundan başka, hayat­ ta deva m l ı l ı k o l ma dığı halde, Yunan müziğinde ayn: melod i n i n tekrarından ibaret olan sı kıcı bir değişmez­ l i k ha l i va rd ı . Ortaçağ Avrupası 'nda kurulan Opera, Yunan mü­ ?iğindeki bu i ki e ksi k l iğ i kaldırdı. Çeyrek sesl er, ope­ raya uymuyordu. Bundan başka, opera besteci l eri ve oyuncuları ha l ktan oldukları için çeyrek sesleri bir tür­ lü a nlayamıyorlardı . Bu sebeplerin etkisiyle bat ı n ı n operası, batı müziğinden çeyrek sesleri çı kard ı . ,L\yn ı zamanda, opera duyg u ların, heyecanların peş peşe gelmesinden i baret olduğundan, armoniyi ekleyerek, batı müziğini değişmez durumda n kurtard ı . işte bu i k i yen i l i k gel işmiş batı müziği n i n doğmasına sebep oldu. - 1 84 -


ZİYA GÖKALP

Doğu müziğine gel i nce, bu tamamen eski ha l in­ de ka l d ı . Bir y:ından çeyrek sesleri sa kl ıyor, d iğer yan­ da n a rmoniden hala yoksun bulun uyordu . Farabi ta­ rafından Arapçaya a kta r ı l d ı ktan sonra, bu hasta müzik sarayların rağbeti i l e Farsçaya ve Osma nl ıcaya da a k­ tarıl mışt ı . Öte yanda n Ortodoks ve Ermeni, Geldani ( Keldanl) Süryan i kil iseleri i l e Yahudi Haha m ha nesi de bu müziği Biza ns'tan a l m ışlard ı . Osman l ı ü l kesin­ de, bütün Osman l ı unsurlarını birleştiren tek kur u l uş olduğu için buna Osman l ı m i l letler topl u l uğ u müziği a d ı n ı vermek de gerçekten çok uyg undu . Bugün, işte bu üç müz i k l e karşı karş ı ya y ı z : Doğu müziği, Batı müziği, Hal k m üziğ i . Aca ba bunlardan hangisi, bizim i ç i n m i l lid ir? Do­ ğu müziği n i n hem hasta, hem de m i l l i olmad ı ğ ı n ı gör­ dük. Ha l k m üziğ i n i kültürümüzün , batı müziği de ye-· n i uygarl ığ ı mızın müzikleri olduğu için, her i kisi de bize yabancı değildir. O ha lde m i l l i müziğimiz, ü l ke­ m izdeki ha l k müziği i le, batı müziği n i n kaynaşmasın­ dan doğaca ktır. Ha l k müziğimiz, bize bir çok melodi­ ler vermiştir. Bunları toplar ve batı müziği usu l ü n e tırmonize edersek h e m m i l l l, h e m d e Avrupai bir mü­ ziğe sah i p ol uruz. Bu görevi yapaca k olanlar a rası nda Türk Oca k l a r ı n ı n müzi k kurulları da vardır. İ şte Türkçü­ l üğün müzik a l a n ı nda ki program ı esas itibariyle bundan i bare1· ol up, bundan ötesi m i l li müzik ada m larımıza a ittir. 5

DİGER SANATLA R I M I Z

Diğer sanatları m ız tamamen halk tarafından meydancı getiri ldi kleri için, tamamen m i l lidirler. Dans,

- 1 85 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

m i ma ri, nakkaş l ı k, ressa m l ı k, hattatl ı k, marangoz l u k, ,demircil i k, çiftçil i k, boyacı l ı k, çul hacı l ı k, hal ı cı l ı k, k i l i m ­ c i l i k v.b. g i b i Osman l ı seçkin tabakası bedenl e çal ış­ mayı gerektiren yahut e l l e yapılan b u işleri basit say­ d ı ğ ı için a lt tabakaya bıra k m ıştır. Bundan ötürü Türk­ çülük bu samtların heps i n i beni msemiştir . Faka t , ne vazı k ki, bu sanatlar Tanzimat devri nden itiba ren m i l l i ekonomiye önem ver i l meyerek Adam Smith'in « bıra­ k ı nız yaps ı nlar, b ırak ı n ız geçirsinler» düsturuna uyul­ ması sonucu hep yok olup s i l indiler. Türkçül üğ ü n gö­ revi, şimdi bunları yeniden can landırmaya ça l ışma k­ tır. Bir yandan Avrupa uygarl ığı i l e beraber Avrup:ı tekni klerini de a lmal ı yız. Fakat öte yandan m i l l i güzel sanatlarım ızın hazineleri olan bu değerl i sanatlar ı m ı ­ zı d a elimizden büsbütün kaç ırmamağa ça l ışmalıyız. Bunu yapa b i l me k için i l k ö nce , bu sanatların ürün leri­ n i m i l l l müzelerde toplayıp serg i lemek, sonra da bun­ lara da i r reçeteleri, yap ı l ma usul lerini bulup öğrenerek kitaplarla, derg i lerle yayı n lamak gerektir. En sonra da, bu sa natları yeniden canlandıraca k m i l l i sanatçı­ ları yetiştirmek gerekir. Mesela, genel l i kle kök boya lardan yapı l m ış olan m i l l i boyacı l ığ ı m ı z büsbütün sönmek üzeredir. Şimdi Anadol u'da yapıl makta olan ha l ı la rla, k i l imler ya adi sabit ol mayan Avrupa boya ları i le, ya da Almanların sabit, fakat madeni boya ları ile boyanmaktadır. Sabit olmayan boya lar kısa za manda boz u l d u kları ve A l ma n boyaları d a parl a k l ı ğ ı i le m i l li' zevkimize uyg u n gel­ medi klerinden ( her i kisi de) sanat ı m ı z için zararlı­ d ırlar. Dokumacı l ı kta m i l li ol mayan el lerle yapılan ye­ .n i na kışlar da m i l l l zevkimize uymuyor. O ha lde, ü lke- 1 86 -


ZİYA GÖKALP

m izdeki sanatçıları bu g i bi yan l ı ş yola sapma l a r ı na son vererek, m i l l i sanatı m ıza dönmeye çağ ırmal ıyız. B u konuda da Türk Oca kları çok önem l i rol oynayabi­ l i rler.

6

M İ L Ü ZEVK VE ZENG İ N LEŞT İ R İ LM İ Ş ZEVK

Her m i l lette güze l l i k a n layışı başkadır. Bir m i l le­ tin güzel gördüğü şeyleri, öteki m i l let çirkin görür. Böylece zevk' i n m i l l i ol ması gerekir. Gerçekten, her m i l l etin, m i l li bir zevki vardı r . Eğer, bir m i l let m i l li zev k i n den uza k d ü ş m ü şse, sanat a l a n ı n d a yapt ı ğ ı şey­

ler, hep adi ta klitlerden i baret ka l ır. Osma n l ı şa irleri i le, nesir yazarları buna örnektir. Çünkü onlar, m i l l i zevki tamamen kaybetmişlerd i . Yazdı kları şeyler ya İ ran taklitlerinden veyahut Fransız taklitlerinden i ba­ retti . O ha lde güzel $anatlar a l a n ı nda yüksel me k is­ teyen bir m i l let, önce m i l l i zevkini bul maya ça l ışma­ l ıd ı r. M i l i \' zevki b u l ma k için hal ka doğru gitmek, ha l k sanatl a r ı ndan uzun uzad ıya bir eğitim a l ma k gerekli olduğunu anladık. Fa kat, gerçek sanatçı olabi l mek için bu esteti k eğ itimi almak da yeterl i değ i ldir. Gerçek sanatçı olabilmek için, güzel sanatların u l uslararası us­ ta ları olan sanat dah i lerinden zevk dersi, zevk eğitimi a l ma k da gereklidir. U l uslara rası deha lardan a l ı nan bu teyizl i eğitime tehzib (düzelterek ve işleyerek zen­ g i n leştirme) adı veri l ir. Görü l üyor ki gerçek bir sanata sahip olabil me­ miz için, sanatımızın önce ara nması, sonra zenginleş­ tirilmesi gerekiyor. Bu düsturu ca n l ı bir örnekle açık­ Jaya l ı m : İ ta lya ' n ı n Rönesans devri ndeki sanatçı ları, - 1 87 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

özel l i k l e ressam ve heykeltraşları, eski Yunan-Latin sanatlarının dahiyane eserlerine hayran o lmuşlard ı . Zira, b u eserler; Venüs'lerin, M i nerva'ların, Apol lon' !arın heykel leri, teknikteki o l g u n l u ğ u n s o n noktasına u laşmıştı . Rönesans sanatçı ları, bu tekniği büyük emeklerle öğrendiler. Düzeltme ve işlem e usulleri i le kendi leri­ ne mal ettiler. Fakat eski Yunan - Latin eserlerin i ay­ nen takl it etmeye ka l k ışmad ı lar. Çünkü ha l k art ı k o m itoloj i k kişilere hiç bir değer vermiyordu. Rönesans dönem i n i n halkına göre kad ı n l a r a rasında dünya gü­ zel i a nca k Hazreti Meryem o l a bi l i rd i . Erke k l er arasın­ da da dünya güze l i anca k Hazreti İ sa idi. Gerçek sa­ natın görevi ise, başka m i l letlerin veya başka dönem­ lerin estetik ü l külerin i tekrarlamak deği ldir. Gerçek sa­ nat, a ra s ı nda b u l unduğu m i l leti n ve içinde yaşadığı devri n estetik ü l küler i n i a n latmaya ça l ışmaktır. İ şte M i kelanj, Rafael gibi Rönesans sanatç ı ları bu nokta­ ları düşünerek doğru yol u buldular : Hazreti Meryem'e Venüs'ün tek n i k güzel l iğ i n i verd i ler. Hazreti İ sa'ya da Apol lon'un fiz i k güze l l iğ i n i sundular. Bu iki unsurun, birleşmesinden u l uslara rası tehzi b l e, m i lli' k ü ltürün yüksek b i r sanat meydana geldi. İşte güzel sanaför tarihi nde Rönesans sanatı adı veri len budur. Katol i k k i l iı;esi, bu heykel lerle, resim'.e ri kabul ederek tapına klarına b i r müze şek l i verdi . Oysa, Bi­ zans' ı n ve bütün Doğu'nun Ortodoks K;fiseleri, kutsal tasvirlerini , Yunan - Lat i n model lerine benzetmeğe ça­ l ışmadılar; Samilerden a l d ı kları kaba i"�rneklere eş bir şeki lde resi m yapmaya devam etti ler Böylece, Orto­ doks m i l letler i n sanatı gel işip zenginıeşemedi . - 1 88 -


ZİYA GÖKALP

Rönesans'tan sonra, Avrupa'da her m i l let, esteti k hayat ı n ı n gel işmesi sırası nda hep böyle hareket etti. Shakespeare, Rousseau, Goethe gibi romantik dahi ler, hem ha l k eğ itimi n i a l m ışlar, hem de eski Yunan - Latin tekni klerini temsil etmişlerd i . Bu sayede, her biri kendi m i l leti için, hem m i l li, hem de gel işmiş bir edebiyat meydana getird i . İ şte, Türkçülüğün esteti k program ı d a b u usu l lerin uygulanmasından ibarettir.

- 1 89 -


AHLAKTA TÜRKÇÜLÜK 1

-

TÜRKLERDE AHLA K

Büy ü k m i l l et l erden her biri uyga r l ı ğ ı n özel bir a l a n ında, birinci liği ele a l mıştır. Eski Yuna n l ı lar güzel sanatlarda, Roma l ı la r h u k u kta, İsra i l l i ler ile Araplar d inde, Fransızlar edebiyatta, A ng l o Sa kson lar ekono­ m ide, Almanlar müzik ile felsefede, Türkler de a hl a k­ ta birinc i l iği kaza n mışlardır. Türk tarihi baştan başa, a hl a ka a it üstü n l ü k lerle dol udur. Türklerin yen i k m i l letlere ve onların m i l li ve d i nsel varl ı klarına d i nsel ve sosya l özerklikler vermesi her türlü ta kdirin üstündedir. Fakat bu iyil iğe karşı, yeni k m i l letler , cömert Türklerden a ld ı k ları bu izinleri, Türklerin a leyhine çevi rerek, kapitülasyon adı veri len zincirlerle Türkleri bağlamaya ve boğmaya çal ıştılar. Bu i ki türl ü hareket, i k i tarafın da ahlak a n la yışını gösterdiği için son derece karakterist i ktir. Bu böl ü mde, Türkleri n çeşitli konu la rda ki a hl a k ü l kü lerin i göstereceğiz. Bu konu l a r şunl a rd ı r : Vata n i a h la k , meslek a h la kı , a i l e a h l a k ı , cinsel a hl a k, medeni a h l a k ( k işisel a hlak ) , beyne l m i lel a h l a k . - 1 90 -


ZİYA GÖKALP

2

-

VATAN I AHLA K

Eski Türklerde vatani a h l a k çok kuvvetl i idi. H i ç bir Türk kendi i l ' i , y a n i m i l l et i i ç i n , hayat ı n ı ve en sev­ g i l i şeylerini feda etmekten çekinmezdi. Çünkü i l , Gök Tanrı'n ı n yeryüzündeki gölgesiydi. Gök Tanrı Türkler­ ce pek uğurl u olan Aşk Gecesi'nde bir a lt ı n ı ş ı k olarak yeryüzüne inmiş, bir bakireyi yahut bir ağacı gebe k ı l a ra k bu Kutlu İ l ' i n ü remesine sebep ol m uştu. İ l ' i n oturduğu memlekete yurt ya hut ü l ke den irdi. Türk ne­ reye gitse asıl yurd u n u u nutmazd ı , çün kü ata l a r ı n ı n mezarı oradayd ı . Çoc u k l u k çağ ı , baba ocağı, ana ku­ cağ ı hep orada b u l u nuyordu. Türkün vatanseverl iğine örnek olara k Kun ( H u n ) devletinin kurucusu olan Mete'yi gösterebi l iriz. Ta­ tarlar hükümdarı savaş i l a n ı na sebep olmak üzere i l k önce onun çok sevdiği bir atı istedi . B u at, saatte bin fersah uzunl u ğu nda yol a l ıyordu . Mete, vatandaşlarını savaşı n kötü l ü k leri nden koruma k için, bu atı Tatar H a kanına gönderdi . Tatar Hakanı savaşa bahane a rı­ yordu. B u sefer de Mete'nin en sevdiği eşi n i isted: Bütün beyler, Kurultay'da savaş i l a n ı n ı isted i kleri ha/ .. de, Mete : « Ben vata n ı m ı , kendi aşkım uğruna çiğnete- . mem >> diyerek, sevg i l isini düşmana vermek gibi büyü k bir feda kar l ı ğ ı kabul etti. Bunun üzerine, Tatar Ha ka n ı Kun ( H u n ) ü l kesinden hiç bir ü r ü n ü olmayan, tar ı m­ sız, ormansız, madensiz, a ha l i siz b i r toprak parçasını. istedi. Kurultay bu faydasız topra ğ ı n verilmesinde hiç bir sak ı nca görmemişken, Mete « Vatan bizim ma l ım ı z değ i ldir; mezarda yata n atalarımız ve kıyamete kadar doğaca k torunlarımızın bu kutsa l topra k üzerinde hak­ ları vard ır. Vatandan, ister bir karış t oprak olsun yer •.

