İsmail Hami Danişmend - Tarih Kurumuna Açık Mektup

Page 1

A

Türk Kahramanlarına Ermenilik İsnadı Münasebetiyle :

TARİH KUR UMUN A

AÇIK MEKTUP «

İSMAİL HAMİ DANİŞMEND

*

İnanç Yayınlan

İSTANBUL

19

4

5



Türk Tarih Kurumu Başkanlığına Bir tarih teziniz var : 1931 de Yüksek Kurumunuzla be­ raber ortaya çıkmış olan bu tez uğurunda tam on dört senedir ilmi deliller ve vesikalar göstererek bir çok maddî ve mane­ vî fedakârlıklarla çalışıyorsunuz. İlim âlemindeki akisleri gittikçe daha müsbet şekiller almıya başlıyan bu hayırlı te­ zinizin esası hulâsa edilecek olursa, Türklüğün şimdiye ka­ dar muhtelif sebeplerle ihmal edilen tarihî haklarını mey­ dana çıkarmak ve dünya mukadderatındaki büyük rollerini belirtmek gayesiyle izah edilebilir. 1937 denberi neşretmekte olduğunuz «Belletensin birin­ ci nüshasının ilk sahifesinde bu mecmuayı «Türk tarihine ait hakikatleri ortaya koymak» için çıkardığınızdan bahsettikten sonra, ikinci sahifede ; «Tarih sever ve okurlarımızın bize bu büyük çalışmada ellerinden yelen yardımı esirgemiyeceklerini bekler ve bunu dileriz» diyorsunuz ; ben de size işte böyle söylediğiniz için «ta­ rih sever ve okur» bir vatandaşınız sıfatıyla büyük tezinizi doğrudan doğruya alâkadar edecek bir meseleden bahsedece­ ğim. rBelleten>inizin 1938 de çıkan 7-8 inci sayısının 337nci sahifesinde' «Türk tarih tezi hakkındaki intikadların ma­ hiyeti ve tezin kafi zaferi» başlıklı yazınızda şöyle bir sözü­ nüz var: «İmparatorluk devrinde yabancıların tagallübii altında inliyen ve bütün hakları payimâl olan Türkün tarihine ancak altı yüz senelik bir kıdem verilmiş, imparatorluğun hakiki müessisleri olan Selçuk Ti'ırkleri unutturularak şerefli görülen her şey, imparatorluk camiasının Türk olmıyan unsurlarına isnad edilmişti. Bu suretle allı yüz senelik tarihte de Tiirke pek az bir şeref hissesi bırakılmıştı».


2

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

Çok doğru olan bu sözünüze bilmem iştirak etmiyecek kimse kalmış mıdır ? Hattâ imparatorluğun inhitat devirle­ rinde başka milletlerden hürmetle bahsedilirken Türklüğün istihfaf edilmiş olduğuna ait deliller bile gösterilebilir. Yal­ nız sizin bu haklı tenkidinizde «şerefli görülen her şeyi impa­ ratorluk camiasının Türk olmıyan unsurlarına isnad etmek» diye tarif buyurduğunuz tuhaf zihniyet, Yüksek Kurumunuzun millî tezi ortaya çıkar çıkmaz birdenbire ve tamamiyle devrilip ortadan kalkmış mıdır ? Zat - i - âliniz gene ayni yazınızda : «Birinci Türk tarih kongresi, tarih tezinin dahilde zafe­ riyle neticelenmişti» buyuruyorsunuz ; fakat millî tez gibi, <antithese>in de Yüksek Kurumunuzdan doğmakta olduğunu gösteren yeni bir eser, bahis buyurduğunuz zaferin maatteessüf kat’î bir zafer olmadığını ve o husustaki yazınızda bizzat şikâyet bu­ yurduğunuz eski zihniyetin hâlâ kendi içinizde yaşadığını gösteriyor. Türk tarih tezinin doğruluğunu ispat için yıllardanberi yaptığınız muhtelif neşriyatta bilhassa şu noktaya ehemmi­ yet verdiniz: Esasen Türk oldukları halde başka milliyetlere nisbet edilmiş büyük şahsiyetlerin, tarihî sülâlelerin ve hat­ tâ medeniyet kurmuş bazı eski milletlerin hakikî milliyet ve hüviyetlerini İlmî delillerle isbata çalıştınız. Şimdiye ka­ dar yanlış olarak yabancı gösterilmiş tarihî şahsiyetlerin Türk olduklarını İlmî usullerle tesbit etmek istiyen böyle haklı bir «Tez»e karşı Şark ve Garp menbâiarının Türk ol­ duklarında ittifak ettikleri millî mefahiri zorâki tefsirler, tarih metoduna sığmaz te ’viller ve bilhassa eldeki vesikalarla sarahatlere mugayir tecâhüller ve tahriflerle mutlaka ecne­ bilere mâl etmek istiyen tuhaf bir zihniyetin son zamanlar­ daki tecellisi de tabiî baştan başa yanlış ve her noktası esas­ sız bir «antitez» demektir. Ne yazık ki o güzel tez gibi bu çirkin antitez de maat­ teessüf Yüksek Kur umunuzdan çıkıyor. Kıymetli «Belleteninizin 14 - 15 inci sayısının 297 nci


AÇIK MEKTUP II

■■ ■ ■

I

■ .

—------------------------------------ —-------------------------------.

8 ■

.

sahifesinde Yüksek Kurumunuzun müesseslerini gösteren bir liste var : Türk tarih tezinin bütün esaslarında tamamiyle ittifak ederek böyle bir ilim ocağı kurmuş olmaları pek tabiî ve zarurî olan bu on altı müessis içinde «İstanbul Üniversi­ tesi Ortazaman tarihi Doçenti Bay Mükrimin Halil Yinanç» m ismine de tesadüf ediliyor. Ne gariptir ki vaktiyle Kurumunuz te'sis edilirken bütün arkadaşları gibi tarih tezinizi benimsemiş olduğu için ismi­ nin listenize girmiş olması lâzım gelen ve o tarihten sonra Doçentlikten Profesörlüğe de terfi eden bu müessisiniz, son zamanlarda İstanbul Üniversitesinin Edebiyat fakültesi tarih zümresi tarafından neşredilen «Türkiye Tarihi Selçuklular Devri» ismindeki 187 sahifelik küçük eserinde bütün İlmî delillerle vesikalara mugayir bir antitez müdafaasına kalkış­ mış ve netice itibariyle Türk Tarih Kurumunun tezi, bizzat kendi müessisîerinden birinin antiteziyle baltalanmıya baş­ lamıştır !.. ♦ Muhterem âzanızın hepsi bilir ki millî tarihimizde mev­ ki tutmuş ve mühim roller oynamış Türk sülâlelerinin bir çoğuna muhtelif sebeplerle bir takım ecnebi milliyetleri iza­ fe edilmiştir ; bu sebeplerin en mühimleri üç zümreye ay­ rılabilir : Dinî hislerine kapılan bazı Türk sülâleleri siyâdet ve şerâfet iddiâ ederek kendi kendilerini araplaştırmışlar, bazıları tarihî bir asalet şerefi kazanmak için neseplerini yabancı bir menşe'e bağlamışlar ve bazıları da muhtelif ec­ nebi müverrihleri tarafından millî hislerle benimsenerek bir takım yabancı soylara nisbet edilmişlerdir. İşte bu suretle Osmanlı hanedanına Araplık, Acemlik, Mongolluk, Tatarlık ve bilhassa Rumluk, Karaman hanedanına Ermenilik, İran Selçukîlerine Kürtlük, Anadolu Selçukîlerine Rumluk, Danişmendîlere Ermenilik, Germiyan ve Candar oğullarına Araplık, Dulgadır hanedanına Acemlik ve Sâsânîlik, Mente­ şe oğullarına Kürtlük, Ertana oğullarına Mongolluk, Zengi hanedanına Araplık, Sebüktekin sülâlesine Perslik ve Sâsâ­ nîlik ve nihayet Safavî hanedanına Araplık ve Seyyitlik izâfe edilmiştir! *


4

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

Tabiî bu liste daha pek çok genişletilebilir. Bu tarihî sülâlelerden başka bir çok büyük şahsiyetler de bu gibi ifti­ ralara uğramıştır : Meselâ Mevlâna’ya Acemlik, Fuzulfye Kürtlük, Fârâbî'ye Araplık ve Barbaros’a İtalyanlık, Fran­ sızlık, Rumluk ve hattâ Arnavutluk bile isnad edilir ! Bu hale Mongol âleminde de tesadüf edilmektedir : Meselâ Ti­ mur - Leng’in türbesindeki meşhur kitabeye göre hem Çingiz’in, hem Timur’un müşterek gösterilen nesepleri efsanevî bir izahtan dolayı Hazret-i Ali’nin oğullarından birine müntehi olmak itibariyle Çingiz'le Timur hem Arap, hem Seyyittir ! Hattâ bu Siyâdet an'anesi son zamanlara kadar hemen bütün Anadolu Türk köylülerinin mühürlerine birer «Es-seyyid> ünvaniyle intikal ederek bütün Türk milletini Arap cinsine nisbet ettirebilecek bir yaygınlık bile gönder­ miştir ! Eğer yukarıda misal olarak bazılarını gözden geçir­ diğim Türk sülâlelerine izâfe ve isnâd edilen ecnebi milli­ yetlerinin doğru olması lâzım gelse, yâni Malazgird’in muh­ teşem kahramanı Alp-Arslan bir Kürt, Anadolu Selçukîliğinin en parlak timsali olan Birinci Alâüddin Keykobad bir Rum, Anadolu fethinin yegâne 'millî destanına kahraman olan Ahmed Danişmend bir Ermeni, anayurdumuzda Türk dilinin hâkimiyyeti için hiç bir kavmin tarihinde misli görül­ memiş bir lisan muharebesi yapan Karaman oğlu Birinci Mehmet Bey de bir Ermeni, İstanbul Fatihi bir Rum yahut bir Arap veyahut bir Acem ve nihayet İslâm tarihinin en parlak simalarından olan Nurüddin-i-Şehîd bir Arap ve Hin­ distan Fatihi Sultan Mahmud-ı-Gaznevî bir Acem [olsa, Türk tarihinin bir ecnebi eseri sayılması veyahut Türk kavminin millî şuurdan mahrum olduğu için asırlardanberi yetmiş iki buçuk millet tarafından gelişi güzel sevk ve idare edilmiş tarihsiz ve hüviyetsiz bir tâifeden ibaret olması lâzım gelir 1 Eğer Yüksek Kurumunuz müessislerinden Profesör Mükrimin Halil Yinanç’ın eserinde Ahmed Danişmend Gazi’yi Türklükten tard ve ihraç edip mutlaka Ermeni milletine mâl etmek için başvurduğu tuhaf metod doğru olmak lâzım gelse, bu metodun bütün Türk tarihine tatbiki takdirinde o


AÇIK MEKTUP

5

muhteşem tarihin bilmem artık hangi şahsiyeti Türklüğünü muhafaza edebilir ve zavallı Türk tarihi ne hale gelir: Sizin tarih tezinize göre yeni Türk tarihçisinin vazifesi yabancı milliyetlere nisbet edilmiş büyük şahsiyetlerimizin Türklük­ lerini hakikî ilim yollarından yürüyerek meydana çıkarmak­ tır ; Zat-ı-âlileri başta olmak üzere muhterem âzanızın hep­ si ve bilhassa Fuad Köprülü ile İsmail Hakkı Uzunçarşılı bütün eserlerinde işte bu doğru yolu takip etmişlerdir : Meselâ Karaman ailesine isnâd edilen Ermenilik safsatasını çok doğru ve haklı olarak reddeden Fuad Köprülüdür ; bü­ tün eserlerinde olduğu gibi «Anadolu Beylikleri* hakkındaki kıymetli kitabında İsmail Hakkı Uzunçarşılı da bu millî olduğu kadar ilmi zihniyete tamamiyle sadık kalmıştır. Bunlardan başka, Fatihin Rumluğu hakkında bazı Garp eserlerinden Türk kitaplariyle gazetelerine kadar akseden fecî isnadın nasıl tertip edildiğini bütün vesikalariyle teş­ hir için ben de «Türklük» mecmuasının 1939 da çıkan 5,6 ve 7 inci sayılarında «Osman oğullarına, isnâd edilen sahte milliyetler» başlıklı üç etüd neşrederek millî mefahirimize vurulan ecnebilik damgalarını silmiye çalışmıştım. Bilhassa bu milletin bu topraklar üzerindeki tarihî hukuku bakımın­ dan çok muzır ve tehlikeli bir iftira silsilesi teşkil eden o ecnebi safsatalarına karşı yeni Türk tarihçiliğinin bu İl­ mî ve millî hassasiyet ve faaliyeti ilim âleminde müsbet te’sirler yaparken, bir Türk Üniversitesi Profesörünün Ana­ dolu Fethinde ve Türkiye devletinin te’sisinde her nedense bir Ermeni rolü göstermek istemesi Yüksek Kurumunuzun dahilde zaferinden bahis buyurduğunuz tarih teziyle bilmem nasıl te'lif edilebilir ?... Zaten Profesör Mükrimin Halil Yinanç giriştiği işin bütün vehâmetini müdriktir ve hattâ millî şuûru ne kadar rencide edeceğinden tamamiyle emin olduğu için, çok ka­ ranlık ve çetrefil bir Türkçe ile yazılan broşürünün 97 nci sahifesinde Türk Gazilerini pek tuhaf bir heyecanla Ermenileştirmiye çalışırken işte şu te'minâtı vermek mecburiye­ tinde kalmıştır:


6

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

«Burada bizim maksadımız her türlü hissiyattan ne kab­ il hükümlerden tecerriıd ederek tarihi hakikatleri bulmak ve bunları bi'ıyiik bir bitaraflıkla meydana çıkarmak olduğu için, Emir ltanışmend’in, mevcut menbâlara nazarim aslını 've menşe'ini lesbit ctmiye çalışalım». Profesör bu te'minâtı kime veriyor, niçin veriyor ve ne­ den dolayı «her türlü hissiyattan tecerriit» edeceğinden ve bilhassa «büyük bir bitaraflık* göstereceğinden bahsetmiye lüzûm görüyor? Tabiî bu te'minâtı bundan dokuz asır evvel bu mübarek topraklara kanlarını dökmüş Türk şehîdlerine vermiyor; her halde kendisini ecnebi saydığından dolayı Türk milletine karşı bîtaraflık te'minâtı vermek lüzûmuna da kani olmaması lâzım gelir. Bu tuhaf te’minat, olsa olsa kendisinin de müessislerinden olmak sıfatiyle resmen hür­ met etmek mecburiyetinde bulunduğu Tarih Kurumunun «Türk Tarih tezi» ne verilmiş olabilir: İster Türk şehitle­ rine, ister şimdiki Türklere ve isterse Türk Tarih tezine verilmiş olsun, her halde verilmiştir I.,. Yukarıki fıkrasında «tarihi hakikatleri bulmak» için böyle bir iddiaya kalkıştığından bahseden Profesör Yinanç. ayni eserin başındaki medhalin 18 inci sahifeye tesadüf eden son cümlesinde de şöyle söylüyor: «Muhtelif sebeplerden dolayı yapılması tabii olan hatâ­ larla yanlışları ileride tashih edeceğimden, bunları bana ih­ tar edecek olan zevata müteşekkir kalacağım». Bir taraftan tarih sevenlerle okuyanlardan yardım bek­ lediğini «Belleten» in daha iİK nüshasında ilân etmiş olan Yüksek Kurumumuzun büyük tezine hizmet etmiş olmak ve bir taraftan da yanlışları gösterilince tashih edeceğinden bahseden Üniversite Profesörünün işte bu temennisini yeri­ ne getirmek için şimdi müsaadenizle o kitabın tek bir noktası bile doğru olmıyan Ermenilik bahsini baştanbaşa tashih etmek zahmet ve külfetine katlanacağım. * Her hangi bir hâdisenin tetkik ve tahlilinde veyahut sebepleriyle neticelerinin tefsir ve izahında yürütülen mü-


AÇIK MEKTUP

7

talealarla mülâhazalar şahsî muhakeme ve telâkki tarzıyla alâkadar olacağı için tamamiyle indî mahiyette şeylerdir; fakat tarihî şahsiyetlerin milliyetleri gibi ancak vesikalarla isbât edilebilecek meseleler öyle tefsir, te’vil, şahsî müta­ lâa ve telâkki tarzı gibi sonsuz münâkaşalara müsâit mev­ zulardan değildir. Onun için burada indî bir nazariyeye karşı indî bir nazariye serdedilmiyecek, «yok» denilen vesi­ kaların «var» olduğu ve «var» denilen vesikaların da «yok» olduğu birer birer meydana çıkarılmakla iktifa edilecektir. * Bütün Türk membâlarında Anadolu fethinin en büyük kahramanı sayılan Ahmed Danişmend’i Ermeni göstermek için Profesör Yinanç’m menfi delillerden müsbet neticeler çıkarmıya çalışarak ileri sürdüğü mantık oyunları şu on esasa irca edilebilir; bunların ilk yedisi Danişmend’in Türk olmadığını istintaca ve son üçü de Ermeni olduğunu istih­ raca aittir: 1 — Danişmend Gazi’nin hakikî ismi meçhulmüş: Yal­ nız «Danişmend» şeklindeki ünvaniyle mâruf olan bu zâte muhtelif menbâlarda (Ahmet) ve (Mehmet) gibi müslüman isimleriyle (Tablu), (Taylu) veyahut (Tatlıı) gibi tahavvüller gösteren bir Türk ismi izafe ediliyormuş! 2 — «Bütün Türk ve Türkmen sülâlelerinin bastırmış oldukları paralarda o sülâlenin mensup bulunduğa boyun ve­ ya oymağın damgası* bulunduğu halde Danişmendli para­ larında böyle bir damga mevcut olmadığı için Danişmend’­ in Türkmen olduğu isbât edilemezmiş ! 3 — Arap müverrihi (îbn-ül-Esîr) in Danişmend’i bir «Türkman muallimi» göstermesi «Danişmend» ünvanını yanlış olarak «muallim» diye terceme etmesinden mütevel­ lit bir hatâdan ibaretmiş I 4 — Tıpkı bunun gibi, 16 ncı ve 17 nci asırlarda yaşıyan Osmanlı müelliflerinin müşarünileyhe «Türkmânî» demeleri de sonradan uydurulmuş bir isnâddan başka bir şey değilmiş ! 5 — Azımı, îbıı-ül-Kalânisî ve İbn-ül-Azrak gibi mü­


8

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

verrihler asıl ve menşeinden bahsetmezlermiş I 6 — Muâsır Lâtin menbâlarında Danişmend’in Türk olduğu hakkında hiç bir kayit yokmuş! 7 — Süryânî menbâlarında da Danişmend’ in asıl ve menşei hakkında hiç bir şey söylenmiyormuş! 8 — Muasır Ermeni müverrihi Urfalı Mateos( = Matthieu d’Edesse) Danişmend ’in aslen Ermeni olduğunu söylemek­ te olduğu gibi on sekizinci asır Ermeni mülliflerinden Çamiçyan da müşarünileyhin esasen bir Ermeni prensi ol­ duğundan bahsediyor ve Bizans müverrihlerinden KinnamosTa Nikitashn da öyle söylediklerini bâb ve fasıl göste­ rerek bize bildiriyormuş! 9 — Müsteşrik (Mordtmann.) in «İslâm Ansiklopedi­ si» ndeki «Dânişmendiyye» makalesinde anlattığına göre 12 nci asır Bizans müverrihlerinden (Kinnamos) Daniş­ mend’in bir «Iranh Ermeni» olduğunu ve Nikitas da onun «Eski Ermeni krallarının mensub oldıığıı Arşak sülâlesin­ den» indiğini söylermiş ! 10 — Bizans meblâlarının başka hiç kimseye isnâd et­ medikleri halde yalnız Danişmend hakkında ‘"Ermeni,, de­ meleri bu menbâların bîtaraflıklarını gösterirmiş! İşte bütün bunlardan dolayı Ahmed Danişmend’in Er­ meni olması lâzımgelirmiş İstanbul Üniversitesi. Ortazamanlar tarih Profesörünün bir Türk kahramanını her nedense mutlaka Ermenileştirmek ve netice olarak Anadolu fethinin tarihî hukukiyle muazzam şerefinden Ermeni milletine muhteşem bir pay çıkarmak için ömründe görmediği vesikalardan bile bahse­ derek sayıp döktüğü bu menfî mantık kaziyyelerinin hiç birisi doğru değildir: Baştan aşağı hepsi yanlıştır. Şimdi bu asılsız iddiaların alâkadar oldukları vesikalarla karşılaş­ tırılarak sırayla gözden geçirilmesi ne mahiyette nesneler olduğunu derhal meydana çıkaracaktır. ♦ 1 — Ermenilik isnadını kolaylaştırmak için (Danişmend) unvanıyla meşhur olan zâtin hakikî ismi bile meçhul oldu­


AÇIK MEKTUP

9

ğunu gûya isbât etmek üzere birçok mürekep sarfeden tarih Profesörü, eserinin 93 - 96 ncı sahibelerinde muhtelif menbâlarda muhtelif isimler rivayet edilmiş olduğundan bahsederek bir sürü sözler söylüyor ve ezcümle 95 inci sahifesinde hiç bir hükme varılamayacağını göstermek için şu neticeyi ileri sürüyor. «Daiıişmendıuımeye ve uydurma vakfiyyeye göre arap­ ça adı (Ahmet), Ebıı-Hâmid'e göre de (Mehmet) olan ve İbn-id-Esır’e göre Türkçe adı (Tayin) bulunan ve kitabede ve paralarda adı sadece (Danişmend) olarak geçen bu E mi­ rin adıy zamanında yaşıyan Ermeni müverrihi Urfalı Matt­ hieu tarafından (Tanışman) şeklinde kaydedilmiştir». Profesör bu fıkrasında muhtelif rivayetlerden bahse­ derek isim meselesini ihtilâflı ve netice olarak meçhul gibi göstermiye çalışırken: »Paralarda adı sadece Danişmend olarak geçen bıı Emir» demek suretiyle Danişmendî meskukâtını ve meskûkât mütehassıslarının bu meseleye ait neşriyatını gûya tetkik etmiş gibi görünmek istiyor. Tabiî bir Üniversite Profe­ sörü için tarih metodunun en sağlam vesika saydığı mes­ kukâtın ilk iş olarak tetkiki kadar zarurî bir şey olamaz. Casanova’nın 1896 da basılan “Numismatique des Danichmendites,, ismindeki eserinin 3 üncü sahifesinde söylediği gibi, müverrihlerin bilhassa Danişmendî hükümdarları hakkmdaki rivayetlerinin bir takım muğlak ve mütenâkız. menkulâta inhisar etmesi bu meskûkâta daha mühim bir vesika kıymetini izafe ettirmektedir. Fakat meselenin bu hususî ehemmiyetine ve bilhassa yukarıda gözden geçirdiğimiz kendi ifade ve iddiasına rağ­ men Profesör Yinanç Danişmendî meskûkâtını kat’iyyen tet­ kik etmemiş, İstanbul müzesindeki paraları görmemiş ve hattâ bu paraların resimleriyle izahlarını ihtiva eden Müze katalogunu bile bir kere açıp şöyle bir göz gezdirmemiştir: Çünkü eğer İstanbul müzesi « Meskûkât-ı-kadîme-.i-İslâmiyye katalogları > külliyatının dördüncü cildini teşkil eden ve merhum Ahmet Tevhit Bey tarafından tertip edilip 1321 ta­