- 1 91 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

vermeye hiç k i msenin yetkisi yoktur. Bunun ıçın sa­ vaşacağız. İşte, ben a t ı m ı düşmana doğru sürüyorum. Arkamdan gelmeyen idam edi lecektir.» diyerek, Tatar­ ların Üzerlerine yürüdü. Esk i Türklerin gözünde, vata­ n ı n ne kadar yüce olduğ u n u , bu tarihi olaydan anla­ yab i liriz. Eski Türklere göre vatan, töreden yan i m i l ll kül­ türden i baretti . Kaşgarl ı Mahmut'un sözl üğünde bel i r­ tilen « Ü l keden geçil ir, töreden geçi l mez» atasözü, m i l­ li kültüre verilen değerin derecesini gösterir. Eski Türklerde, hükümra n l ı k i l'e a i tti. Küçük i l leı­ de, bütün i l , bir M i l let Meclisi hükmündeyd i . Ha l kı n m u kadderatı n ı bu mec l is yönetirdi. Büyük i l l erde, boy beyl erinden kurul u olan Şö len a d l ı meclis , i l 'e a i t iş­ l ere karar verirdi. Ha ka n l ı kl a rda, i l ha nl ı klarda ise Mil­ let Mecl isi durumunda olma k üzere Kurultay vard ı . Bu mecl isler i n ça l ışma larına K i n kaş ( Ki n keş ) den i l irdi. « ! ! m i yaman, bey m i yama n ? » a tasözü egemen l iğ i n Ha­ kan'da olmayıp, i l 'de olduğunu gösterir. Çünkü, Ha­ kan ı seçen ve tahtından indirebi len Kurultay'dı . Sa­ vaş ve barış i lanı gibi önemli işler Kurultay'ı n kararı ile olurdu. « Tozda dumanda ferman okunmaz» atasözü s ı kıntı l ı günlerde duruma hal kı n hakim olduğu­ n u gösterir. Eski Türklerde eşitl i k de, çok kuvvet l i bir şeki l de kurulmuştu. Harzem'deki Teke Türkmen lerinde ne esir, n e hizmetçi vard ı . Herkes evine ait işleri ken­ di görürdü. Her il, birbirine eşit kişi lerden kurul u idi. Eski Türklerde bir i l , d iğer il leri egemenliği altına a l ­ d ı ğ ı zama n, o n l a r ı n siyasi yapısın ı bozmazdı . Bağ la­ nan i l ' i n esk i başka n ı , Yabgu yani Mel i k adıyla eski durumunu korurdu. H a ka n bunun yan ında Şad yahut Şane (Şa hne) adıyla b i r komiser bulundururdu. B i r - 1 '12 -


ZİYA GÖKALP

H a ka n da diğer H a ka n l ı kları fethettiği zaman, eski Ha­ kanları yerlerinde b ı ra kırdı. Yal n ı z kendisi i l ha n adıyla b un ların başı durumuna geçerdi . Zaten i l kel i mesin i n ası l anlam ı barış demektir. İ lci, barışçı a n l a m ı ndadı r. İ l 'in timsa l i olan Gök Tanrı barış i l a h ıd ır . İ l han barış dininin bir yayıcısı durumundadır. Türk i l ha n ları, bütün Türk i l lerini barışa çağ ırıyordu, bütün ha kan la­ ra, oğl u m d iye sesleniyordu . Türklerin bütün savaşla­ rı, sürekli ve geniş bir barış kurmak a macın ı taşırdı. Bütün i l ha nl ı k devirlerinde, Mançurya'dan Macaris­ tan 'a kadar bütün Turan kıtası pek mutl u bir barış ve asayiş h a ya t ı yaşa m ıştır. Türk i l hanları emperyal ist de değ i ldir. Çünkü yalnız Türk i l leri n i birleştirmekle yeti­ n iyorlar, başka m i l letlerin ü l kelerin i feth etmek için ça l ışmıyorlardı. H un la r ı n ilk i l ha n ı Mete'nin, i ki defa Çin devleti e l ine geçtiği ha lde, imparatorluğu kabul etmemesi bu iddiamıza bir del i ldir. Barış a h l a k ı n ı Attila da bile gö­ rürüz. Attila'ya en üstün durumda bul unduğu savaş­ larda , her ne vakit barış tek l if edil mişse, derhal tekl ifi kabul etm iştir. Dünya n ı n en demokrat kavm i eski Türkler olduğu g i bi, kad ı n haklarını da en çok koruyan nesl i de yine eski Türklerdir. Zaten kadı n hakları, demokrasinin, ya­ ni eşitliğin kad ı nlara qit bir görünüşünden i ba rettir. Eski Türklerin bu öze l l iklerin i a i l e a h l a k ı böl ü m ü nde göreceğiz. Orhu n Kitabesinde Türk Haka n ı şöyle d iyor : «Tür'< Tanrısı, Türk M i l l eti yok olmasın diye atalarımı gön­ derdi ve beni gönderd i . Ben Hakan olunca, g ü ndüz oturmadım, gece uyumadım. Türk M i l leti açtı, doyur- 1 93

F. : 1 3


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK

ŞAİR

dum, çıplaktı giydirdim, fa kirdi zengin ettim.» Türk M i l l eti d e Ha ka n ı n ı kaybettiği zamanlar « Devlet l i bir M i l let idim. Dev l etim ve gösterişim, kuv­ vetim han i ? Haka n l ı bir m i l let i d i m ; haka n ı m han i ? Hangi ha ka na işimi, gücümü vereyim ? » diye üzü l ü r­ dü. M i l l etle Ha ka n a rasındaki i l işki lerin ne kadar sa­ m i mi olduğu bu cümlelerden a nlaşılabil ir. işte eski Türklerde vatani a h l a k bu derece y ü ksektir. Türklerin bundan sonra da en çok değer verecek­ l eri a hl a k, vatani a h l a k o l ma l ı d ı r. Çünkü sosya l toplu­ l u k l a r a rası nda tam ve bağ ı msız bir hayata sahip olan v e bir sosya l uzviyet mahiyeti gösteren a ncak m i l let ya hut vatan adları verilen toplulu k lard ı r. A i leler bu sosya l yapı n ı n birer hücreleri, meslek grupları da or­ ganlarıdır. M i l l etten daha geniş olan ümmet ve ul us­ lara rası birl i k gibi top l u l u klara gelince, bunlar, toplum durumunda deği l , toplumla rdan meydana gelen b i rer büyük topl u l u k durumundadırlar. Bu top l u l u klardan her biri yalnız bir konuda ortak i ken, bir m i l let her konuda kişi leri a rasında bağ lantı bulunan bir topl u l u k demektir. O halde, m i ll et ü l küsü, öteki top l u lu klara a it ü l kü l erden, mesela a i l e ü lküsünden , meslek ü l küsün­ den, ümmet ü lküsünden , uygarl ı k ve u l uslararası birl i k ü l kü l erinden daha yü ksektir. B u sebeple vatani a h l akın da, diğer ahlaklara üstün o l ması gerekir. Öze l l i k le, bizim gibi siyasi düşman ları çok bulu­ nan m i l letler için, en büy ü k dayana k vatani a h l a k ola­ b i l ir. Vatani a h l a k ı m ız kuvvetl i bulunmazsa, ne bağ ı m­ sızl ı ğ ı m ızı, ne özgürlüğüm üzü, ne de vata n ı m ızı ta­ mamen koruyamayız. O halde Türkçü l ü k her şeyden çok m i l l et ve vata n ü l kü l erine değer vermel idir. - 1 94 -


ZİYA GÖKALP

3

-

MESLEKi AHLA K

Vatani a h l a ktan sonra, mesleki a h l a k gel ir. Eski Türkler mesleğe yol derlerdi ve yolda büyüğü, soyda büyükten i l eri sayarlard ı . Bektaşilerin «Belden gelen seyyid değ i l , elden gelen seyyidd i r » demeleri de, yo­ l un soydan daha önce geldiğini gösteri r. B i r Atasözü « yoldaşların baba n ı n a basına a k ı n ederlerse, sen de beraber a k ı n et» d iyor ki, bu da yoldaşlar ı n, soydaş­ l a rdan daha i leride olduğu n u gösterir. Eski Türklerde biti kçi l er yönetici s ı n ıf torunlar, kam l a r, buyruklar, udıyle dört yola a yr ı l m ıştı. Sonra ları, Osma n l ı dev­ rinde bun lardan m ü l kiye, i l miye, seyfiye, ka lemiye adları ver i len dört yol meydana geldi. Ekonom i k mes­ lekler de bunlardan ayrı olara k vardı . Anado l u Sel­ çukl u l u la rı n ı n son zama n l a rda Ahi ler tarikatı, mesleki örgütlerin fütüvvet prensi b i ne dayanan küçü k kuru­ l uşlar ha l i nd e ortaya ç ı kt ı . Fütüvvet i n sözlü kteki a n ­ lamı babayiğitl i k'tir. Ter i m anlamı ise, dünyada ve ah­ rette hal k ı nefsine tercih etmek ve hal ka önce l i k ta­ n ımaktır. Osman l ı devletindeki esnaf lonca ları ve ket­ hüda l ı kları, bu eski Ahiler örgütün ü n devam ı ndan i barettir. Eski devirde b u çeşit esnaf örgütü böl gesel b i r durum gösteriyordu. Yan i her şehrin esnaf loncaları kendisine mahsustu. Böl g e ekonomisi döneminde, bJ esnaf lonca ları fayda l ı bir role sa hipti. Fa kat bölge eko­ nomisinin yer i n i m i l l et ekonomisi a l ı nca, bu lonca lar zarar verici bir duruma d üştü ler. Çünkü bölge ekono­ m isi döneminde, bölgesel lonca la r norma l d i . M i l l i e ko­ nomi döneminde ise a nca k m i l l i loncalar fayda l ı ola­ b i l i rlerd i . İ şte bu sebepten dolayıdır k i , bugün eski - 195 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

esnaf lonca la r ı n ı devam ettirmeye ça l ışma k doğru de­ ği ldir. Onları y ı ka ra k, yerlerine merkezleri, Devlet merkezinde o l ma k üzere m i l l l loncalar kurma l ıdır. Mesela derici esnaf ı n ı ele a l a l ı m : H e r şeh i rde bir derici loncası kurma l ı . Fa kat, başına bir şeyh veya ket­ hüda deği l , bir genel sekreter geçirmeli. Her şehirde bütün lonca ların delegelerinden meydana gelen bir genel kurul yaparak, buna iş borsası a d ı n ı vermeli, bunun görevi o şehi rdeki bütün lonca l a r ı n ortak işle­ rini görmek ve şehrin ekonomi k ha ya t ı n ı düzenle­ mek o l ma l ıdır. Yine derici loncasına gelel i m . H e r şehirde derici loncası kurulduktan sonra bunlar a rasında federasyon yapara k Devlet merkezinde bir Derici Federasyon u Ge­ nel Merkesi meydana getiri l ir. Ayn ı zamanda, Devlet merkezinde, bunun gibi öteki loncaların federasyonla­ r ı n ı n Genel Merkezleri de meydana gel ir. Devlet mer­ kezinde bu Genel Merkezler i n seçti kleri delegeler top­ lanara k, lonca lar konfederasyonu meydana getirirler ve bu konfederasyon u n Genel Yönetim üyelerini seçerler. Fikirle i l g i l i meslek mensupları da, birer mesleki fede­ rasyon hal ine g irerek bu konfederasyona katı l ı rlar. O zaman bütün meslek! top l u l u kl a r, d üzenl i b i r ordu du­ rumunda b i r l eşmiş olurlar. Bu örgütün meydana gelmesi mesleki a h la ka bir g ücü sağlar. Çünkü bizde henü z mesleki top l u l uklara a i t mesleki a hlakların h i ç bir baskı ve yaptırma kuvveti yoktur. Herkes hayatı n ı bir hekime, hukukunu bir avukata, servetini bir notere, çocuğunu b i r öğretmene, din işlerini a k ı l dan ıştı ğ ı bir müftüye b ı ra kıyor. B u şeki lde emanete karş ı l ı k, o kimsenin bu

y a pt ırma

- 1 96 -


ZİYA GÖKALP

meslek sahiplerin i n görev l erini layı k ıyle yaptırmak için el inde hiç bir bask ı k uvveti yoktur. Bununla be­ raber, her hangi bir kişi hayatı n ı, hukukunu, serve­ tini, çocuğunu, sırları n ı emanet ettiği bu kişileri hiç bir şeki lde kontrol edemezse de, mesleki topl u luklar ken­ d i meslekdaşla r ı n ı kontrol edeb i l irler. İ şte böyle bir kontrol içindir ki, her meslek, kendi meslekdaşlaıı içi n bir yönetmel i k düzen ler ve bir disip l i n kuru l u kurar. Yönetmel i k m esleki' a h l a k ı n kura ll a r ı n ı gös­ terir. Disip l i n kurul u da mesleki a h l a k ı n bu kura l lara uymayan meslekdaşlar hak k ı nda uyarma, tekdir, ge­ çici veya süre k l i meslekten a l ı koyma cezalarından bi­ r i n i ver i r .

İşte mesleki kurul ların bu şekil kontrolü, bü­

tün vata ndaşların ihtisas sa h i bi kişiler tarafından uğra­ yabi lecekleri zararlara engel olur. Mesleki örgütün bir faydası da aynı işi yapan yol­ daşl a r a rası nda yardı mlaşma sandı k ları meydana getir­ mek, loncaya mensup ihtiyarları, sa katları, hasta ları, yetim ler i ve d u l ları bu sa ndıktaki para larla geçindir­ mektir. Çocu klar ı n eğiti m i ve gençlerin tek n i k yön­ den yükselti l mesi de bu yardı mlaşma sandı kların ı n görevleri arasındadır. Bundan başka, mesleki fede­ rasyonl a r, kendi sanatla rı n ı n gel işmesi için de para harcarlar ve ça l ışırla r. Mesela, sanayi ü l kelerinden mütehassıs getirilmesi, sanayi ü l kelerine ogrenci gön­ der i l mesi, orta k makineler ve d iğer gerekli maddele­ ri getirmek ve üretim veya t ü ketim kooperatifleri kurmak g i bi işler, her meslek dal ı n ı n yüksel mesi n i sağlayacak girişimlerdendir.

M i l l i birliği kuvvetlendirmek böl ümünde mesl e­ ki a h l a k ı n meydana getireceği bi r l i k hakkında açık- 1 97 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

l a mada b u l u nduğumuzdan burada bu kadarla yetin­ dik.

4

AİLE AHLAKI

Eski Türklerde a i lenin dört derecesi vard ı : Boy, soy, törkün, bark. 1 ) Boy : Eski Oğuzlarda a i le a d ı , boy adıyd ı . Fa­ kat Avrupa'da a i le adlar ı n ı n a ks i ne olara k, küçü k ad- , dan önce gel ird i . «Sa l ur Kaza n , Böğdüz Emen, Kayan Selci kıı adlarında birinci kel imeler boy adı , i k i nci kA­ l i meler küçük addır. Bu adları Dede Korkut kitabında görüyoruz. Kaş­ garl ı Mahmut da sözlüğünde d iyor ki, bir a da m ı n k i m olduğu a n l a ş ı l m a k isteni ld i ğ i nde «Hangi boydansı n ? » diye sorul ur. Bununla beraber, boy ad ı n ı n küçük a d­ dan sonra geldiği de olmuştur. Yunus Emre'deki, Emre kelimesi, Oğuz İ l i nin Emre boyundan baş ka bir şey deği ldir. Oğuzlarda her boyun kend isine özgü b i r Damga­ sı, bir Ong un'u bir Söyük'ü vardır. ( Bu konu için Türk Töresi'ne ba k ı n ız.) Oğuzlarda her boy sürülerine, hazinelerine kendi damga ları i l e n işan koyarlard ı . Ya­ kutlarda boya, Sip adı veri l irdi . Bu kel i me Anado l u Türkçesi nde Sop şek l i n i a l m ıştır. Yakutlarda Sip' i n ki­ şi leri arasında e konomi k bir ortakl ı k vardır. Bir adam. mensup bul unduğu Sip'in içinde istediği evde saat­ l erce oturup uyuyabi l irdi . Demek ki, bir kişi n i n kendi boyu içinde her evi k u llanma yetkisi vard ır. Arazin i n mülkiyeti Sip'lere a i ttir. Küçü k a i leler, bu ortak a raziyi zuğ'lara bölerek, ayrı ayrı ekebi l irler. Fa kat m ü l kiyeti dai ma ortaktır. Ve gerekirse yeni bölü nmeler olabi l ir. - 1 98 -


ZİYA GÖKALP

Cengiz yasas ı na göre k ırkar evl i k her top l u l u kta y ı l da dört evlenme olması gerekirdi. Deli ka n l ılar fak i r ise, b u top l u l uklara paraca yard ı m edi lerek onların evlenmele­ ri kolaylaştır ı l ırd ı . Her kırk evde dört evlenme ol maz­ sa, başları sor u m l u olurdu. Bu topl uluklar baylardır. Türklerde i k i türlü a kra ba l ı k terimi vardı : Biri boya, yani kara ktere a itti : Herkes boy içinde kendisinden büyük olan bütün erkeklere ici, kendisinden büyük olan bütün kadınlara aba adların ı verirdi. Kendisinden k üçü k olan erkeklere ini, kendisinden küçük olan kız­ l ara sinkil adlarını verirdi. Kendisi i l e yaşıt olan er­ keklere de atı adını verird i . Bu kel imeler de sonra ları bazı değişikliklere uğ­ ı . rad Oğuzlar ici y er ine .ağa kel i mesi ni, a ba kel imesi yeri ne de a bla kel i mesini koydu lar. Atı kel imesi de ata şekli n i a lara k başka anlaml ara geldi. Boyun hem ana boyu, hem de baba boyu biçimleri vardır. 2 ) Soy : Soy Latinlerin cogna, Almanların zippe, Fransızların parentele adlarını verdi kleri topl u l uklar­ d ır. İ lerde göreceğimiz törkün topl u l uğunun dışında ka lan a mca oğ l u, dayı oğlu, teyze oğlu, hala oğl u gibi a krabaların toplamıd ır. Soyda, hem ana tarafından, hem de baba tarafından a kraba olanlar dahildir. Bi­ rinci lere ana soyu, i kinci lere baba soyu denir. Eski Türklerde ana soyuyla, baba soyu değerce birbirine eşitti. Ana soyuyla, baba soyunun eşitliğini bazı kurul uşlarda açı k bir şekilde görüyoruz : Eski Türklerde asa l et , sadece baba tarafından gel­ mez, ana tarafından da a ran ırd ı . Bir ada m ı n asil olması için, hem baba tarafından, hem de ana tarafından asil ol ması gerekird i . Bugün bile Harze m'deki Türk­ menlerde bir kız hem babası, hem de anası Türkmen - 1 99 -


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK SAİR

olmayan bir erkekle evlenemez. Çünkü bir ada mırı yal n ız babası n ı n Türkmen olması, asil olması demek değ i ldir. Tamamen asil o l ması için, m utlaka anası da Türkmen olma l ıdır. Sülalelerin kuru l uşunda n sonra d a bu i ki tür l ü asalet devam etti. Bu devirde, baba tarafınd a n prens olanlara Tekin, ana tarafı ndan prens olanlarc;ı İnal ad­ l a rı ver i l irdi. Bir şehzadenin Hakan olabilmesi için onun hem Tekin, hem de inal olması, yan i hem baba, hem de ana tarafından sülaleye mensup bulunması gerekird i . İran'ın Kaçar sülalesinde bu kural h a l a geçerlidir. Eski Türklerde s ü l a l e tara f ı n dan soyda b ü y ü k o l a n �ehzade h ükümdar olurdu. Osman l ı hanedan ında da kural böyle idi. Oysa gerek Avrupa 'da, gerek M ısır' da, evde büyük olan şehzade h ük ümdar olur. Boy devri geçtikten sonra soy a d ları, a ile a d ı ol maya baş­ l ad ı . Çapanoğ u l ları, Koza noğu l ları gibi. 3) Törkün : Kaşga r l ı M a h mut'a göre bir evde oturan asil a i l eye, eski Türkler Törk ü n derlermiş. Tör­ küne ait a kraba l ı k terimleri, boy içindeki a kraba l ı k te­ rimleri n i n a ksine olara k kişisel a kraba l ığ ı gösterirler . ,

Akan Öke Er Konçuy Uru oğul Kız oğul

Baba Ana Koca Karı Erkek evlat Kız evlat

Durkheim'in yaptığı a i l e sıra l a ması na göre, toplul uğa pederi a i l e d iyebi l i riz. - 200 -

bu


ZİYA GÖKALP

Pederi a ile, pederşa h i a ileden çok far kl ıdır. Pe­ deri a i lede, babanın, eşi ve çocukları üzeri nde yal n ız demokra t i k bir egemenliği vard ı r ki, buna pederane velayet ve koca velayeti a d ları veri l ir. Pederşahi a il e­ de ise a i l e reisin i n gerek çocukları, gerek karısı üze­ ri nde sulta'sı yani sulta n l ı k hakkı vard ı r. Çocukla r ı i l e beraber eşi v e a ileye dah i l bütün öteki kişil er a i le reisinin adi malları durumunda idi. Bunları isterse sa­ tar, isterse öldürürdü, isterse bir başkasına bağışlard ı . Törkün, Türklerce baba ocağı ded iğ i m iz şeydir. Aile Tanrısı bu ocakta barındığı için, oca ğ ı n ateşinin h iç sönmemesi gerekird i. Bundan ötürüdür ki, büyük ve ortanca karde:şler, ev l enerek rö r kü n ü terkettikten sonra, törkünde oca k bekçisi olara k küçü k kardeş ka­ l ı rdı . Bel i r l i za man larda baba ocağı nda toplan ılarak ataya saygı tören leri 'lapı l ırdı . Türkler, y urt gibi oca­ ğ ı da u nutmazlard ı . Yurttan ve ocaktan uza klaşma kla beraber, y urt ve oca k sevg isi onlarda güçlü bir bağ hü kmünde idi. 4 ) Bark : Eski Türklerde bir del i ka n l ı evlenecek yaşa geli nce, bir yiğitl i k s ı na v ı geçirerek, i l mec l isin­ de yeni bir a d alırdı. Böylece, İ ldaş mahiyetini, erkek (ermiş) değerini a larak vatandaşl ı k ha kkına sah i p olurdu. Yan i baba n ı n vel i l iğinden çıkarak, H a ka n ı n ge­ nel h imayesi a lt ı na girerd i . Bu del i kan l ı, a ilesin i n ma­ l ından pay ı n ı a lmak için, babas ı n ı n, a nası n ı n ö l mesi n i beklemezd i . Evleneceği sırada, a i le mal ından kendi ne düşecek olan mirası peşi n a l ı rd ı . Evleneceği k ı z da yu­ m uş adıyla bir çeyiz getirird i . Bu çeyiz ebeveyn i n ve a kraba n ı n verdiği armağa n la rdan ibarettir. Gel inle, damat mal ların ı birleşti rerek, ortak bir ev sah i bi ol urlard ı . Bun lar ne erkeğ in baba oca ğ ı nda, - 201 -


100

BÜ'YÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

ne de kızın törkününde oturmazlar, yeni bir ev ku­ rarlard ı . Bundan dolayıdır ki Türklerde, her evlenme­ den yeni bir ev doğard ı . İzdivaca, evlenmek ve ev bark sahibi olmak den i l mesi de bundan ötürüdür. Te­ kelerde, gel i n l e damadı n çad ı rı yeni yap ı l d ığ ı için be­ yazdır. Bu sebepl e onc:ı ak ev den i l i r. Öteki çad ı rl a rsa zamanla esmerleşmiş lerdir. Eski Türklerde, ev, Arap­ l a rda olduğu g ibi ya l nı z koca n ı n değ i ldi, karı i l e koca­ n ı n ortak mal ıydı . Bu sebeple evi n erkeğ ine ev ağası den i ldiği g ibi, evin hanı m ı na da ev kad ı n ı adı verilird i . Törkünün perisi ocakta barındığı gibi, a k evin perisi de barkta yaşardı . Evin per ileri, biri kocaya, öte­ ki karısına a it olmak üzere i k i tane i d i . B i r i nciye öd ata, i k inciye öd ana derlerdi . Gel in, her sabah bir par­ ça tereyağın ı ocağa atar ve «Öd a na , öd ata » d i ye dua ederd i . Ota ğ ı n sağ ı nda damat, sol unda gel in otururd u . Sağda kısra k memeli, solda inek meme l i olmak üzere i ki put vard ı . Sağdakine ev sahibinin kardeşi , soldaki­ ne ev sahibesinin kardeşi den i l irdi. Bun lar koca i l e ka­ rısı n ı n totemleri idi . Eski Türklerde eşi k d e kutsa l d ı . Yaba ncı bir adanı eşiğe basarsa çarpı l ırdı. Evlerin saldırıdan korunması kura l ı, eşi kler i n bu kutsa l l ığ ında d i nsel bir baskı un­ suru b u lm uştu. 5) Türk feminizmi : Eski Türkler, hem demokrat, hem de kad ı n ha klarına sayg ı l ı feminist kişilerdi. Za­ ten demokrat olan topl umlar, gene l l i kle kadı n hakla­ r ı na sayg ı l ı o l urlar. Türklerin kad ı n haklarına sayg ı l ı olma larına başka b i r sebep de, eski Türklerce Şama­ n izmin kad ı n larda ki kutsal kuvvete dayan ması idi. Türk şamanları, sihir k uvvetiyle harika lar yarata b i l mek için, - 202 -


ZİYA GÖKALP

kendi lerin i kadı nl ara benzetmek zoru nda idi ler. Ka­ d ı n elbisesi g iyerler, saçlar ı n ı uzatırlar, sesl erini incel­ tirler. Bıyık ve saka l la r ı n ı keserler, hatta gebe kal ırlar, çocuk doğ u rurlard ı . Buna karşı l ı k toyon izm d i n i de erkeğin kutsa l kuvvetinde, Kut'unda görün ürdü . To­ yon izm i l e Şaman izm'in değerce eşit olması, hukuk­ ça erkek ve kad ı n ı n eşit tan ınması na sebep olmuştu. Hatta, her işin gerek Toyonizm'e ve gerekse Şama­ n izm'e dayanması gerektiğ inden, her işe ait toplantı­ da kadı n la erkeğ in b i r l i kte olması şarttı : M esela ka­ munun vel i l iği, Hakan ile Hatun'un her i kisinde orta k olarak ortaya ç ı ktığ ı için, bir genelge yazıldığı za­ man, «Ha ka n buyuruyor ki ıı deyimiyle başlarsa ona itaat edi lmezd i . Bir genelgenin itaatla karşılanması için, mu tlaka « Hakan ve Hatun buyuruyor ki» sözüyle başlaması gerekird i . Ha ka n tek başına, bir e l çiyi hu­ zuruna kabul edemezd i . Elçiler anca k sağda Hakan, solda Hatu n oturdukları bir sırada , i kisinin birden hu­ zuruna ç ı kard ı . Şölenlerde ken keşlerde, kurultaylarda, i badetlerde ve ayinlerde, savaş ve barış toplantıların­ da, Hatun da mutla ka Hakan'la beraber b u l unurdu. Kadınlar örtünmeye ait hiç bir kayıtla bağ l ı değ i l lerd i . Ha ka n ' ı n hükumette ortağı olan Hatun'a Türkan (Ter­ ken) adı ver i l ird i . Hatun, Ha ka n süla lesine mensup bü­ tün prenseslerin orta k ünva n ı idi. Türkan ' ı n da, m ut­ l a ka hatun lardan olması gerektiğinden, ona da sadece Hatun den i lebi l irdi . Eski Türklerde eş ( ka r ı ) ya l n ı z bir ta ne ola b i l i rd i . Savaş sürelerinde Haka n ların v e Beylerin b u gerçek eşlerinden başka, kumcı. a d ı y l e başka i l l ere mensup oda l ı kları da bul unabi l i r d i . Bunlar resmen eş ( karı. ) olara k kabul edi l mezlerd i . Bunlar adeta bir çeşit ka- 203 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

nuna uydurulara k a i lenin ıçıne a l ın m ışlard ı . Kurnala­ r ı n çocukları öz a nnelerine «anne» d i ye hita p edemez­ ler, « teyze» diye çağ ırırlard ı . «Anne» hitabı n ı babala­ rının gerçek eşine söyleyebi l irlerdi. Aynı zamanda ku­ rna ların çocukları mirasa da sah i p olamazlard ı . K urna­ ların oğu l ları -babaları Hakan olsa b i le-- asla H a ka n olamazlard ı . Kurna ların, hatunlardan farkı ş u d u r ki, kuma l a r, Hakan'ın kendi i l i nden deği l di ler. Hatun ise Hakan'ın kendi i l inden idi. Kuma, Çin prenseslerin­ den ise, Konçuy a d ı n ı a l ırd ı . Konçuy d iğer kurna lar­ dan önce gel irdi, fakat Konçuyların üstünde de Hatun vard ı . Moğol devrinde, hatunların sayısı da a rtmağa başladı . Fakat, bunlardan ya l n ız b i r tanesi Türkan, ya­ ni M el i ke payesi nde b u l u nu rdu. Esk i Türklerde, kad ı n l a r genel l ikle a mazon idi­ ler. Binici l ik, silah kullanmak, yiğitl i k Türk erkekleri kadar Türk kad ı n la rı nda da vard ı . Kad ı n l a r, doğru­ dan doğruya, hükümdar, ka le koruyucusu, val i ve elç; olabi l irlerdi . Özel l iğ i o l mayan g_ilelerde de, e v ortak olara k, ka­ r ı i l e koca n ı n i kisine a itti . Çocuklar üzerindeki vel i l i k ha kkı, baba kadar, anaya d a a itti . Erkek daima karısı­ na saygı gösterir, onu ara baya bindirerek kendisi a ra ba n ı n a rkasında n yürürd ü . Şöva lyelik, eski Türkler­ de genel bir karakter idi. Feminizm de, Türklerin en önem verd i kleri düsturlardan biriydi. Kadınlar ma l ı kul lanma hakkına sahip oldukları g i bi, dirliklere ( be­ l ır l i bir yerin gel irinin bir kişiye veri l mesi ) zeametlere, haslara, evlere de sahip olabil irlerdi . Eski kavi mler arasında, hiç bir kavim Türkler kadar, kadın cinsiyeti­ ne hak vermemişler ve sayg ı göstermemişlerdir. Ana soyu i le, baba soyunun eşitliğ i , soy böl ümünde bel i r- 204 -