10

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

rihinde İstanbul'da «Mahmut Bey matbaası» nda basılmış olan katalogunu görmüş olsaydı, bu resmî eserin 84-85 inci sahifelerinde Danişmend oğlu Melik Gazi’nin henüz fethe­ dilmiş olan Anadolu'da BizanslIlarla olan ticarî münasebet­ leri teshil için rumca yazılarla bastırmış olduğu 101 numaralı para hakkındaki izahatı okumuş ve bu paranın üstünde « O ios tu meyallı meliki Amel Gazi* şeklinde okunan rumca yazının « İbni melik-i muazzam Ahmed Gazi » şeklindeki tercemesini görmüş olurdu! İstanbul müzesinde bu paradan iki tane vardır (Katalog, s. 523): Bilhassa fotografisi. izâhâtı ve yazılarının tercemesi Müzenin resmî ka­ talogunda iki büyük sahife işgal ettiği halde İstanbul Üni­ versitesi tarih Profesörünün: a Paralarda adı sadece Danişmend olarak geçen bu Emir» diye isim meselesinde bir şüphe uyandırmak istemesi acaba tarih metodunun hangi esasiyle izah edilebilir ? Danişmend’­ in oğlu Melik Gazi, parasının üstünde kendi babasının adını "Ahmed. diye tasrih etmişken bu mesele enasıl olup da ih­ tilaflı ve meçhul gibi gösterilebilir ? Dikkat edilecek nok­ talardan biri de Profesör Yinanç'in muhtelif meskûkâttaki sarahatleri bilmediği için Ahmed Danişmend’in unvanını << Emir » zannetmesidir ! Bu da yanbşttr: Oğlunun sikkesin­ de Ahmed Danişmend’in ünvanı « Melik-i muazzam » ve to­ runu Yağı-Basan'ın ayni Katalogda 88 inci ve 523 üncü sahiielerdeki meskûkâtında «Melik* olduğu gibi, Casanova’nm yukarda bahsettiğim eserinin 33 üncü sahifesinde de bu bü­ yük âlim k a Biz Melik Danişmend'in torununa ait bir sikke biliyo­ ruz ki bunda müşarünileyhin ismi. bütün harfleri tam olarak (Melik Danişmend) şeklinde mukayyetidir... » diye bu Unvanının başka bir sikke üzerinde de mevcut oldu­ ğunu tesbit etmiştir. İşte tarih metodunun birinci derecede kıymet verdiği bu nümismatik vesikalariyle de sâbittirki Danişmend Gazi Tnin ismi «Ahmed* ve resmî ünvanı da tarih profesörünün


AÇIK MEKTUP

11

zannettiği gibi “Emir„ değil, “Melik,, ve hattâ “Melik - i muazzam = meğali melikindir. 2 — Profesör Ykona* eserinin 96 ncı sahifesinde şöyle bir iddiada bulunuyor : “Bütün Türk ve Türkmen sülâleleri­ nin bastırmış oldukları paralarda, o sülalenin mensup bulun­ duğu boyun veya oymağın damgası bulunur. Mesela Selçuklu paralarımla Kınık boyunun, Artuklu ve Osmanlı paralarında Kayı boyunun damgaları bulunmaktadır. Halbuki Danişmendli paralarında böyle bir damga mevcut değildir ve Danişmend'in Türkmen olduğu ve hangi boya mensup bulunduğu lesbit edilemez,, ! Yukarıki maddede bahsettiğim paralardan bile tamamiyle bihaber bulunan profesörün nümismatik esaslarına bu kadar aykırı bir iddiaya kalkışması, tarihin yardımcı bil­ gileri içinde en mühimlerinden olan bu ilimle hiç bir alâ­ kası ve hattâ bu meseleler hakkında kulak dolgunluğu de­ recesinde olsun bir fikri olmadığını tamamıyle meydana çı­ karmaktadır : Profesörün bu çok tuhaf iddiasından anlaşıl­ dığına göre “Bütün Türk ve Türkmen sülâlelerinin,, parala­ rında “Boy., veya “Oymak,, damgası varmış ve netice iti­ bariyle meskûkâtında böyle damgalar mevcut olmıyan sülâ­ lelerin Türk olmaması lâzım gelirmiş ! Böyle şeylerle ömürlerinde uğraşmamış insanlar için bu gibi iddiaların belki şöyle böyle bir kıymeti olabilir : Fakat tarih ve nümismatikle az çok meşgul olanların hepsi bilir ki “Bütün Türk ve Türkmen sülâlelerinin,, paralarında boy veya oymak damgası mevcut değildir : Bu iddia sırf bir kuruntudan ibarettir : Profesör yalnız bir iki hükümdarın ancak bir iki sikkesinde görülebilen bazı damgalarla dam­ gaya benzer işaretler hakkında yürütülmüş nazariyeleri hiç tetkik etmeden vehme kapılıp “Bütün Türk ve Türkmen sü­ lâlelerinin bastırmış oldukları parolalar teşmil ederek kendi kendine umumî bir kaide çıkarmış, bu tuhaf kaideye hemen inanmış ve ondan sonra da bütün kuvvetsiz mantık oyuncu­ larının yaptıkları gibi ^istihraçsan "istintaçla saparak “pa­ rasında oymak damgası olmıyan Türk değildir^,, şeklinde kat'î bir hükme dayanıvermiştir 1...


12

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

Müsâadenizle her şeyden evvel bir kere şu noktayı tav­ zih edeyim : Yalnız “Artuk,, , “Akkoyunlu,, , “Zengi,, ve “Salgur,, sülâlelerinden bir iki hükümdarla OsmanlIlardan İkinci Murad'm bazı paralarında oymak damgası varsa dâ ne Selçukîlerin. ne de diğer Türk ve Türkmen hanedanlarından hiç birinin meskûkâtmda henüz böyle bir şey tesbit edileme­ miştir ; fazla olarak bu dört ailenin bütün meskûkâtmda damga mevcut değildir : Ancak bazı hükümdarların bazı pa­ ralarında vardır. Meselâ “Artuk,, oğullarından (Hüsâmüddin

Timürtaş) ın bir parasında gördüğü IVI

şeklinin

Kavı

damgası olduğunu Ali Emirî Efendi (Kâtip Ferdî) nin “Mardin Mülûk-i Artukıyye tarihi,,ni 1331 de neşrettiği zaman 18-19 uncu sahifelerine tesadüf eden (6) numaralı haşiyesinde ilk defa olarak tesbit etmiştir : Bu damga (Kaşgarlı) nın 1333 tab 1nın birinci cildinin 56 ncı sahifesindeki

IV|

şekline

hemen tamamiyle uymakta ise de, Akkoyunlu hükümdarla­

rından bazılarının meskûkâtmda görülen

4 n

şeklindeki

Bayundur damgası (Kaşgarlı) nın ayni sahifede gösterdiği,

şekline tamamiyle uygun değiidir : Bununla bera­ ber Ahmet Tevhit bey müze kataloglarının dördüncü cildinin 475 inci sahifesindeki (I) numaralı haşiyesinde bu şekli Akkoyunlu damgası olarak kabul etmektedir. “Salgur,, ve “Sel­ çuk,, hanedanlarının bazı paralarındaki şekillerin oymak dam­ galarıyla alâkası meselesini de ilk defa olarak Fuad Köprülü “Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuaaı,,nın ikinci cildiyle kıymetli “Belleten,,İnizin 28 inci sayısındaki etüdlerinde tetkik etmiştir. Fakat bunlardan ilk Selçukîlerin paralarında görülen ok ve yay şekli bu hanedanın mensup olduğu Kınık boyunun damgası değildir : Bu noktada Ahmet Tevhit Beyle Fuat Köprülü müttefiktir. Tevhit Bey katalogunun 59 uncu sahifesinin başında :


AÇIK MEKTUP

"İşbu işaretler ok ve yay olmaları maznundur.Ok ve yay Selçukilerin alâmet-i mahsusa# idi,, diye bunun bir aşiret damgası olmayıp bir hanedan alâ­ metinden ibaret olduğunu tesbit etmiş olduğu gibi, Köprülü de “Belletendin 28 inci sayısının 251 inci sahifesindeki ( I ) numaralı haşiyesinde ok ve yay şeklinin : “Büyük Selçuklu Sultanlarının umumiyetle kullandıkları bir alamet, yani Selçuklu hanedanının hukuki senbolü olduğu artık kafi surette meydana çıkıyor,, dedikten sonra bu hukukî senbolün yalnız Selçukilere de münhasır olmayıp Artıkılerde, Harizmşahlarda, Eyyubîlerde ve hattâ Aydın oğullarında bile mevcudiyetini tesbit ederek bunun bir aşiret damgası olmadığını ve muhtelif ha­ nedanlar tarafından kullanılmış bir hâkimiyyet ve saltanat alâmetinden ibaret olduğunu bütün delilleri ve tafsilâtiyle meydana çıkarmıştır. Zaten Kınık boyunun damgası, ilk Sel-

çukî meskûkâtında görülen ve okla yaya benzetilen

j

şekliyle alâkadar değildir : Meselâ (Kaşgariı)nın birinci cil dinin 56 ncı sahifesindeki Kınık damgası

şeklinde

olduğu gibi. Yazıcı-za'de Selçuknamesinin hususî kütüpha­ nemdeki yazma nüshasında ayni Kınık damgası şöyle göste­ rilmektedir

fâF

Oymak damgalarının muhtelif men-

balardaki “variante,, lan üzerinde henüz etraflı ve muka­ yeseli bir tetkik de yapılmış değildir. Şimdilik muhakkak olan nokta, muhtelif hanedanlar tarafından hukukî bir alâ­ met olarak kullanılmış olduğu Fuad Köprülü tarafından isbât edilmiş olan ok ve yay şeklinin bir oymak damgası ol­ madığından ibarettir. Selçukî meskûkâtında bunun haricinde bir oymak damgası da mevcut değildir. Zaten Köprülü ’"Belleten,.deki yazısında İstanbul Üniversitesinin tarih profesörü gibi “Bütün Türk ve Türkmen sülâlelerinin bastırmış olduk­ ları paralarda,, oymak damgası bulunduğunu iddia etmemiş, ayni nüshanın 250 nci sahifesinde ancak * (bazı Türk devlet-


14

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

terinin» paralarında böyle damgalar bulunduğundan bahset­ miştir. Profesör Yinançhn yukarıki fıkrasında misal olarak Selçukîlerden sonra OsmanlIlardan da bahsetmesi bu husus­ taki son tetkiklerin farkında bile olmadığını ve hiç bilmediği bir meselede tamamiyle indî hükümler vermiye kalkıştığını göstermektedir ! Bir kere ilk Osmanlı meskukâtının hiç bi­ rinde bir Kayı damgası mevcut değildir. Paralarına böyle bir damga koyduran ilk ve yegâne Osmanlı Padişahı İkinci Mu­ radadır. (Kaşgarlı) daki Kayı damgası IVI ve bazı Artuklu meskukâtındaki IVI şeklinde olduğu halde İkinci Murad'm Edirne ve Bursa'da basılmış sikkelerinden üçün­ de tesbit edilen ve ayni damga ile izah edilen şekil şöyledır : hattâ

*

bundaki noktalar o üç paranın ikisinde

yıldız şeklindedir ( Halil Edhem, Meskûkât-ı Osmaniyye, C. I, S. 49, 58 ve 68, sikke numaraları 159, 193 ve 225). Bu değişik işaret hakikaten Kayı damgası olduğu takdirde, Oğuz Han'a kadar çıkarılan efsanevî Osmanlı nesebinin uydurulmıya başladığı bir devirde yalnız bir padişahın ancak bir iki parasında görülen istisnaî bir vaziyetten başka bir suretle tefsirine imkân olamaz. ( Paul Wittek ) in her ikisi de 1938 de çıkan ”De la défaite d'Ankara à la prise de Constanti­ nople,, ismindeki fransızca ve “The rise of the Ottoman em­ pire,, ismindeki İngilizce eserlerinde izah ettiği gibi, ikinci Murad şehzâdelik devrinde Amasya valiliğinde bulunmuş ve bu mmtakanın Danişmendliler devrindenberi muhafaza et­ mekte olduğu Türk an’anelerinin tesiri altında kalmıştır. Tahta çıktıktan sonra bir çok ilim ve edebiyat adamlarını himaye edip kuvvetli bir Türklük ve Türkçülük cereyanı vücuda getirmesi işte bundan dolayıdır. Damga meselesini de (Wittek) fransızca broşürünün 28 inci sahifesindeki haşi­ yesinde şöyle anlatır : ‘ 'C’est également sous Moıırad II que la tamgha de la tribu oghuze Qayi, dont les Ottomans commencèrent alors à se réclamer, et qui devait devenir l'insigne de l'armurerie d'Istanbul, fit son apparition sur des monnaies Ottomanes. «


AÇIK MEKTUP

15

Sous Mehmed II, la légende oghuze était tellement à la mode qu'on y puisa les noms de deux petit-fils du sultan, les fils des princes Bayezid et Cem : Qorqud et Oghuz Khan.,,. » İngilizce eserin II inci sahifesinde de ayni izaha tesa­ düf edilir. Bilirsiniz ki Osmanlı nesebini Oğuz Han'a çıka­ ran klâsik an’ane de ayni devirde meşhur müverrih (Şükrullah-ı-Rumî) tarafından ortaya atılmıştır. “Düsturnâme-i-Enverf’ye yazdığı medhalin 87 nci sahifesinde Profesör Mükrimin Yinanç hiç tetkik etmediği bir meseleye daha temas edip Şükrullah-ı-Rumî “Behcet-üt-Tevarîh" inde : “Eriuğ/rul Beıfin pederinin ismini zikretmez,, demişse de, (Şükrullah) Ertuğrul Beyin hem babasının, hem dedesinin, hem dedesinin babasının isimlerini zikret­ mek suretile klâsik Osmanlı nesebini ilk defa olarak Oğuz an’anesine bağlamıştır! “Behcet-üt-Tevarih”in “Nur -1- Os­ maniye" kütüphanesindeki 3059 numaralı nüshasının 306 307 nci sahifelerinde bu nesep bahsi uzun uzadıya izah edil­ mektedir. Müellif, İkinci Murad tarafından elçilikle nezdine gittiği Karakoyunlu hükümdarı Cihanşâh’m bir gün ken­ disine OsmanlIlarla Karakoyunluların Oğuz ensabı bakımın­ dan akraba olduklarından bahsettiğini şöyle anlatır : -

V? İTjyZM—-> j j* * « ...-----.JaLİli—1 cz 5

İşte bu suretle bir taraftan klâsik Osmanlı nesebinin te­ meli İkinci Murad devrinde kurulurken, bir taraftan da bu Padişahın bir iki sikkesine bir Kayı damgası vurularak ( Wittek ) in bahsettiği Oğuzluk modası pek geç ve pek geçici bir inkişaf göstermiş demektir. Bu vaziyete göre eğer Profesör Yinanç’ın kuruntuya kapılıp kurmak istediği nazariyye doğru olup da, paralarında oymak damgası mevcut olmıyan sülâle­ lerin Türk olmaması icabetse, Danişmendilerden başka Selçukîlerin, OsmanlIların, Saltuk, Mengüç, Karaman, Aydın, Saruhan vesaire sülâlelerinin de Türk olmamaları lâzımgelir: Çünkü onların da paralarında oymak damgaları yoktur ! Her


16

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

halde bütün bunlardan bihaber olduğunu isbat eden Profesö­ rün “ bütün Türk ve Türkmen paralarında ,, oymak damga­ ları tevehhüm ederek bu vehminden Türklüğün aleyhine bir takım ahkâm çıkarmıya kalkışması ilmi mes'uliyet hissiyle ve bilhassa metod disipliniyle te'lif edilebilecek nesnelerden değildir. Bu meselede dikkat edilecek pek tuhaf noktalar­ dan biri de Profesörün Danişmendî meskukatında hiç damga yok zannetmesidir : Halbuki Ahmed Danişmend oğlu Melik Gazi’nin yukarıda bahsettiğim rumca yazılı parasında şöyle bir damga vardır (Katalog, sahife 84):

Bu paranın yazıları rumca olduğu için katalog mürettibi Ahmet Tevhit Bey bunu “ Müze - i - Hümayun hâfız-ı kütübü Mistakidi Efendi,, ye okutmuş ve Türkmen damgaları hak­ kında hiç bir fikri olmıyan Mistakidi Efendi bilhassa bundan kırk sene evvelki mâlûmatiyle “ Damga şeklindeki kelime­ nin sene-i-cülûs» a alâmet olduğunu tahmin etmiştir : O devir­ de henüz Artuk, Salgur, Akkoyunlu ve Zengi sülâlelerinin paralarındaki işaretlerin mahiyetleri tesbit edilememiş oldu­ ğu için Mistakidi Efendi’nin böyle bir te’vil ve tefsirde bu­ lunması pek tabiîdir: Fakat o rum münevverinden kırk yıl sonraki Türk Profesörleri için bu Danişmendî parasının üs­ tündeki aamga meselesini tetkik etmek ve bilhassa Oğuz boylarıyla oymaklarının muhtelif varyantları bulunan damgalariyla karşılaştırdıktan sonra ilmi bir hüküm vermek en ibtidaî vazife demektir ve bu vazifeyi ifa etmeden uluorta iddialara kalkışmak doğru değildir. 3 — Eserinin 94 üncü sahifesinde Profesörün şöyle tuhaf bir fıkrası var : “ İbn Al - Allıir II. M3 = Al, 1110 vukuatında Haçlılarla Danişmend'in arasındaki muharebelerden bahsederken Danişmend’în adının (Tayin) olduğunu ve türkmenlere muallimlik etmekle bulunduğunu ve nihayet zaman geçtikten sonra hükümdarlığa kadar yükseldiğini söylerse de onun Ana­


AÇIK MEKTUP

17

dolu'nun fethine iştirak ettiğine dair hiç bir malûmat vermez (c. X. s. 111). Ibn al-Atbirdeki DanişmentVin muallimlikten emarete yükselmesi hakkında mevcut olan bu bilgi Danişmend kelimesinin arapçaya terceme ve izahından nes’et etmiş, doğ­ ruluğu kiılliyen meşkûk ve hattâ yanlış bir malumattır „. Hangi noktasını tashih edeceğimde mütehayyir kaldığım bu çok tuhaf fıkradan anlaşıldığına göre Profesör ya ( İb-ülEsiı-) tarihinin yüzünü ömründe görmemiş, yahut gördüyse ne dediğini anlıyamamış veyahut müellifin bu husustaki ifa­ desini kulaktan dolma malûmat ve mesmûat şeklinde kay­ dedip geçivermiş! Çünkü İbn-ül-Esîr Hicretin 493, yâni Milâ­ dın 1110 tarihinde Danişmend’in sağ olduğundan ve Haçlılar­ la o tarihte harb ettiğinden bahsetmiş değildir : O yalnız « İbn-üd-Dânişmend » dediği ve hattâ « Gümüştekin > ismini verdiği Dânişmend - oğlundan bahsetmiştir; Danişmend’in kendisi mevzûubahs olmadığı için burada onun Anadolu fet­ hindeki rolünden bahsetmesinin hiç bir münasebeti de yok­ tur. Profesörün hiç görmeden, yahut anlamadan veyahut mesmuât kabilinden bahsettiği fıkra, (İbn-ül-Esîr) tarihinin 1303 Mısır tab’ının onuncu cildinin 104 üncü sahifesinde ve

serlevhası altındadır ve aynen işte

şoyledir :

Bunun aynen tercemesi şöyledir : “ZJu senenin Zülka’de (= Eylül) ayında, babası Türkmaııların muallimi iken ahvalin takallübü üzerine hükümdar oldu­ ğu için kendisine (Danişmend-oğlu) denilen Malatya, Sivas ve­ saire hükümdarı Danişmend-oylu Gümüştekin Frenk rüesâsından Biınend (= Iloemond ) ile Malatya civarında karşılaştı.