ZİYA GÖKALP

t i ldiğinden burada tekrar edi lmesine gerek yoktur. 5

-

CİNSEL

AHLAK

Eski Türklerde ci nsel a h l a k da çok yüksekti . Ya­ k utlarda, Yuna n l ı ların Venüs'üne karş ı l ı k b i r doğ u m ta nrıçası vardı r ki a d ı na Ayzıt denir. Bu tanrıça , kad ı n lar doğ u m yapacağı zaman i m­ datlarına yetişir, onların kolayca doğurmasına yardı m eder; üç g ü n lohusa n ı n baş ucunda bekledi kten son­ ra, çevresindeki dere, tarla, a ğaç, çiçek peri leriyle gök­ yüzünün üçüncü katı nda ki sarayı na döner. Bununla beraber, Ayzıt'ı n hiç hoşgörü i le karşıla­ madığı bir şartı vard ı r : N a m usunu korumam ı ş olan ka­ d ın ların yard ı mına, ne kadar ya lvarırlarsa yal varsın­ lar ve ne kadar değer l i kurbanlar ve a rmağan la r su­ narlarsa sunsunlar bir tür l ü gel mez. Bundan başka Ayzıt'e özgü bir yaz bayram ı var­ d ı r. Bu bayra m ı n saba h ı nda evlerin her tarafı son de­ rece temiz ve süslü b i r ha le kon u l ur. Herkes en gü­ zel elbiselerini g iyer. En çok sevdi ğ i yemekler han­ g i ler i ise, onları yer. Herkes m utlaka güleryüzlü ol ur. B u sırada � k Şaman, e l i nde sazı olduğu haıde gel ir, ( kış ayinlerini Kara Şaman, yaz ayinlerini A k Şam a n yönetir ) dokuz genç kızla, dokuz del ika n l ı seçerek bunları i k işer i k işer elele tutturara k asker g ibi d izer. Ve kendisi sazını ça lara k onları gökyüzüne ç ı kıyorlar­ m ı ş gibi i leri doğru yürütür. Sazını çalarken, Ayzıt hakkında i la hileri de söyler. Bu güze l l i k dolu a lay, güya gökyüzünün üçüncü katına geldiği zaman, Ay­ zıt'ın sarayını koruyan yasakçılar el lerinde g ümüş kır­ baçlar olduğu ha lde meydana ç ı karlar. Alay içinde na- 205 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

mus yönü nden kusuru olan varsa, onları geri çevire­ rek diğerlerinin Ayzıt'ı n sarayına g itmes i ne izin ve­ rirler. işte, namusun bu baskı unsurları, eski Türkler­ de, cinsi ahlakın yüksek olduğunu ve erkekle kad ı n ı n bu ahlakta ayn ı derecede y ü k ü m l ü b u l unduğunu gös­ teriyor. Eski Türk kadın ları, tamamen hür ve serbest ol­ d ukları hal de, boş işlerle uğraşmazlard ı . «Ahlak-ı A l a i » kitabı nda yazıldığına göre Selçuklu prenseslerden biri Kazv i n şehr i n i n sa hibesi idi. Her yıl i l kbaharda, bu şehrin kenarına gelerek yeş i l bir ç i menl iğe otağ ı n ı kurard ı . B i r y ı l , Kazv i n l i l er, şehrin l ağ ı m ı n ı ya ptırmak üzere ara ları nda para toplamışlardı . Bu iş için daha bir m i ktar a ltına gerek vardı. Şehirli ler bu paray ı da Hanım S ul tan'dan istemeğe karar vererek i leri gelen­ l erden bir kurulu, Hanım Sultan'ın h uzuruna gönder­ d i ler. Bu kurul, otağa yaklaş ınca, otağın önündeki bir sandalye üzerinde oturan Hanım Sulta n'ın, bir örgü örmekre olduğunu görünce, «bu haris kad ı n ı n bize para vermesine imkan yoktur» diye geldi klerine piş­ man oldular. Fakat Han ı m Sultan tarafından da gö­ rüldü kleri için geri dönemezlerd i . i ster istemez, Sul ­ tan' ı n huzuruna geldi ler v e ha l k ı n teklifini i lettiler. S u l ta n, bütün g ider i n kendisi tarafı ndan karşılanaca­ ğ ı n ı söylerek, toplana n para ların sa h iplerine geri ve­ r i l mesi n i emretti ve hazinedarını çağırıp lağımlar için gereken bütün parayı kurula tes l i m etti. Kuruldaki b i r i htiyar, Sultan'a el i ndeki örgü işinden dolayı a k ı l ların ı çelen k uşkuyu bildirdi. Han ı m Sulta n şu cevabı ver­ d i : « Evet ben i m el işiyle oyalanma m ı gören bütün İ ra n ha l kı şaşırıyorlar. Oysa beni m a i lem içinde bü­ tün kadı n lar beni m g i bi süre k l i el işiyle uğraşırlar. Biz, - 206 --


ZİYA GÖKALP

sa ltanat işlerini bitirdikten sonra boş durmama k için, fa k i r kadınlar gibi, hep el işleriyle ve ev işleriyle uğ­ raşırız. Böyle davra n ışım ız, soyumuz için bir ayıp ha­ reket deği l , a ksine büyük bir şereftir.» İşte, eski Türk kadı n ı böyle düşünür ve böyle hareket ederdi . 6

-

GELECEKTE A İ LE AHLA K I NAS I L OLMALI ?

Türklerin, gerek a i le ahlakı nda ve gerek cinsel ahlakta ne kadar yü ksek olduklarını bundan öncekt bö l ü m lerde görd ü k . G ü n ü m ü z ü n Tür kler-i b u eski ah­

lakı tamamen yitirm işlerdir. İ ran ve Yunan uygarl ı k­ ların ı n etkisiyle , kad ı n lar esir hayatının içine d üş­ müş, hakları aşağı bir seviyeye inmiştir. Türklerde, m i l l i kü ltür ü l küsü doğunca, eski törelerin bu güzel kura l la r ı n ı hatırlama k ve diri ltmek gerekmez m iydi? ݧte, bu sebepled i r ki, ü l kemizde Türkçül ü k akımı do­ ğar doğmaz, feminizm ü l küsü de beraber doğdu. Türkçülerin hem hal kç!, hem de kad ı n taraftarı ol­ maları, yal nız, bu yüzyı l ı n bu iki ü l küye değer ver­ de­ mesinden ötürü değ i ldir; eski Türk hayatı nda mokrasi i l e feminizmin iki önem l i unsur olması da bu konularda büyük bir rol oynam ıştır. Başka m i l letler, çağ ım ız ı n uygarlığına g irmek için� geçmişlerinden uza klaşma k zorundadır. Oysa, Türk­ lerin çağdaş uyga r l ığa g irmeleri için, yal n ız eski za­ manlarına dönüp, ba kma ları yeter l idir. Eski Türkler­ de, d i n i n aşırı ve işkence verici ayi n lerden ve ol um­ suz tap ınma lardan arınmış olması, aşırı d i ndar l ı ktan ve d i n tekelci l i ğ i nden kurtulmuş b u l unması, Türkleri gerek kad ı n lar ha kkı nda, gerek diğer kavimler hakkın- 207 -


100 BÜYÜK EDİP

100

BÜYÜK ŞAİR

da çok hoşgörü sah i bi yapmıştı . Eski Yunan l ı la r ı n uy­ gar l ı kta öğretmenleri İskitler, eski Keldanllerin Sü­ mer l er olduğu g i bi, eski Germen lerin ustaları ve eğ it­ menleri de Kunlard ı . Gelecekte tarafsız bir tarih, de­ mokrasi i l e femi nizm i n Türklerden dcğduğunu itiraf etmek zorunda kalaca ktır. O halde , gelecekteki Türk a hl a k ı n ı n esasları da m i l l et, vatan, meslek ve a i l e ü l ­ kü leri i le birl i kte demokrasi v e femi nizm olmal ıdır. 7

-

M EDEN I AHLA K VE K İ Ş İ SEL AH LA K

Durkheim'e göre, a h l a ki görevl eri n amaçları kişi­ ler değ i l , toplu l u klardır. M i l let, meslek ve a i l e topl u­ l u klar ı n ı n a h laki görevlere ve ü l külere ne biçimde amaç oldukları n ı gördük. Fakat bunlardan başka, s ı ­ n ır ı bel i r l i ol mayan bir topl u l uk daha vardı r ki, buna uygar l ı k topl u l uğu den i l i r ve kişiler, işte bu topl u l u­ ğa dah i l oldukları için, top l ul uğ u n a maçlarına orta k o lurlar. Uygarl ı k topl u l u ğ u önce, k l a n ( 1 ) hal inde başlar. Önceleri topl umlarda, bir kişi için saygıdeğer ve hukuk sahibi olan kişiler yal n ı z kendi kla n ı na mensup olan insa n lqrd ı . Bundan dolayıdır ki, bu toplu mlarda klan içinde kan davası sürdürülmezdi, çünkü k l a n bir barış çemberi idi . İ l kel toplumlar gel işti kçe, bu ba­ rış çemberi klanda n frateriye {2) , frateriden aşirete, aşiretten daha büyük birleşmeye, buradan şehirleş(1)

Klan

:

-Fransızca- Sosyolojide aileden geniş

topluluk.

(2)

Frateri

:

-Fransızca- Sosyolojide ilkel toplum

sırasında ikinci basamak.

- 208 -


ZİYA GÖKALP

meye, şeh i rden kavmi devlete, kavmi devletten i m­ paratorl uğa geçerek gitti kçe genişledi . Barış çemberi genişledikçe, hukuka sah i p ve a h l a ki görevlere amaç olan kişilerin say ı ları da b u çemberlerle birlikte ço­ ğa l d ı . İşte böylece, bazı l a r ı n ı n kişisel a h l a k ve bazı­ ları n ı n da uygar a h l a k a d ı n ı verdi kleri a h l a k da l ı da çemberin i genişlett i . Uygar a h l a k ı n o l u m l u v e ol umsuz o l m a k üzere i ki çeşit amacı vardır. Ol umsuz amaçında esas adalet'­ tir. Ada let, fertlere hiç bir biçimde saldırmamaktır. O l u m l u amacı n ı n esası ise şefka tt ir. Şefkat kişilere da ­ ima iyi l i k etmektir. Uygar ahlakın ikinci bir olumlu amacı daha vardı r ki o da, yap ı l a n sözleşmelere bağ l ı kalmaktır. Eski Türklerde Gök Tanrı barış i la h ı oldu­ ğ u için, aynı zamanda a da let ve şefkat ilahı idi. Bun­ dan başka, Türklerin b u faziletlerde ne derece yüksek olduğunu Türk tarihi göstermektedir. Uygar ahlak, öze l l i kl e kişilerde, kiş i l iğin yük­ sek ol masına daya n ı r . Eski Türklerin d i n i nde, kişi liği gösteren timsa l ler de vardır. Yakutlara göre, her in­ sanda tiıı adı veri len maddi ruhtan başka, üç çeşit manevi ruh da vardır. Bunla ra, eş, sur, kut a d ları ve­ r i l ir. Eş, can l ı ve cansız bütün var l ı �larda orta ktır. Sur nefes alan var l ı klara a ittir. Kut ise, yal n ız i nsanla, ata ma hsustur . i nsa n ı n k ut l u olmas ı , keramet ve kişil i k sah i bi olması demektir. K ur'an-ı Kerlm'de «Adem .oğul larını tekrim ettik» buyuruluyor ki, « İ nsan ları kut­ l u k ı l d ı k » demektir. Eski Türklerin m itoloj isine gör� insanların ruhu, üçüncü kat gökte bul unan Süt göl ün­ den a l ı nı rd ı . Türk Şaman larına göre insan ruhunun da i ma ü l külere ve yükseklere açık olması , aslının gök­ le i l g i l i ol uşundanmış. Bundan başka her m i l let, ku- 209 -

F.

:

14


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

r u l ur ken, Gök Tanrı bir a ltın ışı k şek l inde yeryüzüne i nerek o m i l leti kendi ruhunun nefesiyle ve kendi ru­ hu ile döl lendirmesi ile kutlu kı lard ı . Türk d i n i n i derin incelersek, uygar a h l a ka esas olaca k daha bir çok timsal ler bulabiliriz. Bunla r hak­ kında geniş bilgi isterseniz, Türk Töresi a d l ı eserimi­ zi okuyunuz. Görü lüyor ki Türkçülüğün öneml i b i r a macı da uygar a hlakı yükseltmektir. Vatani ahlaktan sonra, mesleki ahlak, mesleki a hlaktan sonra a i le ahlakı gel­ diği g i bi, a i l e a hlakından sonra da uygar a h l a k gel i r. 8

-

U LUSLA RARASI AHLAK

Kişil erin birbirine karşı iyi l i ksever ve i y i l i k yapar olmaları uygar a h l a k a d ı n ı a ldığı gibi, m i l letlerin bir­ birine i y i l i ksever ve iyi l i k yapar olmasına d a u l uslar­ arası a h l a k adı veri l ir. Eski Türkler, barış d i n i ne bağl ı oldukları için başka m i l letlerin din, siyaset ve kültür­ le i l g i l i olan var l ı klarına sayg ı gösterirlerdi . Hatta, kendilerine İç il ve başka m i l letlere dış il adlarını ve­ rerek bütün mi l letleri bir barış çemberi içinde, bir u l uslararası bir.l i k hal i nde görürlerdi. Orhun kita be­ sinde de öteki m i l letlere Çilki il a d ı veri l iyor ki, d ış. il i le aynı a nl amdadır. Eski Türkler, bu diş il deyi­ miyle, u luslararası birl i k kavra m ı n ı a nladıklarını gös­ teriyorlar. Çünkü i l kel imesi eski Türkçede barış çem­ beri a n l a m ı na gel ird i . Her m i l l etin b i r iç il olması, da­ h i l i bir barış çemberi meydana getirmesinden i baret­ t i . Bununla beraber, bu iç i l, diğer m i l l etlere de, ya­ bancı gözüyle bakmaz, onları da birer i l yan i barış tapınağı hal inde görürdü. Ya l n ız şu farkla ki kendisi­ ne iç il ve diğerler i ne dış il a d ı n ı verirdi. - 21 0 -


ZİYA GÖKALP

Eski Türklerin yen i k m i l letlere, sonradan kapitü­ l asyon adıyle başı na bela olan olağa nüstü ayrıca l ı klar bağ ışlamaları, Türk harsındaki u l uslararası bir l i k görü­ şi.inün bir son ucudur. Gelecekte, M i l letler Cemiyeti, şimdiki gibi yalandan değ i l , gerçekten kurul ursa, bu­ n u n en samimi üyesi, h iç kuşkusuz Türkiye Devleti ve Türk M i l leti ola ca kt ı r. Çünkü, geleceğe a i t bütün gel işmeler, tohum ha l i nde Türkün eski kü ltüründe vardır. Sözün kısası her m i l l etin yeryüzünde gerçekleş­ tireceğ i tarihi ve uygar b i r özel görevi vardı r . Türk m i l letinin özel görevi ise, ahlakın en yü ksek fazilet­ l erini gerçekleştirmek, o lanaksız sayı l a n fedakar­ l ı kların ve yiğitli klerin ya pı labi leceği n i ispat etmektir.