18

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

Malatya Prensi kendisiyle mektuplaşarak onu ileri siirmüş ol­ duğu için Bimend (= Boemond) beş bin askerle gelmişti: Danişmeııd-oğlu bunları karşılayıp Bimend’i mağlûp ve esir etii„. Bu fıkranın alt tarafında üç yüz bin kişilik bir Haçlı or­ dusunun Dânişmendîler tarafından imhâsina ait olan kısım Profesörün yukarıki iddiasiyle alâkadar olmadığı için iktibasa lüzum görmedim. Oğulla babayı birbirine karıştırarak ve oğlunun muharebesini babasına izafe ederek bir takım hü­ kümler çıkardığına göre îbn-ül-Esîr’in metnini hiç görme­ miş veyahut anlıyamamış olduğu sabit ve muhakkak olan Üniversite Prefesörü, yukarda aynen iktibas ettiğim ifade­ sinde İbn-ül-Esîr’in Ahmed Danişmend'e < muallimlik > isnad etmesini « Danişmend » kelimesinin arapçaya tercemesinden mütevellit bir hatâ şeklinde tenkid etmekle iktifa ediyor, fakat «Türkmen» olduğuna ait sarahata karşı hiç bir şey söy­ lemiyor; halbuki eserinin 96 inci sahifesinde kendisini bu hu­ susta bir şey söylemiş farzederek Danişmend'in: “Türkmen olduğu hakkındaki rivayet de söylediğimiz gibi sonradan uydurulmuştur. Yalnız İbn-îil-Esir Türkmenlerin muallimi demektedir ki bunu da niçin söylediğini yukarda zikrettik.,, ' . diyor! Halbuki yukarda bu noktaya kat'iyyen temas bile et­ memiş ve yalnız «Danişmend» kelimesinin «muallim» şek­ linde tercemesine itiraz etmekle iktifa etmiştir. Her şeyden evvel bir kere şu noktayı tavzih edeyim ki Profesör Yinanç İbn-ül-Esîr’in bu zühulünü ilk defa olarak kendisi tashih etmiş gibi görünmek istiyorsa da bu noktayı bundan tam elli sene evvel (P. Casanova) yukarda bahsettiğim «Numismatique des Danichmendites» ismindeki eserinin 32 - 33 üncü sâhifelerinde Ebu-1-Fidâ tarihinin bu husustaki ifadesini tenkid ederken şöyle tavzih etmiştir : j “Türkmenlerin mektep muallimlerini ( Danişmend ) tes­ miye ettikleri hiç bir delille ispat edilemez. Ihı iddia Ebu-l-Eidünın yakıştırmasından başka bir şeg değildir....... Melik Daniş­ mend bir mekteb hocası değildi, kelimenin bütün manasiyle bir hükümdardı, bir (Melik) ti: Şark müverrihlerinin pek hoş-


AÇIK MEKTUP

19

lanmakta oldukları iştikak oyunlarıma mahiyeti hakkında bu mesele de bariz bir misaldir,,. Casanova’nm bu ifadesini tam yarım asır sonra benimsemiş olan Profesör Mükrimin Halil Yinanç «Da&işırand=Muallim> tercemesine münhasır olan bu tenkidi îbn-ül-Esir’deki «Türk­ menlik» kaydına da şâmil zannetmiş veyahut öyle olmasını her nedense arzu ve temenni etmiş olacak ki eserinin 94 üncü sahifesinde bu nokta hakkında hiç bir şey söylemediği halde 96 ncı sahifesinde söylemiş olduğunu farzetmek istiyor! «Danişmend» kelimesini «Muallim» diye arapçaya terceme etmiş olan îbn-ül-Esir’in sırf bir unvan meselesine münhasır olan bu zühulü tashih ve tenkid edilebilir; fakat bu tenkidin milliyet bahsine ait olan «Türkmenlik» mesele­ siyle ne alâkası vardır? Hicretin 555 ve Milâdın 1160 tari­ hinde doğup H. 630 = M. 1233 tarihinde 73 yaşına doğru öl­ müş olan ( îzzüddin ibn-il-Esîr ) son Danişmendı hükümdarlariyle muasırdır ve hattâ bunların inkırâzmda oldukça ye­ tişkin bir çağdadır; zaten bir müddet sonra olgunluk çağma geldiği zaman da ilk Anadolu Türklerine ait hatıralar henüz etrafında canlılığını tamamiyle muhafaza etmektedir. Fazla olarak tekmil (îbn-iil—Esir ) ailesi ötedenberi « Zengi > hane­ danı gibi bir Türkmen sülâlesinin hizmetinde bulunmak iti­ bariyle müverrih (îzzüddin ibn-il-Esîr) Türk ve Türkmen âle­ mi hakkında en esaslı malûmata istinad edebilecek bir vazi­ yettedir : Hattâ bu büyük müellif Musul Atabeglerinden (Nurüddin Arslanşâh) ın müşaviri vaziyetinde bulunduğu için Efendisinin lütufkârlıklarından uzun uzadıya bahsetmek­ tedir. «Musul Atabegleri» tarihinin başında kendisinin bizzat söylediği gibi, daha evvelki devirlere ait malûmatının mühim bir kısmını da Atabeglerin lûtuflarını görmüş olan kendi ba­ basından almıştır. Fazla olarak Zengi sülâlesinin en parlak hükümdarlarından olan (Nurüddin Mahmud ) müverrih Aksarayî’nin de tasrih ettiği gibi Danişmendî hükümdarlarından Zünnun’un kaynatasıdır : Tabiî bu vaziyette (îbn-ül-Esir) gibi Türk âlemi hakkmdaki malûmatını yalnız kitaptan değil, ayni zamanda hayattan ve bilhassa Atabeglerin sarayından


20

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

alan ve kendisinden evvelki devirlere ait malûmatının ço­ ğunu da öz babasının ağzından dinlediğini söyleyen büyük bir müverrih için Atabeglerin gerek sıhriyet, gerek siyaset bakımından çok sıkı münasebetlerde bulundukları Danişmendîleri yanlış olarak «Türkmen» göstermek akla sığacak iddia­ lardan değildir! Bundan yedi buçuk asır evvel o kadar sağ­ lam istihbarata istinad eden ve eserleri bütün dünya için hâlâ mehaz olmakta devam eden bir müverrihi yedi yüz kü­ sur sene sonra hiç bir sebep ve hiç bir delil göstermeden uluorta tekzib edebilmek için, her halde mahiyetini tarif ve tavsife hiç lüzum olmıyan pek şahsî bir metod tâkib edilmiş olmak lâzımgelir. 4 — Eserinin 96 ncı sahifesinde Profesör Yinanç 16 ncı ve 17 nci asırlarda yaşıyan Âlî Çelebi, Cenâbî, Kâtib-Çelebi ve Hezâr-fen gibi müelliflerden bahsederken bazı <Danişmendnâme» nüshalarında Danişmend’in dedesi gösterilen c Mıdrab * a : “( Türkmâni) vasfını izafe ederek onu Türkmen yapnuya çalışmışlardır : Ihı sıfat sonradan izafe olunduğu için tabii hiç­ bir tarihi hakikat ifade edeme::.,, , diyor ve bir iki satır sonra her nedense tekrar ediyor : “ Türkmen olduğu hakkındaki rivayet de söylediğimiz gibi sonradan uydurulmuştur,,! Milliyet fikri yerine din prensipi güden ve tarihi Türk­ lük bakımından değil, sırf İslâmiyet bakımından muhakeme ve tetkik eden bütün bu müellifler neden dolayı her hangi bir şahsiyeti adetâ el ve dil birliğiyle “Türkmen yapmıya çalışmışlardır,,, neden dolayı ona “Tiırkmiml vasfını izafe,, etmek lüzumunu hissetmişlerdir ve bilhassa müslümaniıktan başka bir şeye kıymet vermiyen bu müellifler neden dolayı o din asırlarında böyle bir milliyet efsanesi “uydurmuşlar,, dır? Cenâbî, Âlî-Çelebi, Hezâr-fen Hüseyn Efendi, Müneccim Başı vesaire acaba “Türkçülük» gayretimi gütmüşler, yoksa yirminci asrın milliyet prensipine göre mi yazı yazmışlardır? Profesör işte bu noktayı izah etmiyor, dâvasını hiç bir delile istinad ettiremediği için mücerret bir iddia şeklinde bırakı­


AÇIK MEKTUP

21

yor: Onun nazarında bu “Türkmenlik,, rivayeti uydurma olduğu için uydurmadır! Yahut Profesör her nedense uydur­ ma olmasını istediği için uydurmadır!... Evvelâ şu noktayı tesbit edeyim : Profesörün bahsettiği ve etmediği 16 inci ve 17 nci asır Osmanlı müellifleri ken­ disinin zannettiği veyahut zannettirmek istediği gibi bu hu­ susta yalnız rDanişmendnâme>yi mehaz ittihaz edip orada Danişmend’in dedesi gördükleri *Mıdrab»a Türkmenlik izafe etmekle iktifa etmiş değillerdir : Bütün bu müellifler bu hu­ susta muhtelif Arap, Acem ve Türk menbalarını gözden ge­ çirmiş adamlardır; hattâ Cenâbî Ahmed Danişmend’in Selçukîlerle nesil akrabalığını tesbit eden bir mahkeme vesikası bile görmüş ve bir suretini eserine aynen dercetmiştir : 15 Recep 794 ( = M. 7 Haziran 1392, Cuma) tarihinde Malatya mahkemesinde tertip edilen bu şer’ı ve resmî vesikada Me­ lik Danişmend’in Selçukîlerle olan nesil karabeti şu ibareyle tasrih edilmektedir :

Fazla olarak bu müelliflerin hepsi Profesör Yinanç’tan asır­ larca evvel İbnül-Esîr’İ de, Ebu -1 - Fidâ'yı da, Gaffarı’yi de, Aksarayî’yi de, Münşi Alâyî vesaireyi de görmüşler ve «Danişmendnâme» nüshalarından başka bunları gördüklerinden de bizzat bahsetmişlerdir 1 Ahmed Danişmend’e kendileri uydurarak veyahut birbirinden alarak ve çalarak Türkmen­ lik izâfe etmiş değillerdir : Bu hakikati son Danişmendîler ve Selçukîlerle muasır olan (îbn-ül-Esîr) den iktibas etmişler ve hattâ kitaplarına (Îbn-ül-Esîr) in ve ondan naklen (Ebu-1Fidâ) nın «Danişmend» kelimesini <Muallim» diye terceme eden izahını bile geçirmişlerdir : Yâni Profesörün iddia etti­ ği gibi bu müelliflerin hiç biri kendiliğinden bir şey uydur­ mamış, hepsi kendilerinden evvelki vesikalara istinâd etmiştir. Zaten 16 ncı ve 17 nci asır müverrihleri Ahmed Daniş­ mend’in yalnız «Türkmen^ olduğundan değil, mense’ itiba­


22

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

riyle “Khârizmll” olduğundan da bahsetmişlerdir : Hattâ onlardan evvel Hicretin 9 uncu ve Milâdın 15 inci asrının ortalarında ve İkinci Murad devrinde eserini yazmış olan (Yazıcı-zâde Ali Efendi) meşhur Selçuknâmesinin Üniversite kütüphanesindeki Yıldız koleksiyonunda bulunan nüshasının 100 üncü sahifesinde bu noktayı: “Melik Daıtişmend atadan Khârizmşâh oylanlarııulaııdır" şeklinde ifade ettiği gibi, "Mengücük Gazi”yi de kardeşle­ rinden gösterir. Cenâbî’nin Danişmendîler faslının başında

da babası (Ali) den bahsedilirken <

1 denil­

mektedir. Bu vaziyetten de anlaşılacağı gibi Ahmed Danişmend'in Türklük ve Türkmenliği Profesörün uluorta iddiâ ettiği şe­ kilde on altıncı ve on yedinci asırlarda “uydurulmuş“ değil­ dir ; on altıncı asırdan yukarı doğru çıkıldıkça her asra ait muhtelif İslâm menbâlarında bu noktaya ait sarih ifadelere tesadüf edilir : Meselâ on beşinci asrın ortalarında yazılan Yazıcı-zâde Selçuknâmesinde DanişmendGazi’nin "Khârizm” Türklerinden olduğu tasrih edilmiş olduktan başka, yukarda bahsettiğim on dördüncü asra ait şer’î vesikada nesebinin Selçukîlerle karabetinden bahsedilmekte, gene on dördüncü asrın ilk yarısında yazılan Hotenı tarihinde Danişmendîlçrden Melik Mehmed'in büyük Selçukî Sultanı Melikşah’ın * yeğenlerinden olduğu < jş1 * iba­

resiyle tasrih olunmakta ve daha yukarı doğru çıkıldıkça on üçüncü asır müelliflerinden İbni - Şeddâd’ın Ayasofya kütüp­ hanesinde 3084 numarada mukayyet nüshasında Melik Danişmend Süleyman - ibni - Kutulmuş’un dayısı gösterilmekte ve nihayet on ikinci asırda yaşıyan îbn - ül - Esir de onun Türk­ men olduğunu söylemektedir. İbn-ül-Esır’den sonra yetişen İbni - Khaldûn ve Ebu - 1 - Fidâ gibi müverrihler de bu Türk­ menlik esasını te’yit etmişlerdir. On birinci asrın sonlarında


AÇIK MEKTUP

23

yaşamış bir şahsiyet hakkında on ikinci, on üçüncü, on dör­ düncü ve on beşinci asırlarda yazılmış bu kadar Müslüman menbâlarında asırlar boyunca te’yid edilmiş birjhakikat orta­ da dururken on altıncı ve on yedinci asırlarda yaşamış Os­ manlI müverrihlerinin bu Türklük ve Türkmenlik meselesini sonradan “uydurmuş” olduklarından bahsedebilmek için her halde Profesörün en hafif tabiriyle bütün bu menbâlardan bi­ haber bulunması veyahut eğer haberdarsa okuduğunu anlama kabiliyetinden mahrum olması lâzım gelir. Umumiyetle müslüman müverrihleri bütün mühtedîlerin ihtidâlarını en büyük meziyyet şeklinde görmek ve göster­ mek itiyadındadır: Onların nazarında mühtedî demek, ilâhı bir hidâyete mazhar olmuş mümtaz bir mahlûk demektir; hattâ bazan bu hidâyet bir rüya ile izah edilir ve mühtedînin rüyasında Hazret-i Peygamber tarafından irşâd edilmiş oldu­ ğundan bahsedilir I Gerek «Danişmendnâme» nüshalarında, gerek eski Os­ manlI tarihlerinde muhtelif mühtedîler için böyle bir takım hidâyet rüyaları vardır. Rüyasından ve ihtidasından bahse­ dilmeyen mühtedîlerin de babaları umumiyetle «Allahın ku­ lu» manâsına «Abdullah» ismiyle anılır: Eğer İslâm müel­ lifleri arasında «Ahmed-ibni-AIi» künyesiyle anılan Danişmend Gazi’nin bir Ermeni mühtedîsi olduğuna ait en küçük bir an’ane veyahut bir rivayet mevcut olsaydı, bir çok emsâli bulunan hidâyet rüyalarından biri de ona gösterilir ve babasından da «Ali» ismiyle bahsedilmez, «Abdullah» is­ miyle bahsedilirdi. On altıncı ve on yedinci asır Osmanlı müverrihleri kendilerinden evvel asırlar boyunca yazılmış menbâlarla vesikalarda Ahmed Danişmend’in Türkmen ve menşeinin Khârizm’ olduğunu, nesebinin Selçukîlerle karabetini ve bu iki sülâlenin muhtelif sıhriyet rabıtalarıyla da birbirine bağlılığını görmüş oldukları için hiç bir şey uydurmamışlar ve uydurmak ihtiyacında da bulunmamışlardır. Hattâ bu müverrihlerin gördükleri vesikalardan bazılarını Profesör Mükrimin Halil Yinanç ömründe görmemiş olduğunu eseri­


24

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

nin baş tarafında bizzat itiraf ederek çok fecî bir tenakuza düştüğü halde farkında bile değildir (sahife 16): 'UÎÖ Çelebi He Cenubi yazmış oldukları umumi tarihlerde gerek Anadolu Selçuklularına ve gerekse onlarla ayni zamanda yaşıyan Danişmendli ve Artuklu gibi hanedanlara birer fasıl tahsis etmişlerdir. Cenûbt’ninki -elimize yeçmiyen bazı vesika­ lara dayanan bir takım malûmatı ihtiva etmesi bakımındandiğerinden daha faydalıdır. Cenabinin bu fasıllarım XVII. asır müverrihlerinden Karamam Ahbar al-Dııval adlı arapça tarihinde - sair fasıllarda olduğu gibi- ihtisar etmiştir». Eserinin 16 ncı sahifesinde böyle söyliyen bir müellifin 96 ncı sahifesinde ayni müverrihleri ayni bahiste 1 'uydurma­ cılık,, la itham ederek kendi kendini nakzetmesi ve ayni eserinde bu gibi tenakuzlara aşağılarda görülecek misalle­ rinden de anlaşılacağı gibi pek sık tesadüf edilmesi kendi­ sinin her hangi bir meselede sağlâm bir İlmî kanaat sahibi olabilmesine müsait bir muhâkeme kabiliyetinden tamamiyle mahrum olduğunu gösterir. Ahmed Danişmendhn Türkmen olduğunu söyliyen 16—17 nci asır Osmanlı müelliflerinin bu ifadeleri yalnız kendilerinden evvelki menbâlara müstenit bir tarih anane­ sinden de ibaret değildir: Kitaptaki sarahatten başka hayat­ taki canlı hakikat da asırlardanberi göz önündedir. Eğer Profesör Yinanç eserini yazarken kendi mensup olduğu Üniversitenin Türkiyat Enstitüsü tarafından 1930 da neşfedilen ve müverrih Ahmet Refik tarafından “Dîvân-ı-Hümâyun Mühimme defterlerinden iktibâs olunan hükümler mecmuasına şöyle bir göz gezdirmiş olsaydı, “Anadolu’da Türk Aşiretleri,, ismiyle neşredilen bu çok kıymetli vesikalar mecmuasında yalnız “Danişmendli,, Türkmen aşi­ retine ait tam yirmi beş hüküm sureti bulunduğunu daha o zamandan farkedip Ermenilik isnadında belki biraz tereddüt etmiş ve bu meseleyi sonradan öğrendiği için “İslâm Ansik­ lopedisi,, ne yazdığı “Dânişmendliler,, makalesinde temas ettiği aşiretler bahsinin kitabındaki Ermenilik bahsiyle te­ nakuz teşkil etmesine meydan vermemiş olurdu! Osmanlı


AÇIK MEKTUP

25

idaresi Ahmed Danişmend'in ismini taşıyan ve muhtelif kollara ayrılan bu büyük Türkmen boyunun iskânı mesele­ siyle asırlarca meşgul olmuştur. "Anadolu'da Türk Aşiret­ leri,, nin 130 uncu sahifesindeki iskân hükmünün başında bu “Konar göçer Danişmendlü Türkmânı,, nın muhtelif kol­ ları “Selmanlu,, , “K^ıkcı,,, “Gölegir,, , “Civanşir,, , “Karalu,, , “Sermayelü,, ve “Harmandalu,, isimleriyle anıl­ dığı gibi, 151 inci sahifedeki 197 numaralı hüküm suretine göre de Danişmendlü aşireti Osmanlı vakayinamelerinde muhtelif münasebetlerle bahsi geçen “Boz- Ulus,, boyun­ dandır. Türkiyat mecmuasının birinci cildinde Fuad Köprü­ lü' nün “Oğuz Etnolojisine dair tarihî notlar,, ismindeki etüdünün 186 ncı sahifesinde çok doğru olarak söylediği gibi: ’ "Her hangi bir kabileden yetişen kuvvetli bir şahsiyet az çok kuvvetli bir hey’et-i siyasiyye teşkil ettiği zaman. o he­ yet ekseriyyetle. yu reisinin ismini yahut onun mâruf bir ced­ dinin adını alır; nüveyi teşkil eden ve devlet reisini kendi için­ den çıkaran kabile, aşiret teşkilâtını muhafaza edemiyerek inhilâle, parçalanmıya mahkûm olduğu halde, heyete dahil olarak o yeni umumi isimle adlanan kabileler, kendi leşkilâlarını ve hususi adlarını daha kıskanç bir suretle muhafazaya itina ederler. Ilüyle siyasi heyetlerin teşekkülü, hazan yeni oymakların meydana gelmesine sebebiyet verir ki, onun inhi­ lalinden sonra da artık o oymaklara tesadüf ederiz». "Oğuz Türkmenleri arasındaki bu cins yeni teşekküller hakkında bir çok misaller., gösterilebileceğinden bahseden Köprülü, Uzun-Haşanün bir aralık “Cezire,, hakimliğine tayin ettiği (Çelebi) nin etrafında sırf onun namına nisbetle “Çelebilü,, isminde bir oymak vücuda geldiğinden bahset­ mektedir : Anadolu’nun Karamanlu, Dulgadırlu ve Danişmendlu aşiretleri de bu çeşit oymakların en meşhurların­ dandır, Osmanlı imparatorluğunun son Ayân reisi olan Asım Efendi merhumla muhterem yeğeni Profesör Abdülhak Ke­ mal Yörük son zamanlara kadar mevcudiyetini muhafaza eden bu “' Danişmendlü,, Türkmen oymağına mensup­


26

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

tur. (Müneccim-başı) nın Danişmendîler faslında Türkmen Beylerinden olan Danişmend’in kabilesiyle birlikte Azer­ baycan’da oturup o zamanki uc gazalarına iştirak ettiğinden ve ondan sonra da Sultan Alp-Arslan’ın emriyle ve kavmiyle beraber Anadolu fethine memur olduğundan bahsedilir : Danişmendli aşiretinin bu ismi her halde o zamandan itiba­ ren takarrür ettiği muhakkaktır. «Dîvân-ı-Hümâyun» vesi­ kalarına nazaran bu aşiret < Boz-Ulus » boyundan olduğuna göre, Ahmed Danişmend’in işte bu ulus Beylerinden olduğu anlaşılmaktadır. 5 — Profesör Yinanç eserinin 97 nci sahifesinde Ahmed Danişmend’i Ermenileştirmek için ediller iradına başlarken çok tuhaf bir mantık oyunu yaparak "Yaşadıkları zamanlar Emir Danişmend'in zamanına çok yakın olan,, Arap müver­ rihlerinden Azîmî, İbn-ül-Kalânisı ve İbn-ul-Azrak gibi mü­ elliflerin eserlerinde "Bu Emirin asıl ve menşei hakkında hiç bir kayit mevcut olmadığı,, ndan bahsetmek suretiyle yokluk­ tan varlık çıkarmıya kalkışıyor! İlim zihniyetiyle hiç bir alâ­ ka ve münasebeti olmıyan bu gibi mülâhazalara ‘ ‘Sophisme ■— Mugalâta,, denir. Eski Yunan sofistleri hareketin mevcud olmadığını isbât etmek için işte bu gibi mugalâtalar yapmış­ lardır! Eğer her hangi bir veya bir kaç-müellif her hangi bir şahsiyetin asıl ve menşeinden bahsetmiyor diye o şahsi­ yetin milliyetinden şüphe edilmesini veyahut ona istenilen milliyetin izâfesini tecviz ettirebilecek bir «Kazıyye-i-mantı* kıyye» kabul edilecek olursa, Türk tarihinde Türk olmadığı derhal isbât edilemiyecek kaç şahsiyet veyahut kaç sülâle kalabilir? Meselâ Anadolu Selçukîlerinin en mühim müverri­ hi olan ve hattâ onların hizmetinde bulunan ( İbni-Bibi) bu Türk ve Türkmen hanedanının ilk devirlerini karanlık ve meçhul gösterdiği gibi, mütemadiyen tahkir ettiği Türklerle Türkmenleri de ikide bir Selçukîlere isyan edip duran ya­ bancı bir millet gibi gösterir : Profesör Yinanç’m yukarıki «Kaziyye-i-mantıkıyye » si işte bu vaziyete tatbik edildiği ve bütün sarahatler bir tarafa bırakılıp böyle menfî delaletlere istinad olunduğu takdirde, Anadolu Selçukilerini Rum dön­