- 21 1 -


HUKUKi TÜRKÇÜLÜK

Hukuki Türkçül üğün amacı, Türkiye'de çağdaş bir h u kuk m eydana getirmektir. Bu yüzy ı l ı n m ı l letleri arasına geçebilmek için, en esasl ı şart, m i l ll hukukun b ü t ü n dal ! a r ı n ı teokrasi ( ') ve kler i ka l izm (2) a rtıkla­ r ından b üsbütün kurtarmaktır. Teokrasi, yasa ların Al­ lah'ın yeryüzündeki gölgeleri say ı la n h a l ifeler ve sul­ tan l a r tarafından yap ı l ması demektir. Klerika l izm ise esasen Allah tarafında n kon u lduğu i leri sürülen gele­ neklerin değiştiri lemez kanunlar say ı lara k, Allah'ın tercümanları kabul edi len d i n adamları tarafından yo­ rumla n masıdır. Ortaçağ devletlerinin bu i k i bel i r l i n itel iklerinden tamamen k urtul m uş olan devletlere çağdaş devlet adı ver i l i r. Çağdaş devletlerde, önce, gerek yasa yapmak ve gere'< ü l keyi yönetmek yetki l i leri doğrudan doğ(1)

Teokrasi

:

-Fransızca- Dini, bütünüyle

be­

nimseyip Tanrı adına hüküm sürdüğünü ileri süren dev­ let biçimi.

(2)

Klerikalizm

:

-Fransızca- Kilise insanlarının

özel ve genel hayata karışmalarına taraftar olan kişile­ rin ileri sürdükleri düşüncelerin tümü.

- 21 2 -


ZİYA GÖKALP

ruya m i l l ete aittir. M i l l etin bu yetkisini s ı n ırlandıraca k ve k ısacak hiç b i r maka m, h i ç bir gelenek ve hiç bir hak yoktur. İ ki nci olarak, m i l l etin bütün kişi leri tamamen bir­ birine eşittir. Özel üstü n l ü k l ere sah i p hiç bir kişi, h i ç bir a i le , h i ç bir s ı n ıf v a r olamaz. B u şartları taşıyan devlet şek l i ne demokrasi adı ver i l i r ki, hal k hükümeti demektir. H u kuki Türkçül üğün birinci amacı, çağdaş b i r dev l et meydana getirmek olduğu g i bi, i kinci amacı da meslek sahibi olanların kişisel çal ışmala r ı n ı , kamu n u n baskısı ndan kurtararak, uzmanların yetkilerine daya­ nan meslek özerkli kleri kurmaktır. Bu esasa dayanan bir medeni yasa i le, ticaret, sanayi, tar ı m yasaları, Ün iversite, Baro, Hekimler Derneği , Öğretmenler Bi�­ l iği, Mühendisler Derneği g i b i mesleki kuruluşların, mesleki özerkl i klerine da ir yasalar yapma k da bu amacın gereklerindendir. H ukuki Türkçü lüğün üçüncü a macı da bir çağdaş a i l e meydana getirmektir. Çağdaş devletteki eşitl i k i l kesi, erkekle kad ı n ı n evlenmede, boşanmada, miras­ ta, mesleki ve siyasa l h a klarda eşit olması n ı da ge­ rektirir. O ha lde, yen i a ile kan u n u ile seçim yasası bu esasa göre yapı lma l ıd ı r. Özet olara k, bütün yasalarım ızda , hürriyete, eşi t­ liğe ve ada lete ters düşen ne kadar izler varsa hep­ sine son vermek gerekl idir.

- 213 -


TÜRKÇÜLÜK

DİNİ

Dini Türkçü l ü k, d i n kitapların ı n ve yakarış i l e Türkçe ol ması demekt i r . B i r m i l ler, dinsel kitaplarını okuyup a n layamazsa, tabiidir ki d i n i n ger­ çek ma hiyetin i öğrenemez. Dua edenlerin, d i nsel öğüt veren lerin ne söyledi klerin i a n la ma d ığ ı ndan ibadet­ lerden h iç bir zevk a lamaz. İ mam-ı Azam ( 1 ) hazret­ leri, hatta namazdaki sureler i n b i l e m i l li d i l le okun­ masın ı geçerl i olduğunu beyan buyurmuşlardır. Çün­ kü, ibadetten a l ı naca k heyecan, anca k okunan dua la­ rın tamamen anlaş ı l masına bağlıdır. Ha l k ı mızın d i nsel hayatın ı incelersek görürüz ki, ayinler sırasında erı çok heyecan duyulanlar, namazlardan sonra, ana d i l i y­ le yap ı l a n içten gelen ya lvarışlard ı r . Müslümanların camiden ç ı karken büyük bir heyecan ve iç huzuru duyma ları, işte her kişinin kendi vicdanı içinde yap­ tığı bu gizli ya lvarışın sonucudur. Türklerin namazdan aldı kları yüksek zevkin b;r­ bölümü de yine ana d i liyle okun up, söylenen ilahiler­ dir. Özel l ikle, teravih namazları n ı can l a ndıran şey, şiöğütlerin

(1)

İmam-ı Azam

:

Ebu Hanife

filik mezhebinin kurucusu.

- 21 4

(699 - 769 ) .

Hane­


ZİYA GÖKALP

ır i l e muzı g ı n birleşmesi i l e meydana gelen Türkçe i lahi lerdir. Ramazanda ve d iğer zamanlarda Türkçe ve­ r ilen öğütler de ha l kta d i nsel duygular ve heyecanlar uyandıra n bir a m ildir. Türklerin e n çok heyecan a l d ı kları ve zevk duy­ dukları bir ayin daha vard ı r ki, o da mev l idi şerif o­ k unmasıdır. Şi ir i l e müziği ve yaşanmış olayları yapı­ sı nda toplaya n bu ayin, sonradan ortaya çı kmasına rağmen, en canl ı ayi nler s ı rasına geçmiştir. Tekkelerde Türkçe yap ı l a n zikirler s ı ras'ında oku­ nan Türkçe i la h ilerle, nefesler de büyük bir heyecan kaynağıdır. İşte bu örneklerden a n laşıl ı yor ki bugün Türkle­ rin ara s ı ra d insel bir hayat yaşaması n ı sağ layan a m i l ­ ler, dinsel i badetlerin a rası nda eskiden beri Türk d i ­ l iyle okunması na i z i n verilen ayinlerin v a r o luşları­ dır. O ha lde, d insel, hayatımızda da ha büyük bir he­ yecan ve iç huzuru vermek için gerek --g üzel sesle Kur'an-ı Kerim okuma lar hariç tutul ma k üzere­ Kur'an-ı Kerlm'i n ve gerek i badetlerle ayi n l erden sonra okunan bütün ya karışlarla, Al lah'a ya lvarışların ve dinsel öğütlerin Türkçe okunması gerekir.

- 21 5 -


İKTİSADI TÜRKÇÜLÜK

Türkler en eski zamanlarda göçebe hayatı yaşı­ yorlard ı . Bu zaman larda, Türk ekonomisi çoban l ı k esa­ s ı na dayan ırdı . O sıra larda, Türklerin bütün servetleri koyun, keçi, at, deve, öküz gibi hayvanlardan ve ye­ d i kleri süt, yoğurt, peynir, tereyağı, kımız gibi hay­ vansa l ürünlerden ibaretti. Giydi kleri de bu hayvan-_ farın pösteki leri, deri leri, yün leri ve yapağı ları idi. Gö­ çebe Türklerin sanayii de hep hayvansal ürün leri üze­ rine işlerd i . Develerin ayağından a ya k a d ı verilen kımız kadehleri, ö küzlerin uyl u k kemiğinden kımız süra h i leri yapı l ırdı. Hayva n ı n ne kemiğ i, ne boynuzu, n e bağ ırsağı, sözün k ısası hiç bir şeyi atı l mazd ı . Her dokusundan Türke özgü bir sınai imalat yapı l ırdı . Eski Türkler, ticarete d e yabancı deği ldi ler. İ l han­ l ı k devirlerinde, devletin en büyük gelir kaynağı, Çin' den Avrupa'ya ipek götüren ve Avrupa'dan Çin'e ka­ dife getiren Türk ticaret kervanlarıydı. O zaman Çin, H i n d, İ ran, Rusya, ve Bizans a rasındaki büyük ticaret yol ları tamamen Türklerin e l i nde idi. Moka n Han, İ ra n ' ı n Kuzeyinden, Azerbaycan'dan ve Anadolu'dan İstanbul'a doğru giden bir yeni ticarete yol u açmak istedi . Fakat İ ran l ı lar bu girişime engel oldula r. Bunun - 216 -


ZİYA GÖKALP

üzerine, Mokan Han , ipek yol u n u sağ lamak için, Türk. Çin ve Bizans devletler i arası nda bi r üçlü a nlaşma yap­ maya çal ıştı ve İ ran devletin i ya ortadan ka ldırmağa, ya hut u l us l a rarası ticaret i n t ran s i t yol uyle ü l kesinden geçmesi için zorla razı etmeğe g irişti. Görü lüyor ki, eski Türk İ l hanlarının amacı, Man­ çurya'dan Macaristan 'a kadar uzanan büyük Turan kıtasında yalnız, siyasal b i r güven l i k meydana getir­ mekten i baret değ il d i . Asya ve Avrupa m i l letleri ara­ sında u l uslararası b i r tica ret ve eşya takası örgütü yapmayı da Üzerlerine a l m ışlard ı . Eski Türklerin ekonomiye verd i k leri önemi i l ad­ ları nda bile görürüz: Doğu Turkistan'da Tarancı lar a d ı veri len v e Batı Türkistan'da Sartlar a d ı n ı a l a n iki ı l vardır. B u adlardan i l ki çiftçi ler, i k i ncisi tüccarlar an­ lam ındadır. Kank ı l ı lar, Ağaçeri ler, Tahtacıla r, Manda l­ lar, Menteşeler, Sürgüler vb. birer sanat a d ı n ı taşı­ maktadırlar. Gök Türklerin dedeleri demirci idi. Türk menk ı belerine göre, i l k çadırı yapan Türk Han'dır. İ l k defa yemeklerde tuz k u l lanan Tavunk Han'dır. İ l k ara bayı yapa n Ka n k ı l ı Bey'dir. Türkler, araba la rla se­ yahat etmeğe, ta İ skitler devrinde başlamışlardı. Es­ ki Türkler gayet g üzel elbiseler g iymeyi, lezzetl i ye­ mekler yemeyi , hayatlar ı n ı ziyafetler ve düğünler arası nda geçirmeyi severlerd i . Bunun için de hiç boş d urmazlar, ekonomi k faa l i yetlerle uğraşırla rd ı . Çok kazan ırlar, çok sarfederlerdi .

Eski Türklerin konu kseverl i kleri son dereceyi bulmuştu. Dede Korkut k i tabı nda Burla Hatun verdi­ ğ i genel bir ziyafetten sözederken şunları söylüyor : "Tepe gibi et yığdırd ı m . Göl gibi kımız sağd ır�

21 7 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

d ı m. Aç olanları doyurd u m , çıplak olanları giydirdim. Borçl u la r ı n borcunu verdim." Bununla beraber, binlerce l i rayı yutan bu genel ziyafetler, Sal ur Kaza n ' ı n yı lda bir kere yaptığı yağ­ ma ziyafeti'ne oranla h iç h ü km ünde kal ır. Sal ur Ka­ zan ' ı n ziyafetinde bü tün Bey lerle hal k, tamamen yi­ yip i çti kten sonra, Sal ur Kazan eşi n i e l i nden tutarak sarayından ç ı kard ı , varı yoğu her ne varsa yağma edi l mesin i davet l ilerden rica ederdi . Böylece yağmaya uğrayan Sal u r Kazan bir süre sonra, yine Oğuz i l i n i n e n zengin Beyi ol urd u . Türkler, geçmişte sah i p oldukları bu ekonom i k refaha, gelecekte d e sah i p olmal ıdırlar. Hem d e kaza­ n ılacak servetler Sal ur Kazan'ın zengi n l iğ i gibi, kamu­ ya ait olmal ıdır. Türkler, özg ürlüğü ve bağ ı msızl ı ğ ı sevdikleri için, komü nist olamazlar. Fakat, eşitliği sev­ diklerinden dolayı fertçi de kalamazlar. Türk kültü­ rüne en uygu n olan sistem dayan ışmayı esas a l a n sistemdir. Kişisel mülkiyet topl u msal dayan ışmaya yaradı ğ ı oranda meşru sayı l ı r . Sosya l istlerin ve ko­ münistlerin kişisel m ü l kiyeti kaldırmaya çal ışma ları doğru değ ildir. Ya l n ız, topl umsal dayan ışmaya ya­ rarl ı olmayan k işisel m ü l kiyetler varsa, bunlar meş­ ru sayı lamaz. Bundan başka m ü l kiyetin yal n ız kişisel olması gerekmez. Kişisel mül kiyet gibi, topl umsal m ü l kiyet de olmal ıdır. Toplumun bir fedakarl ığı ve­ ya zahmeti sonucunda ortaya çı kan ve kişilerin h i ç b i r emeğinden hası l o l mayan fazla karlar, topluma a i ttir. Kişi ler i n , bu karları kendilerine mal etmeleri meşru deği ldir. Fazla karların ( pl us-va lue'lerin ) top­ l um adına topla n masıyle ortaya çıkacak büyük pa- 218 -