AÇIK MEKTUP

27

mesi gösteren Bizans rivayetinin de doğru olması lazımgelır : Çünkü ( Îbni-Bibi ) gibi muâsır bir müverrih bile Anadolu Selçukîlerinin ilk zamanlarını kapkaranlık göstermiştir ! Hatta ( Îbni-Bibi ) de Selçukîler Türk ve Türkmen düşmanı ve Türklerle Türkmenler de Selçukî düşmanıdır! Aslı Paristeki «Bibliothèque Nationale » de bulunan Anonim Selçuknâmede ise bu büyük hanedanın en büyük dedesi Türk ismi taşımıyan < Lokman > adında bir şahsiyettir ve bunun milli­ yetinden hiç bahsedilmemiştir! Dünyanın bütün müsbet de­ lillerini bir tarafa bırakacak bir mugalatacının mantık oyun­ larına bunlardan mükemmel saha mı tasavvur edilebilir? Eğer İstanbul Üniversitesi Ortaçağ Tarih Profesörünün ilim zihniyeti ve tarih metodiyle zerre kadar alâkası olsaydı, eski Arap müverrihlerinden üç kişinin asıl ve menşe mese­ lesinden bahsetmemiş olmasını Ahmed Danişmend'in Ermeni­ liğine delil göstermiye kalkışmaz, bilâkiş bu Türk kahrama­ nını Ermeni yahut mühtedî gösteren bir tek Müslüman menbaı varsa işte ondan bahsederdi! Muhtelif asırlara ait Türkçe Arapça ve Acemce İslam menbalarınm hiç birinde böyle bir şey yoktur. 6 — Profesör Mükrimin Halil Yinanç eserinin 97 nci sahifesinde Danişmend Gazi ile muasır Latin müelliflerinin eserlerinde müşarünileyhin asıl ve menşei hakkında "hiç bir malûmat y oktur „ diyor! Profesör gördüğünden bahsettiği Latin menbalarını ya ömründe görmemiş, yahut eğer gördüyse Garp dillerinden hiç birini bilmediği için hiç bir şey anlıyamamış veyahut eğer hususî bir terceme sayesinde biraz anlıyabildiyse haki­ kati herhangi bir maksatla uluorta inkâra kalkışmış demektir: Çünkü kendisinin görmüş ve anlamış gibi bahsettiği muâsır Latin müverrihlerinin en mühimlerinde Ahmed Danişmend'in hem menşeini, hem milliyetini, hem ırkını en sarih ifadeler­ le gösteren sahifelerle yazılar vardır ! ilk Danişmendlilerle muâsır Latin müelliflerinin en mühimmi, ilk Ehl-i-Salibe bizzat iştirâk etmiş olan “Albéric,, yahut ' 'Albert d'Aix,, ismindeki papasdır : “Aix„ Katedrali­ -I-


28

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

nin baş-rahibi olan bu müellif, o devir hakkında en çok taf­ silat vermiş müverrih olmakla meşhurdur. Bunun Latinceden fransızcaya terceme edilen eseri “Guizot,, nun neşret­ tiği “Collection des Mémoires relatifs à F histoire de France, depuis la fondation de la Monarchie française jusqu’au 13 e 1 siècle,, ismindeki külliyatın 1824 de çıkan yirminci ve yirmi birinci ciltlerinde “Histoire des Faits el (¡estes dans les régi­ ons dOutre-Mer, depuis Vannée 1095 jusqu'à Vannée 1120 de Jésus-Chrisl„ ismiyle neşredilmiştir. “Albert d'Aix,, eserinin muhtelif yerlerinde ve mesela yirminci cildin yedinci babın­ da “Türklerin muhteşem hükümdarı =■ Prince magnifique des Turcs,, ve yirmi birinci cildin dokuzuncu babında da “Hu ka­ dar muhteşem bir hükümdar == Un prince aussi magnifique^ diye tavsif ettiği ve babasının ismiyle (Donîman=Danişmend) dediği Danişmend oğlu Melik Gazi1ye Anadolu Selçukîlerinin İkincisi olup müellifin “Süleyman,, dediği “Süleyman oğlu Birinci Kılıç-Arslan,, tarafından yazılmış bir mektup sureti dercetmektedir; bu mektubun elkap yerinde Sülevman-oğlu Danişmend-oğluna : — Frère et fils de la race des Türesi diye hitap etmekte ve Türk Milletinden bahsederken de “ se­ nin milletin” demektedir; fazla olarak Kılıç-Aslan bu mektu­ bunda Suriye haçlılarına karşı olan siyasetini tenkid ettiği Melik Gazı’nin o zamana kadar olan fütuhatiyle bütün Türk illerinin kalplerini teshir etmiş olduğundanda bahsetmekte­ dir. Bu mektup ister hakikaten Kılıç-Aslan tarafından yazıl­ mış, ister müellif tarafından meâlen kaydedilmiş olsun, her iki takdirde de netice birdir : Aynen yazılmış olduğu takdirde Selçukî prensi Süleyman-oğlu Kılıç-Aslan bu mektubunda Danişmend-oğlu Melik Gazi'yi “Türk ırkının oğlu = fils de la race des Turcs” diye tavsif etmiş, Türk milletini onun kendi milleti göstermiş ve bütün bunları muâsır Lâtin müverrihle­ rinin en mühimmi olan ( Albert d'Aix) de tarihinin dokuzun­ cu babında uzunuzadıya tafsil etmiş demektir I Eğer müellif bu mektubun bir suretini elde etmiş değil de şahsî istihbara­ tına istinaden bizzat kendisi tertib etmişse, o zaman da Da-


AÇIK MEKTUP

29

nişmend-oglunun ırkı ve milliyeti hakkında kendi bildiğini yazmış demektir ! Bu vaziyet bütün sarahatiyle ortada durur­ ken nasıl olurda bir Tarih Kurumu müessisi ve bir Üniversi­ te Tarih Profesörü muasır Lâtin menbâlarında Danişmend’in milliyeti hakkında “hiç bir mâlûmat yoktur!" şeklinde bir iddia savurabilir !.. Acaba bunun bu derecesi ilmi mes'uliyet hissiyle nasıl telif edilebilir ? Bilmem böyle bir eserin üs­ tünde “İstanbul Üniversitesi” nin ismini görüp de acımıyacak bir Türk ve hattâ bir ecnebi var mıdır ? V Ehl-i-Salip müverrihlerinin en mühunlerinden biri de Suriye'nin “Sur" Başpiskokosluğu ve Kudüs Haçlı kırallığı Baş-vekilliği gibi büyük mevkilerde bulunmuş olan ( Willermi Tyrensis = Guillaume de Tyr) ismindeki Fransız papasıdır. (Albert d'Aix) den muahhar olmakla beraber Milâdın 1130 tatarihine doğru Filistin'de ve en kuvvetli ihtimale göre Kudüste doğmuş olan bu meşhur müverrih şarkta yetişmiş olmak, muhtelif Danişmendî hükümdarlarıyla muâsır bulunmak, iş­ gal ettiği büyük mevkilerin ehemmiyetinden dolayı en mev­ suk istihbarat ve mâlûmata dayanmak ve bilhassa eserini ya­ zarken kendisinden evvelki zamanlar için hem daha yaşlı kimselerin menkuIâtmaThem devlet arşivlerine istinâd etmek gibi mazhariyetlerinden dolayı bidayetten 1183 tarihine kadar cereyan eden vukuâta ait Ehl-i-Salip tarihi o devrin en esaslı menbâlarından sayılır. Bilhassa bir Islâm tarihi de yazmış ol­ duğu için Islâm âlemi hakkında diğer Lâtin müelliflerinden daha kuvvetli mâlûmata maliktir. (Guillaume de Tyr) in “Historia rerum in partibus trans­ marinis gestarum" ismindeki lâtince Ehl-i-Salip tarihi 1573 de (Gabriel Dupréau ) tarafından “Franciade oriantale" is­ miyle eski fransızcaya da terceme edilmiştir. “Recueil des historiens des Croisades publié par les soins de l'Académie des inscriptions et Belles-lettres" külliyâtının “Historiens occi­ dentaux" serisinin birinci cildinin 396 ncı sahifesinde bu ese­ rin XXI inci faslı başlamaktadır: İlk Ehl-i-Salibin en büyük kahramanı sayılan Antakya Haçlı prensi ( Buiemont—Bohemond ) un Danişmend oğlu Melik Gazi tarafından nasıl mağ­


81>

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

lup ve esir edildiğini anlatan ve “Commeııt li Turc pristrent Buiemont le prince d’Antioche” serlevhasını taşıyan bu fasıl­ da Danişmend oğlu hakkında “li Turc de Perse=İran Türkü/ İranlı Türk”,“ Daııisnian li Tıırs=Türk Danişmatd" ne “uns puissant amirauz des Turs, Danisnian aooit non.,.=Türhierin Danişmend isminde zlkudret bir başbuğu”gibi muhtelif menşe ve milliyet izahlarma tesadüf edilir: Bütün bu sarih ifadeler ortada dururken Lâtin menbalarında Danişmend’in milliyeti hakkında "hiç malûmat yoktur!” diyebilmek için ya bütün bunlardan tamamiyle bihaber olmak ve yahut Bellete’nin 7-8 inci sayısındaki yazınızda sizin dediğiniz gibi "şerefli görülen her şeyi imparatorluk camiasının Türk olmıyan unsurlarına isnad” edebilmek gayretiyle hakikati uluorta tahrif etmiş ol­ mak lâzımdır. 7 - Profesör Mükrimin Halil Yinanç eserinin 97-98 inci sahifelerinde on ikinci asırda yaşıyan Süryânî müverrihlerin­ de de Ahmed Danişmend’in "soyu ı> sopa hakkında hiçbir şey” söylenmediğinden bahsediyor 1 Profesörün bundan ev­ velki iddiaları gibi bu iddiasının da hiç bir aslı faslı yoktur: Çünkü o asırda yaşamış en büyük ve en meşhur Süryânî mü­ verrihi olan Antakya Ya’kubî Patriki Mikâîl’in vekayınâmesinde Danişmend’in hem menşei, hem milliyeti, hem fütuha­ tının ehemmiyeti, hem bu fütuhatın tarihi hakkında en sarih ifadelerle istenildiği kadar malûmat vardır!... Antakya Ya’kubî patriklerinin yüzüncüsü olup “Büyük ’’ ve “Eski” lâkaplarıyla meşhur olan Süryânî - Mikâîl, Milâdın takriben 1126 tarihlerinde doğup 1199 Teşrinievvelinin birin­ ci günü yetmiş üç yaşlarında ölmüş olduğu için son Danişmendîler ve ilk Selçukîlerle muâsırdır. Kırk yaşında patrik olup otuz üç sene mütemadiyen bu makamda bulunmuş v ve bilhassa o zamanki Anadolu Türk hududuna pek yakın bir merkezde yaşamış olmak itibariyle Türkler hakkında en mevsuk mâlûmâta istinâd edebilecek bir vaziyette bulunmuş demektir : Bilhassa Anadolu’da kendisine tâbi kiliselerle manastırlar da mevcut olduğu için Türklerle siyaset ve idare bakımlarından da alâka ve münasebetleri vardır. Kendisin-


AÇIK MEKTUP

31

den evvelki devirler için kilise vesaikinden istifade eden Mikâîl kendi devrindeki hâdisâtı büyük bir dikkatle takip etmiş ve hattâ bazan en küçük teferruatı bile ihmal etme­ miştir. Fazla olarak bir çok Türklerle temasta bulunmuş ve hatta Danişmendîlere karşı mücadeleleriyle meşhur İkinci Kılıç-Arslan'la muhaberede bulunduktan başka, Kılıç-Arslan Danişmemülerin Malatya şubesine nihayet verip bu şehre girdikten sonra Süryanî Mıkaîl'i oraya davet edip pek çok hürmet göstererek şehir haricinden merasimle karşılayıp bir ay misafir etmiş ve bu müddet zarfında tarihi yapanla yazan her gün görüşüp konuşmuştur. Tabiî İkinci Kılıç-Arslan gibi Danişmendîlere karşı mücadeleleriyle meşhur bir Selçukî Sultanının şahsî dostu olan ve bilhassa o mücadeleleri müteâkip öyle bir hükümdarla bir ay görüşüp konuşan ve bilhassa Patriklik gibi mühim bir mevki işgal eden bir müverrih, Ahmed Danişmend’in menşe ve milliyeti hakkında en mev­ suk malûmata istinad edebilecek en mühim şahsiyet demek­ tir. Bilhassa bir Patrik zihniyetiyle tarihî şahsiyetlerden din değiştirenlere ve hele hıristiyanlığı bırakıp müslüman olan­ lara dikkat etmemesi kabil değiidir; hatta öyle hareket edenleri çok sert ifadelerle tezyif etmektedir : Mesela Türklerin Anadolu fethi sıralarında Kilikya’da bir Ermeni Beyli­ ği kurduktan sonra mevkiini muhafaza edebilmek için din değiştirip ihtida etmek mecburiyetinde kaldığı rivayet edilen (Philaretus Brachamins) ismindeki Ermeni sergerdesi, hakkın­ da Süryanî Mikâîl (Chabot) tercemesinin üçüncü cildinin 15 inci kitabının 173 üncü sahifesinde fikrini böyle anlatır : “Türk'lere mukavemet edemiyen bu sefil dinini terketti, Bağdad ve Horasan'a yitti ve müslüman oldu. Halife ile Türk Sultanından işgal elmiş olduğu yerlerin Kendisine tevcihi hak­ kında menşurlar aldı. Memleketine döndüğü zaman, evvelce zaptetmiş olduğu yerlerden çoğunda Türklerin hüküm sürdük­ lerini gördü : Bu adam bir Prenslik için dininden döndüğü halde bu prenslikten de mahrum kalmıştı ! Nihayet Maraş'a gitti ve orada öldü. Ölmeden evvel tekrar Hıristiyan olduğu rivayet edilir”.


32

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

Dininden dönen Ermenileri Süryanî Mikâîl işte böyle tahkir etmektedir ! Eğer Profesör Yinanç'ın zannetmek ve ettirmek istediği gibi, Ahmed Danişmend de bir Ermeni muhtedisi olsaydı, Süryanî Mıkâî! tabiî onu da böyle tahkir edecekti. Süryanî Mikâîl vekayinâmesinin ilk fransızca tercemeleri ermenice nüshasındandır : Osmanlı Padişahlarından (Üçüncü Ahmed) devrinde (Kirkor) isminde bir Ermeni pa­ pazının İstanbul'da vücuda getirdiği bu ermenice nüshayı (Dulaurier) ve ( Langlois ) gibi müsteşrikler fransızcaya kıs­ men terceme etmişlerdir. Daha sonra Süryanî dilindeki asıl metninin bir nüshası bulunmuş ve bunu da tam olarak Rahip (Chabot) terceme edip 1905 - 1906 tarihlerinde "'Chronique de Michel le Syrien, patriarche jacobite d'Antioche,, ismiyle neşretmiştir. Fakat (Chabot) nun fransızcaya terceme ettiği Süryanî nüshasiyle Lâle devrinde Râhip (Kirkor) un ermeniceye terceme ettiği Süryanî nüsha arasında bir çok farklar vardır : Bu farkların yazma nüshalar çoğaldıkça müstensihler elinde hasıl olduğu anlaşılmaktadır. İşte bundan dolayı Sür­ yanî Mikâîl vekayinâmesi hakkında tam bir fikir hasıl ede­ bilmek için Süryanî ve Ermeni nüshalarını karşılaştırarak tetkik etmek lâzımdır : Çünkü (Chabot) nun terceme ettiği Süryanî nüshası en doğru ve en tam nüsha olmakla beraber, bazı yerlerinde eksikler bulunduğu (Dulaurier) nin terceme ettiği Ermeni nüshasından anlaşılmaktadır. Bununla beraber, bizi burada alakadar eden Ahmed Danişmend'in asıl ve menşe'i itibariyle iki nüsha birbirini tamamiyle te'yid edecek bir mütabakat gösterir. Mükrimin Halil Yinanç'ın iddia ettiği gibi Danişmend'in asıl ve menşei hakkında Süryanî Mikâîl l7uf bir şey söyleme­ miş" değildir ! Bilâkis Türk olduğunu “Türk" kelimesiyle tasrih etmiştir ! Hattâ bir faslının serlevhasında bile tasrih etmiştir 1 (Chabot) tercemesinin üçüncü cildinin 16 ncı kita­ bının 6 ncı faslının 236 ncı sahifeye tesadüf eden uzun ser­ levhasında Melik Gazi'nin vefatiyle oğlu Mehmed’in cülû sundan bahseden Patrik Mikâîl bu hâdiseyi şöyle anlatır :


AÇJK MEKTUP

33

"A cette époque mourut le Turc Malik Ghùzi, et. son fils Mohammed régna après lai”. Yâni : “Türk Melik Gpzi bu denirde vefat elti ve kendisinden sonra oğlu Mehmet saltanat sürdü”. Süryanî müellifinin “Türk” diye bahsettiği (Melik Gazi) Ahmed Danişmend’in oğludur. Fakat Süryanî Mikâîl bu kadarla iktifa etmiş değildir : Bizzat Ahmed Danişmend’in de aslını, menşe’ini, milliyetini ve ne zaman Anadolu’ya geldiğini eserinin muhtelif yerlerin­ de uzun uzadıya anlatmıştır: Y7âni Profesörün bilir bilmez zannetmek ve ettirmek istediği gibi bu hususta “hiç bir şey söylememiş” değil, çok şey ve pek çok şey söylemiştir : İlk önce on dokuzuncu asırda ( Dulaurier) nin fransızcaya terceme ettiği ermenice nüshadan başlıyorum. ’’Académie des Inscriptions et Belles-lettres,, tarafından neşredilen “Recueil des Historiens des Croisades,, külliyâ­ tının ‘‘Documents Arméniens = Ermeni vesikaları,, kısmı­ nın birinci cildinde ve bu cildin 324 üncü sahifesinde Sür­ yânî Mikâîl vekayinâmesinin ermenice nüshasından yapılan fransızca terceme içinde Danişmend’in asıl ve menşei hak­ kında aynen işte şöyle bir fıkra vardır : Ce fut dans ce temps qu’un émir, dont la contenance annonçait la modestie, qui était ami de la prière et plein d'affabilité, vint en Cappadoce avec des troupes et par l'ordre d’Alp-Arslan. Il s'empara de Sébaste, de Césarée, et se créa une principauté considérable. Il fut la tige de la maison des Danischmend, â laquelle il donna son nom. Lorsque précé­ demment des Turcs avaient été emmenés esclaves de la Thédalie, ils avaient connu la loi des Arabes, et adopté la doctrine de Mahomet] cet émir se fit son vengeur plus que tous les aut­ res, et se montra son émule,,. Yâni: “İşte bu sırada tevazuu halinden belli olan âbid ve ■fi zàhid, son derece rahim ve kerim bir emir Sultan Alp-Arslan’ın emriyle ve askerlerle Kapadokya’ya geldi. Sivas'ı, Kayseri'yi fethetti ve muazzam bir emaret kurdu. Danişmend oğullarının cedd-i-alüsı olan bu zatin ismi o sülâleye alem oldu. Vaktiyle


34

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

bir takım tûrkler ( Thedalie) den esir olarak getirildikleri za­ man, arap şerlatini öğrenmişler ve Muhammed’in dinine gir­ mişlerdi; bıı emir o Peygamberin mücahidliğinde ötekilerin hepsini geri bıraktı ve [din gayretinde] ona rakib oldu». Bu fıkradan anlaşılacağı gibi Ahmed Danişmend Sultan Alp­ Arslan devrinde ve onun emriyle Anadolu fütuhatına baş­ lamıştır: Anadolu'nun fethi, 1071 tarihindeki Malâzgird za­ feri üzerine başlamış olduğu için, Süryânî Mikâîl’in bu fık­ rasına göre Ahmed Danışmend'in fütuhatı işte o tarihten itibaren tahakkuk etmiştir; yâni Mikâîl bu noktada müslü­ man ve Türk müverrihleriyle müttefiktir. Bu vaziyete göre Mükrimin Halil Yinanç'ın eserinin 102 nci sahifesinin son satırında iddiâ edildiği gibi ermenice nüshada "Un emlrin Anadolu'ya geliş tarihi söylenmemekte» değildir: bilâkis söy­ lenmekte ve “Alp-Arslan devrinde» geldiğinden bahsedil­ mektedir. Sultan Alp-Arslan 465=1072 tarihinde vefat etmiş olduğu için, onun “emriyle» gelmiş olan bir zâtin tabiî bu ölüm tarihinden evvel ve 1071 deki Malâzgird muharebesin­ den sonra gelmiş olması zarurîdir. Bu sarahat ortada durur­ ken Mikâîl'irl ermenice nüshasında “Tarih söylenmemiş» ol­ duğundan bahsetmek için ya o nüshayı hiç görmemiş veya­ hut kasden inkâr etmiş olmak lâzımdır: Çünkü Mükrimin Halil Yinanç ayni eserinin gene ayni sahifesinde Ahmed Danişmend'i Anadolu fethinin ikmâline tesadüf eden 477 = 1085 tarihinde gelmiş ve fethe iştirâk etmemiş göstermek için hiç bir vesikaya istinad etmiyen ve bilâkis bütün vesi­ kaları nakzeden bir sürü mantık oyunları yapmaktadır. Ahmed Danişmend'in “Alp-Arslan devrinde» , yâni 1071 tarihinde Anadolu'ya gelmiş olduğu hakkındaki sarahati her halcjp işte bu mantık oyunlarmdaîi dolayı inkâr etmiş ol­ ması lâzımgelir. Ermenice nüshanın yukarda aynen iktibas ettiğim fık­ rasındaki sarahatlerin en mühimmi asıl ve menşe mese­ lesine aid olan son kısmındadır: Burada Ahmed Danişmend’in aslı, İslâmiyetin ilk devirlerinden itibaren ihtida etmiye başlıyan Türklere mensup gösterilmektedir; burada “Theda-


AÇIK MEKTUP

35

lie-Tedalya” şeklinde bir memleket ismi vardır : Bu isim eski coğrafyacıların Orta-Asya’daki “Horasan” ve "Hârizm,, havalisine verdikleri eski isimlerdendir. Onun için erme­ nice nüshada Tedalya Türklerinin esir olarak Arap memle­ ketlerine geldikleri devirlerden, yâni Emevî ve Abbasî devir­ lerindeki harp ve sulh münasebetlerinden itibaren Türklerin İslâm dinine girmiş oldukları ve Ahmed Danişmend’in de aslen işte bu Orta-Asya Türklerinden olduğu en sarih ifade­ lerle tavzih ve tesbit edilmiş demektir. Bu gibi sarahatleri kavrıyabilmek için okuduğunu biraz anlayıvermek ve an­ lamamak için de okuduklarını hiç anlıyamamak lâzımdır. Ayni sarahatler Süryanî Mikâîl’in (Chabot) nüshasın­ da da vardır : Üçüncü cildin 15 inci kitabının beşinci faslın­ da ve 175-176 ncı sahifelerde şu fıkraya tesadüf edilir : “L’empire des Turcs s'était étendu jusqu’en Mésopotamie, en Syrie, en Palestine, et il se trouvait ça et là dans ces contrées quelques émirs arabes ; les Turcs et les Arabes étaient mêlés comme un seul peuple. Les Turcs régnèrent dans les Arménies Grande et Petite, en Cappadoce, en Bithynie, dans le Pont. ils luttaient continuellement contre les Grecs ; chacun des Taiyayê et chacun des émirs sortis du Khorasan qui s'em­ pâtait d’un pays du territoire des Romains obtenait la confir­ mation de son autorité du sultan du Khorasan qui s’appelait Sultan Sindjar, et du Khalife de Bagdad, qui était chef reli­ gieux, Il se trouva donc, dans la Grande Arménie, un émir de la race de Soqman, qui s’appelait en langue persane Sah-Armen; et en Mésopotamie, d'autres appelés Ortoqayê; ceux de la famille de Tunousman (étaient) â Sébaste, à Césarée et dans le Pont; ceux de Soleiman a Nicée, a Nicomédie et a Iconium. Tel était l'empire des Turcs au milieu des Arabes”#

Yâni : Türklerin imparatorluğu tâ Elcezire'ye, Suriye’ye ve Filistin ’e kadar imtidâd ediyor ve bu (ilkelerin ötesinde berisin­ de bir takım Arap emirleri de bulunuyordu; Türklerle Araplar tek bir millet gibi birbirlerine karışmışlardı, Tılrkler büyük ve küçük Ermenistan’larda, Kapadokya’da, Bitinya’da, Pontos’da saltanat sürüyorlardı, Bunlar Rumlarla mütemadiyen


«6

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

mücadele ederlerdi; Horasan’dan çıkıp Romalıların (—Bizans­ lıların) arazisinden bir memleket fetheden her miislüman ve her Emir hâkimiyyet haklanın tasdikini Sultan Sencer ismin­ deki Horasan Sultaniyle kendi dinlerinin reisi olan Bağdad Halifesinden istihsal ederdi. İşte bu suretle büyük Ermenistan’ı Sokman sülâlesine mensup olup acemce liErmen-Şâht, iınvaniyle anılan bir emir tabletmiş, Elcezire’ye Arlık’ler isminde diğer bir sülâle hâkim olmuş ve Danişmend sülalesi de. Sivas, Kay­ seri ve Pontos kınalarına yerleşmi^tt; Süleyman oğulları da İznik, İzmit ne Konya'daydı. Arapların ortasında Türk impa­ ratorluğu iste bu vaziyetleydi”. Ahmed Danişmend’in menşei bakımından bu fıkra, yu­ karda gördüğümüz ermenice nüshadaki fıkrayı tamamiyle te’yid etmektedir. Yalnız ermenice nüshada “Tedalya,, şek­ linde zikredilen memleket ismi burada “Horasan,, şeklinde­ dir.. Bu fıkraya göre Danişmendîler, Selçukîler, Ermen-Şahlar ve Artuklular hep Horasan’dan çıkmışlar ve İran Selçukî Sultaniyle Bağdad’daki Abbasî Halifesinden aldıkları sal­ tanat ve emaret menşurları mucibince fethettikleri yerler­ de devlet kurmuşlardır. Yalnız ermenice nüshada Ahmed Danişmend Sultan (Alp-Arslan) devrinde gelmiş gösterildiği halde burada garba gelen bütün sülâleler büyük Selçukîlerin sonuncusu olan Sultan (Sencer) zamanında gelmiş gibi gösterilmektedir. Ne Anadolu Selçukîleri, ne Danişmendliler, ne Artuklular ve ne de Ermen-Şahlar Sultan Sencer zamanında gelmiş değildir; bu sülâlelerin hepsi daha evvel gelmiş oldukları için her halde Süryânî metninin burasında bir istinsah hatâsı olmak lâzımgelir: Ermenice nüshada (Sen1 cer) yerine (Alp-Arslan) dan bahsedilmesi de bunu te’yid etmektedir. Zaten bu hatâ yalnız Danişmendîlere ait değil. Anadolu Selçukîleri de dahil olmak üzere diğer üç sülâleye de şamildir. Bu gibi noktaların tashihi için Süryânî nüsha mütercimi (Chabot) nun da en mühim mercii ermenice nüshadır. Süryânî Mikâîl eserinde tâkib ettiği vukuatın izahında çok kıymetli tafsilât vermiş ve hattâ başka menbâlarda bu-


AÇIK MEKTUP

37

lunamıyacak teferrüâtı bile ihmal etmemiş olduğu halde, tarih rakamlarında çok defa yanılmıştır. Bu rakam hata­ larının bazıları müstensihlere ait olabilirse de (Chabot) nun kanâatince bir çoğu müellifin zühulünden mütevellittir. Mikâîl umumiyetle Süryânî takvimini esas tutmaktadır; bu takvimi Milâdiye tahvil için (Chabot) ya göre «311» ve ( Dulaurier ) ye göre de «312* tarhetmek lâzımdır. Meselâ Ahmed Danişmend'in Anadolu’ya gelişi, Chabot’nun terceme ettiği Süryânî nüshasının şu fıkrasında o takvimin 1396 tarihine müsadif gösterilmiştir (cilt 3, kitap 15, fasıl 4, sahife 173) : celte époque, en Van 1396, un émir des Turcs, nommé Tanouşman, envahit le pays de Cappadoce et régna sur Sébasle, CCsarée et les autres endroits de la contrée septentrionale. De là commença la puissance de la famille des lienc Tanoaşman,. Yâni «ibı denirde, 1396 senesinde, Türklerin Tanışman is­ minde bir emiri Kapadokya ülkesini istilâ edip Sivas, Kayseri ve şimal havalisinin diğer yerlerinde hüküm sürdü, Tanuşman oğulları sülâlesinin hâkimiyyeti işte o zamandan başladı,,. Ahmed Danişmend'in Türk olduğunu bundan evvelki gibi te’yid eden bu fıkrada onun Anadolu'ya gelişi Süryânî takviminin 1396 senesine müsadif gösterilmektedir: Bu ra­ kamı Milâdiye tahvil için (Chabot) hesabiyle 311 tarhedildiği takdirde (1085) kalır: Mikâîl vakayinamesini kronoloji bakımından hiç tetkik etmemiş olan Mükrimin Halil Yinanç işte bu zahirî rakama aldanıp Ahmed Danişmend'in Anado­ lu'ya gelişini hakikaten Milâdın 1085 tarihine müsadif zan­ netmiş, bu tuhaf zannı işine de yaramış ve hattâ eserinin 102 nci salıifesinde Anadolu'ya 1085 de gelmiş œan'bir zatin 1071 de başlamış olan fütuhâta iştirak etmemiş olması lâzım geleceğini bile isbâta çalışmıştır !... Bu kadar basit bir kronoloji meselesini bir Üniversite Profesörünün halledemeyişi ve halledemediği için bu hatâ­ dan bir takım ahkâm çıkarmıya kalkışması ilim nâmına çok acınacak bir hâldir : Süryânî Mikâîl’in tarih rakamlarında he­


TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

men daima yanlış vardır ve bıı yanlışlar bazan yirmi sene’ den fazla yekûnlar bile tutmaktadır 1 Şimdi bu noktayı bir iki misal üzerinde riyazi bir kat iyvetle tavzih edeyim : Mi­ kâîl vekayinâmesinin 3 üncü cildinin 158 inci sahifesinde Bi­ zans imparatoru (Dokuzuncu Constantin Monomague) ile bü­ yük Selçukî Sultam (Tuğrulbeğ) in cülus tarihi Süryânî tak­ viminin 1361, Milâd takviminin 1031 ve Hicret takviminin de 430 senesine müsadif gösterilir ! Bu rakamların hepsi yanlıştır : Çünkü 1361 Süryânî tarihinden 311 tarhedıldiği taktirde elde edilecek Milâdî sene 1031 değil, 1050 dir ! Bu suretle Süryâni ve Milâdî seneler arasında Mİkâîl tam 19 senelik bir hatâya düşmüş demektir ! Fakat müellifin zühûlü bundan da ibaret değildir : Hicrî mukabil olarak kaydetti­ ği 430 senesi ne Milâdî tarihe, ne de Süryanî seneye uymak­ tadır: Çünkü Hicretin 430 senesi Milâdın 1038-1039 senele­ rine tekabül etmekte ve bu suretle Mikâîl’in gösterdiği 1031 tarihine nisbetle 7-8 sene farketmektedir; yâni Milâdın 1031 senesinin Hicrî karşılığı 430 değil, 422 dir ! 13gl Süryânî se­ nesinin Milâdî takvimde hakikî mukabili olan 1050 senesinin Hicrî karşılığı da 441-442 seneleridir: Bu hakikî Hicret rakamlariyle Mikâıl'in kaydettiği 430 rakamı arasında da 11-12 senelik bir fark vardır! Netice itibariyle patrik Mikâîl Sür­ yânî, Milâdî ve Hicrî rakamlar arasında 19,7-8 ve 11-12 sene­ lik hatâlara düşmüş demektir! Fakat bu hatâlar o tarih ra­ kamlarının yalnız birbiriyle mukayesesinden mütevellittir : Bir de bunları (Constantin Monomaque ) m hakikî cülus tari­ hiyle karşılaştırınca ortaya çıkan ikinci bir yanlış serisi daha vardır : Monomaquehn hakikî cülûs tarihi Milâdın 1042 ve Hicretin 433 tarihine müsadif tir! Halbuki Mikâîl bunların yerine Milâdın 1031 ve Hicretin 430 senelerini esas ittihaz edip birincisinde 11 ve İkincisinde de 3 sene hatâ etmiştir! Fakat Süryânî takviminin bu cülusa müsadif gösterilen 1361 sene­ sine tekabül eden Milâdın 1050 tarihi esas ittihaz edildiği takdirde, 1042 senesine tesadüf eden hakikî cülûs tarihine nisbetle aradaki farkın 8 sene olduğu anlaşılır! MikâilÜn he­ men bütün tarih rakamlarında hep işte bu gibi ölçüsüz yan­


AÇIK MEKTUP

39

lışlar vardır! Hattâ 1071 Malâzgird muharebesinde Alp-Arslan’a mağlûp ve esir olan Bizans imparatoru (Dördüncü Ro­ manos Dioğenis) in Milâdî 1068 tarihine tesadüf eden cülusu­ nu Süryânî takviminin 1386 senesine, yâni Milâdın 1075 ta­ rihine müsâdif göstermek suretiyle bu hükümdarı o muha­ rebeden dört ve hakikî cülûs tarihinden yedi sene sonra tah­ ta çıkmış ve 3 sene, 8 ay saltanat sürdükten sonra Malâzgird’-, de mağlûb olmuş gösterir : Fakat Mikâîl’e göre Malâzgird muharebesinin tarihi de Süryânî takviminin 1389 ve Milâdın 1078 senesine müsadiftir! Bu suretle o kadar büyük bir hâ­ disede bile sekiz senelik bir hatâya düşmüş demektir! Gene Mikâıl’e göre Sultan Tuğrulbeğ’in ölümü ve AIp-Arslan’ın cülûsu da Süryânî 1386 = Milâdî 1075 tarihine müsadiftir: Halbuki bu saltanat tebeddülü hakikatte Hicretin 455 ve Mi­ lâdın 1063 tarihine müsâdif olmak itibariyle müellif tam 12 sene yanılmış demektir! Tıpkı bunlar gibi Ahmed Danişmend'­ in Anadolu’ya geliş tarihi olarak yukarıki fıkrada gördüğü­ müz Süryanî 1396 tarihi de yanlıştır : Eğer Profesör Yinanç yukarıki misalleri tetkik edip onlardan ibret alarak bu hatâyı farketmiş veyahut hiç olmazsa bir kere ( Chabot ) nun tashih cedvellerine olsun murâcaat etmek lüzumunu hissedebilmiş olsaydı, üçüncü cildin 421 inci sahifesine tesadüf eden tashih cedvelinde Mikâıl'in metnine nazaran Süryânî 1396 tarihine Milâdın 1066 senesi tekabül etmekte olduğunu görürdü! Hic­ retin 458 senesine tesadüf eden bu 1066 tarihi Malazgird mu­ harebesinden tam beş sene evveldir! Eğer Mikâîl’in hesabına göre bu Milâdî tarih doğru sayılmak lâzım gelse Ahmed Da­ nişmend'in Anadolu'ya Malazgird muharebesinden beş sene evvel gelmiş olduğunu ve bu yanlış rakamı bir tarafa bıra­ kıp da Chabot’nun yaptığı gibi Süryânî sene rakamından 311 tarhedildiği takdirde elde edilecek 1085 rakamına' göre de Malazgird muharebesinden tam 14 sene sonra geldiğini kabul etmek lâzımgelir! MikâîTin tâkib ettiği bu Süryânî ve Milâ­ dî tarihler arasında 19 senelik bir fâsıla vardır. Tabiî bunla­ rın her ikisi de yanlıştır : Halbuki gene ayni tashih cedvellerinin ayni sahifesinde müellifin metnine nazaran bu Süryânî


40

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

ve Milâdî tarihlere karşılık gösterilen Hicrî 465 senesi, en az yanlışla hakikate en çok yaklaşan rakamdır: Hicretin bu 465 senesi Milâdın 1072-1073 tarihine müsâdif olmak itibariyle 1071 deki Malazgird muharebesinden bir sene muahhardır. Bu bir senelik hatâ da ermenice nüshanın yukarda gördüğü­ müz fıkrasındaki sarahat mucibince Ahmed Danişmend’in. Sultan Alp-Arslan zamanında ve onun emriyle Anadolu'ya gelmiş olduğu hakkındaki ifadeye istinaden tashih edilmeli­ dir ı Malazgird muharebesi 1071 de olduğuna göre ve Sultan Alp-Arslan da 1072 de öldüğüne göre, onun zamanında ve onun emriyle Anadolu'ya gelen bir zâtin her halde bu iki sene arasındaki aylar içinde gelmiş olması zarurîdir. İşte bundan dolayı, bütün bu kronoloji meselelerinden tamamiyle hîhaber olan Üniversite Profesörünün Ahmed Danişmend'i 1085 tarihinde Anadolu'ya gelmiş gösterirken Sür­ yânî Mikâıl’i ileri sürmesi tamamiyle yanlış ve esassız bir iddiâdan başka bir şey değildir. Patrik Mikâîl vakayinamesinden yukarda iktibas ettiğim muhtelif fıkralarla sabittir ki on ikinçi asrın bu çok mühim menbamda Profesör Yinanç'ın zannettiği veyahut ettirmek is­ tediği gibi Ahmed Danişmend’in asıl ve menşei hakkında hiç bir şey söylenmemiş değil, bilâkis pek çok şey söylenmiş ve bilhassa: A) Menşeinin “ Thedalia=Horasan ve Harizm havalisi" olduğu hem Süryânî, hem Ermeni nüshalarında tasrih edil­ miştir ; B) Milliyetinin "Türk" olduğu muhtelif vesilelerle tek­ rar edilmiştir; * C ) Ermeni mühtedîlerine en ağır tâbirlerle hücum eden bu müteassıp patrik Ahmed Danişmend’e kat’iyyen öyle bir isnâdda bulunmamış ve onu öyle bilmediği 'için medhetmiş ve hattâ "ditfer Türk'lere nisbeile" onu İslâmiyetin en büyük mü­ câhidi göstermiştir; D) Bir çok müslüman müverrihlerini te'yid eden Süryânî Mikâîl'e göre de Ahmed Danişmend'in Anadolu fütuhatı “Alp-Arslanemriyle—par lordre dAlp Arslan*\ yâni onun zamanında başlamıştır.


AÇIK MEKTUP

41

Her halde bütün bunlardan bihaber olabilmek için ya Sür­ yânî Mikâîl vakayinâmesini ömründe görmemiş olmak, yahut okuduğunu anlıyamamak veyahut okuyup anladığı halde in­ kâr etmiş olmak lâzımgeîir, * • Yukarda da söylediğim gibi, Profesör Mührimin Halil Yinanç’ın on fıkraya ayırarak gözden geçirdiğim mantık oyunla­ rının buraya kadar mahiyetlerini vesikalar üzerinde teşrih ettiğim ilk yedi maddesi Ahmed Danişmend’in gûyâ Türk ol­ madığını ve son üç maddesi de Ermeni olduğunu iddiaya ait­ tir 1 Türk tarih teziyle çok tuhaf bir tezat teşkil eden antite­ zin en meraklı tarafı işte bu son kısmıdır :

8 — Profesör Yinanç eserinin 97 nci sahifesinde Ermeni müverrihlerinden bahsederken • “Emir Danişmend ile bir zamanda yaşıyan Urfalı MaUhieu onun aslen Ermeni olduğunu söyler" diyor ve ondan sonra da on üçüncü asır müverrihlerinden Vartan’ın da tekrar ettiği bu rivayetin on sekizinci asırda yaşıyan Ermeni müverrihi Çamiçyan’a kadar intikal etmiş olması­ nı mühim bir delil gibi ileri sürerek şöyle söylüyor : "XVIII inci asrın meşhur Ermeni tarihçisi Çamiçyan Emir Danişmend’in bir ermeni prensi olduğunu ve rumlarm tazyikin­ den çok üzülerek İran’a gidip İslâm dinini kabul ettiğini ve Sultan tarafından Sumsa ve Rum hududuna (Danışman) tâyin edildiğini zikreder ve ayni zamanda XII nci asrın iki Bizans müverrihinin, yâni Kinnamus ile Niketas’ın da Emir Daniş­ mend’in Ermeni cinsinden olduğunu söyleyip kendisini te'yid ettiklerini, bu müverrihlerin eserlerinin bab ve fasıllarını gös­ tererek bize bildirir". * Bu fıkra her şeyden evvel bir kere metod nakımından e­ le alınınca, yukarda dördüncü fıkrada bahsi geçen 16-17 nci a­ sırlarda yaşamış Türk müelliflerinin Melik-Danişmend’i “Türkmen" göstermelerini sırf bu müellifler onunla muasır olmadıkları için kabul etmiyen ve hattâ üçüncü fıkrada bah­ si geçen 12-13üncü asır Arap müverrihi İbn-ül-Esîr’in ayni


42

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

şekildeki şehâdetini de işine gelmediği için reddeden bir Pro­ fesörün 18 inci asırda yaşamış bir Ermeni müverrihinde buldu­ ğu safsataları hiç tetkik etmeden kabul edip delil gösterme­ si, zihniyet ve tarih telâkkisi bakımından Çamiçyan’ia kendisi arasında hiç bir fark olmadığını gösterir. Bu fıkranın meydana çıkardığı ikinci bir hakikat da İstanbul üniversitesi Ortaçağ Tarih Profesörünün en mühim membâlarından olması lâzım gelen Nikitas ve Kinnamos gibi en büyük Bizans müverrihle­ rinin eserlerini ömründe görmemiş ve bu müverrihlerin ne­ ler söylediklerini 18 nci asırda yaşamış bir Ermeni tarihçisinin son zamanlarda Türkçeye terceme ettirilmiş olan eserinden, yâni ikinci elden bilvasıta öğrenmiş olmasıdır. İşte bu vaziye­ tinden dolayı Profesör Yinanç (Çamicyan)ın sözlerini doğru zannederek aynen kabul etmiş ve hattâ Ermeni müverrihinin safsatalarına büsbütün kıymet vermek için fıkranın sonunda :

“İhı müverrihlerin eserlerinin bab ve fasıllarını göstererek . bize bildirir,, diyecek kadar gaflet göstermiştir. Profesörün bu vaziyeti, kendisinin ne tarih melodiyle, ne ilmi mes’uliyet hissiyle zerre kadar alâkadar olmadığının en acıklı delillerindendir. Bizans müelliflerinin bu mesele hakkında neler söyledikleri aşağıki fıkrada Yunanca metinleri ve Türkçe tercemeleriyle beraber meydana çıkarılacağı için, burada yalnız Ermeni müverrihlerinden bahsetmekle iktifa edeceğim. Mükrimin Halil Yinanç (Urfalı M>teos = Matthieu D’Edesse) in Ahmed Danişmend’i “Ermeni,, göstermiş ol­ duğundan bahsediyor ve yukarda aynen iktibas ettiğim cüm­ lesinde gayet kat’î bir ifade kullanıyor! Bundan anlaşıldığına göre Profesör vesika ittihaz etmek istediği Ermeni menbamı kat’iyyen tetkik etmemiş! Eğer tetkik etmiş olsaydı, Urfalı Mateos’un ırkî değil, coğrafî bir mefhum ifade ettiğinin ve bu noktanın bundan tam seksen yedi sene evvel tesbit edil­ miş olduğunun biraz farkında olup hiç olmazsa daha ihti­ yatlı bir lisan kull amirdi! Bilirsiniz ki Mateos vakayinâmesini Fransız müsteşriklerinden (Edouard Dulaurier) ermeni ceden fransızcaya terceme ederek 1858 tarihinde bir mu­


AÇIK MEKTUP

43

kaddime ve bir çok mühim notlar ilâvesiyle Paris’de neşretmiştir : Profesör Yinanç işte bu fransızca tercemeyi me­ haz göstermektedir. Bu kitabın 256 ncı sahifesinde ve Milâ­ dın 1104 vuKuâtı içinde Profesörün mânâsını pek kavrıyamadan istinad etmek istediği cümle aynen işte şöyledir :

«Celle même année, Danischmend, grand émir du pays des Romains, el Arménien d’origine, cessa de vivre». Yâni : «Gene bu sene, Romalılar diyârınm büyük emlri olup menşe itibariyle Ermenislanlı olan Danişmend vefat elmişlir». Bu fransızca ibaredeki aArménien d’origine,, tâbiri Profe­ sör Yinanç’ın zannettiği gibi "aslen Ermeni,, mânâsına değil, “Menşe itibariyle Ermenislanlı,, mânâsına kullanılmıştır. Bu mânâ benim şahsî te’vil ve tefsirime değil, Urfalı Mateos’un mütercim ve şârihi olan (Edouard Dulaurier) nin ayni kitap­ taki izâhına istinâd etmektedir : Eğer Profesör Mükrimin Halii Yinanç Türk kahramanlarını Ermeni yapmadan evvel kendi İlmî vazifesini yapıp da (Dulaurier) nin haşiyeler kısmını açmış olsaydı, 437 nci sahifede bu noktanın şöyle izah edilmiş olduğunu görürdü:

«Guillaume de Tyr İappelle (Danisman), Alberl d’Aix (Daniman) el Cinnamus (Tanismanios). Ce dernier ajoule qu’il élail Persarmcnien. Celle assertion vienl à l'appui de ce que nous apprennenl Mallhieu el Varlan, qu’Ibn-el-Danischmend avail une origine arménienne. D'après cela, on peul supposer qu'il élail lurkoman de nalion, el né en Arménie». Yâni : Bu zàle Guillaume de Tyr (Danisman), Alberl d’Aix (Daniman) ve Cinnamus da (Tanismanios) ismini verir. Bu son müellif Persarmenyalı olduğunu da ilâve elmekledir. Bu ifade bize İbıı-üd-Dûnişmend'in menşe ilibariyle Ermenislanlı olduğunu söyUyen Matthieu ile Varlan’ın verdikleri mâlâmâh da le'yid edecek mahiyettedir. İşle bu mûlâmâla islinaden Danişmend'in ırk ilibariyle Türkmen olduğu halde Ermenislan 'da doğmuş olduğu lahmin edilebilir». Bu fıkranın en mühim noktası, "Armémien” tâbirini coğrafî manâsüyle "Ermenislanlı” şeklinde izah eden ( Dula-


44

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

urier ) nin bu izahına delil olarak Bizans müverrihlerinden (Kinnamos) un “Persarmenyalı = Persarménien" demiş ol­ masına da istinâd etmesidir : Aşağıki fıkrada görüleceği gibi, eski coğrafyada “Persarmenie,, Azerbaycan'la eski isimlerindendir; onun için ‘’Persarménien*’ demek “Âzerbaycanlı” demektir. Bir Üniversite tarih Profesörünün bu kadar basit şeyleri bilivermesi lâzımgelir. Gene ayni kitapta bu noktanın diğer bir delili daha vardır : Yukarda gördüğümüz gibi 256ncı sahifesinde Danişmend'in “Ermenistanlı,, olduğunu söyliyen Mateos, 230 uncu sahifesinde Milâdın 1100 vukuatından bahsederken de “Iranlı" olduğunu söylemektedir : I. ■

•Celte même année* l'émir perse Danisclunend (Tanisclıman), lequel était seigneur de Sébasle el de tout le pays ro­ main, arriva a la tète d'une armée considérable contre Mél'lène, qu'il attaqua vivement». Yâni : «Gene bu sene, Sivas'm ve butun Diyar-ı-ilûm’un hü­ kümdarı olan Iranh Emir Danişnıend büyük bir ordu başında Malatya üzerine varıp şiddetle taarruz elli».