ZİYA GÖKALP

ra lar, toplum hesab ı na açı l a c,a k fabrika ların, kuru la­ ca k büyü k çiftl i klerin sermayesi olur. Bu genel g iri­ şimlerden elde edilecek kazançlarla fakirler, öksüz­ ler, d u l lar, hasta lar, kötürümler, körler ve sağ ırlar için, özel bakım yerleri ve oku l l a r açı l ı r . Genel bah­ çeler, müzeler, tiyatrolar, kütüphaneler kurul ur. İş­ çiler ve köy l ül er için sağ l ı kl ı konutlar yapı l ır . Ü l ke genel bir elektr i k şebekesi içine a l ı n ı r. Sözün kısası, her türl ü yoks u l l uğa son vererek kamunun refa h ı nı n sağ lanması için n e gerekirse yap ı l ır. Hatta bu top­ l umsa l servet yeter mi ktara çıkı nca, hal ktan verg i a l ­ maya d a g erek

ka l ma z . H i ç ol ma zsa

verg i l erin

çeş i t i

ve m i ktar ı aza ltılabil ir. Türklerin toplumsa l ü l küsü kişisel m ü l kiyeti ka l­ d ı rmaksızın, sosyal servetleri kişilere kaptırmamak, kamunun çıkarları yönünde harcamak üzere, sakla­ mak ve çoğa ltma ktır. Türklerin bundan başka, bir de ekonom i k ü l kü­ sü vard ı r ki, ü l keyi büyük (ağır) sanayie kavuştur­ maktır. Bazı ları " ü l kemiz bir tarım yurdudur, biz da­ ima çif tçi b i r m i l let ka lmal ıyız. Büy ü k sanayi i le uğ" raşmaya ka l kışmama l ı yız,, diyorlar ki, asla doğru de­ ğ i ldir. Gerçekten çiftç i l iğ i hiç bir zaman elden bıra­ kacak değ i l iz, fa kat modern bir devlet olmak istiyor­ sa k, mutlaka büyük sanayie sah i p olmamız gerekir. Avrupa devrimlerin i n en önem l isi ekonom i k dev . rimdir. Ekonom i k devrim ise, küçü k bölge eko­ nomisi yerine, m i l let ekonom isinin ve küçü k kurul uş­ ların yerine büyük sanayiin kon u l masından ibarettir. M i l let ekonomisi ve büyük sanayi ise ancak himaye usulünün uyg u lanması ile ortaya çıkabi l ir. Bu ko- 21 9


100

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

n uda. bize yol gösterecek m i l li ekonomi kuramları dır.. Amerika 'da John Ray ve A l ma nya'da Friedrich List, İngiltere'de Manchesterien'lerin kurdukları e ko­ nomi b i l i m i n i n, genel ve u luslara rası bir b i l i m olma­ y ı p, yal nız İ ngi ltere'ye özgü bir m i l li ekonomi sis­ teminden i baret olduğunu ortaya çıkard ı lar. İ ng i ltere büyük sanayi ü lkesi olduğu için, i ma latını d ışarı gön­ dermeye ve d ışarıdan ham maddeler getirmeye m u h­ taçtır. Bu sebeple, İ ng i ltere için yararlı olan tek çı­ kar yol gümrüklerin serbest olması kura l ı , yani açık kapı pol i ti kasıdır. Bu kura l ı n İ n g i l tere gibi püyük sanayie sahip olma m ış m i l l etler tarafından kc:ıbul ed i l rne:s i , i l e l ebet l ng i ltere gibi sanayi ü l ke lerine ekonomi k yönden tutsa k ka l ması sonucunu doğura­ caktır. �şte bu iki ekonomist kendi ü lkeleri için birer özel m i l l i . e konomi s iste m i meydana getirerek, ül­ kelerin büyük sanayie sah i p olması için ça l ıştı lar. Ve başa rı l ı da oldular. Bugün, Amer i ka ile Almanya bü­ yü k sanayi konusunda İ n g i l tere ile boy ö lçüşecek bir noktaya gelmişlerdir. Ve şimd i , onlar da İngi l te­ re'nin açık kapı pol it i kası n ı izl iyorl a r. Fakat, bu nok­ taya u laşa b i l meleri, y ı l larca m i l li e konominin hima­ ye yönte m i n i n uyg u l anması ile olduğunu da pek iyi b i l iyorlar. İşte Türk ekonomistler i n i n de i l k işi, önce Tür­ kiye'nin ekonom i k durumunu ve gerçekler i n i ince­ lemek ve sonra, bu gerçekçi i ncelemelerden m i l l l e konomi miz için b i l i msel ve esa s l ı b i r program mey­ dana getirmektir. Bu program hazırland ı ktan sonra, ül kemizde büyük sanayii m eydana getirmek için her­ kes bu program ı n gösterdiği s ı n ı rlar içinde çal ışma­ l ı ve İ ktisat Ba ka n l ığı da bu kişisel faa l iyetlerin ba­ ş ında genel bir d üzenleyici görevi yapma l ıd ı r . - 220 -


SİY ASI TÜRKÇÜLÜK

Türkçül ü k siyasal bir parti değildir; b i l i msel , felsefeye daya l ı, esteti k b i r okuldur; başka bir de­ y i m l e kültürle i l g i l i bir ça l ışma ve yen i l eşme yol udur. Bu sebepledir ki, Türkçü l ü k şimdiye kadar bir parti şekl inde pol it i ka a la n ı na atı lmad ı ; bundan sonra da kuşkusuz a t ı 1 mayaca ktır. Bununla beraber, Türkçü l ü k büsbütün siyasi ül­ k ü l ere kayıtsız da kalamaz. Çünkü, Türk kül­ türü öteki ü l kü lerle beraber, siyasa l ü l kü l ere de sa­ h iptir. M ese l a ; Türkçü l ü k hiç bir zaman kler i ka l izmle, teokrasi i le, baskı rej i m i ile bağdaştırı lamaz. Türkçü­ l ü k modern bir a kımdır ve ancak modern mahiyette­ ki a kı m larla ve ü l külerle bağdaştırılabi l i r . İşte, bu sebepledir ki bugün Türkçü l ü k H a l k Partisine yardımcıdır. Ha l k Partisi egemen l iğ i, m i l l ete yan i Türk m i l letine verdi. Devletimize Türkiye ve ha l kı m ıza Türk M i l leti adları n ı sundu. Oysa, Anado l u devrimine kadar, devlet i mizin, hatta d i l i mizin adla­ rı Osma n l ı kel imesi idi . Türk kel imesi ağ ıza a l ı na­ mazd ı . H i ç kimse "ben Türküm,, demeye cesaret - 221 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

edemezd i . Son zamanda, Türkçüler böyl e bir iddiaya cesaret le kal kıştı kları için , sara y ı n ve eski kafa l ı la r ı n nefretlerin i Üzerlerinde topladıla r. İ şte, Hal k Part;­ sinin a n nesi olan M üdafaai Hukuk Cemiyeti, Büyük Kurtarıcım ız Gazi M ustafa Kem a l Paşa Hazretlerin i n doğru yol u göstermesi v e öncü olmasıyla bir yan­ dan Türkiye'yi düşman saldırı larından kurtarırken, öte yandan da devletimize, d i l i m ize gerçek değerini verdi ve pol it i ka mızı bas k ı rej im i n i n ve yabancı un­ surlar pol it i kasının son izlerinden bile kurtard ı . Hat­ ta, diyebil iriz ki, M üdafa a i H u k u k Cemiyeti, h i ç ha­ beri ol madan Türkçül üğ ü n siyasal program ın ı uygu­ lad ı . Çünkü, gerçek birdir, iki olamaz. Gerçeğ i ara­ yanlar, başka başka yol la rdan hareket etseler bile, sonunda aynı hedefe u laşırlar. Türkçü l ü k le, hal kçı l ı ­ ğ ı n sonunda aynı programda birleşmeleri, i kisinin de işaret edi len a maca ve gerçeğe uygun olmasın ı n b i r son ucudur. İ kisi de ta m gerçeği buldukları içindir ki, tamamen birbirine uyg u n d üştü ler. B u benzerl i­ ğ i n bir sonucu da şudur ki, bütün Türkçü lerin -h iç bir ayrı l ı k ları olmamak üzere- Kurt u l uş Savaşı'na katılma l a rı ve onun en a teş l i savunucuları o l ma ları­ dır. Türkiye'de A l lah'ın k ı l ıcı hal kçıların pençesind2 ve A l l a h ' ı n kalemi Türkçülerin el inde idi. Türk va­ tan ı teh l ikeye düşünce, bu k ı l ıçla bu kalem evlen­ diler. Bu evl i l ikten bir top l um doğdu ki, adı Türk M i l letidir. Gelecekte de daima hal kçılarla Türkçül ü k elele vererek ü l kü ler alem ine doğru beraber yürüyecekler­ dir. Her Türkçü pol it i ka a l a n ı nda hal kçı kalacaktı'. Her hal kçı da kültür a la n ı nda Türkçü o laca ktır. Di­ ni kitabımız bize "inanışta mezhebimizin miituridi- 222


ZİYA GÖKALP

lik ( 1) ve fıkıhta {2) mezhebimizin hanefilik,, (3) ol­ duğunu öğretiyor. Bizde buna benzetme i l e, şu düs­ turu ortaya ata b i l i riz : "Politikada mesleğimiz ha l kçı­ l ı k ve kültürde mesleğimiz Türkçü l ü ktür.,,

(1)

Maturidi

:

-Arapça- Semerkand'ın

Maturid

şehrinden olması yönünden Maturidi denilen Ebu Mansur Muhammed yolunda olanlar. (2)

Fıkıh

-Arapça- İyice bilmek. Şeriat bilgisi,

:

şeriat sorunlarını çözümleme.

(3)

Hanefi

:

-Arapça- Ebu Hanife'nin

mezheplerinden biri.

- 223 -

yolu. İslam


FHSEFl TÜRKÇÜLÜK

( müspet) olduğu için B i l im, objektif ve tan ı t l ı u l uslararası dır, bundan dolayı b i l i m l e Türkçü l ü k ola­ maz. Fakat felsefe, bil ime dayanmakla beraber, bi­ l i msel düşünüşten başka türlü bir düşü n üş şek l i d i r . Felsefenin objektif ve tanıtlı adları n ı a l a b i l mesi, an­ ca k bu sıfatl ar ı taşıya n b i l i m lere uygun o l ması saye­ si ndedi r. B i l i min reddettiği hükümleri, felsefe ispat edemez. B i l i m i n ispa t ettiği gerçek leri felsefe redde­ d emez. Felsefe, bil ime karşı bir i k i kay ı t i l e bağl ı o l ma kl a beraber bunların d ışında tamamen özgürdür. Felsefe, b i l imle ters duruma düşmemek şartiyle ru­ humuz için daha u m utlu, daha heyeca n l ı , daha tese l l i verici, daha çok mutl u l u k sunucu, büsbütün yeni ve orij inal kura mları ( teori leri ) , görüşleri ortaya atabi­ l ir. Zaten, felsefenin görevi bu g ibi hipotezleri ve görüşleri arayı p b u l ma kt ı r. Bir fel sefenin değeri, bir yandan tan ıtl ı b i l i mlerle a hen k l i o l mas ı n ı n derecesiy­ le öte yandan ruhlara büyük u mutla r, heyecanlar, tesel l il er ve saadetler vermesiyle ölçü l ür. Demek ki felsefenin bir böl ü m ü objektif, öteki böl ü mü süb­ jektiftir. Buna göre, felsefe, b i l i m g i bi u luslararası ol­ mak zorunda değ i ldir. M i l l l de olabilir. B u ndan do­ ,layıd ı r ki a h l a kta, güzel sanatlarda, e konomide oldu- 224 -


ZİYA GÖKALP

ğ u g ibi, felsefede de Türkçü l ü k olabi l ir . . . Felsefe, maddi i htiyaçların gerektirmed i ğ i ve zorl a madığı, çı karsız, kinsiz, karşı l ı ksız bir düşün üş­ tür. Bu çeşit düşünüşe spekülasyon a d ı veri l i r . Biz buna, Türkçede muaka le ( 1 ) adını veriyoruz. B i r m i l­ let savaşlardan kurtu l madı kça ve ekonom i k bir refa­ ha kavuşma d ı kça, içinde m ua ka l e yapacak kişi ler ye­ tişemez. Çünkü, m uakale ya l n ı z düşünmek için dü­ şünmektir. Oysa, bin türlü derdi olan bir m i l let, ya­ şamak için, kendi n i savunmak için, hatta yemek ve içmek için düşünmek zorundad ır. Düşünmek için düşünmek, ancak hayatların ı devam ettirmek iç ı ;, gereken düşünüş i htiyaçlarından k urtul muş olan ve ça l ışmadan yaşayabi len insa n lara nasip olabi l ir. Türk­ l er, şimd iye kadar böyle bir huzur ve d i n lenmeye sahip olamadıkları için, içlerinde hayatı n ı mua ka leye verebilecek az adam yetişebi l d i . Bunlar da, d üşünüş yol la r ı n ı bil medi kleri nden, ü l kü lerini iyi yöneteme: d i ler, çoğ u n l u kla dervişl i k ve kalender l i k çıkmazları­ na saptı lar. Türkler a rasında şimdiye kadar az düşünür ye­ tişmesini, Türklerin muaka leye yetenekleri olmadığı­ na ver i l meme l id i r. Bu azl ı k, Türklerin henüz tan ı t l ı bi l i m lerce, huzur v e d i n lenme ba k ı m ı ndan muaka le­ ye olanak verecek bir noktaya çıkmamalarıyle açı k­ l a nırsa, doğru olur. Bununla beraber, Türklerin felsefece geri kal ma­ ları ya l n ı z yüksek felsefe görüşünden doğru olab;-

(1)

Muakale

:

-Arapça- Akıl yürütme. Spekülas­

yon karşılığı olarak kullanılmıştır.

- 225 -

F.

15


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

l ir. H a l k felsefesi görüşünden, Türkler, bütün m i l let­ lerden daha yüksektir. Rostand a d l ı bir Fra nsız düşün ürü diyor k i : « Bir kum3 ndan için, karşısındaki düşman ordusunun ne kadar askeri, n e kadar silah ve cephanesi olduğunu bilmek çok fayda lıdır, fakat, onun için bunlardan da­ ha çok faydal ı bir şey daha vardır ki, o da karşısın­ daki düşman ordusun u n felsefesini bilmektir.,, Gerçekten , iki ordu ve i ki m i l l et birbiriyle sava­ ş ı rken, birisinin üstün gel mesini, ötekinin yen i k d üş­ mesini doğuracak en öneml i a m i l ler, i ki tarafın felse­ felerid i r _ Kişisel hayatı vata n ı n bağ ı msızl ığından, ki­ şisel menfaati namus ve görevden daha değer l i gö­ ren bir ordu mutlaka yen il ir. O ha l de, hal k felsefesi­ ne göre, Yuna n l ı larla, İ n g i l izler mi daha yüksektir, yoksa Türkler mi daha yücedir? Bu sorunun ceva­ b ı n ı verecek Çanakka l e i l e Anado l u savaşlarıdır. Türkleri bu iki savaşta üstün getiren maddi kuvvet­ ler deği ldi, ruhları nda h ükümra n bulunan m i l ll fel ­ sefeleriydi. Türkler, maddi silah ların, man evi kuvvetleri h ü-­ kümsüz bıra ktığı son yüzy ı la gelinceye kadar, As­ ya'da, Avrupa'da, Afrika'da bütün m i l letleri yenmiş­ l er, egemenl ikleri a ltına a l m ışlard ı . Demek ki Türk felsefesi, bu m i l l etlere ait felsefelerin hepsinden da­ ha yüksekti . Bugün de öyledir. Yal n ız şu var ki, bu­ g ü n maddi uygarlık görüşünden ve maddi silahlar­ dan ötürü Avrupal ı m i l letlerden gerideyiz. Uyga r l ı k­ ta onlara eşit olduğumuz gün hiç kuşkusuz d ünya egemen liği y i ne bize geçecektir. Mondros'ta tutsai< bul unduğumuz zaman, orada kam p kumandanı olan. - 226 -


ZİYA GÖKALP

bi r İ ngi l iz şu sözleri söylemişti :

"Türkler gelecekte

yine cihangir olacaklardır.,, Görü l üyor ki Türklerde, yükse k felsefe gel işme­ m i ş c-lmakla beraber, ha l k felsefesi pek yüksektir. İşte felsefi Türkçül ük, Türk · ha l k ındaki bu m i l ll fel­ sefeyi arayıp ortaya çı karmaktır. Ey bugünün Türk genci! Bütün bu işlerin yapıl· ması yüzy ı l lardan beri seni bekl i yor!

- 227 -


ŞİİR VE MAKALELERDE GEÇEN KELİMELERİN AÇIKLAMALARI (*) HOCAMIN VASİYETİ'NDE YER ALAN ŞİİRLER Tevil: an!amda

-

Arapça

- Bilinen anlHm'.ndan ba;ıka bir

yorumlama.

Başka

Arapça - Herkesle Dünya, -

yeryüzü.

genel.

ilgili,

İnsanlar,

Umumi:

anlam verme.

halk.

Alem:

Bütün

- Arapça

-

-

Cüz:

yaratıklar.

Arapça - Parça. Bir bütünün parçalarından her bi­

ri.

Tabi:

-

Arapça

- B irinin

arkası sıra giden, ona

uyan. Birinin buyruğu altında Fikirler,

ran, kaynıyan,

hem:

Nabi:

düşünceler.

Amal:

akan.

- Arapça - İçe

Seçme.

Katlanma,

kurtuluş.

Kendi

olan. Arapça

İstiklal:

-

Fa'al:

-

olma,

Ef'al:

me. Kışkırtma. Nazım:

nat:

-

Sonu olmayan

gelecek.

olmayan geçmiş

zaman.

kimseye

yici,

Perver:

-

yetiştirici,

yapmada

(*)

Bağımsızlık,

bağlı

Fend:

olmama.

düşünüp,

Müessir:

-

-

on:oı.

Arapça -

- Arapça - Fiiller, işler, kımıldatma.

Tah­

etkin.

Eyleme

Ebed:

evren.

Ezel: Cism:

bedeni. 11/Iadde, madde ile ilgili

lik.

-

geçir­

- Arapça - Düzenleyen.

Arapça - Yer gök,

Hayat, yaşayış.

Mül­

ile davran­

Arapça - Çok işleyen,

- Arapça - Oynatma,

fışkı­

- Arapça

- Arapça - Her işin sonunu

Etki yapan, iz bırakan.

rik:

Yerden

isteği

Arapça

göre davranan. Tedbirli, tedbirci.

Eylemler.

-

İhtiyar:

doğmuş.

başına

Arapça -

Efkar:

- Arapça - İstekler.

kabullenme. Kendi

ma. Kocamış, yaşlı.

Müdebbir:

-

Kfil­

- Arap.ç a -

- Arapça

- Başlangıçı

-

-

Arapça

şey.

Can:

- Arapça - Yok

-

Can·ıların Arapça -

olma, süreksiz­

Farsça - Seven, sever, besleyen, besle­ eğitici

kullanılır. Genellikle,

anlamları ile bileşik

Fenaperver : kelimelerin

-

Yok

kelimeler olmayı

se-

kullanıldıkları yerlerde­

ki anlamları açıklandı.

- 228 -


ZİYA GÖKALP ven, yok olmaktan

korkmayan. Unsur:

-

Arapça -

Esas, kök, öge. Tahallül: - Arapça - Ayrılma. Mün­

hıal:

-

Arapça

-

Çözülmüş.

Memuru

olmayan.

Açık

olan iş. Erimiş, eriyebilen. * **

Mazi: - Arapça - Geçmiş zaman.

Elem:

-

Arapça

Acı, ağrı. Kaygı, gam. Yad: - Arapça ..,.- Anma. Mak­

ber:

-

Ati: - Arapça - Gelecek.

Arapça - Mezar.

Tehiyye: - Arapça - Hazırlama, hazır etme. Sadme: -

Arapça - Çarpma. Birden başa gelen bela. Tebah:

-

Farsça - Yıkılmış, tükenmiş. Yıkıntı, tükenme. Ceriha: - Arapça - Yara. Fıtrat: - Arapça - Yaradılış. Hu­

Mübarezat: - Arapça -

nin: - Farsça - Kanlı. Katil.

Mübarezeler.

(Mübareze: - Arapça - İ ki düşman ta­ Garib: Encüm: -Arapça -

raftan birer kişinin dövüşe tutuşmaları. Düello. ) - Arapça

Yabancı.

-

Kimsesiz.

Yıldızlar. Serm�d: - Arapça - Hiç yok olmama. Dehr: - Arapça - Zaman. Dünya. Kitabe: zılı yazı. Mezar taşı yazısı. Çeşman: ler. Alam:

-

-

Arapça - Ka­ Farsça - Göz­

Arapça - Elemler, acılar. Kaygılar, gam­

-

lar. Han: - Farsça - Okuyan ya da okuyucu anlamiyle kelimelere eklenir. Zalilm: - Arapça - Karanlık. Leyl: Arapça - Gece. Terennüm: me. Neva:

-

-

-

Arapça - Şarkı söyle­

Farsça - Ses. Ahenk, uyum. Fütur:

-

Arapça - Gevşeklik, bezginlik. Aı;ıiyan: - Farsça - Ku!i yuvası. Ev. İbtisam: - Arapça - Güzel biçimde gülüm­ seme. Giryebar: Arapça

Bir

-

gök

Farsça - Gözyaşı döken. Tulfı: cisminin

doğu yönünde

Gurub: - Arapça - Bir gök görünmez olması. Pür:

-

cisminin batı yönünde

Farsça - Dolu. İğbirar:

Arapça - Kırılma, gücenme. Beşer: san. Sefalet:

-

Arapça

-

görünmesi.

-

- Arapça - İn­

Yoksulluk. Hazin: - Arapça

- 229 -


100

- Acıklı

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

dokunaklı. Lika:

Dağdar: - Farsça

Arapça - Yüz,

-

çehre.

Pek acılı, çok ü z gün . * **

Meyliyyat:

-

Bir yana olan irade dışı

Arapça

istekler. Meyl: - Arapça - Eğilme, bir olma.

Ahır:

Taraflardan birini fazla tutma. -

yana eğilmiş

Sevme,

tutulma.

Arapça - En sonra. Sayd: - Arapça - Av. Say­

deylemek: - Avlanmak. Kayd: - Arapça - Bağlama. Farsça - Kul. Bağlı, tutsak. Birine bağlı, bi­

Bende:

-

rinden yana olan. Dam: - Farsça - Tuzak, ağ. Der -

kayd eylemek: Bağlamak. * **

İHTİLAL ŞARKISI

İhtimam: - Arapça - Özen. Buhran:

-

Bunalım. Valide: - Arapça - Anne. Azm: Kesin Karar. Şimşir:

-

Arapça -

-

Farsça - Kılıç. Zulm:

Arapça -

Arap­

ça - Zulüm. Haksızlık. Dahiyye: - Arapça - Kur­ hayvan. Zillet: ban, kurbanlık Arapça - Alçaklık, aşağılık. Vicdan: - Arapça - İnsanın içinde olan ve iyi -

ile kötüyü ayırt eden duygu. Giryaın: - Farsça - Ağla­ yan. Girye:

-

Farsça - Gözyaşı. Kıyam: - Arapça -

Ayaklanma, karşı koyma. Seyf: - Arapça - Kılıç. Ci­

hat: - Arapça - Din uğrunda savaş. Sine: - Arapça - Göğüs. Niyam:

-

Farsça - Kılıf,

Arapça - Yoksulluk. Penah:

-

kın. Sefalet:

-

Farsça - Sığınacak yer.

Hak: - Arapça - Tanrı. Nur: - Arapça - Işık. Hüda:

-

Farsça - Tanrı. Hun: - Farsça - Kan. Memat: Arap­ ça - Ölüm. Zülf: Farsça - Sevgilinin saçı, yüzün iki -

-

yanından sarkan saç. Yar: -

Farsça - Bakış. Halas:

tuluş.

Muavenet: - Arapça

-

-

-

Farsça - Sevgili. Nigah: Arapça - Kurtulma, kur­ Yardım etme.

- 230 -

Hamiyyet: -


ZİYA GÖKALP Arapça - Kişinin

yurdunu sevmesi ya da yakınlarını

koruması. Arz: - Arapça - Sunma. Kahr: - Arapça - Çok tasalanma. Mevdu: - Arapça - Emanet bıra­ kılmış. Kabil: - Arapça - Olan, olabilir. Taayyüş: Arapça - Yaşama, geçinme. Nuş: - Farsça - İ çici anla­ mı ile kelimelere eklenir. Nuş-u zehr: - Zehir içerek.

Sem: - Arapça - Zehir, ağu. Nak: - Farsça - lı, li, lu, lü eki

olarak kullanılır.

- Arapça - Tasa, ve yer

Kaygı.

Sem'nak: Zehirli. Gam :

Gfilı: - Farsça - Zaman

göstererek kelimelere eklenir.

Gamgfilı: Gam­

evi. Avn: - Arapça - Yardım. Dehr: - Dünya. Mahv: - Arapça - Yok etme. Bar: - Farsça - Yük, ağırlık. Sakil: - Arapça --:- Sıkıntılı. Çüş: - Farsça - Kayna­ ma, çoşma. Nehr: - Arapça - Nehir, akarsu. Ağuş: Farsça - Kucak.

MEFKÜRE Sükun : - Arapça - Durgunluk, sakin durma. İz­ divac : - Arapça - Evlenme. Canan : - Farsça

·

Sevgili. Fani : - Arapça - Sonu olan. Rahman

·-­

;

­

- Esirgeyen. Tanrı. Meal : - Arapça - Anlam, kav­ ram.

LİSAN Müteradif

:

- Arapça - Aynı anlamda olan. Tecvid :

Arapça - Kelimelerdeki hece vurgusu.

Fasih

:

-

Arapça - Düzgün ve hatasız söz söyleyen.

TURAN Güzide : - Farsça - Seçkin. Necip

:

- Arapça -

Soylu. Tanin : - Arapça - Çınlama. Nasiye : - Arap­ ça - Alın. İftira : - Arapça - Aslı olmayan bir suçu

- 231 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR birine yükleme. Amiz : - Farsça - Karışık, karışmış anlamında olup, kelimelerin sonuna

gelerek

terkipler

yapılır. Şermende : - Farsça - Utangaç, utanılacak bir iş yapmış olan. Nümayan : - Farsça - Görünen. Mül­ hem : Arapça - İçe doğmuş. İhtişam : - Arapça Gösteriş, görkem. Müebbet

:

- Arapça - Sonsuz.

KIZIL ELMA Pir

:

- Farsça - Yaşlı. Tecrübeli. Doğru yolu gös­

teren. Tarikat kuran. N agehan birden. Tufan

:

:

- Farsça - Ansızın,

- Arapça - Nuh Peygamber zamanın­

da yağdığı ve bütün dünyayı 150 gün kadar sular altın­ da bıraktığı söylenen şiddetli yağmur. Çok yağan, çev­

reyi seller içinde bırakan yağmur. Seyyal Akıcı, akan, akıcı olan. Deycur kapanık. Adem

:

:

:

- Arapça -

- Farsça - Karanlık,

- Arapça - Yokluk. Gayb

:

- Arap­

ça - Görünmeyen, bilinmeyen. N ar : - Arapça - Ateş,

Acep: - Arapça - Şaşma.

ateş gibi yakıcı olan şey.

şaşırıp kalma. En çok şaşılacak. Müsemma Ad verilmiş, belirtilmiş zaman. Esma ler, adlar. Feza

:

:

:

- Arapça - Arapça - İsim­

- Arapça - Uzay. Me'va

:

- Arap­

ça - Yurt, yer. Arş : - Arapça - Dokuzuncu ve so nuncu gök tabakası. Ala

Lem'a

:

:

- Arapça

___:__

Çok yüksek.

- Arapça - Parıltı. Şerh : - Arapça

-

Bir

eserin kolay anlaşılması için açıklama yolunda yazılmış kitap. Açıklama, açık açık anlatma. Hüsn

:

- Arapça -

Güzellik. Payan : - Farsça - Son, bitim. Tckiimül : - Arapça - Olgunlaşma, evrim. Fani Sonu olan. Molla gin. İstila

İrem

:

:

:

:

- Arapça -

- Arapça - B üyük kadı, büy"(ik bil­

- Arapça - Yayılma, ele geçirme, işgal.

- Arapça - Cennete benzetmek için yapılan bah­

çe. Mev'ud

:

- Arapça

-

Söz verilmiş, zamanı belirtil-

- 232 -


ZİYA GÖKALP miş. Vasıl

:

- Arapça - Erişen, ulaşan. Safi

:

- Arap­

ça - Katıksız, karışık olmayan. Hafi : - Arapça - Giz­ li, saklı. Seba : - Arapça - Yemen'de eski bir şehir.

İrfan: - Arapça - Biliş, anlayış, tecrübe ve zeka ile ileri gelen zihin olgunluğu,

İçtimai : - Arapça - Sosyal,

toplumla ilgili, toplumsal. Kavmi : - Arapça - Kavim­ le ilgili. Tenzilı

:

- Arapça - Kabahat ve eksiklikten

beri sayma.

KENDİNE DOGRU Kımız

Kısrak

sütünün

mayalanmasiyle

yapılan

Türk içkisi.

MEDENİYET Nur : - Arapça - Işık, aydınlık. Deha : - Arap ­ ça - Ü stün zekalılık. Darülfünun versite. İhtisas

:

:

- Arapça - Ü ni­

- Arapça - Duygulanma,

sezme , uzmanlaşma. Beynelmilel lararası. Fasıl

:

:

hissetme,

- Arapça - Ulus­

- Arapça ..::_ Bölüm. Rebap

:

- Arap­

ça - Tambur şeklinde, kısa saplı bir çeşit saz. Tekmil : - Arapça - Tamamlama, bitirme. Bahis

:

- Arapça -

Konu.

DARÜLFÜNUN Velayet çirmek. Fen

:

- Arapça - Ermişlik. Ba§kasına söz ge­ :

- Arapça - Deney, uygulama ve ispat

ile ortaya çıkarılan bilim. Pratik bilgi. Şamil : - Arap­ · ça - İ çine alan, kaplayan. Mütehassıs : - Arapça Bir işin bütün inceliklerini bilen, uzman.