Tabiî buradaki “Perse = İranlı,, tâbiri de bundan evvel­ ki “Ermenistanlı = Arménien,, tâbiri gibi tamamiyle coğrafî bir mefhum ifade etmektedir : Ayni müellifin ayni şahsiyet hakkında bir kere “Perse,, dedikten sonra bir kere de “ar­ ménien,. demesi, Bizans müverrihlerinin “Persarménien, şeklinde ifade ettikleri coğrafî mefhumun bir kelime yerine iki ayrı kelimeyle ifadesinden başka bir şey değildir : Zaten bu vaziyeti bilmeyip de Urfalı Mateos’un “Perse,, ve “Armé­ nien,, kelimelerini ayni bir şahsiyete ırkî mânâlarla izâfe etmiş olduğu farzedilecek olursa, bu çok Zeki müellifi bir kere “Acem,, dedikten sonra bir kere de “Ermeni,, demek suretiyle kendikendini nakzedip saçmalamış saymak lâzım gelir ! Zaten Süryânî Mikâîl gibi Urfalı Meteos da ihtidâ et­ miş Ermenileri en ağır ve en şiddetli kelimelerle tahkir edecek kadar müteassıp bir papasdır : Meselâ ihtidâ eden Ermeni sergerdelerinden (Philarète) i eserinin bir çok yerle­ rinde ve ezcümle 173 üncü ve 196 ncı sahibelerinde Mikâ-


AÇIK MEKTUP

45

îl'den daha şiddetli hakaret kelimeleriyle tezyif ve tahkir etmektedir: Her halde bu zihniyette bir papasın bir Ermeni dönmesini methetmek imkânı yoktur; halbuki (Philarete) i tahkir eden Mateos Danişmend'i son derece methetmektedir. Eğer onu (Dulaurier) nin izahında olduğu gibi coğrafî ba­ kımdan «Ermenistanlı» saymayıp da ırkî bakımdan «Ermeni» saysaydı, tabiî (Philarete) gibi onu da tahkir etmesi lâzımgelirdi. | Ortaçağ müelliflerinin gerek milletler, gerek tarihî şah­ siyetler hakkında kullandıkları bu gibi tâbirlerin bugün­ kü ilimde artık etnik bir kıymeti kalmamıştır. On doku­ zuncu asırdanberi bir çok müellifler bu tâbirlerle meş­ gul olup bunların ırkî manâlara alınmasındaki İlmî mah­ zurları uzun uzadıya izah etmişlerdir. Meselâ (Vivien de Saint-Martin) in 1851 de neşredilen “Sur les Khazars,, is­ mindeki eserinin muhtelif sahifelerinde bu hâlin bir çok misallerine tesadüf edilir: Bizans müverrihleri Macarlara *Tiirk„ ve '“Peçenek„ isimlerini verdikleri halde Anadolu Türklerine “îranll = Perse„ demişlerdir! Hemen bütün Bi­ zans menbâlarında ve ezcümle (Anna Komnini) nin “Aleksias /Alexiade,, ismindeki meşhur eserinde “Perses,, keli­ mesiyle hep “Türkler„ kastedilir; hattâ bu prenses Türkleri bazan “İsmaUHcr„ tabiriyle arap cinsine bile nisbet etmek­ tedir! Bizans Başvekilliğinde bulunmuş olan meşhur (Psellos) un «Chronographie* sinde Türk milletine bazan <fwîrf»v bazan da «Pers» ismi verilir! (Gregoras) Osmanlı donanmasına «Pers donanması» ve hattâ Rumeli'deki Os­ manlı ordusuna bile *Pers ordusu» demektedir! Bizans menbâlarında Türk tarihinin bir çok şahsiyetlerine de hep bu sıfatlar izafe edilmektedir ! Eski tarih menbâlariyle az çok ülfet ve istinası olan bir kimse için bunların ne mânâya geldiğini bilmemek kabil değildir. On altıncı asırdan on dokuzuncu asrın ortalarına kadar Avrupa âlimleri arasında bir hayli taraftarlar bulmuş tuhaf bir telâkki vardır: Antropoloji ve Lisaniyat ilimlerinin he­ nüz inkişaf edememiş olduğu bir devre tesadüf eden bu te­


46

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

lâkki taraftarları bütün Türk milletini Ermenileştirmişlerdir. Rus âlimlerinden (Patkanoff) un Ermeni dili hakkmdaki eserini «Recherches sur la formation de la langue Arméni­ enne* ismiyle fransızcaya terceme ve tahşiye eden (Evariste Prud'homme) la (Edouard Dulaurier) 1870 de çıkan bu eser­ lerinin 133 üncü sahifesinde bu tuhaf meseleye temas eder­ ken uzun zaman Ermeni dilinin Türk diline bağlanmış oldu* ğunu ve hattâ “Ermenistan'da Türkçe konuşulduğu için Türklerin Ermenilerden çıkmış olduğu.. hakkında ilmi bir nazari­ ye kurulduğunu ve bu nazariyenin on dokuzuncu asra kadar revaç bulduğunu anlatırlar ! Bu eski Avrupa nazariyesi Er­ meni müelliflerinin Tevrat etnolojisine göre kurmuş oldukları mümasil bir nazariyye ile de karşılaşır: Bu Ermeni nazariyyesine göre Yâfes oğlu Gomer’in (Thorgom) ismindeki oğlu hem Ermenilerim hem Türklerin müşterek dedesidir! Urfalı Mateos tercemesinin 426 ncı sahifesindeki CXXIX numaralı hâşiyesinde mütercim (Dulaurier) bu meseleyi şöyle anlatır : “lœs Arméniens disent que Thorgom ful le père de leur ancêtre Ilaïg et en même temps la tige des Turkomans^. Yâni : “Ermeniler Thorgondu kendi büyük dedeleri Harfin ba­ bası ve ayni zamanda Türkmenlerin büyük ceddi gösterirler».

Gerek Avrupa ilim âleminde, gerek Ermeni menbâlarmda işte bu gibi safsataların hüküm sürdüğü on sekizinci asırda yaşamış olan Ermeni müverrihi (Çamiçyan) için, Urfalı Mateos'un yukarda bahsi geçen coğrafî tâbirini ırkî bir mânâ­ ya alarak Ahmed Danişmend'i Ernıenileştirmek ve aşağıda metinlerini göreceğimiz iki Bizans menbaında tesadüf ettiği ifadeleri de kendi millî hissiyatıma göre te'vil ve tahrif ederek dâvasına delil gibi göstermek gafleti pek tabiî görülebilir : Fakat böyle bir müellifin öyle bir saf­ satada istinâd etmek istediği eski Ermeni ve Rum menbâlarını tetkik etmediği ve bunlardan bilhassa Rum menbâlarını ömründe görmediği halde bu vatanın telsisine çalış­ mış bir Türk kahramanını mutlaka Ermemleştirmek istiyen Türk Profesörünün bu acınacak hâline bilmeni ne


AÇIK MEKTUP

47

denilebilir? Mükrimin Halil Yinanç'm dünyada ilk defa olarak bizzat kendisinin keşfetmiş olduğu büyük bir sır gibi ortaya atmak istediği bu (Çamiçyan) safsatası hakikatte ken­ disi doğmadan bir asır evvelinden beri Avrupa ilim âleminde malûm olduğu halde hiç bir kıymet ve ehemmiyet veren ol­ mamış, bu meselelerle meşgul olan bütün âlimler Danişmendlilerin <rürkmen:=Turkomun> olduğunda ittifak etmiş ve ni­ hayet bu on sekizinci asır Ermeni safsatası ancak yirminci as­ rın İstanbul Üniversitesi tarih kürsüsünde yer bulabilmiştir!.. 9 — Proşesör Yinanc «Türkiye Tarihi Selçuklular Devri* ismindki eserini ilkönce 1934 ve ondan sonra da 1944 tarihle­ rinde iki defa neşretmiştir. Bir çok noktalarında birbirini nakzeden bu iki nüshadan birincisinin 51 inci sahifesindeki haşiyesinde Profesör Malazgird muharebesine ait Bizans menbâl arından bahsederken bunlardan Avrupa dillerine terceme edilmiş üç eser gördüğünü söyledikten sonra : «Grekçe bilmediğim için diğerlerinden istifade edemedim» demek suretiyle Bizans menbâlarından bihaber olduğunu biz­ zat itiraf etmiştir. Yeni Garp dillerini de bilmiyen Profesör o dillerdeki tercemelerden nasıl istifade edebilmişse, «Grek­ çe» dediği Bizans lehçesindeki menbâlardan da işte o şekilde istifade etmekle mükellef olduğunu her nedense taktir ede­ memiş demektirl Aradan tam on sene geçtikten sonra neşret­ tiği ikinci tab'ına kadar da Profesörün bu hususta tek bir a­ dım bile atamamış olduğu, bu son tab'ın 97 nci sahifesinden iktibas ederek yukarıki fıkrada gözden geçirdiğimiz ifadesinde (Kinnamos) ve (Nikitas) gibi on ikinci asrın en mühim Bizans müverrihlerinden ancak on sekizinci asırdaki Ermeni müver­ rihi (Çamiçyan) vasıtasiyla ikinci elden haberdar olduğunu i­ tiraf etmesiyle s&bittir ! Gene ikinci tab ’ın ayni sahifesinde Profesör bu Bizans menbâlarınm ne dediklerini (ÇamiçyanV* dan sonra bir kere de müsteşrik (Mordtmann)’ın ağzından aynen işte şöyle nakletmektedir : "Filhakika XII nci asrın Bizans müverrihi Kinnamus Emir Danişmend'in bir İranlı Ermeni olduğunu söyler. Niketas ise onun eski Ermeni kıratlarının mensup olduğu Arşak


48

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

sülâlesinden indiğini söyliyecek kadar ileri gider ve ona büyük bir asalet isnad eyler (Encyclopédie de l’Islâm'da Mordlmann'ın Danishmandiya makalesi, c.I.s. 937». İşte bu itirafla da sâbit olduğu gibi, Profesör her neden­ se Ahmed Danişmend’i Emenileştirmek için vesika ittihaz ettiği Bizans menbâlarını bizzat görmemiş, o menbâlarm bu meseleye ait rivayetlerim ancak (Çamiçyan) tercemesinden bilvasıta öğrendikten sonra (Mordtmann) ın makalesiyle o Ermeni müverrihini te’yid etmek istemiştir ! Ne yazık ki İstanbul Üniversitesinin Ortaçağ tarih Pro­ fesörü mehaz ittihaz ettiği Bizans menbâlarını ömrün­ de görmemiş olduktan başka, fransizca bilmediği ve tarih ıs­ tılahlarının da zerre kadar farkında olmadığı için (Mordtmann)'ın îslâm Ansiklopedisindeki makalesini kat’iyyen anhyamamış, o zavallı makaleye kendi anlıyabildiği veyahut istediği gibi mânâ vermiş, mantık oyunlarıyla bir takım istin­ taçlar ve istihraçlar yapmış ve nihayet bütün bunlardan kendi kendine ahkâm çıkararak bu vatanın kurulmasına hiz­ met etmiş masum bir Türk kahramanını Ermeni göstermiştir! Her şeyden evvel bir kere şu noktayı tesbit edeyim : Ne ( Mordtmann) ın İslâm Ansiklopedisindeki makalesinde, ne de Bizans Müverrihlerinden (Yoannis Kinnamos) la (Nikitas Khoniatis)in eserlerinde Ahmed Danişmend’in Ermeni cinsinden olduğuna ve « eski Ermeni krallarının mensub olduğu Arşak sülâlesinden indiği» ne ait hiç bir kelime bile yoktur ! Bütün bunlar İstanbul Üniversitesi Tarih Profesörünün okuduğunu an Ayamamasından ve ömründe görmediği bir takım menbâları mehaz ittihaz esmiş olmasından çıkmış bir takım kurun­ tulardan başka bir şey değildir. ( Mordtmann) m İslâm Ansiklokedisindeki makalesinde bu meseleye ait olan yegâne cümle işte şundan ibarettir : « D’après Nicétas (éd. Bonn), P. tö, ils étaient descendants des Arsacides ». Mordtman’ın makalesinde Danişmend’in aslı hakkında Bi­ zans menbâlarma dayanan yegâne cümle işte budur ve bun­ da da yalnız Nikitas’dan bahsedilmekte ve Kinnamos’un bu


AÇIK MEKTUP

40

hususta ne dediğinden hiç bahsedilmemektedir: Onun için Profesörün (Mordtmann) 1 mehaz göstererek Kinnamos’tan da bahsetmesi hayret edilecek bir isnaddan başka birşey değil­ dir 1 Mordtmann ayni makalesinin başka yerlerinde başka münasebetlerle Kinnamos’dan bahsetmiş, fakat bu nesep meselesinde ismini bile zikretmemiş^! Profesör Yinanç’ın ilmi hüviyetini tavzih için bilhassa dikkat edilecek ikinci nokte da Mordtmann’ın aynen iktibas ettiğim cümlesine isti­ naden Nikıtas’ın Ahmed Danişmend'i : *eski Ermeni krallarının mensııb oldulju Arsak sülâlesinden inmiş > göstermesine ait asılsız iddiâsıdırl Mordtmann’ın yukarda aynen ve harfiyyen iktibas ettiğim o yegâne cümlesinde *eski Ermeni kıratlarından* veyahut *Arşak* dan bahis bile edil­ memiştir : Umumî tarih kültürünün pek kuvvetli olmadığı anlaşılan Profesör o cümlede cArsacide* kelimesini görür görmez hemen bir Ermeni adı zannettiği «Ar-ya/u* ismini ha­ tırlamış ve derhal Ermenilik damgasını basıvermiş ! Az çok bir tarih kültürü olan herkes bilir ki AvrupalIların 'Arsacides> dedikleri sülâle, İran hn Sâsânîlerden evvelki * Eşkani­ yim* sülâlesidir ve bu meşhur aile de Ermeni veyahut trânî cinsinden değil, Part cinsindendir! Yâni bir kimseye «Armcide» demek *Pers* yahut * Ermeni* demek değil, ¿Eşkâniyan sülalesine mensup bir Part* demektiri Profesör Yinanç’ın eserini yazarken < Arsccides* kelimesinin 'Eşkaniyân* mâna­ sına geldiğinden tamamiyle bihaber bulunduğu iki kat'î de­ lille sâbittir: Evvelâ hem tran, hem Türk tarihlerinde müş­ tereken kullanılan ve çok meşhur olan *Esk<vıiyân* ismini fransızcadaki «A/sacdfe» şekline karşılık göstermemiş ve sâniyen de bu Part sülâlesini Ermeni zannedip 18 inci asır­ daki ( Çamiçyan ) ın milliyet gayretiyle te’viller ve tahrifler yaparak ortaya attığı mâhud Ermenilik safsatasını işte bunun­ la te’yid etmek istemiştir! ( Mordtmann ) m tslâm Ansiklo­ pedisindeki makalesini 1940 Martında ben ''Türklük* mec­ muasının 12 nci sayısında aynen terceme ve neşretmiştim : Eğer Profesör hiç olmazsa o türkçe metni okumuş olsaydı.


50

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

«Arsacides» isminin orada Arapça ve Türkçe harflerle «Efkâniyân = ¿>V> şeklinde terceme edilmiş olduğunu görür ve bu ailenin her şeyden evvel bir kere Ermeni olmayıp eski İran hanedanlarından olduğunu öğrenmiş olurdu! Mükrimin Halil Yinanç kitabını neşrettikten sonra her halde bir ihtar üzerine bu gafletini anlamış olmalı ki, aradan bir müd­ det geçtikten sonra »İstCım Ansiklopedisi» nin bu sene çıkan 26 ncı cüzünde neşrettiği «Dânişmendliler» makalesinde Ah­ med Danişmend’den bahsederken kitabındaki ifadesini şöyle bir cümle ile nakzedivor : W “Niketas’uı rivayetine göre (tab. Bonn, s, 45 ), İran ne Ermeni imparatorluk ve kıratlık hanedanlarının mensup oldu­ ğu Arşak (Eşkâniyân) soyundandır,,! İran'la Şarkî - Anadolu’da saltanat süren «Eşkiniyim» sülâlesinin Ermeni olmadığı bütün dünya mektep çocukları­ nın bile bildiği bir hakikattir: Kitabını yazarken bu hakikattan tamamiyle bihaber olan Profesör Yinanç bu sülâleyi Ermeni zannettiği için ( Çamiçyan ) ın Ermenilik nazariyesini «filhakika» diye başladığını gördüğümüz yukarıki fıkra­ sında işte bununla te’yid etmek istemiştir! Şaşılacak şeyler­ den biri de kitabında «Grekçe bilmediğini» ve Bizans müver­ rihlerinin bu husustaki ifadelerini (Çamiçyan) la (Mordt­ mann ) ın sözlerinden öğrendiğini mükerreren itiraf etmiş olan üniversite Profesörünün «İslâm Ansiklopedisi» ndeki ya­ zısından naklettiğim cümlesinde kendisini doğrudan doğruya (Nikitas) ı tetkik etmiş gibi göstermesi ve hattâ bu Yunanca eserin «Bonn* tab’ının 45 inci sahifesini mehaz olarak ileri sürmesidir! Halbuki hakikatte Profesör bu sahife numarasını ( Mordtmann ) m yukarda aynen iktibas ettiğim cümlesinden alıp kendine mâl etmiştir!... (Nicetas Choniata = Nikitas Khoniatis) in bu bahse ait iki fıkrasının birincisi, 1835 «Bonn» tab 'ının 27 nci sahifesinde aynen işte şoyledir : «'O yâp röv xaıçov Ekeıvov rfjç Ka?tiiai5ox(»v xd)pct; Kguriüv IItQocp)ÂEvı.o; Tavıopuivıo; |At’ to^ûo; piEİÇovo; Ertuiv TEii/nıa/irı it|v nölıv elie xai vq> $iqpei xara rûrv <pvldx<ov Ptopairav ix«*Q1p£v».


AÇIK MEKTUP

51

Yâni : *'n sırada Kapadokyalılar diyarında hüküm süren Persarmeuyalı (Tanisınunios) çok büyük bir kuvvetle surlara hücum ederek şehri ( = Kastamoni’yi ) fethetti ve Romalı ( = Şarkı - Romalı ) muhafızları kılıçtan geçirdi

45 inci sahifedeki diğer fıkra da şöyledir • « Hv yâp 6 ıf]ç KaıçapEtaç wte Mpattrv Mov/orpet ncpı of eineîv EtpihipEv, nleİonjv Ön ke(ji&e£>îj| ^evû; |4eqoç ıe tÎJç ’I6i)çiag Vnayayopıevcç xai evtu rfjç nuv nocapûv peor)ç ^apaanaapEvo;, to pev dvroöev ypvoç elç tovç ,Apö5XÎS5ç ovv«Xgiq?ü|igvoç) tö öl npoos/eç ex Taviopcvi^v taıuyo^Evoç* rjöav fi' oitot roÂpi]i \ 3 P 1 * — * İ » * n«ı x5i «vöpıotaı xaı tov /eipa^copsvûiv raç ecıuç .noAet; Pwp«i(ov oî puZıar« tpatıcıoi te x«i dvaıösaruto>.