Salahiyet :

- Arapça - Yetki. Mansıp : - Arapça - Devlet gö­ revinde yüksek memurluk. Makam. Nüfuz : - Arapça İ çe geçme. Sözü geçer olma. Hünkar : Farsça Pa-

- 233 -


100 BÜYUK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR -0.işah, hükümdar, Osmanlı padişahlarına verilen ünvan.

Nazır

:

- Arapça - Bakan (gözle) . Yöneten, bakan (hü­

kümet üyesi) . Müderris

:

- Arapça - Medresede ders

veren. Profesör. Taayyün : - Arapça - Belirme, belli ,olma. Tebeyyün laşılma. Alim .Ev,

:

:

- Arapça - Belli olma, görülüp an­

- Arapça - Bilgin. Mülk

:

- Arapça -

dükkan gibi gelir getiren, taşınamaz mal. Bir dev­

letin ülkesi. Fer

Muallim

:

: - Farsça - Işık, parlaklık, şan, süs. - Arapça - Ö ğretmen.

DEHA Deha: - Arapça - Üstün zekalılık. İrfan: - Arapça -

Biliş, anlayış, tecrübe

gunluğu. Mukteda:

-

ve

zeka ile ileri gelen zihin ol­

Arapça - Temiz, saf. Feyz:

-

Arap­

ça - Bolluk , vergi.

AHLAK Ogan

:

Tanrı. Canan : - Farsça - Sevgili.

Him­

met : - Arapça - Çalışma, çabalama. Müz (Muse)

:

- Fransızca - Dokuz sanat tanrıçasından her biri. Sa­ nat perisi.

DİN Vaiz

:

- Arapça - Din konusu üzerinde öğüt veren

kişi. Od : Ateş. Tuba bir ağaç. Şefkat

:

:

- Arapça - Cennette bulunan

- Arapça - Başkasının acısı ile il­

gilenme. Acıyıp, esirgeyerek sevme. Muhabbet : - Arap­ ça - Sevgi, sevme. Dostça konuşma. Şerh : - Arapça Bir eserin kolay anlaşılması için açıklama yolunda ya­ _ zılmış kitap. Açıklama, açık açık anlatma. Esrar : Arapça - Sırlar, gizli işler. İ nsan aklının ermediği şey­ J er, tabiat sırları, Tanrı sırları. Va'd

- 234 -

:

- Arapça - SÖl


ZİYA GÖKALP verme, evvelden haber verme. Azab

-

Arapça - Ezi­

yet, sıkıntı. Şiddetli acı.

ÇOBANLA BÜLBÜL Hased

:

- Arapça - Kıskanma, çekememe. Mülk :

Arapça - Ev, dükkan mal. Bir devletin ülkesi.

gibi gelir getiren, taşınamaz

Yad : - Farsça -

Anma, akıl­

da tutma. Hatıra.

HALİFE VE MÜFTÜ

Mukaddes : - Arapça - Kutsal. Halife : - Arap­ ça - Birinin yerine geçen kişi. Vekil, halef. Ha zreti Muhammed'in yerine gelen ve milslümanların koruyu­ cusu sayılan kişi. Emirülmüminin : - Arapça - Hali­ felere

verilen ünvan, l akap. Fetva : - Arapça - Müs­

lümanlıkta

dinsel

konularda,

müftül erin verdikleri

ge­

nel hüküm. Şiiri : - Arapça - Şeriat koyan, yasa ko­ yan. Müşavir : - Arapça - Danışılan, danışılacak kişi.

Takva : - Arapça - Din işlerine sevgi ve saygı göster­ me. Dinin gereklerini yerine getirme. Meviza : - Arap­ ç a - Öğüt. Teşri : - Arapça - Yasa yapma hakkı. Ya­ sama. Zıllullah : - Arapça - Tanrı gölgesi , İslam'ın ha­

li fesi . Ulülemr : - Arapça - Emir sahipleri, Halifeler ile onların adına

hükümler

veren kadılar, yönetim me­

murları. Natık : - Arapça - Söz söyleyen, beyan eden, bildiren. Merci : - Arapça - Başvurulacak yer. İcma : -- Arapça - Dağınık şeyleri toplama, bir araya getir­ me.

Birlik olma. Mebusan : - Arapça - Milletvekilleri.

Şura : - Arapça - Konuşma yeri. Fikir danışma kurulu. İfta : - Arapça - Fetva verme. Fetva ile bir işi sona erdirme. Daim : - Arapça - Sürekli. Tev'em : - Arap­ ça - İkiz, eş. Nüfuz :

-

Arapça - İçe geçme. Sözü

çer olma.

- 235 -

ge­


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR \

MESLEK KADINI Muttasıl

- Arapça - Aralıksız, ara vermeden. İr­

:

fan : - Arapça - Biliş, anlayış, tecrübe ve zeka ile ilet'i gelen zihin olgunluğu. Melce yer. Hodkam

:

:

- Arapça

-

Sığınacak

- Farsça - Kendi isteğinden başkasını

düşünmeyen, bencil. Mahbes : - Arapça - Cezaevi.

KADIN Rükn

:

- Arapça - Bir şeyin en sağlam yanı, te­

mel direği. Diyanet

:

- Arapça - Dindarlık. Din buy­

ruklarına uyma. Adil : - Arapça - Adalet sahibi, hak­ kı hakeden. Ülfet : - Arapça - Alışma,

kaynaşma.

Müştak : - Arapça - Ö zliyen, can atan. Mabed : Arapça

-

Tapınılan

yer, tapınak.

AİLE Mukaddes : - Arapça

-

Kutsal. Mahluk : - Arap­

ça - Yaratık. Hakir : - Arapça - Aşağı görülen, ö­ nemsiz, adi, bayağı. Şer : - Arapça - Tanrı buyruğu, ayet ve hadis esaslarına

göre kurulmuş din kuralları.

Müfessir : - Arapça - Tefsir eden, yorumlayan, açık­ layan. Adi : - Arapça - Adalet,

adillik. Talak

: -

Arapça - Nikahlı eşten ayrılma, boşama, boşanma. Mü­ savat: Arapça - Eşitlik. İrs: - Arapça - Ö len ana, -

baba veya akrabadan mal veya para kalması. Miras. Soy­ çekimi, kalıtım .

ZEKA'r

Teavün

- Arapça

-

Birbirine yardım etme, yar-

dımlaşma.

VATAN Huda

Farsça -

Allah,

- 236 -

Tanrı. Mebusan


ZİYA GÖKALP Arapça - Milletvekilleri. Meclisinde çalışan

Türk

Boşo :

düşmanlığı

Rum milletvekili

Meşrutiyet

yapan

ve

Hirfet

Buşo.

devrinin

Yunanlılar :

Ekmek parası kazanmak için yapılan iş, kazanç. - Arapça esirgeme,

Himaye:

- Sürekli.

için

- Arapça

- Arapça

-

-

Daim

:

Koruma,

kayırma.

ESNAF DESTANI Burhan

;

- Arapça - Kanıt, belge.

Pir

ça - Barış. yolu

gösteren.

İyilik bilme.

van :

günü, -

ölülerin

Fen

:

ortaya

Terakki

:

Mahşer

dirilerek Meclis,

:

doğru

Arapça

-

(Arapçada

- Arapça - Kı­

toplanacakları

hükumet

bilim.

ileri

Di ­

yer.

gelenlerinin

Pratik bilgi.

Peyman

:

-

Farsça

Frenk -

- Arapça - Yükselme, ilerleme.

- Arapça - Kısa zaman, an. vetsizlik,

- Arap­

- Arapça - Deney, uygulama ve is­

çıkarılan

Fransızca - Avrupalı. ant.

-

- Farsça - Adet, töre.

:

Arapça -

toplantısı. pat ile

Şükran :

kuran.

dinsel tören anlamına gelir . ) yamet

:

- Farsça - Yaşlı, tecrübeli,

:

Tarikat

Ayin

Sulh

Zaf :

:

-

Yemin,

Lahza :

- Arapça - Kuv­

yetmezlik.

!\:ÖYÜN Ümmi: l!m

- Arapça - Okuma, yazma bilmeyen,

- Arapça - Öğretmen.

Mültezim:

-

Mual­

Arapça - l.:ir

devlet gelirini götürü olarak alıp, geliri toplayan. f"ih

:

- Arapça - Borç verilen para için, aylık veya yıllık ola·­ rak alınan kar.

Faizci :

Borç para verip, faiz alan.

- Arapça - Eskiden üründen

alınan vergi.

Aşar :

Zirai

: -

Arapça - Tarımla ilgili.

UMUMCULUK Mürekkel:ı :

Arap;;a - İki ya da daha çok şeyın

- 237 -


100 BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR karışmasından ortaya çıkan. Bileşik. Mazarrat : - Arap­ ça - Ziyan veren. Umumi :

-

Arapça - Genel. Vakıa :

- Arapça - Gerçi. Enmüzec : - Arapça - Ö rnek, tip.

Riyaset : - Arapça - Başkanlık. Tefahür : - Arapça Ö vünme. Muharrik : - Arapça - Harekete getiren. Kış­ kırtan. Zahiri

:

- Arapça - Görünürdeki. Menba : -

Arapça - Kaynak. Hasbi : - Arapça - Karşılıksız. İç­

ıimai : - Arapça - Sosyal, toplumla ilgili, toplumsal. Mücahede : - Arapça - Savaşma, uğraşma. Mücahit : - Arapça - Savaşan, uğraşan. İstibdat : - Arapça Baskı yönetimi. Tahakküm : - Arapça - Zorbalık et­ me. Tagallüp: - Arapça - Zorbalık. Seciye : - Arap­ ça

-

Huy, yaradılış.

konuşma. Muahede

:

Mülakat : - Arapça - Görüşme, - Arapça - Anlaşma. Ekser

:

-

Arapça - En çok. Beliğ : - Arapça - Meramını düz­ günce anlatan kimse. Tesanüd: - Arapça - Dayanışma.

Vazıh : - Arapça - Açık. Tevekkül : - Arapça - Her şeyi Tanrı'ya bırakarak, kadere razı olma.

YÜCE MAHKEME Tahallük

:

- Arapça - Huy edinme. Mugayir

Arapça - Aykırı, başka türlü, uymaz. Tecelli ça - Görünme, ortaya çıkma. İktiza

:

:

:

-

- Arap­

- Arapça - Ge­

rek. Kanunu Esasi : - Arapça - Anayasa.

Teşkilatı

Esasiye Kanunu : Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Anayasa­ sı. Tecelligah : - Arapça - Görünme yeri. Mabihül istinad

:

- Arapça - Dayanılacak olan. İstinadgah

:

-

Arapça - Dayanak. Ümmet: - Arapça - Bir Peygam­ bere inananların topluluğu. Tevafuk: - Arapça - Başar­ ma. Umde: - Arapça - Prensip, ilke. İhlal:

-

Arapça -

Sakatlama, bozma. Tenakuz : - Arapça - Sözün birbi­ rini tutmaması. Tavsif : - Arapça - Niteliklerini be-

- 238 -


ZİYA GÖKALP Mesavi :

lirtme.

- Arapça - Kötülükler.

Tehalüf : Meşhun:

Arapça - Bazı şeylerin birbirine uymazlığı. Arapça

-

Doldurulmuş,

Lazime

Cemahiri Müttehide :

Gerekli şey.

Teşri

huriyetler Birliği. kı, yasama.

dolu.

ita

-

:

Arapça

- Arapça - Cum­

: - Arapça - Yasa yapma hak­

İskat

: - Arapça - Verme.

: - Arap­ :

-

Arapça - Kusuru bağışlanmış, ayrı tutulmuş , serbest.

İc­

ça

-

tima:

Düşürme,

hükümsüz

- Arapça - Toplantı.

bırakma,

Muaf

silme.

Hukukşinas:

amül: - Arapça - Yapılagelen işlem, olagelen iş.

Muvafık

- Arapça - Kazanma, edinme.

Mükellef

Uygun, yerinde, taraflı. yapmaya

veya

vergi

ödemeye

:

T e­

Hukukbilir.

İktisap:

- Arapça -

:

- Arapça - Bir işi

mecbur

olan,

yükümlü.

Pek güzel yapılmış.

İKTİSADİ MUCİZE Nazariye

: - Arapça - Uygulanmamış, yalnız bilgi

İhya

halinde olan, kuram, teori. dırma,

yeniden

Güzellik, güzel.

: - Arapça - Canlan­

Bedii :

kuvvetlendirme.

Teclit

:

- Arapça - Yaldız işi, yaldızlama. Tarım.

Terakki

kınma.

Mazhar:

- Arapça -

Ziraat

- Arapça - Özet.

duyan.

Telkin

Bihaber

yerleşme, öğretme,

kökleşme. öğretim.

Şura :

Tarik

:

-

:

Habersiz.

Hu­

: - Arapça - Zihinde

Müteezzi

Teessüs : Tedris : -

yeri, danışma kurulu.

Teşvik

- Arapça - İyilik

yer ettirme, zihinde yerleşmiş düşünce. ça - Çekinme, sakınma. acı

-

Tezhip

: - Arapça -

Sahip olma.

İhsan :

etme, bağışlama, bağışlanan şey.

nen, üzgün,

Arapça

- Arapça - Yükselme, ilerleme, kal­

:

Arapça - Cesaretlendirme.

lasa :

-

- Arapça - Ciltleme.

İçtinap

:

- Arap­

: - Arapça - İnci­

- Arapça

- Konuşma

- Arapça - Kurulma, Arapça - Ders verme,

: - Arapça - Yol,

- 239 -

tarz, usul.


100 ·araç.

BÜYÜK EDİP 100 BÜYÜK ŞAİR

Temettü

-

:

zançtan alınan pay. rak.

Arapça

- Kar

etme,

Saniyen : - Arapça

kazanç,

ka -

İkinci ola­

Müceddedeu : - Arapça -Yeni olarak, yeni baş­

tan, yepyeni olarak. Misak leşme,

: - Arapça - Yemin, söz­

bağlaşma.

REFAH MI, SAADET Mİ?

Cibilliyet

Hodgam

:

- Arapça - Yaradılış, asıl maya, huy.

- Farsça - Bencil. Menfaatperest

:

:

Kendi çı­

karını düşünen. Malik : - Arapça - Sahip, bir şeye sa­ hip olan. Uzviyet

:

- Arapça - Canlılık. Cemiyet : -

Arapça - Toplum, topluluk. Dernek. Filhakika:

-

Arap­

Ağırlama, yüceltme. Olabilir, mümkün. Nebat: - Arapça

ça - Gerçekfon. Tebcil; - Arapça -

Kabil:

-

Arapça

-

- Bitki. Ziya: - Arapça - Işık. Taam: - Arapça - Ye­ mek. Mahdut: - Arapça - Sınırlı. İçtimai:

-

Arapça -

Sosyal, toplumla ilgili, toplumsal . Tekamül : - Arapça Olgunlaşma, evrim. Feylesof şünür. Mahrek •

:

- Arapça - Filozo f, dü­

: - Arapça - Yörünge.

Umran :

-

Arapça - Bayındırlık. İhtişam : - Arapça - Gösteriş,

görkem. Vakıa sen mütenasip:

:

- Arapça - Olan, vuku bulan. Maku­ -

Arapça - İçgüdü.

hassir:

-

Arapça - Ters orantılı. Sevkitabii:

-

Müştak: - Arapça - İstekli. Müte­

Arapça - Özleyen, hasret çeken.

Filvard: -

Arapça - Gerçi. Mertebe: - Arapça - Basamak, derece, .sıra,

paye. - SON -

- 240 -


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.