Yâni : “Bundan evvel de bahsi geçen ve o sırada Kayser?de hükümet süren Mııkhumet ( = Mehmed ) in büyük bir kuvveti varili: İberya’nm ( = Çoruh ve Aras boylarının veyahut Gür­ cistan'ın ) bir kısmiyle Nehirler Ortasının (= Elcezire’nin) ba­ zı yerlerini de fethetmiş olan bu hükümdarın en eski ataları Arsakid’ler ( = Eşkâniyân ) ve en yakınları da Tanismanlar ( = Danişmendliler ) dir. Bunlar cesur ve merci adamlardı ve Romalıların ( = Şarki - Romalıların ) şark şehirlerine boyun erdirenlerin ( = Tiirklerin) en kuvvetlileri ve en dikbaşlılarıydı,. Profesör Yinanç'ın ancak ikinci elden bilvasıta haberdâr olabildiğini bizzat itiraf etmiş olduğu bu iki fıkranın birinci­ sinde ( Tanismanios ) ismiyle bahsedilen ( Danişmend oğlu Melik Gazi ) âile menşei veyahut kendi doğum yeri itibariy­ le *Persarmenyalı* gösterilmekte ve ikinci fıkrada da nese­ binin ( Arsakide=Eşkâniyân ) sülâlesine müntehi olduğun­ dan bahsedilmektedir. Birinci fıkranın sırf coğrafî bir mef­ hum ifade eden “ Persarmenyalı = IlipaappEvıoç,, tâbiri ( Nikitas Khonyatis ) den başka (Yoannis Kinnamos ) un 1836 Bonn tab'ında da vardır. Fakat ne bu “Persarmenios,, ve ne de “Arsakide,, tâbirlerinin Ermenilikle hiç bir alâka ve münasebeti yoktur : “Persarmenie., ve “Perse-Armenie.. imlâlariyle yazılan memleket ismi eski coğrafyada “Azerbag-


52

TÜKK TAKİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

ca/ın mânâsına kullanılır: Buraya bu ismin verilmesi asıl İran'la eskiden Ermenistan denilen şarkî Anadolu arasındaki coğrafî vaziyetinden ve bilhassa “Eşkâniyân,, sülâlesinin Şarkî-Anadolu şubesi devrinde işte bu şûbe hükümdarlarının idaresinde bulunmuş olmasındandır ( Dulaurier'nin yukarda bahsi geçen Urfalı Mateos terlemesinin 379—380,512 ve 537 nci sahîfelerindeki notlarla Frédéric Macler'in ‘"Asolik de Tarôn,, tercemesinin ikinci cildinin XI inci sahifesine bakınız ). Bu “Persarmeniios„ tâbiri coğrafî bir mefhum ifa­ desinde kullanılmış olmak itibariyle Bizans müelliflerinin Iran üzerinden Anadolu \ya gelen Türklere tatbik ettikleri "Perse„ tâbiriyle de karşılaştırılabilir. Esasen etimoloji ba­ kımından da “Persarmenios„ kelimesinin sonundaki u-ios?> eklentisi Yunancada memleket isimlerine eklendiği zaman Türkçenin47/ lâhikasiyle karşılaştırılabilecek coğrafî bir nisbet mefhumu ifade eder : Onun için bu kelime Bizans lehçesinde Profesör Yinanç’ın zannettiği gibi “İran Ermenisi„ mânâsına değil, i'Persarınenijal^i=^A\:^i^îbH^y^<an^l^ı^ mânâsına gelir. Buna mukabil nesil ve nesep mefhumlarını ifade için de lâhikası kullanılır. Bu kadar basit şeyleri bilme­ den Türk milletinin tarihî hukukunu ihlâl edecek hükümler vermek ayıptır. Tıpkı bunun gibi, (Nikitas) m yukarda gördüğümüz ikin­ ci fıkrasındaki * A/ sakili» bahsinden de ancak ikinci elden bilvâsıta haberdâr olduktan sonra İranın «EjJWtaiÿiirt» ismiy­ le meşhur olan bu eski hanedanını Ermeni cinsinden bir krallık sülâlesi zannederek ^Filhakika* diye başlıyan yukarıki fıkrasında (Çamiçyan) ın Ermenilik nazariyyesini te'yide kalkışan Üniversite Profesörünün akıllara durgunluk verecek kadar garîb olan bu iddiâsı kendisinin umumî kültür ve bil­ hassa umumî tarih kültürü bakımından ne kadar acınacak bir halde bulunduğunu bütün vuzuhiyle meydana çıkaran çok hazin bir delilden başka bir şey değildir. Her şeyden evvel bir kere şu noktayı tesbit edeyim ki ne (Mortdmann) m Mükrimin Halil Yinanç tarafından bu husus­ ta mehaz ittihaz edilen yegâne cümlesinde ve ne de (Nikitas)-


AÇIK MEKTUP

53

ın Mortdmann tarafından mehaz gösterilen fıkrasında Erme­ ni Krallarından bahis bile edilmemiştir : Yukarda da söyle­ diğim gibi jbu Ermeni kralları meselesini Profesör Yinanç kendi hayalhanesinden çıkarıp hem zavallı Mortdmann’a, hem onun vasıtasıyle haberdar olabildiği (Nikitas) a kendili­ ğinden izafe ve isnâd etmiştir ! Gerek bu Alman âliminin, gerek o Bizans müverrihinin bu bahse ait fransızca ve yu­ nanca fıkraları yukarda aynen iktibas ve terceme edilmiştir: Onlarda kafiyyen öyle bir şey yoktur I Onlar ancak umumî surette ve tek bir kelimeyle tArsakide = Ars(tcides»lerden bahsetmişlerdir : Profesör Yinanç Islâm ansiklopedisinde bu kelimeyi görünce eski Ermenistan krallarının <Arşak* ismin­ de bir ceddi olduğunu müphem bir surette hatırlamış ve bu zavallı <ArşAÂ'»ı Ermeni zannettiği için Mordtmarnı’la meha­ zı olan Nikitas’ın Dmişmendîleri bu sülâleye nisbet etmekle Ermeni cinsine mensup göstermek istediklerine hükmetmiş ve derhal Çamiçyan'ın mugalâtasını te'yide kalkışmıştır ! Bilirsiniz ki İranlIlar İslâmiyetten evvel *Pişdd^^ı^ıa'if>'i *Keyimiyim», «Eskimıif/aı^ ve *Sitsariiyan» isminde dört sal­ tanat hanedanları olduğundan bahsederler : Bunların üçüncüsü olan ve franklar tarafından Aşlaniyim» şeklinde te­ lâffuz edilen isim Garp dillerinde rArstddde-A/smcidea*Arsae ide s* vesaire gibi şekiller aldığı halde *Eşkimiyim* kelime­ siyle ayni kökten gelir : Bu isim o sülâlenin İran’da *EşkAşk-Erşek-Arşak* gibi tahavvüllerle bahsedilen büyük dede­ sinin adından çıkmıştır : Bunlardan *Eş,l,-AşA» şekli şimdiki Fârsîde «Eşlimiyim-Aşkaniymı^ şeklini ve bundan daha doğ­ ru olan «Arşdı- Arsak* ismid? Garp dillerindeki <ArsıkideArsacidea* vesaire ve Ermenicedeki «Arşayımi» şekillerini vücuda getirmiştir. İskender istilâsını tâkib ed?n Makedon­ yalIlar hâkim yyetine isyan ederek en kuvvetli rivayete göre Milâttan evvel 250 tarihinden Milâdın 226 tarihine kadar 476 sene sürmüş muazzam bir imparatorluk kuran bu sülâle ile o imparatorluğun müessisi olan «.lry/Arjlı-uA/Linırk itibariyle İranı unsurlara mensup olmadığında ilim âlemi müttefiktir. (Victor Langloisjnin 1867 de çıkan «Coltection des Historiens


54

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

Anciens et Modernes de l'Arménie», (E. Dulaurier) ile (Fré­ déric Maclerjin 1883 ve 1917 de çıkan ve «Açogh'ig de Daron -Asolikde Tarôn» tercemesiyle tahşiyesini ihtiva eden «Histo­ ire universelle», (Louis Dubeux) nün 1841 de çıkan «La Per­ se-. (Clément Huart) in 1925 de intişar eden «La Perse antique» vesaire gibi gerek Ermeni vesikalarına, gerek umumî İran tarihine ait eserlerinde izah edildiği gibi, Hindistan'daki «Indus = Sind> nehrinden Fırat boylarına ve Hind okyanu­ sundan «Oxus = Cihun» sahillerine kadar yayılan bu muaz­ zam imparatorluk eski müelliflerin umumî bir surette «IskİÎ = 5okaı> camiasından ve muahhar müelliflerin de >Tùr(ïni> ve «Türk» camialarından gösterdikleri «Pnr//ıes»lar tarafından kurulmuştur. “Arsacides = Eşkâniyan» sülâlesi ve bu sülâ­ lenin oymakları eskiden «Pn/7/ıia» ve saire gibi isim­ lerle anılan “ffornsan^dan çıkmıştır ; fakat bunların Hazar denizinin cenubişarkîsine tesadüf eden bu memlekete ne zaman geldikleri, ve nereden geldikleri kat’î surette beli i değildir : Yalnız son zamanlarda ( Alexandre Baschmakoff ) Partların diğer Orta-Asya ‘*Saka,ı kabileleriyle beraber Pa­ mir yaylasından gelmiş olduklarını Milâddan evvelki bazı Yunan vesikalarına istinaden kuvvetli bir nazarivye şeklin­ de ortaya atmıştır (Cinquante siècles d'évolution ethnique autour de la mer Noire, 1937 Paris tab'i, s. 107). Bunlar hakkındaki tetkikat bilhassa geçen asırdanberi ilerlemiş ve nihayet varılan neticeyi (Girard de Rialle) 1875 de çıkan ‘"Mémoire sur l’Asie centrale,, ismindeki eserinin 19 uncu sahifesinde ve kat'î bir netice şeklinde şöyle tesbit etmiştir: ‘7/ a clé démontre victorieusement que^ tout en dépendant de la civilisation aryo-éranienne, ils appartenaient à une race de même famille que les Turks„ Yâni: “Hanların Ari-Îriıni medeniyetine tâbi olmakla, beraber Türklerle ayni aileden bir ırka mensup oldukları en kafi su­ rette isbat edilmiştir^ Partların hangi Türk boyuna mensup oldukları hakkın­ da ihtilâf vardır : Orhon ve Yenisev yazılarının menşei meselesini en esaslı surette tetkik etmiş olmakla meşhur olan FinlandiyalI ( Donner ) Part sikkelerindeki yazılarla


AÇIK MEKTUP

55

Orhon yazıları arasında bir karâbet tesbit etmişse de boy ve soy tâyininde bunun bir miyar olamıyacağı muhakkaktır. (Edouard Dulaurier) yukarda bahsi geçen “Açogh'ig de Daron,, tercemesinin birinci cildinin 66 ncı sahifesindeki (34) numaralı notunda "Parthe,, merkezinin Ermeni müellifleri tarafından “Kouschans» 1ar memleketinde gösterilmesini izah ederken “Kouschansn ları Çinlilerin “Kuei-Şam, dedik­ leri uAÂ-/Z«nt,larla birleştirmiş ve bazı müelliflerin mü­ tâlâalarını da gözden geçirerek bunların Dokuz-Oğuz = Uy­ gur Türkleri ve hattâ Mongollarla karıştırıldığından bahset­ miştir. Her halde mevzûumuzla alâkadar olan en mühim nokta, Partların hangi boya mensup oldukları değil, esas itibariyle Türk olduklarının on dokuzuncu asırdanberi tesbit edilmiş olmasıdır : Bilhassa bunların ve “Ermeııi„ milliyetleriyle hiç bir alâka ve münasebetleri yoktur. Bu İlmî hakikatten yalnız İstanbul Üniversitesinin tarih Profesörü bihaberdir ve bihaber olduğu için “Eşkâniyan» sülâlesine mensubiyyeti, Ermeni cinsine mensubiyyet zannetmiştir “Eşkâniyün = Arsakide„ sülâlesinin milliyet bakımın­ dan Iranılik ve Ermenilikle hiç bir alâka ve münasebeti olmamasına mukabil, hükümet ve hâkimiyyet bakımından İran gibi Ermenistan'la da asırlarca devam etmiş tarihî bir alâkası vardır. İran'da Milâttan evvel takriben 250 tarihin­ den Milâttan sonra 226 tarihine kadar 476 sene süren Eşkâniyân saltanatı umumiyetle bir ecnebi hâkimiyyeti sayıldığı ve hattâ bu hâkimiyyet beş asra yakın bir zaman sürdükten sonra bir Pers millî hareketi üzerine yıkıldığı gibi, o zaman “Ermenistan,, denilen “Şarkî - Anadolu,, da Milâttan evvel 149 - 159 tarihlerinden Milâdın 428 tarihine kadar 578 sene ayni ecnebi hâkimiyyeti altında kalmıştır. Eşkâniyân salta­ natının İran ve Ermenistan kollarına ayrılması hanedan müessisi olan ( Birinci Arşak ) ın torunu ( Büyük Arşak ) devrindedir : Bu meşhur hükümdar Ermenistan krallığına kendi hâkimiyyeti altında olmak üzere Ermenilerin ( VaghArschag) dedikleri küçük kardeşi ( Valarsace ) ı tâyin etmiş


55

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

ve işte bu suretle Ermenistan tarihinde “Arsakid,,1er devri başlamıştır : İşte bundan dolayı Türk unsurlarının Şarkî ■ Anadolu ile alâkaları Garbı - Anadolu'dan çok evvel başla­ mış demektir. İran'da Persler için olduğu gibi Ermenistan’­ da da Ermeniler için bu Arsakid saltanatı bir ecnebi hâkimiyyet devri sayılır : Bu uzun devirde “İskitler.. , ‘'Hazar­ lar,, ve “Hunlar,, gibi isimlerle anılan kabileler Kafkas geçitlerinden geçerek dost ve düşman sıfatiyle Ermenistan'a inerler ve bazan da Arsakidlerin hizmetine girerek burada yerleşirlerdi. Şarkî - Anadolu'da altı asra yakın bir zaman süren bu Arsakid devrini tâkib eden yerli Ermeni prensle­ rinin idaresi işte bundan dolayı Ermeni menbâlarında millî hâkimiyyet devrinin yeniden başlaması gibi gösterilir. Bu menbâlara göre o milliyetin efsanevî müessisi olan ve Erme­ ni milletine ismini bırakan (Haig) Milâttan 22 ya­ hut 24 asır evvel Bâbil’den Şarkî - Anadoluva gelmiş bir kabile reisidir : Bir çok Ermeni sülâlelerinin nesli hep işte bu mevhum şahsiyete izâfe edilir : Yeni ilim telâkkisinde ise bu şahsiyet Ermeniliğin efsanevî bir timsâlinden başka bir şey değildir. Arsakid hâkimiyyeti devrinde istiklâllerini kaybetmiş olan yerli ‘‘Hay = Ermeni„lerin ancak bazı mü­ him aileleri siyasî sebeplerle satraphklarda kullanılmış ol­ makla beraber, İran hâkimiyyeti altında bulunan bu Şarkî Anadolu devleti bir Part krallığı mahiyetini daima muhâfaza etmiştir. İşte bundan dolayı İran'a hâkim olan Parti arın “Perslik,, le hiç bir alâkaları olmadığı gibi, Ermanistan'a hâkim olan Partların da Ermenilikle hiç bir alâkaları yoktur. Dikkat edilecek noktalardan biri de (Nıkitas Khoniatis) in yukarda gördüğümüz fıkrasında Ahmed Danişmend'in İran ve Ermenistan Arsaklılarından hangi tarafa mensup olduğu­ nun tasrih edilmemiş olmasıdır : "‘Arsakid,, tâbiri böyle umumî surette kullanıldığı zaman Ermenistan şubesi dağil. İran'daki “Eşkâniyân,, kasdedilir. Bunu Ermenistan şûbesi şeklinde gösterip o şûbe hükümdarlarını işte böyle bir veh me kapılarak Erme . üleştiren yegâne müellif, İstanbul Üni­ versitesinin Ortaçağ tarih Profesörüdürl


AÇIK MEKTUP

57

Garp kültüründen istifade etmekte çok geç kalan ve pek çok güçlüklere uğradığı anlaşılan Profesör Mükrimin Halil Yinanç hiç olmazsa Tanzımattanberi Şark ve Garp kültürle­ rini cem'eden kuvvetli Türk müellifleri bulunduğunu düşün­ müş ve meselâ ( Suphi Paşa ) merhumun 1278 de çıkan ve Avrupa ilim âleminde bile takdir edilen “Tekmilet-ül-İber,, ini ihtiyaten bir kere açıp bakmış olsaydı, ikinci kısmının 3 üncü ve 5 inci sahifelerinde tarihin en büyük imparator­ luklarından birini kurmuş olan Arsaklıların milliyetleri ve Türklükle olan alâkaları hakkında kolayca anlıyabileceği izahlar bulur ve bilhassa Suphi Paşa merhumdan bir asra yakın bir zaman sonra bu zavallı sülâleyi Ermenileştirerek 20 inci asır Türk ilminin tekâmül tarihinde 19 uncu asırdan çok geri bir merhale teşkil etmekten kurtulmuş olurdu!... 10 — Profesör Yinanç eserinin 98 inci sahifesinde XII nci asır Bizans müverrihlerinden (Nikitas) la (Kinnamos) un Danişmend Gazi’yi “Ermeni,, gösterirken tamamiyle bitaraf davranmış olduklarım isbat etmek için bunların ondan başka hiç bir Türk emîri hakkında böyle bir isnadda bulunmamış olduklarından bahsediyor! Yukarıki fıkrada gördüğümüz gibi her şeyden evvel bir kere Profesör bu Bizans menbâlarını ömründe görmemiş ve görmediğini eserinde bizzat itiraf et­ miştir : Onun için kendisi bu menbâlarda başka Türklere de başka milliyetler izafe edilmiş olup olmadığını kestirebilecek bir vaziyette değildii1! Fazla olarak, gene yukarıki fıkrada ifadelerini aynen iktibas ederek isbat ettiğim gibi, bu mü­ verrihler Ahmed Danîşmend'in Ermeni cinsine mensub oldu­ ğundan bahsetmemişler, yalnız Danişmend oğlu Melik Ga­ zinin menşe itibariyle AzerbaycanlI olduğundan ve nesebinin de Ermenilikle hiç bir alâka ve münasebeti olmıyan Arsaklılar sülâlesine mensub olduğundan bahsetmişlerdir. O ıun için bu müelliflerin o Türk kahramanına kat'iyyen isnad etmemiş oldukları Ermenilik iddiasında bitaraf olub olma­ dıkları mevzûubahs olamaz. Bu vesileyle şu noktayı da tesbit edeyim ki gerek bu müverrihler, gerek d iger Bizans müellifleri bundan evvel de


5b

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

söylediğim gibi hem Türk milletine, hem Türk tarihinin bir çok şahsiyetlerine Perslik, Kürtlük. İsmailîlik yâni Araplık, Rumluk vesaire gibi bir çok milliyetler izafe etmişlerdir : Hattâ bunların içinde Bizans idaresinin bütün resmî mâlûmâtına istinad edebilecek vaziyetlerde bulunan (Anna Komnini) gibi bir imparator kızıyla meşhur ( Psellos ) gibi bir başvekil bile vardır t Bu ( Mihail Psellos ) 1928 de Pariste Yunanca metni ve fransızca tercemesiyle beraber neşredilen “Chronographie,, sinin ikinci cildinin 114 üncü sahifesinde ^Parlhe,^ kelimesini “Kürl„ mânâsına kullanır ve ayni sahifenin (1) numaralı haşiyesinde mütercim ve şârih (Emile Renauld ) da bunun bu mânâya kullanıldığını anlatır : Hal­ buki, gene ayni cildin 122 nci sahifesinde İran Selçukî Sul­ tanı hakkında l’Kürt Sultan = Parthes sultan,, denilmektedir: Hattâ bu müellif 161 nci sahifesinde Sultan Alp - Arslan’dan bahsederken daha açık tâbiriyle “Kürt padişahı=Kurton Va­ silevs = KovQiaiv demekte bile tereddüt etmemiştiıJ Tabiî bunlar coğrafî vaziyetlerle izah edilebilecek şeylerdir. Fakat Bizans menbâlarında Anadolu Selçukîlerini Rum cin­ sine ve Osman oğullarını da Bizans'ın “Komninos,, haneda­ nına mensup gösteren bir takım saçmalar daha vardır : Os­ mancılar hakkındaki iftiranın mahiyetini ‘Türklük,, mec­ muasının 1939 da çıkan 5 nci, 6 nci ve 7 nci sayılarında yu­ nanca metinlerini tetkik ederek izah etmiş olduğum için, şimdi burada misal olarak yalnız Anadolu Selçukîlerinin na­ sıl Rumlaştırılmış olduklarını göstereceğim. Son Bizans mü­ verrihlerinden çok mühim mevkilerde, bulunmuş ( Georgios Francis ) isminde bir müellif vardır: Bu meşhur tarihçinin l*To Khronikon,, ismindeki eserinin 1838 Bonn tab'mın 72 nci sahifesine şöyle bir fıkraya tesadüf edilir : ‘Sultan Alâiiddin9in anasıyla babası hırisliyan olduğu gibi kendisi de vaftiz edilmiş ve hiç memûl olmadığı halde iâliinin gardımlyla bâlân Turklere Sultan, âmir ve hükümdar olmuştu. Dini vazifelerini gizlice ifâ eden bu zât, İşkillerle Tiırkler arasındaki muharebede imparatordan ittifak islemek için İstanbul'a geldiği zaman bir hırisliyan gibi hareket ede­


AÇIK MEKTUP

59

rek Aizze tasvirlerine tapıyor ve hırisliyanlığa açıklan açığa hizmet ediyordu.. Ülkesine döndüğü, zaman oğlu (Melek) de beraberdi... Bizans müverrihinin bu pek tuhaf izahına göre Sultan Alâüddin hem anadan, hem babadan Rum Ortodoksudur ve hattâ alelade bir aileye mensub olduğu halde tâlii yaver ol­ duğu için günün birinde Türk padişahı oluvermiştir! Eğer Bizans menbâları bu bakımdan tetkik edilecek olursa, o der­ yadan bunun gibi daha nice inciler çıkarılabiliri... * Yalnız benim bildiğime göre yirmi beş senedir tarihle uğraşan Mükrimin Halil Yinanç’m bu kadar çalıştıktan sonra meydana çıkarabildiği broşür hakkında çok doğru bir sözü var; eserinin 17 nci sahifesinde : ‘7iu kadar uzun bir çalış m ly a ve pek çok eser yüzden ge­ çil ilmiş olmasına rağmen istihsal edilen semere maalesef par­ lak değildir» diyor! Parlaklık şöyle dursun, karanlık denilecek kadar sö­ nük olan bu acı netice, her şeyden evvel müellifin bir mü­ verrihte bulunması zarurî olan sağlam bir muhâkeme kabili­ yetiyle kuvvetli bir umumî kültürden mahrumiyeti ve metod hakkında hiç bir fikri olmamasıyla izah edilebilir. Bu vaziyette bulunan bir kimse yirmi beş sene değil, hattâ yir­ mi beş asır çalışıp yer yüzünde ne kadar tarih kitabı varsa hepsini okuyup ezberlese bile nâfiledir. Profesör Yinanç’m bir müverrih için en iptidaî hassa olan muhâkeme kabiliye­ tinden mahrum olduğu, mütemâdiyen kendikendini nakze­ dip durmasıyla sabittir! Meselâ Ahmed Danişmend’e Erme­ nilik ve mühtedilik izâfe ederken tam üç defa üstüste tena­ kuzdan tenâkuza düşmüş ve ilkönce "Ermeııidir!., dedikten sonra "'hayır. Ermeni deyiidii.» ve nihayet tekrar “Er­ melidir.,. demiş olduğunun farkında bile olmamıştır ! Şimdi bu vaziyeti kendi ağzından dinlemiş olmak için üç muhtelif fıkrasını sırayla gözden geçireceğim ; Profesör Yinanç eseri­ nin 98 inci sahifesinde evvelâ şu fıkrasiyle Ahmed Danişmend'i Ermeni ve mühtedi gös^^j^İ^.yoır:


60

TÜRK TARİH KURUMl* BAŞKANLIĞINA

“Mevcut kaynaklara nazaran müşarünileyhin ya kendisi­ nin bizzat veyahut babasının bir Ermeni mühledisi veyahut da vaktiyle Bizans imparatorları tarafından Anadolu'ya gönde-

delerine baylanmak dolayısı ile Ermeni milletine nisbel edilen Hıristiyan Türk mühtedilerinden biri olduğa meydana çık­ maktadır. ,, Broşürünün 98 inci sahifesinde işte bu Ermenilik ve mühtedilik nazariyesini gûya bir hakikat keşfetmiş gibi “meydana çıkarmış,, görünen Profesör, bu ilk fıkrasını iki sahife sonra tamarniyle unutmuş ve ayni broşürün 100-101 nci sahifelerinde ( Çamiçyan ) ın Ahmed Danişmend'e Ermenilik isnâd etmesini işte şu fıkrayla reddetmiştir : “Çamiçyan bıı hususta ancak bizim yukarıda zikrettiği­ miz Ermeni ve Rum kaynaklarından başka bir menbaa da­ yanmamakladır. Filhakika bazı Ermeni ve Gürcü reislerinin ve hatla hüküm darlarının bile nüisliiman olarak eski mevki­ lerini muhafaza elliklerini veyahut Tilrk imparatorluğa hiz­ metine girerek mühim mevkilere geçtiklerini biliyorsak da emir DanİşmemTiıı bunlardan biri oldııfjunıı -elimizde o za­ manda yazılmış diğer bir menbâ mevcud olmadığı için- teshil e içmiyoruz ve Çamiçyan’ın zikrolıınan şerh ne tefsirini ınüslüman olan diğer ermeni reislerine kıyas olarak yapılmış bir iddia ve bir tahmin adde diyoruz.,, Yukarda 98 inci sahifeden aldığım fıkrasında Ahmed Danişmend'in Ermeni ve mühtedi olduğunu iddia eden Mükrimin Halil Yinanç, işte bu 100 - 101 inci sahifelerden ikti­ bas ettiğim fıkrada da Çamiçyan'ı reddederek onun rivayetini muasır menbâlara istinâd etmiyen '"bir iddia ne bir tahmin, den ibaret gösterip temelinden baltalamış oluyor ve hattâ Ahmed Danişmend'in Ermeni mühtedilerinden olduğunu tesbit etmek imkânı olmadığından bahsederek iki sahife evvel­ ki iddiasını bizzat kendisi cerh ve tekzib ediyorJ Fakat Pro­ fesör “Kara,, dedikten sonra “Ak., demiş olduğunun farkında bile değildir: O derece farkında değildir ki 101 inci sahifede “A„ deyip cümlesini bitirdikten ve Çamiçyan'ın safsatasın


AÇIK MEKTUP

61

muasır vesikalarla sabit olmadığı için reddettikten sonra bir nokta koyup derhal yeni bir cümleye başlıyor ve bu yeni cümlede ise Çamiçyan'ı tekrar te’yid ve tasdik edip bir cüm­ le evvel “.4/., dediğine bir cümle sonra üçüncü defa olarak tekrar “Aara,, diyor ! Ne düşünüp ne dediğini her halde kendisi de bilmiyen ve bu gülünç tenakuzların farkında bile olmıyan Profesör, İkincisini hemen takip eden üçüncü cüm­ lesinde de aynen ve harfiyyen işte şöyle söylüyor : 7ta suretle, aslen ermeni olduğu sabit olan emir Danişınend'în ne zaman Anadolu'ya yeldiği ve Anadolu'nun fethine ' iştirak edil) etmediği meselesini halledelüm Bir cümle evvel Ermenilik iddiasının “sabit olmadığım., söyledikten sonra bu ikinci cümlede “bu suretle,, diye söze başlayıp “sabit olduğunu,, söyliyebilmek, yâni asılsız bir is­ nadın “sabit olmamak suretiyle sabitolduğunu iddia ede­ bilmek için her halde İlmî muhakeme kabiliyetinden tamamiyle mahrum olmaktan başka çare yoktur. Profesör Yinanç’m sonsuz tenakuzları içinde en çok göze çarpan noktalardan biri de, iki defa basılmış olan broşürünün 1934 de çıkan ilk tab’ında Ahmed Danişmend'i Türk göster­ miş ve mâhut Ermenilik safsatasına temas bile etmemiş ol­ duğu halde. 1944 de çıkan bu ikinci tab'ında öyle fahiş bir iddiaya kalkışmış olmasıdır : Bir eserin iki tab'ı arasında müellifin tashihler, tâdiller ve ilâveler yapması pek tabiîdir ve hattâ âdettir ; fakat böyle yapan müellifler eserlerinin birinci tab’ından sonra gördükleri veyahut buldukları vesika­ larla menbâlara istinâd ederler : Halbuki Profesör Yinanç eserinin birinci tabhnda bu mesele itibariyle hangi menbâ­ lara istinad etmişse, ikinci rab'ında da gene ayni menbâlara dayanmıştır ve hiç bir yeni vesika görmüş ve bulmuş değil­ dir ! Tabiî bu vaziyetin en hafif izahı, her hangi bir mesele hakkında muayyen bir fikir ve kanaat sahibi olmamaktır : Zâten ikinci tab'ın yukarda gözden geçirdiğim tenakuz sil­ silelerini de başka türlü izah etmek kabil değildir. * Son zamanlarda bizde çok fena bir âdet belirmiye başla­ dı : Bazı kimseler bir iki sahifelik bir yazının altına bir iki


62

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

sahifelik bir Bibliyografya koyarak okuyucular üzerinde gûyâ bir tesir yapabileceklerini zannediyorlar ve hattâ bu za'fa kapılanlar ömürlerinde görmedikleri bir takım menbâlardan bile bahsetmekte hiç bir mahzur görmüyorlar! Meselâ “Gerkçe bilmediğini^ ve bundan dolayı Bizans menbâlarından “lstifade edemediğini,, bizzat itiraf etmiş olan Profesör Mükrimin Halil Yinanç, yukarda 9 numaralı paragrafta da gördüğümüz gibi «Islâm Ansiklopedisi* ndeki «Danişmendliler* makalesin­ de Bizans müverrihlerinden (Nikitas) m Bonn tab'ınm 45 inci sahifesini mehaz göstermiş ve bu sahile numarasını da müs­ teşrik (M^ı^^^mann) m ayni mevzûa ait makalesinden almıştır! Fakat üst tarafına nisbetle bu bir şey değildir : (ît^r^^ü^^l-^Esîr) in yukarda 3 numaralı paragrafta gördüğümüz fıkrasını bile doğru dürüst anlıyamadığı halde, câmi kütüphanelerinin ka­ taloglarını hatırlatacak surette arapça ve acemce kitap isim­ leri sıralıyarak bilgiçlik göstermek za'fına müptelâ olan Üni­ versite Profesörü, bilhassa Garp kültürü bakımından pek fe­ cî olan vaziyetini bazı Avrupa müelliflerinin kitaplarından bibliyografyalarını aynen ve harfiyyen iktibas edip kendine mal etmek suretiyle telâfi etmiye çalışmakta bile hiç bir mahzur görmezmektedir! Meselâ «İslâm Ansiklopedisi» nin 3 üncü cildinin bu son zamanlarda çıkan 26 ncı cüzünün 477 nci sahifesinde Profesörün «Dânişmendliler* makalesine ait muazzam bibliyografyası başlamakta ve 479 uncu sahifeye kadar devam edip gitmektedir! Bu tantanalı bibliyografyanın 477 nci sahifedeki birinci sütunun 52 nci satırının ortasın­ dan ikinci sütunun 12 nci satırının sonuna kadar devam eden 18 satırlık kısmı Fransız müverrihlerinden ( Ferdinand Chalandon )un 1912 tarihinde Pariste neşredilen *Jean 11 Comnene et Mannel 1 Gomnrne* ismindeki kitabının 40 inci sahifesindeki ( 2 ) numaralı hâşiyede bulunan bibliyografyadan aynen ve harfiyyen kopye edilmiş ve hattâ kitap ve müellif isimlerinin sırası bile muhâfaza edilmiştir ! Profesör Yinanç (Chalandon ) un bu bibliyografyasını aynen kendine mal ederken yalnız ( Mordtmann ) ın almanca makalesinin ismini her nasılsa ve belki de dalgınlıkla atlamıştır!... ♦ Buraya kadar gözden geçirdiğim vesikalarla sabittir ki,


AÇIÇ MEKTUP

68

ömründe görmediği kitapları görmüş gibi görünerek ve gör­ düğü menbâları tahrif ederek veyahut okuduğunu anlıyamıyarak ve bilhassa muhakeme, tahlil ve terkip kabiliyetlerin­ den tamamiyle mahrum olduğu için mütemadiyen tenakuz­ dan tenakusa düşüp kendi kendini tekzip ederek müverrih­ tik eden Profesör Mükrimin Halil Yinanç'ın bütün bu mah­ rumiyetler silsilesi içinde en zayıf noktası, tarih ilminin bir metoda istinad ettiğinden bihaber olduğu için maziyi kendi malı sanması ve tarihe istenildiği gibi tasarruf edilebilir zan­ netmesidir! Müverrih demek, istediği zaman istediği gibi bir bina kurabilecek bir mimar demek değildir! Her nasılsa bir kürsü sahibi olduğu halde metod mefhumundan haberdar ol­ madığı için kendisini işte öyle bir mazi mimarı gibi gören ve hattâ eski Yunan ve Roma Mitolojilerindeki (Khleos-Clio) gibi bir «Tarih Tanrısı» zanneden Profesör Yinanç maziyi olduğu gibi değil, kendi keyfinin istediği gibi tasvire kalkı­ şıp hakikî isimleri malûm olmıyan bir takım şahsiyetlere vaftiz babalığı ederek istediği gibi isimler taktıktan sonra kitabında onları hep bu uydurma isimlerle anmış, tıpkı bir mutlakıyyet hükümdarı gibi rütbeler, unvanlar ve hatta daha ileri giderek fatihlikler tevcih edip milliyetler tevzi etmiş ve •tabiî bütün bu tevcihat ve tevziatında mütemadiyen kendi kendini nakzedip durduğunun farkında bile olmamıştır! Me­ sela 65 inci sahifedeki haşiyede Arap menbalarınm ( İbnü Arisgi), Bizans menbalarınm (Khrysoskulos) ve Ermeni menbalarınm da (Guedridj = Gedric) dedikleri bir Selçukî prensinin hakiki isminden bahsetmektedir : Bugün tarihin en mühim yardımcı bilgilerinden olan lisaniyat hakkında hiç bir fikri olmıyan Profesör Yinanç ses tebadüllerine ait ka­ nunlardan tamamiyle bihaber bulunduğu halde ( Arisgi.) şek­ linden ( Erbasgan ) ve fransızca imlasını Türkçe okuyarak ( Gedric ) yerine ( Güedric ) zannettiği isimden de (Kurtçu) şeklini çıkarmak suretiyle bu prense (Erbasgan - oğlu Kurtçu Bey) adını takmış ve artık o sahifeden sonra kendi uydurma­ sını hakikat gibi göstererek o zavallı adamı tarih sahnesinde işte bu (Erbasgan- oğlu Kurtçu Bey ) ismiyle dolaştırmıştır ( 68 inci sahifesine de bakınız )!


64

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANLIĞINA

Tıpkı bunun gibi, Profesör Yinanç kendi kendini üstüste nakzetmek suretiyle unvanlar, saltanatlar ve fatihlikler de tevcih etmekte hiç bir mahzur görmemiş ve meselâ kita­ bının 106 ncı sahifesinde İran Selçukîlerinin Anadolu valisi vaziyetinde gösterdiği (Kutulmuş - oğlu Süleyman) a Büyük -Selçukî Dîvânı tarafından «Sı/Zaa» ünvanı verilmeyip yalnız <Melik» ünvanı verilmiş olduğunu söylediği halde, 107 nci sahifesinde bu prense kendi karihasından *Sultan* unvanım bahşedip “Anadolu'nun ue Tiirkiyenin ilk Sultanı olan bu Pa­ dişah,, ve “Sultan Süleyman - Şah,. diye zikretmiş ve ondan sonra da 117 nci sahifedeki haşiyesinde Süleyman'ın hiç bir zaman müstakil bir hükümdar olmayıp İran a tâbi olduğu anlaşıldığından ve bu mesele hakkındaki sözlerin “ancak tahmin,, mahiyetinde olduğundan bahsetmiştir ! Profesörün Emir Süleyman'a bütün Anadolu fatihliğini bahşetmesi de işte bu unvan tevcihi kabîlindendir : Çünkü eserinin 85 - 88 inci sahifelerinde Anadolu'nun taraf taraf fethadildiğinden bahsederken Süleyman’ın Suriye'de bulunduğunu kendisi de tesbit etmiş olduğu için, bu Emîri tekmil Anadolu'nun ye­ gâne fatihi gibi göstermesi başkalarının fütuhatını ona izafe ve isnâd ederek tarihi olduğu gibi değil, keyfinin istediği gibi tasvir etmesi demektir I Profesör Yinanç gene işte bu vesikasız “tahmin,, ve “istintaç,, usuliyle Ahmed Danişmend-' in fütuhâtından bir kısmını ve meselâ Sivas, Tokat ve Ço­ rum taraflarının fethini müslüman ve hırıstiyan vesikala­ rındaki sarâhatlara rağmen ( Artuk Bey )e tevcih etmiştir : (Bakınız s. 87, 89 ve 103). Her halde bu vaziyet ve bu zih­ niyette bir tahminci için ömründe görmediği ve gördüklerini de anlıyamadığı bjr takım menbâlara istinaden Ahmed Danişmend’i bir kalemde Türklükten tard ve ihraç edip Erme­ nilik izafe ve isnâdı pek tabiîdir. Fakat Mükrimin Halil Yinanç Türk milliyetinden kimi tardetmek istediğinin galiba farkında değildir : Fütuhâtının mühim bir kısmını “tahmin,, usuliyle (Artuk Bey) e tevcih ettikten sonra Ahmed Danişmend'in kendi kılıcıyla BizanslI­ ların elinden bizzat fethedip Türk hâkimiyyetine sokmuş ol­ w

~


AÇIK MEKTUP

65

duğu Anadolu vilâyetlerini gene Profesör Yinanç ayni eseri­ nin 103 üncü v<- İslâm ansiklopedisinin üçüncü cildinin 469 uncu sahifelerinde ‘‘’Kelkit havzasının bir kısım: yâni Niksar havalisi., ‘‘sı hile kadar aşayı Yeşilırmak ınıntakası: Yani Amasya ve mülhakatı,,. Kızılırmak kavsinin orta ve. şimal kısımları^ ve “.İfala/ya mlâyefi., şeklinde sıralamıştır! Kita­ bının 82 nci ve 102 nci sahifelerinde Anadolu fethini Milâdın 1085 tarihinde ikmal edilmiş ve Ahmed Drıişmend’i de işte o sene fütuhat bittiği sırada Anadolu'ya gelmiş gösteren Profesörün en feci tenakuz!arından biri de o zamana kadar kamilen fethedilmiş gösterdiği Anadolu'da Fırat boylarından Kızılırmak boylarıyla Karadeniz sahillerine kadar uzayan ve içine bir çok vilâyetler alan bütün bıı yerlerin işte o tarih* ten itibaren Melik Danişmend tarafından fethedilmiş oldu­ ğunu itiraf etmesidir! Üst tarafını sırf4inkâr edip yalnız bu kadarını itiraf edebildiği muazzam bir fütuhat dai­ resinin fatihi olduğundan ve Anadolu Türklüğünün üstüne djlga dalga saldıran Ehl - i - Salih ordularını devirerek bu vatanın hem kurulmasında, hem kurtarılmasında en büyük rolleri oynadığından bahsettiği millî bir kahramanı anlaşıl* m az bir heyecanla Türklükten tardedip hiç görmediği vo t­ kaları bile mehaz göstererek Ermeni cinsine mensup göster­ mek için, bu milletin bu memleket üzerindeki tarihî hakla­ rına ve millî mefahirine karşı hiç olmazsa lâkayd olmak lâzımgelir. Profesör Yinanç kendisinin her nedense hürmet etmek istemediği ve Erme ıi cinsinden olmalarını istediği bu milli mefahire TürJ m;.î dinin asırlar ve nesiller boyunca nasıl hürmet ettiğini '"İslâm Ansiklopedisi,, niıı üçüncü cildinin 476 nci sahifesinde şöyle anlatır : itf Haçlılara ae Hiz mslıbıra karşı Türk ne İslâm ölkesini müdafaa edenlerden emir Danişmend, Emir Gazi ve Melik Mehmed'in hâlıraları sunru/ri nesiller arasında dâima ¿âzız ue onlara nisbel e nr-rr/u/ birer meşhed hâlinde ziyaret olun ageliniir. „ Profesör Yinanç gene aynı ansiklopedinin 471 inci sahifesinde Danişmend'in torunu ve Melik Gazi nin oğlu Melik


66

TÜRK TARİH Kl'RUMU BAŞKANLIĞINA

Mehmed'den bahsederken de, Anadolu’nun Türkleşmesinde bunların oynadıkları büyük rolü şöyle anlatmaktadır: ’ "Dindar ve faziletidir bir hükümdar olan bu zât de, babası gibi, gaza ve cilıâd ile meşgul ahırken, diğer taraftan Anadolu yerlileri arasında İslâm dininin yayılmasına çok ça­ lışmış, Abd-i'ıl-Mecid ibni İsmail-il-Herevi başla olmak üzere, bir çok âlimleri muhtelif memleketlerden Anadolu'ya getirt­ miştir. ,, İstanbul (İniversitesinin Ortaçağ tarih kürsüsünde müslüman ve hırıstiyan menbâları istenilen şekle sokulup iste­ nildiği gibi izah edilerek işte bu eski Türk kahramanla« lıer nedense birdenbire Ermenileştirilivermiştir !., *

h

,

Bu mektubumun başında da söylediğim gibi, siz lari/i sever ve okuz' „ vatandaşlarınızdan “ 77i rk /uri/ı /eri,, ne yar­ dım etmelerini istediğiniz için ve Kurumunuzun müessislerinden olan Profesör Mükrimin Halil Yinanç da kitabının mukaddimesinde yanlışları gösterildiği takdirde tashih ede­ ceğinden bahsetmekte olduğu için, tarihini ve milliyetini se­ ver bir vatandaşınız sıfatiyle bu acı vaziyeti size bütün vesi­ kalarıyla beraber arzettim ve bu suretle ben kendi hesabıma vicdanî ve millî vazifemi ifâ etmiş oldum. Bundan evvel u 7Tırklük ,, mecmuasında Fatih'le Yavuz'un Rum cinsinden olmayıp Türk olduklarını hangi hisle müdafaa ve isbât ettiysem, Ahmed Danişmend'in de Ermeni olmayıp Türk ol­ duğunu ayni hisle ve ayni metod fikriyle müdafaa ve tesbit ettim, Size düşen vazifeyi tabiî siz benden iyi taktir edersi­ niz. Profesör Yinanç'ın hatâlarını kabul ederek ilmi haki­ katleri şahsî hislerinden üstün tutup tutmıvacağını bilmiyo­ rum : Yalnız şunu söyliyebilirim ki Türk milletinin mefa­ hiriyle tarihî haklarına tek bir kelimeyle veyahut imâ ve te’vil şeklinde bile dokunacak kimseler bundan sonra da hep işte böyle karşılanacaklardır. İsmail Hami Danişınend


Yanlış doğru cetveli 1. Yanlış

Sayfa

Satır

H

18

26 31 19 58

deliller ediiler 12 şöyle 27 böyle Nokte Nokta « 14 -‘Kürt Sultan-Parther* sultan,» “ Parihes Sullan = Kürt Sultan,, “ Grek. • „ ** Gerk ı

02

IA.I’

Doğru

ixr


İNANÇ Yayınları ’ nın yakında yayacağı eserler : Osmanlı Padişahlarının Şiirleri İsmail Hami Danişmend' İn. OsmanJı padişahlarına ait dîvanları ve diğer muhtelif tarihî ve edebî vesikaları tedkik ederek, meydana getirdiği bu eser milli edebiyatımızın bir boşluğunu dolduracak kıymettedir; Müellif tarafından bir mukaddime, bir lügatçe ve f.n'îer hakkında birer haşiye ile zenginleştirilmiştir.

Nedim Divanı Bir lügatçe ile, hatasız olarak sunul.araktır.

AYRICA 1. — En yeni Hikâye ve romanlar serisi Bu seri içinde büyük ve yeni muharrirlerin şimdiye kadar okuma­ dığınız nefis eserlerini bulacaksınız. İlk Eser: (Corlieu-Jouve) dan iki hikâye (Şüphe ve Ölüm)— (Ateş böceği) î Asya'nın muhtelif yerlerinde geçen emsalsiz iki aşk hikâyesi. Muharririn sanal inceliği Halide Edib'in kısa bir mukaddimesiyle ifâde edilmiştir.

2. — En güzel masallar seıisi İht imamla seçilen ve temiz bir türkçe ile kaleme alınan bu. masal­ lar. yormadan, sizi e«ki zamanların mâcerâ dolu hayatına. İbret verici rüyalar diyarına götürecektir,

ilk Eser: Binbir gündüz (Elf-en-nahar v'-cn-nahar} (Dîlârâ yahut Hlnd kızı)

masallarından

s.— Dinî menkıbeler serisi Din adamlarının çetin hayatları, mücâdeleleri, ve Bilhassa ahlakî içllhadları. doğrudan doğruya din kitaplarından iktibas edilerek kolay anlaşılır bir lisanla ifâde edilmiştir. İlk Eter (Akd-î- Atik'en Hazret-I-Eyyub ve Mezâmîr, Messeler, Mersiyeler.

Menkıbesi

İNANÇ YAYINLARI Galata, Kürekçiler Küçük Değirmen Han No. 16/5



İNANÇ YAYINLARININ YAKINDA YAYACAĞI ESERLER

NEDİM DİVANI OSMANLI PADİŞAHLARININ ŞİİRLERİ

İsmail Hami DANİŞMEND

ŞÜPHE VE OLUM (Hikâye)

Corlieu JOUVE

ATEŞ BÖCEĞİ (Hikâye)

Corlieu JOUVE

DİLÂRÂ-HİND KIZI

En güzel masallar serisinden

HAZRET-İ-EYYUB VE MEZÂMİR

Dinî menkıbeler serisinden

YENİ MATBAA

Fiatı 1 Lira


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.